You are on page 1of 139

T.C.

GAZI ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

TÜRKİYE – İSRAİL ASKERİ İŞBİRLİĞİNİN TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU


POLİTİKASINA ETKİLERİ

MASTER TEZİ

Hazırlayan
Mehmet ERDEM

Tez Danışmanı
Prof.Dr. Mümtaz’er TÜRKÖNE

Ankara-2006
ÖNSÖZ

Tarih olarak çok eskiye dayanan Türkiye – İsrail ilişkileri, kimi


söylemlerde “Kaygan Zeminde Hareket Eden İki Ülkenin Birbirlerini Bulması”
olarak tanımlanmıştır. Bu stratejik işbirliği, özellikle Soğuk Savaş yıllarının
sona ermesi ve NATO’nun işlevselliğinin tartışıldığı dönemde Türkiye’nin
bulunduğu coğrafyada kendini yalnız hissederek müttefik arayışlarına girmesi
sonucu başlamıştır.

İki ülke arasında imzalanan “Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması” ndan


günümüze kadar geçen süreç içinde kamuoyu, basın ve medyada bu Stratejik
İşbirliği ile ilgili binlerce görüş ve yorum yer almıştır. İki ülkenin bu ilişkiyi
başlatma nedenleri, mantık süreci ve doğru ve yanlışlığı değişik yönleri ile
tartışılmıştır.

Tezim için böyle bir konu seçmemdeki en büyük etken, öncelikle askeri
zeminde başlayan ve daha sonraki yıllarda siyasi ve ekonomik olarak
ivmelenen iki ülke ilişkilerinin öncesi ve sonrası ile ne gibi süreçlerden
geçtiğinin araştırılması ve bu işbirliğinin gerçek nedenlerinin ortaya konması
merakı ve amacında olmamdan kaynaklanmıştır.

Böyle bir çalışmanın ortaya çıkmasında, öncelikle bana akademik


danışmanlık yaparak tezimin en sıkıntılı dönemlerinde moral ve desteğini
esirgemeyen değerli hocam Prof.Dr.Mümtaz’er Türköne’ye çok teşekkür
ederim. Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Programına başlamam için beni
cesaretlendiren ve önayak olan Dayım Mehmet Ceylan ve
Yrd.Doç.Dr.Mehmet Önal’a sonsuz şükranlarımı sunarım…Ve her türlü zorluk
karşısında bana mücadele azmi aşılayan ve desteklerini her zaman arkamda
hissetmemi sağlayan canım Ablam Leyla ve Eniştem Ramazan Kanat’a
sonsuz teşekkürler ediyorum.
Ayrıca, master derslerinde verdikleri bilgiler ile ufkumu aydınlatan tüm
hocalarıma ve tezin ortaya çıkmasında emeği geçen tüm dostlarım ve
arkadaşlarıma binlerce teşekkürler… İyi ki varsınız.
iii

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ …………………………………………………………………………….. i
İÇİNDEKİLER ................................................................................................iii
KISALTMALAR .............................................................................................vi
GİRİŞ ..........................................................................................................1

BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ARKA PLANI

1. İSRAİL DEVLETİNİN KURULMASINDAN ÖNCEKİ TÜRK – YAHUDİ


İLİŞKİLERİ ..................................................................................................4
1.1 Osmanlı İmparatorluğu Zamanındaki İlişkiler .................................4
1.2. İsrail’in Kurulma Süreci ve Türkiye’nin Bakış Açısı......................8
2. İSRAİL DEVLETİNİN KURULMASINDAN SONRAKİ TÜRK – İSRAİL
İLİŞKİLERİ ..................................................................................................9
2.1. Türkiye’nin İsrail’i Tanıması...........................................................9
2.2. Diplomatik İlişkilerin Başlaması ...................................................10
2.3. Türkiye’nin Araplara Karşı İsrail ile Denge Politikası ..................11
2.4. Siyasal Yakınlaşma ......................12
3. SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE’NİN İSRAİL POLİTİKASI...............13
3.1. Türkiye’nin Güvenlik Sorunları ve İsrail’le Yakınlaşması ............13
3.2. Türkiye’nin İsrail Politikasına Amerika Etkisi ...............................15
3.3. Karşılıklı Menfaat İlişkisi .........................................................16
4. TÜRK – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN GELİŞMESİNİ ETKİLEYEN
FAKTÖRLER ...........................................................................................18
4.1. Coğrafi Etkenler ..........................................................................18
4.2. Bölgesel Tehdit Algılamaları........................................................20
4.3. Ekonomik Etkenler .....................................................................21
4.4. Siyasi Etkenler ..........................................................................23
4.5. Askeri Etkenler ...........................................................................24
iv

4.6. Uluslararası Ortamın Etkisi..........................................................26


5. TÜRK – İSRAİL İŞBİRLİĞİNİ GELİŞTİREN ANTLAŞMALAR...................28
5.1. Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması............................................28
5.2. Savunma ve İşbirliği Antlaşması .................................................31
5.3. Serbest Ticaret Alanı Antlaşması ................................................33

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN ULUSLARARASI İLİŞKİLER


AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ

1. TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN BUGÜNÜ..........................................37


1.1. Siyasi ve Sosyo-Kültürel Alandaki Türk – İsrail İlişkileri...............37
1.2. Ticari ve Ekonomik Alanda Türk – İsrail İlişkileri .........................39
1.3. Askeri Alanda Türk – İsrail İlişkileri..............................................41
2. İKİ ÜLKENİN ÖRTÜŞEN GÜVENLİK ENDİŞELERİ .................................43
2.1. Araplara Karşı İttifak İhtiyacı .......................................................43
2.2. Ortadoğu Bölgesindeki Yeni Oluşumlar karşısında savunma ve
İşbirliği İhtiyacı ............................................................................45
2.3. Kararsız Bir Coğrafyada Güç Birliği.............................................47
2.4. Nükleer Silahlanmayı Kontrol Çabaları .......................................49
2.5. Terör ve Terörle Mücadelede İşbirliği İhtiyacı.............................52
3. TÜRKİYE – İSRAİL ASKERİ İŞBİRLİĞİNİN TÜRKİYE’YE SAĞLAYACAĞI
FAYDALAR ..............................................................................................55
3.1. Stratejik Ortaklığın Türkiye’ye Bölgesel Güç Olma Yolunda
Katkıları........................................................................................55
3.2. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Modernizasyonu ve Savunma Sanayinin
Gelişimi Açısından Türk-İsrail İlişkileri.........................................59
3.3. Orta ve Uzun Vadede Geliştirilebilecek Sivil ve Askeri İşbirliği
Alanları........................................................................................66
v

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

STRATEJİK ORTAKLIĞIN ORTADOĞU BÖLGESİNE ETKİLERİ

1. TÜRKİYE – İSRAİL ASKERİ İŞBİRLİĞİ’NE TEPKİLER............................71


1.1. Stratejik İşbirliğine Dünyadan Gelen Tepkiler..............................71
1.2. Ortadoğu ve Arap Ülkelerinden Gelen Tepkiler...........................75
1.3. İçten Gelen Siyasi ve Politik Tepkiler ..........................................80
2. STRATEJİK İŞBİRLİNİN BÖLGEYE ETKİSİ.............................................84
2.1. Türkiye – İsrail Askeri İşbirliğine Karşı Oluşumlar .......................84
2.2. Arap Ülkelerinin Silahlanma Çabaları..........................................87
2.3. Bölgesel Güç Olma Yolunda Mücadele.......................................90
2.4. Stratejik İşbirliği Bağlamında Türkiye’nin Ortadoğu Bölgesindeki
İstikrar Oluşumuna Katkısı Ne Olabilir? .....................................94
3. BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNDE TÜRKİYE VE İSRAİL’E VERİLEN
ROLLER...................................................................................................98
3.1. Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye .............................................98
3.2. Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’nin Büyük Ortadoğu Projesine
Etkileri ......................................................................................104
3.3. Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail’e Kurgulanan Roller..............107
4. TÜRKİYE’NİN DİĞER ORTADOĞU ÜLKELERİ İLE ORTA VE UZUN
VADEDEKİ İLİŞKİLERİNİN MUHTEMEL BOYUTLARI .........................110
4.1. Türkiye – İsrail Askeri İşbirliğinin Arap Ülkeleri Üzerindeki
Olumsuz Etkisinin Düzeltilmesi ................................................110
4.2. Türkiye’nin Ortadoğu Ülkeleri İle Orta ve Uzun Vadeli İlişkilerinde
Muhtemel Politikaları Neler Olabilir? ........................................116

SONUÇ ......................................................................................................121
KAYNAKÇA ...............................................................................................125
ÖZET ......................................................................................................133
ABSTRACT ................................................................................................135
vi

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser


a.g.m. : Adı Geçen Makale
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
bkz. : Bakınız
BDT : Bağımsız Devletler Topluluğu
BOP : Büyük Ortadoğu Projesi
BM : Birleşmiş Milletler
DEİK : Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu
DİE : Devlet İstatistik Enstitüsü
GAP : Güneydoğu Anadolu Projesi
GİDEM : Girişimci Destekleme Merkezleri
GOP : Genişletilmiş Ortadoğu Projesi
İKÖ : İslam Konferansı Örgütü
KİS : Kitle İmha Silahları
MSB : Milli Savunma Bakanlığı
MÜSİAD : Müstakil Sanayici İş Adamları Derneği
NATO : North Atlantic Treaty Organisation(Kuzey Atlantik
Antlaşması Teşkilatı)
NPT : Non – Prolifeferation Treaty(Nükleer Silahların Yayılmasının
Önlenmesine İlişkin Antlaşma)
MASHAV : İsrael Ministry of Foreign Affairs Center for International
Cooperation (İsrail Dışişleri Bakanlığı Uluslararası İşbirliği
Merkezi)
MZ : Mutabakat Zaptı
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
SSM : Savunma Sanayi Müsteşarlığı
TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TSK : Türk Silahlı Kuvvetleri
GİRİŞ

Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte, II. Dünya Savaşı’ndan beri
NATO’nun ve ABD’nin yakın müttefiki olan Türkiye, çevresindeki oluşumlar
nedeniyle güvenlik tehdidi algılamaya başlamıştır. Soğuk Savaş yıllarında
Avrupa ile Sovyetler arasında Sovyetlere en yakın noktada adeta bir kalkan
görevi üstlenen Türkiye, bu rolü sayesinde o dönemde güvenliğini de
NATO’nun şemsiyesi altına girerek sağlamıştır. Ancak Soğuk Savaş’ın sona
ermesi ve NATO’nun işlevselliğinin tartışılmaya başlanması ile Türkiye, ciddi
anlamda güvenlik endişesine kapılmış ve kendini bulunduğu coğrafyada
yalnız hissetmeye başlamıştır.

Özellikle 1990–1991 Körfez Krizi sırasında Avrupalı müttefiklerin


Türkiye’ye destek sağlamaması, ABD’nin Irak’a yönelik icra ettiği 1. Körfez
Harekâtı’nda Türk ekonomisinin büyük zarar görmesi ve AB’nin Türkiye’nin
başvurusunu 1987 yılında reddetmesi ile birlikte, Türkiye’nin Batı’ya olan
inancı kaybolmuştur. Yüksek derecede tehdit algılaması ve bu duruma uygun
çözümler üretme ihtiyacına paralel olarak Türkiye, bu tarihten itibaren
Ortadoğu’da kendine özgü politikalar üretmeye başlamıştır.

Bu gelişmeler ışığında Türkiye’nin dış politikasındaki bu açılımın ve


Ortadoğu’ya yeni yaklaşımının önemli göstergelerinden biri İsrail’le daha iyi
ilişkiler geliştirmek olmuştur. Bu yakınlaşmanın ilk adımı da 1991 yılı
sonlarında iki ülke ilişkilerinin büyükelçilik düzeyine çıkarılması kararı
olmuştur.

Diğer yandan II. Dünya Savaşı sonunda İsrail, Ortadoğu


coğrafyasında yeni bir devlet olarak ortaya çıkmıştır. İsrail’in kuruluşu öncesi
kadar, kurulmasından sonraki olaylarda Ortadoğu’da birçok sorunu
beraberinde getirmiştir. Kurulan İsrail devletinin, yüzölçümü olarak küçük bir
toprak parçası olmasına rağmen, tarihten gelen büyük bir ağırlığa sahip
2

bulunması ve arkasında ABD gibi büyük bir gücün de desteğinin olması, bu


ülkeyi Ortadoğu coğrafyasında önemli bir konuma yükseltmiştir. Büyük
çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu devletleri İsrail’i kuruluşundan itibaren
reddetmişler ve bu coğrafyadan silebilmek için dört kez İsrail’le karşı karşıya
gelmişlerdir. Ancak İsrail Araplarla yapmış olduğu Savaşların hepsinde üstün
gelerek kurulduğu bölgede kalıcılığını pekiştirmiştir.

Ancak çepeçevre kendisine düşman olan bir Arap coğrafyası ile çevrili
olan İsrail, bu bilinçle son yıllarda yakın çevresinde müttefik ülke arayışına
girmiş ve bölgede Arap topluluğunda olmayan ancak Müslüman bir ülke olan
Türkiye ile sıcak ilişkiler geliştirme yoluna girmiştir.

90’lı yıllarda bir yandan terör diğer yandan ekonomik ve siyasi açıdan
büyük zorluklar yaşayan Türkiye için İsrail’le ilişkiler, ilk aşamada mantıklı
gelmiştir. İsrail’in son yıllarda özellikle Askeri teknoloji açısından büyük
gelişimi, Türkiye’deki askeri kanat için yeni bir açılım ve ilgi alanı
oluşturmuştur. Türkiye, o dönemde, özellikle elindeki eskimiş askeri teçhizat
ve malzemenin yenilenmesi ihtiyacı ile karşı karşıya kalmıştır. Üstelik yeni
almak istediği askeri teçhizata da zaman zaman AB ve ABD tarafından insan
hakları bahanesi ile ambargo uygulanmıştır. Bu nedenle Türkiye, benzer
problemlerin nispeten yaşanmayacağını değerlendirdiği İsrail ile Stratejik
İşbirliğine girmekte sakınca görmemiştir. ABD’deki etkin lobileri aracılığı ile
bu ülke yönetimi üzerinde etkin bir ağırlığa sahip olan İsrail’le ilişkilerin
geliştirilmesi sayesinde Türkiye’nin ABD nezdinde önem ve değerinin
artacağına ilişkin düşünce ve görüşler de bu işbirliğinin gelişiminde etkili
olmuştur.

Diğer yandan İki ülke arasında tarihsel bir çatışma olmadığı gibi çok
eski tarihlere dayanan bir dostluğun olması da bu işbirliğinde önemli rol
oynamıştır. 1492 yılında İspanyol engizisyonu ve İkinci Dünya Savaşı’nda da
Nazi zulmünden kaçan Yahudilere dünyada kucak açan tek devlet Türkler
olmuştur. Türkiye ve İsrail’in Ortadoğu’da nüfusu üç yüz milyona yaklaşan
3

Arap çoğunluktan olmamaları ve bölgede demokrasi ile yönetilen iki ülke


olması da bu ilişkiyi geliştiren önemli unsurlardandır.

Stratejik İşbirliği’nin duyulmasından itibaren özellikle Araplar


tarafından Türkiye şiddetle tenkit edilmiş, Müslüman bir ülke olarak
Türkiye’nin “Filistin Davası”na ihanet ettiği her fırsatta dile getirilmiştir. Hatta
daha da ileri giden Arap ülkeleri, Türkiye ve İsrail’in bölgedeki Arap ülkelerine
karşı işbirliğine gittiklerini ve bunun da bölgedeki barış ortamı için en büyük
tehditlerden biri haline geldiğini belirtmişlerdir. Türkiye Arapların bu
tepkilerine rağmen İsrail’le olan ilişkilerini kesmemiştir. Türkiye yine aynı
dönemde Araplar ile de siyasi ve ticari ilişkiler geliştirerek bir anlamda denge
politikası uygulamıştır.

Ancak ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi ile başlayan süreç
içerisinde Türkiye ve İsrail politikaları, özellikle Irak’taki Kürt oluşumu ve
İsrail’in Filistin’e yönelik uygulamaları yüzünden karşı karşıya gelmeye
başlamıştır. İki ülke üst düzey yöneticileri zaman zaman diğer tarafı suçlayıcı
söylemlerde bulunmuşlar, hatta iki ülke basınında 1996 yılında başlayan
Stratejik İttifakın geçerliliğini ve artık işlevsel olup olmadığını sorgulayan
birçok görüş ve haber yer almıştır.

Uluslararası ilişkilerde, ülke dostluklarından ziyade ülke çıkar ve


menfaatlerinin ön planda olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Türkiye ve İsrail’in
Ortadoğu coğrafyasında 1996 yılında başlatmış oldukları stratejik İşbirliği,
başlangıcından günümüze kadar olan zaman dilimi içerisinde inişli çıkışlı bir
süreç izlemiştir. Ancak bu ilişkinin her iki ülke açısından da çok önemli
olduğunun ve devam ettiğinin en büyük göstergesi hiçbir zaman kopma
noktasına gelmemiş olmasıdır. İlişkilerin kötüye gittiği durumlarda iki ülkede
gerekli yer ve zamanda geri adım atmasını bilmiştir.
BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE İSRAİL İLİŞKİLERİNİN TARİHİ ARKA PLANI

1. İSRAİL DEVLETİNİN KURULMASINDAN ÖNCEKİ TÜRK-YAHUDİ


İLİŞKİLERİ

1.1. Osmanlı İmparatorluğu Zamanındaki İlişkiler

Osmanlıların Yahudilerle ilk tanışması, 1324 tarihinde olmuştur. Orhan


Gazi Bursa’yı fethettiğinde, Bizans yönetiminde Bursa’da yaşayan Yahudiler,
Osmanlıları kurtarıcı olarak karşılamışlar ve Orhan Bey’in Bursa’yı fethinde
önemli destek sağlamışlardır. Bu çabaları karşılığında da Orhan Bey, şehir
hayatını canlandırmak için, Suriye ve Edirne’den sarraf ve darphane
uzmanları ile Musevi zanaatkârlar getirmiş ve “Etz Hayim” Sinagogu’nu inşa
etmelerine izin vermiştir.

Yahudiler, Bizans yönetiminin aksine, Osmanlı yönetimi içinde her


türlü mesleği icra edebilmişler, kırsal alanda ve şehirlerde mülk edinme
hakkına kavuşmuşlardır.
5

İstanbul’un fethi sırasında yine Bizans Yahudileri, Fatih Sultan


Mehmet’i bir kurtarıcı gibi karşılamışlar, Fatih Sultan Mehmet de kendilerine
bazı ayrıcalıklar tanıyarak, Avrupa’dan ve Anadolu’dan Yahudi cemaatinin
İstanbul’a gelmesini sağlamıştır. Gelen Yahudilerin ekonomik bilgileri
Hıristiyan-Osmanlı tebaasının çok üstünde olduğundan, Yahudiler, İstanbul
ile Avrupa’nın ticaret merkezleri arasında bir köprü vazifesi görerek devletin
gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. Fatih Sultan Mehmet, Yahudilere gerek
kültürleri gerekse mali konularında ayrıcalıklar vermiş, bu topluluğun diğer
toplumlara göre daha ileri gitmelerini sağlamıştır.

Fatih Sultan Mehmet’in bu politikası, iki yönlü gelişme göstermiştir.


Birincisi, Osmanlının fethettiği bölge halklarına tanıdığı özgür yaşam,
dinlerini, kültürlerini ve mali durumlarını geliştirmedeki toleransı, Avrupa’da
ezilen ve sömürülen halkın, yeni fetihleri desteklemesini sağlamıştır. İkincisi,
Osmanlı Yahudilerinin, Avrupa’da yaşayan Yahudilere yazdıkları mektuplar
sayesinde, Osmanlı Devleti, barış, bolluk ve dostluk ülkesi olarak tanınmıştır.
Bu durum Avrupa’dan Anadolu’ya yeni Yahudi göçlerinin yapılmasını
sağlamıştır.

Sultan II. Beyazıt döneminde, hemen bütün Avrupa Yahudilerinin Türk


topraklarına getirilmesi olayı Osmanlı-Türk tarihinin en önemli noktalarından
birini teşkil etmiştir. İspanya’dan, Portekiz’den, Fransa’dan, İtalya’dan ve
Avrupa’nın engizisyon vahşetinin demir pençesini geçirdiği hemen bütün
ülkelerden Türk adaletine sığınmaya koşan Yahudileri, Kemal Reis’in
kadırgaları Osmanlı İmparatorluğu topraklarına getirmiştir.1

İspanya’dan gelen göçmenler, bir taraftan sarayın ve yerel Müslüman


halkın, diğer taraftan daha önceden bölgeye yerleşmiş Yahudi halkın maddi

1
Ramazan, KURT : “Türkiye-İsrail İlişkilerinin Geleceği”, Ortadoğu Gazetesi,
http://www.ortadogugazetesi.net/haber_dv.asp?haber=14440, (Erişim Tarihi : 17.11.2005)
6

ve manevi desteği ile kısa zamanda yeni çevrelerine uyum göstermişler, bilgi
ve becerilerini Anadolu’ya taşımışlardır. Nitekim bu göçmenler İstanbul’da
1493 yılında ilk matbaayı kurmuşlar, barut imali ve top dökümü konularında
çalışarak, Osmanlı Ordularını donatmışlardır.

Yahudiler, diğer Osmanlı Sultanlarının fetihlerinden sonra da Türk


topraklarına göçe devam etmişler ve yüzyıllar boyunca yaşadıkları
ülkelerdeki baskı ve eziyetten farklı bir şekilde Osmanlı topraklarında huzur
içinde yaşamını sürdürmüşlerdir.

Memlüklüler’in Osmanlı ordusu karşısında 1516 Mercidabık Savaşı’nı


kaybetmesi neticesinde Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1516’da Kudüs’e
girmiştir. Sultan Kudüs’teki bütün dini topluluklara güvence vermiş ve
insanlara ibadetlerini rahatça yapabilme özgürlüğü tanımıştır.

Göç ettikleri yerlerden zenginliklerini ve bildiklerini Osmanlı


İmparatorluğu’na getiren Yahudiler, doktor, maliyeci, sanatkâr, siyasi ve
diplomatik danışman olarak Osmanlı yöneticileri tarafından en çok aranan ve
takdir edilen kimseler olmuşlardır. Osmanlı dış ticareti 16. yüzyıl sonlarından
itibaren Yahudilerin yönetiminde gelişmiştir.

Yahudiler, sosyal ve siyasal yaşamda kendilerini tamamen Osmanlı


İmparatorluğu ile kaynaşmış hissetmişlerdir. 16. yüzyıl sonlarına doğru parlak
bir şekil alan Yahudi toplumunun yaşamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun
gerileme sürecine girmesiyle birlikte duraklamıştır. Osmanlı
İmparatorluğu’nun savaşları kaybetmesi, Osmanlı Yahudileri üzerinde önemli
baskıların oluşmasına yol açmıştır. 1783’ten itibaren başlayan bu
yenilgilerde, ne zaman bir Osmanlı toprağı Avrupa ordularının eline geçse,
burada bulunan Hıristiyanlar, Türklerle birlikte Yahudilerin de üzerine
7

saldırmışlar ve mallarını yağmalamışlardır. Gerileme devriyle birlikte,


yaşanan çeşitli zorluklar nedeniyle Osmanlı Yahudilerinin de Avrupa ile
ilişkileri kesilmiş, aydınlık ve akılcılık çağına giren Avrupa’yı takip edemeyen
Yahudiler de gerilemişlerdir.

Ancak 1800’lü yıllardan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan


yenileşme hareketiyle birlikte, Osmanlı Yahudileri de gelişmeye
başlamışlardır. Avrupa’da yaşayan soydaşlarının yardımları ile özellikle ticari
alanda ileri gitmişlerdir. Bu durum, her devirde olduğu gibi Osmanlı
egemenliğinde yaşayan diğer Hıristiyan azınlıkların tepkilerini çekmiştir.

1891-92 yıllarında Rusya’da Yahudi aleyhtarlığı şiddetlenince


Yahudiler için yeni bir göç dalgası başlamış ve bunlardan binlercesi transit
olarak İstanbul’a gelmiştir. Daha sonra bu Yahudiler İstanbul’dan Selanik,
İzmir, İskenderiye ve Marsilya’ya sevk edilmişlerdir.2

Osmanlı Yahudileri, Sultan Abdülhamit döneminde de gelişmelerine


devam etmiş ve bu devirde Avrupa Yahudileri, Filistin’e Yahudilerin
yerleşmesi için çalışmış, ancak İmparatorluk içinde yeni etnik sorun
çıkmasını istemeyen yöneticiler, bu bölge dışında her yerde yerleşmelerine
izin verdikleri halde, Yahudilerin bu bölgeye yerleşmelerine izin
vermemişlerdir. Avrupalı ülkelerin baskılarına rağmen Sultan Abdülhamit,
Filistin bölgesine Yahudi göçünü kısıtlayan kararnameler çıkarmış ve
1892’den itibaren burada toprak sahibi olmalarını sınırlamıştır.

2
Fahir ARMAOĞLU : Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (Ankara, 1989), 18.
8

1.2. İsrail’in Kurulma Süreci ve Türkiye’nin Bakış Açısı

II. Dünya Savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler(BM) Genel Kurulu


Filistin topraklarının Arap ve Yahudilerce iki devlete bölünmesini ve Kudüs
Devleti’nin uluslararası bir statüye kazandırılmasını kararlaştırmıştır.3

Türkiye, 1945-1947 yılları arasında BM’nin Filistin konusunda yapmış


olduğu oturumlarda Arapların lehinde bir tutum sergilemiştir. Özellikle
Arapların BM Genel Kurulunda Filistin’e bağımsızlık verilmesi ile ilgili karar
tekliflerini desteklemiştir. Bu destekte bölgede bir Yahudi devletinin
kurulmasının mevcut gerginliği daha da arttıracağı endişelerinin yeri büyük
olmuştur.4

Diğer yandan Sovyetler Birliği’nin kuruluş aşamasında İsrail lehinde bir


tutum takınması Türkiye’de bölgede Sovyet yanlısı bir İsrail devleti kurulacağı
şüphesi uyandırmıştır. Gerçekten de Sovyetler Birliği başından itibaren
Filistin’in Araplarla Yahudiler arasında taksimini savunmuştur.

Ancak zamanla özellikle Batı ülkelerinin yeni kurulan İsrail devletine


destek vermeleri, Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nin İsrail üzerindeki muhtemel
emelleri konusundaki çekincelerini yok etmiştir. Bu endişelere son veren
diğer bir olay ABD’nin 1947 yılından itibaren İsrail’in kurulma sürecine verdiği
destek olmuştur.

Bu düşünceler çerçevesinde, BM Uzlaştırma Komisyonu’nda yer


alarak, Araplardan farklı bir yol izleyen Türkiye, 28 Mart 1949 ‘da bir adım
daha atarak İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur.5

3
Süleyman ÖZMEN : Ortadoğu‘da Etnik Dini Çatışmalar ve İsrail (İstanbul, 2001), 148.
4
Türel YILMAZ : Türkiye-İsrail Yakınlaşması (Ankara, 2001), 5.
5
Recep ÖZTÜRK : Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye-İsrail İlişkilerinin Politikası (Ankara,
2004), 85.
9

2. İSRAİL DEVLETİNİN KURULMASINDAN SONRAKİ TÜRK-


İSRAİL İLİŞKİLERİ

2.1. Türkiye’nin İsrail’i Tanıması

İsrail ile ilişkilerinde uzunca bir dönem “Arap endeksli” bir politika
izleyen Türkiye, incitmemeye özen gösterdiği Arap ülkeleri tarafından İsrail
devletinin varolma harcını atmakla suçlansa da, aslında Ankara İsrail’i 30
ülkenin ardından 28 Mart 1949’da tanımıştır.6

Türkiye kurulan İsrail devletini tanıma konusunda başlangıçta çok


temkinli hareket etmiştir. Kelimenin tam anlamıyla “bekle-gör” politikası
izlemiştir. Bu kapsamda 1948 Arap-İsrail savaşında tarafsız kalmakla birlikte
iki taraftan da bölgeye gitmek isteyen vatandaşlara izin vermemiştir.7

Türkiye'nin yeni kurulan İsrail Devleti ile olan ilişkileri, Arap toplumu ile
siyasi ilişkileri bozmamak ile İsrail'in yanında bulunan Batı Dünyası arasında
bir yer edinmek arasındaki çelişkiler nedeni ile kesin çizgiler ile
başlayamamıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında Filistin'in bölünmesine karşı
çıkan bir politika izleyen Türkiye, daha sonraları Batılı devletlerin vermiş
olduğu güvenceler ve BM’nin bir üyesi olarak alınan kararlara uyma
zorunluluğunu hissetmek gibi nedenlerle yeni kurulan İsrail devletini
tanımakla birlikte, temkinli bir politika izlemeye başlamıştır. Bu politikanın

6
Nezih TAVLAS: “Türk – İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri”, ASAM Avrasya Dosyası(İsrail
Özel), Cilt 5, Sayı 1(İlkbahar 1999), 77.
7
Türel YILMAZ : a.g.e., 6.
10

izlenmesine neden olan en önemli etkenlerden birisi de o zamanlar İsrail'e


Sovyetler Birliği’nden gelen büyük bir Yahudi göçü dalgası ile Sovyetler
Birliği'nin bu devlet üzerindeki etkinliğinin artması olmuştur.8

2.2. Diplomatik İlişkilerin Başlaması

Türkiye yeni kurulan İsrail devleti ile diplomatik ilişkiler kurma ve


geliştirme konusunda çok önemli faydalar algılamıştır. Bunun en önemli
nedeni, ABD’nin Ortadoğu’ya önemli bir güç olarak yerleşmesi olmuştur. Bu
durum, Türkiye açısından İsrail’in önemini arttırmıştır. Türkiye, ABD
desteğinde kurulan İsrail’in Washington’da Türkiye’nin çıkarlarının
savunucusu olarak faaliyet göstereceğine inanmıştır.9

Türkiye ve İsrail arasında resmi diplomatik ilişkilerin başlangıcı, 4


Temmuz 1950 tarihinde imzalanan “Ticaret ve Ödeme Antlaşması” ile
atılmıştır. Türkiye’nin İsrail’i tanımasından sonra en önemli gelişmeler ticari
alanlarda olmuştur. Ticari adımların geliştirilmesinin dışında, düzenli hava ve
deniz bağlantıları kurulmuş, çeşitli spor karşılaşmaları düzenlenmiş ve
kültürel temaslar arttırılmıştır.

1950’lerin başlarında Türkiye, NATO’ya katılma çabaları, Yunanistan


ve Yugoslavya ile Balkan Paktı oluşturma girişimleri ve Pakistan’la bir
savunma paktı çabaları olmak üzere üç önemli girişimde bulunmuştu. 1954
yılında bu girişimler sonuçlanmış ve Türkiye, üç ayrı savunma paktı içinde
bulunan bir ülke durumuna gelmiştir. Bu durum Türkiye’yi bölgede çok önemli
politik ve askeri bir çekim merkezi haline getirmiştir. Nihayetinde İsrail bu yeni
durumu hemen algılayarak Türkiye’de bir askeri ateşe bulundurma talebinde

8
Hasan KÖNİ : “Mısır-Türkiye-İsrail Üçgeni“, Avrasya Dosyası(İsrail Özel), (Sonbahar 1994),
36.
9
Türel YILMAZ : a.g.e., 8.
11

bulunmuş ve bu talebi kabul edilmiştir.

İsrail’in Ankara’da yeni kurulan Elçiliğine, Ürdün kralı Abdullah ile İsrail
adına doğrudan görüşmeleri yürüten Eliyahu Sasson gibi kritik görevdeki bir
personelin atanması, Türkiye ile ilişkilere verilen önemin bir göstergesi
olmuştur.

2.3. Türkiye’nin Araplara Karşı İsrail ile Denge Politikası

Türkiye’nin, NATO’ya giriş amacıyla iştirak ettiği Kore Savaşı sırasında


tarafsız bir tutum takınmış olan Arap ülkelerinin, savaş sonunda, Nasır yanlısı
ve Sovyetlere yakınlaşan bir politika izlemesi, Türkiye’nin ilerici gruptaki Arap
ülkelerine karşı tavır almasına neden olmuştur. Buna karşılık, BM’nin Kore’ye
müdahale kararını destekleyen İsrail ile hemen bir ticaret anlaşması
yapılmıştır.

İsrail’e karşı Araplar tarafından o dönemde uygulanan ambargonun


Türkiye tarafından kabul edilmediğinin bir nevi ilanı demek olan bu
antlaşmaya Arapların tepkisi oldukça sert olmuştur. Şiddetli Arap reaksiyonu
karşısında Türkiye İsrail ile ilişkilerinde daha temkinli hareket etme yoluna
gitmiştir. Bununla birlikte, Türkiye-İsrail ilişkilerinde kazanılan ivme devam
etmiş olup, sadece sürdürülen ilişkiler Arap tepkisi nedeniyle fazla reklâm
edilmeden sürdürülmüştür.

1950–1955 yılları arasındaki dönemde Türkiye Ortadoğu bölgesinde


aktif bir rol almamıştır. Ancak, 24 Şubat 1955 tarihinde Bağdat Paktı’nı kurup
bölge politikasında başat bir aktör olarak liderliğine soyunması ile Arap
dünyasından diğer ülkeler ile rekabet içine girmiş ve büyük tepki almıştır.
Ayrıca Türkiye’nin bölgede bir savunma organizasyonu kurmaya çalışması
özellikle Mısır tarafından yönlendirilen bir Arap milliyetçiliğinin yükselmesine
12

sebep olmuştur. Açıkça ifade etmek gerekirse, Türkiye Arap yanlısı


politikalarının karşılığını bu dönemde tam olarak alamamıştır.

Türkiye Arapların bu tepkilerine rağmen 1958 yılında İsrail ile ‘gizli bir
askerî ittifak anlaşması’ imzalamıştır. İsrail’in ‘çevre ittifakı’ adını verdiği bu
anlaşma, 1966 Kıbrıs Krizine kadar güçlü bir şekilde yürürlükte kalmış olup
anlaşma kapsamında gizli askerî ziyaretler, gizli askerî tatbikatlar, istihbarat
paylaşımı ve silah sanayii işbirliği olmak üzere çeşitli faaliyetler
10
yürütülmüştür.

Tüm bu gelişmelerin ışığında, Arap olmayan Türkiye ve İsrail,


Arapların çoğunlukta olduğu Ortadoğu’da, kendilerine karşı pek dost tutum
sergilemeyen Arap ülkeleri ile sınır komşusu olmaları nedeni ile işbirliği ve
birbirlerini karşılıklı destekleme ihtiyacı duymuşlardır. Bu ilişkiler zaman
zaman inişli çıkışlı bir profil izlese de özellikle ticari alanda büyük gelişmeler
göstermiştir.

2.4. Siyasal Yakınlaşma

Öncelikle, Türkiye ile İsrail arasındaki işbirliğinin bu denli gelişmesinde


iki ülke liderlerinin geçmişlerinde aldıkları eğitimlerin de büyük rolü olduğu
yadsınamayacak bir gerçektir.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, merkezi Avrupa’daki Evrensel İsrail


Birliği tarafından Yahudilere lisan öğretmek amacıyla dünyanın dört bir
yanında kurulan “Alliance İsraelite” okulunun Bursa şubesinden, İsrail
devletinin kurucusu Başbakan Ben Gurian da İstanbul Üniversitesi Hukuk

10
Erhan BAŞYURT ve Ufuk ŞANLI : “Türk-İsrail Gizli İttifakı 1958’de kurulmuş”, Aksiyon
Dergisi, Sayı 552, 04 Temmuz 2005, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=22088 (Erişim
Tarihi : 04.11.2005)
13

Fakültesinden mezun olmuştur. Başbakan Adnan Menderes’in de İzmir


Amerikan Kolejinden mezun olması ve gençlik döneminde en yakın
dostlarının Yahudi sosyetesinin üyeleri olması iki ülkenin “karar vericilerinin”
birbirlerini anlamalarına yardımcı olmuştur.11

Başbakan Adnan Menderes ve İsrail Başbakanı Ben Gurion’un 28


Ağustos 1958 tarihinde Ankara’da bir araya gelerek, iki ülkenin İstihbarat
alanında düzenli olarak bilgi alışverişi konusunda işbirliği yapılması kararı
almalarında bu yakınlaşmanın büyük etkisi olmuştur.

Adnan Menderes zamanında tüm hızıyla süren ilişkiler yine İsmet


İnönü tarafından da devam ettirilmiştir. 1964 yılı Temmuz ayının ilk
günlerinde Başbakan İsmet İnönü, tarihi Johnson mektubunu almasını
müteakip ABD ile yapmış olduğu görüşmeler sonrası, Yunan başbakanı
George Papandreau ile görüşmek için gittiği Fransa’da İsrail Başbakanı
Eshkol Levi ile buluşmuştur12. Bu buluşmada İsmet İnönü tarafından, Yahudi
Lobisinin etkinliğiyle ABD tarafından Kıbrıs’ta Türkiye lehine bir çözüm
oluşturma beklentisinin ağır bastığı söylenebilir.

3. SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE’NİN İSRAİL POLİTİKASI

3.1. Türkiye’nin Güvenlik Sorunları ve İsrail’le Yakınlaşması

II. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte Türkiye, Sovyet tehdidi ile
karşı karşıya kalmış ve bu durum Türkiye’ye NATO ve ABD nezdinde önem

11
Türel YILMAZ : a.g.e., 10.
12
Türel YILMAZ : a.g.e., 24.
14

kazandırmıştır. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Türkiye,


kendisine NATO ve ABD’den önemli yardımların yapılmasına vesile olan bu
rolünü kaybetmiştir.

Soğuk Savaş’ın ardından, Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla ortaya çıkan


belirsizlik ortamı ve otorite boşluğu, Türkiye’nin güvenliği açısından eskiye
nazaran daha büyük tehdit ortamlarına maruz kalmasına neden olmuştur.
Körfez Krizi, Yugoslavya’daki etnik ve dini çatışmalar, Kafkasya’da Azeri-
Ermeni gerginliği, Çeçenistan savaşı ve PKK terör örgütünün artan şiddet
eylemleri ile bununla bağlantılı Kürt sorunu gibi gelişmeler bu tehditlerin
sayısını arttırmıştır.

Yine bu dönemde, Türkiye’nin AB’ye girme sürecindeki belirsizlik,


Türkiye’yi süratle, askeri gücünü modernize etme ve güçlendirme, bölgesel
askeri işbirliğini geliştirme, ekonomik işbirliği gibi konularda çalışmalara
başlamasına neden olmuştur.

Türkiye bu güvenlik sorunlarını çözmede, eskiden olduğu gibi ABD


desteğine ihtiyaç duymuş ve bu desteğin ancak İsrail’le ilişkilerin geliştirilmesi
ile sağlanabileceğini düşünmüştür. Çünkü güçlü Yahudi lobisinin, Ermeni ve
Rum lobilerine karşı Türkiye’ye destek olacağı hesap edilmiştir. Diğer yandan
iki ülkenin karşılıklı olarak beklentileri de bu ilişkide önemli rol oynamıştır.

İsrail – Filistin sorununa çözüm bulma amaçlı düzenlenen 1991 Madrid


Barış Konferansı ve bunun bir sonucu olan Barış Süreci Türkiye’nin İsrail’le
ikili ilişkilerini daha üst seviyeye ve daha geniş işbirliği alanlarına taşımasına
ortam hazırlamıştır. Bu tarihten sonra ilişkiler ivme kazanarak her alanda
büyük gelişmeler göstermiş, stratejik ittifak ve işbirliği ile neticelenmiştir.
15

3.2. Türkiye’nin İsrail Politikasına Amerika Etkisi

Soğuk Savaş boyunca İsrail'in güvenliği, petrolün güvenliği ve Sovyet


tehdidinin önlenmesi ABD'nin Ortadoğu politikasında rol oynayan temel üç
etken olmuştur. Bazen birbiriyle çelişen bu üç önemli Amerikan çıkarı
birbiriyle dengelenmeye çalışılmıştır.

Amerika'nın İsrail'e verdiği destek özellikle 1967'den sonra kuşku


götürmeyecek boyutlarda olmuştur. Bunun en önemli göstergesi İsrail'e
yaptığı yardımlardır. Bu yardım miktarı yıllık 3 milyar doların altına
düşmemektedir.13

Soğuk Savaş’ın sona ermesine rağmen İsrail'in güvenlik sorunu


tamamen ortadan kalkmamıştır. Soğuk Savaş dönemindeki Sovyet tehdidi
bölgedeki birçok Arap ülkesinin güvenliğine de tehdit olduğundan bu
devletlerin ABD ile işbirliğine gereksinim duymaları nedeniyle İsrail'e karşı bir
tehdit oluşturmalarını engellemiştir. Ancak bu tehdit ortadan kalkar kalkmaz
birçok Arap ülkesinin tek başına ya da birleşerek İsrail'e bir tehdit oluşturması
söz konusu olmuştur. Nitekim ABD'nin körfezde İran'ı hedef haline getirmesi
İsrail'in bu ülkeyi dünya ve bölge barışı için büyük bir tehdit olarak görmesi ile
söz konusu olmuştur.14

Diğer yandan ABD ile ilişkiler Türk – İsrail ilişkilerinin stratejik olmasını
sağlayan tamamlayıcı etkendir. Gerek Orta Asya ve Kafkasya’da, gerek
Ortadoğu’da batı yanlısı gruplaşmalarda ABD’nin rolü büyüktür. Bu
bölgelerde Türkiye ve İsrail’le yakın ilişkiye giren devletler, bu ilişkiyi ABD ile

13
Tayyar ARI : ”ABD-İsrail İlişkileri ve Orta Doğu Barış Süreci”, Avrasya Dosyası(İsrail Özel),
Cilt 5, Sayı 1 (İlkbahar, 1999), 238.
14
Tayyar ARI : a.g.m., 239.
16

yakınlaşmanın bir yolu olarak görmektedirler. 15

Diğer yandan Türkiye – İsrail ilişkilerinin gelişmesinde ABD’deki


Yahudi lobilerinin de büyük etkisi olmuştur. İsrail, bir Müslüman ülke olan
Türkiye ile siyasi ve askeri yönden stratejik bir ittifaka girmeyi, kendi güvenliği
ve bölgede yalnızlığa düşmeme açısından gerekli ve zorunlu olarak
görmüştür. Bu nedenle; Türkiye ile stratejik ittifakın geliştirilmesi amaçlı
olarak ABD’deki lobilerini etkili olarak kullanmıştır.

ABD de bölge politikalarının sağlıklı olarak hayata geçirilmesi için


kendisi ile sıcak ilişkileri olan bu iki ülkenin stratejik ittifakına sıcak bakmış ve
bu ittifakın kurulması ve geliştirilmesi konusundaki desteğini uluslararası
platformlarda her zaman göstermiştir.

3.3. Karşılıklı Menfaat İlişkisi

Soğuk Savaş sonrasında, Türkiye – İsrail arasındaki ilişkilerin


gelişmesinde, yeni oluşan uluslararası ortamın yanında, bu iki ülkenin
birbirlerinden beklentileri de önemli bir rol oynamıştır.

Özellikle terörizmin, iki ülke için ortak tehdit algılaması olması,


tarafların birbirlerinden somut beklentiler içine girmelerine neden olmuştur.
İsrail, Müslüman olan Türkiye’nin Araplarla İsrail arasında bir köprü vazifesi
üstlenerek bu ülkelerin kendine karşı uyguladığı boykotu ve düşmanlığı bir
nebze olsun azaltabileceğini düşünmüştür. Türkiye İse İsrail’le gireceği
ilişkide bir yandan kendisine karşı dost bir tutum sergilemeyen sınır

15
Serhat ERKMEN : “Türk-İsrail İlişkilerinde Yeni Bir Dönem mi?” , ASAM Stratejik Analiz
Dergisi (Haziran, 2005), 28.
17

komşularına karşı gözdağı vermek istemiş, diğer yandan İsrail’in ABD’deki


Yahudi Lobisi aracılığı ile askeri ve ekonomik yardım ümit etmiştir.16

Daha sonraki dönemlerde bu ilişki daha çok savunma ve güvenlik


ağırlıklı bir seyir izlemeye başlamıştır. İki ülke silahlı kuvvetleri ilişkilerin
yoğunluğunun yanında, siyasal ekonomik ve kültürel alanlarda da büyük bir
gelişme kaydetmişlerdir.

Diğer yandan, İsrail’in ekonomik ve teknolojik açıdan bölgede öne


çıkmış olması da iki ülke arasındaki yakınlaşma üzerinde pay sahibi
olmuştur. İsrail, elektronik, yazılım, ileri teknoloji, eczacılık ürünleri,
otomasyon, savunma sanayiine yönelik telekomünikasyon cihazları gibi
alanlarda çok ciddi bir gelişmeyi ve büyümeyi yakalamıştır.17

Türkiye, 90’lı yıllarda özellikle ABD ve AB üyesi ülkelere karşı yaptığı


ihracatta ve bu ülkelerden yapmış olduğu silah alımlarında sorunlar
yaşamıştır. Yine bu dönemde İsrail’in de benzer problemlerle karşılaşması iki
ülkeyi birbirine yaklaştıran etkenlerden biri olmuştur.

Keza, İhracatta sıkışan İsrail için, Türkiye üzerinden Orta Asya


pazarına açılımı da göz ardı etmemek gerekir. Aynı şekilde, İsrail’in
uyguladığı bilimsel tarım teknolojisi ile çorak topraklardan yılda birkaç kez
verim alması da Güneydoğu Anadolu Projesini (GAP) bölüm bölüm devreye
sokan Türkiye’ye cazip gelmiştir18. İsrail için de Türkiye, özellikle GAP
bölgesine ileri seviyede tarım araç gereçleri ve üstün nitelikli bitki tohumları
ihraç edilecek bir pazar olarak büyük önem kazanmıştır.

16
Recep ÖZTÜRK : a.g.e., 85.
17
Osman Metin ÖZTÜRK : “Türkiye-İsrail Askeri İşbirliği Üzerine”, Avrasya Dosyası (İsrail
Özel), Cilt 5, Sayı 1 (İlkbahar 1999), 252.
18
Osman Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 252.
18

Bütün bu belirttiğimiz nedenlerden dolayı İsrail – Türkiye


yakınlaşmasını o dönem için tamamen doğal bir sonuç olarak
değerlendirebiliriz.

4. TÜRK – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN GELİŞMESİNİ ETKİLEYEN


FAKTÖRLER

4.1. Coğrafi Etkenler

Ortadoğu bölgesi çok sayıda rejimin ve uluslararası sınırların büyük


hassasiyet meydana getirmesinden dolayı son derece istikrarsız bir bölgedir.
Bu coğrafyadaki ülkelerin çoğu, hızlı nüfus artışı, hızlı kentleşme, ekonomik
durgunluk, ayrı ırk, mezhep ve dil farklılıkları, İslamcı köktendinci terör
eylemleri, siyasi istikrarsızlık gibi büyük sorunlarla iç içe yaşamaktadır.
Bölgede askeri kuvvet kullanımı, savaş, müdahale gibi olaylar adeta günlük
hayatın bir parçası durumuna gelmiş ve bu özellik bölgeyi ister istemez
dünyanın en büyük silah pazarlarından biri haline getirmiştir. Söz konusu
durum Türkiye ve İsrail’i jeopolitik ve jeostratejik açıdan istikrarsız ve belirsiz
birçok ülke ile çevrelenmesine neden olmuştur.

Bunlardan başka, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra,


Türkiye’nin NATO’daki üyeliğinin yeni güvenlik ortamında daha az geçerli
görünmesi, ABD ve Avrupa’nın Türkiye’ye daha az gereksinim duyuyor
izlenimi vermeleri, Türkiye’yi yavaş yavaş NATO’nun Türkiye’nin yakın
19

çevresinde ortaya çıkması muhtemel güvenlik tehditlerine her zaman etkin


karşılık vermeyeceği kanaatine varmasına neden olmuştur.19

Yüksek derecede tehdit algılaması ve bu duruma uygun bir hal tarzı


bulma ihtiyacına paralel olarak, Türkiye bu tarihten itibaren kendi savunma
politikalarını oluşturmaya başlamıştır. Hatta bu dönemde Dışişleri bakanı
İsmail Cem ve çevresindeki bürokratlar, Türkiye’nin coğrafi olarak
Avrasya’nın merkezinde yer aldığını ve kıtalar arası bir siyasi etki
uygulamaya başladığını dile getirmeye başlamışlardır.20

Bu söylem, Türkiye’yi büyük bir etki sahasının merkezine


yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda, Türkiye’nin dünya politikasında
merkezi bir konuma geldiğini ve eksen olarak Orta Asya ve Ortadoğu ülkeleri
ile Batı arasında bir köprü vazifesi görmeye başladığın bir göstergesi
olmuştur.

Diğer yandan İsrail’in kuzeyden güneye 400 km’yi ve batıdan doğuya


da 120 km’yi bulmayan hava sahası, bu ülkenin yüksek hızda hareket eden
hava kuvvetlerini korkunç bir limit altına sokmaktadır. Bu durum da, İsrail’in
Türkiye’nin uçsuz bucaksız hava sahasında yapacağı ortak tatbikat ve
çalışmalara ne denli ihtiyaç duyduğunun önemli bir göstergesi olmaktadır. 21

19
Efraim INBAR : “Türk–İsrail Stratejik Ortaklığı”, ASAM Orta Doğu Araştırmaları Dizisi,
Sayı 32, Cilt 4 (Ankara, 2001), 13.
20
Daily Probe (Turkish News’in Haftalık Yayını) ,(10 Mayıs 1998),15.
21
Metehan DEMİR : “Multi-Containment Politikaları Tepki İttifakı”, Avrasya Dosyası(İsrail
Özel), Cilt 5, Sayı 1(İlkbahar, 1999), 195.
20

4.2. Bölgesel Tehdit Algılamaları

Batı ülkelerinin çoğunun tersine, Türkiye Soğuk Savaştan, Avrupa


ülkelerinden ziyade Ortadoğu ülkelerine özgü yüksek derecede tehdit
algılaması ile çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde Doğu-Batı Karşılaşmasında
çevrede yer alan Türkiye, şartların değişmesi ile kendini merkezde bulmuştur.
Yakın çevresindeki ülke sayısı artmış ve bu ülkelerin pek çoğu kendi içinde
ya da devletlerarası silahlı çatışmalara sürüklenmiştir22. Bu gelişmeler, Türk
siyasi ve askeri çevrelerinde uluslar arası krizler ve askeri çatışmaların içinde
kalınabileceği endişesine neden olmuştur.

Özellikle 1. Körfez Savaşı’ndan sonra Kuzey Irak’ta meydana gelen


oluşumun Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü tehdit edecek şartlar oluşturması
nedeniyle, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını detaylı olarak bir kez daha
derinlemesine gözden geçirmesine neden olmuştur. Bu tarihlerde Türkiye,
gözlemci statüsüyle Irak’lı muhalif grupların toplantılarına katılmış ve Kuzey
Irak’lı Kürt liderlerle yakın ilişkiler geliştirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri(TSK)
yine bu dönemlerde birçok kez sınır ötesi harekât düzenleyerek PKK’nın
Kuzey Irak’ta üslenmesine engel olmaya çalışmıştır. Türkiye’nin Kuzey Irak’ta
izlediği bu aktif politika Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli bir kırılma
noktası olarak değerlendirilebilir. Yine 1996 yılında Türkiye’nin Suriye’ye nota
vererek bu ülkenin PKK unsurlarına verdiği desteği kesmesi isteğinde
bulunması, Abdullah Öcalan’ı sınır dışı etmesi talebi ve bu notayı sınıra asker
yığarak pekiştirmesi, Türkiye’nin Ortadoğu’da aktif politika gütmeye
başladığının ilk göstergeleri olmuştur. Bu hareket tarzı Türkiye’nin bölgesel
bir güç olarak güvenliğine yönelik tehditleri bertaraf etmede tüm hal tarzlarını
deneyebileceğine ilişkin askeri ve siyasal iradenin birlikte hareket etmesi
açısından önemlidir.

22
Efraim INBAR : a.g.e., 12.
21

Diğer yandan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1990’ların başında


adaya S-300 füzeleri yerleştirmesi ve Rusya ile Yunanistan’ın 1 Kasım
1995’te Askeri ve Teknik İşbirliği Anlaşması imzalaması da Türkiye’yi
endişelendirmiştir. Rusya’nın ayrıca, İran’la da ilişkilerini geliştirmesi ve
Tahran-Erivan-Moskova üçgeni oluşturması Türkiye’yi güvenlik açısından
kendini tehlikede hissetmesine neden olmuştur. Yine bölgede Çin’in daha
aktif olma çabası ve Batı Avrupa’nın bölgedeki politikalarının değişmesi,
Türkiye’nin kendisini çevrelenmiş olarak hissetmesine yol açmıştır23. Bu
nedenle bölgede kendisine seçenek bırakılmayan Türkiye İsrail’le ilişkilerini
geliştirmeye yoluna gitmiştir.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli konu, Türkiye ile İsrail


arasındaki stratejik işbirliğinin klasik bir güç dengesi eylemi olarak
algılanmaması gerekliliğidir. Çünkü her iki ülke, bölgedeki devletlerin bütün
kombinasyonlarından askeri olarak daha güçlüdür. Bu ortaklık, temel olarak
bölgesel statükoyu korumak ve ortak tehditlerden korunmak için işbirliğine
giden iki revizyonist olmayan gücün karakteristik özelliği olarak
24
algılanmalıdır.

4.3. Ekonomik Etkenler

1990’lı yıllardan itibaren, 1970 ve 1980’li yıllarda Türkiye’nin Arap


yanlısı politikalar izlemesinin nedenlerinden olan “ekonomik faktör” kendisini
daha az hissettirmeye başlamıştır. Özellikle 1980’li yıllarda dönemin
Başbakanı Turgut Özal’ın başlattığı ihracata dayalı ekonomik reformlar,
gelişmiş Batılı devletlerin büyük bir kısmını Türkiye’nin en önemli ticari
ortakları haline gelmiştir. Türkiye o yıllarda toplam ihracatının sadece yüzde

23
Yavuz Gökalp YILDIZ : Global Stratejide Ortadoğu (İstanbul, 2002), 163.
24
Efraim INBAR : a.g.e., 39.
22

yirmilik bir kısmını İran’ın da içinde bulunduğu İslam ülkelerine


25
yapmaktaydı. Bu sayede Türkiye, İsrail ile geliştireceği ilişkilerde, Arap
ülkeleri tarafından ihracata yönelik olumsuz tepkilerle karşılaşması
durumunda, bu ekonomik etkileri kolayca göğüsleyebileceği bir konuma
gelmiştir.

Diğer yandan İsrail’in ekonomik ve teknolojik açıdan bölge içindeki en


gelişmiş ülke olması, Türkiye – İsrail ilişkilerinin gelişmesinde büyük etken
olmuştur. İsrail özellikle elektronik, yazılım, ileri teknoloji, eczacılık ürünleri,
otomasyon, savunma sanayine yönelik telekomünikasyon cihazları gibi
alanlarda büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Bu dönemde Türkiye’nin Amerika ve
Avrupa Birliği üyesi ülkelerle özellikle silah alımı konusunda sıkıntılı anlar
yaşaması da iki ülke arasındaki yakınlaşmanın nedenleri olarak
gösterilebilir.26

Daha sonraki yıllarda Türkiye ve İsrail bir takım ekonomik anlaşmalar


imzalamışlardır, bunlar arasında ortak yatırımı özendiren Gümrük anlaşması
ve Serbest Ticaret Bölgesi anlaşması bulunmaktadır. Başlangıçta küçük
miktarlarda olan ticaret ilişkisi zamanla gelişme göstermiş ve 2000’li yıllara
gelindiğinde iki ülke arasındaki ticaret hacmi bir milyar dolar seviyelerine
gelmiştir.27

Son zamanlarda GAP’ın ekime müsait arazilerinin bu proje


kapsamında su ile buluşması ile İsrail’in Türkiye’ye karşı ilgisi artmaya
başlamıştır. Özellikle bölgede yetiştirilecek ürünlerin tohum tedariki ve ıslahı
açısından İsrail’in elindeki ileri teknolojinin kullanılması amaçlı girişimlerine
Türkiye’nin de sıcak baktığı bir gerçektir. Diğer yandan İsrailli girişimcilerin
Arap ve Türkî Cumhuriyetler ile ticari ilişkilerini geliştirmek için Türkiye’ye
yakınlaşmaları bu ilişkinin gelişmesinde oldukça önemli bir etkendir.

25
Türel YILMAZ : a.g.e., 50.
26
Osman Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 252.
27
Efraim INBAR : a.g.e., 25.
23

Türkiye – İsrail ekonomik ilişkilerinin kapsamı 04 Mart 2004 tarihinde


Tel-Aviv’de iki ülke arasında imzalanan “Manavgat suyunun İsrail’e satışı”
anlaşması ile daha fazla genişlemiştir. Anlaşmaya göre Türkiye, Manavgat
nehrinden 20 yıl boyunca yılda 50 milyon metreküp suyu İsrail’e satmayı,
İsrail’de bu suyu satın almayı siyasi olarak taahhüt etmiştir.28 Ancak İsrail su
konusunda, petrol fiyatlarının aşırı artması nedeni Manavgat’tan İsrail’e
tankerlerle su sevkıyatının çok masraflı olduğunu beyan ederek bu
antlaşmadan şimdilik vazgeçtiğini fakat alternatif çözümler konusunda
çalışmaların devam ettiğini açıklamıştır.29

4.4. Siyasi Etkenler

Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkiler özellikle 1991 yılından itibaren


büyük gelişme göstermiştir. Türkiye’nin 1991’deki ilişkileri geliştirme
kararında, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve 1991 Madrid Konferansı
sonrasında İsrail’in düzelen uluslararası statüsünün büyük etkisi olmuştur.
1992 – 1993 yıllarında en üst düzeydeki Türk yetkililer tarafından ifade edilen
diplomatik ve askeri alanlarda yakın ilişkiler kurulması isteği, İsrail’i
başlangıçta şaşırtmış ancak İsrailli yetkililer, bu büyük imkânı kısa sürede
hissederek, oldukça hevesli ve aktif bir ortak olmakta gecikmemişlerdir30. Bu
sayede 1990 ve 2000 yılları arasındaki dönemdeki iki ülke arasındaki bu
siyasi yakınlaşma; kültürel, ekonomik, askeri ilişkilerin gelişmesinde adeta
itici bir güç olmuştur.

Gerek sıklık, gerekse temsil düzeyin yüksekliği açısından daha önce


görülmemiş resmi ziyaretler, iki ülkenin bu ilişkilere ne denli önem verdiğinin

28
Hürriyet Gazetesi :, 25 Mart 2004
29
Hurriyet gazetesi (6 Nisan 2006)
30
Efraim INBAR : a.g.e., 22.
24

bir göstergesi olmuştur. 1993 yılında dönemin dışişleri bakanı Hikmet Çetin’in
İsrail’e yaptığı ziyaret ile Dışişleri Bakanlığı seviyesinde ilk olarak başlayan
ilişki, 1996 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ziyareti ile yine
İsrail’i ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı sıfatıyla devam ettirilmiştir. İsrail
de bu ziyaretlere aynı önemi göstermiş ve en büyük devlet adamları
statüsüyle Türkiye’ye birçok ziyaret gerçekleştirilmiştir.

Bu dönemde siyasi ilişkiler, kültürel bağların yoğunlaşması ile daha da


güçlenmiştir. Öyle ki İsrail, kendi ülkesinden Türkiye’ye kültürel ve akademik
akımı desteklemiş ve bunun için ödenek ayırmıştır. Bu sayede pek çok Türk
üniversitesi müfredatına İsrail’in dili, kültürü, tarihi ve siyaseti hakkında
dersler eklemiş, ulusal müzeler sergi değişiminde bulunmuş ve spor
alanındaki ilişkiler büyük gelişme göstermiştir.31

Yine 1999 Ağustosunda meydana gelen depremde İsrail’in kısa


sürede kurtarma ekiplerini Türkiye’ye göndermesi, depremzedeler için 320
hanelik bir küçük köy inşa etmesi, para ve malzeme bağışında bulunması,
Türkiye – İsrail ilişkilerin sağlamlaştırılmasında diğer bir etken olmuştur.32

4.5. Askeri Etkenler

Soğuk Savaş bittiği zaman Türkiye’nin en fazla tehdit algılaması


yaşadığı ülke Suriye ve Yunanistan olmuştur. Yunanistan tarafından 8 Ocak
1986 tarihinde Türkiye’ye karşı yeni savunma doktrini ortaya atılmış ve
Türkiye Yunanistan için doğudaki en büyük tehlike olarak gösterilmiştir.

31
Anat Lewin:, “Turkey and Israel: Reciprocal and Mutual Imaginery in the Media, 1994-
1999”, Journal fo İnternational Afffairs, Cilt 54, sayı 1, Güz 2000, 239-251
32
Turkish Daily News, 26 Ekim 1999
25

Yunanistan bu tehditkâr tutumunu, 1995’te karasularını 12 mile


çıkarma kararı, aynı yıl PKK’nın lideriyle yunan parlamenterlerin buluşması,
1996’da “Kardak Krizi” gibi olayları ile devam ettirmiştir. Bu arada Yunanistan
tarafından Yunanistan, İran, Ermenistan ve Gürcistan’ı içine alan bir ortak
ittifak planı ortaya atılmış, hatta ileride gönüllü Arap ülkelerinin de bu ittifaka
dâhil olabileceği beyan edilmiştir.33

Bu ve benzeri durumlar Türkiye’ye o dönemde yüksek yoğunlukta bir


tehdit ortamı içinde olduğunu hissettirmiştir. Ulusal güvenliğini sağlama
konusunda planlamalar yapmaya başlayan Türkiye, özellikle silah alımlarında
o dönemde Batı ülkeleri ve ABD ile büyük problemler yaşamıştır. Üstelik
alınan silahlar çok pahalı olmakla birlikte kullanımına ilişkin sınırlama talepleri
de söz konusu olmuştur. Diğer yandan alınması talep edilen silah ve
savunma sanayi ürünlerinin ortak üretimi ve onarım için gerekli alt yapı kurma
faaliyetleri kapsamında teknoloji transferi konusuna yine bu ülkeler tarafından
pek sıcak bakılmamıştır.

Türkiye, o dönemde zorunlu olarak elindeki eski malzemeyi yenilemek


için uygun ülke aramaya başlamıştır. Kendisine yakın coğrafyada da bu
problemin çözümünde teknoloji olarak İsrail’in uygun olduğu görülmüştür.
Türkiye’nin zorunlu ve acil ihtiyaçlarının karşılanması açısından İsrail’le
anlaşma yapması o dönem için mantıklı ve olması gereken bir durum olarak
kabul edilmelidir.34

Yakınlaşmayı İsrail açısından ele alacak olursak; bir Batı Asya ülkesi
olan İsrail’in yüz ölçümü yaklaşık 22.000 km² dir. Uzunluğu 430 km, genişliği
ise 112 km’dir. Topraklarının üçte ikisi çöldür35. Türkiye’nin coğrafyası ile
karşılaştırıldığında bir Konya iline yakın bir yüz ölçümüne sahiptir. İsrail
üzerinde uçan bir savaş pilotu için başka ülke sınırlarına geçmeden uçacağı

33
Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e.,(2002)., 163
34
http:// www.milliyet.com.tr./2002/04/07/yazar /özkan.html ( Erişim Tarihi : 01 Ocak 2006)
35
Süleyman ÖZMEN : Ortadoğu’da Etnik Çatışmalar ve İsrail (İstanbul, 2001), 23.
26

süre bir kaç dakika ile sınırlıdır. Özellikle İsrail Hava Kuvvetleri pilotlarının
eğitimi için Türkiye gibi sınırları geniş bir ülke, İsrail’e çok cazip gelmiştir.

Diğer yandan iki ülke arasındaki askeri işbirliğinin çerçevesini Genel


Kurmay Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, 1996 yılı Şubat ayında İsrail’e
yaptığı ziyaret sırasında imzalanan “Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması”na
dayandırmak gerekir. Çünkü ikili Askeri İşbirliği, bu zemin üzerine
kurulmuştur.36

O dönemde İsrail’de Askeri malzeme konusunda üretim yapan


firmaların mallarını pazarlama konusunda “Arap vetosu” nedeniyle problem
yaşamaları ve Türkiye ile yakın ilişkilerde bu sorunu aşma beklentisi de bu
ilişkinin askeri boyutta başlamasının en büyük etkenlerindendir.

4.6. Uluslararası Ortamın Etkisi

Ellili yıllarda, tamamen Batı’ya endeksli bir politika izleyen Türkiye,


bölge ülkeleri ile ilişkilerini Batı üzerinden yürütmeye çalışmanın yanlışlığını
1964’te Kıbrıs Sorunu’nun BM’deki oylamasında ancak anlayabilmiştir. Bu
oylamada Batılı müttefiklerin Türkiye’yi yalnız bırakmaları ve sadece
bölgedeki İslam ülkelerinin sınırlı olarak destek vermeleri, izlenen dış
politikanın yanlışlığını tüm çarpıklığıyla ortaya koymuştur. Bu olaydan sonra
Türkiye dış politikasını çeşitlendirerek, Batı ile ilişkilerin yanında Doğu Bloku
ve İslam ülkeleri ile de yakınlaşmaya özen göstermeye başlamıştır.37

36
Osman Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 255.
37
Davut .DURSUN : “Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni dönem mi?”,
http://www.yenisafak.com.tr/arsiv255./2005/Mayıs/03/ddursun.htmlm(Erişim Tarihi : 04 ocak
2006)
27

70’li yıllarda Türkiye, İslam dünyası ile ilişkilerin geliştirilmesini


savunan partilerin etkisi ve ekonomik durumdaki sıkıntılar nedeni ile İslam
ülkeleri ile yakınlaşmaya çalışmış, ancak her defasında Türkiye’nin önüne,
İsrail’le olan ilişkileri bir engel olarak konmuştur.

1980 yılında, İsrail tarafından Kudüs “Ebedi Başkent” ilan edilince


bütün İslam dünyası ayağı kalkmış, fakat Türk Dışişleri bu olaya pek tepki
vermemiştir. Meclisin bu olaya tepkisi, dönemin Dışişleri Bakanı Hayrettin
Erkmen’i, hakkında verilen gensoru ile bakanlıktan düşürmek olmuştur.38
Arkasından Konya’da düzenlenmiş olan “Kudüs Mitingi”, 12 Eylül darbesinin
gerekçelerinden biri olmuştur.

Batı ile ilişkileri istenen düzeye getiremeyen 12 Eylül yönetimi, çareyi


Ortadoğu ve İslam ülkeleri ile iyi ilişkiler kurma yolunda bulmuştur. Bu
nedenle İsrail’le o dönemde ilişkiler maslahatgüzar seviyesine indirilmiştir.

Ancak Arap ülkeleri ile ilişkilerinde aradığını bulamayan Türkiye,


Soğuk Savaş döneminin sona ermesi ile birlikte Ortadoğu bölgesinde tam bir
yalnızlığa düşmüş ve ulusal güvenliğini sağlama endişesine kapılmıştır.

90’lı yıllar, uluslararası ilişkilerin merkezinde ABD’nin rolünün devam


ettiği bir dönem olmuştur. Bu yeni dönem, Türkiye – İsrail ilişkilerini de
etkilemiştir. İkili ilişkiler, 1990 – 91 Körfez Savaşı ile birlikte hızlı bir ivme
kazanmıştır. Bu ivme, 1991 Madrid görüşmeleriyle ve 1993’de dönemin
Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’in İsrail’i ziyaretiyle hızlanmıştır.39

Körfez Savaşı, Kuzey Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğu ve PKK’nın


burada üslenmesi de Türkiye’nin endişelerini arttırmıştır. Aynı dönemde
Suriye ile ciddi bir krize girilmiştir. Diğer yandan Körfez Savaşı sırasında

38
Davut DURSUN : a.g.m.
39
R.Kaan KURT : “Türkiye-İsrail ilişkilerinin Geleceği” , Ortadoğu Gazetesi,
http://www.ortadogugazetesi.net/haber_dv.asp?haber=14440(Erişim Tarihi 17.03.2006)
28

İsrail’in Irak füzelerine hedef olması, İran’ın nükleer programını sürdürmesi ve


Rusya’nın İran’a balistik füze üretimine ilişkin teknoloji aktarımı gibi
gelişmeler İsrail için de büyük tehdit yaratmıştır. İki ülkenin yakın çevresinde
meydana gelen bu yeni durumlar, Türkiye ve İsrail arasında ilişkilerin
güçlenmesine ve ilerlemesine ortam hazırlamıştır.

5. TÜRK – İSRAİL İŞBİRLİĞİNİ GELİŞTİREN ANTLAŞMALAR

5.1. Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması

23 Şubat 1996 tarihinde iki ülke arasında imzalanan “Askeri Eğitim ve


İşbirliği Antlaşması” ilişkilerin gelişiminde en belirleyici unsur olmuştur. Bu
antlaşmaya göre iki ülkenin hava, kara ve deniz kuvvetleri sürekli temas
halinde olacaklar, karşılıklı eğitim süreçleri koşulsuz olarak yaşama
geçirilecek, Türk ve İsrail uçakları birbirlerinin hava sahasını
kullanabileceklerdi.40

Günümüze kadar bu anlaşmanın içeriği ile ilgili basında birçok haber


yayımlandı. Ancak anlaşmanın tam içeriğinin ne olduğu konusunda kesin ve
net olarak bilgi sahibi değiliz çünkü 1982 anayasasının 90. maddesi gereği
askeri anlaşmalar Meclis gündemine getirilememektedir. Bu nedenle
konunun yurt içi ve yurt dışı kaynakların ışığında detaylandırılmasında fayda
olduğunu değerlendiriyorum.

40
Türel Yılmaz : a.g.e., 66.
29

Bu anlaşmanın detaylarlarını incelemek gerekirse, söz konusu


anlaşma;41

- İki ülkenin askeri eğitim alanında işbirliği yapmasını,

- Profesyonel uzmanlık alanlarında, mütekabiliyet esasına göre, farklı


seviyelerde işbirliğinde bulunulmasını,

- Askeri akademiler, birlikler ve karargâhlar arasında karşılıklı


ziyaretler yapılmasını,

- Karşılıklı olarak eğitim ve tatbikat uygulamalarında bulunulmasını,

- Bilgi ve tecrübe sağlamaya yönelik personel değişimi,

- Donanmaya dahil gemilerin ve Hava Kuvvetlerine dahil uçakların


karşılıklı olarak ziyaretler yapmasını,

- Askeri tarih, askeri müze, askeri arşiv, askeri film ve fotoğraf


stüdyoları ile sportif faaliyetleri kapsayan sosyal ve kültürel etkinliklerin
karşılıklı olarak düzenlenmesini,

- Anlaşma kapsamında mübadele edilen personelin, üçüncü bir ülke


ile misafir ülke arasındaki çatışmalara katılmamalarını,

- İşbirliği konularında, daha ayrıntıya inen “Uygulama Düzenlemeleri”


yapılmasını ihtiva etmektedir.

41
Osman Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 254. ; Ayrıca antlaşmanın yayınlanmış metni için bkz
Aksiyon dergisi sayı 76, 18.05.1996 ; Milliyet gazetesi, 14 Temmuz 1996
30

Bu antlaşmanın yayınlanan metninde dikkat çeken çok önemli bir


husus da, iki ülke arasında 31 Mart 1994 tarihinde, “Güvenlik ve Gizlilik
Anlaşması” olarak adlandırılan bir antlaşmanın daha önceden yapılmış
olduğunun ortaya çıkmasıdır. Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması’nda, bu
antlaşma kapsamında taraflar arasında aktarılacak her türlü bilgi ve
tecrübenin, 1994 tarihli söz konusu antlaşmaya göre korunacağı
öngörülmektedir. Bu durum, iki ülke arasındaki işbirliğinin, bilinçli bir seçimin
ve tercihin sonucu olduğunu ve 1996 öncesinde başlamış bulunduğunu
ortaya koyan önemli bir göstergedir.42

Diğer yandan, Türkiye ile İsrail’in böyle bir anlaşmayı, Avrupa ve


ABD’nin de desteğini alarak imzalamalarının birçok belirgin jeostratejik ve
jeopolitik sebepleri vardır. Bu anlaşma; Doğu Akdeniz’de ABD ve
Müttefiklerinin gücünü arttırmış, aynı zamanda, ABD’nin İran’ı özellikle
Körfezde kıskaca alma ve hatta Suriye, Lübnan ile İran’ın bağlarını
kesmesine de yardımcı olmuştur.43

Antlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra İsrail uçakları


Türkiye’de eğitim uçuşları yapmaya başlamışlardır. Daha sonra İsrail
Savunma Bakanı Yardımcısı David Ivry’nin 1996 Kasım ayında Askeri
Güvenlik ve İşbirliği Antlaşmasının “karşılıklı danışmalarda bulunma”
maddesi çerçevesinde Türkiye’ye yaptığı ziyarette, İsrail ile yeni bir Askeri
İşbirliği Antlaşması imzalandığı ilan edilmiştir. Söz konusu Askeri İşbirliği
Antlaşmasının 1997 yılı içerisinde askeri işbirliğinin geliştirilmesi ve iki ülke
arasında ortak tatbikatların icra edilmesini içerdiği ifade edilmiştir.44

1996 yılında imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması tek başına


çok fazla bir şey ifade etmiyor görünse de iki ülke arasında stratejik işbirliğine
giden zincirin halkalarından biri ve anlaşmaya İsrail adına imza koyan David

42
Osman Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 255.
43
Yavuz Gökalp YILDIZ : “Oyun İçinde Oyun Büyük Ortadoğu (İstanbul, 2004), 307.
44
Milliyet Gazetesi, 2 Aralık 1996
31

İvry’nin de söylediği gibi “diğer alanlarda açılacak kapıların başlangıcı”


olmuştur.45

Gerçekten de bu antlaşma Türk – İsrail ilişkilerinde bir temel, zirveye


çıkan bir merdivenin başlangıç basamağı olmuştur. Bu tarihten sonra iki ülke
arasında ivme kazanarak devam eden ilişkiler zaman zaman inişli çıkışlı bir
seyir izlese de her iki ülke bu ilişkiye verdiği önemi, her fırsatta dile getirmiş
ve uyguladıkları politikalarla göstermiştir.

5.2. Savunma ve İşbirliği Antlaşması

İki ülke arasında 1990 sonrası başlayan sıcak ilişkiler kapsamında,


“Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması”ndan sonra 26 Ağustos 1996 tarihinde
“Savunma ve İşbirliği Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşma Türkiye – İsrail
arasında başlayan stratejik işbirliğinin daha da ivmelendiğinin bir göstergesi
olmuştur.

Savunma İşbirliği Antlaşması, iki ülke arasında savunma alanında bilgi


transferini, teknisyen ve araştırmacıların eğitimini, iki ülkenin askeri ve
savunma amaçlı ortak araştırmalar yapmasını öngörmektedir. Bu Antlaşma
kapsamında; Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait F-4 uçaklarının modernizasyonu,
deneme amaçlı verilen “Popeye” füzelerinden olumlu sonuç alınması halinde
ortak üretimi, ABD’den alınan “Cobra” helikopterlerine gece görüş sisteminin
takılması, Türk Ordusuna ait piyade tüfeklerinin yenilenmesi gibi bazı
projelerin ilk startı verilmiştir.46

45
Ahmet Güner : “Türk-İsrail Antlaşmasının Bilinmeyenleri”, Aksiyon Dergisi, Sayı 76,
18.05.1996, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=19810 (Erişim Tarihi : 18.02.2006)
46
Türel YILMAZ : a.g.e, 78. ; Anlaşmanın ayrıntılı metni için ayrıca bkz., Milliyet (29 Ağustos
1996)
32

Türkiye ve İsrail arasında savunma ve işbirliğinin gelişmesinde, iki


ülkenin birbirlerinden beklentileri önemli olmuştur. Bu işbirliğinin en büyük
boyutunu askeri malzeme alımları oluşturmuştur.

Türkiye bu antlaşma ile 20 – 25 yıllık bir süre zarfında 150 milyar


dolarlık bir modernizasyon programı başlatmıştır. Türkiye’nin bu
modernizasyon programında İsrail’i tercih etmesinin en büyük sebebi Avrupa
ülkeleri ve ABD’nin bazı iç baskılar nedeniyle örtülü ambargo uygulamasıdır.
Bu nedenlerden dolayı, Pentagon’un da onayı ile Türkiye ve İsrail çeşitli
askeri alımları ve modernizasyonu içeren bu tür bir antlaşmayı
47
imzalamışlardır.

Bu antlaşma kapsamında İsrail, 632 milyon dolar bedelle TSK’ya ait


54 adet F-4’ü modernize etmiş, 687.5 milyon dolar bedelle M-60 tank
modernizasyonun projesini almış, 36 milyon dolara yüksek irtifa keşif podu
ihalesini kazanmış, ayrıca 183 milyon dolara TSK’nın üç sistem İnsansız
Hava Aracı (Heron) ihalesini almıştır.48

Yine Başbakan Erdoğan’ın beraberinde Savunma bakanı Vecdi


Gönül’le birlikte 1 Mayıs 2005 tarihinde gerçekleştirdiği İsrail ziyaretinde
Türkiye ile İsrail arasında 17 adet ortak askeri proje için çalışma
başlatılmıştır.49

Savunma ve İşbirliği antlaşmasının iki ülke ilişkilerindeki önemi çok


büyüktür bu sayede birçok karşılıklı ürün alım satımı gerçekleştirilmiştir. Alım
satım sadece askeri boyutta olmamış, 2004 sonu itibarı ile demir çelik,
otomotiv, mineral yakıtlar, makineler, kâğıt, örülmemiş giyim eşyası başta
olmak üzere birçok sanayi ürününden Türkiye İsrail’e 1,3 milyar dolarlık bir

47
B.Meliha ALTUNIŞIK : Türkiye ve Ortadoğu: Tarih, Kimlik, Güvenlik (İstanbul, 1999), 205.
48
Barkın ŞIK : “İsrail, F-4 uçaklarında ikinci paketi de istiyor”, Milliyet (7 Mayıs 2005)
49
Hürriyet (2 Mayıs 2005)
33

ihracat gerçekleştirmiştir. Yine aynı dönemde İsrail’den ithalat 712 milyon


dolar civarında olmuştur.50

Savunma ve İşbirliğinin iki ülke açısından bilinen durumlar dışında


değişik alan ve koşullarda uygulama alanları doğmuş olup bunlardan bazıları
aşağıda belirtilmiştir.51

- Askeri tatbikatlar, (Bunların çoğu gizlidir. Bu tatbikatlarda İsrail,


Türkiye ile birçok gizli bilgileri paylaşmaktadır)

- Balistik füzelerin yayılmasına ilişkin mücadele ve İran, Irak gibi


üçüncü ülkelerden kaynaklanan tehditlere karşı stratejik işbirliği,

- Kara Kuvvetlerinin işbirliği çerçevesinde iki ülke subaylarının,


Türkiye’deki bir askeri akademide bilgisayarlı simülasyon eğitimi yapmaları
konusunda Türkiye ve İsrail ortak çalışma ve karşılıklı fikir alışverişinde
bulunmaktadır.

Görüldüğü gibi iki ülke imzalamış oldukları “Savunma ve İşbirliği


Antlaşması”nı ikili ticari ilişkiler, düzenlenmiş olan tatbikatlar ve karşılıklı
eğitim ve işbirliği ile geliştirme yoluna gitmişlerdir.

5.3. Serbest Ticaret Alanı Antlaşması

Türkiye ve İsrail arasında ticari ilişkilerin geliştirilmesinde iki ülke


arasında atılan en büyük adım, 14 Mart 1996 tarihinde imzalanıp 1 Mayıs
1997 tarihinde yürürlüğe giren “ Serbest Ticaret Alanı Antlaşması”dır.

50
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu(DEİK) : “İsrail Ülke Bülteni (Nisan 2005), 6.
51
Türel YILMAZ : a.g.e., 80.
34

Antlaşma aşağıdaki hususlarda işbirliğini kapsamaktadır;52

- Teknik bilgi ve doküman mübadelesi,

- Tarafların ilgili araştırma kuruluşlarında yayınlanan araştırma


sonuçlarının mübadelesi,

- Bitkisel ve hayvansal genetik biyolojinin materyal mübadelesi,

- Her iki ülkenin ilgi alanlarına giren konularda uzman mübadelesi,

- Her iki ülkede kurslar, seminerler, konferanslar ve toplantılar


düzenlenmesi,

- Sulama ve sulama sistemleri konularında bilgi mübadelesi,

- Tarafların ilgili kuruluşları arasında ortak çalışmaların tesisi,

- Tarımsal pazarlamada işbirliği konusunda iki ülke özel sektör


kuruluşları arasında ortak yatırımların ve üçüncü ülke pazarlarına açılmanın
teşvik edilmesi konularında mutabakata varmışlardır.

Bu antlaşmaya göre, Türkiye ve İsrail kademeli olarak en geç 1 Ocak


2000 tarihine kadar “Serbest Ticaret Alanı” oluşturma kararı almışlardır.
Antlaşmanın amacı; iki ülke arasındaki ticaret hacmini arttırmanın yanında,
düşük maliyetli girdilerle üretim maliyetinin düşürülmesi ve İsrail’in ticaretinin
% 85’ini tercihli antlaşmalara sahip olduğu ülkelerle yaptığı göz önüne

52
Antlaşmanın Tam metni için bkz. R.G. (18 Temmuz 1997), S.23053.
35

alınarak, daha önce bu pazara giremeyen Türk ürünlerinin İsrail’e ticaretini


teşvik etmek ve kolaylaştırmak olarak değerlendirilebilir.53

Bu antlaşmanın iki ülke tarafından imzalandığı 14 Mart 1996 tarihinde


“Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Antlaşma” ve “Gelir
Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önlemek ve Vergi
Kaçakçılığına Engel Olma Antlaşması” da imzalanmıştır. Söz konusu
antlaşmalar ile taraflar, kendi ülkelerinde diğer akit tarafın yatırımcılarına
elverişli imkânlar yaratma ve yatırımları teşvik etme konusunda mutabakata
varmışlardır.

Türkiye ve İsrail arasında ticari ilişkilerin gelişmesi için kurumsal ve


hukuki çerçeve bu şekilde çizildikten sonra yeni ihracat imkânları araştıran
Türk firmaları için İsrail, önemli bir “pazar” ve “geçiş ülkesi” olmuştur. Serbest
Ticaret antlaşması ile Türk şirketleri, İsrail ve onun komşularına, daha da
önemlisi antlaşmanın 5. maddesi gereği ABD’ye, “kotasız” ve “gümrüksüz”
ihracat olanağına kavuşmuştur.

Ancak, bir malın İsrail ürünü olarak kabul görmesi ve ABD’ye


gümrüksüz ve kotasız ihraç edilebilmesi için üç kriterin gerçekleşmesi
gerekmektedir.

Bu kriterler;54

- Ürünün yapımında kullanılacak malzemenin ithalatı durumunda, söz


konusu malzemenin kapsamlı bir değişimden geçmesi,

- İsrail’de % 35’lik bir katma değer alması,

53
Türel YILMAZ : a.g.e., 95.
54
Türel YILMAZ : a.g.e., 96.
36

- Ürünün yolda başka bir ülkenin gümrüğünden geçmeden ABD’ye


gitmek üzere İsrail’den yüklenmesidir.

Çünkü İsrail’in ABD ile olan Ticaret Antlaşması gereği Amerika, hiçbir
ülkeye tanımadığı ayrıcalığı İsrail’e tanımaktadır. Yarı mamul ürünün yüzde
35’i İsrail’de üretilirse, bunu kotasız Amerikan pazarına girmesine müsaade
etmektedir. Türkiye ile İsrail arasındaki Serbest Ticaret Antlaşması, İsrail ile
Amerika arasındaki bu özel koşulların, Türkiye tarafından da kullanılmasının
yolunu açmaktadır.55

Türkiye’nin gümrük vergileri yüksek olduğu için İsrail’e satamadığı


malları satmasını sağlarken, İsrail’den de aynı nedenlerle alamadığı bazı
malları ithal etmesini sağlamıştır. Dış Ekonomik İlişkiler Konseyinin verilerine
göre, Serbest Ticaret Antlaşması’ndan sonra ihracatta 1000, ithalatta 800
yeni ürün devreye girmiştir.56

Bu sayede Askeri olarak başlayan Türkiye – İsrail ilişkileri ticari alanda


da aynı ivmeyi göstererek ilerleme kaydetmiş olup iki ülke arasındaki ticaret
hacmi 2005 sonu itibarı ile 2 milyar dolara ulaşmıştır.

55
Sabah (25 Mayıs 1999)
56
Türel YILMAZ : a.g.e., 97.
İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER


AÇISINDAN DEĞERLENDİRMESİ

1. TÜRKİYE – İSRAİL İLİŞKİLERİNİN BUGÜNÜ

1.1. Siyasi ve Sosyo-Kültürel Alandaki Türk – İsrail İlişkileri

1990’lı yıllardan itibaren önce alt düzeyde, daha sonra sırasıyla


Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ziyaretler, ikili
ilişkilere oldukça pozitif bir ivme kazandırmıştır. Bu ilişkilere paralel olarak
kültürel alanda da karşılıklı ziyaretler yapılmış, festivallere karşılıklı olarak
iştirak edilmiş, sinema ve televizyon alanlarında işbirliği yapılmıştır.

Aslında Türk-İsrail ilişkilerinde; Arap-İsrail savaşları, Kudüs’ün işgali ve


münferit olayların zaman zaman tansiyonu yükseltmesi hariç ciddi bir sorun
yaşanmamıştır.

Kamuoyu anketleri ve medya eğilimlerine bakıldığında, yaygın bir


Filistin sempatisi olmasına rağmen İsrail ile iyi ilişkilere karşı güçlü bir karşı
tavra rastlanmamaktadır. Tarihi olarak anti-Semitizm hiçbir zaman Türkiye’de
ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmamış, zamanında Avrupa’dan kovulan
38

Yahudilere kucak açan Türk insanı, İstanbul’da ikiz terör saldırılarında


vurulan sinagogların yarasını yine birlikte sarmıştır. 57

Musevilerin Portekiz ve İspanya'dan sürülüp, Osmanlı İmparatorluğu


tarafından 1492 yılında kabul edilmelerinin 500. yıl dönümü nedeniyle, 1989
yılında kurulan “500. Yıl Vakfı”, iki ülke ilişkilerinin gelişmesi için olumlu
çalışmalar yapmıştır. Bahse konu vakfın özellikle ABD'deki faaliyetleri ve
ülkedeki Yahudi Lobisi’ni etkileyerek destek sağlamaları, uluslararası alanda
Türkiye için olumlu bir çalışma olmuştur. Sosyal alandaki etkinliklerle de
ülkemizin tanıtımına yardımcı olmuşlardır. Sözde “Ermeni Soykırımı” ile ilgili
bir tasarının ABD Kongresinden geçmesinin engellenmesinde 500. Yıl
Vakfı'nın ve ABD'deki Yahudi Lobisi 'nin yoğun desteği görülmüştür.

Türkiye’deki kumarhanelerin ve kapatılmasına ve terör olaylarına bağlı


olarak son yıllarda Türkiye ve İsrail arasında turizm ilişkileri oldukça
gerilemiştir. 2003 yılında Türkiye’yi 321.152 İsrailli turist ziyaret etmiş, 2004
yılında bu rakam %6,9 azalarak 299.172 olarak gerçekleşmiştir.58

İki ülke yüksek düzey devlet adamlarının karşılıklı ziyaretleri son


yıllarda zaman zaman durağan seyir izleyen Türkiye – İsrail ilişkilerinin
canlandırılması ve devam ettirilmesi açısından anlamlı ve önemlidir. Her iki
ülkede stratejik işbirliği çerçevesinde başlayan ilişkilerin geçmişte olduğu gibi
seyrinden yanadır. Bu ilişki zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir izlese de hiç
bir zaman kopma noktasına gelmemiştir ve olağan seyri ile hala devam
etmektedir.

57
Bülent ARAS:,” Türkiye’nin İsrail Politikasını Anlamak”, Turkishtime, 15 Ağustos-15 Eylül
2005, http://www.turkishtime.org/31/38_3_tr.asp (Erişim Tarihi : 07.04.2006)
58
DEİK(Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) İsrail Ülke Bülteni,
http://www.deik.org.tr/ulkebulteni.asp?check=false&councilId=21(Erişim Tarihi :14.02.2006)
39

1.2. Ticari ve Ekonomik Alanda Türk – İsrail İlişkileri

1980’li yılların ikinci yarısında gelişmeye başlayan ikili ticari ve


ekonomik ilişkilerimiz Ortadoğu Barış Sürecinin başlaması ve diplomatik
ilişkilerimizin 1991 yılında Büyükelçilik seviyesine çıkarılmasıyla ivme
kazanmıştır.

1 Mayıs 1997’de iki ülke arasında Serbest Ticaret Anlaşması’nın


yürürlüğe girmesiyle, yaklaşık 200 ürüne uygulanan gümrük vergileri
kaldırılmış, bu sayede iki ülkenin karşılıklı ihracat ve ithalat ürünlerinde kayda
değer bir artış olmuştur. Söz konusu Serbest Ticaret Anlaşması kapsamında,
gümrüğe tabi olan bazı tekstil ürünlerine uygulanan % 13,3 lük verginin 1
Ocak 2000 tarihi itibarı ile kaldırılması sonucu kademeli olarak İsrail’le ticaret
hacmimizde bir artış olmuştur. 1995 yılında İsrail’e 239 milyon dolar olarak
başlayan ihracatımız 2004 yılına gelindiğinde yaklaşık olarak 1,3 milyar dolar
sevilerine gelmiştir59. 2005 sonu itibarı ile iki ülke arasında turizm ve askeri
ekonomik ilişkiler dışında kalan alanlarda toplam 2 milyar dolarlık bir ticaret
hacmi bulunmaktadır.60

Burada ekonomik ilişkilerin tutarından ziyade İsrail’in diğer ülkeler ile


olan ticaret boyutunun Türkiye ile karşılaştırılmasında fayda vardır. 2005
Mayıs’ında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail’i ziyaretinden önce
açıklamada bulunan İsrail’in Türkiye Büyükelçisi Pinhas Avivi’ye göre; 61

“İsrail’in Türkiye ile olan karşılıklı dış ticareti 2 milyar doları aşmıştır.
Bu rakam koskoca Rusya ile olan ticaretin tam iki katıdır. Bu rakama

59
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu(DEİK) , İsrail Ülke Bülteni, www.deik.org.tr.(Erişim Tarihi : 02
Ocak 2006)
60
Perma Hazbay : ”Political Troubles between Turkey and Israel?”, The Washington Instute
for Near East Policy,Peacewatch, sayı 459 26 Mayıs 2004,
http://www.washingtoninstitute.org./templateC05.php?CID=2150 (Erişim Tarihi : 18 Ocak
2006)
61
Semih İDİZ : “Türk-İsrail ilişkileri almış yürümüş”, Milliyet (2 Mayıs 2005)
40

savunma sanayi alanındaki işbirliği ve Türkiye’yi her yıl ziyaret eden


400 bini aşkın İsraillinin adam başına bıraktıkları yaklaşık 1000 dolar
dahil değildir”

Bu rakamlardan da belli olduğu gibi Türk-İsrail ilişkileri son yıllarda bir


hayli gelişmiştir. Bu ilişkilerin temelinde askeri ilişkinin olduğu ve askerin
ilişkinin kopması durumunda diğer ilişkilerin sağlıklı yürümeyeceği tezinin de
artık geçerliliği kalmamıştır. Çünkü ilişkiler askeri alanın dışına fazlasıyla
taşmış durumdadır.

İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler son yıllarda dönemsel


dalgalanmalar ile birlikte zaman zaman azalma göstermiştir. Bu meseleye
doğru bir yaklaşım tarzı olabilir. Ancak ekonomik olarak iyi ilişkilere sahip
olmakla ekonomik açıdan stratejik işbirliği içinde bulunmak ayrı kavramlardır.
Bu bağlamda Manavgat Suyu’nun İsrail’e satılması, Bakü-Ceyhan boru
hattının İsrail’e uzatılması gibi gerçekleşmesi zor projelerin tam olarak
tamamlanmamış olmasının ikili ilişkilerin ekonomik boyutunu sınırladığını
söylemek yanlış olmayacaktır.62

Diğer yandan İsrail ile Türkiye arasındaki ortaklık, Ortadoğu, Orta


Asya ve Kafkasya’da yeni bir ilişkiler ağı kurabileceği varsayımı ile başlamış,
ancak şu ana kadar belirli bir mesafe kat edilmesine rağmen işbirliğini ortaklık
ya da ittifaka dönüştürecek bir noktaya henüz ulaşılamamıştır.

1 Mayıs 2005 tarihinde Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Savunma


Bakanı Vecdi Gönül dahil beş bakan ve birçok işadamı ile İsrail ziyareti
Türkiye’nin son dönemlerde İsrail ile durağan olan ilişkiye tekrardan güçlü bir
ivme vermek amaçlı olduğu değerlendirilmektedir.

62
Serhat ERKMEN : a.g.m., 28.
41

Başbakan’ın gezisinden önce İsrail’den alınan insansız hava araçları


ve gezi sırasında açıklanan askeri projeler ikili ilişkilerdeki iyileşmenin
sinyallerindendir. Bir süre önce dondurulan M-60 tanklarının
modernizasyonu, F-4 ve F-5 uçaklarının modernizasyonu konusu, “Popeye II”
ve “Arrow” füzeleri ile ilgili yeni anlaşma ve görüşmelerin gündeme gelmesi
ekonomik ve siyasi ilişki açısından iyileşmeyi göstermektedir.63

Diğer yandan, her iki ülkenin karşılaştırmalı üstünlükleri bir araya


getirildiğinde ve ekonomik tamamlayıcı özellikleri ile coğrafi yakınlığının
sağladığı avantajlar göz önüne alındığında Türkiye – İsrail arasında son
derece geniş ekonomik işbirliği olanaklarının mevcut olduğu görülmektedir.
Ancak Türkiye-İsrail ilişkilerinin önündeki en büyük engel İsrail – Filistin
Sorunu olarak görülmekte, özellikle İsrail ile planlanan uzun vadeli yatırımlar
bölgedeki savaş ve bunun getirdiği istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı
nedeniyle olumsuz yönde etkilenmektedir. Söz konusu İsrail – Filistin Savaşı
nedeniyle İsrail ekonomisinde yaşanan duraklama İsrailli firmaların
finansman olanaklarını kısıtlamış ve Türkiye’de kendileri açısından karşılıklı
çalışma ve işbirliği imkânları yaratacak sektörlerde doğrudan yatırım
planlarını askıya almalarına yol açmıştır.

1.3. Askeri Alanda Türk – İsrail İlişkileri

İlişkilerin gelişmesine askeri kanat öncülük ettiği için mi yoksa askeri


ihtiyaçlar ön planda olduğu için mi askeri kanatın ön plana çıktığı önemli bir
tartışma konusudur. Bununla birlikte, hem Türkiye’nin o dönemde içinde
bulunduğu güvenlik atmosferi, hem de lojistik ihtiyaçları göz önüne
alındığında her iki olasılığında dışlanmaması gerektiği söylenebilir.64

63
Serhat ERKMEN :a.g.m., 33.
64
Serhat ERKMEN :, a.g.m., 27.
42

30 yıl aradan sonra 90’lı yılların başından itibaren hızla gelişen Türkiye
– İsrail ilişkisinin özellikle 1994 yılından sonra hızlandığı görülmektedir. 23
Şubat 1996’da imzalanan Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması iki ülke arasındaki
yakın ilişkinin de göstergesi olmuştur. Bu anlaşma iki ülke ilişkilerin stratejik
boyuta geçtiğini göstermektedir.65

Bu ilişkinin başlangıcında Türk Silahlı Kuvvetleri etkin rol oynamasına


rağmen, iki ülkede güvenlik alanında, askeri kapasitelerini arttırmaya ve
savunma sanayilerini korumaya yarayabilecek çok sayıda işbirliği alanı
olduğunu hissetmiştir. Nisan 1992’de iki Savunma Bakanlığı işbirliği ilkeleri
üzerinde bir belge imzalamışlardır ve bu belge Ekim 1994’te askeri işbirliği
için spesifik alanların ayrıldığı, işbirliği alanında daha somut bir protokole
dönüştürülmüştür.66

1994 yılında, iki ülke karşılıklı askeri ateşe değişiminde bulunmuş ve


ilişkilerin geliştirilmesinde katkı sağlamışlardır. Daha sonra bu ilişkiler, üst
düzey askeri yetkililerin karşılıklı ziyaretleri ile ivme kazanmış ve iki ülke
silahlı kuvvetleri ilişkilerini üst düzeye çıkaran anlaşmalar imzalanmıştır.

1996’dan beri, stratejik değerlendirmelerin oluşturulması ve alışverişi


için yılda iki kere İsrail ve Türkiye’de dönüşümlü olarak resmi ortak forum
düzenlenmektedir. Genelde bu görüşmelerde, İsrail heyetinin başında
Savunma Bakanlığı’nın müsteşarı bulunurken, Türk gruba Genelkurmay
İkinci Başkanı başkanlık etmektedir. 1998’in sonunda askeri işbirliği öylesine
gelişmiştir ki, Türkiye Tel Aviv’deki askeri ateşe sayısını birden üçe çıkarırken
İsrail Ankara’daki irtibat subayı sayısını ikiye çıkarmıştır.67

65
Sernur Yassıkaya : “Türkiye-İsrail Stratejik İşbirliğinin Sınırları”,
www.sbu.yildiz.edu.tr/YLTezleri/tez3.htm - 27k (Erişim Tarihi : 22 Ocak 2006) :
66
Efraim INBAR : a.g.e., 26.
67
Efraim INBAR : a.g.e., 29.
43

İki ülke arasındaki askeri işbirliği, silahların satışı ve üretimi alanını da


kapsamaktadır. Bunun arkasındaki en önemli neden, özellikle ABD ve diğer
silah üreticisi ülkelere olan bağımlılığı en aza indirmektir. Her iki ülke de
kendi kendine yeterliliği amaçlamaktadır.

Askeri işbirliğinin şu anki düzeyi, gelecekteki ortak bir askeri harekât


için bir altyapı sistemi oluşturmuştur. Ortak tatbikatlar, Karşılıklı askeri
ziyaretler, personeller arasındaki işbirliği ve istihbarat alışverişleri karşılıklı
işlerliği arttırmaktadır. Bu durum bölgede Türkiye ve İsrail’e düzenlenecek
muhtemel bir harekâta karşı caydırıcılığı arttırmaktadır.

2. İKİ ÜLKENİN ÖRTÜŞEN GÜVENLİK ENDİŞELERİ

2.1. Araplara Karşı İttifak İhtiyacı

Irak savaşı sonrası değişen ortamda, hem Türkiye’nin hem İsrail’in


ortak tehdit algılaması azalmıştır. Ancak İran’ın Nükleer silah elde etme
çabası, kökten dinci terörizme karşı ortak mücadele etme gerekliliği,
Suriye’nin Türkiye ile su ve Hatay, İsrail ile Golan Tepeleri sorunu, Irak’taki
otorite eksikliğinden kaynaklanan oluşum vb. nedenler, iki ülkenin Araplara
karşı işbirliğini devam ettirme kararı vermelerinde oldukça etkili olmuştur.

Bilindiği gibi Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonunda Komünizm’i bir


tehdit olarak değerlendirip batıya yönelmiştir. Araplar ise Batı’yı kendi
varlıklarına ve bağımsızlıklarına bir engel olarak algılayıp Doğu Bloku ülkeleri
ile samimi ilişkiler geliştirmişlerdir. Özellikle Türkiye ve İsrail ilişkisini Batı’nın
44

emperyalist yayılmacı politikasının bir parçası olarak görmüşler ve her fırsatta


bu ilişkiye tepkilerini dile getirmişlerdir.68

Özellikle son yıllarda Suriye ve İran’ın kimyasal silah geliştirme


çabaları her iki ülkeyi de rahatsız etmektedir. Suriye bir anlaşmazlık
durumunda kuzeyden ve güneyden ateş altında kalacağından çekinirken,
İran ise atom reaktörlerine saldırı olabileceği endişesi yaşamaktadır. Bu
ülkelerin Silahlanma programları ve politikaları Türkiye ve İsrail’i tehdit
etmektedir.

Bu kapsamda Rusya’nın Suriye’ye, İsrail’i vurabilecek uzun menzilli


füze satma teşebbüsü de kayda değer bir husustur69. Önümüzdeki yıllarda,
Rusya’nın da Arap ülkelerine silah desteği yapacağı, bu kapsamda ABD’nin
Ortadoğu’daki politikalarına engel olmaya çalışacağı göz ardı edilmemesi
gereken bir husus olacaktır.

Diğer yandan Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları


Enstitüsü’nün rakamlarına göre son on yıl içinde en çok silah alan beş
ülkenin içinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap emirlikleri de bulunmaktadır.
Bu Arap ülkelerinin silahlanmasında dikkate değer bir durumdur.70

Türkiye – İsrail arasındaki ittifakın, Ortadoğu’da barış sürecinin yönünü


tayin etmekte kuvvetli bir etkisi olduğu aşikardır. Bugün bölgede birçok devlet
arasındaki problem ve çatışma alanları ikinci plana düşmüştür. Türkiye ile
İsrail arasındaki ittifak Arapları birleşmeye zorlamaktadır.

68
Amikam NACHMANİ : “ A Triangular Relationship: Turkish Israeli Cooperation and İts
İmplication For Greece”, Cahiers d’etudes sur la Méditerranée Orientale et Le Monde Turco-
İranien, No :28 Juin-December 1999
69
Armağan KULOĞLU : ”Ortadoğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine Stratejik
Etkileri”, ASAM Stratejik Analiz Dergisi (Haziran 2005), Cilt 6, Sayı 66, 73.
70
Selehattin E.ÇAKIRGİL : “Kirli Silah Yağıyor” , Yeni Şafak (04.08.2003)
45

Türkiye – İsrail işbirliği uzun süredir araları bozuk olan Suriye ve Irak
arasındaki ilişkilerin düzelmesine yol açmış, bazı Arap ülkelerinin İran’a karşı
tutumunda bir ölçüde yumuşama gözlenmesine neden olmuştur. Yakın
gelecekte Ortadoğu’da yine bu bağlamda alışılmamış cephelerin oluşması
kuvvetle muhtemeldir.71

2.2. Ortadoğu Bölgesindeki Yeni Oluşumlar Karşısında Savunma


ve İşbirliği İhtiyacı

ABD Irak’a yaptığı müdahale ile bölge ülkelerine gözdağı vermiş ve


onlardan daha demokratik yapıya doğru değişmek zorunda oldukları hissini
yaratmıştır. Bölgedeki otoriter rejimli ülkeler, yaşadıkları baskı sonucu ve
ABD’nin Irak’ta yaptıklarına da bakarak, kendilerini, ABD müdahalesine
maruz kalmadan değiştirmek zorunda hissetmeye başlamışlardır. Libya’nın
Kitle İmha Silahları araştırma programlarını durdurup, ülkenin bu konuda
denetlenmesine izin vereceğini açıklaması bu çerçevede değerlendirilebilir.72

Körfez Savaşı, uluslararası sistemin yanı sıra, Ortadoğu alt sistemini


de değiştirmiştir. Özellikle, Irak’ın içine düştüğü durum Türkiye’nin güvenlik
algılamalarını etkilemeye başlamıştır İsrail Golan tepelerinin ve Filistin’in
İşgalleri ve Kudüs’ün durumu gibi nedenlerle mevcut durumun değişmesine
karşıyken, Türkiye’de kendi toprak bütünlüğüne yönelik sorunların(Suriye’nin
Hatay üzerindeki iddiaları ve su meselesinde düzenlemelerin değişmesi, PKK
terörü vb.) çözümlenmesi, komşu ülkelerden Irak, İran’ın ve Kıbrıs’ın
statükosunun hali hazır durumu ile devamından yanadır.73

71
Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e.(İstanbul, 2004),305.
72
Armağan KULOĞLU : a.g.m.(Haziran, 2005), 79.
73
Serhat ERKMEN : a.g.m., 27.
46

Ancak Arap milliyetçiliği ve İslami radikalizm bu statükonun


devamından yana olmayıp tekil devletlerin diğerlerinin iç meselelerine
müdahale etme arzu ve yeteneğini hala cesaretlendirmektedir. Açık savaşa
düşük riskli düşük maliyetli çekici bir alternatif de, devrimci gruplar vasıtası ile
yürütülecek gizli savaştır. Bu görüş açısı; İran, Suriye, Libya, Sudan, Cezayir,
Mısır, İsrail, Lübnan ve diğer yerlerde saldırılarda bulunan grupları
desteklemektedir.74

Ortadoğu bölgesindeki güvensizlik ortamı, bölge ülkelerini askeri


harcamalara yöneltmekte, bu da mevcut gerilimin daha da artmasına sebep
olmaktadır. Bu gerilim nedeniyle veya darbe, devrim yada etnik gruplardan
kaynaklanan bir nedenle meydana gelebilecek küçük çaplı bir savaş ve rejim
değişikliği, özellikle Irak, Mısır, Ürdün yada Suudi Arabistan’da dönüşü
olmayan kaos ortamı yaratma riski taşımaktadır. Bölgedeki mevcut durumun
bir gecede değişmesine sebep olabilecek bu tarz bir gelişme hem İsrail hem
Türkiye açısından büyük tehlike arz etmektedir.

Bu bağlamda, Ortadoğu’daki petrol üreticisi ülkelerin stratejik


konumlarını zayıflatarak bu ülkelerden gelebilecek tehditleri azaltmayı
hedefleyen bu işbirliği, ABD’nin de desteğiyle çok kuvvetli bir baskı aracı
olarak, yakın gelecekte Ortadoğu ülkelerinin siyasal rejimlerinde de değişime
neden olabilir. Rejim değişikliği nedeniyle ortaya çıkacak Kuzey Irak benzeri
bir oluşum, bu bölgede birçok kökten dinci örgütün meydana çıkmasına,
kararsız bir durumun oluşmasına ve kontrolü zor bir coğrafyanın meydana
gelmesine etkide bulunabilir. Bu nedenle bu işbirliğinin kapsam ve çerçevesi,
muhtemel oluşumları kontrol edecek ve iki ülkenin güvenlik stratejileri ile
örtüşecek şekilde esnek, değişken ve çözümleyici olmak zorundadır.

74
Alptekin DURSUNOĞLU : Stratejik İttifak, Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü,
(İstanbul,2000), 334.
47

2.3. Kararsız Bir Coğrafyada Güç Birliği

Bugünkü Ortadoğu, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde çizilmiştir.


Sycoss-Picott Anlaşması ile bölge ülkelerinin birçoğunun sınırları İngiliz ve
Fransızların istekleri doğrultusunda şekillenmiştir. O dönemdeki savaş galibi
iki devletten İngiltere, Irak ve Ürdün’ü, Fransa ise Suriye ve Lübnan
devletlerini yaratmıştır. Aynı etnik kökenden insanlar dört ayrı ülkeye
paylaştırılmıştır. O dönemde yaratılan bu suni devletlerdeki kargaşa ve
problemler günümüze kadar uzanmıştır.

Bugün, Afganistan savaşıyla başlayan ve Irak savaşı ile devam eden


süreçte, İngiltere ve Fransa’nın kısmen boşalttığı Ortadoğu coğrafyasını,
kendi küresel siyasetini deniz aşırı operasyonlarla emniyet altına almak
isteyen ve hegemonik diktatörlüğünü tek taraflı ilan eden ABD doldurmuştur.

SSCB’nin dağılmasıyla birlikte tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da


bir boşluk meydana gelmiştir. Bu tarihten itibaren ABD bölgede kendisine
karşı olmakla birlikte bazı rejimleri desteklerken(Ör. Suudi Arabistan), Irak ve
Suriye gibi kendisi ile İdeolojik anlamda uyum sağlama potansiyeli daha
yüksek olan rejimleri çökertmeye çalışmaktadır. Dahası, desteklediği ve
Ortadoğu’yu değiştireceğine inandığı küreselleşme çalışmaları bölgede
başarıdan uzak alabildiğince bir kaos ortamı yaratmaktadır.75

Diğer yandan, küreselleşmeden kaynaklanan ideolojik baskının ve


kimlik sorununa alternatif çözümlerin belki de en çok tepkiyle karşılandığı yer
Ortadoğu bölgesidir. Arapların çoğu küreselleşmeyi emperyalizmin aracı
olarak görmekte ve buna ciddi anlamda bir direnç göstermektedir. Batılı
değerlerin oluşturduğu baskı karşısında bu şekilde bir tepki, bazı ülkelerde

75
Serhat ERKMEN : a.g.m., 19.
48

dine daha fazla yönelme ve ortaya çıkan muhafazakâr liderlere sarılma


yönünde ortaya çıkmaktadır.76

Arap dünyasında en çok ileri sürülen savlardan birisi de, devletlerin


sınırlarının yapay olduğu ve emperyalist güçler tarafından oluşturulduğudur.
Dolayısıyla yapay olarak oluşturulmuş sınırların doğal ayrım noktası olamaz
ve bu nedenle de meşru değildir. Bu sav aynı zamanda Irak’ın Kuveyt’i işgal
ederken dayandığı düşüncelerden biridir.77

Ortadoğu bölgesi buraya kadar bahsettiğimiz birçok problemle


boğuşurken bir de bu coğrafya’ya Arap ve Müslüman çoğunluğa rağmen, bir
Yahudi devletinin zorla monte edilmesi ile adeta sorunlar yumağı haline
gelmiştir. Bu nedenle Ortadoğu’nun bünyesel yapısı bir türlü İsrail devletini
kabul edememiştir. Arap ve Müslümanların çoğunlukta olduğu bir coğrafyada
farklı din ve ırktan gelen bir devletin yaşayamayacağı noktasından hareketle,
bölgenin nüfus yapısının değiştirilmesi ve bölgede çok uluslu ve çok dinli yeni
bir yapılanmanın gündeme geldiği görülmektedir.

Kuzey Irak’ta ortaya çıkacak Arap olmayan yeni bir devlet ile Güney
Irak’ta ortaya çıkacak Sünni olmayan yeni siyasal yapılanma, Ortadoğu
bölgesinin çok uluslu ve çok kültürlü bir yapıya doğru dönüşmesine yardımcı
olacaktır. Bu yeni yapılanma Irak’ı parçalarken, Suriye’de yaşayan Alevilerin,
Sünnilerin ve de Dürzîlerin yeni eyalet yapılanmaları içerisinde yeniden
örgütlenmeleri de, bölgenin çok kültürlü yapıya dönüşmesine yeni katkılar
sağlayacaktır.78

Bu Türkiye’nin kucağına büyüyen bir Kürdistan sorunu, İsrail içinde her


ne kadar başlangıçta kontrollü ve kendi yararına gibi gözükse de, çapı

76
Sonja Hegasy:, “A moment of İnclusion: Reaction in the Arap World”, Middle East
Policy,Cilt.9,Sayı 4 (Aralık 2002)., 83.
77
Serhat ERKMEN : a.g.m., 20.
78
Anıl ÇEÇEN : “Orta Doğu Yeniden Yapılanırken”, Avrasya Dosyası, Cilt 5, Sayı 1 (İlkbahar
1999), 262.
49

gittikçe büyüyen ve büyüdükçe sorunları da eş zamanlı çoğalan, kontrolü


imkânsız hale gelecek bir coğrafya anlamına gelmektedir.

Aslında eski bir Türk atasözünde belirtildiği gibi “yılanın başı küçükken
ezilmelidir” tabiri bu ilişkinin amaçlarından birini çok iyi açıklamaktadır. Her iki
ülkede geliştirdiği stratejik işbirliği ile kendi menfaatleri dışında gelişen
olaylara büyümeden, zamanında müdahale edebilmeyi ve gerektiğinde güç
birliği ile sinerji yaratmayı hedeflemektedir. Bu kararsız coğrafya her türlü
soruna gebe olup her an patlamaya hazır bir saatli bomba durumundadır. Bu
saatli bombanın patlamasından sonra az veya çok mutlaka çevresindekilerin
etkilenmesi söz konusudur. O yüzden Orta Doğu coğrafyasının kontrolü
amacıyla Türkiye – İsrail stratejik Ortaklığı iki ülke içinde büyük önem arz
etmektedir.

2.4. Nükleer Silahlanmayı Kontrol Çabaları

İran, 22 Temmuz’da Türkiye, İsrail ve tüm Orta Doğu ülkelerini


endişelendiren orta menzilli füze olan ”Saab 3”ün(1300 km. menzilli) atış
denemelerini gerçekleştirdi. Böylece Orta Doğu ülkeleri arasında
silahlanmada füzeler dönemine girilmiş oldu.79

Son zamanlarda dünya gündemini en çok meşgul eden başlıklar


arasında İran’ın nükleer programı yer almaktadır. İran, 1968 yılından itibaren
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması’na (NPT) taraf olduğunu
ileri sürerek, bu antlaşmanın kendine sağladığı hakları kullanmak istediğini ve
ayrımcılığa uğramak istemediğini belirtmektedir. NPT Antlaşması’nın IV.

79
Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Müdürlüğü:, “Dış Basında Türkiye Bülteni”,
http://www.byegm.gov.tr/yayınlarımız/DISBASIN/1998/08/14X08X98.HTM#%205, Mainichi
Shinbun (Japon Gazetesi 13 Ağustos 1998),(Erişim Tarihi : 02.04.2006)
50

Maddesi çerçevesinde, antlaşmaya taraf ülkelerin nükleer tesis kurma ve


nükleer faaliyetleri barışçıl amaçlarla kullanma hakkı olup aynı antlaşmanın
II. Maddesi, taraf ülkelerin imkân ve kabiliyetlerini nükleer silah geliştirme
yönünde kullanmalarını ve bu yönde bir niyete sahip olmalarını açıkça
yasaklamıştır.80

Ortadoğu bölgesinde İran’ın nükleer güce sahip olması, diğer bölge


ülkeleri üzerinde siyasi ve stratejik bir üstünlük kazanmasına olanak
sağlayacaktır. Bu durum bölgede başlı başına bir güvensizlik ve ileriye
yönelik bir belirsizlikle birlikte istikrarsızlık da yaratacaktır. Özellikle
Türkiye’nin yanı başındaki bir komşusunun nükleer güce sahip olması, ister
istemez o ülkeyi bölgede başat bir faktör haline getirecektir. Anlaşılacağı gibi
böyle bir oluşum da Türkiye açısından hiç de arzu edilen bir durum değildir.
Dolayısı ile İran’ın nükleer güç elde etme çabalarını kaygı ile takip edilmesi
gerekmektedir. Diğer bir deyişle, Ortadoğu’da nükleer güce sahip ve
dünyanın dördüncü petrol üreticisi bir ülkenin, nükleer güce sahip olmayan
öteki ülkelere karşı büyük bir üstünlük sağlayacağı tartışılmaz bir gerçektir.

İran, ABD sayesinde hem Afganistan’da Taliban, hem de Körfez’de


Irak tehdidinden kurtulmuştur. Özellikle Irak’taki ve Irak’a komşu körfez
ülkelerindeki Şii nüfus vasıtasıyla etkisini tüm körfez bölgesine genişletmiştir.
Bu suretle İran, tarihinde jeopolitik potansiyelinin zirvesine ulaştığı bir dönemi
yaşamaya başlamıştır.

Amerika ve İngiltere’nin Irak’ta başarılı olması, keza Afganistan’da


istikrarın kurulması İran’ın elinde dersek mübalağa etmemiş oluruz. Hal böyle
iken, Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Türk cumhuriyetlerinde bölgesel güç
olma veya söz sahibi olma iddiası, kendisi de nükleer teknolojiye sahip

80
Arzu Celalifer : ”Türkiye-İran İlişkilerindeki Dönüm Noktaları ve Son Gelişmelerin
Değerlendirilmesi”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu(USAK),
http://www.turkishweekly.net/turkce/yazarlar.php?type=13&id.=92(Erişim Tarihi : 20.02.2006)
51

olmadığı takdirde, hele Avrupa Birliği’nin de dışında kalırsa inandırıcı


olmaktan çok uzak kalacaktır.81

Konu İsrail açısından incelendiğinde; Ortadoğu’ya İsrail’den sonra


ikinci bir nükleer gücün girmesi hiç şüphesiz bölgede halen yaygın olan
güvensizliği ve gergin ortamı alabildiğince arttıran bir problem olacaktır.

İsrail’in diğer korkusu da, İran’ın uydu yoluyla erken uyarı sistemine
kavuşmuş olmasıdır. İran, Rusya’nın da desteği ile kendi uydusu olan “Sina-
1” uydusunu yörüngesine yerleştirmiştir. İran önümüzdeki günlerde başka
uyduları da uzaya gönderme niyetinde olup, bu uyduları “Şahap 4” füzeleri ile
uzaya göndereceğini belirtmiştir.82

ABD ve İsrail bu gelişmeler ışığında İran’ın nükleer güce ulaşmasına


asla izin vermeyeceklerini ve gerekirse bir askeri harekâta bile girişeceklerini
açıklamışlardır. İran’da saldırıya uğraması durumunda silahlı kuvvetlerinin
cevabının “derhal, kesin ve yıkıcı” olacağını açıklamıştır.

İran’ın söz konusu durumu, İsrail’e büyük rahatsızlık vermektedir.


Diğer yandan bu tehlikenin bertaraf edilmesi de o kadar kolay
gözükmemektedir. Çünkü İran’ın nükleer tesislerini bir yerde toplamayıp ülke
geneline dağıttığı ve toprağın derinlerine gömdüğü konusunda istihbarat
bilgileri mevcuttur.

Ayrıca İran’ın Rusya’dan aldığı “Tor M-1” füzesavar sistemleri ile güçlü
bir hava savunma sistemine sahip olması bu ülkeye yönelik saldırı
seçeneklerini zorlaştırmakta ve kısıtlamaktadır. Aynı şekilde bu ülkenin bütün
dünyada terör faaliyetlerine girişme kapasitesinin bulunması da bir diğer

81
Özdem SANBERK : “Asimetrik Komşuluk Riski”, Radikal Gazetesi (1 Şubat 2006)
82
Sinan OGAN : “İran’ın Nükleer Krizine Farklı Bir Bakış”, Türkiye Uluslar arası İlişkiler ve
Stratejik Analizler Merkezi(TÜRKSAM),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=1&yazi=736( Erişim Tarih : 20.02.2006)
52

endişe kaynağıdır. Zaten Batılı uzmanlar da İran’ın nükleer tesislerine yönelik


bir askeri saldırının başarılı olacağına kesin olarak garanti verememektedir.83

Ülke yüzölçümünün küçüklüğü nedeniyle Stratejik bir derinliğe sahip


olmayan ve İran’a müdahaleyi planlayan İsrail’in, bu açığı kapatmak için
İran’la 450 km sınırı olan Türkiye’den yardım almadan bir operasyona
girişmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Dolayısı ile Türkiye - İsrail Stratejik işbirliği
bu noktada büyük önem kazanmaktadır.

Ancak Türkiye’nin karar alma sürecinde, karşısına iki ucu keskin bir
bıçak dikilmektedir. İran’a yapılacak bir müdahale ile İran rejiminin yıkılması,
bölgede bir Kürt devletinin kurulmasının son halkasını teşkil edecektir. Diğer
yandan İran’ın nükleer silahlara sahip olması Türkiye açısından kabul
edilemez bir olgudur. Son zamanlarda ABD ve İsrail’den üst düzey siyasi ve
istihbarat elemanların Türkiye ziyaretindeki sıklık, Türkiye – İsrail Stratejik
İşbirliği’nin daha da önemli hale gelmesi ve yeni boyut kazanması olarak
değerlendirilebilir. Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli husus, her
iki tarafta bu stratejik işbirliğinin gereklerini diğerinin politikalarına en az zarar
verecek şekilde yerine getirmesidir. Uygulanacak hal tarzı çok iyi etüt
edilmelidir. Yapılacak bir hatanın telafisi olmadığı gibi bedelinin de çok ağır
şartlarda ödenmesi söz konusudur.

2.5. Terör ve Terörle Mücadelede İşbirliği İhtiyacı

Terör, bugün dünyada uzmanların "asimetrik savaş" diye


nitelendirdikleri yeni bir savaş türü, daha acımasız çoğunlukla masum
insanlara zarar vermek suretiyle etkili olmaya çalışan, nerede ve ne zaman
ortaya çıkacağı belli olmayan sinsi bir tehlike olarak adlandırılmaktadır. Terör

83
Sinan OGAN : a.g.m., 3.
53

biçimindeki savaşın ne orduları, ne klasik silahları, ne de görevlendirilmiş


komutanları mevcuttur. Daha da kötüsü uzun vadeli yenme ya da yenilme
sonucu netlik kazanacak bir amacı da yoktur.

Türkiye özellikle 1984 yılından itibaren PKK terör örgütü ile tanışması
ile bu kavramı yakından tanımış ve ne anlama geldiğini 35 bin insan, 150 –
200 milyar dolar maddi kayıp, yakılan, yıkılan ve tahrip edilen bir altyapı,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin geri kalması, bölgede sağlıklı bir
güven ortamının oluşturulamaması gibi bir çok ağır bedel ödeyerek
öğrenmiştir.84

Terör yüzünden neredeyse yarım asırdır kaybettiğimiz insan sayısı


ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki ve Vietnam Savaşı’ndaki kayıplarına çok
yakın, hemen hemen Kore Savaşı’ndaki Amerikan kayıpları ile aynıdır. Terör
nedeniyle meydana gelen ekonomik kayıp, birçok ülkenin gayri safi milli
hâsılasından çok daha fazla olup bu rakam, Türkiye’ye ekonomik alanda bir
ülke kurabilecek kadar çok parayı kaybettirmiştir. Bu kayıpların sonucunda
oluşan işsizlik, yatırımlardaki ve gelirdeki düşme ve PKK terörü nedeniyle
gerilen ortam, demokrasiden ve insan haklarından verdiğimiz tavizler de
cabasıdır.85

İşin kötü yanı, Türkiye terörle mücadelede kazandığı birçok başarıya


rağmen hiçbir zaman tam anlamıyla terörün bittiğinden veya ne zaman
biteceğinden emin olamamıştır. Çünkü terör uyuyan bir yanardağ gibidir. Ne
zaman sinsi yüzünü gösterip faaliyete geçeceğini kestirmek gerçekten çok
zordur. Terörü destekleyen ülkelerin çıkar ve menfaatleri doğrultusunda
hangi adımın nerede atılacağını tahmin etmek neredeyse imkânsızdır. Bu
adım 11 Eylül’de Amerika’da İkiz kulelere uçak çarpması, başka bir gün
İstanbul’da patlayan bombalar şeklinde veya Londra’da metroda patlayan bir

84
Adnan ÖZÜDOĞRU : “Terör ve Batı”, Ortadoğu Gazetesi,
http://www.ortadogugazetesi.net/haber_d.asp?haber=3816 (Erişim Tarihi 20.02.2006)
85
Nilgün GÜLCAN : “PKK Mücadelemiz Başarılı mı ?”.Turkish Weekly ,15 Ekim 2005
54

bomba şeklinde kanlı yüzünü tüm çarpıklığı ile göstermektedir. Bilânçoya


bakıldığında en çok zarar gören kesim, masum, olan bitenden habersiz,
terörle hiçbir alıp veremediği olmayan insanlar olmaktadır.

İsrail’de benzer şekilde yıllardır terörle mücadele içinde olup


terörizmden en çok etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Bu tür terör
eylemlerinin en büyük nedeni İsrail – Filistin ihtilafından kaynaklanmaktadır.
1982 yılında başlayan terör eylemleri İsrail’i terörle mücadele konusunda
etkili tedbirler almaya zorlamıştır. Özellikle canlı bomba ve bomba yüklü
kamyonlarla düzenlenen terör eylemleri İsrail’i terörle birlikte yaşamaya
mahkûm etmiştir.

Terör ve şiddet olaylarından bunalan İsrail, Filistin tarafından geçen


eylemcileri kontrol etmek ve terör eylemlerini engellemek maksadıyla 750 km
uzunluğunda bir duvar inşasına dahi başlamış olup dünyadan gelen birçok
tepkiye rağmen bu duvarın yapım çalışmalarına tüm hızı ile devam etme
kararı almıştır.86

İsrail’de terör nedeniyle meydana gelen eylem ve saldırıların, alınacak


tüm tedbirlere rağmen devam etmesi muhtemeldir. Çünkü bölgedeki Arap
nüfusu İsrail’i kurulduğu günden itibaren düşman olarak algılamıştır. Diğer
yandan, Filistin seçimlerinde İsrail’in terör örgütü olarak nitelendirdiği
Hamas’ın başarı ile çıkması da, İsrail tarafından arzu edilen bir durum
olmamıştır. Dolayısı ile İsrail’i bulunduğu coğrafyada önümüzdeki günlerde
birçok problemin beklediği aşikârdır.

Buraya kadar bahsettiğimiz terör konusundaki benzer problemler iki


ülkeyi birbirine yaklaştırmaktadır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 1 Mayıs
2005 tarihinde İsrail’e yapmış olduğu ziyarette, İsrail’in Lübnan sınırından

86
Hürriyet (24 Şubat 2004)
55

geçişte kullanılan insansız hava aracı ve yeraltı kablosu gibi konularda İsrailli
yetkililerde temasta bulunulduğu basında yer almıştır.

Terör ve Terörle mücadele sürecinde iki ülkenin de birbirinden


öğreneceği birçok şey olduğu muhakkaktır. Ancak iki ülke içinde ortak
problem teşkil eden terör problemi ne yazık kısa dönemde çözümlenecek gibi
görünmemektedir. Bununla birlikte Teröre karşı iki ülkenin etkili işbirliğinin,
olayların engellenmesi ve mücadele bakımından başarılı bir sonuç
doğuracağı göz ardı edilmeyecek bir gerçektir.

Ancak Terör konusunda İsrail’le İşbirliği geliştirilirken son zamanlarda


bu ülkenin kuzey Irak’taki faaliyetleri de dikkatle takip edilmelidir. Ülkemiz
menfaatine ters düşen bir davranış mutlaka engellenmelidir.

3. TÜRKİYE – İSRAİL ASKERİ İŞBİRLİĞİNİN TÜRKİYE’YE


SAĞLAYACAĞI FAYDALAR

3.1 Stratejik Ortaklığın Türkiye’ye Bölgesel Güç Olma Yolunda


Katkıları

Türkiye bugün; Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği noktada bir


köprü, dünya güç dengesini etkileyebilecek sürekli ve çok yönlü çıkar ve güç
çatışmalarına sahne olan, Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına yakınlığı ve Orta
Asya'daki Türk devletleri ile tarihi ve kültürel bağları nedeniyle avantaja
sahip, önemli bir jeopolitik ve jeostratejik konumdadır.

Türkiye aynı zamanda Batı Avrupa’nın en büyük topraklarına sahip


devletidir. Askeri gücü bütün NATO ülkeleri içinde ABD’den sonra ikinci
56

sırada gelmektedir. 185 dünya ülkesi içinde nüfus itibarıyla 16., toprak
büyüklüğü itibarıyla 32. ve ekonomik gücü itibarıyla 16. sırada olan bir dünya
devletidir.87

Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik mevkii itibariyle;88

- Dünyanın en önemli petrol rezervlerine sahip Ortadoğu ve Hazar


Havzası,

- Önemli deniz ulaştırma yollarının kavşağı durumunda bulunan


Akdeniz Havzası,

- Tarihte her zaman önemini sürdürmüş olan Karadeniz Havzası ve


Türk Boğazları,

- SSCB ve Yugoslavya'nın dağılması sonucu yapısal değişikliklere


uğrayan Balkanlar,

- Etnik çatışmalar yanında, zengin tabiî kaynaklara sahip Kafkasya ve


bunun daha ötesinde, Orta Asya'nın oluşturduğu coğrafyanın merkezinde
etkili bir konumda bulunmaktadır.

Üç kıtayı birbirine bağlayan ve çok önemli bir jeostratejik konuma


sahip olan Türkiye, aynı anda bir Avrupa, Asya, Balkan, Kafkas, Ortadoğu,
Akdeniz ve Karadeniz ülkesidir. Kısacası Türkiye bir Avrasya ülkesidir.

Türkiye'nin jeostratejik önemini daha da arttıran özellikleri ise;

87
Onur ÖYMEN : Türkiye’nin Gücü (İstanbul, 1998), 356.
88
Milli Savunma Bakanlığı Resmi İnternet Sayfası :
http://www.msb.gov.tr/Birimler/GnPPD/GnPPDBeyazKBol1Kis2.htm (Erişim Tarihi :
21.02.2006)
57

- Demokratik, lâik, sosyal hukuk devletine sahip ve piyasa ekonomisini


kabul etmiş bir ülke olarak batı sistemlerini uygulaması ve Batı’nın tüm
kurumlarıyla bütünleşmeyi benimsemiş olması,

- 1990'lı yıllardan itibaren büyük değişmelere sahne olan Balkanlar,


Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle tarihten gelen kültür birliğine ve
gelişen olumlu ilişkilere sahip olması,

- Kafkasya ve Orta Asya petrol ve doğal gazının batıya ulaştırılması


için belirlenen güzergâhlardan birini ve en önemlisini ihtiva etmesi,

- BM ve NATO'nun barışı koruma, bölgesel güvenlik ve istikrara


yönelik girişimlerine iştirakleri ve bazılarında üstlendiği öncü rol ile Avrupa
güvenlik mimarîsi üzerinde tartışılmaz bir ağırlığının olması, nitelik ve nicelik
olarak Avrupa'da ve bölgesinde güçlü bir Silâhlı Kuvvetlere sahip olmasıdır.

Türkiye; Ortadoğu'ya barış ve istikrarın egemen olmasının, gerek


kendi güvenliği, gerek bölgesel ve global barış ve güvenlik açısından kilit bir
önemi haiz olduğu görüşündedir. Türkiye'nin Ortadoğu bölgesine yönelik
barışçı ve dengeli politikası devam etmektedir. Bu çerçevede, bir yandan
tarihsel yakınlığı olan Arap ve İslâm dünyasıyla ilişkilerine önem vermekte,
Filistin halkının meşru haklarını savunmakta, diğer yandan da İsrail'le hiçbir
bölge ülkesinin aleyhine olmayan, barış, istikrar ve refahın tesisine hizmet
edecek ilişki ve iş birliğini sürdürmektedir.89

Bölgede cumhuriyet ve demokrasi ile idare edilen, tek Müslüman ve


laik bir ülke olan Türkiye, yetmiş milyona yaklaşan nüfus potansiyeli, zengin
yeraltı ve yerüstü kaynakları ve her geçen gün gelişmekte olan ekonomik ve

89
Milli Savunma Bakanlığı internet sayfası :
http://www.msb.gov.tr/Birimler/GnPPD/GnPPDBeyazKBol2Kis4.htm (Erişim Tarihi
25.02.2006)
58

teknolojik gücü ile bölgede mevcut politik, askeri ve ekonomik dengeyi


bulunduğu tarafa kazandırabilecek milli güce ve coğrafyaya sahip bir
devlettir.

Bu özellikleri ile ulusal ve uluslararası güvenliği etkileyen çok yönlü


tehdit ve risklerin oluşturduğu istikrarsız bir bölgede yer alan Türkiye'nin
kalıcılığını, toprak bütünlüğünü ve ulusal çıkarlarını korumak üzere, iç ve dış
tehditleri karşılayabilecek, caydırıcı ve dış politikayı destekleyen yeterli bir
silahlı gücü elde bulundurması gerekmektedir. Değişen dünya koşulları ve
ortaya çıkan yeni görevlerin özellikleri gözetilerek Silahlı Kuvvetlerimizin
günün gerektirdiği modern ve etkin yapıyı sürdürmesi zorunlu olup Silahlı
Kuvvetlerimizin güçlü durumda tutulması, ulusal güvenliğimiz yönünden
büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin bölgesel güç durumunun pekiştirilmesi
için, Türk Savunma Sanayi’nin, Silahlı Kuvvetlerin gereksinimlerini yeterli
ölçüde karşılayacak olanak ve yeteneklere sahip olması yaşamsal
önemdedir.90

Türkiye Bölgesel güç olma yolunda elinde etkili bir silahlı güç
bulundurmak zorundadır. Bugün silahlı kuvvetlerin modernizasyonu için en
etkili çözüm yolu İsrail ile askeri işbirliğidir. Ancak bu işbirliğinden anlaşılması
gereken, iki ülkenin Ortadoğu problemlerine paralel ve birlikte yaklaşması
değildir. İki ülkenin de bölge sorunlarına göre örtüşen çözümleri olduğu gibi
birbirinden tamamen farklı politikaları da mevcut olabilir.

Türkiye tarih boyunca kazanmış olduğu büyük devlet vasfını hala


korumaktadır. Bugün, olağanüstü değişken olan dünya ve Ortadoğu siyaseti,
Türkiye’nin çok boyutlu, dengeli ve canlı bir dış politika izlemesini daha da

90
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 11 Ekim 2005 tarihinde TBMM’de yapmış olduğu
açılış konuşmasından alınmıştır,
http://www.cankaya.gov.tr/tr_html/KONUSMALAR/01.10.2005-438.html(Erişim Tarihi :
22.02.2006)
59

gerekli kılmaktadır. Ekonomik ve askeri gücümüz, çağdaş devlet yapımız,


sorunlar karşısında sergilediğimiz çözümden yana yaklaşımlar, ülkemizin
uluslararası alanda önemli bir aktör olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu nedenle hedefe ulaşma yolunda İsrail ile sürdürülen stratejik


işbirliği, bugün için anlamlı ve gereklidir. Her iki ülkede bu ilişkiden memnun
gözükmektedir. Ama unutulmaması gereken en önemli husus, uluslararası
ilişkilerde devletlerin hisleri ile değil menfaatleri doğrultusunda hareket
ettiğidir. Türkiye’nin İsrail ile olan stratejik işbirliğini, bu bilinçle devam
ettirmesinin bölge politikalarını kendi gücüne dayanarak ve bağımsız olarak
oluşturması açısından gerekli olduğunu değerlendiriyorum.

3.2. Türk Silahlı Kuvvetlerinin Modernizasyonu ve Savunma


Sanayinin Gelişimi Açısından Türk – İsrail İlişkileri

26 Ağustos 1996 tarihinde imzalanan “Savunma ve İşbirliği


Antlaşması” ışığında, İsrail öncelikle Türkiye’nin 54 adet F-4 uçağının
modernizasyonuna talip olmuştur. Daha sonra bunu birçok proje ve antlaşma
takip etmiştir.

O tarihten bu güne kadar İki ülke arasında yapılan antlaşmalara göre


uygulamaya konulan projelerden bazıları şunlardır.91

- Arrow Füze-Savar Füze Sistemi(Bu sistem İsrail ve ABD’nin


ortaklaşa geliştirdiği bir sistem olup üretiminde Türkiye-İsrail işbirliği
öngörülmektedir. Ancak üretimi için ABD onayı gerekmektedir)

91
Yavuz Gökalp YILDIZ; a.g.e.(2004)., 299.
60

- Popeye Füzesi(uçlarında kamera bulunan, havadan havaya veya


karaya atılan 150 km menzilli “akıllı” tip bir füzedir),

- Daliah Anti Radyasyon Sistemi,

- Harpy Anti-Radyasyon Füzesi(Bu füzeler 6 saat havada kalma


kabiliyetine sahip olup düşman radarlarını tespit edip imha etmektedir)

- Havadan İhbar Kontrol Uçağı,

- Harpoon Güdümlü Füzeler,

- İnsansız Hava Araçları,

- M60 A3 Tanklarının Kapasitesinin Yükseltilmesi,

- Helikopter – Taarruz Helikopterleri ve Modernizasyonu,

- Galil Piyade Taarruz Tüfeği,

- Simülatörler,

- Lahat Lazer güdümlü tanksavar mühimmatı,

- F-4 ve F-5 Uçaklarının Modernizasyonundan oluşmaktadır.

Yukarıdaki maddelerden de anlaşılacağı gibi projelerin büyük


çoğunluğunun askeri ağırlıklı olduğu görülmektedir. Türkiye-İsrail Stratejik
İşbirliğinin temelleri Türkiye’nin askeri ihtiyaçlarına çözüm bulma amaçlı
atılmıştır. Ancak başlangıçta bu doğrultuda başlayan ilişkiler zamanla diğer
alanlara da yayılarak özellikle ekonomik ve ticari alanlarda da ivme
kazanmıştır.
61

İkili Askeri ve Ticari İlişkiler kapsamında yürütülen bazı projelerin mali


boyutlarına gelince; İsrail 632 milyon dolar bedelle Türkiye’ye ait 54 adet F-4
uçağını modernize etmiş, 687.5 milyon dolar bedelle M-60 tank ihalesini
almış, 36 milyon dolara yüksek irtifa keşif podu ihalesi ve 183 milyon dolara
TSK’nın üç sistem İnsansız Hava Aracı (Heron) ihalesini kazanmıştır.92

Bu ilişkinin gelişmesindeki diğer bir boyut da, İsrail ile kıyaslandığında


Türkiye, ucuz işgücü imkânına sahip olmasının yanında gerek AB, gerekse
Türkî Cumhuriyetler ve Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT) ülkelerine coğrafi
yakınlığı nedeniyle başta tekstil olmak üzere diğer sınaî alanlarda önemli
işbirliğine fırsat sunmaktadır. İsrail’de Türkiye’nin bu durumunu çok iyi
algılayıp Türkiye ile olan ilişkilerini her alanda geliştirme yoluna gitmiştir.

Türkiye ilk olarak 1974 ABD silah ambargosundan sonra Milli


Savunma Sanayi’ni geliştirme kararı vermiş ve uygulamaya geçmiştir. Ancak
o tarihte Türkiye bugün de olduğu gibi gelişmekte olan ve sanayileşmeye
çalışan bir ülke konumunda olmuştur. Ayrıca askeri dış yardımlardan
yararlanmaya başladığı 1950'li yıllardan itibaren Milli Savunma Sanayi’ni
geliştirme faaliyetlerine gereken önemi vermemiştir.

Yerli savunma sanayini geliştirme konusundaki devlet girişimi ise


askeri vakıf girişimlerinden daha sonra Milli Savunma Bakanlığı’na(MSB)
bağlı olarak kurulan Savunma Sanayini Destekleme İdaresi tarafından
başlatılmıştır. Aynı zamanda oluşturulan Savunma Sanayini Destekleme
Fonu'nu kullanan bu kuruluş daha sonra Savunma Sanayi
Müsteşarlığı'na(SSM) dönüştürülmüştür.93

92
Barkın ŞIK : “İsrail, F-4 Uçaklarında İkinci Paketi de İstiyor”, Milliyet ( 7 Mayıs 2005)
93
Aytekin ZİYLAN(E.Tuğg.); ”Savunma Sanayinde Teknoloji Politikası”,
http://www.aselsan.com.tr/DERGI/temmuz2000/tek.htm (Erişim Tarihi : 02.03.2006)
62

Türkiye şu anda TSK ihtiyaçlarının yüzde 80’ini dışarıdan


karşılamaktadır. Türkiye’nin yapması gereken savunma harcamaları
mevcuttur. Bu harcamalar ulusal bir savunma sanayinin kurulmasını zorunlu
kılmaktadır. Türk Savunma Sanayi, kendi ordusunun ihtiyaçlarının yarısını
karşılayabilecek konuma gelse -ki bu yaklaşık 2,5-3 milyar dolarlık bir ciro
demek- o zaman uluslararası düzeyde de rekabet gücüne kavuşma imkanına
sahip olacaktır.94

Savunma sanayinde Türkiye’nin İsrail’le işbirliğine girmesi, bu ülkenin


ileri teknoloji geliştirmeye yatırım yapma politikasını uygulamasından
dolayıdır. Hemen bütün savunma sistemlerini, geliştirerek üretebilmiş olan
İsrail, savunma sanayinde uyguladığı bu politika ile aynı zamanda İsrail
ekonomisinin de temellerini atmıştır. Çünkü savunma amacıyla geliştirilen
teknolojiler sivil sanayide de kullanılmıştır. Bu durum sivil sanayinin
gelişiminde büyük rol oynamış, savunma sanayindeki yatırım ve gelişimler
ülke sanayinin adeta lokomotifi olmuştur.

İsrail, devlet olarak çizdiği savunma sanayi stratejisi çerçevesinde,


başta elektronik olmak üzere, katma değeri yüksek, kritik teknolojilerde
ihtisaslaşma kararı alıp "milli teknoloji düzeyini" oldukça yükseltmiş ve
şirketlerinin özgün ürün geliştirebilmesinden dolayı büyük ticari avantajlar
sağlamıştır. Askeri sistemler için geliştirilen yeni teknolojilerin yeni ve üst
düzey sivil sistemlerin geliştirilmesi için de kullanılması nedeniyle bu
yaklaşım İsrail'in ekonomik kalkınma mucizesinin en önemli öğesi olmuştur.95

Bugün itibarı ile savunma sanayi iki ülke arasında önemli işbirliği
alanlarından birisidir. İsrail’le 1996 yılında başlayan ilişki İsrail’i Türkiye’nin
savunma sanayi alanında en önemli ortaklarından birisi konumuna getirmiştir.
Türkiye kendi savunma sanayisini geliştirirken İsrail’den teknoloji desteğini ve

94
Erkan ACAR : “yazılım yapmamızı ABD engelledi”, Aksiyon, sayı 15, 18.10.2004,
http://aksiyon.com.tr/detay.php?id=16910 (Erişim Tarihi :12.03.2006)
95
Aytekin ZİYLAN(E.Tuğg.) : a.g.m.
63

ortak proje geliştirmeyi ülke menfaatleri açısından yararlı ve gerekli olarak


görmüştür.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, Türkiye’nin


savunma sanayisini geliştirirken, mutlaka sahip olduğu ve ürettiği her ürünü
tamamen bağımsız ve özgür olarak kullanabilme yeteneğine sahip olmasıdır.
Diğer bir deyişle bölgesinin en güçlü ordusu olarak bilinen TSK’nın donanım
yönünden hiçbir ülkeye bağımlı olmaması gerekliliğidir.

Türkiye’nin en önemli kurumlarından biri olan TSK’nın gücü, ülkenin


bölgedeki etkisini arttırmakta ve bölgeye istikrar ve güven getirmektedir. Bu
nedenle güçlü silahlı kuvvetlere sahip olma ve savunma sanayinde dışa
bağımlılığın mümkün olan nispette azaltılması büyük önem arz etmektedir.
Ulu önder Atatürk’ün verdiği “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” direktifinin
uygulanabilmesi, güçlü ve her an harbe hazır olmayı gerektirmektedir.96

Bu konuda güzel bir örnek vermek gerekirse; dünyanın en gelişmiş


savaş uçakları arasında sayılan F-16'ların milli elektronik harp yazılımına
sahip olması, F-16 fabrikasının Türkiye'de kurulduğu 1980'lerde sorun
olmuştur. Türk F-16'ları o dönemde NATO yazılımına sahip olduğu için Ege
üzerinde Yunan uçaklarını rakip olarak tanıyamamıştır. Görüşmeler sonunda,
Yunan uçaklarının 'tanınmasını' sağlayan milli yazılımın Türk uçaklarına
yüklenmesi üzerine anlaşma sağlanmıştır. Ancak milli yazılım sınırlı kalmış,
örneğin radar kapasitelerine yansıyamamıştır.97

Benzer bir durumda Türkiye'nin 10 yıl kadar önce açtığı saldırı/keşif


helikopteri ihalesinde yaşanmıştır. En uygun sistem olarak kabul edilen ABD
menşeli “Bell” helikopteri, seyrüsefer bilgisayarının kaynak kodlarının

96
Armağan KULOĞLU(E.Tümg.);a.g.m., 83.
97
Murat YETKİN : ”Milyarlık Oyuncaklar”, Radikal (8 Mayıs 2005)
64

Türkiye'ye verilmesi konusunda üretici firma ile anlaşma sağlanamadığı için


alınmamış, ihale iptal edilmiştir.

Yine uçaklara takılacak bomba sistemlerinde de benzer sorunlar


yaşanmıştır. Somut bir örnek vermek gerekirse Türkiye'ye (bir başka NATO
ülkesi) Fransa'dan 'Durandal BLU107’ bombalarından verilmiştir. Düşman
üslerindeki pistlerin tahribi amacıyla geliştirilmiş bu bombaların üzerindeki
Fransız-İsrail yazılımı, F-16 ve F-4 savaş uçaklarındaki ABD menşeli
yazılımlarla uyumlu olmaması ve kaynak kodlarının sağlanamamasından
dolayı tatbikatta dahi gereğince kullanılamamıştır. Bu nedenle pahalı
oyuncaklar olarak askeri depolarda son kullanım tarihlerinin dolmasını
beklemeye başlamışlardır.98

Askeri kaynaklar, İsrail'le yapılan görüşmeler sonucu, hem modernize


edilmekte olan 54 F-4 savaş uçağı, hem de insansız hava araçlarının yazılım
kaynak kodlarının sağlanması konusunda anlaşmaya vardıklarını, bunun
önemli bir gelişme olduğunu söylemektedir. Kaynak kodları sorunu, Harp
Akademileri Komutanı Hava Orgeneral Faruk Cömert tarafından 11-12 Mart
2005 tarihlerinde İstanbul'da düzenlenen bir toplantı sonunda ilk kez net ve
üst düzeyde dile getirilmiştir. Orgeneral Cömert bu konuşmada şu uyarıda
bulunmuştur;99

"Aldığımız birçok silah sistemlerinde kaynak kodlarına giremediğimiz


için, bu silahları arzu ettiğimiz hedeflere kullanamıyoruz. Dünyanın en
mükemmel elektronik harp sistemini alsanız bile, eğer ulusal yazılım
kabiliyetine sahip değilseniz, bu sistem hiçbir şey ifade etmemektedir.
Ancak zamanla yarış konusunu da göz ardı etmemeliyiz. Vaktinden
sonra edinilen bir silahın, Silahlı Kuvvetlere bazen yararı da
olmamakta, boşuna para harcanmaktadır"

98
Murat YETKİN : a.g.m
99
Murat YETKİN : a.g.m.
65

Mesele hata götürmez oranda önemlidir. Birinci Körfez Savaşı’nda


Komşumuz ırak yazılımları kendine ait olmayan silahların ne anlama geldiğini
acı tecrübeler yaşayarak öğrenmiştir. O tarihlerde Irak’ın elinde çok güçlü
silahlar ve savunma sistemleri mevcut olmasına rağmen hiçbirini
çalıştıramamıştır. Çünkü Batı’dan aldığı sistemleri Batılılar körletmiştir.
Dolayısıyla ilk Körfez Savaşı’nda Saddam’ın uçaksavar sistemleri, elektronik
atış kontrol sistemlerini kullanamamıştır. Irak birlikleri Radarlarını açtıkları an
radar ikazını alan uçak, radara füze yollamış ve uçaksavar mevzileri yok
edilmiştir.

Dolayısı ile Türkiye’nin bölgesinde etkili ve caydırıcı bir unsur olması,


kullandığı silah, araç ve elektronik cihazların tamamen milli yazılımlarına
sahip olmasından geçmektedir. Hali hazır durumda İsrail dünyadaki en
gelişmiş silah, teknoloji ve sanayi ürünleri üreten ülkelerin başında
gelmektedir. Türkiye, teknoloji olarak çağın gerisinde kalmamak için bu ülke
ile ticari ve askeri ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Ancak bu ilişkide Türkiye
savunma sanayinin temellerini sağlam atacak şekilde tedbir almak
durumundadır. Teknolojik ve kullanım bazında kendi milli yazılımları ile
Türkiye’nin üreteceği ve sahip olacağı tüm ürün, sistem ve teknoloji ülkemizin
caydırıcılık vasfını daha da arttıracaktır. Bu sayede gerek Ortadoğu, gerekse
diğer bölge komşularımızla ilişkilerimizde Türkiye’nin bu özelliği onu bölgede
lider ülke pozisyonuna yükseltecektir.

Unutulmaması gereken en önemli husus, gerek yazılım gerek yetki


olarak tam olarak kullanamadığımız her silah, teknoloji ve sistem aslında
bizim değil onu üreten ülkenin malıdır. İhtiyaç duyduğumuz hayati bir
durumda eğer bu araç ve silahları etkili olarak kullanamıyorsak, yada
müsaade edilmiyorsa bunlara harcanan her kuruş boşa gitmiş ve yanlış
kullanımla ekonomimize zarar vermiş bir kaynak israfı olarak
değerlendirilecektir.
66

3.3. Orta ve Uzun Vadede Geliştirilebilecek Sivil ve Askeri İşbirliği


Alanları

Türkiye ve İsrail arasında askeri işbirliğinin dışında çok çeşitli


alanlarda da önemli işbirliği imkânları bulunmakta olup, bunlar aşağıdaki
şekilde sıralanabilir.

- Ticari İşbirliği

- Ortak Yatırım

- 3. ülkelerle işbirliği

- Enerji alanında işbirliği

- Turizm alanında işbirliği

- Tarım alanında işbirliği

- Ulaştırma alanında işbirliği

- Bilişim alanında işbirliği

Diğer yandan Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Doğu ile Batı


arasında önemli bir enerji koridoru olacağı göz önüne alındığında, Türkiye’nin
dahil olduğu önemli petrol ve doğal gaz projelerinde İsrail’in de yer alması
mümkün gözükmektedir. Bu projeler;100

100
Ekrem GÜVENDİREN : “Türkiye-İsrail Ekonomik İlişkileri”, Görüş Dergisi, Sayı 56, (Eylül
2003) Görüş Dergisi(Tusiad) Ekim-Kasım 1998,
67

- Bakû - Ceyhan ham petrol boru hattı’nın gerçekleşmesi durumunda


İsrail’e petrol sağlanması,

- Mısır doğalgazının karadan geçecek bir boru hattıyla Türkiye’ye


nakledilmesi halinde, İsrail’in de doğalgaz ihtiyacının bir bölümünün söz
konusu hattan karşılanmasıdır.

Bu gelişmelerin ışığında Son olarak 3 Ocak 2005 tarihinde, Dışişleri


Bakanı Abdullah Gül, İsrail – Türkiye İş Konseyi Yönetim Kurulu üyeleri ile
Kudüs’te bir araya gelmiştir. Toplantıya, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu(DEİK),
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği(TOBB), Müstakil Sanayici İş Adamları
Derneği(MÜSİAD) temsilcilerinin yanı sıra İsrail tarafından İş Konseyi karşı
kanat Başkanı Alon Liel Başkanlığında RAD, Mer, Tadiran, Tahal, Merhav,
ECI, Bateman gibi telekom, mühendislik, su arıtma, inşaat alanlarında
faaliyet gösteren firma temsilcileri iştirak etmişlerdir. Toplantının sonunda,
Türk Telekom’un özelleştirilmesi, savunma sanayinde işbirliği, su ve sulama
alanlarında işbirliği, Türkiye’de güvenlik ve turizm alanında ortak yatırım,
tarım projelerinin özelleştirilmesi, petrol ve enerji alanlarında Orta – Asya
Cumhuriyetleri için Türkiye’yi kaynak ülke olarak kullanma, gibi konular
üzerinde mutabakata varılmıştır.101

Bunun yanında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 1 Mayıs 2005


tarihinde yapmış olduğu İsrail ziyaretinde, 17 tane askeri Proje içinde çalışma
başlatılması talimatı vermiştir. Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün de
iştirak ettiği bu ziyarette İsrail’den 880 milyon doları bulan askeri araç ve
gereçlerin alımı konusunda çalışma yapılmıştır.102

101
DEİK İnternet Sayfası : http://www.deik.org.tr/genel/2005117114320Israil-AbdullahGül-3-
doc. (Erişim Tarihi : 4 Ocak 05)
102
Necdet B. SİVASLI : “İsrail Gezisi, Sadece Turistik Bir Gezi mi ?”, Ortadoğu Gazetesi,
http://www.ortadogugazetesi.net/haber_d.asp?haber=2851(Erişim Tarihi : 05.03.2006)
68

Benzer gelişmeler Tarım alanında gerçekleştirilmiş olup GAP İdaresi


ve İsrail arasındaki ilişkiler, 1993 yılından beri yürütülmektedir. Mart 1998’de
GAP Bölgesinden bir grup girişimci, İsrail'i ziyaret etmiş ve ortaklaşa ikili
görüşmelerde bulunmuşlardır.

GAP İdaresi ve İsrail Dışişleri Bakanlığı Uluslararası İşbirliği Merkezi


(MASHAV), 1997 yılında işbirliği çalışmalarını başlatmıştır. Bu işbirliği
kapsamında, GAP İdaresi ve MASHAV Mutabakat Zaptının (MZ) genel
çerçevesi tanımlanmış olup GAP-MASHAV MZ’nın nihai hali 1 Ekim 2003
tarihinde imzalanmıştır. Belirlenen ortak işbirliği alanlarına yönelik olarak
tespit edilmiş olan ortak eğitim başlıkları çerçevesinde; "entegre bölgesel
kalkınma" için uygulamalı eğitim programları, "kırsal kalkınma" konularında
eğitim ve danışmanlık hizmetleri, "ekonomik kalkınma programı"
çerçevesinde yerel ekonomik girişimler, "talebe bağlı" deniz aşırı eğitim
programları öngörülmüştür. İsrail ve Şanlıurfa'da 1997 yılından itibaren
başlayan kurslarda sırasıyla 117 ve 99 kişi eğitime iştirak etmiştir. 103

GAP-MASHAV MZ aşağıdaki konuları kapsamaktadır:104

- Kurumsal kapasiteyi güçlendirmek amacıyla çok-disiplinli kurslar,

- Sulama ve gübreleme kursları,

- Tarımsal eğitim ve yayım kursları,

- Entegre Bölgesel Kalkınma Yönetimi üzerine Uluslar arası kurslar,

- İsrail'de MASHAV tarafından yapılan kurslara GAP İdaresi ve ilgili


kurumlardan personel katılımını kapsamaktadır.

103
Ayrıntılı bilgi için bknz:.http://www.gap.gov.tr/Turkish/Uiliski/dkp7.html#y4(Erişim Tarihi :
04.03.2006)
104
http://www.gap.gov.tr/Turkish/Uiliski/dkp7.html#y4(Erişim Tarihi : 02.03.2006)
69

Söz konusu MZ kapsamında en son olarak, 23 Şubat - 4 Mart 2004


tarihleri arasında, Şanlıurfa'da, Bölge'deki teknik uzmanların ve çiftçilerin
kapasitelerinin geliştirilmesi amacı doğrultusunda İsrail'den gelen uzman
eğitmenler ile gerçekleştirilen "Basınçlı Sulama ve Gübreleme" konulu bir
eğitim programı düzenlenmiştir.

19 – 20 Nisan 2004 tarihlerinde Ankara'da en son gerçekleştirilmiş


olan Türkiye – İsrail Karma Ekonomik Komisyonu Toplantısı'na yönelik
hazırlık çalışmasında; GAP Bölgesi'nde yatırım yapmak isteyen yerli ve
yabancı yatırımcılara danışmanlık, eğitim ve bilgilendirme hizmeti sunmak
üzere, Girişimci Destekleme Merkezleri(GİDEM) kurulmuştur. Bu işbirliği
çerçevesinde, GAP Bölgesi ve İsrail'deki yatırımcıların biraraya getirilmesi;
İsrail'in sulama konusundaki deneyimlerinden yararlanılması, kırsal kalkınma,
sosyal kalkınma ve çevre yönetimi gibi bölgesel kalkınmanın çeşitli sektörel
boyutlarına ilişkin uygulamalı eğitim programlarının düzenlenmesi önerileri,
Dış Ticaret Müsteşarlığı'na resmi olarak sunulmuştur.105

Bu gelişmeler ışığında İsrail’le 2005 yılı Ocak – Temmuz dönemi


ihracatımız 843 Milyon Dolara ulaşmıştır. Bu rakamlara göre İsrail en çok
ihracat yaptığımız ülkeler sıralamasında 12. sırada yer almakta ve İsrail’e
ihracatımız toplam ihracatımızın %2,05’ini oluşturmaktadır. Ankara Forumu
çalışmaları kapsamında Gazze Şeridi’ndeki Erez Sanayi Bölgesi’nin yeniden
canlandırılması çalışmaları İsrail’de yankı bulmaktadır.106

Her iki ülkenin karşılaştırmalı üstünlükleri bir araya getirildiğinde ve


ekonomilerin tamamlayıcı özellikleri, coğrafi yakınlığın sağladığı avantajlar

105
Karma Ekonomik Komisyon Toplantıları Kapsamında Yabancı Ülkelerle İlişkiler :
http://www.gap.gov.tr/Turkish/Uiliski/dkp7.html#y4 (Erişim Tarihi : 27.02.2006)
106
.TC TEL-AVİV Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği Temmuz 2005 Aylık Raporu :
http://www.counsellors.gov.tr/upload/IL/TEMMUZ2005.doc (Erişim Tarihi : 03.03.2006)
70

göz önüne alındığında Türkiye ile İsrail arasında son derece geniş ekonomik
işbirliği olanaklarının mevcut olduğu görülmektedir.

1990’lı yılların başlarından itibaren hızla gelişen iki ülke ilişkileri, bölge
ülkelerinin tepkisini çekmemek için bu güne kadar mümkün olduğunca
dengeli bir politika izlenerek yürütülmüştür. Türkiye’nin İsrail’le geliştirdiği
ilişkiler ve ortaklaşa yürüttüğü projeler Ortadoğu Barış Sürecinin başlaması
ile birlikte “Arap Vetosu”nun kalktığına ilişkin bir rahatlama ortamından da
istifade edilerek daha da gelişmiştir. Ancak Ortadoğu’da sağlıklı bir istikrar
yapısı oluşturulmadan ve tam olarak bir barış ortamına ulaşılmadan Türkiye –
İsrail ilişkilerinin denge politikası ekseninde devam edeceği
değerlendirilmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

STRATEJİK ORTAKLIĞIN ORTADOĞU BÖLGESİNE ETKİLERİ

1. TÜRKİYE – İSRAİL ASKERİ İŞBİRLİĞİNE TEPKİLER

1.1. Stratejik İşbirliğine Dünyadan Gelen Tepkiler

Türkiye – İsrail arasında imzalanan “Askeri Eğitim ve İşbirliği


Antlaşması”nın herhangi bir devlete karşı yöneltilmiş olmadığına ilişkin
açıklamalar resmi makamlarca sürekli dile getirilmiş olmasına ve Türkiye’nin
17’si İslam Konferansı Örgütü üyesi toplam 29 ülke ile benzer askeri eğitim
ve savunma sanayi işbirliği antlaşmaları bulunduğunu açıklamasına rağmen,
başta Arap dünyası olmak üzere Yunanistan, Ermenistan bu antlaşmaya
tepki göstermişlerdir. Antlaşmanın imzalanması ve açığa çıkmasından
itibaren bu konu haftalarca dünya ve Arap basınında yer almıştır.107

Antlaşmaya tepki gösteren ülkelerin savundukları en önemli tez, iki


ülkenin Ortadoğu ve komşu ülkelere karşı bu antlaşmayı imzalayarak
işbirliğine gittiği ve bu durumun bölgedeki barış ortamını tehdit eden bir unsur
haline geldiği olmuştur. İsrail ve Türkiye’nin bu işbirliği ile özellikle Suriye, Irak

107
Türel YILMAZ : a.g.e., 67.
72

ve İran’a karşı pozisyon üstünlüğü yarattığı ve bölge ülkeleri üzerinde büyük


bir tehdit oluşturduğu uluslararası platformlarda defalarca dile getirilmiştir.

Yine bu eleştiriler kapsamında söz konusu antlaşma ile Türkiye’nin


İsrail’e üs verdiği ve İsrailli pilotları eğittiği, İsrail’e Suriye ve İran’ı İzleme
olanağı tanıdığı, Türkiye’nin bu yardımına karşılık İsrail’in de Suriye, Irak ve
İran sınırlarında konuşlanmış bulunan Türk birliklerinin eğitimi ve donatımı
konusunda Türkiye’ye yardımcı olduğuna ilişkin değişik yorumlar da
yapılmıştır.108

Bu eleştirilerin dozu, 5 – 9 Ocak 1998’de Türkiye, İsrail ve ABD


tarafından Doğu Akdeniz’de icra edilen ve Ürdün’ün de gözlemci olarak
katıldığı “Reliant Mermaid” (Güvenilir Denizkızı I Tatbikatı)’ndan sonra daha
da yükselmiştir. Hatta 16 Eylül 1998 tarihinde Kahire’de toplanan İslam
Konferansı Örgütü’nün yapmış olduğu toplantıda Türkiye – İsrail İşbirliğinin,
Arap ulusal çıkarlarını tehdit ettiği ve Ortadoğu’nun haritasını değiştirmek
konusunda atılmış bir adım olarak değerlendirilmiş ve Türkiye’nin Antlaşmayı
yeniden gözden geçirmesi isteği dile getirilmiştir.

Rusya ise, Türk – İsrail anlaşmasına endişelerini çeşitli vesilelerle


ifade etmiştir. Dönemin Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeni Primakov Ekim
1997’de İsrail’e yapmış olduğu ziyaret sırasında, özellikle istihbarat
alanındaki işbirliği nedeniyle, Rus endişesinin yanında Suriye’nin kaygılarının
da anlayışla karşılandığını söylemiştir109. Rusya ayrıca Ocak 1998’de, Türk –
İsrail – Amerikan “Güvenilir Denizkızı I” tatbikatını da kınamıştır.

Diğer yandan NATO’nun genişleme sürecinden endişe eden Rusya,


NATO üyesi Türkiye’nin ABD ve İsrail ile askeri/stratejik işbirliği yaparak
Kafkasya’daki askeri varlığına meydan okuduğunu düşünmekte, bu bölgede

108
.O.Metin ÖZTÜRK : a.g.m., 255.
109
.Efraim İNBAR : a.g.e, 63.
73

Türkiye’nin siyasal ve askeri alandaki çabalarından rahatsızlık duymaktadır.


Rusya bu duruma tepki olarak, Suriye, Ermenistan ve Güney Kıbrıs Rum
Kesimi ile geliştirdiği ilişkilerle Doğu Akdeniz’de etkinlik sağlayarak, hem
NATO’nun genişleme sürecine karşılık verme hamlesi yapmakta, hem de
Körfez ve Hazar havzasını kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Bu
bağlamda Moskova Türkiye’nin Orta Asya ülkelerindeki aktifliğini durdurma
yolları aramakta, Araplarla aynı cephede yer alan Kürtlere destek
vermektedir.110

Bu antlaşmaya ABD, Ortadoğu ülkelerine göre oldukça farklı bir açı ile
yaklaşmıştır. Kafkaslar’da, Ortadoğu’da ve Balkanlar’da Soğuk Savaş
sonrası etkin rol oynamak isteyen ABD, bölgede Türkiye’ye önemli bir misyon
yüklemek istemiştir. Bu misyonun bir gereği olarak Ortadoğu ülkelerinin
tersine, bu Statejik İşbirliğine tam destek vermiştir111. İki ülke ilişkilerinin
ABD’nin bölgesel politikaları için çok önemli olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Batı ülkeleri ise bu Antlaşmayı, bölgelerinde Arap çoğunluktan


olmayan demokrasi ile yönetilen ve piyasa ekonomisine sahip iki ülkenin
bölgedeki yalnızlığına bir çözüm bulma amaçlı işbirliğine gitmeleri şeklinde
yorumlamışlardır. Yine bazı çevrelerce o dönemde Avrupa Birliği tarafından
istediği destek kendine gösterilmeyen Türkiye’nin güvenlik arayışı içine girdiği
ve bu sorunu İsrail’le işbirliğine girerek çözme yoluna gittiği şeklinde dile
getirilmiştir.

Konuyu özetlemek gerekirse Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği,


antlaşmanın imzalandığı tarihten günümüze kadarki süreç içinde, tüm dünya
basınında birçok kez yer almış ve birçok uluslararası ilişkiler uzmanı
tarafından tüm yönleri ile değerlendirilmiştir. İki ülkenin imzalamış oldukları
antlaşmanın kapsamının basına yansıdığı şeklinden çok daha büyük çaplı

110
.Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e.(2004), 305.
111
.Hüseyin AKYOL : ”Ortadoğu Denkleminde İsrail-Türkiye İlişkileri (Ankara,1998), 13.
74

olduğu ifade edilmiş ve bu konuda değişik senaryolar üretilmiştir. Ortadoğu


bölgesinde değişik menfaat ve çıkarları olan ülkelerin çoğunluğu bu işbirliğine
temkinli ve sorgulayıcı bir tarzda yaklaşırken, başta ABD olmak üzere
İngiltere’nin başını çektiği bazı Avrupa ülkeleri ise bu işbirliğini, olması
gereken bir durum olarak değerlendirmiştir. Hâlihazır durum itibarı ile Türkiye
ve İsrail Antlaşmadan doğan herhangi bir yükümlülükleri ile birbirine karşı
açık bir destek faaliyetinde bulunmamışlar, ancak bazı olaylara karşılıklı
olarak ilgisiz ve tarafsız kalma yolunu seçmişlerdir. Bu durum birçok ülke
tarafından iki ülkenin çıkar işbirliğinde bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır.
Mesela PKK olayında İsrail tarafsız görünmeyi tercih ederken, Türkiye’de
Filistin barış sürecinde konuyu iki ülkenin iç sorunu olara algıladığını belirtmiş
ve soruna müdahil olmama yolunu tercih etmiştir.

Ancak dünyadan gelen yorumlar bu duruma tezat teşkil etmiştir.


Mesela PKK liderinin Kenya’da yakalanmasında İsrail istihbaratının Türk
istihbaratına yardım ettiği konusunda dış basında birçok yazı yer almış, keza
İsrailli pilotların karşılıklı mübadele kapsamında Konya ovasında yapmış
olduğu eğitimler yine uluslararası basın tarafından “İsrail’in Suriye, Irak ve
İran’a karşı hava keşfi yaptığı ve istihbarat bilgileri topladığı” şeklinde
yorumlanmıştır.

Antlaşmanın ardından yapılan spekülasyonlar ve ileri sürülen abartılı


iddialar bir yana, gerçekte bu ittifak Ortadoğu’nun stratejik haritasını
değiştirebilecek ve hatta İsrail’in stratejik bakımdan tecrit edilmişliğini sona
erdirebilecek bir potansiyele sahiptir ve Türkiye ile İsrail arasında güçlenerek
devam edebilecek bir ilişkinin başladığı anlamına gelmektedir.112

Dolayısı ile Türkiye ve İsrail’in Ortadoğu’da Stratejik İşbirliğine


gitmeleri konusunda tüm dünyada önümüzdeki dönemde birçok senaryo ve
görüşün oluşturulacağı kuvvetle muhtemeldir. Çünkü iki ülkenin işbirliğinden

112
.Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e.(2004), 292.
75

meydana gelen sinerji etkisi Ortadoğu’da menfaati olan bir çok ülkeyi tedirgin
etmektedir. Üstelik bu ilişkinin arkasında ABD gibi bir gücün de desteğini açık
olarak ifade etmesi bu ülkeler açısından bir açmaz oluşturmaktadır. Bahse
konu ülkelerin bölge ile ilgili politikalarını oluştururken ister istemez bu
işbirliğini göz önüne almak zorunda olmaları kendilerini rahatsız etmektedir.
Dolayısı ile bu işbirliğine tepkilerin kaynağındaki asıl nedenin bu yaklaşım
tarzı olduğu değerlendirilmektedir.

1.2. Ortadoğu ve Arap Ülkelerinden Gelen Tepkiler

Arap ülkelerinin çoğu, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmayı,


Türkiye’nin 1949 yılında İsrail’i tanımasından sonra İslam dayanışmasına
yönelik ikinci bir ihaneti olarak algılamıştır. İki ülkenin, ikili ilişkilerin üçüncü
taraflara karşı olmadığı şeklinde açıklamaları da Arapların endişelerini
yatıştırmada yeterli olmamıştır.

Stratejik İlişkiye Arapların ortak olarak ilk tepkisi 1996’da Kahire de


toplanan Arap zirvesinde olmuştur. Suriye’nin Türkiye’nin kınanması için
sunduğu önerge yumuşatılarak zirveden Ankara’yı ‘pakt’ı tekrar
değerlendirmeye ve ‘Arap ülkelerinin haklarını ihlale’ yönelik girişimlerden
uzak durmaya çağıran bir karar çıkarılmıştır.113

İran ise Antlaşmanın imzalandığı tarihlerde Türkiye’nin İsrail’le özellikle


askeri alanlarda imzaladığı antlaşma ile kendisini İslam dünyasından
uzaklaştırdığını iddia etmiş ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik yapmış olduğu
operasyonlarında bölgeye İsrailli uzmanların da girdiğini, bu durumun
Ortadoğu’da dengeleri bozacağını öne sürmüştür. Arap-İsrail Barış Süreci
kapsamında Türkiye – İsrail ilişkilerinin gelişmesi ve işbirliğinin oluşması ile

113
Efraim İNBAR : a.g.e., 71.
76

bu işbirliğinin Azerbaycan ve Orta Asya’ya doğru ilerlemesi ile bölgesel


rekabet sinyalleri alınmaya başlaması ile birlikte İran, büyük endişeye
kapılmıştır114. İran ayrıca Türk – İsrail Askeri Anlaşması’nı kendi güvenliğine
önemli bir tehdit olarak algıladığını her fırsatta dile getirerek Türkiye’nin İslam
ve Arap dünyası ile ilişkilerini bu bağlamda koparmaya çalışmaktadır. Bunun
somut göstergesi Aralık 1997’de Tahran’da yapılan İslam ülkeleri zirvesinde
yaşanmıştır. Türkiye – İsrail işbirliği öylesine yoğun bir biçimde eleştirilmiştir
ki, Süleyman Demirel toplantıyı terk etmek zorunda kalmıştır.115

Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’nden en fazla etkilenen ve en büyük


tepkiyi gösteren ülke Suriye olmuştur. Türkiye ve İsrail’in stratejik işbirliğine
gitmesi her iki ülke ile de komşu olan Suriye’nin kuşatılmışlık hissine
kapılmasına neden olmuştur. Suriye, PKK terör örgütünün kurulduğu tarihten
itibaren bu örgüte karşı açıkça destekte bulunmayı ve bu sayede ortaya
çıkan dolaylı bir savaş ortamı sayesinde Türk ekonomisinin kalkınmasını
önleme ve Türkiye’nin bölgede etkili ve lider bir ülke olmasını engelleme
konusunda hiçbir sakınca görmemiştir. Üstelik PKK sorununun yanında, Su
ve Hatay sorunu yıllardır Suriye ile Türkiye arasında problem teşkil etmiştir.
16 Eylül 1998 yılında dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in
konuşması ile başlayan Türkiye – Suriye gerginliği, bir anlamda Suriye’yi
köşeye sıkıştırmıştır. Muhtemel bir savaş durumunda Türkiye’nin kararlı tavrı
yıllardır PKK Terör örgütü liderinin ülkesinde yaşamasına izin veren
Suriye’nin geri adım atmasına neden olmuş ve Abdullah Öcalan’ın Suriye
sınırlarının dışına çıkarılması ile son bulmuştur.

Şüphesiz bu olayda Türkiye’nin kararlı ve etkili tavrının yanında


Suriye’nin muhtemel bir savaşta Türkiye – İsrail işbirliğinin boyutları
konusunda tam olarak fikir sahibi olamamasının da büyük rolünün olduğu
muhakkaktır. Bu nedenle Suriye, her platformda Türkiye – İsrail

114
Türel YILMAZ : a.g.e., 67.
115
Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e.(2004), 302.
77

yakınlaşmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiş ve iki ülkenin stratejik


işbirliğinin kendisine karşı olduğunu beyan etmiştir.

Suriye’den sonra Türkiye’ye karşı en katı tutum takınan ikinci ülke


Libya olmuştur. Libya Türkiye’nin Suriye’ye karşı yapacağı muhtemel bir
saldırıyı kendisine karşı yapılmış sayacak kadar cüretkâr açıklamalarda
bulunmuştur. Hatta Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi bununla da
kalmayıp ülkedeki Türk şirketlerini kapatıp Yunanlı şirketlerin çalışmasına izin
vereceklerini söylemiştir.116

Irak’ta Türkiye – İsrail işbirliğine karşı Suriye’ye benzer çekincelerini


dile getirmiş ve iki ülke arasındaki bu işbirliğini tenkit etmiştir. Ancak
anlaşmanın kendinden çok İran ve Suriye’ye yönelik olması, Irak’ın daha çok
bekleme politikası uygulamasına neden olmuştur. Bunda birazda Irak’ın 1991
yılında 1. Körfez Savaşı’ndan çıkmış olması ve BM tarafından bir dizi
ambargoya maruz bırakılması da büyük bir etken olmuştur. Savaştan
ekonomik bir yıkım içinde çıkan Irak, eski gücünü kaybetmiş olmanın da
etkisi ile stratejik işbirliğine büyük çaplı bir tepki göstermemiştir.

Aslında bireysel tepkilerden çok Arap ülkeleri Türkiye’nin İsrail ile


ilişkilerinden rahatsızlıklarını hem İslam Konferansı Teşkilatı’nın
toplantılarında hem de Arap Birliği toplantılarında toplu olarak dile
getirmişlerdir. Bu tepki, 16 Eylül 1998’de Kahire’deki Arap Birliği toplantısında
Türkiye’nin kınanması şeklinde olmuştur. Daha sonra her platformda
Türkiye’nin İsrail’le olan işbirliğinden duyulan rahatsızlık dile getirilmiştir.

Arapların bu işbirliğine tepkileri devam ederken, Ortadoğu bölgesinde


Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’ne diğer Arap ülkelerine nazaran Türkiye’yi

116
Ebubekir CEYLAN : ”Arap Milliyetçiliği ve Yeni Ortadoğu Fotoğrafı”, Avrasya
Dosyası(İsrail Özel), C.5, S.1 (İlkbahar 1999), 221.
78

tam olarak karşısına almayıp bekle gör politikası izleyen iki Arap ülkesi
olmuştur. Bunlar Mısır ve Ürdün’dür.

Askeri İşbirliği Antlaşmasının imzalandığının duyulmasından sonra, 2


Mayıs1996 tarihinde dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Amr Mousa Türkiye’ye
gelmiş ve kendisine Türk yetkililer tarafından Antlaşma’nın detayları hakkında
bilgi verilmiştir. Ancak bakan Mısır’a dönüşünde yaptığı açıklama da Türkiye
– İsrail arasında imzalanmış olan Askeri Antlaşma’nın sadece bir eğitim
antlaşması olup saldırgan amaç taşımadığına karşı kendisine verilen bilgiler
konusunda tereddütleri olduğunu ve tam olarak tatmin olmadığını
117
açıklamıştır.

Mısır zaman zaman Türkiye’nin İsrail’le olan Stratejik İşbirliğini


eleştirmekle birlikte yukarıda da bahsettiğimiz gibi Türkiye ye tamamen
düşmanca ve hasmane şekilde bir tutum takınmamıştır. Bunun en önemli
nedenlerinden biri 1993 yılında başlayan Ortadoğu Barış Süreci ve bu
bağlamda gelişen ABD – Mısır yakınlaşması ile birlikte ABD’nin Mısır’a her yıl
vermeye başladığı 2 milyar dolar civarındaki yardım olduğu
değerlendirilmektedir.118

Türkiye – İsrail yakınlaşmasına bölge politikaları açısından olumlu bir


yaklaşım gösteren diğer bir ülke de Ürdün olmuştur. Hatta Ürdün bu konuda
bir adım daha atarak 5 – 9 Ocak 1998 yılında İsrail’in Hayfa limanı
açıklarında icra edilen ve Türkiye, ABD ve İsrail’in iştirak ettiği “Güvenilir
Denizkızı I” tatbikatına “gözlemci” statüsüyle katılmış ve bu nedenle Arap
dünyasından büyük tepki almıştır. Ortadoğu da İsrail’le barış antlaşması
imzalamış iki Arap ülkesinden biri olan Ürdün’ün de ABD ile sıcak ilişkilerinin
mevcut olması ve bu bağlamda, ABD ile 24 Ekim 2000 tarihinde Serbest

117
Türel YILMAZ : a.g.e., 70.
118
Tayyar ARI : a.g.m., 238.
79

Ticaret Antlaşması imzalaması119 iki ülkenin işbirliğine sıcak bakmasındaki


önemli etkenler olarak gözükmektedir.

Türkiye – İsrail birlikteliği karşısında sözlü olarak rahatsızlığını dile


getiren ve Türkiye – İsrail ittifakını kendilerine bir tehdit olarak değerlendiren
Araplar, söylem bazındaki tepkilerini o tarihlerde uygulamaya da geçirip
bölgesel ittifaklarda değişiklik yapmaya ve aralarındaki safları kapatmaya
yönelmişlerdir. NATO üyesi olan Türkiye’nin İsrail ile işbirliğini bu bağlamda
Araplar ulusal güvenliklerine bir tehdit olarak görmüşler ve bu görüşlerini
günümüze kadar taşımışlardır. Bu bağlamda 1997 Haziran ayında bir araya
gelen sekiz Arap ülkesi(Suriye, Mısır, Suudi Arabistan ve Basra körfezindeki
beş küçük Arap ülkesi ) İsrail’i dışlayacak bir Arap ortak pazarı kurulması
konusunda adım atmışlardır. 120

Ancak, bölgesel karşı ittifak girişimleri başarısızlığa uğramıştır. İran ve


Irak’ın çatışan çıkarların ve ikisi arasındaki uzun savaşın(1980 – 1988)
yaralarının yanında Suriye – Irak rekabeti, Türk – İsrail karşıtı bir ittifak
kurulmasını önlemiş ve hatta bu ortaklığa karşı düzenlenecek eşgüdümlü
hareketlere karşı da ciddi sınırlar koymuştur.121

Türk ve İsrail arasındaki özellikle 90’lı yıllarda başlayan hızlı ve yoğun


ilişkilerden dolayı, Arapların tepkileri kendilerine göre tutarlı ve şaşırtıcı
değildir. Bu tepkilerin dozunun zaman zaman artmasında iki ülke arasındaki
ilişkilerin boyutunun yanında yine Türkiye ve İsrail üst düzey yetkililerin
yapmış olduğu açıklamaların da büyük etkileri olmuştur.

119
Ayrıntılı bilgi için bkz.Dış Ticaret Müsteşarlığı,
http://www.dtm.gov.tr/pazaragiris/ulkeler/urd/urd-ulk-dis.htm (Erişim Tarihi : 12.03.2006)
120
Yavuz Gökalp YILDIZ : a.g.e(2004), 303.
121
Efraim İNBAR : a.g.e., 76.
80

Zamanın İsrail Savunma Bakanı Yitzhak Mordechai’nin Türk basınına


yapmış olduğu açıklamada; 122

“Bir saldırı durumunda topraklarımızın kullanılması ya da savunulması


için Türkiye ile aramızda bir antlaşma yoktur. Ancak, eğer İran, Irak
veya Suriye gibi ülkeler, Türkiye’ye karşı şiddete başvurmak isterlerse,
bilmelidirler ki, birleşik bir kuvvetle karşı karşıya geleceklerdir.”

Bu tabirden o dönemde anlaşılan, taraflar gerektiğinde birbirlerinin


hava sahlarını, hava alanlarını ve deniz limanlını kullanabilecekleri olmuştur.
Bu nedenle Türkiye, İsrail ile işbirliğinden, stratejik anlamda caydırıcılığını
arttırmasını beklerken; İsrail’in buna karşılık olarak, stratejik derinlik elde
etme beklentisi içinde olmuştur.

1.3 İçten Gelen Siyasi ve Politik Tepkiler

Türkiye ile İsrail Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması’nın


duyulmasından itibaren her iki ülkenin de içinden bu işbirliğine muhalif sesler
yükselmiş, bu antlaşmanın başlangıçta gizli olarak yapılması nedeniyle birçok
kesim antlaşma hakkında olumlu ve olumsuz tepkilerini dile getirmiştir. Bu
tepkiler her iki ülke basınında da uzun süre yer almış ve stratejik işbirliğinin
bilinen detayları hakkında fikirler ileri sürülmüş ve konu geniş çaplı olarak
tartışılmıştır.

İsrail ile ilişkilerin gelişmesi ve Askeri Eğitim ve İşbirliği Antlaşması


konusunda o dönemde Türkiye’de mevcut olan görüşler genel olarak üç
grupta toplanabilir.123

122
Mustafa KİBAROĞLU : ”Turkey and İsrael Strategize”, Middle East Quarterly, Winter
2002, Volume IX, Number I, 64.
81

- Türkiye’de bulunan İslamcı kesim, Askeri Antlaşmaya dini nedenlerle


başlangıçtan itibaren şiddetle karşı çıkmış,

- İslamcı kesimin söz konusu düşüncesinin tersine Arap dünyası ile


ilişkileri tarihi açıdan değerlendirerek, Arapların Türklere karşı hiçbir zaman
dostça davranmadığını düşünen ve Araplarla işbirliğini Türkiye açısından
faydalı görmeyen diğer bir kesim, İsrail ile imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği
Antlaşmasını savunmuş,

- Bu kesimin dışında kalan diğer bir grupta Araplardan Türkiye’ye


fayda gelmediğini kabul etmekle birlikte, Türkiye’nin Ortadoğu’da 100 milyon
Arap’la yaşamaya mahkûm olduğunu, bu nedenle onlarla düşman olmak
yerine ilişkilerimizi geliştirmemiz gerektiğini vurgulamışlardır.

Türkiye – İsrail ilişkilerine en büyük tepkiyi İslami kesim göstermiştir.


Bu kesimin özellikle Filistin’e karşı besledikleri sempati bu görüşü daha da
kuvvetlendirmiştir. Özellikle İslami basında yer alan birçok haberde iki ülke
ilişkileri tenkit edilmiş ve Türkiye’nin Ortadoğu’da İsrail’le değil Araplarla
İşbirliğine gitmesi gerektiği yorumları yer almıştır. 1996 – 1997 yılları
arasında Başbakanlık yapmış ve bu kesimin öncüsü olan Refah Partisi lideri
Necmettin Erbakan’da iktidara gelmeden önce benzer söylemleri dile
getirmiştir. Erbakan daha da ileri giderek Türkiye’nin hem Yahudilerle hem de
Batı ile olan ilişkilerini eleştirmiş ve İslam ülkeleri ile her alanda bütünleşmeyi
savunmuştur. Bu nedenle iktidara geldiğinde özellikle İsrail tarafında endişe
oluşturan, İslami ağırlıklı RefahYol hükümeti, beklenenin aksine İsrail’le
normal ilişkiler yürütmüş ve bu konuda var olan politikayı değiştirmediği gibi,
bu dönemde İsrail'le ilişkiler daha da ilerlemiştir. İktidara geldikten kısa bir
süre sonra RefahYol hükümeti daha önce görüşmeleri başlayan, ancak kendi

123
“The Turkish-İsraeli Affair”, The Economist, Vol.348, No.8086, September 1998, 55-56.
82

hükümetleri döneminde sonuçlanan 54 Fantom uçağının modernizasyonu


anlaşmasını imzalamıştır.

Aynı şekilde görüşmelerine daha önce başlanan Serbest Ticaret


Anlaşması bu hükümet sırasında Meclis'ten geçirilmiştir. Yine iki ülke
arasında savunma alanında bilgi transferini ve teknisyen ve araştırmacıların
karşılıklı eğitimini öngören Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması, 28 Ağustos
1996'da imzalanmıştır. Belki diğerleri kadar ilgi çekmeyen ancak çok daha
önemli bir husus da Refah Parti'li bazı milletvekillerinin çeşitli vesilelerle
İsrail'i ziyaret etmeleri ve Ankara'da yapılan İsrail'in kuruluşu kutlamalarına
katılmaları olmuştur.124

Diğer yandan bu İşbirliğine özellikle Türk iş dünyasının bazı


kesimlerinden de büyük tepkiler gelmiştir. Bu kesimin savunduğu görüşe göre
İsrail’le gelişen ilişkiler Türkiye’nin Arap dünyası ile ticaret ilişkilerini olumsuz
yönde etkilemektedir. Bu ilişkiden rahatsızlık duyan Arap ülkeleri Türk
mallarına karşı tepki göstermektedir. Araplar İsrail’le yakın ilişkilerinden
dolayı Türkiye’nin ticari mallarına örtülü bir ambargo uygulamaktadır.
Özellikle gıda ürünleri ihracatında da bu kesim tepkilerini zaman zaman dile
getirmiş ve zor durumda olduklarını beyan etmiştir.

Genel bir Türk Politikası perspektifinden konuyu incelediğimizde,


1990’lı yıllarda başbakanlık yapan Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi liderler
İsrail ile iyi ilişkiler geliştirmek yolundaki isteklerini, kamuoyuna verdikleri
demeçleri ve gerçek politikaları ile göstermişlerdir. 1996 yılından itibaren
Bülent Ecevit ve İsrail’e karşı soğuk tavrı olan Alparslan Türkeş’te artan
ilişkileri desteklemeye karar vermiştir. Türkeş’in bakış açısına göre, 1996
askeri antlaşmasıyla Türkiye Ortadoğu bölgesindeki en güçlü devleti yanına

124
Meliha ALTUNIŞIK : ”Türkiye-İsrail Fırsatlar Sınırlılıklar”,Görüş Dergisi(Tusiad) Ekim-
Kasım 1998, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/37/html/sec9.html(Erişim Tarihi : 15.03.2006)
83

çekmekle birlikte Yunanistan ve Suriye ile olan anlaşmazlıklarında da büyük


bir güç kazanmıştır.125

Bugün Türkiye – İsrail ilişkilerinde en çok tepki çeken olay Kuzey Irak
ve Suriye konusunda iki ülkenin çıkar birliğinin sınırlı ve örtüşmüyor
olmasıdır. Gerçekten, Türkiye'nin aksine, İsrail'in Kuzey Irak'taki durumdan
rahatsız değil hatta memnun olduğu söylenebilir. İsrail’in bölgedeki Kürt
liderlerle birçok teması olduğu hatta bölgede zengin Yahudi iş adamlarının
toprak aldıklarına dair ciddi duyumlar mevcuttur. Türkiye diğer yandan İsrail
ile Suriye arasında tekrar başlayacak bir barış sürecinde daha önceki
müzakerelerde olduğu gibi Türkiye'nin çıkarlarına aykırı gelişmeler
olabileceğinden korkmaktadır. Bu nedenle Türkiye’de gerek basında gerek
politikacılar arasında İsrail’in son dönemlerdeki hareketlerinin kuşku ile
izlenmesi ve Türkiye’nin İsrail’le çakışan ülke menfaatlerinde kendine has
politikalar üretmesi ve bağımsız hareket etmesi konusunda ciddi görüş ve
ikazlar dile getirilmektedir.

İsrail tarafında ise Türkiye’yle olan ilişkilere dikkat çekici boyutta


hemen hemen hiç muhalif hareket gözlenmemiştir. İsraillilerin çoğunun
Türkiye’nin stratejik öneminin farkında olmamasına rağmen, genel
kamuoyunda Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirmenin gerekliliğine yönelik hatırı
sayılır bir görüş hakimdir. Bu güne kadar İsrail, Türkiye ile her seviyede
ilişkilerini geliştirmek için büyük çaba harcamış, daha yoğun ekonomik ilişkiler
ve geliştirilmiş kültürel bağlantılar konusunda çaba harcamıştır.126

Son yıllarda İsrail basınından bazı yazarlar; Türkiye ile İsrail ittifakının
günümüzde eski parlaklığını yitirdiğini, bu ilişkinin Arap devletlerinin İsrail ile
resmi bir ilişkiye sıcak bakmayıp, en ufak eğilim dahi göstermediği dönemde
bir anlam ifade ettiğini, ancak Mısır ve Ürdün, hatta Filistinli liderlerle yapılan

125
Efraim İNBAR : a.g.e., 96.
126
Efraim İNBAR : a.g.e., 94.
84

barış anlaşmalarından sonra bu işbirliğinin öneminin azaldığına dair


düşüncelerini dile getirmişlerdir.

Bu tepkilerin boyutu özellikle bölücü başı Abdullah Öcalan’ın


yakalanması ile daha da fazlalaşmış hatta Jerusalem Post’un Mart 1999
sayısında çıkan bir yazıda Türk – İsrail ilişkisinin bir dış politika hezimeti
olarak gösterilecek kadar ileri gitmiştir. İkili ilişkinin İsrail’in Kürtlerle iyi
ilişkilerinin geliştirilmesinde bir açmaz oluşturduğu ve PKK liderinin
yakalanmasından sonra İsrail’in tehlikeli bir sürece girdiğinin altı çizilmiştir.127

Ancak içten gelen bu tepkilere rağmen iki ülke ilişkilerinde günümüze


kadar anormal bir gerileme olmamıştır. Bu nedenle, son dönemlerde İsrail
basınından gelen tepki bazındaki söz konusu söylemlerin, eski ivmesini
kaybeden ikili ilişkilerin tekrardan 90’lı yıllardaki seyrine ulaştırılması amaçlı
ve son yıllarda askeri ihalelerde İsrailli firmaların devre dışı kalmasına bir
tepki olarak bilinçli bir şekilde dile getirildiği değerlendirilmektedir.

2. STRATEJİK İŞBİRLİNİN BÖLGEYE ETKİSİ

2.1. Türkiye – İsrail Askeri İşbirliğine Karşı Oluşumlar

Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’nin duyulmasından itibaren büyük


tepki gösteren Arap devletleri, başlangıçta bu tepkilerini daha çok Türkiye’nin
İslam dünyasına karşı ihanet ettiği ve bir an önce bu işbirliğinden vazgeçmesi

127
Bülent ARAS : ”İsrail-İran-Türkiye Üçlüsünde Gelişen İlişkilere Alternatif Bir Bakış”,
Avrasya Dosyası(İsrail Özel), Cilt 5 Sayı 1 (İlkbahar 1999), 204.
85

gerektiği, tezi üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Ancak gerek İslam


konferanslarında gerek Arap ülkelerinin üst düzey yetkilileri tarafından her
fırsatta dile getirilen ikili ittifaka karşı suçlayıcı ve tepki dolu açıklamalara
rağmen Türkiye’nin kararlılığını gören Arap ülkeleri, bu işbirliğine karşı ittifak
oluşturma arayışına girmişlerdir. Diğer yandan bölgenin Müslüman ve en
büyük aktörlerinden biri olan Türkiye’nin soğuk savaş yıllarının tam tersi bir
politika ile Ortadoğu bölgesine yönelmesi de etnik ve kültürel açıdan Türklerle
tarihi bağları olan Arap’lar üzerinde psikolojik olarak bir rahatsızlık ve baskı
oluşturmuştur.

Türkiye – İsrail ittifakı, ilk olarak 1980’lerin başında ortaya çıkan


Tahran ve Şam stratejik ortaklığını güçlendirmiştir. Bu tarihten itibaren Suriye
ve İran bölgesel politikalarını birlikte üretmeye başlamışlardır.

Türk – İsrail yakın ilişkilerine karşılık olarak, Mısır – İran ilişkilerinde


de buzlar çözülmeye başlamıştır. Geçmişte İran İslam Cumhuriyeti, İsrail’le
yaptığı barış antlaşmasından dolayı Mısır ile diplomatik ilişkilerini keserken,
Mısır, İslam yönetim tarafından tahttan düşürülen Şah’a sığınma hakkı
tanımıştır. Mayıs 1997’de, İran Dışişleri Bakanı Velayeti’nin Kahire’ye tarihi
ziyaretini yapması ve Mübarek’in o yıl içinde Tahran’da yapılacak İslam
Konferansı Örgütü(İKÖ) zirvesine katılma niyetini açıklamasıyla ilişkilerde
soğukluk sona ermiştir128. Yine bu tarihten sonra iki ülke arasında, Mısır’ın
İslam devriminden önce İran’a olan borcunun ödenmesi konusunda olumlu
gelişmeler olmuştur.

Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde etkinliğinin artması ile yine Suudi


Arabistan – İran yakınlaşması söz konusu olmuş ancak, özellikle Suudi
Krallığının dini öğretisi Vehhabizm, Şii ve Sünni varlığını reddederek, Suudi
siyasi gücünü destekleyen bir ideoloji olduğu için İran bu ilişkiye pek sıcak
bakmamıştır. İran – Irak savaşından sonra bölgede Arap devletlerinin

128
Efraim İNBAR : a.g.e., 76.
86

çıkarlarını tehdit eden Türk – İsrail ittifakını dengelemek için Arap – İran
ilişkilerinin geliştirilmesi çabaları da söylemde dile getirilmesine rağmen
uygulamada pek başarılı olamamıştır. Yine 90’lı yıllarda bölgede Irak –
Suriye rekabeti de Türkiye – İsrail ittifakına karşı bölgesel bir ittifak kurulma
çabalarını engellemiştir.

Türk – İsrail ortaklığı Suriye’nin Ermenistan ve Yunanistan ile daha iyi


ilişkiler geliştirmesine ve onların İran’la bağlantı kurmalarına yol açmıştır.
Ancak, 1990’ların sonlarına gelindiğinde, Ermenistan ve Yunanistan
politikalarını değiştirerek Türkiye ile daha iyi ilişkiler arayışında olmuşlardır.129

Diğer yandan, bilinen ittifakların dışında bölge ülkelerine dışarıdan


bazı ülkelerin desteği ile stratejik güç kazandırma gayretleri gözlenmiştir.
Türkiye ve İsrail’in hem stratejik anlamda hem de savunma sanayinde
geliştirdikleri ortaklığın karşısında son yıllarda Rusya, Kuzey Kore ve Çin’in
teknik yardımları ile İran’a, Ortadoğu ve dünyada kaygı ile izlenen füze üretim
yeteneği kazandırmışlardır. Bu yeteneğe yakın tarihlerde İran’ın uranyum
zenginleştirme çabaları da eklenince ister istemez bölgede İsrail ve
Türkiye’den sonra İran’ın etkili bir aktör olarak ortaya çıkmaya başlaması
olarak değerlendirilmiştir.

Ortadoğu bölgesinde özellikle 2. Körfez Savaşı’ndan sonra, siyasi ve


iktisadi faktörler bölgede ister istemez değişime yol açmıştır. Son zamanlarda
küreselleşmenin etkileri de bölgede daha hızlı ve derin değişimleri zorunlu
kılmaktadır. Bu değişimleri Ortadoğu ülkelerinin hiç birinin, tek bir milletten
oluşmayan sâbit ve köklü devlet olmaması, bölgedeki bir çok liderin zamanını
doldurup politik sahneden çekilmesi, kalanlarında çoğunun yaşlı olması ve
dinamiklikten uzak hedefsiz bir politika izlemelerini de eklersek, günümüzde
Türkiye – İsrail Stratejik ittifakının karşısında Araplar arasında ciddi bir

129
Efraim İNBAR : a.g.e., 78.
87

ittifakın oluşumu beklemek pek mantıklı bir düşünce olarak


gözükmemektedir.

2.2. Arap Ülkelerinin Silahlanma Çabaları

Ortadoğu, yüksek askeri harcama ve yüksek meblağlarda silah


alımları ile dikkati çekmektedir. Özellikle İran – Irak Savaşı öncesinde
başlayan ve günümüzde hat safhaya ulaşan silahlanma sorunu bölge halkları
üzerinde psikolojik etki yapmakta ve bölgenin uluslararası kuruluşlar
tarafından kontrol altında tutulması gerektiği düşüncesine yol açmaktadır. Bu
durum bölge ülkeleri üzerinde bir baskı oluşturmakta ve ülkelerin kendi rejim
ve siyasal yapısını korumak için daha da silahlanmasına sebebiyet
vermektedir. Bölgede bir yanda güvenlik, diğer yanda nüfuz ve hâkimiyet
mücadelesi silahlanmanın temelini oluşturmaktadır.

Bölgede silahlanma, komşu ülkeler üzerinde bir baskı unsuru


yaratırken, ülke gelirlerinin büyük kısmını eriterek ülke ekonomisinin ve
toplumsal ihtiyaçların gerektirdiği yatırımların yapılmasını engelleyen bir
unsur olarak dikkat çekmektedir. Ortadoğu askeri harcamalar bakımından
dünyanın en yoğun askerileştirilmiş bölge olma özelliğini halen korumaktadır.
Soğuk savaş ve Körfez savaşları dönemlerinde, askeri harcamaların,
Ortadoğu ülkelerinin milli gelirlerinin % 50’sine yakın düzeyde gerçekleştiği
gözlemlenmiştir.130

Bölgede çatışmaların veya gerginlik ortamının canlı ve taze tutulması


dünyadaki silah satan ülkelerin öncelikli hedefi olmuştur. Özellikle bölgedeki
petrol üreten ülkelerin petrol satışından sağladığı gelirleri tekrardan dünya
piyasasına çekmek için ABD ve Batı ülkeleri bölgede silahlanmayı teşvik

130
A.Ömer PEHLİVANOĞLU : Ortadoğu ve Türkiye (İstanbul, 2004), 402.
88

etmiştir. Bu durum bölge istikrarında uzun süreli kesintilere sebebiyet


vermiştir.

Türkiye ve İsrail’in 1996 yılında başlattığı Stratejik İşbirliği bölge


ülkeleri üzerinde adeta bir bomba etkisi yaratmıştır. Kurulduğu tarihten
itibaren İsrail’i bölgede bir “çıban başı” olarak gören Arap ülkeleri, öncelikle
Müslüman bir ülkenin İsrail’le işbirliğine girmiş olmasını kesinlikle kabul
edilebilir bir davranış olarak görmemişlerdir. İşbirliğine giren iki ülkenin
bölgenin en kuvvetli askeri gücüne sahip olması da Arapların “çevrelenmiş”
hissi yaşamalarına sebep olmuştur. Diğer yandan bölgenin demokratik ve laik
iki ülkesinin bu tarz bir stratejik işbirliğine girmesi bölgede hemen hemen
tamamına yakını otokratik ve dini yönetim tarzı ile yönetilen Ortadoğu ülkeleri
üzerinde kendi rejimlerini koruma içgüdüsü oluşturmuştur. Dahası Arap
ülkeleri Türkiye ve İsrail birlikteliğini, ABD ve Batı ülkelerinin emperyalizme
dayalı fikirlerini zorla kendilerine empoze edecek ve dağılmalarına sebep
olacak bir tehdit olarak algılamışlardır. Bu nedenle Ortadoğu ülkeleri bu
işbirliği karşısında süratle silahlanmaya başlamışlardır.

Özellikle 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sonucu mevcut Saddam


yönetiminin devrilerek yeni bir yönetimin kurulması, Arap ülkeleri üzerinde
büyük bir endişeye sebep olmuş ve sıranın kendilerine gelebileceği tezinden
hareketle var güçleri ile rejimlerini koruma ve silahlanmaya koyulmuşlardır.

Bu ülkelerden Suudi Arabistan’ın 2004 yılı itibarı ile 15 yıldır sadece


İngiltere’den aldığı uçak füze ve savaş gemilerinin tutarı 50 milyar sterlin
civarındadır131. İran’ın nükleer bomba elde etme çalışmaları tüm dünyayı
karşısına alma pahasına tüm hızıyla devam etmektedir. Suriye’nin özellikle
soğuk savaş yıllarında edindiği Kitlesel İmha Silahları(KIS) konusunda son
zamanlarda basında birçok haber yer almaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri de

131
A.Ömer PEHLİVANOĞLU : a.g.e., 404.
89

dünyada son yıllarda en büyük silah alan ülkeler arasına katılmıştır132. Keza
yakın komşumuz Yunanistan ve bölgeye uzak olsa da bazı kaynaklarda
Ortadoğu ülkesi olarak gösterilen Pakistan da son dönemde ciddi anlamda
silah alan ülkeler arasındadır.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus; ABD’nin, 30 – 35


yıllık politikası incelendiğinde, şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır. ABD
bölgede bir sıklet merkezi alıp bir devleti öncelikle desteklemekte ve
silahlandırmakta, bu devlet ABD’nin bölgesel çıkarlarına engel olabilecek bir
duruma gelince de ABD bu devletin karşısına geçip, başka bir devlete aynı
desteği vermektedir. 1979 öncesinde Mısır’a karşı ABD, İsrail ve İran
birlikteliği; 1979’dan sonra İran’a karşı ABD, İsrail ve Irak birlikteliği;1990’dan
sonra da Irak’a karşı ABD, İsrail ve Türkiye birlikteliği…133

Dolayısı ile Ortadoğu ülkelerinin silahlanma sürecinde bu konuda göz


ardı edilmemelidir. Şu aşamada karşısına geçilecek ilk güç İran gibi
gözükmekle birlikte ABD’ye bölgesel prestij kazandıracak diğer bölgesel
aktörün Türkiye olduğu kuvvetli bir ihtimaldir.

Diğer yandan, bu silahlanma yarışı birçok Ortadoğu ülkesinde


ekonomik yıkıma sebep olmuştur. Bir kısım ülkelerde başlatılan ekonomik
yatırımlar başarısız olmuştur. Cezayir’de iç savaş, Libya’da kötü yönetim ve
BM ambargosu, Suudi Arabistan’da son on yıldaki bütçe açığı, bu ülkeler için
tehlike oluşturmaktadır. Bu nedenlerden dolayı mesela Suudi Arabistan’da
fert başına düşen milli gelir 1973 yılında petrol fiyatlarının arttığı döneme
nazaran %60 oranında azalmıştır134. Silahlanma bölgede iki amaca hizmet

132
Selahattin E.ÇAKIRGİL : a.g.m (Erişim Tarihi : 25.01.2006)
133
O.Metin ÖZTÜRK : ”Ortadoğu Nereye gidiyor? Değişimin İşaretleri ve Türkiye”, Son
Hadiselerin Işığında Ortadoğu ve Filistin (Ankara: Türk Ocakları Ankara Şubesi Yayınları,
Temmuz 2004), 40.
134
Cordesman Antony H. : ”The Trans Atlantic Aliance : is 2004 the Year of the greater
Middle East?”,Center for Strategic and İnternational Studies, Washington, January 2004
90

etmektedir. Birincisi silah üretici ülkelere milyarlarca dolar transfer edilmekte,


ikinci olarak meydana gelen kaos ortamından dolayı, bölgedeki petrol
ABD’nin kontrol ve gözetiminde tüm dünyaya makul fiyattan
pazarlanmaktadır.

Görüldüğü gibi Ortadoğu’da son sürat bir silahlanma yarışı devam


etmektedir. Birçok ülke bu yarışta varını yoğunu silahlanmaya akıtmaktadır.
Açıkçası ABD ve Batı silah üreticileri de bu durumdan hiç rahatsız değil
bilakis çok memnun gözükmektedirler. Bölgede ise 450 milyon civarında bir
toplum, devletlerinin ekonomik güçlerini yanlış kullanması nedeni ile endişe,
kaos, savaş, hastalık, açlık ve en önemlisi yarınından umutsuz yaşamaya
mahkum edilmektedir.

2.3. Bölgesel Güç Olma Yolunda Mücadele

Ortadoğu, her devirde güç mücadelelerine sahne olduğu gibi, aynı


zamanda kültürlerin ve dinlerin de kesişme noktasında bulunmaktadır. Bölge
bu özelliğinin dışında birçok inanç gurupları ve milletlerden oluşmuştur. Bu
milletlerden birçoğu aynı dili ve dini paylaşmasına rağmen hemen hepsinin
farklı çıkar alanları ve politikaları mevcuttur. Bugün itibarı ile bölgenin stratejik
konumu, Soğuk Savaş dönemine göre oldukça farklılaşmış durumda olup
bölgede devletler; radikal, geleneksel, otokratik, demokratik, ABD yanlısı
veya karşıtı özelliklerle tanımlanmaktadır.

Bölge coğrafyası incelendiğinde çoğunluğun Arap nüfusundan


olmasına rağmen etkili bölge aktörü olma potansiyeli olan üç ülke dikkat
çekmektedir. Bu ülkeler, Türkiye, İran ve İsrail olup hiçbiri Arap kökenli
91

değildir. Bu üç ülke de askeri güç ve savunma sanayi açısından etkili


konumdadırlar.135

2. Körfez Savaşı öncesi bu listeye Irak ve Suriye’yi de eklemek


mümkün olabilirdi ancak, ABD müdahalesi sonrası Irak’ın bugünkü durumu
malumdur. Suriye ise Soğuk Savaş yıllarındaki SSCB destekli gücünü
kaybetmiş, ekonomik ve askeri yönden zayıflamıştır. Ortadoğu coğrafyasında
geçmişte söz sahibi bu iki ülke bugün için bölgesel liderlik mücadelesinin çok
uzağında kalmışlardır.

Bölgenin diğer ülkelerinden Suudi Arabistan, son yıllarda büyük ölçüde


silahlanmasına rağmen Vehhabiliği yayma faaliyetleri ve kurulduğundan beri
bölgede etkili bir devlet vasfından uzak hareket etmesi nedeniyle Araplara
liderlik edecek bir konumda değildir. Mısır ise bugün itibarı ile bölgede
İsrail’den sonra en çok Amerikan yardımı alan ülke konumundadır.
Ekonomisini ayakta tutmasında en büyük destek ABD yardımlarıdır. Diğer
yandan İsrail’le yapmış olduğu barış sebebi ile Arap dünyasında eski
saygınlığı ve popülerliği kalmamıştır.

İsrail, kurulduğu tarihten itibaren bölge coğrafyasına zorla monte


edilmesi nedeniyle Araplar tarafından dışlanmıştır. Bu gün için ABD desteğini
arkasına alarak gerek teknoloji, gerekse ekonomik açıdan büyük atılım
kaydetmiştir. Ancak bölgede stratejik derinliğe sahip değildir. Bu nedenden
dolayı Türkiye ile askeri işbirliğine girerek bir anlamda stratejik derinliğini
arttırma yoluna gitmiştir. Gücünü, daha çok elinde bulundurduğu nükleer güç
ve ABD’deki Yahudi lobisinin Amerikan dış politikasına olan etkisinden
almaktadır. İsrail bölgede ciddi anlamda yayılma ve genişleme politikası olan
bir devlet olup, bu politikaları kendilerine kutsal kitapları Tevrat’ta bahsedilen
“Vaat edilmiş topraklar” a sahip olma emri ile de desteklenmektedir. Bölge

135
Armağan KULOĞLU(E.Tümg) : ”Körfez Savaşı’ndan 10 Yıl Sonra Ortadoğu’daki Askeri
Durum”, Çukurova Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi,
http://strateji.cu.edu.tr/ORTA_DOĞU/05.php (Erişim Tarihi 21.03.2006)
92

ülkeleri ile hiçbir şekilde kültürel ve siyasi bağları mevcut olmayıp tamamen
düşman bir coğrafya ile çevrilidirler. Bölgesel liderlik konusunda hiçbir
Ortadoğu ülkesi tarafından kabul görmemekle birlikte, ülke politikalarını
genellikle ABD yaptırımlı olarak uygulamaya geçirmektedirler. Dolayısı ile
dünyada şu andaki tek süper gücün desteği ile bölgedeki kalıcılıklarını
pekiştirmeye, bu sayede bölgede isteklerini ABD desteği ile gerekirse zorla
gerçekleştirmeye çalışan bir ülke konumundadır. Ancak, gücü ABD desteği
ile sınırlı olup bu desteğin kesilmesi durumunda bölgede hiçbir siyasi
etkinliğinin kalmayacağı değerlendirilmektedir.

İran, bölgede çok uzun zamandır köklü devlet geleneğine sahip,


dünyanın dördüncü petrol üreticisi olan, düzenli petrol pompalayarak
kazançlarını arttıran ve Şii mezhebinin merkezi konumuyla Arap dünyasında
etkili bir konuma sahiptir. Üstelik bu gücünü son yıllarda Nükleer güce sahip
olma yolunda da etkili adımlar atarak daha da arttırmıştır. Nükleer bomba
atma yeteneğine sahip olacak bir İran’ın bölgede bu yeteneğe sahip olmayan
devletlere göre stratejik üstünlük sağlayacağı ve güçler dengesinde bölgenin
lideri haline geleceği tartışılmaz bir gerçektir.136

İsrail’le dört kez savaş yapıp istediklerini elde edemeyen Araplar, şu


an geçmişte Mısır’ın etrafında toplandıkları gibi Arap olmamasına rağmen
İran’ı destekler konumdadırlar. Ancak İran’ın rejim ihraç etme tehdidi ve Şiilik
propagandası nedeniyle birçok Arap ülkesi İran’la ilişkilerini şimdilik belirli bir
mesafede tutmayı tercih etmektedir. Özellikle Suudi Arabistan’daki Şiilerin bu
ülkenin petrol bölgelerinde yoğunlaşmış olduğu dikkate alınırsa, bu tehdidin
boyutları daha iyi ortaya çıkmaktadır. İran’ın bölgesel liderliğe ulaşması,
ancak nükleer silah üretebilme ve bu nükleer silahları füzelerle hedeflerine
ulaştırma kabiliyetine sahip olması durumunda gerçekleşecek bir ihtimal
olarak değerlendirilmelidir.

136
Özdem SANBERK : ”Asimetrik Komşuluk Riski”, Radikal (1 Şubat 2006)
93

Ancak burada en önemli husus İran’ın nükleer silaha sahip olması


durumunda, Türkiye’nin Ortadoğu, Kafkasya ve Türki Cumhuriyetleri’nde
bölgesel güç olma veya söz sahibi olma iddiası, kendisi de nükleer
teknolojiye sahip olmadığı takdirde, hele Avrupa Birliği’nin de dışında kalması
halinde, inandırıcı olmaktan çok uzak kalacaktır. 137

Türkiye ise Ortadoğu coğrafyasında, Batı ile tam entegrasyonu


hedeflemesinin yanında “Müslüman” kimliği nedeniyle aynı zamanda İslam
medeniyetine de çok yakın konumdadır. Dolayısı ile Türkiye yeni yüzyılın ilk
çeyreğinde Avrupa Birliği şemsiyesi altında elde edeceği etkin konumunun
yanında, bin yıldır içinde yer aldığı İslam şemsiyesi altındaki “öncü”
konumuyla çift taraflı olarak bir lider ülke olma potansiyeline sahip tek ülke
durumundadır.138

Türkiye aynı zamanda bölgesinde “güvenlik ve strateji üreten” bir ülke


konumundadır. Ortadoğu ülkelerinin çoğunda güvensizlik ve kargaşa ortamı
hakimdir. Çünkü bu ülkelerde düzenli bir istikrar söz konusu değildir. Bölge
ülkelerinde demokrasi mevcut olmayıp ayrıca terör hareketlerini de
desteklemektedirler. Buna karşılık Türkiye, güçlü silahlı kuvvetleriyle,
demokratik bir ülke oluşuyla, ekonomik gücüyle, teröre ve uyuşturucu
kaçakçılığına karşı açık tavrıyla bölge ülkeleri arasında bir güven abidesi
konumundadır. Bölgede ileriye dönük planlanacak bütün politikalarda
Türkiye’nin göz ardı edilmesi neredeyse imkânsız bir durumdur. En son
olarak Irak’ın ABD tarafından işgalinde görüldüğü gibi, bölgede Türkiye’den
yoksun bir hareketin bedelleri çok ağır olmakta hatta geri tepmektedir. Elbette
Türkiye’nin de kendine has birçok problemi mevcuttur. Ancak bu problemlerin
hiç biri Türkiye’nin bölgesel konumunu zedeleyecek büyüklükte ve
üstesinden gelinemeyecek çapta değildir.

137
Özdem SANBERK : a.g.m.
138
Faruk MERCAN : “Nerdeyiz Nereye Gidiyoruz? Küresel Bir Aktörün Gücü”, Zaman
Gazetesi (15 Aralık 1999)
94

Diğer yandan Türkiye, son zamanlarda bölgesindeki bu konumunun


farkında olduğunu gösteren adımlar atmaya başlamıştır. Mesela 16 Şubat
2006 günü Hamas’ın sürgündeki lideri Halid el Meşal Ankara’ya davet
edilmiştir. Bu davet Türkiye’de ve dünyada çok tartışılmış, hatta İsrail, Hamas
liderini, bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan’la kıyaslayıp benzer durumda
Türkiye’nin tepkisinin ne olacağını sormuştur. Fakat bu hadisenin görünen
tarafından ziyade esas üzerinde durulması gereken önemli diğer yönünün
incelenmesinin daha uygun olacağını değerlendiriyorum.
Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk defa kendisini direkt olarak
ilgilendirmeyen bir olaya müdahale etmiştir. Bu durum, şimdiye dek
sürdürülen pasif, statükocu, silik bir dış politikadan vazgeçildiğine ilişkin bir
sinyaldir. Şayet bu böyle devam ederse –ki etmelidir, Türkiye bölge ve dünya
meselelerinde rol oynayan etkili bir devlet haline gelip medeniyetler
çatışmasının sürdüğü günümüz ve gelecek tarihlerde kendinden söz ettirecek
ve mutlaka dikkate alınması gereken önemli bir aktör olacaktır139. Bu
nedenle Türkiye, Ortadoğu bölgesinde lider ülke potansiyeli olan çok az
sayıda ülkeden biri hatta deyim yerindeyse en güçlüsü olduğunun idraki ve
bilincinde olmalıdır.

2.4. Stratejik İşbirliği Bağlamında Türkiye’nin Ortadoğu


Bölgesindeki İstikrar Oluşumuna Katkısı Ne Olabilir?

Kendisini sadece askeri güvenliğe endekslemeyen, aksine dış politika


vizyonunu belirlemede demokratikleşmeye ve ekonomik kalkınmaya yönelen
Türkiye, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya üçgeninde “kilit bir devlet”,
”bölgesel güç” olma kimliğiyle Ortadoğu bölgesinde barış ve istikrarın
sağlanmasında “yapıcı, aktif bir rol” oynama kapasitesine sahiptir. Türkiye’nin

139
Yusuf GEDİKLİ : “Medeniyetler çatışması, karikatür krizi”, Ufuk Ötesi Dergisi, Mart
2006, http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060323 (Erişim Tarihi :
24.03.2006)
95

bu rolü oynaması bugün için hem gereklidir hem de kendisinden talep


edilecektir. Çünkü Türkiye’nin Irak ve Ortadoğu’da barış ve istikrarın
sağlanmasında rol oynayacak ve bu süreci etkileme gücü ve yetisi olan siyasi
aktörlerle temas ve görüşme içinde olması ve bu bölgede siyasi eğilimi
istikrara doğru dönüştürme girişimlerini çok taraflı aktif ve yapıcı dış politika
anlayışıyla sürdürmesi çok önemlidir.140

Bugün Ortadoğu’da mevcut barış senaryoları içinde İsrail Başbakanı


Ariel Şaron’un beyin kanaması geçirerek komaya girmesi ve müteakiben aktif
politikanın dışına çıkması, Hizbullah’ın Lübnan, Hamas’ın Filistin’de
kazandığı seçim başarıları, Ortadoğu’daki dengelere ve istikrar oluşumuna
yön verecek büyük gelişmelerdir. Hamas ve Hizbullah’ın seçim zaferlerinin
Ortadoğu’nun diğer ülkelerine sıçraması, ABD’nin Irak’ı işgali bağlamında
Ortadoğu’da başlayan ABD karşıtlığı ortamında İran ve Suriye ilişkilerinin
giderek canlanması da İster istemez Türkiye’nin bölgede söz sahibi olması
için gelişmelere müdahil olmasını gerektirmektedir. Türkiye de bu bilinçle
hareket ederek son zamanlarda aktif dış politika üretmeye başlamıştır.

Bu politikanın başlangıç noktası olarak Türkiye, İsrail ve ABD’nin baskı


ve şantajlarına rağmen, bölgesel önem ve prestijine uygun olarak davranıp,
Hamas lideri Meşal’i Şubat 2006’da misafir etmiş ve herkese gereken mesajı
vermiştir. Meşal’in Ankara Ziyareti önemli bir sürecin ilk adımını
oluşturmuştur. Ortadoğu’da barış, istikrar ve demokrasi istediğini söyleyen
Batı’nın “ideal örnek” dediği Türkiye’nin Ortadoğu’da barış ve istikrar
konusunda üzerine düşeni yapmaya başladığının ilk işaretleri bu şekilde
gözlemlenmeye başlamıştır141. Hamas Liderinin Türkiye’yi ziyareti, Türkiye’yi
Ortadoğu’ya model olarak gösteren ABD ve Batı’nın söylemlerinde ne kadar
samimi olduğunu da test edecek bir girişimdir aslında. Örnek veya Lider ülke
demek çevresindeki gelişmelerin her adımını yakından takip edip, gereken

140
E.Fuat KEYMAN : ” Türkiye’nin Irak Politikası", Radikal Gazetesi (12 Mart 2006)
141
Mümtaz’er TÜRKONE : “Hamas ve Ahmet Davutoğlu”, Zaman Gazetesi (23 Şubat 2006)
96

zamanlarda ağırlığı ve politikaları ile bölgesel gelişmelere yön veren ülke


demektir. Bunun dışında bir hareket, bölgesel liderlik ya da liderlik anlayışıyla
bağdaşmamaktadır.

Diğer yandan, İsrail’le samimi ilişkileri olan Türkiye, Filistin


meselesinde İsrail tarafından her sözü, her duruşu “Terör” olarak ilan edilen
Hamas’ın liderini davet ederek, beklenmedik bir vuruşla bir dizi gelişmeyi
başlatmıştır. Türkiye’nin hamlesi gerçekten terör dışındaki seçeneklerin
özellikle demokratik çözümlerin önünü açmıştır. Türkiye’nin hamlesi elbette
sorunu tek başına çözmede yeterli değildir ancak sorun için çok değerli bir
desteğin, yani demokrasinin Filistinliler için bir çare olarak muhafaza
edilmesine çok kritik bir katkıda bulunmuştur.142

Türkiye, eğer, Ortadoğu’da “aktif” ve “İstikrar ve güvenlik” için “yapıcı”


bir rol oynayacak ve Ortadoğu’da “etkili bir siyasi aktör” olacaksa, Filistin’deki
ve yakın çevresinde meydana gelen gelişmelere “birinci derecede müdahil”
olmak durumundadır. Çünkü Türkiye, İsrail ile de ilişkileri bulunan, laik ve
aynı zamanda AB’nin katılımcı ülkesi ve ayrıca NATO üyesi olarak Batı
sisteminin bir parçasıdır. Bu kozlar, Türkiye’nin Ortadoğu diplomasisinde ve
Batı sistemi ile ilişkilerinde de uygun ve doğru yöntemlerle kullanıldığı
takdirde önemli imkânlar sunmaktadır.143

Türkiye’nin İsrail’le geliştirdiği Stratejik İşbirliği, Müslüman ülke olarak


Ortadoğu ülkeleri ile tarihi bağları ve bu bölgeyi Avrupa’ya bağlayan önemli
coğrafi ve siyasi konumu, Orta Asya ile etnik ve kültürel bağları, kendisinin
bölgesindeki her türlü gelişmenin dışında kalmasının imkânsızlığının da en
açık göstergesidir aslında. Tarih, Coğrafya uluslararası ilişkiler teorilerinin
dışında olan birine dahi Ortadoğu, Asya ve Avrupa haritasını gösterseniz
Türkiye’nin sadece haritadaki konumuna bakarak yukarıda saydığımız

142
Cengiz ÇANDAR :”Hamas’ın Geleceğini Önceden Biliyordum; Böyle Değil”, Bugün
Gazetesi (17 Şubat 2006)
143
Cengiz ÇANDAR : a.g.m.
97

özelliklerinden farklı şeyler dile getirmeyecektir. Türkiye’nin bu özelliğini, I.


Dünya Savaşı’ndan beri çok iyi etüt edip her fırsatta zayıflatmak, yok etmek
bu da mümkün olmuyorsa kabuğuna çekilmiş bir ülke olara tarih
sahnesindeki konumunu pasif bir ülke olarak devam ettirmek için, günümüze
kadar binlerce senaryo ve entrika üretilmiştir. Bu politikalar Türkiye karşıtı
ülkeler tarafından nispeten başarılı olsa da, Türkiye’nin dinamizmini, gücünü
ve bölgesel ağırlığını engelleyememiştir. Çünkü kökleri binlerle ifade edilen
bir tarih ve kültürel bağlara sahip medeniyeti yok etmek o kadar kolay
gözükmemektedir.

Ortadoğu, dünyanın sayılı istikrarsız bölgelerinden biridir. Osmanlı’nın


bu bölgeden çekilmesinden sonra cetvelle çizilmiş suni haritalar, dinler ve
mezhepler açısından zengin bir bölge, milletleşme sürecini tamamlamamış
uluslar, zengin petrol yataklarının bölgede bulunması, su kıtlığı ve suyun
paylaşımı problemleri, demokratik rejimlerin mevcut olmayışı, bölgede
istikrarsızlığı hazırlayan ve devam etmesine elverişli ortam oluşturan önemli
faktörlerdir.

500 yılı aşkın Ortadoğu’yu yöneten Türkiye’nin bu bölgedeki rolü ne


olmalıdır, ya da bu rolünü tam olarak kullanabiliyor mu? Türkiye’nin
bölgedeki pozisyonu önemlidir ve bölgedeki istikrar ve kalıcı barış ortamı için
geçmişte olduğu gibi bugün de bir ümittir. Türkiye’nin İslam dünyasındaki yeri
önemlidir ancak aynı zamanda Batı’ya yakınlığı savunmakta olup bölgede
şahsına münhasır bir yeri vardır.144

Bu nedenle bölgesel politikaları oluştururken her türlü ihtimal çok iyi


etüt edilmelidir. Ortadoğu’da etkili bir ülke olmak için Türkiye’nin potansiyeli
vardır ama önemli olan bu potansiyelin nasıl ve ne şekilde kullanılacağıdır.
Geçmişte atalarımızın at koşturduğu topraklarda barış ve huzur ortamının

144
Tarık TAVADOĞLU : ”Kan Kokan Topraklar”, Ortadoğu Gazetesi,
http://www.ortadoğugazetesi.net/haber_dv.asp?haber=16708 (Erişim Tarihi 22 Şubat 2006)
98

yeniden tesis edilmesi için Türkiyesiz bir çözümün hayata geçirilmesi


imkânsız gözükmektedir. Gelecekte Türkiye’ye bu konuda çok iş düşeceği
muhakkaktır. Türkiye’nin Ortadoğu’daki istikrarın çözümünde bizzat yer
alması için ABD tarafından son zamanlardaki ısrarlı talepler, bölgede
Türkiye’nin model ülke olarak gösterilmesi ve son olarak Hamas liderinin
Türkiye ziyareti bu sürecin başladığının birer işareti olarak algılanmalıdır.

3. BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NDE TÜRKİYE VE İSRAİL’E


VERİLEN ROLLER

3.1. Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye

Büyük Ortadoğu Projesi(BOP), tanımı tam olarak yapılamasa da, son


zamanlarda en gözde kavramlardan biri olmuştur. ABD adı bir hayli gösterişli
ve çarpıcı olan “BOP” ile demokratik olmayan sistemlerle yönetilen Ortadoğu
ülkelerinde demokratik reformların desteklenerek bölgeye barış ve huzur
getirilmesinin amaçlandığını beyan etmiştir. Bu projenin Soğuk Savaş’ın sona
ermesinden sonra ABD tarafından hayata geçirilmeye başlandığının
emareleri yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. 11 Eylül olaylarını bahane
eden ABD, ilk olarak Afganistan’ı işgali neticesi Orta Asya bölgesindeki
kontrolü ele geçirmiş, Kafkaslar ve Azarbeycan’da kendisine problem teşkil
etmeyeceğini değerlendirdiği mevcut statükoyu devam ettirmiş, gerektiğinde
Gürcistan’daki turuncu devrim benzeri müdahalelerle kendine yakın
yönetimlerin işbaşına geçmesini sağlamıştır. Daha sonra Irak’ın işgali
neticesi sadece Irak’ı değil mevcut coğrafyada Irak’ın yakın komşuları İran,
Suriye hatta Suudi Arabistan’ı bile baskı altına almaya başlamıştır.
99

Uzun yıllar boyunca dünyanın gündeminde petrol ve İsrail ile kalan


Ortadoğu, ABD’nin bölgeye müdahaleleri sonucu dünya gündemini
oluşturmaya başlamış ve son olarak ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ile bütün
gözler bu bölgeye çevrilmiştir. Bu durum ABD’nin, hegemon konumunu
sürdürebilmek için Ortadoğu’da kökten bir değişime ihtiyaç duyması olarak
değerlendirilmiştir. Bunun nedeni de, ABD’nin son yirmi yıldır hatta daha da
fazla uyguladığı bölge politikalarının kendisi için sürekli olarak beklediği
sonuçları üretmemesi olarak gösterilmiştir.145

ABD kaynaklarında yayınlanan muhtelif inceleme ve


146
değerlendirmelerde BOP’un hedefleri aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır.

- Enerji kaynaklarına sahip bölgelerin kontrolü,

- Enerji ulaşım yollarının kontrol ve denetimi,

- Asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi,

- Kökten dinci İslam zeminine ılımlı İslam’ın oturtulması,

- ABD ulusal çıkarlarının Ortadoğu’da korunması,

- Bölgede bölgesel güç konumuna erişmiş devletlerin bu etkinliğinin


azaltılması,

- Askeri güçlerin küçültülmesi ve bu güçlerden ABD çıkarlarına uygun


şekilde istifade edilmesi,

145
Serhat ERKMEN:, “ABD, Büyük Orta Doğu ve Türkiye”, ASAM Stratejik Analiz Dergisi,
Cilt 5, Sayı 52 (Ağustos 2004)
146
A.Ömer PEHLİVANOĞLU : a.g.e, 408
100

- Terörist eylemlerde uygulanabilecek olan kitle imha silahlarının yok


edilmesi, mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfusunun
yaygınlaştırılması,

- Batı karşıtlığına yol açan yönetimlerin önlenmesidir.

Gelişmiş ekonomisi, yetişmiş insan gücü, genç ve dinamik nüfus


yapısı, laik, demokratik ve güçlü devlet yapısı ile bulunduğu coğrafyada öne
çıkmış bir ülke olan Türkiye, ABD tarafından, “Ilımlı İslam” modeli ile lanse
edilerek başlangıçta BOP, daha sonra Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi
(GOP) olarak adlandırılan oluşumda örnek ülke olarak ön plana çıkarılmıştır.
ABD tarafından özellikle 2000’li yıllarda aktif olarak Uluslararası ilişkiler
literatürüne sokulan bu terimin, düşünce aşamasındaki oluşumu çok daha
eski tarihlere dayanmaktadır.

Son yıllarda ABD’nin ortaya attığı BOP, daha II. Dünya Savaşı
sırasında İngilizler tarafından düşünülmüştür. Churchill, 30 Ocak – 1 Şubat
1943’teki Adana Mülakatı’nda İnönü’yle görüştüğü günlerde, Yenice
istasyonunda sekreterine özetle şunları yazdırmıştır;147

“Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamakla hata ettik. Ortadoğu’da


kuvvetli bir Türkiye lazımdır. Acaba şimdi gene ve Türkiye’nin kuvvetli
bir çekirdek teşkil edeceği bir birliği, bu topraklarda kuramaz
mıyız ?”

BOP, İngiltere tarafından savaştan sonra gerçekleştirilmek istenmiştir.


İngiltere’nin buna verdiği isim Ortadoğu Paktı olmuştur.

BOP’un mimarlarına göre “Türkiye’yi ve bölgedeki İslam ülkelerini ılımlı


bir İslami rejimle yönetmek en doğru hareket tarzıdır” değerlendirilmesi

147
Şevket Süreyya AYDEMİR : İkinci Adam, Cilt II ( İstanbul 1967), 163.
101

yapılmaktadır. BOP’un içinde örnek ülke olarak yer alacak bir Türkiye’nin
karşı karşıya kalacağı en büyük tehlike, laik demokratik yapısının, ulusal
birliğinin ve ülke bütünlüğünün korunamamasıdır. Projenin özünde var olan
bu tehlike, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını ve laik, demokratik yapısını
tehdit etmektedir.148

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün 20 Nisan 2005’te


Harp Akademilerinde yaptığı konuşma’da, benzer konulara eğilerek BOP
hakkında şöyle demiştir: 149

“Bölge ülkelerinin demokratikleşmedeki başarısının, dışarıdan


yapılacak dayatmalardan ziyade, ülkelerin bunu kendiliklerinden
yapmalarına verilecek yardım ve teşviklerle mümkün olacağı
değerlendirilmektedir. Türkiye’yi model olarak göstererek; nüfusun
büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik bir
yapıya dönüşebileceği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olabilir.”

Genelkurmay Başkanı’nın yapmış olduğu konuşmada, Ortadoğu


bölgesinde Türkiye’nin model ülke olarak gösterilerek benzer ülkeler
yaratmak ideolojisinin yanlışlığı vurgulanmaktadır. Çünkü Türkiye’nin mevcut
resmi ideolojisinde ve siyasetinde İslam din olarak mevcut olmayıp devlet
laiktir. Üstelik Türkiye siyasetinde, İslam kültür olarak da yoktur ve esas
problem buradadır.150

Gerçekten, ABD yönetimi Türkiye’yi yakından ilgilendiren ve


Ortadoğu’da model bir ülke olarak Türkiye’yi gösterdiği bu projeye start
verirken bölge ülkelerinin büyük çoğunluğu bu plana tepki göstermiştir. Mısır,
İran ve Suudi Arabistan yönetimi bağımsızlıklarının tehlikeye girdiğini

148
A.Ömer PEHLİVANOĞLU : a.g.e, 417.
149
Yusuf GEDİKLİ : “Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi ÖZKÖK’ün Konuşması”,
http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20050523 (Erişim Tarihi : 01.04.2006)
150
Yusuf GEDİKLİ : a.g.m.(22.03.2006)
102

belirterek karşı çıkmışlardır. Çünkü proje ile ulus devlet anlayışı yıkılmak
istenmektedir. Proje kapsamında 22 ülke olup bu ülkelerden 220 eyalet
oluşturulmaya çalışılmakta ve bu da ABD tarafından alenen ilan
151
edilmektedir.

Bölge ülkelerinin haklı olarak tepkisini çeken bu projenin hayata


geçirilmesi durumunda Türkiye’nin yakın çevresinde birçok ülkede etnik,
mezhepsel ve yönetim olarak büyük değişimlerin meydana gelmesi
kaçınılmazdır. Çünkü bu değişimlerin neticesi, Ortadoğu’da yeni bölünmeler
coğrafya açısından baktığımız zaman bölgede yeni sorunların ortaya
çıkmasını tetikleyecek bir unsur olacaktır. Türkiye’nin yakın coğrafyasında
meydan gelecek bu kriz alanları Türkiye’nin hem dış politika açısından, hem
etnik, toplumsal ve siyasal istikrar açısından büyük sorunlarla karşı karşıya
kalmasına neden olacaktır.

Büyük Ortadoğu teriminin kapsadığı geniş alana Akdeniz’in güvenliği


de dâhil edilmelidir. Batı Avrupa ve ABD değişik açılardan Türkiye’yi Avrupa
kıtası dışındaki alanlarda görmek istemektedirler. Eski Sovyetler Birliği’nden
tehdit algılamayan Avrupa, Doğu Akdeniz’den gelecek olan siyasal İslam’ın
teröründen korktuğu için yarattığı tehdide bir denge aramaktadır.152

Bu gelişmeleri çok iyi etüt eden Türkiye, son dönemlerde kendisine


uzun dönemde sorun teşkil edecek problemleri özellikle AB ile sıcak ilişkiler
geliştirerek bertaraf etme yoluna gitmiştir. Avrupa birliği ülkeleri, özellikle
enerji havzalarının kontrolü ve planlanmasında oluşum dışında kalmışlardır.
Bu nedenle; birlik içindeki ülkelerden özellikle Fransa ve Almanya’nın başını
çektiği AB ülkeleri kendi bölge politikalarını oluştururken, Türkiye’ye önemli
derecede ihtiyaç duymaya başlamışlardır. Başlangıçta Türkiye’ye karşı katı

151
Ünal METİN:, “Büyük Orta Doğu Projesi”,
http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20041174(Erişim Tarihi : 26.03.2006)
152
.Hasan KÖNİ:”Akdeniz’in Güvenliği ve Türkiye”, ASAM Jeo ekonomi Dergisi,Cilt I, Sayı 2,
Yaz/Sonbahar 1999, 60.
103

bir tutum takınarak birlik dışında kalması için hiçbir yumuşama göstermeyen
AB’nin birden bire çark ederek Türkiye’nin AB’ne alınması için seferber
olmasının ardındaki en önemli etkenin bu düşünce olduğunu
değerlendiriyorum. BOP’ta, Türkiye’nin uygulayacağı en önemli hal tarzı, AB
ile yakın ilişkilerini koruyarak, Amerika ve İsrail’le de bölge politikalarının
oluşumunda ülke menfaatleri için gerekli durumlarda paralel hareket
etmesidir. Ancak ülke menfaatleri ve Türkiye’nin bağımsız yapısına karşı bir
oluşum söz konusu olduğunda, ağırlığını ortaya koyma cesaretini de
göstermelidir.

Türkiye Cumhuriyeti, BOP ya da GOP coğrafyasında bin yıldan fazla


hakimiyeti olan siyasi iradenin, özellikle Osmanlı döneminde başarıyla
uygulanan “Osmanlı Barışı” ve ahenkli bir medeniyetin varisi olan bir devlettir.
Eğer bu bölgede gerçekten barış, huzur ve demokrasi isteniyorsa, Türkiye bu
sürecin dışında kalamaz ve BOP’un Türkiye’nin katkısı olmadan
uygulanabilmesi de mümkün değildir. Çünkü, BOP’un, İsrail’e destek
olabilme, bölgenin enerji kaynaklarına kolayca erişebilme, ve ABD’nin
emperyal emellerine hizmet gibi perde arkasındaki emellerini göz ardı
etmemek şartıyla; demokrasi, huzur ve barış konusundaki hedeflerine
ulaşabilmesi için bölgenin “merkez ülkesi” konumundaki Türkiye’nin Proje’ye
aktif iştirakinden başka bir hal tarzı gözükmemektedir.153

Bu gün Afganistan’ın işgali ile başlayıp Irak’ın işgali ile devam eden
süreçte, özellikle ABD için işler hiçte yolunda gidiyor gibi gözükmemektedir.
Bu nedenle; son zamanlarda Amerikan üst düzey yöneticileri Türkiye ile
deyim yerindeyse “mekik diplomasisi” oluşturmaya başlamış durumdadır.
Öyle veya böyle ABD Türkiye’nin bu oluşumda desteğine muhtaç
durumdadır. Müslüman bir coğrafyada yanına Müslüman bir ülkeyi almadan
kendi başına politikalar üretmenin neredeyse imkânsız olduğu tüm açıklığı ile
Irak’ta kendini göstermiştir. Türkiye Ortadoğu’daki gelişmelerin tüm

153
Hasan Celal GÜZEL : ”BOP’a Doğru Bakabilmek”, Radikal Gazetesi (14 Mart 2006)
104

aşamasında söz sahibi olup pozitif kazanımlar elde etmek istiyorsa mutlaka
aktif bir dış politika yürütmek durumundadır. Bu sebepten dolayı, Türkiye
bölge ile ilgili politikalarını oluştururken, yakın coğrafyasında meydana gelen
bu gelişmelerden taraf olsa da olmasa mutlaka etkileneceği gerçeğini göz
ardı etmemelidir.

Diğer yandan, bir yeniden yapılandırma girişimi olarak sunulan ve


Türkiye açısından ciddi sorunlar doğuracak bir dizi hedefe sahip olan
BOP’nin hayata geçirilebilirliği, Amerikan yönetiminin genişleyen
Ortadoğu’nun sorunları ile gerçekten yüzleşebilmesi cesareti belirleyecektir.
Başta Filistin sorunu olmak üzere, çok sayıda ciddi problem, bizzat uluslar
arası sistemin ürettiği yapısal sorunlar olup, Türkiye’nin bu projede AB
perspektifini kaybetmeden, dinamik role sahip olması, hem bu bölge, hem de
Türkiye için anlamlı sonuçlar doğurması açısından faydalı olarak
değerlendirilmektedir. 154

3.2. Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’nin Büyük Ortadoğu


Projesine Etkileri

Türkiye ve İsrail arasında 1996 yılında imzalanan Askeri İşbirliği


Antlaşması ile kuvvetlenen iki ülke ilişkilerinin -zaman zaman inişli çıkışlı
seyir izlese de- günümüze kadar ulaşmasındaki en önemli etkeni, iki ülkenin
de ilişkiye gereken önemi vermesidir. İki ülke arasındaki işbirliğinin ortaya
çıkması ile tüm Arap ülkelerinin tepkilerini çeken bu stratejik ortaklık,
bölgede İsrail’le ilişkiye giren ilk Müslüman ülkenin Türkiye olması açısından
anlamlıdır. O tarihe kadar, bütün devlet politikalarını İsrail’in Filistin
topraklarından sökülüp atılması tezi üzerine kuran Arap devletleri için,

154
Bülent ARAS : ”Büyük Ortadoğu İnisiyatifi ve Türkiye”,
http//www.turkishtime.org/28/tr_24_2asp (Erişim Tarihi : 28.03.2006)
105

Türkiye’nin İsrail’le başlatmış olduğu bu işbirliği, Arap dünyasına bir ihanet


olarak algılanmış ve her fırsatta Türkiye, bu ilişkiden vazgeçmesi için ikaz
edilmiştir.

Ancak zaman, Türkiye’nin ne kadar mantıklı daha doğrusu bölge


politikalarını oluşturması açısından ne kadar gerçekçi hareket ettiğinin bir
göstergesi olmuştur. Üstelik Türkiye’yi zamanla Ürdün ve Mısır izlemiş olup
bu devletler Arap ırkından olmalarına rağmen İsrail’le ilişki kurmakta sakınca
görmemişlerdir.

Bugün için İslam ülkeleri içinde İsrail’le kapsamlı ilişkilere sahip tek
ülkenin Türkiye olması, onu İslam ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkilerin
kurulmasındaki anahtar ülke pozisyonuna getirmiştir. Diğer yandan Türkiye
İslam ülkeleri içinde laik olan tek ülke olarak örnek teşkil etmektedir.
Türkiye’nin önemli başka bir özelliği de “Medeniyetler Uzlaşması”nın kilit
ülkesi durumunda olması, bu özelliği ile de İslam dünyasında oluşan
Amerikan karşıtlığını tersine çevirebilecek belki de dünyadaki tek ülke
konumunda bulunmasıdır155. Afganistan’ın ve Irak’ın İşgal sürecinde ABD’nin
Türkiye’ye önemli bir rol vererek müşterek hareket etme isteği, sırf bu
sebeplerden kaynaklanmaktadır. Nitekim Afganistan’da ABD’nin isteği
doğrultusunda şekillenen bu süreç, Irak’a Türkiye’den yoksun olarak giren
ABD için tam zıt bir istikamette işlemeye başlamış ve gün geçtikçe daha da
kötüleşme eğilimine girmiştir. İşte ABD’nin Türkiye’yi vazgeçilmez bir dost
olarak görmesi ve BOP’ta örnek ülke olarak vitrine çıkarmasının arkasında
yatan en büyük etkenlerden biri bu düşüncedir.

ABD, Türkiye – İsrail işbirliğini dünya kamuoyunda ortaya çıkmasından


itibaren, desteklediğini ve yanında yer aldığını her fırsatta dile getirmiştir.
Çünkü ABD için İsrail’in Ortadoğu’daki güvenliği öncelik sırasında başlarda
yer almaktadır. Diğer yandan, Türkiye – İsrail İttifakı’nın en büyük etkilerinden

155
Y.Gökalp YILDIZ : a.g.e.(2004), 259.
106

biri de, Ortadoğu’da ilk kez Batı yanlısı demokrasilerden meydana gelen bir
ittifakın oluşturulması ve bölgedeki baskıcı rejimlere karşı değişmeye yönelik
baskı yaratan bir unsur olarak ortaya çıkmasıdır. Bu ittifaka karşı gösterilen
büyük tepkilerin kaynağındaki asıl nedenin, bölgedeki rejimlerin kendileri için
Türkiye – İsrail ittifakını bir tehdit olarak algılamalarıdır.

Türkiye, İsrail ile özellikle askeri alanda ilişki kurarak bu alandaki


sanayisini bölge ülkelerinden daha ileri seviyeye getirmeyi hedeflemekte ve
Orta Asya kaynaklarına ulaşmada ABD ve İsrail ile işbirliği yapmaktadır.
Türkiye bu politikası ile Ortadoğu’daki petrol üreticisi ülkelerin stratejik
konumlarını zayıflatarak, İsrail ve ABD’nin bölge politikalarının
uygulanmasında yardımcı olmakta ve bu ülkelerden kendisine gelebilecek
tehditleri azaltmaya çalışmaktadır.156

Türkiye – İsrail Stratejik işbirliği’nin BOP’nin oluşturulması aşamasında


en önemli etkilerinden biriside, Türkiye’nin siyasi ve kültürel bağları sebebiyle
ABD ve İsrail’in politikalarının sadece Ortadoğu bölgesi ile sınırlı kalmayıp
Orta Asya’ya kadar uzanmasına yardımcı olmasıdır. Özellikle enerji
bağlamında bu ülkeler ile ilişki kurmak zorunda olan ABD ve İsrail için
Türkiye, yine köprü vazifesi görmektedir. Üstelik Orta Asya ülkeleri ile
yapılacak ticari ilişkilerde de Türkiye’yi yanına alan bir ülke için Türkiye, ilave
bir katma değer oluşturmaktadır.

Yukarıda bahsedilen nedenlerden dolayı Türkiye – İsrail Stratejik


İşbirliği, Ortadoğu politikalarının oluşturulması ve uygulanması açısından çok
büyük önem arz etmektedir. Özellikle Müslüman bir coğrafya ile çevrili olup
bölgede hiçbir şekilde kabul görmeyen Yahudi kökenli İsrail’in ve Irak’ın işgali
ile bölgede nefret tohumlarının yeşermesine sebep olan ABD’nin, bölge
ülkelerinin negatif düşüncesinin değiştirilmesinde ve Ortadoğu ülkeleri ile
planladıkları politikalarını hayata geçirmeleri için başvuracakları tek adresin

156
Y.Gökalp YILDIZ : a.g.e.(2004), 309.
107

Türkiye olduğu aşikârdır. Türkiye bu bilinçle hareket etmesi durumunda


bölgede vazgeçilmez bir ülke olduğunu bir kez daha kanıtlamış olacaktır.

3.3. Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail’e Kurgulanan Roller

ABD, BOP ile bölgede coğrafi düzenleme yapmak istemekte olup


amacı, Batı’nın politikalarını tamamen bölgede uygulamak ve oradaki
toplumları yönlendirmeye çalışmaktır. Fakat hedef bununla da sınırlı olmayıp
Araplar ve Müslümanlar Batı’nın baskısı altına alınmak istenmektedir. Bu
nedenle BOP ile İsrail’in bölgede büyük rol sahibi olması planlanmaktadır.157

Ortadoğu coğrafyasında İsrail kurulduğu tarihten itibaren Arap’lar


tarafından düşman olarak algılanmış ve Araplarla dört savaş yapmıştır. Bu
nedenle ABD, İsrail’in güvenliği ve varlığının korunması için bu ülkeye her
türlü desteği göstermiştir. ABD, İsrail’in bölgede varlığını idame ettirmesi ve
Arap – İsrail düşmanlığının çözümlenmesi için her türlü barış girişiminde yer
almış ve genellikle İsrail lehindeki çözümleri desteklemiştir. İsrail’in güvenliği,
ABD’nin bundan önceki Ortadoğu politikalarında nasıl öncelikli bir hedefse,
BOP’nin de vazgeçilmez hedefleri arasında yer almaktadır.

ABD bölgeyi İsrail’e karşı bir tehdit oluşturmayacak şekilde


dönüştürmeyi tasarlamaktadır. Bölgeye özgürlük ve demokrasi getireceği
söylemiyle yola çıkılmasına rağmen bölgenin kısa dönemde demokratikleşme
potansiyeli neredeyse yok gibidir. Suudi Arabistan’ı, Bahreyn’i, Birleşik Arap
Emirlikleri’ni, Katar’ı düşündüğünüzde bu ülkelerin bir demokratikleşme

157
Tuba ÖZDEN : “Demokrasi Gelecekse Biz Getirmeliyiz”, Aksiyon Dergisi, Sayı 573, 28
Kasım 2005, http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=22910(Erişim Tarihi 17.03.2006)
108

hedefinin, hatta halkın büyük bir kısmının böyle bir beklentisinin bile olduğunu
söylemek neredeyse imkânsızdır.158

Bölge ülkelerinin 1948 yılından, yani İsrail’in kurulduğu tarihten itibaren


silahlanma yarışına girmesinde, İsrail’in büyük etkisi bulunmaktadır. Arap
ülkeleri tarafından başlangıçta, İsrail’i kurulduğu coğrafyada yok etme amaçlı
başlayan silahlanma yarışı, son yıllarda İsrail’in dünyanın en güçlü ülkesi
ABD’yi de ardına alarak özellikle nükleer açıdan bölgesel bir güç haline
gelmesi sonucu, bu ülkelerin kendi varlıklarını koruma için silahlanmaları
şekline dönüşmüştür. Bu nedenle İsrail’le savaş tehdidini gerekçe gösteren
bazı bölge ülkeleri bütçelerinin neredeyse % 70’ine yakın bir miktarını
silahlanmaya ayırmıştır. Dolayısı ile petrol zengini ülkeler, petrolden gelen
gelirlerini silah edinme amaçlı kullanmaları nedeni ile ekonomilerine
kazandıramamış, petrol sahibi olmayan Suriye benzeri ülkeler de son yıllarda
ekonomik krize sürüklenmişlerdir. Diğer yandan bölgede ciddi anlamda silah
sahibi olan ülkelerde Irak benzeri işgal ve rejim değişikliği tehdidiyle karşı
karşıya kalmışlardır.

Mevcut coğrafyadaki en son durum İsrail’in beklentilerini fazlası ile


tatmin eden bir hal tarzı almıştır. Kendisi için potansiyel tehdit olan Irak
bertaraf edilmiştir. Suriye yine Amerika tarafından tehdit edilmektedir. İran
uranyum zenginleştirme faaliyetleri sonucu nükleer silah üretmekle
suçlanarak üzerinde yine baskı oluşturulmaktadır. Dolayısı ile İsrail bu
durumdan oldukça hoşnut gözükmektedir.

Diğer yandan BOP’a göre, Filistin’in Ürdün’de kurulması söz


konusudur. Böylece Batı Şeria ve Gazze İsrail’in ülke alanına dahil
edilecektir. Böyle bir hal tarzının Araplar ve Filistin tarafından kabul edilmesi
elbette mümkün değildir. Bu tarz bir uygulamaya diğer Arap ülkeleri de karşı

158
Tayyar ARI : ”Büyük Ortadoğu ve Türkiye’ye Yansımaları”, 2023 Dergisi, Sayı 39 (15
Temmuz 2005), 56.
109

çıkacağı için BOP’nin bu şekliyle Filistin sorununun çözümünde olumlu bir


etken olmayacağı kuvvetle muhtemeldir.159

Son durum itibarı ile İsrail, bölgede Kürtler hariç etraflarının kendilerine
düşman olduğunu düşünmektedir. İsrail, İran’ın nükleer silah geliştirmenin
eşiğinde olduğunu değerlendirmekte ve Suriye’nin, kendisi Gazze şeridinden
çekilirken, Filistin terörünü desteklemeyi planladığını iddia etmektedir. İsrail
bazı alanlarda bu düşüncelerini fiiliyata geçirmiş ve özellikle Irak’ın ABD
tarafından işgal edilmesinden sonra Kürtlerle yakın ilişkiye girerek kendisi için
tehlikeli olacağını değerlendirdiği Şii oluşumunu dengeleme gayreti içine
girmiştir.160

İsrail Ortadoğu bölgesi ile ilgili politikalarını ABD üzerinden


yürütmektedir. Bölgedeki özellikle Arap ülkeleri ile olan husumeti nedeniyle
faaliyetlerini genellikle dikkat çekmeden gizli olarak gerçekleştirmektedir. Bu
nedenle İsrail’in BOP’la ilgili politikaları hakkında basında ve kamuoyunda
oluşturulmuş görüşler genellikle varsayım ve İsrail’in bölgedeki
faaliyetlerinden dolayı fikir yürütülerek meydana getirilmiş çıkarsamalardan
ibaret olmaktadır.

Son zamanlarda basında ve kamuoyunda İsrail vatandaşları


tarafından Kuzey Irak’ta toprak satın alındığı ve Kürtlere destek verildiğine
dair birçok haber yer almaktadır. Bu durum haklı olarak Irak’ın toprak
bütünlüğünün korunmasından yana tavır almış olan Türkiye’nin tepkisini
çekmiştir. Bu tepkilerin neticesi Türkiye – İsrail ilişkilerinde 90’lı yıllara
nazaran bir yavaşlama baş göstermiş, Türkiye BOP ile ilgili İsrail’in
politikalarına temkinli yaklaşma yolunu tercih etmiştir.

159
Anıl ÇEÇEN : ”B Planı, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Yansımaları (Jeopolitik
Değerlendirme Toplantısı)”, 2023 Dergisi Sayı 39 (15 Temmuz 2004), 70.
160
Seymour M.HERS, Çev.Süleyman Bulut : ”B Planı”, 2023 Dergisi, Sayı 39 (15 Temmuz
2004), 19.
110

Ancak Türkiye’nin bu tepkilerine karşılık, İsrail tarafından hem resmi


kurumların, hem de bazı düşünce kuruluşlarının, İsrail’in Irak’ın parçalanarak
kuzeyde bir Kürt Devleti oluşumunu desteklemediği, böyle bir durumun bölge
istikrarını bozacağına ilişkin açıklamaları ve görüşleri gündeme gelmektedir.
Bu yeni yaklaşımın, İsrail’in Türkiye ile zayıflayan ve hatta bozulmaya yüz
tutan ilişkilerini tamir etme ve yeniden geliştirme maksadı ile gündeme
getirmesi olarak değerlendirilmektedir. 161

Hiç şüphesiz Irak’ın bölünmesiyle kurulacak bir Kürt devleti, İsrail’in


işine gelecektir. Çünkü Kürt devleti İsrail’in iki temel düşmanı İran ve Irak’ı
zayıf düşüreceği gibi, kendisi için bölgede rakip olan, aynı hayat sahasını
paylaştığı Türkiye’yi de rakip olmaktan uzaklaştıracaktır. Daha sonraki
yıllarda, bölgede kurulmuş olan bu Kürt Devleti’nin, Türkiye’yi de etnik ve
siyasi bir kavga ortamına sürüklemesi ve Türkiye’nin zayıf düşürülmesi ile
Türkiye’nin de bir kısmının bu devlete ilhakı gündeme gelebilecektir. Bu
sayede İsrail açısından bölgede rakip durumundaki bir ülke daha zayıf
düşürülmüş olacaktır.

4. TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU ÜLKELERİ İLE ORTA VE UZUN


VADEDEKİ İLİŞKİLERİNİN MUHTEMEL BOYUTLARI

4.1. Türkiye – İsrail Askeri İşbirliğinin Arap Ülkeleri Üzerindeki


Olumsuz Etkisinin Düzeltilmesi

161
Armağan KULOĞLU(Em.Tümg.) : ”Ortadoğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin
Güvenliğine Stratejik Etkileri”, ASAM Stratejik Analiz Dergisi, Sayı 62 (Haziran 2005), 78.
111

Son yıllarda Türkiye, İsrail’in özellikle Irak’taki politikası nedeniyle bu


ülke ile ilişkilerini yavaşlatma yoluna gitmiştir. Gelecekte kendisine tehlike
oluşturacak şekilde İsrail’in Kuzey Irak’a sızması tehlikesini gören Türkiye, bu
ülke ile ilişkilerinde daha temkinli hareket etmeye başlamıştır. Diğer yandan,
Türkiye’de 2002 yılında yapılan seçimler sonucu Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin iktidara gelmesi sonrası, Arap dünyası ile ilişkileri daha da
geliştirme ve karşılıklı güven sağlama yönünde bir eğilim baş göstermiştir.

1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçmemesi ve bu bağlamda


Türkiye’nin Amerikan kuvvetlerinin topraklarını kullanmasına müsaade
etmemesi, Başbakan’ın İsrail’in Filistin’deki uygulamalarına tepki gösterip
Hamas Lideri Şeyh Ahmet Yasin’in Mart 2004’te suikast sonucu öldürülmesi
üzerine İsrail’i “Devlet Terörü” uygulamakla suçlaması, 8 Haziran 2004
tarihinde ABD’nin Georgia eyaletinde toplanan G-8 zirvesinde yine Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Filistin ve Irak’taki durumun ihmal edildiği, bu
durum ışığında reformlardan söz etmenin gerçekçi bir yaklaşım tarzı
olmayacağı, reform gerçekleştirmek için öncelikle bu meselelerin çözülmesi
gerektiği, ancak bundan sonra bölgeye dışarıdan projeler sunulabileceği” ne
ilişkin açıklamaları, Arap ülkelerinin büyük çoğunluğunun Türkiye’ye karşı
tutumlarında değişiklik göstermesine neden olmuştur.162

Yeni bir politika ile Türkiye’nin son dönemlerde ortaya koyduğu tutum,
Arap ve Müslüman ülkelerle yakınlaşmasını sağlamıştır. Arap ülkelerinin
Türkiye’nin bu politikalarının yanında yer aldığının ilk göstergesi; 14 – 16
Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da yapılan İKÖ’nün Genel Sekreter seçimleri
olmuştur. Türkiye’nin adayı Ekmeleddin İhsanoğlu Malezya ve Bangladeşli
adaylardan çok daha fazla oy alarak Genel Sekreter seçilmiştir. Bu olay bir
anlamda Türkiye’nin Arap ve Müslüman ülkelere karşı uygulamış olduğu

162
Sena El-Said:, ”Yeni Türkiye”, El Wafd Gazetesi (Mısır, 18 Haziran 2004)
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBA06/SIN/2004/06/23x06x04.HTM (Erişim
Tarihi : 07.04.2006)
112

politikaların, bu ülkeler tarafından takdir edilmesi ve kabul görmesi olarak


algılanmıştır.

Yine bu bağlamda Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, 5 Mayıs 2005


tarihinde İstanbul’da düzenlenen Türk-Arap Ekonomi Forumu’nda; “Türkiye
ve Arap ülkelerinin tümünün birlikte sürdürülebilir kalkınmalarını sağlayacak
ortak ticaret, enerji ve ulaştırma programlarını süratle uygulamalarının
zamanının geldiğini söylemiştir. Bakan; Türkiye’nin 2000 yılından itibaren
“komşu ve çevre ülkeler stratejisi” uyguladığını dile getirmiş ve bu strateji
içinde Arap ülkelerinin özel bir yeri olduğunu açıklamıştır. Tüzmen, Arap
ülkelerine 2000 yılında 2,8 milyara olarak başlayan ihracatın 2004 yılında
11,7 milyar dolara, yine aynı dönemde 4,5 milyar dolar olan ithalatın 7,6
milyar dolara yükseldiğini ve Arap ülkeleri ile Türkiye arasında yaklaşık 20
milyar dolarlık bir ticaret hacmi oluşturulduğunu beyan etmiştir. Devlet Bakanı
2005 yılı itibarı ile Arap ülkeleri ile ticaret hacminin 24 milyar dolara
ulaşacağını da beklediklerini söylemiştir.163

Yine Devlet İstatistik Enstitüsü(DİE) verilerine göre 2004 yılında


Ortadoğu ülkelerine Türkiye’den yapılan ihracatta %49,1’lik bir artış
sağlanırken, bu ülkelerden yapılan ithalatta % 18’lik bir artış kaydedilmiştir164.
Bu değerler, Türkiye – Arap ülkeleri arasındaki son yıllarda siyasi boyutta
başlayan yakınlaşmanın ticari boyutta da aynı paralellikte gelişmeye
başladığının en büyük göstergesi olmuştur.

Diğer yandan gerek İKÖ gerekse Türk Arap Ekonomik Forumu gibi
toplantı ve uygulamaların Türkiye’de yapılması ve Türkiye’nin bu toplantılarda
ev sahibi ülke olarak aktif bir politika uygulayarak Arap devletleri ile ekonomik
ve siyasi bağlamda iyi ilişkiler geliştirmeye başlaması, Türkiye’nin bir dönem

163
Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü : “Anadolu’ya Haberler”,
http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/anadoluyahaberler-yeni/2005/mayis/ah_06_05-05.htm
(06.04.2006)
164
Emre Kozlu : ”İç Ekonomi”, Garanti Bankası Dergisi (Ağustos 2004), 37.
113

soğuk olan Türkiye – Arap ülkeleri ilişkilerini tekrardan canlandırma amaçlı bir
hamlesi olarak değerlendirilmektedir. Gerçekten de aynı coğrafyayı paylaşan
komşu ülkelerin birbirleri ile siyasi, ticari ve ekonomik anlamda ilişkilerinin
sıcak olması, bu sayede paylaşılan coğrafyada ilişkilerin iyi komşuluk, güven
ve dostluk duyguları ile pekiştirilmesi arzu edilen bir durumdur.

Türk – Arap ilişkilerinin gelişmesinde önemli etkenlerden biriside, ABD


bankalarının, 11 Eylül olaylarının ardından Ortadoğu kaynaklı fonları gözetim
altına almaya başlamasıdır. ABD’nin Arap sermayesi üzerinde denetim
amaçlı bu baskısı sonucu kendilerine başka yatırım alanları arayan Körfez
Sermayesi’nin gözünde Türkiye'nin değeri, AB ile yakınlaşmadan sonra daha
da artmıştır.

Dünyanın en büyük gayrimenkul şirketlerinden biri olan Emaar'ın


ortağı Dubai Bank'ın Baş Yöneticisi Ziad Makkavi'nin, önümüzdeki beş yılda
Körfez'de açığa çıkacak olan sermayenin 600 milyar doları bulabileceğini
söylemesi, Türkiye'nin bu sermayeyi çekebilmek için Arap ülkeleri ile
ilişkilerin geliştirme yönünde kuvvetli adımlar atmasına neden olmuştur.
Körfez ülkelerinin vereceği dış ticaret fazlasından ortaya çıkacak nakit
paranın Türkiye ekonomisine kazandırılması, ülke ekonomisinin istikrarı
bakımından oldukça önemli bir kaynak olarak görünmektedir. Bu bağlamda,
"faizsiz bankacılık" sistemi yaygınlaştırılarak, Arap sermayesine uygun bir
bankacılık potansiyelinin oluşturulması ve bu çerçevede "Körfezbond" adı ile
Körfez ülkelerine yönelik tahvil çıkarılması çalışmalarına başlanmıştır.165

Bütün bu gelişmelerin yanında, bölgesinde ekonomiden siyasete ve


savunmaya kadar birçok uluslararası ve bölgesel oluşuma üye olarak Batı ve
Avrupa dünyasında bütünleşen Türkiye’nin Irak, Balkanlar ve Kafkasya’da
meydana gelen temel olayların merkezinde olmasını sağlayan coğrafi

165
Aybike KOCA : ”Arap Sermayesinden Beklenen İşlev”, Tusam-Ulusal Güvenlik Stratejileri
Araştırma Merkezi, http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=317&sayfa=7(Erişim Tarihi
12.04.2006)
114

konumunun yanı sıra bölgedeki önemi de gittikçe artmaktadır. Bütün bu


gelişmeler Türkiye’nin öncü bir rol oynamasının önünü açmaktadır.166

Türkiye’nin bulunduğu coğrafya tarihte olduğu gibi bugün de çok


kritiktir. Türkiye, 1996 yılından günümüze kadarki süreçte İsrail’le stratejik
işbirliği içinde hareket ediyorsa, aynı şekilde Arap ve İslam dünyası ile de iyi
ilişkiler yürütme gayreti içine girmesi gayet normal bir durum olarak
algılanmalıdır. Çünkü uluslararası ilişkilerde ülke menfaatleri her şeyden
önce gelmektedir. 1996 yılında İsrail’le geliştirilen işbirliği, Türkiye için o
tarihte gerekli ve anlamlı bir hareket olmuştur. Bu sayede Türkiye Soğuk
Savaş sonrası dönemdeki güvenlik kaygılarına bir ölçüde çözüme
kavuşturmuştur. Ancak, özellikle 2. Körfez Harekâtı sonrası Irak’ın ABD
tarafından işgali ile Ortadoğu bölgesinde birçok dinamik temelden oynamış
ve değişmiştir. Yine, 1984 yılında başlayıp günümüze kadar devam eden ve
yüz milyar dolarlara mal olan PKK terörü, Türkiye’ye insani ve ekonomik
boyutta çok kan kaybettirmiştir. PKK terörünü gerek içten gerekse dışarıdan
destekleyen birçok ülke olduğu aşikârdır. Yine Sözde Ermeni Soykırımı
iddiaları ile Türkiye birçok dost diye tabir ettiğimiz Avrupa ülkesi tarafından
köşeye sıkıştırılmak istenmektedir. Aynı şekilde Avrupa Birliğine yapmış
olduğumuz başvuru ile girmiş olduğumuz uzun ve meşakatlı yolda önümüze
insan hakları başta olmak üzere, Kıbrıs, azınlık iddiaları ile yasama, yürütme
ve yargı da ülke bütünlüğünü tehlikeye sokacak çeşitli düzenleme ve
dayatmalar konmaktadır.

Bütün bu bahsettiğimiz sorunlar tek tek ele alındığında, Türkiye’nin


bilinçli ve etkili bir dış politika yürütmesi gerekliliği tüm açıklığı ile karşımıza
çıkmaktadır. Bugün itibarı ile Türk-Arap ilişkileri ivmelenen bir süreçte
gelişme göstermektedir. Türk-İsrail ilişkilerinde ise geçmiş yıllara göre bir
yavaşlama gözlemlenmektedir. Türkiye aslında iyi incelendiğinde gayet
düzgün bir dış politika yürütmektedir. Kendine yakışan bir rol üstlenerek

166
Sena El-Said : a.g.m.
115

coğrafi yapısındaki köprü özelliğini siyasi boyuta da taşımaktadır. Türkiye ile


ticarete giren Arap ülkeleri, dolaylı olarak Türkiye üzerinden AB pazarlarına
uzanmaktadır. Yine Arap ülkeleri tarafından vetolu olan İsrail ürünlerinin çoğu
Türkiye aracılığı ile Arap ülkeleri ile buluşmakta, yine Arap ülkelerinden gelen
mal ve ticari ürünler İsrail’e yönlendirilebilmektedir. Bu durum Türkiye’ye
olağanüstü bir önem kazandırmaktadır. Bugün, Türkiye Arap ülkeleri ile
gelişen ticari ve ekonomik ilişkilerinin yanında İsrail’le ilişkilerini hiçbir zaman
tam olarak kesmemiş, ancak ülke menfaatlerinin bir gereği olarak
yavaşlatmıştır. Bu durum İlişkilerin başlaması ve bitişinde büyük bir devlet
olarak inisiyatifin Türkiye’nin elinde olduğunun bir göstergesidir. Ülke
menfaatlerinin bir gereği olarak bu coğrafyada Türkiye’nin politikalarının aksi
yönde hareket edecek bir ülkenin Türkiye’nin tepkilerini çekip bu
kazanımlarından mahrum olacağı muhakkaktır.

Türkiye Ortadoğu coğrafyasında adeta çetin bir satranç


müsabakasındaki gibi taşlarını çok dikkatli ve özenle hareket ettirmelidir.
Çünkü oynadığı her taşın olağanüstü etkileri olacağı gibi karşısından da aynı
şekilde hamleler gelmesi kaçınılmazdır. Bu oyunun Türkiye açısından en kötü
tarafı, oynanmak zorunda olması ve yapılan yanlış bir hamlenin telafisinin ne
yazık mümkün olmamasıdır. Bu yüzden Türkiye coğrafyasında her zaman
usta oyuncu kimliğiyle hareket etmelidir.

4.2. Türkiye’nin Ortadoğu Ülkeleri İle Orta ve Uzun Vadeli


İlişkilerinde Muhtemel Politikaları Neler Olabilir?

Soğuk Savaş sonrası dönemin en önemli sonuçlarından biride


bölgelerarası etkileşim alanlarının ve ülkelerarası ilişkilerin Soğuk Savaş
yıllarına göre değişmeye başlamasıdır. İki kutuplu dünya düzeninde nispeten
kopuk olan karşılıklı bölgesel ilişkiler, günümüzde yeni bir dinamizm
kazanarak kuvvetli bir etkileşime girmiştir. Çift kutuplu dünya düzeninde ABD
116

– SSCB rekabetinin meydana getirdiği ortamdan beslenen ülkeler, bu


düzenin Doğu Bloğu aleyhinde iflas etmesi ile dış yardım ve desteğin
kesilmesi sonucu bu desteklerinden mahrum kalmış ve varlıklarını devam
ettirmek içi yeni politikalar üretme arayışına girmişlerdir.

Bu durum, bir taraftan bölgesel güçlere yeni manevra alanları açarken,


diğer taraftan da yeni güvenlik riskleri ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’daki bu
yeni durum ve oluşumların Türkiye’ye yansıması ise Türkiye’nin, Ortadoğu’da
sadece NATO’nun bir üyesi olarak değil, kendi ulusal stratejilerini de gözeten
bir bölgesel aktör olarak hareket etmeye başlaması şeklinde olmuştur. Bu
coğrafyada bölgesel aktörlerin manevra alanları genişlerken, ABD’nin bölge
üzerindeki hâkimiyet kurma, enerji kaynaklarının makul fiyatla ve sürekli
olarak dünyaya sevki, güvenlik şemsiyesi oluşturma gayretleri ve bölgeyi
yeniden yapılandırma faaliyetleri bölgelerarası etkileşim alanlarının önemini
daha da arttırmıştır.

Artık bölgede, birbirinden bağımsız bölge politikalarının değil,


birbirlerini etkileyen ve belirleyen bölgelerarası etkileşim stratejilerinin ön
plana çıkması kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir.167

Türkiye bu gelişmelerin ışığında geçmişteki politikalarının bir kısmını


yavaş yavaş terk etmeye başlamıştır. Çünkü Ortadoğu coğrafyasında, tarihin
her döneminde ayakta kalan toplumlar yaşadıkları dönem itibarı ile bölgesel
güç konumunda olan devletler olmuştur. Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki
oluşumlara müdahil olmamasının ya da seyirci kalmasının en acı etkilerini
1991 yılındaki Körfez Harekâtı’nda görmüştür. Savaş nedeni ile bölge ülkeleri
ile Türkiye arasındaki ticaret tamamen durma noktasına geldiği gibi, savaş
sonunda Türkiye, ekonomisinde milyarlarca dolar kayıp, Saddam rejiminden
kaçıp Türkiye sınırına yığılan binlerce Peşmerge ve beraberinde PKK
militanına insani yardım ve sınırı açmak gibi bedeller ödemek zorunda

167
Erdal ŞİMŞEK : Türkiye’nin Ortadoğu Politikası (İstanbul, 2005), 160.
117

kalmıştır. 1991’deki müdahaleden sonra Türkiye’ye verilen sözler tutulmadığı


gibi Kıbrıs, terör, su anlaşmazlığı gibi konularda Türkiye’nin tezleri ve
yaklaşımları uluslararası çevrelerden destek bulamamıştır. Dolayısı ile
bölgedeki olaylara tarafsız bir şekilde yaklaşımın dahi kendisine ağır bedeller
yüklediğini gören Türkiye, bu tarihten itibaren uluslararası toplumda kendine
yeni müttefikler arayışı içine girmiştir.

Türkiye, bugün itibarı ile İstikrarsız bölgede kültürel, tarihi, coğrafi,


stratejik faktörler dikkate alındığında çevresi için umut olabilecek bir durumda
olmasına rağmen, kuruluşundan günümüze kadar bu problemli bölgede sağ-
sol kavgası, Alevi-Sünni problemi, PKK, laik-anti laik çatışması gibi toplumun
büyük kesimlerini birbirine düşüren, her anlamda Türkiye’nin gelişimini
baltalayan problemlerle uğraşmıştır. Yakın gelecekte de bu ülkeyi oluşturan
insanlar arasında ayrılık tohumları ekecek benzeri sorunlarla yüz yüze gelme
ihtimali çok yüksektir. Üstelik Batılı müttefiklerimiz tarafından, 11 Eylül’de
çirkin yüzünü gösteren teröre karşı ABD’ye sağlanan koşulsuz desteğin söz
konusu Türkiye olunca, azınlık problemi, insan hakları çerçevesinde
mücadele ve hatta teröristlerin özgürlük savaşçısı şeklinde lanse edilmesi
şekline dönüşeceği kuvvetli ihtimal dâhilindedir.168

Diğer yandan 1959 yılından beri AB’ye üyelik için bekleyen ve en son
1999 yılında Helsinki zirvesi ile aday ülkeler arasına ancak alınabilen
Türkiye’nin önüne, AB tarafından bir sürü ön koşul ve yaptırım konmuştur.
Türkiye’nin kendisinden istenen tüm koşulları yerine getirse dahi birliğe kabul
edilip edilmeyeceği belirsizdir. İşin daha kötüsü Türkiye’nin AB’nin dışında
kalması durumunda, Kıbrıs sorunu, Yunanistan ile olan problemler gibi
sorunlar AB’nin ortak dış politikasının zaman içinde kuvvetlenmesi ile
Yunanistan ile Türkiye arasındaki bir sorundan ziyade AB ile Türkiye
arasında bir sorun olarak değerlendirilip, Türkiye karşısında AB gibi bir devi

168
İdris BAL : ”Bölgesel Güvenlik ve Türkiye’nin Önemi”, Türkiye’nin Güvenliği Sempozyumu
Bildiriler, Fırat Üniversitesi Yayını, (Elazığ ,2002), Polis Akademisi İnternet sayfası :
http://www.pa.edu.tr/tr/baskanlik/index.php?sayfa=14&id=7(15.05.2006)
118

bulabilecektir. Bu nedenle, Türkiye’nin yakın gelecekte AB üyeliğini elde


edemezse, alternatif politikalar üretmesi elzem ve kaçınılmaz bir durum
haline gelecektir. Orta vadede birlik dışında kalmış bir Türkiye için, belki de
AB’nin kendisi, Türk egemenliği, bağımsızlığı ve çıkarları için en büyük tehdit
olacaktır.

Yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden dolayı Türkiye Soğuk Savaş


yıllarından sonra çevresinde kendisine yakın müttefikler arayışına başlamış
ve ilk olarak 1996 yılında İsrail’le Stratejik İşbirliğine girmiştir. Türkiye İsrail’le
işbirliğine girerken bu ülkenin arkasındaki büyük desteği yani ABD’nin de bu
ilişkide Türkiye’ye destek sağlayacağını ümit etmiştir. Ancak 2. Körfez
Harekatı’ndan sonra İsrail’in Irak’ta Türkiye’yi rahatsız eden bazı oluşumları
desteklemesi sonucu, Türkiye bölgesinde aktif politikalar üretmeye başlamış
ve bölge ülkeleri ile müttefik ilişkiler arayışı içine girmiştir.

Bu politikanın yakın geçmişteki en büyük işareti Hamas liderinin


Türkiye’ye davet edilmesi ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakloğlu’nun,
Avrasya Din Şürası üyeleri ile birlikte Irak’a yapacağı ziyarettir. Türkiye
Irak’taki Şii – Sünni çatışmasında üzerine düşen görevi çok iyi algılayarak
bölgesindeki problemleri çözecek bir bölgesel güç olarak hareket etmeye
başlamıştır. Tıpkı tarihinde, Sultan Abdulhamit-i Sani’nin İslam dünyasının en
karanlık çağında, Şii – Sünni uzlaşması için bir barış taarruzuna girişerek bir
yandan Basra Vilayeti’ne ihtimamla eğilirken, öbür yandan aynı amaçla
Cemalettin Afgani’yi Nişantaşı’nda tahsis ettiği konakta ölene kadar misafir
etmesi gibi…169

Türkiye’nin bölgesinde Merkez ülke olarak çevresinde cereyan eden


olay ve gelişmelere zaman geçirmeden çok iyi analiz ettikten sonra ülke
menfaatleri doğrultusunda müdahale etmesi kadar doğal bir davranış yoktur.
Çünkü yakın çevresinde meydana gelen her gelişmenin bir şekilde Türkiye’ye

169
Mümtazer TÜRKONE : ”Kudüs’ü Yeniden İnşa Etmek”, Zaman Gazetesi (05 Mart 2006)
119

etki edeceği göz ardı edilemez bir gerçektir. Bugün Türkiye, siyasi, tarihi ve
kültürel nedenlerden dolayı bölgesinde ve dünyadaki dengelerin
korunmasında, istikrarın sağlanmasında önemli bir konuma sahiptir. Bu
bölgede Türkiye’yi hesaba katmamak veya oluşumların dışında tutmak
mümkün değildir.

Bu nedenle; Ortadoğu’da Türkiye’nin aktif politika yürütme çabalarına


ilişkin sinyaller yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştır. Türkiye bu aktif
politika kapsamında gerektiğinde bölge ülkeleri ile İKÖ bazında etkileşime
girmekte hatta genel sekreter seçiminde kendi adayını seçtirmekte,
gerektiğinde yeni ekonomik işbirliği oluşturma çalışmalarında bulunmakta,
gerektiğinde tüm dünyayı ve Stratejik İşbirliği içinde olduğu İsrail’i şok eden
bir kararla Hamas liderini ülkesine davet edebilmektedir. Artık Türkiye geçmiş
dönemdeki suskun ve tarafsız dış politikasının bir işe yaramadığından
hareketle, bölgesindeki her türlü hareket ve oluşumun içinde tarafsız ya da
tek başına kalmadan hareket etme bilincine ulaşmıştır.

Zaten Bugün itibarı ile Ortadoğu politikasında en büyük risk, geniş


cepheli bir bloklaşma hareketinin karşısında yalnız kalmaktır. Kendisi de bir
Arap ülkesi olan Mısır’ın Camp David Antlaşması’ndan sonra, diğer Arap
ülkeleri tarafından bir blok şeklinde dışlanmasının, Mısır’ın bölgesel etkinliğini
ne derece olumsuz etkilemiş olduğu unutulmamalıdır. Zaruri olarak ortaya
çıkacak bir kutuplaşma karşısında da, Arap olmayan diğer Müslüman ülke
olan İran ile ilişkilere özen gösterilmelidir.170

Büyük güçler arasında yaşanan dinamik rekabet ortamı, Türkiye’nin


yeni bölgelerarası strateji arayışlarında ve Ortadoğu politikasının
şekillenmesinde dikkate alınması gereken önemli hususlardan biridir.
Fransa’nın Suriye, İngiltere’nin Irak’ın sömürge geçmişi üzerindeki etkileri,
Almanya’nın Berlin – Bağdat demiryolu projesine kadar uzanan bölge

170
Erdal ŞİMŞEK:, a.g.e, 166.
120

politikası, Rusya’nın tarihi Avrasya stratejisinin Ortadoğu unsuru ve


hepsinden önemlisi uluslararası sistemin hegemonik gücü olan ABD’nin,
Ortadoğu politikasında yegane güç olma iradesi, Türkiye’nin bölgesel
politikalarındaki önemli parametrelerdir. AB – Türkiye ilişkilerindeki bunalım,
Rusya ile Türkiye arasında süregelen Avrasya stratejisi çelişkisi ve ABD’nin
Irak ve Kürt politikasında yeni opsiyonlara açık tavrı, Türkiye’nin bölgesel
ağırlığını etkileyecek önemli unsurlardır.171

Türkiye artık bölgesinde kendisine dikte ettirilen politikaları


uygulamaktan ziyade kendi politikalarını üretmek zorundadır. Türkiye yakın
gelecekte karşısına çıkan problemleri iyi analiz edip içerideki tüm kurumları
ile de birlikte hareket etme yeteneğine ulaşıp bu yeteneğini de ekonomisine
ve dış politikasına yansıtabilirse, bölgesinde bir çekim ve etki merkezi olur.
Türkiye bu hali ile özellikle Ortadoğu ve Kafkaslar bölgesinde birçok ülkenin
beklentilerine cevap verebilir, onlarla etkileşime girer ve bölgesinde dikkate
alınan bir ülke pozisyonunu elde eder. Bu durumdaki bir Türkiye kendi iç
problemlerini çözmesinin dışında, bölgeye barış, istikrar ve güvenlik
getirilmesinde öncü rolü oynayabilir ve küçük oyuncu olmaktan çıkıp bölgesel
büyük bir aktör durumuna gelebilir. Burada unutulmaması gereken en önemli
husus, Ortadoğu bölgesi zayıflığı ve pasifliği kaldıramayan bir coğrafyadır.
Bölgede tarih boyunca hep güçlüler ayakta kalabilmiştir. Türkiye’de bu
coğrafyada uzun süre ayakta kalmak istiyorsa güçlü ve etken bir ülke olmak
zorundadır.

171
Erdal ŞİMŞEK : a.g.e, 166.
121

SONUÇ

Jeopolitik ve Jeostratejik konumu itibarı ile dünyanın en istikrarsız


bölgesinde yer alan Türkiye, Soğuk Savaş sonunda Doğu Bloku’nun
çöküşüyle bir anda birçok tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Bu dönemde
Türkiye’nin Dış Politikası’nı şekillendiren yeni oluşumlar ve sorunlar Türkiye’yi
İsrail’le ilişkilerini geliştirip stratejik İşbirliğine gitmesine neden olmuştur. İki
ülke arasında başlayan yakınlaşmanın bir ittifaktan da öte olduğu, 1996 ve
1997’de imzalanan antlaşmalardan belli olmaktadır.

Türkiye 90’lı yıllarda yakın çevresinde tehdit olarak algıladığı


oluşumlar karşısında denge oluşturmaya çalışmış, gerek dış politika gerekse
iç politika alanlarında aktif bir strateji uygulamaya başladığının sinyallerini
İsrail’le Stratejik İşbirliğine giderek göstermeye başlamıştır.

Bu yakınlaşmanın Türkiye açısından fayda ve mahsurlarını günümüze


kadar olan süreç içinde değerlendirmek gerekirse önce faydalarından
başlamanın daha uygun olacağını değerlendiriyorum.

- İlk olarak Suriye, bu işbirliği sayesinde kendini çembere alınmış


hissetmiş ve gerek Türkiye gerekse İsrail’le yapacağı muhtemel bir savaşta
diğer ülkeyi de göz ardı edemeyeceği gerçeği ile yüz yüze gelmiştir. Suriye,
bazı dış politika söylemlerinde dile getirildiği gibi iki taraftan sıkıştırılarak bir
nevi “tost” psikolojisi içine sokulmuştur.

- Aynı şekilde bölgenin güçlü ülkelerinden bir olan İran içinde Türkiye
– İsrail Stratejik İşbirliği tehdit oluşturmuştur. İran’ın iki ülke ile de yapacağı
savaş veya küçük çaplı bir harekâtta mutlaka diğer ülkeyi dikkate alması
gerekmektedir. Üstelik Nükleer güce ulaşma çalışmalarını devam ettiren
İran’ın, bu işbirliği sayesinde İsrail’in Türkiye sayesinde yanı başına kadar
sokulduğu hissi yaşamasına sebep olmuştur. Çünkü İran’ın nükleer güce
122

ulaşması durumunda, bu ülkeye harekât düzenleyeceklerini ABD ve İsrail her


fırsatta dile getirmektedir. Ancak iki ülkede, İran’ın coğrafi konumu ve nükleer
tesislerinin ülke içinde yayılmış durumda olması sebebiyle, istihbarat
bilgilerine ulaşma ve düzenlenecek harekâtın devamlığı açısından,
Türkiye’nin desteğine muhtaç durumdadır.

- Türkiye 2000’li yıllarda ordusunu yeniden donatmak için 150


milyarlık bir askeri proje başlatmış durumdadır. Ancak ABD ve AB ülkeleri
tarafından, gerek Ege’de Yunanistan – Türkiye arasındaki denge, gerekse
Güneydoğu’daki terör olaylarının insan hakları boyutu ön plana çıkarılarak,
-ekonomik boyutu karşılanmasına rağmen- bazı silahların Türkiye’ye
satılmasında Türkiye’nin karşısına mantıkla bağdaşmayan büyük problemler
öne sürülmektedir. Türkiye, İsrail’le işbirliğine girerek kendisine karşı
uygulanan bir nevi silah ve askeri teknoloji ambargosunu kırmıştır. Bu
seçimde İsrail’in askeri teknoloji ve silah alanında dünyadaki en ileri düzeyde
ülkeler arasında yer almasının da büyük etkisi olmuştur.

- ASALA üst düzey kadrosunun Lübnan’da etkisiz hale getirilmesi ve


PKK liderinin Türkiye’ye getirilmesi olayına benzer örtülü operasyonlarda iki
ülkenin aktif işbirliği ve istihbarat bilgileri paylaşımı söz konusu olmuştur. İki
ülkenin yapmış oldukları antlaşmalarda karşılıklı personel mübadelesi ve iki
ülke topraklarında eğitim faaliyetleri icra edeceklerini belirtmişlerdir. İsrail
askeri yetkililerinin Türk birimlerine İran, Irak ve Suriye sınırlarında eğitim
yardımı yapacağına dair antlaşmada ima edilen maddeler, iki ülke arasındaki
antlaşmanın amaçlarından birinin de bu üç ülkedeki PKK kamplarına karşı
Türkiye’nin etkinliğinin arttırılması girişimi olarak algılanmalıdır.

- Bu ittifak sayesinde Türkiye, 90’lı yıllarda Yunanistan’ın başını


çektiği ve Suriye’nin de katıldığı çevreleme politikasını etkisiz hale getirmiş,
Balkanlarda Yunanistan’a karşı elini güçlendirmiş ve Kafkasya’da kendine
karşı oluşturacak ittifakların önünde bir engel oluşturmayı amaçlamıştır.
123

- Bugün Suriye, İran ve Irak’ı çevreleyen sıkı bir askeri ve güvenlik


çemberi oluşturan bu işbirliği sayesinde Ortadoğu ülkeleri, bölgedeki en
büyük, gelişmiş askeri gücünü dikkate alarak politikalarını oluşturmaktadır.
Bu durumda bölgede sürpriz bir saldırı veya savaş olasılığını en aza
indirmekte ve bölge istikrarına pozitif etkide bulunmaktadır.

- Türkiye ABD’deki Yahudi lobilerinden, sözde Ermeni soykırımı ve


Türkiye’ye verilen yardımlar konusunda Rum ve Ermeni lobilerine karşı
destek sağlamaktadır.

Türkiye-İsrail Stratejik İşbirliği’nin Türkiye açısından mahsurları ise;

- Türkiye İsrail’le gerçekleştirmiş olduğu ittifak nedeni ile Arap


ülkelerini karşısına almıştır. Araplar milli davalarında Türkiye tarafından bu
işbirliği nedeniyle ihanete uğradıklarını dile getirmiş ve Türkiye ile ilişkilerinde
soğuk davranma yoluna gitmişlerdir.

- ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ile başlayan süreçte Türkiye ve İsrail


politikaları Irak’ın toprak bütünlüğü ve Kürt meselesi yüzünden çatışmaktadır.
Türkiye Irak’ın toprak bütünlüğünü savunurken, İsrail Irak’ın
parçalanmasından yanadır. Yine Kürt meselesinde Ortadoğu’da, Arap
olmayan bir devletin bu coğrafyada kurulması ile İsrail bölgede kendine Arap
olmayan bir müttefik ülke hayal ederken, Türkiye böyle bir oluşumu, ulusal
bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak algılamaktadır.

- Türkiye İsrail’le işbirliği nedeni ile bölgede yeni oluşumlara ve


bloklaşmalara uzak durmaktadır. Bu durum Türkiye’nin karşısına ileride
çıkacak fırsatları değerlendirme açısından zafiyet meydana getirmektedir.
Diğer yandan Türkiye’nin bu tavrı İsrail üzerinde rahatlamaya sebep
olmaktadır. İsrail Kuzey ırak ve Ortadoğu’da Türkiye’nin çıkarları ile
örtüşmeyen faaliyetlerde bulunabilmektedir.
124

Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği’nin iki ülke içinde, bahsedilen


konuların dışında birçok fayda ve mahsur olduğu muhakkaktır. Bunların
içinden gerek Türkiye, gerekse İsrail açısından ikili ilişkilerde ön plana çıkan
faaliyet ve politikaların bir sıralama dâhilinde belirtilmesi uygun bulunmuştur.

Sonuç olarak; Türkiye – İsrail Stratejik İşbirliği, kurulduğu günden


günümüze kadar olan süreç içinde, iki ülkeye de birçok kazanım sağlamıştır.
Bu yönüyle iki ülke arasında özellikle 1996 yılında başlayan ittifakın o dönem
için bilinçli ve her iki ülke tarafında isteğiyle gerçekleştiği muhakkaktır. Bu
sayede iki ülkenin toplam gücü bölgesel açıdan çok üstün bir hale gelmiştir.
Ancak bu işbirliğinde sorgulanması gerekli olan en önemli nokta, Türkiye ya
da İsrail’in herhangi bir nedenle yakın çevresinden ülke/ülkelerle muhtemel
bir savaşa yada bölgesel çatışmaya girmesi durumunda diğer tarafın nasıl
hareket edeceği konusudur. Bu nedenle bilinen yönü ile silahların
yenilenmesi, teknoloji transferi, ortak eğitim ve bilgi paylaşımı gibi konuları
kapsayan bu stratejik işbirliği, ittifakın esas kısmını oluşturmakta ve bugün
için devam etmektedir. İki ülkenin bunların dışındaki alanlarda nasıl bir ortak
yol izleyecekleri tamamen zamana, o anki dış politikaya, ülke menfaatlerine
ve ülke yöneticilerine bağlı olacaktır.

Ancak şu noktanın altını çizmeden de geçmemekte fayda vardır.


Türkiye – İsrail ittifakı zaman zaman inişli çıkışlı bir seyir izlemesine ve
bölgedeki son gelişmeler ışığında stratejik öneminin azalma ihtimaline
rağmen, her iki ülke içinde hala önemini korumaktadır. Örtüşen çıkarlara
dayalı esnek bir antlaşmanın kuralları halen yürürlüktedir. Yakın gelecekte iki
ülke arasında bölgesel politikalardan kaynaklanan ufak tefek sürtüşmelere
rağmen bu ilişkinin tamamen bitmesi ya da sonlanması çok uzak bir ihtimal
olarak gözükmektedir.
125

KAYNAKÇA

ACAR, Erkan. “Yazılım Yapmamızı ABD Engelledi”, Aksiyon Dergisi, Sayı 15,
18 Ekim 2004

AKAR, Atilla. Büyük Ortadoğu Kuşatması, Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu


Ayağı. İstanbul : Timaş Yayınları, 2004

AKYOL, Hüseyin. Ortadoğu Denkleminde İsrail-Türkiye İlişkileri. Ankara :


Öteki Yayınevi,1998

ALTUNIŞIK, Meliha Benli. Türkiye ve Ortadoğu Tarih, Kimlik, Güvenlik.


İstanbul : Boyut Yayıncılık, 1999

ANAT, Lewin. “Turkey and Israel: Reciprocal and Mutual Imaginery in the
Media, 1994-1999”, Journal fo İnternational Afffairs, Cilt 54, sayı 1, Güz
2000, 239-251

ARAS, Bülent. “Türkiye’nin İsrail Politikasını Anlamak”, Turkishtime, 15


Ağustos-15 Eylül 2005(25.01.2006)

ARAS, Bülent. ”İsrail-İran-Türkiye Üçlüsünde Gelişen İlişkilere Alternatif Bir


Bakış”, ASAM Avrasya Dosyası(İsrail Özel), Cilt 5 Sayı 1, İlkbahar 1999,
204.

ARAS, Bülent. ”Büyük Ortadoğu İnisiyatifi ve Türkiye”,


http//www.turkishtime.org/28/tr_24_2asp (Erişim Tarihi : 28.03.2006).

ARI, Tayyar. ”ABD-İsrail İlişkileri ve Orta Doğu Barış Süreci”, ASAM Avrasya
Dosyası, İsrail Özel Eki, Cilt 5, Sayı 1, İlkbahar 1999, 238.

ARI, Tayyar. ”Büyük Ortadoğu ve Türkiye’ye Yansımaları”, 2023 Dergisi, Sayı


39, 15 Temmuz 2005, 55-56.
126

ARMAOĞLU, Fahir. Filistin Meselesi ve Arap İsrail Savaşları(1948-1988),


Ankara : Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1989

AYDEMİR, Şevket Süreyya. İkinci Adam. İstanbul : Remzi Kitapevi,1967,


2nci Cilt,163.

BAL, İdris. “Bölgesel Güvenlik ve Türkiye’nin Önemi”, Türkiye’nin Güvenliği


Sempozyumu Bildiriler, Elazığ : Fırat Üniversitesi Yayını, Ceren Matbaası,
2002

BAŞYURT, Erhan ve Ufuk ŞANLI. “Türk-İsrail Gizli İttifakı 1958’de kurulmuş”,


Aksiyon Dergisi, Sayı 552, 04 Temmuz 2005

CELALİFER, Arzu. ”Türkiye-İran İlişkilerindeki Dönüm Noktaları ve Son


Gelişmelerin Değerlendirilmesi”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar
Kurumu(USAK),http://www.turkishweekly.net/turkce/yazarlar.php?type=13&id
.=92 (Erişim Tarihi : 20.02.2006)

CEYLAN, Ebubekir.”Arap Milliyetçiliği ve Yeni Ortadoğu Fotoğrafı”, Avrasya


Dosyası(İsrail Özel), Cilt 5, Sayı 1, İlkbahar 1999, 221.

Cordesman Antony H. “The Trans Atlantic Aliance:is 2004 the Year of the
greater Middle East?”, Center for Strategic and İnternational Studies,
Washington,January 2004,

ÇANDAR, Cengiz. ”Hamas’ın Geleceğini Önceden Biliyordum;Böyle Değil”,


Bugün Gazetesi, 17.02.2006

ÇAKIRGİL, E.Selehattin. “Kirli Silah Yağıyor”, Yeni Şafak Gazetesi,


04.08.2003
127

ÇEÇEN, Anıl. “Orta Doğu Yeniden Yapılanırken”, Avrasya Dosyası, Cilt 5,


Sayı 1, İlkbahar 1999, 258-268.

ÇEÇEN, Anıl. ”B Planı”, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye’ye Yansımaları


(Jeopolitik Değerlendirme Toplantısı), 2023 Dergisi Sayı 39, 15.07.2004, 70-
71.

DEMİR, Metehan. “Multi-Containment Politikaları Tepki İttifakı”, ASAM


Avrasya Dosyası (İsrail Özel), Cilt 5, Sayı 1, İlkbahar 1999, 193-199.

DURSUN, Davut. “Türkiye-İsrail ilişkilerinde yeni dönem mi?”


http://www.yenisafak.com.tr/arsiv255./2005/Mayıs/03/ddursun.html (Erişim
Tarihi : 04 Ocak 2006)

DURSUNOĞLU, Alptekin. Stratejik İttifak Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü.


İstanbul: Anka Yayıncılık, 2000

EFRAİM, İnbar. Türk-İsrail Stratejik Ortaklığı. Çev.Suna ERCAN-Özgül

ERDEMLİ. Ankara : Avrasya Strateji Araştırmalar Merkezi Yayınları, 2001

ERKMEN, Serhat. “Türk-İsrail İlişkilerinde Yeni Bir Dönem mi?” , ASAM


Stratejik Analiz Dergisi, Haziran 2005,26-35.

ERKMEN, Serhat. “ABD, Büyük Orta Doğu ve Türkiye”, ASAM Stratejik


Analiz Dergisi, Cilt 5, Sayı 52, Ağustos 2004, 17-32.

EROĞLU, Cevat. İsrail’in Beka Stratejisi ve Kürtler, İstanbul : Sayfa Yayınları,


2003
128

GEDİKLİ, Yusuf:, “Medeniyetler çatışması, karikatür krizi”,


http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20060323 (Erişim Tarihi :
24.03.2006)

GÜLCAN, Nilgün. “PKK Mücadelemiz Başarılı mı ?”, Turkish Weekly ,15


Ekim 2005

GÜLEÇ Mustafa ve Oğuz GENCAY, Irak Savaşının Gölgesinde Türkiye


Ortadoğu Ülkeleri Ticari İlişkileri. Ankara : T.C. Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirme Genel Müdürlüğü
Yayını, 2003

GÜNER, Ahmet. “Türk-İsrail Antlaşmasının Bilinmeyenleri”, Aksiyon Dergisi,


Sayı 76, 18.05.1996

GÜVENDİREN, Ekrem. “Türkiye-İsrail Ekonomik İlişkileri”, Görüş Dergisi,


Sayı 56, Eylül 2003

GÜZEL, Hasan Celal. ”BOP’a Doğru Bakabilmek”, Radikal Gazetesi, 14 Mart


2006

HEGASY, Sonja. “A moment of İnclusion: Reaction in the Arap World”,


Middle East Policy, Cilt.9, Sayı 4, Aralık 2002, 83

M.HERS, Seymour. B Planı. Çev.Süleyman BULUT. 2023 Dergisi, Sayı 39,


15 Temmuz 2004, 17-22.

ISRAEL, Shakak. Açık Sırlar, İsrail’in Dış Politikası ve Nükleer Sırları


Çev.Ahmet Emin DAĞ. İstanbul : Med-Cezir Yayınları : 2003

JARED Diamond Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır Ya da Yıkılır ÇÖKÜŞ


Çev.Elif Kıral. İstanbul : Timaş Yayınları, 2006
129

KEYMAN, E.Fuat. “Türkiye’nin Irak Politikası", Radikal Gazetesi, 12 Mart


2006

KİBAROĞLU, Mustafa. ”Turkey and İsrael Strategize”, Middle East Quarterly,


Winter 2002, Volume IX, Number I, 64

KOCA, Aybike. ”Arap Sermayesinden Beklenen İşlev”, TUSAM Ulusal


Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi,
http://www.tusam.net/makaleler.asp?id=317&sayfa=7 (Erişim Tarihi :
12.04.2006)

KOZLU, Emre. ”İç Ekonomi”, Garanti Dergisi, Garanti Bankası Yayınları,


Ağustos 2004,

KÖNİ, Hasan, ”Akdeniz’in Güvenliği ve Türkiye”, ASAM Jeo ekonomi


Dergisi,Cilt I, Sayı 2, Yaz/Sonbahar 1999, 58-61.

KULOĞLU, Armağan. ”Ortadoğu’daki Gelişmelerin Türkiye’nin Güvenliğine


Stratejik Etkileri”, ASAM Stratejik Analiz Dergisi, , Cilt 6, Sayı 66, Haziran
2005, 74-83.

KULOĞLU, Armağan. ”Körfez Savaşı’ndan 10 Yıl Sonra Ortadoğu’daki


Askeri Durum”, Çukurova Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi,
http://strateji.cu.edu.tr/ORTA_DOĞU/05.php ( Erişim Tarihi : 21.03.2006)

KURT, Ramazan. “Türkiye-İsrail İlişkilerinin Geleceği”, Ortadoğu Gazetesi,


http://www.ortadogugazetesi.net/haber_dv.asp?haber=14440 (Erişim Tarihi :
17.11.2005)

MERCAN, Faruk. “Nerdeyiz Nereye Gidiyoruz? Küresel Bir Aktörün Gücü”,


Zaman Gazetesi, 15 Aralık 1999
130

METİN, Ünal. “Büyük Orta Doğu Projesi”,


http://www.ufukotesi.com/yazigoster.asp?yazi_no=20041174 (Erişim Tarihi :
26.03.2006)

NACHMANİ, Amikam. “A Triangular Relationship: Turkish Israeli Cooperation


and İts İmplication For Greece”, Cahiers d’etudes sur la Méditerranée
Orientale et Le Monde Turco-İranien, No :28, Juin-December 1999

OGAN, Sinan. “İran’ın Nükleer Krizine Farklı Bir Bakış”, Türkiye Uluslararası
İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi(TÜRKSAM),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=1&yazi=736 (Erişim Tarihi :
20.02.2006)

ÖYMEN, Onur. Ulusal Çıkarlar, Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti


Korumak, İstanbul : Remzi Kitapevi, 2005

ÖYMEN, Onur. Türkiye’nin Gücü, İstanbul : AD Kitapçılık A.Ş, 1998

ÖZDEN, Tuba:, “Demokrasi Gelecekse Biz Getirmeliyiz”, Aksiyon Dergisi,


Sayı 573, 28 Kasım 2005

ÖZMEN, Süleyman. Ortadoğu’da Etnik, Dini Çatışmalar ve İsrail, İstanbul : IQ


Yayıncılık, 2001

ÖZTÜRK, Osman Metin. “Türkiye-İsrail Askeri İşbirliği Üzerine”, ASAM


Avrasya Dosyası(İsrail Özel Sayısı), İlkbahar 1999, 250-257.

ÖZTÜRK, Osman Metin. ”Ortadoğu Nereye gidiyor? Değişimin İşaretleri ve


Türkiye”, Son Hadiselerin Işığında Ortadoğu ve Filistin, Türk Ocakları Ankara
Şubesi Yayınları, Ankara : Temmuz 2004, 37-55.
131

ÖZTÜRK, Recep. Batı Faktörünün Etkisinde Türkiye-İsrail İlişkilerinin


Politikası, Ankara : Odak Yayınevi, 2004

ÖZÜDOĞRU, Adnan, “Terör ve Batı”, Ortadoğu Gazetesi,


http://www.ortadogugazetesi.net/haber_d.asp?haber=3816(Erişim Tarihi :
20.02.2006)

PEHLİVANOĞLU, A.Ömer. Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul : Kastaş Yayınevi,


2004

PERMA, Hazbay. ”Political Troubles between Turkey and Israel?”, The


Washington Instute for Near East Policy,Peacewatch, sayı 459 26 Mayıs
2004, http://www.washingtoninstitute.org./templateC05.php?CID=2150
(Erişim Tarihi : 18 Ocak 2006)

SANBERK, Özlem. “Asimetrik Komşuluk Riski”, Radikal Gazetesi, 1 Şubat


2006

SENA, El-Said:,”Yeni Türkiye”, El Wafd Gazetesi(Mısır), 18 Haziran 2004,


http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/DISBA06/SIN/2004/06/23x06x04.H
TM (Erişim Tarihi : 07.04.2006)

SİVASLI, Necdet B, “İsrail Gezisi, Sadece Turistik Bir Gezi mi ?”, Ortadoğu
Gazetesi, http://www.ortadogugazetesi.net/haber_d.asp?haber=2851 (Erişim
Tarihi : 05.03.2006)

ŞİMŞEK, Erdal. Türkiye’nin Ortadoğu Politikası. İstanbul : Kum Saati


Yayınları, 2005

TAVADOĞLU, Tarık. ”Kan Kokan Topraklar”, Ortadoğu Gazetesi,


http://www.ortadoğugazetesi.net/haber_dv.asp?haber=16708 (Erişim Tarihi :
10.04.2006)
132

TAVLAS, Nezih : “Türk – İsrail Güvenlik ve İstihbarat İlişkileri”, ASAM


Yayınları(İsrail Özel), Cilt 5, Sayı 1, İlkbahar 1999, 76-1001.

TÜRKONE, Mümtaz’er. “Hamas ve Ahmet Davutoğlu”, Zaman Gazetesi,


23.02.2006

TÜRKONE, Mümtaz’er. ”Kudüs’ü Yeniden İnşa Etmek”, Zaman Gazetesi,


05.03.2006

YAMUKOĞLU, Cihan. Ortadoğu’da Barışla Savaşanlar, Ankara : Alp Ofset


Matbaacılık, 2003

YASSIKAYA, Sernur. “Türkiye-İsrail Stratejik İşbirliğinin Sınırları”,


www.sbu.yildiz.edu.tr/YLTezleri/tez3.htm - 27k ( Erişim Tarihi : 22 Ocak
2006) :

YETKİN, Murat. ”Milyarlık Oyuncaklar”, Radikal Gazetesi, 8 Mayıs 2005

YILDIZ, Yavuz Gökalp. Global Stratejide Ortadoğu, İstanbul : Der Yayınları,


2002

YILDIZ, Yavuz Gökalp. Oyun İçinde Oyun Büyük Ortadoğu, İstanbul : IQ


Kültür Sanat Yayıncılık, 2004

YILMAZ, Türel. Türkiye-İsrail Yakınlaşması, Ankara : İmaj Yayınevi, 2001

ZİYLAN, Aytekin(E.Tuğg.).”Savunma Sanayinde Teknoloji Politikası”,


http://www.aselsan.com.tr/DERGI/temmuz2000/tek.htm(Erişim Tarihi :
02.03.2006)

You might also like