You are on page 1of 170

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ
ANABİLİM DALI

BİR SENDİKA TARİHİ: GENEL-İŞ (1962-1980)

Yükseklisans Tezi

Engin Sezgin

Tez Danışmanı
Doç. Dr. Metin Özuğurlu

Ankara-2006
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 1

BİRİNCİ BÖLÜM

GENEL-İŞ’İN DOĞUŞ KOŞULLARI:

TOPLUMSAL VE HUKUKSAL MİRAS

I. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE İŞÇİ HAREKETİ 6

A. II. Meşrutiyet Öncesi Dönem 7

B. 1908-1918 Dönemi 9

C. 1919-1923 Dönemi 12

II. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İŞÇİ HAREKETİ 13

A. 1923-1946 Dönemi 13

1. Yasal düzenlemeler: 13

2. Örgütlenme Çabaları 16

B.1946-1960 Dönemi 18

1. Sendikalar Kanunu ve Sendikalaşma 20

2. Üst Birlikler ve Türk-İş’in Kurulması 22

C. 1960-1970 Dönemi 25

1. 27 Mayıs Askeri Hareketi 25

2. Çalışma Yaşamındaki Yasal Düzenlemeler 27

3. 274 ve 275 sayılı Yasalar 29

4. TİP’in Kurulması 31

5. Sendika ve İşçi Hareketindeki Gelişmeler 32

6. DİSK’in Kurulması: 35

I
D.1970-1980 Dönemi 36

1. 1971 Muhtırası 37

2. Çalışma Yaşamındaki Yasal Düzenlemeler 38

3. DİSK-CHP İlişkileri 39

4. Sendika ve İşçi Hareketindeki Gelişmeler 42

İKİNCİ BÖLÜM

GENEL-İŞ’İN DOĞUŞU: BELEDİYECİLİĞİN VE BELEDİYE

İŞÇİ HAREKETİNİN GELİŞİMİ

I. TÜRKİYE’DE BELEDİYECİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ: 45

A. Belediyelerde İstihdam 47

B. Belediyelerde İşçi Hareketleri 50

C. Belediyelerde Sendikal Örgütlenme 53

1. Yardımlaşma Sandıkları ve Dernekler 53

2. Sendikaların Kuruluşu 54

D. Genel İşler İşkolu 57

II. GENEL-İŞ SENDİKASININ KURULUŞU 59

III. 1980 ÖNCESİ DÖNEMDE GENEL-İŞ’İN SENDİKAL ÇİZGİSİ 60

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1962-1980 DÖNEMİNDE GENEL-İŞ SENDİKASI

I. TÜRK-İŞ İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ 1962-1969 DÖNEMİ 62

A. Sendikal Anlayışı: 62

B. Türkiye ve Dünya Değerlendirmesi 64

II
C. Çalışma Hayatı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirme 67

1. Sarı Sendikalar 67

2. İşçi-Memur Ayrımı 68

3. İş kolu Yönetmeliğinden Kaynaklı Sorunlar 69

D. Örgütlenme Çalışmaları 70

E. Toplu Sözleşme Çalışmaları 74

F. Eğitim Çalışmaları 75

G. Grev ve Eylemler 77

1. Kayseri Belediyesi Grevi: 78

2. Malatya Belediyesi Grevi 82

3. Çorum Belediyesi Temizlik İşçileri Yürüyüşü 83

4. Manisa Belediyesi İşçileri Grev ve Yürüyüşü 86

H. TÜRK-İŞ’LE İLİŞKİLER 87

I. ULUSLARARASI İLİŞKİLER 94

İ. İŞVERENLER VE SİYASİ PARTİLERLE İLİŞKİLER 94

II. TÜRK-İŞ İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ 1969-1975 DÖNEMİ 92

A. Sendikal Anlayış 92

B. Türkiye ve Dünya DeğerlendirmeSİ: 94

C. Çalışma Hayatı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirme 98

D. Örgütlenme Çalışmaları 100

E. Toplu Sözleşme Çalışmaları 106

F. Eğitim Çalışmaları 106

G. Grev ve Eylemler 109

III
1. İzmir Belediyesi Grevi 109

2. İETT Genel Müdürlüğü Grevi 111

H. Türk-iş’le İlişkiler 113

1. Türk-iş İçerisindeki Tartışmalar ve Sosyal Demokrat

Sendikacılık Hareketi 114

2. Dörtler Raporu 115

3. Onikiler Raporu 117

I. İşverenler ve Siyasi Partilerle İlişkileri 120

III. DİSK İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ 1976-1980 DÖNEMİ 124

A. Genel-iş’in DİSK’e Katılması: 124

B. Sendikal Anlayış: 125

C. Türkiye ve Dünya Değerlendirmesi: 129

D. Çalışma Yaşamı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirmeler: 131

E. Örgütlenme Çalışmaları: 134

F. Toplu Sözleşme Faaliyetleri: 136

G. Eğitim Faaliyetleri: 138

H. Grev ve Eylemler: 140

I. DİSK’le İlişkiler: 141

İ. Uluslararası İlişkiler: 143

J. İşverenler ve Siyasi Partilerle Olan İlişkileri: 143

SONUÇ 148

TABLOLAR 153

KAYNAKÇA 159

IV
1

GİRİŞ

Emek tarihi çalışmalarının önemli inceleme alanlarından birisi sendikal tarih

çalışmalarıdır. Sendikal tarih çalışmaları bir yandan bize özel olarak o sendikal

yapının tarihsel gelişimi ve kökenleri hakkında fikir verirken, diğer yandan sendikal

yapının gelişim ve politikalarındaki değişimi de belirleyen dönemin toplumsal,

siyasal ve sendikal koşulları hakkında da genel bir bilgi edinmemize olanak

tanımaktadır.

Genel-İş Sendikası da bu anlamda emek tarihi çalışmaları bakımından inceleme

konusu olarak önemli bir örnektir. Genel-İş, günümüzde de sendikal faaliyet

sürecinin içerisinde olup, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK)

hem üye hem de örgütlülük bazında en büyük sendikası olma özelliğini

taşımaktadır. 1962 yılında kurulan sendika şu anda genel hizmetler işkolunda

faaliyet gösteren en eski sendikal örgütlenmedir. Genel-İş’in, 12 Eylül askeri

darbesi ile beraber faaliyetlerine son verilen DİSK’le beraber faaliyetleri durmuş,

DİSK davasının 1991 yılında beraatle sonuçlanması üzerine 1992 yılında

faaliyetlerine yeniden başlamıştır. Sendikanın yeniden faaliyete başladığı dönemden

kısa bir süre sonra sosyal demokrat belediyelerde çalışan Belediye-İş Sendikası

üyesi işçilerden önemli bir bölümünü kısa sürede bünyesine katmayı başarmış ve

işkolunda toplu sözleşme yapma yetkisine sahip üç sendikadan biri olmuştur.

1962 yılında kurulan sendika, 1975 yılına kadar Türk-İş üyesi olarak kalmış,

1969’dan 1975’e kadar Türk-İş içerisinde sosyal demokrat sendikacılık hareketin


2

öncülüğünü yapmış, 1975 yılında Türk-İş’ten ayrılmış, 1976 yılından sonra da

DİSK’e katılmıştır. DİSK’e katıldıktan hemen sonra sendikanın o dönemki Genel

Başkanı Abdullah Baştürk aynı zamanda DİSK Genel Başkanı olmuştur.

Bu anlamda Genel-İş’in tarihi, Türkiye’deki sendikal hareketin gelişim sürecine de

tanıklık etmektedir. 1980 öncesinin en büyük iki konfederasyonu olan Türk-İş ve

DİSK içerisinde Genel-İş, sendikal güç ve politika anlamında önemli bir etkiye

sahip olmuştur.

Bu çalışmada, bugünkü Genel-İş’in sendikal anlayışının kökleri, nasıl bir değişim

ve gelişim gösterdiği, Türk-İş ve DİSK içerisindeyken sendikal politikalara etkisi,

özelde belediye işçi hareketine, genelde ise Türkiye işçi hareketine katkıları

incelenmeye çalışılmıştır. Çalışmada ağırlıklı olarak betimleyici yaklaşım

benimsenmiştir. Akademik alanda ilk olması nedeniyle bu çalışma kendisini bir

yanıyla birinci el kaynak ve belgelerin derlendiği bir çalışma olarak sınırlamıştır.

Ayrıca çalışma, kendisini 1980’e kadar olan dönemle sınırlamıştır. 1980 sonrası

dönemde yaklaşık 12 yıl sendikal faaliyet sürecinden ayrı kalan sendikanın, 1992

sonrası dönemi inceleme konusu dışında bırakılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde, Genel-iş’in doğuş koşullarını yaratan, Türkiye’de

sendikal hareketin gelişimi ve tarihsel kökenleri incelenmeye çalışılmıştır. Osmanlı

İmparatorluğu’nun son dönemlerinden başlayarak Anadolu’da işçi hareketinin ve

mücadelesinin nasıl geliştiği, sendikal örgütlenmelerin ortaya çıkışı, sendikal

anlayışı etkileyen siyasal, toplumsal ve sendikal olaylar genel hatlarıyla ele

alınmıştır. Bu bölümde ağırlıklı olarak sendika-siyaset-devlet ilişkisine

odaklanılarak, sendikal örgütlenmelerin gelişiminde siyasal iktidarların etkileri


3

gösterilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönem, ayrı birer bölüm

başlığı olarak ele alınmış ve kendi içlerinde de ayrı dönemler halinde incelenmiştir.

İkinci bölümde, Genel-İş’in kuruluşuyla beraber Genel-İş’in örgütlenme alanı olan

belediyelerin gelişimi ve yapısı, belediyelerde istihdamın yapısı, belediye işçi

hareketi ve sendikal örgütlenmelerin gelişimi ve genel hizmetler işkolunun

özellikleri incelenmeye çalışılmıştır.

Üçüncü bölüm de Genel-İş’in kurumsal tarihi incelenmiştir. Genel-İş’in kurumsal

tarihi üç ayrı alt başlıkta ele alınmıştır. İlki; kuruluşundan 1969 yılına kadar geçen

dönemdir. Bu dönemde Genel-İş, Türk-İş ile paralel bir sendikal anlayışa sahiptir.

Türk-İş’in kurulmasına da öncülük eden Amerikan sendikal anlayışının Genel-İş’in

sendikal çizgisine etkileri bu bölümde irdelenmeye çalışılmıştır.

İkinci alt başlıkta, 1969-1975 yılları arasında Genel-İş incelenmiştir. Bu dönem

Genel-İş’in daha belirgin olarak sosyal demokrat sendikacılık anlayışına sahip

olduğu dönemdir. Türk-İş ile olan ilişkilerinde bu anlayış farklılığı üzerinden, Türk-

İş içerisindeki sosyal demokrat anlayışa sahip diğer sendikalarla ortak hareket

ederek Genel-İş’in Türk-İş’ten ayrılmasına kadar götürecek ayrışmalar yaşanmıştır.

Üçüncü alt başlıkta, Genel-İş’in DİSK’e katıldığı dönem ele alınmıştır. 1976-1980

yılları arası bu dönemde Genel-İş’in sendikal anlayışının “demokratik sol”

çizgisinden “demokratik sosyalizm” çizgisine dönüştüğü görülmektedir. Bu dönem

aynı zamanda Genel-İş Başkanı Baştürk’ün DİSK Genel Başkanı olduğu dönemdir.

Dolayısıyla Genel-İş’in tarihi incelenirken bu dönemde aynı zamanda bir yönüyle

DİSK’in tarihi de incelenmiş olmaktadır.


4

Her üç dönem de sendikanın anlayışını ve faaliyetlerini anlamamızı kolaylaştıracak

ortak alt başlıklar etrafında incelenmiştir. Bu başlıklar; sendikal anlayış, Türkiye ve

dünya değerlendirmesi, çalışma yaşamı ve işçi hareketine ilişkin değerlendirmeler,

örgütlenme çalışmaları, toplu sözleşme faaliyetleri, eğitim faaliyetleri, grevler ve

eylemler, uluslararası ilişkiler, konfederasyonla ilişkiler, işverenler ve siyasi

partilerle olan ilişkiler olarak sınıflandırılmıştır. Her dönem için ayrı ayrı yapılan bu

incelemeler sendikanın anlayışındaki değişimi ve faaliyetlerindeki gelişimi daha net

görmemize olanak sağlamaktadır. İşverenler ve siyasi partilerle olan ilişkiler başlığı

sendikanın esas olarak CHP ile olan ilişkilerinde yoğunlaşmıştır. Genel-İş’in

kurulduğu dönemden başlayarak CHP ile olan siyasi ilişkileri bugüne kadar

kesintisiz olarak devam etmiş, bu anlamda siyasi partilerle olan ilişkiler başlığı

altında esas olarak bu konuya yoğunlaşmıştır.

Bu çalışma sırasında Genel-İş’in çalışma raporları, Genel-İş Emek Dergileri ve

sendikanın diğer yayınları ağırlıklı olarak temel kaynaklar olmuştur. Ayrıca

sendikanın ve DİSK’in eski yöneticileriyle dönemlere ilişkin sözlü tarih çalışmaları

yapılmış, çalışmada bunlara da yer verilmiştir. Bu sayede yazılı materyallere

yansımayan bilgilere de ulaşılmıştır.

Kurumların arşiv geleneğinin ne yazık ki oluşmamış olması bu çalışma sırasında da

karşılaşılan en önemli zorluk olmuştur. 1980 darbesi sonrası dönemde sendikanın

birçok yayınının toplatılmış olması, sonraki kayyum yönetiminin de bu konuda

titizlik göstermemiş olması çok sayıda yayına ulaşılmasında ciddi sorunlar

yaratmıştır. Sendikanın saklanabilen arşivinin ise 1992’de sendika yeniden faaliyete

geçtikten sonra o zamanın yöneticileri tarafından aynı özensizlikle korunmamış


5

olması birçok yayının kaybolmasına neden olmuştur. Bu anlamda incelenen

yayınların bir bölümü kütüphane ya da eski yöneticilerin kişisel arşivinden temin

edilebilmiştir.

Ayrıca çalışma sırasında sık sık uzun alıntılar kullanılmıştır. Bu, konunun daha net

anlaşılabilir olması açısından bir zorunluluk olarak görülmüştür.


6

BİRİNCİ BÖLÜM

GENEL-İŞ’İN DOĞUŞ KOŞULLARI:

TOPLUMSAL VE HUKUKSAL MİRAS

I. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE İŞÇİ HAREKETİ

Türkiye’de sendikaların doğuşu, Cumhuriyet öncesinde yaşanan gelişmelere kadar

uzanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’da yoğunlaşan ve çoğu

ordunun gereksinimlerini karşılamaya dönük fabrikalarda görülen ilk işçi

örgütlenmeleri, Avrupa’da gelişen işçi hareketinden çok sonra ortaya çıkmıştır.

Kuşkusuz bu gecikmenin çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenlerin en önemlilerinden

biri, ülkenin üzerinde kurulduğu coğrafyada yaşayan insanların neredeyse

tamamının toprağa bağlı olarak yaşıyor olmasıdır.

Osmanlı Devleti, özellikle son yıllarında Avrupa devletleriyle ekonomik ve siyasal

alanda sıkı ilişkilere sahip olmasına karşın ülkede kapitalizm, nüfusun büyük ölçüde

toprağa bağımlı olması ve feodal bir yapı üzerinde kurulmuş olması nedeniyle diğer

Avrupa ülkelerinden çok daha geç gelişmeye başlamıştır.

Sendikal örgütlerin ortaya çıkması, herşeyden önce, ücretli işçinin ve işçi sınıfının

doğmuş olmasını gerektirir. Bu anlamda geleneksel olarak etkin bir işçi hareketine

ve güçlü bir sendikacılığa sahne olan Batı toplumlarının en temel özelliği,

sanayileşmiş ülkeler olmalarıdır. Tarihsel olarak sanayi devrimine öncülük etmiş


7

bulunan bu ülkeler, kapitalist topluma özgü sınıflaşmanın doğuşunu hazırlayan

koşulları da en önce yaşamıştır. Sanayi devrimini ve bu oluşuma eşlik eden yeni

üretim ilişkilerini geç kurabilen toplumlarda, işçi sınıfının ve buna bağlı olarak işçi

hareketinin doğuşu ve gelişimi de aynı ölçüde geç olmuştur.

A. II. Meşrutiyet Öncesi Dönem

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde işçi hareketi üzerinde etkili olan

unsurların önemli bir bölümü 1789 Fransız Devrimi ile birlikte Avrupa’da canlılık

kazanan özgürlük, eşitlik, kardeşlik temellerine dayalı demokratik düşünce ve

oluşumların bir yansıması olarak ortaya çıkar. 1789 Fransız Devrimi Avrupa’yı

olduğu gibi, son dönemlerinde Avrupa ile ilişkileri gelişen Osmanlı aydınlarını da

yakından etkilemiştir. Bu kesim, 19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı devlet

yapısında yeniliklerin yapılması yönünde çaba göstermiştir. 1808 Sened-i İttifak,

1838 Gülhane Hattı Hümayunu, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı bu

çabaların başlıca örnekleridir. Bu olaylar bir yandan Batılı kapitalist ülkelerin

Osmanlı topraklarında ayrıcalık elde etmesini, bir yandan da temel hak ve

özgürlüklerin bütünüyle olmasa da kısmen tanınmasını ifade etmektedir. (Işık,

1996:13-14)

Osmanlı’da modern sanayi tesislerin kurulmasında sarayın ve ordunun ihtiyaçlarını

karşılama amacının güdüldüğü görülmektedir. Ordunun ve sarayın ihtiyacını

karşılamak için kurulan fabrikalar bir yandan da modern anlamda sanayi işçisinin

oluşumunu sağlıyordu. Tersaneler, baruthaneler, kundura, fes fabrikaları devlet


8

tarafından işletilen fabrikalardı. Demiryolları yapımında çalışan işçilerin önemli

kısmı ise asker işçilerden oluşmaktaydı. Bu anlamda Batı’daki klasik işçi tipinden

farklı bir işçi kitlesi mevcuttu (Akkaya 2002:133).

Osmanlı İmparatorluğu’nda devletin istihdam ettiği askerlerin dışında, sanayinin

ücretli emek gereksinimi, tarımsal üretim yaparken göç eden köylüler ile kapitalist

dünyanın malları ile rekabet edemeyip üretim araçlarını kaybetmiş olan zanaatkarlar

üzerinden karşılanmaktadır (Sencer, 1969:94)

Osmanlı İmparatorluğu’nda bilinen ilk grev 1863 yılında Zonguldak kömür madeni

işçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Grev için o dönemde kullanılan terim “tatil-i

eşgal”dir. İlk grevin gerçekleştirildiği 1863 yılından 1876 yılına kadar on altı grev

ve bir grev dışı eylem gerçekleştirilmiştir. 1877 yılında tespit edilen bir greve

rastlanmazken, 1878-1880 döneminde ise işçilerin on kez greve gittikleri

gözlenmektedir. Yine 1881 yılında grev yaşanmazken, 1882-1906 döneminde otuz

bir adet grevin gerçekleştirildiği görülmektedir. 1907 yılında ise yine grevlere

rastlanmaz (Akkaya, 2002:138). Bu durum, Osmanlı’nın yapısı ile beraber

incelendiğinde grevlerle ekonomik ve siyasal koşullar arasında bir paralellik

olduğunu göstermektedir.

Bu dönem gerçekleşen grevlerin büyük çoğunluğunun devlete ait işletmelerde

gerçekleştiği görülmektedir. Bunun başlıca nedeni, devletin ekonomik iflası

nedeniyle işçilerin alacaklarını ödeyemez duruma düşmesidir. (Sencer,1969:149)


9

Bu dönemde gerçekleşen grevlerin büyük bir çoğunluğunun ekonomik nedenlerden

kaynaklandığını görmekteyiz. Grevler ekonomik krizin artmasıyla paralel bir artış

göstermiş, siyasal baskının artmasıyla azalmış ve istibdat yönetimiyle birlikte

ortadan kalkmıştır. Bu dönem gerçekleşen grevlerin diğer bir özelliği ise güçlü işçi

örgütlerinin olmayışıdır. Bu dönemin grevlerinde Osmanlı vatandaşı olmayan

nitelikli yabancı işçilerin önemli katkısı olurken, grevlere Osmanlı vatandaşı

Müslümanlardan katılım oldukça sınırlı kalmıştır. Grevcilerin daha çok Ermeni,

Bulgar ve Yahudi işçilerden oluştuğu gözlenmektedir. (Akkaya, 2002:138)

İlk işçi örgütlenmeleri de bu dönem kurulmaya başlanmıştır. 1871 yılında “İstanbul

Ameleperver Cemiyeti” kurulmuştur. Ancak bu dernek esasında hayırseverlerce

kurulmuş bir yardım derneğidir. Derneğin amacı fakir işçilere din ve milliyet farkı

gözetmeksizin iş bulmak ve gerekli iş araçlarını sağlamaktır. Bildik anlamda ilk işçi

örgütü ise 1884 yılında kurulan Amele-i Osmani Cemiyeti’dir (Osmanlı Amele

Derneği). Dernek, daha çok kendisine Paris proletaryasını örnek alarak, bir yandan

işçilerin ekonomik mücadelelerini örgütlerken bir yandan da yasadışı siyasal

faaliyetlerde bulunuyordu. Padişahın istibdat yönetimiyle derneğin faaliyetleri

ancak bir yıl kadar sürebildi. Derneğin yöneticileri ise yakalanıp tutuklandı.

(Şişmanov, 1990:32)

B. 1908-1918 Dönemi

II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908 tarihi ile birlikte Osmanlı işçi

hareketinde bir yükselişin gerçekleştiği görülmektedir. Özellikle Ağustos ve Eylül

aylarında birbiri ardına grevler gerçekleşmiştir.


10

1908’den sonra gerçekleşen ilk grev Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan

bölgelerine yakın olan demiryolu işçileri grevidir. Bununla beraber maden

ocaklarında, İstanbul ve Ankara’daki tütün işletmelerinde de grevler meydana

gelmiştir. Bu grevlerde de ekonomik taleplerin önplanda olduğu gözükmektedir.

Grevdeki işçilerin ortak talepleri, ücretlerin arttırılması ve kötü çalışma koşullarının

düzeltilmesidir. (Şişmanov, 1990: 36-37)

1908 yılının Ağustos ve Eylül aylarında birbiri ardına otuz grevin gerçekleşmiştir.

Rumeli demiryollarının Selanik hattında başlayan grev, kısa sürede Üsküp,

Demirkapı, Metrovice ve İstanbul-Edirne hatlarına da yayılmıştır. Bu grevlerin

örgütlenmesinde sendikalar önemli rol oynamışlardır.

1908 grevlerinin üç önemli sonucu olmuştur. Bunlardan ilki, işçi basınında

canlanmaya yol açması, ikincisi işçileri örgütlenmeye ve sendika kurmaya

yöneltmesi, üçüncüsü ise siyasi partilerin gündemine, ülkede bir işçi sorunu

olduğunu ve parti programlarında da bu soruna yönelik politikaların yer bulması

düşüncesini ortaya çıkarmış olmasıdır. Özellikle sosyalist düşünceyi savunan parti

ve örgütlerin bu grevlerden sonra canlılık kazanmaya başlaması önemli bir

gelişmedir. (Akkaya, 2002: 139)

Grevlerin giderek yayılması, II. Meşrutiyet’i ilan eden İttihat ve Terakki yönetimini

harekete geçirmiş, grevleri etkisizleştirmek ve engellemek amacıyla yasal

düzenleme yapma yoluna gidilmiştir. 8 Ekim 1908 tarihinde Tatil-i Eşgal

Cemiyetleri Hakkında Kanun-ı Muvakkati yürürlüğe konulmuştur. Kanun-i

Muvakkat, 9 Ağustos 1909 tarihinde çeşitli değişiklikler yapılarak Tatil-i Eşgal

Kanunu olarak kesinleşmiştir.


11

Kanun, greve gitmeyi belirli koşullara bağlayarak etkisizleştirmeyi amaçlarken,

sendikal örgütlenmeyi de önemli ölçüde yasaklamayı sağlayan düzenlemeler

içermektedir.

Tatil-i Eşgal Kanunu Osmanlı Devleti’nin çalışanlara yönelik düzenlediği ilk metin

olması açısından önemlidir.

Boratav, kısıtlayıcı hükümlerine rağmen Tatil-i Eşgal Kanunu’nun önemli bir örnek

olduğuna vurgu yapmaktadır. İstibdat yönetiminin sermaye ve emek ilişkilerini yok

sayan anlayışının aksine, Kanun’un, sınıf mücadelesi gerçeğini kabul eden ve

sorunu sermayeden yana kısıtlamalarla çözmeyen çalışan modern, yani kapitalistçe

bir düzenleme olduğu değerlendirmesini yapmaktadır. (Boratav, 1997: 321)

Kanun’la beraber grevler azalmaya başlamıştır. Sadece 1908 yılında 138 grev

gerçekleşmiş olmasına rağmen, Kanun’un uygulamaya konduğu ilk yıllar olan

1909-1913 yılları arasında 40 grev gerçekleşmiştir. 1914 yılında ise sadece iki

grevin gerçekleştiği görülmektedir.

1909 sonrası grevlerin önemli özelliği, örgütlü işçilerin önderliğinde gerçekleşmesi

ve işçi hareketinin bu grevlerle beraber sosyalist hareketle tanışmaya başlamış

olmasıdır. (Akkaya, 2002:140)

Bu dönemde işçi hareketi açısından diğer önemli bir gelişme, Osmanlı topraklarında

ilk kez 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın kutlanmış olmasıdır. İlk kez 1909 yılında kutlanan

1 Mayıs, sonraki üç yıl boyunca da kutlanmaya devam etmiş; 1913 ve 1914

yıllarında ise İttihat ve Terakki tarafından engellenmeye çalışılmıştır.


12

C. 1919-1923 Dönemi

I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilerek çıkmış olması ile

beraber yeni bir dönem başlamıştır. Ülkenin bir yandan işgal altına girmesi, diğer

yandan da yeni bir ülkenin kuruluşunu sağlamaya çalışan Kurtuluş Savaşı dönemi

tüm halkta olduğu gibi işçi sınıfında da siyasal önceliklerin önplana çıkmasına

neden olmuştur.

Bununla beraber savaş koşullarının yarattığı ekonomik koşullar işçiler açısından da

artık dayanılmaz bir noktaya gelmiştir. 1919 yılının başından itibaren yeni bir grev

dalgasının başlamış olmasında söz konusu koşulların önemli bir etkisi vardır. Dört

yıllık bu dönemde yirmi iki grev gerçekleşmiştir. En fazla demiryolu işçileri grev

yapmış olup, bu dönemdeki grevlerin on sekizinin İstanbul’da meydana geldiği

görülmektedir. (Güzel, 1993:102)

Bu dönem partilerin işçi hareketi üzerinde göreli olarak en fazla etkili olduğu

dönemdir. Sovyetler Birliği ile savaş sonrasında kurulan dostluk ortamı, sosyalist

partilerin kurulması ve gelişmesi için de uygun bir ortam yaratmıştır. Bu dönemde

Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası, Türkiye Sosyalist Fırkası, Osmanlı Mesai Fırkası ve

Müstahsil Sosyalist Fırkası’nın işçiler arasında etkin oldukları görülmektedir.

(Tokol, 1994:12)

Bu dönemdeki işçi örgütlenmelerinde iki eğilim öne çıkmaktadır: Birincisi meslek

ya da işyeri örgütleri, diğeri ise genel işçi birlikleri kurma çabalarıdır. Hemen

hemen her işkolunda veya işyerinde işyeri dernekleri görmek mümkündür. (Sencer,

1969:265) Genel işçi birlikleri kurma çabaları ise daha çok siyasal örgütlerin
13

girişimi olarak gözükmektedir. Örneğin Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası, önce tüm işçi

birlikleri daha sonra da tüm sol hareketleri biraraya getirmeye çalışmış ancak sonuç

alamamıştır. 1919 yılında kurulan Türkiye İşçi Derneği de 1922 yılında yine bu

amaç için çalışmış; ancak bu girişimde başarısız olmuştur. (Tokol, 1994:13)

Bu dönemde gerçekleşen işçi grev ve gösterilerinde ülkenin işgal altında

bulunmasından dolayı siyasal içerikli taleplerin de öne çıktığı görülmektedir. Ayrıca

sosyalist örgütlenmelerin bu dönemde işçi hareketiyle yakın bağ kurmaları da

siyasal taleplerin dile getirilmesinde önemli bir etken olmuştur.

II. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İŞÇİ HAREKETİ

A. 1923-1946 Dönemi

1. Yasal düzenlemeler:

Çalışma yaşamındaki düzenlemeler açısından, 17 Şubat 1923 tarihinde toplanan

İzmir İktisat Kongresi önemli bir olaydır. Kongre’ye işçilerin sunduğu “İşçi

Grubunun Esasları” başlıklı rapor, döneme göre oldukça ileri talep ve düzenlemeleri

içermektedir. Toplam 34 maddeden oluşan bu raporda işçiler; sendika hakkının

tanıması, Tatil-i Eşgal Kanunu’nun yeniden işçilerin haklarını tanıyarak

düzenlenmesi, günlük çalışma süresinin sekiz saat ile sınırlı tutulması, kadınlara

doğum izni verilmesi, hafta tatili ve yıllık ücretli izin haklarının verilmesi gibi ileri

taleplerde bulunmuşlardır. Kongre’nin diğer önemli bir yanı ise ilk kez ulusal
14

düzeyde işçilerin biraraya gelip sorunlarını tartışması için bir zemin yaratmış

olmasıdır. (Akkaya, 2002: 147)

Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 tarihinde Anayasa ve 1926 tarihinde ise

Medeni Kanun yürürlüğe girmiştir. Bununla beraber tek parti yönetiminin devam

etmesi ve CHP’nin sınıf esasını reddetme politikası, işçilerin örgütlenmesinin bir

engeli olarak durmuştur.

Doğrudan işçi hareketi için çıkarılmış olmasa da sonuçları açısından doğrudan işçi

hareketini etkilenmesi yönüyle, Takrir-i Sükun Yasası önemlidir. Doğu Anadolu’da

13 Şubat 1925 tarihinde başlayan isyan sonucunda, Hükümet’in görevden çekilmesi

ve yerine kurulan İnönü Hükümeti’ne geniş yetkiler veren Takrir-i Sükun Kanunu

üç maddeden oluşurken, yürürlüğü de iki yıl ile sınırlandırılmıştır. Ancak 1927

yılında süresi tekrar iki yıl uzatılarak toplam dört yıl boyunca yürürlükte kalması

sağlanmıştır. Kanun’la beraber İstiklal Mahkemeleri kurulmuş, örgütlenmeler

sınırlandırılmış, gazeteler kapatılmıştır. Hükümet Takrir-i Sükun Kanunu’nu her

türlü muhalif hareketi bastırmanın yasal dayanağı olarak kullanmıştır. (Makal,

1999:161)

Cumhuriyet 1923 yılında kurulmasına rağmen, doğrudan çalışma yaşamını

düzenleyecek İş Kanunu’nun çıkarılması 1936 yılını bulmuştur. 1924 yılından

başlayarak beş kez kanun tasarısı hazırlanmış, tasarılar üzerinde çeşitli tartışmalar

yaşanmış olsa da çıkarılması bir türlü sağlanamamıştır.


15

8 Haziran 1936 tarihinde çıkarılan 3008 sayılı İş Kanunu dönemin siyasal

atmosferini yansıtan bir metindir. Söz konusu yasa, Tek parti ideolojisiyle beraber

1930’lu yıllardan itibaren geçilen devletçi ekonomi politikası anlayışının tüm

unsurlarıyla birlikte çalışma yaşamına taşındığı, devletin çalışma yaşamının tüm

sorun ve alanlarına tek düzenleyici aktör olarak tanımlandığı bir yasadır. Sendikal

örgütlenmelerden hiç bahsetmeyen yasa, grev ve lokavtı ise yasaklamaktadır.

Bireysel iş ilişkileri alanında ise, devletin işçiler lehine müdahalelerde bulunması

benimsenmiştir (Akkaya, 2002:153-154). Böylece sınıf temelli ideolojinin de

kanuni olarak kendisine bir alan bulmasının önüne geçilmesi sağlanmıştır.

1940 yılına gelindiğinde II. Dünya Savaşı’nın ülkedeki ekonomik ve siyasal

koşulları da derinden etkilediği görülmektedir. 18 Ocak 1940 tarihinde çıkarılan

Milli Koruma Yasası yine bu atmosferin bir ürünü olarak hazırlanmış bir yasadır.

Hükümete olağanüstü koşullarda iktisadi ve milli savunmayı güçlendirmek

amacıyla geniş yetkiler getiren bu yasa ile beraber; çalışma süreleri uzatılmış, kadın

ve çocukların çalışmasının yasak olduğu sektörlerde çalıştırılması yasal hale

getirilmiş, ücretler yarıya yakın düşürülmüş, aydınlar ve işçiler üzerinde siyasi-

polisiye baskılar arttırılmıştır. Yasa ile ayrıca işyerini terk etme yasağı getirilmiş, bu

yasaya aykırı hareket edenlere yaptırımlar getirilmiştir. 1944 yılında çıkarılan yeni

bir yasa ile de bu yaptırımlar arttırılırken hafta tatili de kaldırılmıştır.

(Işık,1996:105)
16

2. Örgütlenme Çabaları

1923-1946 dönemi işçi hareket ve işçi örgütlenmeleri açısından pek canlı bir dönem

olduğu söylenemez. Bu dönem Türkiye çalışma ilişkileri tarihinde işçi

örgütlenmelerinin ve işçi hareketlerinin en az olduğu yıllardır. Bunda siyasal,

iktisadi ve hukuksal faktörler yanında, tek parti yönetiminin, önce sınıfların

varlığını kabul etmeme, sonra işçi örgütlerini ve hareketlerini kısıtlama

doğrultusunda giderek sertleşen ve kemikleşen tavrı etkili olmuştur. (Makal, 1999

:449)

İşçi hareketinin zayıf olmasına karşın, bu dönemde de çeşitli işçi örgütlenmeleri

görmek mümkündür. Bunlardan biri olan İstanbul Umum Amele Birliği, 20 Aralık

1922 tarihinde Türkiye çapında bir sendikalar federasyonu kurmak için çalışmalar

başlatılmıştır. Sendika başlangıç olarak tramvay işçileri üzerinde etkili iken,

sonraları bünyesine çeşitli işçi derneklerini de katmayı başarmıştır. 26 Ekim 1923

yılında söz konusu birlik ismini Türkiye Umum Amele Birliği’ne dönüştürmüştür.

Ancak Hükümet’in baskılarına dayanamayarak faaliyetlerini sona erdirmiş, yerine

12 Ağustos 1924 tarihinde Amele Teali Cemiyeti kurulmuştur. Takrir-i Sükun

Kanunu’ndan sonra bu örgüt de hükümetin çeşitli düzeylerdeki engellemeleri ile

karşılaşmış, Türkiye’nin konfederasyon niteliğindeki son sendikal örgütü de 1928

yılında Hükümetçe kapatılmıştır (Makal, 1999: 451).

Bu dönemde sendikal örgütlenmelerin dışında, siyasal iktidar tarafından oluşturulan

cemiyet tipi örgütlenmelere de rastlanmaktadır. Bu tür cemiyetlerin amacı, tek parti


17

döneminin bir politikası olan, toplumun değişik kesimlerini olduğu kadar işçileri de

etki altına almaktır. Dönemin partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası tarafından

1930’lu yıllarda “İşçi Bürosu” ile Cumhuriyet Halk Fırkası Esnaf ve İşçi Birlikleri

Teşekkülleri Bürosu kurulmuş, CHP işçileri kendisine yakın bazı cemiyetlerde

toplamaya çalışmıştır. (Makal, 1999: 451- 452)

Bu yıllarda sayıca az da olsa çeşitli işçi eylemleri gerçekleşmiştir. 1923 yılında 1

Mayıs kutlamaları yapılırken, Zonguldak ve Ereğli’de 12.000 kadar maden işçisi iş

güvenliğinin sağlanması talebiyle greve gitmişlerdir. Yine İstanbul’da aynı yıl

Bomonti Bira Fabrikası’nda bir protesto eylemi yüzünden işten atılan işçilerin işe

geri alınması talebiyle işçiler greve gitmişlerdir. 1924 yılında İstanbul’da

düzenlenen 1 Mayıs gösterisine ise polis ve jandarma müdahale etmiş ve işçilerin

bir kısmı tutuklanmıştır. İstanbul Ortaköy’deki tütün ambarındaki kadın işçiler

çalışma koşullarını protesto eylemi yapmıştır. 1926 yılında Soma-Bandırma

demiryolunda çalışan 2000 işçi mesai saatlerinin uzatılmasını dilekçeyle protesto

ederken, 1927 yılında İstanbul liman işletmesindeki hamallar şirket adına çalışmayı

reddederek eylem yapmıştır. Bu eylem nedeniyle 320 kişi tutuklanmıştır. (Yavuz,

1998:170)

İş Kanunu’nun çıktığı 1936 yılına kadar ise, Ankara’da basım işçileri, Samsun ve

İstanbul’da tütün işçileri, İzmir’de ise liman işçileri grevlerinin gerçekleştiği

görülmektedir. İş Kanunu ve Cemiyetler Kanunu’nun çıkması ile beraber işçi

hareketleri ve örgütlenmeleri de oldukça sınırlandırılmıştır. II. Dünya Savaşı’nın

yarattığı ortam işçi hareketinde de bir durgunluk dönemini başlatmıştır.


18

1945 yılından itibaren işçi hareketinde yeniden bir canlanma yaşandığı

görülmektedir. Kömür ve krom madenlerinde çalışan işçiler gündelik ve iş

şartlarının düzeltilmesini isterler. Yine 45.000 tütün işçisi adına Çalışma

Bakanlığı’na başvuran işçi temsilcileri meslek birliklerinin kurulabilmesi, düşük

olan ücretlerinin yükseltilmesini talep ederler. Hükümetten gerekli ilgiyi

göremeyince de basın yoluyla protesto mektubu yayınlarlar. (Şişmanov, 1990:131-

145)

B.1946-1960 Dönemi

II. Dünya Savaşı’nın Hitler faşizminin yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından,

Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada demokratik sistemler güçlenmeye

başlamıştır. Türkiye de bu döneme tek partili rejimden çok partili rejime geçerek

ayak uydurmaya çalışmıştır. Çok partili rejime geçilmesiyle beraber birçok yeni

parti siyasal hayatta yerini almaya başlamıştır. Demokrat Parti 1946 yılında

kurulmuş ve bu dönemden 1960’lara kadar Türk siyasal hareketini ve beraberinde

işçi hareketini önemli ölçüde etkileyen bir siyasi parti olmuştur.

10 Haziran 1946 tarihinde 1938 tarihinde çıkarılan Cemiyetler Yasası’ndaki “sınıf

esasına dayalı cemiyet kurmayı” yasaklayan madde değiştirilerek, bu maddedeki

“sınıf” kavramı kaldırılmıştır. Böylece işçi sendikalarının kurulmasının önü

açılmıştır. Yasa’da yapılan bu değişikliğin ardından hızlı bir sendikalaşma sürecinin

yaşandığı gözlenmektedir. Sendikalaşma hareketlerinin bir kısmı kendiliğinden

gelişirken, bir kısmı ise o dönemde kurulan sosyalist partilerin öncülüğünde


19

gerçekleşmiştir. 1946 yılında kurulan Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist

Emekçi ve Köylü Partisi sendikaların kurulmasına öncülük etmişler; dağınık,

güçsüz sendikalar yerine işkolu düzeyinde ve ülke çapında faaliyet gösterecek bir

sendikal örgütlenme modelini yaratmaya çalışmışlardır. Türkiye Sosyalist Partisi,

kurulacak bütün sendikaların isimlerinin başına “Türkiye”yi getirerek bu sendikaları

da Türkiye İşçi Sendikaları Federasyonu çatısı altında toplamaya çalışmıştır. Ancak

bu çabalar amacına ulaşamamıştır. (Akkaya, 2002: 161)

Hızla yaygınlaşan bu sendikalaşma hareketini CHP iktidarı denetim altına almak

için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. CHP, “Çalışma Bakanlığı’na yardımcı olmak,

İş Kanunu’nun tatbikatını kolaylaştırmak, iş randımanını arttırmak” amacıyla “CHP

direktiflerine uygun ve CHP parasıyla” işçi dernekleri kurdurmaya çalışmıştır.

Doğrudan kurulan bu tür derneklere işçilerin pek itibar göstermemesi sonucu CHP

bunu dolaylı yollardan yapma gayretlerini sürdürmüştür. (Güngör, 1998b:104)

Bu girişimlerin dışında, kurulan diğer partiler üzerinde de CHP iktidarının baskısı

devam etmekteydi. 16 Aralık 1946 tarihinde, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı

tarafından Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi

merkez ile şubeleri ve mevcut sendikalardan bu partilere bağlı olanlar ve İstanbul

Sendikaları Birliği’nin faaliyetlerine kapatılarak son verilmiştir. (Akkaya,

2002:162) 26 Aralık 1946 tarihinde ise CHP’nin kontrolündeki işçi dernekleri

yöneticileri, Başbakanlığa çektikleri bir telgrafla, hazırlanmakta olan Sendikalar

Kanunu dolayısıyla hükümete şükranlarını sunmuşlardır. (TSA, 1998b:104)


20

1. Sendikalar Kanunu ve Sendikalaşma

1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde çıkartılması yönünde karar

alınmasına rağmen, Sendikalar Kanunu’nun çıkarılması 1947 yılını bulmuştur.

Sendikalar Kanunu’nun bu kadar gecikmeli olarak çıkmasında dönemin siyasal

koşullarının yanı sıra güçlü bir işçi hareketinin oluşmayışı da önemli etken

olmuştur.

Nitekim, yasanın çıkmasında da işçi hareketinin güçlenmesi değil, esas olarak tüm

dünyada esen demokratikleşme havasının belirleyici etkisi vardır. Ayrıca iktidarın

kurulan işçi örgütlerinin faaliyetlerini sınırlamak ve kontrol altına alma düşüncesi

de diğer bir etken olarak görülmektedir. (Işık, 1996 :116)

Gerçekten de sendikal özgürlüğe ilk kez yer vermesi bakımından olumlu olmasına

karşın, Yasa genel olarak sendikaların faaliyetlerini önemli ölçüde sınırlandıran

düzenlemeler getirmektedir.

5018 Sayılı Sendikalar Kanunu 20 Şubat 1947 yılında kabul edilmiştir. Yasanın en

önemli maddesi olan 5. Madde; sendikaların “siyasetle iştigal edemeyecekleri,

milliyetçiliğe ve milli menfaatlere aykırı faaliyetlerde bulunamayacaklarını” hükme

bağlamıştır. Aynı kanunla sendikaların siyasetle uğraşmaları, siyasi propaganda ve

siyasi yayın faaliyetinde bulunmaları ve siyasi bir örgütün faaliyetlerine katılmaları

da kesin olarak yasaklanmıştır. Aynı işkolunda birden fazla sendikanın

kurulabilmesi, farklı işlerde çalışan işçilerin bu sendikalardan birine ya da birden


21

fazlasına üye olabilmeleri düzenlenmiştir. Yasa sendika kurma ya da sendikaya üye

olma hakkını 3008 sayılı İş Kanunu’nda belirtilen işçi ve işveren tanımlarının

kapsamına girenlere tanırken, sendikaların birlikler kurabilmesi ve kurulan

birliklere katılabilmesini de üyelerinin üçte ikisinin onayı şartına bağlamıştır. Yasa

ile sendikalara grev hakkına ilişkin bir düzenleme getirilmezken, İş Kanunu’na göre

suç sayılan grev ve lokavt fiillerine teşvikte bulunan veya teşebbüs eden sendika

yöneticilerine yaptırımlar getirilmiş, sendikaların da üç aydan bir seneye kadar

geçici veya devamlı olarak kapatılması hükme bağlanmıştır. Yasa ayrıca

sendikaların denetiminde Çalışma Bakanlığı’nı yetkili kılmıştır.

Yasa bir yandan sendikaları siyasi faaliyetler konusunda sınırlarken CHP iktidarı

sendikaları kendi siyasi kontrolüne almak için “işçi bürosu” kurmuştur. Bu büro

üzerinde kendisine yakın sendikalarla özel olarak ilgilenilmiş, parasal kaynaklar

sağlanmıştır. Denilebilir ki Yasa’daki siyaset yasağı, yalnızca CHP yandaşı

olmayan sendikalara uygulanmıştır. CHP ise daha çok KİT’lerde sendikal

örgütlenme gerçekleştirmek istemiştir. Böylece çalışma hayatının işçi, işveren ve

devlet gibi üç temel aktörü iç içe geçmiştir. (Akkaya, 2002:162-163)

Sendikalar Kanunu’nun çıkmasından sonra sendikaların ve sendikalı işçilerin

sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. 1947 yılında 49 sendika faaliyet

gösterirken, bu sendikaların toplam üye sayısı 33.000’dir. Bu sayı sendika üyesi

olabilecek işçilerin %12’sine denk gelmektedir. 1950 yılına gelindiğinde ise,

sendika sayısı 88’e, sendikalı işçi sayısı 78.000’e, sendikalı işçilerin oranı ise %21’e

yükselmiştir. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidar olurken, DP’nin


22

ilk yıllarında sendika ve sendikalı işçi sayısında önemli artışların olduğu

gözlenmektedir. 1951 yılında sendika sayısının 137, sendikalı işçi sayısının 110.000

ve sendikalılaşma oranının ise %26’ya yükseldiğini Çalışma Bakanlığı’nın 1978

verileri göstermektedir.(Akkaya, 2002:163)

2. Üst Birlikler ve Türk-İş’in Kurulması

Sendikalar Kanunu ile beraber hızla yaygınlaşan sendikal örgütlenmeler,

beraberinde üst birlik oluşturulması tartışmalarına ve girişimlerine olanak

sağlamıştır. İşçi hareketinin bir ihtiyacı olmasının dışında, hatta belki de daha

belirleyici bir biçimde dışsal nedenlerin bu sürecin hızlanmasında belirleyici olduğu

söylenebilir. Siyasi iktidarın sendikaları kontrolü altına alma gayretleri, bir üst birlik

etrafında bu amaçlarını daha kolay ve etkili olarak gerçekleştirebilecekleri en

önemli neden olarak göze çarpmaktadır. Bununla beraber DP iktidarının hayat

bulduğu dönemde Türkiye-Amerikan ilişkilerinin de yakınlaşmaya başlaması ve

ABD’nin işçi sendikalarına olan yakın ilgisi de diğer önemli bir dışsal etken olarak

değerlendirilmelidir.

Bu dönemde ilk olarak CHP’nin girişimleriyle 1948 yılında İstanbul İşçi

Sendikaları Birliği kurulmuştur. Daha sonra ilki TOLEYİS Federasyonu olmak

üzere çeşitli federasyonların kurulmaya başlandığı görülmektedir. (TSA,

1998c:325)
23

1952 yılının başında Teksif’in Genel Kurulu’nda somut bir adım atılarak, bir

konfederasyon kurulmasının artık zorunlu bir ihtiyaç olduğu ve bu konuda çalışma

yürütecek bir tüzük komisyonunun kurulması kararı alındı. Hazırlanan ana tüzük 6-

7 Nisan 1952 tarihinde Bursa’da düzenlenen bir toplantıyla tartışıldı. Toplantıya

yurt genelinden çeşitli birlik ve federasyonların yöneticileri katıldı. Toplantıya

gazeteci kimliğiyle katılan Kemal Sülker konfederasyonun adını Türk-İş olarak

önerdi ve bu öneri kabul edildi. 31 Temmuz 1952 yılında Konfederasyonun ana

tüzüğünü Ankara Valiliği’ne vermesiyle Türk-İş resmen kurulmuş oldu.( Makal,

1999: 279-280)

Konfederasyonun kurulması başlangıç olarak DP yönetimi tarafından da olumlu

karşılanmıştır. Uzunca bir dönem tek parti rejimi olarak devam eden CHP iktidarı

karşısında en güçlü muhalif güç olan DP, çeşitli sendikaların ve önemli oranda işçi

kitlesinin de desteğini almıştır. Türk-İş üzerinde de iktidar olmanın avantajını

kullanıp etkide bulunma çabaları olmuştur. Ancak 1955 yılında hem Türk-İş

yönetiminde ağırlıklı olarak CHP’li sendikacıların olması hem de DP’nin işçi

haklarına karşı cephe alma tutumu DP ve Türk-İş arasındaki ilişkileri germiştir.

(Işıklı, 1990: 324-325)

DP, 5018 sayılı Kanun’da bulunan sendikalara siyasal faaliyette bulunma yasağını

kullanarak hem işçi hareketine hem de Türk-İş’e baskılarını arttırmıştır. Ayrıca

federasyon, birlikler ve konfederasyonları zayıflatmaya çalışarak, tek tek sendikalar

üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmıştır. 1957 sonrası dönemde Konfederasyon

yönetimine partiye yakın kişilerin gelmesi ile ilişkiler normalleşmiş, ancak Türk-
24

İş’te pragmatik politikalar etkili olmuş ve siyasal faaliyetin dışında kalma eğilimi

artmıştır. (Makal, 1999 :281)

Denilebilir ki 1952-1960 arası Türk-İş, CHP ve DP arasında sıkışıp kalmıştır.

Özellikle DP iktidarının mali baskısı Türk-İş’i oldukça zor durumda bırakmıştır.

Daha çok siyasal tercihlere göre ayarlanan ceza paralarından sendikalara ayrılan pay

ilişkilerin gergin olduğu dönemde iyice kısılmıştır. O yıllarda sendikaların mali

yapıları açısından bu ceza paraları büyük önem taşımaktaydı. Örneğin Türk-İş’in bir

yıllık faaliyet dönemi içinde ceza paralarından edindiği yardım (26.500-TL), aidat

gelirlerinin (8.177-TL) üç mislinden fazlaydı. (Işıklı, 1990: 324)

Bu durum, Türk-İş’in kuruluşundan başlayarak Amerikan anlayışına bağlı

sendikacılık modeliyle de bağlantılı olarak mali açıdan Amerikan yardımlarına

yönelmesinde itici güç olurken, 1960’lardan sonra “partiler üstü sendikacılık”

olarak ifadesini bulacak ve etkilerini bugün de sürdürecek bir anlayışın zemini

olarak geliştiği söylenebilir.

Türk-İş 1960 yılına gelindiğinde, 432 işçi sendikasının 215’ini, 27 birlik ve

federasyondan 22’sini bünyesinde barındırıyordu. Sendika üyesi 282.967 işçinin ise

173.770’i Türk-İş bünyesindeydi. Başka bir ifade ile Türk-İş sendikalı işçilerin

%62’sini temsil ediyordu. (Makal, 1999:281)

Bu dönemde gerçekleşen işçi eylemlerinin pek de fazla olmadığı görülmektedir. İşçi

hareketinin görece azlığında en önemli sebep 3008 sayılı İş Kanunu’nun grev ve


25

lokavtı yasaklaması, bu yönde girişimde bulunanlara ise para ve hapis cezaları

verilmesini düzenlemesiydi. Bununla beraber bu dönemde de çeşitli işçi eylemleri

gerçekleşmiştir.

İstanbul Tophane Rıhtımı’ndaki yükleme boşaltma işlerini yapan 350 işçiden 333’ü

18 Temmuz 1946 sabahından ertesi gün sabahına kadar işlerine gelmemiş,

denizyolları işletmesinin ücret artışı talebinin yazılı olarak yapılması karşılığında

işçi haklarının korunacağını vaat etmesi üzerine işçiler işbaşı yapmışlardır. 17

Mayıs 1955’de Kenan Aslanbey’e ait İpekli Dokuma Fabrikası işçileri ücretlerinin

düşürülmesi üzerine greve gitmişlerdir. 2 Mart 1956 Söke Çimento Fabrikası’nda

çalışan ve üç aydır ücret alamadıklarını belirten 300 kadar işçi toplu olarak iş

bırakmıştır. 10 Kasım 1952’de İstanbul’da Çiçekpazarı’ndaki Vakıf İşhanı

inşaatında çalışan işçiler ücret anlaşmazlığı nedeniyle işlerini terk etmiş, 26 işçi

grev yaptıkları gerekçesiyle mahkemece yargılanmıştır. (Makal, 1999:317)

C. 1960-1970 Dönemi

1. 27 Mayıs Askeri Hareketi

DP iktidarı, tek parti rejiminden bunalmış ve halk sınıfları nezdinde CHP iktidarına

karşı kısa sürede alternatif bir siyasi güç olarak kendisini kanıtlamıştır.

Kuruluşundan sonra katıldığı ikinci seçimden de birinci parti olarak çıkmayı

başarmış, seçim sisteminin etkisiyle tek başına iktidar olmuştur. 1954 yılında

yapılan seçimlerde de yine ilk parti olurken oylarını da arttırmıştır. Bununla beraber
26

DP’yi iktidara taşıyan halkın talepleri tam olarak karşılanmamış, aksine başta

işçilere verilen sözlerden vazgeçilmiş, muhalif hareketlere karşı da baskı politikası

yolu seçilmiştir. 1955 yılından itibaren yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle

muhalefet güçlenmek için uygun bir zemin bulmaya da başlamıştı. Nitekim 1957

yılında yapılan seçimlerde DP birinci parti olarak çıkmasına rağmen oylarında

gerileme yaşanırken, CHP oylarını yükseltmeyi başarmıştı. Bu durum karşısında DP

iktidarı, baskı politikalarını artırmış, basına sansür uygulamış, muhalif hareket ve

gösteriler şiddetle bastırmaya çalışmıştır.

28-29 Nisan 1960 tarihinde sertleşen siyasal baskılara karşı İstanbul ve Ankara’da

öğrenciler protesto eylemi düzenlediler. Gösterilere güvenlik güçlerinin sert

müdahalesi ve müdahale sırasında bir öğrencinin ölmesi tepkileri arttırdı. 29

Nisan’da Ankara SBF’de yapılan gösteriye karşı da silah kullanılması, İstanbul’un

ardından Ankara’da da sıkıyönetim ilan edilmesini getirdi. 21 Mayıs’ta ise Ankara

Harp Okulu öğrencileri okullarından çıkıp gösteri yaptılar.

Bu dönemde CHP, hükümeti düşürmek için sürekli olarak asker ve bürokratlarla

temasını sürdürüyordu.

Bu ortamda birkaç dönemdir “cunta” girişimlerinin yaşandığı ordu bünyesindeki bir

grup subay 27 Mayıs 1960 tarihinde iktidara el koydu. Subaylar, daha önce

hükümet tarafından emekli edilmek üzere zorunlu izne çıkarılan Kara Kuvvetleri

Komutanı Cemal Gürsel’i askeri yönetimin başına geçirdiler. Askeri yönetim Milli

Birlik Komitesi adını alırken, Anayasa, Meclis ve hükümet feshedildi.


27

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve DP’li diğer yöneticiler

tutuklandı. Adnan Menderes, Hasan Polat ve Fatın Rüştü Zorlu Yüksek Adalet

Divanı’nda yargılanarak idam edildi.

Şubat 1961’de siyasi partilere yeniden faaliyet izni verilirken, hazırlanan yeni

Anayasa 9 Temmuz’da halk oylamasına sunularak kabul edildi. 15 Ekim 1961

tarihinde ise genel seçimlerin yapılmasıyla MBK varlığına son vermiş oldu. (TSA,

1998c: 511-512)

2. Çalışma Yaşamındaki Yasal Düzenlemeler

27 Mayıs hareketinin işçi ve sendikal hareket açısından önemli etkileri olmuştur.

Başta Anayasa olmak üzere sonrasında hazırlanan 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve

275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve Grev ve Lokavt Kanunu, sendikal hareketin

gelişmesinde yeni bir dönem başlatmıştır.

1961 Anayasası, daha önceki Anayasalara göre daha demokratik bir içeriğe sahiptir.

Diğer Anayasalardan farklı olarak, Türkiye Cumhuriyeti “sosyal hukuk devleti”

olarak tanımlanmıştır. Ayrıca, DP döneminin baskılarını sürdürdüğü alanlar,

anayasa ile birlikte daha özgür ve demokratik bir içeriğe kavuşmuştur.

Bu alanlardan biri olan çalışma yaşamı konusunda yedi ayrı madde düzenlenmiştir.

Anayasa’nın 42. maddesi çalışma hakkı ve ödevini, 43. maddesi çalışma şartlarını,

44. maddesi dinlenme hakkını, 45. maddesi adil ücreti, 46. maddesi sendika kurma
28

hakkını, 47. maddesi toplu sözleşme ve grev hakkını, 48. madde çalışma ve

sözleşme hürriyetini düzenlemektedir. (Işık, 1996 :178)

Hiç şüphesiz işçiler ve sendikalar açısından Anayasa’nın getirdiği en önemli

düzenleme grev ve toplu sözleşme hakkının Anayasal bir hak olarak ilk kez

tanınmasıdır. 47. madde bu hakkı “İşçiler, işverenlerle olan münasebetlerinde,

iktisadi ve sosyal durumlarını korumak veya düzeltme amacıyla toplu sözleşme ve

grev yapma hakkına sahiptirler.” şeklinde düzenlemektedir. Toplu sözleşme ve grev

hakkı Anayasa’da düzenlenmiş olmasına karşın, gerekli yasaların çıkarılması o

kadar çabuk olmamıştır. Bu yönüyle askeri müdahaleyi yapanların o dönem ihtiyaç

duyduğu halk desteğini sağlamak için bu tür düzenlemelere Anayasa’da yer verseler

de, bu hakların düzenlenmesinde ağırdan alan bir tutum içerisine girdikleri

söylenebilir.

Nitekim işçi sendikalarında da bu rahatsızlık artmaya başlamış, bununla beraber

çeşitli grevler Anayasa’nın tanıdığı bir hak olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Bunlardan en önemlisi Kavel Kablo işçilerinin grevidir. Kavel işçilerinin grevi

gerekli yasal düzenlemelerin çıkması için bir baskı oluşturmuş, 274 Sayılı

Sendikalar Kanunu ve 275 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi ve Grev ve Lokavt

Kanunlarının 1963 yılında çıkmasıyla işçiler amaçlarına ulaşmıştır. (Işık, 1996:

179)
29

3. 274 ve 275 sayılı Yasalar

274 Sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu Sözleşme ve Grev ve Lokavt

Kanunu 24.07.1963 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

274 Sayılı Sendikalar Kanunu, daha önceki 5018 Sayılı yasaya göre birçok alanda

demokratik düzenlemeler getirmekteydi.

Yasa, sendikaya üye olabilecek işçi kapsamını genişletmekteydi. Yasa ile üyelikte

ve üyelikten çekilmede kişinin yazılı başvurusu yeterli bulunmakta idi. Sendikaların

işyeri ve işkolu düzeyinde kurulabileceği, üst birlik olarak da federasyon, birlik ve

konfederasyonların esasları belirtiliyordu. Ayrıca sendikalara üst kuruluşlara üye

olma serbestliği tanınmıştı.

Sendikaların faaliyet alanları olarak, grev ya da lokavta karar verme, bu hareketleri

idare etme, toplu iş sözleşmesi yapma, yardımlaşma sandıkları kurma, kooperatifler

kurma, eğitim faaliyetleri yapma gibi konular belirtiliyordu.

Buna karşılık ilgili yasada sendikalara yasaklanan faaliyetlerin oldukça sınırlı

tutulduğu görülmektedir. Bunlardan en önemlisi, uzunca dönemdir iktidarların

sendikalara karşı baskı aracı olarak kullandıkları sendika siyaset ilişkileri

konusundadır.
30

Bu konudaki yasaklar; “siyasi partilerden yardım alamazlar, siyasi partilere yardım

yapamazlar, onların örgüt yapısı içinde yer alamazlar ve bir siyasi partinin adı

altında kurulamazlar” şeklinde oldukça dar tutularak düzenlenmiştir. (Kutal, 1998

:24)

Yasa ile ayrıca sendika temsilci ve yöneticilerin sendikal faaliyet ve iş güvenceleri

düzenlenmiştir.

275 sayılı Toplu Sözleşme ve Grev ve Lokavt Kanunu, Türkiye’de bu alanda

düzenlenen ilk yasadır. Daha önce herhangi bir yasal düzenlenmenin olmaması ve

grevlerin yasaklanmış olması, 275 sayılı yasanın bir bütün olarak işçi ve sendikal

hareketin kazanımı olduğu söylenebilir. Bununla beraber çeşitli sınırlama ve

yasakları içerse de, dönemin siyasal atmosferinin yine yasanın ruhuna yansıdığını

söylemek yanlış olmayacaktır. Örneğin 2822 sayılı Yasa ile karşılaştırıldığında,

275, daha sade, demokratik ve az yasakçı bir niteliğe sahiptir.

Yasa işkolu ve işyeri düzeyinde olmak üzere iki tür toplu sözleşme yapılabileceğini

hükme bağlamıştır. İşkolu toplu sözleşmesi yapabilmek için; işkolunda kurulu

sendika ya da federasyonun o işkolunda, işyeri toplu sözleşmesinde ise o işyerinde

çalışan işçilerin çoğunluğunun o sendikaya üyeliği gerekmektedir. Bu durumdaki

sendika, toplu sözleşme yapmaya yetkili olduğunu duyurmakta, aynı iş kolundaki

sendika ya da federasyona yazı ile de bildirmektedir. İtiraz olmadığı koşullarda

yetki kesinleşmektedir. (Aslan, 1998 :22)


31

Grev yapma esasları da oldukça ayrıntılı düzenlenmesine rağmen, grev tanımı ve

hakkı geniş tutulmuştur. Toplu sözleşme sürecinin sonunda uygulanan menfaat

grevinin dışında, hak grevi de yasada düzenlenmiştir. Dayanışma grevi doğrudan

tanımlanmasa da yasaklar kapsamında olmadığı için dolaylı yoldan kullanılabilir bir

hak niteliğindedir. (Aslan, 1998:23)

274 ve 275 sayılı yasalar ile birlikte Türkiye’de sendikal ve işçi hareketi açısından

da yeni bir dönem başlamıştır.

4. TİP’in Kurulması

Bu dönemin önemli gelişmelerinde birisi de 13 Şubat 1961 tarihinde bir grup

sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi’nin kurulmasıdır. Bu sendikacılardan biri

hariç diğerleri aynı zamanda DİSK’i de kuracak sendikacılardır. TİP 1960’lı yılların

siyasal ve sendikal hayatında önemli bir yere sahip olmuştur.

1960’da kurulan Türkiye Sosyalist Partisi’nin de TİP’e katılması ve Mehmet Ali

Aybar’ın Genel Başkan olması ile beraber TİP’in etkinliği artmaya başlamıştır.

(Akalın, 2000:120)

1965 seçimlerinde TİP, Türk-İş tarafından desteklenmediği ve hatta muhalefetiyle

karşılaştığı halde, 15 milletvekili çıkarmayı başarmıştır. Lastik-İş Sendikası Genel

Başkanı Rıza Kuas, Gıda-İş Sendikası genel Başkanı Kemal Nebioğlu ve Yol-İş

Genel Sekreteri Şaban Erik TİP listesinden seçilen sendikacı adaylardır. TİP’li
32

sendikacı milletvekillerinin bu dönemde işçileri ilgilendiren bütün konularda son

derece aktif bir tutum içinde bulundukları görülmektedir. (Işıklı, 1990:339)

5. Sendika ve İşçi Hareketindeki Gelişmeler

1961 Anayasası’nın tanıdığı toplu sözleşme ve grev hakkına rağmen 1963 yılına

kadar gerekli yasal düzenlemelerin yapılmamış olması nedeni ile bu konu, bu

dönemdeki işçi ve sendikal hareketin taleplerinin başında gelmiştir. Konusu

bakımından 31 Aralık 1961 tarihinde yapılan Saraçhane Mitingi önemlidir. Bunun

dışında işten çıkarmalar ve düşük ücretler nedeniyle büyük bir bölümü pasif

denebilecek eylemler gerçekleşmiştir. Grev niteliğini taşıyan eylemler birkaç saatlik

ya da yarım günlük kısa eylemlerdir. Bu dönemdeki en önemli eylem, Ocak ayında

Kavel Fabrikası’nda gerçekleşmiştir. Ücret anlaşmazlığı ve sendika temsilcilerinin

işten atılması nedeniyle başlattıkları oturma eylemi baskılara rağmen Mart ayına

kadar sürmüştür.

Ayrıca siyasal bir eylem olması ve Türk-İş’in anlayışını göstermesi açısından, Türk-

İş tarafından 22 Aralık 1962 tarihinde Ankara’da düzenlenen “Komünizmi Telin

Mitingi” dönemin diğer önemli eylemidir.

274 ve 275 sayılı yasaların çıkmasıyla beraber, işçi eylemlerinde hem nicelik hem

nitelik yönünden bir sıçramanın yaşandığı bir süreç başlamıştır. 1964 yılında toplu

pazarlık görüşmelerinde anlaşmazlığa düşülmesi nedeniyle 75’i özel kesimde, 6’sı

kamu kesiminde olmak üzere 81 grev yaşanmış, bu grevlere 6500 civarında işçi
33

katılmıştır. Bu yıl ayrıca Bakanlar Kurulu tarafından ilk kez grev ertelemelerinin

yaşandığı bir yıl olmuştur. (Akkaya, 1998:105-106)

1964 yılında aynı zamanda Türk-İş 5. Genel Kurulu’nu toplamıştır. Genel Kurul’un

önemi, sonraki yıllarda da çokça tartışılacak olan, “partiler üstü politika” ilkesinin

tüzüğe girmesidir. Bu ilkenin tüzüğe girmesindeki nedenlerden birisi TİP’in giderek

gelişmeye başlaması ve TİP’li sendikacıların Türk-İş’te yarattığı tedirginliktir.

Ancak bu “ilkenin” esas nedeni Amerikan sendikacılık anlayışının Türk-İş

üzerindeki büyük etkisidir. (TSA, 1998c: 334)

1965 yılı işçi hareketi açısından görece durgun geçer. 1966 yılına gelindiğinde işçi

hareketi yeniden bir canlanma süreci içerisine girer. Bu dönemde gerçekleşen 39

greve toplam 10.401 işçi katılır. Bu grevlerden en önemlisi, Türk-İş içerisindeki

tartışmaları arttıran ve DİSK’in kurulmasına yol açan Paşabahçe Şişe ve Cam

Fabrikası greviydi. (Akkaya, 1998: 106)

Paşabahçe grevinin temelinde Cam-İş ve Kristal-İş sendikaları arasında 1964’den

beri süren yetki sorunu yatmakta idi. Cam-İş sendikası, iki yıl yürürlük süreli bir

işkolu toplu iş sözleşmesi imzalamıştı. İşyerinde yetkili olan Kristal-İş sendikası,

imzalanan toplu sözleşmenin işverenin idari talimatnamesinin kabulü olarak

değerlendirmiş ve işyerinde yeni bir toplu sözleşme yapmak istemiştir. Kristal-İş

sendikası yetkisine dayanarak grev kararı da almıştır. Ancak bu karar Türk-İş’in

çabalarıyla iki sendikanın Türkiye Cam Sanayi İşçileri Sendikası adı altında

birleşmeleriyle kaldırılmıştır. Ancak bu birleşme uzun sürmemiş, 1965 yılında


34

Kristal-İş Sendikası yeniden kurulmuştur. Yargıtay’ın işyeri düzeyinde de toplu

sözleşme yapılacağı yönündeki kararının ardından, sendika işverene yeniden toplu

sözleşme yapmak istediğini bildirmiştir. İşverenin bu isteği kabul etmemesi üzerine,

31 Ocak 1966 tarihinde 2200 işçi greve gitmiştir. (TSA, 1998b: 513)

İşverenin grevin yasa dışı olduğu yönünde mahkemeye yaptığı itiraz reddedilmiş ve

grev devam etmiştir. Grev devam ederken sendikalardan ve işçilerden de önemli

destekler gelmeye başlamıştır. Pek çok işyerindeki işçiler nakdi ve ayni olarak

topladıkları yardımları grevci işçilere iletmişlerdir. Türk-İş de başlangıçta grevi

desteklediğini açıklamasına rağmen, zamanla grevin bitirilmesi yönünde çeşitli

girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Kristal-İş’ten aldığı yetkiye dayanarak, 21

Mart’ta işverenle bir protokol imzalamış, grevci işçilerin yeni bir sözleşme yapma

taleplerine rağmen, protokolde yeni bir sözleşmeye gerek olmadığı belirtilmiştir.

Türk-İş’in grevin bitirilmesi yönündeki çağrılarına uymayan sendika ve işçiler

greve devam etmişler, Türk-İş’in tavrı nedeniyle de bağlı sendikalar arasında

tartışmalar başlamıştır.

Türk-İş’in tavrına rağmen grevi destekleyen Türk-İş 1. Bölge Temsilciliği’nin

dışında, Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş ve Tez-Büro-İş Paşabahçe Grevini

Destekleme Komitesi kurmuş, ardından Türk-İş’e bağlı sendikalardan; Metal-İş,

Çimse-İş, Sağlık-İş, Deri-İş, Likat-İş, Deniz-İş, Kimya-İş ve Ulaş-İş Paşabahçe

grevini desteklediklerini açıklamıştır. (TSA, 1998b: 514)


35

Grevin devam etmesi üzerine, Bakanlar Kurulu 19 Nisan 1966’da grevi, halk

sağlığını tehlikeye düşürdüğü gerekçesiyle bir ay süreyle ertelediğini açıklar.

Erteleme gerekçesinde, grev nedeniyle şişe sıkıntısı çekildiği ve ilaç fabrikalarında

penisilin ve antibiyotik imalatının durduğu belirtilmiştir. Erteleme kararı üzerine

sendikanın işbaşı yapma çağrısına başlangıçta işçilerin büyük bir bölümü olumlu

yanıt vermez. İşçilerin tamamının işbaşı yapması 24 Nisan tarihini bulur. (TSA,

1998b: 514)

Türk-İş yönetimi 7 Aralık tarihinde “Paşabahçe grevinde Türk-İş’in karar ve

prensiplerine aykırı tutumda bulundukları” gerekçesiyle Onur Kurulu’na sevk

edilen sendikalardan Petrol-İş, Maden-İş, Lastik-İş ve Kristal-İş, Türk-İş’ten geçici

olarak ihraç etmiştir. Bu karar Türk-İş içindeki tartışmaları arttırmıştır. Lastik-İş,

Basın-İş, Gıda-İş ve Maden-İş sendikaları Temmuz 1966 tarihinde bir araya gelerek

Sendikalararası Dayanışma Konseyi’ni (SADA) kurmuşlardır. (TSA, 1998b: 514)

SADA, bir anlamda daha sonra kurulacak olan DİSK’in de ilk adımıdır.

6. DİSK’in Kurulması

Sendikalararası Dayanışma Konseyi’ni (SADA) kuran sendikalar, Türk-İş ile olan

görüş ayrılıklarının giderek belirginlik kazanması üzerine yeni bir konfederasyonun

kurulması kararını alır. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) adını

alan konfederasyon, Türkiye Maden-iş Sendikası adına Kemal Sülker, Lastik-iş

Sendikası adına Rıza Kuas, Basın-iş sendikası adına İbrahim Güzelce, Türkiye

Gıda-İş Sendikası adına Kemal Nebioğlu ve Türk Maden-İş Sendikası adına


36

Mehmet Alpdündar tarafından 13 Şubat 1967 tarihinde kurulmuştur. Konfederasyon

kurucularından Gıda-iş Sendikası dışındaki sendikalar o zamana kadar Türk-İş

üyesiydiler. (TSA, 1998a:307)

DİSK’in kuruluşu sırasında Türk-İş Üyeliğinden Ayrılma Hakkında Rapor

hazırlanmış, bu raporda Türk-İş başta partiler üstü politikası olmak üzere birçok

konuda eleştirilmiştir.

Raporda; Türk-İş’in; anatüzüğünde ve kongrelerinde alınan kararlarına uymadığı,

hangi iktidar gelirse onun paralelinde bir yol izlediği, milli bir kuruluş olmaktan

çıktığı ve Amerika yardımlarıyla ayakta duran bir kuruluş haline geldiği, işçileri

oyalayıcı ve uyutucu bir pratik izlediği, bütün haklı grevlere karşı çıktığı

konularında eleştiriler getirilmiştir. (Sülker, 1976:119-123)

DİSK 1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu demokratik hak ve özgürlükler ile

1960’lardan itibaren yükselen toplumsal muhalefetin yarattığı ortam içerisinde

örgütlenme ve güçlenme olanağını bulmuştur. DİSK özellikle özel sektörde

örgütlenmiş, 1970 yılına gelindiğinde üye sayısı 86.650’ye ulaşmıştır. (TSA,

1998a:310)

D. 1970-1980 Dönemi İşçi Hareketi

1960 darbesinden 1980 darbesine kadar geçen süre genel olarak literatürde işçi

hareketi açısından bir bütün olarak değerlendirilir. Dönemin işçi sınıfının nesnel

varoluşunu etkileyen genel özelliği, ithal ikameci ekonomik politikaların talep


37

yaratma baskısının işçi ücretlerini göreli olarak yüksek tutmadaki rolüdür. İşçi sınıfı

açısından bu durum, iş güvencesinin biraz daha yüksek olduğu, dolayısıyla sınıf

hareketi bakımından da daha atak bir sınıf hareketi ile karşılaştığımız bir döneme

karşılık gelir. Fakat, kanaatimizce, bu dönemlendirme bir aşırı genellemedir ve

eksiktir. Her şeyden önce 1970-1980 dönemi hem DİSK, hem de Genel-İş açısından

oldukça kritik ve 1960-1970 arası dönemle eş tutulamayacak bir öneme sahip bir

dönemdir. Diğer yandan, işçi sınıfı hareketinin oluşmasında öznel faktörlerin rolü

de ayrıca değerlendirilmelidir. Bu bakımdan, 1970-1980 arası dönemi ayrıca ele

almamızın nedeni, bir yandan sol hareketlerin işçi sınıfı hareketi içinde gittikçe

kitleselleşmesi, diğer yandan bu gelişmenin işçi sınıfı hareketinin siyasallaşmasında

etkin olması ile ilgilidir.

1. 1971 Muhtırası

1969 seçimleri ile iktidara gelen Adalet Partisi'nin Demokrat Parti'nin devamı

olarak görülmesi nedeni ile 12 Mart 1971’de gerçekleşen askeri muhtıra, işçi

hareketleri ve sendikal örgütler için yeni bir baskı dönemini başlattı. Sendikal

haklar kısıtlandı. Özellikle devrimci sendikal anlayış mahkum edildi. Bu dönem

Türk-İş’in de iyice düzen yanlısı bir tutum sergilemeye başladığı ve DİSK’in

örgütsel dinamizminin giderek arttığı ve aynı zamanda baskılara karşı yoğunlaşan

toplumsal hareketler içinde işçi sınıfının da iyiden iyiye politize olduğu yıllar oldu.

Fakat yine de DİSK'in askerlerin “demokrasinin kurallarını uygulatmak” içerikli

muhtırasını Türk-İş'ten bile önce savunduğunu, hatta yazılı bir açıklama ile bunu

ilan ettiğini belirtmekte yarar vardır. Bu durum, kanaatimizce 27 Mayıs 1960 askeri

darbesinin dönemin genel karakterine uygun olarak “ilerici” şeklinde nitelenmesinin


38

bir yansımasıdır. Ordunun “ilerici” bir güç olarak görülmesinde, o dönemki Türkiye

solunda Kemalizm'in ideolojik etkisinin de payı vardır.

1972'de Sıkıyönetim bütün grev direniş ve toplantıları yasakladı ve izne tabi kıldı.

1961 Anayasası'nın öngördüğü temel hak ve özgürlüklere önemli kısıtlamalar

getirilen olağanüstü bir ara rejim dönemine girildi.

Fahri Korutürk'ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Başbakanlığa atanan Naim

Talu ülkeyi seçimlere götürdü ve 14 Ekim 1973 seçimleriyle birlikte, partilerüstü

hükümetlerle yürütülen 12 Mart ara rejimi sona erdi.

2. Çalışma Yaşamındaki Yasal Düzenlemeler

1967 Şubatında kurulan DİSK, kısa sürede önemli bir gelişme katetmiş, işçiler için

bir umut olmuştur. Bu nedenle sendikaların Türkiye çapında faaliyeti için işkolunda

çalışan sigortalı işçilerin en az üçte birini üye yapmasını zorunlu hale getiren tasarı

Meclis Çalışma Komisyonu'ndan hızla geçirilmiştir. Tasarı, CHP'nin Türk-İş'e bağlı

sendikacı milletvekillerince hükümetin hazırladığı yeni sendikalar yasasına

önerilmiş ve AP'li işçi milletvekillerince de kabul edilmiştir (Orçun, 1993:17).

Hedef DİSK'ti; Dönemin Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk "yakında DİSK'in canına ot

tıkanacak" diye ilan etti (Kesgeç, 2006). Aynı biçimde dönemin Çalışma

Komisyonu Başkanı Turgut Toker Mayıs ayında yapılan Türk-İş Kongresi'nde

tasarının yürürlüğe girmesinden sonra Türk-İş'ten başka konfederasyon

kalmayacağını açıkça belirtmiştir (Orçun, 1993:17).

274 ve 275 sayılı kanunlardaki değişiklik girişimi karşısında DİSK yaygın bir

kampanya yürütür. Ama kampanya, yasanın meclise getirilmesini engelleyemez.


39

Hükümetle "diyalog"lar da sonuç vermez (Çatak, 2006). Meclis 12 Haziran 1970'te

yasa değişikliği tasarını görüşüp kabul eder.

Sendikalar Kanunu'nda yapılan bu değişiklik, Senato'dan geçmesine karşın, teknik

bir sorun nedeni ile Meclis'e geri gönderilmiştir. Türkiye İşçi Partisi'nin itirazı

üzerine Anayasa Mahkemesi itiraz gerekçelerini haklı bularak yasa değişikliğini

iptal etmiştir. İtirazın konusu, sendikaların ülke çapında faaliyet yürütmesi için

gerekli görülen 3'te bir üye şartının sendikaların örgütlenmesini olanaksız kılacak

bir şekle bürünmesi ve bunun yarattığı eşitsiz koşullardır (Kesgeç, 2006).

3. DİSK-CHP İlişkileri

12 Mart döneminde kendisini düzen içi demokratik bir muhalefet olarak yenileyen,

bu yolda kadrolarının önemli bir kısmını tasfiye eden CHP, kendisini ortanın solu

olarak yeniden konumlandırmıştır. “Ortanın solu” temel olarak batılı sosyal

demokrat parti formülasyonlarına benzer, diğer yandan tüm dünyada yaygın

uygulama olan “sosyal refah devletini” yönetmeye talip, egemen bir ideolojidir.

“Demokratikleşme” adı altında Bülent Ecevit’in 12 Mart darbesine karşı çıkışı,

CHP’nin kendi geleneksel dayanağı olan bürokrasiye ve onun değerlerine

saldırması, diğer yandan işçi sınıfı hareketi ve sendikalarla daha doğrudan bir ilişki

kurma yönündeki iradesi, CHP’nin bu “sol” konumunu belirleyen temel

özelliklerdir.

Bu dönemde bağımsız bir siyasal yönelim belirleyemeyen “sol çevreler” de

CHP’nin bu yeni yönelimi ile tam bir uyum göstermişlerdir. Bu uyum, 1979 ara

seçimlerine kadar sürmüştür.


40

Uyumun nedeni olarak, 1975 yılına kadar Türk-İş’te bulunan sosyal demokrat

anlayışa sahip sendikaların bu tarihten itibaren DİSK’e geçmesi de gösterilebilir.

Temel olarak, DİSK'in genişleme dönemi olarak tanımlayabileceğimiz 1971-1975

döneminde iki birbirinden farklı ama belirleyici dalga söz konusudur. Birinci dalga,

1974-1975 yılında o güne kadar bağımsız olarak varlıklarını sürdüren dört

sendikanın DİSK'e katılması olmuştur. İkinci dalga ise, bir önceki bölümde sözünü

ettiğimiz Türk-İş'e bağlı sendikaların DİSK'e geçmesidir (Kesgeç, 2006).

1971 yılı başlarında Türk-İş içerisindeki sosyal demokrat sendikaların dördü Türk-

İş Yönetim Kuruluna “1971 Türkiye’sinde İşçi Hareketi ve Sendikalarımız: Ortak

Reform Yolları Üzerine Eleştiriler ve Araştırmalar” adıyla bir rapor sundu.

Raporun altında, Genel-İş Sendikası Genel Başkanı Abdullah Baştürk, Yol-İş

Sendikası Genel Başkanı Halit Mısırlıoğlu, Deniz Ulaş-İş Sendikası Genel Başkanı

Feridun Şakir Öğünç ve Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı İsmail Topkar’ın

imzaları vardı. Türk-İş içindeki ilk somut ayrışma bu raporla birlikte başladı.

Dörtler Raporu olarak adlandırılan bu eleştiri hareketinin ardından Türk-İş içindeki

sosyal demokrat sendikaların muhalefet hareketi devam etti. On iki sendika

(OLEYİS, Genel-İş, Ges-İş, Tez Büro-İş, Yol-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Sağlık-İş,

Deniz Ulaş-İş, Harb-İş) “Türk İşçi Hareketi İçin Sosyal Demokrat Düzen” adını

taşıyan ve kamuoyunda “Onikiler Raporu” olarak anılan yeni bir rapor hazırladılar.

Türk-İş yönetimi rapora büyük bir tepki gösterdi. Tartışmalar büyüdü. İleriki

yıllarda bu tartışmalara dayanılarak Türk-İş’ten kopma ve DİSK’e katılmalar oldu

(Oleyis, 2006). Fakat bu sendikaların yöneticileri, DİSK içindeki Türkiye İşçi

Partisi kökenli sendikacıların etkisinin kırılmasında da büyük rol oynadılar. TİP'in


41

“Kürtçülük propagandası” yaptığı gerekçesi ile Temmuz 1971'de kapatılmasının

ardından, TİP'li yöneticiler zaten arkalarındaki parti desteğini yitirmişlerdi. DİSK,

1971 ve 1973 Genel Seçimlerinde kendisini “ortanın solu” olarak ilan eden

CHP'den başka bir seçeneğe sahip değildi. Fakat, TİP'in yeniden kurulduğu 1974

yılından sonra da 1977 seçimlerinde CHP'yi desteklemeye devam etmesi, DİSK'li

yöneticiler arasında bir gerilim kaynağı olmakla birlikte, DİSK'in çehresinin

değişmesini engelleyememiştir. Bu dönemde Milliyetçi Cephe döneminin getirdiği

terörün ve 1973 dünya ekonomik krizinin Türkiye'ye geç de olsa yansımasının

yarattığı ekonomik darboğaz, DİSK'in 1973 seçimlerinde CHP'ye daha fazla bel

bağlamasını beraberinde getirmiştir.

Aynı biçimde 1977-1979 yılları arasında MC hükümetleri ile birlikte faşist

hareketin yükselişi, DİSK için bir kez daha 1979 seçimlerinde CHP'yi destekleme

kararı alınmasını beraberinde getirdi. DİSK Yönetim Kurulu 14 Ekim'de yapılacak

ara seçimlere ilişkin DİSK'in takınacağı tavrı belirlemek için 3 Ekim'de toplandı.

Yönetim Kurulu, üye sendikalardan gelen öneriler doğrultusunda şu açıklamayı

yaptı:

“Yerli ve yabancı sermaye çevreleri faşizmi tırmandırmak ve seçimlerden sonra ülkeyi

faşizmin kanlı karanlığına boğmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Çeşitli ara rejim

söylentileri ve bunu desteklemek üzere verilen paralı ilanlar, bakan istifaları ve faşist

anarşinin akıl almaz boyutlara çıkarılması, bunun araçları ve kanıtlarıdır. 14 Ekim

seçimlerinde faşizm, bunun yandaşı partiler (MHP, CGP, AP, MSP) mutlak yenilmeli ve

geri itilmelidir. Bütün bu koşulları göz önünde tutan DİSK Yönetim Kurulu, 14 Ekim

seçimlerinde:
42

1) Tabanının (gövdesinin) ilerici, demokrat unsurlardan oluşması nedeniyle, faşizme karşı

mücadelede önemli görevler yapabilecek olan CHP'ye oy verilerek desteklenmesini,

2) İşçi sınıfımızı, emekçi halkımızı kucaklayan siyasal örgütlenmenin henüz var

olmadığının bilincinde olarak, sosyalist, ilerici tüm partilerin adaylarına da oy verilerek güç

katılmasının faşizmle mücadele ilkesine ters düşmeyeceğini, kamuoyuna duyurmaya karar

vermiştir." (DİSK, 2006)

4.Sendika ve İşçi Hareketindeki Gelişmeler

DİSK, 1970'lere 15-16 Haziran Direnişi ile Türk-İş'i sarsmış ve özel sektörde hızlı

bir örgütlenmeye başlamış olarak girdi (Aslan, 1998: 85). Ilk direniş İstanbul'da

Sungurlar ve Türk Demirdöküm fabrikalarında 14 Haziran gecesi başladı. 15

Haziran'da ise Kocaeli'de ilk olarak Rabak ve Çelik Halat fabrikaları direnişe geçti.

DİSK Basın Temsilcisi yaptığı açıklamada 15 Haziran günü 115 işyerinde 75 bin

işçinin yürüyüş ve gösteriye katılıp işbaşı yapmadığını ilan etti (Orçun, 1993:17).

16 Haziran'da katılım katlanarak arttı. Aynı akşam Gebze ve İstanbul'da sıkıyönetim

ilan edildi.

15-16 Haziran, 1967 yılında TİP tarafından kurulmuş olan DİSK'in üç yıllık

birikiminin bir sonucudur. Zira, emekçiler üç yılda, özel kesimde o güne kadar

yaşanan yoğun sömürüye karşı çıkan bir örgütle ilk kez tanışmış ve yılların "acısını"

çıkarmaya başlamıştır. DİSK'in, Türk-İş tarafından bilinçli olarak örgütlenme dışı

bıraktığı özel sektörde örgütlenmesi ve önemli başarılar elde etmesi sadece sermaye

cephesini değil Türk-İş'i de telaşlandırmıştır. 15-16 Haziran'ın görkemli işçi

başkaldırısına yol açan yasal düzenleme de bu kaygının bir ürünüdür. Sorun basit

bir DİSK'i etkisizleştirme sorunu olmayıp, sermaye birikimini tehdit eden, kar
43

oranlarını düşüren, sömürü oranını aşağıya çekmeye çalışan bir örgütlenmeyi ve

mücadelesini ortadan kaldırmak sorunudur (Akkaya, 2006).

Türkiye işçi sınıfı, tam 51 yıllık bir aradan sonra 1 Mayıs 1976’da 1 Mayıs’ı

yeniden kutladı. 1977 ve 1978 yıllarında da 1 Mayıs kutlamaları DİSK öncülüğünde

gerçekleştirilir. İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak

kutlanan 1 Mayıs'lar 3 yılın ardından 1979'da yeniden yasaklanacaktır.

Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen DGM Yasası, MC hükümeti tarafından

yeniden çıkarılmak istenir. DİSK 16 Eylül'de bir günlük "Genel Yas" eylemi yapar.

Yüz binlerce işçi iş bırakır. DİSK yeni bir eylem tarzı uygulayarak, yüzlerce araçlık

bir konvoyla İstanbul caddelerinde trafiği felç eder (DİSK, 1996). DGM Direnişi

olarak tarihe geçen bu olay, DİSK'li işçilerin siyasallaşma düzeyini göstermesi

açısından önemlidir.

16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nden çıkan öğrencilerin bombalı, silahlı

saldırıya uğradığı ve 7 öğrencinin öldüğü olay nedeniyle 20 Mart'ta "Faşizme İhtar

Eylemi"ni gerçekleştirir. Bir saatlik iş bırakma eylemine 600 bini aşkın işçi katılır

(DİSK, 1996).

İşçiler, 1980 askeri müdahalesini parçalı bir yapıda karşılamıştır. 1980 sonrası

dönemde gerek Türkiye’de gerekse dünyadaki konjonktürün etkisiyle 1960 sonrası

edindiği kazanımlar ellerinden alınmış, sendikalı işçi oranı düşmüş, sendikalar ve

sendikalı işçiler üzerindeki doğrudan ya da dolaylı baskılar artmış, sistemli bir

sendikasızlaştırma uygulaması yaşanmıştır. Tüm bu gelişmeler sendikal

örgütlenmeyi olumsuz etkilemiştir. Bu süreçte işçi sınıfının kendilerine yönelen işçi

ya da sosyalist partilerle bağları zayıflamıştır (Doğan, 2003:24-25).


44

1980 yılına gelindiğinde DİSK 600.000 üyesi ile göreli olarak siyasalaşmış bir

sendikal konfederasyondur. Önemli bir deneyim ve birikime sahiptir. 12 Eylül

askeri darbesi en büyük darbeyi sendikalara, özellikle de DİSK sendikalarına vurur.

Bu dönemde çıkarılan Sendikalar Yasası da sendikal örgütlenmenin önünü büyük

ölçüde kapatmaktadır.
45

İKİNCİ BÖLÜM

GENEL-İŞ’İN DOĞUŞU: BELEDİYECİLİĞİN VE BELEDİYE

İŞÇİ HAREKETİNİN GELİŞİMİ

I. TÜRKİYE’DE BELEDİYECİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Cumhuriyet döneminin belediyecilik örneklerinin temellerinin Osmanlı

İmparatorluğu döneminde atılmaya başlandığı görülmektedir. Osmanlı

İmparatorluğu’nda ilk belediye 1855 yılında İstanbul’da kurulmuştur. 1868 yılından

itibaren İstanbul dışında da belediyeler kurulmaya başlanmıştır. (Keleş, 1998:110-

114) Türkiye’de ilk belediyeler yabancı sermayenin mekan tuttuğu İstanbul ve

İzmir gibi önemli liman kentlerinin yanı sıra Tuna, Varna, Edirne, Bağdat, Ankara

gibi ticaret ve tarım merkezi olan kentlerde de kurulmuştur. (Güler, 1998:66-67)

Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan belediyeleşme sürecinin sonucu olarak

Cumhuriyetin ilan edildiği tarih olan 1923 yılında 421 belediye kurulmuş

bulunmaktaydı. (Göymen, 1983: 2839)

Cumhuriyet’le beraber bugünkü belediyecilik sisteminin de temeli olan, 1580 sayılı

Belediyeler Yasası ve Umumi Hıfzısıhha Kanunu 1930 yılında çıkarılmıştır. Bu

yasa 2005 yılında çıkarılan Belediyeler Kanunu’na kadar yürürlükte kalmış,

Cumhuriyet tarihinin belediyecilik anlayışının temel esaslarını belirlemiştir. 1984

yılında çıkarılan 3030 sayılı Büyükşehir Belediyeleri Kanunu da büyük oranda 1580

sayılı yasanın ruhuna bağlı kalarak hazırlanmıştır. Bununla beraber 1980 sonrası

izlenen genel ekonomik ve siyasal politikalardaki değişiklik belediyecilik


46

anlayışında da çeşitli değişimleri yaratmıştır. Neoliberal politikaların egemen

olduğu bu dönem belediye modelinde ve belediyecilik hizmetlerinin sunumunda

kamusallıktan piyasaya doğru bir dönüşümü beraberinde getirmiştir.

1950’li yıllara kadar, kentsel ölçekte sanayileşmenin fazla olmaması, tarımsal

alanda çalışan ve ikamet eden nüfusun fazla olması ve kentlere göçün yaygın

olmaması nedenleri ile belediye sayısında önemli bir artış olmamıştır. Ancak

1950’lerden sonra belediyelerin sayılarında hızlı bir artış gözlenmektedir. 1920-

1945 yılları arasında yılda ortalama 6-7 yeni belediye kuruluyorken, 1960-1975

yılları arasında bu rakam 50’lere çıkmıştır. (Güler, 1998: 175)

Belediye politikası esas olarak merkezi ve genel siyasal ekonomik politikalarla

doğrudan bağlı olarak şekillenmiştir. Devletçi ekonominin benimsediği yıllarda

belediyelere de bu yönde görevler atfedilmiştir. Belediyeler bir çok kamusal

hizmetleri doğrudan kendi eliyle üretip hizmet sunumunu gerçekleştirirken aynı

zamanda bu dönemlerde belediye harcamalarının %10-15’lik kısımlarının sağlık ve

sosyal yardım işlevlerine ayrıldığı görülmektedir. (Tekeli, 1978)

1970’lerde kentleşmenin hızlanması ile birlikte belediyelerin bütçe olanaklarını ve

dolayısıyla hizmetlerinin artması gerekirken, durumun tam tersi yönde geliştiği de

gözlenmektedir. Belediyeler hem görevler hem de bütçeleri yönünden bu dönem

küçülmüşlerdir. Belediye gelirlerinin genel bütçe içerisindeki payı 1950’de %10,5

iken, 1960’da %11, 1970’de %6,2, 1980’de ise %4,8’e düşmüştür. (Keleş, 1998) Bu

durum belediyelerin gelir - gider dengelerini bozmuş, bir çok belediye bütçesi açık

verir duruma gelmiştir.


47

Bununla beraber 1970’li yıllar Türkiye’de yeni bir belediyecilik anlayışının geliştiği

yıllardır. Sosyal demokratların genel seçimlerin yanı sıra başlıca büyük kentlerde de

ilk kez seçimleri kazanmaları ile beraber daha önceki dönemlerden farklı

sayılabilecek belediyecilik uygulamaları görülmüştür. Belediyeler sadece küçük

üreticilere hizmet götürmekle yetinmemiştir. Özellikle yoksul halkların yaşadığı

gecekondulara ve emekçilere yönelik de hizmetlerin götürülmesinin de

yaygınlaştığı görülmektedir. (Tekeli, 1982) Tabii bu yıllarda toplumsal muhalefetin

ve halkın yaşamlarına ilişkin yeni talepleri daha güçlü istemekte olduğu da gözden

uzak tutulmamalıdır.

A. Belediyelerde İstihdam

Belediyelerin gelişimine bağlı olarak, belediyelerde bir işçi kitlesi de oluşmaya

başlamıştır. Ancak belediyelerin mali açıdan sınırlılıkları, bazı görevlerin merkezi

yönetim tarafından yerine getirilmesi ve belediye sayısının azlığı nedeni ile

buralarda çalışan işçi sayısı çok düşük bir düzeyde kalmıştır. Ayrıca Osmanlı

döneminde beledi görevlerin bir kısmının halkla birlikte yerine getirilmesi de

istihdamın sınırlı kalmasının diğer bir nedenidir. Nitekim 1932 yılında bile

belediyelerde çalışanların sayısı 5.180’dir. (Akkaya, 1998: 17-18)

Kentleşme sürecinin hızlanması ile beraber belediyelerin artması; belediyelerde

çalışanların sayısının da artmasına neden olmuştur. 1931 yılında belediye başına

ortalama 10 çalışan düşerken, bu sayı çok partili hayata geçildiği 1946 yılında 38’e

yükselmiş, iktidarın el değiştirdiği 1950 yılında 28’e düşmüş, 1955 yılında ise 37’ye

yükselmiştir. 1960 yılında ise belediye başına 43 çalışan düşmektedir. Aşağıdaki

tablo, çeşitli aralıklarla belediyelerde çalışan işçi sayısını göstermektedir.


48

TABLO 1: Belediyelerde Çalışan Sayısı

Yıllar Maaşlı Memur Daimi ücretli Geçici Ücretli Toplam

1932 - - - 5.180

1938 - - - 10.589

1946 4.306 13.591 4.806 22.703

1950 5.977 3.513 8.380 17.870

1955 8.243 13.580 12.418 30.203

1960 9.380 13.580 20.033 42.993

1963 10.123 15.827 13.896 39.846

Kaynak: Fehmi Yavuz (Türk Mahalli İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi Üzerine Bir Araştırma,

TODAİE Yayını, Ankara, 1966, sf: 117)

1960 yılından sonra artan belediye sayılarına bağlı olarak belediye istihdamında da

ciddi artışlar meydana gelmiştir. Belediyelerde çalışan ücretli ve daimi işçi sayısı

1965’te 31.822’ye, 1970’te 39.025’e, 1980 yılında ise yaklaşık 100.000’e

ulaşmıştır.

Belediye istihdamında çalışanlarının statüsü sorunu belediyelerin kuruluşundan

bugüne kadar devam eden bir sorun olmuştur. Gerek memur ve işçi istihdamının

kendi içindeki statü sorunları, gerekse işçi-memur statüleri arasındaki karışıklık

uzun yıllar sorun olarak devam etmiştir.


49

Belediye çalışanların statü sorunu, 1928 yılında çıkarılan “Belediye Memurlarının

Memurin Kanununun Birinci Maddesinde Mezkur Memurin İdadına Dahil Olup

Olmadıklarının Tefsirine Mahal Olmadığına Dair Heyeti Umumiye Kararı” ile

çözülmeye çalışılmış, belediye memurlarının devlet memuru olmadığına karar

verilmiştir. 1930 yılında “Belediye Memur ve Müstahdemleri Hakkında

Nizanname” ile belediye memurları için ayrı bir düzenleme yapılması öngörülmüş,

13 Nisan 1943’te Resmi Gazete’de yayımlanan “Belediye Memur ve

Müstahdemleri Hakkında Nizannamesinin Mer’iyete Vaz’ı Hakkında

Kararname”de belediye memurluğu daha net bir biçimde tanımlanarak sorun

çözülmeye çalışılmıştır. 1970’li yıllara kadar belediye memurluğu iki ayrı kategori

olarak sürmüş, 1974 yılından itibaren her iki terim tarihe karışmış, her ikisini de

kucaklayan memur sözcüğü kullanılmaya başlamıştır. (Güler, 1998: 149)

Aynı şekilde belediye çalışanlarının önemli bir bölümünün memur sayılması,

belediyelerde işçi istihdamının azınlıkta kalmasına neden olmuştur. Bu sorun

1970’li yılların ortalarına kadar devam etmiş, bu alanda sendikal örgütlenmeler

geliştikçe belediye çalışanlarının işçi sayılması yönünde birçok yasal ve fiili

girişimlerde bulunulmuştur.

1980’lere gelindiğinde genel ekonomik ve siyasal politikalara bağlı olarak

belediyelere de yeni bir misyon biçilmiştir. Özal hükümetinin kurulması ile beraber

özel sektörün teşvik edilme politikası, özelleştirmeler ve yap-işlet-devret modelleri

uygulamalarından belediyeler de nasibini almış, belediyeler daha önce kendi eliyle

yürüttüğü birçok hizmeti dışarıdan özel sektör eliyle yaptırmaya yönelmişlerdir. Bu

dönemden itibaren belediye istihdamında da belirgin değişikler yaşanmaya


50

başladığı görülmektedir. Bu uygulamalar iş kolundaki sendikalar açısından da en

önemli sorun haline gelmiştir.

Belediyelerde işçi istihdamı 1980’li yıllarda ortaya çıkan özelleştirme politikasının

etkisi ile yapısal bir değişiklik yaşamıştır. Şirketleşme ve ihale uygulamalarının

yaygınlaşması, işçi statüsünde istihdamın “belediye içi” ve “belediye dışı” olmak

üzere iki temel sorun alanı haline gelmesine yol açmıştır. (TODAİE, 1999:105)

Belediye içi işçi istihdam da yeni olarak sürekli işçi-geçici işçi sorunu

yaygınlaşırken, belediye dışı işçi istihdamı ise belediyenin hizmet alanlarında

faaliyet gösteren şirketleşme ya da ihale yöntemleriyle dolaylı istihdam şeklinde

ortaya çıkmıştır. Belediyelerde ki sendikalı işçi istihdamı içerisindeki kadın işçi

sayısı oldukça düşüktür. Bu durumun en önemli nedeni işçi istihdamının içerisinde

kadın işçi sayısının düşüklüğüdür. Kadınlar belediyelerde esas olarak memur olarak

çalışmaktadır.

B. Belediyelerde İşçi Hareketleri

Belediye işçileri sayısal ve örgütsel açıdan geç oluşmuş bir işçi kesimidir. Gerek bu

özelliği, gerekse mevcut sendikal yasaklar belediye işçi hareketinin gelişimini de

belirlemiştir. Nitekim 1950’lere kadar belediye işçilerinin herhangi grev ve

eylemine rastlanmamaktadır. Belediye işçilerinin bilinen ilk grevi 1952 yılının

Mayıs ayında İzmir’de ücretlerine zam isteyen temizlik işçilerinin eylemidir. (TİB,

1976:172)

Bu dönemde grev hakkının yasak olması nedeniyle işçilerin her türlü eylemi grev

kapsamında değerlendiriliyor, işçiler mahkemeye sevk ediliyor ve işten atılıyordu.


51

Bu baskı ortamı 1961 yılına kadar işçi eylemlerinin gelişmesini engellemiştir. 1961

yılına gelindiğinde ise henüz mevzuat anlamında bir değişiklik yapılmamış

olmasına rağmen, varolan görece özgürlükçü ortam işçi eylemlerinin sayısının da

artmasına olanak sağlamıştır. Nitekim belediye işçi hareketinin de göreli olarak

canlılık kazandığı görülmektedir. 1961 yılında Ankara Belediyesi Fen İşleri’nde

çalışan 450 işçi işten atılmaları protesto için, İzmir belediye işçileri asgari ücretin

yeniden ayarlanması için ve Ankara EGO işçileri İş Kanunu’nun uygulanmaması ve

işçi haklarının verilmemesini protesto için yürüyüşler düzenlemişlerdir. Aynı yıl

Türk-İş’in İstanbul Saraçhane’de grev ve toplu sözleşme yasalarının çıkarılması için

düzenlemiş olduğu mitinge de belediye işçileri katılmıştır. Grev yasası henüz

çıkarılmamasına rağmen 1962 yılında Hatay Reyhanlı Belediyesi işçileri ve İzmir

Belediyesi temizlik işçileri greve gitmişlerdir. Bu grevler grev yasağının

kalkmasından önce gerçekleştirilen 5 grevden 2’si olma özelliğini taşımaktadır.

(TİB, 1976: 112-115 ve Akkaya, 1998:24)

274 ve 275 sayılı yasaların çıkmasıyla beraber tüm işçi hareketi gibi belediye

işçilerinin etkinliği de artmıştır. Birçok sektörde olduğu gibi belediyelerde de toplu

sözleşmeli çalışma düzeni sisteminin yerleşmesi çeşitli zorluklarla karşılaşmıştır.

Görüşmelerin anlaşmazlıklarla sonuçlandığı işyerlerinde ise artık grev

uygulamalarına başvurulmaya başlanmıştır. Belediye işçilerinin grev hakkının

kazanılmasından sonra gerçekleştirdikleri ilk grev, Bursa Belediyesi otobüs

şoförlerinin grevidir. 7 Kasım 1963 tarihinde başlayan grev, yirmi gün sonra, 27

Kasım’da işçilerin haklarını almalarıyla sonuçlanmıştır. Bu grev Türkiye işçi

hareketinin ilk yasal grevidir. (TİB, 1976: 152) Belediye işçileri; 1963 yılında bir,
52

1964 yılında iki, 1965 ve 1966’da dört, 1967’de sekiz, 1968’de yedi ve 1969 yılında

ise dört grev gerçekleştirmiştir (TİB, 1976: 152).

1963-1971 yılları arasında genel işler işkolunda meydana gelen 42 grevin 39’u

belediyelerde meydana gelmiştir. Bu dönem boyunca belediye işçilerinin

gerçekleştirdikleri grevler, Türkiye’deki grevlerin %6,95’ini oluşturmaktadır.

Ayrıca bu dönemde on iki kez miting ve yürüyüş, bir kez açlık grevi, bir kez oturma

grevi, bir kez işgal, iki kez protesto, üçer kez direniş ve boykot, dört kez iş

yavaşlatma, dört kez hız kesme ve beş kez de iş bırakma eylemi gerçekleşmiştir. Bu

eylemler bu dönemde Türkiye’de tespit edilen grev dışı eylemlerin %15,6’sını

oluşturmaktadır. (Akkaya, 1998: 25-26)

1973 ve 1977 yerel seçimlerinde CHP, seçimlerden birinci parti çıkmıştır. Bu

dönem iktidardaki sağ partiler, sosyal demokratların yönetiminde olan belediyeleri

mali ve yönetsel baskı altında tutarken, birçok belediye, çalışanlarının ücretlerini

ödeyemez duruma geldiği bir dönemdir. Nitekim bu özgül sorunla da bağlantılı

olarak, bu dönemde belediye işçilerinin eylemlerinde önemli artışların yaşandığı

görülmektedir.

1972-1980 döneminde belediyelerde gerçekleştirilen grev sayısı doksan yedi olup,

yıl başına düşen ortalama grev sayısı 10.7’dir. Bu dönemde belediye işçilerinin grev

dışı eylemleri sayısı ise 187’dir. Belediye işçilerinin grev ve grev dışı eylemlerinde

bu dönemde bir önceki döneme göre yaklaşık iki buçuk katlık bir artış

gerçekleşmiştir. (Akkaya, 1998: 28-29)


53

TABLO 2: Türkiye’de ve Belediyelerde Grevlerin Toplam İşçi Eylemlerine Oranı

1963-1971 1972-1980

Belediyelerde İşçi Eylemleri (I) 75 187

Belediyelerde Grevler (II) 39 97

II/I (%) 52 51.8

Türkiye’de İşçi Eylemleri (III) 761 1.709

Türkiye’de Grevler (IV) 561 879

III/IV (%) 73.7 51.4

I/III 9.8 10.9

Kaynak: Akkaya, 1998 :28

C. Belediyelerde Sendikal Örgütlenme

1. Yardımlaşma Sandıkları ve Dernekler

Belediyelerde çalışan işçiler sendika yasağı olduğu dönemlerde dernekler ve

yardımlaşma sandıkları şeklinde örgütlenmeye çalışmışlardır. Bu alanda kurulan ilk

dernek “İstanbul Belediyesi Memur ve Müstahdemler Yardım Cemiyeti”dir.

Yardımlaşma sandığı şeklinde işleyişe sahip örgüt, üyelerinin ölmesi durumunda

geride kalan ailelerine maddi yardım sağlama amacıyla faaliyette bulunuyordu.

1942 yılında Ankara’da “Ankara Elektrik ve Hava Gazı İşletme Müessesi Memur

ve Daimi İşçileri Yardımlaşma Cemiyeti”, İstanbul’da İETT İşletmeleri Genel


54

Müdürlüğü Memur ve Müstahdemleri Yardım Cemiyeti”, 1943’de İstanbul’da

“Sular İdaresi Memur ve Müstahdemleri Yardım Cemiyeti”, 1944’te İstanbul’da

“İETT İşetmeleri Genel Müdürlüğü İşçileri Yardım Cemiyeti”, İzmir’de “Belediye

Memur ve Müstahdemleriyle Ailelerine Yardım Cemiyeti”, 1946’da İzmir’de

“ESHOT Umum Müdürlüğü Memur ve Müstahdemleri ve Daimi İşçileri Yardım

Derneği”, Çanakkale’de Belediye Memur ve Müstahdemleri Yardımlaşma

Cemiyeti” kurulmuştur. Bu dernekler daha sonra kurulacak olan sendikaların da

öncülleri olarak kabul edilebilir. (Akkaya, 1998 :21)

2. Sendikaların Kuruluşu

1947 yılında sendika kurma yasağının kalkmasıyla beraber çeşitli işkollarındaki

işçiler gibi, belediye işçilerinin de sendikalar çatısı içerisinde örgütlenmeye

yöneldikleri görülmektedir. Bu sendikaların başlangıçtaki ortak özellikleri işyeri

sendikaları niteliğine sahip olmalarıdır. Belediye işçilerinin kurduğu ilk sendika

1947 yılında, Ankara’da “Ankara Motorlu Taşıt Garaj İşçileri Sendikası”dır. 1949

yılında İstanbul’da “Elektrik, Gaz ve Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası” ve 1950

yılında İzmir’de “Taşıt İşçileri Sendikası” kurulmuştur. (Sülker, 1987:73-84)

Genel Hizmetler işkolunda bu yıllardan başlayarak birçok sendika kurulmuştur..

1963 yılında söz konusu işkolunda faaliyet gösteren sendika sayısı 28, 1968 yılında

23, 1972 yılında ise 32 olarak görülmektedir. (TSA,1998a: 449-452)

İşkolundaki sendikal örgütlenme 1963 yılında 274 ve 275 sayılı yasaların

çıkmasından sonra yaygınlaşmıştır. Ancak belediye başkanları, çalışanlarının

Emekli Sandığı’na bağlı olduklarını, işçi olmadıklarını öne sürerek sendikalaşmaya

karşı çıkmışlardır. Bu sorun 1971 yılında kısmen çözüme kavuşturulmuştur.


55

Sendikalaşma açısından işkolundaki diğer bir sorun ise belediyenin farklı

birimlerinin farklı iş kollarına bağlı olmasıdır. Bu durumda, farklı birimlerde birden

çok sendika örgütlenebiliyor, bu bir yandan sendikalar arası rekabet yaratırken,

diğer yandan grev sırasında belirli işyerlerinde greve çıkılırken diğer birimlerinde

başka bir sendika olduğu için greve çıkılmamasına yol açabiliyordu. Bu da

sendikaların gücünü zayıflatan önemli bir sorun oluşturmakta idi. İşkollarına ilişkin

bu sorun da 1974 yılında kısmen çözüme kavuşturularak, sendikal örgütlenmenin

ivmesi hızlanmıştır.

Fakat işkollarına ilişkin farklı birimlerin farklı işkollarına dahil edilmesi sorunu o

dönemki boyutta yaşanmasa da halen devam etmektedir. Özellikle belediyelerin

hizmetlerini doğrudan ya da dolaylı olarak şirketler eliyle yürütmeye başlaması ile

beraber ulaşım, gıda, su, katı atık değerlendirme gibi alanlarda işkolu

tartışmalarının yaşanmasını da beraberinde getirmiştir. Örneğin doğrudan belediye

işçileri ile yürütülen ulaşım hizmetlerindeki işçiler genel hizmetler işkoluna

girerken, belediyenin şirket aracılığıyla bu hizmeti gördürmesiyle bu işçiler kara

taşımacılığı işkoluna girebilmektedir.

1980 öncesinde işkolunda iki büyük sendika bulunmaktadır. Bunlar Genel-İş

(Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası) ile BİF (Türkiye Belediye Hizmetleri

İşçi Sendikaları Federasyonu)’dir.

1962 yılında İstanbul’da kurulan Genel-İş 1975 yılına kadar Türk-İş üyesiydi.

Genel-İş bu dönemde işkolunda faaliyet gösteren birçok işyeri sendikası ve

federasyonu bünyesine katmayı başararak iş kolunda güçlü bir sendika olmuştur.

1976’da DİSK üyesi olan sendika faaliyetlerini 1980 askeri darbesine kadar
56

sürdürür. Darbe ile beraber faaliyetleri durdurulan sendika, 1992 yılından itibaren

tekrar faaliyetlerine başlar. Bu dönemde özellikle 1989 yerel seçimlerinde oy

oranlarını büyük ölçüde artırarak pek çok belediyeyi kazanan sosyal demokratların

yönetimde olduğu belediyelerde çalışan işçileri, kısa sürede örgütleyerek işkolu

barajını aşmıştır.

1975 yılında kurulan BİF ise kuruluşunun hemen ardından Türk-İş üyesi olmuş,

Türk-İş’in desteğiyle belediye işçileri içerisinde örgütlenmeye çalışmıştır. BİF,

1983 yılında çıkan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’ndan sonra kendisini feshederek

Belediye-İş’e (Türkiye Belediyeler ve Genel Hizmetler İşçileri Sendikası)

dönüşürken, BİF’e bağlı sendikalar da tüzel kişiliklerini sona erdirerek Belediye-

İş’e katıldılar.

İşkolundaki diğer sendika olan Hizmet-İş ise 1979 yılında kurulmuştur. Sendika

1996 yılı başında işkolu barajını aşarak faaliyetlerine hız vermiştir. Bu durumda

1994 yılında yapılan yerel seçimlerde Refah Partisi’nin önemli sayıda belediyeyi

kazanmasının önemli bir etkisi olmuştur.

Bu sendikalar dışında bugün Çalışma Bakanlığı’nın istatistiklerinde üye sayıları

%1’e ulaşmayan Kapı-Sen, Konut-İş, Tek Genel-Sen, Yeni Emek-İş ve Tem-İş-Sen

Sendikaları’nın da kayıtları vardır.(ÇSGB Ocak 2006 İstatistikleri)

Bugün iş kolunda esas olarak üç büyük sendika faaliyet göstermektedir. Bunlar

Türk-İş’e bağlı Belediye-İş, DİSK’e bağlı Genel-İş ve HAK-İŞ’e bağlı Hizmet-İş

Sendikalarıdır. İşkolları içerisinde sendikalaşma oranının en yüksek olduğu iş

kollarından birisi Genel işler iş koludur.


57

Bununla beraber 1980 sonrasında izlenen ekonomik politikalardan en çok etkilenen

kurumların başında belediyeler gelmekte ve belediyeler özel şirketler aracılığıyla

hizmetleri sunmayı tercih etmeye başlamışlardır. Belediyedeki işçi istihdamındaki

azalma şirket işçilerini örgütleyemeyen sendikalarda üye kaybını yaratmış, bu da

sendikal örgütlenmelerin zayıflamasına neden olmuştur.

Belediye bünyesindeki işçi istihdam tipinin de değişmesi ile beraber hızla

yaygınlaşan “vizeli işçi” uygulaması da sendikal örgütlenmenin önünde ki diğer bir

engeldir. Belediyeler bünyesinde kadrolu ve sürekli işçi istihdamında sürekli bir

azalma yaşanmaktadır. Merkezi hükümetlerde çıkardıkları yasalarla belediyeleri

yeni işçi istihdamı konusunda sınırlandırmıştır.

İşkolundaki sendikalaşmada en belirleyici öğelerden birisi de Belediye yönetiminin

bağlı bulunduğu partiye göre sendikal tercihlerin değişebilmesidir. İş kolundaki

sendikal rekabetin ana nedeni olan bu sorun bugün de 3 büyük sendika arasında

bütün canlılığıyla devam etmektedir.

D. Genel İşler İşkolu

Türkiye’de sendikal örgütlenme bugün işkolları esasına dayanmaktadır. 1980

öncesinde işyeri sendikacılığına da olanak sağlayan mevzuat, 2821 ve 2822 sayılı

yasaların çıkması ile sendikaların yetki alabilmeleri ve toplu sözleşme yapabilmesi

için işkolları esaslı örgütlenmeyi tek model olarak belirlemiştir. Temmuz 1983

tarihinde kabul edilen 2821 sayılı Sendikalar Kanunu 28 adet iş kolu belirlemiştir.

2821 Sayılı Sendikalar Kanunu’nun 60. maddesine uygun olarak çıkarılan işkolları

tüzüğüne göre “genel işler işkolu” 28 numaralı işkolu olarak belirlenmiştir. Tüzüğe
58

göre “genel işler” belediyelerin 24 sıra numaralı sağlık işkoluna giren işler dışındaki

belediye hizmetlerine ilişkin işlerle bu tüzükte yer almayan işlerde, Sendikalar

Kanunu’na göre işçi niteliği taşıyanlarca yapılan işler olarak tarif edilmektedir.

Genel işler, 24 Temmuz 1964 tarihinde çıkarılan 274 sayılı Sendikalar Kanunu’nun

9. maddesi uyarınca hazırlanan İşkolları Yönetmeliği’nde ise önce 33 daha sonra

yapılan değişiklikle 34 sıralı iş koluydu. 1972 yılında değiştirilmeden önce, 33

numara sıralı işkolu iken kapsamı “Bu yönetmelikte yer almayan işlerde çalışıp da,

Sendikalar Kanunu’na göre işçi niteliğini taşıyanlar ile belediyelere bağlı otobüs,

tramvay, troleybüs, metro, tünel ve benzeri işler hariç her türlü işler” olarak

tanımlanmıştır.

1972 de yapılan değişiklikle 34 sıra numaralı işkolunda ise “1580 sayılı Belediyeler

Kanunun 15. maddesinde yer alan hizmetlere ait olup, belediye tüzel kişiliklerince

doğrudan doğruya yapılan işler ile bu yönetmelikte yer almayan işlerde çalışıp da

sendikalar kanununa göre işçi niteliği taşıyanlarca yapılan işler” olarak

tanımlanmıştır.

Bu tanım da 1974’de tekrar değiştirilerek, 2821 sayılı yasadaki haline getirilmiş;

“Belediyelerin, 29 sıra numaralı sağlık işkoluna giren işleri dışındaki tüm belediye

hizmetlerine ilişkin işler bu yönetmelikte yer almayan işlerde çalışıp da Sendikalar

Kanunu’na göre işçi niteliği taşıyanlarca yapılan işler” olarak tanımlanmıştır.

İşkolunda belirlenen tanımlamaya bağlı olarak işyerlerinin büyük çoğunluğu

belediyelerden oluşmaktadır. Bunun dışında belediyelerin doğrudan ya da dolaylı

olarak kurdurdukları şirketler, temizlik hizmetleri gibi alanlarda faaliyet gösteren

şirketler ile konut ve işyerlerinde çalışan kapıcılar, genel işler işkolunun kapsamı
59

içerisindedir. İşkolunda ki sendikaların örgütlenmeleri de esas olarak belediyelere

dayanmaktadır.

II. GENEL-İŞ SENDİKASININ KURULUŞU

Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (Genel-İş) 22 Nisan 1962 yılında genel

hizmetler işkolunda faaliyette bulunmak üzere kuruldu. Sendikanın kuruluş

çalışmaları, İstanbul’da Mecidiyeköyü Güzelleştirme Derneği’nin bir odasında

başladı. Sendikanın kurucuları olan Abdullah Baştürk, Mustafa Sığan, Cemil

Uludağ, Cemil Altan, Mustafa Kuruçeşme ve Bekir Büyükcan aynı zamanda İETT

işçileri idi. Sendika, kuruluş amacını “Ülkenin çeşitli yörelerinde birer dernek gibi

faaliyet göstermekte olan kuruluşlara sendika kimliği kazandırarak tek çatı altında

toplamak” olarak belirtmekteydi. (TSA, 1998a: 449)

Sendikanın kurucuları daha önce İstanbul Belediyesi Fen İmar Yapı İş Sendikası

üyesiydiler. Abdullah Baştürk ilk Genel Kurul’da bu sendikanın Genel Sekreteri

oldu. Daha sonra sendikanın adı İstanbul Belediye İşçileri Sendikası olarak değişti

ve Baştürk bu sendikada da Genel Sekreterlik görevine devam etti. Her biri işyeri

sendikası olan bu sendikalar 1962 yılında ulusal bir modele dönüştürülerek işkolu

sendikası olan Genel-İş adını almış ve kuruluşunun hemen ardından da Türk-İş’e

üye oldu.

Genel-İş, kuruluş amacı doğrultusunda ülke genelinde genel hizmetler işkolunda

faaliyet gösteren işyeri sendikaları ile görüşerek kendi çatısı altında birleşme
60

çalışmaları başlatmıştır. Ancak bu örgütlenme çalışmaları sırasında çeşitli

engellemelerle karşılaşılması üzerine 14 Haziran 1962 yılında bir basın toplantısı

düzenleyerek, işverenlerin baskıları eleştirilmiş ve ülke genelinde faaliyet gösteren

işyeri sendikalarına da Genel-İş’in çatısı altında birleşme çağrısı yapılmıştır. (TSA,

1998a: 449)

Basın toplantısının ardından gelen dönemde ülke genelindeki birçok sendikanın

Genel-İş’e katıldığı görülmektedir. Türk-İş’in de bu dönem kendi bünyesinde

bulunan işyeri sendikalarını Genel-İş bünyesine katılmaları konusunda çalışmaları

olmuştur. Sendika bu katılımların ardından Ocak 1963’de genel merkezini de

Ankara’ya taşımıştır.

Arslan, Genel-İş’in kuruluş çalışmalarıyla ilgili olarak; Türk-İş’in doğrudan

belirleyici katkılarının olduğunu belirtmiştir. Türk-İş yönetiminin İstanbul, Ankara,

İzmir ve Kayseri’deki işyeri sendikalarının yöneticileriyle görüşmeler yapılarak

Genel-İş çatısı altında birleşmeye ikna ettiğini belirtmiştir. (Arslan, 2006)

III. 1980 ÖNCESİ DÖNEMDE GENEL-İŞ’İN SENDİKAL ÇİZGİSİ

1980 öncesi Genel-İş’in sendikal anlayışını dönemsel olarak üçe ayırabiliriz. İlk

olarak kuruluşundan 1960 sonlarına kadar olan dönemde sendika, sınıf ayrımına

karşı, sendikaları toplumun ve ülkenin kalkınması için bir araç olarak gören, milli

öğelerin daha çok ön plana çıkarıldığı ve Marksizm karşıtı bir politikanın


61

benimsendiği bir anlayışa sahiptir. Bu dönemde Türk-İş’in partiler üstü politikası da

sendika tarafından büyük oranda benimsenmektedir.

İkinci dönem ise 1960’lı yılların sonlarından 1975 yılına kadar geçen dönemdir. Bu

dönem sendikanın sosyal demokrat bir sendikacılık anlayışını benimsediği, sınıf

ayrımını kabul eden ancak sınıfsız toplum yerine sosyal refah devletinin

kurulmasını savunan çizgiye sahiptir. Bu dönemde partiler üstü politikaya karşı

çıkılmış, Türk-İş içerisinde de sosyal demokrat sendikacılık hareketine öncülük

edilmiştir.

Son olarak Genel-İş’in DİSK’e katıldığı 1975 yılından sonraki dönemde ise özünde

yine bir sosyal demokrat sendikacılık anlayışına sahip olmakla beraber,

yayınlarında ve açıklamalarında sosyalizmi de savunmaya başlamış, sınıf

mücadelesinin bir aracı olarak sendikaların sınıfsız topluma ulaşmak üzere görevleri

olduğunu savunmuştur. Her üç dönemde de sendikanın politikaları, ülke ve

dünyadaki siyasal-toplumsal gelişmelerle doğrudan ilgilidir.


62

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1962-1980 DÖNEMİNDE GENEL-İŞ SENDİKASI

I. TÜRK-İŞ İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ: 1962-1969 DÖNEMİ

A. Sendikal Anlayışı

Genel-İş’in sendikal anlayışının şekillenmesinde bu dönem başlıca üç önemli etken

olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birisi sahip olduğu görece demokratik içeriği ve

sendikal haklar konusunda getirmiş olduğu düzenlemelerle 1961 Anayasası, diğeri

Türk-İş’in kurulmasına da öncülük eden Amerikan sendikacılık anlayışı ve son

olarak da 1960’lardan sonra giderek yükselen sosyalist hareketlerin ve Türkiye’deki

yansımalarının etkisidir.

1961 Anayasası’nın sağlamış olduğu görece özgürlükçü ve demokratik

düzenlemeler bir yandan Türkiye’de sendikaların gelişmesi ve güçlenmesinin önünü

açarken bir yandan da sendikal anlayışların biçimlenmesinde önemli etkisi

olmuştur. Bu dönemde sendikaların, Anayasanın öngördüğü düzeni sağlamak üzere

kendilerine görev yükledikleri, amaçlarını da bu doğrultuda şekillendirdiği

görülmektedir. Başka bir ifadeyle sendikal haklar ve mücadele konusunda

sendikaların referansı 61 Anayasası olmuştur. Nitekim bu dönemde Genel-İş’de

sendikal çalışmalarında Anayasa’nın öngördüğü toplum düzenine ulaşmak ve

sağlanan hakları korumak üzere bir amacı benimsemiştir.


63

Baştürk, Sendikanın 2. Genel Kurulu’ndaki açılış konuşmasında;

“Kalkınma için kullanılacak ekonomik sistem Türkiye’nin geleceğini tayin edecektir.

Ancak bu çabalar sırasında en önemli üzerinde durmamız gereken şey Anayasa’nın istediği

“İnsanca yaşamak” prensibini gerçekleştirmeye çalışırken gene Anayasanın öngördüğü

“Temel hak ve özgürlüklerin” korunması olmalıdır.” demektedir. (Genel-İş Emek

Dergisi, 1965: 4)

Amerika, Türkiye ile girmiş olduğu ekonomik ve siyasal ilişkilerle de bağlantılı

olarak Türkiye’deki işçi hareketine yönelik ilgisini arttırmış, bu temelde ülkedeki

sendikalarla ilişkilerini geliştirmiş ve Türk-İş’in de kurulmasına doğrudan öncülük

etmiştir. Bu ilişkiler sırasında Amerikan sendikacılık anlayışının Türk

sendikacılığında biçimlenmesi için gerek maddi yardımlarla gerekse eğitim

faaliyetleriyle yoğun bir çalışma içerisine girilmiştir. Türk-İş ile ABD Uluslararası

Kalkınma Teşkilatı (AID) arasındaki Türk sendikacıların eğitilmesi proğramına

Genel-İş de düzenli olarak sendikacı kursiyerlerini göndermiştir. Bu çabalar

Türkiye’deki sendikalarda önemli oranda etkisini göstermiştir. Kuruluşunun hemen

ardından Türk-İş’e üye olan Genel-İş’in de ilk dönemlerinde bu sendikacılık

anlayışından etkilendiği görülmektedir. Sendikaların işçi ve işveren ilişkilerinde

önemli birer araç olduğu, işverenlerin ve işçilerin karşılıklı olarak birbirlerine

ihtiyaçlarının olduğu, hem işverenlerin gelişmesi hem de işçilerin refahının

yükselmesi için sendikaların sorumluluklarının olduğu savunulmuştur. Bu dönemde

sendika, sınıf ayrımına karşı olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.


64

II. Dünya Savaşı’ndan sonra SSCB’nin artan prestiji ve tüm dünyada yayılan anti-

emperyalist devrimci gençlik hareketleri, Türkiye’de de sendikacılık anlayışın

şekillenmesinde önemli etkilere sahip olmuştur. DİSK’in kurulması bu etkinin

somut bir ifadesidir. Ancak Türk-İş’in başını çektiği sendikal anlayış ise sosyalizmi

baş tehdit olarak görmüş, her fırsatta Türk işçisi ve sendikalarının buna karşı

çıkacağını belirtmiştir. Genel-İş de bu dönemde, Türk-İş’le paralel bir politikayı

savunmaktadır.

B. Türkiye ve Dünya Değerlendirmesi

1960’lı yıllarda Türkiye, sosyal, siyasal ve ekonomik olarak yeni bir dönemi

yaşamaktaydı. 27 Mayıs askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1961 Anayasası

daha demokratik bir rejim öngörüyordu. Bununla beraber kalkınma ve sanayileşme

süreci planlara bağlanıyor, devlet planlı bir ekonomik kalkınma sürecine giriyordu.

1950’lerin ortalarından itibaren DP iktidarının başlattığı “ithal ikameci” politikalar,

planlı bir şekilde 1962’den itibaren uygulanmaya başlayarak, dönemin sonu olan

1980’lerin başlarına kadar, “İthal İkameci Planlı Kalkınma Dönemi” olarak

sürmüştür. (Makal, 2002 :93)

1960 askeri ihtilali sonrası yönetimi elinde bulunduran Milli Birlik Komitesi,

kaynak israfı ve yatırım eksiklikleri gibi olumsuzlukları ortadan kaldırmak amacıyla

1960 yılında Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasını istemiş ve bu amaçla; 1963

yılından başlayarak beş yıllık kalkınma planları oluşturularak, ekonomide yeni bir
65

yapılanma ve örgütlenme şekline gidilmiştir. Bu çerçevede, kamu yatırımlarının beş

yıllık planlar çerçevesinde hazırlanan yıllık programlara uyum sağlamaları ve özel

yatırımların da çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının plan ve programlarına uygun

hale getirilerek planlı bir şekilde yürütülmesine izin verilmiştir.

Özellikle bu dönemde yapılan beş yıllık planlarda sanayileşmeye büyük önem

verilerek, özel sektörde yatırımlar desteklenmiştir. Bu yatırımlar, daha çok

dayanıklı tüketim malları üzerine kurulmuştur. Bu arada, demir-çelik, bakır-

alüminyum, petro-kimya inşaat malzemeleri gibi temel ara mallarda ithal ikameci

süreci devlet eliyle tamamlanmıştır. (Koray, 1994: 120-121)

Genel-İş de bu dönem Türkiye için en önemli sorunun, “kalkınma sorunu” olduğu

konusundaki yaygın fikri benimsemektedir. Tarıma dayalı bir toplum yapısından

halen kurtulunamamış olması ve sanayileşmenin gereken düzeyde başarılamamış

olması eleştirilirken ülkedeki birçok sorunun da bunun bir sonucu olarak devam

ettiği düşüncesi savunulmaktadır. Gelir dağılımı, eğitim, ücretler gibi sorunların

kaynağında Türkiye’nin sanayi yarımlarına gereken önemi vermemesi ve kalkınma

hızının hala %5’lerde kalmış olmasına bağlanmaktadır. Kalkınma sorunu ise

esasında ekonomik bir sorun olarak görülmektedir. (Genel-İş 4. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1969: 5).

“Türkiye’nin kalkınma sorunu temelde ekonomiktir. Temel hak ve özgürlüklere

değinmeden, Anayasal kurumları zedelenmeden yani demokratik düzen içinde kalkınmayı

gerçekleştirmek mümkündür” (Genel-İş 4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969:

13)
66

Kalkınma sorununu milli bir mesele olarak görme düşüncesine bağlı olarak

sendikaların bu sorunu kendi sorunu olarak ele almaları gerektiği görüşünde olan

sendika, Türkiye’deki sendikaların da sınai yatırımlarda bulunmaları gerektiği

görüşündedir. Sendikaların bankalarda duran tasarruflarını yurt ekonomisini

canlandırmak için kullanmaları gerektiği görüşü savunulmaktadır. Nitekim Sendika

sonraki süreçte ülke genelinde çeşitli kuruluşlara hisse satın almak yoluyla ortak

olma yoluna gitmiştir.

“Çağdaş sanayi anlayışı işçinin sadece başkası için ve başkası adına üretim çalışmalarına

katıldığı bir eylem düşüncesini geride bırakmıştır. İşçilerin ve onlar adına sendikaların

üretim araçlarına sahip olmaları ve kendi adlarına üretim çalışmalarına katılmaları bir

ekonomik gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür bir ekonomik anlayışın çok çeşitli

yönlerden ülke ekonomisine katkısı olacaktır. Her şeyden önce toplumsal çıkarlar için

çalışmayı öngörecek olan işçiler ve onların temsilcileri gerek ücret gerek çalışma koşulları

ve gerekse mamul maddelerin fiyatları yönünden özel ve kamu sektörü işletmeciliğine bir

örnek ve yepyeni bir rekabet unsuru hazırlamış olacaklardır. Ekonominin temel ihtiyaçları

açısından yatırım yapıp, ucuza mal edebilme örneğini verebilecek yapıda olan sendikalar

sanayimizde üçüncü bir sektörün, bir toplumcu sanayinin kurulmasını başaracaklardır.”

(Genel-İş 4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969:10-11)

Sendikanın bu dönem üzerinde durduğu diğer önemli bir mesele ise “toprak

reformu”dur. Anayasa’da öngörülmesine rağmen hükümetlerin toprak reformunu

yapmak konusunda çalışma yapmamaları eleştirilmektedir. Toprak reformu ile bir

yandan topraksız köylülerin toprak sahibi olmasının sağlanacağı, diğer yandan da

işsizliğe çözüm olacağı görüşü savunulmaktadır. 3. Genel Kurul Çalışma

Raporu’nda; “Toprak reformu yapılıp, köylüler ve tarım sektöründeki işsizler


67

ordusu köyüne bağlanmadıktan sonra ülkemizdeki işsizliğin önemli kaynaklarından

biri olan köyden şehre akın devam edecek demektir. (Genel-İş Emek Dergisi, 1967 :

2) denmektedir.

C. Çalışma Hayatı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirme

Sendikanın 1960’lı yıllardaki en öncelikli sorunu örgütlenmedir. 274 ve 275 sayılı

yasaların yürürlüğe girmesi bir yandan sendikal örgütlenmelerin önünü açarken

diğer yandan da bu süreçte sendikal örgütlenmenin önünde çeşitli engellerle

karşılaşıldığı görülmektedir.

1. “Sarı” Sendikalar

274 ve 275 sayılı yasaların getirdiği düzenlemelere göre işyeri sendikacılığının

olanaklı olması, tek bir işyerinde de sendikaların kurulabilmesine ve toplu iş

sözleşmesi yapılabilmesine olanak vermektedir. Bu durum doğrudan işverenlerin

kurdurduğu ya da onların güdümünde olan sendikal yapıların ortaya çıkmasına da

neden olmuştur. Bununla beraber sendika içi çekişmelerden dolayı da bu tür

sendikal yapıların kurulmaya çalışıldığı gözlenmektedir. Genel-İş, örgütlenme

çalışması yaptığı alanlarda yoğun olarak bu tür kuruluşlarla mücadele etmek

zorunda kalmıştır. Sendika, bu tür kuruluşların ortaya çıkmasının nedenlerini şöyle

ifade etmektedir:
68

“a) Yıllarca aynı çatı altında üyelerimizin birlik ve beraberliği için aynı ideal içinde çalışan

kişilerin, bir gün seçimi kaybettikleri taktirde veya tüzük hükümlerine aykırı davranışları

sebebiyle onur kurullarında ihraç edilmeleri halinde kurdukları yahut kurdurdukları

sendikalar.

b) Sosyal anlayışı bulunmayan veya Anayasa nizamını reddeden fikirlere sahip olup, güçlü

sendikalardan çekinen işveren veya işveren vekili durumunda bulunanların himayesinde

kurulan sarı sendikalar.”(4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 42)

2. İşçi-Memur Ayrımı

Sendikanın örgütlenme çalışmaları sırasında yaşadığı diğer önemli sorun

mevzuattaki işçi ve memur ayrımlarının belirsizliğidir. Özellikle belediyelerde,

yaptığı iş itibariyle memur tanımın dışında olan ancak bağlı bulunduğu sosyal

güvenlik kurumu (Emekli Sandığı) açısından memur addedilen çok sayıda çalışanın

bulunması, örgütlenme çalışmalarının önüne önemli bir sorun olarak çıkmaktadır.

Bu süreç içerisinde yargı yoluyla birçok çalışanın işçi olduğu ispatlanıp sendika

üyesi yapılmaya çalışılmıştır. Ayrıca işverenlerin de belediyelerdeki sendikal

örgütlenmeye karşı çıkmak için bu gerekçeyi kullandıkları görülmektedir.

“Memur-işçi niteliğinin zaman zaman mevzuat ve içtihatlarla çeşitli sıfatlar alması yani

bazen işçi, bazen memur sayılması ve iş kolumuzun, temizlik, fen, park-bahçe, sıtma savaş

gibi hizmetlerinde mevsimlik istihdamlara yer verilmesi, büyük şehirlerimizdeki bu

hizmetlerin Anadoludan gelen vatandaşlara süreli olarak ifa ettirilmesi üye sayımızın

grafiğinde iniş ve çıkışlara sebep olmaktadır.” (4. Genel Kurul Çalışma Raporu,

1969 :23-24)
69

3. İşkolu Yönetmeliği’nden Kaynaklı Sorunlar

Genel-İş’in bu dönemde özellikle TÜMTİS ve Tes-İş sendikaları ile örgütlenme ve

yetki konusunda sıkıntılar yaşadığı görülmektedir. Belediye bünyesinde olup

yaptığı iş itibariyle farklı iş kollarına ait olan işyerlerinde bu iki sendika ile ilişkileri

bir dönem problemli devam etmiştir.

Enerji işkolu, “Enerji, sanayi, elektrik, gaz, su, istihsal toplama, taşıma ve dağıtım

işlerini” kapsayacak şekilde tanımlanmıştır. Bu nedenlerden dolayı belediyelerde su

dağıtım işini yapan ASU, İSU işçileri enerji işkolundaki sendikalarda örgütlenmekte

idi.

Kara taşımacılık işkolu; “Motorlu ve motorsuz taşıt işlerini (otobüs, kamyon,

tramvay, tünel ve sürücülük)” kapsıyordu.(Özbey, 2001:201-202)

1972 yılına kadar geçerli olan İşkolları Yönetmeliğ’ine göre Genel Hizmetler

İşkolu; “İşkolları gösterilmemiş olan veya işyerinde sendika bulunmayan, devlet,

belediye, özel idare hizmetleri, çöp kanalizasyon, drenaj, itfaiye vb. gibi her çeşit

kamu hizmetleri ve görevleri” ni kapsayacak biçimde tanımlanmıştır. Genel-İş bu

tanımdan yola çıkarak örgütlenmeyi sağladığı belediyelerde de, eğer başka sendika

yoksa otobüs şoförlerini de bünyesinde örgütlemiştir. İşkolları Yönetmeliği’nin

belirsizliği konusu sendikanın Türk-İş yönetimi ile olan ilişkilerinde de bir sorun

olarak yansımıştır. Sendika Türk-İş’i İşkolları Yönetmeliği’nin yeniden

düzenlenmesi hakkında yeterli çaba göstermediği konusunda eleştirmiştir.


70

D. Örgütlenme Çalışmaları

Genel-İş Sendikası ilk genel kurulunu 15-16 Kasım 1962 yılında gerçekleştirmiştir.

Bu genel kurulda sendikanın 8354 üyesi bulunmaktadır. Genel Kurul’da Abdullah

Baştürk Genel Başkan seçilirken, Ertan Andaş ve Mustafa Sığan Genel Başkan

Vekilliği, Hasan Okyar Genel Sekreterlik, Hasan Togay ise Mali Sekreterlik

görevlerine getirilmişlerdir. (TSA, 1998a: 449) Bu dönemde sendikanın yirmi altı

şubesi bulunmaktadır. (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 23)

Sendikanın kurulduğu tarihte 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika

Birlikleri Hakkında Kanun yürürlükteydi. 5018 sayılı kanun ilk kapsamlı Sendikalar

Kanunu olması yönüyle önemli olmakla beraber, gerek sendikaların faaliyet ve

görevleri, gerekse de kimlerin üye olabileceğine ilişkin getirdiği düzenlemelerle

oldukça sınırlandırılmış bir niteliğe sahiptir. Sendikaları birer yardımlaşma ve

dayanışma kuruluşu olarak ele alan düzenlemelere göre, sendikalara toplu iş

sözleşmesi yapma hakkı verilirken, grev hakkı tanınmamıştır. Toplu iş sözleşme

görüşmelerinde uyuşmazlık durumunun ortaya çıkması durumunda uyuşmazlığın

çözümünün Yüksek Hakem Kurulu tarafından karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

Sendikalar Kanunu’nun düzenlenmesi bir yandan ülke genelinde sendikaların

kurulmasını yaygınlaştırırken, bununla beraber sendikaların etkinliklerinin ve

örgütlenmelerinin geliştirilmesinde yeterli olmamıştır. Özellikle grev hakkının

tanınmamış olması sendikal örgütlenmenin ve etkinliğin gelişmesinde en önemli

engel durumundadır.
71

1961 Anayasası ise işçilere toplu iş sözleşmesi yanında grev hakkını da

tanımıştır.(Md. 47) Anayasa’da grev hakkının tanınmış olmasına rağmen toplu

sözleşme ve grev hakkını düzenleyen yasa ise 1963 yılında çıkarılmıştır. 15.07.1963

tarihinde yürürlüğe giren 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu İş

Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile beraber ise ülke genelinde sendikaların

örgütlenme ve etkinliklerinin arttığı gözlenmektedir. 5018 sayılı Kanun’a göre daha

demokratik hükümler içeren 274 sayılı Sendikalar Kanunu, bir yandan sendikaların

görev ve faaliyetlerini genişletirken bir yandan ise sendika üyesi olabilecek işçilerin

kapsamını genişletmiştir. Aynı şekilde Cumhuriyet tarihinin ilk toplu sözleşme grev

Kanunu olan 275 sayılı Yasa’da grev hakkının düzenlemesi ile beraber sendikaların

güçlenmesine önemli etkide bulunmuştur. 275 sayılı Yasa, toplu iş sözleşmesi

görüşmelerinde uyuşmazlığa düşülmesi durumunda grev hakkı tanırken, imzalanan

toplu sözleşmelerinin uygulanmaması durumunda da grev hakkı tanıyarak, hak

grevini düzenlemiştir.

274 ve 275 sayılı yasaların yürürlüğe girmesiyle beraber, Genel-İş’in de örgütlenme

çalışmalarının hızlandığı görülmektedir. Sendika, bu dönemde toplu iş sözleşmeleri

görüşmelerinde uyuşmazlığa düşülmesi nedeniyle Kayseri Belediyesi’nde (15 Eylül

1964) ve Malatya Belediyesi’nde (21 Eylül 1965) greve çıkmıştır. Sendikanın ilk

grevleri olan bu grevlerden Kayseri Belediyesi’nde 44 gün süren grevin ardından

anlaşma sağlanarak TİS imzalanırken, Malatya Belediyesi’nde süren grev ise 31.

gününde mahkeme kararıyla durdurulmuştur.


72

İşyeri sendikaları ile de görüşmelerin sürdürüldüğü bu dönemde Genel-İş’e birçok

işyeri sendikası katılmıştır. Sendikanın örgütlenmeyi genişletebilmek için bu

dönemde katılımlarla beraber şube sayılarını da arttırmaya yöneldiği görülmektedir.

2. Genel Kurulu’nu topladığı 25 Kasım 1965 yılına gelindiğinde, Sendikanın bir

önceki genel kurula göre üye sayısı 3 kat kadar artmış toplam üyesi 28.005’e

yükselmiştir. Yönetim kurulu üyelerinin tamamı bu genel kurulda yeniden

seçilmiştir. Bu dönemde sendikanın 38 şubesi bulunmaktadır. (Genel-İş Emek

Dergisi, 1965: 3-11)

Bu dönemde sendika, Denizli, Manisa, Gaziantep, Bandırma ve Adana

belediyelerinde toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde uyuşmazlığa düşülmesi

nedeniyle greve çıkmıştır. Bu grevlerden özellikle Manisa grevi o dönemin en uzun

süren grevlerinden birisidir (221 gün). Bu grev sırasında ayrıca grevci işçilerinin bir

bölümünün ve sendikacıların katıldığı Ankara yürüyüşü de gerçekleştirilmiştir.

Anayasa Yürüyüşü olarak da bilinen bu yürüyüş sendikanın bu dönem

gerçekleştirdiği ikinci Ankara yürüyüşüdür. Bu grevlerin dışında ayrıca Çorum

Belediyesi tarafından işten çıkarılan 72 sendika üyesi işçinin işlerine geri

alınmaması nedeniyle Ankara yürüyüşü başlatmışlardır. Genel Başkan Abdullah

Baştürk’ün de katıldığı bu yürüyüşü işçiler çıplak ayaklarla gerçekleştirmişlerdir.

(3. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1967: 155-171)

Bu dönemde sendikanın gerçekleştirmiş olduğu grev ve yürüyüşler işkolundaki

işçilerin sendikaya olan ilgisini de arttırmıştır. Özellikle Manisa ve Çorum


73

Belediyesi işçilerinin grev ve yürüyüşlerinin kamuoyunda önemli ses getirdiği

söylenebilir.

Sendika 3. Genel Kurulunu 31 Kasım- 2 Aralık 1967 tarihinde toplamıştır. Bu

Genel Kurula gelindiğinde ise sendikanın üye sayısı 32.947’ye şube sayısı ise 49’a

ulaşmıştır. (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 23) Yönetim kurulu üyeleri,

herhangi bir görev değişikliği de olmadan genel kurul tarafından yeniden

seçilmişlerdir.

Bu dönemde, Eskişehir, İzmir, Adana ve Konya Belediyeleri ile Ankara İmar

Müdürlüğü ve Amasya’daki Kutsal Kollektif Şti. işyerinde grev uygulaması

gerçekleştirilmiştir. Bu grevler içerisinde Eskişehir Belediyesi grevi toplu iş

sözleşmesinin uygulanmamasından kaynaklanan “hak grevi” uygulaması iken diğer

işyerlerindeki grevler ise toplu sözleşme görüşmelerinin uyuşmazlığa

düşülmesinden doğan “menfaat grevi” uygulamalarıdır. Yine Amasya’daki Kutsal

Kollektif Şti.’indeki grevin sendika açısından önemi; özel bir işyerinde

gerçekleştirdiği ilk grev uygulaması olmasıdır. (TSA, 1998a:449)

Sendika 4. Genel Kurulu’nu 23-25 Aralık 1969 tarihinde gerçekleştirmiştir. Bu

dönemde sendikanın üye sayısı 38.304’e ulaşmıştır. Şube sayısında ise herhangi bir

değişiklik olmamış, bir önceki dönemde olduğu gibi 49 şube ile çalışmalarını

devam ettirmiştir. Abdullah Baştürk’ün başkanlığındaki yönetim kurulu bu

dönemde yeniden göreve seçilmişlerdir.


74

E. Toplu Sözleşme Çalışmaları

275 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra sendika ilk toplu iş sözleşmesini

Aydın Belediyesi’nde imzalamıştır. Toplam 37 maddeden oluşan toplu sözleşme, 1

Ekim 1963-1 Şubat 1965 yürürlük sürelidir.(Genel-İş Emek Dergisi, 1972: 11)

Sendika 1963-1965 döneminde, 88’i belediye olmak üzere toplam 95 işyerinde

toplu sözleşme imzalamıştır. 1967-1969 dönemin gelindiğinde ise sendikanın toplu

sözleşme imzaladığı işyeri sayısı 152’ye ulaşmıştır ( Genel-İş Emek Dergisi, 1972:

6-7).

Sendika, ilk yıllarında örgütlenme çalışmalarının da bir parçası olarak işyeri

düzeyinde yapılan toplu sözleşmelere özel bir önem vermiştir. Belediyelerle yapılan

toplu sözleşmelerde ücret ve sosyal hakların dışında, çalışma koşulları, işçi sağlığı

ve güvenliği, teminatlar, izinler ve güvenceler gibi birçok hüküm düzenlenmektedir.

Bununla beraber işyerleri sayısının artması ve işkolu düzeyinde de toplu iş

sözleşmesi yapabilme olanağı nedeniyle, sendika 4. Genel Kurul’a geldiğinde, toplu

sözleşme politikasında bir değişiklik yaparak, işyeri düzeyindeki sözleşmelerde

bulunan genel hükümler iş kolu sözleşmesine aktarılmış, işyeri sözleşmelerinde ise

ücret ve sosyal haklardaki artışların belirlenmesiyle sınırlandırılmıştır. (4. Genel

Kurul Çalışma Raporu, 1969: 25)

Toplu sözleşme anlayışında işçi ve işverenlerin karşılıklı hak menfaatlerinin

korunması esas alındığı belirtilmektedir. Toplu sözleşme düzeninin yerleşmesi için

sendikaların ve işverenlerin karşılıklı sorumluluklarının olduğu, bu noktada yeni


75

çalışma ilişkileri sisteminin işçilerin ve işverenlerin birlikte çıkarları olduğu

düşüncesi savunulmaktadır. Toplu sözleşme süreçlerinde anlaşmazlığa düşülen

belediyelerde de bu eksende bazı belediye başkanlarının Anayasa ve yasaların

öngördüğü çalışma ilişkileri sistemini kabul etmemelerinden kaynaklandığı

değerlendirilmektedir.

F. Eğitim Çalışmaları

Sendika bu dönem eğitim sorununu ülkedeki genel eğitim sorununun bir parçası

olarak ele almaktadır. Sendikal eğitimin amaçlarında işçinin kendisinden işyerine ve

topluma dönük katkılar sağlaması kaygıları öne çıkmaktadır. Sınıf bilinci ve

mücadelesini öne çıkaran eğitimlerden çok işçilere temel hukuk, sendikal görevler

gibi konularda eğitimler verildiği görülmektedir. Sendika bu dönemde, temel hukuk

eğitimlerinin dışında, grev ve grevlerin uygulanması, plan enflasyon ve sendikalar,

işçinin toplum düzeni içindeki yeri, iş verimi ve işyerinde verimi arttırma metotları,

verim artışları ile ücret artışları arasındaki ilişkiler gibi konu başlıklarında eğitimler

yapmaktadır.

“İşçilerin eğitilmesinin sendikaların güçlenmesine, toplum kültürünün ve üretimde

verimliliğin yükselmesine yapacağı büyük katkıyı bilen sendika yöneticileri, eğitimi temel

hedef edinmişlerdir.” (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 94)

Sendika bu dönemde yaptığı eğitim çalışmalarını şu şekilde gruplandırmıştır:

A) Yurt İçi Eğitim Çalışmaları


76

a) Seminerler

1) Milli Seminerler: (yöneticilere)

2) Bölge seminerleri: (temsilcilere)

3) Şube Seminerleri: (üyelere)

b) Konferanslar

c) Eğitim yayınları

B) Yurt Dışı Eğitim Faaliyetleri

Ayrıca Türk-İş ve ABD Uluslararası Kalkınma Teşkilatı (AID) arasında müşterek

yürütülmekte olan eğitim programına da Genel-İş, programın başladığı dönemden

başlayarak düzenli olarak sendikacı kursiyerler göndermiştir. Bu eğitimler üçer

aylık dönemler halinde ABD’de yapılmaktadır. Sendikanın bu dönemde söz konusu

eğitimlere yönelik herhangi bir eleştiri getirmediği görülmektedir.

Bu dönemde yurt dışındaki diğer eğitim çalışmalarına da çeşitli sendikacıların

gittiği görülmektedir. PSI üyesi İsrail Genel Hizmetler İşçileri Sendikası kanalıyla

Tel-Aviv’de bulunan Asya-Afrika Sendikacılık ve Kooperatifçilik Enstitüsü’nde

düzenlenen seminerlere çeşitli dönemlerde gruplar halinde sendikacılar

katılmışlardır.

Sendika, 01.05.1965 tarihinden itibaren, on beşer günlük periyotla Genel-İş Emek

Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştır. Genel-İş Emek Dergisi ile bir yandan sendikanın

faaliyetleri üyelere ve kamuoyuna duyurulurken bir yandan da sendikanın güncel

konulara ilişkin görüşlerinin yayınlanmasına olanak vermiştir. Yayına başladığı


77

dönemde 3000 adet basılan dergi, 1967 yılında 6000, 1970 yılında ise 10.000 adet

basılmaktadır.

Bu dönem yayınlanan eğitim yayınlarına bakıldığında, sendikanın eğitim

politikasıyla bir paralellik taşıdığı da görülmektedir. “Karşılıklı İlişkilerde

Sendikacı ve Psikoloji”, “Sendika Liderliği Niçin Ne Zaman Nasıl?”, “İşçi ve

Eğitim”, “Ücret ve Enflasyon”, “Toplu Sözleşme Düzeni”, “Grev Nedir ve

Uygulaması”, “Sendika Maliyesi”, “Plan Nedir?”, “Ana Tüzük ve Yönetmelikler”,

“İşçi Niteliği Taşıyan Kamu Hizmetlilerinin Hukuki Durumu”, “İş Kanunu, Sosyal

Sigortalar Kılavuzu”, “Zeytinyağı Skandalı, İşçiler Sendikacılar ve Beslenme

Sorunu” (Genel-İş Emek Dergisi, 1967: 7) bu dönemde çıkartılan yayınlardır.

G. Grev ve Eylemler

275 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesi ile beraber örgütlenme ve toplu sözleşme

çalışmalarını hızlandıran sendika, bir yandan da toplu sözleşme görüşmelerinde

anlaşmazlığa düşülen işyerlerinde grev kararları almaya başlamıştır. Sendika bu

dönemde toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmazlığa düşülmesi nedeniyle toplam

on menfaat grevi gerçekleştirmiştir. Bunun dışında 275 sayılı Yasa’nın sendikalara

tanıdığı toplu sözleşmelerin uygulanmamasından kaynaklanan üç adet hak grevi

gerçekleştirmiştir. Hak grevleri Adana (iki kez) ve Eskişehir Belediyelerinde

gerçekleşirken, Kayseri, Malatya, Manisa, Denizli, Gaziantep, Bandırma, İzmir,

Konya belediyeleri ile Ankara İmar Müdürlüğü ve Amasya Kutsal Yapı

Kooperatifi’nde ise menfaat grevleri uygulanmıştır.(Özbey, 2001:400; Genel-İş


78

Emek Dergisi, 1972, 168:12) Bu grevlerden yalnız biri özel bir işyerinde

gerçekleşmiş olup, geri kalanı belediyelerde uygulanmıştır. Sendikanın yine bu

dönemde grev dışı eylemler gerçekleştirdiği de görülmektedir. Bunlar miting, basın

açıklamaları ve Ankara yürüyüşleridir. Çorum ve Manisa belediyesi işçilerinin

yürüyüşleri bu dönemdeki en önemli yürüyüşlerdir. Grev ve eylemlerin genel

karakteri ise ekonomik içeriklidir. Büyük çoğunluğu ücret anlaşmazlığından

kaynaklanan toplu sözleşme uyuşmazlıklarıdır. Bunun dışında işten çıkarmalar ve

işçilerin özlük haklarının tanınmaması ya da verilmemesinden kaynaklanan grev ve

eylemler de gerçekleştirilmiştir. Yine bu dönemde grev ertelemeleri ve

yasaklamaları ile karşılaşıldığı görülmektedir. Sendikanın çeşitli grevleri

mahkemelerce ertelenmiş ya da durdurulmuştur.

Bu dönemde sendikanın en önemli grev ve eylemleri Kayseri Belediyesi grevi,

Malatya Belediyesi grevi, Çorum Belediyesi işçileri yürüyüşü ve Manisa Belediyesi

grev ve yürüyüşüdür.

1. Kayseri Belediyesi Grevi

Kayseri Belediyesi ile sendika arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinin

anlaşmazlıkla sonuçlanmasından dolayı sendika, belediyeye bağlı otobüs, temizlik,

fen işleri, mezbaha ve park bahçeler müdürlüğü işyerlerinde 15 Eylül 1964 tarihinde

grev kararını uygulamaya koymuştur. 468 işçinin çalıştığı Belediye’de 413 sendika

üyesi işçi greve katılmıştır. (Genel-İş Emek Dergisi, 1965 :4-11)


79

Bu grev aynı zamanda Genel-İş’in 275 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden

sonra uyguladığı ilk grev olma özelliğini taşımaktadır. Sendika daha önce sona eren

toplu sözleşme görüşmelerine istinaden almış olduğu grev kararını Kıbrıs sorunu

nedeniyle 44 gün süreyle ertelemiş, bu süre içerinde de anlaşma sağlanamadığı için

grevi uygulamaya koymuştur.

Anlaşmazlık konusu ücret maddeleri olup, Belediye yetkilileri Belediyeler

Yasası’ndaki bir hüküme dayanarak, işçilerin ücretlerinde %33’den fazla bir artış

sağlayamayacaklarını belirtirken, sendika ise grevin nedeninin belediyenin inatçı

tutumu olduğunu belirtmiştir. Belediye grev başladıktan sonra grevin yasadışı

olduğu ve durdurulması gerektiği talebiyle mahkemeye başvurmuş, ancak mahkeme

Belediye’nin bu talebini reddetmiştir.

Sendika, Belediye yönetiminin para karşılığı tuttuğu kişiler ile zabıta memurlarını

temizlik işlerinde çalıştırarak grev kırıcı faaliyetlere giriştiğini ileri sürmüş, ayrıca

grev nedeniyle hayvanların mezbahada sahiplerine kestirildiği gerekçesiyle sendika,

et kesiminin durdurulmasını talep etmiş ve İş Mahkemesi’ne başvuru yapmıştır.

20 Eylül tarihinde belediyenin grev kırıcı faaliyetlerini yerinde tespit etmek üzere

işyerlerine giden sendikacılar, belediye zabıtalarının ve orada bulunan esnafların

saldırısına uğramıştır. Mezbahadaki hayvan kesimine de Kayseri Valisi tarafından

izin verildiğini bir zabıtla saptayan sendika, durumu İçişleri Bakanlığı nezdinde

protesto etmiştir.
80

130 bin nüfuslu Kayseri’de bu grev gündelik yaşamda önemli aksamalara yol

açmıştır. Cadde ve sokaklarda biriken çöp yığınları ve şehir hatlarında sefer yapan

otuz belediye otobüsünün seferlere çıkmaması halkın yaşamında önemli sorunlara

neden olmuştur. Grev nedeniyle otobüs güzergahlarından özel araçların yolcu

taşımaları üzerine, grevci işçiler özel araçların çalışmalarına müdahale etmiş, bu

nedenle de işçiler ile minibüs ve taksi şoförleri arasında 9 Ekim’de kavga

yaşanmıştır. Bu kavga sırasında bir kısım taksi ve minibüs de hasar görmüştür.

Polisin olaylara müdahalede etkisiz kalması nedeniyle Kayseri Valisi, Doğu Menzil

Komutanlığı’ndan yardım istemiş, bunun üzerine askeri birlikler müdahale etmiştir.

İşçilerin grevi devam ederken başta çeşitli sendikalar olmak üzere yurdun farklı

yörelerinden işçilerin greve destekleri de gelmeye başlamıştır.

Teksif, Yol-iş, Sağlık-iş, Harb-iş, ve DDY İşçileri Sendikaları yayımladıkları bildiri

ile grevci işçilerin yanında olduklarını açıklamışlardır. Grevi desteklediğini

açıklayan Ceyhan Belediye Başkanı M. Şahin Özbilen grevci işçilere 150 çuval un,

Adana’dan Sendika üyesi işçiler ise 5 ton bulgur göndermiştir.

Türk-İş 3.Bölge temsilcisi Burhanettin Asutay ve Genel-İş Başkanı Abdullah

Baştürk de grevi ziyaret etmiş, Baştürk burada “İşçilerimiz azimlidirler. Bizler

kararlıyız bu yüzden grev bir sene de sürse rahatça dayanacağız. Taleplerimiz haklı

direnmemiz kanunidir. Bu bakımdan hiçbir hareket bizi yıldırmayacak, yolumuzdan

alıkoyamayacaktır.” açıklamasını yapmıştır.


81

Sendika grevci işçilerin moralini yüksek tutmak amacıyla çeşitli eğlencelerin yanı

sıra, eğitim amaçlı konferanslarda düzenlemiştir. Ayrıca grevin amacını halka

anlatmak amacıyla 24 Eylül tarihinde bir miting de düzenlenmiştir.

Grevin uzaması ve toplanmayan çöpler nedeniyle kentte baş gösteren salgın hastalık

tehlikesi, Belediye Başkanı’nı sendikanın taleplerini bir kez daha görüşmek üzere

Belediye Meclisi’ni toplamaya yöneltmiş, bununla beraber belediye tabipliğinin

raporu üzerine Vali, İl Hıfzısıhha Kurulu’nu olağanüstü toplantıya çağırmıştır.

Bunun üzerine sendika toplu görüşmeleri sürdürmek üzere yetkiyi Türk-İş Genel

Sekreteri Halil Tunç’a vermiştir. Belediye Başkanı ile yapılan görüşmenin olumlu

sonuç vermesi üzerine 20.10.1964 tarihinde grev sona erdirilmiştir. Anlaşmanın

ardından sendika tarafından yapılan açıklamada “sari hastalıkların meydana

gelmesine yol açacak vaziyeti nazarı itibara dikkate alarak toplu sözleşmeyi

imzaladık” denilmiştir. İmzalanan toplu sözleşmeye göre işçi ücretlerine günlük 1

lira zam yapılırken, her çocuk için ayda 5 lira çocuk zammı, 1965’den itibaren de

her gün için 125 kuruş yemek bedeli verilmesi ve 1966 dan itibaren de işçilerin

maaşlarına 100 lira zam yapılması karar altına alınmıştır.

Grevden sonra sendika yetkilileri ile işçilerin katıldıkları toplantıda alınan karar

doğrultusunda işçiler, şehrin temizliği sağlanana kadar, herhangi bir ücret talep

etmeden günde yarım saat fazla mesai yaparak çalışma kararı almışlardır.(TSA,

1998b: 242-243)
82

2. Malatya Belediyesi Grevi

Sendika ile Malatya Belediyesi arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinin

anlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine Belediye’ye bağlı temizlik, Fen İşleri, Park ve

Bahçeler Müdürlüğü ve toplu taşımacılık ünitelerinde 21 Eylül 1965 tarihinde grev

uygulamaya konulmuştur.(TSA, 1998b:341)

Görüşmelerin uyuşmazlıkla sonuçlanmasının nedeni, Belediye ile yapılan

görüşmeler değil, Maliye Bakanlığı’nın kadro karşılığı ücret alanlara toplu

sözleşmeyle zam yapılamayacağı talimatı neden olmuştur. Uzlaştırma Kurulu ve

Özel Hakem Heyeti sendikayı haklı görmesine, hatta Belediye sendikanın

taleplerini kabul etmesine karşın toplu sözleşmenin imzalanmasını Bakanlığın

talimatı engellemiştir.

Grevin başlamasından sonra 26 Eylül günü Valilikçe dışarıdan getirilen hamal ve

sıtma mücadele ekiplerine şehrin temizliğinin yaptırılmak istenmesi işçiler

tarafından engellenmek istenmiş ve bunun üzerine güvenlik güçleri ile işçiler

arasında bir çatışma yaşanmıştır. Bu çatışmada yirmi işçi yaralanırken aralarından

genel merkez yöneticilerinin de bulunduğu beş sendikacı gözaltına alınmıştır.

Gerçekleşen bu olaylar üzerine Türk-İş bir bildiri yayımlayarak, Anayasa ve

kanunların kendilerine tanıdığı hakları kullandıklarını ve bundan sonra meydana

gelecek olaylardan Türk işçisinin sorumlu tutulamayacağını açıklamıştır.


83

Malatya belediye işçilerinin grevine kent halkının desteğinin büyük olduğu

görülmektedir. İşçilerin, Valiliğin tutumunu protesto amacıyla düzenledikleri çıplak

ayakla yürüyüşe işçilerin eş ve çocuklarının yanı sıra kent halkının da büyük

katılımı olmuştur. Bu nedenle aynı gün İçişleri Bakanı Faruk Sükan Sendika’nın

bazı yöneticileriyle Malatya’ya gitmiştir.

Gözaltına alınıp mahkemeye sevk edilen sendikacılar beraat ederken, grev ise

Malatya Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.10.1965 tarihli kararıyla başlangıcından 31

gün süreyle durdurulmuştur. Grevin durdurulmasından sonra, olaylara katıldıkları

gerekçesiyle bazı işçilerin işlerine son verilmiştir. (TSA, 1998b:341)

3. Çorum Belediyesi Temizlik İşçileri Yürüyüşü

Çorum Belediye Meclisi’nden çıkan bir karar uyarınca, SSK’ya bağlı olan ve yeni

sözleşmeyle 300-350 lira hak kazanan temizlik, fen ve park-bahçe işçilerini Emekli

Sandığı kadrolarına devrederek 250 lira ücretle çalıştırmak istemiş, işçiler ve

sendika ise buna tepki göstermiştir. Bunun üzerine Belediye yirmi yedi işçinin işine

son vermiş, ayrıca “cadde ve sokakların temizlik işlerinde çalışamayacakları”

yolunda sağlık raporu almış olan on işçinin iş akitlerini de fesh etmiştir. Bu arada

Emekli Sandığı’na geçen on işçinin toplu sözleşmeden doğan hakları da

ödenmemiştir. Sendika, işçilerin yasal tazminatlarıyla, kıdem ve ihbar ödeneklerinin

alınması için Çorum İş Mahkemesi’ne başvurmuştur.(Genel-İş Emek Dergisi, 1967:

5)
84

Ayrıca sendika, 27 Temmuz 1966 tarihinde, Genel-İş Başkanı ve Çorum

Belediyesi’nde çalışan 54 işçi ile birlikte, belediyedeki işten çıkarmaları ve

uygulamaları protesto etmek amacıyla Ankara’ya çıplak ayakla yürüyüş

başlatmıştır. İşçiler 3 Ağustos’ta Ankara’ya varmış, önce Anıtkabir’e, oradan da

Başbakanlığa gitmişlerdir. Başbakan Demirel’i makamında bulamayan işçiler

sorunları yazan dövizleri Başbakanlığının önüne bırakmışlardır.

Eylem devam ederken Danıştay’ın aldığı karar doğrultusunda işçilerin işlerine

dönebilme hakları doğmuş olmasına rağmen Belediye işçileri işlerine

başlatmamıştır.

İşçiler Ankara’da sorunlarının çözüm noktasında bir gelişme yaşanmaması

nedeniyle 11 Ağustos’ta bir açıklama yaparak, uğradıkları haksızlığı tüm

Türkiye’ye duyurmak amacıyla çıplak ayakla yürüyüşlerine devam edeceklerini

açıklamışlardır. Açıklamada, ilk etapta İstanbul’a oradan da Bursa, Balıkesir,

Manisa ve İzmir’e gideceklerini belirtmişlerdir.

İşçilerin yürüyüşü bu dönemde ulusal basında oldukça geniş yer almıştır. Bazı

ulusal gazeteler işçilerin yürüyüşlerine muhabirlerini göndererek gün gün

gelişmeleri gazete sayfalarına taşımıştır. Bununla beraber sendika, konuyu uluslar

arası sendikaların da gündemine taşımıştır.

İşçilerin eylemine başından beri yeterli ilgi göstermediği için eleştirilen Türk-İş,

eylemin ülke ve uluslararası ilgi yaratmasından sonra 19 Ağustos tarihinde bir


85

açıklama yaparak; “Federasyonun soruna iyi niyetle bir çözüm aradığını ancak bir

sonuç alınamadığını” açıklamıştır.

Sendikanın da üyesi olduğu PSI, Abdullah Baştürk’ü konunun gereği gibi ele

alınabilmesi için 20 Ağustos’ta Helsinki de yapılacak toplantıya çağırmış, ayrıca

PSI sorunun çözümü için hükümet nezdinde girişimlerde bulunmuştur.

22 Ağustos’ta Düzce’ye varan işçilerin, Kaymakamlık’tan izin almadıkları

gerekçesiyle ilçeye alınmaması üzerine, karşılamak için bekleyenler işçilerle şehrin

dışında buluşmuştur. Yol boyunca özellikle köylülerden büyük destek gören işçiler,

geceleri köylülerin evlerinde konaklayarak geçirmişlerdir.

İşçiler, 32 gün süren yürüyüşlerini, 31 Ağustos’ta Taksim Meydanı’na çelenk

koyarak sona erdirmişlerdir.

Eylül ayının ilk haftasında, Başbakan’ın daveti üzerine İçişleri Bakanı ve Çalışma

Bakanı nezdinde yapılan toplantıda Belediye Başkanı Kemal Demirer, işçileri

yeniden işe almaya hazır olduklarını açıklamıştır.

Sendika ve Belediye’nin imzaladığı protokol ile işçilerin büyük bir çoğunluğu

işlerine başlarken, bir kısmı da hakları ödenerek emekli edilmesi karar altına

alınmıştır.
86

Eyleme ilişkin Sendika’nın yaptığı açıklamada; yürüyüşün başarıya ulaşmasında

ulusal ve uluslararası sendikal dayanışmanın önemli rol oynadığı belirtilmiştir.

Açıklamada ayrıca Türk-İş’in tutumu da eleştirilerek “Türk-İş’in oyalayıcı bir

tutum aldığı bunun da Türk işçisinin geleceği için umut verici olmadığı”

belirtilmiştir.

4. Manisa Belediyesi İşçileri Grev ve Yürüyüşü

Sendika ile Belediye arasında sürdürülen toplu sözleşme görüşmelerinin

anlaşmazlıkla sonuçlanmasından dolayı, Sendika; fen, mezbaha, park, bahçeler,

otobüs ve temizlik işyerlerinde 11 Mayıs 1967 tarihinde grev kararını uygulamaya

koymuştur. Ancak sendika 306 işçinin çalıştığı belediyede işçilerin önemli bir

bölümünü greve katmayı başaramamıştır. İşçilerin bir bölümünün greve

katılmamasında belediye yönetiminin işçiler üzerindeki baskısı da etkili olmuştur.

Belediye ayrıca grevi etkisizleştirmek için de çeşitli girişimlerde bulunmuştur.

Sendika, Belediye Başkanı’nın bağlı bulunduğu Adalet Partisi temsilcileri ve

mahalle muhtarlarını toplayarak grevi kırmaları için talimat verdiğini ileri

sürmüştür. Ayrıca Belediye tarafından halka ve esnafa biriken çöplerin toplanması

için çağrı yapıldığı, katılmayanlara para cezasının verileceği duyurusunun yapıldığı

belirtmiştir. Başka birimlerdeki işçiler ve dışarıdan getirilen şoförlerle çöpler

toplanmaya çalışılmış, bu durumu engellemeye çalışan bir grev gözcüsü esnaf

tarafından dövülmüştür. Sendika Belediye’nin grevi kırma uygulamaları nedeniyle

mahkemeye başvurmuş ve mahkeme sendika lehine karar vermiştir.


87

Çorum işçilerinin yürüyüşünün kazanımla sonuçlanmasının da etkisiyle, greve

katılan 90 işçi 4 Haziran’da “Anayasa Yürüyüşü” adı olarak da bilinen Ankara

yürüyüşünü başlatma kararı almışlardır. 24 Temmuz’da Ankara’ya ulaşan işçiler,

Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy ile birlikte Çalışma Bakanlığı’na giderek bir

görüşme yapmıştır. İşçilere diğer sendika ve federasyonlardan da destek gelmiş,

ayrıca TİP ve CHP, işçileri desteklemek için Manisa’ya temsilciler göndermiştir.

İşçiler Ankara’da birkaç gün kaldıktan sonra Manisa’ya geri dönmüş, 222 gün süren

grevin ardından, 18 Aralık 1967 tarihinde varılan anlaşmayla grev sona ermiştir.

(TSA, 1998b:342-343, Genel-İş Emek Dergisi, 1967: 5)

H. Türk-İş’le İlişkiler

274 ve 275 sayılı yasaların yürürlüğe girmesi sendikal faaliyetlerin gelişmesine

neden olurken birçok yeni sendikanın kurulmasına da olanak sağlar. Çoğunluğu

işyeri düzeyinde faaliyet yürütmekte olan bu sendikalar bir yandan da federasyon

gibi çeşitli üst birliklerde bir araya gelmeye başlamışlardır. Türk-İş’in kurulması da

yine bu sürecin bir ürünü olarak gerçekleşir. Bununla beraber Türk-İş’in

kurulmasında Marshall Planı’yla yeni bir boyuta giren Türk-Amerikan ilişkilerinin

de önemli bir etkisi olmuştur. Amerikalı siyasetçiler ve sendikacılar Türkiye’deki

sendikal hareketle bu dönemde yakından ilgilenmiş, bu ilgilerini Türk-İş’in

kurulmasına önayak olacak şekilde geliştirmiştir. Bu anlamda kuruluşundan

başlayarak Türk-İş’in ve bu dönem açısından Türkiye’deki sendikal hareketin

şekillenmesinde Amerikan tipi sendikacılık anlayışının önemli bir etkisi olmuştur.


88

Kuruluşunun hemen ardından Türk-İş üyesi olan Genel-İş de bu dönemde

sendikacılık anlayışında bu tür ortak söylemleri benimseyen bir çizgiye sahiptir.

Genel-İş, sendikacılık anlayışının ilk dönemlerinde bu anlamda Türk-İş’in sendikal

ilke ve anlayışlarına bağlı olduğunu özellikle vurgulamıştır.

“Üst kuruluşumuz Türk-İş ülkemizin temel sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarında

hedefler beyannamesinde kabul edildiği şekilde faaliyet gösterdiği ve Türk işçisinin sesini

kamuoyuna duyurmak ve demokratik rejimde baskı unsuru olmak görevini geniş ölçüde ifa

ettiği bilinmektedir.”(4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969:80)

Bununla beraber Genel-İş birkaç yıl sonrasında Türk-İş yönetimini görev ve

sorumluluklarını yeterince yerine getirmediği noktasında eleştirmeye de başlamıştır.

Bu dönemde yapılan eleştirilerin üslubunda ise ölçülü bir dil kullanıldığı

görülmektedir. Eleştiri konularının başında İşkolları Yönetmeliği’ndeki sorunların

çözümünde Türk-İş’in yeterli çaba göstermemesi gelmektedir. Türk-İş yönetiminin

bu konuda fikir birliği içerisinde olmadığı görülmekte ve bu konu da sendika

tarafından eleştirilmektedir. Ayrıca Türk-İş yönetimi özellikle Çorum işçilerinin

yürüyüşünde yeterli destek verilmemesinden dolayı da eleştirilmiştir.

“Görevimiz Türk-İş’i ikaz etmekten ibarettir ve her ne olursa olsun, Genel-İş olarak Türk-

İş’in prensiplerine ve Genel Kurul kararlarına her zaman olduğu gibi, bundan sonra da bağlı

ve saygılı bir kuruluş olarak kalacağız. Ancak davranışlarını işçi hareketinin dışına

sürüklemek suretiyle inandığımız prensipleri zedeleyenleri ikaz etmekten geri

kalmayacağız” (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 82)


89

Genel-İş ayrıca Türk-İş Genel Kurulu’nda kabul edilen 23 maddelik ilkelerin

hayata geçmesi için Türk-İş’in daha fazla sorumluluk alması ve çaba göstermesi

gerektiğini savunmaktadır.

1966 yılında DİSK’in kurulması ve DİSK’i kuran sendikaların bir kısmının

öncesinde Türk-İş üyesi olması sendikal anlayış ve politikalar konusunun sendikal

hareket içerisinde daha çok tartışılmasına neden olmuştur. Genel-İş bu tartışmalarda

DİSK’in savunduğu sendikacılık anlayışına karşı çıkmış, bu hareketi sendikacılığı

kullanarak siyasal amaçları olan bir grup azılı komünistlerin hareketi olarak

nitelemiştir.

DİSK’i bölücü bir örgüt olarak tanımlayan Genel-İş, DİSK’in azılı komünistler

tarafından kurulan ve sendikacılığı siyasal amaçları için paravan olarak kullanan bir

örgüt olarak nitelemektedir.

“DİSK’in kuruluşuna ön ayak olan sendikalar, sözde işçi menfaatlerini daha verimli bir

şekilde savunmak üzere girmiş oldukları bu hareketle, işçi zümresini siyasi emellerine

basamak yapan bir kuruluşun organı haline gelmişlerdir.”

“DİSK solcu bir partinin propaganda organı olarak, bugünkü bünyesi içerisinde silik bir

teşekkül olmaktan ileri gidemeyecektir.” (Genel-İş Emek Dergisi, 1967:9)

DİSK’in varlığı ile beraber Genel-İş, her fırsatta Türk-İş’e bağlı olduklarını ve

Türk-İş’in, Türk işçi toplumunun tek güçlü temsilcisi olarak gördüğünü belirtmiştir.

Türk-İş yönetimine; Türk-İş’in karşısına çıkan çatlak sesli ikinci kuruluşların


90

bertaraf edilmesi için daha etkin bir çalışmada bulunulması gerektiği konusunda

ikazlarda bulunulmuştur. (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 81)

I. Uluslararası İlişkiler

Sendikanın bu süreçte dış ilişkilere özel önem verdiği görülmektedir. PSI ile olan

eğitim alanındaki işbirliği sendikaya teknik olanaklarında sağlanması konusunda

destek olmuştur. Eğitim için sağlanan aracın dışında fotokopi makinesi PSI

tarafından sendikaya hibe edilmiş, ayrıca bir matbaa kurulması konusunda da

anlaşmaya varılmıştır. Çorum işçilerinin yürüyüşü sırasında başta PSI olmak üzere

uluslararası alanda sendikaların gündemine bu sorunu taşınmış, hükümete baskı

yapmaları konusunda çağrılarda bulunulmuştur. Nitekim sendikanın bu çabası

önemli oranda sonuç vermiş, hükümete uluslararası sendikal kamuoyundan ciddi

tepkiler gelmiştir.

İ. İşverenler ve Siyasi Partilerle İlişkiler

Genel-İş’in örgütlü olduğu işyerlerinin büyük çoğunluğunun belediyeler olması,

işverenlerle ile siyasi partilerle olan ilişkilerinin iç içe geçmesini de beraberinde

getirmiştir. İşveren konumunda olan belediye başkanları aynı zamanda o bölgedeki

bir siyasal partinin temsilcisidir.

Türk-İş’in partiler üstü politikasının sendika tarafından benimsendiği bu dönemde,

sendikanın herhangi bir partiyi desteklediğine ya da desteklemediğine yönelik bir


91

görüşün açıklanmadığı görülmektedir. Bunun tek istisnası 1961 yılında kurulan

Türkiye İşçi Partisi’dir. Marksizm’e şiddetle karşı çıktığını her fırsatta dile getiren

sendika, TİP’e de bu temelde karşı çıkmakta, “azılı komünist” bir hareket olarak

nitelemektedir. “Milli dava”, “milli görev” gibi söylemlerle işçilerin ve işverenlerin

aynı çıkarlar doğrultusunda ülkeyi kalkındırma sorumluluğu olduğu görüşleri ileri

sürülmektedir. Abdullah Baştürk’ün kısa bir süre TİP üyeliği olsa da kendisi daha

sonra bunun büyük bir hata olarak açıklamış ve bundan sonra hep CHP üyesi olarak

kalmıştır. Tabi bu dönemde CHP’nin izlediği politikalar tek parti döneminde kalan

izlerle birlikte daha statükocu ve milliyetçi bir niteliğe sahiptir.

Belediyelerin ekonomik olanaksızlıklarına dikkat çeken sendika, mevzuat olarak

eskiyen Belediye Kanunu’nun değiştirilmesi gerektiği konusunda işverenleri haklı

bulmaktadır. Sendika, belediyelerin ekonomik olarak zor durumda olması

karşısında zaman zaman toplu sözleşmelerde tavizler vermek zorunda kaldıklarını

belirtmektedir.

“Sendikamız bu konuları açık olarak bildiğinden toplu iş sözleşmesi müzakerelerinde

işverenlerimize karşı özel sektöre nazaran toleranslı bir talep ve hatta zaman zaman taviz

politikası gütmektedir” (4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969: 88)


92

II. TÜRK-İŞ İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ: 1969-1975 DÖNEMİ

A. Sendikal Anlayış

1960’lı yılların sonlarından itibaren Genel-İş’in sendikal anlayışında belirgin bir

değişimin yaşanmaya başladığı da görülmektedir. Bu değişimde ülkedeki politik

atmosferin etkisi kadar işçi hareketinin mücadele pratiğinin de önemli etkisi

bulunmaktadır. Sosyal demokrat sendikacılık olarak ifade edilen bu anlayış, Türk-

İş’in partiler üstü ve uzlaşmacı sendikacılık anlayışı ile DİSK’in sınıf ve kitle

sendikacılığı anlayışı karşısında üçüncü bir yol arayışı olarak tanımlanabilir.

1960’ların sonlarına doğru giderek yükselen anti emperyalist gençlik hareketleri,

bununla beraber 1965 yılı seçimlerinde TİP’in 15 milletvekili ile Meclis’e girmesi

ve 1967 yılında kurulan DİSK’in işçi hareketi içerisindeki giderek artmaya başlayan

etkisi, sendikal alanda da yansımalarını bulmuştur. Türk-İş’in ise kuruluşunun ilk

yıllarından sonra CHP’den uzaklaşarak Adalet Partisi’ne ve politikalarına giderek

yakınlaşması Türk-İş içerisindeki sosyal demokrat sendikacılar tarafından

eleştirilmeye başlanmıştır. Türk-İş içerisindeki sosyal demokrat sendikacıların

başını ise Genel-İş Başkanı Abdullah Baştürk çekmektedir.

İşçi sınıfının örgütlü temsilcileri olan sendikaların salt üyelerine toplu sözleşmeler

yapma görevi olmadığı, ülkenin sorunlarına ilişkin de aktif olarak görev alması

gerektiği; bunun yolunun da siyasete etkin bir şekilde müdahale ve katılımdan

geçtiğini savunan sendika, Türk-İş içerisinde bu çizgiyi benimseyen sendikalarla


93

ortak raporlar yayınlamışlardır. Bu raporlarda bir yandan Türk-İş’in partilerüstü

politikası eleştirilirken bir yandan da ülkenin sanayileşmesinden tarım sorununa,

madencilikten eğitim sorununa kadar izlenmesi gereken siyasal, ekonomik ve sosyal

politikaların neler olması gerektiğine ilişkin görüşler açıklanmıştır. Bu görüşlerin

genel karakteri bağımsızlıkçı, milli, kalkınmacı ve sosyal bir yaklaşımı

içermektedir. Sosyal demokrasinin ise bu politikaların hayata geçirilebilmesi için

temel araç olduğu görüşü ileri sürülmektedir.

“Çalışan insanların da emeğin hakkını korumak, alınterlerine sahip çıkmak için aynı

bilinçlilik ve uyanıklık içine girmeleri gerekmektedir. Türk işçisinin savunacağı tek düzen

demokrasidir. Sosyal demokrasi ise onun özlemlerinin aracı olacaktır” (5. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1972 :18)

5. Genel Kurul Çalışma Raporu’nda bu görüş, “Sendikacılığın Hedefleri” başlığı adı

altında ifade edilmiştir. Ancak bu dönemde sendikanın işçilerin siyasete

müdahalesinde DİSK ile de aynı görüşte olmadığını özellikle vurguladığı

görülmektedir. Türk-İş’in partiler üstü politikasını eleştirirken sendikalara siyasal

parti amaçları yüklediğini iddia ettiği DİSK hareketi de yine aynı oranda

eleştirilmektedir.

“1- İşçilerin sermaye karşısında kendi ekonomik haklarını korumak için birleşmeleri ve

dayanışma örgütü kurmaları,

2) Sağlıkları yerinde iken çalışabildikleri sürece emeklerini korumasını başaran işçi

hareketi daha sonra çalışamaz hale geldikleri zaman da kendi geleceklerinin teminat
94

altına alınmasını istemişlerdir. Bunun için yine sendikalarıyla sosyal güvenlik

haklarının tanınmasının mücadelesini yapmışlardır.

3) Dünyanın özgür ülkelerindeki sendikacılık bu iki hedefine ulaştıktan sonra görmüştür

ki hukuk teminatı altında görünmek kendi sorunlarını temelli çözümlere

kavuşturmamaktadır. Ekonominin ve siyasal hayatın egemen güçlerinin bir elleriyle

verdiklerini öteki elleriyle geri almaktadır. Bu boşluğun doldurulması yani gerçekten

demokratik bir yöntem kurulabilmesi için işçi sınıfıyla birlikte diğer çalışan zümrelerin

de ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasal karar ve icra organlarında kendi ağırlıklarınca

temsil edilmeleri gereklidir. Dünyanın özgür sendikaları bu gereğe işçi hareketinin

siyasal hareketi demektedirler.

Bu üç amacı bir arada düşünmeyen ya da bunlardan yalnız birisine sahip çıkıp ötekileri

ihmal eden bir işçi hareketi, kısa zamanda gücünü yitirmeye, toplum içinde kendisine

düşen dinamik rolü oynama kabiliyetini inkara ve sınıfsal çıkarına olduğu kadar

toplumun tüm çalışan kitlelerine öncülük etmek olan tarihi ödevine ihanet etmeye

mahkumdur.

Öte yandan ilk iki görevini bir yana bırakıp yani işçilerin ekonomik ve sosyal çıkarları

için sermaye ve işverenler karşısında pazarlık gücü olma, bunun gereklerini yerine

getirme işini bir kenara bırakarak, sadece siyasal güç olma amacını gerçekleştirmeye

çalışan işçi hareketleri de sendikacılığı terk edip siyasal birer parti niteliğine girerler.

Türkiye’de böyle çelişkili durumlar son üç yıllık dönemde görülmüştür.” (5. Genel

Kurul Çalışma Raporu, 1972:50-51)

B. Türkiye ve Dünya Değerlendirmesi

Sendikanın 5. Genel Kurulu’nu topladığı 1972 yılından kısa bir süre önce 1971

Askeri Muhtırası ile Hükümet’e görevden el çektirilmiş ve Anayasa askıya


95

alınmıştı. Sendika 1971 askeri müdahalesinin başta ABD olmak üzere dış güçlerin

ve ülke içindeki başta sermaye sınıfı olmak üzere yönetim kademelerindeki aydın

bürokrat kesim tarafından planlanmış bir müdahale olduğu görüşündedir. Radikal

solun ise eylemleri ile bu kesimlerin amaçlarına ulaşmalarında yardımcı olduğu ileri

sürülerek eleştirilmektedir.

“Gerçekten halkın iradesini serbestçe ortaya çıkması için halkın uyandırılması ve kendi

iktidarını kuracak şekilde örgütlenmesini isteyen “sosyal demokrat” düşüncedeki aydınlar

ise her iki tarafın kıskacı arasında sıkıştırılmış idi. Aşırı sol ile kapitalist sağ bu paralelizm

içinde buluşunca 1961 Anayasa’sının öngördüğü geniş özgürlükler ve haklar ortamının

zehirlenmesi için zaman zaman ortak taktikler kullanmaya başlamışlardı” (5. Genel

Kurul Çalışma Raporu,1972:9)

DİSK ve Türk-İş başta olmak üzere birçok sendikanın 1971 Muhtırası’nı

destekleyen açıklamaları düşünüldüğünde, Genel-İş’in bu dönem, muhtıraya ilişin

eleştirel değerlendirmesi önemlidir. Ancak burada aşırı sol olarak nitelediği

sosyalist hareketlerin 1971 müdahalesine zemin hazırladıkları tespitiyle örtülü bir

haklılık payı da tanıdığı belirtilmelidir.

Genel-İş’in de içinde bulunduğu sosyal demokrat sendikacılar hareketi bu dönem

“Türk İşçi Hareketi İçin Sosyal Demokrat Düzen” isimli bir rapor yayınlamışlardı.

Raporda bir yandan Türk-İş yönetimine eleştiriler getirilirken bir yandan da

Türkiye’nin temel sorunları üzerine izlenmesi gereken politikalar açıklanıyordu.

Genel-İş’in de savunduğu ve toplam 400 sayfaya yaklaşan bu rapor, esas olarak

sosyal demokratların somut önerilerinin geniş takdimi niteliğindedir. Raporda


96

eğitim, kalkınma ve sanayileşme, yeraltı kaynakları, yabancı sermaye, dış ticaret,

tarım ve toprak, mali sermaye ve bankacılık, toplumsal hayat ve sosyal güvenlik ve

yönetimin yeniden düzenlenmesi konularında ülkenin bağımsızlığı ve iktisaden

kalkınması amaçlarına yönelmiş bulunan çeşitli reformcu ve sosyal adaletçi

görüşler ortaya konulmuştur. (Işıklı, 1990: 375) Rapordaki görüşler Ecevit’in temsil

ettiği “ortanın solu” görüşleri ile de örtüşmektedir.

Rapora göre; toplumun kalkınması için önerilen ekonomik modelin temeli karma

ekonomiye dayanmakla beraber, ağırlığı kamu kesimine kaydırılmış olacaktır. Bu

modelde devlet, kooperatiflerden ve şirketlerden oluşan kitle teşebbüsü ile özel

teşebbüs “üçlü üretimi” meydana getireceklerdir. Devlet, yatırım malı üreten

tesislerin büyük kısmını, makine yapan makine sanayisini ve ayrıca zaruri tüketim

malları üretiminin önemli bir kısmını elinde tutacak ya da bu kuruluşlara müdahale

yetkisini elinde bulunduracaktır. Ekonomik gücün, devletten ve özel teşebbüsten

çok, çalışanların üretime katkıda bulunanların elinde biçimini kazanacağı görüşü

savunulmaktadır.

Raporu hazırlayanlar Marksizm’e karşı olduklarını da açıkça belirtmektedirler.

“Marksist-Leninist teori ve bunlara eklenen Maoist uygulamalar, Türk işçi hareketinin

benimseyebileceği bir model değildir. Olamaz da. Ulusal koşullarımız, tarihsel

geleneklerimiz, sosyal devrimlerimiz, az gelişmişlikten kurtulmak için toplumca

vazgeçilmez değerler olarak saydığımız özgürlüklerimizle, bu modeli taklit etmemize

imkan ve gerek yoktur” (Işıklı, 1990: 405)


97

Sendikanın üzerinde durduğu diğer bir konu ise işçi sınıfı ile diğer emekçi

kesimlerin mücadelesinde ittifakların kurulmasının önemidir. Bu dönemlerde işçi

sınıfın öncelikle tarım kesimi olmak üzere emekçi kesimlerle ittifakı sağlayacak bir

yönelişe girmesi gerektiği, bu konuda özellikle tarım işçilerinin sigortalı olma

hakkını işçi sendikalarının da savunması gerektiği belirtilmektedir.

“Türk işçi sınıfını bekleyen önemli ve tarihsel bir görev daha vardır. Bu da kendisi dışında

kalan ve demokratik düzenin ayakta kalması bakımından ittifak zarureti bulunan öteki emek

gruplarının sosyal refah ve güvenliğini sağlamada şimdiki tavrın değiştirilmesidir. Şimdiye

kadar, köylülerin, toprak işçilerinin, küçük memur ve öğretmenlerin ekonomik sosyal

güvenlikleri açısından giriştikleri hiçbir hareket işçi sendikaları tarafından ilgiyle

izlenmemiş, kendi faaliyet gündemlerinin konusu yapılmamıştır. Bu yüzden sendikalar

toplumun öteki emek gruplarına yabancılaşmış, elde ettiği anayasal hak ve özgürlüklerini

kullanırken fazlasıyla egoistçe davranmıştır. Bu durum, işçilerle, içlerinden bir süre önce

çıkıp geldiği köylüler arasında belirli ölçülere sürtüşmelere kaynak olmuştur. Sosyal

güvenliklerini dikey olarak genişletme mücadelesi yapan sendikalar, daha bir kaç yıl önce

terk edip geldikleri köylerdeki topraksızların, işsizlerin ve ırgatların sorunlarına eğilme

olanağı ve ihtiyacı duymadığı içindir ki, aynı yapı ve dokudaki insanlar arasında, adaletsiz

düzenden doğan dengesizlikler nedeniyle önemli uçurumlar meydana gelmiştir.”(6. Genel

Kurul Çalışma Raporu , 1972:24)

İşçi sınıfı ile tarım kesiminin ittifaklarının sağlanmasının başlangıcı olarak da

örgütlenmiş ücretlilerin kendi gelirlerinden belli bir miktarını, örneğin %2-3’ünü

tarım kesimi emekçilerinin sosyal güvenlik fonlarının oluşmasına aktarılması

önerilmektedir.(6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972: 25)


98

C. Çalışma Hayatı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirme

1969 ve 1970 yılları işçi hareketinde grev ve grev dışı eylemlerde artışların olduğu

bir dönemdir. Şüphesiz bunda DİSK’in işçi hareketi içerisinde giderek artan

etkisinin de önemli bir rolü bulunmaktadır. DİSK’in işçi hareketi içerisindeki

mücadeleci tutumu, Türk-İş’e bağlı sendikaları da etkilemiş, bir anlamda sendikal

rekabet mücadele üzerinden şekillenmiştir.

Bu dönemin en önemli gelişmesi ise hükümetin 274 ve 275 sayılı yasalarda yapmak

istedikleri değişiklik ve buna tepki olarak gelişen 15-16 Haziran eylemleridir.

Yapılmak istenen değişiklik; sendikaların toplu sözleşme yapabilmeleri için

işkolundaki toplam işçi sayısının en az %30’unun o sendikanın üyesi olmasını

öngörüyordu. Güçlü sendikaların oluşması ve sarı sendikaların önüne geçilmesi gibi

gerekçelendirilse de bu düzenleme esas olarak DİSK’i etkisizleştirmeye yönelik bir

girişimdi. Bu kanun tasarısına başlangıçta CHP’nin de desteği bulunmaktaydı.

Türk-İş’in 8. Genel Kurulu’ndan sonra, AP ile Türk-İş yakınlaşması giderek

belirginleşirken, CHP Türk-İş’in hazırladığı 274 ve 275 sayılı Kanunlarla ilgili

değişiklik tasarılarını geniş ölçüde CHP’li sendikacıların etkisiyle önceleri

desteklediği halde, sonrasında Anayasa’ya aykırı bulmaya başlamıştır. Denilebilir ki

CHP yöneticilerinin, Türk-İş’i etkilemek imkanından yoksun bulundukları

kesinlikle ortaya çıktıktan sonra DİSK’i tasfiyeye ve Türk-İş’e ayrıcalıklar

tanımaya yönelmiş bulunan bu kanunlar karşısındaki tutumları değişmiştir. (Işıklı,

1990: 372) Genel-İş Genel Başkanı Abdullah Baştürk de bu dönem CHP


99

milletvekili olup, tasarının hazırlanmasında diğer sendikacı milletvekilleriyle

birlikte çalışmıştır. Sendika bu dönemde her ne kadar Türk-İş’i eleştirse de DİSK’e

yönelik tutumunda bir değişiklik olmamıştır. DİSK’i sendikacılığı paravan olarak

kullanıp bir takım siyasal emellerine alet eden bir hareket olarak tanımlamaktadır.

Genel-İş’in 5. Genel Kurul Çalışma Raporu’nda DİSK ve 15- 16 Haziran

eylemlerine ilişkin değerlendirmeleri bu anlamda dikkate değerdir.

“Türk-İş içinde, sendikacılığın ekonomik ve sosyal hedeflerine ulaşmadan işçiye kendi

haklarının sendikalar eliyle sağlandığı kanısı ve güvenirliği vermeden aktif politikada görev

vermek isteyen bir grup sendikacı çıkmıştır. Bunlar daha sonra DİSK adı altında yeni bir

örgüt kurmuşlardır. Ancak bu örgüt kurulur kurulmaz daha önce faaliyete geçen ve

yönetimi aydın bürokrat kadronun elinde bulunan Türkiye İşçi Partisi için bir çeşit kurucu

kuvvet, bir militan kadro olarak kullanmak istenmiştir. Daha doğrusu, parti ile sendika

birbirlerine kaynaşmış, birbiri içinde erimiştir. Böylece büyük işçi kitlelerinin ekonomik ve

sosyal haklarının alınması ve korunması gibi, klasik sendikacılık görevleri geri plana

itilmiştir.

Sendikalı işçinin kendi ekonomik ve sosyal çıkarlarıymış gibi gösterilen hedefler, siyasal

partinin kendi oy gücünü ve psikolojik etkisini arttırmak için planladığı birer taktik olarak

uygulanıyordu. Bu yüzden 1970 Haziran ayı ortalarında, İstanbul çevresinde DİSK

tarafından siyasal amaçlı bir eylem başlatılmıştır. Kısa zamanda yaygınlaşan bu 16 Haziran

eylemlerinin direkt hedefi sendikal haklar olmadığı gibi, hareketin dirijanları da sendikal

nitelikli yöneticilerden çok, siyasal parti ve bazı aşırı gençlik liderleriydi.

Türk işçi hareketinin büyük gövdesi olan Türk-İş’in kendi arasındaki ihtilaflardan sonra

kopan bu siyasal eğilimi önde gelen sendikacılar, kısa zaman sonra, sendikalizmi, tıpkı

Fransa ve İtalya’da görülen örneklerindeki gibi, politik partilerden planladıkları faaliyetlere


100

alet etmişlerdir. Sayıca az olmalarına rağmen, çok ciddi bir eğitimden geçirilen, iyi

örgütlenen bu küçük grubun hareketi, zamanın siyasal iktidarı tarafından sıkıyönetimle

bastırılmıştır. Fakat 16 Haziran olaylarını izleyen dönemde, iktidarın uyguladığı yanlış

politikalar, özellikle sendikalar kanununda yapmak istediği değişikliklerin gerekçesini,

DİSK’in imha etme amacına dayatması, işçi hareketi içinde, bu harekete gizli bir

sempatinin uyanmasına yol açmıştır. Öte yandan, açıktan açığa bir siyasal partinin organı ve

vurucu kuvveti halinde kullanılan işçiler, çeşitli siyasal mihrakların etki alanına

alınmışlardır.”(5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972: 53-54)

İşkolları Yönetmeliği’nde bu dönem yeniden bir düzenleme yapılmıştır. Ecevit

hükümetinin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra, İşkolları Yönetmeliği’nde

Genel-İş lehine bir düzenleme yapılarak, daha önce genel işler işkolu kapsamından

çıkarılan elektirik, su, hava gazı ve otobüs işyerleri yeniden işkolu kapsamına

alınmıştır. Bu düzenlemede sendika ve CHP arasındaki yakın ilişkinin önemli etkisi

vardır. 17 Şubat 1974’de Resmi Gazete’de yayımlanan yönetmeliğe göre artık

belediyelerdeki sağlık işleri dışındaki bütün işyerleri genel hizmetler iş kolu

kapsamına alınmıştır. Yönetmeliğin değiştirilmesi üzerine, Türkiye Ulaştırma

İşçileri Sendikası, Tes-iş, Türkiye Birleşik Gıda Sanayi İşçileri Sendikası ve

Tümtis, Danıştay’a dava açmış ancak Danıştay, yönetmeliğin Yasa’ya uygun

olduğuna karar vermiştir. (Genel-İş Emek Dergisi, 1975 :8-10)

D. Örgütlenme Çalışmaları

Genel-İş Sendikası’nın 5. Genel Kurulu 22-24 Nisan 1972 tarihinde toplanmıştır.

Bu genel kurulda sendikanın üye sayısı 43.142’ye ulaşmıştır. Genel Kurul’da


101

Abdullah Baştürk yeniden Genel Başkan seçilirken, Ertan Andaş ve Mustafa Sığan

Genel Başkan Vekilliği, Hasan Okyar Genel Sekreterlik, İsmail Özbiçer ise Mali

Sekreterlik görevlerine seçilmişlerdir.

Sendika 5. Genel Kurulu’nda tüzüğün partilerüstü politikasını ifade eden

maddesinde değişiklikler yaparak, Türk-İş’le olan ayrışmasını tüzüksel bir niteliğe

de büründürmüştür. Tüzüğün “Amaç ve İlkeler” başlığını taşıyan 3. maddesindeki

partilerüstü politika izlenmesi hükmü değiştirilerek;

“Gücünü ve kaynağını Cumhuriyet Anayasasının, sosyal, ekonomik ve siyasal hak ve

özgürlüklerinden alan Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası;

Çalışan insanlarımızın tümünün tam mutluluğa erişmesi imkanını, milli, laik, sosyal

demokrat bir hukuk devleti düzeninde gören işçilerin toplandıkları bir dayanışma

kuruluşudur.

Atatürk devrimlerini red ve inkar eden, yahut sosyal demokrat toplum düzenini savsaklayan

veya engellemeye çalışan sosyal kuruluş ve siyasi partiler karşısında kendi bağımsızlığını

koruyacağı…”(Genel-İş Emek Dergisi, 1972 :169:2)

Tüzükte yapılan bu değişiklik, partilerüstü politikanın reddi ifadesinden daha çok,

sendikanın sosyal demokrat bir politikayı benimsediğinin açık ilanı olup, bir

anlamda Türk-İş’e karşı yapılmış bir düzenleme niteliğindedir.

İşkolları Yönetmeliği’ndeki, tanımlamadan kaynaklanan sorunların gerekli

düzenlemelerin yapılmasının ardından çözüldüğü görülmektedir. Düzenlemeye

göre; “Yönetmelikte yer almayan işlerde çalışıp da, Sendikalar Kanunu’na göre işçi
102

niteliği taşıyanlar ile Belediyelere bağlı işyerlerinde yapılan (özel yasalarla

kurulmuş su, elektrik, gaz, otobüs, tramvay, troleybüs, metro, tünel vb. işler hariç)

her türlü işler” genel işler işkolunda kabul edilmiştir.

İşkolları Yönetmeliği’nin kesinleşmesinden sonra daha önce Genel-İş çatısında

örgütlenmiş çeşitli işyerlerinde çalışan işçiler diğer sendikalara yönlendirilmişlerdir.

Bu dönemde de çeşitli işyeri sendikalarının Genel-İş bünyesine katılımlarının

sürdüğü görülmektedir.

Bu dönemde sendika, Kayseri Belediyesi, Ankara Belediyesi Antalya, İstanbul,

Geyve, Bitlis ve Seydişehir belediyelerinde bir kez ve İzmir Belediyesi’nde iki

(1972-1974) olmak üzere toplam dokuz grev uygulamıştır. Bu grevlerden 1972

yılında İzmir Belediyesi’nde gerçekleştirilen grev anlaşmayla sonuçlanmış, Ankara

Belediyesi’ndeki grev Kıbrıs Harekatı nedeniyle sendika tarafından ertelendikten

sonra anlaşmayla sonuçlanmış, diğer grevler ise resmi makamlarca ertelenmiş ve

yasaklanmıştır.

1972 yılından sonraki süreçte sendikanın örgütlenme çalışmalarının hızla arttığı

görülmektedir. Nitekim, 6. Genel Kurulu’nu topladığı 22-24 Nisan 1975 tarihinde

sendikanın üye sayısının 100.000’e ulaşmış olduğu görülmektedir. Üye sayısındaki

bu hızlı artışın arkasındaki etmenlerden biri de 1973 yılında yapılan yerel

seçimlerden CHP’nin büyük oranda başarıyla çıkmasıdır. Başta Genel Başkan

Baştürk olmak üzere sendikanın CHP ile olan siyasal ilişkileri sayesinde, CHP’nin
103

kazandığı belediyelerde daha hızlı örgütlenme olanağı bulduğu gözlenmektedir. Bu

noktada sendikanın çabalarının yanı sıra belediye yönetimlerinin de işçileri Genel-

İş’e üye olmaları yönünde teşvik ettikleri söylenebilir. Genel Kurul’da Baştürk

yeniden Genel Başkan seçilirken yönetim kurulu üyeliklerinde ve görevlerinde

herhangi bir değişiklik olmamıştır.

Türk-İş ile Genel-İş arasındaki görüş ayrılıklarının giderek belirginlik kazanması,

CHP’li sosyal demokrat sendikacıların Türk-İş yönetimin dışında kalması ve işçi

hareketi içerisinde DİSK’in artan etkisi Genel-İş bünyesinde de Türk-İş’te kalmanın

artık gereksiz olduğu yönünde çeşitli tartışmaların yaşanmasına neden olmuştur.

Bununla beraber bu dönem DİSK’e yönelik çeşitli eleştiriler ve kaygılar da devam

etmektedir.

Genel Kurul’dan yaklaşık iki ay sonra 26 Haziran 1975 tarihinde sendika Merkez

Yönetim Kurulu yaptığı toplantıda oybirliğiyle Türk-İş’ten ayrılma kararı almıştır.

Baştürk bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada “Türk-İş işçi sınıfının ekonomik,

sosyal ve siyasal haklarına ihanetin ders kitaplarına geçecek kadar parlak

örneklerini vermiştir” demiştir. (Genel-İş Emek Dergisi, 1975 :9)

Sendika Türk-İş’ten ayrılma gerekçesini sekiz ana başlık etrafında toplamıştır:

1- Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal bunalımın

bir patlama noktasına gelmesine karşı, Türk-İş’in işçi sınıfı bilincinden

uzak biçimde suskunluğunu sürdürmesi,


104

2- Sınıfsal amacından saptırılarak, salt işverenlere karşı bir göstermelik

genel grev havası verilen İzmir’deki genel grev uygulamasının bir şike

grev niteliğine bürünmesi ve uygulanan genel grev uygulamasının

ardından, Türk-İş’in bu grevin işçi sınıfının yararına getirmesi gereken

sonuçların izleyicisi olmaması,

3- Türk-İş’in işçi sınıfını tek kasa ve tek üst örgütte toplayıp

güçlendirmek, sayısı azaltılmış işkolları düzeyinde sendikalaşmayı

sağlamak yolunda olumlu ve ciddi hiçbir çaba göstermemesi, aksine işçi

sınıfı çıkarına bu ilkeleri yok sayması ve sendikaları parçalama yollarını

tutarak sınıf mücadelesini zaafa uğratması,

4- Ülkemizde yürürlükte olan kapitalist sömürü düzeninin, yıkılarak işçi

sınıfının öngördüğü toplum düzenini kurmada işçi sınıfına düşen tarihi

görevi savsaklayıp göz ardı etmesi,

5- En üst düzeyde bir işçi örgütü olmasına karşılık, sermaye ve çıkar

çevreleri bunların siyasal örgütleriyle ile içli dışlılığını sürdürerek

uzlaşmacılığını kanıtlaması,

6- İşçi sınıfının siyasal bilincini geliştirmek konusunda eğitsel hiçbir

çaba göstermemesi, sınıf bilinci eğitimini amaçlayan programları sabote

etmesi,

7- Siyasal partiler karşısında sözüm ona bir tarafsızlık güttüğünü iddia

ettiği halde sürekli olarak kapitalist kuruluşlardan yana tavır koyması

ülkemizde özgürlüklere, ulusal bağımsızlık ilkesine ve demokratlaşmaya


105

dayalı siyasal programlara sırt çevirerek, demokratik kitle ve emekçi

örgütleriyle hiçbir eylem ve ilke birliğine girmeyişi,

8- Faşizan bir politikanın ülkemizi anarşik bir ortama itmesi, kardeşin

kardeşe kıymasına yol açması, bu tutumdan işçi sınıfının çıkarlarının

geniş ölçüde zedelenmesi karşısında, MC iktidarının aklını başına

getirecek hiçbir ciddi eylem ve işlemde bulunmaması sonunda,

Yöneticileri elinde izleye geldiği politikanın, işçi sınıfının ve emekçi

çoğunluğun çıkarlarına karşı bir ihanet çizgisinin gelmiş bulunduğunun

saptanmasıyla,

Bu kuruluşta üye olarak kalmanın, işçi sınıfının bilincinde olan işçiler ve

sendikaları onursuzluk çukuruna iteceği” (7. Genel Kurul Çalışma Raporu,

1978:174-175)

Merkez Yönetim Kurulu aldığı karar doğrultusunda 3 Ağustos 1975 tarihinde

Ankara’da Olağanüstü Genel Kurulu toplayarak Türk-İş den ayrılma karar önerisini

görüşmüştür. Genel kurula katılan 226 delegenin 223’ünün olumlu oyuyla

Sendika’nın Türk-İş’ten ayrılma kararı alınmıştır.

Faaliyetlerini dokuz ay kadar bağımsız sürdüren sendika, 5 Haziran 1976 tarihinde

bir kez daha olağanüstü genel kurulu toplayarak DİSK’e katılma kararı almıştır.
106

E. Toplu Sözleşme Çalışmaları

Sendika bu dönemde merkez bürosu ve şubelerin önerileri doğrultusunda taslak

sözleşmelerinde belirli değişikliklere gitmiştir. Özellikle ücret artışları konusunda

ülke ve il düzeyinde fiyat artışları belirlenmiş ve böylece istenilen zam

miktarlarının maddi temele kavuşturulması amaçlanmıştır.

İşyerlerinin tümünde kurulacak Disiplin Kurullarına işçi alma ve işten çıkarma

yetkileri verilmiş, böylece işverenlerin dilediği zaman işçi çıkaramamaları ve

Disiplin Kurulu kararının zorunlu tutulduğu bir düzenleme de toplu sözleşmelere

konulmuştur. Ayrıca bu dönem imzalanan toplu sözleşmelere, sözleşmenin

yürürlüğe girdiği tarihten itibaren işyerlerinde Emekli Sandığı’na bağlı olarak

çalışanların işçi statüsüne geçirilmeleri sağlanmış, ayrıca yeni alınacak işçilerin de

memur kadrosunda çalışmaları önlenmiştir. Sendika böylece işçi-memur

ayrımından kaynaklanan sorunları toplu sözleşme yoluyla çözümlemeye çalışmıştır.

(6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1975:133)

F. Eğitim Çalışmaları

Sendikanın bu dönemdeki eğitim çalışmaları, sendikal anlayışındaki değişimlere

paralel olarak gerçekleşmiştir. Sendikanın öne çıkardığı en temel fikir olarak

sendikaların ve işçilerin siyaset dışı kalamayacakları, aksine siyasete daha fazla

müdahale etmesi gerektiğiydi. Sendika eğitim politikasının amaçlarında da buna

özel olarak vurgu yapıyordu.


107

“Artık daha fazla gecikmeden ulaşılması gereken hedef, ‘İşçilerimiz ve tüm çalışan

insanlarımızın işbirliği içine girerek, ülkemizin kalkındırılması, milli gelirinin arttırılması

ile bu gelirin daha adaletli bir biçimde bölüşülmesi konusunda, kendi ağırlıklarını koymak’

olacaktı bunun herkesçe bilinen bir deyimle ifadesi çalışan sınıfların kendi ağırlıklarınca

siyasal, sosyal ve ekonomik politikada söz sahibi olmak üzere örgütlenmesidir.” (5. Genel

Kurul Çalışma Raporu, 1972 :82)

Tüm işçiler, bilinçlenmeye, yani kendi ekonomik ve sosyal çıkarlarıyla birlikte,

toplumun bütününü ilgilendiren kalkınma modelini tespit ve üretim araçlarının

kullanılması kararını vermede söz sahibi oluncaya kadar, sürekli ve ciddi bir

eğitime ihtiyaç olduğu, bilinçlendirici eğitim tamamlandıktan sonra, sosyal

demokratik düzeni kurma çabasının nasıl şekilleneceğine gene Türk işçisinin karar

vereceği görüşü belirtilmektedir. (5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972 :88)

Genel-İş’in de içinde yer aldığı Türk-İş içerisindeki sosyal demokrat sendikacılar

hareketi, hazırladıkları Sosyal Demokrat Düzen raporunun bütün sendikalarda

eğitim programı olarak uygulanmasını kararlaştırdı. Nitekim sendika, bu konuyla

ilgili olarak öncelikle sendikaların yönetici kadrolarına bir eğitim vermiştir. Eğitim

konuları Sosyal Demokrat Düzen isimli raporun konu başlıkları çerçevesinde

olmuştur. İlk bölümde Sendikacılığın Dünü Bugünü ve Yarını konusu işlenmiş

burada ağırlıklı olarak Türk-İş’in partiler üstü politikası eleştirilmiş, diğer yandan

da DİSK’e yönelik görüşler ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Türkiye’nin Sorunları

başlığı etrafında, eğitim, toprak ve ekonomisi, sanayileşme ve kalkınma, yeraltı

servetleri, dış ticaret, mali sermaye, Sosyal güvenlik düzeni konuları yönetici ve

temsilcilere anlatılmıştır.
108

Sendika bu dönemde ayrıca yeni bir eğitim projesi planlamıştır. Bu projenin üç

amacı olduğu belirtilmektedir:

1- Sendika yönetim kadrolarının hazırlanması

2- Yarım kalmış eğitimi tamamlamak: Akademik eğitimlerini zorunluluklar

nedeniyle bırakmak durumunda kalan işçilerin eğitimlerini tamamlamalarını

sağlayacak olanakların yaratılması

3- İşçi çocuklarına imkan hazırlamak: Başarılı öğrencileri lise ve

yükseköğrenim imkanlarını hazırlamak. Ayrıca işçi koleji ve İşçi akademisi

projelerini hayata geçirilmesi.

Bu projenin hayata geçirebilmesi için sendika, İzmir/Urla’da 70 dönümlük bir arazi

satın almıştır. Bu arazide, büyük bir dinlenme ve eğitim sitesinin kurulmasının

amaçlandığı belirtilmektedir. (5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972 : 92-93) Ancak

bu proje hayata geçirilememiş olup söz konusu yer bugün hala arsa olarak sendika

üzerinde durmaktadır.

Bu dönem hazırlanan yayınlar ise: “Türk İşçi Hareketinde Sosyal Demokrat

Düzen”, “Türk Sendikacılığının Düzeni”, “1475 Sayılı İş Kanunu”, “274 Sayılı

Sendikalar Kanunu”, “İnsan Gücü ve Eğitim”, “Asgari Ücret Raporu”, “Sendikal

Amaçlarda Yeni Aşamalar”, “Sosyal Güvenlik ve Ücret Düzeni”, “Eğitim ve

Toprak Reformu” isimli kitap ve broşürlerden oluşmaktadır.


109

Yine bu dönemde Genel-İş Emek Dergisi düzenli olarak çıkmaya devam etmiştir.

Dergi, 1972 yılında 15.000, 1975 yılına gelindiğinde ise 23.000 adet basılmaktadır.

G. Grev ve Eylemler

1970 ve öncesi dönemde hareketli bir dönem geçiren Genel-İş’in 1971 sonrası

dönemde grev ve eylemlerinde bir azalmanın yaşandığı görülmektedir. Bunun en

önemli nedeni 1971 Askeri Muhtırası ve Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelerdir. Ülkedeki

politik atmosfer işçi hareketini de doğrudan etkilemiştir. Bununla beraber

sendikanın bu dönem ikisi İzmir Belediyesi’nde olmak üzere, Antalya, Kayseri,

Ankara, İstanbul, Geyve, Bitlis ve Seydişehir belediyelerinde grev uygulamasına

gittiği görülmektedir. Bu grevlerin tamamı toplu sözleşme görüşmelerinde

anlaşmazlığa düşülmesi nedeniyle gerçekleşen menfaat grevleridir. Yine bu dönem

gerçekleşen grevlerin büyük çoğunluğunun Bakanlar Kurulu ya da Sıkıyönetim

Komutanlıkları’nca ertelendiği de görülmektedir. Ankara Belediyesi’ndeki grev ise

Kıbrıs Harekatı nedeniyle sendika tarafından durdurulmuştur.

Bu dönemde gerçekleşen grevlerden en önemlileri İzmir Belediyesi ve İstanbul

İETT grevleridir.

1. İzmir Belediyesi Grevi

İzmir Belediyesi ile toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması

üzerine, sendika 8 Ekim 1974 tarihinde grev kararını uygulamaya koymuştur. Grev
110

belediyeye bağlı 13 işyerinde toplam 2600 işçinin katılımıyla başlamıştır. İzmir

Belediyesi’nin de CHP’li olması ve Başbakan’ın da Bülent Ecevit olması nedeniyle

bu grev basında daha çok sol bir belediye ile sol bir sendikanın çekişmesi olarak

yansımıştır. Nitekim daha öncesinde sendikanın Ankara, İstanbul ve İzmir

belediyelerinde grev kararı aldığını açıklaması üzerine Başbakan Bülent Ecevit’in

girişimleriyle, belediye yöneticileri, sendika yetkilileri ve Çalışma Bakanı Önder

Sav başkanlığında biraraya gelinmiş ve burada bir protokol imzalanmıştır. Nitekim

belediye ve CHP imzalanan protokole rağmen sendikanın greve çıkmasını

eleştirmiştir. Sendikanın greve çıkmasından dolayı, Başbakan Ecevit sendikacıların

kendilerini yanılttıklarını belirtirken, Belediye Başkanı İhsan Alyanak Ankara’da

anlaşmaya vardıklarını ancak sendikacıların iki saat sonra fikir değiştirdiklerini

belirtmiş, “Bunun altında büyük bir oyun var. Bir sendika Türkiye’nin siyasetine el

koymuş durumdadır” açıklamasını yapmıştır. Sendika Başkan Vekili Ertan Andaş

ise grevin nedeni olarak, “1. yıl için 25, 2. yıl için 20 lira ücret zammıyla, günde 10

liralık sosyal yardım istediklerini ancak belediyenin bunun kabul etmediğini”

belirtmiştir.

Grev ilk günden kent yaşamını olumsuz etkilemiş, cadde ve sokaklarda yığınla çöp

birikmiştir. Arabuluculuk çalışmalarının da sonuç vermediği grevde, Sendika ayrıca

işçilerin grevden önce hak ettikleri ikramiyelerin ödenmesini talep etmiş, aksi

taktirde bütün işçiler adına alacak davası açacaklarını belirtmiştir.


111

Grev 16 Ekim 1974 tarihinde İzmir ve Balıkesir Bölgesi Sıkıyönetim

Komutanlığı’nca yayımlanan 6 numaralı bildiriyle halk sağlığını tehdit ettiği

gerekçesiyle ikinci bir emre kadar durdurulmuştur.

Karara sendika tepki göstererek “Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit’in sağlamış

olduğu işçi haklarının ve hukuk sınırları içinde özgürlükçü demokrasinin var

olduğuna inanmak istediğimiz bir düzende böylesi tek yanlı bir kararı sakıncalı

bulmaktayız.” denilmiştir.

Daha sonra Başbakan Ecevit’in talimatıyla Ankara’ya gelen Belediye Başkanı,

Çalışma Bakanı’nın da arabuluculuk yapması ile sendikayla bir kez daha masaya

oturarak anlaşmaya varmıştır. Anlaşma üzerine grev 1 Kasım 1974 tarihinde sona

ermiştir. (6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1975:131)

2. İETT Genel Müdürlüğü Grevi

İETT işyerlerinde örgütlü olan iki sendikadan birisi olan Genel-İş, işverenin toplu

sözleşme görüşmelerini başlatmaması nedeniyle Topkapı Garajı ile Şişli Bilet

Kırtasiye birimlerinde greve gidileceğini açıklamıştır. Genel Başkan Vekili Ertan

Andaş yaptığı açıklamada grevin nedeninin toplu sözleşme görüşmelerine

yanaşmayan işveren olduğunu belirtmiştir. “Genel Müdürlük sarı sendikacılığı

teşvik etmekte, çalışanlar üzerinde baskı ve terör uygulayarak özgür sendikacılık

ortamından uzaklaşmaktadır” denilen açıklamada şimdilik üç birimde başlayacak

grevin ileriki günlerde diğer birimlerde de uygulanacağı belirtilmiştir. Sendika daha


112

önce aldığı karar doğrultusunda grevi belirtilen işyerlerinde 14 Ocak 1975 tarihinde

392 işçinin katılımıyla greve başlatmıştır. Grevin başlaması üzerine İETT Genel

Müdürlüğü, grevin kanunsuz olduğu, ancak gerekli tedbirlerin alındığı, ulaşımda

herhangi bir aksama olmayacağı yönünde bir açıklama yapmıştır. İETT Genel

Müdürlüğü ayrıca grevin durdurulması talebiyle İstanbul 4. İş Mahkemesine

başvurmuş, mahkemede bu başvuruyu kabul ederek grevin durdurulmasına karar

vermiştir. Bunun üzerine sendika yaptığı itirazla grevin durdurulamayacağına

yönelik bir karar almış ve 18 Ocak’ta yeniden başlamasını sağlamıştır.

Şubat ayında grev, Şişli Merkez Atölyesi, Şişli Troleybüs Atölyesi ve Troleybüs

Deposu işyerlerinde de başladı. Greve gidilen işyerlerinin genişlemesiyle beraber

greve katılan işçi sayısı 1460’a ulaşmıştı. Ayrıca grev nedeniyle tüm İstanbul

genelinde özellikle ulaşım hizmetleri önemli ölçüde aksamaya başladı. Bu durum

halkla grevci işçilerin karşı karşıya gelmesine neden olan olaylar yaşanmasına

neden olurken, 20 Şubat tarihinde Şişli Meydanı’nda vasıta bekleyen kalabalık bir

grup, seferlerin yapılamaması üzerine Şişli garajına giderek, araçların çıkarılmasını,

aksi taktirde kendilerinin kullanacaklarını belirterek grevci işçilere tepki

göstermişlerdir. Bu gelişme üzerine otobüsler ve troleybüsler sefere konulmuştur.

Bu olay üzerine İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı bir bildiri yayımlayarak, grevin

seyahat özgürlüğünü kısıtladığı, eğitim öğretim faaliyetleri ve iş hayatını sekteye

uğrattığı gerekçeleriyle durdurulmasına karar verildiğini açıklamıştır.

Grevin durdurulmasının ardından işveren işyerinde yetkili diğer sendika ile iki yıl

yürürlük süreli toplu sözleşme imzalamıştır. Genel-İş imzalanan toplu sözleşmenin


113

yasal olmadığı ve işçiler arasında ayrım yapıldığı gerekçesiyle gelişmeleri

eleştirmiş ve hukuki girişimleri başlatmıştır. (6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1975:

131-132)

H. Türk-iş’le İlişkiler

Bu dönem Genel-İş ile Türk-İş yönetimi arasındaki görüş ayrılıklarının

belirginleştiği bir dönemdir. Türk-İş’in daha önceki genel kurullarda benimsediği

23 ilkenin hayata geçirebilmesi için gereken samimiyet ve çabaya sahip olmadığı,

partiler üstü politika ilkesi gibi asla savunulmaması gereken bir çizgiyi sürdürme

gayreti ve bununla beraber Türk-İş yönetiminin giderek AP iktidarına yakınlaşması

gibi konularda belirginleşen ayrılıklar, zaman zaman da sendikaların eylemlerine

yeterli desteğin gösterilmemesi gibi gerekçelerle derinleşiyordu.

Sendikaların salt ücret arttıran ve toplanan aidatlarla kalabalık bir sendikacı ve

bürokrat beslemeye yönelik bir çıkar kuruluşu olmadığı, sendikacılığın da toplumun

en örgütlü, en bilinçli ve etkili kesiminin, ülke ve toplum sorunları üzerine düşünen,

düşündüklerini gerçekleştirmek için eylemde bulunan, toplumun yönetiminde kendi

oylarını, kendi çıkarı doğrultusunda kullanan bir öncü kitle hareketi olduğunu

belirterek Türk-İş yönetimi eleştirilmiştir (5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972:

54)

5. Genel Kurul Çalışma Raporu’nda “Gerçek Sendikalizm ve Türk-İş Yönetiminin

Yanılgısı” başlığı altında şu ifadelere yer verilmiştir:


114

“DİSK yöneticileri, nasıl, işçi sınıfının ekonomik ve sosyal haklarını bir kenara bırakarak,

ya da onları önemsemeyerek, öncelikle siyasal partileşme hevesine girmişse, Türk-İş’in bazı

yöneticileri de sendikacılığı yukarıda belirttiğimiz tarihsel ve toplumsal görevini yerine

getirmek için hiçbir teşebbüste bulunmaya yanaşmamışlardır. Bunlar tıpkı dernek gibi,

zamanı gelince toplu sözleşme imzalayıp, üyelerine bir miktar zam koparmayı tek görev

sayan, bazı sosyal tesisler kurup bunlarla işçi sınıfını oyalayan bir ataleti kendi

politikalarının temel hareket noktası yapmışlardır. Bu davranışlarına ve zihniyetlerine geniş

çapta, yabancı ülkelerde kendilerine verilen fırsatlar içinde geliştirdikleri bazı kanatlar etki

yapmıştır. 1963’den sonra, sendikal hak ve özgürlüklerle birlikte işçilerin yeni çalışma

düzeni içinde nasıl yetiştirilmeleri gereği iyi bilinmediğinden, daha doğrusu sağlam bir

eğitim imkanı olmadığından yararlanan bazı yabancı ülkeler, Türk sendikacılığıyla

ilgilenmeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuşlardır. Özellikle Amerikan Yardım Kurulları,

kendi amaçladıkları bir program çerçevesi içinde, geniş bir eğitim faaliyetini finanse

etmişlerdir. Türk-İş yöneticileri bu eğitimin etkisiyle, kendi görevlerinin hedef, yöntem ve

metodunu bu model içinde seçme durumunda kalmışlardır.”(5. Genel Kurul Çalışma

Raporu 1972 :54-55)

1. Türk-İş İçerisindeki Tartışmalar ve Sosyal Demokrat

Sendikacılık Hareketi

Türk-İş içerisinde partiler üstü politika ilkesine ilişkin her zaman bir muhalefet

bulunmaktaydı. DİSK’in ortaya çıkması bu muhalefetin ilk sonucuydu. 1971 yılına

gelindiğinde ise öncülüğünü Abdullah Baştürk’ün çektiği yeni bir muhalif hareket

ortaya çıkmıştır. Türk-İş içerisindeki tamamı CHP üyesi sosyal demokrat

sendikacılar önce Dörtler Raporu sonra Onikiler Raporu olarak bilinen raporlar

aracılığıyla eleştirilerini ve görüşlerini kamuoyuna açıklamışlardır.


115

Bu hareketin ortaya çıkmasında Türk-İş içerisindeki tartışmaların önemli etkisi

vardır. Ancak hareketi belirleyen gelişmelerin, geniş ölçüde CHP içindeki “ortanın

solu” yönündeki evrimle bağlantılı olduğu da gerçektir. Gerek hareketi yürütenlerin

CHP ile ilişkileri, gerekse hareket çerçevesinde ortaya konulan fikirlerin “ortanın

solu” çizgisini çağrıştıran nitelikleri, bu kanıyı belli ölçüde doğrulayabilir. (Işıklı,

1990 :371)

“Sosyal demokrat” sendikacılık hareketinin ilk aşamasını oluşturan “4’ler Hareketi”

de Türk-İş ile CHP ilişkilerinin kopmaya yüz tuttuğu ve Türk-İş üzerinde AP

egemenliğinin sarsılmaz gibi göründüğü böyle bir ortamın ürünü olmuştur. (Işıklı,

1990 :372)

2. Dörtler Raporu

Türk-İş’in 14 Ocak 1971 tarihli Yönetim Kurulu toplantısına sosyal demokrat 4

sendika genel başkanı tarafından “1971 Türkiye’sinde İşçi Hareketi ve

Sendikalarımız. Ortak Reform Yolları Üzerine Eleştiriler ve Araştırmalar Raporu”

başlıklı bir rapor sunuldu. Raporun hazırlayıcıları Genel-İş Genel Başkanı Abdullah

Baştürk, Deniz Ulaş-İş Genel Başkanı F. Şakir Öğünç, Yol-İş Başkanı Halit

Mısırlıoğlu ve Petrol-İş Genel Başkanı İsmail Topkar’dı. Raporda imzası bulunan

bu sendikacıların hepsi CHP’li ve Türk-İş Yönetim Kurulu üyesiydiler. Abdullah

Baştürk bu dönemde aynı zamanda CHP Yozgat milletvekiliydi.


116

Rapor esas itibariyle Türk-İş’in partiler üstü politikasını eleştirmekte, Türk-İş

yönetiminin Türk-İş’in 24 ilkesine ihanet etmekte olduğunu ileri sürülmekteydi.

Partilerüstü politika eleştirilirken işçilerin ve sendikaların siyasete ağırlıklarını

koymaları gerektiği, sendikaların ya işçi sınıfına en yakın partiler içerisinde

etkinliğini arttırması ya da yeni bir parti oluşumuna gidilmesi önerilmekteydi. Yeni

bir parti kurulması önerisi raporu hazırlayanlarca da ciddi bir öneri olarak

görülmemekte ve işçi sınıfına en yakın parti olarak gördükleri CHP adres olarak

göstermekteydi.

Raporda, “Her şeye rağmen itiraf edilmelidir ki; sloganları, çok açık politikası, işçi

sorunlarına eğilişi, işçi sınıfını taban olarak benimsemesi ve güçlü seçmen

topluluğu ile CHP, Türk-İş açısından etkilemesi kolay olacak, birlikte çalışma ve

eyleme geçilebilecek en uygun ve tek parti olarak görünmektedir” denilmekteydi.

(aktaran Işıklı, 1990: 373)

Raporda “Türkiye’de sosyal demokrasi mücadelesinin lokomotifliğini yapacak en

güçlü organize kuruluş Türk-İş’tir. Türk-İş’in yeni bir politikaya ve yeni bir hedefe

yönelmesi gerekmektedir ki bu da sosyal demokrasinin ülkemizde gerçekleşmesi

yoludur. Kanımızca en doğru teşhis, Türk işçi hareketinin bu yeri hiç şüphesiz

demokratik sol ideolojisidir” görüşü dile getiriliyor ve partiler üstü politikadan

kesin olarak vazgeçilip demokratik sol çizgideki bir partinin etrafında birleşilmesi

ya da yeni bir parti kurulması isteniyordu. (TSA, 1998a:334)


117

Raporda ayrıca CHP’ye de çeşitli eleştiriler getiriliyor, Türk-İş’in CHP’yi

değiştirecek bir araç olabileceğine de vurgu yapılıyordu.

Dörtler Raporu daha sonra Türk-İş’in 14-18 Ocak 1970 tarihinde yapılan Genel

Kurulu’na da sunuldu. Rapor Genel Kurul’da oldukça yoğun tartışmalara neden

oldu. Türk-İş Yönetim Kurulu rapor üzerine görüşünü, partiler üstü politikadan

vazgeçilmesinin Türk işçi hareketine zarar vereceği biçiminde açıkladı. Bunun

üzerine raporun hazırlayıcısı sendika başkanları karşı bir bildiri yayınlayarak

eleştirilerini yinelerken, bir partinin desteklenmesi veya yeni bir parti kurulması

önerilerini geri çektiklerini ilan ettiler.

Genel Kurul sonrasında Temmuz 1971’de bu kez 12 Türk-İş Sendikası’nın

imzasının olduğu, Türk İşçi Hareketi İçin Sosyal Demokrat Düzen isimli yeni bir

rapor hazırlandı. Bu rapor 12’ler Raporu olarak anılmaktadır. (aktaran Işıklı, 1990)

3. Onikiler Raporu

Dörtler Raporu’nun Türk-İş Genel Kurulu’nda kabul görmemesi, Türk-İş yönetimi

ile sosyal demokrat sendikacılar arasındaki tartışmayı daha da hızlandırmıştır.

Öncesinde dört sendika tarafından benimsenen görüşler giderek yaygınlaşmış, 2

Temmuz 1971 tarihinde Türk-İş Yönetim Kurulu’na sunulmak üzere, Genel-İş,

Besin-İş, Ges-İş, Kristal-İş, Petrol-İş, Sağlık-İş, Tez Büro-İş, Türk Harb-İş,

OLEYİS, Yol-İş Sendikaları ile DYF-İş, Türk Deniz Ulaş-İş Federasyonları


118

tarafından Türk İşçi Hareketi İçin Sosyal Demokrat Düzen başlıklı ortak bir rapor

daha hazırlanmıştır.

Rapor on bölümden ve toplam 400 sayfadan oluşan kapsamlı bir çalışmadır. Türk

işçi hareketinin sosyal ve ekonomik amaçları, eğitim sorunu, kalkınma ve

sanayileşme sorunu, yeraltı kaynakları sorunu, yabancı sermaye sorunu, dış ticaret

ve Türkiye’nin dış ticaret yapısı, tarım ve toprak sorunu, milli sermaye ve

bankacılık sistemi, toplumsal hayat ve yönetimin yeniden düzenlenmesi

bölümlerinden oluşan rapora; Türk-İş yönetimi 9 Temmuz 1971 tarihinde yaptığı

toplantıda “ Bugünkü ortam içinde özellikle üzerinde duracağımız konu, rapordaki

konulardan çok, ülkemizin şu an içinde bulunduğu çok daha acil sorunlardır”

denilerek tepki göstermiştir. Nitekim bu dönem kamuoyunu Anayasa değişikliği ve

fiyat artışları konusu oldukça ilgilendiriyordu. Denilebilir ki, Türk-İş yönetimi, bu

gündemi, raporun hem reddinin hem de etkisinin zayıflatılmasını sağlamada başarılı

bir şekilde kullanmıştır.

Onikiler hareketinin konfederasyon içerisinde amaçlarına ulaşamamalarına rağmen

Türk-İş içerisindeki sosyal demokrat sendikacıları biraraya getirmesi yönüyle

önemli olduğu söylenmelidir. Nitekim 4-5 Aralık 1971 tarihinde raporu hazırlayan

sendikacılar Sapanca’da gerçekleştirdikleri toplantı sonucunda Sosyal Demokrat

Sendikacılar Konseyi adını verdikleri gayriresmi bir örgütü oluşturmuşlardır.

Konsey’de bir araya gelen sendikalar sendikal mücadele içerisinde her türlü maddi

ve manevi işbirliği içerisinde olmayı, ortak eğitim faaliyetleri planlamayı karar

altına almışlardır. (5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972: 56-77)


119

Sosyal demokrat sendikacılar, 28 Mayıs-5 Haziran 1973 tarihlerinde toplanan Türk-

İş’in 9. Genel Kurulu’nda, ayrı bir listeyle seçime girmişlerdir. Toplam 265

delegenin katıldığı Genel Kurul’da, sosyal demokrat sendikacıların listesinde

bulunan adaylar, 70-80 civarında oy almışlar ve seçilememişlerdir. Bu Genel

Kurul’da Türk-İş yönetiminde artık hiç CHP’li sendikacı kalmamış olup, Türk-İş’le

CHP arasındaki ilişkiler de giderek bozulmuştur.

Sosyal demokrat sendikacılar hareketinin konsey gibi bir yapı altında biraraya

gelmesi, yeni bir konfederasyon kurulması girişimi olarak da değerlendirilmiştir.

Türk-İş içerisinde fikirlerinin egemen kılınmasının olanaklarının azalması ve aynı

zamanda DİSK’e yönelik getirilen eleştiriler hareketin örgütleyicileri açısından yeni

bir konfederasyon fikrine karşı bir sempatiyi var kılmıştır. Ancak CHP’nin politik

amaçları, 1970 sonrası dönemde DİSK-CHP yakınlaşması ve DİSK içerisindeki

sosyal demokrat sendikaların varlığı yeni bir konfederasyon fikrinin yerine DİSK

içerisinde etkin olma fikrinin gerçekleşmesine yönelmiştir.

Arslan, ayrı bir konfederasyon girişimini doğrulamaktadır:


“Sosyal demokrat sendikacılar hareketinin Kızılcaham’da yaptığı toplantılarda
öncelikle Türk-iş’in yönü değiştirilmeye çalışılacak eğer başarılı olunmazsa bu
hareketi oluşturan sendikalar Türk-iş den ayrılıp sosyal demokrat anlayışa sahip yeni
bir konfederasyon kurulacaktı. Türk-iş içerisinde etkili olunamayacağı anlaşılınca
Genel-İş Sendikası konfederasyondan ayrıldı. Ancak diğer sendikalar bu süreçte
Türk-iş’ten ayrılmadılar. 9 ay kadar bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürdükten sonra
Genel-iş, DİSK’e katılma kararı aldı.”(Arslan,2006)
120

1970 ortalarına gelindiğinde Türk-İş’in partiler üstü politikasından vazgeçtiğine

ilişkin ibareler görülmeye başlanmıştır. İşçi Düşmanı Milletvekilleri Adaylarını

Seçtirmeme Kampanyası bunun en somut örneği olmuştur. Bu kampanya nedeniyle

Türk-İş Genel Merkezi polisler tarafından basılmış, kampanyaya ilişkin hazırlanan

broşürler toplatılmıştır.

Genel-İş ve sosyal demokrat sendikal hareket Türk-İş’teki bu politika değişikliğini

olumlu bulduklarını açıklarken, kendi fikirlerinin Türk-İş tarafından daha önce

reddedildiğini, ama bugün bu fikirlerin doğru olduğunun Türk-İş yönetimi

tarafından da kabul edilmeye başlandığını belirtmişlerdir.

“Beş yıl önce, Türk işçi hareketinin, Anayasal hak ve özgürlüklerinin kağıt üzerinde

kalmayıp, uygulanabilir politikalar olarak değerlendirilmesi için bazı davranışlara

girmemiz, somut önerileri ortaya sürmemiz gerektiğini söylemiştik. Şimdi Türk-İş de aynı

çizgiye gelmiş bulunuyor. Partiler üstü politika aldatmacasından artık herkes şikayetçidir

işte bu noktada bizi tarihsel bazı sorumluluklar beklemektedir.”(6.Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1975 : 96)

I. İşverenler ve Siyasi Partilerle İlişkileri

Bu dönem, Genel-İş’in siyasetle daha yakından ilgilendiği bir dönemdir. Şüphesiz

bunda Abdullah Baştürk’ün 1969 yılında yapılan seçimlerde CHP milletvekili

olarak seçilmesinin önemli etkisi vardır. Abdullah Baştürk hem CHP milletvekili

hem de Genel-İş Genel Başkanı olarak sendikanın görüşlerinde belirleyici bir güce

sahip olmuştur. Yerel yönetimlerdeki ilişkilerinde de bu durumun olumlu ve


121

olumsuz etkileri olmuştur. 1970 sonrası dönemde CHP’nin yerel yönetim

seçimlerinde güçlenerek çıkması ve birçok belediyeyi CHP’nin kazanması

sendikanın örgütlü olduğu yerlerin de büyümesine neden olmuştur. Öyle ki 1972

yılında 43 binlerde olan üye sayısı 1975 yılına geldiğinde 100 bini bulmuştur.

Sendikanın bu üye artışı büyük çoğunluğu CHP’li belediyelere dayanmaktadır.

Bu yönüyle Genel-İş’in işverenlerle ilişkilerinde de CHP etkisi belirleyici olmuştur.

Bu dönem önemli bir kısmı müzakere yoluyla imzalan toplu sözleşmelerde bu

siyasi ilişkiler doğrudan ya da dolaylı olarak kullanılmıştır. Anlaşma sağlanamayıp

greve çıkılan yerlerde ise sol bir sendikanın sol bir belediyeyi yıpratması vurgusu

öne çıkmıştır.

Sendikanın CHP’yi açıktan desteklemesi 1973 yılı seçimlerinde de görülmüştür.

Sendika kendi üyelerine ve kamuoyuna CHP’yi destekleme çağrısı yapmıştır.

“Öncülüğünü yapma şerefini hepimizin paylaştığı demokratik sol (sosyal demokrat)

sendikacılık akımı, 14 Ekim 1973 de işçilerin siyasal tercihlerini yapmada önemli derecede

yardımcı olmuştur. İstanbul, İzmir, Adana, Eskişehir, Sakarya, İzmit, Gaziantep gibi başlıca

sanayileşmiş bölgelerimizde işçilerimiz, sermaye partilerine değil, kendilerini

destekleyeceğine inandıkları partilere oy vermişlerdir.

Önemli bir gelişme, halkımızın demokrasiye dönüş için gösterdiği dikkat ve davranışla

ilgilidir. Henüz tüketim ekonomisine geçmemiş kırsal bölgelerin aksine, sanayi ve hizmetler

kesiminde çalışan işçilerin yoğun olduğu şehirlerde seçime katılma oranının yüksek olduğu

görülmüştür. Özellikle büyük bir geçim sıkıntısı işçi ve dar gelirliler, kurtuluş umudunu

başka bir siyasal tercihte aramışlardır. Buralarda, hayat pahalılığının şiddetle hissedildiği
122

büyük tüketim merkezlerinde, demokratik yolla sol iktidar kurma amacında olan partilere

destek olmuşlardır.” (6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1975 : 27)

Genel-İş, her ne kadar CHP’yi desteklese de CHP’ye yönelik eleştirilerini

açıklamaktan da geri durmamıştır. CHP’nin halkın talepleri karşısında verdiği

sözleri tam olarak yerine getirmediği, sorunların çözümü konusunda hala kararlı bir

duruşun sergilenemediği, CHP içerisinde hala aydın bürokrat bir kesimin yönetim

kademelerinde bulunduğu konularında eleştiriler yapılmaktadır.

Bununla beraber bir parti kurmak yerine var olan bir parti içerisinde siyaset

yapmanın işçi sınıfının çıkarları açısından daha doğru olduğu düşüncesinin

benimsendiği görülmektedir.

“Akıllı yöntem kendi özlemlerimizi, amaçlarımızı gerçekleştirecek siyasal iktidarı ele

geçirmektir. Türkiye henüz sanayileşmiş bir ülke olarak, işçi sınıfının oyları, yalnız

başımıza bizim iktidar olmamıza yetmemektedir. Öyleyse, kendimize ittifak arayacağız. Bu

ittifakı bir siyasal parti içinde yapabiliriz. Kanımızca bu ittifak, o partiyi kayıtsız şartsız

desteklemekle değil, başka yöntemlerle güç kazanır. Bize göre bu ittifak, daha doğrusu

işçilerin siyasal ağırlıklarını koymak için üç önemli unsur olmalıdır.

1- Siyasal partinin gövdesinde sayısal güç oranında yer alabilme olanaklarının açık

tutulmasını sağlamak,

2- Siyasal partinin seçimle getirdiği mevkilerde etkin biçimde temsil edilme olanağı

sağlamak.
123

3- Siyasal partinin icraatında etkin biçimde yer almak”(6. Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1975: 98-99)

Sendikaların siyasette daha etkin olabilmeleri için ise Sendikalar Kanunu’ndaki

partilerle organik bağ kurma yasağını kaldırılması görüşü savunulmaktadır. Genel-

İş’in bu görüşü, İngiltere deki İşçi Partisi ve sendikalar arasındaki ilişki modelinden

esinlenildiği söylenebilir.
124

III. DİSK İÇERİSİNDEKİ GENEL-İŞ: 1976- 1980 DÖNEMİ

A. Genel-İş’in DİSK’e Katılması

Genel-İş, Türk-İş’den ayrıldıktan sonra faaliyetlerini yaklaşık 9 ay bağımsız

olarak sürdürmüştür. Bu süre sonunda 5 Haziran 1976 tarihinde yeniden bir

olağanüstü genel kurul toplayan sendika, DİSK’e katılma kararı almıştır.

Genel-İş, DİSK’e katılma gerekçelerini şu şekilde açıklıyordu:

“Sermayenin, uluslararası şirketlerin desteğinde, ülkemizde kurulmaya çalışılan

faşizme karşı oluşta, emeğe ve emekçilere, sömürü malzemesi gibi bakan kapitalizme karşı

demokratik sosyalizmi kurma savaşında, savaş kışkırtıcısı, yağmacı, halkımızın ve tüm

dünya emekçilerinin baş düşmanı emperyalizmin kahredilmesi mücadelesinde, bağımsız,

sömürüsüz yabancı ipoteklerden ve üslerden arınmış bir Türkiye kurma çabamızda,

Türkiye’nin tüm yurtseverlerinin, demokratlarının, devrimcilerinin, ekonomide siyasette

sosyal politikada birleşerek, demokrasiyi en gerçek biçimi ve en doğru içeriği ile kurma

uğraşımızda, DİSK’le bütünleşmeye karar vermiş bulunmaktayız” (İşçi Sınıfının Birliği

İçin Genel-İş Genel Yönetim Kurulunun DİSK’e Katılma Kararının

Açıklanması, 1976:31)

DİSK’e katılma gerekçeleri sendikanın daha önceki görüşleri düşünüldüğünde

neredeyse taban tabana zıttır. Özellikle 3. ve 4. genel Kurul çalışma raporlarında

yapılan değerlendirmelerde o dönem DİSK’e ve DİSK’i kuran sendikacılara ağır

eleştiriler getirilirken bu dönem yaptıkları açıklamada ise “ o yıllarda Türk-İş’ten

ayrılıp, DİSK’i kuran sendikalar ve sendikacıların çabalarının takdirle karşılandığı”

ifade edilmektedir. Tabi tek farklılık DİSK üzerine düşüncelerde değildir. Hatta onu
125

da belirleyen Genel-İş’in sendikal anlayışındaki değişimdir. Gerçi sendikanın 5.

Genel Kurulu ile beraber politikalarında ve taleplerinde DİSK’le yakınlaşma süreci

oluşsa da, bu dönemde de sendika DİSK’e yönelik tutumunu değiştirmemiş, aksine

eleştirilerini devam ettirmiştir.

Genel-İş’in DİSK’e katılmasının diğer bir önemli sonucu ise sosyal demokrat

anlayışa sahip sendikaların DİSK içerisindeki etkinliğinin artmasıdır.

B. Sendikal Anlayış

Sendikanın DİSK’e katılmasıyla beraber ilk defa “sosyalizm” söyleminin

dillendirilmeye başlandığı da görülmektedir. Daha önce “demokratik sol” olarak

ifade edilen görüşler, bu dönemde artık “demokratik sosyalizm” olarak ifade

edilmektedir. Bununla beraber Genel-İş’in sosyalizm anlayışının, daha çok Doğu

Avrupadaki “sosyalizm” uygulamalarına yakın bir anlayış olduğunu belirtmek

gerekir.

Arslan, Sendikadaki bu anlayış değişimi ile ilgili şu görüşleri belirtmiştir:

“1950’lerde solculuk, sosyalistlik ya da sosyal demokratlık nedir pek kimse


bilmiyordu. Örneğin ben hiç duymamıştım sosyalistlik nedir. 1961 Anayasası ve
CHP’nin ortanın solu hareketiyle bu meseleler tabanda daha çok konuşulmaya
başladı. İnsanlarda kendi durumlarını buna göre belirlemeye başladı. “Ben
nerdeyim? Nasıl yapmalıyım? Neyi savunmalıyım?” diye düşünmeye başladı.
Öncesinde yok ki böyle bir şey. Genel-İş’in değişimi de bununla paralel olarak
gelişmiştir. Öğrenci hareketleri de bu dönem çok etkili oldu. Sendikalarda
kendilerine yön belirlemeye başladı.” (Arslan, 2006)
126

Genel-İş’teki bu anlayış değişikliği başka bir ifadeyle “demokratik sol”dan

“demokratik sosyalizme” dönüşmesi, bu dönemdeki siyasal ve toplumsal

çözümlemelerinin daha sınıfsal bir niteliğe bürünmesine de neden olmuştur.

“Çok sınıflı toplumlarda, kapitalist düzende iki büyük sınıf arasında çatışma

vardır. İşçi sınıfı, kendi emeğinin sömürülmesini asgariye indirmek ya da sona erdirmek,

sermaye sınıfı da olabildiği kadar çok sömürmek için mücadele vermektedir. Bu

mücadelede, iki sınıf doğal müttefikler bulmaktadır. Burjuva sınıfı, sanayicisi, tüccarı

toprak beyi, mülk rantçısı, aracı tefecisiyle; işçi sınıfı da emekçi köylüler ve kamu görevlisi

gruplarla hem ekonomik çıkarları hem de toplumsal tavırları bakımından yan yana olurlar.”

(7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977:41)

Marksizmin, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin üç boyutta sürdüğü

yönündeki temel tespiti, sendika tarafında da benimsenmiş görülmektedir.

Ekonomik, sınıfsal ve ideolojik mücadelenin birlikte sürdürülmesi gerektiği, bu

anlamda da siyasal iktidar ele geçirilmeden işçi sınıfının sömürüden

kurtulamayacağı belirtilmektedir.

“Kapitalist sömürüyü temelde sona erdirmenin yolunu, sosyalizmin büyük devrim ustaları

hepimize göstermiştir. Bu da sosyalist toplum düzenini kurmak için, işçi sınıfının kendini

hazırlaması ve kendi devrimini yapmasıdır. Daha açık ve belirtici bir deyimle söylemek

gerekirse, işçi sınıfı ekonomik sömürüyü yok edebilmek için önce siyasal iktidara el

koymalıdır. Halkın demokratik yönetimi kurulmadan, ne tekellerle baş edilebilir, sömürü

ortadan kalkar ne de sosyal dengesizlikler düzelebilir. O nedenle, işçi sınıfı, politik

mücadelenin başında ve öncüsü durumunda olmak zorundadır.” (7. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1977:44)


127

Sendika kendi tarihindeki anlayış değişiminin başlangıcı olarak 1967 sonrası

dönemi kabul etmektedir. 1967 yılından beridir ise sendikanın sosyalizm

mücadelesinin önünü açmak için çalıştığı ileri sürülmektedir.

“Sendikamız Genel-İş 1967 genel kurulundan beri, işçi sınıfının ülkemiz üzerinde dolaşan

emperyalist tekelciliğinin pençesinden emekçi halkımızı kurtarmak, demokrasiyi ileri

boyutları içine yerleştirmek, özgürlüğün güvencelerini kendi elleriyle inşa etmek kısacası

sosyalizm yolunu açmak üzere mücadele vermektedir.”(7. Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1977:44)

Genel-İş sendikal anlayışını “demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı” çizgisi

olduğunu belirtmektedir. “Demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı” DİSK’in

kurulduğu andan itibaren savunduğu sendikal anlayış çizgisidir. Genel-İş bu

temelde sendikal anlayışının ilkelerini şu şekilde ifade etmektedir:

“Kitle Örgütü olarak:

1. Ücret karşılığı çalışanların mümkün olan genişlikteki örgütü olmak yani,

ekonominin tüm sektörlerinde çalışanları kucaklayan bir örgüt kavramı

geliştirmek,

2. Üyeleri arasında siyasal görüş ve parti farkı, din, ırk, mezhep, kültür

kökenlerinde ayrım yapmadan, tümünün ekonomik çıkarlarının savunulduğu

bir çalışma yöntemi uygulamak,

3. Toplumun demokratikleştirilmesinde tüm emekçi örgütlerinin katkılarını

birleştiren bir merkez oarak çalışmak, yani kitlesel mücadeleye önem

vermek,
128

Sınıf örgütü olarak;

1. İşçi sınıfının başlıca ve etkin örgütü olduğununun bilinciyle, sınıfımızın

ekonomik çıkarlarını savunmak,

2. Sömürüyü tümüyle ortadan kaldırma görevinin işçi sınıfında olduğunu kabul

etmek,

3. Sömürüsüz topluma sosyalizmle ulaşılacağını bilmek,

4. Sömürüyü ortadan kaldırıp, toplumcu bir düzenin kurulması mücadelesi

içinde, her türlü yozmalardan, sapmalardan, oportünist ve uzlaşmacı

davranışlardan kaçınmak için, işçi sınıfının biliminin ışığından başka klavuz

aramamak,

5. Sendikaların, devrim için birer okul olduğunu, bunun dışında siyasal iktidar

ve devrim için eylem organı niteliğinden kullanılmaması gereğini

benimsemek zorundayız

Sınıf ve Kitle Örgütü Olarak

1. Ekonomik ve demokratik mücadelede, işçi sınıfı ile öteki emekçi kuruluşlar

arasında uyum sağlayıcı çalışma yöntemleri ve ilkeleri geliştirmek,

2. Siyasal hedefe giderken, ekonomik ve demokratik hedefleri gözardı

etmemek,

3. Ekonomik ve sosyal çıkarları güvence altına almak için, mutlaka siyasal

iktidarın elde bulundurulması gereğine inanmak,


129

4. Siyasal hedeflere birlikte yürüdüğümüz örgütlerin bağımsızlığına,

kişiliklerine saygılı olmak, iç işlerine karışmamak, onlara emir vermemek

ama işbirliğinin araç ve yöntemlerini demokratik biçimde tabandan itibaren

birlikte oluşturmak eğilimlerine sahip olmak zorundayız.”(7. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1977:52-53)

C. Türkiye ve Dünya Değerlendirmesi

1970’li yılların ikinci yarısından sonra Sendikanın Türkiye ve dünya çözümlemeleri

de bu anlayış değişimini yansıtmaktadır. Özellikle sosyal demokrat sendikacıların

hazırlamış oldukları raporlarda, nihai çözüm “sosyal devlet” modelini temel alan

sosyal demokrat bir sistemin gerçekleştirilmesi iken, bu dönemde ise nihai çözüm

olarak siyasal iktidarın elde edilerek sosyalizmin kurulması savulmaktadır.

“Sonuç olarak, az gelişmiş ülkelerin hem kalkınmayı hemde sınıfsal gelir dağılımındaki

adaleti sağlamalarının tek yolu, dün olduğu gibi bugün de, emperyalist sistemin kesin

olarak dışına çıkmak ve sosyalizme yönelmektir. Bu ise sınıf mücadelesi platformunda

biçimlenebilecek olan devrimci bir çabayı zorunlu kılar.” (Genel-İş 8. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1980:13)

Her ülkenin kendi öznel koşullarına bağlı olarak sosyalizm modelini kendisinin

bulacağını bu noktada peşinen revizyonizm gibi değerlendirmelerin yapılmasının

yanlış olacağı düşüncesi savunulmaktadır. Bu görüşler bir yandan ülkedeki sosyalist

hareketlerin ve DİSK içerisindeki yansımalarına yönelik bir değerlendirme olarak

düşünülebilir.
130

Nitekim Genel-İş hiçbir fraksiyona bağlı olmadığını yalnızca sosyalizmin ilkelerine

ve işçi sınıfının bilimine bağlı olduğunu belirtmektedir.

“Sosyalizmin temel ilkelerinden, amaçlarından sapmadan işçi sınıfının çeşitli ülkelerdeki

özel durumlarıyla ve toplumların devrim süresi içine giren kesimlerin özgül koşullarıyla

bağlantılı olarak yapacakları yorumların, revizyonistlik, satılmışlık, oportünistlik gibi

suçlamaların yapılmamasından yanayız. Bu görüşlerdir ki, DİSK topluluğuna giren

sendikalar tarafından varılan ilke kararlarından birisi olarak “tasfiyeciliğin reddi” kabul

edilmiştir. Genel-İş sendikası üyeleri de, her türlü saptırıcı bölücü ve tökezletici tartışma

fraksiyonlarının dışında kalmışlardır. Bu tavır, Genel-İş’in belirli bir fraksiyonun değil,

genel olarak, sosyalizmin temel ilkelerinde birlikte sağlama çabasından

kaynaklanmaktadır.” (Genel-İş 7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977:15)

Gerçek anlamda da Genel-İş’in DİSK içerisindeki bazı sendikalarda olduğu gibi

(örneğin Maden-iş) çeşitli sosyalist hareketler ya da partilerin etkilerine karşı daha

kapalı bir yapıya sahip olduğu söylenebilir.

Bu dönem bir yandan hem işçi hareketi mücadelesinin hem de toplumsal

mücadelelerin yükseldiği bir dönemken bir yandan da siyasi cinayetlerin işlendiği,

birçok kontrgerilla eylemlerin gerçekleştirildiği, sol siyasetlerin fraksiyon

ayrışmalarının sertleştiği bir dönemdir. Genel-İş’de şube ve üyeleri düzeyinde

çeşitli saldırılara uğramıştır. Sendika bir takım sol fraksiyonların, bu tür saldırılara

zemin hazırladığını, yaptıkları eylemlerle gerici güç odaklarının amaçlarına katkıda

bulunduklarını ileri sürmektedir.

“Tekellerin Türkiye temsilcileri ülkemizde terörizmi egemen kılmak için, hükümet ortağı

bir faşizan partiyi araç olarak kullandığı gibi, dağınık başıbozuk bir takım sol fraksiyonları

da ajan olarak devreye soktu. Lümpen ya da gosişt adıyla anılan ve çoğu küçük burjuva

ideolojisi içinde kendilerini devrim yapmakla görevli sayan bazı gruplar yıkıcı faaliyetlerde
131

eylemlere katılarak, işçi sınıfının devrimci çabalarına gölge düşürmede kullanıldılar.” (7.

Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977:27)

Sendika, bu çevrelerin eylemlerinin özellikle CHP’yi yıpratmaya dönüştüğünü,

Başbakan Ecevit’in de sola karşı mücadele etmeye zorladığını ileri sürmektedir.

“Öte yandan istihbarat örgütleri MİT ve kontr-gerilla ile siyasal polis teşkilatı tarafından

alet olarak kullanılan birtakım başıbozuk (lümpen) sol teröristler, koydukları eylem ve

giriştikleri şiddet hareketleriyle MC’ci partilere, gerici çevrelere yardımcı olmaktadır.

Anarşinin kaynağı açık cinayetlerin odakları belliyken hükümet üzerine baskı koyan bu

çevreler, özgürlükçü ve demokrat nitelikleriyle tanınan Başbakan ve hükümetini sola karşı

mücadeleye itiyor, kamuoyunda kendileri hakkındaki kanıları hafifletip sola karşı kitlesel

tepki yaratmaya çalışıyorlardı.”(7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977:32)

D. Çalışma Yaşamı ve İşçi Hareketine İlişkin Değerlendirme

1975-1980 dönemi işçi hareketi açısından grev ve grev dışı eylemlerin sayısında

ciddi artışların yaşandığı bir dönem olmuştur. Bununla beraber daha önceki

dönemlere göre grevlerin grev dışı eylemlere oranında bir düşüş olduğu, işçi

hareketi ve sendikaların bu dönem grev dışı eylemlere daha fazla yöneldiğini

göstermektedir. (Akkaya, TSA 1998b:109)

Bu grev ve grev dışı eylemlerdeki artış bir yandan ülkenin içerisinde bulunduğu

siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullar iken bir yandan da DİSK’in işçi hareketi

içerisindeki etkisinin giderek artması olduğu söylenebilir.


132

Nitekim DİSK Araştırma Enstitüsü’nün 1979 yılı için yaptığı araştırmaya göre

toplam 185 grev uygulamasından 98’ini DİSK’e bağlı sendikalar, 50’sini Türk-İş’e

bağlı sendikalar, geri kalanını da MİSK üyesi ve bağımsız sendikalar

gerçekleştirmiştir. Bu grevlere 30.219 DİSK üyesi işçi katılmıştır. Böylece yapılan

grevlerin %53’ü, greve katılan işçilerinde %67,4’ü DİSK’e ait bulunmaktadır. Yine,

1979 yılında, iş yavaşlatma, işbaşı yapmama, yemek boykotu, ölüm orucu,

işyerinde yürüyüş gibi çeşitli biçimler altında 156 direniş gerçekleşmiştir. Bu

direnişlere 139.918 işçi katılmıştır. Bu işçilerin 50.000’i DİSK, 35.000’i Türk-İş

üyesi olup 50.000’den fazlası da sendikasızdır. (Genel-İş 8. Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1980: 57)

Bu dönemde ayrıca 51 yıl aradan sonra 1 Mayıs kutlamaları 1976 yılında ilk kez

yasal ve kitlesel olarak İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlanmıştır. (Akkaya,

TSA 1998b:108) 1977 yılında da 1 Mayıs yine DİSK’in öncülüğünde Taksim’de

kutlanmış, kutlama sırasında kimliği belirsiz kişilerce kitle üzerine silahlı saldırıda

bulunulmuştur. Bu saldırı nedeniyle 37 kişi hayatını kaybetmiştir. Genel-İş, bu

saldırının, CIA, MİT ve kontrgerilla ile MC ajanlarının gerçekleştirdiğini

belirtmiştir. (7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1978:45) 1978 yılında yine

Taksim’de ve kitlesel bir şekilde kutlanan 1 Mayıs, bu sefer eylem alanında yaygın

olarak o zaman yasaklı olan TKP’ye ilişkin “TKP’ye Özgürlük” pankartları

açılmasıyla öne çıkmıştır. Nitekim bu 1 Mayıs’tan sonra DİSK içerisinde çeşitli

tartışmalar yaşanmıştır. (Keskinoğlu, TSA 1998a:181) 1979 1 Mayıs kutlamaları

Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yasaklanmış, Baştürk ve DİSK ve bağlı

sendika yöneticileri öncesinde gözaltına alınmış, 1 Mayıs günü için sokağa çıkma

yasağı konulmuş, bu gelişmeler nedeniyle İstanbul’da 1 Mayıs etkinlikleri


133

düzenlenememiştir. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:61) 1980 yılında

İstanbul ve İzmir’de yasaklanması üzerine DİSK sıkıyönetim bulunmayan

Mersin’de 1 Mayıs’ı kutlamıştır. (Keskinoğllu, TSA 1998a:182)

Bu dönem aynı zamanda işçi hareketinde siyasal eylemlerin yaygınlaştığı bir

dönemdir. DİSK, DGM Direnişi ve Faşizme İhtar Eylemi gibi merkezi ve doğrudan

siyasal talepli eylemler gerçekleştirirken, ayrıca yerel düzeyde yine birçok siyasal

talepli eylem ve direnişlerin de gerçekleştirildiği görülmektedir.

İşçi hareketinin ve toplumsal mücadelenin giderek yükselmesi 1980’lere

gelindiğinde başka bir toplumsal sistemin gerçekleştirilmesine yakın olunduğuna

ilişkin çeşitli çevrelerde düşünceler uyandırmıştır. Baştürk’ün de DİSK’in 13.

kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada bu düşüncenin izlerini görmek

mümkündür.

“İşte bu iki yoldan birini seçmek zorundayız.

Evet onlara böyle demeliyiz. İşçi sınıfının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm

mücadelesinin işçi ve emekçilere neler kazandıracağını anlatmalıyız.

Böylelikle arkadaşlarım, bir yandan hak ve özgürlüklerimize yönelik işimize aşımıza

yönelik saldırıyı püskürtürken diğer yandan da işçileri emekçileri önümüzdeki büyük

günlere hazırlamalıyız.

Bu çalışmamızla eksikliklerimizi hızla gidereceğiz. Yönetici sınıf olmak için mücadele

eden bir sınıfın sahip olması zorunlu örgütlenmeleri gerçekleştirmiş olacağız.

Mücadelemizde işçi sınıfının uluslararası dayanışması bizim temel desteğimizdir.”(8.

Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980: 60)


134

E. Örgütlenme Çalışmaları

Sendika 7. Genel Kurulu’nu 22-24 Nisan 1978 tarihinde toplamıştır. Genel

Kurul’da Abdullah Baştürk aynı zamanda DİSK Genel Başkanı sıfatıyla da

bulunuyordu. Sendikanın üye sayısı bu genel kurulda 137.654 olarak açıklanıyordu.

Genel Kurulda Baştürk yeniden genel başkan seçilirken, Ertan Andaş genel başkan

yardımcılığına, Hasan Okyar genel sekreterliğe, İsmail Özbiçer ise genel mali

sekreterliğe seçilmişlerdir.

Genel-İş 1975 ve 1978 tarihleri arasında 19 grev uygulamıştır. Bunlar Geyve, Bitlis,

Seydişehir, Ordu (iki kez), Niğde, Güzeltepe (İzmir), Osmaniye, Adapazarı,

Orhangazi, Darıca, Gemlik, Mihalıçcık, Tuzla, Afyon ve Burdur belediyeleri ile

Yeşiltepe Kooperatifi (Ankara), Oyak Genel Müdürlüğü ve Oyak Ordu Pazarları

grevleridir. Bunlardan şubat 1976’da Ankara’daki Yeşiltepe Kooperatifi’nde

yapılanı ilk kapıcılar grevidir. Bu grevlerden biri dışında tamamı toplu sözleşme

uyuşmazlıklarından kaynaklanan menfaat grevleridir. Afyon Belediyesi’nde 28

Eylül 1977 tarihinde başlayıp 311 gün süren grev ise hak grevi uygulamasıdır.

(TSA, 1998a: 450)

Sendikanın bu dönem toplumsal eylemlerde de önemli bir rol aldığı ve katılım

gösterdiği görülmektedir. Bunlardan en önemlileri 16 Eylül 1976’daki DGM

Direnişi ve 20 Mart 1978’deki Faşizme İhtar Eylemi’dir. Bu iki eylemde

konfederasyon kararıyla yapılan doğrudan siyasal içerikli eylemlerdir. Genel-İş’in

DGM eylemine özellikle Ankara ve İstanbul’daki temizlik ve yolcu taşıma

hizmetlerinde iş durdurarak katılması bu kentlerde hayatı önemli ölçüde

etkilemiştir.
135

Bu yıllar ülkede aynı zamanda sol-sağ çatışmalarının arttığı bir dönemdir. DİSK’in

ve bağlı sendikalarının toplumsal muhalefette oynadıkları role bağlı olarak

sendikalar ve üyelerinin çeşitli saldırılara maruz kaldıkları görülmektedir. Genel-

İş’in de bazı şube ve üyeleri çeşitli silahlı ve bombalı saldırılara maruz kalmıştır.

Sekiz sendika üyesi bu saldırılar sonucunda hayatını kaybederken, sendikanın

Ankara, Zonguldak ve Erzurum şubelerine bombalı saldırılar düzenlenmiştir.

Ayrıca çok sayıda üye de saldırılarda yaralanmıştır. (7. Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1977:180, 8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:143-145)

Sendika, 8. Genel Kurulu’nu 19-20 Nisan 1980 tarihinde toplamıştır. Baştürk’ün

yeniden Genel Başkan seçildiği Genel Kurul’da, Genel Sekreterliğe Ertan Andaş,

Mali İşler Daire Başkanlığı’na İsmail Özbiçer, Eğitim Daire Başkanlığı’na Ekrem

Akkuş, Örgütlenme Daire Başkanlığı’na Belgüzar Can, Toplu Sözleşme Daire

Başkanlığı’na ise İsmail Hakkı Önal seçilmişlerdir. 1980 yılına gelindiğinde

sendikanın üye sayısı 145 bin civarındadır. Sendika genişleyen bu örgütlülük

alanını düşünerek örgütlenme şemasında da yeni bir düzenlemeye gitmiştir. 7.

Genel Kurul’da alınan karar doğrultusunda Bölge Merkez Şubeleri oluşturulmuştur.

Ankara, İstanbul, İzmir, Kayseri, Adana, Sivas, Diyarbakır, Gaziantep, Zonguldak,

Trabzon, Eskişehir ve Balıkesir illerinde olmak üzere toplam 13 tane Bölge Şube

Merkezi kurulmuştur (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:136-137)

1978-1980 dönemi arasında sendikanın grev ve direnişlerinde önemli bir artış

yaşanmıştır. Bu dönem sendikanın 42 grev gerçekleştirdiği görülmektedir. Bu

grevlerden dördü iş kolu toplu sözleşmesi uyuşmazlığından, otuz sekizi ise işyeri

düzeyinden gerçekleşmiştir. Bu grevlerden on dördü hak grevi iken, yirmi sekizi


136

menfaat grevi uygulamalarıdır. Bu grevlere toplam 15.479 sendika üyesi katılmıştır.

(8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980: 97)

Genel-İş 8. Genel Kurulu’nda, DİSK’in 6. Genel Kurul’da alınan karar

doğrultusunda tüzüğünü değiştirerek, DİSK’in tek tip demokratik tüzüğüne

uyarlamıştır.

F. Toplu Sözleşme Çalışmaları

Bu dönem sendikanın toplu sözleşme yapma hakkı çeşitli girişimlerle engellenmeye

ya da geciktirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu engellemelerin ya başka

sendikalar şahsında ya da resmi makamlarca olduğu belirtilmektedir.

“MC iktidarların yürütülen uygulamaların, toplumumuzu patlamaya getirdiği geçmişteki

karanlık dönemde devleti ele geçirme olanağına kavuşturulan faşist ve çağdışı ideolojiye

şartlandırılmış ekipler, oportünist Türk-İş yöneticiliği ile eylem birliği içine girerek

Anayasaca güvence altına alınan toplu sözleşme ve grev yapma haklarını kullanmamızı tüm

güçleriyle önlemeye çalıştılar. Toplu iş sözleşmelerinin yapılmasından önce zorunlu olan

yasal prosedürü başlatmamızı, yetkimizi kesinleştirmemizi, sözleşmelerin yapılmasından

sonra ise, belirli durumlarda hak uyuşmazlıkları çıkarmamızı engellemek amacıyla çeşitli

entrikalara girmişlerdir. Sendikal tarihimizde benzeri görülmeyen bu kirli oyunların

sahipleri her durumda alt edilerek, yığın yığın başarılarla yüklü parlak bir 1976-1979 toplu

iş sözleşmesi dönemi yaşadık.” (Genel-İş 7. Genel Kurul Çalışma Raporu,

1977:187-188)

İşyeri toplu sözleşmelerinin dışında işkolu düzeyinde yapılacak toplu sözleşme

süreci de Sendika’nın yetkisine itiraz edilmesi nedeniyle 15 ay kadar gecikmeli

olarak yapılabilmiştir. İşkolu toplu sözleşmelerinin büyük çoğunluğu masa başında


137

anlaşarak biterken, bir kısmı için Uzlaştırma Kurulu’na başvurulmuş, yedi

belediyede ise kısa süreli grevler uygulanarak imzalanılmıştır.

Toplu iş sözleşmeleri ile birçok idari kazanımların elde edildiği görülmektedir.

Daha önceki dönemde toplu sözleşmelerde işten çıkarmaları disiplin kurulu kararına

bağlama hükmüne ek olarak, bu mekanizmaya uyulmaması halinde 3 yıllık maaş

tutarında kötü niyet tazminatı ödenmesi hükme bağlanmıştır. Ayrıca sendika

yönetici ve temsilcilerinin hiçbir suretle işten çıkarılmayacağı belirlenmiştir.

Bununla beraber ücretler bazında da üyelerine önemli artışların sağlandığı

görülmektedir. Sendikanın yaptığı araştırmaya göre 1972-1974 döneminde %16.93,

1974-1976 döneminde %40, 1976-1978 döneminde ise %69 oranında işçi

ücretlerinde bir artışın sağlandığı belirtilmektedir. (7. Genel Kurul Çalışma Raporu,

1977:196) 1978-1980 döneminde ise işçi ücretlerinde %145 oranında bir artışın

sağlandığı belirtilmektedir. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:93-94) Tabi bu

yüksek ücret artışları bu dönemdeki enflasyon oranlarının düzeyleri ile paralel

şekillenmiştir.

1978 yılında DİSK kendi bünyesindeki sendikalara tek tip işyeri ve işkolu toplu

sözleşme taslakları hazırlanması kararı almıştır. Genel-İş de bu dönemde DİSK’in

tek tip sözleşme taslakları doğrultusunda çalışmalar yapmış ve yeni olarak

taslaklara giren maddelerin %97’sinin imzalanan toplu sözleşmelerde yer aldığı

belirtilmiştir. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:93-94)


138

G. Eğitim Faaliyetleri

Genel-İş’in eğitim anlayışında daha önceki dönemlere göre önemli değişiklikler

yaşandığı ve eğitim programlarında işçilere doğrudan siyasal bilinç verilmesine

dönük konulara ağırlık verildiği görülmektedir.

Eğitim amacı olarak “Burjuvazi işçi sınıfının dikkatlerini başka yönlere çekip,

gençlerimizin beyinlerini yanlış eğitim ve anlatımlarla karanlıklara gömüp soygun

düzenine karşı çıkmalarını önlemeye çalışmaktadır. Sınıfımız bilimsel öğretiler alıp,

devrimci bilgiler edinerek bu sömürü çarkını kıracak ve insanlığın mutlu ve eşit

olduğu bir düzene ulaşmasında üzerine düşen görevi yerine getirecektir.”

denilmektedir. (7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:226)

Sendika bu dönem A ve B tipi seminerler olarak adlandırdığı eğitim uygulamaları

ile daha çok Doğu, Güneydoğu, Güney illeri şubelerinin üyelerine eğitimi önem

vermiştir. Buna neden olarak ise kent merkezlerindeki işçilerin eğitim seviyesi ile

bu bölgelerdeki işçilerin arasında önemli farkların olması gösterilmiştir. (7. Genel

Kurul Çalışma Raporu, 1977:227)

Bu eğitimlerde uygulanan ders programı ise şöyledir:

1. Gün:

Eğitimin gerekliliği ve niteliği

İnsanın doğa, toplam ve üretimdeki yeri, gereksinmeleri

Toplum biçimlerinin evrimi

Emek ve ücret

Toplumsal sınıflar ve devlet, belediyeler ve mahalli idareler


139

2. Gün

Ekonominin temel kavramları

Uluslararası sömürü, kalkınma ve az gelişmişlik

Türkiye’nin ekonomik, sosyal yapısı, evrimi ve sorunları

3. gün

Sendikacılığın doğuşu görev ve sorumlulukları

Dünyada ve Türkiye’de sendikacılık

Sendikacılık ve siyaset

İş hukuku (Sendikalar Kanunu, toplu sözleşme Yasası SSK ve Anayasa kavramları)

Toplu sözleşme ilkelerimiz (DİSK ve Genel-İş)

Genel-İş’in gelişimi, Genel Hizmet işkolunun üretimdeki yeri ve örgütlenmesi (7.

Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977:234)

Sendika ayrıca 1978 yılında eğitimci üyeler arasında eğitimci işçilerin

yetiştirilmesine yönelik bir program başlatmıştır. Önce 7 gün, sonra 21 gün süren

eğitim programı uygulanmış, 140 kişiyle başlayan eğitim programı 56 kişiyle

tamamlanmıştır. Bu kişilerin şubelerde eğitim seminerleri vermeleri sağlanmıştır.

Bu eğitimlere katılan üyelerden iki kişi genel merkez bünyesinde eğitim uzmanı

olarak istihdam edilmeye başlanmıştır. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:124-

125)

Sendika 1975-1980 dönemleri arasında; Kara Kitap (Belediyelere MC döneminde

konulan ambargo ile ilgili), İşçi Sınıfının Birliği İçin (DİSK’e Katılma Nedenleri),

Temel Eğitim (Sosyal-Ekonomik-Sendikal konuları içeren eğitim kitabı),

Uluslararası Sömürü ve Azgelişmişlik, Demokratik sınıf ve Kitle Sendikacılığı, İşçi

Sınıfı Resimli Tarihi, Eğitim nedir?, DİSK Nedir?, Ören Kararları: Sınıf ve Kitle
140

Sendikacılığının Temel İlkeleri yayınlarını basmıştır. Genel-İş Emek dergisinin

baskı sayısı ise 75.000’e ulaşmıştır.

H. Grev ve Eylemler

Genel-İş 1975 ve 1978 tarihleri arasında on dokuz grev uygulamıştır. Bunlar;

Geyve, Bitlis, Seydişehir, Ordu (iki kez), Niğde, Güzeltepe (İzmir), Osmaniye,

Adapazarı, Orhangazi, Darıca, Gemlik, Mihalıçcık, Tuzla, Afyon ve Burdur

belediyeleri ile Yeşiltepe Kooperatifi (Ankara), Oyak Genel Müdürlüğü ve Oyak

Ordu Pazarları grevleridir. Bunlardan Şubat 1976’da Ankara’daki Yeşiltepe

Kooperatifi’nde yapılanı ilk kapıcılar grevidir. Bu grevlerden biri dışında tamamı

toplu sözleşme uyuşmazlıklarından kaynaklanan menfaat grevleridir. Afyon

Belediyesi’nde 28 Eylül 1977 tarihinde başlayıp 311 gün süren grev ise hak grevi

uygulamasıdır. (TSA, 1998a: 450)

1978- 1980 döneminde ise Sendika kırk iki grev uygulamıştır. Bunlarda dördü

işkolu düzeyinde otuz sekizi işyeri düzeyindedir. Grevlerden on dördü hak grevi

iken, yirmi sekizi menfaat grevidir. Bu grevler 15.479 üyeyi kapsamaktadır (8.

Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:97).

Sendika bu grevler dışında değişik nedenlerle yirmi altı direniş eylemi yapmıştır.

Bu direnişlerin bir kısmı Kahramanmaraş olaylarına yönelik tepki olarak siyasal

talepli, bir kısmı Tariş ve Kayseri Belediyelerindeki işçilere yönelik saldırılara karşı

protesto ve dayanışma içerikli, bir kısmı ise işyerlerinde işverenlerin

uygulamalarına karşı düzenlenmiştir (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:142).


141

Bu dönem ayrıca DİSK’in almış olduğu genel eylem çağrılarına Genel-İş’in de

etkin şekilde katıldığı görülmektedir. Bu eylemlerin en önemlileri DGM Direnişi, 1

Mayıs 1977 mitingi ve Faşizme İhtar eylemleridir.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası MC

iktidarı tarafından yeniden çıkarılmak istenmesi üzerine DİSK ülke genelinde eylem

kararı almıştır. 16 Eylül 1976 tarihinde yapılan bu eylem tüm ülkede genel grev

şeklinde örgütlenmiştir. Genel-İş de bu eylemlere iş bırakarak katılmış, özellikle

İstanbul ve Ankara’da temizlik ve ulaşım hizmetlerinin durması kentlerde önemli

sorunlara yol açmıştır.

I. DİSK’le İlişkiler

Genel-İş’in DİSK’e katılması aynı zamanda DİSK içerisinde en belirleyici

sendikalardan birisi olma konumunu da beraberinde getirmiştir. Nitekim sendikanın

DİSK’ e katılmasından kısa bir süre sonra toplanan DİSK 6. Genel Kurulu’nda (22-

26 Aralık 1977) Abdullah Baştürk DİSK Genel Başkanlığı’na seçilmiştir. Bu aynı

zamanda DİSK içerisindeki sosyal demokrat anlayışın etkinliğinin artmasının da bir

göstergesi olmuştur.

Bu dönem DİSK içerisinde birtakım tartışmaların da yaşandığı dönemdir. Sosyal

demokrat sendikacılar ile sosyalist sendikacılar arasında süren etkinlik çekişmesi,

Baştürk’ün DİSK Genel Başkan olmasıyla iyice sosyal demokratlar lehine

değişmiştir.
142

DİSK içinde karşılıklı suçlamaların ağırlık kazandığı bu dönemde 1979 yılında

başta Maden-iş olmak üzere Bank-Sen, Bay-Sen ve Yeraltı Maden-İş sendikaları

DİSK Onur Kurulu’na sevk edilmiştir. Bu kararın gerekçesinde “Sendikaları işçi

sınıfı partisi yerine koymak, sendikalara parti işlevlerini yüklemek sendikaları kitle

örgütü olmaktan çıkarır ve parçalanmasına yol açar” denmektedir. (TSA,

1998a:314-315)

Onur Kurulu kararı ile Maden-İş, Bank-Sen, Bay-Sen bir yıl, Yeraltı Maden-İş ise

dört ay DİSK’den ihraç edilmişlerdir.. Ayrıca ilgili sendikaların bazı yöneticileri de

bir kısmı kesin ihraç olmak üzere çeşitli sürelerle ihraç cezaları almışlardır.

DİSK’in 13. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen toplantıya ihraç süreleri sona

eren sendikaların yöneticileri de katılmış, Baştürk burada şu konuşmayı yapmıştır:

“Aradan geçen bir yıllık süreden, Onur Kurulu’nun kararına neden olan gelişmelerden

gerekli dersler çıkartılmalıdır. Bugün soğukkanlılıkla geriye bakıp bu olay yerli yerine

oturtulmalıdır. Organ kararlarına beğensek de beğenmesek de nasıl bir sorumluluk ve örgüt

disiplini içinde uyulması gerektiğini; organ kararlarına sorumsuzca tepki göstermenin

yanlışlığını, örgüt yöneticilerine yöneltilen suçlamaların yersizliğini ve nedenini iyi

değerlendirmeliyiz. Sendikalarda farklı siyasi görüşlerin birlikte çalışmak zorunda

olduklarını iyice kafamıza sokmalıyız” ….

“Yığın örgütü olan sendikaları “parti” gibi düşünemeyiz. Ancak sendikaların da kendi

tüzüklerinde belirlenmiş amaçları, ilkeleri ve kurala bağlanmış bir iç işleyişleri vardır.

Sendikal demokrasi, ancak, sendikal disiplin ile birlikte ele alınmak zorundadır. Kuralsız bir

demokrasi olmayacağı gibi disiplinsiz bir örgüt de yoktur. İşçi sınıfı örgütlerinin birinci

örgütlenme ilkesi ise demokratik merkeziyetçiliktir.” (8. Genel Kurul Çalışma

Raporu, 1980:66-67)
143

İ. Uluslararası İlişkiler

Sendikanın uluslararası ilişkilerinde, bu dönem “sosyalist” ülkelerdeki sendikalarla

ilişkilerinin özellikle geliştiği görülmektedir. Bu dönemde yapılan eğitim,

dayanışma ziyaretlerinin SSCB, Romanya, Bulgaristan, Çekoslavakya, Yugoslavya,

Polonya gibi ülkelere gerçekleştirildiği aynı şekilde bu ülke sendikacılarının da

Türkiye’ye ziyaretler gerçekleştirdikleri görülmektedir.

Genel-İş’in de üyesi bulunduğu PSI (Uluslararası Kamu Hizmetlileri Federasyonu)

ile olan ilişkiler de gelişmeye devam etmiş, 19-23 Eylül 1977 tarihinde yapılan PSI

Genel Kurulu’nda Genel-İş Başkanı Baştürk, PSI İcra Kurulu üyeliğine seçilmiştir.

Ayrıca PSI bu dönemde Türkiye’deki kamu kesiminde görevli işçilerin

sendikalarıyla daha etkili bir ilişki ve işbirliği kurabilmek amacıyla, Ankara’da bir

Mahalli İrtibat Bürosu oluşturmuştur. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980:132)

J. İşverenler ve Siyasi Partilerle İlişkiler

1975-1980 yılları arası CHP ile DİSK arasındaki ilişkilerin en canlı biçimde

gerçekleştiği dönem olmuştur. DİSK 1973, 1975 ve 1979 seçimlerinde CHP’yi

destekleme kararı almış, bu kararı doğrultusunda aktif olarak da rol oynamıştır.

Başlangıçta olumlu seyreden bu ilişkiler zamanla karşılıklı olarak gerilmiş,

1970’lerin sonuna gelindiğinde ise sorunlu bir hal almış, özellikle 1979

seçimlerinde CHP’yi destekleme kararıyla beraber diğer sol-sosyalist partilere de oy

verilmesinin faşizme karşı mücadeleyle çelişmeyeceği kararı ve DİSK’in yeni bir

parti kurma girişimi ile de kopma noktasına gelmiştir.


144

Genel-İş’in başından beri sürdürdüğü CHP yanlısı politik çizgisini DİSK içerisinde

de sürdürmeye devam etmiş, hatta DİSK’in CHP ile yakınlaşması yönelişinde

önemli çaba harcamıştır. Ancak Baştürk’ün girişimleriyle başlayan yeni bir parti

kurma çabaları 1970’lerin sonlarında Genel-İş’in de CHP ile olan ilişkilerinde

sorunların arttığını göstermektedir.

Genel-İş DİSK’in CHP’yi destekleme kararları ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi

yapmıştır:

“Bilindiği gibi üst örgütümüz DİSK 1973, 1975 ve 1979 yıllarında yapılan Millet Meclisi

seçimlerinde CHP’yi desteklemiştir..

12 Mart faşizminin karanlığından sıyrılmak, demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek,

MC iktidarlarının faşist yönelimlerini dizginlemek ve emekçi halkımıza daha geniş

ekonomik ve sosyal haklar getirebilmek bakımından DİSK, CHP’yi desteklemekle sorumlu

ve gerçekçi bir yol izlemiştir.

DİSK yetkili organlarında alınan CHP’ye destek olma kararı, DİSK’in CHP’nin tüm

politikasını ve toplum anlayışını aynen benimsediği için alınmış bir karar değildir. Aksine

alınan kararlarda, DİSK’in yurt ve dünya olaylarına bakışı ile CHP tüzük programı arasında

temel farklılıklar bulunduğu, kapitalizm ile sosyalizm arasında bir üçüncü toplum biçimi

olmadığı, DİSK’in nihai hedef olarak sosyalizmi amaçladığı, açıkça vurgulanmıştır. Seçim

desteğinin gerekçesi ve somut amacı iki noktada ağırlık taşımaktaydı: Birincisi, işçi ve

emekçi sınıfların siyasal ve sendikal alanda özgürlüklere kavuşturulması; ikincisi ise,

düzenin işleyişinde emekçiler yararına bazı reformların gerçekleştirilmesiydi. Sendikamız

Genel-İş daha önceki dönemde olduğu gibi, DİSK üyeliğinden sonra da, yukarıdaki

anlayışa koşut olarak, en geniş bir biçimde CHP’yi desteklemiştir.”(8. Genel Kurul

Çalışma Raporu, 1980:72)


145

Görüldüğü gibi her ne kadar CHP seçimlerde desteklenmiş olsa da bu desteğin

toplumsal koşulların ve siyasal atmosferin bir nedeni olduğu belirtilmektedir.

Nitekim çalışma raporlarında ve çeşitli açıklamalarında sendikanın CHP’ye yönelik

ciddi eleştiriler getirdiği de görülmektedir.

DİSK ve CHP arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan ilk olay DİSK’in

Faşizme İhtar Eylemi’dir. Ecevit bu eylem sonrasında DİSK’i eleştirmiş ve

seçimlerde CHP’yi desteklemenin diyetinin alınmak istendiği şeklinde bir

değerlendirme yapmıştır. Bu açıklama üzerine taraflar karşılıklı olarak sert

açıklamalar yapmaya devam etmiştir. Genel-İş, Ecevit’in bu açıklaması üzerine,

seçimlerde CHP’nin desteklenmesinin belirli toplumsal talepler etrafında olduğunu,

CHP’ninde bu talepleri o dönem sahiplendiğini ancak bunun sendikaların

demokratik iç işleyişlerine müdahale etme hakkını doğurmayacağını belirtmiştir.

“Bu geniş kapsamlı davranışımıza karşın, CHP ve Hükümet başkanı, tıpkı kapitalist

partilerin ve de işveren sendikalarının kullandıkları cümlelerle, 20 mart direnişimizi

suçlamaya kalktılar. Biz hiçbir kuruluşa ve kişiye borçlu da değiliz, hiçbir kuruluştan ve

kişiden alacaklı da saymıyoruz kendimizi. Zaman Ecevit hükümetinin 20 Mart günü

koyduğu tavrın ne kadar duygusal, fevri ya da bilerek, belli çevreleri hoşnut etmek için

konduğunu ortaya çıkaracaktır. Biz işçi sınıfı olarak, ülkemizin ve halkımızın bu

dönemdeki bunalımlarına, emperyalistlerin tuzaklarına, sömürünün örtülenmesi için

uydurulan gerekçelere dayalı faşist eylemlere karşı, demokrasiye sahip çıkma görevimizi

yaptığımız kanısındayız. Bu görevi yaparken, kimseden izin almaya ihtiyacımız olmadığı

gibi, hesap verme zorunda da değiliz.” (7. Genel Kurul Çalışma Raporu,

1977:49)

Ecevit’in Başbakanlığındaki hükümetin işçilerin ve halkın taleplerini karşılamaktan

giderek uzaklaştığını belirten sendika, CHP’nin giderek emperyalizmin ve tekellerin


146

isteklerine uygun bir yola girdiğini vurgulamaktadır. Hükümetin yeni yasa tasarıları

hazırlayarak işçi haklarını sınırlandırmak için yeni vergi tasarıları ile kıdem

tazminatları için tanınan vergi istisnasına sınır getirilmesi, toplu sözleşmelerle

kazanılmış bulunan kıdem tazminatlarının miktarına tavan konulması ve ücret

artışlarını kıskaca almak için bir cins “eşel mobil” sistemi getirilmek istendiğini

değerlendirilmektedir. (8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1977: 50)

1979 seçimlerinde CHP’nin aldığı oy oranının düşmesine neden olarak halka

verilen sözlerin tutulmamış olması belirtilirken, 8. Genel Kurul’da CHP üzerine şu

değerlendirmeler yapılmaktadır:

“Günümüz dünyasında iki ekonomik sistem vardır: kapitalizm ve sosyalizm. Bu iki

sistemin arasında veya dışında üçüncü bir yol yoktur. (...)

CHP’nin sağa kayışı ve dışa bağımlı kapitalizme teslim oluşu, iki ana nedene

dayanmaktadır. Birincisi CHP’nin orta sınıfların partisi olarak üçüncü bir yol arayışı içine

girmiş bulunmasıdır. Diğer bir neden ise işçi sınıfının siyasi plandaki örgütsüzlüğü,

dağınıklığı ve toplumsal bir seçenek durumuna yükselememiş olmasıdır.” (8. Genel

Kurul Çalışma Raporu, 1980:73)

1979 yılı seçim sonuçları üzerine DİSK’in yaptığı değerlendirmelerde de benzer

noktalara dikkat çekiliyor, bundan ayrı olarak ülkede büyük bir sosyalist potansiyel

olmasına rağmen solun oylarının düşük çıkmasının nedeni sosyalist hareketin

bölünmüşlüğüne bağlanıyordu. (DİSK Ajansı, 19.10.1979, 979/194) Bu

değerlendirmelerin ardından siyasi örgütlenme ve birlik oluşturma çalışmalarını

yürütmek ve bu siyasal birliğin program ve ilkelerini saptamak üzere Genel Başkan


147

Abdullah Baştürk başkanlığında bir komisyon oluşturulması kararı alınıyordu.

(DİSK Ajansı, 10.11.1979, 979/ 202)

Selet, bu dönemde sendikanın ve DİSK’in CHP ile olan ilişkilerini şu şekilde


değerlendirmektedir:
“Genel-iş Sendikası ile CHP adeta kardeştir. Kardeşler arasında da zaman zaman
tartışmalar sorunlar olur ancak hiçbir kardeş diğerinden vazgeçmez. Bu dönemde de
Genel-iş ile CHP arasındaki ilişkiler böyleydi. Sendikanın örgütlenmesinin
genişlemesinde bu ilişkinin esas olarak katkısı vardır.

Ancak CHP, DİSK’in kendi güdümünde olmasını istiyordu. DİSK’te CHP’ye seni
güçlü kılan emekçilerdir diyordu. Bu sorunlar devam ederken Baştürk’ün içerisinde
olduğu bir komisyon yeni parti için çalışmalar başlattığı söylendi. Ancak bu kanımca
yeni partiden çok aslında CHP’ye bir gözdağı verme hareketiydi. Çünkü eğer CHP
dışında bir parti kurulsaydı, başta Baştürk olmak üzere birçok kişinin önü kesilirdi.”
(Selet, 2006)

DİSK’in bu girişimi yeni bir parti kurulmasının girişimi olmakla beraber, DİSK ve

çeşitli siyasi çevrelerden gelen tepkiler üzerine, bu girişimin bir parti girişimi

olmadığı sadece sosyalist hareketlere birliklerini sağlamak üzere bir uyarı olduğu

açıklaması yapılmıştır. (DİSK Ajansı, 15.11.1979, 979/203) Nitekim bu çalışma bir

yandan gelen tepkiler üzerine diğer yandan ise 12 Eylül Askeri darbesi ile

başlamadan bitmiştir.
148

SONUÇ

Türkiye’de işçi ve sendikal hareketin gelişimi batıdaki örnekleriyle

kıyaslandığında oldukça geç oluşmuştur. Bunun en temel nedeni sanayileşmenin

Türkiye’de geç başlamış olmasıdır. Bununla beraber genel bir hareket niteliğine

bürünmese de Osmanlının son dönemlerinden başlayarak işçi eylemlerine ve

sendika oluşumlarına rastlamak mümkündür. Cumhuriyet sonrası tek partili rejim

döneminde çeşitli işçi eylemlerine tanık olsak da, herhangi yasal bir mevzuata sahip

olmamasından dolayı sendikal örgütlenmelerin hala gelişemediği görülmektedir.

Çok partili siyasal yaşama geçilmesiyle beraber önce Cemiyetler Kanunu’ndaki

“sınıf” esaslı örgütlenmelerin kurulamayacağı hükmü kaldırılarak sendikaların

kurulmasının önündeki engel kaldırılmış, 1947 yılında ise ile Sendikalar Kanunu

yasalaşmıştır. Bu dönemden itibaren sendikal örgütlenmelerin yaygınlaştığı da

görülmektedir. Ancak sendikal örgütlenmelerin Türkiye’de etkinliğinin artması

1960 sonrası döneme 274 ve 275 sayılı yasaların çıkmasına denk gelmektedir.

Sendikalar Kanunu’nun oluşmasında işçi hareketlerinin bir etkisinin olduğunu

söyleyecek olsak da esas olarak belirleyenin iç ve dış siyasal gelişmeler olduğunu

söylemek yanlış olmayacaktır. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde dünyada esen

demokratikleşme rüzgarı Türkiye’de de etkilerini göstermiş, tek partili rejimin sona

ermesi ve çok partili siyasal yaşama geçilmesinde önemli itici bir güç olmuştur.

Bununla beraber CHP iktidarı sahip olduğu toplumsal desteğin azalması karşısında

yeni arayışlara girmeye başlamış, Sendikalar Kanunu’nun yasalaşmasını işçi kitlesi


149

içerisindeki politik etkisini güçlendirmek için bir adım olarak değerlendirmeye

çalışmıştır.

Bu dönemden başlayarak sendikalarla siyasal iktidar arasındaki ilişkiler bu temelde

devam etmiştir. CHP iktidarının sona ermesinden sonra iktidara gelen DP iktidarı da

sendikalarla olan ilişkilerini kendi politikalarına toplumsal destek sağlayacak bir

temelde sürdürmeye çalışmış, bu amaçla sendikalara doğrudan ya da dolaylı olarak

etkide bulunmuştur.

Türkiye’de belediyeleşme hareketleri 1950’lerden sonra hız kazanmıştır. Buna bağlı

olarak bu yıllara kadar belediyelerdeki işçi istihdamının niceliksel artışı da geç

oluşmuştur. Ayrıca belediye istihdamının parçalı yapısı diğer bir etken olarak

belediye işçi hareketlerinin ve sendikal örgütlenmelerinin gelişimini etkilemiştir.

Görece geç oluşmasına rağmen belediye işçi hareketleri, Türkiye’deki işçi

hareketleri içerisinde önemli bir yere sahip olmuştur. Özellikle 70’li yıllarda

belediye işçileri, işçi sınıfının en hareketli kesimlerin başında gelmiştir.

1962 yılında kurulan Genel-İş, kuruluşunun hemen ardından Türk-iş üyesi

olmuştur. Genel-İş’in ilk dönemleri, o dönem oldukça yaygın olan işyeri

sendikalarını kendi bünyesine dahil etmek için geçmiştir.

1980 öncesi dönemde Genel-İş’in sendikal anlayışı 3 ayrı dönemde farklılıklar

göstermiştir. İlk olarak, kuruluşundan 1960 sonlarına kadar olan dönemde, Türk-

İş’in partilerüstü politikasına bağlı kalındığı dönemdir. Partilerüstü politika konusu


150

bununla beraber sendika açısından hep tartışmalı bir konu olmuştur. Sendika bu

dönemde bir yandan partilerüstü politika ilkesine sadık olduğunu belirtirken bir

yandan da aslında bu ilkeyle çelişen çeşitli tespitlerde bulunmuştur. Ülke ve dünya

meseleleri ile ilgilenmeden sendikacılık yapılmayacağına ilişkin görüşler, Baştürk

tarafından çeşitli platformlarda dile getirilmiştir. Esasında Baştürk’ün partilerüstü

politika ilkesini hiçbir dönemde benimsemediği söylenebilir. Hatta Baştürk, her

dönemde siyasetle ilgilenmiş, CHP içerisinde de aktif olarak görevlerde

bulunmuştur. Ancak bu dönemde gerek sendikanın öncelikleri, gerek Türk-iş ile

ilişkilerini iyi tutma çabası gerekse de başta TİP olmak üzere sosyalist hareketlerin

etkisinden sendikayı uzak tutma çabasıyla partilerüstü politika ilkesinin

benimsendiği söylenebilir.

Nitekim 1960 sonlarından itibaren partilerüstü politika ilkesi sendika tarafından çok

açık bir şekilde eleştirilmeye başlanmıştır. 70’lerin ortalarına kadar devam eden bu

ikinci dönem sendikanın sosyal demokrat sendikacılık anlayışını savunduğu

dönemdir. Sendikanın politikasındaki bu değişimin arkasında Türk-iş’in CHP’den

giderek uzaklaşması ve Adalet Partisi’ne yakınlaşmasının belirleyici etkisi vardır.

Bu dönemde sendika, öncelikle tamamı CHP üyesi sendikacılarla bir araya gelerek

raporlar hazırlamış ve Türk-iş’i etkilemeye çalışmıştır. Türk-iş’in 8. Genel

Kurulu’nda sosyal demokrat sendikacılar olarak ayrı birer liste çıkarılmış ancak

başarı sağlanamamıştır. Bu dönemde sendikanın DİSK’e yönelik görüşlerinde

herhangi bir değişiklik olmayıp, DİSK, marjinal grupların işçi hareketi içerisindeki

paravanı olarak değerlendirilmeye devam etmiştir. Sendika bu dönemde Türk-iş’i

eleştirse de işçilerin tek sendika ve tek konfederasyonda örgütlenmesi gerektiğini


151

savunmakta, bunun da Türk-iş çatısı atında olması gerektiği vurgulanmaktadır.

Sendika bu temelde 274 ve 275 sayılı Kanunlarda yapılmak istenen değişiklikleri de

genel olarak savunmuştur. 15-16 Haziran olaylarına neden olan değişiklik

tasarısının hazırlayıcıları arasında Baştürk’de bulunmaktadır. Ancak, aynı Baştürk

bir süre sonra DİSK’in Genel Başkanı olmuştur.

Aslında sosyal demokrat sendikal hareket, Türk-iş ve DİSK karşısında yeni bir

üçüncü bir yol arayışına girmiştir. Ancak gerek DİSK’in seçimlerde CHP’yi

destekleme kararları gerekse DİSK içerisinde de sosyal demokrat anlayışa sahip

sendikaların varlığı sendikayı ve bu hareketi DİSK’e katılıma yöneltmiştir.

Sendikanın 1976 yılında DİSK’e katılması aynı zamanda konfederasyon içerisinde

en güçlü sendikalardan biri olma pozisyonunu da beraberinde getirmiştir. Nitekim

Baştürk kısa bir süre sonra DİSK Genel Başkanı olmuştur. Sendikanın daha önce

“demokratik sol” olarak ifade ettiği anlayışı bu dönemde “demokratik sosyalizm”e

evrilmiştir. Genel-İş’in, sendikal anlayışındaki bu değişimde, ülkedeki toplumsal

hareketlerin etkileri kadar, DİSK’in söylemleriyle paralellik kurma çabasının da

etkili olduğu söylenebilir. Sendika bu dönemde de CHP’yi desteklemiş, DİSK’in de

CHP’yi destekleme kararlarında belirleyici çabaları olmuştur. Bununla beraber 70’li

yılların sonuna doğru DİSK ve CHP arasındaki ilişkilerin sorunlu bir hal alması,

paralel olarak sendikanın da ilişkilerini de belirlemiştir.

Sendika kurulduğu ilk dönemlerde işyeri sendikalarını bünyesine katma

faaliyetlerine ağırlık vermiş, bu katılımlar üye ve şube sayısındaki artışlarda


152

belirleyici olmuştur. 1970 sonrası dönemde sosyal demokratların yerel seçimlerde

güçlenmesiyle beraber sendika bu belediyelerde kolaylıkla örgütlenme olanağı

bulmuştur. Sendikanın CHP ile olan ilişkileri örgütlenme çalışmalarını da doğrudan

etkilemiştir.

Genel-İş Türkiye sendikal hareketinde önemli eylem ve grevlere imza atmıştır.

Çorum ve Manisa işçilerinin yürüyüşleri işçi hareketi tarihindeki ilk Ankara

yürüyüşleri örneklerindedir. Bununla beraber grevleri halkın yaşamını doğrudan

etkilediği için sık sık resmi makamlarca en çok ertelenen ya da yasaklanan

sendikalardan birisi olmuştur.

Sendika, 12 Eylül öncesi 150.000’e yakın üye sayısıyla iş kolundaki en büyük

sendika olma özelliğine ulaşmıştır. 12 Eylül Askeri Darbesi ile birlikte faaliyetleri

durdurulan DİSK’le beraber kapatılan sendikanın bir çok yönetici ve üyesi DİSK

davasında yargılanmış, yargılamanın 1991 yılında beraatle sonuçlanmasının

ardından sendika 1992 yılından itibaren tekrar faaliyetlerine başlamıştır.

Genel-İş Sendikası, kuruluşundan başlayarak Türkiye sendikal hareketi içerisinde

önemli bir yere sahip olmuştur. Bu önemini bir yandan 1980 öncesinde işçi sınıfı

içerisindeki kitelesel gücü ve etkinliği ile diğer yandan Türkiye’de sendikal

anlayışın şekillenmesi süreçlerine etkileri ile kazanmaktadır. Ayrıca Genel-İş’in

CHP ile olan ilişkileriyle, sendika-siyaset ilişkileri bağlamında akademik olarak

zengin inceleme olanakları sunması yönüyle önemli bir örneklem olduğunu

belirtmek gerekir.
153

TABLOLAR

Tablo 3: Genel Kurul Dönemlerine Göre Genel-iş Sendikası’nın

Üye ve Şube Sayıları

YIL ÜYE SAYISI ŞUBE SAYISI

1962 8.354 26

1965 28.005 38

1967 32.947 49

1969 38.304 49

1972 43.142 49

1975 100.000 58

1978 137.654 73

1980 145.000 90

(13’ü Bölge Şube)

Kaynak: Genel-İş Genel Kurul Çalışma Raporları


154

Tablo 5: 1962-1980 Döneminde Genel-iş Sendikası’nın Grevleri

Başlangıç Bitiş İşçi Ne Şekilde Sona Grevin


İşveren Tar. Tar. Sayısı Erdiği Niteliği

Kayseri Bld. 15.09.1964 20.10.1964 354 Anlaşmayla Menfaat

Malatya Bld. 21.09.1965 22.10.1965 179 Mahk. Kararıyla Menfaat


Denizli Oto.
İşl. 03.06.1966 03.06.1966 27 Menfaat
İzmit Tem.
İşl. 04.06.1966 04.06.1966 300 Anlaşmayla Menfaat

Bandırma Bld. 03.03.1967 10.03.1967 63 Anlaşmayla Menfaat


Manisa Bld. 11.05.1967 18.12.1967 142 Anlaşmayla Menfaat

Adana Bld. 10.06.1967 10.06.1967 870 Anlaşmayla Hak


Gaziantep Anl. Mahk.
Bld. 03.07.1967 06.07.1967 987 Kararıyla Menfaat
Adana-Tem.
İşl. 05.11.1967 08.11.1967 482 Anlaşmayla Dayş. / Hak

Adana Bld. 29.05.1968 29.05.1968 700 Anlaşmayla Hak

İzmir Bld. 31.05.1968 29.06.1968 337 Anlaşmayla Menfaat

Eskişehir Bld. 10.09.1968 18.09.1968 1110 Anlaşmayla Hak


Kutsal
Amasya 13.05.1969 26.05.1969 * Anlaşmayla Lokavt

Konya Bld. 26.07.1969 26.01.1970 110 Anlaşmayla Menfaat


Ankara İmar
Md 01.08.1969 05.08.1969 71 Anlaşmayla Menfaat

Antalya Bld 04.03.1971 22.03.1971 189 Anlaşmayla *


24.07.1972 04.08.1972 B. Ku. Ert.
Kayseri Bld. 26.09.1972 30.09.1972 950 Anlaşmayla Menfaat

İzmir Bld. 26.09.1972 01.10.1972 1857 Anlaşmayla TİS

Gültepe Bld. 02.05.1974 * 230 * Hak

Ankara Bld. 10.07.1974 20.07.1974 6641 Anlaşmayla Menfaat


155

Sıkıyönetim
İzmir Bld. 08.10.1974 17.10.1974 2600 Kararıyla Menfaat

İstanbul Bld. 15.02.1975 20.02.1975 1460 Anlaşmayla Menfaat


Osmaniye
Bld. 08.05.1975

Geyve Bld. 25.05.1975 * * * Menfaat


Seydişehir
Bld. 09.06.1975 * * * Menfaat

Niğde Bld. 26.08.1976 ......09.1976 * * *


Mihalıççık
Bld. 06.05.1977 10.05.1977 * Anlaşmayla Menfaat

Gemlik Bld. 07.06.1977 12.07.1977 65 Anlaşmayla Menfaat

Darıca Bld. 07.07.1977 12.07.1977 * Anlaşmayla Menfaat


Adapazarı
Bld. 04.08.1977 ......09.1977 * * *

Tuzla Bld. 13.08.1977 07.09.1977 * Anlaşmayla Menfaat

Afyon Bld. 28.09.1977 04.08.1978 280 Anlaşmayla Hak Grevi

Ordu Bld. 11.10.1977 14.11.1977 * Anlaşmayla Menfaat

Burdur Bld. 01.02.1978 08.03.1978 * Anlaşmayla Menfaat

Hereke Bld. 01.06.1978 15.06.1978 45 Anlaşmayla Menfaat

İzmit Bld. 07.06.1978 07.07.1978 1300 Anlaşmayla Menfaat


Tunçbilek
Bld. 08.07.1978 31.08.1978 78 Anlaşmayla Menfaat

Isparta Bld. 15.07.1978 14.09.1980 33 * Menfaat


Hasandede
Bld. 28.07.1978 28.07.1978 10 Anlaşmayla Menfaat

Gelibolu Bld. 15.08.1978 18.03.1979 40 Anlaşmayla Menfaat

Haymana Bld. 19.08.1978 19.08.1978 80 Anlaşmayla Menfaat

Çubuk Bld. 28.08.1978 07.09.1978 72 Anlaşmayla Menfaat

Menemen Bld 24.09.1978 31.10.1978 80 Anlaşmayla Menfaat


156

Elbistan Bld. 26.09.1978 14.09.1980 78 * Hak

Tuzla Bld. 23.10.1978 * 10 * Menfaat

Geyve Bld. 27.10.1978 04.04.1980 20 Anlaşmayla Menfaat

Gültepe Bld. 23.11.1978 12.01.1979 294 Anlaşmayla Hak

Narlıdere Bld. 23.11.1978 29.12.1978 250 Anlaşmayla Hak

Horasan Bld. 02.12.1978 02.12.1978 33 Anlaşmayla Menfaat


Org. Sanayi
Gaziantep 11.12.1978 22.12.1978 22 Anlaşmayla Menfaat

Manisa Bld. 05.01.1979 22.02.1979 522 Anlaşmayla Hak

Aslanbey Bld. 22.01.1979 12.06.1979 16 Anlaşmayla Menfaat

İzmit Bld. 06.02.1979 07.07.1979 1300 Anlaşmayla Hak

Bolu Bld. 11.02.1979 24.02.1979 210 Anlaşmayla Hak

Karahallı Bld. 21.03.1979 30.03.1979 20 Anlaşmayla Menfaat

Dos. Sit. Ank. 16.04.1979 15.05.1979 9 Anlaşmayla Menfaat


03.05.1979 06.05.1979
İzmir Bld. 06.08.1979 14.08.1979 2470 B.K.K. Ertelendi Menfaat
03.05.1979 06.05.1979
İzmir Eshot 06.08.1979 14.08.1979 2224 B.K.K. Ertelendi Menfaat

Mardin Bld. 08.05.1979 16.05.1979 185 Anlaşmayla Menfaat

Gönen Bld. 20.06.1979 08.07.1979 62 Anlaşmayla Menfaat


Safranbolu
Bld. 30.06.1979 16.07.1979 71 Anlaşmayla Menfaat

Susurluk Bld. 29.06.1979 19.11.1979 78 Anlaşmayla Menfaat

Antalya Bld. 04.07.1979 07.07.1979 1049 Anlaşmayla Menfaat

Kırıkkale Bld. 17.07.1979 08.08.1979 430 Anlaşmayla Menfaat

Karabük Bld. 24.07.1979 23.08.1979 517 Anlaşmayla Hak

Çatalağzı Bld. 02.08.1979 14.08.1979 60 Anlaşmayla Menfaat


157

Diyarbakır
Bld. 08.08.1979 13.09.1979 832 Anlaşmayla Hak

Urfa Bld. 16.08.1979 23.08.1979 550 Anlaşmayla Hak

Karaman Bld. 28.08.1979 20.10.1979 110 Anlaşmayla Hak

Bingöl Bld. 06.10.1979 25.10.1979 110 Anlaşmayla Hak


11.10.1979 23.10.1979
Batman Bld. 24.01.1980 13.03.1980 400 B.K.K. Ertelendi Hak

Marmaris Bld. 20.11.1979 * 25 * Menfaat

Çerkeş Bld. 21.11.1979 17.01.1980 31 Anlaşmayla Menfaat


Diyarbakır
Bld. 05.01.1980 18.01.1980 832 Anlaşmayla Hak

Hereke Bld. 15.07.1980 03.09.1980 * Anlaşmayla *

Gültepe Bld. 27.08.1980 * * * *


Diyarbakır
Bld. 09.09.1980 10.09.1980 832 Anlaşmayla Hak

Denizli Bld. 09.02.1980 07.03.1980 698 Anlaşmayla Hak

* Bilinmemektedir

Kaynak: Türkiye İşçi Sınıfı Mücadeleleri Tarihi (TİB:1976), Türkiye’de Sendikal


Anlayışlar (Özbey:2001), Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi (1.2. ve 3. cilt:1998),
Genel-İş Çalışma Raporları, Genel-İş Emek Dergileri yayınlarından derlenmiştir.
158

Tablo 6: 1962-1980 Döneminde Genel-İş Sendikası Yayınları

Karşılıklı İlişkilerde Sendikacı ve Psikoloji


Sendika Liderliği Niçin Ne Zaman Nasıl?
İşçi ve Eğitim
Ücret ve Enflasyon
Toplu Sözleşme Düzeni
Grev Nedir ve Uygulaması
1962-1969 Sendika Maliyesi
DÖNEMİ Plan Nedir?
Ana Tüzük ve Yönetmelikler
İşçi Niteliği Taşıyan Kamu Hizmetlilerinin Hukuki Durumu
İş Kanunu
Sosyal Sigortalar Klavuzu
Zeytinyağı Skandalı
İşçiler Sendikacılar ve Beslenme Sorunu
Türk İşçi Hareketinde Sosyal Demokrat Düzen
Türk Sendikacılığının Düzeni
1475 Sayılı İş Kanunu
274 Sayılı Sendikalar Kanunu
1969-1975 İnsan Gücü ve Eğitim
DÖNEMİ Asgari Ücret Raporu
Sendikal Amaçlarda Yeni Aşamalar
Sosyal Güvenlik ve Ücret Düzeni
Sendikalar ve Politika
Eğitim Reformu
Toprak Reformu

Kara Kitap (Belediyelere MC döneminde konulan ambargo


ile ilgili)
İşçi Sınıfının Birliği İçin (DİSK’e Katılma Nedenleri)
Temel Eğitim (Sosyal-Ekonomik-Sendikal konuları içeren
1975-1980 eğitim kitabı)
DÖNEMİ Uluslararası Sömürü ve Azgelişmişlik
Demokratik Sınıf ve Kitle Sendikacılığı,
İşçi Sınıfı Resimli Tarihi
Eğitim nedir?
DİSK Nedir?
Ören Kararları: Sınıf ve Kitle Sendikacılığının Temel
İlkeleri

Kaynak: Genel-İş Çalışma Raporları, Genel-İş Emek Dergileri


159

KAYNAKÇA

Akalın, İlhan (2000) Güdümlü İşçi Hareketi, Sendikaların Mahzun Öyküsü,

İstanbul, Gelenek yay.

AKKAYA, Yüksel (1998) “1960 Sonrasında İşçi Hareketleri”, TSA 2. cilt, sf:

106 Kültür Bakanlığı Yayınları, Tarih Vakfı Yayınları.

AKKAYA, Yüksel (2002) “Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık 1”, Praksis, Kış

2002 sayı 5.

AKKAYA, Yüksel (1998) Cumhuriyet Döneminde Belediyelerde İşçi Hareketleri

(1923-1980), TODAİE, Çağdaş Yerel Yönetimler 7 (3): 16-36.

AKKAYA, Yüksel (2006) “İşçi Hareketinde Üç Uzun Dalga ve Bir Sonuç!”

www.sendika.org, Yayımlanma Tarihi: 18 Haziran 2006, İndirilme Tarihi: 13

Kasım 2006.

ARSLAN, Cemal (2006) 23 Kasım 2006 tarihli görüşme.

ASLAN, Hakan (1998) “Politik Ekonomi Temelli Bir İşçi Hareketine Doğru”

Toplum ve Bilim 77 Yaz 1998 sf: 83-99.


160

ASLAN, Filiz (1998) “2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt

Kanunu”, TSA 2. Cilt sf:22 Kültür Bakanlığı Yayınları, Tarih Vakfı

Yayınları.

BORATAV, Korkut (1997) “İktisat Tarihi (1908-1980)”, Türkiye Tarihi, cilt 4,

Çağdaş Türkiye 1908-1980, İstanbul: Cem yay.

ÇALIŞMA BAKANLIĞI (2006) Ocak 2006 İstatistikleri www.csgb.gov.tr

ÇATAK, Süriye (2006) “15-16 Haziran-Bir direnişçi anlatıyor...” Süriye Çatak

(Kocaeli Demokrat) www.sendika.org Yayımlanma Tarihi: 26 Haziran 2006,

İndirilme Tarihi: 13 Kasım 2006.

DİSK Ajansı, 19.10.1979,979/194

DİSK Ajansı, 10.11.1979, 979/202

DİSK Ajansı, 15.11.1979, 979/203

DİSK, 7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980, İstanbul

DİSK (2006) DİSK Tarihi www.disk.org.tr İndirilme Tarihi: 14 Kasım 2006.

DOĞAN, Erhan (2003) “Sendikalar ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Siyaseti”

Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (6) sf: 19-43


161

DURSUN, Davut (2003) 12 Mart Darbesi Şehir Yayınları: İstanbul.

GENEL-İŞ, 3. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1967, Ankara

GENEL-İŞ, 4. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1969, Ankara

GENEL-İŞ, 5. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1972, Ankara

GENEL-İŞ, 6. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1975, Ankara

GENEL-İŞ, 7. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1978, Ankara

GENEL-İŞ, 8. Genel Kurul Çalışma Raporu, 1980, Ankara

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1967) 61: 11, 1 Kasım 1967.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1972) 168:6-12, 15 Nisan 1972.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1975) 234: 8-10, 15 Ocak 1975.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1972) 169: 2, 1 Mayıs 1972.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1975) 245: 9, 1 Temmuz 1975.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1967) 45: 9, 1 Mart 1967.


162

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1975) 63: 5-7, 30 Kasım 1967.

GENEL-İŞ Emek Dergisi (1965) 14: 3-11, 30 Kasım 1965.

GENEL-İŞ, (1976) “İşçi Sınıfının Birliği İçin” Genel-İş Genel Yönetim Kurulunun

DİSK’e Katılma Kararının Açıklanması, Ankara

GÖYMEN, Korel (1983)“Türkiye’de Yerel Yönetim” Cumhuriyet Dönemi

Türkiye Ansiklopedisi, cilt 10.

GÜNGÖR, Fatih (1998) “İşçi Hareketleri”, TSA, 2. cilt sf:104 Kültür Bakanlığı

Yayınları, Tarih Vakfı Yayınları.

GÜLER, Birgül A.(1998) Yerel Yönetimler Liberal Açıklamalara Eleştirel Bir

Yaklaşım, TODAİE, Yayın No:280, Ankara

GÜZEL, Şehmus (1993) Türkiye’de İşçi Hareketi (Yazılar, Belgeler) İstanbul:

Sosyalist yay.

IŞIK, Yüksel (1996) Osmanlı’dan Günümüze İşçi Hareketinin Evrimi, (1876-

1994) Ankara Öteki yay.

IŞIKLI, Alpaslan (1990) Sendikacılık ve Siyaset, Ankara, 4. Basım, İmge Yay.

KELEŞ, Ruşen (1998) “Yerinden Yönetim ve Siyaset”, İstanbul, Cem yay.


163

KESGEÇ, Özcan (2006) Türkiye'de Sendikal Hareketin Tarihi ODTÜ

Konuşması 23 Mayıs 2006, bant kaydı.

KESKİNOĞLU, İrvem “1 Mayıs’lar”, TSA, 1. cilt sf:181 Kültür Bakanlığı

Yayınları, Tarih Vakfı Yayınları.

KORAY, Meryem (1994) Değişen Koşullarda Sendikacılık, TÜSES yay.

KUTAL, Metin (1998) “274 Sayılı Sendikalar Kanunu”, TSA 2. cilt sf:24 Kültür

Bakanlığı Yayınları, Tarih Vakfı Yayınları.

MAKAL, Ahmet (1999) Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri

(1923-1946) Ankara İmge yay.,

OLEYİS Sendikası (2006) Oleyis Hakkında: Tarihçe www.oleyis.org.tr İndirilme

Tarihi: 14 Kasım 2006.

ORÇUN, Fuat (1993) “15-16 Haziran” Yeniyol Temmuz-Ağustos 1993 sf:17-19.

ÖZBEY, Nurullah (2001) Türkiye’de Sendikal Anlayışlar, Enerji-Yapı-Yol

Sendikası yay., Ankara

SELET, Hikmet (2006) 25 Kasım 2006 tarihli görüşme.

SENCER, Oya (1969) Türkiye’de İşçi Sınıfı, İstanbul, Habora Yay.


164

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi (1998) Cilt 7, İletişim yay.,

İstanbul

SÜLKER, Kemal (1976) İki Konfederasyon Türk-İş ve DİSK, Koza yay.,

İstanbul

SÜLKER, Kemal (1987) Türkiye’de Sendikacılık Tarihi 1, Bilim Kitabevi

yayınları, İstanbul.

ŞİŞMANOV, Dimitir (1990) Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sosyalist Hareketi Kısa

Tarih (1908-1965) İstanbul Belge Yay., Çeviren: Ayşe-Ragıp Zarakolu.

TEKELİ, İlhan (1978) “Cumhuriyet Döneminde (1923-1973) Türkiye’de

Belediyeciliğin Evrimi” Türkiye’de Belediyeciliğin Evrimi içinde sf:25-

115, Türk İdareciler Derneği, Ankara.

TEKELİ, İlhan (1982) “Türkiye’de Belediyecilik Deneyimin Genel Bir

Değerlendirmesi ve Yeni Model Arayışı” Yeni Bir Belediyeciliğe Doğru

içinde, sf:307-328, Türk İdareciler Derneği, Ankara.

TOKOL, Aysen (1994) Türkiye’de Sendikal Hareket, Bursa, Ezgi Kitapevi.

TODAİE, (1999) Belediye Personel Sistemi, TODAİE Yayın No:297, Ankara.


165

TÜM İKTİSATÇILAR BİRLİĞİ (1976) Türkiye İşçi Sınıfı ve Mücadeleleri

Tarihi Ankara, Maya Matbaacılık.

Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi cilt 1 (1998a) Kültür Bakanlığı Yayınları,

Tarih Vakfı Yayınları.

Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi cilt 2 (1998b) Kültür Bakanlığı Yayınları,

Tarih Vakfı Yayınları.

Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi cilt 3 (1998c) Kültür Bakanlığı Yayınları,

Tarih Vakfı Yayınları.

YAVUZ, Fehmi (1966) Türk Mahalli İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi Üzerine Bir

Araştırma, Ankara: TODAİE Yayını.

You might also like