You are on page 1of 11

Gizemcilik, Gizlicilik ve

Naziler
Faşizmin Kökenleri

Faşizmi anlayabilmek ve açıklayabilmek için, doğrudan maddi ve


ekonomik ölçütlere bağlı birçok değerlendirme yapılmıştır. En azından bu
değerlendirmeler kadar çok sayıda olan, olağan sosyo-ekonomik
olguların ötesini irdelemeye ve Faşizmin sıra dışı kökenlerini araştırmaya
kalkışan diğer yöntemler de ele alınmıştır. Sorun, tıpkı Komünizmde
olduğu gibi, Faşizmde de zaman zaman birbirleriyle çelişen birçok farklı
uygulamanın bulunmasında yatmaktadır. Örneğin, Alman Nazilerini
etkilediği düşünülen pan-Cermenizm ve neo-paganizm gibi akımlar,
Katolik köklerden filizlenen İtalyan, İspanyol ya da Güney Amerika faşist

akımları üzerinde hiçbir etki yaratmamıştır.

Bu güne dek, Nazizm birçok değişik perspektif altında incelenmiştir.


Wilhelm Reich, Nazizmi “halkın cinsel doyumsuzluğunun sonucunda
ortaya çıkan kitlesel ‘silahlanma’ olgusu” olarak değerlendirmiştir.
Norman Cohn, Nazizm ile Ortaçağ’daki “Lollardlar” benzeri anti-Semit,
eskatolojik ve “Binyılcı” (Milleranian) akımların arasında koşutluklar
bulmuştur. Tarihçiler, Faşizmi avuçlarına almakta ciddi sorunlarla
karşılaşmaktadırlar, zira Faşizm oldukça geniş bir siyasi akımlar
yelpazesine, özellikle bilgisiz karşıtları tarafından, yapıştırılan bir
etikettir. Faşist akımların bir kısmı kollektivist ya da korporatist iken,
diğerleri köktenci bir bireyciliği savunmakta; bir bölümü aşırı Püriten
iken, diğerleri tüm ahlak sınırlarını reddetmekte; bazıları emperyalist
iken, diğerleri içedönüklüğü seçmektedirler.

Nazizm, özellikle Faşizmin benzersiz bir örneği olarak yakından


incelenmeli, tanınmalı ve Nazizmin tarihsel soyağacı belirlenmelidir. İki
Dünya Savaşı arasındaki dönemde varlığını sürdüren “Germanorden”,
“Thule Gellenschaft”, “Ariosophy” ve “Neo-Tampliyeler” gibi Gizlici
Örgütler gerçekten Alman Nazizminin en önemli köklerinden birini
oluşturmuştur.

Helena Blavatsky

Ne yazık ki, Nazizm üzerine yapılan araştırmaların çoğu, Nazizmin çok


çeşitli Gizlici ya da Gizemci köklerinin hepsini Helena Blavatsky adlı
zavallı yaşlı bir Rus kadının kapısının önüne yığmışlardır. Gizlici Alman
örgütlerinin bazı “teozofik” düşünceleri özümsemiş oldukları bir
gerçektir. Üstelik aynı hevesle Nietzsche’nin bazı öğretilerini de
çarpıtmışlardır (Alman ulusçuluğunu bir “budalalık uçurumu” olarak
nitelendirdiği ve anti-Semitizme karşı çıktığı bölümler, Nietzsche’nin
kendi kız kardeşi tarafından titizlikle ayıklanmıştır). Nietzsche, “Üstün
İnsan”dan söz ederken, onun Ari ırktan ya da Alman olacağını asla
söylememişti. Benzer biçimde, Blavatsky’nin “Altı Kök Irk” öğretisi –
Astral, Hyperborean, Lemurian, Atlantean, Ari ve Geleceğin Irkı – de, Ari
ırka pek fazla önem vermiyordu. Blavatsky’e göre, tüm var olan ırklar ve
uluslar arasından “mutant” bir nesil gibi yükselecek olan “Altıncı Irk”,
diğerleri gibi Arilerin de yerini alacaktı. Unutulmamalıdır ki iktidara
geçen Naziler, aynen Masonluğa uyguladıkları gibi, Almanya’da bulunan
“Teozofik” locaların çoğunu ve sayısız Gizlici ve Gizemci Derneği de
kapatmışlardır.

Blavatsky dışında, Gizlici rol dağılımında sık sık adı geçen başka kişiler
de vardır. Örneğin Jung, mitolojiye olan ilgisi, ırksal bilinçaltı üzerine
çalışmaları ve özellikle başlangıçta, “Töton” ayinlerini ve gizemci
düşünceyi canlandırma çabaları nedeniyle Nazilere destek olması
yüzünden en çok suçlanan kişilerdendir. Ne var ki, 1930 yılında
hastalarının gördükleri düşler üzerinde yaptığı çalışmasında Jung,
düşlerde beliren “büyük sarışın hayvan” arketipini geleceğe yönelik bir
uyarı olarak kullanmıştır. Jung Nazizmi, “önderinin –Hitler’in-
bilinçaltının arketipleri tarafından ele geçirilmiş olduğu bir kitle psikozu”
biçiminde nitelendirmiştir.

Gurdjieff ve Crowley de, olası Nazi destekçileri arasında sözü


edilenlerdendir. Ancak, her ikisinin de Fransa’daki direniş hareketinde
gizlice çalıştıkları hakkında kanıtların bulunması, bu savı tümüyle
anlamsızlaştırmaktadır. “Prieuré de Sion” gibi bir çok gizli örgüt, Nazi
Partisi çizgisinde görünmekle birlikte, müttefiklere bilgi sızdırmaktan
geri kalmamışlardır. Yine de, “Vichy” Fransa’sı gibi yerlerde Gizlici
örgütlerin Nazi taraftarı olarak görünmekten başka çarelerinin
bulunmadığını da vurgulamak gereklidir.

Gizlici Alman Tarikatları

Alman Gizlici örgütlerinin bir çok temel öğretiyi İngiltere’deki Hermetik


gruplardan ve kıta Avrupa’sındaki Teozofik örgütlerden aldıkları bir
gerçektir. Yine de bazı ilkelerde önemli farklar vardır. Özellikle, Ari ırkın
gizemci güçlerine verdikleri önem ve alt düzeydeki ırklarla karışması
sonucunda Ari ırkının yozlaşmaya başladığı düşüncesi daha önce
görülmemiş benzersiz birer yaklaşımdır. “Töton”lara olan düşkünlükleri
(Töton uygarlığının Hıristiyanlık tarafından geriletildiğine inanıyorlardı),
Kuzey mitlerine, “Rune” yazılarına ve “Svastika”ya olan ilgileri yeni pan-
Cermen ulusçuluğun yarattığı atmosferden kaynaklanmaktaydı.
Avrupa’daki tüm dillerin tek bir Hint-Avrupa kökeni bulunduğu, ve
Hindulardan Helenlere kadar birçok mitin Ari kaynaklı olduğu düşüncesi
saygı duyulan dilbilimciler arasında giderek kabul görmekteydi. Diğer
taraftan 1905 yılından beri Ruslar, “Protocols of the Elders of Sion” (Zion
Bilgelerinin Protokolleri) adlı broşür sayesinde, aşağılık Sami ırkların
Bolşevizmi yayarak Avrupa uygarlığının sonunu hazırladıklarını
kanıtlamak çabasındaydılar.

Nazi panteonunun önde gelen kişileri olan Oswald Spengler ile Alfred
Rosenberg ve onlar kadar önemli olmasa da “Germanorden” örgütünün
kurucusu Guido von Liszt gibi düşünürler, Batı’nın giderek gerilediği
düşüncesini yaymaktaydılar. Onlara göre bu gerileyişin nedeni, Ari ırkları
yönlendiren Faustçu ‘sınırsız’ ilke ile taban tabana karşıt olan ve sürekli
olarak Batı’da etki alanını genişleten Doğu Sami ırklarının felsefesiydi.
Bu kişiler ayrıca, Picasso ve Gaugin gibi ressamların Avrupa sanatına
taşıdıkları ilkel Afrika, Latin ve Polinezya unsurları karşısında dehşete
düşmekte ve bunu yozlaşmanın kanıtı olarak görmekteydiler. Modern
müzikte ve özellikle caz müziğinde “vahşi ormanların tamtamlarını”
sezmekte, buna karşılık Wagner operalarını kendi beğenilerinin örneği
kabul etmekteydiler. Gizlici Alman dernekleri, materyalizmin ve
rölativizmin güçleri ile gerçek tinsel Ari uygarlığı arasında yaklaşmakta
olan bir savaşı beklemekteydiler. Bu mahşeri savaşta düşmana acımanın
yeri hiç yoktu. Nazizmin ve gerçekleştirdiği katliamın kökleri işte burada
yatıyordu.
Yeni Dünya Düzeni

Nazilerin, çok daha karanlık ve gizli bir örgütün görünen yüzü olduklarını
ileri süren birçok yazar vardır. Yeşil şapka takan, şeytani görünüşlü
doğulu bir keşişin sık sık Nazi Partisi ileri gelenleri ile birlikte görüldüğü
hakkında çeşitli söylentiler yayılmıştır. Gizlice Nazilerin iplerini elinde
tutan Tibetli gizemci din adamları (lamalar) bulunduğu öyküsü de bu
söylentilere eklenmiştir. Henüz 1840’larda bile, “Agartha” efsanesi
Almanya’da ilgi çekmeye başlamıştı. Agartha efsanesi, yeraltında
bulunan bir krallıktan söz etmekte, yeryüzündeki birçok kralı
denetiminde tutan ve “Dünyanın Efendisi” olan Agartha kralının çok
yakında dünyayı kesin olarak işgal edeceğini anlatmaktadır. Napoleon
kendini tüm Avrupa’nın efendisi olarak düşlerken, jeopolitik uzmanı
Naziler dünyaya egemen olma düşleri içindeydiler (Hitler’in elinde
Amerika’nın işgali ile ilgili hazırlanmış planlar bulunuyordu; İtalyanlar
Afrika’yı, Japonlar ise Asya’yı yöneteceklerdi).

George Bush, 1990 yılında “Yeni Dünya Düzeni” sözlerini kullandığı


zaman, dünyanın dört bir yanındaki komplo kuramcıları çılgına döndüler.
Bu sözler, OWG şifresiyle (One-World-Government = Tek Dünya
Yönetimi) çoktandır komplo kuramcıları arasında sıkça kullanılıyordu.
Ancak, bu sözleri Hitler’in “Bin Yıllık Reich” düşünden anımsayanlar da
vardı. Aynı sözler çok uzun zamandan beri “İlluminati” örgütü ve bu
örgütün kuracağı dünya denetimi ile de özdeşleşmişti. Kuşkusuz Naziler,
düşmanları olan Yahudilerin, Masonların, uluslararası bankacıların ve
Bolşeviklerin dünyayı ele geçirmek için planlar yaptıklarını biliyorlardı!
Zaten tüm bu planlar “Zion Bilgelerinin Protokolleri”nde yok muydu?

Aslında tarih boyunca yinelenen bir olgudur bu: çeşitli komplocu


örgütler, gerçek ya da hayali diğer komplocu örgütlere karşı durmak için
ortaya çıkarlar. Bunun en çarpıcı örneği “Kutsal Vehm” örgütüdür.
Ortaçağ’da Almanya’daki gizli örgütlerden biri olan Kutsal Vehm üyeleri,
kimliklerini gizlemek için keşiş başlıkları takarlar ve devlete baş
kaldırdıklarını varsaydıkları komplocu din sapkınlarını ve cadıları
öldürürlerdi. Hitler, bazı yazılarında Kutsal Vehm’den övgüyle söz
etmiştir.

Akıldışının Zaferi

Akıldışı düşüncelerin Üçüncü Reich yönetimi sırasında ne ölçüde


güçlendiğini belirten bir çok araştırma vardır. "Oyuk-Dünya" kuramları
ve "Buz-Dünyası" kozmolojileri geliştirilmiş; devler, cinler ve kozmik
savaşlarla ilgili garip inançlar yayılmıştır. 1930’larda, tümüyle "Atlantis"
ve diğer kayıp kıtaları araştırmaya, Kuzey halklarının kökenini Atlantis’te
aramaya adanmış dergiler yayınlanmıştır. Hitler, açıktan açığa kendini
“burjuva aklı”nın düşmanı ilan etmiş ve “kan ile düşünmek” kavramını
ortaya atmıştır. Aynı yılların “Lebensraum” (Toprak Reformu) hareketi
modern endüstri, teknoloji ve kentleşme eğilimlerine şiddetle karşı
çıkmış; basit, saf, soylu köylü yaşamını kutsallaştırmıştır. Kentleri terk
edenler, köylerde komün yaşamına kalkışmışlar ve ekoloji, folk müziği,
doğal yaşam, çıplaklık olgularını yüceltmişlerdir. El sanatları, alternatif
tıp, meditasyon ve hatta hayvan hakları bile gündemdeki konular
olmuştur.

Ne var ki Nazizmi, yalnızca bilimsel özdekçilik ve modernleşmeye karşı


bir tepki olarak görmek hatalı olur. Naziler, bilimin Prometheusçu
gücünün bilincindeydiler ve Peenemunde’de bulunan V2 üssünü Alman
biliminin zaferi olarak yüceltmişlerdi. Atom enerjisi ve radar üzerinde
müttefikler kadar çaba harcamışlardı. Daha sağlıklı nesiller yetiştirme
bilimi ve uygulamalı sosyal Darvinizm 1930’larda Almanya'da büyük
rağbet görmekteydi. Birçok saygıdeğer sağlık kuruluşu, alt sınıf üyelerini
ve özürlüleri zorla kısırlaştırma programları öngörüyor, Güney ve Doğu
Avrupalılarla evlikleri yasaklamayı planlıyordu. Nazilerin, kitlesel
kıyımları bile endüstriyel ve bilimsel yöntemler açısından en etkin
kesinlikteydi. Nazilerde eksik olan zeka değil, şefkat ve insanlıktı.

Üçüncü Reich’ın gizli tarihine merak duyanların özel ilgi alanlarından biri
de, Hitler’in “Spear of Destiny”e (Kader Mızrağı) olan düşkünlüğüdür.
Longinus’un mızrağı olarak da bilinen bu silah, Avusturya İmparatorluk
Müzesinde bulunmaktadır ve iddialara göre çarmıhtaki İsa’nın böğrünü
deşen mızrak budur. Bu mızrağı tüm Avusturyalı Kutsal Roma
İmparatorları yanlarında savaşa götürmüşlerdir. Walter Stein, Hitler’in
bu silah tarafından adeta büyülendiğini ve Longinus’un mızrağına sahip
olunca Nazilerin dünya egemenliğinin ve Hıristiyanlık üzerindeki
zaferlerinin kesinleşeceğine inandığını yazmaktadır. Bu silahın Hitler için
ne denli önem taşıdığı belli değildir, zira sonunda mızrak Nazilerce ele
geçirildiğinde Hitler, en azından herkesin arasındayken hiçbir ilgi ve
sevinç göstermez. Nazilerin kayıp kutsal eşyalara, özellikle Hıristiyanlığa
ait olanlara, özel ilgi besledikleri bilinmektedir. Edilgenlik, eşitliğe inanç
gibi Batı uygarlığını yozlaştırdıklarına inandıkları tüm değerlerin yabancı
ve Doğulu bir din olan Hıristiyanlıkça Ari ırka zorla yutturulduğunu
düşünen Nazilerin, Hıristiyanlık karşıtı bu güdüleri göz önüne alınınca,
Hıristiyanlığın kutsal eşyaları için bu ilgileri oldukça şaşırtıcı duruma

gelir.

Diğer taraftan Hitler’in kendi SS birliklerini, Cizvitler, Tampliyeler ve


diğer Haçlı tarikatlerinin modellerine uygun örgütlediği aşikardır.
1937’den kalma ünlü bir poster Hitler’i bir Tampliye şövalyesi kılığında,
kutsal zırhı kuşanmış olarak, şeytanla savaşa hazırlanırken
göstermektedir. Nietzsche, içerdiği hastalıklı Hıristiyan şövalye ülküleri
nedeniyle, Wagner’in “Parsifal” operasından nefret etmişken, Nazi
kadroları bu yapıtı büyük coşku ile karşılamışlardır. Otto Rahn, 1938
yılında Güney Fransa’da “Holy Grail”i (Kutsal Kase) aramaya
koyulmuştur. Ne var ki, İsa’nın soyundan gelenleri ya da “Son Yemek”te
kullanılan bir şarap kadehini aradığını unutmuş görünmektedir, zira
Kahn’a göre Grail, “tanımlanması olanaksız büyüklükte bir güç
kaynağıdır”. Nazilerin gerçekten “Ahit Sandığı”nı arayıp aramadıkları ise
bilinemiyor, ancak Yahudilerin bu kutsal eşyasını ele geçirmek için Kuzey
Afrika ve Mısır’da araştırmalar yapmak üzere planlar hazırladıkları
hakkında kanıtlar mevcut.
Goebbels
Parapsikoloji ve Paranormal

Naziler, çeşitli paranormal olgulara büyük ilgi duymaktaydılar. Albert


Speer, açıkça “Geomancy” (toprakla ilgili bir tür falcılık) ile ilgilenmiş,
Almanya’da bulunan kutsal yöreleri listelemişti; Speer’in bazı mimari
yapıtları, onun “Nümeroloji” (sayılarla ilgili bir fal türü) ve gizemci
geometrinin ilkeleri hakkında bilgi sahibi olduğunu ortaya koymaktadır.
“Vril” örgütü ise, toprağın derinliklerinde gizemli bir enerji bulunduğu ve
Alman halkının bu enerjiden yararlanabileceği düşüncesini ısrarla
yaymaya çabalamıştı. Hitler’in askeri harekatlar öncesi falcılara danıştığı
çok bilinen bir özelliğidir. Naziler arasında, bir casusluk yöntemi olarak
parapsikolojiden yararlanma konusu da çok ilgi çekmekteydi (bu yöntem
savaş sonrasında CIA ve KGB tarafından yoğun biçimde kullanılmıştır).
Ayrıca Naziler, yerçekimine karşı durabilen (anti-gravity) aygıtlarla da
uğraşmışlardı; bir Nazi bilim adamı olan Viktor Shauberger tıpkı bir uçan
daireyi andıran bir hava taşıtı dizayn etmişti.

Ancak, Hitler’in en çok üzerinde durduğu konu “Hipnotizma”ydı.


Nuremberg mitinglerinin tanıkları, gösteriye katılan bir çok kişinin trans
durumuna girdiklerini, cam gibi gözler ve açık ağızlarla kalakaldıklarını
aktarmışlardır. Hitler’in, eski önderlerin gizemli karizmatik güçlerini
incelemiş olduğu ve Cizvitlerin dikkati odaklama teknikleri hakkında
araştırmalar yaptığı ileri sürülmüştür. Goebbels’in azami propaganda
için, ışık, ses ve tonlama, kitle psikolojisi gibi toplumsal denetim
tekniklerini titizlikle uyguladığı kuşkusuzdur. Trevor Ravenscroft’a göre,
Naziler yalnızca usta propagandacılar değillerdi, onlar aynı zamanda
binlerce insanın iradesini ele geçirebilen gerçek büyücülerdi.
Nazizm mi? Gizlicilik mi?

Bir süreden beri, kuşku duyulması gereken, oldukça kaygan bir görüş
rağbet kazanıyor. Bu görüş pek basit bir akıl yürütmeye yaslanmakta:
Naziler akıldışına, paranormal olaylara ve Gizliciliğe kendilerini
adamışlardı; Naziler korkunç işler yaptılar; Ergo, eğer paranormal
olgulara ve Gizemciliğe, Gizliciliğe olan ilgiyi durdurmazsak, özgürlük ve
demokrasi tehdit altına girer, bir başka Nazi rejimi iktidara gelebilir. Bu
aptal akıl yürütme bir süredir azami etkiyle kullanılmaya çalışılıyor.

Halbuki, Nazilere karşı çıkan ve özgürlüğü korumaya çabalayan bir çok


Gizlici de var olmuştu. Britanya Adaları çevresine bir “gizemci güç alanı”
yerleştirerek (!), Alman uçaklarından ülkelerini korumaya çalışan
Coventry cadıları buna en iyi örnektir. Ne yazık ki, çabaları V2’ler
karşısında boşa gitmişti. Nazilerin, kendi ideolojileriyle uyuşmayan
gizemci ve gizlici örgütleri kapattıkları herkesçe biliniyor. Naziler
iktidara gelince ilk iş olarak halka falcılığı ve Tarot kartlarını
yasaklamışlardı; belki de bu etkinlikler nefret ettikleri Çingenelerle
özdeş olduğu için. Paranormal, metafizik, gizemci ve gizlici olgulara ilgi
duyan herkes Nazi değildir. Zaten Naziler, bir çok gizemci felsefeyi,
kendi işlerine ve amaçlarına uydurmak için, değiştirmişlerdir.
İnsanoğlunun akıldışı ve bilinçaltı yönlerini açığa çıkarmak amacını
taşıyan Sürrealistlerin bir çoğu, Nazilerin “doğal gerçekçiliği” iktidar
olunca Almanya’dan ayrılmışlardır. Önceleri Nazi fikirlerine hoşgörü ile
bakan Heidegger ve Thomas Mann gibi metafizik düşünürler, sonunda
Nazilerden nefret etmişlerdir.

Nazizmi yalnızca bilime, akla, teknolojiye, Aydınlanmaya ve Batı


uygarlığının temeli olan Hıristiyanlığa karşı bir tepki olarak
değerlendirmek çok yanlış ve haksız bir tutum olur. Evrim olgusuna karşı
çıkan diğer toplumsal akımları Nazi olarak görmek de büyük bir hatadır.

You might also like