You are on page 1of 120

Andre Gide _ Vatikan'ın Zindanları

Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.


UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olara
Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığın
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum. Tüm
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar Mutlu

İLGİLİ KANUN:
5846 sayılı kanun'un "Altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya y
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
Bu e-kitap görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırla
Bu kitaplar, size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek, lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
www.kitapsevenler.com
Tarayanın notu.
Bireysel kütüphanemi bilgisayar ortamına geçirirken
Taradığım kitapları kitapsevenlerle paylaşmak istedim.
Bu Kitap Sadece Görme Engellilerin İstifade Etmesi İçin www.kitapsevenler.com
Web Sitesine Teslim Edilmiştir.
Belisa
Andre Gide _ Vatikan'ın Zindanları
VATİKAN'IN VATİKANIN
ZİNDANLARI ZİNDANLARI
Andrâ Gide Andre Gide
mm @S3
Andre Gide'in anlatılarının dünyada ve ülkemizde gördü­
ğü büyük ilgi yeterince bilinir. Vatikan'ın zindanları, bir­
birinden şaşırtıcı olayları, birbirinden ilginç kişileriyle, bu
anlatıların belki de en çekicisi, en sürükleyicisidir. Gide bu
kitapta eski ile yeniyi, alaycılıkla şiirselliği benzersiz bir
ustalıkla kaynaştırır. Bir zamanlar yazın dünyasında uzun
uzun tartışılmış olan «nedensiz edim» kavramını da ilk kez
bu kitapta geliştirir. Yalnız bu özelliği bile Vatikan'ın zin­
danlarını okunmaya değer kılar. Öyle ya, kitabın yayım-
lanışmm üzerinden yetmiş beş yıl geçmiş olmasına karşın,
nedensiz edim» kavramını kişileştiren Lafcadio'nun günü­
müzün bir k a h r a m a n ı gibi görünmesi, Gide'in yazınsal bu­
luşuna toplumsal bir öngörü niteliği kazandırmaktadır.

Kapak resmi: LORRAINE SPIRO KDV içindedir

ISBN 975.510.127-6 r
\k*€ ** Türkçesi
TAHSİN YÜCEL

ı
ÇAĞDAŞ DÜNYA YAZARLARI
VATİKAN'IN
ZİNDANLARI
Andre Gide
(Bir çılgınlık oyunu)

ROMAN

Türkçesi:
TAHSİN YÜCEL

CAN YAYINLARI LTD. ŞTİ.


Bu kitap, 1989 yılında, istanbul'da Teknografik Basımevi'nde Babıali Caddesi, No: 19, kat: 2, Cağaloğlu, İstanbul
dizilip basıldı. T e l e f o n : 528 61 13 - 513 51 88
Özgün adı
Les Caves du Vatican
(1922)

BİRİNCİ KİTAP

ANTHIME ARMAND-DUBOIS

Ben kendi payıma seçimimi yaptım. Top­


lumsal tanrısızlığı seçtim. Şöyle böyle on beş
yıldır bir dizi yapıtta bu tanrısızlığı anlattım...
GEORGES PALANTE

Sekizinci Leon'un papalığı sırasında, 1890 yılın­


da, romatizma kaynaklı hastalıklar uzmanı doktor
X'in ünü, farmason Anthime Armand-Dubois'yı Ro-
ma'ya çağırmıştı.
JACQUES COPEAU için Bacanağı Julius de Baraglioul:
«Öyle mi? diye haykırıyordu. Roma'da bedeni­
nize baktırtacaksmız demek! R u h u n u z u n çok d a h a
h a s t a olduğunu da anlarsınız inşallah orda.»
Armand-Dubois da sesinde şişirme bir acmdırı-
cılıkla karşılık veriyordu:
«Dostcağızım, omuzlarıma baksanıza.»
Yufka yürekli Baraglioul, gözlerini bacanağının
omuzlarına dikiyordu ister istemez; derinlerden ge­
len, dizginlenmez bir gülüşe kapılmışçasma depre-
niyordu omuzlar. Bu geniş, bu yarı-kötürüm bedenin
geri kalan yeteneklerinin de bu gülünç devinimi do­
ğurması kuşkusuz acı bir şeydi. Adam sen de! Ke­
sinlikle belliydi tutumları, Baraglioul'un konuşması
hiçbir şeyi değiştiremeyecekti. Belki zaman?.. Kutsal
yerlerin gizli esini... Julius sonsuz bir cesaret kırık­
lığı içindeymiş gibi:

5
«Anthime, beni çok üzüyorsunuz, diyordu yalnız Forgetti konağının b ü t ü n birinci katını kaplıyordu,
(omuzlar oynamaz oluyordu hemen, çünkü Anthime, oldukça güzel bir taraçası da vardı. Veronique bu­
bacanağını severdi). Umarım, üç yıl sonra, jübile za­ r a d a Paris evlerinde hiç iyi yetişmeyen aspidistira-
m a n ı 1 yanınıza geldiğimde sizi düzelmiş bulurum.» l a r yetiştirmeyi koymuştu hemen aklına; a m a tara-
çaya gitmek için, Anthime'in tez elden laboratuar
Bereket versin, Veronique, pek farklı duygular­
d u r u m u n a soktuğu limonluktan geçmek zorunluğu
la katılıyordu kocasının yolculuğuna: kızkardeşi Mar­
vardı, ancak g ü n ü n şu saatinden şu saatine kadar
guerite ve Julius k a d a r dindardı; b u n u n için, böyle
geçit vermesi kararlaştırılmıştı.
uzun z a m a n Roma'da kalmak, en kutsal dileklerin­
den birinin gerçekleşmesi olacaktı; düş yıkılışlanyla Veronique sessizce kapıyı iter, açık saçık duvar
dolmuş tekdüze yaşayışını ufak tefek din işleriyle yazılarmm önünden geçen bir manastır hizmetçisi gi­
dolduruyor, kısır olduğu için, hiçbir çocuğun iste­ bi, gizlice geçiverirdi, öyle ya, Anthime'in odanın ta
mediği özeni inancına gösteriyordu. Yazık ki, Anthi- dibinde, koltuk değneğinin dayalı durduğu koltuktan
me'i Tanrı'ya döndüreceğini pek ummuyordu artık. taşmış durumda, bilmem hangi berbat işlem üzerine
eğilmiş kocaman sırtını görmekten hoşlanmazdı. Ant­
Yadsımayla tıkanmış bu alnın ne k a d a r inatçı oldu­
hime de onu hiç duymamış gibi davranırdı. Ama
ğ u n u uzun zamandır biliyordu. Peder Flons hep söy­
karısı geçer geçmez, güçlükle yerinden kalkar, ka­
lemez miydi:
pıya doğru sürüklenir, sonra, öfkeli, dudakları bü­
«En sarsılmaz k a r a r l a r en kötü kararlardır, ma­
kük, sert bir işaret parmağı vuruşuyla, çat! mandalı
dam, derdi. Mucizeden başka bir şey beklemeyin
itiverirdi.
artık.»
Hemen sonra da öbür kapıdan yardımcı Beppo
Üzülmüyordu da artık. Daha Roma'ya yerleştik­
sipariş almaya gelirdi.
leri ilk günlerde, h e r biri kendi başına, kendi yalnız
yaşamını düzenlemişti: Veronique ev ve din işleri­
ne, Anthime de bilimsel araştırmalarına vermişti ken­
On iki, on üç yaşlarında, paçavralar içinde, ana­
dini. Böylece, yanyana, karşıkarşıya, birbirlerine
sız babasız, yersiz yurtsuz bir çocuktu Beppo, şunun
sırt çevirip birbirlerine k a t l a n a r a k yaşıyorlardı. Böy­ b u n u n işini görürdü. Anthime onu Roma'ya gelişin­
lelikle bir t ü r barış vardı aralarında, bir t ü r yarı- den az bir z a m a n sonra farketmişti. İlk önce indik­
mutluluk da üzerlerine k a n a t geriyordu, öyle ya, bi­ leri Via di Bocca di Leone'deki otelin önünde, Beppo
ri ötekinin dayandığı şeyde kendi erdemini kullan­ küçük bir kamış sepet içindeki bir t u t a m otun al­
m a k fırsatını buluyordu. tına sokulmuş bir cırtlak çekirgenin yardımıyla ge­
lip geçenlerin dikkatini çekiyordu. Anthime böceğe
on «sou» vermiş, sonra da çocuğa, yarım yamalak
Bir emlakçı aracılığıyla kiraladıkları dairenin, italyancasıyla, zar-zor da olsa, ertesi gün yerleşeceği
çoğu İtalyan evleri gibi, birçok elverişli yanlarıyla Via in Lucina'daki dairede acele birkaç fareye ge­
birlikte büyük kusurları da vardı. Via in Lucina'da, reksinimi olacağını anlatmıştı. Sürüklenen, yüzen,
yürüyen, uçan ne varsa, hepsi işine yarayabilirdi.
(1) Katoliklikte, papanın bütün günahları bağışlaması dolayısıy­
Canlı et üzerinde çalışırdı.
la yapılan şenlik. (Çeviren)

6 7
Capitole'ün dişi k u r d u n u ya da kartalını bile is­ 1
di bu Moloch'un . Bazan Beppo hiçbir şey getirmez­
tese, doğuştan işbilir bir aracı olan Beppo onları da di; gene de girerdi içeri: elleri boş da olsa, Armand-
getirirdi. Aşırmacılık zevkini okşayan bu meslek ho­ Dubois'nm kendisini beklediğini bilirdi; sessiz çocuk
şuna gidiyordu. Günde on «sou» alıyordu. Öte yan­ gelip de sağında solunda h e r h a n g i bir iğrenç dene­
dan, ev işlerine de yardım ediyordu. Veronique ona yin üzerine eğildiği sırada, şaşkın bakışlarının deh­
iyi gözle bakmıyordu ilkin; a m a evin kuzey köşesin­ şetle hayvana, hayranlıkla kendisine dikildiğini sez­
deki Meryem heykelinin önünden geçerken istavroz dikçe, bilginin k u r u n t u l u bir sahte tanrı zevki çıkar­
çıkardığını gördükten sonra, paçavralarını hoş gör­ madığını kesinlikle söyleyebilmek isterdim.
meye başlamış, suyu, kömürü, odunu, çalı çırpıyı Armand-Dubois şimdilik insana el atmıyor, ince­
mutfağa k a d a r taşımasına izin vermişti; hatta, salı lediği hayvanların b ü t ü n edimlerini tropizmaya2 in­
ve çarşamba günleri, yani Paris'ten getirdikleri hiz­ dirgeyeceğini ileri sürüyordu. Tropizma! Bu sözcük
metçi Caroline'in işlerinin çok olduğu günlerde, Ve- b u l u n u r bulunmaz, geri k a l a n h e r şey unutuldu; bü­
ronique'le p a z a r a gidiyor, sepeti de taşıyordu. t ü n ruhbilimciler sınıfı yalnız tropizmaları benim­
Beppo, Veronique'i sevmezdi, a m a bilgine tutul­ siyordu artık. Tropizma! Ne beklenmedik bir ışık
muştu. Bilginimiz de, çok geçmeden, kurbanlarını al­ yayılıyordu bu hecelerden! İstemden yoksun bitki
mak için binbir zorlukla avluya inmektense, çocuğun çiçeğinin yüzünü hangi itkiye göre güneşe çevirirse,
laboratuvara k a d a r çıkmasına izin vermişti. Bir giz­ bünye de aynı itkiye uyardı elbet (bu da, kolaylık­
li merdivenin avluya bağladığı taraçadan, doğrudan la, birkaç basit fizik ve termo-şimi k a n u n u n a indir-
doğruya gelinirdi buraya. Döşeme taşlarının üzerin­ genebilirdi). Dünya güven verici bir iyilikle donanı-
de küçük, çıplak ayaklarının hafif şıpırtısı yaklaş­ yordu en sonunda. Varlığın en şaşırtıcı davranışla­
tıkça, hırçın bir yalnızlık içinde yaşayan Anthime'm rı bile kusursuz bir biçimde etkene uyma olarak
yüreği birazcık çarpardı. Ama b u n u hiç belli etmez­ açıklanabilirdi.
di: hiçbir şey çalışmasından alıkoyamazdı onu. Anthime Armand-Dubois, ereğine varmak, bo­
Çocuk kapıyı vurmazdı: tırmalardı. Anthime hiç yun eğmiş hayvanı basitliğini göstermek zorunda bı­
karşılık vermeden hep masasının üzerine eğilip dur­ r a k m a k için, koridorlara, mahzen deliklerine, labi­
duğundan, çocukcağız dört elle ilerler, sonra o kör­ rentlere bölünen, kiminde besi, kiminde aksırtıcı bir
pe sesiyle, odayı gök mavisiyle dolduran bir «per- toz bulunan, kiminde de hiçbir şey bulunmayan,
messo?» savururdu 1 . Sesini duyan bir melek sanırdı renkleri, biçimleri farklı kapılarla donanmış bir ka­
onu: bir cellât yamağıydı. İşkence masasına bıraktı­ rışık k u t u l a r düzeni bulmuştu bu yakınlarda: şey­
ğı bu torbada gene hangi kurbanı getiriyordu? Anthi­ tansı araçlardı bunlar, az bir z a m a n sonra Alman­
me çoğu z a m a n işe fazla dalmış olur, torbayı hemen ya'yı birbirine katmış, Wexierkasten adını almış, ye­
açmazdı. Çabucak bir göz atardı, bez kımıldıyorsa ni psiko-patolojik okulun şaşırtıcılıkta yeni bir adım
işler tıkırında demekti: sıçan, fare, dört parmaklılar d a h a atmasına yardım etmişti. Hayvanın şu ya da
sınıfından bir kuş, kurbağa, hepsi, hepsi işine yarar-
(1) Kendisine insanlar kurban edilen bir sözde tanrı. (Çeviren).
(2) Tropisme: Bir bünyenin ısı, ışık gibi dış etkiler altında gös­
(1) «Permesso?»: İtalyanca, «İzin verir misiniz?» (Çeviren). terdiği değişiklikler. (Çeviren).

8 9
bu duyusuna, beynin şu ya da bu bölümüne değişik
raglioul'larm bugün yarın gelmesini bekliyorlardı.
etkiler yapmak için, kimilerini kör, kimilerini sağır,
Akşama geleceklerini bildiren telgrafı aldıkları sa­
kimilerini iğdiş ediyor, derilerini soyuyor, beyinleri­
bah, Anthime kendine bir k r a v a t almak için dışarı
ni çıkarıyor, o n l a n sizin zorunlu olduğuna yemin
çıktı.
edeceğiniz bir organdan yoksun bırakıyor, hayvan
Anthime pek çıkmazdı sokağa, güçlükle yürüdü­
da Anthime'in bilgisi artsın diye organından yoksun
ğü için elden geldiği k a d a r az çıkardı; Veronique
yaşıyordu.
seve seve yapardı onun alışverişlerini; terziler, kun­
«Koşullara göre tepkiler» üzerine bildiri'si Up-
duracılar da eve getirtilir, modele göre sipariş alır­
sal Üniversitesini birbirine katmış, zorlu tartışma­
lardı. Anthime modaya kulak asmıyordu artık; ama,
lar başlamıştı, yabancı bilginlerin en seçkinleri de
ne k a d a r sade olursa olsun (şöyle k a r a Hint ipekli­
bu tartışmalara katılmışlardı. Bu a r a d a Anthime'in
sinden, orta halli bir şey), kravatını kendi eliyle seç­
kafasına yeni sorunlar üşüşüyordu; meslektaşları pa­
mek istiyordu. Pek açık yelekler giymeye alışkındı,
tırtıyı sürdüredursunlar, Anthime başka yollara dö­
yolculuk için aldığı, otelde kaldığı sürece de giydi­
küyordu araştırmalarını, Tanrı'yı d a h a da gizli kö­
ği plastron d u r m a d a n yelekten çıkıyordu; b u n u n ye­
şelerinde sıkıştıracağını ileri sürüyordu.
rini alacak kocaman, eski, değersiz bir iğneli akikin
Her edimin bir yıpranmaya yol açtığını kabatas­ tuttuğu krem rengi atkıyı Marguerite de Baraglioul
lak bir biçimde benimsemek yetmiyordu ona, hay­ pek bakımsız bulacaktı kuşkusuz; Paris'te çok kul­
vanın, sırf kaslarının ya da duyularının çalışmasıy­ landığı o h e r şeyi hazır ufak kravatları bırakmakla,
la bir şeyler harcaması da yetmiyordu. Her harca­ hele birini örnek olarak saklamamakla hiç de iyi
m a d a n sonra soruyordu: ne kadar? Güçsüzleşmiş iş­ etmemişti. Hangi biçimleri salık vereceklerdi? Frenk
kence k u r b a n ı yitirdiğini yeniden k a z a n m a y a çalışa- kravatları elli yaşında bir a d a m a göre fazla serbest
dursun, Anthime onu doyuracak yerde tartıyordu. kaçardı-, hiç kuşkusuz donuk, kara, dik bir kravat
Yeni öğelerin işe karışması deneyi fazla karıştıra­ uygun düşerdi ona...
caktı, deney de şuydu: sımsıkı bağlanmış altı aç fa­
Yemek ancak saat birde yenecekti. Anthime ala­
re h e r gün tartıya giriyordu; ikisi kör, ikisinin bi­
cağını alarak öğleye doğru, yani hayvanlarını tart­
rer gözü kördü, ikisi de görür durumdaydı; ufak,
mak için tam z a m a n ı n d a döndü.
mekanik bir değirmen, hiç a r a vermeden, bu son
Anthime güzel giyinmeye düşkün değildi, ama
iki farenin gözlerini yorup duruyordu. Beş günlük
çalışmaya başlamadan önce kravatını bir denemek
açlıktan sonra herbirinin yitirdiklerinin birbirine gö­
gereksinimini duydu. Eskiden tropizma yapmada kul­
re oranı neydi? Her gün, öğleleri, yanyana d u r a n tab­
landığı bir ayna parçası duruyordu, b u n u uzunla­
lolar üzerine, Armand-Dubois yeni, anlı şanlı rakam­
masına bir kafese dayadı, kendi görüntüsüne doğru
lar ekliyordu.
eğildi. Anthime'in alabros kesilmiş saçları h â l â sıktı,
eskiden kızıldılar, a m a artık eski yaldızlı gümüşle­
rin aldığı renge, şu kirli sarı renge girmişlerdi; kaş­
II ları, karmakarışık, bir kış göğünden d a h a gri, d a h a
soğuk bir bakış üzerinde, ileri çıkardı; yukarıda dur­
Jübile iyice yaklaşmıştı. Armand-Dubois'lar Ba- muş, kısa kesilmiş favorileri, sert bıyıklarının arslan

10
11
postu rengini yitirmemişlerdi. taya koyduğu bu yarı yüksek takma y a k a l a n be­
Elinin tersiyle düz yanaklarını, dörtköşe çenesi­ nimsemişti. Her neyse, Anthime'in u r u k o n u s u n d a
nin altını sıvazladı. bu k a d a r söz yeter.
«Evet, evet, diye mırıldandı, birazdan tıraş olu­ Kravatı boynuna taktı. Kravatın ortasında, ufak,
rum.» m a d e n bir halkanın içinden, bağlama şeridinin geç­
Kravatı paketten çıkarıp önüne koydu; akikli iğ­ mesi gerekiyor, kancalı bir iğne de onu sıkıştırmak
neyi, sonra atkıyı çıkardı. Önü değirmi, uçları dev­ için hazır duruyordu; hünerliydi, a m a şerit gelme­
rik, yüksekçe bir yakayla çevrilmiş ensesi pek kalm- dikçe kravatı bırakmayan bir aletti bu, deney ma­
di. Yalnızca işin özünü anlatmak düşüncesinde ol­ sasının üzerine düşüverdi. Veronique'e başvurmak
makla birlikte, b u r a d a Anthime Armand-Dubois'nm zorundaydı, o da çağrısı üzerine koşup geldi.
u r u n u a n l a t m a d a n geçemeyeceğim. Öyle ya, zorun­ «Al, dik şunu bana,» dedi Anthime.
lu olanla rastlantı sonucu olanı birbirinden ayırma­ «Makine işi, beş p a r a - etmez,» diye mırıldandı
yı öğrenmedikçe, kalemimden doğruluk ve kesinlik­ Veronique.
ten başka ne isteyebilirim? Gerçekten de, Anthime'in «Tutmuyor, orası doğru.»
özgür düşüncem dediği k a r a r l a r ı n d a bu u r u n hiçbir Veronique, sol göğsünün altında, ev içinde giy­
etkisi, hiçbir ağırlığı bulunmadığını kim söyleyebi­ diği karakosuna takılı olarak, birine ak, birine kara
lir? Siyatiğine pek kulak aşmazdı, a m a ulu T a n r ı ' n m iplik geçirilmiş iki iğne taşırdı h e r zaman. Otur­
başına bu bayağılığı da sarmış olmasını bağışlaya- maya bile gerek görmeden, camlı kapının yanında
mıyordu. onarıma başladı. Anthime de ona bakıyordu bu ara­
Evlenmesinden kısa bir süre sonra çıkmıştı bu da. Hatları belirli, oldukça güçlü bir kadındı; ken­
ur, nasıl çıktığını kendisi de bilmezdi; ilkin, kulağı­ disi gibi inatçıydı ya gene de nazikti, çoğu zaman
nın güneydoğusunda^ derinin tüylendiği yerde, önem­ güleryüzlüydü, o k a d a r ki, hafif bıyığı yüzüne bir
siz bir kabartıdan başka bir şey değildi; kâkül ha­ sertlik vermezdi.
linde üzerine getirdiği bol saçlar altında uzun zaman Anthime onun iğneyi çekişine bakıyor, İ y i bir
gizleyebilmişti şişini; Veronique bile farkına varma­ hamurdan,' diye düşünüyordu. 'Beni aldatabilecek bir
mış, a m a bir gece okşayışında, birdenbire eline ge­ yosmayla da evlenebilirdim, elimi ayağımı bağlaya­
lince: cak bir hafifmeşreple, kafamı patlatacak, beni çile­
«Bak hele! Ne var buranda?» diye haykırmıştı. den çıkaracak bir gevezeyle, baldızım gibi alınganın
Şiş de, maskesi kaldırıldıktan sonra, kendini tut­ biriyle de evlenebilirdim...'
masına gerek kalmamışcasma, birkaç ay içinde önce Veronique işini bitirip giderken, Anthime h e r za­
bir keklik, sonra bir penç tavuğu, sonra da bayağı manki k a d a r sert olmayan bir sesle:
tavuk yumurtası büyüklüğünü almış, orada duruver- «Teşekkür ederim,» dedi.
mişti, bu arada, seyrekleşen saçları da ikiye ayrılı­ Şimdi Anthime yeni k r a v a t ı boynunda, derinden
yor, onu göstermeye başlıyorlardı. Anthime Armand- derine düşüncelere dalıyor. Artık ne dışarda bir ses
Dubois kırk altı yaşında da kendini beğendirmeye yükseliyor, ne yüreğinde. Kör farelerini tarttı bile.
çalışacak değildi ya, saçlarını dibinden kesmiş, içle­ Ne denir? Tek gözlü farelerde bir değişme yok. Şim­
rinde bir t ü r yuvanın u r u n u hem saklayıp h e m or- di de el sürülmemiş çifti tartacak. Birdenbire öyle

12 13
zorlu bir sıçrayış sıçrıyor ki, koltuk değneği yere yu­ yazayım dersiniz? Beceriksizliğini mi gösterdi diye­
varlanıyor. Olur şey değil! El sürülmemiş fareler... yim? Düşüncesizliğini mi? Budalalığını mı?..»
yeniden tartıyor onları; a m a hayır, inanmazsın da «Şöyle yazın en iyisi: garip bir merakın kurba­
ne yaparsın? el sürülmemiş farelerin, dündenberi, nı olan bu hayvanlara acıdı.»
ağırlıkları artmış! Bir parıltı geçiyor beyninden: Anthime onurla dikiliveriyor:
«Veronique!» «Siz bu işi böyle görüyorsanız, bundan böyle bit­
Koltuk değneğini güçlükle aldıktan sonra, kapı­ kilerinize b a k m a k için avlu merdiveninden geçme­
ya atılıyor.- nizi rica etmek zorunda olduğumu anlarsınız, sayın
«Veronique!» bayan», diyor.
Veronique gene koşuyor, öyle iyi. Oysa, kapının «Ben sizin kümesinize keyfim için mi giriyorum
eşiğinde, etkileyici bir sesle: sanıyorsunuz? »
«Kim dokundu benim farelerime?» diyor. «Bir d a h a buraya girmek çabasına katlanmaz-
Yanıt yok. Veronique fransızcadan anlamaz ol- siniz, olur biter.»
muşcasma, Anthime ağır ağır, sözcükleri ayıra ayı- Sonra elinin kolunun a n l a t m a gücünü de ekliyor
ra, gene konuşuyor: sözlerine, inceleme kâğıtlarını kapıp yırtıyor, küçük
«Ben yokken biri bir yiyecek vermiş onlara. Siz küçük parçalara ayırıyor.
mi verdiniz?» «On beş gündür» dedi ya topu topu dört g ü n d ü r
Veronique cesaret buluyor biraz, nerdeyse sal­ aç duruyor fareleri. Zararı şişirerek söylemesi, hiç
dırıya geçecekmiş gibi ona dönüyor: kuşkusuz öfkesini azalttı; öyle ya, masanın başında
«Açlıktan öldürüyorsun zavallı hayvanları. Ben alnı huzurlu; h a t t a eşine uzlaşmacı bir el uzatma­
deneyini bozmadım, yalnız...» ya k a d a r götürüyor kalenderliği. Nedeni var: ince
Ama Anthime yeninden yakalayıverdi onu, to- düşünceli Baraglioul ailesine geçimsizlik görüntüleri
pallaya topallaya masaya götürüyor, inceleme tablo­ s u n m a k t a n Veronique'ten de fazla çekiniyor, b u n u n
sunu gösteriyor: suçunu Anthime'm düşüncelerine yükler onlar.
«Şu kâğıtları görüyor musunuz, on beş g ü n d ü r Saat üçe doğru, Veronique, ev içinde giydiği
bu hayvanlar üzerindeki incelemelerimi yazıyorum karakosunu çıkarıp k a r a bir ceket giyiyor, Julius'le
bunlara. Bilimler Akademisi'nin 17 Mayıs oturumun­ Marguerite'i karşılamaya gidiyor, altıda Roma ga­
da okumak için meslektaşım Potier'nin bekleyip dur­ rında olacaklar. Anthime, tıraş olmaya gidiyor; at­
duğu kâğıtların ta kendisi bunlar. On beş Nisan'a, kısını dik bağlı bir kravatla değiştirmek istedi: bu
içinde bulunduğumuz güne, bu r a k a m dizilerinin kadarı yetmeli; törenden tiksinir, bir alpaga cekete,
ardına ne yazabilirim şimdi, ne yazmalıyım?..» mavi alacalı bir ak yeleğe, tokbezden bir pantolona,
Veronique birşey demiyor, o da işaret parmağı­ topallığının hoş gösterdiği, dışarıda bile giydiği, ka­
nın dümdüz ucuyla kâğıdın boş yerini kazıyor, par­ ra meşinden, topuksuz, r a h a t terliklere fit olduğunu
mağı p a r m a k değil de bir k a m a sanki. ileri sürer baldızının karşısında.
«Bugün,» diye sürdürüyor konuşmasını, «inceleyi­ Yırtılmış kâğıtları toplayıp ucuca getiriyor, Ba-
cinin eşi bayan Armand-Dubois, yufka yüreğinin se­ raglioul'lar geledursunlar, o b ü t ü n rakamlarını dik­
sinden başka birşey dinlemeyerek, şey etmek... ne katle kopya ediyor.

14
15
Ill muştu kendini: güzel görünüşü, bakışının ağırbaşlı
dokunaklılığı, alnının düşünceli solgunluğu bu yolu
Baraglioul ailesi P a r m a kökenlidir. Dukalığın şimdiden çizmiş gibiydi.
Kilise topraklarına katılmasından birkaç ay sonra, Anthime sınıf, servet, görünüş üstünlüklerini pek
1514'de, Filippa Visconti'nin ikinci evlenmesinde ya­ küçümsediğini söyler, bu da Julius'ü incitirdi; a m a
şamını birleştirdiği kimse bir Baraglioli (Alessand- doğuştan gelen bir iyilik, üstünlüğü çoğu z a m a n öz­
ro)'dir. Bir başka Baraglioli (o da Alessandro), Le- gür düşünceye bırakan bir tartışma beceriksizliği
pante savaşında dikkati çekmiş, sonra 1580 yılında, vardı Julius'te, Anthime de bu taraflarını beğenirdi.
gizi aydınlatılmamış olan koşullar içinde öldürülmüş­
tü. 1807 yılma, yani P a r m a ' n m Fransa'ya katıldığı, Saat altı. Anthime konukların arabasının kapı­
Julius'ün dedesi Robert de Baraglioul'un Pau'ya gelip nın önünde d u r d u ğ u n u işitiyor. Merdiven başına, on­
yerleştiği tarihe kadar, ailenin yaşamını izlemek ko­ ları karşılamaya gidiyor. İlk Julius çıkıyor yukarı­
laydır ya, pek önemi yok. Robert de Baraglioul, 1828 ya. Kolunda taşıdığı İskoç şalı da olmasa, o cronstadt
yılında, O n u n c u Charles'dan kont tacını almıştı. şapka, o ipek astarlı pardesüyle, yolculuk kılığında
Üçüncü oğlu (ilk ikisi küçük yaşta ölmüştü) Juste- değil de konuk kılığında der insan; yolun uzunluğu
Agenor kısa bir süre sonra, yüksek zekâsının par- ona zerre k a d a r etkimemiş. Arkadan da Marguerite
ladığı, diplomasisinin hep yengiye ulaştığı elçilikler­ de Baraglioul geliyor, kızkardeşinin kolunda; o pek
de, bu tacı büyük bir soylulukla taşıyacaktı. bozulmuş tersine, şapkası, topuzu eğrilmiş; kaymış,
basamaklarda sendeliyor, gözüne bastırdığı mendil
Juste-Agenor de Baraglioul'un ikinci çocuğu Ju­
de yüzünün bir yanını kapatmış... Anthime'in yanı­
lius, evleneliberi kesinlikle d u r m u ş oturmuş bir ya­
n a yaklaşınca:
şam sürüyordu. Gençliğinde bazı t u t k u l a r a kapıl­
mamış değildi ya, yüreğinin hiçbir zaman, hiçbir ay­ «Marguerite'in gözüne k ö m ü r kaçmış», diye fı­
kırılığa sapmadığını da söylemek gerek. Yaradılışın- sıldıyor Veronique.
daki değişmez seçkinlik, en ufak yazılarında bile so­ Dokuz yaşındaki sevimli kızları Julie ile hizmet­
luk alan bir t ü r tinsel incelik, arzularını h e r zaman çi a r k a d a n geliyor, ikisi de şaşkın bir sessizlik içinde.
yokuşun başında kösteklemiş, romancılık merakının Marguerite'in huyu bilindiğine göre, gülerek kar­
bu arzuları yokuştan aşağı kapıp koyvermesine en­ şılanamaz bu durum: Anthime bir göz uzmanı ge­
gel olmuştu. Kanı sessiz sessiz akardı ya ateşsiz de tirtmek düşüncesini atıyor ortaya; a m a Marguerite,
akmazdı öyle, birçok soylu güzeller de tanıklık ede­ İtalya'daki hekim bozuntularının ü n ü n ü iyi bilir, söz­
bilir buna... İlk romanları b u n u açıkça belli etmese- lerini bile duymak istemiyor.
lerdi, ben de hiç sözünü etmezdim; kibar çevrede «Soğuk su. Birazcık soğuk su, o kadar. Ah!» diye
kazandıkları büyük başarıyı biraz da b u n a borçlu­ inliyor cansız bir sesle.
durlar. Bunlara hayranlık duyabilecek kitlenin yük­ Anthime gene söze başlıyor:
sek niteliği birinin Correspandant'da, ikisinin de Re­ «Evet, sevgili kardeşim; soğuk su kanı dağıtır, bir
vire de Deux Mondes'da, yayınlanmasını sağlamıştı. zaman r a h a t l a t ı r sizi, a m a gözünüzün içindekini çı­
Böylece Julius d a h a genç yaşta, hem de sanki is­ karmaz. »
temeye istemeye, Akademi'ye doğru yönelmiş bul- Sonra Julius'e dönüyor:

17
16
«Neymiş, görebildiniz mi?»
«Demek kendi gözümdeki merteği çıkarmadan si­
«Pek göremedik. Tren d u r u p da ben bakmaya
zin gözünüzdeki çöpü çıkarayım istiyorsunuz? diyor.
yeltenince Marguerite sinirlenmeye başlıyordu...»
İncil'in buyruklarına aykırı buluyorum ben bu işi.»
«Böyle söyleme, Julius! Korkunç beceriksizdin.
«Of, rica ederim, o k a d a r da pahalıya satmayın
Gözkapağımı kaldırayım derken b ü t ü n kirpiklerimi yardımınızı.»
tersine çevirdin...»
«Peki, peki, sustum... Temiz bir mendilin ucuy­
«Bir de ben deneyeyim ister misiniz? diyor Anthi-
la... görüyorum ne olduğunu... korkmayın, a canım!
me; belki daha iyi beceririm.»
yukarıya bakın!., işte!»
Bir h a m a l bavulları yukarıya çıkarıyordu. Caro­
Anthime mendilin u c u n d a farkedilmez bir kömür
line bir reflektör lâmbası yaktı.
parçasını yukarı kaldırıyor.
«Dur hele, dostum, dur; yol üstünde yapacak de­
«Teşekkürler! Teşekkürler. Bırakın şimdi beni;
ğilsin ya bu işi», diyor Veronique, Baraglioul'lan oda­
korkunç başım ağrıyor.»
larına götürüyor.
Marguerite dinleniyor, Julius hizmetçiyle birlik­
Armand-Dubois'larm dairesi bir iç avlunun çev-
te bavulları açmada, Veronique yemek hazırlıkları­
resindeydi, girişten başlayarak portakallığa k a d a r
na bakmakta, Anthime de Julie'yi odasına götürmüş,
u z a n a n bir koridorun pencereleri bu avludan ışık
onunla ilgileniyor. Küçücük bırakmıştı yeğenini, gü­
alırlardı. Önce yemek odasının, sonra salonun (kötü
lümsemesinde ağırbaşlı bir saflık var artık, koca kız
döşenmiş, kocaman bir odaydı burası, Anthime'ler
olmuş. Anthime zor tanıyor onu. Ufak tefek, çocuk­
bu odayı kullanmazlardı), birincisi Baraglioul çifti,
su şeylerden konuşuyor, onun hoşuna gideceğini
son odanın, yani Armand-Dubois çiftinin yatak oda­
umuyor, bir z a m a n sonra da çocuğun boynundaki
sının yanında bulunan ve daha küçük olan ikincisi
zincire takılıyor gözleri, zincirin u c u n d a madalyonlar
de Julie için hazırlanmış olan iki konuk odasının
bulunduğunu seziyor. İri işaret parmağı saygısızca
kapıları bu koridora açılırdı. Öte yandan, bu odalar
kayıveriyor, göğüslüğün önüne getiriyor bunu, son­
birbirlerine de açılırlardı. Mutfakla iki hizmetçi oda­
ra da hastalık derecesine varmış tiksintisini bir şaş­
sının kapıları, sahanlığın öbür yanındaydı.
kınlık maskesi altında saklıyor:
«Rica ederim, hepiniz başıma toplanmayın,» di­
«Bu nesneler de ne böyle?» diyor.
ye inliyor Marguerite; «Julius, eşyalara baksana sen.»
Julie çok iyi anlıyor sorunun ciddi olmadığını;
Veronique kızkardeşini bir koltuğa oturtmuş,
a m a ne diye alınsın?
Anthime dikkatle bakarken, o da lâmbayı tutuyor.
«Nasıl olur, enişte! Hiç madalyon görmediniz mi
«İyice kanlanmış. Şu şapkanızı çıkarsanız.»
siz?»
Marguerite karışık saçlarının eklenmiş öğeleri
Anthime hemen kıvırıyor yalanı:
de ortaya çıkarmasından korkuyor anlaşılan, d a h a
«Görmedim vallahi, yavrum,» diyor; «ahım şahım
sonra çıkaracağını söylüyor; çenelikli bir kabriole 1
bir şey değil; a m a herhalde bir işe yarıyordur?»
şapka ensesini arkalığa dayamasına engel olmaz.
Arı dindarlık, zararsız bir alaydan tiksinmez, ço­
Anthime'in sesinde bir alay var:
cuk şöminenin üzerindeki aynaya dayalı fotoğrafı gö­
rüyor, parmağıyla gösteriyor onu:
(1) Cabriolet: Eski bir kadın şapkası türü. (Çeviren).
«Şurada da bir küçük kız resmi var, enişte, o da

18
19
ahım şahım bir şey değil pek. O ne işe yarayabilir?» Öyleyse bu inatçı direnç neden?
Bacak k a d a r bir softa bozuntusunda böylesine Bu sırada Adele kapıyı açıyor:
k u r n a z bir hazırcevaplık, bir o k a d a r da sağduyu «Hanımefendi küçük hanımı istiyor,» diyor.
bulunca Anthime enişte şaşırdı, ne diyeceğini bil­ Marguerite de Baraglioul eniştesinin etkisinden
miyor şimdi. Ama dokuz yaşında bir kız çocuğuyla korkuyor anlaşılan, kızını uzun süre onun yanında
doğaötesi tartışmalara da girişemez ya! Gülümsüyor. bırakmaktan çekiniyor. Biraz sonra, aile sofraya otu­
Çocuk hemen dört elle sarılıyor üstünlüğüne, kutsal rurken, Anthime bunu ona söylemeyi göze alacak,
sikkelerini gösteriyor: alçak sesle söyleyecek. Ama Marguerite, h â l â hafif
«İşte bu ermiş Julie'nin, diyor, adını aldığım er­ kanlı gözünü Anthime'e dikecek ve:
mişin, bu da İsa peygamberimizin...» «Sizden mi korkacakmışım?» diyecek. «Ama, dos­
Anthime mantıksızca sözünü kesiyor: tum, sizin alaylarınız Julie'nin r u h u n d a en küçük
«Peki, diyor, ulu Tanrı'nmki de yok mu?» bir etki yapıncaya kadar, o sizin gibilerin bir düzi­
Çocuk da doğallıkla karşılık veriyor: nesini dine döndürür. Yok, yok, o k a d a r da çürük
«Hayır, ulu Tanrı'nmki yapılmaz... Ama işte en değiliz. Gene de bir çocuk olduğunu düşünün... Bu
güzeli: Notre-Dame de Lourdes'un bu, Fleurissoire yaşadığımız gibi bozuk bir zamanda, ülkemiz gibi
teyze verdi; Lourdes'dan getirmişti; babamla anne­ yüzler kızartıcı bir ülkede ne büyük ilençlerle karşı­
min beni Meryem Ana'ya adadıkları gün taktım boy­ laşılabileceğini iyi bilir. Ama biz ona size saygı gös­
numa.» termesini öğretmek isterken, kendisine dinsizliğin ilk
Anthime için bu kadarı fazla. Bu resimlerin ak­ belirtilerini sizin, eniştesinin göstermesi acı.»
la getirdiği, anlatılamayacak güzel şeyleri, Mayıs ay­
larında aklı, mavili çocuk alaylarını bir an bile an­
lamaya çalışmadan, manyakça bir yerme gereksini­ IV
mine boyun eğiyor:
«Demek Meryem Ana istemedi seni, istemedi ki Bu öylesine ölçülü, öylesine bilgece sözler, Anthi-
bizimlesin?» me'i yatıştırabilecek mi?
Küçük kız yanıt vermiyor. Bazı saygısızlıklara Evet, ilk iki yemekte (iyi ama, basit akşam ye­
hiç yanıt vermemenin en doğru yol olduğunu şim­ meğinde yalnız üç k a b yemek v a r zaten), bir de aile
diden anlıyor mu acaba? Ne denir? Bu tuhaf soru­ söyleşisi dikensiz konular üzerinde dolaşacak. Mar-
d a n sonra Julie değil, farmason kızarıyor, - edepsiz­ guerite'in gözü dolayısıyla göz hastalıklarından söze-
liğin gizli arkadaşı olan bir heyecan, geçici bir şaş­ dilecek ükin (Baraglioul'lar Anthime'in u r u n u n bü­
kınlık bu, enişte yeğenin saf alnına saygılı, gönül yüdüğünü hiç görmemiş gibi davranıyorlar), sonra
alıcı bir öpücük konduracak, böylece saklayacak bu­ Veronique'e karşı bir incelik olsun diye, yemeğinin
nu. eşsizliği vurgulanarak İtalyan yemeklerinden. Sonra
Anthime, Baraglioul'ların geçenlerde Pau'ya gidip
«Neden kötü gibi görünmek istiyorsunuz, Anthi­
gördükleri Fleurissoire'dan, oralarda sayfiyede otu­
me enişte?»
r a n kontes Saint-Prix'den, yani Julius'ün kızkarde-
Küçük kız aldanmıyor: bu dinsiz bilgin, aslında şinden, sonra da Baraglioul'ların güzelim büyük kız-
duygulu bir adam.

20 21
l a n Genevieve'den, kendileriyle birlikte Boma'ya ge­
Anthime kitabı hoş görmeye razı olurdu ya, ka­
tirmeyi çok istedikleri, a m a her sabah mutsuz çocuk­
nılarına böyle söz dokundurulunca kaşınıyor; bu ka­
ların yaralarını sardığı, Sevres sokağındaki Hasta Ço­
nıların genel olarak sanat yapıtları, hele bacanağı­
cuklar hastanesinden uzaklaşmaya asla yanaşmamış
nın kitapları üzerindeki yargılarını hiçbir zaman de­
olan Genevieve'den haberler soracak. Sonra da Julius,
ğiştirmediğini söyleyerek karşı geliyor. Julius uysal
Anthime'in topraklarının kamulaştırılması gibi büyük
bir boyuneğişle gülümsüyor, konuyu değiştirmek için
bir konu atacak ortaya: gençliğinde, ilk Mısır yol­
siyatiğinin nasıl olduğunu soruyor, yanlışlıkla lum­
culuğunda, Anthime'in bu ülkede satınaldığı toprak­
bago diyor buna. Ah! Julius ne diye bilim araştır­
lar sözkonusu; yerleri iyi olmadığı için, bu topraklar
malarını sormadı b u n u soracağına? Yanıtlamak çok
büyük bir değer kazanmamıştı şimdiye kadar; a m a
hoş olurdu. Lumbagosu! Neden az sonra da u r u ol­
bir zamandır, Kahire'den Baalbek'e gidecek yeni de­
masın? Ama görünüşe bakılırsa, bacanağı bilimsel
miryolunun bu topraklardan geçmesi sözkonusuy-
araştırmalarından habersiz: habersiz olmayı uygun
du: rastlantılara bağlı borsa oyunları Armand-Du-
görüyor... Anthime, iyiden iyiye coştu şimdiden, lum­
bois'nın kesesini yıpratmıştı, bu beklenmedik nime­
bagosu da canını yakıyor, b u n u n için alay ediyor,
te çok gereksinimi var kuşkusuz; a m a Julius, yola
hırçınlıkla yanıtlıyor.-
çıkmadan önce, hattı incelemekle görevlendirilmiş
«Nasılmışım, iyi miymişim?.. Ah! Ah! Ah! Bilse­
uzman Maniton'la konuşmuştu, fazla umutlanmama­
niz çok kızardınız!»
sını öğütlüyor bacanağına: hava almak da var işin
içinde. Ama Anthime'in söylemediği birşey var, bu Julius şaşırıveriyor, dinsel sevgiden bu k a d a r
da bu işin, kendinden olanları hiç yalnız bırakma­ uzak duygulardan ne kazandığını söylemesini rica
yan Loca'nm 1 elinde bulunması. ediyor bacanağından.
«Hay Allah! Ailenizden biri hastalanır hastalan­
Anthime şimdi Julius'le Akademi adaylığından,
maz hekim çağırmasını siz de bilirsiniz; a m a hasta­
k a z a n m a şanslarından konuşuyor: konuşurken gü­
nız iyileşti miydi, hekimin hiçbir rolü yoktur artık
lümsüyor, çünkü pek inandığı yok; Julius de sakin,
bu işte: hekim size bakarken ettiğiniz dualar yüzün­
vazgeçmiş gibi bir ilgisizlik gösteriyor yalancıktan;
den iyileşmişinizdir. Onun, paskalya maskalya tanı­
kızkardeşi kontes Saint-Prix'nin kardinal Andre'yi,
m a y a n bir adamın, sizi iyileştirmesini, hay Allah!
b u n u n sonucu olarak da, h e r zaman onunla birlik­
2 Pek büyük bir küstahlık sayarsınız!»
te oy kullanan on beş ölümsüzü avcunun içinde tut­
Marguerite içli bir sesle:
tuğunu anlatmak neye yarar? Anthime, Baraglioul'un
«Siz dua etmektense h a s t a kalmayı yeğ mi tu­
son romanı Dorukların Havası üzerinde bir iltifat
tarsınız?» dedi.
taslağı kıvırıyor. Aslına bakarsan, pek berbat bul­
Neden karıştı söze? Çoğu zaman, genel konuş­
du kitabi; Julius de b u n u bilmiyor değil, o n u r u n u ko­
m a l a r a hiç katılmaz, Julius ağzını açınca da orta­
r u m a k istiyor, hemen atılıyor:
d a n silinmiş gibi davranır. Erkek erkeğe konuşuyor
«Böyle bir kitabı beğeneceğinizi ummazdım.» onlar! Hatır, gönül gözetmenin sırası değil artık: Ant­
hime sertçe ona dönüyor:
(1") Masonlar birliği. (Çeviren). — Cicim, şunu iyice bilin ki, iyileşme şuracıkta,
(2) Fransız Akademisi üyeleri böyle adlandırılır. (Çeviren). dinliyor musunuz, şuracıkta -çılgın gibi tuzluğu gös-

22
23
teriyor-, hemen yanımda olsa da ona erişebilmek için bilmeden onun iyiliği için bir şey istemeye hakkı
Müdür beye (keyifli günlerinde Yüce Varlığa böyle yoktur; ihanettir bu. Hiçbir şey elde edemedi; iyi ya!
der, böyle diyerek eğlenir) yalvarmam, ya da araya Bu da ona dualarının ne değerde olduğunu öğretir!
girmesini, benim için kurulu düzeni, etki ve neden­ Göğüsler kabartacak birşey doğrusu... Ama kimbi-
lerin doğal düzenini, saygıdeğer düzeni altüst etme­ lir, belki de yeteri k a d a r yalvarmamıştır?
sini rica etmem gerekseydi, eh işte! İstemezdim onun Veronique önceki gibi tatlı tatlı konuşuyor gene:
iyileştirmesini; ona, M ü d ü r beye, derdim ki: Muci­ «Hiç merak etmeyin: dualarımı sürdürüyorum»,
zeniz sizin olsun, istemem, derdim.» diyor. Sonra da gülümseye gülümseye, hem de bu
Heceleri, sözcükleri d u r a d u r a söylüyor; öfkesi­ öfkenin yeli dışındaymış gibi, Anthime adına her
nin düzeyine yükseltti sesini; korkunç. akşam, hiç atlamadan, evin kuzey köşesinde, h a n i şu
Julius pek sakin: Beppo'yu istavroz çıkarırken gördüğü yerde, kaba-
«İstemez miydiniz... neden?» diye sordu. saba Meryem heykelinin iki yanında birer m u m yak­
«Bu beni Varolmayana inanmaya zorlardı da on­ tığını anlatıyor Marguerite'e. Çocuk hemen oracıkta,
dan.» duvarın bir girintisinde büzülüp bekler, Veronique
Bunu söylerken masaya bir yumruk indiriyor. de onu t a m saatinde b u r a d a bulacağını kesinlikle bi­
Marguerite'le Veronique kaygılandılar, göz kırp­ lirdi. Veronique gelip geçenlerin yetişemeyeceği bir
tılar birbirlerine, sonra ikisi de Julie'ye baktılar. yüksekliğe konulmuş duvar rafına ulaşamazdı; Beppo
«Yatma zamanın geldi galiba, kızım, dedi anne­ (Beppo şimdi on beş yaşında, fidan gibi bir deli­
si. Çabuk ol; yatağına gelip iyi geceler dileyeceğiz kanlıydı), taşlara, sonra bir m a d e n halkaya tırma­
sana.» nır, parıl parıl yanan mumları kutsal «tasvir»in önü-
Çocukcağız eniştesinin dayanılmaz sözlerinden, ne koyardı... Konuşma belirsizce Anthime'den uzak-
şeytansı görünüşünden ürpermiş, kaçıyor. laşıyordu şimdi: iki kardeş en kaba-saba heykeli en
«Ben iyileştim mi b u n u yalnız kendi kendime sayılır heykel d u r u m u n a yükselten şu pek dokunaklı
borçlu olmak isterim. O kadar.» halk dindarlığından sözetmeye başlamışlardı. Daha
«Güzel! Ya hekimler?» dedi Marguerite. neler! Voronique'in d a h a bu sabah, ondan gizli ola­
«Bakımlarının karşılığını veriyorum, ödeşiyoruz.» r a k farelerini beslemesi yetmiyor muydu? Şimdi de
Ama Julius en ciddi sesiyle: m u m l a r yakıyor! Kendisi için! Karısı! Bu aptalca
«Oysaki Tanrı'ya minnet sizi...» diye başlayacak yapmacıklarla Beppo'yu da yoldan çıkarıyor... Dur
oldu. bakalım, dur bakalım, görüşürüz!..
«Evet, kardeşim; ben de b u n u n için d u a etmiyo­ Kan beynine sıçrıyor Anthime'in; bunalıyor; bir
r u m ya.» yıkım çanı çalıyor şakaklarında. Sonsuz bir çabayla,
«Senin için başkaları dua etti, dostum.» bir iskemle devirerek doğruluyor; su dolu bir bardağı
Veronique bu konuşan; şimdiye k a d a r hiçbir şey peçetesinin üzerine deviriyor; alnını siliyor... Ra­
söylememişti. Anthime bu pek bildik, tatlı sesi duyun­ hatsızlanacak mı yoksa? Veronique koşup geliyor:
ca yerinden hopluyor, her türlü ölçüyü yitiriyor. Çe­ Anthime sert sert itiyor eliyle, kapıya doğru kaçıyor,
lişik sözcükler yığılıyor dudaklarına: bir kez hiç kim­ çarpıyor kapıyı; hemen sonra koridorda uyumsuz
senin bir kişi için o kişi istemeden d u a etmeye, o ayak sesleri duyuluyor, değneğinin boğuk, topal sesi

24 25
de bu sese eşlik ediyor. V
Bu sert çıkış, üzgün, şaşkın bırakıyor bizim sof-
radakileri. Bir zaman hiç konuşmuyorlar. Hayır, Anthime enişte laboratuvarmda kalmadı.
«Zavallı dostum!» diyor sonra Marguerite: Ama İçinde altı farenin acı çekmekten kurtulduğu bu
iki kızkardeş arasındaki huy farkı bir kez d a h a bel­ çalışma yerinden hızla geçti. Bir güney aydınlığına
li oluyor. Marguerite'in r u h u hayranlık verici bir batmış taraçada neden oyalanmıyor? Akşamın melek­
k u m a ş t a n biçilmiş, yolunda kurban olacakları bu lere yaraşır aydınlığı başkaldırmış r u h u n u yatıştırır
k u m a ş t a n yapar Tanrı. Kendisi de iyi bilir bunu, acı da eğer belki... Ama nerde: kaçıyor öğütten. Rahat­
çekmek ister. Ne yazık ki yaşam ona hiçbir dert sız döner merdivenden avluya vardı, ordan geçiyor
vermiyor; h e r şeyi tamam, yerinde olduğundan, acı şimdi. Bu sakat acele bizim için acı, h e r adımın ne
çekme yeteneği ufak tefek kızgınlıklardan medet çabalara, h e r çabanın ne sızılara malolduğunu bili­
u m m a d u r u m u n a düşmüştür; bir tırmık yarası çıka­ yoruz. Böyle vahşi bir gücü iyiliğe harcadığını ne
rayım diye en ufak şeylerden yararlanır; her şeye z a m a n göreceğiz? Büzülmüş dudaklarından bir inilti
yapışır, baştan yapışır. Başkalarını kendisine karşı çıkıyor bazı bazı; hatları büzüşüyor. Bu dinsiz öfke
kusur işletecek biçimde davranmasını da bilir elbet; nereye götürüyor onu?
bilir ya Julius onun bu erdemini gittikçe d a h a boş Meryem - Meryem ki, dünya üzerine açık ellerin­
bırakmaya çalışır gibidir; eh öyleyse, onun yanında den iyiliği ve göksel ışınların yansımasını boşaltarak
h e r zaman keyifsiz, her zaman hırçın görünmesine eve gözkulak oluyor, belki küfürbaza bile yardım
niçin şaşmalı? Anthime gibi bir kocayla işler ne güzel ediyor-, günümüzde Fleurissoire-Levichon sanat ku­
yürür! Kızkardeşinin bu d u r u m d a n yararlanmasını r u m u n u n plastik Roma k a r t o n u n d a n yaptığı şu mo­
hemen hiç bilmediğini görünce kendi kendini yiyor; dern heykellerden değil. Doğal bir «tasvir», halk sev­
Veronique sıkıntılardan kaçıyor gerçekten de; güler- gisinin belirtisi. Bu yüzden de bize ancak d a h a güzel,
yüzlü, değişmez tatlılığının üzerinden, alaymış, takıl- d a h a hoş gelecektir. Heykelin karşısında, a m a önde,
macaymış, h e r şey kayıp geçiyor, yaşamında yalnız­ oldukça uzağında, duvar rafını aşan, aynı z a m a n d a
lığa da çoktan alıştığı belli; Anthime şimdi onun için duvarların kenarlarına asılmış adakları da koruyan
kötü değil, canının h e r istediğini söyleyebilir: Anthi- bir çinko çatıdan bir fener sarkmada, kansız yüzü,
me'in sert konuşmasının kımıldayamamaktan ileri gel­ pırıl pırıl elleri, mavi mantoyu aydınlatıyor. Anah­
diğini açıklıyor; d a h a sağlam olsa d a h a az kızardı. tarı bölgenin kilise hizmetçisinde bulunan, el yetişe­
Julius nereye gitmiş olabileceğini sorunca da: bilecek yükseklikte bir maden kapı, ucunda fenerin
asılı olduğu ipin sarılma yerini içinde bulunduruyor.
«Laboratuvarına,» diye yanıtlıyor; gidip bakma­
Ayrıca, heykelin önünde az önce Veronique'in getir­
nın -öyle ya, böyle bir öfkeden sonra rahatsız ola­
diği iki m u m yanıyor, gece gündüz. Kendisi için yan­
bilir- d a h a uygun olup olmayacağını soran Margu-
dığını bildiği bu mumları görünce, farmason öfke­
erite'e de sakinleşsin diye kendi başına bırakmanın,
sinin yeniden alevlendiğini duyuyor farmason. Beppo
çıkışma fazla önem vermemenin daha iyi olduğunu
büzülüp durduğu duvar girintisinde bir ekmek ka-
söylüyor.
buğuyla birkaç rezene filizi kıkırdatıyordu, yanına
«Rahat r a h a t yemeğimizi yiyelim,» diye bağlıyor.
koştu. Anthime, nazik selamına karşılık bile ver-

26 P.7
meden, omuzlarından yakalayıverdi onu; üzerine eğil­ ranın, laboratuvarma çıkıyor; çalışmak isterdi, a m a
miş de ne diyor, ne diyor da böylesine titretiyor ço­ bu yüzler kızartıcı çaba onu yordu; gönlü uyumak­
cuğu? «Olmaz! olmaz!» diye karşı çıkıyor çocuk. tan başka bir şey istemiyor. Hiç kuşkusuz, kimselere
Anthime yeleğinin cebinden beş lirettik bir banknot iyi geceler dilemeden yatacak yatağına... Gene de,
çıkarıyor: Beppo kızıyor... İlerde hırsızlık edecek bel­ tam odasına girecekken, bir ses duyup duruyor. Bi­
ki; h a t t a adam öldürecek; yokluğun hangi iğrenç tişik odanın kapısı açık; karanlıkta sessizce ilerliyor.
çamuruyla lekeleyecek alnını, kim bilebilir? Ama Küçük Julie, tanıdık bir küçük melek gibi, ge-
kendisini koruyan Meryem'e, her akşam, uykuya va­ celiğiyle diz çökmüş yatağının üstünde; yatağın baş-
rırken, yüzüne bakarak göğüs geçirdiği, h e r sabah ucunda, lambanın aydınlığı altında, Veronique'le
uyanır uyanmaz gülümsediği Meryem'e el kaldır­ Marguerite de diz çökmüşler; Julius de biraz ötede,
maya gelince!.. Anthime öğüde de, baştan çıkarmaya yatağın ayakucunda ayakta duruyor, bir eli yüre­
da, sertliğe de, gözdağına da başvurabilir, a m a yal­ ğinin üzerinde, bir eliyle de gözlerini örtüyor, hem
nızca terslenir, başka birşey elde edemez. sofu, hem erkekçe bir duruşu var; çocuğun d u a edi­
Ama biz aldanmayalım. Anthime aslında Mer­ şini dinliyorlar. Bir sessizlik kaplamış odayı, hem
yem'e hiç mi hiç kızmıyor; o özel olarak Veronique'in öyle bir sessizlik ki, mavi bir dumanın, bu çocuk
m u m l a r ı n a kızgın. Ne var ki, Beppo'cuğun basit ru­ duası gibi, dupduru göğe doğru dimdik yükseldiği
hu bu incelikleri dinlemiyor; hem artık adanmış olan bir durgun, bir altın geceyi anımsatıyor, Nil kıyısın­
bu mumları üflemeye kimselerin hakkı yoktur... da bir geceyi.
Bu direnme kızdırmıştı Anthime'i, çocuğu itti. Duanın sonu yakın olmah; şimdi çocuk ezber­
Tek başına yapacak yapacağını. Duvara yaslanıyor, lenmiş kalıpları bırakarak, hazırlıksız, yüreğinden
koltuk değneğini alt yanından kavrayıp, sapını ar- geldiği gibi d u a ediyor; küçücük öksüzler için, has­
kaya sallayarak korkunç bir hız alıyor, vargücüyle talar, yoksullar için, ablası Genevieve, teyzesi Vero-
havaya fırlatıyor. Sopa duvar oyuğuna çarparak gü­ nique için, babası için, sevgili annesinin gözlerinin
rültüyle yere düşüyor, kimbilir hangi kırıntıyı, han­ çabucak iyileşmesi için d u a ediyor... Anthime'in yü­
gi molozu da birlikte indiriyor. Değneğini alıyor, du­ reği daralıyor bu sırada; kapının eşiğinden, odanın
var oyuğunu görmek için geri geri gidiyor... Al­ öbür ucundan, alaylı olmasını istediği, çok yüksek bir
lah bin belâsını versin! İki m u m hâlâ yanıyor. Ama sesle konuştuğu duyuluyor:
ne denir? Heykelin sağ kolunun yerinde, kala kala «Ya enişte, onun için bir dileğin yok mu ulu Tan-
bir maden sap kalmış. rı'dan?»
Aklı başına geliyor, yaptığı işin acıklı sonucuna Bunun üzerine çocuk, olağanüstü denecek dere­
bakıyor bir an: iş bu gülünç saldırıyla bitsin... Ney­ cede güvenli bir sesle yeniden başlıyor, herkesi şa­
se, boşver! Gözleriyle Beppo'yu arıyor; çocuk kay­ şırtıyor:
bolmuş. Gece çöküyor; Anthime yalnız; az önce değ­ «Bir de, Tanrım, bir de size Anthime eniştenin
neğinin kopardığı kalıntıyı görüyor döşemenin taş­ günahlarını bağışlamanız için yalvarıyorum.»
larının üstünde, alıyor, mermer ç a m u r u n d a n küçük Bu sözler t a m yüreğinden vuruyor tanrısızı.
bir el bu, omuz silkerek yelek cebine atıyor.
Alnında utanç, yüreğinde öfke v a r şimdi putkı-

20
29
VI r ü n e saplanınca korkunç bir acı duydu, karanlıklar
içinde uyandı.
Anthime bir düş gördü o gece. Odasının küçük
kapısı vuruluyordu; koridor kapısı değil, komşu kapı
da değil, başka bir kapı vuruluyordu, o zamana ka­ Anthime belki çeyrek saat öylece kaldı, bir türlü
dar uyanıkken farkına varmadığı, dosdoğru sokağa toplayamadı kendini. Birdenbire tuhaf bir uyuşuk­
açılan bir kapı. Bundan korktu, önce b ü t ü n yanıtı luk, şaşkınlık duyuyordu sonra, nerdeyse hoş deni­
dilini tutmak oldu. Bir yarı aydınlık, bir gece lam­ lebilecek bir gidişme, öyle ki böğründeki keskin acı­
basının verebileceği k a d a r yumuşak, belirsiz bir ay­ yı gerçekten duyduğundan kuşkudaydı şimdi; düşü
dınlık, odadaki ufak tefek eşyaları seçmesini sağlı­ nerede bitiyor, nerede başlıyordu, şimdi uyanık mıy­
yordu; a m a hiçbir alev yoktu odada. Bu ışığın ne­ dı, az önce düş mü görmüştü, anlamıyordu. Kendini
reden geldiğini kendi kendine açıklamaya çalışırken, yokladı, çimdikledi, inceledi, bir kolunu yataktan çı­
kapı ikinci bir kez d a h a vuruldu. kardı, en sonunda bir kibrit çaktı. Veronique yanın­
da, yüzünü duvardan yana çevirmiş, uyuyordu.
«Ne istiyorsunuz?» diye seslendi titrek bir sesle.
Üçüncüsünde olağanüstü bir gevşeklik onu uyuş­ O zaman, çarşaflardan dışarı çıkıp yorganı at­
turdu, h e r türlü korku duygusunu da eritti (daha tı, çıplak ayaklarının ucunu terliklere basıncaya ka­
sonra «boyuneğmiş bir sevgi» diyordu b u n a ) ; bir­ d a r kaydı. Koltuk deyneği orda, gece masasına da­
denbire, bir an içinde, kendisinin dirençsiz, kapının yalıydı; deyneği almadan, yatağı geriye iterek elle­
da açılmak üzere olduğunu sezinledi. Gürültüsüzce rinin üzerinde doğruldu; sonra ayaklarını terliğe sok­
açıldı kapı, Anthime bir an, karanlık bir aralıktan tu; sonra bacakları üzerinde dimdik dikildi; sonra
başka birşey görmedi, a m a işte, bir duvar oyuğun- da, h â l â kararsız, bir kolu ilerde, bir kolu geride,
daymış gibi, Meryem Ana beliriverdi. Kısa, ak bir bir adım, iki adım attı yatak boyunca, üç adım, son­
gölgeydi bu, önce küçük yeğeni Julie sandı, yanından ra odanın içinde... Meryem Ana! Yoksa!.. -Sessizce
ayrıldığı sıradaki gibi, çıplak ayakları geceliğinden pantolonunu geçirdi bacaklarına, yeleğini, ceketini
dışarı çıkmış. Ama bir an sonra, çok kötü davrandı­ giydi... Dur, benim sakmmasız kalemim! Kurtulan
ğı Varlığı tanıdı; diyeceğim, kırdığı heykelin görünü- bir r u h u n k a n a t çırptığı yerde, iyileşmiş bir bedenin
şündeydi bu gölge; h a t t a sağ dirseğinin alt yanında­ beceriksiz devinimimin ne önemi var?
ki yarayı bile seçebiliyordu; a m a o erkeksi yüz, h e r Çeyrek saat sonra, Veronique, bilmem hangi ön­
zamankinden d a h a güzel, d a h a güleçti. Anthime yü­ seziyle birşeyler sezip de uyandığı zaman, önce Ant-
r ü d ü ğ ü n ü açıkça göremiyordu ya, o kayarcasma ken­ hime'in varlığını yanında duymayışma şaştı; bir kib­
disine doğru ilerliyordu, tam başucuna gelince: rit çakıp da yatağın başucunda koltuk değneğini, sa­
«Sen, ey beni yaralayan, sanır mısın ki seni iyi­ katın zorunlu yoldaşını görünce d a h a çok şaşırdı.
leştirmek için elime gereksinimim olsun?» dedi. Bu Kibrit parmaklarının arasında yandı tükendi, çün­
a r a d a içi boş giysi kolunu onun üzerine doğru kal­ kü Anthime çıkarken m u m u götürmüştü; Veronique
dırıyordu. el yordamıyla, üstünkörü giyindi, sonra o da ayrıldı
odadan, t a v a n a r a s m m kapısı altından sızan ışık çiz­
Şimdi bu tuhaf aydınlık Ondan yayılıyormuş gibi
gisine doğru gitti.
geliyordu Anthime'e. Ama maden sap birdenbire böğ-

30 31
— Anthime! Orda mısın, dostum? g ü n ü söylemek belki de düşüncesizlik olurdu; a m a
Yanıt yok. Bununla birlikte, kulağı kirişte olan onu yalnız düşünde görmüş olsa bile, iyileşmesi or­
Veronique, tuhaf bir ses duyuyordu. Sıkıntıyla ka­ tadaydı, yadsınamazdı, kanitianabilirdi, hiç kuşkusuz
pıyı itti; gördüğü şey eşiğe çivileyiverdi kendisini: mucizemsi birşeydi.
Anthime'ciği orada, karşısındaydı; ne oturuyor­ İyileşmek belki Anthime'e yetiyordu, a m a kili­
du, ne ayaktaydı; başının yukarısı masanın hizasm- seye yetmiyordu, kendisini alışılmamış bir şanla do­
daydı, k e n a r a koyduğu m u m u n ışığını tümüyle alı­ natacağım ileri sürerek açık bir dine dönüş istedi.
yordu; bilgin, tanrısız Anthime, istemi gibi k ö t ü r ü m Bundan birkaç g ü n sonra peder Anselme, ken­
dizi de, yıllardır hiç eğilmemiş, bükülmemiş (çün­ disine:
kü onda akılla bedenin ne büyük bir uygunluk için­ «Daha neler!» diyordu. «Bu k a d a r k u s u r işleyin,
de olduğu dikkate değer birşeydir) olan Anthime diz sapkınlığı yaymak için başvurmadık yol bırakma­
çökmüştü. yın da bugün Tanrı'nın sizden istediği yüce bilgiyi
Diz çökmüştü, Anthime diz çökmüştü; iki elinde vermekten kaçın, öyle mi? Sizin o boş biliminizin
ufak bir m e r m e r h a m u r u kırıntısı tutuyor, gözyaş­ yalancı parıltıları kimbilir kaç kişinin n u r a sırt çe­
larıyla ıslatıyor, coşkun öpüşlere boğuyordu. Önce virmesine yol açtı! Şimdi onları yeniden dine bağ­
hiç istifini bozmadı, Veronique de bu gizem karşı­ lamak bir borçtur sizin için. Ne diyorum? Borç m u ?
sında şaşırmıştı, ne geri çekilmeyi göze alabiliyor­ Biricik göreviniz bu sizin; b u n u anlamadığınızı var­
du, ne girmeyi, kendisi de eşiğe, kocasının karşısı­ saymak gibi bir aşağılamada bulunmayacağım size.»
na diz çökmeyi düşünüyordu, bu sırada kocası zor­ Hayır, Anthime bu görevden kaçmıyordu; a m a
l a n m a d a n kalkarak, ey mucize! güvenli adımlarla sonuçlarından k o r k m a k t a n da geri durmuyordu.
kendisine doğru ilerledi, kollarını beline doladı, onu Söylediğimiz gibi, Mısır'daki büyük çıkarları farma­
bağrına basarak üzerine doğru eğildi: sonların elindeydi. Loca'nm kendisini yadsıyan bir
«Bundan böyle... b u n d a n böyle, benimle birlik­ kimseye desteğini sürdürmesi beklenebilir miydi? Ser­
te dua edeceksin, canım», dedi. vetini ondan beklediği için, kendini batmış sayıyor­
du şimdi.
Peder Anselme'e açıldı. Adam, Anthime'in yük­
VII sek rütbesini bilmiyordu, öğrenince dine dönüşün
d a h a ilginç olacağını düşündü, pek sevindi. İki gün
Farmasonun dine dönmesi uzun zaman gizli ka­ sonra, Anthime'in bu yüksek rütbesi, Osservatore
lamazdı. Julius de Baraglioul bir gün bile bekleme­ okurları için de, Santa Croce okurları için de bir giz
den kardinal Andre'ye duyurdu işi, o da muhafaza­ olmaktan çıkmıştı.
k â r partiye, Fransız kilisesinin b ü t ü n yüksek kade­ «Beni mahvediyorsunuz», diyordu Anthime.
melerine yaydı; bu a r a d a Veronique de peder Ansel- «Yok, oğul, tam tersine, diye yanıtlıyordu peder
me'e h a b e r ulaştırıyor, böylece iş çabucak Vatikan'ın Anselme; size kurtuluşu getiriyoruz. Parasal gerek­
kulaklarına varıyordu. sinimlerinize gelince, hiç üzülmeyin: kilise karşılar
Armand-Dubois ufak bir ergi sağlamıştı kuşku­ bunu. Kardinal Pazzi'ye d u r u m u n u z u uzun u z u n an­
suz. Meryem Ana'nm kendisine gerçekten göründü- lattım, o da Rampolla'ya bildirecek; sonra size Kut-

32 33
sal Peder'imizin de dine dönüşünüzden şimdiden ha­
yordu. Sonra da La Depeche de Toulouse'da Anthi­
berdar olduğunu söyleyeceğim.- Kilise kendisi için ne­
me'in, iyileşmesinden iki gün önce yolladığı alaylı
leri gözden çıkardığınızı anlayacaktır. Hakkinizin
bir kısa yazısı yayınlandı; Julius bacanağı adına,
yenmesini ister mi? Hem sonra, farmasonların bu
b u n d a n böyle «dine dönmüşü» yazı a r k a d a ş l a n ara­
işteki etkisini de biraz büyütmüyor musunuz? Ne­
sında saymamasını bildiren, h e m onurlu, h e m k u r u
ler yapabileceklerini bilmiyor değilim. Düşmanlıkla­
bir mektupla karşılık verdi La Depeche'e. Zukunft
rının size kaybettireceğini iyice hesapladınız mı? Tu­
d a h a çabuk davrandı, Anthime'e kibarca teşekkür
tarını söyleyin bize, söyleyin ve... (sol elinin işaret
etti. Berikiyse gerçekten sofu bir r u h u n sağladığı
parmağını, şeytanca bir iyilikle, b u r n u n a dek kal­
huzurlu yüzle kabulleniyordu vuruşları. Julius ıslıklı
dırdı) ve hiçbir şeyden korkmayın.»
bir sesle:
Jübile şenliklerinden on gün sonra, Anthime'in «Bereket versin ki Correspondant'm sayfalan
dine dönüşü Gesu'de büyük bir tantanayla kutlan­ açılacak kaleminize, b u n u ben üzerime alıyorum,»
dı. Zamanın b ü t ü n İtalyan gazetelerinin ilgilendiği diyordu.
bu töreni u z u n u z u n anlatacak değilim. Cizvit ön­ «Ama oraya ne yazayım istiyorsunuz, dostum? di­
derinin sözcüsü Peder T., en dikkate değer söylev­ ye karşı geliyordu Anthime tatlılıkla; d ü n kafamı
lerinden birini çekti: Kuşku yoktur ki, farmasonun kurcalayan şeylerin hiçbiri ilgilendirmiyor şimdi be­
r u h u çılgınlık derecesinde sarsıntılıydı, kininin faz­ ni.»
lalığı bile bir aşkın habercisiydi. Kutsal vaizci Saul
Sonra sessizlik başlamıştı. Julius'ün de Paris'e
de Tarse'ı anıyor, Anthime'in putkıranca davranı­
dönmesi gerekmişti.
şıyla ermiş Etienne'in taşlaması arasında şaşırtıcı
Peder Anselme sıkıştırıp durduğundan, Anthime
benzerlikler buluyordu. Kutsal pederin p a r l a k söz­
yumuşak başlılıkla Roma'dan ayrılmıştı bu arada.
leri kubbe altında k a b a r a r a k sesli bir m a ğ a r a d a ko­
Loca'nm desteği k a l k a r kalkmaz, parasal yıkım ge­
ca gel-git d a l g a l a n gibi yayılırken, Anthime, yeğe­
lip çatmıştı; kilisenin desteğine güvenen Veronique'
ninin ince sesini düşünüyor, bundan böyle hep ken­
in zorlamasıyla yaptığı görüşmeler de kilise ileri ge­
disine hizmet edeceği kimsenin dikkatini dinsiz eniş­
lenlerini yormaktan, sıkmaktan başka sonuç verme­
tesinin günahları üzerine çektiği için, çocuğa için­
mişti, dostça bir öğüt vermişler, Milano'ya giderek
den teşekkür ediyordu.
eskiden vadedilen ödeneği ve bayatlamış bir göksel
iyiliğin a r t ı k l a n n ı beklemesini söylemişlerdi.

Anthime o günden sonra d a h a yüce işlere verdi


kendini, adı çevresinde yapılan patırdıyı pek farket-
medi. Onun yerine Julius de Baraglioul acı çekiyor,
gazeteleri yüreği ç a r p m a d a n açamıyordu. Ortodoks
gazetelerinin ilk coşkunluğuna şimdi serbest yayın­
ların y u h a l a n karşılık veriyordu-. Osservato re 'nin
önemli yazısı «Kilisenin yeni bir yengisi»ne, Tempo
Felice'nin «Bir budala daha» adlı yergisi karşılık olu-

34
35

ı
nın zamanı geldiğini anlıyorum,- hem daha
uzun bir konaklamadan fazla bir yarar da bek­
lemiyorum.
Bu akşam Paris'e döneceğinizi biliyor, bana
İKİNCİ KİTAP vakit geçirmeden bir hizmette bulunmaktan ka­
çınmayacağınıza inanıyorum: bu yakınlarda si­
JULIUS DE BARAGLIOUL ze de bildireceğim kimi düşüncelerim var, bun­
ların gerçekleşmesi için, Lafcadio Wluiki (Louki
tHiç kimsenin dönüsüne engel olmamak okunur, W ile i pek belli olmaz) adında bir de­
gerektiğine göre.» likanlının hâlâ Claude Bernard çıkmazında, 12
RETZ - VIIİ, s. 93 numarada oturup oturmadığını bilmem gereki­
yor.
Bu adrese gidip adı geçen delikanlıyı gö­
I rürseniz, çok sevinirim. (Nasıl olsa romancısı­
nız, kendinizi içeriye aldırtmak için kolayca bir
Baraglioul'lar 30 Mart'ta, geceyarısı Paris'e dön­ bahane bulursunuz.) Şunları öğrenmem gere­
düler, Verneuil sokağındaki dairelerine yeniden yer­ kiyor-.
leştiler. 1. — Delikanlının ne yaptığı;
Marguerite yatma hazırlığını yaparken, Julius, 2. — Ne yapmayı düşündüğü (bir ereği var
elinde bir ufak lâmba, ayağında terlikleri, içinde ye­ mı? Varsa ne türden?).
niden bulunmaktan her zaman zevk duyduğu ça­ 3. — Bir de geçim kaynaklarını, yetenekle­
lışma odasına girdi. Loş bir dekoru vardı odanın; rini, isteklerini, zevklerini, nasıl bulursanız öy­
duvarlarda birkaç Lepineyle bir Boudin asılıydı; bir lece belirtirsiniz bana.
köşede, bir döner heykel ayaklığı üzerinde bir mer­ Şimdilik beni görmeye çalışmayın.- Keyfim
mer, karısının Chapu tarafından yapılmış büstü, bi­ yerinde değil. Edindiğiniz bilgileri birkaç sa­
raz çiğ bir leke oluşturuyordu; odanın ortasında Rö­ tırla bana yazsanız da olur. Konuşmayı arzu-
nesans işi bir kocaman masa vardı, masanın üstün­ larsam, ya da büyük yolculuğun yaklaştığını
de kitaplar, broşürler, prospektüsler kümelenmişti; sezersem, sizi çağırırım.
bölmeli mineden bir tepsi üzerinde kenan bükülmüş Gözlerinizden öperim.
birkaç kartvizit, bunlardan biraz uzakta da, iyice Juste-Agenor de BARAGLIOUL
belli olacak biçimde Barye'nin bir bronzuna dayan­
mış bir mektup vardı. Julius, babasının yazısını ta­ EK. — Benim tarafımdan geldiğinizi hiç bel­
nıdı. Hemen zarfı yırtıp okumaya başladı: li etmeyin. Delikanlı beni tanımaz, bundan böy­
le de tanımamalı.
Sevgili oğlum, Lafcadio Wluiki şimdi on dokuz yaşında.
Bu son günlerde iyice güçten düştüm. Kimi Rumen uyruklu. Öksüz.
şaşmaz belirtilere bakarak, tası tarağı toplama- Son kitabınızı gözden geçirdim. Bundan son-

36 37
ra da Akademiye giremezseniz, bu saçmalıkları «Pek soğuk karşılıyorum, görüyorsun,» dedi Julius
yazmış olmanız bağışlanamaz. hemen. Ama ne de olsa b a b a m a böyle konuşmak ya­
raşmaz bence; herkese yaraşsa, b a b a m a yaraşmaz;
Yadsınamazdı: Julius'ün son kitabı basında kö­ üstelik, doğrusunu konuşmak gerekirse, kendi onu­
tü karşılanmıştı. Yorgundu ya gazetelerden kesilmiş r u n a dikilmiş bir anıttan başka birşey olmayan bu
yazıları, romancı adının hiç de iyi anılmadığı yazı­ kitap hakkında...»
ları gene de gözden geçirdi. Sonra bir pencere açtı, Öyle ya, Julius bu kitapta ihtiyar diplomatın yü­
gecenin sisli havasını ciğerlerine çekti. Julius'ün ça­ ce meslek yaşamını göstermemiş miydi? Romantik­
lışma odasının pencereleri elçilik bahçelerine bakar­ lerin gürültülerine karşılık, Juste-Agenor'un h e m aile,
dı, bu arıtıcı gölge havuzlarında gözler de, r u h da, h e m siyaset yaşamını, onurlu, sakin, örnek yaşamını
dünyanın, sokağın çirkinliklerinden arınırdı. Görün­ göklere çıkarmamış mıydı?
meyen bir k a r a t a v u ğ u n türküsünü dinledi bir za­ «Çok şükür ki sana minnet duysun diye yazma­
man. Sonra yatak odasına döndü, Marguerite çok­ dın bu kitabı.»
t a n yummuştu gözlerini. «Dorukların Havası'm Akademi'ye girmek için
Uykusuz kalmaktan korkuyordu, konsolun üze­ yazdığımı çıtlatıyor.»
rinden, sık sık kullandığı portakal çiçeği şişesini al­ «Peki, ne zaman olacakmış bu iş! Ne zaman gü­
dı. Karı-kocalık saygısına çok dikkat ederdi, fitili zel bir kitap yazdığın için Akademi'ye girecekmiş-
kısılmış lâmbayı uyuyan k a d ı n d a n d a h a aşağıda bir sin!» Sonra acıyan bir sesle: «Her neyse! İnşallah
yere koymuştu ya, içindekini içip de bardağı bıra­ gazetelerle dergiler dersini verirler ona.»
kınca kristalin şıngırtısı Marguerite'in uyuşukluğu­ Julius patladı:
n u n derinliğine ulaştı, Marguerite bir hayvan inil­ «Gazeteler mi? Bırak canım!.. Dergiler mi!» Öf­
tisi çıkararak d u v a r d a n yana döndü. Julius onu uya­ keyle Marguerite'e döndü, sanki o n u n suçuydu bu
nık buluşuna sevindi, yanına yaklaştı, bir y a n d a n konuya girmesi, acı bir gülüşle: «Dört bir y a n d a n
soyunurken, bir y a n d a n da konuşmaya başladı: saldırıyorlar», dedi.
«Babam kitabımdan nasıl sözediyor, bilmek ister Bir yumruk oldu bu. Marguerite iyice uyandı.
misin?» «Çok mu yermişler seni?»
Marguerite u y u m a k t a n başka birşey istemiyordu. «Övgüler de var, ikiyüzlülükleri şaşırtıyor in­
«Sevgili dostum, babacığın yazından anlamaz, sanı.»
yüz kez söyledin b u n u bana», diye mırıldandı. «Ne iyi ediyordun bu gazetecileri hor görmekle!
Ama Julius pek içlenmişti: Ama evvelsi gün M. de Vogue ne yazıyordu sana, dü­
«Bu saçmalıkları yazmamın hiç yakışık almadı­ şünsene.- Kaleminiz Fransa'yı bir kılıç gibi savunu­
ğını söylüyor», dedi. yor.»
Oldukça u z u n bir sessizliğe daldı Marguerite, h e r Julius düzeltti:
türlü yazını çıkardı aklından; Julius yalnızlığı ka­ «Kaleminiz, bizi tehdideden b a r b a r l a r a karşı,
bullenmek üzereydi; a m a Marguerite, sırf onu sev­ Fransa'yı bir kılıçtan daha iyi savunuyor.»
diği için, büyük bir çaba h a r c a y a r a k yüzeye döndü: «Sonra d a h a geçenlerde kardinal Andre de oyu­
«Bunu da kendine dert etmezsin inşallah», dedi. nu sana vereceğini söylemekle b ü t ü n Kilise'nin ar-
38
39
dında olduğunu belirtti.» Sevgili babacığım,
«Bunun hiçbir yaran yok bana!» Bu gece dönünce mektubunuzu buldum. Ver­
«Dostum...!» diğiniz görevi hemen yarın yerine getireceğim,
«Kilisenin yüksek himayesinin ne olduğunu Ant- dilediğiniz gibi sonuçlandıracağımı umuyor, si­
hime'in işinde gördük.» ze bağlılığımı göstermeyi çok istiyorum.
«Dertlendin gene, Julius. Ödül için çalışmadığı­
nı sık sık söylemişindir bana; başkaları beğensin di­ Öyle ya, ezilip kınlmca gerçek büyüklüklerini
ye de çalışmadığını, kendi beğenmenin sana yetti­ gösteren soylu kişilerdendir Julius. Geriye yaslandı,
ğini söylerdin; çok güzel sayfalar da yazdın bu ko­ bir zaman kaldı öylece, kalemi elinde, tümcesini tar­
nuda.» tıyordu.
«Biliyorum, biliyorum», dedi Julius, sinirlenmişti.
Derin sıkıntısı bu düzmece ilaçlan ne yapsmdı. Çıkarcılıkla hiçbir ilgisi olmayan birşeyin
Tuvalet odasına geçti. sizce kuşkulu görülmesi zor geliyor bana, bu
Ne diye karısının önünde kendini tutmuyor da çıkar duygusundan uzaklıktır ki...
böyle yürekler acısı bir taşkınlık gösteriyordu? Eş­ Hayır. Şöyle yazsa daha iyi olurdu:
lerin paylaşacakları kaygılardan değildi ki kaygısı,
gururla, utançla yüreğine kapatmalıydı onu. «Saç­ Sanır mısınız ki ben sanatta dürüstlüğe da­
malıklar!» Dişlerini yıkarken, bu sözcük şakaklarını ha az değer veririm, o dürüstlük ki...
dövüyor, en soylu düşüncelerini altüst ediyordu. Ne Tümcenin arkası gelmiyordu. Julius gecelikleydi;
önemi vardı bu son kitabın? Babasının sözünü unu­ üşüyeceğini anladı, kâğıdı buruşturdu, diş bardağını
tuyordu: hiç değilse bu sözü babasının söylediğini aldı, buruşturulmuş kâğıdı havaya atarken, onu da
unutuyordu... Yaşamında birinci kez, çirkin mi çir­ götürüp tuvalet odasına bıraktı.
kin bir soru yükseliyordu içinde, -onun, şimdiye ka­ Yatağına girmek üzereydi, karısının omzuna do­
dar yalnız onama, gülümsemeyle karşılamış olan Ju- kundu:
lius'ün içinde-, bu gülümsemelerin içtenliği, bu ona­ «Ya sen, sen ne düşünüyorsun kitabım hakkın­
maların değeri üzerinde, yapıtının değeri, düşünce­ da?»
sinin gerçekliği, yaşamının doğruluğu üzerinde bir Marguerite donuk donuk gözlerini araladı. Julius
kuşku yükseliyordu. sorusunu yinelemek zorunda kaldı. Marguerite yan
Odasına döndü, bir elinde dalgın dalgın diş bar­ yanya döndü, ona baktı. Kaşlan bir kınşıklar yı­
dağını, bir elinde fırçasını tutuyordu; yansına ka­ ğını altında yukan kalkmış, dudakları büzülmüştü,
dar pembe bir suyla dolmuş bardağı konsolun üs­ acıklı bir görünüşü vardı Julius'ün.
tüne, fırçayı bardağın içine koydu, akçaağaçtan ya­ «Dostum, ne oldu sana böyle? Daha neler! son
pılmış, ufak bir masanın önünde durdu. Marguerite kitabının ötekiler kadar iyi olmadığına gerçekten
mektuplannı burada yazardı. Karısının kalemine sa­ inanıyorsun demek?»
rıldı; inceden inceye kokulandırılmış, morumsu bir Bir yanıt denemezdi buna; Marguerite yanıt ver­
kâğıda şunlan karalamaya başladı: mekten kaçmıyordu.
«Ben ötekilerin bundan iyi olmadıklarına inanı-

40 41
yorum!» önünde i>ir kira arabası duruyordu. Julius, geçer­
«Eh, öyleyse!...» ken, kocıman bir şapka altında, biraz cafcaflı bir
Marguerite bu taşkınlıklar karşısında cesareti­ tuvalet eymiş bir kadın gördü bu arabada.
ni yitirdi, yumuşak kanıtlarının yararsız olduğunu Evin kapıcısına Lafcadio Wluiki adını söylerken
anladı, karanlığa dönüp, yeniden uyudu. yüreği çarptı; bir serüvene atılıyormuş gibi bir duy­
gu vard romancının içinde; ama merdivenden çı­
karken, aulunduğu yerin bayağılığı, dekorun sönük­
II lüğü hoşma gitmedi; neyle besleneceğini bilemeyen
merakı sarsılıyor, tiksintiye yeniliyordu.
Julius'ün meslekten gelme bir merakı, insanla Dördincü katta, yalnıa merdivenlikten ışık alan •
ilgili hiçbir şeyin kendisine yabancı kalamayacağı halisiz koridor, merdiven başından birkaç adım son­
gibi bir de koltuk kabartıcı, boş düşü vardı ya şim­ ra kıvrılıyordu; sağda solda kapalı kapılar vardı bu
diye k a d a r sınıfının alışkanlıkları dışına pek çıkma­ koridorun üzerinde; dipteki kapı aralıktı, ince bir
mış, aşağı yukarı yalnız kendi çevresinin insanla­ ışık çizgisi sızıyordu arasından. Julius kapıyı vurdu;
rıyla bağıntıda bulunmuştu. Eğilimi değildi b u n u n boşuna; çekine çekine biraz daha araladı; odada hiç
nedeni, d a h a çok önüne fırsat çıkmayışmdandı. Julius, kimse yoktu. Julius yeniden aşağıya indi.
bu görüşme için dışarıya çıkmak üzereyken, giysi­ «Yolsa da gecikmez, birazdan döner», demişti
sinin hiç de gerektiği gibi olmadığını farketti. Par- kapıcı.
desüsünde, plastronunda, h a t t a cronstadt şapkasında Bardiktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Av­
bir uygunluk, bir darlık, bir seçkinlik vardı... Ama luda, merdivenin karşısında, bir bekleme odası var­
olsun, kılığının genç adamı fazla kaba bir yakınlığa dı; ama su odanın pis kokusunu, kasvetli halini gö­
buyur etmemesi d a h a iyi olurdu belki de. Onu ko­ rünce yıkanya çıkarak kapıyı itip girebileceğini,
n u ş m a yoluyla açılmaya yöneltmek d a h a uygun dü­ genç adamı gözüpeklikle bekleyebileceğini düşündü.
şerdi, böyle düşünüyordu Julius. Bir yandan Claude- Gene yukarı çıktı.
Bernard çıkmazına doğru gidiyor, bir y a n d a n da Koricoru yeni baştan dönerken, diptekinin ya­
araştırmayı yürütebilmek için nasıl bir bahaneyle nındaki odadan bir kadın çıktı. Julius bu kadına
içeri gireceğini tasarlıyordu. çarptı, öîûr diledi.
Kont Juste-Agenor de Baraglioul'un ne işi ola­ «Kimi arıyorsunuz?»
bilirdi bû Lafcadio'yla? Julius'ün kulağında uğulda- «Moısieur Wluiki'yi. Burada oturmuyor mu?»
yıp duruyordu bu soru, can sıkıcıydı. Şimdi, baba­ «Dışaı çıktı.»
sının yaşamını yazıp bitirdikten sonra da hakkında Julius öyle bir sıkıntıyla:
sorular sormaya kalkacak değildi ya. Bu k o n u d a ba­ «Ya!> dedi ki kadın hemen:
basının kendisine söyleyeceğinden fazlasını bilmek is­ «Aceie miydi kendisine söyleyeceğiniz?» diye sor­
temiyordu. Kont şu son yıllarda sessizleşmişti ya hiç­ du.
bir şeyini de gizlememişti. Julius, Luxembourg'dan Julius, bilinmedik Lafcadio'yla karşüaşmak üze­
geçerken bir sağnağa tutuldu. re silahlanmıştı yalnız, şaşırdı kaldı; bununla bir­
Claude-Bernard çıkmazında, 12 n u m a r a l ı kapının likte, fırsat güzeldi; belki de bu kadın çok şeyler bi-

42 43
liyordu delikanlı hakkında; onu bir konuşturabilsey- «Şey işte, şöyle... İlkin ne gibi şeylerle uğraştığı­
di... nı öğrenmek isterdim biraz.»
«Kendisinden bir şey soracaktım da.» Soruda kurnazlık yoktu a m a Carola'nm dış gö­
«Kimin adına?» r ü n ü ş ü de insanı kurnazlığa yönelten türden değil­
'Beni polis molis sanmasın sakın!' diye düşün­ di pek. Kont de Baraglioul güvenine yeniden kavuş­
dü Julius, şapkasını hafiften kaldırdı, biraz tumtu­ tu. Carola'nm boşalttığı iskemleye oturmuştu, Caro­
raklı bir sesle: la da onun yanında, masaya dayanmış, konuşmaya
«Bendeniz kont Julius de Baraglioul'um», dedi. başlamak üzereydi, bu sırada koridorda büyük bir
«Ah! sayın kont... Özür dilerim, şey edemedim... gürültü koptu.- kapı gürültüyle açıldı, Julius'ün ara­
Öyle karanlık ki, bu koridor! Girin lütfen. (Dipteki bada gördüğü kadın belirdi.
kapıyı itti). Lafcadio gecikmez herhalde... Şeye ka­ «Anlamıştım,» dedi; «bu adamın yukarı çıktığını
d a r gitti, şeye... Ah! Bir dakika!...» görünce...»
Julius içeri girerken, kadın bir iskemlenin üzeri­ Carola, Julius'ten biraz uzaklaştı hemen:
ne saygısızca yayılmış bir kadın donuna doğru se­ «Hiç de değil, cicim, değil... konuşuyorduk,» dedi.
ğirtti ilkin, saklamayı beceremeyince, hiç değilse bu­ «Arkadaşım Bertha Grand-Marnier; sayın kont... ku­
r u ş t u r u p ufaltmaya çalıştı. sura bakmayın: adınızı unuttum!»
«Öyle karışık, öyle karışık ki burası...» Julius, Bertha'nm uzattığı eldivenli eli sıkarken:
Julius tatlılıkla: «Zararı yok», dedi, biraz sıkılmıştı.
«Bırakın! bırakın! diyordu. Ben alışkınım...» «Sen de beni takdim et», dedi Carola...
Carola Venitequa oldukça güçlü bir kadındı, da­ Öbürü dostunu takdim ettikten sonra:
ha doğrusu biraz tombuldu ya yapısı, görünüşü sağ­ «Bak, yavrum, üç saattir bekliyoruz, dedi. Beye­
lamdı, çoğu insanlarda görülen a m a bayağı olma­ fendiyle konuşmak istiyorsan, al götür: bir a r a b a m
yan, oldukça çekici hatları vardı, hayvansı, yumuşak var.»
bakışlıydı, meler gibi bir ses çıkarıyordu. Sokağa çık­ «Beni görmeye gelmemişti ki.»
m a k üzere olduğu için, başına ufak ve yumuşak bir «Gel öyleyse! Yemeği bizimle yer misiniz bu ak­
fötr giymişti, bir denizci kravatının ortadan kestiği, şam?»
bluz biçimi korsajının üzerinde bir erkek yakası, kol­ «Üzgünüm.»
larında beyaz yenler vardı. Carola kızarmıştı, dostunu götürmekte acele edi­
«M. Wluiki'yi uzun zamandır tanır mısınız?» yordu:
Kadın, yanıt vermeden: «Kusura bakmayın, efendim, dedi. Lafcadio ner-
«Belki de isteğinizi iletebilirim ona», dedi. deyse gelir.»
«Şey... Bu a r a d a çok işi olup olmadığını bilmek
isterdim.»
«Gününe göre değişir.» Kadınlar çıkarken kapıyı açık bırakmışlardı; ko­
«Çünkü, biraz boş zamanı varsa, şey diyordum... ridor, halisiz olduğu için sesliydi; merdiven başından
benim için ufak bir işe bakmasını...» sonra kıvrılması, gelenin görülmesine engel oluyor­
«Ne t ü r bir iş?» du ya yaklaşması duyuluyordu.

44
45
«Neyse, oda b a n a kadından da iyi bilgi verir cesi vardı, çekmecenin de anahtarı...
umarım», dedi Julius kendi kendne. Çevresini sakin Bundan sonra olacaklara bakıp da Julius'ün ki­
sakin gözden geçirmeye başladı. şiliği üzerinde aldanmanızı istemem: hiç de saygı­
Yazık ki eşyasıyla kiraya verilen bu bayağı oda­ sız bir adam değildi Julius, herkesin kendi yaşamı­
da, bu türlü konulara yabancı kalmış merakına kar­ nı canının istediği gibi gizlemesine saygı gösterirdi;
şılık verebilecek hiçbir şey yoklu. edebe erdeme büyük bir saygısı vardı. Ama babası­
Kitaplık yok, duvarlarda resim yok. Şöminenin nın buyruğu karşısında, yaratılışını zorlaması gere­
üzerinde Daniel Defoe'nin Moll Flanders'ı ingilizce, kiyordu. Bir an daha kulak verip bekledi, sonra, ge­
üçte ikisi açılmış yalnız, çirkin bir baskı; bir de len giden olmadığını anlayınca —ilkelerine karşın,
Lasca diye anılan Anton-Francesco Grazzi'nin No- istemeye istemeye a m a ince bir görev duygusuyla—
velle'si, italyanca. Bu iki kitap Julius'ün ilgisini çek­ anahtarı çevrilmemiş çekmeceyi çekti.
ti. Bunların yanında, bir alkol şikesinin ardında du­ , Rus meşiniyle ciltlenmiş bir defter vardı; Julius
ran bir resim de az ilgi uyandırmadı onda: kumlu defteri alıp açtı.
bir kıyıda, pek genç sayılamayacak, ama garip bir İlk sayfadaki sözcükler, fotoğraftaki yazıyla ya­
biçimde güzıel bir kadm, ingilizleri andıran, spor giy­ zılmıştı, okudu:
sili, zarif, ince bir adamın kolur.a yaslanmış; ayak­
İstedikçe şunu bunu yazsın diye,
ları dibinde de, on beş yaşlannca, açık renk, dağı­
Cadio'ya amcasından hediye.
nık, sık saçlı, güleç, anadan doğna çıplak, güçlü bir
çocuk. Faby
Julius bu resmi aldı, sağ köşesindeki soluk bir­ Hemen aşağısına da biraz çocuksu, dik, düzgün
kaç sözcüğü okumak için ışığa yaklaştırdı: Duino; bir yazıyla şunlar yazılmıştı:
temmuz 1886. Duino'nun Avusturya'da, Adriyatik kı­
yısında küçük bir kasaba olduğuru biliyordu ya bun­ Duino. Bu sabah, 10 temmuz 86. lord Fabian bi­
dan da pek bir şey çıkaramadı Dudaklarını ovuş­ zimle kalmaya geldi. Bana bir sandal, bir tüfek, bir
turdu, başını yukardan aşağı doğru sallayarak resmi de bu güzel defteri getirdi.
yerine bıraktı. Şöminenin soğuk ocağı içinde bir yu­ Bu ilk sayfada başka hiçbir şey yoktu.
laf unu kutusu, bir mercimek, tir de pirinç torbası Üçüncü sayfaya 29 ağustos tarihi atılmıştı, şunlar
duruyordu, az ötede de duvara dayanmış bir satranç okunuyordu:
tahtası. Bu delikanlının günlerini ne tür çalışmalara,
ne tür işlere harcadığını belli eden hiçbir şey yoktu. Faby'ye 4 kulaç geçildim...
I
Lafcadio az önce yemek yemişti anlaşılan; ma­ Ertesi gün de:
sada, bir gazocağının üzerindeki ufak bir kulplu ten­
cerenin içinde, en ufak öteberilerini bile düşünen tu­ 12 kulaç geçildim...
ristlerin çay hazırlamak için kulandıklan şu küçük,
Julius bunun bir alıştırma defterinden başka bir
içi oyuk, delikli, maden yumurtalardan biri duruyor­
şey olmadığını anladı. Ama günlerin listesi hemen
du; kirli bir fincanın çevresinde de ekmek kırıntıları
kesildi, boş bırakılmış bir sayfadan sonra şunlar
vardı. Julius masaya yaklaştı; masanın bir çekme-

46 47
vardı: Julius çabuk çabuk okuyordu, «punta»yı bir ya­
bancı parası sandı, çocukça ve miskin bir başarılar
20 eylül: Cezayir'den Aures'e hareket.
ve a r m a ğ a n l a r alışverişinden başka birşey görmedi
Sonra bazı yerler belirtiliyor, tarihler veriliyor­ bu hesaplarda.
du, en sonra da şunlar vardı:
Bu 4 nisan, Protos'la konuşma:
5 ekim.- El Kantara'ya, dönüş. Horseback'ta1 50 «Şu sözcüklerde ne var, anlıyor musun.- ÖLÇÜYÜ
kilometre, durmadan. AŞMAK»?

Julius birkaç boş sayfa çevirdi; a m a biraz ötede Yazı b u r a d a bitiyordu.


defter yeniden ele alınır gibiydi. Bir sayfanın başına, Julius omuz silkti, dudak büktü, başını salladı,
hem d a h a büyük harflerle, hem de dikkatle, yeni bir defteri yerine koydu. Saatini çıkardı, kalkıp pence­
başlık yazılmıştı: reye yaklaştı, dışarıya baktı; yağmur dinmişti. Şem­
siyesini koyduğu yere doğru yöneldi; yakışıklı bir
Altında da şöyle bir söz: genç adam gördü bu sırada, kapının aralığından bi­
QUI INCOMINCIA İL LIBRO r a z geriye yaslanmış, gülümseyerek kendisine bakı­
DELLA NOVE ESIGENZA yordu.
E*

DELLA SUPEEMA VIRTU 2


III
«Tanto quanto se ne taglia*
BOCCACIO Resimdeki delikanlı pek az olgunlaşmıştı; Juste-
Agenor «on dokuz yaşında» demişti ya on altıdan
Bu ahlak görüşleri karşısında birdenbire Julius' fazla göstermiyordu. Lafcadio daha yeni gelmişti kuş­
ün ilgisi uyanıyordu; bir avdı bu o n u n için. Ama kusuz; Julius, defteri yerine koyarken başını kaldı­
b u n d a n sonraki sayfada u n u t kırıklığına uğradı: bir rıp kapıya doğru bakmış, hiç kimseyi görmemişti.
muhasebe defteri çıkıyordu karşısına. Ama başka tür­ Peki a m a yaklaşmasını nasıl işitmemişti? O zaman
den bir muhasebeydi bu. Artık ne yer, ne de tarih Julius, içgüdüyle, genç adamın ayaklarına baktı, po­
belirtiliyordu, şunlar okunuyordu yalnız: tin yerine lastik ayakkaplar giymiş olduğunu gördü.
Protos'u satrançta yendiğim için — 1 punta Lafcadio hiç de düşmanca görünmeyen bir gü­
İtalyanca konuştuğumu belli ettiğim için = 3 p. lümsemeyle gülümsüyordu; neşeliydi d a h a çok, a m a
Protos'tan önce yanıt verdiğim için = 1 p. alaylı bir görünüşü vardı; başındaki yolculuk kas­
Son sözü ben söylediğim için = 1 p. ketine dokunmamıştı ya Julius'ün bakışıyla karşıla­
Faby'nin öldüğünü öğrenince ağladığım için = 4p. şır karşılaşmaz şapkasını çıkardı, gösterişli bir bi­
çimde eğildi.
(1) İngilizce: bir araba türü. Çeviren). «Monsieur Wluiki mi?» diye sordu Julius.
(2) İtalyanca olan bu yazılara anlamı şöyle: «Burada yeni ti­ Genç adam gene yanıt vermeden eğildi.
tizlik ve en yüce erdemin kitabı başlıyor.» (Çeviren). «Sizi beklemek için odanıza girdim, kusurumu

48 49
bağışlayın,» dedi Julius. «Doğrusunu isterseniz, içeri nuşuyordu) beyefendinin benimle niçin ilgilenebile­
almasalardı kendiliğimden girmeyi göze alamazdım.» ceğini de anlayamadım daha... (karta baktı) hele
Julius, hiç de r a h a t ı kaçmadığını göstermek için, kont Julius de Baraglioul'un . . . B u n u n l a birlikte (se­
her zamankinden daha çabuk, d a h a yüksek bir ses­ si birden Julius'ün sesi gibi, dokunaklı, ince bir ses
le konuşuyordu. Lafcadio'nun alnı, nerdeyse belir­ oluverdi), sizin gözünüzden de kaçmadığı gibi, öneri­
siz bir biçimde buruştu; Julius'ün şemsiyesine doğru niz p a r a y a gereksinimi olan bir kimsenin önemseme­
gitti; tek sözcük söylemeden eline alıp götürdü, sula­ yeceği bir öneri değil. (Kalktı). — İzniniz olursa, yarın
rı sızsın diye koridora bıraktı; sonra geri döndü oda­ gelip yanıtımı bildiririm, efendim.»
ya, Julius'e oturmasını işaret etti. Ona kapıyı gösterdiği kesindi. Julius de ısrar ede­
«Evinizde benimle karşılaşmanıza şaşırdınız her­ meyecek k a d a r kötü bir d u r u m d a olduğunu seziyor­
halde?» du; şapkasını aldı, bir an duraladi:
Lafcadio bir gümüş t a b a k a d a n bir sigara çıkardı «Sizinle d a h a çok konuşmak isterdim», dedi be­
sakin sakin, sonra yaktı. ceriksizce. «İnşallah yarın... sizi saat ondan sonra
«Buraya gelişimin nedenlerini bir iki sözcükle bekleyeceğim.»
açıklayayım size, çabucak anlayacaksınız.» Lafcadio eğildi.
Konuştukça güveninin eridiğini seziyordu.
«Bakın.. Ama izin verirseniz önce kendimi tanı­
tayım»; -sonra, adını söylemekten rahatsız olacakmış Julius koridoru döner dönmez, Lafcadio kapıyı
gibi yeleğinin cebinden bir k a r t çıkarıp Lafcadio'ya itip sürgüyü çekti. Çekmeceye koştu, defterini çıkar­
uzattı, o da aldı, hiç b a k m a d a n masanın üzerine bı­ dı, giz veren son sayfasına, aylardır boş bıraktığı
raktı. noktaya, k u r ş u n kalemle, birincisinden çok farklı,
«Bendeniz... Oldukça önemli bir yapıtı bitirmiş şahlanmış bir yazıyla:
bulunuyorum; ufak bir çalışma; b u n u kendi elimle
Olibrius'ün pis burnunu bu deftere sokturduğum
temize çekmeye zamanım yok. Biri b a n a sizden söz-
için = 1 punta diye yazdı.
etti, yazınızın çok iyi olduğunu söyledi, ben de dü­
şündüm ki, -Julius'ün bakışları yoksul odayı dolaştı- Cebinden bir çakı çıkardı, çakının ağzı pek incel­
düşündüm ki siz de herhalde...» miş, bir zımba biçimine girmişti, bir kibrit alevine
Lafcadio: t u t t u çakının ağzını, sonra pantolonunun cebi için­
«Paris'te, diye sözünü kesti, Paris'te size benim den, bir çırpıda kalçasına batırdı onu. Yüzünü buruş­
yazımdan sözedebilecek hiç kimse yok.» -Bu sırada t u r m a k t a n kendini alamadı. Ama bu da yetmedi ona.
gözlerini çekmeceye çevirdi. Julius burada, hiç far­ O t u r m a d a n masaya eğildi, tümcesinin altına bir tüm­
kında olmadan, bir yumuşak balmumu damgasını at- ce d a h a ekledi:
tınvermişti; Lafcadio a n a h t a r ı kilidin içinde sertçe Ona bunu bildiğimi gösterdiğim için =2 punta.
çevirip cebine koydu; Julius'ün kızarışına bakarak: Bu kez duraladi; pantolonunu çözdü, bir yanını
«Hiç kimsenin hakkı yoktur b u n d a n sözetmeye,» di­ indirdi, kalçasına baktı, açtığı küçük yara kanıyor­
ye s ü r d ü r d ü konuşmasını. «Öte yandan, (budalaca du; bu yaranın çevresinde aşı izleri gibi izler bırak­
şeyler söylerceşine, renksiz ve pek yavaş bir sesle ko- mış eski yara yerlerini gözden geçirdi. Çakının ucu-

50 51
nu yeniden ateşe tuttu, yeni baştan, iki kez üst üste, IV
hızlı hızlı etine batırdı.
«Eskiden bu k a d a r önlem almazdım,» dedi, al­ Odeon'un altından geçerken, Julius'ün romanı
kol şişesine doğru gitti, birkaç damla alkol damlattı çarptı gözüne; sarı kapaklı bir kitaptı bu, yalnızca
yaraların üzerine. görünüşü bile Lafcadio'yu b ü t ü n bir gün esnetebi-
Öfkesi biraz geçmişti, şişeyi yerine bırakırken, lirdi. Yelek cebini yokladı, yüz sou'luk bir p a r a attı
annesiyle kendisini birarada gösteren resmin eski tezgâhın üstüne.
yerinde durmadığını farketti. Aldı, bir t ü r umutsuz­ Kitapla p a r a n ı n üstünü alıp giderken:
lukla, son bir kez d a h a gözden geçirdi, sonra da öf­ «Ne güzel bir ateş yanacak bu akşam!» diye dü­
keyle yırttı, yüzüne kan yürüyordu. Parçaları yak­ şündü.
m a k istedi ya kolay kolay alevlenmiyorlardı; şömi­ Kitaplıkta, bir «Çağdaşlar sözlüğü», birkaç söz­
nenin içindeki paketleri çıkardı, o zaman, ocağa ıs- cükle Julius'ün renksiz meslek yaşamını anlatıyor,
k a r a yerine, iki kitabını koydu, defteri de yırttı, par­ kitaplarının adlarını veriyor, bunları h e r türlü isteği
çaladı, buruşturdu, üzerine resmi attı, hepsini yaktı. söndürmeye birebir, uygun sözlerle övüyordu.
Yüzü alevlerin önünde, bu anıların yandığını an­ «Pöh» dedi Lafcadio... Sözlüğü k a p a m a k üzerey­
latılmaz bir memnunlukla gördüğüne inanıyordu; di, tam bu sırada, önceki yazıda şöyle bir gördüğü
a m a h e r şey kül olduktan sonra ayağa kalktığı za­ üç sözcük o n u yerinden sıçrattı.
m a n biraz başı dönüyordu. Oda d u m a n l a doluydu, Julius de Baraglioul (V mte ) un birkaç satır üs­
tuvalete gitti, alnını sildi. tünde, Juste-Agenor'un yaşamöyküsünde, Lafcadio
Şimdi d a h a d u r u bir gözle bakıyordu kartvizite. şunları okumuştu: «1873'te Bükreş'te orta elçilik yap­
"Kont Julius de BaragliouU, diye yineliyordu. tı.» Böyle yüreğini çarptırtacak ne vardı bu basit söz­
1
«Dapprima importa sapere chi e» . cüklerde?
Annesi Lafcadio'ya beş tane amca vermişti ya
Hem kravat, h e m yaka yerini t u t a n atkısını çı­ Lafcadio hiçbir zaman babasını tanımamıştı; onu ölü
kardı, gömleğini yarıyarıya çözdü, serin h a v a bö­ saymayı kabulleniyordu, babası hakkında soru sor­
ğürlerini yıkasın diye açık pencerenin önünde dur­ m a k t a n h e r z a m a n çekinmişti. Amcalarına (her bi­
du. Sonra birden, hemen dışarıya çıkmak istedi, ça­ ri ayrı bir uyruktandı, üçü diplomattı) gelince, gü­
bucak kunduralarını giydi, kravatını taktı, başına zel Wanda'nin kendilerine yakıştırmaktan hoşlandı­
da düzgün, kül rengi bir fötr şapka geçirdi, olanak­ ğı akrabalıktan başka hiçbir yakınlıkları olmadığını
ların elverdiği derecede hafiflemiş, uygarlaşmıştı. oldukça çabuk sezmişti. Lafcadio on dokuzuna gel­
Odasının kapısını kapadı, Saint-Sulpice alanına doğ­ mişti. 1874'te, Bükreş'te, tam kont Baraglioul'un bu
ru yürüdü. Orada, belediyenin karşısındaki Cardinal kentte geçirdiği ikinci yılda doğmuştu.
kitaplığında, dilediği bilgileri bulurdu herhalde. Julius'ün bu anlaşılmaz konukluğu gözlerini aç­
mıştı, b u n d a bayağı bir rastlantıdan fazla bir şey
sezmemek elde miydi? Juste-Agenor hakkındaki ya­
(1) İtalyanca: «Önce kim olduğunu öğrenmek gerek.» (Çeviren). zıyı okumak için büyük bir çaba harcadı; a m a sa­
tırlar gözlerinin önünde dönüyorlardı; hiç değilse Ju-

52 53
lius'ün babası kont Baraglioul'ün önemli bir a d a m Lafcadio kanepeden fırladı; bir a n d a verdi ka­
olduğunu anladı. rarını. Kitabı unuttu, Medicis sokağında bir kırtasi­
Olağanüstü bir sevinç doğdu içinde, yüreğine öy­ yeciye doğru koştu, bu dükkânın vitrinin, 100 tanesi
le zorlu bir g ü m b ü r t ü getirdi ki, Lafcadio dışardan 3 franktan, dakikada kartvizit verildiğini bildiren bir
da duyulacak sandı. Ama yok! bu etten giysi sağ­ yazı gördüğünü anımsıyordu. Yürürken gülümsüyor,
lamdı doğrusu, bir şey geçirmezdi. Okuma salonuna birdenbire verilmiş kararındaki pervasızlık hoşuna
alışmıştı, budalaca çalışmalarına dalmış komşuları­ gidiyordu, öyle ya serüven hastasıydı bizimki.
nı belli etmeden gözden geçirdi... Hesap yapıyordu: «Ne k a d a r z a m a n d a yüz k a r t verebilirsiniz ba­
«182l'de doğduğuna göre, kont şimdi yetmiş iki ya­ na?» diye sordu.
şında olmalı. Ma chi sa se vice ancore?..»1 Sözlüğü «Akşama alırsınız.»
yerine koydu, dışarı çıktı. «Saat ikide verirseniz, fiyatının iki katını öde­
Oldukça güçlü bir meltem birkaç hafif bulutu rim.»
itiyor, gökyüzü bulutlardan sıyrılıyordu. «Importa di Adam sipariş defterine b a k a r gibi yaptı.
domesticare questo nuovo proposito», dedi Lafcadio «Sizi m e m n u n etmek için... evet, saat ikide uğ­
kendi kendine, h e r şeyden önce kendi kendine ege­ rayıp alabilirsiniz.. Hangi ada?»
men olmaya önem verirdi; bu patırtılı düşünceyi diz­ Lafcadio, adamın uzattığı kâğıdın üstüne, titre­
ginlemekten u m u d u n u keserek bir an için onu bey­ meden, kızarmadan, a m a yüreği hoplayarak kon­
ninden kovmaya k a r a r verdi. Julius'ün romanını çı­ d u r d u imzayı-.
kardı cebinden, b u n u n l a oyalanmak için büyük bir LAFCADİO DE BARAGLIOUL
çaba harcadı, a m a ne bir karışık olay, ne de bir gi­ «Bu küstah beni hiç ciddiye almıyor,» dedi gi­
zem vardı romanda, h e r şey onu bu kitaptan sıyır­ derken, adamın d a h a saygılı bir selâm vermemesi
m a k için düzenlenmiş gibiydi. canını sıkmıştı. Sonra, bir vitrinin aynası önünden
«Ama yarın bunun yazarının evine, yazmancılık geçerken: «Baraglioul'su bir görünüşün olmadığını
oynamaya gideceğim!» diye yineleyip duruyordu elin­ kabul etmeli! o z a m a n a k a d a r d a h a çok benzemeye
de olmadan. çalışırız», diye söylendi.
Bir gazeteci kulübesinden bir gazete aldı. Lu­ Öğle olmamıştı daha. Acayip bir coşkunlukla do­
xembourg bahçesine girdi. Kanepeler ıslaktı; kitabı luyordu Lafcadio, iştah miştah duymuyordu şimdilik.
açıp üzerine oturdu, polis olaylarını okumak için ga­ «Önce biraz yürüyelim, yoksa havalanıvereceğiz»,
zeteyi yaydı. Bulacağını önceden bilmişcesine, göz­ diye düşündü. «Hem de yolun ortasında kalalım; ge­
leri şu satırlara rastladı hemen: lip geçenlerin y a n m a yaklaşırsam, kendilerini fazla­
Bilindiği gibi, kont JusteAgenor de Baraglioul'ün sıyla aştığımı görecekler. Gizlenecek bir üstünlük da­
şu son günlerde ciddî kaygılar uyandıran sağlık du­ ha işte. Çıraklığın sonu yoktur.»
rumu düzelmeye yüztutuyor; bununla birlikte, du­ Bir postaneye girdi. Bir yıllıktan Kont Juste-
rumunda hâlâ bir kararsızlık bulunmakta, birkaç ya­ Agenor'un adresini çıkardı.
kınından başkasını kabul etmesine elvermemektedir. «Malesherbes Alanı... az sonra oraya gideceğiz.
Ama bu sabah araştırmayı Verneuil sokağına (Juli­
(1) İtalyanca: «Ama hâlâ yaşıyor mu, kim bilir?» (Çeviren). us'ün kartındaki adresti bu) k a d a r ilerletmeme kim
engel olabilir?»
54 55
Lafcadio bu semti tanır ve severdi; fazla kala­ kmtıyı kaplayan cam kırıklarından sakına sakına
balık sokaklardan ayrılarak, sessiz Vaneau sokağına ilerliyordu.
saptı, en körpe sevinci b u r a d a daha r a h a t soluk alır­ Ama dikey boruyu yakalayıp da yalnız seyrek
dı. Babylone sokağını dönerken, koşuşan insanlar halkalara dayanarak, sırf kollarının gücüyle yüksel­
gördü: Audinot çıkmazının yanında, içinden oldukça diğini görünce, halkın şaşkınlığı iki k a t m a çıktı. İş­
kaygı verici bir d u m a n çıkan iki katlı bir evin önün­ te balkona geldi bile, bir eliyle parmaklığa yapışı­
de bir kalabalık toplanıyordu. Adımları pek çevikti yor; halk hayranlık içinde, artık titremiyor, rahatlı­
a m a hiç de açmamaya çalıştı. ğına hiç diyecek yok çünkü. Camları bir omuz vu­
Lafcadio, dostum, siz bir zabıta olayına dalıyor­ ruşuyla parçalayıp uçuruyor; odada görünmez olu­
sunuz, kalemim bırakıyor sizi. Bir kalabalığın bölük yor... Bir anlık bir bekleme, bir anlatılmaz sıkıntı...
pörçük sözlerini, haykırışlarını anlatmamı bekleme­ Sonra yeniden beliriyor, ağlayan bir çocuk tutuyor
yin benden... kollarının arasında. Bir yatak çarşafını yırtmış, iki
Lafcadio kalabalığa daldı, bir yılan balığı gibi parça edip ucuca bağlamış, bir t ü r ip yapmış böy­
geçti aradan, ön sıraya vardı. Burada yoksul bir ka­ lece, çocuğu bu ipe bağlıyor, kendisinden geçmiş an­
dın diz çökmüş, ağlayıp duruyordu. nesinin kollarına k a d a r indiriyor. İkinci çocuğu da
«Yavrularım! yavrucuklarım!» diyordu. öyle...
Bir genç kız da onu tutuyordu, sade, zarif giyi­ Lafcadio aşağıya indiği zaman, halk bir kahra­
mi, hiç de a k r a b a olmadıklarını gösteriyordu; pek m a n gibi alkışlıyordu kendisini.
solgundu, öyle de bir güzeldi ki çekiverdi Lafcadio'yıı. «Beni soytarı sanıyorlar,» diye düşündü, kızardı­
Lafcadio olanı biteni sordu ondan. ğını sezince kızmıştı, kabaca geri çevirdi alkışları.
«Hayır, Mösyö, kendisini tanımam. Bütün an­ Ama y a n m a yaklaştığı genç kız, u t a n a utana, bas­
layabildiğim, şu ikinci kattaki odada iki çocuk bu­ tonu ve şapkasıyla birlikte, vadettiği keseyi de uza­
lunduğu; alevler az sonra orayı saracak; merdiven­ tınca, gülümseyerek aldı, içindeki altmış frangı bo­
leri sarmış, itfaiyecilere h a b e r verilmiş a m a onlar şalttı, şimdi oğullarını öpüşlere boğan yoksul anne­
gelinceye k a d a r çocuklar d u m a n d a n boğulacak... Söy­ ye uzattı parayı.
leyin, Mösyö, şu duvardan balkona çıkılamaz mı, «Bu keseyi sizden bir anı olarak saklamama izin
sonra bakın, şu ince su borusunun da yardımıyla?.. verir misiniz, matmazel?» dedi.
Hırsızlar da çıkmışlar bir kez, öyle söylüyorlar; a m a Küçük, işlemeli bir keseydi bu, öptü. Bir an ba­
başkalarının çalmak için yaptığını çocukları kurtar­ kıştılar. Genç kız heyecanlanmışa benziyordu, eski­
mak için yapmayı göze alacak hiç kimse yok. Bunu sinden d a h a solgundu, konuşmak ister gibiydi. Ama
yapana şu keseyi vereceğimi söyledim a m a boşuna. Lafcadio birdenbire kaçıverdi, baston vuruşlarıyla
Ah! ne diye erkek doğmadım!...» kalabalığı yardı geçti, öyle somurtkan bir yüzü var­
Lafcadio gerisini dinlemedi, bastonuyla şapkası­ dı ki alkışı da, kendisini izlemeyi de bıraktılar hemen.
nı genç kızın ayakları dibine koyup ileri atıldı. Kim­ Gene Luxembourg'a gitti, Odeon'un yakınındaki
senin yardımına başvurmadı, duvarın tepesine tır­ Gambrinus'ta hafif bir yemek yedikten sonra, ace­
m a n m a k için; şöyle bir kendini çekince oldu; şimdi, leyle odasına çıktı. Servetini döşemenin bir tahtası
iyiden iyiye doğrulmuştu, çıkıntının üzerinde, bu çı- altında saklardı; üç yirmi franklıkla bir on franklık
çıktı gömüsünden. Hesapladı:
56 57
Kartvizit: altı frank. biçiminde yayıldığı h a v a n a y ü n ü n d e n setresiyle bir­
Bir çift eldiven: beş frank. leşiyordu. Ak meşinden pabuçlar içindeki ayakları
Bir kravat: beş frank (bu fiyata temiz bir şey bir sıcak su minderinin üzerinde duruyordu. Kan-
bulabilir miyim?). sızlaşmış ellerini birbiri a r d ı n d a n üst y a n m d a kısık
Bir çift k u n d u r a : otuz beş frank (fazla dayan­ bir gaz lambası yanan bir sıcak k u m banyosuna dal­
masa da olur.) dırıyordu. Dizlerine kül rengi bir şal örtülmüştü.
Çıkabilecek başka masraflar için de on dokuz Julius'e benzediğine kuşku yoktu a m a Titien'in her­
frank kalıyor. hangi bir portresine d a h a çok benziyordu: Julius
(Lafcadio borçlu olmayı hiç sevmez, h e r şeyini onun hatlarının yavan bir yansımasıydı yalnız, tıpkı
peşin parayla alırdı.) Dorukların Havası'nda, da onun yaşamının boşluğa
Bir dolaba doğru gitti, koyu renkli yumuşak bir indirgenmiş, sulandırılmış bir gölgesinden başka bir
İskoç k u m a ş ı n d a n bir takım giysi çıkardı, biçimi ku­ şey vermediği gibi.
sursuzdu, yıpranmamıştı da. Juste-Agenor, sık sık akıl danıştığı g ü n a h çıkar­
«Yazık ki o z a m a n d a n beri büyüdüm», diye söy­ tıcı peder Avril'in can sıkıcı sözlerini dinlerken, bir
lendi, son amcası marki de Gesvres'in kendisini hop­ y a n d a n da bir fincan bitkisuyu içiyordu; bu sırada
laya zıplaya terzilere, gömlekçilere götürdüğü, pek kapı vuruldu, yirmi yıldan beri yanında ayak uşak­
de uzak olmayan parlak dönem gelmişti aklına. lığı, hastabakıcılık, yeri gelince de danışmanlık eden
Bir kalvinist için yalan ne k a d a r aykırı bir şey­ sadık Hector, Çin verniğiyle cilalanmış bir tepsi üze­
se, Lafcadio için de insana yakışmayan bir giysi o rinde küçük bir kapalı zarf getirdi.
kadar aykırıydı. «Bu bey, kont hazretlerinin kendisini kabul et­
«Önce en önemlisinden. Amcam Gesvres, a d a m mesini diliyor», dedi.
kundurasından belli olur» derdi. Juste-Agenor fincanı bıraktı, zarfı yırtıp, Lafca-
Deneyeceği k u n d u r a l a r ı düşünerek, işe çorapla­ dio'nun kartını çıkardı içinden. Avucunda sinirli si­
rını değiştirmekle başladı. nirli buruşturdu.
«Deyin ki...» diye başladı, sonra kendini topla­
yarak: «Bir bey mi?» diye sordu. «Bir delikanlı mı de­
V mek istiyorsun yani? Uzatmayalım, nasıl bir kimse?»
«Beyefendinin kabul edebileceği bir adam.»
Kont Juste-Agenor de Baraglioul, tam beş yıldır, Kont, peder Avrü'e döndü:
Malesherbes sokağındaki debdebeli dairesinden hiç «Kutsal pederim, konuşmanızı b u r a d a kesmenizi
çıkmamıştı. Koleksiyonlarla dolu olan bu odalarda rica etmek zorundayım, beni bağışlayın; a m a yarın
düşünceli düşünceli gezinerek, çoğu zaman da yatak gelmemezlik etmeyin; söyleyecek yeni şeylerim ola­
odasına kapanıp sızılı kollarını, omuzlarını sıcak hav­ cak, sizin de m e m n u n kalacağınızı umuyorum.»
luların, ağrı dindirici baskıların keremine b ı r a k a r a k Peder Avril salonun kapısından çıkarken, kont
ölüme hazırlanıyordu. Kocaman bir atkı güzel ba­ alnını elinde tuttu; en sonunda başını kaldırdı:
şını sarık gibi sarıyor, bir ucu sarkıyor, yakasının «İçeriye al», dedi.
dantelası ve üzerine sakalının bir gümüş çağlayanı

58 59
Lafcadio, başı yukarıda, erkekçe bir güvenle çöktüğünü duydu. O doğrulunca Juste-Agenor:
ilerledi odada; ihtiyarın önüne gelince eğildi. Birden «Lafcadio Wluiki, benim dakikalarım sayılı, de­
on ikiye k a d a r sayacak k a d a r bir zaman geçmedikçe di; sizinle incelik yarışına çıkacak değilim; yorar be­
konuşmayacaktı, söz vermişti kendi kendine, b u n u n ni. Budala olmadığınızı kabul ediyorum; çirkin ol­
için ilk konuşan kont oldu: mamanız hoşuma gidiyor. Şu yaptığınız da cesur ol­
«Beyefendi, ilkönce şunu bilin ki Lafcadio de Ba- duğunuzu gösteriyor, bu da size gitmiyor değil; ön­
raglioul diye bir kimse yoktur» deyip kartı yırttı, ce düşüncesizlik sanmıştım a m a sesiniz, haliniz tav­
«sonra, dostlarınızdan olduğuna göre, sayın Lafcadio rınız güven veriyor bana. Gerisine gelince, b a n a bilgi
Wluiki'ye söyleyin, bu kâğıtlarla oynamaya kalkarsa, toplamasını oğlum Julius'ten rica etmiştim; a m a şöy­
benim yırttığım gibi yırtmazsa (pek küçük parçala­ le düşünüyorum da fazla ilgilendirmiyor bu beni; si­
ra ayırdı kartı, parçaları boş fincanın içine attı), he­ zi görmüş olmam d a h a da önemsiz benim için. Şimdi
men polise veririm kendisini, bayağı bir dolandırıcı Lafcadio, beni dinleyin.- kimliğinize tanıklık edecek
gibi içeri attırırım. Anladınız mı?... Şimdi şöyle ay­ hiçbir belge, hiçbir kâğıt yok. Başvurabileceğiniz hiç­
dınlığa gelin de bir göreyim sizi.» bir yol bırakmamaya dikkat ettim. Hayır, duygula­
«Lafcadio Wluiki sözünüzü dinleyecektir, efen­ rınızla karşı gelmeyin, yararsız; sözümü de kesme­
dim. (Pek saygılı sesi biraz titriyordu.) O sırf sizin yin. Anneniz size benden sözetmeyeceğine söz ver­
yanınıza gelebilmek için böyle bir yola başvurdu, mişti, bugüne k a d a r susuşunuz, sözünü t u t t u ğ u n u
bağışlayın; hiçbir kötü amaç geçmedi aklından. Hiç... gösterir. Bu iyi. Benim de ona bir sözüm vardı, min­
hiç değilse ilgilenmenize değecek bir kimse olduğu­ netimin sonucunu göreceksiniz. Oğlum Julius'ün yar­
na inanmanızı ister.» dımıyla, yasanın güçlükleriyle karşılaşmadan, anne­
Kont bunları işitmiş görünmek istemiyordu. nize sizin için ayıracağımı söylediğim miras payının
«Yapınız çok iyi, dedi. Ama bu giysi size gitme­ elinize geçmesini sağlayacağım. Yani, yasanın ba­
miş.» na h a k tanıdığı ölçüde, Julius'e, öbür çocuğum kon­
Lafcadio gönül alıcılıkla boyuneğiyordu incelen­ tes Guy de Saint-Prix'ye bırakacağımdan d a h a fazla
meye, şöyle bir gülümsedi: bir p a r a bırakacağım, işte bu fark, onun aracılığıyla
«Demek aldanmamışım?» dedi. size bırakacağım paradır. Bu, öyle sanıyorum... di­
yelim ki, kırk bin liralık bir gelir tutacak; yakında
«Tanrıya şükür! annesine benziyor», diye mırıl­
noterimi göreceğim, onunla inceleyeceğim bu rakam­
dandı yaşlı kont.
ları... Sesimi d a h a iyi işitmek istiyorsanız, oturun.
Lafcadio ağırdan aldı, sonra gözlerini konttan
(Lafcadio masanın ucuna dayanmıştı.) Julius b ü t ü n
ayırmadan, alçak sesle:
b u n l a r a karşı gelebilir, yasa kendisinden yanadır;
«Fazla belli etmedikten sonra, biraz da... yasak
a m a bunu yapmayacak k a d a r dürüst olduğuna ina­
mı acaba?...»
nıyorum; öte yandan, annenizin benim ailemi karış­
«Yüz, beden bakımından söylüyorum. Yalnız an­
tırmadığı gibi sizin de Julius'ün ailesini karıştırma­
nenizi andırmadığınızı görmeme de Tanrı zaman bı­
yacak k a d a r dürüst olduğunuza güveniyorum. Julius
rakmayacak.»
ile ailesi için Lafcadio Wluiki var yalnız. Benim ya­
Bu sırada kül rengi şal dizlerinden yere kaydı.
sımı tutmanızı istemiyorum. Aile büyük bir şeydir,
Lafcadio atıldı, ihtiyarın elinin usulca omzuna

60 61
çocuğum, kapalıdır; siz h e r zaman bir piç kalacak­ dirmiştim ona... Meşgul olduğumu... kendisine yaza­
sınız.» cağımı söyle.»
Lafcadio, sendelediğini gören babası söylemesine Hector eğildi, dışarı çıktı.
karşın oturmamıştı,- başdönmesini şimdiden yen­ İhtiyar kont gözlerini yumdu bir zaman, u y u r
miş, üzerinde fincan ile küçük çöreklerin durduğu gibiydi, a m a sakalları arasından, dudaklarının kı­
masanın kenarına dayanıyordu; pek saygılı bir duru­ pırdadığı görülebilirdi. En sonunda gözkapaklarını
şu vardı. kaldırdı, Lafcadio'ya elini uzattı, tümden değişmiş,
«Söyleyin şimdi: demek oğlum Julius'ü gördünüz tathlaşmış, yorgun bir sesle:
bu sabah. Ne dedi size?..» «Verin elinizi, çocuğum. Beni bırakmanız gerek
«Açık bir şey söylemedi. Ben sezdim.» şimdi», dedi.
«Beceriksiz herif!., yani ötekini söylüyorum. Ge­ Lafcadio duraladı.
ne görecek misiniz kendisini?» «Size bir şey söylemek zorundayım, dedi; karşını­
«Yazmanı olmamı rica etti.» za uygun bir biçimde çıkabilmek için son kuruşları­
«Kabul ettiniz mi?» mı da tükettim. Bana yardım etmezseniz, bu akşam
«Hoşunuza gitmedi mi?» nasıl yemek yiyeceğim, bilmem; yarın da öyle... yal­
«...Yoo. Ama birbirinizi... tanımasanız d a h a iyi nız oğlunuz...»
olurdu.» «Şunu alın bakalım», dedi kont, bir çekmeceden
«Ben de öyle düşünüyordum. Ama, iyice tanıma- bir beş yüz franklık çıkardı. «Peki! ne bekliyorsunuz?»
sam da azıcık tanımak isterdim.» «Birşey d a h a sormak istiyordum... sizi gene gö­
«Ama uzun z a m a n böyle ufak işlerle yetinmek receğimi umabilir miyim?»
düşüncesinde değilsiniz herhalde?» «Vallahi! ne yalan söylemeli, b u n d a n zevk almaz­
«Durumumu düzeltinceye kadar.» dım diyemem. Ama kurtuluşumla ilgilenen saygıde­
«Peki, işte servete kondunuz, şimdi ne yapmayı ğer kişiler, zevkimi ikinci dereceye düşüren bir du­
düşünüyorsunuz? » r u m d a tutuyorlar beni. Kutsamama gelince, hemen
«Ah! efendim, d ü n zarzor karnımı doyuracak kutsayacağım sizi», dedi ihtiyar, onu kucaklamak için
birşeyim vardı; açlığımı tanıyacak k a d a r z a m a n bı­ kollarını açtı. Lafcadio, kontun kollarına atılacağına,
rakın bana.» önünde saygıyla diz çöktü, başı dizlerinin arasında,
Bu sırada Hector kapıyı vurdu: hıçkırdı, kollar bedenine sarılır sarılmaz tepeden tır­
«Saym vikont beyefendiyi görmek istiyor. İçeri n a ğ a sevgi kesildi, sert k a r a r l a r l a dolup taşmış yü­
alayım mı?» reğinin eridiğini duydu.
İhtiyarın alnında bir keder belirdi; bir an sustu, «Çocuğum, çocuğum», diye kekeliyordu ihtiyar,
a m a Lafcadio sessizce kalkıp gidecekmiş gibi bir ta­ size el uzatmakta geç kaldım.
vır takınınca, delikanlının gönlünü iyice kendine bağ­ Lafcadio kalktığı zaman, yüzü gözyaşlarıyla do­
layan bir sertlikle: luydu.
«Kalın» diye bağırdı Juste-Agenor, sonra Hector'a Gitmek üzereydi, hemen almadığı parayı cebine
döndü: koyuyordu, bu sırada kartvizitleri buldu, konta uzattı:
«Ne yapalım! Beni görmeye çalışmamasını bil- «Alın, hepsi burda.»

62 63
«Size güvenim var; kendiniz yırtarsınız. Gülegü- geceyi de bu çatının altında geçirelim, bu akşam ba­
le!» yan Carola'ya kapımızı kapamakla yetinelim.»
Lafcadio, Quartier Latin'e dönerken:
«Amcaların en iyisi olurdu», diye düşünüyordu.
Sonra hafif bir içlenişle: «Hem ötekilerden fazla bir VI
şeyleri de olurdu,» diye ekliyordu. «Vay!-» Kartvizit
paketini çıkardı, yelpaze biçiminde açtı, hepsini bir Julius de Baraglioul, geçici bir ahlakın uzayan
çırpıda kolayca yırtıverdi. düzeni içinde yaşıyordu, yaşama ve h a r c a m a kural­
«Lâğımlara hiç güvenmedim», diye mırıldandı, larını iyice k u r a n a k a d a r Descartes da böyle bir ah­
«Lafcadio»yu bir deliğe attı; «de Baraglioul»u da an­ laka uymuştu. Ama Julius, yaratılış açısından öy­
cak iki delik sonrasına. lesine uzlaşmaz, düşünce açısından öylesine yetkeli
«Ne çıkar, ha Baraglioul, ha Wluiki, biz geçmişin olmadığı için, şimdiye k a d a r görgü gereklerine uy­
hesabını k a p a t m a y a bakalım.» m a k t a güçlük çekmemişti. Yalnız rahatlık, konfor is­
Saint-Michel bulvarında bir mücevherci bilirdi, terdi o, yazarlık başarıları da b u n l a r arasındaydı.
Carola her gün bu mücevhercinin önünde d u r m a y a Son kitabı beğenilmediği için, ilk kez acı duyuyordu.
zorlardı kendisini. İki g ü n önce, bu eşsiz vitrinde, Babasının kapısından geri çevrilince de az in-
bir çift acayip kol düğmesi görmüştü. Bunlarda - tu­ cinmemişti; ihtiyarın yanına kendisinden önce kimin
haf bir çakmak taşından, saydam gibi görünmesine geldiğini bilse d a h a çok incinirdi. Verneuil sokağın­
karşın içi görünmeyen bir t ü r bulanık akikten oyul­ d a n dönerken, Lafcadio'ya giderken de aklına takıl­
muş, bir altın kopçayla ikişer ikişer bağlanmış - çem­ mış olan aykırı düşünceyi yadsıması gittikçe güçle-
ber içinde dört kedi başı vardı. Venitequa - d a h a ön­ şiyordu. Olayları, tarihleri o da yaklaştırıyor, bu tu­
ce de söylediğim gibi, kostüm-tayyör denilen bu bir haf koşutluğu basit bir rastlantı saymaya o da ya­
çeşit erkek göğüslüğüyle - manşetler taşıdığından, pek naşmıyordu. Hem Lafcadio'nun inceliği onu çekmişti,
de tuhaf bir zevki olduğundan, bu düğmeleri çok babasının, bu piç oğul için kendisini mirasın bir kıs­
istiyordu. m ı n d a n yoksun bırakmasından kuşkulanıyordu ya
Tuhaftılar a m a hiç de hoş değildiler öyle; Laf­ gene de hiçbir kin duymuyordu ona; h a t t a o n u ol­
cadio pek çirkin buluyordu bunları; metresinin üze­ dukça iyi, tatlı bir merakla bekliyordu bu sabah.
rinde görse sinirlenirdi; a m a onu bıraktıktan son­ Lafcadio'ya gelince, ne k a d a r ürkek, kuşkulu, ne
ra... Dükkâna girdi, yüz yirmi frank ödedi bu düğ­ k a d a r susuşla geçiştirici olursa olsun, bu ender bu­
melere. l u n u r konuşma fırsatı, bir de Julius'ü biraz rahatsız
«Bir parça kâğıt verin lütfen», dedi. Tezgâhın etme zevki onu çekiyordu. Protos'a bile fazla giz ver­
üzerine eğildi, satıcının uzattığı kâğıda şunları yazdı.- memişti çünkü. O z a m a n d a n bu z a m a n a k a d a r da
Carola Venitequa'ya, az mı yol almıştı! Julius bomboş bir a d a m a benzi­
Yabancıyı odama aldığı için teşekkürlerim ve bir yordu ya hoşuna gitmiyor da değildi; kardeşi oldu­
daha o odaya ayak basmaması ricasıyla. ğ u n u öğrenince keyiflenmişti.
Kâğıdı katladı, satıcının mücevheri paketlediği Bu sabah, yani onun kendisine gelişinin ertesi
kutuya koydu. Kutuyu kapıcıya vereceği sırada: «Bu günü, Julius'ün evine doğru giderken oldukça garip

64 65
bir serüven geldi başına. Dolambaçlı yollara düşkün­
n u n tam sokağı döndüğü sırada bir a r a b a kapısının
lüğünden, belki dehası ittiği için, bir de aklı ile be­
altına girmişti; ardında aceleci adımlar duyup da
denindeki bir patırtıyı yorup da kardeşinin evine
geri döndüğü zaman, ikinci k a t a varmak üzereydi;
ölçülü bir adam olarak girmek düşüncesiyle, en uzun
biri kendisinden d a h a hızlı çıkıyordu merdiveni; yol
yoldan gidiyordu; Invalides bulvarından dolaşmış,
vermek için çekilirken, şaşkın şaşkın karşısında du­
yangın olayının geçtiği yerden bir kez d a h a geçmiş­
r a n Lafcadio'yu tanıyınca, elden geldiğince kızgın bir
ti, sonra Bellechasse sokağından devam etti yoluna.
sesle:
«Verneuil sokağı, 34 numara, diye yineliyordu
«Arkamdan gelmek yakışır mı size, Mösyö?»
yürürken; dört, üç daha, eder yedi: iyi bir rakam.»
dedi.
Saint-Dominique sokağından, bu sokağın Saint-
«Üzgünüm, Matmazel, kimbilir ne düşünecek­
Germain bulvarını kestiği yerden çıkıyordu, dünden
siniz şimdi hakkımda?» diye atıldı Lafcadio. «Bu eve
beri ikide bir aklına takılmaktan geri d u r m a y a n şu
girdiğinizi görmedim dersem, b a n a inanmazsınız her-
genç kızı gördü, bulvarın öbür yanındaydı, hemen
halde, çok şaşırdım sizi b u r a d a gördüğüme. Kont
tanır gibi oldu. Adımlarını sıklaştırdı... Oydu! Kısa
Julius de Baraglioul b u r a d a oturmuyor mu?»
Willersexel sokağının başında yetişti ardından, ama
Genevieve kızardı:
gidip konuşmanın Baraglioul'luğa pek yaraşmayaca­
«Ne!» dedi. «Babamın beklediği yeni yazman siz
ğını düşündü, şöyle biraz eğilerek şapkasını çıkarıp
misiniz yoksa? Mösyö Lafcadio Wlou... öyle garip
gülümsemekle yetindi; sonra hızla geçti, bir tütün­
bir adınız var ki, nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.»
cüye girmenin yerinde olacağını düşündü, genç kız­
Lafcadio kızarıp eğilince de: «Mösyö, dedi, sizi bur-
sa yeniden ileri geçmiş, Üniversite sokağını dönü­
da bulduğuma göre, dünkü olaydan büyüklerime
yordu.
hiç sözetmemenizi rica edebilir miyim; pek hoşlana­
Lafcadio tütüncüden çıkıp da sözü geçen sokağa caklarını sanmıyorum; hele keseyi ağzmıza bile al­
girince, sağa sola baktı: genç kız kaybolmuştu. — Laf­ mayın, kaybettiğimi söyledim.»
cadio, dostum, en bayağının içine dalıyorsunuz; aba­
«Ben de oynadığımı gördüğünüz saçma rolden
yı yakacak olursanız, gönlünüzdeki kargaşanın an­
hiç söz açmamanızı rica edecektim, Matmazel. Ben
latısını benim kalemimden beklemeyin... Ama ha­
de ananız babanız gibiyim: pek anlamam böyle
yır: bir kovalamacaya başlamayı yersiz buluyordu;
şeyleri, hiç mi hiç sevmem. Beni bir ternöv köpe­
Julius'lere geç varmak da istemiyordu sonra, çok do­
ği sanmış olmalısınız. Kendimi tutamamıştım... Ba­
laşması başıboşluğa zaman bırakmamıştı. Bereket ver­
ğışlayın. Öğreneceğim çok şey v a r daha.. Ama öğ­
sin ki, Verneuil sokağı yakındı; Julius'ün oturduğu
reneceğim, kuşkunuz olmasın. Bana elinizi vermez
ev de sokağın başında. Lafcadio kapıcıya kontun adı­
misiniz?»
nı söyledi, merdivene seğirtti.
Lafcadio'yu pek yakışıklı bulduğunu kendi ken­
Bu a r a d a Genevieve de Baraglioul - öyle ya, oydu
dine bile söyleyemeyen Genevieve de Baraglioul, ken­
bu, Julius'ün büyük kızıydı, her sabah gittiği Has-
disini gülünç bulmak şöyle dursun, bir k a h r a m a n gi­
ta-Çocuklar hastanesinden dönüyordu - bu yeni kar­
bi gördüğünü söyleyemedi Lafcadio'ya. Elini uzattı,
şılaşmadan Lafcadio'dan çok daha fazla etkilenmiş,
Lafcadio da heyecanla dudaklarına götürdü; Gene­
büyük bir aceleyle baba ocağına gelmişti; Lafcadio'
vieve gülümsedi o zaman, birkaç basamak aşağıya

06
67
inmesini, o n u n içeriye girip kapıyı kapamasını bek­
lemesini, zili bundan sonra çalmasını rica etti, bir cadio. Sonra işi d a h a ileri götürmeye k a r a r verdi.
a r a d a görülmezlerdi böylece; bir de ileride, birbirle­ «Az önce, içeri girince takındığım tavrı bağışlayın»,
rini önceden tanıdıklarını belli etmemesini söyledi. diye sürdürdü konuşmasmı. «Bununla birlikte, def­
Birkaç dakika sonra, Lafcadio romancının oda­ terde bulunan bir mektup parçasını da okuyup oku­
sına alınmıştı. madığınızı bilmeyi çok isterdim.»
Julius hiç de okumamıştı mektup parçasını; ne­
deni bulamamış olmasıydı; a m a saygısını ortaya koy­
Julius'ün karşılaması candandı; Julius ayağını m a k için b u n d a n yararlandı. Lafcadio onunla eğle­
denk almasını bilmezdi; öbürü derhal savunmaya niyor, bunu belli etmekten de hoşlanıyordu.
geçti: «Ben de d ü n b u n u n acısını sizin kitabınızdan çı­
«Mösyö, size ilkin şunu söyleyeyim: minnetten kardım biraz.»
tiksinirim, borçtan da; benim için ne yaparsanız ya­ Julius çabucak:
pın, beni kendinize m i n n e t t a r edemezsiniz.» «Sizi ilgilendirecek türden değildir,» dedi.
Julius de ayak diredi: «Tümüyle okumadım canım. Okumaktan pek zevk
«Sizi satınalmaya çalışmıyorum, Mösyö Wlu- almadığımı da söylemeliyim. Ben Robinson'dan zevk
iki», diye başlıyordu yüksekten yüksekten... Ama iki­ aldım yalnız... Yo, bir de Alâeddin var... İşte sizin
si de birbirlerine götürecek köprüleri keseceklerini gözünüzden düşüverdim.»
anlayarak zınk diye durdular, kısa bir sessizlikten Julius tatlılıkla elini kaldırdı:
sonra, Lafcadio yumuşak bir sesle: «Yalnız acıyorum size: büyük zevklerden yoksun
«Bana vermek istediğiniz iş nedir?» diye başladı. kalıyorsunuz.»
Julius d a h a yazının hazır olmadığını söyleyerek «Ben başka zevkler bilirim.»
sıyrıldı; hem d a h a önce birbirlerini geniş bir biçim­ «Belki bunlar o nitelikte zevkler değildir.»
de tanımaları fena olmazdı. «Hiç kuşkunuz olmasın!» Lafcadio hafif bir ar­
Lafcadio şen bir sesle: sızlıkla gülüyordu.
«Mösyö, dedi, d ü n beni bu iş için beklemedi­ Alay biraz gıdıklamıştı Julius'ü.
ğinizi, bir deftere de şöyle bir göz attığınızı gizleme­ «Bir gün b u n u n acısını çekersiniz», dedi.
yin.» Lafcadio bir özdeyiş söylercesine:
Julius'ün ayakları boşlukta kaldı, sonra oldukça «İş işten geçtikten sonra,» dedi. Sonra birden:
şaşkın bir biçimde: «Yazmak çok mu hoşunuza gidiyor?» diye sordu.
«Evet, saklayacak değilim», dedi; sonra d a h a Julius doğruladı: ,
onurlu: «özür dilerim, diye ekledi. Şimdi olsa yap­ «Ben eğlenmek için yazmam, dedi soyluca. Ya­
mazdım.» zarken duyduğum hazlar, yaşamakta bulabileceğim
«Bir d a h a yapamazsınız ki: defteri yaktım.» hazlardan üstündür. Hem biri ötekine engel olmaz...»_
Julius'ün yüzünde bir keder belirdi, «Öyle derler.» Sonra ihmal etmişçesine alçalttığı
«Çok mu kızdınız?» sesini birdenbire yükselterek: «Yazıda benim canı­
«Hâlâ kızgm olsam, sözünü etmezdim», dedi Laf- mı sıkan nedir, bilir misiniz?» dedi. «Düzeltmeler,
çizmeler, üzerinde yapılan makyajlar.»
68 Julius ateşlendi:
69
«Beni anlamıyorsunuz. Yaşamda, insan kendini Julius bu ilk gün, kızgınlıklarını, tiksintilerini,
düzeltir, kusursuzlaştırır; yapılmış olan düzeltilemez. ayıplamalarını yutmaya, konuşmalarını biraz can­
:Bu düzeltme hakkı yazıyı öyle tatsız, öyle... (Bitir- landırmak için gerekenin ötesinde hiç şaşkınlık gös­
medi). Evet, bence yaşamın en güzel yanı budur; yeni termemeye, şaşkınlığını belli etmemeye iyice k a r a r
baştan yaparsınız h e r şeyi. Yaşamda çizmece yok­ vermişti:
tur.» «Bu dostunuz Mösyö Protos olmasın?» dedi.
«Yaşamınızda çizilecek şeyler mi var yoksa?» Lafcadio gülerek:
«Hayır... şimdilik pek yok... Elde olmadığına gö­ «Evet, Protos», dedi. «Protos'un kim olduğunu öğ­
re de...» Lafcadio bir an sustu, sonra: «Gene de çiz­ renmek ister miydiniz?»
me isteğiyle ateşe attım defterimi!.. İş işten geçti, «Dostlarınızı tanımakla sizi de birazcık tanımış
görüyorsunuz... Ama ondan fazla bir şey anlayama­ olurum belki.»
dığınızı da saklamazsınız herhalde.» «İtalyandı, adı da... ne bileyim vallahi, unutmu­
Hayır; Julius saklayacaktı. Yanıt verecek yerde: şum, pek önemi de yok! Arkadaşları, h a t t a öğretmen­
«Size birkaç soru sormama izin verir misiniz?» leri yunanca çevirisinden birinciliği kopardıktan son­
dedi. ra yalnız bu lakapla çağırdılar onu.»
Lafcadio öyle birdenbire kalktı ki, Julius kaça­ Julius açılmayı desteklemek için:
cak sandı; a m a pencereye gitmekle yetindi, ince per­ «Birinci olduğumu hiç anımsamıyorum,» dedi,
deyi kaldırarak: «ama birincilerle arkadaşlık etmekten her zaman hoş-
«Bu bahçe sizin mi?» diye sordu. lanmışımdır. Evet, Protos...»
«Hayır,» dedi Julius. «O bir bahis sonucu birinci olmuştu. D a h a önce,
«Ben, şimdiye kadar, hiç kimsenin yaşamıma bu en yaşlılarımızdan biri olmasına karşın, sınıfımızın
kadar yakından bakmasına izin vermedim, Mösyö», sonuncularındandı. Protos, öğretmenlerimizin bize öğ­
dedi. Sonra, kendisini şimdiden bir haylaz çocuk gi­ rettiklerini küçümserdi; a m a en nefret ettiği çocuk­
bi görmeye başlayan Julius'ün y a n m a yaklaştı: «Ama l a r d a n biri, çeviride en güçlülerimizden olan bir öğ­
bugün tatil günü; yaşamımda tek bir kez tatil ve­ renci, 'yapamayacağın şeyi küçümsemekten kolay ne
receğim kendime. Sorun sorularınızı, yanıtlamayı ka­ vardır,' (ya da b u n a benzer birşey) deyince, Protos
bul ediyorum... Ha, önce şunu söyleyeyim, d ü n size pek incindi, on beş gün boyunca inadetti, öyle bir
kapıyı açan kızı kapıdışan ettim.» başardı ki, sonraki sınavda öbürünü çok gerilerde
Julius, d u r u m gereği, üzgün bir tavır takındı: bıraktı, birinciydi! hepimiz şaştık. «Ötekilerin hepsi»
«Benim yüzümden! İnanın ki...» desem d a h a doğru olur. Bana gelince, benim Protos'a
«Adam sen de! bir zamandır nasıl başımdan at- verdiğim değer, b u n a şaşmamı önleyecek k a d a r yük­
sam diye d ü ş ü n ü p duruyordum.» sekti. 'Bu işin o k a d a r da güç olmadığını göstere­
Julius beceriksizce: ceğim onlara,» demişti. İnanmıştım.»
«Onunla... onunla mı yaşıyordunuz?» diye sordu. «Anlayabildiğime göre, Protos'un epeyce etkisi
«Evet; sağlığım için. Ama elden geldiği k a d a r az; olmuş üzerinizde.»
hem de bir dostun anısı nedeniyle, bir zamanlar onun
«Belki de. Ona saygım vardı. Doğrusunu söyle­
sevgilisiydi.»
mek gerekirse, yalnız bir kez içli dışlı konuştum

70 71
onunla; a m a bu konuşma benim için öylesine inan­ nın çatıldığmı görüyordu), bu b a n a ne p a r a zevki
dırıcı oldu ki, içinde bir tuğla altında bir salata gibi aşıladı, ne hesap zevki. Öğrenmek hoşunuza giderse,
sararıp solduğum pansiyondan hemen ertesi gün kaç­ söyleyeyim, hiç hesap tutmam. Doğrusunu isterseniz,
tım, yürüyerek Baden'e geldim, o z a m a n l a r a n n e m bu ilk eğitim kolaylık sağlayan, olumlu bir şeydi ya
burada amcam m a r k i de Gesvres'le birlikte oturur­ benliğimde hiçbir tele dokunmadı... Sonra Helden­
du... Ama biz sondan başlıyoruz. Bana öyle geliyor bruck çocuk sağlığından da çok iyi anlardı; beni ba­
ki, hiç de iyi soramayacaksınız sorularınızı. Ne der­ şım ayağım çıplak yaşatmak gerektiğine inandırdı
siniz? İsterseniz ben size yaşamımı anlatayım, olsun annemi, h a v a nasıl olursa olsun, elden geldiğince
bitsin. Sorabileceğinizden çok d a h a fazlasını öğre­ su bir şatoya götürdü. Sık sık arabayla Eperjes'ye
nirsiniz böylece, h a t t a belki öğrenmek istediğiniz­ giderdik, a m a a t a binerdik d a h a çok; a n n e m için,
den de fazlasınız. Hayır, teşekkür ederim, kendi si­ çevredeki kırlarda, çok güzel ormanlarda dolaşmak
garalarımı yeğ tutarım», deyip, tabakasını çıkardı, k a d a r eğlenceli bir şey yoktu. Wladimir'in b a n a ver­
az önce Julius'ün ikram ettiği, ama konuşurken sön­ diği midilli tam bir yıl boyunca d ü n y a d a en çok sev­
mesine aldırmadığı sigarayı attı. diğim şeydi.
İkinci yıl, Ardengo Baldi de gelip bize katıldı;
VII satrancı o zaman öğretti bana. Heldenbruck beni ka­
fadan hesaplar yapmaya alıştırmış olduğu için, sat­
«1874 yılında, Bükreş'te doğmuşum,» diye başladı r a n ç tahtasına b a k m a d a n oynamaya çabuk alıştım.
ağır ağır, «galiba sizin de bildiğiniz gibi, dünyaya Baldi ile Bielkowski iyi geçinirlerdi. Geceleri ıs­
gelişimden birkaç ay sonra babamı yitirmişim. An­ sız bir kulede, bahçeyle ormanın sessizliği içinde,
nemin yanında ilk gördüğüm adam bir Almandır, dördümüz de kâğıt oynayarak geç vakitlere k a d a r
amcam, baron Heldenbruck. Ama kendisini on iki uyanık kalırdık; ben d a h a çocuktum - on üç yasma­
yaşında yitirdiğimden, ondan ancak belirsiz bir anı daydım - a m a Baldi bana, «ölme» korkusuyla, vist
kaldı bende. Önemli bir maliyeciydi galiba. Bana di­ oyununu ve hile yapmasını öğretmişti.
lini öğretti, bir de öyle ustalıkla hesap öğretti ki, Soytarı, hokkabaz, akrobattı, bize ilk geldiği gün­
çok geçmeden görülmedik bir zevk aldım bundan. lerde, imge gücüm Heldenbruck'un yaptırdığı per­
Tatlı tatlı «kasadarım» derdi bana, gerçekten de öy­ hizden yeni yeni sıyrılıyordu. Harikalara susamıştım,
le yapmıştı, yani "bozuk p a r a l a r d a n bir servet verir­ kolay inanırdım, meraklıydım. D a h a sonra Baldi ba­
di elime, nereye gidersek gidelim, masraf işi benim na n u m a r a l a r ı n ı öğretti; a m a gizlerini öğrenmiş ol­
üzerimdeydi. Satınaldığı şey ne olursa olsun (çok mam; ilk akşam, sigarasını sakin sakin küçük parma­
da alırdı hani) hesabını, parayı cebimden çıkarm- ğının tırnağından yaktığını, sonra oyunda kaybedin­
caya k a d a r yaptığımı ileri sürerdi. Bazan yabancı pa­ ce, burnumdan, kulaklarımdan gerektiği k a d a r rub­
ralarıyla d u r u m u m u güçleştirirdi, değiştirme sorun­ le çıkardığını gördüğüm zamanki gizemli etkisini si-
ları da girerdi işin içine; sonra iskonto, faiz, borç lemedi; tam anlamıyla dehşette bırakmıştı bu beni,
konuları; h a t t a borsa oyunları. Böylece kağıtsız ka- a m a seyredenleri çok eğlendirmişti, çünkü hep o sa­
lemsiz çarpmalar, h a t t a bölmeler yapacak k a d a r us- kin görünüşüyle. «Bereket versin ki bu çocuk bitmez
talaştım çabucak... İnanın (çünkü Julius'ün kaşları- tükenmez bir kaynak,» diyordu.

72 73
Benimle ve annemle yalnız bulunduğu akşamlar­ «Faby mi? Defterinizin ilk sayfasında yazısını
da, hep yeni bir oyun, bir şaşırtmaca, ya da bir mas­ gördüğüm kişi mi?»
karalık icadederdi; b ü t ü n dostlarımızın taklidini ya­ «Evet. Fabian Taylor, lord Gravensdale, Duino ya­
par, suratını buruşturur, kendi kendine benzemez kınında, Adriyatik kıyısında bir köşk kiraladı, an­
olur, hayvan haykırışlarını, çalgı seslerini, kısacası nemle beni b u r a y a getirdi, b u r a d a çok güçlendim.
b ü t ü n sesleri taklit eder, garip garip sesler çıkarır, Kıyı b u r a d a kayalık bir yarımada oluşturur, bizim
güzla 1 eşliğinde şarkı söyler, danseder, takla atar, köşkün toprakları b ü t ü n bu yarımadayı kaplardı.
elleri üstünde yürür, masaların, iskemlelerin üzerin­ Çamlar altında, kayalar arasında, körfezlerde dola­
den atlar, çorabını çıkarır, salonun paravanını ya şır, ya da denizde yüzer, kürek çeker, b ü t ü n gün
da tek ayaklı, yuvarlak masasını ayak başparmağı­ bir vahşi yaşam sürerdim. Gördüğünüz resim o za­
nın üzerinde döndürür, ayaklarıyla J a p o n hokkabaz­ mandandı, onu da yaktım.»
lıkları yapardı; elleriyle yaptığı hokkabazlıkta d a h a «Bana öyle geliyor ki, böyle bir d u r u m d a d a h a
da ustaydı; buruşturulmuş, yırtılmış bir kâğıttan sü­ uygun bir kılığınız olmalıydı», dedi Julius.
rü sürü ak kelebekler çıkarırdı, ben üfleyerek ko­ Lafcadio güldü:
vardım, o da bir yelpaze sallayarak havada tutardı. «Bunu yapamazdım,» dedi; «Faby bronzlaşmamı
Böylece o n u n yanında nesneler ağırlıklarını, gerçek­ b a h a n e ederek, giysilerimi, h a t t a çamaşırlarımı bi­
liklerini yitirirler, h a t t â orada bulunmaktan bile çı­ le kilit altında tutuyordu.»
karlar, ya da yeni, beklenmedik, tuhaf, h e r türlü ya­ «Ya anneniz, o ne diyordu?»
r a r d a n uzak, yepyeni bir anlam kazanırlardı. «Üze­ «Çok eğleniyordu; r a h a t ı k a ç a n konuklar çıkın­
rinde hokkabazlık yapılması eğlenceli olmayan şey­ ca da k a p m m açık olduğunu söylüyordu; a m a ko­
ler pek azdır,» derdi. O k a d a r tuhaftı ki gülmekten nuklarımız arasında hiç kimsenin kalmasına engel
bayılırdım. «Durun, Baldi, diye haykırırdı annem. olmuyordu bu durumum.»
Cadio uyuyamayacak sonra.» Ama sinirlerim böyle «Peki, bu a r a d a öğreniminiz ne oluyordu, zavallı
kışkırtmalara dayanabilecek k a d a r sağlamdı. çocuğum?..»
Bu öğretimden çok yararlandım; birkaç ay son­ «Evet. Öyle kolay öğreniyordum ki, o z a m a n a ka­
ra, birçok n u m a r a l a r d a Baldi'ye bile taş çıkartacak d a r a n n e m biraz boşvermişti bu işe; nerdeyse on
durumdaydım, hattâ...» altı yaşıma giriyordum; a n n e m birdenbire farkeder
Bu sırada Julius: gibi oldu bunu, Faby amcayla Cezayir'de yaptığı­
«Anlıyorum, çocuğum, pek özenli bir eğitim gör­ mız güzelim yolculuktan sonra (yaşamımın en gü­
müşsünüz», diye sözünü kesti. zel zamanı bu zamanmış gibi geliyor b a n a ) , Paris'e
Lafcadio gülmeye başladı, romancının şaşkın gö­ gönderildim, su bile geçirmeyen bir tür zindancıya
r ü n ü ş ü son derece keyiflendirmişti onu. bırakıldım, öğrenimimle o ilgilendi.»
«Yo, pek o k a d a r etkimedi bunlar bana; korkma­ «O geniş özgürlükten sonra, bu baskı günleri si­
yın! Ama artık Faby amcanın gelmesinin zamanıydı, ze çok zor gelmiş olmalı.»
değil mi? Bielkowski ile Baldi yeni görevlere gidince, «Protos olmasa hiç katlanamayacaktım. Benimle
o geldi.» aynı pansiyonda kalıyordu; fransızcayı öğrenmek
için kaldığını söylüyordu ya, çok iyi konuşuyordu
(1) Dalmaçya'da kullanılan tek telli keman. (Çeviren).
74 75
ğüm zaman, Paris b a n a çok d a h a güzel göründü.
bu dili, orada ne yapıyordu, hiçbir z a m a n anlaya­ Marki de Gesvres p a r a harcamayı çılgıncasına
madım; ben kendim ne yapıyordum, onu da anla­ seviyordu; bu sürekli bir gereksinim, zorlu bir aç­
madım ya. Eriyip bitiyordum; Protos'la tam olarak lıktı onun için; bu açlığı gidermesine yardım etti­
dost değildik ama, b a n a kurtuluşu getirecekmiş gibi ğim, iştahını kendi iştahımla iki k a t m a çıkardığım
ona yöneliyordum. Benden biraz yaşlıcaydı ya ya­ için, sanki b a n a minnet duyuyordu. Faby'nin tersi­
şından da büyük gösterirdi, yürüyüşünde de, zevkle­ ne, b a n a giyim zevkini öğretti; ben de oldukça iyi
rinde de, çocukça bir şeye rastlanmazdı. Hatları, ola­ giyiniyordum sanırım; ondan çok şey öğreniyordum;
ğanüstü denilebilecek bir derecede anlamlıydı, iste­ giyimindeki incelik pek doğaldı, ikinci bir içtenlik
di mi h e r şeyi anlatabilirdi, ama boş zamanlarında açık h a v a d a b u l u n d u r u l m a m gerektiğine inandırdı;
bir budala görünüşüne bürünürdü. Bir gün bunun­ yaz demez, kış demez, kendi eliyle soğuk sulara dal­
la alay etmiştim de olduğu gibi görünmemenin önem­ dırırdı beni; ben de b u n d a n zevk alırdım... Ama siz
li bir şey olduğunu söylemişti bana. bu ayrıntıları ne yapacaksınız.»
Herhangi biri gibi görünmekle yetinmezdi; bu­ «Yok, yok!»
dala sayılmak isterdi. İnsanları zararlı çıkaran şeyin «Sonra işleri nedeniyle Amerika'ya gitti. Bir da­
gösterişe kaçmak, yeteneklerini saklamayı bileme­ ha görmedim.»
mek olduğunu söylemekten hoşlanırdı; a m a b u n u yal­ Bükreş'te annemin salonlarına en parlak, bir de,
nız b a n a söylerdi. Başkalarından uzak yaşardı, h a t t a aklımda kaldığına göre, en karışık çevrelerin insan­
benden, yani pansiyonda hor görmediği tek insan­ ları gelirdi; a m a bunlar arasında en içli dışlı oldu­
d a n bile. Konuşturabildiğim zamanlarda, olağanüs­ ğumuz kimseler prens Wladimir Bielkowski ile, bil­
tü bir ustalıkla konuşmaya başlardı hemen; a m a mem neden, hiç amca demediğim Ardengo Baldi idi.
çoğu z a m a n sessizdi, o sıralarda karanlık t a s a n l a r Rusya'nın (Polonya'nın diyecektim) ve İtalya'nın çı­
k u r a r gibiydi, bunları bilmek isterdim. «Burda ne karları onları üç dört yıl Bükreş'te tuttu. Her ikisi
yapıyorsunuz?» diye sordum muydu (hiçbirimiz «sen» de dilini öğretti bana: yani italyanca ile lehçeyi. Rus-
demezdik ona), «Hız alıyorum,» diye yanıtlardı. Ya­ çayı fazla güçlük çekmeden okuyup anlayabilirsem
şamda, sırası gelince", «Adam sen de,» demesini bil­ de hiçbir z a m a n rahatlıkla konuşamadım. Anneme
dikten sonra en zor geçitlerin bile aşılabileceğini ile­ gelen ve beni çok nazlayan topluluk yüzünden, dört
ri sürerdi. Ben de kaçacağım sırada böyle söyledim. beş dili birden kullanmadığım gün olmuyordu. Öy­
On sekiz frankla yola çıkmıştım, ne bulursam le ki d a h a on üç yaşımda, hepsini de ahenksiz ama
yedim, nerede olursa olsun yattım, dinlene dinlene r a h a t r a h a t konuşuyor, a m a h e r şeye karşın fransız-
giderek Baden'e vardım... Vardığımda biraz bitkin­ cayı yeğ tutuyordum, çünkü babamın diliydi, a n n e m
dim, a m a ne olursa olsun, m e m n u n d u m kendimden, önce bu dili öğrenmemi istemişti.
çünkü d a h a üç frank vardı cebimde; beş altı frank Annemin hoşuna gitmek isteyen herkes gibi Biel­
da yolda toplamıştım, orası öyle. Annemi amcam kowski de benimle çok ilgilenirdi, b a n a kur yapardı
Gesvres'le buldum, kaçışım amcamı çok eğlendirdi, sanki; a m a öyle sanıyorum ki, bir hesaba göre yap­
beni gene Paris'e götürmeye k a r a r verdi; Paris'in mazdı o bunu; çünkü hep gönlünün istediğini ya­
bende kötü bir anı bırakmasına gönlünün razı ol­ pardı; eğilimlerine bırakırdı kendini. Annem görme-
madığını söylüyordu. Gerçekten de, onunla döndü-
77
76
den, bilmeden de ilgilenirdi o benimle: ben de onun m a n yakayı kurtarabilirdi; a m a ne k a d a r gereksi­
b a n a gösterdiği ayrı bağlılıktan g u r u r duyardım. Bu nimim varsa, b u n l a r a başvurmak o k a d a r tiksindi­
garip adam, biraz d u r m u ş oturmuş yaşamımızı kısa riyordu beni. Bereket versin, kaldırımlarda sürttü­
zamanda çılgın bir eğlenceye dönüştürdü. Hayır, ken­ ğüm bir gece, şu sizin de gördüğünüz Carola Veni-
dini eğilimlerine bırakıyordu demek yetmez; atılırdı tequa'yi, Protos'un eski metresini buldum, kibarca
bunlara, saldırırdı; taşkın bir tutkuyla gerçekleşti­ evine aldı beni. Bundan birkaç gün sonra da, her
rirdi zevklerini. ay başı bir noterden oldukça gizemli bir biçimde
Bizi üç yaz, Karpatlarm Macaristan yamacı üze­ ufak bir aylık alacağım bildirildi; açıklamalardan,
rinde, Eperjes yakınlarındaki bir köşke, d a h a doğru- aydınlatmalardan nefret ederim, ötesini arayıp sor­
gibiydi. Onunla çok iyi anlaştım. Öğlelere kadar m a d a n aldım bu parayı. Sonra siz geldiniz... Şimdi
gömlekçilerde, ayakkabıcılarda, terzilerde kalırdık size söylemekle zevk duyduğum h e r şeyi biliyorsu­
birlikte; k u n d u r a l a r a ayrı bir önem verirdi, insan­ nuz aşağı yukarı.»
lar b u n d a n tanınır, geri kalan giyeceklerden yüzler Julius cafcaflı bir tavırla:
k a d a r kesin, h a t t a d a h a derin bir biçimde belli eder­ «Çok şükür, dedi, çok şükür ki b u g ü n biraz pa­
ler insanı, derdi. Bana hiç hesap tutmadan, hevesi­ ra geçiyor elinize, Lafcadio: Mesleksiz, öğrenimsiz,
me, arzuma, ya da açlığıma yetecek p a r a m kalıp güçlükler içinde yaşamak zorunda... şimdi sizi tanı­
kalmayacağına aldırmadan p a r a harcamayı öğretti. dığım durumda, h e r şeye hazırdınız.»
En son olarak açlığın doyurulmasını bir ilke olarak Lafcadio ciddi ciddi Julius'e baktı:
öne sürerdi, çünkü (sözleri aklımda) arzu ya da he­ «Tersine, hiçbir şeye hazır değildim», dedi. «Çok
ves geçici isteklerdi, oysaki açlık, hep yeniden kar­ şeyler söyledim a m a hâlâ beni tanımıyorsunuz, ba­
şımıza çıkardı, ne k a d a r çok beklerse o k a d a r güçlü, kıyorum. Her şeyden çok gereksinimler çelmeler be­
o k a d a r gerekli olurdu, öyle söylerdi. Bir de bana, bir ni; işime yaramayacak olanı hiçbir z a m a n arama-
şey daha pahalıya maloldu diye ondan d a h a fazla, ya mışımdır.»
da rastlantı sonucu hiçbir şeye malolmadı diye da­ «Örneğin alışılmışa aykırı sözler. Karın doyu­
ha az zevk almamayı öğretmişti. r u r mu dersiniz?»
Annemi yitirdiğim zaman bu durumdaydım. Bir «Midesine göre değişir. Kendi midenize dokuna­
telgraf beni birdenbire Bükreş'e çağırdı; ancak ölü na aykırı demekten hoşlanırsınız... Bana gelince,
görebildim onu. Öğrendim ki, marki gideli beri an­ kahramanlarınıza besin diye verdiğiniz mantık yah­
nem, bir sürü borca girmişti, serveti bu borcu zor nisini yemektense açlıktan ölmeyi yeğ tutarım.»
kapatıyordu, bir tek köpek, bir tek pfennig, bir tek «Bir dakika...»
groschen umamazdım. Cenaze töreninden hemen «Hiç değilse son kitabınızın k a h r a m a n ı n a . Bu ki­
sonra Paris'e döndüm, Gesvres amcayı bulacağımı tapta babanızı anlattığınız doğru mu? Onu her za­
sanıyordum; a m a birdenbire, adres bırakmadan Rus­ man, h e r yerde, sizinle ve kendi kendisiyle çelişme­
ya'ya gitmişti. yen, akıllı uslu, görevlerine, ilkelerine, yani kendi
O sıralarda aklımdan geçirdiğim h e r şeyi an­ kuramlarınıza bağlı b u l u n d u r m a k kaygısı... benim
latacak değilim. Hay Allah, bazı ustalıklarım vardı söyleyebileceğimi yargılıyorsunuz!.. Mösyö de Ba-
dağarcığımda, insan b u n l a r d a n y a r a r l a n a r a k her za- raglioul, şunu kabul edin, doğrudur: ben tutarsız bir

78 79
adamım. Ne k a d a r konuştum, görüyorsunuz! ben ki
d a h a dün kendimi yaratıkların en sessizi, en ka­
palısı, en köşeye çekilmişi sayıyordum. Ama birbiri­
mizi çabucak tanımamız iyi; bu işe bir d a h a geri
dönmeye gerek kalmasın. Yarın, bu akşam, yeniden
gizime gömüleceğim.» ÜÇÜNCÜ K İ T A P
Bu sözler a t t a n d ü ş ü r m ü ş t ü romancıyı, yeniden
binebilmek için çaba harcadı: AMEDEE FLEURISSOIRE
«Önce şunu bilin ki tutarsızlık diye bir şey yok­
tur, fizikte olmadığı gibi ruhbilimde de yoktur, diye
başladı. Siz d a h a gelişim d u r u m u n d a bir insansınız I
ve...»
Kapının vurulması, Julius'ün sözlerini yarıda Kont Juste-Agenor'un ölümü dolayısıyla birden­
kesti. Kimse girmeyince kendisi dışarı çıktı. Açık bire Paris'e gitmek zorunda kalmış olan kontes Guy
bıraktığı kapıdan, bulanık bir ses Lafcadio'ya k a d a r de Saint-Prix, yani Julius'ün küçük kızkardeşi, Pau'
geliyordu. Sonra büyük bir sessizlik başladı. Lafcadio d a n dört kilometre ötede bulunan, dul kalışından,
on dakika k a d a r bekledikten sonra gitmeye hazır­ hele çocukları da evlenip yerlerine yerleştikten son­
lanırken, özel kılıklı bir u ş a k geldi yanma: ra pek ayrılmaz olduğu o güzelim Pezac şatosuna
«Kont hazretleri sayın yazmana artık serbest ol­ döneli çok olmamıştı - garip bir konuk geldi evine.
duklarını bildiriyorlar. Kont hazretleri b a b a l a n hak­ Kendi kullandığı hafif dog-kar içinde yapmayı
kında kötü haberler aldılar, beyefendiye allahaısmar­ alışkanlık d u r u m u n a getirdiği sabah gezintilerinin
ladık diyemedikleri için özür diliyorlar.» birinden dönüyordu; Saint-François tarikatından bir
Bu sözlerin söylenişine bakarak, Lafcadio, ihti­ papazın bir saattir salonda kendisini beklediğini bil­
yar k o n t u n ölüm haberi gelmiş olmasından korktu. dirdiler. Kontese sunulan k a r t ı n d a n da anlaşıldığı
Heyecanını tuttu. gibi, kardinal Andre yollamıştı yabancıyı; k a r t bir
«Hadi bakalım!» diyordu Claude-Bernard çıkma­ zarfın içindeydi, üzerinde, kardinalin adının altın­
zına gelirken, «vakit tamam. It is time to launch the da, incecik ve nerdeyse kadınsı yazısından, şu söz­
ship. Bundan böyle yel nerden eserse essin, esen yel cükler okunuyordu:
iyi olacak. İhtiyarın yanıbaşında olamayacağımıza
göre, d a h a çok uzaklaşalım.» Virmontal şanuanı rahip J. - P. Salus'ye, kontes de
Kapıcı kulübesinin önünden geçerken, dündenbe- Saint-Prix'nin çok özel bir dikkat göstermesi
ri üzerinde taşıdığı küçük kutuyu kapıcıya verdi. dileğiyle.
«Bu paketi, bu akşam döndüğü zaman, Matmazel
Venitequa'ya vereceksiniz,» dedi. «Lütfen hesabımı da Hepsi buydu; bu k a d a r ı da yeterdi; kilise adam­
hazırlayın.» larını seve seve kabul ederdi kontes; üstelik de kar­
Bir saat sonra bavulunu yerleştirmiş, bir a r a b a dinal Andre, kontesin r u h u n u avucunun içinde tu­
getirtmek için adam yolluyordu. Adres vermeden yo­ tardı. Bir sıçrayışta salona gitti, kendisini beklettiği
la çıktı. Noterininki yeterdi.
80 81
için özür diledi. paz hemen kendini toplayıp koltuğunu biraz yak­
Virmontal şanuanı yakışıklı bir adamdı; soylu laştırdı.
yüzünde, genç, taze rengi yanında nerdeyse tümden «Sayın kontes, kardinal güvenilebilecek bir kim­
ağarmış saçlarının insanı şaşırttığı gibi, devinimle­ se olduğunuzu kesinlikle söyledi de ondan sonra ka­
rinin, sesinin çekingen dikkatliliğine garip bir bi­ r a r verdim sizinle konuşmaya, sizin imanınızın şu
çimde ters düşen erkekçe bir güç parlıyordu. sosyete işi imanlardan, ilgisizliğin şu basit örtülerin­
Kontes çok iyi davranmasına karşın, konuşma den olmadığını söyledi.»
İyi yürümüyor, kontesin yeni yası, kardinal Andre' «Konuya gelelim, papaz efendi.»
nin sağlığı, Julius'ün Akademi'deki yeni başarısız­ «Kardinal ağzınızın sıkılığına tam anlamıyla gü­
lığı üzerinde nezaket tümceleriyle uzayıp duruyor­ venebileceğimi söyledi; bir bakıma bir günah çıka­
du. Bu a r a d a papazın sesi gittikçe ağırlaşıp boğuk- rıcının ağız sıklığı...»
laşıyor, yüzü kederli bir anlatıma bürünüyordu. En «Kusura bakmayın ama, papaz efendi, kardina­
sonunda kalktı, a m a vedalaşacak yerde: lin de h a b e r d a r olduğu bir giz, böylesine önemli bir
«Kontes hazretleri, kardinalin arzusu üzerine, si­ giz varsa, niçin kendi ağzıyla söylemedi bana?»
zinle önemli bir konuyu konuşmak istiyorum,» dedi. Papazın gülümsemesi bile, sorusunun yersizliği­
«Ama oda ses götürecek türden; kapıların çokluğu ni anlatmış olmalıydı.
da beni ürpertiyor; konuşmamızı duymalarından kor­ «Mektupla mı! Güzel ama, hanımefendi, günü­
kuyorum.» müzde, postalarda, kardinallerin bütün mektupları
Giz vermelere, yapmacıklara biterdi kontes; şa­ açılmakta.»
n u a n ı ancak salondan girilebilen, dar bir kadın oda­ «Bu mektubu size verebilirdi.»
sına alıp kapıyı kapadı: «Evet, öyle, hanımefendi, a m a bir kâğıdın ne
«Burada güven içindesiniz,» dedi. «Korkmadan olacağını kim bilebilir? Öylesine gözaltındayız ki.
konuşun.» Dahası var: benim size anlatmaya hazırlandığım şe­
Papaz, kontesin karşısında basık, küçük bir kol­ yi kardinal hiç bilmemeyi, b u n u n l a hiçbir ilgisi yok­
tuğa oturmuştu, konuşacak yerde bir atkı çıkardı ce­ muş gibi görünmeyi yeğ tutuyor... Ah, efendim, ge­
binden, bu atkıda coşkun hıçkırıklarını boğmaya ça­ ne korkuyorum işte, bilmem ki acaba...»
lıştı. Kontes şaşırmıştı, yanındaki yuvarlak masanın Kontes başını çevirdi, saplı gözlüğünü bıraktı,
üzerindeki iş sepetine uzandı, sepetin içinde bir lok­ tatlı tatlı:
m a n r u h u aradı, konuğuna sunmakla sunmamak «Siz beni tanımıyorsunuz, papaz efendi, dedi,
arasında bocaladı, sonra kendisi başladı koklamaya. b a n a daha fazla güveniniz yoksa, gücenmem. Bana
En sonunda papaz, kıpkırmızı olmuş bir surat verilen gizlere büyük saygım vardır. Tanrı bilir, en
çıkardı atkının içinden: ufak bir gizi bile ağzımdan kaçırmış değilim. Ama
«Kusura bakmayın,» dedi. «Çok katolik olduğu­ hiç kimseyi gizini açmaya yönelttiğim de olmadı...»
nuzu bilirim, kederimi hemen anlayacağınızdan, pay- Kalkmak ister gibi hafif bir hareket yaptı, pa­
laşmamazlık etmeyeceğinizden kuşkum yok.» paz kollarım ona doğru uzattı.
Kontes böyle gözü yaşlılıklardan hiç hoşlanmaz­ «Hanımefendi,» dedi, «üzerime bu gizi size bildir­
dı; rahatlığını saplı gözlüğünün ardında sakladı. Pa- mek gibi büyük, çetin bir görev yükleyenler tara-

82 83


fmdan bu gizi öğrenmeye, içinde saklamaya lâyık
görülen ilk kadının, evet, ilk kadının, siz olduğunu­ le yüzler kızartıcı bir suçun duyulmasını isteme­
zu gözönünde b u l u n d u r m a y a tenezzül buyurursanız diği gibi, katoliklerin de bu iş için hemen toplan­
beni bağışlarsınız. Ne yalan söylemeli, b u n u öğren­ m a y a başlayan görülmedik yardımları desteklemeyi
menin bir kadın zekâsına göre fazla ağır, fazla sar­ göze alamamasından ya da b u n u gizlemeye razı ol­
sıcı olduğunu sezinliyorum da ürperiyorum.» mayışlarından ileri geliyordu bu. Birçok dindarlar,
Kontes nerdeyse soğuk bir biçimde: büyük özverilere girişmişti kuşkusuz (bu d u r u m do­
«Kadınların zekâsının yetersizliği üzerinde çok layısıyla toplanan ya da saçılan paraların yarım
yanlış şeyler düşünülür», dedi. Sonra ellerini biraz milyona yakın olduğu düşünülüyor), a m a paraları
kaldırdı. Kilisenin önemli bir gizini dinlemeye hazır alanların hepsi sahici dindarlar mıydı, yoksa bazan
bir biçimde, ilgisiz bir görünüş altında sakladı me­ dolandırıcılar mı, orası bulanık kalıyordu. Şu v a r
rakım. Papaz koltuğunu yeniden yaklaştırdı. ki, bu p a r a toplama işini başarmak için, din inancı
Ama papaz Salus'nün kontese söylemeye hazır­ yoksa, bir gözüpeklik, bir beceriklilik, bir incelik, bir
landığı giz şimdi b a n a öylesine şaşırtıcı, öylesine tu­ güzel konuşma sanatı, insanlar ve olaylar üzerinde
haf geliyor ki, d a h a büyük bir önlem almazsam an­ bir bilgi, bir sağlamlık gerekirdi, b u n l a r a sahibol-
latamayacağım. makla da ancak Lafcadio'nun eski dostu Protos gibi
Roman başka, tarih başkadır. Usta eleştirmen­ açıkgözler övünebilirlerdi. Namusluca bildireyim oku­
ler, romanı gerçekleşebilecek tarih, tarihi de gerçek­ ra: bugün Virmontal şanuanı kılığı ve t a k m a adı
leşmiş bir roman gibi ele almışlardır. Gerçekten de, altında karşımıza çıkan adam odur.
kimi z a m a n olay inandırıcılığa meydan okuduğun­ Kontes, giz tümüyle verilinceye k a d a r ağzını aç­
dan, romancının sanatının çoğu zaman inanı orta­ mamaya, duruşunu, h a t t a yüzünün anlatımını bile
dan kaldırdığını kabul etmek gerekir. Yazık ki, ki­ değiştirmemeye k a r a r vermişti, yavaş yavaş güvene
mi kuşkucular bir olay alışılmışı aştı mı h e m e n yad- gelen sahte papazı hiç telâşlanmadan dinliyordu.
sıyıverirler onu. Ben böyleleri için yazmıyorum. Sahte papaz, sözlerini en iyi biçimde düzenlemek
Tanrı'nm yeryüzündeki temsilcisi Kutsal-Taht'tan için, konuyu başından alıyor, tam başlangıca gitmi-
alınsın, Quirinal'in oyunu ile, bir bakıma b ü t ü n hris- yorsa da CLocayla Kilise arasındaki çarpışma, yani
tiyanlıktan çalınsın -pek dikenli bir sorun bu, ben­ işin özü öteden beri süregelen bir şey değil miydi?),
de böyle bir sorun ortaya atacak yürek ne gezer! düşmanlığın açık açık ortaya çıkmasına yol açan ba­
Ama 1893 yılının sonuna doğru, böyle bir söylen­ zı olaylara k a d a r uzanıyordu. Önce papanın 92 yı­
tinin dolaştığı tarihsel bir gerçektir; b u n u n birçok lının Aralık ayında kaleme aldığı iki bildiriyi anım­
dindar r u h u telâşa d ü ş ü r m ü ş olduğu besbelli. Kimi samasını söyledi kontese, bu mektuplardan biri İtal­
gazeteler çekine çekine sözünü ettiler; b u n l a r sus­ yan halkına, ikincisi d a h a özel olarak piskoposlara
turuldu. Bu k o n u d a Saint-Malo'da bir broşür yayın­ sesleniyor, katolikleri farmasonların kötülüklerinden
1
landı; bu broşür toplattırıldı . Farmasonlar böy- k o r u m a amacını güdüyordu. Sonra, kontes anımsaya-
mayınca, d a h a gerilere gitmek, şimdiye k a d a r ar­
(1) Compte rendu de la Delivrance de Sa Saintete Leon XIII dında Loca'nm saklandığı Crispi'nin başkanlığı ve
emprisonne dans les cachots du Vatican (Saint-Malo, rue de kararıyla, Giordano Bruno'nun heykelinin dikilişini
l'Orme 4) 1893. anımsatmak zorunda kaldı. Papa bağıntı k u r m a ça-
84

85
balarını karşılıksız bırakarak onunla pazarlığa gi­ yüreği acılar karşısında pek çabuk duygulanır. Ben
rişmeye yanaşmayınca, Crispi'nin kızdığını söyle­ sizin zekânıza sesleniyorum, kontes, ruhsal başbuğu­
mişti (pazarlığa girişmek sözünden de uzlaşmak, bo­ m u z u n kayboluşunun biz hristiyanları ne büyük bir
yun eğmek anlamını çıkarmak gerekmez miydi!). Bu karışıklık içine daldırdığını gözönüne getirmeğe ça­
çok acı g ü n ü gözlerinin önüne sermişti: hizipler du­ ğırıyorum sizi.»
rumlarını açıkça belli ediyor, farmasonlar en sonun­ Kontesin solgun alnında bir kırışık belirdi:
da maskelerini çıkarıyorlardı; Kutsal-Taht'm güven­ «Papasız kalmak korkunç, hanımefendi. Ama ha­
ce verdiği elçiler Vatikan'a gelirken, bu davranışla­ di biz b u n a da adam sen de diyelim: sahte bir papa
rıyla hem Crispi'yi hor gördüğünü, hem de derin­ d a h a da korkunç. Çünkü Loca, cinayetini saklamak
den derine yaralanmış olan Kutsal-Baba'mıza say­ için, ne diyorum? Kilise'yi yıkılmak, kendiliğinden
gısını gösterirken, Loca, sancakları açmış, kışkırtıcı teslim olmak zorunda bırakmak için, Kutsal-Taht'a,
p u t u n yükseldiği Campo dei Fiori alanında, ünlü kü- On üçüncü Leon'un yerine, Quirinal'in bilmem hangi
fürbazı alkışlıyordu. suç ortağını, bilmem hangi mankeni, kutsal kurban­
«Hemen sonra, 30 Haziran 1889 tarihini izleyen ları olarak görünen bilmem hangi sahtekârı yerleş­
Konsistuarda 1 , diye sürdürdü konuşmasını (hep ayak­ tirdi. Üstelik, ona boyuneğer gibi d a v r a n m a k zo­
taydı, kollarını önündeki yuvarlak masaya dayamış, rundayız, sahicisini yoketmek korkusuyla ona bo-
kontese doğru eğilmişti), Leon XIII. büyük kızgınlı­ yuneğmek zorundayız, kısacası, hey Allahım! Jübi­
ğını gösterdi. Bütün d ü n y a duydu karşı gelişini; bü­ lede b ü t ü n hristiyanlık o n u n önünde eğildi.»
tün hristiyanlık evreni, onun Roma'yı b ı r a k m a k t a n Bu sözcüklerden sonra, ellerinde b ü k ü p durduğu
sözettiğini duyunca titredi! Roma'yı bırakmak de­ mendili yırtıldı.
dim!.. Bütün bunları siz de biliyorsunuz, sayın kon­ «Sahte papanın ilk işi, şu fazlasıyla ünlü bildiri
tes, bütün bunların acısını çektiniz, siz de benim gi­ oldu, Fransa'ya gönderilen bildiri. Her gerçek Fransı-
bi anımsarsınız.» zın h â l â yüreği k a n a r bu yüzden. Evet, evet, bili­
Sonra gene başladı: yorum, efendim. Kutsal Kilise krallığın kutsal dâva­
«En sonunda Crispi iktidardan düştü. Kilise so­ sını yadsıyınca, sizin yüce kontes yüreğiniz ne k a d a r
luk alacak mıydı artık? 1892 yılının Aralık ayında, sızladı, biliyorum; Vatikan, Cumhuriyeti alkışlasın!
p a p a bu iki mektubu yazıyordu. Hanımefendi...» Olur şey mi! Ama hiç kuşkunuz olmasın, hanımefen­
Yeniden oturdu, birdenbire koltuğunu kanapeye di! Şaşmakta haklıydınız. Emin olun, kontes hazret­
yaklaştırıp, kontesin koluna yapıştı: leri! Ama o cani hilebazın kendisini Cumhuriyetçi
«Bir ay sonra p a p a hapsedilmişti.» olarak ilân ettiğini duyunca Kutsal Baba'mızm da
Kontes ağzını açmamakta diretiyordu. Şanuan, acı çektiğini unutmayın!»
kontesin kolunu bıraktı, d a h a ölçülü bir sesle, yeni­ Sonra geriye çekildi, hıçkınklı bir gülüşle:
den konuşmaya başladı: «Sonra, sonra, sayın kontes de Saint-Prix, bu
«Bir tutsağın çektiklerini anlatıp da sizi merha­ zalim bildirinin kaçınılmaz belirtisi olarak Kutsal-
mete getirmeye çalışmayacağım, hanımefendi; kadın Baba'mızm Petit-Journal m ü d ü r ü n ü kabul edişine ne
demiştiniz? Petit Journal'in, sayın kontes, ah! Bıra­
(1) Papanın başkanlığında kardinaller kurulu (Çeviren). kın! On üçüncü Leon Petit-Journal'del Böyle bir şeye
87
86
/
olanak bulunmadığını hiç kuşkusuz sezersiniz. Soy­ yakında gerçek hizmetkârlarını tanımasını bilecek­
lu yüreğiniz b u n u n yalan olduğunu önceden hay­
tir.»
kırmıştır size!»
Kontes biraz düş kırıklığına uğramıştı, çekine çe- '
Kontes artık kendini tutamaz oldu.
kine:
«Ama bunu b ü t ü n dünyaya haykırmak gerekir!»
diye atıldı. «Peki, öyleyse?» diye sordu.
«Çalışıyoruz, sayın kontes; çalışıyoruz, korkma­
«Hayır, hanımefendi! Susmak gerekiyor!» diye
yın. Hattâ savaşım tasarımızın bir bölümünü size
gürledi papaz, korkunçtu; «önce susmak gerek, bir
bildirmeme de izin var.»
şeyler yapabilmek için susmak zorundayız.»
Kontesin karşısına koltuğa yerleşti; kontes şimdi
Sonra özür diledi, birdenbire kederlenivermiş bir
sesle: ellerini yüzüne götürmüş, göğsü önde, dirsekleri diz­
lerinde, çenesi avuçlarında, öylece duruyordu.
«Görüyorsunuz ki, bir erkekle konuşur gibi ko­
nuşuyorum sizinle», dedi.
«Hakkınız var, papaz efendi. Bir şeyler yapmak­ Papanın Vatikan'da değil, büyük bir olasılıkla
tan sözediyordunuz. Çabuk söyleyin: neye k a r a r ver­ Saint-Ange'da tutsak olduğunu anlatmakla başladı
diniz?»
sözlerine; burası, hiç kuşkusuz kontesin de bildiği
«Ah, sizde o erkekçe, o Baraglioul'ların k a n m a gibi, bir yeraltı yoluyla Vatikan'a bağlanırdı; kendi­
yaraşan sabırsızlığı bulacağımı biliyordum. Ama, sini bu zindandan k u r t a r m a k pek o k a d a r güç değildi,
şimdiki durumda, zamansız bir girişimden d a h a teh­ b ü t ü n dindarların gönülleri Kilise'yle birlik olmasına
likeli bir şey yok. Bugün bu iğrenç cinayetler bazı karşın, farmasonluğun yüzüne gülmeleri boşinanç de­
cennetliklere bildirilmişse onların kusursuz ağız sı­ recesine v a r a n bir korkudan ileri geliyordu. Loca da
kılıklarına ve zamanı gelince kendilerine verilecek b u n a güveniyordu işte; Kutsal-Babanın tutuklanması
işarete kesinlikle uyacaklarına güvenmemiz zorunlu. örneği r u h l a r ı dehşet içinde tutuyordu. Hiçbir dindar,
Bizsiz bir şey yapmak, bize karşı bir şey yapmaktır. zalimlerin el uzatamayacağı, uzak yerlere gidebilme­
Sonra, her türlü kişisel davranış, afaroza, kilisenin si sağlanmadıkça yardıma yanaşmıyordu. Sıkı ağız­
gözünden düşmeye yol açtıktan başka, birliğimizin lılıkları bilinen dindar kişiler önemli p a r a l a r verme­
de açık ve kesin yalanlamasıyla karşılaşacaktır. Bu­ ye razı olmuşlardı. Yalnız bir engeli kaldırmak ka­
r a d a bir haçlı seferi sözkonusu, hanımefendi, a m a lıyordu geriye, a m a onun istediği ötekilerin hepsinin
gizli bir haçlı seferi. Bu nokta üzerinde fazla durdu­ istediğinden d a h a fazlaydı, çünkü bu engel bir prens­
ğum için beni bağışlayın, a m a kardinal b u n u size ti. On üçüncü Leon'un baş zindancısı olan bir prens.
özellikle bildirmekle görevlendirdi beni, kendisi bu
«Bilmem anımsar mısınız, sayın kontes, Avustur-
konuda tek sözcük bile bilir görünmek istemiyor,
ya-Macaristan tahtının varisi olan prens, arşidük Ro-
kendisine b u n d a n sözedilecek olursa, hiç, a m a hiç­
dolphe'la yanında hırıldar bir d u r u m d a b u l u n a n genç
bir şey anlamaz görünecek. Kardinal beni görmüş
karısının, prenses Graziola'nm yeğeninin, d a h a yeni
olmak istemiyor; h a t t a ilerde, bazı olaylar bizi ye­
evlenmiş olan Maria Wettsyera'nin ölümünü bir giz
niden karşılaştırırsa, sizinle ben hiçbir z a m a n ko­
perdesi örtmüş, bu perde hiçbir zaman da kaldırıl­
nuşmamış olacağız, bunu bilin. Kutsal-Babamız pek
mamıştı. İntihar demişlerdi! Tabanca sırf halkı al-
88
89
d a t m a k için duruyordu orada: gerçek, ikisinin de Valentine de Saint-Prix bir zamandır geri geri
zehirlenmiş olduğuydu. Kocası g r a n d ü k ü n bir akra­ gidiyor, kolları böğrüne düşüyordu, bu sözcükleri de
bası, kendisi de g r a n d ü k olan bir adam, Maria duyunca, başını geriye a t a r a k hafiften inledi, sonra
Wettsyera'yi başka birinin karısı olarak görmeye da­ bayılıverdi. Ş a n u a n ileri atıldı:
yanamamıştı... Bu iğrenç cinayetten sonra, Toskana «Sakin olun, sayın kontes», usul usul avuçlarının
grandüşesi Marie-Antoinette'in oğlu Jean-Salvator de içine vuruyordu: «Ne çıkar!» l o k m a n r u h u şişesini bu­
Lorraine, akrabası imparator Francois Joseph'in sa­ r u n deliklerine götürüyordu: «Bu iki yüz bin frankın
rayından ayrılıyordu. Viyana'da suçunun bilindiğini yüz kırk binini şimdiden elde etmiş bulunuyoruz,»
bildiği için, papaya suçunu söyleyip yalvararak ken­ sonra, kontes bir gözünü açarken: «Düşes de Lectoure
dine acındırmaya geliyordu. Bağışlattırdı kendini. elli binden fazla vermeyecekmiş; altmış bin kalıyor
Ama Monaco -kardinal Monaco La Valette-, günahı­ geriye.»
nın bağışlanması için çile çektirmek bahanesiyle Sa- Kontes nerdeyse içgüdüyle:
int-Ange şatosuna kapattı onu, üç yıldır b u r a d a in­ «Bu parayı alacaksınız», dedi.
leyip durur.» «Kilise sizden hiç kuşkulanmıyordu, kontes.»
Ş a n u a n b ü t ü n bunları dümdüz bir sesle anlat­ Ciddi mi ciddi ve nerdeyse törensi bir tavırla
mıştı, bir z a m a n durdu, sonra ayağını hafiften yere kalktı, bir z a m a n sonra:
vurarak: «Kontes de Saint-Prix,» dedi, «sizin cömert sözü­
«Monaco işte bu adamı On üçüncü Leon'un,baş nüze t a m bir güvenim var; a m a bu p a r a n ı n veril­
zindancısı yaptı», dedi. mesiyle birlikte o r t a y a çıkacak, akla gelmez güçlük­
•Daha neler! Kardinal, ha!» diye atıldı kontes: leri düşünün, işimizi zorlaştıracak, belki de engelle­
«bir kardinal farmason olabilir mi ki?» yecek, bu parayı b a n a verdiğinizi u n u t m u ş olmanız
Şanuan düşünceli düşünceli: gerek, ben de bir k u r u ş u n u bile almadığımı söyle­
«Yazık ki oldu!» dedi. «Loca iyice bulaştı Kili- meye hazır olmak zorundayım, bu parayı aldığımı
se'ye. Siz de kabul edersiniz, sayın kontes, Kilise gösteren bir makbuz bile veremeyeceğim elinize...
kendini d a h a iyi koruyabilseydi, bunların hiçbiri ol­ Ancak b u n u n elden ele, sizin elinizden benim elime
mayacaktı. Loca, Kutsal-Babamızı ancak pek yüksek verilmesi d a h a akıllıca bir şey olur. Gözaltındayız.
mevkilerde b u l u n a n birkaç kişinin suç ortaklığıyla Şatoda b u l u n m a m y o r u m l a r a yol açabilir. Uşağınız
hapse atabildi.» güvenilir bir a d a m mı? Kont de Baraglioul'un Aka­
«Ama iğrenç bir şey bu!» demi üyeliğine seçilmesi k o n u s u n u düşünün; buraya
«Daha ne söyleyeyim size, sayın kontes? Jean-Sal- bir d a h a gelmemeliyim.»
vador, kilisenin tutuklusu sanıyordu kendini, aslında Bu sözcükleri de söyledikten sonra, kımıldama­
farmasonların elindeydi. Bugün Kutsal-Babamızm dan, konuşmadan durunca, kontes işi anladı:
hapisten çıkarılmasına aynı z a m a n d a kendisinin de «İyi ama, papaz efendi, bu k a d a r p a r a n ı n üze­
kaçması sağlanması koşuluyla razı oluyor, hem de rimde bulunmadığını da kabul edersiniz herhalde.
ancak çok uzaklara, cezalandırılmasının olanakları Hattâ...»
aşacağı bir ülkeye kaçabilir. İki yüz bin frank p a r a Papaz biraz sabırsızlanıyordu; bu yüzden kontes,
istiyor.» bu parayı biraraya getirmek için biraz zaman ge-

90 91
«Ne! Onun kurtuluşunu avuçlarınızda t u t m a k
rektiğini eklemeyi göze alamadı, (çünkü bu parayı gibi bir o n u r a erdiniz de hâlâ oyalanıyor musunuz?
tek başına ödemeyeceğini umuyordu). Korkun, hanımefendi, Tanrı'nm da, sizin kurtuluş
«Nasıl etmeli?..» diye mırıldanıyordu. gününüzde, yetersiz r u h u n u z u Cennet'in eşiğinde
Sonra, şanuanın kaşları gittikçe d a h a çok çatı­ bekletip inletmesinden korkun!»
lınca: Gittikçe korkunçlaşıyordu; sonra birden bir teş­
«Yukarıda birkaç mücevherim var,» dedi. bihin haçını dudaklarına götürdü, hızlı hızlı bir d u a
«Bırakın, hanımefendi, bırakın! Mücevherler bi­ okumaya başladı.
rer anıdır. Benim eskicilik yapışımı gözlerinizin önü­ Kontes kendinden geçmişti.
ne getirebiliyor musunuz? En iyi fiyata vereyim der­ «Ama Paris'e yazacak k a d a r bir zaman?..» diye
ken göze batacağımı da düşünmüyor musunuz? Hem inledi.
sizi, h e m de girişiminizi tehlikeye sokarım o zaman.» «Telgraf çekin! Bankacınız altmış bin frankı Pa­
Tok sesi farkedilmez bir biçimde acılaşıp sert- ris Credit-Foncier'sine yatırsın, o da Pau Credit-Fon-
leşiyordu. Kontesin sesi de hafiften titremeye başla­ fier'sine bu parayı size hemen vermesini teller. Ço­
mıştı: cuklar bile bilir bunu.»
«Azıcık bekleyin, papaz efendi, dedi, çekmecele­ «Pau'da da birikmiş p a r a m var», dedi kontes.
rimde ne var, bir bakayım.» «Bir bankerde mi?»
...Hemen sonra aşağıya indi. Büzülen eli mavi «Credit-Foncier'de.»
banknotları buruşturuyordu. «Ah, hanımefendi, b u n u b a n a söylemek için ne
«Bereket versin ki, geçende çiftlik kiralarını al­ diye bunca dolambaçlı yollara sapıyorsunuz? Bu mu­
mıştım. Size şimdiden altı bin beş yüz frank vere­ d u r sizin desteğiniz? Şimdi yardımınızı almam desem
bilirim,» dedi. ne dersiniz?..»
Ş a n u a n omuz silkti: Sonra, b u n d a n böyle duyabileceği h e r şey raha­
«Bununla ne yapabilirim ki?» diye sordu. tını kaçıracakmışcasma, ellerini arkasına alarak oda­
Kederli bir küçümseyiş, soylu bir el kaldırışla, nın içinde yürürken:
kontesi kendinden uzaklaştırıyordu. «Gevşeklikten de fazla birşey bu, (bir yandan
«Hayır, hanımefendi, hayır; almayacağım bu pa­ da tiksintisini göstermek için, hafif hafif dilini şak­
raları. Alırsam, ötekilerle birlikte alırım. Doğru in­
latıyordu), nerdeyse bir ikiyüzlülük», dedi.
sanlar doğruluk isterler. Bu paranın tamamını ne
«Papaz efendi, çok rica ederim...»
zaman verebilirsiniz bana?»
Papaz bir z a m a n d a h a s ü r d ü r d ü yürümesini, kaş­
Kontes başkalarından da p a r a toplamayı düşü­
ları çatık, sarsılmaz, yumuşamaz. En sonunda ko­
nüyordu:
n u ş m a y a başladı:
«Ne k a d a r zaman veriyorsunuz?» diye sordu.
«Sekiz gün desek?...» «Biliyorum, papaz Boudin'i tanırsınız, onunla ye­
mek yiyeceğim bugün (saatini çıkardı)... geciktire­
«Kontes de Saint-Prix, yoksa Kilise aldanmış ol­
masın? Sekiz gün! Size tek bir sözcük söyleyeceğim: ceğim adamcağızı. Onun adına bir çek yazın-, altmış
PAPA BEKLİYOR.» bin lirayı benim için alıp hemen b a n a verebilir. Ken­
disini gördüğünüz zaman, b u n u n «kilise kefareti»
Sonra kollarını göğe doğru kaldırdı:
93

92
olduğunu söyleyin; ağzı sıkı, nazik bir adamdır, faz­ «Amelie, Pierre'e söyleyin de yemekten hemen
la kurcalamaz gerisini. Peki, ne bekliyorsunuz daha?» sonra kente gitmek üzere arabayı hazır bulundur­
Kontes, kanepenin üzerinde bitkin bir durum­ sun. Ah! Dur, bir dakika... Germain de bisikletine
daydı, doğruldu, ufak bir çekmeceye doğru sürük­ atlasın, şimdi size vereceğim pusulayı Madam Fleuris-
lendi, açtı, boyu eninden fazla, zeytin yeşili bir def­ soire'a götürsün hemen.»
ter çıkardı, bir yaprağını yatık yazısıyla doldurdu. Daha çekmesini kapamadığı masanın üzerine
Papaz, uazttığı çeki alırken, yumuşamış bir sesle: eğildi, şunları yazdı.-
«Az önce sert konuşmamı bağışlayın, sayın kon­
tes, dedi. Öyle büyük şeyler tehlikede ki.» Sayın madam,
Sonra çeki cebine indirdi: Birazdan sizi görmeye geleceğim. Saat ikiye
«Size teşekkür etmem dine aykırı olurdu, değil doğru, beni bekleyin. Çok önemli bir şey söyle­
mi?» dedi. «Elinde basit bir a r a ç t a n başka bir şey yeceğim size. Yalnız olalım, durumu ona göre
olmadığım kimse adına da olsa...» ayarlayın.
Kesik bir hıçkırığı atkısının içinde boğdu; a m a İmzaladı, zarfladı, sonra zarfı Amelie'ye uzattı.
hemen topladı kendini, huylu bir at gibi topuğunu
yere vurdu, yabancı bir dilde bir tümce mırıldandı
hızlı hızlı. II
«İtalyan mısınız?» diye sordu kontes.
«İspanyol. Duygularımın içtenliği bunu hemen Madam Amedee Fleurissoire, Peterat soyadıyla doğ­
belli ediyor.» muştu, Veronique Arman-Dubois'yla Marguerite de
«Ama şiveniz değil. Gerçekten de fransızcayı öy­ Baraglioul'un küçük kızkardeşiydi, Arnica gibi tu­
le...» haf bir adı vardı. Philibert Peterat, oldukça ünlü bir
«Çok naziksiniz, sayın kontes, yanınızdan kaba­ bitkibilimciydi. İkinci İmparatorluk zamanında, ev­
ca ayrıldığım için beni bağışlayın. Küçük anlaşma­ liliğin mutsuzlukları içinde, d a h a genç bir adamken,
mızın yardımıyla hemen bu akşam Narbonne'a vara­ doğacak çocuklarına çiçek adları takmaya k a r a r ver­
bileceğim, başpiskopos büyük bir sabırsızlıkla beni mişti. İlk koyduğu adı, Veronique admı, bazı dostlar
bekliyor orada. Allahaısmarladık.» biraz özel bulmuşlardı; Marguerite adını koyup da
Kontesin ellerini avuçlarına aldı, göğsünü geri­ yelkenleri indirdiğini, şunun b u n u n sözüne boyun
ye çekmiş, gözlerini ayırmadan bakıyordu ona. eğdiğini, bayağılığa düştüğünü çıtlattıkları zaman,
«Allahaısmarladık, kontes de Saint-Prix.» Sonra birdenbire ayak diremiş, üçüncü meyvesini bütün
bir parmağını dudaklarının üzerine götürdü: «Ağzı­ son ağızları kapatacak k a d a r keskin bir bitki adıy­
nızdan çıkacak tek bir sözcüğün h e r şeyi yıkabilece­ la taçlandırmaya k a r a r vermişti.
ğini unutmayın.» Arnica'mn doğuşundan az sonra, Philibert hır-
çmlaşmış, karısından da, başkentten de ayrılarak,
gidip Pau'ya yerleşmişti. Karısı kışın Paris'te oya­
Daha o çıkmadan, kontes zilin kordonuna koşu­ lanıyor, a m a güzel havalar başlar başlamaz, doğdu­
yordu. ğu kente, Tarbes'a gidiyor, iki büyük çocuğunu da

94 95
alıp ailesinin eski bir evinde kalıyordu.
Veronique'le Marguerite, yıllarını Tarbes'la Pau «Soldan üçüncü sıraya, Matmazel Peterat», de­
arasında yarıyarıya paylaştırıyorlardı. Küçük Arni- yince, çocuklar, ne k a d a r azarlanırlarsa azarlan­
ca'ya gelince, ablaları da, annesi de kendisini h o r sınlar, d a h a zorlu bir k a h k a h a kopardılar.
gördükleri için, yazın da, kışın da babasının yanın­ Zavallı Peterat! Yaşamı d a h a şimdiden, kaba şa­
daydı, biraz da böndü, güzelden çok dokunaklı bir kalarla, aşağılamalarla çevrili bir yol gibi görüyor­
yüzü vardı. du önünde. Bereket versin ki, Madam Semene onun
Çocuğun en büyük eğlencesi, babasıyla birlikte bu sıkmtısma duygusuz kalmadı; çok geçmeden dul
kıra gidip ot toplamaktı, a m a manyak adam, çoğu kadının kucağında bir sığınak buldu küçük kız.
zaman hüzünlü yaradılışına kapılıp onu öylece bı- Arnica derslerden sonra gidip de babasını evde
rakıverir, tek başına, uzun bir yürüyüşe çıkardı. Bit­ bulamamaktansa, pansiyonda seve seve oyalanıyor­
kin döner, yemekten hemen sonra da, kızına bir du; Arnica'dan yedi yaş büyük bir kızı vardı Madam
gülümseme ya da bir sözcüğü bile sadaka olarak Semene'in, biraz k a m b u r d u ya kibar bir kızdı; Madam
vermeden yatağına sokulurdu. Ozanlık d a m a r ı tu­ Semene, ona bir koca yakalamak umuduyla pazar
tunca flüt çalar, bıkıp u s a n m a k bilmeden hep aynı akşamları konuklar çağırır, h a t t a yılda iki kez de,
havaları yinelerdi. Geri kalan zamanlarında da bü­ danslı, şarkılı eğlenceler düzenlerdi evinde; kimi es­
yük bir dikkatle çiçek resimleri çizerdi. ki kız öğrencileri aileleriyle birlikte, minnet duygu­
Adını Reseda koydukları, mutfak ve ev işleriyle suyla; gelecekten bir şey beklemeyen kimi yoksul de­
uğraşan bir ihtiyar hizmetçi bakardı çocuğa; bildiği likanlılar da yapacakları başka bir şey olmadığından
pek az şeyi o n a da öğretmişti. Bu yüzden, Arnica on katılırlardı bu toplantılara. Arnica b ü t ü n bu toplan­
yaşma geldiği zaman, okumakta bile güçlük çekiyor­ tılarda bulundu; parıltısız bir çiçekti, ortadan sili­
du. İnsanlık saygısı Philibert'i uyardı: Arnica, on iki necek derecede sessizdi ya, gene de bir gün ilgi çe­
k a d a r küçük kızla pek küçük birkaç oğlanın kafa­ kecekti.
sına yineleme zoruyla bazı ilkel bilgiler yerleştiren On dört yaşında, babasını yitirdiği zaman, yetim
dul Madam Semene'in yanma, pansiyona verildi. kızı Madam Semene bağrına bastı. Kendisinden biraz
Arnica Peterat, ne çekinme bilirdi, ne savunma, d a h a büyük olan kızkardeşleri artık pek seyrek ola­
adının insanları güldürebileceğini o güne k a d a r hiç rak geliyorlardı onu görmeğe. Bununla birlikte, Mar­
düşünmemişti. Pansiyona girdiği gün, gülünçlüğünü guerite, iki yıl sonra kocası olacak adamla ilk kez
birdenbire anlayıverdi; alaylar dalgası ağır bir yo­ bu kısa yoklamalardan birinde karşılaşmıştı: Julius
sun gibi eğdi onu; kızardı, bozardı, ağladı; Madam Se­ de Baraglioul'du bu adam, yirmi sekiz yaşındaydı,
mene de bu yakışık almaz davranış yüzünden bir çır­ d a h a önce de söylediğimiz gibi, P a r m a dukalığının
pıda b ü t ü n sınıfı cezalandırmakla, önce hiç kötülü­ Fransa'ya geçişinden az sonra Pau dolaylarına yer­
ğü olmayan bir k a h k a h a y a kin katmak gibi bir be­ leşmiş olan büyükbabası Robert de Baraglioul'un ya­
ceriksizlik gösterdi. nında sayfiyedeydi.
Arnica, uzun, bitkin, şaşkın, kollarını iki y a n m a Marguerite'in parlak kısmeti (ama Peterat kızlar
sarkıtmış, küçük sınıfın ortasında duruyordu Madam da pek parasız değillerdi öyle), Arnica'nm kamaşmış
Semene: gözlerinde kızkardeşini kendinden d a h a da uzaklaş-
tınyordu; hiç kuşkusu yoktu, hiçbir zaman bir kont,
96
97
bir Julius kendisine yönelmeyecek, hoş kokusunu içi­ adının çirkin yazılışlarına horgörüyle bakıyordu. Her-
ne çekmeyecekti. Sonra bu cansıkıcı addan, bu Pe- neyse, metinbilime ilişkin olan bu bilgi, ancak pek
terat adından kurtulabildiği için de kıskanıyordu kız- d a r bir okuyucu sınıfını ilgilendirebilir.)
kardeşini. Marguerite adı pek hoştu. Ne de güzel Fleurissoire olmasa Blafaphas, Blafaphas olmasa
uyuyordu de Baraglioul'a! Yazıklar olsun! Arnica adı Fleurissoire ne olurdu? Kestirmek zor. Lisede, tenef­
hangi soyadıyla gülünç kaçmazdı ki? füs saatlerinde hep birarada görünürlerdi; durma­
Hiçbir zaman açılmamış, ezik gönlü gerçeklerden dan tefe konulurlar; birbirlerini avutur, birbirlerine
bıkmış, şiiri deniyordu. On altı yaşma geldiği za­ sabır verir, destek olurlardı. Blafafbires'lar derlerdi
man, solgun yüzünün iki yanında, «nedamet» diye onlara. Dostlukları her ikisine de yaşamın acımasız
adlandırılan şu düşük kâküller vardı, dalgın, mavi çölünde tek gemi, tek v a h a gibi gelirdi. Biri bir zevk
gözleri, k a r a saçlarının yanında şaşkın şaşkın bakı­ tatmayagörsün, hemen öbürüyle paylaşmak isterdi;
yorlardı. Perdesiz sesi hiç de sert değildi; şiirler okur, d a h a iyi bir deyimle söylemek gerekirse; birlikte ta-
şiir yazmaya çabalardı. Kendini yaşamdan uzak tu­ dılmaktan sonra hiçbir zevk, zevk olamazdı onlar için.
t a n her şeyi şiirsel sayıyordu. Blafafoire'lar çok çalışırlardı, a m a gene de or­
Madam Semene'in akşam toplantılarına, candan tanın altında öğrencilerdi; ufak tefek borçlar karşı­
bir dostluğun d a h a çocuklukta birbirinden ayrılmaz lığında ödevlerini düzelten, h a t t a kendi eliyle yazan
bir d u r u m a getirdiği iki delikanlı gelirdi, biri, iri Eudoxe Levichon olmasa, sınıfın sonuncusu olurlardı
olmasa da biraz eğilmiş, k u r u olduğu k a d a r zayıf hep. Bu Levichon, kentin başlıca mücevhercilerinden
olmayan, saçları sarışın olmaktan çok solgun, büyük birinin küçük oğluydu. (Bundan yirmi yıl önce, mü­
burunlu, çekingen bakışlı bir delikanlıydı.- Amede cevherci Cohen'in biricik kızıyla evlenmesinden az
Fleurissoire'dı bu. Öteki sert, kara, dik saçları kısa bir z a m a n sonra, -işlerinin iyi gitmesi üzerine, ga­
kesilmiş, bodur, şişman, tuhaf bir alışkanlıkla başını zino yakınlarına yerleşmek için, kentin yoksul ma­
sürekli olarak sol omuzunun üzerine eğip ağzını hep hallesinden ayrıldığı sırada- mücevherci Albert Levy
açık tutan, sağ elini d u r m a d a n öne uzatan bir genç­ iki k u r u m u birleştirdiği gibi, iki adı da birbirine ya­
ti; şimdi de Gaston Blafaphas'ı anlattım. Amedee'nin pıştırmayı uygun görmüştü.)
babası mermerci, mezar yaptırtma müteahhidi ve ce­ Blafaphas sağlamdı, a m a Fleurissoire çürük ya­
naze çelenkleri satıcısıydi; Gaston önemli bir ecza­ pılıydı. Erginlik çağı yaklaştıkça, Gaston'un yüzü
cının oğluydu. gölgelenip kabardı, özsu b ü t ü n bedenini kıllandıracak
(Ne k a d a r tuhaf görünürse görünsün, bu Bla- diyeceği gelirdi insanın. Bu a r a d a Amedee'nin d a h a
faphas adı, Pirene dağlarının kolları üzerinde bu­ zayıf cildi direniyor, yanıyor, sivilceleniyordu, sanki
lunan köylerde pek yaygındır; bazan oldukça farklı kıllar çıkmak için nazlanıyorlardı. Baba Blafaphas ka­
biçimlerde yazılırlar a m a hep aynı ad sözkonusu- nı arıtacak ilaçlar salık verdi, b u n d a n sonra Gas­
dur. Bu satırların yazarı bir inceleme için gittiği Sta... ton h e r pazartesi çantasında sivilcelere iyi gelecek
bucağında, yalnız burada, bir noter Blaphaphas, bir bir şurupla dolu bir küçük şişe getirip dostuna giz­
berber Blafafaz, bir de domuz kasabı Blaphaface gör­ lice veriyordu. İkisi de bol bol merhemler kullandılar.
müştü; bunlar, kendilerine sorulduğu zaman, hiçbir Amedee ilk nezlesine bu sıralarda tutuldu; Pau'
ortak kaynak tanımıyorlardı, herbiri öbür ikisinin n u n yumuşak iklimli olmasına karşın b ü t ü n kış ya-

98 99
kasını bırakmadı bu nezle, sonra da akciğer borula­
saflığı, şaşkınlığı içinde Tanrıya şükretti. Kendisine
r ı n d a üzücü bir zayıflık bıraktı. Gaston'un yeni ba­
düşüneceği k a d a r bir z a m a n bırakmalarını rica etti
kımlarına yol açtı bu durum; baba Blafaphas'm yaş­
abası yanmışlardan.
lı bir papazın verdiği reçeteye göre, kendi eliyle yap­
Doğrusunu söylemek gerekirse, ne birincisine bir
tığı ünnaplı, likenli patlar, göğüs yumuşatıcı, oka-
eğilimi vardı, ne ikincisine, bir erkeği ilgilendirebil-
liptüslü şekerler taşıyıp duruyordu dostuna. Amedee,
mekten u m u d u n u kesmişti, kendisiyle ilgileniyorlardı
kolayca nezleye tutulduğu için, atkısız dışarıya çık­
da o n u n için ilgileniyordu onlarla. Gittikçe d a h a çok
m a m a y a boyuneğmek zorunda kaldı.
arttı kararsızlığı, altı hafta boyunca, isteklilerin gös­
Amedee'nin babasının yerine geçmekten başka
terdiği saygıyla sarhoş oldu. Blafafoire'lar geceleri ge­
bir hırsı yoktu. Ama Gaston, gevşek görünmekle bir­
zerken, ilerlemelerini karşılıklı olarak hesaplıyor,
likte, yeni şeyler yapma yeteneğinden de yoksun de­
onun «ihsan ettiği» en önemsiz sözcükleri, bakışları,
ğildi; daha lise öğrencisiyken bile ufak tefek buluş­
gülümsemeleri hileye düzene sapmadan, uzun uzun
lar yapmaya çalışırdı. Doğrusunu söylemek gerekir­
anlatıyorlardı birbirlerine. Arnica da odasına çeki­
se, d a h a çok eğlendirici şeylerdi bunlar: bir sinek tu­
lince, ufak kâğıtlar üzerine, Arnica Blafaphas, Arnica
zağı, bir bilya terazisi, sırasında bir sürgü. Yüreği
Fleurissoire diye yazıyor, sonra «Arnica Blafaphas
gibi bunların da gizli kapaklı bir yanı yoktu. Mes­
mı?.. Arnica Fleurissoire mı?» diye yorulmamacası-
leğinin ilk denemeleri ne k a d a r basit olurlarsa, ol­
na yineleyip duruyor, bu iki adın dehşeti ortasında
sunlar, ileride onu d a h a önemli araştırmalara yönel­
bir türlü k a r a r veremiyor, sonra bu kâğıtları mu­
teceklerdi; b u n u n ilk sonucu, «göğsü zayıf tiryakiler
m u n alevinde dikkatle yakıyordu.
ve başkaları için d u m a n çekici pipo» oldu, bu pipo
Sonra birdenbire, bir oyun gününde, Fleurissoire'ı
eczacının vitrinlerinde uzun z a m a n boy gösterdi.
seçiverdi; Amedee az önce, adının sondan bir önceki
Amedee Fleurissoire'la Gaston Blafaphas, Arni- hecesinin üzerine basa basa -kendisine italyanımsı
ca'ya birlikte vuruldular; kaçınılmaz bir şeydi bu. gelen bir tarzda- Arnica dememiş miydi? (düşünme­
îşin hayranlık verici yanı, birbirlerine hemen açtık­ den yapmıştı bunu, bir de o sırada havaya uyum
ları bu aşkın, onları ayırmak şöyle dursun, dikişle­ k a t a n Madam Semene'in piyanosunun etkisiyle böyle
rini pekiştirmesiydi. Arnica da ilk z a m a n l a r d a ne söylemişti kuşkusuz.) Bu Arnica adı, kendi öz adı,
berikini kıskandıracak bir şey yaptı, ne ötekini. Hem şiir, aşk belirten, beklenmedik bir müzikle doluymuş
d a h a hiçbiri aşkını açmış değildi; Arnica'ysa, M a d a m gibi gelmişti ona... Salonun yanındaki küçük konuş­
Semene'in pazar toplantılarında onlara şurup, mine ma odasında yapayalnızdılar, birbirlerine öylesine ya­
çiçeği, papatya çiçeği suyu ikram ederken seslerinin kındılar ki, birdenbire gevşeyiveren Arnica minnetle
titreyişini farketse bile, âşık olabileceklerini hiçbir ağırlaşan başını eğince, alnı Amedee'nin omuzuna
z a m a n aklına getiremezdi. Akşam dönünce, ikisi de dokundu, o da büyük bir ciddilikle elini t u t t u Arnica'
o n u n erdemini, inceliğini övüyor, yüzü solgun oldu­ nm, parmaklarının u c u n d a n öpüverdi.
ğu için kaygılanıyor, umutlanıyorlardı.
Amedee dönüşte dostuna mutluluğunu söyleyin­
ikisi de aşklarını aynı akşam, birlikte açmak, son­
ce, Gaston, alışkanlığının tersine, hiçbir şey söyleme­
ra onun k a r a r m a boyuneğmek düşüncesinde uyuştu­
di, bir fenerin önünden geçtikleri sırada, dostu ağ-
lar. Arnica aşkla yeni karşılaşıyordu daha, yüreğinin
lıyormuş gibi geldi Fleurissoire'a. Amedee ne ka-

100
101
d a r bön olursa olsun, mutluluğunu dostunun bu son drahomasından alınıyordu bu para, on yıl içinde
noktaya k a d a r paylaşabileceğini düşünebilir miydi? ödenecek, toptan yüzde dört buçuk faiz getirecekti.
İyice bozuldu, utandı, Blafaphas'ı kollarına aldı (so­ Arnica'nın hiç beklemediği birşeydi bu, Amedee'nin
kak ıssızdı), ona yemin etti, ne k a d a r büyük olursa servetciğini, girişilen işin uğrayabileceği tehlikeler­
olsundu aşkı, dostluğu çok d a h a üstündü, evliliği de den koruyordu. Buna karşılık, Blafafoire'lar, kendi
azaltamayacaktı bu dostluğu, sonra Blafaphas'm her­ bağıntılarının desteğini sağlıyor, yani, Roma karto­
hangi bir kıskançlık acısını çektiğini duymaktansa, n u n u n etkinliğini göstermesi koşuluyla, birçok kilise
evlilik h a k l a r ı n d a n hiçbir zaman yararlanamayacağı­ adamının yardımını kazanmış oluyorlardı; bu adam­
na söz vermeye hazırdı, hem de mutluluğu üstüne. lar (bazı önemli siparişlerden başka), gittikçe geli­
şen sanat eğitimi, ataların k a b a inancının şimdiye
Blafaphas da, Fleurissoire da ateşli insanlar de­
k a d a r yetindiği yapıtlardan d a h a ince, d a h a güzel
ğildiler; bununla birlikte erkeklik duygularıyla ka­
yapıtlar istediğinden, dindarların büyüyen gereksi­
fası d a h a çok karışan Gaston sustu, Amedee'nin söz
nimlerini karşılamak için, birçok küçük kilise böl­
vermesine ses çıkarmadı.
gelerini F.B.L. k u r u m u n a başvurmaları gerektiğine
Avunabilmek için kendini çalışmaya veren Gas­
inandırdılar. Değeri kilisece kabul edilmiş bazı sa­
ton, Amedee'nin evlenişinden az bir zaman sonra
natçılar da, Roma kartonu işinde rol alarak yapıtla­
Plastik Karton'u buldu. Önceleri hiçbir şeye benze­
rının Salon jürisince kabul edilmesini sağladılar. Le­
meyen bu buluş, önce, Levichon'un Blafophoire'lara
vichon, Blafafoire'ları Pau'da bırakarak Paris'e yer­
karşı azalan dostluğunu yeniden canlandırmak gibi
leşti. Burada, onun becerikliliğiyle, k u r u m kısa za­
bir sonuç verdi. Eudoxe Levichon, dinsel heykeltraş-
m a n d a büyük gelişmeler göstermişti.
lığm b u n d a n çok yararlanabileceğini hemen seziver-
di, dikkate değer bir sezgiyle Roma Kartonu1 diye Kontes Valentine de Saint-Prix için, Arnica ara­
adlandırdı dostunun buluşunu. Böylece Blafaphas, cılığıyla Blafaphas ve Ortakları K u r u m u n u papayı
Fleurissoire ve Levichon k u r u m u kurulmuş oldu. k u r t a r m a davasıyla ilgilendirmeye çalışmasından,
Altmış bin frankla girişiliyordu işe, Blafafoire'lar- kendi verdiği p a r a n ı n bir bölümünü k u r t a r m a k için
sa, on bin frank gibi önemsiz bir parayla katılıyor­ Fleurissoire'ların büyük dindarlığına b a ş v u r m a k t a n
lardı. İki dostunun borca girmesine Levichon'un gön­ d a h a doğal bir şey olabilir miydi? Ne yazık ki, Bla­
lü razı olmadığından, geri kalan elli bini cömertçe fafoire'lar işin başında ufak bir p a r a yatırdıkları
kendisi sağlıyordu. Şu da var ki, bu elli bin frankın için, kazançları da azdı; gösterilen kazançlardan on
kırk binini Fleurissoire ödünç vermişti, Arnica'nın ikide ikisi geçiyordu ellerine, ötekilerden hiç. Amedee
gibi Arnica da p a r a konusunu hiç ağzma almadığı
için, kontes b u n u bilmiyordu.
(1) Katalog, «Gizini Blafaphas, Fleurissoire ve Levichon Ku­
rumunun sakladığı Plastik Roma Kartonu oldukça yeni bir
buluştur, apayrı bir yapılışı vardır, mukavva hamurunun III
ve bunun gibi şeylerin yerini tutar, ama onlardan daha el­
verişlidir. Onun kullanılması kusurları kaldırır» diye haber
veriyordu. (Arkadan değişik ömekçelerin betimlemeleri geli­ «Sayın Madam! Ne oldu? Mektubunuz beni çok
yordu.) korkuttu.»

102 103
Kontes, Arnica'nm kendisine doğru ittiği koltu­ yöneltiyordu kontesi, cesaretinin eridiğini duyuyordu.
ğa çöktü. Ama belki de sahte yoksullardı bunlar, pinti kim­
«Ah! Madam Fleurissoire... bakın, bırakın da selerdi...
dostum diyeyim size... Sizi de yaralayan bu acı, bizi Arnica bir tepsinin üstüne bir çaydanlık, bir fin­
birbirimize yaklaştırıyor. Ah! Bir bilseniz!..» can ve şeker koymuş, geliyordu.
«Söyleyin! Söyleyin! Daha fazla bekletmeyin be­ «Çok yoruyorum sizi.»
ni.» «Yo, rica ederim!.. Yalnız önce olsun d a h a iyi;
«Ama öğrendiğim, size de söyleyeceğim şey, ara­ sonra gücüm kalmaz çünkü.»
mızda bir giz olarak kalmalı.» Arnica oturduktan sonra, kontes:
Arnica'ya kimsecikler bir giz vermemişti o za­ «Pekâlâ», diye başladı, «işte: Papa...»
m a n a kadar, acı acı: «Hayır! Söylemeyin bana! Söylemeyin!» dedi he­
«Hiçbir zaman, hiç kimsenin gizini kimseye ver­ men Madam Fleurissoire, elini ileriye uzattı; sonra za­
medim», dedi. yıf bir çığlık k o p a r a r a k geriye devrildi, gözleri ka­
«İnanmayacaksınız sözlerime.» palı.
«Yok canım! Yok», diye inliyordu Arnica. Kontes usul usul bileğine vuruyordu:
«Ah!» diye inliyordu kontes. «Bakın, bir fincan «Zavallı dostum! diyordu. Sevgili dostum. Bu gi­
bir şey hazırlamak iyiliğini gösterir misiniz bana, zi taşıyamayacağınızı iyi biliyordum.»
ne olursa olsun... Seziyorum, elden ayaktan çıkmak Arnica en sonunda gözlerini açtı.
üzereyim.» «Öldü mü?» diye mırıldandı.
«Mine çiçeği suyu mu istersiniz? I h l a m u r m u ? Valentine ona doğru eğildi o zaman:
Papatya suyu mu?» «Hapsedildi», diye fısıldadı kulağına.
«Ne olursa olsun... Çay d a h a iyi... Önce inana- Şaşkınlık Madam Fleurissoire'ı kendine getirdi;
mıyordum.» Valentine de uzun öyküsüne başladı, tarihlerde aksı­
«Mutfakta k a y n a r su var. Bir iki dakikalık iş.» yor, olay sıralarını karıştırıyordu; ama, iş ortadaydı,
Arnica içerde uğraşırken, kontesin meraklı gözü kesindi, tartışma götürmezdi: Kutsal-Babamız iman­
salonu inceliyordu. Cesaret kırıcı bir alçakgönüllü­ sızların eline düşmüştü; kendisini k u r t a r m a k için,
lük havası esiyordu burada. Yeşil repsden iskemle­ gizliden gizliye bir haçlı seferi hazırlanıyordu; b u n u
ler, kızıl kadifeden bir koltuk, kaplaması bayağı bir sonuçlandırmak için de h e r şeyden önce bol p a r a
koltuk daha, kendi oturduğu koltuk; bir masa, bir gerekiyordu.
akaju konsol; ocağın önünde yün saçaklarından bir Arnica dehşet içindeydi.
hah; şöminenin üzerinde, küre biçimi cam mahfaza «Amedee ne diyecek?» diye inliyordu.
altında kaymaktaşmdan bir saatin iki yanında, kay- Dostu Blafaphas'la birlikte gezintiye çıkmıştı
maktaşmdan, oymalı iki vazo, onlar da cam mah­ Amedee, ancak akşama dönecekti...
faza altında; masanın üstünde, aile fotoğraflarından Valentine, Arnica'yla vedalaşırken birçok kez:
oluşan bir albüm; konsolun üstünde, mağarası içinde «Aman, ona söyleyin de gizi iyi saklasın», diye
Notre-Dame de Lourdes'un bir resmi, küçültülmüş yineliyordu. «Öpüşelim, sevgili dostum: cesaret!» Ar­
bir örnek, Roma k a r t o n u n d a n - her şey vazgeçmeye nica şaşkınlık içindeydi, ıslak alnını kontese uzatı-

104 105
yordu. «Yarın gene uğrayacağım, ne yapmayı dü­ alabildiğine coşturuyordu, en sonunda, Amedee sar­
şündüğünüzü öğrenmek için. Mösyö Fleurissoire'la sılıp da gitmekten sözetmeye başlayınca, onu başında
konuşup görüşün; a m a düşünün ki, kilise tehlikede!.. tulgayla, zırhlar içinde, at üstünde gördü... Amedee
Şunda da anlaştık: yalnız kocanıza söyleyeceksiniz! odanın içinde geniş adımlarla dolaşıyordu şimdi.
Söz veriyorsunuz bana: başkalarına tek sözcük söy­ «Bir kez, para, o bizde yok», diyordu... «Hem
lenmeyecek öyle değil mi? Tek sözcük bile!» ben p a r a yardımıyla yetinebilir miyim sanıyorsun!
Kontes de Saint-Prix, baygınlığa pek yaklaşan Birkaç banknotu gözden çıkardım diye yan gelip
bir bitkinlik içinde bırakmıştı Arnica'yı. Amedee ge­ yatabilir miyim sanıyorsun?.. Sevgili dost, b a n a söy­
zintiden döner dönmez söyledi söyleyeceğini: lediklerinin aslı varsa, korkunç bir şey bu, bu du­
«Dostum, çok acı bir şey öğrendim,» dedi. «Zavallı r u m d a yan gelip yatılmaz. Korkunç, anlıyor musun?»
Kutsal-Babamızı hapsetmişler.» «Evet, iyice seziyorum... Ama biraz açıkla bana...
Amedee «Hadi canım sen de!» dercesine: niçin?»
«Olamaz!» dedi. «Ah, şimdi bir de açıklamaya girişeceksek...» Ve
Arnica hıçkırmaya başladı o zaman:
Amedee, şakaklarında terler, umutsuz kollarını ha­
«Biliyordum,» dedi, «bana inanmayacağını bili­
vaya kaldırıyordu.
yordum.»
«Hayır, hayır!» diyordu sonra; «vermemiz gere­
«Ama dur bakalım, sevgilim, d u r bakalım...» di­
k e n p a r a değil bu durumda; kendi kendimiz. Bla-
yordu Amedee, bir yandan da havanın birdenbire
değişmesinden korkarak sırtına geçirmeden dışarı faphas'a danışacağım; bakalım, ne diyecek.»
çıkmadığı pardesüsünü çıkarıyordu. «Akim alıyor mu Arnica çekine çekine:
bu işi senin? Kutsal-Babamıza dokunsalardı herkes «Valentine de Saint-Prix, kimseye söylememem
bilirdi. Gazeteler yazardı. Hem de kim hapsedebilir için söz aldı benden», dedi.
ki onu?» «Blafaphas herhangi bir kimse değildir; hem de
«Valentine "Loca" diyor.» b u n u yalnız kendisine saklamasını sıkı sıkı tenbih
Amedee 'delirmiş', diye düşünerek baktı Arni- ederiz.»
ca'ya. Gene de: «Gidersin de nasıl belli etmezsin gittiğini?»
«Loca mı!..» dedi. «Hangi Loca?» «Gittiğim bilinecek ya, nereye gittiğim bilinme­
«Ben nerden bileyim istiyorsun? Valentine söy­ yecek.» Sonra ona dönüyor, acıklı bir sesle yalvarı-
lememeye söz vermiş.» yordu: «Arnica, sevgilim... bırak gideyim.»
«Kim anlatmış ona bütün bunları?» Arnica hıçkırıyordu. Şimdi de o istiyordu Bla­
«Söylememi yasak etti... Bir kardinal tarafından, faphas'in yardımını: Amedee dostunu getirmeye gi­
onun kartıyla gelen bir papaz...» decekti, a m a dostu tam bu sırada, kendiliğinden gel­
Arnica toplum işlerinden hiçbir şey anlamazdı, di, h e r zamanki gibi, önce salonun camına vurdu.
Madam de Saint-Prix'nin anlattıklarını çok bulanık İşi öğrenir öğrenmez:
bir biçimde aktarıyordu ancak. Tutsaklık, hapis söz­ «Yaşamımda duyduğum olayların en garibi», de­
cükleri, karanlık, yarı romantik görüntüler uyandırı­ di. «Hayır! Ama aslma bakarsan, kim u m a r d ı böyle
yordu gözlerinin önünde; haçlı seferi sözcüğü onu bir şeyi?» Sonra birden, d a h a Fleurissoire'm niyetle­
rinden hiçbirini öğrenmeden: «Dostum, dedi, yapa-
106 107
cağımız bir tek şey var: gitmek.» «Tarifeye sen bakacaksın, sana güveniyorum.
«Görüyorsun ya, dedi Amödee, ilk d ü ş ü n d ü ğ ü bu.» Marsilya'ya ne zaman iyi bir tren olduğunu söyler­
Dostunun ikinci düşüncesi: sin bana; üçüncü mevkide. Evet, evet, üçüncü mev­
«Ne yazık ki ben, zavallı babamın sağlık duru­ kide gideceğim, k a r a r ı m karar. Kısacası, sen ayrın­
mu yüzünden kalmak zorundayım», oldu. tılı bir tarife hazırla bana, a k t a r m a yapacağım yer­
•Aslını ararsan, yalnız olmam d a h a iyi», dedi leri yaz, büfeleri de, sınıra kadar; ondan sonra alı­
Amödee. «İkimiz birden gidersek, göz,e batarız.» şırım, kalkarım bu işin altından, Tanrı da Roma'ya
«Ama ne yapacağını biliyor musun?» k a d a r yol gösterir bana. Bana yazarsınız, post res-
Amedee bedenini yukarı çekip kaşlarını kaldırı­ tant.»
yor, sanki: «Elimden geleni yapacağım, d a h a ne isti­ Görevinin önemi beynini alevlendiriyordu. Gas­
yorsun?» demek istiyordu. Blafaphas konuşmasını ton gittikten sonra da hep odayı adımlıyor, mırılda­
sürdürüyordu: nıyordu:
«Kime başvuracağını biliyor musun? Nereye gi­ «Bu iş b a n a ayrılacaktı, öyle mi!» Duygulu bir
deceksin?.. Ne yapacaksın orada?» hayranlık ve minnetle doluydu; en sonunda yaşama
«Önce olanı biteni öğreneceğim.» nedenini bulmuştu demek. Allah rızası için, hanıme­
«Öyle ya, b ü t ü n b u n l a r doğru değilse?» fendi, Allah rızası için, onu tutmayın! Yeryüzünde
«İyi ya, kuşku içinde kalamam.» yapacağı işi bulmasını bilen insanlar öyle az ki.
Gaston hemen atılıyordu: Arnica'nm elde edebildiği tek şey, o geceyi de
«Ben de.» yanında geçirmesi oldu, h e m Gaston, o gece getir­
«Dostum, biraz d a h a düşün», diyecek oluyordu diği tarifede, en elverişli trenin sabah sekiz treni
Arnica. olduğunu belirtmişti.
«Her şey düşünüldü: gizlice gidiyorum, a m a gi­
diyorum.»
«Ne zaman? Hiçbir şeyin hazır değil.» O sabah bardaktan boşanırcasma yağmur ya­
«Hemen bu akşam. Neyim eksik?» ğıyordu. Am6dee, Arnica'nm da, Gaston'un da ken­
«Ama hiç yolculuk etmedin sen. Beceremeyecek­ disiyle birlikte gara gelmesine razı olmadı. Sağ elin­
sin.» de kartvizitinin çivilenmiş olduğu kül rengi bir bez
Amedee hırtlağusunu oynatan, hafif, sevimli bir valiz, sol elinde bir eski şemsiye, kolunun üstünde
takılmayla: yeşil ve boz damalı bir şal tutan, yakası kızıl bir at­
«Göreceksin, canım, göreceksin. Size serüvenle­ kıyla gizlenmiş, karagöz balığı gözlü tuhaf yolcuya
rimi anlatacağım», diyordu. kimsecikler veda bakışıyla bakamadı, - tren onu alıp
«Nezle olacaksm, bu kesin.» Marsilya'ya doğru götürdü.
«Atkımı sararım.»
Yürürken duruyor, bir bebeği gülümsetmek is­
ter gibi, işaret parmağının ucuyla Arnica'nm çene­ IV
sini yukarıya kaldırıyordu. Gaston, ihtiyatlı tutumu­
Bu sıralarda, önemli bir toplumbilim kongresi,
nu sürdürüyordu. Amedâe ona yaklaştı:
kont Julius de Baraglioul'u Roma'ya çağırıyordu. Bel-
108 109
ki de özel olarak çağrılmamıştı (çünkü toplumsal «Anthime de öyle yaptı.»
konularda bilgiden çok kanıları vardı), a m a bu fır­ «Ne demiş?»
sattan y a r a r l a n a r a k bazı ünlü ustalarla bağıntı ku­ «Çok iyi bir adam; coşkuyla imana çağırdı beni.»
racağına seviniyordu. Milano -bildiğimiz gibi, peder «Peki, buraya geleli beri kimselere başvurmadı­
Anselme'in öğütleri üzerine, Armand-Dubois'lar gelip nız mı?»
buraya yerleşmişlerdi-, yolunun üstünde bulunduğu «Az kaldı kardinal Pazzi'yle görüşüyordum, ba­
için, b u n d a n y a r a r l a n a r a k bacanağını da görecekti. na ilgi göstermişti, ben de ona yakınlarda mektup
Fleurissoire'm Pau'dan ayrıldığı gün, Julius, Ant- yazmıştım; Milano'ya uğradı a m a uşağı aracılığıy­
hime'in kapısını çalıyordu. la...»
Yoksul bir daireye aldılar kendisini. Veronique'in Veronique sözünü kesti:
yemeklerinde h e r zaman bulunan birkaç sebzeyi «Bir damla nöbeti yüzünden odasında kalmak
kendi eliyle hazırladığı karanlık mutfak da odadan zorunda olduğunu bildirdi,» dedi.
sayılırsa, üç odalı bir daireydi. Çirkin bir maden ref­ «Ama çok çirkin birşey bu! Rampolla'ya bildir­
lektör, bir küçük avlunun d a r ışığını solgun solgun meli», diye haykırdı Julius.
içeriye yolluyordu. Julius, y u m u r t a biçimi masayı «Ama neyi bildirmeli sevgili dost? Yalan değil,
kaplayan, temizliği kuşkulu muşambanın üzerine biraz yoksulum, a m a d a h a fazlasını ne yapacağım.
koymaktansa, şapkasını elinde tutmayı d a h a uygun Bolluk günlerinde aldamyordum; günahkârdım; has­
buldu, pamuklu kadifeden tiksindiği için, ayakta kal­ taydım. Şimdi artık iyileştim. Eskiden b a n a acımak­
dı, Anthime'in koluna sarıldı. ta haklıydınız. Ne olursa olsun, biliyorsunuz: sahte
«Zavallı dostum, b u r a d a kalamazsınız!» diye hay­ zenginlikler insanı Tanrı'dan uzaklaştırır.»
kırdı. «Ama bu sahte zenginlikler ne de olsa sizin hak­
«Nesini beğenmediniz?» dedi Anthime. kınız. Kilisenin sizde bunları küçümsemesini anla­
Sesleri duyunca, Veronique de koşup gelmişti. rım, a m a sizi bunlardan yoksun bırakmasına hiç
«Görüyorsunuz, sevgili Julius,» dedi, «haksızlıkla­ aklım yatmaz.»
ra, güvenin kötüye kullanılmasına kurban gittik. Ama, «Ağzınızı öpeyim,» dedi Veronique. «Sizi dinledik­
inanır mısınız, bizimki bunlar karşısında söyleyecek çe ferahlıyorum, Julius. Onun boyuneğmeleri beni
başka bir şey bulamıyor!» deli ediyor; ne yapılsa boşuna, bir türlü savunmak
«Kim istedi Milano'ya gelmenizi?» istemiyor kendini, yutmak, hem de Tanrı adına yut­
«Peder Anselme; hem nasıl olsa in Lucina'daki mak isteyen herkese teşekkür ederek bir yavru kaz
dairede kalamazdık.» gibi yoldurttu kendini.»
«Oraya gereksinimimiz yoktu ki!» dedi Anthime. «Veronique, böyle konuşman gücüme gidiyor;
«Sorun bu değil. Peder Anselme zararınızın kar­ Tanrı adına yapılan h e r şey iyidir.»
şılanacağına söz veriyordu. Yoksulluğunuzu gördü «Aptallıktan hoşlanıyorsanız, öyledir.»
mü?» «Aptallığın içinde Job var 1 , dostum.»
Veronique:
«Bilmezlikten geliyor», dedi. (1) Jobard: aptal karşılığı; Job: İncil'de adı geçen, büyük bir
«Tarbes piskoposuna başvurmanız gerekir.» zenginlikten yoksulluğa düşen ve buna katlanmasını bilen ki­
şi. (Çeviren).
110 111
«Kör etmek mi dediniz? Siz misiniz böyle ko­
«Duydunuz mu? Her g ü n böyle işte; yobaz na­
n u ş a n ? N u r a kavuşturdu, kardeşim, n u r a kavuşturdu
karatlarından başka bir şey çıkmaz oldu ağzın­
beni.»
dan; ben alış-verişi yapıp mutfak ve ev işleriyle uğ­
«Ben olumlu şeylerden sözediyorum. İçine terk-
raşıp da yoruldum muydu, beyefendi İncil'inden söz­
edildiğiniz d u r u m kabul edilir şey değil. Kilise size
ler anıyor bana, birçok şeyler için boşuna çırpındı­
karşı sorumluluklar yüklendi, bunları yerine getir­
ğımı söylüyor, tarlalardaki zambaklara bakmamı
mesi gerekir; hem kendi onuru, h e m de bizim ima­
öğütlüyor.»
nımız için». Sonra Veronique'e döndü: «Hiçbir şey
Anthime, meleklere yaraşır bir sesle:
elde edemedinizse d a h a yukarıya başvurun, h e r za­
«Elimden geldiği k a d a r yardım ediyorum sana,
m a n d a h a yukarıya. Ne diye Rampolla'dan sözedi-
dostum,» dedi; «artık sağlam olduğuma göre, p a z a r a
yordum? Ben papanın ta kendisine bir dilekçe götür­
kendim gitmeyi, ya da senin yerine ev işlerine bak­
mek istiyorum şimdi; p a p a d a bilmiyor değil dine dö­
mayı kaç kez önerdim.»
nüşünüzü. Adaletin nasıl çiğnendiğini öğrenmesi ge­
«Pantolonlulara göre değil bu işler. Cansıkıcı rekir. Hemen yarın Roma'ya gidiyorum.»
ahlâk söylevleri yazmakla yetin sen, a m a uğraş da Veronique çekine çekine:
biraz d a h a fazla p a r a versinler.» Sonra gittikçe da­
«Akşam yemeğine kalırsınız herhalde?» dedi.
ha öfkeli bir sesle C eskiden hep güleryüzlüydü): «La
«Kusura bakmayın; midem pek sağlam değil de
Depeche'de çıkan dinsiz yazılarından kazandıkları
(tırnakları pek bakımlı olan Julius, Anthime'in iri,
düşünülürse, utandırıcı birşey bu. Gene de ne yapıp
kısa, uçları köşeli parmaklarını görmüştü). Roma'dan
yapıyor Le Pelerin'in vâızlarma verdiği birkaç ku­
döndüğüm zaman d a h a çok görüşürüz. Hazırlamak­
r u ş u n dörtte ü ç ü n ü yoksullara bırakmanın bir yo­
ta olduğum yeni kitaptan konuşuruz, sevgili Anthi­
lunu buluyor.»
me.»
Julius şaşkınlık içindeydi:
«Geçenlerde Dorukların Havası'nı yeniden oku­
«Ermiş olup çıktı desene!..» diye haykırdı.
dum, önce pek o k a d a r beğenmemiştim ya, bu kez
«Ama öyle kızıyorum ki onun bu ermişliğine!..
beğendim.»
Bakın, bakm, nedir bu, bilir misiniz?» -Odanın ka­
«Sizin için kötü bir not! Başarısız bir kitap o;
ranlık bir köşesine, bir piliç kafesini alıp getirmeye
içimdeki garip kuşkuları dinleyip değerlendirecek du­
gidiyordu, «Bunlar bizim sayın bilginin bir zamanlar
r u m a geldiğiniz zaman, nedenini açıklayacağım size.
gözlerini oyduğu iki fare.»
Söyleyecek çok şeyim var. Şimdilik bu kadar.»
«Of, Veronique, gene niçin dönüyorsunuz o ko­
nuya? Benim onlar üzerinde deney yaptığım sıralar­ Armand-Dubois'lara iyi u m u t l a r diledi, sonra on­
da da siz besliyordunuz; ben de buna kızıyordum o l a r d a n ayrıldı.
zaman... Evet, Julius, canilik günlerimde, boş bir
bilim merakıyla kör etmiştim bu hayvancıkları, şim­
di değiştim; bundan d a h a doğal bir şey olabilir mi?»
«Kilise de sizi aynı biçimde kör ettikten sonra,
sizin için, sizin farelere yaptığınızı yapmayı böyle
doğal bulsun isterdim.»
113
112
gecenin yanında bunların ne önemi vardı? Sonra bi­
ri havayı yenilemek ister de pencereyi açmaya kal­
karsa, nezleyi kaptığının resmiydi... Bunun için, ilk
geceyi Marsilya'da geçirecekti, ikinci bir geceyi de
DÖRDÜNCÜ KİTAP Cenova'da, gar yakınlarında kolayca bulunan, hiç de
tantanalı olmayan r a h a t otellerden birinde; Roma'ya
KIRKAYAK ondan sonraki akşam varacaktı.
Şimdilik bu yolculuk da, bu yolculuğu yalnız yap­
«Ve ben ancak inleyerek arayanları m a k da hoşuna gidiyordu; kırk yedi yaşma gelmiş­
beğenirim.» ti, h â l â başkalarının kanadı altında yaşıyordu, ne­
PASCAL reye gitse karısı, ya da dostu Blafaphas k a n a t ge­
rerdi üzerine. Vagonun bir köşesine çekilmiş, bir
keçi görünüşü içinde gülümsüyor, dişlerinin ucuyla
I tehlikesiz bir serüven diliyordu. Marsilya'ya kadar
her şey yolunda gitti.
Amedee Fleurissoire, cebinde beş yüz frankla ay­ İkinci gün, yanlış yola saptı. Yeni aldığı Orta
rılmıştı Pau'dan, bu p a r a da, Loca'nın fesatları yü­ İtalya Baedeker'mi okumaya daldığından, treni şa­
zünden değişik masraflar çıksa bile, hiç kuşkusuz şırdı, Lyon'a doğru aktı dosdoğru, b u n u ta Arles'da,
yolculuğuna yeterdi. Sonra p a r a yetmezse, d a h a faz­ trenin yeniden yola çıktığı a n d a farketti, Tarascon'a
la kalmak zorunda olduğunu görürse, kendisi için bir k a d a r gitmek zorunda kaldı; aynı yolu yeniden tep­
miktar p a r a ayırmış bulunan Blafaphas'a başvura­ mek gerekiyordu; bir akşam trenine bindi, bu tren
caktı. de Toulon'a k a d a r götürdü onu, t a h t a k u r u l a n n d a n
Nereye gittiğini Pau'dan hiç kimsenin bilmemesi rahatsız olduğu Marsilya'da bir gece d a h a yatmak-
gerektiği için Marsilya'ya k a d a r bilet almıştı. Mar­ tansa b u r d a kalacaktı.
silya'dan Roma'ya üçüncü mevki bilet topu topu otuz T a h t a k u r u l a n n d a n anası ağlamıştı, a m a odanın
sekiz frank kırk santim tutuyor, yolculuk sırasında görünüşü fena değildi. Canebiere'e bakıyordu; yatak
konaklamak serbestliğini de bırakıyordu; o da bu da fena değildi canım! Giysilerini katladıktan, he­
serbestlikten, hiçbir z a m a n güçlü bir biçimde duy­ saplarını yapıp dualarını ettikten sonra güvenle gir­
madığı yabancı yerler görme merakını değil de bazı mişti içine. Uykusuzluktan devriliyordu, hemen uyu­
bazı olağanüstü bir baskı yapan uyku gereksinimini muştu.
susturmak için yararlanmayı düşünüyordu. Diyece­
ğim, her şeyden çok uykusuzluktan korkuyordu; Ro­
ma'ya sapasağlam girmesi, Kilise için önem taşıdı­
T a h t a k u r u l a r m m kendilerine özgü töreleri var­
ğından, iki gün gecikmeye de, otel masraflarına da
dır; m u m u n üflenmesini bekler, karanlık başlar baş­
aldırmayacaktı... Vagonda bir gecenin, hiç kuşku­
lamaz ileri atılırlar. Gelişigüzel yönelmez onlar öy­
suz uykusuz geçecek, üstelik de öbür yolcuların çı­
le; dosdoğru boyuna giderler, çok severler insan boy­
karacağı gazlar yüzünden sağlığa zararlı olacak bir
n u n u ; bazan da bileklere giderler; kimileri de topu-

114
115
ğu sever ya böyleleri enderdir. Uyuyanın derisi al­ kıvrımı açtı, beş tane daha yakaladı, tiksintiden tır­
tına, keskinliği en ufak bir ovmada b ü s b ü t ü n azıtı- nağıyla ezmeyi göze alamadığı için lâzımlığa atıp,
veren, yakıcı, kaşındıncı bir yağ akıtmaları neden­ üzerlerine işedi. Mutlu, acımasız, çabalayışlarını sey­
dir, bilinmez... retti bir zaman, biraz rahatlık duydu. Gene yattı;
Fleurissoire'ı uyandıran kaşıntı öylesine şiddet­ m u m u üfledi.
liydi ki, m u m u n u yeniden yaktı, alt çenesinin altın­ Kaşıntılar nerdeyse hemen a r t m a y a başladı; ye­
daki, belirsiz, ak, ufak noktalarla beneklenmiş bir nileri, şimdi de ensesinde. Öfkeyle yaktı mumu, kalk­
kırmızılığı gözden geçirmek için aynaya koştu; a m a tı, bu kez yakasını r a h a t r a h a t incelemek için göm­
m u m iyi aydınlatmıyordu, aynanın sırı kirliydi, uy­ leğini çıkardı. En sonunda, dikişin dibinde, farkedil-
ku bakışını sislendirmiş ti... Gene yattı yatağına, dur­ mez derecede ufak, açık kırmızı noktaların koşuş­
m a d a n kaşınıyordu; ışığı yeniden söndürdü; kaşıntısı tuğunu gördü, kumaşın üzerinde ezdi, birer k a n le­
dayanılmaz bir d u r u m a geldiği için, beş dakika son­ kesi bıraktılar; pis hayvanlar, öylesine ufak! Bun­
ra gene yaktı; tuvalete koştu, mendilini ibrikte ıs­ ların şimdiden tahtakurusu olabileceklerine güç ina­
lattı, y a n a n yerin üzerine bastırdı; gittikçe genişle­ nıyordu,- a m a az sonra, yastığı bir d a h a kaldırınca,
mişti bu bölüm, şimdi ta köprücük kemiğine varı­ bir kocamanını çıkardı ortaya: anaları olmalıydı; bu­
yordu. Amedee hastalanmak üzere olduğunu sandı, n u n üzerine cesareti arttı, kızdı, eğlendi nerdeyse;
d u a etti; sonra gene söndürdü mumu. Baskının se­ yastığı kaldırdı, çarşafları dağıttı, yoluyla, yöntemiy­
rinliğinin sağladığı hafifleme, yenibaştan uyumasına le araştırmaya başladı. Her yerde tahtakuruları gör­
elvermeyecek k a d a r kısa sürdü; şimdi yanıp kaşın­ d ü ğ ü n ü sanıyordu şimdi; a m a topu topu dört tahta­
manın şiddetine bir de ıslanmış yakanın verdiği ra­ kurusu yakalayabildi; gene yattı, bir saat r a h a t etti
hatsızlık ekleniyordu; gözyaşlarıyla da ıslatıyordu şöyle.
onu. Birdenbire, dehşetle yerinden sıçradı: tahtaku­ Sonra gene başladı yanmalar. Bir kez d a h a çık­
ruları, evet, t a h t a k u r u l a n y d ı bunlar!.. Bunu d a h a tı ava; en sonunda bitkin düştü, kendi hallerine bı­
önce düşünemeyişine şaştı; a m a yalnız adından ta­ raktı tahtakurularuıi; dokunmadı mıydı yanıp ka­
nıyordu böceği, nasıl olurdu da belli bir ısırmanın şınmanın oldukça çabuk hafiflediğini anladı. Şafak­
etkisini bu belirsiz yanmaya benzetirdi? Yataktan ta sonuncular da doydular, onu bıraktılar. Derin bir
dışarı fırladı; üçüncü bir kez d a h a yaktı m u m u n u . uykuyla uyuyordu ki, garson geldi, trenine yetişmesi
Kuramlara dalıyordu, sinirliydi, o da birçok kim­ için uyandırdı.
seler gibi, tahtakuruları hakkında yanlış şeyler dü­
şünüyordu; tiksintiden donmuştu, önce kendi üze­
rinde aradı onları; izlerini bile göremedi; yanıldığını Toulon'da da pireler çıktı.
düşündü, gene hastalandığını düşünmeye başladı. Hiç kuşkusuz vagonda toplamıştı bunları. Bütün
Çarşafların üzerinde de birşeycikler yoktu; gene de, gece kaşındı, döndü durdu uyumak için. Bacakların­
y a t m a d a n önce, yastığını kaldırmak geldi aklına. O da koştuklarını, böğürlerini gıdıkladıklarını, ateşini
zaman üç ufak, k a r a m t ı r a k yuvarlak gördü; bir çar­ arttırdıklarını duyuyordu. Derisi nazik olduğundan,
şaf kıvrımına sokuldular çabucak. Onlardı! pireler ısırdıkça taşkın sivilceler beliriyor, o da zevk­
M u m u n u yatağın üstüne koyup sıkıştırdı onları, ten kaşmırcasma kaşınarak alevlendiriyordu bunla-

116 117
rı. M u m u n u birçok kez yeniden yaktı; kalkıyor, göm­ önemsiz bir farmasonun elinde olacaktı yazgısı.
leğini çıkarıyor, bir tekini bile öldüremeden baştan Cenova garının önünde başlıca otellerin omni-
giyiniyordu; ancak bir an görebiliyordu onları: elin­ büsleri duruyordu; yürekler acısı valizine sarılan
den kurtuluyorlardı, yakalayabilse bile, parmağının uşağın kurumu, çalımı onu çekingenleştirmedi, en
altında dümdüz edip de öldürdüğünü sanırken ça­ alımlılarından birine gitti dosdoğru; uşak valizini al­
bucak yeniden şişiveriyorlar, kurtulur kurtulmaz baş­ mıştı ya Amedee valizinden ayrılmak istemiyordu;
t a n başlıyor, sıçrayıp gidiyorlardı. Tahtakurularmı a r a b a n ı n üzerine koydurtmaya yanaşmadı, oraya, ya-
a r a m a y a başlıyordu. Deli oluyordu, bu yararsız ko- nıbaşma, kanapenin minderi üstüne konulsun iste­
valamacanın öfkesi içinde uykusunu tehlikeye attı. di. Otelin girişinde, Fransızca konuşan hamal, yüre­
Ertesi gün akşama kadar, geceki sivilceleri ka­ ğine su serpti; o zaman ileri atıldı, «çok iyi bir oda»
şıyıp durdu, yeni k a ş m ü l a r da hâlâ pireli olduğunu istemekle de yetinmedi, önerilen odaların fiyatlarını
gösteriyordu. Sıcak da fazlaydı, müthiş a r t t ı n y o r d u sordu, on iki franktan aşağıya istediği gibi bir oda
rahatsızlığını. Vagon işçilerle dolup taşıyor, işçiler bulamayacağına aklı yatmıştı.
içiyor, sigara tüttürüyor, tükürüyor, geğiriyorlardı, Birçoklarını gördükten sonra k a r a r kıldığı on ye­
bir de öyle keskin kokulu bir sucuk yiyorlardı ki, di franklık oda, geniş, temiz, kibardı, gereksiz şeyler
Fleurissoire kusmaktan korktu. Bununla birlikte, iş­ yoktu içinde; karyola odada ileri doğru çıkıyordu,
çiler kendilerinden rahatsız olduğunu düşünürler kor­ bakır bir karyola, lekesiz, bitsiz böceksiz. İlaç kul­
kusuyla, kompartımandan ayrılmayı ancak sınırda l a n m a k bu yatağa h a k a r e t olurdu doğrusu. Tuvalet
göze alabildi; sonradan bindiği kompartımanda ko­ bir çeşit kocaman dolabın içinde gizlenmişti. Bir bah­
caman bir ana, bebeğinin bezlerini değiştiriyordu. çeye iki geniş pencere açılıyordu. Amedee geceye
Gene de uyumaya çalıştı; a m a bu kez de şapkası doğru eğildi, belirsiz, karanlık yaprakları seyretti,
kaçınyordu rahatını. Ak hasırdan, k a r a şeritli, düz uzun uzun, ateşini ağır ağır ılık havayla yatıştırmaya,
şapkalardandı bu, çoğunluğun «kanotiye» dediği şap­ uyuyabileceğine bayağı i n a n m a y a başladı. Yatağın
kalardan. Fleurissoire şapkayı h e r zamanki duru­ üzerinde bir tül perde, tam üç yerden, sis^ gibi iniyor,
m u n d a bıraktığı zaman, sert kenarı başını bölme­ bir yelkenlinin camadanlarını andıran incecik şerit­
den uzaklaştırıyor, d a y a n m a k için biraz kaldıracak ler, güzel bir eğri biçiminde, önden kaldırıyorlardı
olsa, bölme öne itiyordu; şapkayı geriye bastırınca onu. Fleurissoire anladı, cibinlikti, kullanmaya hiç­
da kenarı bölmeyle ense arasında sıkışıyor, kano- bir zaman gönül indirmediği nesneydi bu.
tiye alnının üstünde bir subap gibi kalkıyordu. En
Yıkandı, temiz çarşaflar içine zevkle uzandı.
sonunda b ü t ü n b ü t ü n çıkarmaya, başını ışık korku­
Pencereyi açık bırakıyordu; sonuna k a d a r değil el­
suyla gözlerinin önüne düşürdüğü atkıyla örtmeye
bet, nezle vardı, göz iltihabı vardı işin içinde, esin­
k a r a r verdi. Hiç değilse gece için önlemi vardı: Tou-
tilerin doğrudan doğruya gelmesini önleyecek biçim­
lon'dan h a ş a r a t öldürücü toz almıştı bir kutu, çok
de, inik bıraktı; hesaplarını yaptı, d u a etti, sonra
para vermek zorunda bile kalsa, bu akşam en iyi
ışığı söndürdü. (Burası elektrikle aydınlatılıyordu,
otellerden birine gitmekten çekinmeyecekti, öyle dü­
bir düğme çevrilince ışık sönüyordu.)
şünüyordu; çünkü bu gece de uyuyamazsa hangi
ruhsal düşkünlük içinde varacaktı Roma'ya? Ea

118 119
Fleurissoire uyumak üzereydi, bir vızıltı bir ön­ hemen.
lem getirdi aklına, bu önlemi almamıştı: pencereyi Bir kolunu dışarı çıkardı o zaman, alnına ya da
ancak ışığı söndürdükten sonra açması gerekirdi; yanağına konup yerleştiğini sezer gibi oldu mu zor­
çünkü ışık sivrisinekleri çekerdi. Bir yerlerde, u ç a n lu bir ş a m a r indiriyordu kendi yüzüne. Ama az son­
böceğe, uyuyanı tam ısırılacağı sırada uyaracak, özel ra böceğin yeniden şarkıya başladığını duyuyordu.
bir çalgı verdiği için Tanrı'ya şükürler eden bir şey­ Bundan sonra, başını atkısıyla örtmek geldi ak­
ler okuduğunu anımsadı. Sonra da aşılmaz muslini lına, soluk alma zevkini epeyce baltaladı bu durum,
çevresine indirdi. «Ne olursa olsun, Blafaphas ba­ çenesinden sokulmasına da engel olmadı.
banın fidibüs gibi tuhaf bir adla piyasaya sürdüğü Sonra sinek doymuş olacak ki, r a h a t durdu; hiç
şu küçük, şu keçe gibi, k u r u ottan yapılmış koni­ değilse Amedee uykuya yenildi de onu duymaz ol­
lerden d a h a iyi bu, diye düşünüyordu uykuya da­ du; atkıyı kaldırmış, ateşli bir uykuyla uyuyordu;
larken; bir maden tabakta yakarsın; bol bol bir uyuş­ bir yandan da kaşınıyordu. Ertesi sabah burnu, do­
turucu d u m a n yayarak yanar; a m a yalnız böcekleri ğuştan gagamsı olan burnu, bir ayyaş b u r n u n a ben­
uyuşturmaları gerekirken uyuyanı da zehirler y a n ziyordu; iç dizdeki sivilce bir çivi gibi tomurcukla­
yarıya. «Fidibus! Ne tuhaf ad! Fidibus!..» Tam uyu­ nıyordu, çenedeki de bir volkan g ö r ü n ü m ü n e bürün­
yacağı sırada, b u r n u n u n sağ k a n a d ı n d a şiddetli bir müştü. - Roma'ya uygun bir d u r u m d a v a r m a k için,
iğnelenme duydu. Elini götürdü; etindeki yakıcı ka­ Cenova'dan ayrılmadan önce tıraş olurken, berbere
barışı usul usul yoklarken, bir iğnelenme de bile­ sivilcesini unutmamasını söyledi.
ğinde duydu. Sonra, kulağının üzerinde, alaylı bir
vızıltı. ; . Dehşet! Düşmanı içeri hapsetmişti! Düğmeye
gitti, ışığı açtı.
II
Evet! Sivrisinek içerdeydi, en tepesine konmuştu
cibinliğin. Amedee biraz prezbitti, çok iyi görüyor­ Roma'da, istasyonun önünde, valizi elinde, bo-
du onu, saçmalık derecesinde inceydi, dört ayağının şuboşuna dikilip duruyordu, öyle yorgun, öyle şaş­
üzerine yerleşmiş, uzun, tokalı gibi son iki ayağını kın, öyle kararsızdı ki, hiçbir k a r a r veremiyor, ken­
da geriye atmıştı; u t a n m a z hayvan! Amedee yatağın dinde otel hamallarının önerilerini geri çevirecek gü­
üzerinde dikildi. Ama bu kaçıcı, bu dumansı kuma­ cü bile bulamıyordu; bu sırada, Fransızca konuşan
şın üstünde böceği nasıl ezecekti?.. Ne çıkar! Eli­ bir h a m a l a rastlamak gibi bir şansı oldu. Baptistin
nin tersini öyle çabuk, öyle kuvvetli bir biçimde in­ Marsilya'da doğmuş bir gençti, hemen hemen sakal­
diriverdi ki cibinliği deldiğini sandı. Sinek ordaydı sızdı, gözleri pırıl pırıldı, Fleurissoire'da bir memle­
kuşkusuz; gözleriyle cesedi aradı; bir şey göremedi; keti tanımıştı, ona rehberlik etmeyi, valizini taşıma­
a m a iç dizinde yeni bir iğneleme duydu. yı önerdi.
O zaman, hiç değilse elden geldiği k a d a r ko­ Fleurissoire uzun yolculuğu boyunca, Baedeker'i-
r u n m a k için yatağına sokuldu; sonra belki çeyrek ni inceleyip durmuştu. Bir çeşit içgüdü, bir önsezi,
saat şaşkın şaşkın durdu, ışığı söndürmeyi göze ala­ bir çeşit içten bildiri, dinsel kaygısını Vatican'dan
mıyordu. En sonunda, düşmanını görüp duymayınca uzaklaştırdı hemen, Saint-Ange şatosunun üzerinde
güvene geldi, ışığı söndürdü. Müzik yeniden başladı topladı onu, yani Adrienne'in eski türbesinin, gizli

120 121
hücreleri bir z a m a n l a r birçok ünlü tutsakları barın­ ikinci eve girmişti; aynı a n d a b u r d a n çıkan bir ber-
dıran, bir yeraltı koridoruyla da galiba Vatikan'a sagliere gördü; sınırda da gördüğü üniforma güven
bağlı olan şu ünlü zindanın üzerinde. verdi ona; çünkü orduya güveni yardı. Birkaç adım
Planı inceliyordu. - «Kalacak yeri b u r a d a bulma­ ilerledi. Eşikte bir kadın belirdi, görünüşe bakılırsa
lı,» diye k a r a r vermiş, işaret parmağını Saint-Ange h a n ı n patronuydu, kibar kibar gülümsüyordu ona.
şatosunun karşısındaki Tordinona rıhtımı üzerine Kara satenden bir önlüğü, bilezikleri, boynunun çev­
basmıştı. Tanrısal bir rastlantı işte, Baptistin de ken­ resinde mavimtrak taftadan bir şeridi vardı; k a r a
disini oraya götürmeyi düşünüyordu; t a m rıhtımın kehribar karası saçları başının tepesinde toplanmış­
üzerine değil, rıhtımdan çok, bir şosedir orası, oraya lar, kocaman bir kemik t a r a ğ a dayanıyorlardı.
değil, hemen yanma: Via dei Vecchierelli'ye, yani «Valizin üçüncü k a t a çıkarıldı,» dedi Amedee'ye.
«küçük ihtiyarlara», ponte Umberto'dan çıkılınca Anıedee «sen» diye konuşmasının bir İtalyan alış-"
üçüncü sokağa; orda sakin bir ev biliyordu (üçün­ kanlığından, ya da Fransızca bilgisinin yetersizliğin­
cü katın pencerelerinden biraz sarktın mı Türbe'yi den ileri geldiğini düşündü.
görürdün), b u r a d a çok candan bayanlar b ü t ü n dil­ «Grazia!» diye yanıtladı gülümseyerek. Grazia!
leri konuşurlardı, hele biri fransızcayı çok iyi konu­ «Teşekkür ederim!» demekti, söylemesini bildiği tek
şurdu. italyanca sözcüktü; bir bayana teşekkür ederken söz­
«Beyefendi yoruldularsa bir a r a b a tutabiliriz; cüğü dişilleştirmenin çok ince bir davranış olduğu­
uzaktır... Evet, h a v a bu akşam d a h a serin; yağmur n u düşünüyordu.
yağdı; uzun yolculuktan sonra biraz yürümek iyi ge­ Her merdiven başında soluk ve cesaret alarak
lir... Hayır, valiz pek de ağır değil; götürebilirim yukarı çıkıyordu, çok yorgundu, iğrenç merdiven de
oraya kadar... İlk kez Roma'da! Beyefendi Toulouse' u m u d u n u kırmaya çalışır gibiydi. Merdiven başları
d a n mı geliyorlar acaba?.. Hayır; Pau'dan. Şiveniz­ h e r on basamakta birbirini izliyor, merdiven kata
den anlamalıydım.» gelmeden önce duralıyor, iğriliyor, yeniden başlıyor­
Böyle konuşarak yürüyorlardı. Via Viminale'ye du. Giriş yerinin karşısına düşen birinci sahanlığın
saptılar; sonra da Viminale'yi Pincio'ya bağlayan tavanına sokaktan görülebilen bir k a n a r y a kafesi
Agostino Depretis'e; sonra da adları belirsiz bir d a r asılmıştı. İkinci sahanlığın üzerine bir uyuz kedi bir
sokaklar labirenti içinde ilerlediler. Valiz hamalın p a r ç a eşek balığı getirmiş, yutmaya hazırlanıyordu.
geniş adımlarla yürümesine elvermeyecek k a d a r ağır Üçüncü sahanlık bir aptesaneye açılıyor, a r d ı n a ka­
değildi, bu yüzden Fleurissoire güç yetişiyordu ar­ d a r açık kapısından, o t u r m a yerinin yanında, s a n
dından. Baptistin'in ardında, yorgunluktan bitmiş, sı­ topraktan yapılmış, silindir şapka biçimi bir kap gö­
caktan erimiş, sık adımlarla yürüyordu. rünüyordu, küçük bir süpürgenin sapı çıkıyordu için­
Tam a m a n dileyeceği sırada Baptistin: den; Amedee bu sahanlıkta hiç durmadı.
«İşte geldik», deyiverdi. Birinci katta, üzerine soluk harflerle Salone söz­
Vecchierelli sokağı, d a h a doğrusu sokakcığı, d a r cüğü yazılmış geniş bir camlı kapının yanında bir
ve karanlıktı. O k a d a r ki, Fleurissoire buraya gir­ gazolin lambası tütüyordu; a m a oda karanlıktı. Ame­
mekten çekiniyordu. Bu sırada Baptistin, kapısı rıh­ dee camın dışından, karşıki duvarda, yaldız çerçe­
tımın köşesinin birkaç metre ötesine açılan, sağdan veli bir ayna seçebiliyordu yalnız.

122 123
Yedinci sahanlığa geliyordu, bu sırada ikinci kat­ re olduğunu sandı.
taki odaların birinden çıkan yeni bir asker, bu kez «Madam Carola'dır bu, fransızca konuşur», dedi
bir topçu, çok hızlı indiği için ona çarptı, güle güle, Baptistin.
italyanca özür diledi, sonra onu dengesine kavuştu­ İkisi de odaya girmişti.
r u p geçti; çünkü Fleurissoire sarhoş görünüyordu, «Biraz pencereyi açın», diye inledi Fleurissoire,
güçlükle durabiliyordu ayakta. İlk üniformalıyı gö­ yerinden kalkacak d u r u m d a değildi.
rünce güven duymuştu ya ikincisi d a h a çok kaygı Madam Carola, korsajmdan çıkardığı kokulu bir
uyandırdı içinde. küçük mendille solgun ve terli alnını siliyor:
«Bu askerler çok gürültü edecekler. Bereket ver­ «Tanrım, ne k a d a r terlemiş!» diyordu.
sin ki benim odam üçüncü katta; altımda olmaları «Pencerenin önüne götürelim.»
daha iyi», diye düşündü. Amedee hiç sesini çıkarmadı, onlar da gevşemiş,
Daha ikinci katı geçmeden penyuvarı aralık, saç­ dörtte üç baygın d u r u m a gelmiş Amedee'nin koltu­
ları dağınık bir kadın, koridorun dibinden koşarak ğ u n u kaldırdılar, koridorun pis k o k u l a n yerine, so­
ona seslendi. kağın çeşitli kokularını içine çekecek biçimde yer­
«Beni bir başkasına benzetti galiba», dedi kendi leştirdiler onu. Ama serinlik yeniden canlandırdı bi­
kendine, onu y a n giyinik bir d u r u m d a gördüğünden, zimkini. Kesesini kanştırdı, bir beş liretlik çıkardı,
rahatsız etmemek için başını çevirdi, y u k a n çık­ b u n u Baptistin için hazırlamıştı.
m a k t a acele etti. «Çok teşekkür ederim. Şimdi beni bırakın.»
Üçüncü k a t a vardığı zaman soluk soluğaydı, Bap- Hamal çıktı.
tistin'i gördü; Baptistin, yaşı belirsiz bir kadınla «O k a d a r vermemeliydin», dedi Carola.
italyanca konuşuyordu, kadın ona, olağanüstü bir Amedee «sen» diye konuşmayı bir italyan özelliği
biçimde, Blafaphas'm aşçısını anımsattı, a m a o da­ sanıyordu; şimdi yatmaktan başka bir şey düşünmü­
ha şişmandı. yordu artık; a m a Carola hiç de gideceğe benzemiyor­
«Valiziniz on altı n u m a r a d a , üçüncü kapı. Ge­ du; AmĞdee'nin kibarlığı d a h a baskın çıktı o zaman,
çerken koridordaki kovaya dikkat edin.» konuştu.
Kadın fransızca açıkladı: «Fransızcayı bir fransız k a d a r iyi konuşuyorsu­
«Akıtıyordu da onun için d ı ş a n koydum», dedi. nuz», dedi.
16 n u m a r a n ı n kapısı açıktı; bir masanın üzerin­ «Şaşılacak birşey değil. Parisliyim. Ya siz?»
de bir mum, odayı aydınlatıyordu, koridoru da ay­ «Ben güneydenim.»
dınlatıyordu birazcık, koridorda, 15 n u m a r a n ı n önün­ «Bunu anlamıştım. Sizi görünce, bu bey taşra­
de, bir su birikintisi parlıyordu, Fleurissoire b u n u n dan geliyor herhalde demiştim kendi kendime. İtal­
üzerinden atladı. Kekre bir koku yayılıyordu bura­ ya'ya ilk kez mi geliyorsunuz?»
dan. Valizi orada, göz önünde, bir iskemlenin üze­ «İlk kez.»
rindeydi. Amedee odanın boğuk havası içine girer «İş için mi?»
girmez, başının döndüğünü duydu, şemsiyesini, şa­ «Evet.»
lını, şapkasını yatağın üzerine, kendini de bir kol­ «Roma güzel kenttir. Görülecek şeyleri çok.»
tuğa attı. Alnından terler akıyordu; hastalanmak üze- «Evet... Ama bu akşam biraz yorgunum», diye
125
124
dokundurdu Amedee; sonra, özür dilemek istercesi­ hıklarından başka bir şey de duyulmuyordu. Amedee
ne: «Üç g ü n d ü r yoldayım.» Fleurissoire, b ü t ü n bedeninde, b ü t ü n r u h u n d a alış­
«Uzun sürer buraya gelmesi.» madığı bir gevşeklik duyuyordu, zayıf bacaklarını
«Üç gecedir de uyumadım.» çarşafın içinden çıkardı, yatağın kenarına oturup
Bu sözler üzerine, Mme Carola, Fleurissoire'm şa­ ağladı.
şırmasına bile z a m a n bırakmayan, şu beklenmedik Az önce ter yıkamıştı, şimdi de gözyaşları yıkı­
İtalyan içtenliğiyle, çenesinden bir makas aidi: yordu yüzünü, gözyaşları vagonun tozlarına karışı­
«Yaramaz çocuk!» dedi. yordu; sessiz sessiz, hiç d u r m a d a n , ılgıt ılgıt, benli­
Bu davranış Amedee'nin yüzünü kızarttı biraz, ğinin derinliklerinden, gizli bir k a y n a k t a n gelir gibi
bu üstükapalı, k a b a sözü kendinden uzaklaştırmak dökülüyorlardı. Arnica'yı, Blafaphas'ı düşünüyordu,
düşüncesiyle, pirelerden, tahtakurularmdan, sivrisi­ yazık, yazık! Ah, onu bir görselerdi! Şimdi artık hiç­
neklerden sözetti uzun uzun. bir z a m a n onların yanındaki yerini almayı göze ala­
«Bunların hiçbirini görmeyeceksin burda. Ne ka­ mayacaktı... Bundan böyle tehlikeye atılmış olan bü­
d a r temiz, görüyorsun.» yük görevini düşünüyordu sonra; alçak sesle inli­
«Evet, iyi u y u r u m inşallah.» yordu:
Ama kadın h â l â gitmiyordu. Amedee güçlükle «Bitti! Lâyık değilim artık... Ah, bitti! Kesinlikle
koltukta doğruldu, yeleğinin düğmelerine götürdü bitti!»
elini. Bu arada, iç çekişleri Carola'yı uyandırmıştı. Şim­
«Ben yatacağım», dedi. di de yatağın dibine diz çökmüş, hafif yumruklarla
Madam Carola, Fleurissoire'm huzursuzluğunu an­ göğsünü dövüyordu. Carola şaşkınlıklar içindeydi,
ladı, anlayışla: dişlerinin tıkırdadığını, hıçkırıklar arasında:
«Anladım, seni biraz yalnız bırakayım istiyor­ «Kaçabilen kaçsın! Kilise yıkılıyor..» diye yinele­
sun,» dedi. diğini duyuyordu.
O çıkar çıkmaz, Fleurissoire kapıyı kilitledi, va­ En sonunda kendini tutamadı:
lizinden geceliğini çıkardı, yatağına girdi. Ama ki­ «Ne oluyor sana böyle, zavallı dostum? Deliriyor
lidin dili tutmuyordu anlaşılan, çünkü d a h a m u m u
musun?» dedi.
yeni söndürmüştü ki, aralık kapıda, yatağın ardın­
Amedee başını çevirdi:
da, yatağın hemen yanında, Carola'nm başı belirdi,
«Çok rica ederim, m a d a m Carola, beni yalnız
güleç mi güleç...
bırakın», dedi... «Yalnız kalmalıyım. Yarın sabah ge­
ne görüşürüz.»
Sonra, eni-konu yalnız kendine kızdığı için, usul­
Bir saat sonra, Amedee kendini topladığı zaman,
ca omzundan öptü onu.
Carola böğründe, kollarının arasına yatmış, çırılçıp­
«Ah, bizim şu yaptığımız iş öyle kötü bir şey ki,
lak duruyordu.
bilmiyorsunuz», dedi. «Hayır, hayır! Bilmiyorsunuz.
Acıyan kolunu altından çıkardı, sonra geriye çe­
Hiçbir zaman da bilemeyeceksiniz.»
kildi. Carola uyuyordu. Dar sokaktan gelen zayıf bir
parıltı dolduruyordu odayı, bu kadının düzenli so-

126 127
Ill
biraz itince, bir çırpıda yatakla duvar arasına gel­
di. Carola bu yönteme alışkındı anlaşılan, çünkü
Papanın kurtuluşu için haçlı seferi gibi cafcaflı
yalnızca:
bir ad taşıyan dolandırıcılık şebekesi, karanlık kol­
larını Fransa'nın birçok bölgelerine uzatıyordu; sah­ «Ne yapacaksın?» diye sordu.
te Virmontal şanuanı Protos bu işin tek elebaşısı «Papaz kılığına gireceğim», diye yanıtladı Protos,
o n u n konuşmasındaki sadelik de ötekininkinden ge­
olmadığı gibi, kontes de Saint-Prix de de tek kurbanı
ri kalmazdı.
değildi. Sonra, b ü t ü n elebaşılar eşit bir ustalık gös­
terseler bile, b ü t ü n kurbanlar eşit bir uysallık gös- «Bu y a n d a n mı çıkıyorsun?»
termiyorlardı. Lafcadio'nun eski dostu Protos bile, z Protos bir an duraladı, sonra:
işini yaptıktan sonra, doğabilecek bir tehlikeye karşı «Haklısın, dedi; böylesi d a h a doğal olur.»
çok dikkatli d a v r a n m a k zorundaydı; kilise, gerçek Bu sözlerden sonra eğildi, duvarın kaplaması içi­
kilise, işi öğrenir diye sürekli bir kuşku içinde yaşı­ ne gizlenmiş, yatakla tamamiyle saklanacak k a d a r
yordu; işi ileri götürmek için kafa patlattığı k a d a r basık bir gizli kapıyı oynattı. Kapının altından geç­
geriyi k o r u m a k için de patlatıyordu; a m a türlü kı­ tiği sırada, Carola omuzundan yakaladı, bir t ü r sert­
lıklara giriyor, üstelik de hayranlık verecek bir tarz­ likle:
da destekleniyordu; çetenin (.Kırkayak'tı çetenin adı) «Bana bak, dedi, ona kötülük etmeni istemiyo­
h e r yanında olağanüstü bir anlaşma, bir disiplin ege­ rum.»
mendi. «Papaz kılığına girdiğimi söyledim ya sana!»
O görünmez olur olmaz Carola da kalkıp giyin­
Protos, hemen o akşam, Baptistin'den, bir ya­
meye başladı.
bancı geldiğini duymuş, yabancının P a u ' d a n geldi­
ğini öğrenince de biraz telâşlanmış ti, ertesi sabah, Carola Venitequa hakkında ne düşünmeli, bil­
saat sekiz d e r demez Carola'nm y a n m a geldi, Carola mem. Az önce kopardığı çığlığa bakıyorum da yü­
yatıyordu daha. reğinin d a h a iyiden iyiye bozulmadığını düşünüyo­
rum. Böyle olur bazı bazı, ba-yağılığın, ahlâksızlığın
Ondan aldığı bilgiler, «hacı»nm (Carola bu adı
t a m göbeğinde bile, birdenbire garip duygu incelik­
takmıştı Amedee'ye) sıkıntısı, karşı gelişleri, gözyaş­
leri çıkıverir ortaya, bir gübre yığınının ortasında
ları üzerinde anlattığı karışık öykü, Protos'ta kuşku
gök rengi bir çiçek büyür gibi. Carola iyiden iyiye
bırakmadı. Hiç kuşkusuz, Pau söylevi meyvelerini
boyuneğmiş bir kadmdı, sadıktı, başka birçok ka­
veriyordu; a m a Protos'un dilediği türden meyveler
dınlar gibi ona da bir yönetici gerekti. Lafcadio ken­
değildi bunlar; yapacağı beceriksizliklerle fitili yel­
disini bırakır bırakmaz ilk sevgilisini, Protos'u ara­
pazelendirip tutuşturabilecek bu bön haçlıyı gözden
maya başlamıştı, - meydan okuyuşla, tiksintiyle, öç
uzak b u l u n d u r m a m a k gerekiyordu.
almak için. Yenibaştan acı saatler yaşamıştı, - Protos
«Hadi! Bırak da geçeyim,» dedi Carola'ya.
da d a h a onu bulur bulmaz yeniden bir eşya duru­
Bu söz garip görünebilirdi; Carola hâlâ yatıyor­
m u n a sokmuştu. Protos hükmetmeyi severdi çünkü.
du çünkü; a m a gariplik Protos'u durduramazdı. Bir
dizini yatağın üzerine koydu; ötekini kadının üstün­ Protos'tan başka biri bu kadını elinden t u t u p ye­
den geçirdi, öylesine ustaca bir çark yaptı ki, yatağı niden kaldırabilir, ona yenibaştan değer kazandıra­
bilirdi. Önce b u n u istemek gerekirdi. Protos'sa, tam

128
129
tersine, onu alçaltmayı bir görev sayıyor diyeceği ge­ Amedee, g ü n a h çıkartmak için, büyüklüğü altın­
lirdi insanın. Bu h a y d u d u n ondan istediği yüz kı­ da ezilmekten korktuğu Saint-Pierre'e gitmektense,
zartıcı hizmetleri gördük; doğrusunu söylemek gere­ Saint-Louis-des-Français'ye gitmeyi yeğler: Baptistin
kirse, bu kadın da hiç karşı gelmeden boyuneğiyor- de ona rehberlik ediyordu, sonra postaneye götürdü.
du buna; a m a yazgısının alçaklığına karşı a y a k l a n a n Umulacağı gibi, Kırkayak'm b u r a d a da adamları var­
bir r u h kendi sıçrayışlarını farketmez çoğunlukla; dı. Baptistin, valizin kapağına çivilenmiş küçük kart­
ancak aşkın yardımıyla belirir bu gizli deprenme. vizitten Fleurissoire admı öğrenip, Protos'a bildir­
Carola, Amedee'ye tutuluyor muydu? Böyle bir şeyi miş, o da hatırsever bir m e m u r d a n Arnica'nm bir
ileri sürmek pervasızlık olur; ne var ki, böylesine bir mektubunu almakta güçlük çekmemiş, okumaktan da
arılıkla yanyana gelince, ahlâksızlığı, çürümüşlüğü çekinmemişti.
sarsılmış, anlattığım haykırış yüreğinden fışkırmıştı, Fleurissoire bir saat sonra mektuplarını istemeye
tartışmaya gelmez burası. gelince:
Protos döndü. Kılık değiştirmemişti. Bir giysi pa­ «Tuhaf!» diye haykırdı. «Çok tuhaf! Zarfı açmış­
keti tutuyordu elinde, bir iskemlenin üzerine koydu. lar sanki.»
«Ne oldu?» dedi Carola. Baptistin soğukça:
«Düşündüm. Önce postaya uğrayıp mektuplarını «Burda böyle şeyler çok olur», dedi.
gözden geçirmeliyim. Öğleyin değiştireceğim kılığı­ Bereket versin ki, Arnica dikkatli kadındı. Ka­
mı. Aynanı versene.» palı ve dolambaçh sözlerle yetiniyordu. Hem de mek­
Pencereye yaklaştı, kendi imgesinin üzerine eği­ tup pek kısaydı; yalnız, peder Mure'ün öğütleri üze­
lerek, dudağının hemen üzerinden kesilmiş, saçların­ rine, «herhangi bir girişimde b u l u n m a d a n önce»
dan azıcık d a h a açık kestane rengi bıyıklarını dü­ Napoli'ye gidip kardinal San-Felice S.B.'yi görmesini
zeltti. salık veriyordu. Bundan d a h a belirsiz deyimler bek­
«Baptistin'i çağır.» lenemezdi doğrusu, d u r u m u n u güçleştirebilecek hiç­
Carola hazırlanmasını bitirmek üzereydi. Gitti, bir şey yoktu mektupta.
kapının yanındaki bir ipi çekti.
«Seni artık bu kol düğmeleriyle görmek isteme­
diğimi söylemiştim. Dikkati çekiyor.» IV
«Bunları kim verdi, biliyorsun.»
«Evet, elbette.» Saint-Ange şatosu denilen Adrien Türbesi önün­
«Kıskanıyor m u s u n yoksa?» de, Fleurissoire buruk bir huzursuzluk duydu. Yapı­
«Koca hayvan.» nın görkemli kitlesi, bir iç avlunun ortasında yükse­
Bu sırada Baptistin kapıyı v u r u p içeri girdi. liyordu, bu avlu halka yasaktı, ancak kartı olan yol­
«Al! Biraz yükselmeye çalış», dedi Protos, duvar cular girebiliyorlardı. Hatta bunların yanında da bir
ötesinden getirdiği ceketi, yakayı, kravatı gösterdi. bekçi bulunacağı belirtilmişti.
«Kentte müşterinle birlikte dolaşacaksın. Ancak ak­ Bu aşırı önlemler, Amedee'nin kuşkularını doğ­
şama doğru alacağım onu senden. O z a m a n a k a d a r ruluyor, hem de işinin büyük güçlüğünü ölçmesini
gözden kaybetme.» sağlıyordu. Fleurissoire, en sonunda Baptistin'den

130 131
kurtulmuş, bu gün sonunda nerdeyse ıssız olan rıh­
yan bir insanın gözünden kaçabilir miydi? Heyhat,
tımda, şatoya sokulmayı önleyen taş d u v a r boyunca
Mösyö, sizi görür görmez, bilmem hangi önsezi,
geziniyordu. Girişin indirilip kaldırılır köprüsü önün­
gökyüzünün bilmem hangi bildirisi, derdinizin benim
den geçiyor, geçiyordu, r u h u karanlık, u m u d u kı­
derdime kardeş olduğunu gösterdi bana. Dikkat! Ge­
rıktı. Sonra Tibre kıyısına k a d a r açılıyor, bu ilk su­
len var. Tanrı aşkı için, kaygısızca bir tavır takının.»
r u n üzerinden, biraz d a h a öteleri görmeye çalışıyor­
Sebze taşıyan bir a d a m rıhtımda ters yönde iler­
du.
liyordu. Papaz hemen, bir tümcenin arkasını getirir
O z a m a n a kadar, yakınlarda bir kanepeye otur­
gibi, sesini değiştirmeden, a m a d a h a hızlı bir bi­
muş, görünüşte kitabına dalmış olsa bile u z u n za­
çimde:
m a n d ı r kendisini gözetleyen bir papaza dikkat et­
«İşte b u n u n için, bazı tiryakilerin pek beğendiği
memişti (Roma'da o k a d a r çoktular ki!). Saygıdeğer
bu Virginia'l&r, ancak bir m u m alevinde, d u m a n ı n
din adamının gümüş rengi, uzun, gür saçları vardı,
geçebileceği bir küçük yol k a p a n m a s ı n diye konu­
temiz bir yaşamın belirtisi olan genç ve taze rengi
lan bu ince sap içlerinden çekildikten sonra yanar­
bu yaşlılık belirtisine hiç mi hiç uymuyordu. Yüzü­
lar, dedi. İyi çekmeyen bir Virginia mı, kaldır at.
ne şöyle bir bakmakla anlaşılıverirdi papaz olduğu,
İstedikleri gibisini buluncaya k a d a r altı tanesini ya­
özelliğini oluşturan anlatılmaz bir uygunluk, bir edep
k a n titiz tiryakiler görmüşümdür, efendim.»
de Fransız papazı olduğunu anlamaya yeterdi. Fle-
Adam uzaklaşır uzaklaşmaz:
urissoire üçüncü kez kanepenin önünden geçerken,
«Nasıl bakıyordu bize, gördünüz mü?» dedi. Ne
papaz birdenbire kalkıp y a n m a geldi, içinde hıçkırık­
yapıp yapıp aldatmak gerekiyordu.
lar saklanan bir sesle:
Fleurissoire şaşkın şaşkın:
«Ne o!» dedi. «Yalnız değil miyim! Ne o! Siz de
«Nasıl, nasıl!» diye haykırdı. «Nasıl olur da bu
mi onu arıyorsunuz!»
bayağı bahçıvan da onlardan, sakınmamız gereken­
Bunları söyledikten sonra, yüzünü ellerinde sak­ lerden olur?»
ladı, uzun zaman tutulmuş hıçkırıkları boşanıverdi- «Kesin bir şey söyleyemem, Mösyö, a m a öyle
ler. Sonra, hemen topladı kendini: sanıyorum. Özellikle bu şatonun dolayları gözaltın­
«Hey! dikkatsiz adam, dikkatsiz adam!» dedi. da; özel bir polis örgütünün adamları dolaşıyor dur­
«Sakla gözyaşlarını! İniltilerini boğ!» Sonra Amedee' madan. Kuşku u y a n d ı r m a m a k için, en değişik kı­
nin koluna yapıştı: «Burada durmayalım, Mösyö, lıklar altında çıkıyorlar ortaya. Öyle becerikli, öyle
gözetliyorlar bizi. Göstermekten kendimi alamadığım becerikli ki bu insanlar! Biz de öyle kamçıyız ki, öy­
ü z ü n t ü farkedildi bile.» le çabuk güveniriz ki! Ama size, hiç renk vermeyen,
Amedee şimdi sık adımlarla yürüyordu, şaşkındı. benim de geldiğim akşam azıcık yükümü istasyon­
«Ama nasıl, -en sonunda söyleyecek birşey bul­ dan, kalacağım yere götürmesine izin verdiğim ha­
muştu-, a m a nasıl anlayabüdiniz niçin b u r a d a bu­ maldan s a k m m a m a k l a h e r şeyi altüst etmeme r a m a k
lunduğumu?» kaldığını söylersem ne dersiniz, Mösyö? Fransız­
«Tanrı'ya şükürler olsun ki yalnız ben sezdim; ca konuşuyordu, ben de ta çocukluğumdanberi ital-
a m a kaygınız, a m a bu yerlere kederli gözlerle bakı­ yancayı rahatlıkla konuşurum ama... hiç kuşkusuz
şınız, üç haftadır gece-gündüz b u r a l a r d a n aynlma- siz de duyardınız bu heyecanı, ben de yabancı bir

132 133
ülkede anadilimin konuşulduğunu duyunca heyecan­ meye gideceğim.»
l a n m a k t a n kendimi alamadım... İşte bu hamal...» Fleurissoire heyecandan titreyerek:
«Onlardan mıydı?» «Yoksa bu kardinal San-Felice mi?» diye sordu.
«Onlardandı. Aşağı yukarı inandım diyebilirim. Papaz şaşırmıştı, iki adım geriledi:
Bereket versin ki, pek az konuşmuştum.» «Nereden bildiniz?» dedi. Sonra yaklaştı: «Ama
«Beni korkutuyorsunuz», dedi Fleurissoire, «ben niçin şaşırmalı? Napoli'de yalnız o biliyor bizi didin­
de, geldiğim akşam, yani dün akşam, böyle bir reh­ diren gizi.»
berin eline düştüm, valizimi ona verdim, Fransızca «Siz... kendisini iyi tanır mısınız?»
konuşuyordu.» «Kendisini tanır mıyım! Heyhat! Sayın Mösyö,
«Aman Tanrım», dedi papaz, ürpermişti; «adı da ben o n a borçluyum, şeyi... Ama önemi yok. Onu gör­
acaba: Baptistin miydi?» meye gitmeyi düşünüyor muydunuz?»
«Baptistin: o!» diye inledi Amedee, dizlerinin ba­ «Hiç kuşkusuz; gerekirse.»
«İnsanlann en iyisidir...» Sert bir hareketle gö­
ğı çözüldü.
z ü n ü n ucunu sildi. «Kendisini nerde bulabileceğinizi
«Zavallı: ne söylediniz ona?» Papaz kolunu sıkı­
biliyorsunuzdur elbet?»
yordu.
«Kime sorsam b a n a bilgi verir sanırım. Napo­
«Aklımda kalmadı.»
li'de herkes onu tanır.»
«Araştırın, araştırın! Anımsayın, Tanrı aşkına!..»
Amedee dehşet içindeydi: «Elbette! Ama söylemek bile gerekmez, o n a gel­
«Hayır, vallahi,» diye kekeliyordu; «ona birşey diğinizi b ü t ü n Napoli'ye bildirmek niyetinde değil-
söylediğimi sanmıyorum.» sinizdir herhalde. Hem y a n m a v a r m a tarzını da söy­
«Hiçbir şey belli ettiniz mi acaba.?» lemeden, şeye... yani bildiğimiz işe katıldığını bil­
«Hayır, hiçbir şey, vallahi, inanın. Ama beni uyar­ dirmeleri, belki de kendisine götürülecek bir yazı ver­
makla çok iyi ettiniz.» meleri olanaksız.»
«Hangi otele götürdü sizi?» «Afedersiniz», dedi Fleurissoire, Arnica böyle bir
«Otelde değilim, bir oda tuttum.» şey yazmamıştı ona.
«Adam sen de! Her neyse, nereye indiniz?» «Ne! Onu hemen, d a m d a n düşercesine gidip gör­
Huzuru iyiden iyiye kaçmıştı Amedee'nin: meyi mi düşünüyordunuz? Hatta belki de piskopos­
«Küçük bir sokağa, herhalde bilmezsiniz, diye lukta!» Papaz gülmeye başladı: «Hem de doğrudan
mırıldandı. Ne çıkar: kalmayacağım artık orada.» doğruya açılmak!»
«Dikkat edin: çabuk ayrılırsanız, sakındığınızı «Ne yalan söylemeli...»
düşünebilirler.» Ö b ü r ü pek ciddi bir sesle:
«Evet, belki de. Hakkınız var: hemen ayrılma­ «Ama bilmiyor musunuz ki, Mösyö, bilmiyor mu­
m a m d a h a doğru olur.» sunuz ki, onu da hapsedilmek tehlikesine atacak­
«Ama bugün sizi Roma'ya getiren Tanrı'ya ne ka­ tınız?»
d a r şükretsem az: bir gün sonra gelseniz kaçırırdım Öyle büyük bir sıkıntı içindeymiş gibi görünü­
sizi! Yarın, yarından tezi yok, Napoli'ye, bu sorunla yordu ki, Fleurissoire konuşmayı göze alamıyordu.
gizliden gizliye uğraşan ulu ve önemli bir kişiyi gör- «Böylesine büyük bir dava böyle dikkatsizler eli-

134 135
ne bırakılsın, olur şey mi!» diye mırıldandı Protos, birkaç ender dostunu kabul ediyor, sırdaşların bu
cebinden bir teşbihin u c u n u çıkardı, sonra geri koy­ sahte a d a yolladığı mektupları alıyordu. Ama bu ba­
du, sonra heyecanla istavroz çıkardı; sonra arkada­ yağı kılık içinde bile pek sağlam bulmuyordu duru­
şına döndü: mu: postayla gelen mektupların açılmadıklarından
«Peki ama, Mösyö, dedi, kim istedi sizden bu emin değildi, mektupta gerçeği belirtebilecek birşey
işe karışmanızı? Kimin talimatlarını izliyorsunuz?» söylenmemesini, kullanılan sözcüklerin, görevini hiç
Fleurissoire şaşkın şaşkın: mi hiç belli etmemesini, m e k t u p t a en ufak bir saygı
«Kusura bakmayın, papaz efendi, dedi, kimseden izi bulunmamasını çok rica ediyordu.
talimat almadım: ben bu işten bunalan ve kendi Amedee çakmıştı şimdi dümeni, gülümsüyordu.
başına a r a ş t ı r a n bir zavallıyım.» «Babalık... Dur bakalım; ne söyleyeceğiz bu sev­
Bu alçakgönüllü sözler papazı yatıştırır gibi ol­ gili ihtiyara?» diye şaka ediyordu papaz, kalemin
du; Fleurissoire'a elini uzattı: u c u n u kâğıda bastırıp düşünüyordu: «Tamam! Sona
«Sizinle çok sert konuştum... a m a öyle tehlike­ eski, matrak bir arkadaşı getiriyorum. (Evet! Evet,
ler sarmış ki çevremizi!» dedi. -Kısa bir duralama­ bırakın: nasıl yazmak gerektiğini bilirim ben!) Bir
dan sonra da: «Bakın, diye ekledi. Yarın benimle iki şişe Kampanya şarabı çıkar, anlarsın ya, seninle
gelmek ister misiniz? Birlikte gideceğiz dostumu kafayı çekmeye geleceğiz. Güleriz.—Alın, siz de im­
görmeye.» Gözlerini göğe doğru kaldırdı: «Evet, 'dos­ za edin.»
tum' demeye cür'et ediyorum», diye konuştu güven­ «Asıl adımı koymasam d a h a iyi olur herhalde?»
li bir sesle. «Şu kanepeye oturalım biraz. Kısacık bir «Sizin için b u n u n önemi yok», dedi Protos, sonra
mektup yazacağım, ikimiz de imza edeceğiz, gelece­ da Amedee Fleurissoire'ın adının y a n m a Cave diye
ğimizi bildireceğiz... Saat altıda (buranın deyimiy­ yazdı.
le saat on sekizde) postaya verirsek, yarın sabah alır, «O! Pek ustalıklı oldu bu!»
öğleye doğru da bizi kabule hazır olur, h a t t a öğle «Ne? Bu adla imza a t m a m a şaştınız mı? Cave!
yemeğini de onunla yiyebiliriz, yeriz, evet, hiç kuş­ 1
Yalnız Vatican'ınki var sizin aklınızda . Şunu da
kum yok.» öğrenin, sayın Fleurissoire: Cave latince bir sözcük­
Oturdular. Protos cebinden bir defter çıkardı, tür, TETİK DUR anlamına gelir!»
boş bir sayfanın üzerine, Amedee'nin şaşkın bakış­ Bütün sözcükleri öyle üstün, öyle garip bir sesle
ları altında, m e k t u b u n u yazmaya başladı: söylemişti ki, zavallı Amedee sırtından aşağı doğru
Babalık... inen bir titreme duydu. Yalnız bir an sürdü bu du­
Sonra, ötekinin şaşkınlığına bakıp keyiflenerek rum; peder Cave çabucak sevimli tavrını takınmışta,
sakin sakin güldü. üzerine az önce kardinalin u y d u r m a adresini yazdığı
«Size kalsa kardinal diye yazardınız demek?» zarfı Fleurissoire'a uzattı:
Sonra da d a h a dost bir sesle Amedee'ye bilgi «Postaya kendiniz vermek ister misiniz-, böylesi
vermek inceliğini gösterdi: Kardinal San-Felice, haf­ d a h a dikkatli bir davranış olur: papaz mektupları
tada bir kez alelade bir papaz giysisiyle gizlice pis­ açılıyor. Şimdi, ayrılalım; d a h a fazla birarada gör-
koposluktan ayrılıyor, papaz Bardolotti oluyor, Vo-
mero taraflarına gidiyor, burada, ufak bir köşkte (1) Cave, Fransızca «zindan» demektir. (Çeviren)

136 137
meşinler bizi. Yarın sabah yedi otuzda, Napoli tre­ tos gizli kapıdan geçiyordu.
ninde buluşalım. Üçüncü mevki, değil mi? Elbette «Ona bir kötülük etmeyeceğine yemin ediyorsun,
ben bu kılıkla gelmeyeceğim Colur mu hiç!). Beni değil mi?» dedi Carola.
basit bir Kalabra köylüsü kılığında bulacaksınız. Protos ortaya çıkmak için Fleurissoire'm gitme­
(Saçlarımı kestirmek zorunda k a l m a m a k için böyle
sini beklediğinden, gecikmişti, g a r a arabayla gitmek
yapacağım.) Hadi, Allahaısmarladık! Allahaısmarla­
zorunda kaldı.
dık!»
Sırtında eski bir Gol ceketi, bez bir Gol yeleği,
Eliyle ufak işaretler yaparak uzaklaşıyordu. ayaklarında mavi çoraplarının üzerinden bağlanmış
Fleurissoire, dönerken: sandallar, küçücük piposuyla, yeni görünüşü altın­
«Beni bu saygıdeğer papazla karşılaştırdığı için da, bir p a p a z d a n çok, kusursuz bir Abruzzes haydu­
Tanrı'ya şükürler olsun!» diye mırıldanıyordu. «O ol­ d u n u andırıyordu, b u n u kabul etmek gerekirdi. Fle­
masa ne yapardım?» urissoire, trenin önünde bir aşağı bir yukarı dolaşı­
Protos da: yordu, onun, din u ğ r u n d a can vermiş ermiş Pierre
«Göreceksin kardinalini!., diye mırıldanıyordu gi­ gibi bir parmağı dudağının üzerinde, yaklaştığını,
derken. «Ama tek başına olsa da gidip sahicisini bu­ sonra kendisini gördüğünü belli edecek bir tavır ta­
labilirdi!» kınmadan, trenin baş taraflarında bir vagonda göz­
den kaybolduğunu gördüğü zaman, gerçekte o olup
olmadığına k a r a r veremiyordu. Ama Protos bir an
V sonra gene kapıda belirdi, gözlerini y a n y a n y a ka­
p a y a r a k Amedee'den yana baktı; Amedee binmeye
Fleurissoire, a ş ı n yorgunluktan dert yanınca, Ca- hazırlanırken de:
rola ona gösterdiği ilgiye ve sevişme konusundaki «Yanda kimse v a r mı, bir bakın, ne olur», diye
bilgisizliğinin azlığını söylemesinden sonra duyduğu fısıldadı.
acımaya karşın, uyumasına ses çıkarmamıştı o gece; Kimsecikler yoktu; k o m p a r t ı m a n l a n da vagonun
hiç değilse pirelerin, sineklerin bedeninin her yanın­ uçundaydı.
da bıraktığı ısırık yerlerinin dayanılmaz kaşıntısının
«Uzaktan izliyordum sizi», dedi Protos, «ikimizi
elverdiği ölçüde uyuyabilecekti.
b i r a r a d a görmelerinden k o r k t u m da yanınıza gel­
«Hiç de iyi etmiyorsun böyle kaşınmakla!» de­
medim».
di ertesi sabah. «Azdırıyorsun. Ah! Şurası ne k a d a r
da kızarmış!» Çenedeki sivilceye dokunuyordu. Son­ «Nasıl oldu da ben sizi görmedim?» dedi Fle­
ra, o gitmeye hazırlanırken: «Al; benden bir anı ola­ urissoire. «Ben de gözetlenip gözetlenmediğimi anla­
r a k sakla şunları», dedi, sonra da hacının gömleği­ mak için kaç kez geriye dönmüştüm. Dünkü konuş­
nin kollarına, Protos'un üzerinde gördükçe sinirlen­ manız öyle korkuttu ki beni, h e r yerde casuslar var­
diği acayip kol düğmelerini takmaya başladı. Ame- mış gibime geliyor.»
dee hemen o akşam, en geç ertesi gün döneceğine «Yazık ki gereğinden de fazla. Her yirmi adım­
söz verdi. da geriye dönmek doğru olur mu sanırsınız?»
Bir an sonra, çoktan kılık değiştirmiş olan Pro- «Ne! Sahiden, benim..?»
«Kuşkulu bir haliniz vardı. Heyhat! Sözcüğü söy-
138 139
leyeyim: Kuşkulu. En tehlikeli hal de budur.» nü kesti Protos, Carola'nın düğmelerini görünce ke-
«Gene de beni izlediğinizi bile anlayamadım!.. yiflenmişti.
Tersine, sizin konuşmanızdan sonra, rastladığım h e r Beriki kızararak:
insanın halinde kuşkulu bir şeyler buluyorum. Ba­ «Bir armağan,» dedi.
na baktılar mı kaygılanıyorum; b a k m a y a n l a r da gör- Kavurucu bir sıcak vardı, Protos pencereden ba­
müyormuş gibi davranıyorlar sanki. İnsanların so­ karak:
kakta bulunmalarına pek ender olarak bir neden gös­ «Monte Cassino,» dedi. «Yukarıda ünlü manastırı
terilebileceğini bugüne k a d a r anlamamıştım. Ne yap­ seçebiliyor musunuz?»
tıkları göze ç a r p a n kimseler on ikide dördü bile bul­ Fleurissoire dalgın dalgın:
maz. Ah! Beni d ü ş ü n d ü r d ü n ü z doğrusu! Bilirsiniz: «Evet, görüyorum,» diye yanıtladı.
benim eski kafam gibi çabucacık kanıveren bir kafa «Bakıyorum, görünümlerden pek hoşlanmıyorsu­
için sakınmak, çekinmek kolay iş değil; öğrenmek, nuz?»
alışmak ister.» «Yok, yok,» diye karşı geldi Fleurissoire. «Hoşla­
«Aldırmayın! Alışacaksınız! Hem de çabucak; gö­ nırım! Ama bu sıkıntı sürdükçe neyle ilgilenebilirim
rürsünüz; bir zaman sonra bir alışkanlık olur bu. Ya­ ki? Roma'da da anıtlara bakamadım, hiçbir şey gör­
zık ki, ben bu alışkanlığı edinmek zorunda kaldım... medim; hiçbir şeyi görmeye çalışmadım.»
önemli olan neşeli görünüşünü sürdürmek. Ha! Şöy­ «Ne k a d a r iyi anlıyorum sizi!» dedi Protos. «Söy­
le yapın: izlendiğinizden kuşkulanınca, arkanıza dön­ lemiştim ya, ben de öyleyim, Roma'ya geleliberi bü­
meyin: yalnız bastonunuzu ya da şemsiyenizi yere tün zamanımı Vatikan ile Saint-Ange Şatosu arasın­
düşürün, o sıradaki havaya göre işte, olmazsa men­ da geçirdim.»
dilinizi düşürürsünüz. Başınızı eğip de eşyayı alırken, «Yazık. Ama siz Roma'yı önceden de tanıyorsu­
doğallıkla arkanıza bakın, bacaklarınızın arasından. nuz.»
Buna çalışmanızı öğütlerim. Ama söyleyin bakalım, Böyle konuşuyordu bizim yolcular.
giysimi nasıl buluyorsunuz? Korkarım, bazı yanla­ Caserte'de indiler, ayrı ayrı biraz sucuk yiyip bir
rında papazlığım sırıtıyordur.» şey içmeye gittiler.
Fleurissoire saf saf: «Napoli'de de böyle yapacağız,» dedi Protus, «köş­
«Hiç korkmayın, dedi; hiç kuşkum yok, benden ke yaklaştığımız zaman birbirimizden ayrılalım. Uzak­
başka kimsecikler bilemez kim olduğunuzu.» Sonra t a n izlersiniz beni, kendisine sizin kim olduğunuzu,
başını eğerek iyi niyetle inceledi onu: «Elbette, iyi­ gelişinizin amacmı a n l a t m a m için biraz zaman ge­
ce baktığım zaman, değişik kılığınız ardında din rek, b u n u n için benden en az çeyrek saat sonra ge­
adamlarına vergi birşeyler buluyorum, neşeli tavır­ leceksiniz.»
larınız altında da bizi altüst eden sıkıntıyı; a m a topu «Ben de bu a r a d a sakalımı kestirtirim. Bu sabah
topu bu kadarcık bir şey belli ettiğinize göre, kendi­ z a m a n bulamadım.»
nizi nasıl dizginliyorsunuz, kim bilir! Bana gelince, Bir tramvayla piazza Dante'ye geldiler.
benim d a h a birkaç fırın ekmek yemem gerek, anlı­ «Şimdi ayrılalım,» dedi Protos. «Daha epeyce bir
yorum; öğütleriniz...» yolumuz var, a m a böylesi d a h a iyi. Elli adım geri­
«Ne de tuhaf kol düğmeleriniz var,» diye sözü- den yürüyün; beni kaybetmekten korkuyormuş gibi

140 141
d u r m a d a n b a n a bakmayın; geriye de bakmayın; ar­ ğilse kısacık bir zaman için, u n u t m a k ! Papayı, si­
kanıza takılabilirler. Keyifli görünün.» nekleri, Carola'yı düşünmemek! Kendini Pau'da, Ar-
Önden gitti. Fleurissoire da, gözleri yerde, ardın­ nica'nın yanında sanmak; başka yerde sanmak; ne­
d a n geliyordu. D a r sokak dik bir yokuştu; güneş ok rede b u l u n d u ğ u n u bilmez olmak... Gözlerini kapı­
gibi iniyordu; terliyordu insan; ortalığı velveleye ve­ yordu, sonra yeniden açınca, bir düş görürcesine,
ren, el kol sallayan, şarkı söyleyen, Fleurissoire'ı şaş­ karşısında,' duvarın üstünde, Napoli denizinden çık­
kına döndüren coşkun bir kalabalık insanı itip ka­ mış, dalgaların dibinden, şehvetli bir serinlik duy­
kıyordu. Bir l a t e r n a önünde yarıçıplak çocuklar danse- gusuyla pırıl pırıl bir saç losyonu şişesi getiren, saç­
diyordu. Bir t ü r sokak cambazının elindeki koca­ ları d a r m a d a ğ ı n bir kadın görüyordu. Bu reklamın
man, yolunmuş bir hindi için bir piyango düzenleni­
aşağısında, bir mermer üstüne dizilmiş bir kozmetik
yordu, her bilet iki sou'yaydi; Protos, d a h a doğal gö­
çubuğu, bir pudralık, bir dişçi kerpeteni, bir tarak,
r ü n m e k için, geçerken bir bilet alıyor, kalabalığın
bir neşter, bir merhem çanağı, içinde birkaç sülüğün
arasından siliniyordu; Fleurissoire bir türlü ilerleye-
gevşek gevşek yüzdüğü bir kavanoz, içinde bir ten­
miyordu, bir an onu iyiden iyiye kaybettiğini sandı-,
ya şeridi b u l u n d u r a n ikinci bir kavanoz, sonra ya­
sonra gene buldu, kalabalığı geçmiş, kısa adımlarla
rı yarıya pelte gibi bir cisimle dolu, saydam kris­
yokuşu çıkıyordu, hindi de kolunun altındaydı.
talinin üzerine süslü püslü büyük harflerle ANTİ­
En sonunda evler seyrekleşip basıklaşıyor, insan­ SEPTİK yazılmış, kapaksız, üçüncü bir kavanoz, son­
lar azalıyordu. Protos d a h a yavaş yürümeye başla­ ra başka şişeler.
dı. Bir berber barakasının önünde durdu, Fleurissoire'a Şimdi berber, işini kusursuzluğa ulaştırmak için,
dönüp göz kırptı; sonra, yirmi adım ötede, küçük,
kazınmış yüzün üstüne yeniden, yağlımsı bir köpük
basık bir kapının önünde d u r a r a k zili çaldı.
yayıyor, ıslak avucunda bilediği bir ikinci ustura­
Berberin camekânı hiç de çekici değildi, a m a nın parlak yanıyla perdah geçiyordu. Amedee beklen­
peder Cave'm bu dükkânı göstermesinin birtakım diğini düşünmüyordu artık; gitmeyi düşünmez ol­
nedenleri olsa gerekti; hem Fleurissoire'm bir başka muş, uyuyordu... O sırada g ü r sesli bir Sicilyalı gir­
berber, hem de hiç kuşkusuz bundan d a h a çekici di dükkâna, durgunluğu deliverdi; berber de konuş­
olmayan bir başka berber bulabilmesi için, çok geri­
maya başladı hemen, artık dalgın dalgın kazımaya
lere dönmesi gerekirdi. Sıcağın fazlalığı yüzünden
başladı, sonra bir u s t u r a vuruşuyla, cızzt! sivilceyi
kapı açık duruyordu; k a b a elek bezinden bir perde,
kesiverdi.
sinekleri tutuyor, havayı geçiriyordu, girmek için al­
Amedee bir çığlık kopardı, elini yaraya götür­
tından kaldırılıyordu; girdi.
mek istedi, y a r a d a bir damla k a n parlıyordu.
Hiç kuşkusuz usta bir adamdı bu berber, öyle ya, «Niente; nienlel»1 dedi berber, kolunu tuttu, son­
Amedee'nin çenesini sabunladıktan sonra, havlunun ra bir çekmecenin içinden bir tutam sararmış pa­
ucuyla, dikkatle köpüğü alıyor, korkak müşterisinin muk çıkardı, ANTİSEPTİK'e daldırıp uf'unun üzeri­
gösterdiği kıpkırmızı sivilceyi ortaya çıkarıyordu.
ne bastırdı.
Hey gidi o küçük, sakin barakanın yarı uykusu, o
Böyle gelip geçenlerin dönüp bakmalarına kulak
ateşli uyuşukluğu! Amedee, başı geride, meşin kol­
tuğa yarı yatmış, kendini bırakıyordu. Ah! Hiç de- (1) İtalyanca, «Bir şey yok», anlamında. (Çeviren).

142 143
asmadan, böyle kente doğru nereye koştu Fleurissoire? dağının altında bir sofra hazırlanmıştı.
İşte ilk rastladığı eczacıya derdini gösteriyor. Erbap «Sevgili Bardolotti, Mösyö de la Fleurissoire'ı,
adam gülümsüyor, yeşilimsi bir ihtiyar, görünüşün­ bizim amcazadeyi, size sözünü ettiğim m a t r a k dos­
de de bir pislik var, bir kutudan küçük bir tafta hal­ tu takdim ederim.»
kası alıyor, diline sürüyor, sonra da... Bardolotti kollarını iyice açarak:
Amedee dışarı fırlayarak tiksintiden tükürdü, «Hoşgeldiniz, sayın konuğumuz», dedi, a m a otur­
yapışkan taftayı çekip kaldırdı, iki parmağının ara­ duğu koltuktan kalkmadı, sonra bir ağaç kovaya, du­
sında sıktı sivilcesini, ne kadar kanatabilirse kanattı. ru suya daldırılmış ayaklarını gösterdi:
Sonra bu kez kendi tükrüğüyle ıslanmış mendiliyle «Ayağımı yıkayınca iştahım açılıyor, başımın
ovdu. Sonra saatine baktı, aklı başından gitti, koşar kanı da çekiliyor», dedi.
adım çıktı sokağa yukarı, terleye terleye, soluya so- Ufak tefek, tuhaf bir adamdı, şişman mı şişman­
luya, kanları aka aka, çeyrek saatlik bir gecikmeyle dı, tüysüz yüzü ne yaşını belli ediyordu, ne cinsini.
kardinalin kapısına geldi. Bir algapa giymişti; görünüşünde yüksek din adamlı­
ğını belli eden hiçbir şey yoktu; neşeli görünüşü al­
tında gizli bir kardinal keşfetmek için ya Fleurissoire
k a d a r anlayışlı, ya da işin aslını öğrenmiş olmak
VI
gerekirdi. Bir böğrünü masaya yaslıyor, bir gazete
Protos aldı onu içeri, bir parmağı dudaklarının kâğıdından yapılmış bir tür sivri şapkayla gevşek
üzerindeydi. gevşek yelpazeleniyordu.
«Yalnız değiliz», dedi çabucak: «Uşaklar burda Fleurissoire için konuşmak da, hiçbir şey söyle­
kaldıkça, kuşku uyandırabilecek hiçbir şey yapılma­ memek de çok güçtü şimdi.
yacak; hepsi de fransızca konuşur; bir şey belli ede­ «Ah! Ben pek duyarlıyimdir!.. Ah! Ne güzel bah­
bilecek tek sözcük, tek davranış yok; 'kardinal' diye çe!..» diye kekeliyordu.
bağırmayın sakın suratına: Ciro Bardolotti'dir, papaz­ «Yeter ıslattığım!» diye bağırdı kardinal. «Kaldı­
dır sizi ağırlayan. Ben de «papaz Cave» değilim; «Ca- rın şunu! Assunta!»
ve»ım yalnız. Anlaşıldı mı?» Sonra birdenbire sesini Genç, uysal, tombul bir hizmetçi kadın koşup
değiştirdi, omzuna v u r a r a k yüksek sesle: «Ta ken­ geldi, kovayı aldı, gidip bir çiçekliğe boşalttı; korse­
disi be, vay anasını! Amedee bu! Ee, dostum, saka­ sinden fırlamış memeleri gömleğinin altında titriyor­
lına çok zaman verdin doğrusu! Birkaç dakika d a h a du; gülüyor, Protos'un yanında oyalanıyor, çıplak kol­
geciksen, sensiz oturacaktık sofraya. Şişte dönen hin­ larının parlaklığı Fleurissoire'm h u z u r u n u kaçırıyor-
di batan güneş gibi kızardı şimdiden». Sonra çok al­ du. Dorino, masanın üstüne uzun, hasırlı şişeler koy­
çak bir sesle: «Ah, Mösyö, o k a d a r zor geliyor ki du. Güneş, asma dallarının arasından geç ; p oynuyor,
bu yapmacıklar! O da nesi? Yüzünü kesmişler! Ka­ örtüsüz masanın üstündeki yemekleri gıdıklıyordu.
nıyor! Dorino: Tavanarasma git de bir örümcek ağı «Burada teklif tekellüf yoktur», dedi Bardolotti,
getir.- yaralara bire birdir...» gazeteyi başına geçirdi, «ben «leb» diyeyim, «leble­
b i s i n i siz anlarsınız, sayın Mösyö.»
Böyle maskaralıklar yaparak Fleurissoire'ı giriş­
ten bir iç bahçeye doğru itiyordu, burada, asma çar- Peder Cave da masaya bir yumruk indirdi, he-

144 145
çeleri ayıra ayıra, otoriter bir sesle: yapmacık yaptığı? Bardolotti de gizlemede çok us­
«Burda teklif tekellüf yok», dedi. taydı, hiç açık vermiyordu, hiçbir b a k ı m d a n geri kal­
Fleurissoire ustaca göz kırptı. Leb demeden leb­ mıyordu papazdan, gülüyor, el çırpıyor, Dorino'yu
lebiyi anlıyor muydu! Evet, elbette, bunu bir d a h a keyifli keyifli itip kakıyordu. Cave da Assunta'yı
yinelemenin gereği neydi; hem hiçbir şey belirtme­ kollarının arasında geriye devirmiş, yüzünü göğsü­
yecek, hem de h e r şeyi belirtecek bir tümce aradı ya ne bastırıyordu; Fleurissoire, midesi çatladı çatlaya­
bulamadı. cak bir durumda, «Kimbilir ne k a d a r acı çekiyorsu-
«Konuşun! Konuşun!» diye fısıldıyordu Protos. nuzdur!» diye mırıldanırken, Cave, Assunta'nm ar­
«Söz oyunları yapın: çok iyi anlarlar fransızcayı.» dından onun elini tutuyor, yüzü geriye dönük, göz­
«Hadi, oturun», dedi Ciro. «Dostum Cave, şu kar­ leri göğe dikilmiş, hiçbir şey söylemeden elini sıkı­
puzu kesin bakalım bize, Türkler gibi, dilim dilim ke­ yordu.
sin. Monsieur de la Fleurissoire, siz de Kuzeyin şu Sonra Cave birdenbire doğruluverdi, el çırptı:
kendini beğenmiş kavunlarını, o şirin kavunları, ne «Yeter! Yalnız bırakın bizi! Hayır: sonra kaldı­
bileyim, Hasan bey kavunlarını bizim sulu İtalyan rırsınız sofrayı. Basın bakalım. Via! Via!»
kavunlarından ü s t ü n bulanlardan mısınız yoksa?» Dorina'yla Assunta'nm dinleyip dinlemediklerini
«Hiçbiri tutmaz bunu kuşkusuz; a m a izniniz olur­ araştırdıktan sonra, birdenbire ciddileşti, asık bir
sa ben geri durayım: midem biraz bozuk», dedi Fle­ suratla döndü, kardinal de elini yüzünde dolaştırdı,
urissoire, eczacıyı anımsadıkça midesi tiksintiyle ka- o dinsiz, yapmacık neşesini bir çırpıda silkip attı.
barıyordu. «Görüyorsunuz, Mösyö de la Fleurissoire, çocu­
«Öyleyse incirlerden alın bari. Dorino yeni top­ ğum, ne d u r u m l a r a düşürdüler bizi, görüyorsunuz!»
ladı daha.» dedi. «Ah, bu oyun! Bu yüzler kızartıcı oyun!»
«Kusura bakmayın: onlardan da yiyemeyeceğim.» «Bu komedya yüzünden en dürüst sevinçlerden,
«Olmuyor, çok kötü! Söz oyunları yapın,» diye en arı neşelerden bile tiksinmeye başladık», dedi
fısıldadı Protos kulağına; sonra yüksek sesle: «Şarap­ Protos.
la temizleyelim şu kursakcağızı, temizleyelim de hin­ «Zavallı peder Cave», diyordu kardinal Protos'a
diye hazırlayalım onu. Assunta, içki doldur sevimli dönerek, «Tanrı sizden m e m n u n kalacaktır. Bu çile­
konuğumuza.» yi doldurmama yardım ettiğiniz için Tanrı sizi ödül-
Amedee alıştığından çok, a m a çok d a h a fazla lendirecektir;» Sonra, y ü z ü n ü n çizgilerinde tiksinti­
kadeh tokuşturup içmek zorunda kaldı. Buna sıcakla lerin en acısı resimlenirken, yarı dolu kadehini bi­
yorgunluk da eklenince, çok geçmeden çevresini bu­ tiriyordu.
lanık görmeye başladı. Eskisi k a d a r çaba h a r c a m a d a n «Ne! diyordu Fleurissoire, bu ıssız köşede ve bu
şaka ediyordu. Protos şarkı söyletti ona; sesi inceydi yabancı giysi altında bile ekselansları...»
ya herkes coştu; Assunta onu öpmek istedi. Bu ara­ «Oğul, b a n a Mösyö deyin yalnızca.»
da yıkılmış imanının derinliğinden anlatılmaz bir sı­ «Bağışlayın: kendi aramızda...»
kıntı yükseliyor, ağlamamak için gülüyordu. Cave'm «Ben yalnızken bile titriyorum...»
bu rahatlığına, bu doğallığına h a y r a n kalıyordu... «Uşaklarınızı seçemez misiniz?»
Fleurissoire'la kardinalden başka kimin aklına gelirdi «Uşaklarımı benim yerime seçiyorlar; bu gör-
t
146 147
düklerinizin ikisi de...»
yorlar; a m a onun değişmesi bunları da üzer.»
«Ah», diye sözünü kesti Protos, «en ufak lakır­
«Benim anladığıma göre, Cizvitler bu konuda far­
dıları bile yetiştirmek için nereye gittiklerini ona bir
masonlarla birleşmişler», dedi Fleurissoire.
söylesem!»
«Nerden çıkarıyorsunuz bunu?»
«Olabilir mi ki başpiskoposlukta...»
«Ama şimdi, Monsieur Bardolotti söyledi.»
«Şısst! Bu tür sözcükler yasak! Astırtacaksınız
«Bu saçmalıkları ona yüklemeyin.»
bizi. Konuştuğunuz kimsenin papaz Ciro Bardolotti
«Kusura bakmayın; politika bilgim öyle kıttır
olduğunu unutmayın.»
ki!»
«Yaşamım onların elinde», diye inliyordu Ciro.
«Bunun için, size söylenenlerden ötesini araştır­
Sonra Protos, dirseklerini dayadığı masanın üze­
mayın. İki büyük taraf var ortada-. Loca'yla İsa Ce­
rinden ileri doğru eğilip dörtte üç Ciro'ya dönerek:
maati; bizse gizliyiz, ortaya çıkmadıkça berikinin de,
«Gene de, gece-gündüz demeden, sizi bir saatcik
ötekinin de desteğini isteyemeyeceğimiz için hepsi
bile yalnız bırakmadıklarını söylersem, ne dersiniz!»
bize karşı demektir.»
dedi.
«Ya! Bu işe ne dersiniz?» diye sordu kardinal.
«Evet», diyordu sahte kardinal. Hangi kılığa gi­
Fleurissoire hiçbir şey düşünmüyordu artık, ta-
rersem gireyim, peşimde bir gizli polis bulunup bu­
mamiyle şapşallaşmış buluyordu kendini.
lunmadığından hiçbir zaman emin değilim.»
«Herkes sana karşı!» dedi Protos, «Kişi gerçeğe
«Ne! Burada kim olduğunuz biliniyor mu?»
ermiş olmayagörsün, hep böyle olur.»
«Onu anlayamıyorsunuz», dedi Protos. «Kardinal
«Ah, hiçbir şey bilmediğim sıralarda ne k a d a r
San-Felice'yle önemsiz Bardolotti arasında bir ben­
mutluydum», diye inledi Fleurissoire. «Yazık! artık
zerlik kurabilecek bir iki kişiden biri de sizsiniz, Tan­
hiçbir zaman bilmemezlik edemeyeceğim!..»
rı önünde söylüyorum. Ama bilmem şunu anlaya­
Protos usulca omuzuna dokundu:
bilecek misiniz? Düşmanları aynı düşmanlar değil;
«Biz d a h a h e r şeyi söylemedik size», diye sür­
kardinal başpiskoposlukta farmasonlara karşı savaş­
d ü r d ü konuşmasını. «En korkuncuna hazırlanın..»
mak zorundayken, papaz Bardolotti'yi de şeyler..»
Sonra eğildi, alçak sesle: «Bütün önlemlere karşın
Papaz kendinden geçmişcesine sözünü kesti:
giz dışarıya sizdi; bazı dolandırıcılar b u n u fırsat bi­
«Cizvitler gözetliyorlar!» dedi.
liyorlar, bazı dindar bölgelerde aileler arasında do­
«Ona d a h a bunu söylememiştim», diye ekledi
laşarak yardım topluyorlar, Haçlı seferi adına... Bi­
Protos.
ze gelmesi gereken paraları kendileri alıyorlar.»
Fleurissoire hıçkırmaya başladı:
«Ama iğrenç bir şey bu!»
«Ah, dedi, Cizvitler de bize karşıysa! Ama kim
«Bizim üzerimize yağdırdıkları güvensizliği, kuş­
umardı ki? Cizvitler! Emin misiniz?»
kuyu, bizi kurnazlığı ve dikkati a r t t ı r m a k zorunda
«Biraz düşünün,- pek doğal bulacaksınız bunu.
bırakmalarını da ekleyin buna», dedi Bardolotti.
Papalığın yeni politikası, baştanbaşa uzlaşma ve ba­
Protos, La Croix'nm bir sayısını uzattı Fleuris-
rışma olan politikası, onları hoşnut etmeye dayanı­
yor, son bildiriler onların yüzünü güldürüyor. Bel­ soire'a:
ki de bunları yayanın sahici p a p a olmadığını bilmi-
«Alın, şunu bir okuyun, dedi. Gazete önceki gü-

148
149
n ü n . Bu basit yazı çok şeyler gösteriyor!» çen geceyi, pirelenme olayını anlattı, Bardolotti'yle
Fleurissoire da okudu: «Sahte kilise adamlarının peder kahkahayı k o p a r m a m a k için çok güçlük çeki­
hareketleri, her şeyden önce de gizli bir görev aldı­ yorlardı.
ğını ileri sürüp inanırlığı kötüye kullanarak: PAPA­ «Neyse, oğul, papaza günahlarınızı açtınız mı?»
NIN KURTULUŞU İÇİN HAÇLI SEFERİ adını alan diye sordu kardinal, sesi şefkatle doluydu.
bir hayır işi için para çekmeyi başaran bir sahte pa­ «Ertesi sabah.»
paz üzerine dindar ruhların dikkatini çekeriz. Bu ha­ «Papaz günahınızı bağışladı mı?»
yır işinin adı bile, saçmalığını ortaya koymaktadır.» «Kolayca. Asıl canımı sıkan da bu ya... Ama kar­
Fleurissoire ayakları altındaki toprağın oynayıp şısındakinin h e r h a n g i bir yolcu olmadığını söyleye-
çöktüğünü duyuyordu. bilir miydim? Bu memlekete niçin geldiğimi söyleye­
«Peki kime güvenmeli! Ama beyler, ben de size bilir miydim?.. Hayır, hayır! Bitti artık; bu yüksek
belki de bu madrabaz, -yani sahte papaz- yüzünden iş lekesiz bir hizmetkâr istiyordu. Ben de t a m bu
aranızda b u l u n d u ğ u m u söylersem!» işe göreydim. Şimdi bitti. Yıkıldım!» Gene hıçkırık­
Peder Cave, ciddi ciddi kardinale baktı, sonra larla sarsılıyor, göğsünü döve döve yineliyordu: «Lâ­
yumruğunu masaya indirdi: yık değilim artık! Lâyık değilim!» Sonra şarkı söy-
«Tamam! Ben de b u n d a n kuşkulanıyordum!» di­ lercesine sürdürüyordu konuşmasını: «Ah! Şimdi be­
ye haykırdı.
ni dinliyor, derdimi biliyorsunuz, beni yargılayın,
Fleurissoire gene konuştu:
suçlaym, cezalandırın beni... Söyleyin, hangi görül­
«Kendisinden bu konuyu öğrendiğim kimse de medik ceza temizler beni bu görülmedik cinayetten?
bu h a y d u d u n kurbanıdır belki, şimdi h e r şey be­ Hangi ceza?»
ni b u n d a n korkmaya yöneltiyor.» Protos'la Bardolotti birbirlerine bakıyorlardı. En
«Hiç şaşmam,» dedi Protos.
sonunda Bardolotti ayağa kalktı, Amedee'nin omu-
«Görüyorsunuz artık,» dedi Bardolotti, «bizim gö­
z u n a usul usul v u r m a y a başladı:
revimizi yüklenen dolandırıcılarla onları yakalamak
«Hadi, hadi, oğul!» dedi. «Ne olursa olsun, ken­
isterken bizi onlar sanabilecek olan polis arasında
dinizi böyle kapıp koyvermeniz doğru değil. Evet,
ne k a d a r güç bir durumdayız.»
doğru! G ü n a h işlemişsiniz. Ama, hay Allah! Size ge­
Protos da:
reksinimimiz azalmadı ya bu yüzden. (Her yanınız
«Sonra bazı bazı günahın kılığına bürünmemizi,
pisliğe batmış; alın şu havluyu da silin.) Derdinizi
en suçlu hazları bile hoş karşılıyormuş gibi görün­
anlamıyor değilim, siz bizden yardım istediğinize gö­
memizi anlayacak mısınız?» dedi.
re, biz de size günahınızın karşılığını ödemenin yo­
«Ah! Ah!» diye kekeledi Fleurissoire, «sizler öyle
lunu göstereceğiz. (Beceremiyorsunuz. Bırakın da si­
görünmekle kalıyorsunuz hiç değilse, erdemlerinizi
ze yardım edeyim.)»
saklamak için yalancıktan g ü n a h k â r görünüyorsu­
«Ah! Zahmet etmeyin. Teşekkür ederim! Teşek­
nuz. Ama ben...» Sonra, şarabın d u m a n l a n keder
k ü r ederim,» diyordu Fleurissoire; Bardolotti'yse bir
bulutlarına, sarhoşluk geğirtileri ağlama hıçkırıkla­
yandan onu temizliyor, bir y a n d a n da konuşmayı
rına karışırken, Protos'a doğru eğildi, yediklerini ge­
sürdürüyordu:
ri çıkardı, sonra belirsiz bir biçimde Carola'yla ge-
«Kaygılarınızı anlıyorum; saygı gösteriyorum bu
150 151
kaygılara, b u n u n için size pek parlak olmayan, kü­ fiften tartaklıyordu.
çük bir iş vereceğim önce, bu size yeniden yükselme «Hadi bakalım! Yola çıkmadan için azıcık. Sizin­
fırsatı sağlayacak, bağlılık derecenizi gösterecek.» le Roma'ya gelemediğim için üzgünüm; a m a birçok
«Benim bütün umduğum da bu...» işler beni b u r a d a alıkoyuyor; hem ikimizi bir a r a d a
«Bana bakın, peder Cave, şu küçük çek üzeriniz­ görmemeleri d a h a iyi. Gülegüle. Öpüşelim, sayın
de mi?» Fleurissoire. Tanrı yardımcınız olsun! Bana sizi ta­
Protos köylü ceketinin iç cebinden bir kâğıt çı­ nıttığı için O'na minnettarım.»
kardı. Kardinal hep konuşuyordu: Kapıya k a d a r geldi Fleurissoire'la, ayrılacakla­
«Böyle dört bir yandan sarıldığımız için, gizli­ rı sırada:
ce başvurduğumuz bazı iyi ruhların bize yolladığı «Ah! Mösyö», diyordu, «kardinal hakkında ne
yardımları almakta güçlük çekiyoruz. Hem farma­ düşünüyorsunuz? Zulümlerin böyle soylu bir insanı
sonlar, hem Cizvitler, hem zabıta, hem de haydutlar- ne d u r u m l a r a düşürdüğünü görmek çok acı, değil
ca gözaltında bulundurulduğumuz için, bizi tanıya­ mi!»
bilecek posta ve banka gişelerine elimizde çeklerle, Sonra, sahte kardinalin y a n m a döndü:
havale kâğıtlarıyla gitmemiz doğru olmaz. Biraz ön­ «Hayvan herif! dedi. İş mi bu senin yaptığın!
ce peder Cave'm sözettiği dolandırıcılıklar, yardım Sen tut da pasaportu bile olmayan, gözaltında bu­
işlerine karşı öyle bir güvensizlik uyandırdı ki! (Bu l u n d u r m a k zorunda kalacağımız bir beceriksizin eli­
a r a d a Protos, sabırsızlık içinde, piyano çalar gibi ma­
ne ver çeki!»
sayı dövüyordu.) Uzun sözün kısası, işte size altı
Ama Bardolotti uykudan ağırlaşmıştı, başını ma­
bin franklık bir ufak çek, oğul, bizim yerimize bu­
saya bırakıyordu.
n u n karşılığını almanızı rica ediyorum; düşes de
Ponte-Cavello adına Roma Credito Commerciale'sin- «Morukları boş bırakmamalı», diye mırıldandı.
den çekilmektedir, başpiskoposluk admadır, a m a bir Protos perukasıyla köylü giysisini çıkarmak için
önlem olarak alıcının adı yazılmamıştır, yani çeki başka bir odaya gitti; hemen sonra yeniden görün­
kim götürse alabilir parayı; siz de hiç çekinmeden dü, otuz yaş gençleşmişti, en alt basamaktan bir
kendi adınızla imza edersiniz, kuşku uyandırmaz. mağaza ya da banka m e m u r u n u andırıyordu. Fle-
Çaldırtmamaya dikkat edin lütfen, bir de... Neyiniz urissoire'ı da götüreceğini bildiği trene yetişmek için
var sizin, peder Cave? Sinirli görünüyorsunuz? fazla zamanı yoktu, Bardolotti'yle vedalaşmadan yo­
la çıktı, Bardolotti uyuyordu.
«Siz konuşmanıza bakın.»
«Bir de bu parayı bana... durun bakalım, bu
gece Roma'ya dönüyorsunuz; yarın akşam gene al­ VII
tı trenine binebilirsiniz; saat onda gene Napoli'ye
gelecek, beni garda sizi bekler bulacaksınız. Ondan Fleurissoire, Roma'ya ve via dei Vecchierelli'ye
sonra daha yüksek bir iş buluruz size... Hayır, oğul, hemen o akşam vardı. Çok yorulmuştu. Carola'nm
elimi öpmeyin; görüyorsunuz ki, yüzüksüz.» uyumasına ses çıkarmamasını sağladı.
Önünde yarıyarıya yere kapanmış olan Amedee' Ertesi gün uyanır uyanmaz sivilcesine dokundu,
nin alnına dokundu, Protos da kolundan tutuyor, ha- sivilce bir tuhaf geldi ona; aynaya baktı, sıyrığın

152 153
üstünü kaplamış, sarımtrak bir zar gördü; kötü bir kmtını dağıtmak için gezmelisin biraz; biraz da «mar-
görünüşü vardı. Bu sırada Carola'nm sahanlıktan sala» 1 içmelisin.» Bir an sustu. Sonra kendini tuta-
geçtiğini duydu, onu çağırdı, yarasına bakmasını ri­ mayarak:
ca etti, Carola pencereye yaklaşırdı Fleurissoire'ı, «Beni dinle, dedi: s a n a söyleyecek önemli şeyle­
bakar bakmaz: rim var. Dün ak saçlı bir papaz bozuntusuyla karşı­
«Senin d ü ş ü n d ü ğ ü n değil,» dedi. laşmadın mı?»
Doğrusunu söylemek gerekirse, Amedee pek de Bunu nerden biliyordu? Fleurissoire şaşkın şaş­
bunu düşünmüyordu, a m a Carola'nın onu yatıştır­ kın:
maya çabalaması, kaygısını b ü t ü n b ü t ü n artırdı. Öy­ «Niçin?» diye sordu.
le ya, b u n u n bu olmadığını söylediğine göre, bu da «İşte..» gene duraladı, ona baktı, öyle solgun bul­
olabilirdi. İyice emin miydi öyle olmadığından? Hem du ki, hızla konuştu: «Eh işte! O n d a n sakın. İnan ba­
de b u n u n bu olmasını pek doğal buluyordu o; çünkü na, zavallı tavuğum, yolacak seni. Bunu s a n a söyle-
g ü n a h işlemiş, b u n u n bu olmasını haketmişti. Öy­ memeliydim, ama... ondan sakın.»
le olmalıydı. Bir titreyiş kaydı sırtı boyunca. Bu son sözler Amedee'yi altüst etmişti, çıkmaya
«Nasıl yaptın bunu?» diye sordu Carola. hazırlanıyordu; merdivene varmıştı bile; Carola geri
Allahım! Buna yol açan nedenin, ustura kesme­ çağırdı:
sinin, ya da eczacının t ü k r ü ğ ü n ü n ne önemi vardı: «Onu bir d a h a görürsen, seninle konuştuklarımı
asıl nedeni, ona bu cezayı hakettiren nedeni terbiye
söyleme sakm, dedi. Beni öldürmekten farksız bir şey
dışına çıkmadan söyleyebilir miydi ona? O, b u n u an­
olur bu.»
lar mıydı ki? Gülerdi kuşkusuz... Carola sorusunu
yineliyordu.
«Bir berber», diye yanıtladı Fleurissoire. Yaşam karışık, fazlasıyla karışık bir d u r u m a gi­
«Üzerine birşey koymalıydın.» riyordu Amedee için. Üstelik de ayaklarını donmuş,
Bu kaygı, bu yakınlık son kuşkularını da süpür­ alnını ateş içinde, düşüncelerini karışık, dolaşık bu­
dü; Carola'nın d a h a önce söyledikleri onu yatıştır­ luyordu. Peder Cave da m a s k a r a n ı n biri miydi, na­
mak içindi yalnız; Amedee yüzünü, bedenini çıban­ sıl anlamalıydı şimdi?.. Öyleyse, k a r d i n a l de, belki?..
larla kaplanmış görüyordu, Arnica'yı dehşete düşü­ Ama bu çek, peki a m a bu çek: kâğıdı cebinden çı­
recek şeylerdi bunlar; gözleri yaşlarla doldu. kardı, eliyle dokundu, gerçekliğinden emin oldu. Ha­
«Demek sen şey...» yır! Hayır, olamazdı! Carola aldanıyordu. Hem son­
«Yok canımın içi, yok, yok; üzülme böyle; cena­ ra, bu zavallı Cave'ı çift oyun oynamak zorunda
zeye benzedin. Bir kez, o olsaydı, şimdilik hiçbir şey b ı r a k a n gizemli işler h a k k ı n d a ne biliyordu? Hiç kuş­
bilinmezdi.» kusuz, iyi papazın sakındığı Baptistin'in bayağı bir
«Yok! Yok!..» diyordu Amedee. «Ah! Tam b a n a kinini görmek gerekirdi b u n d a d a h a çok... Ne olur­
göre bir şey bu! Bana göre, tam yerinde!» sa olsun! Daha da fazla açacaktı gözünü; artık Bap-
Carola acıdı: tistin'den sakındığı gibi, b u n d a n böyle peder Cave'
«Hem sonra hiç böyle başlamaz o; patronu çağı­
rayım da söylesin mi sana?... Hayır mı? Pekâlâ! Sı- (1) Bir içki. (Çeviren)

154 155
ni elde edemiyormuş; bunun için Julius, adalet
dan da sakınacaktı; hatta, kimbilir, Carola'dan bile...
istemek için Kutsal Babamızla görüşmek isti­
«İşte,» diyordu kendi kendine, «bu günahın, bu
yormuş; çünkü o daha bilmiyor elbet. Sana gö­
baş günahın, papalığın sendelemesinin hem sonucu,
rüşmesini anlatır, sen de onu aydınlatabilirsin.
hem de kanıtı: ne kaldıysa altüst oluyor, devriliyor.
İnşallah kötü havalara karşı önlem alıyor,
Papaya güvenmeyince kime güvenmeli? Kilisenin da­
fazla da y örülmüyor sundur. Gaston her gün be­
yandığı köşe taşı yıkılır yıkılmaz, hiçbir şey gerçek
ni görmeye geliyor; çok arıyoruz seni. Bize dö­
olmayı haketmiyor.»
neceğini bildirdiğin zaman ne kadar sevinece­
Amedee kısa, sık adımlarla postaneye doğru yü­
ğim... vb.vb.
rüyordu; memleketten gelmiş birkaç haber bulaca­
ğını umuyordu çünkü, üzerine yorgun güvenini ye­
Blafaphas da dördüncü sayfaya, k u r ş u n kalem­
niden oturtabileceği birkaç dürüst haber. Sabahın
le, yanlamasına birkaç sözcük karalamışti:
hafif sisi, sonra içinde h e r nesnenin b u h a r olup ger­
çeklikten çıktığı bu bol ışık, başdönmesini d a h a da
Napoli'ye gidersen, makarnaya nasıl delik
arttırıyordu; bir düş görürcesine, toprağın, duvarla­
açtıklarını öğren. Yeni bir buluş üzerindeyim.
rın sağlamlığından, karşılaştığı insanların gerçekten
varolduklarından, her şeyden çok da Roma'da bu­
G ü m b ü r g ü m b ü r bir sevinç kapladı Amede'nin
lunuşundan kuşku duyarak ilerliyordu... Kötü düş­
yüreğini, a m a bir huzursuzlukla karışıktı: bu per­
ten sıyrılıp kopmak, kendini yeniden Pau'da, yata­
şembe, h u z u r a kabul günü, tam bugündü. Çama­
ğında, önceden kalkmış olacak, her zaman yaptığı
şırlarını yıkatmaya vermeyi göze alamıyordu, çama­
gibi üzerine eğilerek: «Nasıl, iyi uyudunuz mu, dos­
şırsız kalacaktı. Hiç değilse korkuyordu bundan.
tum?» diye soracak Arnica'nın yanında bulmak için
Dünkü t a k m a yakayı takmıştı bu sabah; a m a Julius'
etini çimdikliyordu.
le karşılaşabileceğini öğrenir öğrenmez, onu yeter
Postanedeki m e m u r onu tanıdı, karısının yeni bir derecede temiz bulmamaya başladı. Buluşmanın ve­
mektubunu vermek için hiçbir güçlük çıkarmadı.
receği sevinç, bu yüzden biraz sarsıldı. Via dei Vecc-
hierelli'ye bir d a h a u ğ r a m a k mı, bacanağını huzur­
... Valentine de Saint-Prix'den, Julius'ün bir
dan çıktığı sırada bulmak istiyorsa, bu sevdadan
kongre dolayısıyla Roma'da bulunduğunu öğ­
vazgeçmesi gerekirdi; sonra Julius'ü Büyük Otel'de
rendim, diyordu Arnica. Onunla buluşabileceği-
a r a m a k t a n d a h a iyiydi. Hiç değilse manşetlerini çe­
nizi düşünüyorum da ne kadar seviniyorum! Ya­
virmeyi unutmadı; yakasını da atkısıyla kapattı,' si­
zık ki Valentine adresini veremedi bana. Bü­
vilcesini de hemen hemen k a p a t m a k gibi iyi bir ya­
yük Otel'e indiğini sanıyor ya pek emin değil.
nı vardı b u n u n .
Yalnız, perşembe sabahı Vatikan'a kabul edile­
Ama bu ufak tefek şeylerin ne önemi vardı? Ger­
ceğini biliyor; daha önce kardinal Pazzi'ye, hu­
çek şu ki, Fleurissoire bu mektupla anlatılmaz bir
zura kabulünü sağlatmak için bir mektup yaz­
biçimde güçlenmiş buluyordu kendini. Akrabaların­
mış. Milano'dan geliyormuş, orada Anthime'i
dan birini, geçmiş yaşamını bulmak tasarısı, yolcu
görmeye gitmiş, Anthime çok dertliymiş, çünkü,
imgeleminin doğurduğu canavarları birdenbire defe-
dâvasından sonra, kilisenin kendisine vadettiği-
157
156
diyordu. Carola, peder Cave, kardinal, b ü t ü n bun­ Amedee s ü t u n u sessizce dönerek yaklaştı. Om­
lar bir horoz sesinin birdenbire kesiverdiği bir düş zuna dokunacağı sırada, Julius ateşli ateşli:
gibi dalgalanıyordu önünde. Niçin ayrılmıştı Pau' — SONRA BU DURUMDA, NE ÖNEMİ VAR!
dan? O n u m u t l u l u ğ u n d a n uzaklaştıran bu saçma ma­ dedi, bu sözcükleri defterine, sayfanın sonuna geçir­
sal da ne oluyordu? Hay Allah! Bir p a p a vardı; az di, sonra birdenbire kalkarak suratını Amedee'ye
sonra Julius «Onu gördüm!» diyebilecekti. Bir papa, çarptı, b u r u n b u r u n a geldiler.
işte o kadar, bu yeterdi. Tanrı onun yerine bir baş­ «Hay Allah, ne yapıyorsunuz burada?»
kasının geçmesine izin verebilir miydi, bu canavar­ Amedee heyecandan titreyerek kekeliyor, söyle­
ca işi yaptırtır mıydı, bu işin içinde oynayacak bir yemiyordu; Julius'ün elini iki elinin içinde esrimeyle
rolü olmak gibi saçma bir g u r u r a kapılmasaydı, Fle- sıkıyordu. Julius de onu gözden geçiriyordu bu arada:
urissoire hiç mi hiç inanmayacaktı buna. «Zavallı dostum, bu ne hal böyle!»
Yazgı hiç de iyi bir pay ayırmamıştı Julius'e: iki
Amedee sık, hızlı adımlarla yürüyordu; koşma­
b a c a n a ğ ı n d a n biri yobazlaşıyordu, öteki de çok pe­
mak için güç tutuyordu kendini. En sonunda yeni-
rişandı. Nerdeyse üç yıldır görmemişti Amedee'yi,
baştan, güvene geliyordu, çevresindeki her şey de
o zamandanberi en azından on iki yaş kocamış bu­
yeniden güven verici bir ağırlığa, ölçüye, doğal bir
luyordu onu; yanakları çökmüş, hırtlağusu dışarı çık­
duruşa, gerçeğe benzer bir gerçekliğe kavuşuyordu.
mıştı; atkısının kırmızılığı yüzünün solgunluğunu
Hasır şapkasını elinde tutuyordu; büyük kilisenin
b ü t ü n b ü t ü n arttırıyordu; çenesi titriyordu; tekeş göz­
önüne gelince, öyle soylu bir sarhoşluğa kapıldı ki,
leri acıklı olması gereken, a m a maskaralıktan öteye
sağdaki çeşmenin çevresinde dolaşmaya başladı, al­
geçmeyen bir biçimde dönüyordu; çizgili bir ses kı­
nını ıslata ıslata fıskiyenin altmdan geçerken gök­
sıklığı getirmişti dünkü yolculuğundan, sözleri uzak­
kuşağına gülümsüyordu.
t a n gelir gibiydi. Aklı fikri o düşüncedeydi:
Birdenbire duruverdi. Orada, yanında, dördün­
«Ne oldu, onu gördünüz mü?» dedi.
cü s ü t u n u n eteğinde Julius'ü oturur görmesin mi?
Julius de kendi düşüncelerine dalmıştı:
O olduğuna k a r a r veremiyor, iyice emin olamıyor­
«Kimi?» diye sordu.
du, üstü başı düzgünse de duruşu pek düzgün de­
ğildi öyle: kont de Baraglioul, k a r a hasır şapkasını Bu kimi? hem bir yas çanı, h e m de dine karşı bir
yanına, iki kaldırım taşı arasına kakılmış bastonunun sövgü gibi çınladı Amedee'nin içinde. Saygıyla açık­
gaga biçimi topuzuna takmış, bulunduğu yerin gör- ladı:
kemliğine aldırmadan, bir Sixtine peygamberi gibi «Vatikan'dan çıkıyorsunuz sanıyordum?»
sağ ayağını sol dizinin üzerine atmış, sağ dizinin üze­ «Öyle. Kusura bakmayın: aklımdan çıkmıştı...
rine de bir defter koymuştu; zaman zaman, havada Başıma gelenleri bir bilseniz...»
tuttuğu k u r ş u n kalemi birdenbire sayfaların üzerine Gözleri parlıyordu-, kendi benliğinden fışkınvere-
indirerek birşeyler yazıyordu, öylesine aceleci bir esi­ cek diyeceği gelirdi insanın.
ni kâğıda geçirmeye dalmıştı ki, Amedee önünde ne
«Aman, ne olur!» diye yalvardı Fleurissoire, «bu­
yapsa görmeyecekti. Bir y a n d a n yazıyor, bir yandan
nu sonra söylersiniz; ilkin görüşmenizi anlatın. Öyle
konuşuyordu; bir fıskiyenin hışırtısı sesini bastırsa
sabırsızlanıyorum ki.»
bile, dudaklarının kıpırdadığı görülüyordu.
«Çok mu ilgilendiriyor bu sizi?»
159
158
«Hem de nasıl, anlayacaksınız birazdan. Konu­ yüksek kişiler, durumlarını güçleştirmekten korkar­
şun, konuşun, rica ederim.» lar. Bu işe onlardan olmayan birinin sarılması gere­
«Peki, işte!» diye başladı Julius, Fleurissoire'ı ko­ kirdi, örneğin benim. Çünkü buluşların yapılış tar­
l u n d a n tuttu, Saint-Pierre'den uzaklaştırdı onu. «Bi­ zına bakın da h a y r a n kaim! ya, hem de en önemli­
zim Anthime'in dine dönüşünün kendisini nasıl bir lerinin: birdenbire gelen bir esin sanabilir insan:
yokluk içinde bıraktığını bilirsiniz belki de! Farma­ a m a aslında hep düşünülmüş birşeydir. Böylece, kah­
sonların ondan kaptığına karşılık olarak Kilise'nin r a m a n l a r ı m ı n hem fazla mantıklı olmaları, h e m de
vadettiği şeyi boşuna bekliyor. Anthime aldatıldı: yetersiz bir istemleri bulunması beni kaygılandırı­
bunu kabul etmek zorundayız... Dostum, siz nasıl yordu.»
isterseniz öyle kabul edin bu serüveni, ben üstün bir Amedee usulca:
maskaralık sayıyorum; ama böyle olmasaydı, bugün «Korkarım ki gene k o n u d a n uzaklaşıyorsunuz,»
bizi uğraştıran ve size anlatmak için sabırsızlandığım dedi.
şeyi bu k a d a r iyi anlayamayacaktım belki de. İşte: «Yok canım, siz benim düşüncemi izleyemiyor­
tutarsız bir yaratık! Çok şey anlatır bu... sonra, hiç sunuz,» dedi Julius. «Uzun sözün kısası; dilekçeyi
kuşkusuz, bu görünüşte kalan tutarsızlığın ardında doğrudan doğruya Kutsal Babamıza sunmaya k a r a r
d a h a ince, gizli bir tutarlılık, bir birlik de buluna­
verdim; bu sabah da vermeye gittim.»
bilir; önemli olan, ona yön veren şeyin basit bir çı­
«Öyleyse? Çabuk söyleyin: onu gördünüz mü?»
k a r düşüncesi olmaması, ya da çoğu z a m a n söylen­
«Sevgili Amedee, böyle d u r m a d a n sözümü ke­
diği gibi: çıkara d a y a n a n nedenlere uymaması.»
serseniz... Ne diyeyim, onu görmenin ne k a d a r güç
«Düşüncelerinizi iyi izleyemiyorum,» dedi Ame­ bir şey olduğunu pek düşünmeyiz.»
dee. «Elbette!» dedi Amedee.
«Doğru, kusura bakmayın: görüşmeden uzaklaşı­ «Ne dediniz?»
yorum. Her neyse, Anthime konusunu ele almaya ka­ «Birazdan anlatırım.»
r a r vermiştim... Ah, dostum, Milano'da oturduğu da­ «Bir kez dilekçemi onun eline vermekten tümden
ireyi bir görseniz! Burada kalamazsınız! dedim he­ vazgeçmek zorunda kaldım. Elimde tutuyordum: düz­
men. Sonra o zavallı Veronique'yi düşünüyorum da! günce bükülmüş bir kâğıttı; a m a d a h a ikinci bek­
Ama Anthime, keşişliğe, kapüsenliğe 1 döküyor işi; leme odasında (belki de üçüncüsüdür; iyice anım­
kendisine acınmasını istemiyor; hele Kilise'nin suçlu sayamıyorum şimdi), karalı kırmızılı, iri bir açıkgöz
görülmesini hiç istemiyor! 'Dostum,' dedim sonra, kibarca elimden aldı.»
yüksek Kilise görevlilerinin suçlu olmadığını kabul Amedee, hafif hafif, boyuneğmiş ve bildiğini bi­
ederim, a m a bu onlar bilmedikleri içindir. İzin verin len biri gibi gülmeye başlıyordu.
de gidip söyleyeyim...» «Ondan sonraki bekleme odasında şapkamı alıp
«Ben de sanıyordum ki kardinal Pazzi.» diye so­ bir masanın üstüne koydular. Beşincide ya da altın­
kuşturdu Fleurissoire. cıda, iki h a n ı m ve üç başpapazla uzun zamandır
«Evet, b u n d a n iş çıkmamıştı. Anlarsınız ya, bu bekliyordum, bir t ü r mabeyinci gelip, beni aldı, bi­
tişik salona götürdü, b u r d a Kutsal Babamızın karşı­
(1) Capucin: Saint-François tarikatına bağlı papaz. (Çeviren). sına gelir gelmez (farkedebildiğime göre, bir t ü r taht

160 161
kubbesinin altında bir t ü r t a h t a oturmuştu), beni Julius'ün üzerinde, birdenbire Amedee'nin kolunu bı­
secdeye çağırdı, ben de istediğini yaptım; böylece onu raktı, sık adımlarla öne düştü, sokağın ortasından
göremez oldum.» gidiyor, bağırıyordu:
«Ama uzun zaman eğilmiş bir d u r u m d a kalma- «Yok! Hayır. Yok canım, yok, d a h a neler, hayır
mışsmızdır, alnınız da o k a d a r aşağıda değildi her­ hayır, hayır!»
halde...»
Sonra Amedee'ye yaklaştı:
«Sevgili Amedee, siz r a h a t r a h a t konuşuyorsu­ «Nasıl! Ben, hem de güçlükle, b ü t ü n bunları ak­
nuz, saygı bizi ne k a d a r körleştirir, bilmez misiniz? lımdan çıkarmayı başarıyorum; ordan beklenecek,
Sonra ben başımı kaldırmaya göze alamadıktan baş­ umulacak, kabul edilecek hiçbir şey kalmadığına
ka, bir t ü r başağa da, ben Anthime'imden konuş­ aklım yatıyor iyice; Anthime'in aldatıldığına, hepimi­
maya başladım mı cetvel gibi birşeyle enseme vuru­ zin aldatıldığına, bunların hep u y d u r m a şeyler oldu­
yordu, bu yüzden yeniden eğiyordum başımı.» ğuna, gülmekten başka bir şey kalmadığına... Ya!
«Hiç değilse O, sizinle konuştu ya.» Kurtuluyorum, sıyırıyorum yakamı; tam avunacağım
«Evet, kitabımdan sözetti, okumadığını açıkça sırada siz çıkıyorsunuz karşıma: Dur bakalım! diyor­
söyledi.» sunuz. Yanlışlık var: Baştan başlayın! A, yok, yok,
Amedee bir z a m a n sustuktan sonra: d a h a neler! Yok, öyle şey yok, hayır, asla! Bu ka­
«Sevgili Julius, bu b a n a söyledikleriniz son de­ darı yeter bana. Gerçeği değilse de ne yapalım!»
rece önemli şeyler», dedi. «Onu görmediniz: b ü t ü n Fleurissoire apışıp kalmıştı.
anlattıklarınızdan onu görmenin şaşılacak derecede «Ama,» diyordu, «Kilise...» Ses kısıklığının gü­
güç olduğunu t u t t u m aklımda. Ah! Bütün bunlar,
zel konuşmasına elvermeyişine üzülüyordu.
heyhat! Kuşkuların en zalimini doğru çıkarıyor! Ju­
«Ama, Kilise'nin kendisi de aldatıldıysa?»
lius, şimdi b u n u size söylemeliyim, a m a şöyle gelin;
Julius yanlamasına d u r d u önünde, yolunu yarı
bu sokak o k a d a r kalabalık ki...»
yarıya kapattı, sonra da alışık olmadığı, alaycı, kesip
Aşağı yukarı ıssız bir sokağa sürükledi Julius'u, atıcı bir sesle:
Julius eğleniyordu d a h a çok, hiç sesini çıkarmadı. «Peki! Bun-dan-si-ze-ne?» dedi.
«Öyle önemli ki bu size söyleyeceğim... Aman bu­ Fleurissoire, yeni bir kuşkuya kapıldı o zaman;
nu dışarıya belli etmeyin. Önemsiz şeylerden sözedi- huzursuzluğunun yoğunluğu içinde yerleşmeye baş­
yormuş gibi görünelim, siz de korkunç bir şey işit­ layan yepyeni, biçimlenmemiş, dayanılmaz bir kuş­
meye hazırlanın: Julius, dostum, sizin bu sabah gör­ kuya: Julius, Julius'ün ta kendisi, bu konuştuğu Ju­
düğünüz... lius, bekleyişinin, dertli iyi niyetinin bağlandığı Julius
«Yani görmediğim demek istiyorsunuz?» de gerçek Julius değildi.
«Kesinlikle öyle... sahicisi değil.» «Ne! Siz misiniz böyle konuşan! Bense size gü­
«Ne diyorsunuz?» veniyordum! Siz, Julius, kont de Baraglioul ki ya­
«Papayı görmediniz diyorum, korkunç bir nedeni zıları...»
var bunun... gizli ve güvenilir bir kaynaktan öğren­ «Yazılarımdan sözetmeyin, rica ederim. Bu sa­
dim; gerçek papa, hapsedildi.» bah papanızın, gerçek ya da sahte papanızın b a n a
Şu şaşırtıcı giz, en beklenmedik etkiyi uyandırdı yazılarım için söyledikleri yeter de a r t a r bile! Anla-

162 163
d ı k l a n m m yardımıyla, b u n d a n sonrakilerin d a h a iyi
olacaklarını umuyorum. Size önemli şeyleri söyle­ «Tam üstüne bastınız! Lüks olsun diye, h a r c a m a
mekte geç kaldım. Yemeği birlikte yer miyiz?» gereksinimiyle, oyun olsun diye. Çünkü ben, çıkar­
dan en uzak r u h l a r ı n en iyi r u h l a r olması gerek­
«Memnunlukla, a m a erken ayrılacağım sizden.
mediğini ileri sürüyorum, -sözcüğün katolik anlamın­
Bu akşam Napoli'de bekliyorlar beni... evet, size an­
da söylüyorum bunu; tam tersine, katoliklik bakı­
latacağım işler için. Beni Büyük Otel'e götürmüyor-
sunuz ya inşallah?» mından, en iyi yetiştirilmiş ruh, hesaplarını en iyi
t u t a n ruhtur.»
«Hayır; Colonna'ya gideceğiz.»
Fleurissoire onun düzeyinde kalmaya çalışıyordu;
Julius de Büyük Otel'de Fleurissoire gibi bir dö­
«Ve h e r z a m a n kendisini T a n n ' y a borçlu bilen
küntüyle görünmeye pek istekli değildi; beriki ken­
ruh,» diye ekledi.
dini solgun ve bitkin buluyordu, bu lokanta masa­
Bacanağının çıkışları Julius'ü açıktan açığa kız­
sında, onun karşısında, inceleyen bakışları altında,
dırmıştı; bunlar pek saçma gibi görünüyordu ona.
bacanağını içine oturttukları bu keskin ışıktan ra­
«Elbette ki işe yarayabilecek olanın küçümsen­
hatsız oluyordu. Bir de bu bakış kendisininkini ara-
mesi bir r u h soyluluğu gösterir... Öyleyse din bilgi­
saydı bari: Hayır, nerde, kırmızı atkının dibine, şu
sinden, gönül alıcılıktan, hesaptan kurtulmuş, hiçbir
açıkta olduğunu sezdiği kuşkulu sivilcenin tomurcuk­
şeyin hesabını tutmaz olmuş bir r u h u benimseyecek
landığı yüzler kızartıcı yere dikildiğini seziyordu.
miyiz?»
Garson çerezleri getirirken:,
Baraglioul bir destekleme bekliyordu; a m a Fle­
«Kükürtlü banyo yapsanız iyi olur», dedi Ba-
raglioul. urissoire ateşli ateşli:
«Hayır! Hayır! Bin kez hayır: benimsemeyeceğiz!»
Fleurissoire karşı geldi:
diye haykırdı; sonra birden, kendi sesinden kendisi
«Sandığınız şey değil», dedi.
ürperdi, Baraglioul'a doğru eğildi:
Baraglioul sözüne hiç inanmadı ya, gene de:
«Daha yavaş konuşalım; bizi dinliyorlar,» dedi.
«İyi ya,» dedi; «aklıma gelmişken söyleyeyim de­
«Hadi canım! Konuştuklarımız kimi ilgilendirir
dim.» Sonra geriye yaslanarak ders verircesine:
«İşte, böyle, sevgili Amedee, dedi: benim kanım ki?»
şu ki, La Rochefoucauld'dan ve izleyicilerinden bu «Ah! Dostum, bu memleketin insanlarını bilmi­
yana, iyice battık b u n u n içine; insana yön veren şey­ yorsunuz, bakıyorum. Bana gelince, ben artık tanı­
ler h e r z a m a n y a r a r değildir; çıkardışı davranışlar m a y a başladım onları. Dört g ü n d ü r a r a l a r ı n d a ya­
da var.» şıyorum, serüvenlerden kurtulamıyorum bir türlü!
Aslmda bende bulunmayan bir sakınganlık yerleş­
Fleurissoire saf saf:
tirdiler kafama zorla. İzliyorlar bizi.»
«Umarım», diye sözünü kesti.
«Kendi kafanızdan çıkarıyorsunuz b ü t ü n bunla­
«Bu k a d a r da çabuk anlamayın beni, rica ede­
rı...»
rim. Çıkardışı sözüyle: nedensizi belirtiyorum. İyilik
«Ben de isterdim b ü t ü n b ü t ü n bunların yalnız
gibi kötülük de, yani kötülük adı verilen şey de ne­
densiz olabilir.» kendi beynimin içinde olmasını. Ama ne yaparsınız?
Gerçeğinin yerini sahtesi alınca, elbette gerçeğin sak­
«Ama bu durumda, ne diye kötülük etmeli?»
lanması gerekir. Az sonra sözünü edeceğim görevi

164
165
yüklendikten sonra, Loca'yla İsa Cemiyeti arasında, karsız olduğu düşünülünce, zerre k a d a r suç sayıla­
öldüm bittim. Herkes için kuşkulu bir kişiyim; h e r maz; onu işlemiş olan da tutulamaz.»
şeyden kuşkulanıyorum. Ama, dostum, az önce be­ «Ne o! Gene mi döndünüz bu konuya», diye umut­
nim kederimle alay ettiğiniz zaman, konuşanın ger­ suzca içini çekti Amedee.
çek Julius mü, yoksa sizin bir taklidiniz mi oldu­ «Çünkü neden, cinayet nedeni, suçluyu ele ve­
ğ u n u d ü ş ü n d ü ğ ü m ü söylersem... Ama, bu sabah, si­ ren kulptur. Yargıç: Is fecit cui prodest derse de...
ze r a s t l a m a d a n önce, kendi gerçekliğimden de kuş­ siz hakkınız olan bir şeyi yaptınız, değil mi ya?»
kuya düştüğümü, burada, Roma'da bulunmakla bir «Kusurumu bağışlayın», dedi Amedee, alnında
düş görüp az sonra Pau'da, alıştığım şeyler ortasında, terler boncuklanıyordu.
Arnica'nm y a n m d a u y a n m a k arasında bocaladığımı Ama bu sırada, birdenbire, konuşma kesiliverdi:
da söylersem...»
lokantanın dış hizmetlere b a k a n garsonu, bir tabak­
«Dostum, ateşiniz varmış.» ta üzerinde Fleurissoire yazılı bir zarf getiriyordu.
Fleurissoire, elini tuttu,' acıklı bir sesle.- Amedee şaşkınlıkla zarfı açtı, içindeki kâğıtta şun­
«Ateş! İyi söyledin.- ateşim vardı. Hiç geçirilme­
ları okudu:
yen, geçirilemeyen, geçirilmek istenmeyen bir ateş.
Kaybedecek bir dakikanız bile yok. Napoli
Söylediğimi öğrenince sizin de, ne yalan söylemeli,
treni üçte kalkıyor. Mösyö de Baraglioul'dan
sizin de tutulacağınızı u m d u ğ u m bir ateş, ne yalan
sizinle Credit Commercial'e gelmesini rica edin,
söylemeli, birlikte yanalım diye, kardeşim... Ama ha­
orada tanınır, kimliğinize tanıklık edebilir. Cave.
yır! İyice anlıyorum şimdi bu izlediğim, izlemek zo­
r u n d a olduğum karanlık yol ıpıssız uzanıyor; az ön­ «Ya! Ben size söylememiş miydim?» dedi Ame­
ce söylediğiniz de bu yoldan gitmeye zorluyor be­ dee alçak sesle, bu olay ferahlatmıştı onu d a h a çok.
ni... Ya, Julius, doğru olacaktı demek? Demek O «Olur şey değil gerçekten de. Adımı nerden bi­
görülmüyor? Demek görülemiyor?..» liyorlar? Credit Commercial'le bağıntım olduğunu
Julius elini gittikçe coşan Amedee'nin elinden nerden biliyorlar?»
kurtardı, kolunun üzerine koydu: «Bu insanlar h e r şeyi bilirler dedim ya size.»
«Dostum,» dedi, «dostum, az önce söylemeyi göze «Bu pusulanın havası hiç de hoşuma gitmedi.
alamadığım birşeyi gizlemeyeceğim artık: Kutsal Ba­ Yazan kimse sözümüzü kestiği için özür dileyebilir­
banın karşısına çıkınca bir dalgınlığa tutuldum... di hiç değilse.»
ya; bir dalgınlığa tutuldum.» «Neye yarar? Görevimin h e r şeyden önce geldi­
«Bir dalgınlığa!» diye yineledi Fleurissoire, şap- ğini biliyor... karşılığı alınacak bir çek... Hayır; bur-
şallaşmıştı. da anlatamam; gözaltında tutuyorlar bizi, görüyor­
«Evet; birdenbire başka şeyler d ü ş ü n d ü ğ ü m ü sunuz.» Sonra saatini çıkardı: Gerçekten de zor ye­
farkettim.» tişiriz.»
«Söylediğinize inanayım mı?» Garsonu çağırdı.
«Çünkü asıl o zaman açıldı gözlerim. Ama, de­ «Bırakın! Bırakın», dedi Julius: «ben sizi çağır­
dim kendi kendime, ilk düşüncemi sürdürüyordum, dım. Credit uzak değil; gerekirse a r a b a tutarız. Ak­
-ama kötü davranışın, cinayetin nedensiz, ilgisiz, çı- lınız başınızdan gitmesin... Ha! Aklıma gelmişken

166 167
söyleyeyim; bu akşam Napoli'ye gidiyorsariız, şu bi­ oul, elini uzattı.
letten yararlanın. Benim adımadır; a m a önemi yok. «Be... be... benimle gelmez miydiniz», diye ke­
(Julius insanları minnet altında bırakmaktan hoşla­ keledi Fleurissoire korka korka. «Neden bilmem, yal­
nırdı). Paris'de, d a h a güneye inerim diye düşüncesiz­ nız gitmek biraz kaygılandırıyor beni...
ce almıştım. Ama bir kongre beni alıkoydu. Orada «Roma'ya k a d a r pekâlâ yalnız geldiniz. Ne gele­
ne k a d a r kalmayı düşünüyorsunuz?» cek başınıza? Perona v a r m a d a n ayrıldığım için ku­
«Ne k a d a r az olabilirse o k a d a r iyi. Umarım, he­ sura bakmayın, giden bir tren görmek anlatılmaz bir
men yarın dönmüş olurum.» h ü z ü n verir bana. Gülegüle! İyi yolculuklar! Yarın
«Öyleyse akşam yemeğine beklerim sizi.» Paris biletimi Büyük Otel'e göndermeyi unutmayın.»
Credit Commercial'de, kont de Baraglioul'un ta­
nıtması üzerine hiç güçlük çıkarmadılar, çeke kar­
şılık altı banknot verdiler Fleurissoire'a, ceketinin iç
cebine koydu. Bu arada, elinden geldiği kadar, çe­
kin, kardinalin, papazın öyküsünü anlatmıştı baca­
nağına; Baraglioul g a r a k a d a r geldi onunla, a m a ar­
tık pek dinlemiyordu.
Bu a r a d a Fleurissoire bir takma yaka satın al­
mak için bir gömlekçiye girdi, a m a dükkânın önün­
de ya sabır çeken Julius'ü fazla bekletmek korku­
suyla hemen takmadı.
Yanma geldiği zaman Julius:
«Valiz götürmüyor musunuz?» diye sordu.
Fleurissoire şalını, tuvalet ve gece eşyalarını al­
m a k için kaldığı yere u ğ r a m a k isterdi istemesine
a m a Baraglioul'a via dei Vecchierelli'yi göstermek!...
«Adaam! bir gece için!...» dedi çabucak. «Hem
otele uğrayacak zamanımız da yok.»
«Sahi, nereye indiniz?»
«Colisee'nin arkalarında bir yere,» diye uydur­
du Fleurissoire.
'Köprü altına' dercesine söyledi bunu.
Julius bir kez d a h a baktı ona.
«Ne tuhaf olmuşsunuz siz böyle!»
O k a d a r tuhaf mı görünüyordu gerçekten? Fle­
urissoire alnını kuruladı. Gara gelmişlerdi, birkaç
adım yürüdüler, konuşmadan.
«Hadi bakalım; ayrılmalıyız artık», dedi Baragli-

168 169
lik bekliyordu b u r a l a r d a kendisini. Markinin adını
söyleyince, terzi onun ödemeyi ihmal ettiği birkaç fa­
t u r a çıkardı. Lafcadio dolandırıcılıktan nefret ederdi;
bu hesapları ödemeye gelmiş gibi davrandı, yeni giy­
BEŞİNCİ KİTAP silerin parasını da peşin verdi. Ayakkabıcıda da ay­
nı serüven geldi başına. Gömlekçiye gelince, Lafcadio
LAFCADIO başka bir gömlekçiye başvurmanın d a h a akıllıca bir
davranış olacağını düşündü.
— There is only one remedy! One thing «Ah, Gesvres amca, adresini bir bilseydim onun;
alone can cure us from being ourselves!... faturalarını ödenmiş olarak göndermek bir zevk
— Yes; strictly speaking, the question is olurdu, diye düşünüyordu Lafcadio. Beni küçümse­
not how to get cured, but how to live. mesine yol açardı bu; a m a ben Baraglioul'um, bun­
JOSEPH CONRAD dan böyle gönlümden çıkarıyorum seni, alçak marki.»
Hiçbir şey Paris'te tutmuyordu onu, başka bir
yerde de tutmuyordu; h e r gün mola vere vere İtal­
I ya'dan geçerek Brindisi'ye gidiyor, b u r a d a n Java'ya
gitmek üzere bir Lloyd'a binmeyi düşünüyordu.
Lafcadio, Julius'ün aracılığıyla, noter önünde, Kendisini Roma'dan uzaklaştıran trende yapa­
müteveffa Juste-Agenor de Baraglioul'un kendisine yalnızdı, hava sıcaktı a m a dizlerinin üzerine yanla­
bıraktığı kırk bin liralık gelirin sahibi olduktan son­ masına, çay rengi, yumuşak bir yol battaniyesi atmış­
ra, en büyük kaygısı b u n u dışarıya belli etmemek ol­ tı, battaniye üzerinde kül rengi eldivenli ellerini sey­
muştu. Kendi kendine: retmekten zevk alıyordu. Giysisinin yumuşak, yuma-
«Belki kabın kaçağın altın olacak a m a gene ay­ ğımsı kumaşı arasından, b ü t ü n mesameleriyle h u z u r u
nı yemekleri yiyeceksin,» demişti. içine çekiyordu; hemen hemen yüksek a m a ak kolalı
Bundan böyle kendisi için yemeklerin tadı deği­ yaka boynunu sıkmıyor, boynundan kıvrımlı gömleği
şeceğini bilmiyordu daha, ya da dikkat etmiyordu. üzerine kravatı tunç rengi bir atkı halinde bir kör yı­
Hiç değilse, iştaha karşı savaşmakta da, oburluğa lan gibi iniyordu. Derisi içinde rahat, giysileri içinde
boyuneğmekte de aynı zevki bulduğundan, artık rahat, botları içinde r a h a t buluyordu kendini - eldiven­
gereksinimlerle sıkışmadığı için, direnci gevşiyordu. lerinin alageyik derisinden yapılmıştı botları; bu yu­
Benzetmeye başvurmadan konuşalım: soylu yaradı­ muşak hapisane içinde ayağı geriliyor, bükülüyor,
lışta olduğundan, hiçbir davranışını yokluğa göre yaşadığım, duyuyordu. Kunduz derisinden şapkası
ayarlamamıştı - şimdi şeytanlık olsun, oyun olsun di­ gözlerinin üzerine düşmüştü, onu görünümden ayırı­
ye, zevkini çıkarma yeğ t u t m a zevkiyle davranabi­ yordu; ardıç ağacından bir küçük pipo tüttürüyor,
lirdi. düşüncelerini kendi akışlarına bırakıyordu. Düşünü­
Kontun isteğine uyarak yas tutmamıştı. Gardro- yordu:
b u n u doldurmak için son amcası Marki de Gesvres'in 'İhtiyar kadın, başının üstünde küçük, ak bir bu­
giyindiği yerlere gittiğinde, küçük düşürücü bir ters- lut... «Bugün yağmur yok,» diyerek b a n a bulutu gös-

170 171
termişti!.. Torbasını kendi omuzlarıma yüklendiğim tediğinı mektup, şu M. Gaspard Flamand'ın mektu­
bu ihtiyar kadın (aklına esmişti de Bologne ile Flo­ bu pek de öyle şaşırtıcı bir şey değil. Geri yollama
rence arasındaki Appennins yolunu dört günde, yü­ çabasına değen hiçbir şey yok içinde.
rüyerek geçmişti, Covigliajo'da yatmıştı), bayırın te­ 'Allahım! valizlerini karıştırma isteği u y a n d ı r a n
pesinde öptüğüm... Covigliajo papazının «iyi davra­ insanlara ne k a d a r rastlanıyor!... Oysaki şöyle bir
nış» dediği şeylerden bu da, a m a o kirli, o buruşuk sözcük böyle bir davranışla, bize garip bir tepki
deriyi p a r m a k l a r ı m arasında duyunca, gırtlağını da göstermeyecek insan pek az!... Ne güzel bir kukla
sıkabilirdim, elim titremeden... Ah, nasıl da okşu­ koleksiyonu; a m a iplikler fazla belli! Sokaklarda k a b a
yordu ceketimin yakasını, tozunu almak için! 'figlio saba insanlara rastlanmaz oldu. Lafcadio, sorarım
mio! carino!...' diyerek... Sonra, h â l â ter içinde, o size, bu maskaralığı ciddiye almak dürüst bir ada­
büyük kestane ağacının gölgesine, üstelik bir sigara ma yaraşır mı?... Hadi bakalım! basıp gidelim; va­
bile tüttürmeden, yosunların üzerine uzandığım za­ kittir! Yeni bir dünyaya doğru kaçıyoruz; toprağa
man, o büyük sevinç nerden geliyordu? Bütün insan­ çıplak tabanımızın izini çıkararak Avrupa'dan ayrı­
lığı kucaklayabilecek k a d a r geniş buluyordum kol­ lalım!... Borneo'da, ormanların derinliklerinde, geri
larımı; boğmak için belki de... İnsan yaşamı ne ka­ kalmış bir antropopitek 1 varsa, olası bir insanlığın
d a r az şey! Göze alınabilecek güzel bir yiğitlik fır­ kaynaklarını a r a m a y a çalışırız orada!
satı çıksa r a h a t ç a tehlikeye atardım kendimi!... Ge­ 'Protos'u yeniden görmek isterdim. Hiç kuşku­
ne de dağcı olamam, havacı olamam... Şu odasına suz Amerika'ya kırmıştır. Yalnız Şikago vahşilerini
kapanmış Julius ne öğütlerdi b a n a acaba?.. Elimden beğenirdi, öyle söylerdi... Bu k u r t l a r benim gönlüm-
alınmış olması üzücü! bir kardeşim bulunması hiç ce şehvetli değil: kedi yaratılışlıyım ben. Geçelim.
de fena olmazdı. 'Covigliajo papazı, çok yufka yürekliydi, çocu­
'Zavallı Julius! Yazanlar öylesine çok, okuyan­ ğun ahlâkını bozacak yapıda görünmüyordu öyle.
lar öylesine az ki! Bir gerçek bu: insanlar gittikçe Bundan sakınıyordu kuşkusuz. Seve seve arkadaş
d a h a az okuyorlar.. Kendime göre ölçecek olursam, ederdim onu kendime; papazı değil, o da sorulur mu!
ötekinin dediği gibi. Bu bir yıkımla bitecek; güzel küçüğü... Bana b a k a n gözleri ne güzeldi! Benim ba­
bir yıkım, dehşete batmış! kaldırıp atacaklar basıl­ kışım onunkini ne k a d a r kaygıyla arıyorsa onunki
mış yazıyı; en iyinin en kötüyle biraraya gelmemesi de benimkini öyle kaygıyla arıyordu; a m a hemen çe­
bir mucize olacak. viriyordum ben gözlerimi... Beş yaş bile yoktu ara­
mızda. Evet, on dört, on altı yaşlarında, fazla değil...
'Ama ben gırtlağını sıkmaya başlayınca ihtiyar
Ben bu yaşta neydim? Özlem dolu bir stripling,
kadın ne derdi, b u n u bilmeli... Şöyle olsa ne olurdu,
onunla karşılaşmak isterdim bugün... Faby, ilk za­
bunu tasarlarız, a m a ufacık bir aralık kalır her za­
manlarda, b a n a tutkunluk duyduğu için pek şaşkın­
man, hiçbir şey «sanılabileceği» gibi olmaz... Beni
dı; b u n u a n n e m e açıklamakla iyi etti; ondan sonra
birşeyler yapmaya zorlayan da bu ya... O k a d a r az
d a h a bir hafifledi yüreği. Ama ölçülü davranması
oluyoruz ki!... «Olabilecek h e r şey olsun!» ben, Yara­
ne k a d a r kızdırırdı beni!.. D a h a sonra, Aures'de, ça-
tılışı böyle açıklıyorum... Olabileceğin tutkunu... Dev­
let olsam, kendimi hapsettirirdim.
'Bologne post-restantmdan kendiminmiş gibi is- (1) Anthropopitheque: İnsanların ilk ataları sayılan düşsel ya­
ratıklar. (Çeviren).
172
d ı r m altında ona b u n u anlattığım zaman, çok gül­ kâğıdının üzerinde r a h a t r a h a t okuyabileceğimi öğ­
düktü... Seve seve görmek isterdim o n u bugün; öl­ rense pek şaşardı kuşkusuz; üç aylık bir çalışma, iki
müş olması üzücü. Geçelim. yıllık da çıraklık; b ü t ü n bunlar da sanat aşkı. Cadio,
"Doğrusunu söylemek gerekirse ben papazın ho­ yavrum, bir sorun var: yazgıda bir delik açmak. Ama
şuna gitmemek istiyordum. Hoş kaçmayacak bir şey­ neresinden?... Bak! Kaşu ikram edeceğim ona. İster
ler arıyordum ona söylemek için; hoş şeylerden baş­ kabul etsin, ister etmesin, hangi dille ettiğini görü­
ka bir şey bulamadım... Çekici, baştan çıkarıcı gö­ rüz.»
rünmemek için ne k a d a r güçlük çekiyorum! Taze ce­ «Grazio! grazio!» dedi Fleurissoire, almadı.
viz kabuğu süremem ya yüzüme; Carola böyle yap­ «Bu yaban domuzuyla bir şey yapılmaz. Uyuya­
mamı öğütledi; sarımsak da yiyemem doğrusu... Eh, lım!» diye düşünüyor Lafcadio elinde olmadan, kun­
bu zavallı kızı düşünmeyelim artık, ha? Hazlarımm duz derisi şapkasını gözlerinin üzerine indirerek bir
en bayağısını ona borçluyum... O! bu garip ihtiyar çocukluk anısının düşüne dalmaya çalışıyor:
da nerden çıktı böyle?' Kendini, d a h a Cadio diye çağrıldığı günlerde,
Koridorun kapısından Fleurissoire içeri girmişti. Karpatlar'da, annesiyle İtalyan Baldi ve prens Wla-
Fleurissoire, Frosinone istasyonuna k a d a r yalnız dimir Bielkowski'yle birlikte iki yaz oturdukları şu
yolculuk etmişti k o m p a r t m a m n d a . Trenin bu duru­ çok uzak şatoda görüyor. Odası koridorun ucunda;
şunda, orta yaşlı bir İtalyan binmişti vagona, karan­ annesinden uzakta yattığı ilk yıl... Kapının aslan ba­
lık bakışlarla kendisini gözetlemeye başlamış, Fle­ şı biçimindeki bakır tokmağını koca bir çivi tutu­
urissoire de b u n u görünce çabucak kirişi kırmak is­ yor... Ah! bu duyuların anısı ne k a d a r belirli! Bir
temişti. gece, u y k u s u n u n derinliklerinden sıyrılıp da yatağı­
Komşu kompartmanda, Lafcadio'nun genç ince­ nın başucunda, bir kâbus için yapılmışa benzeyen,
liği onu çekti. pas rengi bir geniş kaftana bürünmüş, başına bir
«Ah! sevimli delikanlı! daha çocuk nerdeyse,» di­ Acem başlığı gibi oturmuş, bitmeyecekmişçesine uza­
ye düşünüyordu. «Tatile çıkmış olmalı. Ne güzel giyin­ yıp giden bir garip başlık geçirmiş, bıyığı düşük, her
miş! Bakışı saf. Sakınmaktan kurtuldum da ne ka­ zamankinden de devimsi Wladimir amcayı görünce
d a r rahatladım! Fransızca bilseydi seve seve konu­ hâlâ düş gördüğünü sanıyor. Wladimir amca boğuk
şurdum onunla...» ışıklı bir fener tutuyor elinde, bir bilya torbasını bi­
Kapı yanındaki köşeye, karşısına oturdu. Lafcadio raz iterek Cadio'nun yatağının yanındaki masanın
kunduz şapkasının u c u n u kaldırdı, donuk, görünüşte üzerine, saatinin y a n m a koyuyor. Önce annesinin öl­
ilgisiz bir bakışla seyretmeye başladı onu. düğünü ya da hastalandığını düşünüyor Cadio; Bi-
«Şu pis herifle benim a r a m d a ortak olan ne var?» elkowski bir parmağını dudaklarının üzerine götü­
diye düşünüyordu. «Kendini pek uyanık sanıyor di­ rüyor, kalkmasını işaret ediyor. Çocuk aceleyle, am­
yeceği gelir insanın. Ne diye gülümsüyor b a n a böy­ casının bir iskemlenin arkalığından alıp uzattığı, ban­
le? Kendini öpeceğimi mi sanıyor! Morukları h â l â yodan çıktığı zamanlarda giydiği robdöşambrı geçi­
okşayabilecek kadınlar bulunmasına olanak v a r mı! riyor sırtına; amcanın kaşları çatık, hiç şakası ol­
Elyazısım, ya da m a t b a a yazısını tersinden, ya da mayan bir tavırla yapıyor b ü t ü n bunları. Ama Ca-
saydamlaştırarak ardından, aynada, ya da k u r u t m a dio'nun Wladi'ye öyle büyük bir güveni v a r ki bir

174 175
an bile korkmuyor; terliklerini giyiyor, Wladi'nin müthiş bir gürültü çıkarıyor (Lafcadio b u n u düşün­
halleri onu pek meraklandırmış, h e r z a m a n olduğu- dükçe h â l â yerinden sıçrar). Wladi fenere koşuyor,
gibi, eğlence iştahıyla a r d m d a n gidiyor. kısıyor, sonra bir koltuğa çöküyor; Cadio bir masanın
Koridora çıkıyorlar; Wladimir gizemli gizemli, altına sokuluyor; ikisi de u z u n zaman karanlıkta
ciddi ciddi ilerliyor, feneri önünde, ilerde tutuyor; kalıyorlar, kımıldamadan, kulakları kirişte... a m a hiç­
bir âyin yapıyorlar, ya da bir dinsel alayın a r d ı n d a n bir şey yok: evde hiçbir şey kımıldamadı; uzakta bir
gidiyorlar sanki; Cadio tökezliyor biraz; çünkü h â l â köpek aya havhyor. O zaman, usul usul, ağır ağır,
düşlerle sarhoş; a m a m e r a k çabucak beynini temiz­ Wladi ışığı biraz çıkarıyor.
ledi. Annesinin kapısı önünde ikisi de bir an duru­ Yemek odasında, nasıl çeviriyor büfenin anahta­
yor, kulak veriyorlar: çıt yok; ev uyuyor. Merdiven rını! Çocuk b u n u n bir oyundan başka bir şey olma­
başına gelince, odası çatı katının y a n m a açılan bir dığını biliyor ya amca da b u n a iyiden iyiye kapıl­
uşağın horultusunu duyuyorlar. İniyorlar. Wladi pa­ mış gibi. Neresinin d a h a iyi koktuğunu a n l a m a k is­
m u k ayaklarla basıyor basamaklara; en ufak bir çı­ ter gibi içine çekiyor havayı; bir toke 1 şişesi alıyor,
tırtıda öyle hiddetli bir dönüş dönüyor ki, Cadio gül­ bisküi batınlabilecek iki küçük kadehe toke doldu­
memek için kendini zor tutuyor. Özel olarak bir ba­ ruyor; Cadio'yu kadeh tokuşturmaya çağırıyor, bir
samağı gösteriyor, onu aşmasını işaret ediyor, bir parmağı dudaklarının üzerinde; kristal hafiften, pek
tehlike varmış gibi ciddi. Cadio bu önlemlerin ve bü­ hafiften çınlıyor... Gece kahvaltısı bitti, Wladi her
tün yaptıklarının gerekli olup olmadıklarını düşü­ şeyi eski düzenine sokmaya çalışıyor, Cadio'yla gidip
n ü p de zevkini bozmuyor hiç, oyuna veriyor ken- kadehleri mutfak teknesinde ovuyor, kuruluyor, şi­
dini, trabzan boyunca kayarak o basamağı geçiyor... şeyi yeniden kapatıyor, bisküi k u t u s u n u kapatıyor,
Wladi onu öyle eğlendirmiş ki, onun a r d ı n d a n gitmek kırıntıları dikkatle silkiyor, dolapta eski yerini bu­
için ateşler içinden de geçerdi. lan h e r şeye son bir kez d a h a bakıyor... Ne görül­
Alt k a t a vardıkları zaman, bir an soluk almak müş, ne bilinmiş.
için ikisi de sondan bir önceki basamakta oturuyor­ Wladi, Cadio'nun odasına k a d a r onunla geliyor
lar. Wladi başını sallıyor, b u r n u n d a n soluduğu du­ gene, uzun bir selâm verip ayrılıyor. Cadio yeniden,
yuluyor, «Ah, iyi atlattık!» demek istiyor sanki. Gene bıraktığı yerden uykusuna başlıyor, ertesi gün bütün
başlıyorlar ilerlemeye. Salonun kapısı önünde ne ön­ bunları düşünde görüp görmediğini düşünecek.
lemler, ne önlemler! Şimdi Cadio'nun tuttuğu fener Tuhaf oyun bir çocuk için! Julius b u n a ne der­
odayı öyle garip aydınlatıyor ki, çocuk zor tanıyor di acaba?
burayı; aykırı gibi geliyor oda ona; bir p a n c u r u n
aralığından azıcık ay ışığı sızıyor; doğaüstü bir sa­
kinliğe batmış h e r şey; içine gizlice ağ atacakları bir Laf cadio'nun gözleri kapalı a m a uyumuyor, uyu-
küçük göl diyeceği gelir insanın: h e r nesneyi iyi ve yamıyor.
yerinde buluyor; ama, garipliklerini ilk kez anlıyor. «Şurada varlığını duyduğum küçük ihtiyar uyu­
Wladi piyanoya yaklaşıyor, aralıyor, parmağının duğumu sanıyor,» diye düşünüyordu. «Gözlerimi ara-
ucuyla birkaç tuşu okşuyor, tuşlar pek zayıfça ses
veriyorlar. Birdenbire kapak kurtuluyor, düşünce (1) Toke: Macar şarabı.

176 177
lasam b a n a baktığını görürdüm. Protos hem dikkat Fleurissoire kravatını minderin üzerine, şapkasının,
edip hem u y u r gibi yapmanın çok güç olduğunu ile­ ceketinin, manşetlerinin y a n m a koymuştu, aldı, ka­
ri sürerdi; gözkapaklarınm bu hafif titreyişinden pıya yaklaşarak su üzerinde Narcisse gibi, camın
sahte uyumayı anlamakta ustaydı... ben şimdi göz- üzerinde, kendi yansımasını aradı.
kapaklarımm titremesini tutuyorum. Protos bile yu­ «İyi göremiyor.
tardı bunu.» Lafcadio ışığı açtı. O sırada tren, kompartıman­
Bu a r a d a güneş batmıştı, Fleurissoire'm içli içli l a r d a n düşen ışıkla aydınlanıp camdan görülen bir
seyrettiği son ışıkları da azalıyordu. Birdenbire, va­ eğim boyunca uzanıyordu; pencerelerden v u r a n ışık­
gonun kubbemsi tavanında fazla keskin bir aydın­ lar, yol boyunca danseden, alanın engebelerine gö-
lık oluşmuştu; Fleurissoire, komşusunun uykusu ka­ re biçim değiştiren, dizi dizi, aydınlık kareler oluş­
çar korkusuyla, düğmeyi çevirdi, a m a tam karanlığı turuyordu. İçlerinden birinin ortasında, Fleurissoire'
getirmedi bu yaptığı, gök rengi bir gece lâmbasına m gülünç gölgesinin oynadığı görülüyordu-, öbür ka­
verdi akımı. Fleurissoire'a göre bu mavi ampul de reler boştu.
fazla ışık veriyordu; düğmeyi bir d a h a çevirdi: gece «Kim görürdü?» diye düşünüyordu Lafcadio. «Şu­
lambası söndü; a m a iki yan lamba yandı hemen, bun- rada, elimin altında, kolayca oynatabileceğim bu çift
larsa ortadaki avizeden d a h a rahatsız ediciydi; bir kez mandal; bu kapı birdenbire açıldı mı öne yuvarla-
d a h a çevirdi; gece lambası yandı; b u r d a durdu. nırdi; hafiften itivermek yeterdi; bir külçe gibi ka­
«Işıkla oynaması bitti mi?» diye düşünüyordu ranlığın içine düşerdi; bir çığlık bile duyulmazdı...
Lafcadio, sinirlenmişti. «Şimdi ne yapıyor? (Hayır, Yarın da, ver elini adalar!.. Kim bilecek?»
kaldırmayacağım gözkapaklanmı.) Ayakta... Valizi­ Kravat takılmıştı; hazır bağlanmış ufak denizci
me mi tutuldu yoksa? Aferin! Açık olduğunu anla- düğümü; şimdi Fleurissoire bir manşet almış, sağ bi­
yıverdi. Anahtarını hemen kaybetmek üzere, ona Mi­ leğine takıyor, bir y a n d a n da, az önce oturduğu ye­
lano'da, Bologne'da maymuncukla açılması gereken rin üzerindeki deniz kıyısında bir saray fotoğrafını
karışık bir kilit taktırmak beceriklice birşeydi. Hiç seyrediyordu' (dört fotoğraf süslüyordu kompartıma­
değilse bir asma kilidin yerine yenisi konulabilir... nı).
Allah cezamı versin: ceketini mi çıkarıyor ne? Her «Nedensiz bir cinayet,» diye sürdürüyordu Lafca­
neyse, bakalım şuna.» dio düşüncesini, polis için ne büyük güçlük! Bunun­
Fleurissoire, Lafcadio'nun valizine dikkat bile et­ la birlikte, bu Allahm belası eğim üzerinde, kim
miyor, yeni t a k m a yakasıyla uğraşıyordu, d a h a ra­ olursa olsun, bir komşu kompartmandan, bir kapı­
h a t düğmeleyebilmek için ceketini indirmişti; a m a nın açıldığını farkedebilir, Çinlinin gölgesinin takla
kaim, kolalı patiska karton gibi sertti, b ü t ü n çaba­ attığını görebilir. Hiç değilse koridor perdeleri inik...
lara karşı direniyordu. Olayı merak etmiyorum ben o kadar, d a h a çok ken­
«Mutlu görünmüyor», diye düşünüyordu Lafcadio di kendimi merak ediyorum... İnsan h e r şeyi yapa­
elinde olmadan. «Akarca hastalığından, ya da başka bileceğini sanır da sıra yapmaya gelince geriler...
bir gizli hastalıktan acı çekiyor olmalı. Yardım et­ Tasarlamakla yapmak arasında dağlar var!.. Satranç­
sem mi? Kendi başına beceremeyecek...» taki hamleyi baştan alma hakkı da yok. Adam sen
Ama yok! yaka en sonunda kabul etti düğmeyi. de! Bütün tehlikeler önceden görülse, oyun b ü t ü n il-

178 179
ginçliğini yitirirdi!... Bir işin tasarlanmasıyla... Bak
oynandı... Bir kaza sanılsa... Hayır, kapıyı kapadı­
hele! eğim bitiyor. Sanırım, bir köprü üzerindeyiz;
ğıma göre... Treni d u r d u r s a m mı?.. Hadi, hadi; Ca-
bir ırmak...
dio, rötuş istemez: h e r şey istediğin gibi.
«Şurada, elimin altında, bu çift m a n d a l -oysa
«Buyrultunun tam olduğunun kanıtı: ilk baştan
dalgın, gözleri ilerde, uzaklarda-, oyna hadi! Sanıl­
ihtiyarın az önce seyrettiği fotoğrafın neyi göster­
dığından da kolay. Acele etmeden ona k a d a r sayar
diğine bakacağım... Miramarl Gidip görmeye hiç ar­
da bu a r a d a bir ateş göremezsem, yaban domuzu
zum yok... Havasız burası.»
kurtuldu. Başlıyorum: bir, iki; üç; dört; Çağır ağır!
Pencereyi açtı.
ağır ağır!) beş; alü; yedi, dokuz... On, bir ateş...»
«Tırmaladı beni hayvan. Kan akıyor... Çok acıttı.
Üzerine biraz su; tuvalet koridorun başında, solda.
Bir mendil d a h a götürelim.»
n Yukarıda, filede bulunan valizine uzandı, kana­
penin minderi üzerinde, d a h a önce oturduğu yerde
Fleurissoire bağırmadı bile. Lafcadio'nun itişiy-
açtı.
le, önünde açılan uçurum karşısında, t u t u n m a k için
«Koridorda biriyle karşılaşırsam.- bozuntuya ver­
kollarını uzattı, sol eli kapının dümdüz çerçevesini
memeli... Hayır, yüreğim çarpmıyor artık. Hadi ba­
kavradı, biraz yana dönerek takmakta olduğu ikinci
kalım!... Ha! ceketi, benimkinin altında kolayca sak­
manşeti vagonun öbür ucuna, kanapenin altına fır­
layabilirim onu. Cepteki kâğıtlar: yolculuğumuz bi­
latarak sağ elini Lafcadio'nun üzerinden geriye doğ­
tinceye k a d a r b u n u n l a da ilgileniriz.»
ru uzattı.
Eski bir ceketceğizdi bu, meyan kökü renginde,
Lafcadio ensesine zorlu bir pençe indiğini duy­
ince, sert, bayağı bir kumaştandı, Lafcadio'yu biraz
du, başını eğdi, bir kez d a h a itti onu, birinci itişin­
tiksindiriyordu, girdiği d a r tuvalette bir askıya astı
den d a h a sabırsızca itti; tırnaklar yakasını kazıdı;
bunu; sonra, lavabonun üzerinden eğilerek aynada
sonra Fleurissoire kunduz derisi şapkadan başka tu­
kendini gözden geçirmeye başladı.
tunacak yer bulamadı, umutsuzca onu kavradı, dü­
Boynu, iki yerden, oldukça kötü bir biçimde be-
şerken onu da birlikte götürdü.
relenmişti; dar, kırmızı bir iz, ensede başlıyor, sola
«Şimdi soğukkanlı olmalı», dedi Lafcadio kendi
doğru dönüp kulağın üzerinde bitiyordu; bir başka­
kendine. «Kapıyı çıtırdatmayalım: y a n d a n duyabilir­
sı, d a h a kısaydı, basbayağı bir tırmıktı, birincisinin
ler.»
iki santim üzerinden, dosdoğru kulağa çıkıyordu, ku­
Yele karşı, kuvvetle kendine doğru çekti kapıyı, lağa da geçmiş, memesini biraz ayırmıştı. Kanıyor­
sonra usulca kapadı. du; a m a korkulacak k a d a r değildi kanama; ne var
«Şu çirkin düz şapkasını bıraktı bana; az kaldı ki, biraz Önce duymadığı sızı oldukça keskin bir bi­
onu da bir tekmede yanına yolluyordum; a m a be­ çimde uyanmadaydı. Mendilini küvete batırdı, kanı
nimkini aldı, bu ona yeter. Adımın baş harflerini çı­ dindirdi, sonra mendili yıkadı.
k a r m a m iyi bir önlemdi! Ama astarın üstünde şap­
«Yakayı lekeleyecek birşey yok», diye düşündü
kacının markası kaldı, şapkacıya da h e r gün kun­
üstünü düzeltirken. «Her şey yolunda.»
duz derisi şapka ısmarlanmaz... Ne yapalım, oyun
Çıkmak üzereydi; bu sırada lokomotif düdük çal-

180
181
di; pencerenin donuk camı ardından bir ışık dizisi k a n damlası kaydı.
geçti. Capoue'ydu burası. Kazaya öylesine yakın olan «Olanlar valize oldu! Zar da söylemişti zaten: bu­
bu istasyonda durmak, kunduz derisi şapkasını ye­ r a d a inmemeliyim.»
niden ele geçirmek için koşmak... bu düşünce gözler Kapıyı gene kapadı, oturdu.
kamaştırırcasma doğuverdi içine. O yumuşak, hafif, «Kâğıtlarım valizde değil; çamaşırlarım da mar­
ipek gibi, hem ılık, hem serin, buruşmak bilmez, o kasız; ne tehlikesi var?... Ne olursa olsun: elden gel­
güzelliğiyle göze batmaya çalışmayan şapkasına çok diğince erken inmeliyim; belki eğlencesi biraz d a h a
üzülüyordu. Bununla birlikte, arzusunu hiçbir za­ az olur ama, böylesi d a h a akıllıca bir davranış.»
m a n bütünüyle dinlemezdi, kendi içinden de gelse. Bu sırada tren kalkıyordu.
Ama h e r şeyden çok kararsızlıktan nefret ederdi, son­ «Valiz değil benim asıl üzüldüğüm... Kunduz de­
ra uzun yıllardan beri, bir zamanlar Baldi'nin verdiği risi şapkam, onu k u r t a r m a k isterdim. Neyse, düşün­
bir tavla zarını bir u ğ u r gibi saklardı; h e r zaman meyelim artık.»
üzerinde taşırdı bunu; yeleğinin cebindeydi. Küçük piposunu yeniden doldurdu, ateşledi, son­
«Şeş gelirse iniyorum», dedi zarı çıkarırken. Penç ra elini öbür ceketin cebine daldırdı, bir dalışta Ar-
getirdi. nica'nm bir mektubu ve Cook şirketinin bir karne-
«Gene de iniyorum. Çabuk! Uğursuzun ceketi!... siyle k a b a kâğıttan bir zarf çıkardı, zarfı açtı.
Şimdi de valizim...» «Üç, dört, beş, altı binlik banknot! Namuslu kişi­
Kompartımanına koştu. leri ilgilendirmez..»
Ah! bir olayın garipliği karşısında şaşkınlıktan Banknotları zarfa, zarfı da ceketin cebine koydu
çığlık k o p a r m a k ne k a d a r boşuna! Olay ne k a d a r
yeniden.
şaşırtıcıysa, benim anlatım da o k a d a r basit olacak.
Ama az sonra, Cook şirketinin karnesini incele­
Yalnızca şunu söyleyeceğim: Lafcadio valizini almak
yince, Lafcadio'nun gözleri karardı. Birinci sayfada,
için kompartımana döndüğü zaman, valiz yoktu.
Julius de Baraglioul adı yazılıydı.
Önce yanıldığını sandı, gene koridora çıktı. El­ «Ben çıldırıyor muyum?» diye düşündü. «Julius'le
bette... elbette; evet, buradaydı az önce. İşte Mira- ne ilgisi var?... Çalınmış bilet mi?.. Hayır, olamaz.
m a r manzarası... a m a öyleyse?... Pencereye koştu, Ödünç verilmiş bir bilet, hiç kuşku yok. Kör şeytan!
düş gördüğünü sandı: garın peronunda, vagonun ol­ kör şeytan! Belki de pis bir iş yaptım: bu moruklar
dukça yakınında, valizi iri bir herifle birlikte gidi­ sanıldığından d a h a dallı budaklıdır...»
yordu, kısa adımlarla götürüyordu adam. Sonra, merakla titreyerek, Arnica'nm mektubu­
Lafcadio ileri atılmak istedi; kapıyı açmaya ça­ nu açtı. Olay fazla garip görünüyordu; dikkatini top­
lışırken meyan kökü rengi ceketi a y a k l a n dibine dü­ lamakta güçlük çekiyordu; Julius'le bu ihtiyar ara­
şürdü. sında nasıl bir akrabalık ya da ne t ü r bağıntılar ol­
«Kör şeytan! kör şeytan! Az d a h a hasmımın kı­ d u ğ u n u çözemiyordu a m a hiç değilse şu kadarcıgmı
lıcı üzerine atıyordum kendimi!... Herif a r d ı n d a n ko­ kavradı: Julius Roma'daydı. Hemen vermişti kararı­
şabileceğimi düşünse biraz d a h a hızlı giderdi ne de nı: kardeşini görmek, en kısa z a m a n d a görmek iste­
olsa. Gördü mü yoksa?...» ğiyle doldu içi, o durgun, o mantıklı kafada bu işin
Bu sırada, öne eğik dururken, yanağı boyunca bir yankısını görmenin dizgine gelmez merakı.

182 183
«Tamam! Bu akşam Napoli'de yatıyorum; bavu­ riere aldı; sonra bir lokantaya girdi, a m a bir t ü r mey­
lumu alıyor, yarın ilk trenle Roma'ya dönüyorum. Bu dan okuyuşla, arzusunu şiddetlendirmek istercesine,
o k a d a r akıllıca olmayacak a m a belki biraz d a h a eğ­ gazeteyi katlanmış bir d u r u m d a yanma, masanın üs­
lenceli olacak.» tüne bırakarak önce yemek yemeye zorladı kendini;
sonra gene dışarı çıktı, yeniden Corso'da, bir vitri­
nin aydınlığında d u r a r a k gazeteyi açtı, ikinci sayfa­
III da, küçük haberlerden birinin başlığı olan şu söz­
cükleri gördü:
Lafcadio, Napoli'de istasyona yakın bir otele in­
di; bavulunu y a n m a almayı da ihmal etmedi, yük­ CİNAYET Mİ, İNTİHAR MI, KAZA MI?
süz yolcular kuşku uyandırırlardı, gözleri üzerine Sonra şunları okudu, çeviriyorum:
çekmemeye özen gösteriyordu; sonra eksik olan bir­ Napoli garında, Şirket memurları, Roma'dan ge­
kaç tuvalet eşyası bulmaya, bir de Fleurissoire'dan len trenin birinci mevki kompartımanlarından biri­
kalan, iğrenç (üstelik de başına dar gelen) şapka ye­ nin filesinde koyu renkli bir ceket bulmuşlardır. Bu
rine başka bir şapka almaya koştu. Bir de tabanca ceketin iç cebinde, tamamiyle açık bir sarı zarfta, bi­
almak istiyordu ya bu alışverişi y a r m a bıraktı; dük­ ner franklık altı banknot vardı; giysinin sahibinin
kânlar k a p a n m a y a başlamıştı. tanınmasını sağlayacak başka hiçbir kâğıt yoktu. Bir
Ertesi g ü n binmek istediği tren erken kalkıyordu; cinayet işlenmişse, insan böylesine külliyetli bir pa­
yemek zamanı Roma'da olacaktı. ranın ölünün cebinde bırakılmasını kolay kolay açık­
Niyeti, ancak gazeteler «cinayetten» sözettikten layamıyor; bu, hiç değilse, cinayet nedeninin hırsız­
sonra Julius'ün y a n m a gitmekti. Cinayet! Daha çok lık olmadığını belirtir gibidir.
garip geliyordu ona bu sözcük; hiç de yakışmıyordu Kompartımanda hiçbir çarpışma izi bulunamadı;
sonra, öyle ya, cani sözcüğünü de kendisine yüklü- ama kanapenin altında, altın suyuna batırılmış bir
yordu. Serseri sözcüğü d a h a uygun düşerdi; kunduz gümüş zincirle birbirine bağlı, bulanık akik denilen,
derisinden şapkası k a d a r yumuşak, kenarlarını paşa mücevhercilerin ay taşı dediği türden, yarı saydam
gönlünün dilediği gibi kaldırabileceği bir sözcüktü bir çakmaktaşından oyulmuş bir kedi başı gösteren
bu. bir kol düğmesiyle bir manşet bulunmuştur.
S a b a h gazeteleri serüvenin sözünü etmiyorlardı Yol boyunca araştırmalar sürdürülmektedir.
daha, Julius'ü yeniden görmek, oyuna başladığını
duymak için acele ediyor, sabırsızlıkla akşam gaze­ Lafcadio gazeteyi b u r u ş t u r d u .
telerini bekliyordu; saklambaç oynarken, bulunmayı «Bu da nesi! Şimdi de Carola'mn düğmeleri! Bu
hiç kuşkusuz istemeyen, a m a hiç değilse aranmasını ihtiyar bir yol kavşağı.»
isteyen bir çocuk gibi canı sıkılıyordu beklerken. Da­ Sayfayı çevirdi, son haberler s ü t u n u n d a şunu
ha tanıyamadığı, belirsiz bir d u r u m d u bu; sokakta gördü:
dirsek dirseğe geldiği insanlar d a h a bir bayağı, tat­ EN SON HABER
sız tuzsuz, d a h a bir çirkin geliyordu ona. YOL KIYISINDA BİR CESET
Akşam olunca, Corso'da bir gazeteciden bir Cor-
Lafcadio gerisini o k u m a d a n Büyük Otel'e koştu.
184 185
Bir zarfın içine kartını koydu. b u r u ş t u r m a k t a n öteye geçemedi, sonra gene konuştu:
«Beni çok heyecanlı görüyorsunuz. Yaşamımın
LAFCADİO WLUIKI bir dönüm noktasındayım. Başım ateş gibi, b ü t ü n
adının altında şu sözcükler yazılıydı: bedenimde başdönmesine benzer bir şey duyuyo­
Kont Julius de Baraglioul'un bir yazman iste­ rum, sanki buharlaşıverecekmişim gibi. Bir toplumbi­
yip istemediğini sormaya geldi. lim kongresi dolayısıyla üç g ü n d ü r Roma'dayım, şaş­
kınlıktan şaşkınlığa yuvarlanıp duruyorum. Sizin ge­
Sonra yolladı. lişiniz de b u n a tuz biber ekti... Kendimde değilim
En sonunda bir uşak, hole gelip onu aldı, kori­
artık...»
dorlar boyunca yol gösterdi, sonra içeriye aldı.
Geniş adımlarla yürüyordu; masanın önünde
Lafcadio, odanın bir köşesine atılmış Corriere del-
durdu, şişeyi aldı, mendilinin üzerine biraz kolonya
la Sera'yı ilk bakışta farketti. Odanın ortasında, ma­
boşalttı, mendili alnına bastırdı, öylece bıraktı.
sanın üzerinde duran, büyük, açık bir kolonya şişesi
«Genç dostum... size böyle seslenmeme izin ve­
güçlü bir koku saçıyordu, Julius kollarını açtı.
rirsiniz herhalde... Sanırım ki yeni kitabımın konu­
«Lafcadio! Dostum... ne k a d a r sevindim sizi gör­
sunu buldum! Paris'te b a n a Dorukların Havasından
düğüme!»
sözederken biraz aşırı gitmiştiniz ya o zamanki ko­
Kalkık saçları dalgalanıyor, şakaklarının üzerin­
nuşmamıza b a k a r a k bu kitabımı yabana atmayaca­
de oynuyordu; genişlemişe benziyordu; elinde k a r a
ğınızı sanıyorum.»
benekli bir mendil tutuyor, b u n u n l a yelpazeleniyor­
Bir t ü r zıplama taslağı yaptı ayakları; mendil
du. «En az beklediğim insanlardan biriydiniz; a m a
akşam kendisiyle konuşabilmeyi en çok arzuladığım yere düştü; Lafcadio mendili almak için atıldı, eği­
kadın... Madame Carola mı söyledi size b u r a d a ol­ lirken, tam ihtiyar Juste-Agenor'un yaptığı gibi, Ju-
duğumu?» lius'ün eli usulca omuzuna kondu. Lafcadio kalkar­
«Ne garip soru!» ken gülümsüyordu.
«Ne bileyim vallahi! az önce ona rastladım da... «Pek az bir zaman geçti sizi tanıyalı,» dedi Julius;
Hem beni gördüğünden emin değilim.» «ama bu akşam sizinle birşey gibi...»
«Carola! Carola Romada mı?» Durdu.
«Bilmiyor musunuz?» «Sizi bir kardeş gibi dinliyorum, Mösyö de
«Şimdi Sicilya'dan geldim, b u r a d a gördüğüm tek Baraglioul,» dedi Lafcadio, cesaretlenmişti, «siz de
insan sizsiniz. Onu bir d a h a görmek de istemiyo­ beni böyle d a v r a n m a y a çağırdığınıza göre...»
rum.» «Biliyor musunuz, Lafcadio, Paris'te, yaşadığım
«Bana pek güzel göründü.» çevrede, düşüp kalktığım b ü t ü n insanlar; kibar çev­
«Hiç de güçbeğenir değilsiniz.» re insanları, kilise adamları, kalem adamları, aka­
«Paris'teki haline göre d a h a iyi demek istiyorum.» demi üyeleri arasında, konuşacak kimse bulamıyo­
«İklim farkından; a m a canınız çekiyorsa...» r u m doğrusu; şunu söylemek istiyorum: beni heye­
«Lafcadio, böyle şeyler konuşmak yakışık almaz.» canlandıran yeni düşüncelerimi açıklayabilecek bir
Julius ciddi bir tavır takınmak istedi ya suratını kimse bulamıyorum. Çünkü, ne yalan söylemeli, ilk
karşılaşmamızdan bu yana, görüş tarzım tümüyle
değişti.»
186 187
lamaya hazırlanıyorum; çünkü böyle bir neden yok­
«Daha iyi ya!» dedi Lafcadio pervasızca.
tu ellerinde. Yoktu böyle nedenleri.»
«Siz meslekten değilsiniz, yanlış bir ahlak an­
Sesi birdenbire tizleşiyordu, bu son sözcükleri
layışının yaratıcı yeteneğin r a h a t ç a gelişmesini ne
hece hece söylemişti; duruyor, sonra, d a h a sakin, ge­
derece engellediğini düşünemezsiniz... Bunun için,
ne başlıyordu:
bugün tasarladığım romanın eski romanlarımla hiç
mi hiç ilgisi yok. K a h r a m a n l a r ı m d a n istediğim man­ «Neyse, işte tasarladığım şey... Dinliyor musu­
tığı, uygunluğu önce kendi kendimden istiyor, böy­ nuz beni?»
lece bu mantığı, bu uygunluğu sağlama bağlamak «Ruhuma kadar,» dedi Lafcadio, hep gülümsü-
istiyordum; bu da doğal birşey değildi. Önceden ken­ yordu.
di kendimiz diye çizdiğimiz portreye benzememek- «Hem de izliyor musunuz?»
tense, u y d u r m a c a bir yaşamayı uygun buluyoruz; «Cehenneme kadar.»
böyle yapınca da en iyiyi bozmak tehlikesine dü­ Julius yeniden mendilini ıslattı, bir koltuğa otur­
şüyoruz.» du; Lafcadio da onun karşısında bir iskemleye a t a
Lafcadio ilk sözlerinin uzak etkisinin ortaya çık­ biner gibi yerleşmişti.
masını bekleyip tanıyarak eğleniyor, h e p gülümsü- «Bir genç a d a m sözkonusu, onu katil yapmak
yordu. istiyorum.»
«Hiçbir güçlük görmüyorum ben bunda.»
«Ne diyeyim size, Lafcadio? İlk olarak bir boş
alan görüyorum önümde... Bu sözcüklerle ne demek «Yok, yok!» dedi Julius, yaptığının güç olduğunu
istediğimi kavrıyor musunuz: boş alan?... Onun da­ ileri sürüyordu.
ha önce de v a r olduğunu düşünüyorum; h e r zaman «Ama siz romancısınız, kim engel olur size? ta­
olduğunu, yalnız şimdiye k a d a r ozanın boşu boşu­ sarladıktan sonra, canınızın istediği gibi tasarlama­
na armağanını beklediği şeylerin, n a n k ö r yargıcılar, nıza kim karışır?»
meslek, kitle kaygıları gibi kirli kaygıların elimi ko­ «Tasarladığım şey ne k a d a r garipse ona bir o
lumu bağladığını yineliyorum kendi kendime. Bun­ k a d a r da neden, açıklama bulmak zorundayım.»
dan böyle ne bekliyorsam kendi kendimden bekliyo­ «Cinayet nedenleri bulmak güç değil ki.»
r u m artık. Bundan böyle h e r şeyi kendi kendimden «Hiç kuşkusuz... a m a benim istemediğim de bu
bekliyorum; her şeyi içten insandan bekliyorum; ne işte. Cinayete neden istemiyorum; caniye bir neden
olursa olsun istiyorum; değil mi ki en garip olanak­ bulmak yeter bana. Evet; ona nedensiz, ilgisiz, çıkar­
ları kendi kendimde öylesine iyi sezmedeyim, değil sız bir cinayet işlettirmek istiyorum; tümüyle ne­
mi ki onları ancak kâğıt üzerine kapıp koyvermeye densiz bir cinayet işlemek isteyecek.»
göze alabiliyorum. Göreceğiz bakalım!» Lafcadio d a h a çok kulak vermeye başlıyordu.
Omzunu geriye atıyor, kürek kemiğini nerdey- «Daha delikanlıyken alalım onu ele: b u n d a n ya­
se bir el gibi, kaldırarak derin derin soluk alıyordu, radılışının inceliği anlaşılsın, h e r şeyden önce oyun
yeni şaşkınlıklarla boğuluyormuşçasma. Daha alçak olsun diye davransın, zevkini kolayca çıkarma yeğ
bir sesle sürdürüyordu konuşmasını. tutsun.»
«Sonra bu Akademili beyler beni istemediklerine «Belki de herkeste rastlanmaz bu özelliğe», dedi
göre, beni kabul etmeyişlerine köklü nedenler sağ- Lafcadio.
Julius mestolmuştu:
189
188
«Değil mi ya!» dedi. «Kendini zorlamaktan zevk Julius. — Evet; soğukkanlı davrandığı ölçüde be­
aldığını da ekleyelim...» cerikli. Düşünün bir kez; hiçbir tutkunun, hiçbir ge­
«İki yüzlülük derecesine kadar.» reksinimin nedenlendirmediği bir cinayet. O n u n ci­
«Tehlike aşkını da aşılayalım ona.» nayet işleme nedeni, bu cinayeti nedensiz işlemektir.
«Bravo!» dedi Lafcadio, gittikçe d a h a çok keyif­ Lafcadio. — Siz yargılıyorsunuz o n u n cinayetini;
leniyordu: «Merak iblisine kulak vermesini de bili­ o yalnız işliyor.
yorsa, öğrenciniz tam kıvammdadır bence.» Julius. — Cinayeti nedensiz işleyenin cani oldu­
Böylece zıplıyor, geçiyor, geçiliyorlardı, birdirbir ğ u n u düşünmek için de bir neden yoktur.
oynuyorlardı sanki: Lafcadio — Pek ince düşüncelisiniz. Kendisini yük­
Julius. — Önce çalışıp bu işte yetiştiğini getiri­ selttiğiniz bu noktada, delikanlı «özgür kişi» dedik­
yorum gözlerimin önüne; ufak hırsızlıklarda ustala- lerinin ta kendisidir.
şıyor. Julius. — İlk fırsatta kapılacaktır yele.
Lafcadio. — Neden d a h a fazlasını yapmıyor, diye Lafcadio. — Onu iş başında görmek için sabır­
kaç kez sormuşumdur kendi kendime. Şu v a r ki, fır­ sızlanıyorum. Ne yaptırtacaksınız ona?
satlar yalnız yoksulluktan uzak olanlara, fırsatlar­ Julius. — Ben de b u n d a k a r a r veremiyordum.
dan y a r a r l a n m a y a yanaşmayanlara düşer. Evet; bu akşama k a d a r kararsızdım... Sonra birden,
Julius. — Yoksulluktan uzak; o da bunlardan, bu akşam, son haberler arasında gazete b a n a tam
söyledim. Ama ender fırsatlar çeker onları, bu fır­ beklenen örneği getirdi. Umulmadık bir serüven!
satlar ondan beceriklilik, kurnazlık isterler... Korkunç bir şey; düşünün, bacanağımı öldürdüler!
Lafcadio. — Hiç kuşkusuz birazcık da tehlikeli Lafcadio. — Ha! şu vagondaki ufak ihtiyar, o...
olurlar. Julius. — Amedee Fleurissoire'dı, kendisine bile­
Julius. — Tehlikeden hoşlandığını söylemiştim. timi ödünç verip trene bindirmiştim. Bir saat önce
Bununla birlikte dolandırıcılıktan nefret eder; hiç­ de benim b a n k a d a n altı bin frank almıştı, bu p a r a
bir zaman şunu b u n u kendine maletmeye çalışmaz üzerinde bulunduğu için, benden ayrılırken biraz
a m a gizli ve yasaya aykırı bir biçimde bunların ye­ korkuyordu; bulanık düşünceleri vardı, k a r a düşün­
rini değiştirerek eğlenir. Gerçek bir hokkabaz yete­ celeri, ne bileyim? önsezileri. Trende... Ama gazeteyi
neği k a t a r bu işe. okumuşsunuz.
Lafcadio. — Sonra cezasız kalmak da onu yürek­ Lafcadio. — Olayın başlığını okudum yalnız.
lendirir. .. Julius. — Dinleyin. Okuyayım size. iCorriere'yi
Julius. — Ama onu kızdırır da. Yakalanmamışsa, önüne yaydı). Çeviriyorum:
fazla kolay bir oyun oynadığı için yakalanmamıştır. Roma ile Napoli arasında araştırmalar yapan
Lafcadio. — Sonra d a h a tehlikelisine atılmak is­ zabıta, bugün öğleden sonra, Capoue'dan beş kilo­
ter. metre uzakta, Volturne'ün kuru yatağında, dün ak­
Julius. — Onu böyle düşündürüyorum. şam vagonda bulunan ceketin sahibi olduğu kuşku
Lafcadio. — Düşündüğünden emin misiniz? götürmeyen maktulün cesedini bulmuştur. Görünüşte
Julius, konuşmasını sürdürerek. — Cinayet işle­ orta halli, elli yaşlarında bir adam bu. (Olduğundan
meye duyduğu gereksinim yüzünden ileriye atılır. d a h a yaşlı gösteriyordu). Üzerinde, kimliğinin anla-
Lafcadio. — Çok becerikli olduğunu söyledik.
190 . 191
şümasını sağlayacak hiçbir şey bulunamamıştır. (Çok
şükür bu b a n a soluk alacak zaman bırakıyor.) Gö­ maya alışkındırlar, b ü t ü n yollarını da bulurlar bu­
rünüşe bakılırsa, maktul, köprünün onarılmakta olan nun, biliyorum...)
yerinde, yalnızca kirişler bulunan barbatasının üze­ «O olduğundan iyice emin misiniz?» (Lafcadio'
rinden geçtiğine göre, vagondan oldukça şiddetli bir n u n sesi biraz titriyordu.)
biçimde atılmış. (Anlatyna bak.) Köprü, ırmaktan on «Elbette canım, bu akşam yemeğe bekliyordum.»
beş metre yukardadır; düştükten hemen sonra ölmüş «Polise haber verdiniz mi?»
olmalı, çünkü cesedde hiçbir yara izi yok. Gömlekle; «Vermedim daha. Önce kafamın içine bir çeki­
sağ bilekte vagonda bulunana benzeyen bir manşet düzen vermem gerekiyor. Hâlâ yaslıyım, hiç değilse
varsa düğme eksik... (Ne oldu size?-Julius durdu: bu bakımdan (giysi bakımından demek istiyorum),
Lafcadio yerinden fırlamaktan alamamıştı kendini, rahatım; a m a anlarsınız, m a k t u l ü n adı açıklanır açık­
çünkü kol düğmesinin cinayetten sonra alındığı geç­ lanmaz, b ü t ü n aileme d u r u m u bildirmem, telgraflar
mişti aklından.) -Julius okudu: Sol eli bir şapkanın çekmem, mektuplar yazmam, ölüm tezkereleriyle, de­
üzerinde bükülüp kalmış. Bu şapka yumuşak keçe­ finle uğraşmam, Napoli'ye cesedi istemeye gitmem,
den... neler, neler yapmam gerekecek... Of! Lafcadio, dos­
tum, b u l u n m a k zorunda kalacağım şu kongre yüzün­
«Yumuşak keçeden! Odun herifler!» diye mırıl­
den, benim adıma bu cesedi aramayı kabul eder miy­
dandı Lafcadio.
diniz acaba?»
«Neye şaştınız?»
«Hiçbir şeye, hiçbir şeye! Okuyun siz.» «Biraz sonra konuşuruz bunu.»
...yumuşak keçeden, başına göre çok geniş bir «Size fazla etkimeyecekse elbette. Bu iş oluncaya
şapkadır, saldırıcının şapkası olduğu anlaşılıyor; sa­ k a d a r zavallı baldızımı dayanılmaz saatlerden koru­
tıcının markası astarın kayışından dikkatle kesilmiş, muş oluyorum; gazetelerin belirsiz bilgilerinden na­
burada bir defne yaprağı biçim ve genişliğinde bir sıl anlayacak?.. Neyse, k o n u m a dönüyorum: Bu za­
parça eksiktir. bıta olayı'nı okuyunca kendi kendime: bu cinayet, öy­
Lafcadio kalktı, Julius'ün omzu üzerinden oku­ lesine iyi tasarladığım, kafamda yeniden kurduğum,
mak, belki de solgunluğunu saklamak için eğildi. gördüğüm bu cinayet-, biliyorum, bu cinayeti işleten
Kuşkuya yer yoktu artık: cinayet üzerinde işlenil­ nedeni biliyorum ben; gene biliyorum ki, bu altı bin
miş, düzeltmeler yapılmıştı; biri geçmişti üzerinden; franklık yem olmasa, bu cinayet işlenmezdi, dedim.»
bu astarı kesmişti; hiç kuşkusuz valizini alan ya­ «Ama diyelim ki...»
bancı. «Evet, öyle değil mi: bir an bu altı bin frankın
Bu a r a d a Julius okuyordu.- olmadığını düşünelim, d a h a iyisi: katil bunları al­
... bu da cinayetin önceden düşünüldüğünü be­ mamış olsun: tam benim aradığım adam işte.»
lirtir gibidir. (Niçin kesin olarak bu cinayetin? Bel­ Bu a r a d a Lafcadio kalkmış, Julius'ün düşürdüğü
ki de k a h r a m a n ı m gelişigüzel almıştır önlemlerini...) gazeteyi yerden almıştı, ikinci sayfasını açtı, elden
Polislerin araştırmasından hemen sonra, ceset, kimli­ geldiği k a d a r soğukkanlı olmaya çalışarak,
ğinin anlaşılmasının sağlanması için Napoli'ye götü­ «En son haberi okumamışsınız, bakıyorum: ka...
rülmüştür. (Evet, cesetleri orada uzun z a m a n sakla- katil bu altı bin frankı almamış, dedi. Alın, okuyun:
Bu, hiç değilse, cinayet nedeninin hırsızlık olmadığını
192
193
«Ben nedensiz öldürdü sanıyordum.»
belirtir gibidir." O zaman Julius öfkeyle-.
Julius, Lafcadio'nun uzattığı gazeteyi kaptı, yer- «Nedensiz cinayet olmaz bir kez», dedi. «Yaka­
cesine okudu; sonra elini gözlerinin üzerinden ge­ yı sıyırmak istiyorlardı ondan, çünkü bir giz saklı­
çirdi, sonra oturdu; sonra birden kalktı, Lafcadio'nun yordu... b a n a söylemişti, önemli bir giz; ona göre
üzerine geldi, iki kolunu birden kavrayıverdi: gereğinden fazla önemli. Ondan korkuyorlardı, anlı­
«Neden hırsızlık değil!» diye haykırdı, çıldırmış- yor musunuz? Ah! sizin için gülmek kolay, inanç so­
casma, Lafcadio'yu şiddetle sarsıyordu, «Nedeni hır­ r u n l a r ı n d a n hiçbir şey anlamazsınız siz.» Sonra yüzü
sızlık değil cinayetin! Ama öyleyse...» Lafcadio'yu iti­ pek solgun, doğruldu: «Bu giz, bu giz ondan b a n a
yor, odanın öbür u c u n a koşuyor, yelpazeleniyor, al­
miras kaldı.»
nına vuruyor, b u r n u n u siliyordu: «Öyleyse biliyo­
«Dikkatli olun! şimdi de sizden korkacaklar.»
rum, hay Allah! bu h a y d u d u n onu neden öldürdü­
ğünü biliyorum... Vah! zavallı dost! vah! zavalh Fle- «Görüyorsunuz ya, hemen polise haber vermem
gerek.»
urissoire! Demek doğruydu söylediği! Ben de onu şim­
«Bir sorum d a h a var», dedi Lafcadio, yeniden
diden oynatmış sanıyordum... Ama öyleyse, öyleyse
d u r d u r d u onu.
korkunç birşey bu.»
«Hayır. Bırakın, gideyim. Çok acele. Zavallı kar­
Lafcadio şaşırmıştı, bunalımın sonunu bekliyor­
deşimi öylesine deli eden o sürekli gözetleme şimdi
du; birazcık da kızıyordu; Julius'ün böyle sıvışmaya
de benim başımda, inanın; şimdiden sonra da beni
hakkı yokmuş gibi geliyordu ona.
gözetliyorlar. Bu insanların ne k a d a r becerikli olduk­
«Ben de sanıyordum ki siz...»
larını düşünemezsiniz. Bu insanlar h e r şeyi bilir, di­
«Susun! siz hiçbir şey bilmiyorsunuz. Ben de
yorum size... Cesedi benim yerime sizin almaya git­
sizin yanınızda gülünç taslaklarla zamanımı harcı­
meniz d a h a uygun olur... Şimdi, böyle gözaltında
yordum... Çabuk! bastonum, şapkam.»
b u l u n d u r u l d u ğ u m a göre, başıma neler geleceği bilin­
«Nereye koşuyorsunuz?»
«Polise haber vermeye, a canım!» mez. Bir hizmet olarak istiyorum b u n u sizden, Laf­
Lafcadio kapının önüne geçti. cadio, dostum. -Ellerini birleştiriyor, yalvarıyordu.-
«Önce b a n a açıklayın», dedi emreder gibi. «Val­ «Şimdi aklım başımda değil, a m a gerekli bilgiyi alıp
lahi, deliriyorsunuz diyeceği gelir insanın.» size düzenli bir vekâletname vereceğim. Nerde ve­
rebilirim b u n u size?»
«Ben az önce deliydim. Deliliğimden uyanıyorum
şimdi... Vah! zavallı Fleurissoire! zavallı dost! Kut­ «Daha kolay olması için bu otelde bir oda tuta­
sal kurban! Ölümü tam zamanında, saygısızlığın, rım. Yarın görüşürüz. Çabuk olun.»
ilencin eşiğinde durduruyor beni. Özverisi bu yoldan Julius'ün uzaklaşmasına engel olmadı. Büyük bir
geri çeviriyor beni. Bense ona gülüyordum!...» tiksinti, aşağı yukarı bir t ü r kin yükseliyordu için­
Gene yürümeye başlamıştı; sonra birden durdu, de, kendi kendine karşı, Julius'e karşı, herkese karşı
bastonunu, şapkasını masanın üstüne, kolonya şişe­ bir tiksinti, bir kin. Omuz silkti; sonra Fleurissoire'm
sinin y a n m a koydu, Lafcadio'nun önüne dikildi: ceketinden aldığı, Baraglioul adına yazılmış Cook
karnesini cebinden çıkardı, görülecek bir biçimde ma­
«Haydut onu neden öldürdü, bilmek ister misi­
sanın üstüne koydu, kolonya şişesine dayadı; ışığı
niz?» dedi.
195
194
söndürüp dışarı çıktı. cafcaflı şapkası, neyin n e s i olduğunu kötü bir biçim­
de belli ediyordu.
«Beni fazla gözüpek bulacaksınız, kont hazretle­
IV ri.- Nasıl oldu da otelinize gelmeye, sizi istemeye ce­
saret edebildim, bilmiyorum; a m a d ü n öyle kibarca
Julius de Baraglioul, bir sürü önlem almış, sor­ biı selam vermiştiniz ki, bana... Sonra size söyleye­
gu dairesine de tembihlerde bulunmuştu a m a gaze­ ceklerim de çok önemli.»
telerin maktulle akrabalık bağıntılarını açıklamaları­ Masanın a r d ı n d a a y a k t a duruyordu; yaklaşan Ju­
nı da, indiği oteli açık açık belirtmelerini de önle­ lius oldu; masanın ü z e r i n d e n teklifsizce elini uzattı:
yememişti. «Bana sizi görmek zevkini sağlayan şey nedir?»
Hiç kuşkusuz, geceyarısı dönüp de Fleurissoire'a Carola başını ö n ü n e eğdi:
verdiği, kendi adına yazılmış Cook biletini odasında, «Büyük bir acıya uğradığınızı biliyorum.»
bir bakışta görülebilecek bir yerde buluverince, pek Julius önce bir şey anlamadı ya Carola men­
ender rastlanan sıkıntı anları geçirmişti. Hemen zi­ dilini çıkarıp da gözlerini şilince:
li çalmış, rengi atmış bir durumda, titreye titreye ko­ «Ne!» dedi. «Başsağlığma mı geldiniz?»
ridora çıkmış, garsondan yatağın altına bakmasını «M. Fleurissoire'ı tanırdım», dedi Carola.
rica etmişti; kendisi bakmayı göze alamıyordu. He­ «Ya!»
men bir soruşturma yapmıştı ya hiçbir sonuca var­ «Uzun z a m a n d a n beri değil öyle. Ama çok sever­
mamıştı soruşturması; a m a büyük otellerin adamla­ dim. Öyle nazik, öyle iyiydi ki... Hatta kol düğmeleri­
rına nasıl güvenilebilirdi ki?... Ne var ki, iyice sür- ni de ben vermiştim ona; bilirsiniz, gazeteler yazdılar
gülenmiş bir kapının a r d ı n d a bir gecelik iyi bir uy­ ya, onu b u n d a n tanıdım. Bacanağınız olduğunu bil­
k u d a n sonra d a h a r a h a t uyanmıştı; polis kendisini miyordum. Çok şaşırdım, ne k a d a r memnun oldum,
koruyordu şimdi. Bir sürü mektuplar, telgraflar yaz­ anlarsınız... Ah! k u s u r a bakmayın, bunu demek is­
dı, götürüp kendi eliyle postaya verdi. temiyordum.»
Döndüğünde bir kadının kendisini istediğini bil­ «Heyecanlanmayın, sayın bayan, herhalde beni
dirdiler; adını söylememişti, reading-room'da bekli­ yeniden görmek fırsatını bulduğunuza sevindiğinizi
yordu. Julius oraya gitti, karşısında Carola'yı bulun­ söylemek istiyorsunuz.»
ca az şaşırmadı. Carola karşılık vermedi, yüzünü mendiline göm­
Birinci salonda değildi, d a h a geride bulunan, da­ dü; hıçkırıklarla sarsıldı, Julius o n u n elini tutması
ha ufak, d a h a az aydınlatılmış bir başka salonday­ gerektiğini düşündü. ı
dı, geride bir masanın ucuna yanlamasına oturmuş, «Ben de, diyordu içli bir sesle, ben de, sayın ba­
kendisine uygun bir duruş vermek için, dalgın dal­ yan, inanın ki...»
gın bir albümü karıştırıyordu. Julius'ün girdiğini gö­ «Daha bu sabah, gitmeden önce, sakınmasını söy­
rünce kalktı, yüzünde gülümsemeden çok şaşkınlık lüyordum. Ama yaratılışında yoktu bu onun... Faz­
vardı. Sırtındaki k a r a m a n t o n u n altında, koyu renk­ la güvenliydi, bilirsiniz.»
li, sade, nerdeyse zevkle seçilmiş denilebilecek bir «Bir ermiş, bayan; bir ermişti», dedi Julius coşa­
korsaj vardı; b u n a karşılık, kara olmasına karşın rak, kendisi de mendilini çıkardı.

196 197
sormadığım... zerre k a d a r öğrenmeye çalışmadığım
«Ben de böyle bulmuştum onu», diye atıldı Ca-
bir giz... Bu gizi b a n a açmak gibi çok üzücü bir dü­
rola. «Geceleyin, benim uyuduğumu sandı mı kal­
şüncesizlik etmişti. Şimdi sizden soruyorum: bu gizi
kıyor, yatağın dibine diz çöküyor ve...»
boğmak için işi cinayete k a d a r götürmekten kork­
Bu bilinçsizce açıklama Julius'ün kafasını karış­
m a y a n kimsenin... evet, bu kimsenin kim olduğunu
tırdı en sonunda, mendilini cebine koydu, biraz da­
biliyor musunuz?»
ha yaklaştı:
«Gönlünüz r a h a t olsun, Kont hazretleri... dün
«Şapkanızı çıkarsanıza, sayın bayan», dedi.
akşam polise bildirdim.»
v
«Teşekkür ederim; rahatsız etmiyor beni.»
«Matmazel Carola, ben de sizden b u n u bekler­
«Beni rahatsız ediyor... İzin verin de...»
dim.»
Ama Carola belli bir biçimde gerilediği için, Ju­
«Ona kötülük etmeyeceğine söz vermişti bana;
lius kendini topladı.
sözünü tutması gerekirdi; ben de sözümü tutardım.
«Sorabilir miyim: korkmanız için özel bir neden
Artık bıktım; ne isterse yapsın bana.»
mi vardı?»
Carola coşuyordu, Julius masanın ardına geçti,
«Benim mi?»
gene yanına yaklaştı. ,
«Evet; diyorum ki, bacanağıma sakınmasını söy-
«Odamda d a h a r a h a t konuşurduk belki», dedi.
lüyormuşsunuz, bir şey mi vardı ki... Çekinmeden ko­
«Artık b ü t ü n söyleyeceğimi söyledim, efendim»,
nuşun: s a b a h l a n hiç kimse gelmez buraya, konuş­
dedi Carola, «sizi d a h a fazla t u t m a k istemem.»
manızı da duymazlar. Birinden mi kuşkulanıyordu­
Daha da uzaklaştı Julius'den, en sonunda masa­
nuz?»
yı döndü, çıkış yerine vardı.
Carola başını eğdi.
Julius onurlu onurlu:
«Bunun beni özel olarak ilgilendirdiğini de bi­
«Şimdi ayrılmamız d a h a iyi olur, bayan», dedi,
lin», dedi Julius, çabuk ve r a h a t konuşuyordu. «Ken­
bu direncin o n u r u n u n kendisinde kaldığını düşünü­
dinizi benim yerime koyun. Dün akşam ifade ver­
yordu. «Ha! bir de şunu söylemek istiyordum: iki
mek için sorgu dairesine gitmiştim, döndüğüm za­
gün sonra, cenazeye gelmek niyetindeyseniz, beni ta-
m a n odamda, masamın üstünde, t a m ortasında, za­
nımıyormuş gibi davranmanız d a h a iyi olur.»
vallı Fleurissoire'm yolculukta kullandığı bileti bul­
Bu sözlerden sonra, kendisinden hiç kuşkulanıl­
dum. Benim adıma yazılmıştı; bu biletler tamamiyle
m a y a n Lafcadio'nun adını a n m a d a n ayrıldılar bir­
özeldir, orası öyle; ona vermem doğru değildi; a m a
birlerinden.
konu bu değil... Dışarı çıkmamdan yararlanılarak
bu biletin alay edercesine odama getirilişinde bir
meydan okuma, bir kahramanlık taslama, h a t t a ner-
deyse bir aşağılama görmek zorundayım... söyleme­ V
ye ne hacet, benim de onlara hedef olduğuma inan­
m a m için sağlam nedenler olmasaydı, kafamı altüst Lafcadio Napoli'den Fleurissoire'm cesedini ge­
etmezdi bu iş, a m a var b u n u n nedenleri: bu zavallı tiriyordu. Trenin ardına takılan bir ölü furgonunun
Fleurissoire, dostunuz, bir giz biliyordu... yüzler kı­ içindeydi ya Lafcadio kendisi de oraya binmeyi ge­
zartıcı bir giz: çok tehlikeli bir giz... kendisinden rekli bulmamıştı. Bununla birlikte, edep duygusuy-

199
198
la, en yakın kompartımana değilse d e - ç ü n k ü son cadio, her şeye karşın, valizinin hırsızına minnettar­
vagon bir ikinci mevki vagonuydu-, «birinci mev­ dı. Elbette ki dikkati üzerine çekmek işine gelmezdi
kilerin» elverdiği derecede yakınına yerleşmişti ce­ bu ölü soyucunun; gene de kesip aldığı p a r ç a d a n ya­
sedin. O sabah Roma'dan yola çıkmıştı, aynı g ü n ü n r a r l a n m a k isterse, vallahi, ne demeli? Onunla uz­
akşamı dönmesi gerekiyordu. Ruhunu kaplayıveren laşmaya girişmek oldukça hoş bir şey olabilirdi.
yeni duyguyu pek de seve seve açamıyordu kendi Şimdi gece karanlığı çökmüştü. Lokantalı vago­
kendine, çünkü sıkıntıdan, şimdiye k a d a r gençliğin n u n bir garsonu, trenin bir u c u n d a n bir u c u n a do­
kaygısız, güzel iştahlarının, sonra zorlu yoklukların laşarak birinci ve ikinci mevki yolcularına akşam
yardımıyla uzak kaldığı bu gizli dertten d a h a bü­ yemeğinin kendilerini beklediğini bildirdi. Laf cadio'
yük bir ayıp yoktu ona göre. U m u t da, sevinç de n u n iştahı yoktu a m a hiç değilse bir saat için ya­
uçup gitmişti yüreğinden, kompartımanından ayrı­ pacak bir şeyi olmamaktan kurtulacaktı, birkaç ki­
lıyor, vagon koridorunun bir u c u n d a n bir ucuna do­ şinin a r d ı n d a n kendisi de yürüdü. Lafcadio'nun geç­
laşıyordu, belirsiz bir merak içini hırpalıyor, yapıla­ tiği vagonlar boştu; surda b u r d a değişik eşyalar: şal­
cak yeni, saçma birşeyler arıyordu. Arzusuna göre lar, yastıklar, kitaplar, gazeteler, kanepelerin üze­
h e r şey yetersiz gibi geliyordu ona. Denizlere açıl­ rinde duruyor, yemek yiyenlerin yerlerini belirtiyor
mayı düşünmüyordu artık; Borneo'nun kendisini pek ve saklıyordu. Gözleri bir avukat çantasına takıldı.
çekmediğini istemeye istemeye kabul ediyordu; İtal­ En sonda kendisinin b u l u n d u ğ u n d a n emindi, kom­
ya'nın başka yanları da çekmiyordu; serüveninin so­ p a r t ı m a n ı n önünde durdu, sonra girdi. Şimdi bu çan­
nuçlarına bile ilgi duymuyordu; şimdi d u r u m u n u ta onu pek çekmiyordu a m a r a h a t l a m a k için karış­
güçleştiren, acayip bir iş gibi görüyordu bu serüveni. tırdı.
Kendini d a h a iyi savunmadığı için Fleurissoire'a kı­ İç körükte, aralıklı, yaldızlı harflerle, ç a n t a şu
zıyordu; bu acıklı yüze karşı ayaklanıyordu, aklın­ yazıyı taşıyordu:
dan silmek isterdi onu.
DEFOUQUEBLIZE
Ama valizini alıp giden herifi seve seve görmek
Bordeaux Hukuk Fakültesi
isterdi; yaman bir maskaraydı o!.. Capoue istasyo­
n u n a gelince, sanki onu yeniden görecekmişçesine Cinayet h u k u k u hakkında iki broşürle Gazette
pencereden eğildi, gözleriyle ıssız peronu araştırdı. des Tribunaux'mm altı sayısı vardı içinde.
Onu tanıyacak mıydı ki? Yalnız a r k a d a n görmüştü, «Kongre için bir ayrıntı daha. Pöh!» diye düşün­
hem de epeyce uzaktan, yarı karanlıkta uzaklaşır­ dü Lafcadio, h e r şeyi yerli yerine koydu, sonra lo­
ken... Gecenin içinde düşüncesinde izledi-onu, Vol- kantalı vagona giden yolculara yetişmek için adım­
t u r n e ' ü n yatağına varışını, çirkin cesedi buluşunu, larını sıklaştırdı.
onu soyuşunu, sonra bir tüç meydan okuyuşla şap­ En arkadan, zayıf bir küçük kızla annesi gidi­
kasının, Lafcadio'nun şapkasının astarından, gazete­ yordu, ikisi de büyük yas giysileri giymişlerdi; he­
nin kibarca söylediği gibi, «bir defne yaprağı biçim m e n önlerinde, redingotlu, silindir şapkalı, u z u n ve
ve genişliğinde »ki meşin parçasını kesişini gözleri­ düz saçlı, favorilerine kır düşmüş bir bey vardı; an­
nin önüne getirdi. Üzerinde şapkacısının adı b u l u n a n laşılan Mösyö Defouqueblize'di, ç a n t a n ı n sahibiy­
bu küçük suç belirtisini polisten kurtardığı için, Laf- di bu adam. Tren sarsıldıkça sendeleyerek, ağır ağır
ilerliyorlardı. Koridorun son dirseğinde, profesörün
200 201
iki vagonu birbirine bağlayan bir t ü r akordeonun
Profesör girdi. Görünüşe bakılırsa, araştırmada
içine gireceği sırada, zorlu bir sarsıntı onu devirdi,
kirlenen ellerini yıkamaktan geliyordu; tırnaklarına
dengesine kavuşmak için sert bir hareket yaptı, bu
bakıyordu. Lokantalı vagonun garsonlarından biri
hareket onu boşta bıraktı, b u r u n d a n takma gözlü­
Lafcadio'nun karşısına oturttu onu, içkilere bakan
ğ ü n ü aptesane kapısının önüne, sahanlığın köşesine
garson masa masa dolaşıyordu. Lafcadio, tek sözcük
fırlattı. O gözlüğünü bulmak için eğilirken, hanım­
söylemeden, yirmi franklık bir Montebello Grand-
la küçük kız geçtiler. Lafcadio bir z a m a n bilginin
Cremant gösterdi kartın üzerinde. M. Defouqueblize
çabalarını seyrederek eğlendi; acıklı bir şaşkınlık
ise bir şişe Saint-Galmier suyu istiyordu. Şimdi, göz­
içinde, elleriyle kaygılı kaygılı, gelişigüzel yeri yok­
lüğünü iki parmağının arasında t u t a r a k üzerine hoh-
luyordu; soyutun içinde yüzüyordu; ayı t ü r ü n d e n bir
luyor, sonra peçetesinin ucuyla, camlarını parlatı­
hayvanın biçimsiz dansını yapıyor, ya da çocuklu­
yordu. Lafcadio onu gözden geçiriyor, kızarmış, ka­
ğ u n a dönmüş de «Lahana dikmesini bilir misiniz»
lın gözkapaklarının altında kırpışan köstebek gözle­
oyununu oynuyor diyeceği gelirdi insanın. «Hadi!
rine şaşıyordu.
Lafcadio, iyi bir davranış göster! Yüreğinin sesine uy,
yüreğin iyiden iyiye bozulmadı daha. Sakatın yar­ «Bereket versin ki gözünü geri verenin ben ol­
dımına koş. Bu çok gerekli camı uzat ona: tek başı­ d u ğ u m u bilmiyor! Teşekküre başlarsa hemen ayrı­
na bulamayacak. Ona arkasını döndü. Bir adım da­ lırım yanından.»
ha atsa eziverecek... Bu sırada yeni bir sarsıntı za­ Garson, Saint-Galmier suyu ve şampanyayla ge­
vallıyı atıverdi, başı bölmeye çarptı; silindir şapka ri geldi, önce açtı, sonra iki adamın arasına koydu.
yarı yarıya çöktü, kulaklarının üzerine geçti de çarp­ Bu şişe masanın üstüne konulur konulmaz Defou­
manın şiddetini azalttı. Lafcadio bu arada, maska­ queblize kapıverdi, ne olduğuna b a k m a d a n bardağına
ralığın yeteri k a d a r uzadığını düşünerek, gözlüğü al­ doldurdu, bir dikişte içti... Garson işe karışmak üze­
dı, adamın şapkasının içine koydu, sonra da teşek­ reydi a m a Lafcadio gülerek engel oldu.
kürlerden ustaca sıyrılıp sıvıştı. «Ah! ne içiyorum ben böyle?» diye haykırdı De­
fouqueblize, çirkin bir biçimde suratını buruşturdu.
Yemek başlamıştı. Lafcadio camlı kapının ya­
Garson istifini bozmadan:
nında, geçitin sağında, iki kişilik bir masaya otur­
«Karşınızdaki beyin Montebello'sunu», dedi. «İş­
du; karşısındaki yer boştu. Geçitin solunda, kendi
te sizin Saint-Galmier suyunuz. Alın.»
masasının hizasında, dul kadınla kızı dört kişilik bir
İkinci şişeyi de koydu.
masadaydılar, o masada da iki yer boştu.
«Ama çok üzgünüm, Mösyö... Öyle kötü gö­
«Ne büyük bir sıkıntı h ü k ü m sürüyor burada!» rüyor ki gözlerim... Karmakarışık, inanın ki...»
diyordu Lafcadio kendi kendine, ilgisiz bakışı yemek «Özür dilemeseniz beni o k a d a r sevindirirsiniz
yiyenlerin üzerinden kayıp geçiyor, konacak bir yüz ki, Mösyö», diye sözünü kesti Lafcadio; «hatta bun­
bulamıyordu. «Bütün bu sığırlar tekdüze bir angar­ d a n hoşlandıysanız, bir kadeh d a h a kabul etmekle
ya yapar gibi yaşıyorlar şu yaşam denen eğlenceyi... çok sevindirirsiniz beni.»
Ne de kötü giyinmişler! Ama bir de çıplak olsalar
ı «Üzgünüm, Mösyö, berbat bulduğumu sakla­
ne k a d a r çirkin olurlardı! Şampanya getirtmezsem
mayacağım; bir kadehini nasıl içtim, anlamıyorum;
çerezler gelmeden ölürüm.»
öyle susamıştım ki... Rica ederim, Mösyö, söyler

202
203
misiniz: çok mu sertti bu şarap?., çünkü, ne yalan rülmesine ses çıkarmadı, çünkü şimdi gördüğü şey
söylemeli... sudan başka bir şey içmem ben... bir birdenbire şaşkınlıkla dolduruyordu onu: dul kadm,
damlacık alkol bile başıma vurur... Allahım! Alla- zarif dul kadm, dışarıya, geçide doğru eğiliyor, ete­
hım! ne olacağım ben şimdi?.. Hemen kompartıma­ ğini hafifçe hareketlerin en doğalıyla kaldırıyor, er­
nıma mı dönsem?.. Uzanmak iyi gelir sanırım.» guvan rengi çorabıyla pek biçimli baldırını açıyordu.
Kalkacakmış gibi davrandı.
Bu ateşli nota bu ağırbaşlı senfonide öyle bek­
«Kalın, kaim, Mösyö», dedi Lafcadio, eğlen­ lenmedik bir biçimde gümbürdüyordu ki... Lafcadio
meye başlıyordu. «Tam tersine, bu şaraba aldırma­ düş mü görüyordu? Bu sırada garson yeni bir ye­
dan yemeğinizi yerseniz d a h a iyi edersiniz. Yardıma mek getiriyordu. Lafcadio yemek alacaktı; gözleri ta­
gereksiniminiz olursa az sonra ben sizi götürürüm; bağına gitti, o dakikada gördüğü şey onu öldürdü.
a m a hiç korkmayın, içtiğiniz bir çocuğu bile sarhoş
Nereden düşmüştü bilinmez, orada, açıkta, taba­
etmez.»
ğının ortasında, öyle çirkin, bin tanesinin arasında
«Öyle görünüyor. Ama, gerçekten de, bilmem ki tanınabilecek olan... hiç kuşkun olmasın, Lafcadio:
size nasıl... Size biraz Saint-Galmier suyu ikram et­ Carola'nm kol düğmesi bu! İki kol düğmesinden bi­
sem?..» ri, Fleurissoire'ın ikinci manşetinde bulunamayanı.
«Çok teşekkür ederim; a m a izin verin de ben Kâbus başlıyor işte... Ama garson yemekle eğiliyor.
şampanyamı içeyim.» Lafcadio eliyle v u r a r a k temizliyor tabağı, çirkin mü­
«Ha! sahi, şampanyaydı o! Siz... b u n u n hepsini cevheri ö r t ü n ü n üzerine kaydırıyor, tabağı gene üs­
içecek misiniz?» tüne getiriyor, bol bol yemek alıyor, kadehini şam­
«îçiniz r a h a t olsun diye.» panyayla dolduruyor, hemen dikiyor başına, sonra
«Çok naziksiniz; a m a ben sizin yerinizde olsam...» gene dolduruyor. Öyle ya, aç a d a m şimdiden sarhoş
Dikkati dul kadına çevriliyordu şimdi. düşleri görürse... Yok, yok, göz aldanması değildi
Hiç kuşkusuz bir İtalyan. Bir subaydan dul kal­ bu; tabağın altında düğmenin gıcırdadığını duyuyor;
mış olmalı. Davranışları ne kadar düzgün! bakışı na­ tabağı kaldırıp düğmeyi alıyor; yeleğinin cebine, sa­
sıl da sevgi dolu! Alnı ne k a d a r saf! Elleri ne ka­ atinin y a n m a kaydırıyor onu; gene yokluyor, emin
d a r becerikli! Kılığı ne k a d a r zarif, oysa böylesine oluyor; düğme orda, kesinlikle güven altında. Ama
sade... Lafcadio, yüreğinde böyle bir ezginin perde­ tabağa nasıl geldiğini kim söyleyecek? Kim koydu
lerini işitmez olduğun zaman, yüreğin çarpmaz ol­ onu oraya?.. Lafcadio Defouqueblize'e bakıyor: bilgin
sun varsın! Kızı da kendisine benziyor; çocuk gü­ m a s u m masum yemeğini yiyor, b u r n u yerde. Lafca­
zelliğinin fazlalığı da şimdiden ne büyük bir soy­ dio başka şeyler düşünmek istiyor: gene dul kadına
lulukla biraz ciddi, h a t t â nerdeyse kederli bir soy­ bakıyor; a m a hareketlerinde, kılığında h e r şeyi yeni
lulukla hafifliyor! Annesi nasıl da sevgiyle eğiliyor baştan saygılı, doğal oluvermiş; şimdi eskisi k a d a r
ona doğru! Ah, böyle yaratıklar karşısında şeytan güzel bulmuyor onu. Kışkırtıcı hareketi, kırmızı ço­
da yelkenleri indiriverir-, Lafcadio, böyle yaratıklar rabı yeniden düşlemeye çalışıyor; yapamıyor. Taba­
için senin gönlün de feda ederdi kendini... ğında kol düğmesini yeniden görmeye çalışıyor; düğ­
Bu sırada garson gelip yemekleri değiştirdi. Laf­ menin orada, cebinde olduğunu duymasa inanmazdı
cadio kendi tabağının yarı dolu bir d u r u m d a götü- kuşkusuz. Peki a m a ne diye aldı bu düğmeyi? Bu

204
205
saçma, bu içgüdüsel davranış, ne açık bir kabullen­ dersiniz, değil mi, işte öyle!...»
meydi böyle, ne kesin bir onaylamaydı! Nasıl da ken­ Kendi sözlerine gülüyor, sonra masanın üzerin­
dini gösteriyor, kim olursa olsun, belki de polisten den, kendisi gibi gülen Lafcadio'ya doğru eğilerek,
biri, hiç kuşkusuz kendisini inceleyen, gözetleyen bi- alçak sesle:
ri... Bu k a b a tuzakta h e r hakkı bir budala gibi ver­ «Ne diye gülüyorum böyle, bilmem ki, diyordu;
di. Sarardığını seziyor. Birdenbire geriye dönüyor: suç sizin şarapta herhalde! Gene de sizin söyledi­
geçidin camlı kapısının ardında kimsecikler yok... ğinizden biraz d a h a keskin olmasından korkuyorum.
Ama belki de az önce biri görmüştür! Biraz d a h a Heh! heh! heh! Ama beni vagonuma götürüyorsu­
yemeye çabalıyor; a m a tiksintiden dişleri sıkışıyor. nuz, b u n d a anlaştık, değil mi? Yalnız olacağız orda,
Zavallı! korkunç cinayet değil üzüldüğü, bu ters dav­ neden böyle yakışıksız bir biçimde davrandığımı or­
ranışına üzülüyor. Şimdi profesör ne diye gülümsü­ da anlayacaksınız.»
yor kendisine?.. «Yolculukta bunun önemi yoktur», dedi Lafcadio.
Defouqueblize yemeğini bitirmişti. Dudaklarını «Ah! Mösyö» dedi hemen öteki, «yaşamda ya­
sildi, sonra, iki dirseği m a s a n m üzerinde, sinirli si­ pacağımız h e r şeyin, çok doğru olarak söylediğiniz
nirli peçetesini temizledi, Lafcadio'ya bakmaya baş­ gibi, önemi olmayacağından emin olabilseydik! Bu­
ladı; garip bir sırıtma dudaklarını kıpırdatıyordu; n u n hiçbir şeye bağlanamayacağma güvenebilseydi
en sonunda, kendini t u t a m a z olmuşçasma: insan... Bakın, yalnız bunu, bu size söylediğimi, çok
«Birazcık d a h a isteyebilir miyim, Mösyö?» dedi. doğal bir düşünceden başka bir şey olmayan bu sö­
Kadehini aşağı yukarı boşalmış şişeye doğru zü bile, Bordeaux'da olsaydık size dolambaçlı yol­
uzattı korka korka. lara k a ç m a d a n söyleyebilir miydim sanıyorsunuz?
Lafcadio kaygısından uzaklaşmış, sıkıntısını gi­ Bordeaux diyorum, Bordeaux'da oturuyorum da on­
derdiği için mutlu, son damlaları onun kadehine bo­ dan. Tanınırım, sayılırım orada,- evli olmamakla bir­
şalttı: likte durgun bir yaşam sürerim, önemli bir işim var­
«Fazla vermekten korkuyorum... Ama bir d a h a dır: hukuk fakültesinde profesörüm: evet, karşılaştır­
getirteyim ister misiniz?» malı kriminoloji, yeni bir kürsü... Anlarsınız ya, izin
«Öyleyse yarım şişe yeter sanıyorum.» yok b a n a orada, yani sarhoş olmama izin yok, rast­
Defouqueblize, şimdiden çakır keyif olmuştu, gör­ lantıyla, bir gün bile olsa, yaşamım saygıyadeğer ol­
gü duygusunu yitirmişti. Lafcadio sek ş a r a p t a n hiç malı. Düşünün bir kez: öğrencilerimden biri beni so­
korkmazdı, karşısındakinin saflığıyla da eğleniyordu, kakta sarhoş görürse!.. Saygıdeğer; hem de bu zor­
bir Montebello d a h a açtırttı. layıcı durum olmadan; işin en güç yanı da bu ya!
Defouqueblize, Lafcadio'nun iyice doldurduğu Mösyö Defouqueblize (budur adım) kendini tuttu­
bardağı kaldırarak: ğ u n a çok iyi ediyor diye düşündürtmemeli!.. Yalnız
«Hayır! hayır! fazla koymayın bana! diyordu. aykırı bir şey yapmamak değil, aykırı bir şey yap­
Bunu önce öylesine kötü bulmam tuhaf. İnsan böyle mayacağına başkalarını inandırmak da gerek; in­
birçok şeyleri, tanımadığı sürece bir öcü yapıp çı­ sanda dışa vurmak isteyecek hiçbir aykırılık olma­
kar. Ben sadece Saint-Galmier suyu sanıyordum bu­ sın. Birazcık şarap d a h a kaldı mı? Yalnız birkaç
nu; Saint-Galmier suyuna göre de tuhaf bir tadı var damla, sayın suç ortağım, birkaç damlacık... Böyle

206 207
fırsat bir ömürde bir kez düşer. Yarın, Roma'da, bizi külhanbeyi yapmak için ne yapmalı, bilir misiniz?
biraraya getiren bu kongrede bir sürü meslektaş, Bir yer değiştirme, bir u n u t u ş yeter!.. Evet, Mösyö,
ciddi, yumuşak, dengeli, eski kılığıma b ü r ü n ü r bü­ belleğimizde bir delik açılmayagörsün, içtenlik dc-
ğuverir!.. Bir sürekliliğin duruşu; akımda basit bir
rünmez benim de yeniden olacağım k a d a r düzenli
kesilme. Elbette ki, derslerimde bunu söylemem...
meslektaşlar bulacağım. Sizin ve benim gibi kibar
Ama, söz aramızda, piçlerin d u r u m u ne iyidir! Dü­
insanlar, yapaylık içinde yaşamak zorundadırlar.»
ş ü n ü n bir kez: varlığı bile bir çılgınlığın, düz çizgide
Bu a r a d a yemek bitiyordu; bir garson hesapları
bir çengelin ü r ü n ü olan bir kimse...»
ve bahşişleri topluyordu.
Profesörün sesi yeniden yükselmişti; şimdi garip
Salon boşaldıkça Defouqueblize'in sesi gürleşi-
garip gözlerle bakıyordu Lafcadio'ya, bazan duman­
yordu; bazı a n l a r çmıltısı Lafcadio'yu biraz kaygı­
lı, bazan keskin bakışı onu kaygılandırmaya başlı­
landırıyordu. O hep konuşuyordu:
yordu. Lafcadio şimdi bu adamın miyopluğunun yap­
macık olup olmadığını düşünüyor, hem de bu bakışı
tanır gibi oluyordu. En sonunda, düşündüğünden da­
«Hem toplum bizleri zorlamasa da, hoşlarına git­
ha da huzursuz bir d u r u m d a ayağa kalktı:
memeye razı olmasını bilmediğimiz şu akraba ve
«Hadi, t u t u n kolumdan, Mösyö Defouqueblize,»
dostlar topluluğu b u n a yeter de a r t a r bile. Bizim ka­
dedi birden. «Kalkın, yeter gevezelik ettiğimiz.»
ba içtenliğimiz karşısına, bizim bir görüntümüzü,
kendisinden ancak y a n yarıya sorumlu olduğumuz, Defouqueblize güçlükle iskemlesinden ayrıldı. İki­
pek az benzediğimiz, kendisini geçmemiz yakışık al­ si de, koridor boyunca yalpalayarak, profesörün çan­
mayan bir görüntü dikerler. Şu anda, bu bir ger­ tasının durduğu k o m p a r t ı m a n a doğru yürüdüler. İlk­
çektir: kendi çehremden sıyrılıyorum, kendimden ka­ önce Defouqueblize girdi; Lafcadio onu yerleştirdi;
çıyorum... Ey başdöndürücü serüven! ey tehlike do­ vedalaştı. Gidiyordu, d a h a iyiden iyiye arkasını dön­
lu şehvet!.. Ama başınızı ağrıtmıyorum ya?» memişti ki, güçlü bir bilek indi omzuna. Hemen geri
döndü, Defouqueblize bir sıçrayışta dikilivermişti...
«Şaşılacak derecede ilgilendiriyorsunuz beni.»
a m a h â l â Defouqueblize miydi bu? Hem alaylı, hem
«Konuşuyor, konuşuyorum... Ne yaparsınız! sar­
yetkeli, hem de sevinçli bir sesle haykırıyordu:
hoşken bile profesör kalıyor insan; konu da pek il­
gilendiriyor beni... Ama, yemeğinizi bitirdiyseniz, «Bir dost böyle çabucak bırakılır mı, Mösyö
1
d a h a ayakta durabilirken beni kompartımanıma gö­ Lafcadio Lonnesaitpluski !.. D a h a neler! kaçmak mı
türmek istersiniz belki. Biraz d a h a gecikirsem kal- istemiştik?»
k a m a m diye korkuyorum.» Bu iri, dinç, güçlü a d a m d a az önceki çakırke­
yif, acayip profesörden hiçbir şey kalmamıştı, Laf­
Defouqueblize bu sözlerden sonra, iskemlesinden
cadio onun Protos olduğundan emindi artık. Büyü­
ayrılmak istercesine bir t ü r hız aldı, a m a hemen düş­
müş, genişlemiş, yücelmiş ve tehlikeli görünen bir
tü, boşaltılmış masanın üzerine devrildi yarı yarıya,
Protos.
bedeninin üst yanı Lafcadio'ya doğru atıldı, yumşa-
mış ve nerdeyse giz veren bir sesle sürdürdü konuş­
masını: (1) «Artık kim olduğu bilinmeyen» anlamına gelen bir soyadı
«İşte benim düşüncem! Namuslu bir adamı bir yakıştırıyor. (Çeviren).

208 209
I

«Vay! siz misiniz, Protos, dedi yalnız. Böylesi da­ severdim? Sizinle iyi bir şeyler yapılabileceğini h e r
ha iyi. Bir türlü tanıyamıyordum.» zaman düşünmüşümdür. Bu yakışıklılık sizde olduk­
Öyle ya, ne k a d a r korkunç olursa olsundu, Laf- t a n sonra, birçok kadınlar baştançıkarılır, p a r a l a n
cadio bir gerçeği bir saattir içinde çırpındığı acayip da sızdırılırdı, adam sen de, birçok erkekler de ca­
k a r a b a s a n a yeğ tutardı. ba. En sonunda sizden h a b e r almak, İtalya'ya geldi­
«Postu fena değiştirmemişim, ha?.. Sizin için h e r ğinizi öğrenmek ne k a d a r sevindirdi beni! Vallahi!
zamankinden fazla çaba harcadım... Ama ne de ol­ Bizim eski aftosla düşüp kalktığınız z a m a n d a n bu
sa gözlüğü sizin takmanız gerekirdi, oğlum; usta ki­ yana ne olduğunuzu bilmiyordum. Hâlâ da fena de­
şileri iyi tanıyamazsanız, fena oyunlara düşersiniz.» ğilsiniz, biliyor musunuz? Carola az yanmadı sizin
Bu usta sözü, iyiden iyiye uyumamış bir sürü, için.»
anıyı ayağa kaldırıyordu Lafcadio'nun aklında. Pro- Lafcadio'nun kızgınlığı gittikçe d a h a çok belli
tos'la birlikte, pansiyonda bulundukları z a m a n d a kul­ oluyordu, bunu saklamak için harcadığı çaba da öy­
landıkları argoya göre, bir usta kişi, hangi nedenle le; b ü t ü n bunlar Protos'u çok eğlendiriyor, bunları
olursa olsun, herkese ya da her yerde aynı yüzle gö­ hiç görmüyormuş gibi davranıyordu. Yeleğinin ce­
rünmeyen adamdı. Yaptıkları sınıflandırmaya göre, binden ufak, yuvarlak bir meşin çıkarmış, bunu göz­
az ya da çok övgüye değer, az ya da çok ince birçok den geçiriyordu.
usta çeşitleri vardı, bunların karşılığı ya da tersi de, «Güzel oymuşum, ha?»
temsilcileri toplumsal basamağın yukarısından aşa­ Lafcadio onu boğabilirdi; yumruklarını sıkıyor,
ğısına r a h a t ç a yerleşmiş kabuklu hayvanlar ailesiy- tırnakları etine giriyordu. Öbürü alaylı alaylı sürdü­
di, büyük ve biricik bir aile. rüyordu konuşmasını:
Bizim a h b a p çavuşlar şu ilkeleri benimsemişler­ «Önemsiz bir yardım! Altı binliğe değer hani...
di: 1 — Ustalar kendi aralarında birbirlerini tanırlar­ söyler misiniz bana, ne diye cebe indirmediniz bu
dı. 2— Kabuklu hayvanlar ustaları tanımazdı. -Laf- altı bini?..»
cadio şimdi b ü t ü n bunları anımsıyordu: yaratılışı ge­ Lafcadio yerinden sıçradı:
reğince h e r oyuna girenlerden olduğu için gülümse­ «Siz beni hırsız mı sandınız?»
di. Protos gene konuştu: Protos sakin sakin:
«Geçen gün orada b u l u n m a m iyi oldu ne de ol­ «Dinleyin, yavrum, dedi, «amatör»leri pek sev­
sa, ha?.. Belki büsbütün rastlantı sonucu bulunmu­ mem ben; b u n u size hemen, açık açık söylemem da­
yordum. Süt kuzularını gözetmesini severim. İmge­ ha iyi. Hem sonra, biliyorsunuz, kahramanlık tasla­
lemleri geniştir, atılgandırlar, hoppadırlar. Ama öğüt­ m a l a r da, budala n u m a r a l a n da sökmez bana. Ye­
leri bir y a n a atabileceklerine kolayca inanırlar. İşi­ tenekleriniz var, kabul, parlak yetenekleriniz var,
nizde düzeltilecek bir sürü şey vardı, oğlum! İnsan ama...»
işe girişirken öyle bir şapka geçirir mi hiç başına? Lafcadio öfkesini tutamaz olmuştu:
Bu suç kanıtının üzerinde şapkacının adresi olduk­ «Alayı bırakın», diye sözünü kesti. «Sözü nereye
tan sonra sekiz güne v a r m a d a n deliğe takıldığınızın getirmek istiyorsunuz? Geçen g ü n acemice bir iş yap­
resmiydi. Ama eski dostlarıma sevgim vardır benim; tım; bunu a n l a m a m için sizden dinlemem zorunlu
b u n u kanıtlıyorum. Biliyor musunuz, Cadio, sizi çok mu sanıyorsunuz? Evet, b a n a karşı bir silahınız var;

210 211
bu silahı kullanmanızın sizin için akıllıca bir şey «Böyle işte, bizi sıkı sıkı s a r a n toplum çerçevele­
olup olmadığını inceleyecek değilim. Bu ufak deri rinden bir delikanlı sıyrılmak istedi; sevimli bir de­
parçasını satın almamı istiyorsunuz. Hadi, konuşun! likanlı; h a t t a tam benim sevdiklerimden: saf, bu işi
Gülmeyi, böyle yüzüme bakmayı da kesin artık. Pa­ büyük bir hesapla yapmıyordu... Cadio, eskiden ra­
ra istiyorsunuz. Ne kadar?» k a m l a r d a n çok iyi çaktığınızı anımsıyorum; a m a hiç­
Sesi öylesine kararlıydı ki, Protos gerilemişti; he­ bir z a m a n kendi masraflarınız için hesap yapmaya
men sonra topladı kendini. yanaşmazdınız... Kısacası, kabuklu hayvanların yön­
«Yavaş olun! Yavaş olun!» dedi. «Kötü bir şey teminden tiksinirdiniz; b u n a başkaları şaşsın... Ama
söyledim mi ben size? İki dost tartışıyoruz, yavaş ya­ beni şaşırtan şey, bu k a d a r zeki olmanıza karşılık,
vaş. Öfkelenecek birşey yok. Vallahi, gençleşmişsiniz bir toplum içinden bu k a d a r kolay çıkabileceğinizi
siz, Cadio.» sanmanız, Cadio; hem de hemen başka birinin içine
Hafif hafif kolunu okşuyordu, Lafcadio sıçraya­ düşmeden sıyrılabileceğinizi sanmanız; ya da bir top­
rak kurtuldu. l u m u n yasasız olabileceğini sanmanız...
«Oturalım,» dedi Protos, «daha r a h a t konuşu­ «'Lawless', anımsarsınız; bir yerde okumuştuk bu­
ruz.» nu: Two hawks in the air, two fisches swimming in
Koridorun kapısının yanında bir köşeye yerleş­ the sea not more lawless than we... Yazın ne güzel
ti, ayaklarını da öbür kanapenin üzerine koydu. şey! Lafcadio! dostum, ustaların yasasını öğrenin.»
Lafcadio çıkış yerini kapadığını göstermek iste­ «Artık konuya gelseniz...»
diğini düşündü. Protos silahlıydı kuşkusuz. Kendi- «Aceleye ne gerek var? Önümüzde zaman var.
sindeyse şu a n d a hiçbir silah yoktu. Bir boğuşma­ Ta Roma'da ineceğim. Lafcadio, dostum, bir cinaye­
da kesinlikle alta gideceğini düşündü. Sonra, bir an tin jandarmaların gözünden kaçtığı olur; bizim on­
kaçmak istemiş olsa bile, merak, karşısında hiçbir lardan d a h a açıkgöz olmamızın nedenini açıklaya­
şeyin, h a t t a kendi güvenliğinin bile tutunamayacağı yım size: biz yaşamımızla oynuyoruz da ondan. Za­
bir merak şimdiden ağır basmaya başlıyordu. Otur­ bıtanın başarısızlığa uğradığı yerde biz başarıya eri­
du. yoruz. Elbette; b u n u siz istediniz, Lafcadio; iş oldu
«Para mı? Boş ver canım sen de!» dedi Protos. bitti bir kez, artık sıynlamazsmız. Sözümü dinleseniz
Tabakasından bir sigara çıkardı, bir tane de Lafca- d a h a iyi olur, çünkü, anlarsınız, sizin gibi eski bir
dio'ya sundu, Lafcadio almadı. «Dumandan rahatsız dostu polisin eline vermek beni gerçekten üzer, ama
olur musunuz acaba?.. Peki, dinleyin beni.» Sigara­ ne yaparsınız? Bundan böyle polise bağlısınız, ya da
dan birkaç soluk çekti, sonra büyük bir rahatlıkla bize.»
sürdürdü konuşmasını.- «Beni ele vermeniz, kendi kendinizi ele verme-
«Hayır, hayır, Lafcadio, dostum, hayır, sizden nizdir...»
beklediğim p a r a değil; uysallık. Siz, oğlum (içtenli­ «Ben de ciddi konuştuğumuzu umuyordum. Laf­
ğimi hoş görün), d u r u m u n u z u pek doğru anlamışa cadio, şunu anlasanıza: polis dikbaşlıları deliğe tıkar;
benzemiyorsunuz. Cesurca dikmek gerek sizi bu du­ a m a İtalya'da ustalarla seve seve uzlaşır. 'Uzlaşır',
r u m karşısına; izin verin de bu işte size yardım evet, tam karşılığı b u d u r sanırım. Ben de biraz po­
edeyim. listen sayılırım, oğlum. İyi bir düzene yardım edi-

212 213
yorum. Eylemi ben yapmıyorum: yaptırıyorum. b a n a d a h a kepazece birşey gibi görünüyor. Lafcadio,
«Hadi! kafa tutmayı bırakın, Cadio. İğrenç bu­ dostum, şu ya da bu biçimde ve düşündürdükleriniz
yanı yok benim yasamın... Her şeyi şişiriyorsunuz; ne olursa olsun, iş ortada, yapacağınız şey belli: Ju-
öyle bön bön kendiliğinden! Yemekte Matmazel lius'e şantaj yapacaksmız. Ayak diremeyin, canım!
Venitequa'nm kol düğmesini uysallıkla, ben öyle is­ Şantaj sağlam bir kurumdur, törelerin ayakta kal­
tediğim için almadınız mı dersiniz? Ah! ileriyi gör­ ması için gereklidir. Daha neler! beni bırakıyor mu­
meyen davranış: tutkun davranış! Zavallı Lafcadio'cu- sunuz?»
ğum! Bu ufak şeyden dolayı az kızmadınız kendi­ Lafcadio kalkmıştı.
nize, değil mi? İşin berbat yanı, b u n u yalnız ben gör­ «Of! bırakın da gideyim artık!» diye bağırdı.
medim! Ya! dövünmeyin; garson da, dul kadın da, «İki kanepeye birden yayılmış olan Protos'un üzerin­
çocuk da var işin içinde. Sevimli insanlar. Onları den geçti, Protos onu alıkoymak için hiçbir şey yap­
kendinize dost etmek yalnız size bağlı. Lafcadio, dos­ madı. Lafcadio tutulmayışına şaştı, koridor kapısını
tum, mantıklı olun; • dinleyecek misiniz sözümü?» açtı, geri çekildi:
Lafcadio, belki de fazla kararsız olduğu için, hiç­ «Kaçmıyorum, korkmayın,» dedi. «Gözaltında tu­
bir şey söylememeye k a r a r vermişti. Gövdesi katılaş­ tabilirsiniz beni; a m a sizi d a h a fazla dinlemektense,
mış, dudakları sıkılmış, gözleri doğruca önüne dikil­ h e r şeye... Polisi size yeğlediğim için özür dilerim.
miş, öylece duruyordu. Protos omuz silkti, gene ko­ Gidin, h a b e r verin: bekliyorum.»
nuşmaya başladı:
«Ne garip beden! Aslında öylesine çevik!... Ama
sizden ne beklediğimi söylesem belki de şimdiden ra­ VI
zı olurdunuz. Lafcadio, dostum, beni bir kuşkudan
kurtarın. Sizden ayrıldığım zaman çok yoksuldunuz, Aynı gün, akşam treni de Milano'dan Anthime'
a m a rastlantının ayaklarınızın dibine attığı altı ta­ leri getiriyordu; üçüncü mevkide geldikleri için, ay­
ne binliği almıyorsunuz, siz b u n u doğal mı bulursu­ nı trenin yataklı vagonunda Paris'ten gelen kontes de
nuz?.. Matmazel Venitequa söylemişti bana: Mös­ Baraglioul'la büyük kızını a n c a k indikleri zaman
yö de Baraglioul, ünlü oğlu kont Julius'ün size ge­ gördüler.
lişinden bir gün sonra öldü. Adamın geldiği akşam Yas telgrafını aldıktan birkaç saat önce, kontes
Matmazel Venitequa'yi yüzüstü bıraktınız. O gün, kocasından bir mektup almıştı; kont bu mektubunda
bugün, kont Julius'le bağıntılarınız pek sıkı fıkı bir parlak bir dille, Lafcadio'nun beklenmedik gelişinin
d u r u m a girdi; neden olduğunu açıklamak lütfunda verdiği h a z d a n sözediyordu; Julius'e göre genç ada­
b u l u n u r musunuz?.. Lafcadio, dostum, eskiden birçok mı öyle hain bir çekicilikte süsleyen bu yarı kardeş­
amcalarınızı tanımıştım, şecereniz o z a m a n d a n beri liğe, üstükapalı da olsa dokunmuyordu elbette. (Ju­
biraz karışmış gibi geliyor bana!... Yo! kızmayın; lius, babasının yöntemine bağlıydı, ötekiyle konuş­
şaka ediyorum. Ama ne düşünülsün istiyorsunuz?., madığı gibi karısıyla da açık açık konuşmamıştı bu
şimdiki servetinizi doğrudan doğruya Mösyö Ju- konuyu), a m a kimi üstükapalı sözler, kimi susuşla
lius'e borçlu değilseniz... Bu da (söylememe izin ve­ geçiştirmeler, kontese yeteri k a d a r bir şeyler sezdi­
rir misiniz?) böylesine baştançıkancı olduğunuz için riyordu; h a t t â burjuva yaşamının akışı içinde pek eğ-

214 215
lence bulamayan Julius'ün u t a n ç verici olay çevre­ lislere girdiği için öldü. insan basit oldu muydu, en
sinde bir oyun çevirmeye kalkıp da bu işte parmak­ iyisi bildiğiyle yetinmektir. Bu korkunç giz onu öl­
larının u c u n u yakmadığından da iyice emin deği­ dürdü. Bilgi yalnız güçlüleri güçlendirir... Ne olur­
lim. Sonra, Genevieve'in annesiyle birlikte gelmek sa olsun; Carola'nm polise gitmesi iyi oldu; d a h a ser­
kararında, Lafcadio'nun Roma'da bulunuşunun, onu best düşünmemi sağlıyor bu... Ama Armand-Dubois
gene görmek u m u d u n u n iyi kötü, h a t t â önemli bir talihsizliğinin, sürgünlüğünün GERÇEK Kutsal-Baba
etkisi olup olmadığından da emin değilim. yüzünden olmadığını bilseydi, ne büyük bir avuntu
Julius istasyona, onları karşılamaya gelmişti. Er­ bulurdu! İnancında ne k a d a r cesaretlenirdi! ne ka­
tesi gün cenaze töreninde gene göreceği Anthime'ler- dar hafiflerdi!.. Yarın, cenazeden sonra, ona bu iş­
den ayrılır ayrılmaz, çabucak Büyük Otel'e götürdü ten sözetmem iyi olacak.»
onları. Berikiler via di Bocca di Leone'ye, ilk indik­
leri otele gittiler.
Marguerite mutlu haberler getiriyordu romancı­ Bu cenaze törenine büyük bir kalabalık gelmedi.
ya: seçilmesi işten bile değildi; önceki gün, kardinal Üç a r a b a izledi cenaze arabasını. Yağmur yağıyor­
Andre dostça söylemişti ona: adayın, üyeleri yeni­ du. Birinci a r a b a d a Blaphafas, Arnica'ya dostça ar­
den tek tek dolaşması bile gereksizdi; Akademi ken­ kadaşlık ediyordu (yas sona erer ermez onunla ev­
diliğinden ona geliyordu, kapıları açık: kendisini bek­ lenir herhalde); ikisi de iki gün önce Pau'dan yola
liyorlardı. çıkmışlar (dul kadmı kederine terketmek, bu uzun
«Görüyorsun!» diyordu Marguerite. «Ben Paris'te yolculukta onu yalnız bırakmak mı, Blaphafas b u n u
ne diyordum sana? Her şeyin bir zamanı vardır. Bek­ düşünmeye bile katlanamazdı; sonra ne de olsa! Aile­
lemek yeter bu dünyada.» den olmasına aileden değildi ya gene de yas kılığına
Julius yapmacık bir onurla: girmekten geri durmamıştı; hangi akraba tutabilirdi
«Bir de değişmemek,» diyerek karısının elini du­ böyle bir dostun yerini?), a m a bir tren aksaklığı yü­
daklarına götürüyor, kızının üzerine çevrilmiş bakı­ zünden Roma'ya ancak birkaç saat önce gelmişlerdi.
şının horgörüyle dolduğunu görmüyordu. «Size, dü­ Son arabada, kontes ve kızıyla birlikte Madam
şüncelerime, ilkelerime bağlı kaldım. Yılmazlık er­ Armand-Dubois yer almıştı; ikinci a r a b a d a Anthime
demlerin en vazgeçilmezi.» Armand-Dubois ile kont vardı.
En son yoldan sapışının, inanca uygun olmayan Fleurissoire'm mezarı başında talihsiz serüvenin­
bir türlü düşüncenin, görgüye uygun düşmeyen h e r den hiç sözedilmedi. Ama mezarlıktan dönerken, Ju­
türlü tasarının anısı uzaklaşıyordu içinden. Şimdi lius de Baraglioul, Anthime'le gene başbaşa kalınca,
bilgi almıştı ya, hiç çaba h a r c a m a d a n topluyordu konuşmaya başladı:
kendini. Akimi kısa 'hir zaman için yoldan saptırtan «Sizin için doğrudan doğruya Kutsal-Baba'ya
bu yüce sonuca hayrandı. Kendisi değişmemişti: de­ başvuracağıma söz vermiştim.»
ğişen papaydı. «Tanrı tanığımdır ki sizden böyle birşey rica et­
«Tam tersine, ne şaşmaz bir düşüncem varmış,» miş değilim.»
diyordu kendi kendine; ne mantıkmış o! Güç olan, «Doğru; Kilise'nin sizi öyle bir yokluk içinde bı­
neyle yetineceğini bilmek. Bu zavallı Fleurissoire ku- rakmasına kızmış, yüreğimin sesinden başka bir şey

216 217
dinlememiştim.» Julius'ün alnında terler boncuklanıyordu, silin­
«Tanrı tanığımdır ki d u r u m u m d a n dert yanma- dir şapkasını dizlerinin üzerine koydu.
dım.» — Biraz hava ister misiniz?» dedi Anthime, gö­
«Biliyorum!.. Biliyorum!.. Boyuneğişiniz az kız- nül alırcasma, yanındaki camı indirdi.
dırmamıştı beni! Hatta, Anthime'ciğim, beni gene ay­ Julius gene başladı konuşmaya:
nı konuya getirdiğinize göre, açıkça söyleyeyim size, «Roma'ya gelir gelmez, bir görüşme rica ettim.
ben bu d u r u m d a dindarlıktan çok g u r u r görüyor­ Kabul edildim. Davranışımın ödülü pek tuhaf bir
dum, Milano'da son görüşmemizde, böylesine boyun başarı olacaktı...»
eğişiniz de gerçek dindarlıktan çok ayaklanışa ya­ «Ya!» dedi Anthime ilgisizce.
kınmış gibi gelmişti bana, inanç bakımından pek ra­ «Evet, dostum, çünkü p a r a olarak hiçbir şey el­
hatsız etmişti beni, Tanrı sizden bu kadarını istemi­ de edemedimse de bir güvenceyle döndüm görüş­
yordu canım! Açık konuşalım! t u t u m u n u z beni sars­ memden... Bu güvence Kutsal-Baba'mızı hakkında
mıştı.» söylediğiniz h e r türlü alçaltıcı varsayımdan uzak tu­
«Ben de size açıkça söyleyebilirim, sizinki de be­ tuyordu.»
ni kederlendirmişti, kardeşçiğim. Beni siz kışkırtma­ «Tanrı tanığımdır ki, Kutsal-Baba'mız hakkında
mış mıydınız başkaldırmaya?» alçaltıcı hiçbir şey söylemedim.»
Julius ateşleniyordu, Anthime'in sözünü kesti: «Sizin yerinize ben söylüyordum. Sizi z a r a r a uğ­
«Tanrı'nm bizi yerleştirmeyi uygun gördüğü dü­ ramış görüyor, kızıyordum.»
zeyin sunduğu nimetlere boşvermeden de tam an­ «Konuya gelin, Julius: papayı gördünüz mü?»
lamıyla hristiyan olunabileceğini kendi içimde duy­ «Hayır! papayı göremedim» diye patladı Julius
muş, yazarlık yaşamım boyunca başkalarına da du­ en sonunda. «Ama bir giz öğrendim; önce kuşkulu gö­
yurmuştum. Sizin t u t u m u n u z u n kızdığım yanı, bağ­ rünen, a m a çok geçmeden, sevgili Amedee'mizin ölü­
lılığı ile, benimkinden üstünmüş gibi görünmesiydi.» müyle birdenbire doğru olduğu anlaşılan bir giz; tüy­
«Tanrı tanığımdır ki...» ler ürpertici, şaşırtıcı bir giz, a m a inancınız bun­
«Of! hep böyle karşı gelmeyin!» diye sözünü kes­ da bir avuntu bulacaktır, sevgili Anthime. Şunu bi­
ti gene Julius. «Tanrı'yla ilgisi yok bunun. Ben size lin ki kurbanı olduğunuz adaletsizlikte papanın hiç­
t u t u m u n u z u n ne zaman başkaldırmaya çok yaklaş­ bir suçu yok.»
tığını açıklıyorum... şunu demek istiyorum: benim «Ben b u n d a n hiç kuşku duymadım ki.»
kendi başkaldırıma.- bana suçlu olduğunuzu düşün- «Anthime, beni iyi dinleyin.- Papayı görmedim,
dürten de bu suçlu bulduğum yan işte: adaletsizliği çünkü kimsecikler göremiyor; şimdi papalık tahtın­
kabul ederek, sizin yerinize başkasının başkaldır­ da oturan papa, Kilise'nin dinlediği papa, k a r a r l a r çı­
masına yol açmak. Çünkü ben, Kilise'nin haksız du­ k a r a n papa; benimle konuşmuş olan, Vatikan'da gö­
r u m d a olduğunu kabul etmiyordum; sizin tutumu- rülen papa, benim gördüğüm papa, GERÇEĞİ DEĞİL.»
nuzsa, hiç de öyle görünmese bile, onu bu d u r u m a Anthime bu sözleri duyunca k a h k a h a l a r l a sar­
soKuyordu. Böylece sizin yerinize kendim başvurma­ sılmaya başladı.
ya k a r a r vermiştim. O zamanlar kızmakta ne k a d a r Julius alınmıştı:
haklı olduğumu az sonra anlayacaksınız.» «Gülün! Gülün!» dedi. «Önceleri ben de gülüyor-

218 219
dum. Biraz d a h a az gülseydim Fleurissoire öldürül­ için hiçbir şeyden el çekmediniz siz; gerçek olmuş,
meyecekti. Ah! kutsal dost! iyi yürekli kurban!» Sesi sahte olmuş, hepsi bir sizin için... Of! ben biraz ha­
hıçkırıklar içinde can verdi. va almalıyım.»
«Söylesenize! ciddi mi bu anlattıklarınız?.. İyi Kapının üzerinden eğilerek bastonunun ucuyla
ama!.. İyi ama!.. İyi ama!...» dedi Armand-Dubois, aı abacının omuzuna dokundu, arabayı durdurttu.
Julius'ün acıklı konuşmasından kaygılanmaya baş­ Julius de onunla inmeye hazırlanıyordu.
lamıştı. «Ama ne de olsa bilinmesi gerekir bunun...» «Hayır! Bırakın beni. Kendi başıma gidecek ka­
«Bilmek istediği için öldü o.» d a r gücüm var. Gerisini bir r o m a n a saklayın. Bana
«Çünkü, ne de olsa, malımı mülkümü, toplumsal gelince, Loca başkanına h e m e n bu akşam bir mek­
düzeyimi, bilimimi sokağa attıysam, b a n a oyun oy­ tup yazacağım, yarından sonra da La Depeche'deM
n a m a l a r ı n a razı olduysam...» diye sürdürüyordu Ant- bilim yazılarıma yeniden başlıyorum. Çok gülecek­
hime, o da yavaş yavaş k a b a r m a y a başlıyordu. ler.»
«Söylüyorum ya size: gerçeği zerre k a d a r sorum­ «Aa! siz topallıyorsunuz», dedi Julius, o n u n ye­
lu değil b ü t ü n bunlardan; size oyun oynayan Quidi- niden topalladığını görünce şaşırmıştı.
nal'in bir suç ortağıydı.» «Evet, birkaç g ü n d ü r ağrılarım gene başladı.»
«Söylediklerinize inansam mı?» «Ah!» dedi Julius, onun uzaklaşmasına bakma­
«Bana inanmazsanız şu zavallı din k u r b a n ı n a dan, a r a b a n ı n bir köşesine çekilip büzüldü.
inanın.»
Bir z a m a n ikisi de sustu. Yağmur dinmişti; bir
güneş çizgisi bulutu yarıyordu. Araba ağır sarsıntı­ VII
larla Roma'ya geliyordu.
«Öyleyse ben yapacağımı biliyorum», dedi Ant- Protos söylediği gibi Lafcadio'yu ele vermek dü­
hime en kararlı sesiyle: «Ben bu gizi açıklıyorum.» şüncesinde miydi?
Julius yerinden sıçradı. Bilmem: hem olay, polis örgütüne bağlı beyler
«Dostum, tüylerimi ürpertiyorsunuz. Hiç kuşku­ arasında yalnızca dostları bulunmadığını gösterdi.
suz afaroz ederler sizi.» Bu adamlar, bir gün önce Carola'dan aldıkları ha­
«Kim? Sahte bir papaysa, vız gelir.» ber üzerine, vicolo dei Pecchierelli'de kapanlarını
«Ben de bu gizle avunursunuz da size bir yar­ kurmuşlardı; eskidenberi tanırlardı evi, üst k a t t a n
dımım dokunmuş olur diye düşünüyordum», dedi komşu eve kolayca geçilebileceğini de bilirlerdi; kom­
Julius şaşkın şaşkın. şu evin çıkış yerlerini de tuttular.
«Şaka mı ediyorsunuz? Fleurissoire cennete git­ Protos, aynasızlardan hiç mi hiç korkmuyordu;
tiği zaman, ulu Tanrısının da gerçek Tanrı olmadı­ suçlamadan da, yargıcılardan da korkmuyordu; ken­
ğını anlamayacağını kim söyleyecek bana?» disini yakalamanın pek kolay olmadığını biliyordu;
«Durun, sevgili Anthime, durun; saçmalıyorsu­ hiçbir cinayetten suçlu değildi aslında, yakayı sıyır­
nuz. İki tane olabilirmiş gibi! BİR BAŞKASI olabilir­ ması işten bile değildi, bu kadarcık kanıt yetmezdi
miş gibi.» suçlanmasına. Bunun için, kuşatıldığını anlayınca,
«Hayır, a m a siz çok r a h a t konuşuyorsunuz; onun fazla korkmadı, çabucak anlamıştı sarıldığını, çünkü,

220 221
hangi kılık altında olurlarsa olsunlar, bu beyleri ta­ tos'un gözdağı vererek arkasına takacağını söyledi­
nımakta özel bir sezgi gücü vardı. ği polislerden değil de Protos'un kendisinden, ya da
Yalnız biraz şaşkındı, önce Carola'nm odasına k o r u n m a y a çalışmadığı, belirsiz bir şeyden korku­
kapandı, Carola'nın dönmesini bekledi, Fleurissoire'ın yordu. Anlaşılmaz bir uyuşukluk çöküyordu üzerine,
öldürülüşünden beri görmemişti onu; ondan akıl is­ belki de sırf yorgunluktan ileri geliyordu: vazgeçi­
temeyi, deliğe tıkılma olasılığı karşısında bazı bilgi­ yordu.
ler bırakmayı çok istiyordu. Bununla birlikte, Protos'un tutuklandığı haberi,
Carola bu sıralarda, Julius'ün isteğine uyarak, umabileceği rahatlayışı getirmedi ona. Umut kırıklı­
mezarlıkta görünmemişti; bir türbenin ardına, bir ğına uğramıştı sanki. Garip yaratık! Cinayetin h e r
şemsiyenin altına saklanarak törene uzaktan katıl­ türlü maddesel yararını elinin tersiyle itmişti, şimdi
dığını kimseler bilmedi. Yeni mezarın çevresinin ıs­ de oyunun herhangi bir tehlikesinden kaçmaya gön­
sızlaşmasını sabırla, alçakgönüllülükle bekliyordu; lü elvermiyordu. Hemen bitmesini kabul etmiyor­
cenaze alayının yeniden toplandığını, Julius'ün Ant- du. Eskiden, satranç oynarken yaptığı gibi, seve se­
hime'le birlikte a r a b a y a bindiğini, ince ince yağan ve karşıtına bırakabilirdi hamleyi, sonra olay ona
yağmur altında arabaların uzaklaştığını gördü. Ken­ birdenbire fazla kolay bir başarı sağlıyor, oyunun
disi de mezara yaklaştı o zaman, atkısının a l t m d a n ilgi çekici bir yanını bırakmıyormuş gibi, meydan
kocaman bir yıldız çiçeği demeti çıkarıp aile çelenk- okuyuşu d a h a ileri götürmedikçe bu işi bitiremeye­
lerinin epeyce uzağına koydu: sonra uzun zaman ceğini seziyordu.
yağmurun altında kaldı, hiçbir şeye bakmadan, hiç­ Uygun kılığa gireyim diye u ğ r a ş m a m a k için, ak­
bir şey düşünmeden, d u a yerine gözyaşı dökerek. şam yemeğini yakın bir trattoria'da yedi. Hemen son­
Vicolo dei Vecchierelli'ye döndüğü zaman, eşik­ ra, otele dönünce, lokantanın camlı kapısından, ka­
te iki yabancı yüz gördü; b u n u n l a birlikte, evin göz rısı ve kızıyla sofraya oturmuş kont Julius 'u gördü.
altında olduğunu hiç mi hiç anlamadı. Protos'un ya­ Julius'lere ilk gidişinden bu yana hiç görmediği Ge-
n m a gitmeyip oyalanıyordu. Katilin o olduğundan nevieve'in güzelliğiyle çarpıldı. Yemeğin bitmesini
hiç kuşkusu olmadığı için, şimdi ondan nefret edi­ bekleyerek fümuarda oyalanıyordu, kontun odasına
yordu. çıktığını, kendisini beklediğini bildirdiler.
Az bir zaman sonra, çığlıkları üzerine polisler Girdi; Julius de Baraglioul yalnızdı; gene ceket
koşuyordu; a m a ne ,yazık ki, çok geç kalmışlardı! giymişti.
Pro tos, kendisini ele verenin Carola olduğunu öğre­ «Eh, katil deliğe tıkıldı», dedi hemen, elini uzattı.
nince çok kızmış, onu boğmuştu. Lafcadio, Julius'ün elini tutmadı. Kapının aralı­
Öğleye doğru oluyordu bu. Akşam gazeteleri ha­ ğında duruyordu.
beri yayınlamışlardı, şapkanın astarından kesilmiş «Hangi katil?» diye sordu.
parça da üzerinde bulunduğu için, iki suçu da onun «Bacanağımın katili, canım.»
işlediğinden hiç kimsenin kuşkusu yoktu. «Bacanağınızın katili benim.»
Titremeden, sesini değiştirmeden, alçaltmadan,
Bu a r a d a Lafcadio bir bekleyiş ya da belirsiz elini kolunu kıpırdatmadan ve öyle doğal bir sesle
bir korku içinde yaşamıştı akşama kadar, belki Pro- söyledi ki, Julius önce anlamadı. Lafcadio sözünü

222 223
yinelemek zorunda kaldı:
nm gözündeydi, Julius makası almak için kalkmak
«Bacanağınızın katili tutuklanmadı diyorum si­
üzereydi, a m a Lafcadio'nun önünden geçmesi gere­
ze, çünkü bacanağınızın katili benim.»
kecekti; duyarlı adamdı, bu ince işi sonraya bıraktı.
Lafcadio'nun yırtıcı bir görünüşü olsaydı, belki
de Julius korkardı; a m a çocukça bir görünüşü vardı. «Peki... şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz?»
Hatta Julius'ün kendisiyle ilk karşılaştığı zamanda­ dedi.
kinden de genç görünüyordu; bakışı öyle duru, sesi «Bilmiyorum. Belki de teslim olurum. Bu gece
öyle açıktı. Kapıyı kapamıştı, a m a gene de kapıya düşüneceğim.»
böğrünü vermiş, öylece duruyordu. Julius, masanın Julius'ün kolu koltuğa düştü, Lafcadio'yu seyretti
yanında bir koltuğa çöktü. bir zaman, sonra cesareti kırılmış gibi bir tavırla:
«Yavrucuğum, yavaş konuşun,» dedi ilkin... «Ne «Yazık, ben de sizi sevmeye başlıyordum!..» diye
oldu size? Bunu nasıl yapmış olabilirsiniz?» içini çekti.
Lafcadio başını önüne eğdi, şimdiden pişman ol­ Kötü bir düşünce gütmeden söylemişti bunu. Laf­
muştu konuştuğuna. cadio da anlardı elbette. Ama, ölçülüp biçilmeden
söylenmiş olması, tümcenin zalimliğini azaltmazdı,
«Bilinir mi ki?» dedi. «Pek çabuk yaptım, canım
yüreğinden v u r d u onu. Birdenbire içini s a r a n sıkın­
yapmak isterken.»
tıyla katılarak başını kaldırdı. Julius'e baktı: «Daha
«Fleurissoire'a, bu öylesine erdemli, öylesine iyi
d ü n aşağı yukarı bir kardeş gibi gördüğüm adam
yürekli a d a m a karşı ne kininiz vardı?»
mı bu?» diyordu içinden. İki gün önce, cinayetine
«Bilmiyorum... Mutlu görünmüyordu... Kendi
karşın, içinde öyle neşeyle konuşabildiği odada dolaş­
kendime açıklayamadığım birşeyi size nasıl açıkla­
tırdı bakışlarını; kolonya şişesi hâlâ masanın üze­
yayım istiyorsunuz?»
rindeydi, nerdeyse boşalmıştı.
Cansıkıcı bir sessizlik büyüyordu aralarında, ara­
«Beni dinleyin, Lafcadio», dedi Julius: «tümüyle
da sırada sözleri bu sessizliği kesiyordu, sonra d a h a
umutsuz görmüyorum ben durumunuzu. Bu cinaye­
derin oluyordu sessizlik; o zaman otelin büyük salo­
ti işlediği sanılan kimse...»
n u n d a n bayağı bir Napoli müziğinin yükseldiği du­
yuluyordu. Julius serçe parmağındaki sivri ve pek Lafcadio k u r u k u r u sözünü kesti:
uzun tırnağının ucuyla, masanın örtüsü üzerindeki «Evet, onu tutukladıklarını biliyorum,» dedi, «be­
ufak bir m u m lekesini kazıyordu. Birdenbire bu gü­ nim yerime bir suçsuzun suçlandırılmasma boşver-
zel tırnağın kırıldığını farketti. Eğrilemesine bir çat­ memi mi öğütleyeceksiniz?»
lamaydı bu, ten rengini bütün genişliğince donuk- «Sizin suçsuz dediğiniz a d a m bir kadını öldür­
laştırıyordu. Nasıl yapmıştı bunu? Sonra nasıl ol­ dü; h e m de tanıdığınız bir...»
muştu da hemen anlamamıştı? Her ne olursa olsun, «Bu, beni rahatlatır, öyle mi?»
düzeltilecek gibi değildi; kesmekten başka yol kalmı­ «Tam olarak bu değil söylemek istediğim, ama...»
yordu. Çok şiddetli bir sıkıntı duydu bu yüzden, çün­ «Beni ele verebilecek tek insanın o olduğunu da
kü ellerine, hele uzun zamandır büyüttüğü, parmağı­ ekleyelim.»
nı değerlendiren, güzelliğini d a h a bir belli eden bu «Büsbütün çaresiz d u r u m d a değilsiniz, görüyor­
tırnağa çok özen gösterirdi. Makas tuvalet masası- sunuz ya.»
Julius kalktı, pencereye doğru gitti, perdenin kıv-
224
225
için mi ağlıyordu gerçekten?.. Gece öylesine hoştu
n m l a r ı n ı düzeltti, geri döndü, sonra öne doğru eğil­ ki, ölmek için kendisini bırakıvermesi yetermiş gibi
di, az önce oturduğu,koltuğun arkalığı üzerinde kol­ geliyordu ona. Yatağın yanındaki sürahiye uzandı,
larını kavuşturdu: bir mendil ıslattı, ıslak mendili yüreğinin üzerine
«Lafcadio,» dedi, «bir öğüdümü dinlemeden gitme­ bastırdı, yüreği acıyordu.
nizi istemem: yeniden namuslu bir a d a m olmak, do­ «Bundan böyle bu dünyanın hiçbir içkisi bu ku­
ğuş koşullarınızın elverdiği ölçüde de olsa toplum ru yüreği serinleştirmeyecek», diyordu kendi kendi­
içinde kendinize bir yer sağlamak kendi elinizde, be­ ne, gözyaşlarını dudaklarına k a d a r akıtıyordu, acı­
nim inancım bu. Kilise size yardım etmek için hazır lıklarını t a t m a k istiyordu. Nerede okuduğunu bilme­
duruyor. Hadi, oğlum, cesur olun biraz: gidin, g ü n a h diği, anımsayamadığı dizeler çınlıyor kulaklarında:
çıkartın.»
Lafcadio gülümsemekten kendini alamadı: My heart aches; a drowsy numbness pains
«Nazik sözleriniz üzerinde düşüneceğim,» dedi. My senses...
Bir adım ilerledi, sonra: «Katil bir ele dokunmak is­
temezsiniz elbet. Bununla birlikte gösterdiğiniz...» Sızdı.
«Pekâlâ; pekâlâ», dedi Julius dostça ve uzak bir
el sallayışla: «Gülegüle, yavrum. 'Gene görüşürüz'
Düş mü görüyor? Kapısının çalındığını işitmedi
diyemiyorum. Gene de, ilerde...»
«Şimdilik b a n a söyleyecek hiçbir şey yok mu, bu­ mi? Geceleri hiç kapamadığı kapı usulca açılıyor, in­
lamıyor musunuz?» ce, ak bir gölge giriyor içeriye. Hafifçe seslendiği du­
«Şimdilik hiçbir şey..» yuluyor:
«Allahaısmarladık, Mösyö.» «Lafcadio... Burda mısınız, Lafcadio?»
Lafcadio selâm verip çıktı. Lafcadio, yarı uyku içinde, a m a gene de tanı­
yor bu sesi. Ama böyle hoş bir belirtinin gerçekliği­
ne hâlâ inanamıyor mu? Bir sözcük, bir kıpırdanma
Üst kattaki odasına gitti. Yarı yarıya soyundu, onu kaçırır diye mi korkuyor?.. Susuyor.
yatağına attı kendini. Günsonu çok sıcak olmuş, ge­ Genevieve de Baraglioul'un odası, babasmmkinin
ce de bir serinlik getirmemişti. Penceresi a r d ı n a ka­ yanındaydı, babasıyla Lafcadio arasındaki konuşma­
d a r açıktı a m a hiçbir esinti havayı kıpırdatmıyordu; yı istemeden, a m a tümüyle işitmişti. Dayanılmaz bir
bahçelerin ardındaki Thermes alanı -uzak elektrik sıkıntı Lafcadio'nun odasına k a d a r sürüklemişti onu,
lambaları, odasını, aydan geldiği sanılabilecek, ma­ çağrısı yanıtsız kalınca, Lafcadio'nun kendini öldür­
vimsi, ve belirsiz bir ışıkla dolduruyordu. Düşünmek d ü ğ ü n ü sandı, yatağın başucuna atıldı, hıçkıra hıç-
istiyordu a m a garip bir uyuşukluk, düşüncesini de kıra diz çöktü...
uyuşturuyordu; ne cinayetini düşünüyordu, ne de on­ Hep öyle duruyordu, Lafcadio doğruldu, eğildi,
dan k u r t u l m a yollarını; yalnız Julius'ün şu dayanıl­ karanlıkta parlar gördüğü güzel alma dudaklarını
maz sözlerini artık duymamaya çalışıyordu: «Ben de yapıştıramadan, b ü t ü n isteminin çözüldüğünü duy­
sizi sevmeye başlıyordum...» Kendisi Julius'ü sevme- du-, şimdiden Lafcadio'nun soluğuyla okşanan bu al-
seydi, bu sözler gözyaşlarına değer miydi? Bunun
227

226
nı geriye atarak:
ğini işittim», diye sürdürdü Genevieve; «bir haydut
«Bana acıyın, dostum», dedi.
ki bir... Lafcadio! h â l â zaman var, kaçm; hemen bu
Lafcadio hemen kendini topladı, h e m uzaklaştı, gece, gidin! Gidin.»
hem de itti onu:
Lafcadio, b u n u n üzerine:
«Kalkın, Matmazel de Baraglioul,» dedi. «Gi­
«Artık gidemem», diye mırıldandı.
din! Ben sizin dostunuz değilim... olamam.»
Genevieve'in dağınık saçları ellerine dokunuyor­
Genevieve kalktı, a m a az önce ölü sandığı kişi­ du, onları tuttu, gözlerinin, dudaklarının üzerine bas­
nin yarı yatmış bir d u r u m d a bulunduğu yataktan
tırdı tutkuyla:
uzaklaşmadı, Lafcadio'nun yaşadığından iyice emin
olmak istiyormuşcasına, yakıcı alnına sevgiyle do­ «Kaçmak, bu mu b a n a öğütlediğiniz? Ama şim­
kundu: di nereye kaçayım istiyorsunuz? Polisin elinden kaç­
sam bile kendi kendimden kaçamam... Sonra kaç­
«Ama dostum, bu akşam babama söylediklerini­ tım diye küçümsersiniz beni.»
zin hepsini de duydum,» dedi. «Bunun için geldiği­
«Ben mi sizi küçümseyecekmişim, dostum?..»
mi anlamıyor musunuz?»
«Biünçsiz yaşıyordum; düş görürcesine öldürü-
Lafcadio y a n yarıya doğrularak ona baktı. Çö­ verdim; bir k a r a b a s a n ki, o zamandanberi çırpmı­
zülmüş saçları çevresine düşüyordu; bütün yüzü ka­ yorum içinde...»
ranlıkta kalıyor, Lafcadio bu yüzden gözlerini seçe­
Genevieve:
miyor, a m a bakışlarının, kendisini sardığını duyu­
«Ben de sizi b u n d a n koparmak istiyorum», diye
yordu. Bunun hoşluğuna dayanamıyormuşcasma, yü­
atıldı.
zünü ellerinin içinde sakladı:
«Beni bir katil olarak uyandıracak olduktan son­
«Ah! size neden böylesine geç rastladım?» diye
ra ne diye uyandırman?». Kolunu tuttu. «Cezasız
inledi. «Beni sevmeniz için ne yaptım? Ben şimdiden
özgür olmaktan, sizi sevebilecek bir insan olmaktan k a l m a k t a n tiksindiğimi anlamıyor musunuz? Yapa­
çıktıktan sonra, neden böyle konuşuyorsunuz be­ cak ne kaldı artık? G ü n doğunca teslim olmaktan
nimle?» başka...»
«Tanrıya teslim olmalısınız, insanlara değil. Ba­
Genevieve kederli kederli karşı çıktı.
«Ben size geliyorum, Lafcadio, başka birine değil,» b a m söylememiş olsa, ben söyleyecektim şimdi: Laf­
dedi. «Katil olan size, Lafcadio! Bana bir kahra­ cadio, acınızı gidermek, pişmanlığı aşıp h u z u r a ka­
man, h a t t â biraz fazla gözüpek bir k a h r a m a n gibi vuşmanız için Kilise hazır duruyor.»
göründüğünüz gündenberi kaç kez iç çekerek andım Genevieve haklı, Lafcadio'nun da uysalca boyun
adınızı... Şimdi bunu bilmelisiniz: canınızı öyle bü­ eğmekten başka bir yapacağı yok kuşkusuz; b u n u er
yük bir yücelikle tehlikeye attığınızı gördüğüm an, geç anlayacak, başka çıkış yolları da kapanınca...
gizlice size adamıştım kendimi. O zamandanberi ne­ Bunu önce şu Julius domuzunun öğütlemiş olması
ler oldu? Nasıl olur da adam öldürebilirsiniz? Nasıl kötü!
bıraktınız kendinizi, nasıl düştünüz bu duruma?» «Ne mavallar okuyorsunuz bana?» dedi düşman­
Lafcadio yanıt vermeden başını sallıyordu. ca. «Siz misiniz böyle konuşan?»
«Babamın bir başkasının tutuklandığını söyledi- Tuttuğu kolu bırakıyor, itiyor; Genevieve geri çe­
kilirken, Julius'e duyduğu belirsiz bir kinle, Gene-
228
229
vieve'i babasından uzaklaştırmak, onu d a h a aşağıla­
seyemezdi. Lafcadio, Fleurissoire'ı önemsemediyse
ra, , kendisine d a h a yakma getirmek gereksiniminin
b u n d a şaşılacak ne vardı?.. Böyle ayrılmak olur mu?
içinde büyüdüğünü duyuyor; gözlerinden öperken,
Aşk onu itiyor, Lafcadio'ya doğru itiyor. Lafcadio
çıplak ayaklarında ipek terlikler görüyor.
kavrıyor onu, sıkıyor, solgun alnını öpüşlere boğu­
«Ben pişmanlıktan korkmuyorum, anlamıyor mu­
sunuz, ben...» yor...
Yatağmdan ayrıldı; ona arkasını dönüyor; pen­
cereye doğru gidiyor; boğulacak gibi oluyor; alnını
Yeni bir kitap başlıyor burda.
cama, y a n a n avuçlarını balkonun soğuk demirine ya­
Ey a r z u n u n elle tutulabilir gerçeği; kafamdaki
pıştırıyor; onun b u r d a olduğunu, yanında olduğunu
görüntüleri yarı karanlığının içine itiyorsun.
u n u t m a k isterdi...
Renk, sıcaklık ve yaşamın geceyi en sonunda
«Matmazel de Baraglioul, bir iyi aile kızının
yeneceği bu horoz ötümü saatinde, sevgililerimizden
bir katil için yapabileceği h e r şeyi yaptınız; biraz
ayrılacağız. Lafcadio, uyuyan Genevieve'in üzerinde,
d a h a fazlasını yaptınız hattâ; b u n u n için b ü t ü n var­
doğruluyor. Gene de sevgilisinin güzel yüzü, bir ha­
lığımla teşekkür ederim size. Şimdi beni bıraksanız
fif ıslaklığa batmış olan bu alın, bu sedef gözka-
d a h a iyi olur. Babanıza, alışkanlıklarınıza, görevle­
pakları, bu sıcak, aralık dudaklar, bu kusursuz gö­
rinize dönün... Güle güle. Sizi gene görecek miyim,
kimbilir? Düşünün ki b a n a gösterdiğiniz sevgiyi bi­ ğüsler, bu yorgun kollar değil onun baktığı, hayır,
r a z olsun hakedebilmek için yarın gidip teslim ola­ hiçbirine bakmıyor bunların, - ardına k a d a r açık pen­
cağım. Düşünün ki... Hayır! Yaklaşmayın bana... cereden, içinde bahçenin bir ağacının titrediği şa­
Bir el sıkışma b a n a yeter mi sanırsınız?» fağa bakıyor.
Az sonra Genevieve'in kendisinden ayrılacağı da­
Genevieve babasının öfkesine, çoğunluğun kanı­
kika gelip çatacak; a m a h â l â bekliyor; onun üzeri­
larına, küçümsemelerine meydan okuyabilirdi, a m a
ne eğilmiş, onun soluğunun içinden, kentin uyuşuk­
Lafcadio'nun soğukluğu karşısında cesareti yok. An­
lamadı mı bu Lafcadio, böyle geceleyin onunla ko­ luğunu sarsmaya başlayan kentin belirsiz uğultu­
nuşmaya, ona böyle aşkını anlatmaya gelmek için sunu dinliyor. Uzakta, kışlalarda, borozan çalıyor­
cesaretsiz olmadığını, belki de aşkının bir teşekkür­ lar. Ne! Yaşamaktan vaz mı geçecek? Ve biraz d a h a
den d a h a fazlasına değdiğini anlamadı mı? Ama bu­ fazla sevmeye başlayalıberi biraz d a h a az saydığı
güne k a d a r kendisinin de bir düş içinde çırpmır gibi Genevieve'in saygısını kazanacağım diye hâlâ tes­
çırpındığını nasıl söyleyecek? Bazı anlar, ancak has­ lim olmayı mı düşünüyor?
tanede, yoksul çocuklar arasında, onların gerçek ya­
SON
ralarını sararken sıyrılırdı bu düşten, en sonunda
gerçeğe dokunur gibi olurdu. Bayağı bir düştü, için­
de, kendisinin yanında anası babası da çırpmır, dün­
yalarının b ü t ü n acayip uzlaşmaları, alışkıları beliri-
verirdi. Genevieve, onların kanılarını, tutkularını, il­
kelerini önemsemediği gibi, davranışlarını da önem-

230 231
Andre Gide _ Vatikan'ın Zindanları
Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.
UYARI:
www.kitapsevenler.com
Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olara
Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığın
Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum. Tüm
Bilgi paylaşmakla çoğalır.
Yaşar Mutlu

İLGİLİ KANUN:
5846 sayılı kanun'un "Altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya y
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."
Bu e-kitap görme engelliler için düzenlenmiştir.
Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme engellinin, düzgün taranmış ve hazırla
Bu kitaplar, size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek, lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
www.kitapsevenler.com
Tarayanın notu.
Bireysel kütüphanemi bilgisayar ortamına geçirirken
Taradığım kitapları kitapsevenlerle paylaşmak istedim.
Bu Kitap Sadece Görme Engellilerin İstifade Etmesi İçin www.kitapsevenler.com
Web Sitesine Teslim Edilmiştir.
Belisa
Andre Gide _ Vatikan'ın Zindanları

You might also like