Professional Documents
Culture Documents
Murat ÇOKAKLI
BİLİMSEL METODOLOJİNİN SORGULANMASI
Bilim (science) kelimesi Latince “scire (bilmek)” kelimesinden köken alır. Bir kişi
her ne kadar kararlılık, yetki, inanç, sezgi veya bilim yoluyla bilebilse de, bilimin metodu (ya
da bilimsel metod) “intersubjective certification” nosyonu ile farklıdır. Bilimsel
araştırmaların doğru içeriği, diğer araştırmacılar tarafından da ulaşılabilir olmalıdır. Hunt’ın
deyimiyle “Scientific knowledge thus rests on the bedrock of empirical testability”. Deneysel
olarak test edilebilir olma ve bu deneylerin tekrarlanabilirliği, bir fenomeni çalışan farklı
araştırmacıların objektif gözlemlerinin karşılaştırılmasına bağlıdır.
Bilimsel metod, yeni bir bilgi edinmek veya varolan bir bilgiyi doğrulamak ya da
düzenlemek için kullanılan teknikler bütünüdür. Gözlenebilir, test edilebilir ve ölçülebilir
kanıtları toplama ve bunları özel nedensellik prensiplerine uygulama ilkeleri bilimsel metodun
temelini oluşturur. Her ne kadar farklı alanlar arasında uygulama açısından farklılıklar
bulunsa da, bilimsel metodolojiyi diğer bilgi geliştirme metodlarından ayırt eden başlıca
özellikler bulunmaktadır. Bilimsel araştırmacılar, doğal bir fenomenin açıklanması için
spesifik hipotezler ileri sürerler ve bu önermelerin doğruluğunu test etmek için deneysel
çalışmalar tasarlarlar. Bu adımlar, ilerleyen dönemde daha fazla oranda geçerli olan önermeler
oluşturmak için sürekli tekrarlanır. Araştırmanın daha geniş bölgelerini kapsayan teoriler ise,
koherent bir yapıda daha fazla spesifik hipotezin birbirine bağlanmasını sağlar. Sonuçta bu,
yeni hipotezlerin oluşumuna yardım ettiği gibi, hipotez gruplarının genel bir kalıba
oturtularak daha geniş bir anlamlandırmanın oluşumunu da sağlar. Bilimsel metodolojinin
tüm alanlar için ortak olan bir diğer özelliği de sonuçların yorumlanmasındaki yan tutmayı
önlemek için “objektif” olunması gerektiğidir. Bir diğer temel beklenti de, bütün verinin ve
metodolojinin dökümante edilmesi gereğidir. Böylece diğer bilim adamlarının aynı sonuçlara
ulaşacak şekilde çalışmaları tekrar edebilmesine olanak tanınır. Ayrıca bu durum verilerin
güvenilirliğinin istatistiksel ölçümüne de olanak tanır.
Sosyal bilimler için, verilen bu metodoloji doğal bilimler için olduğu kadar geçerli
olmayabilir. Sosyal bilimlerde, yeni hipotezlerin test edilmesinde ve doğrulanmasında,
yukarıda verilen temel elementlerin değerlendirilmesi için daha az oranda matematiksel ve
istatistiksel modeller kullanılır. Yine de, “hipotez-doğrulama-yeni hipotez geliştirme”
döngüsü temel döngüye oldukça benzer.
Bilimsel metodun her bir elementi, muhtemel hatalar için “peer review” sürecine
tabidir. Bu aktiviteler tüm bilim adamları için geçerli olmamakla birlikte, daha çok deneysel
bilimciler (fizik, kimya,…) için uygulanır.
Bilimsel metod bir reçete değildir. Zeka, hayal gücü ve yaratıcılık gerektirir. Bunun
da ötesinde bilimsel metod, sürekli olarak daha kullanışlı, daha doğru, daha kapsamlı
modeller ve metodlar geliştiren bir döngü içerisindedir. Örneğin Einstein, özel ve genel
görelilik teorilerini geliştirdiğinde, Newton’un “Principia” sını kesinlikle reddetmemiş ve
dikkate almazlık yapmamıştır. Einstein’ın teorileri, Newton’un teorilerinin gözden geçirilmesi
ve genişletilmesidir.
KARAKTERİZASYON
HİPOTEZ GELİŞİMİ
Bir hipotez, bir fenomen için öne sürülen bir açıklamadır ya da bir fenomen seti
arasındaki muhtemel ilişkiyi destekleyen mantıklı bir önermedir. Normalde hipotezler,
matematiksel bir model yapısına sahiptirler. Ancak bazen “existential statements” olarak da
formüle edilebilirler. Böyle bir durumda, çalışılan fenomenin özel bazı yönleri bir takım
karakteristiklere ve nedensel açıklamalara sahiptir. Bilim adamları, çalışılan fenomenin olası
açıklamalarını hayal edebilmek için kullanacakları kaynaklarda özgürdürler (kendi
yaratıcılıkları, diğer alanlardan alınan fikirler, indüksiyon, Bayesian çıkarım, …).
Karl Popper ve ondan sonra gelenler (özellikle Charles Peirce), bir hipotezin
yalanlanabilir olması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bu görüşe göre bir hipotez ya da teori,
yanlışlığı gösterilemediği sürece bilimsel değildir. Prensipte, bir hipotezin bilimsel olabilmesi
için her ne kadar o hipotezi çürütecek gözlem o ana kadar hiç yapılmamış olsa da, en azından
böyle bir gözlemin yapılabilme ihtimali olmalıdır. William Glen’in deyimiyle:
“the success of a hypotesis, or its service to science, lies not simply in its perceived
“truth”, or power to displace, subsume or reduce a predecessor idea, but perhaps more in its
ability to stimulate the research that will illuminate…”
İyi bir hipotez, tümevarımsal sorgulamayı da içeren bir sorgulama biçimi ile
önermeler çıkarılmasına izin verecektir. Laboratuvardaki bir deneyin sonucu ya da doğadaki
bir fenomenin gözlemiyle ilgili önermelerde bulunulabilir. Önermeler istatistiksel olabilir ve
sadece olasılıklardan da bahsedebilir. Burada sonucun halihazırda bilinmiyor olması esastır.
Eğer önermeler deney ve gözlemle ulaşılabilir değilse, hipotez yararlı değildir ya da yeni bir
teknolojinin geliştirilmesine muhtaçtır. Einstein’ın Genel Görelilik teorisi, uzay-zamanın
gözlenebilir yapısı hakkında bazı spesifik önermeler sunmuştur (örneğin, gravitasyonel bir
alanda ışığın kütleçekim alanının büyüklüğüyle orantılı olarak eğileceği). Arthur Eddington’ın
1919’daki güneş tutulması sırasında yaptığı gözlemler, Newtonien bir kütleçekiminin değil,
genel görelilik teorisinin doğruluğunu kanıtlamıştır.
DENEYLER
Önermelere bağlı olarak deneyler farklı şekillerde olabilir. Bir laboratuarda klasik bir
deney olabilir, çift-kör bir çalışma olabilir ya da arkeolojik bir kazı olabilir. Hatta İzmir’den
İstanbul’a yapılan bir uçuş bile, uçak yapımı için kullanılacak aerodinamik bir hipotezi test
etmek için bir deney olabilir. Deneyler esnasında dikkatli ve tam kayıt tutma (record-keepig)
son derece kritiktir. Düzenli kayıtlar, hem araştırmacının çalışmasını her aşamada doğru
olarak kontrol edebilmesini, hem üretilen veri ve sonuçların doğru olarak aktarılmasını, hem
de başka araştırmacıların aynı sonuçları başka yerlerde tekrarlayabilmesini sağlar. Bu kayıt
tutma geleneği Hipparchus (M.Ö. 190 – M.Ö. 120) döneminden beri kullanılmaktadır.
Bu güçlüklerin bir sonucu olarak Carnap, pozitivizmin daha ılımlı bir versiyonunu
geliştirmiştir. Mantıksal empirisiz (logical empirisism) adı verilen bu görüş, sonraki 20 yılda
bilim felsefesinde kabul edilen görüş olmuştur (Suppe 1974).
Kuhn ve Lakatos gibi, Laudan da bilimi kavramsal bir çerçeve içerisinde görür ve
bunu araştırma geleneği olarak adlandırır. Araştırma geleneği, bilim adamları tarafından
paylaşılan metafiziksel ve kavramsal kabullenmelerin bir setiyle ilişkili, spesifik teorilerden
oluşur. Araştırma geleneğinin ana fonksiyonu, geleneğin daha da geliştirilmesi için bir seri
metodolojik ve felsefi rehberler sunmasıdır. Kuhn ve Popper’i takiben Laudan da bilimin
amacının problemleri çözmek olduğunu öner sürmüş ve bunun da ilgili sorulara kabul
edilebilir cevaplar sağlayacağını düşünmüştür. Bu görüşte bir teorinin doğruluğu ya da
yanlışlığı, değer biçme kriteri olarak bağımsızdır. Anahtar soru, doğada ya da sosyal çevrede
karşılaştığımız zaman teorinin bir açıklama getirip getiremediğidir.
Kritik relativizm, bilimin çok yüzlü bir felsefesidir. Bu görüşe göre tüm disiplinler
için geçerli olabilecek tek bir bilimsel metod yoktur. Bunun yerine her bir disiplinin kendine
özgü inançları, metodları, standartları, değerleri, bilişsel amaçları vardır. Ayrıca kritik
relativism, sosyal bilimlerdeki bilgi üretimi daha geniş kültürel çevrelerde düşünülerek
değerlendirilmelidir. Kritik relativism, pozitivist yaklaşımın temel görüşü olan bir şeyin salt
bilimsel metod ile keşfedilebileceği düşüncesini reddeder.
Bilimsel Realism (Scientific Realism)
KAYNAKLAR