You are on page 1of 182

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

Beyza TANGÜLÜ

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Sosyoloji Anabilim Dalı


Sosyometri Bilim Dalı İçin Öngördüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ


Olarak hazırlanmıştır.

TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Ali ERKUL

SİVAS – 2006
Beyza TANGÜLÜ tarafından hazırlanan bu çalışma jürimiz tarafından Sosyoloji
Anabilim Dalı / Sosyometri Bilim Dalı YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul
edilmiştir.

Başkan Prof. Dr. Ali ERKUL

Üye Doç. Dr. Metin EROL

Üye Yrd. Doç. Dr. Ziynet BAHADIR

Onay
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim üyelerine ait olduğunu onaylarım.
30 / 06 / 2006

Enstitü Müdürü
Doç. Dr. Nevzat GÜLDİKEN
ÖZET

Bu çalışmada, Yeni Dünya Düzen’ini kurmak isteyen ABD’nin yeni


yüzyıldaki küresel egemenlik arayışı ve bu çerçevede ortaya atmış olduğu “Büyük
Ortadoğu Projesi’” ele alınmaktadır. Çalışmanın amacı, Amerika Birleşik
Devletleri’nin, Ortadoğu’ya yeni bakış açısını yansıtan Büyük Ortadoğu Projesi’nin
gerçek hedeflerini, stratejik ve tarihi arka planını, hangi ülkeleri kapsadığını,
AB;NATO ve İsrail ilişkisini ve Türkiye’ye etkilerini incelemektir..

ABD’nin güvenlik anlayışı doğrultusunda tehdit algılaması 21.yy’ın başında


“terör”’ olmuştu. El Kaide Örgütü tarafından gerçekleştirildiği açıklanan 11 Eylül
saldırıları, ABD’nin ve müttefiklerinin tehdit algılamasını değiştirmiş ve yeni
yüzyılın ilk savaşının ‘’terörle savaş’’ olarak ilan edilmesine yol açmıştı. Bunun
yerine terörle mücadele kapsamında, El Kaide eylemcilerinin bulunduğu
Afganistan’ı işgal etmişti.

ABD Haziran 2004’te G-8 toplantısında ve NATO’nun İstanbul Doruğunda


yeni Ortadoğu perspektifini içeren Büyük Ortadoğu Projesini ilan etmiştir. Terörün
kaynağı olarak gördüğü Ortadoğu’da köhnemiş yönetimlerin değişmesi, kadın
haklarının geliştirilmesi, okuryazarlık oranının yükseltilmesi, bölgeye demokrasinin
götürülmesi, insan hakları ihlallerinin önlenmesi gibi söylemlerle ortaya attığı
“Büyük Ortadoğu Projesi” ile Ortadoğu’da Batı standartlarında demokrasiler
kuracağını ve özgürlük yayacağını dile getirmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin Soğuk Savaş


sonrasına tek kutuplu olan dünya üzerinde egemenliğinin ve Pax Americana’nın
sürmesini sağlamak üzerine kurulmuş bir projedir.

Bölgede ‘Terör ve Kitle İmha Silahları’nın Engellenmesi’ ile ‘demokrasi ve


özgürlük götürme’ gibi amaçlar, ana hedef değil araç hedeflerdir.

Çalışmada, ABD’nin yeni küresel güvenlik vizyonu ışığında, küresel güç


kompozisyonu içindeki etkileşimi temelinde, Büyük Ortadoğu Projesi’nin arka
planında yer alan enerji, din, güvenlik boyutlarına yer verilecektir. Stratejik boyutu
itibarı ile büyük bir aktör olan Türkiye’ye etkileri de tartışılacaktır.

I
ABSTRACT

The fall of the Berlin Wall in 1990 signified the end of the Cold War. 15
years later, the world saw Israel erect a wall in the West Bank in the name of
preventing terrorism. The BerlinWall was a monument that paid tribnle to the
ideological conflict between communism and capitalism. The wall erected by Israel
in the West Bank was a monument that signifed the anti- terrorism sentiments in the
Middle East after the September 11 th attacks in the USA.

At the beginning of the 21st century, the United States perceived terroism to
be the primary threat to its security interests. The attacks of September 11 th coused
the US and its allies to declare “war on terror” as the first major war of the 21 st
century. As a result,the US invended Afghanistan ,where Al Qaida militants were
located.

In the post- september -11 th era, the US started advocaling the docrine of
“preemptive strike” in order the prevent the spread of terrorism and weagens of mass
destruction (WMDS). This doctrine is also reflected in the “National Security
Strategy“ outline in 2002 by President George W. Bush.

After the end of the Cold War,all efferts were directed towards the estab
lishment of the “New World Order“ (Novus Ordo Seclorum) . This study concerns
the “Great Middle East Project”, a new effort advocated by the US in the pursnit of
global superiority. The “Great Middle East Project“ reflects the new Outlook of the
United States towards the Middle East. The goal of study is to outline the real goals
of the “Great Middle East Project”, its historical backdrop,and its impacts on Turkey.

In june 2004, the US openly declared its own perspective on the Middle East
during the G-8 Summit and NATO Summit in İstanbul. The primary goals of the US
are to establish Western Style democracies and the spread of freedoms in the Middle
East.

The Great Midlle East Project is an effort by the United States to maintain its
global supremacy and the principle of “Pax Americana” in the post- Cold-War era.

II
The US strategy in the post- Cold-war era is based on the 1992 Defense
Planning Guide, Project New American Century (PNAC) formulated in 1995,as well
as the National Security Strategy document fermulated in 2002. The Great Middle
East Project is a natural extension of these documents. Goals such as prevention of
terrorism and weapons of man destruction (WMDS) and “Spread of freedom and
democracy” are not end goals in themselves, but rather means to other goals.

This thesis also explores the religious, security and energy dimensiom of the
“Great Middle East Project”. Its impact on Turkey, a major strategic player in the
region, is also studied.

III
İÇİNDEKİLER
ÖZET …………………………………………………………………………………. I
ABSTRACT…………………………………………………………………………… II
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………………. III
ÖNSÖZ ……………………………………………………………………………….. IV
GİRİŞ………………………………………………………………………………….. 1

I.BÖLÜM
TARİHSEL PERSPEKTİF İÇİNDE ORTADOĞU ÜLKELERİ VE SON
YÜZYILLARDA İZLENEN BAZI GELİŞMELER
A-) ORTADOĞU KAVRAMINA BİR BAKIŞ…………………………………….. 5
B-) ORTADOĞU’NUN COĞRAFİ KONUMU……………………………………. 6
C-) ORTADOĞU’NUN KÜLTÜRÜ ………………………………………………... 7
D-) ORTADOĞU’NUN DİNİ BOYUTU……………………………………………. 9
E-) ORTADOĞU’NUN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK ÖNEMİ…………. 12
F-) ORTADOĞU’NUN TARİHİ ve SİYASİ GELİŞMELERİ……………………. 14
1-) Suriye – Lübnan …………………………………………………………… 16
2-) Irak…………………………………………………………………………. 18
3-) Ürdün………………………………………………………………………. 19
4-) Mısır……………………………………………………………………….. 20
5-) Suudi Arabistan…………………………………………………………….. 21
6-) Yemen……………………………………………………………………… 21
7-) İran…………………………………………………………………………. 21
8-) Osmanlı Dönemi’nde Filistin’e Yahudi Göçü……………………………... 22
9-) Haçlı Seferleri……………………………………………………………… 23
10-) Arap - Yahudi Mücadelesi………………………………………………... 24
Siyonizm…………………………………………………………………. 24
11-) 1950-1960 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ……… 30
a) Ortadoğu’ya Silah Ambargosu …………………………………….. 30
b) İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı…………………………….............. 31

IV
12-) 1960-1973 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ…….. 31
a) 1967 Arap-İsrail Savaşı…………………………………………….. 31
13-) 1973-1980YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ……… 32
a) 1973 Arap-İsrail Savaşı……………………………………………...
32
b) 1973 Petrol Krizi…………………………………………………….
33
c) Lübnan İç Savaşı…………………………………………………….
33
d) Camp David Antlaşmaları…………………………………………..
34
e) İran İslam Devrimi…………………………………………………...
35
14-) 1980-1990 YILLARI ARASINDA ORTADOĞUGELİŞMELERİ…...
35
a) İran-Irak Savaşı………………………………………………………
35
15-) 1990-2000 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ…..
37
a) Kuveyt’in İşgali ve 1990 Körfez Savaşı……………………………..
37
16-) 2000-2003 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ ….
40
a) Afganistan Müdahalesi………………………………………………
40
b) Irak İşgali ve Ortadoğu’da Yeni Yapılanma ………………………..
42

II. BÖLÜM
KÜRESELLEŞME VE TERÖR
A-) KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE TERÖR………………………………………
44
1-) Küreselleşmenin Anlamı ve Görüşler………………………………………
44
2-) Yeni Dünya Düzeninin Aracı Olarak Küreselleşme………………………..
51
B-) 11 EYLÜL VE TERÖRİZM……………………………………………………..
52
1-) Terörizmin Tanımı………………………………………………………….
52
2-) Küresel Terör ve Kitle İmha Silahları………………………………………
53
3-) İslami Terör…………………………………………………………………
56
4-) 11 Eylül Saldırıları………………………………………………………….
58
5-) 7 Ekim 2001 Afganistan Operasyonu……………………………………...
63
6-) 20 Mart 2003 Irak Savaşı…………………………………………………...
64

V
III. BÖLÜM
ABD’NİN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ
A) YENİ AMERİKAN YÜZYILINDA AMERİKA BİRLEŞİK
DEVLETLERİ’NİN KÜRESEL GÜVENLİK VİZYONU VE
BÜYÜK ORTADOĞU STRATEJİSİ…………………………………………… 66
1-) Amerika Birleşik Devletlerinin Küresel Egemenlik Arayışının Teorik
Zemini………………………………………………………………………. 66
2-) Soğuk Savaş Sonrasında Amerikan Diplomasisi…………………………... 69
3-) Amerika Birleşik Devletlerinin Yeni Güvenlik Anlayışı………………….. 71
4-) İdeolojik Çatışmadan Kültürel Çatışmaya: Uygarlık Çatışması…………… 72
5-) Bush Doktrini-2002 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ve Amerika
Birleşik Devletlerinin Dış Politikasında YeniYönelimler………………….. 74
B) AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN SÖYLEMİNDE BÜYÜK
ORTADOĞU PROJESİ …………………………………………………………. 78
1-) Büyük Ortadoğu Projesinin Ne’liği ve Amacı……………………………... 78
2-) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Kapsadığı Alan ve Bu Alanın, Coğrafik,
Demografik, Ekonomik ve Politik Durumu……………………………….. 84
3-) Büyük Ortadoğu Projesi ve Demokrasi Söylemi…………………………... 86
4-) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Dini Boyutu ………………………………… 88
5-) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Enerji Boyutu ………………………………. 93
6-) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Tarihsel ve Stratejik Arka Planı…………….. 96
7-) Büyük Ortadoğu Projesi’nin İlk Yankıları ve Sahneye Konması………….. 105
a) Irak’ta Direnişin Başlaması…………………………………………. 108
b) Irak’ta Türkiye’nin İstemediği Gelişmeler………………………….. 112
c) Irak’ta Şii İsyanı…………………………………………………… 115
d) Irak İşgali’nin Gerekçesi Konusundaki Görüşler…………………… 115
e) Irak’taki Direniş Ne Kadar Sürecek? ……………………………….. 116
f) Afganistan…………………………………………………………… 119

VI
IV. BÖLÜM
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE
A-)Büyük Ortadoğu Projesi ve Bazı Partilerin Görüşleri
…………………………………………………………………………………………. 129
1-)Adalet ve Kalkınma Partisi………………………………………………… 129
2-)Cumhuriyet Halk Partisi…………………………………………………… 130
B-) Büyük Ortadoğu Projesi ve Genel Kurmay……………………………... 130
C-)Türkiye Açısından Çözüm Önerileri……………………………………… 131
V.BÖLÜM
KÜRESEL VE BÖLGESEL ÜLKELERİN BÜYÜK ORTADOĞU
PROJESİ’NE BAKIŞLARI
A-)NATO ve Büyük Ortadoğu Projesi………………………………………. 133
B-)Büyük Ortadoğu Projesi ve AB …………………………………………. 137
C-)Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail………………………………………… 139
V.BÖLÜM
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME………………………………………………. 141

KAYNAKÇA………………………………………………………………………….. 144

EK1: BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NE BAZI


AYDINLARININ BAKIŞI

1-) Attila İLHAN……………………………………………………………… 153


2-) Anıl ÇEÇEN ………………………………………………………………. 160
3-) Özcan BUZE………………………………………………………………. 164
4-) Suat PARLAR……………………………………………………………... 166
5-)MustafaSıtkı BİLGİN………………………………………………………. 168
6-) Alpaslan IŞIKLI …………………………………………………………... 171

VII
ÖNSÖZ

Bu araştırmanın temel konusu Büyük Ortadoğu Projesi’ni birçok yönüyle


ortaya koymak ve projenin söz konusu bölgeye etkilerini incelemektir.

Öncelikle bu çalışmanın ortaya çıkmasında desteğini esirgemeyen yapıcı


tavrıyla ve birikimiyle beni çalışmaya teşvik eden, birlikte çalışmaktan onur
duyduğum değerli hocam Prof. Dr. Ali ERKUL’ a teşekkür ederim.

Bu çalışmada desteklerini esirgemeyen Yrd. Doç. Dr. Ziynet BAHADIR’ a ,


Doç. Dr. Metin EROL’ a , yorumlarıyla ve olumlu tavırlarıyla bana her zaman azim
ve şevk veren Prof. Dr. M. Beşir AŞAN’a teşekkür ederim. Ailem ve dostlarıma
desteklerinden ve ilgilerinden dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

VIII
GİRİŞ

Bu çalışmada, ABD’nin Büyük Ortadoğu perspektifi olan Büyük Ortadoğu


Projesi’nin ne olduğu, amacı, tarihsel ve stratejik arka planı, dini ve enerji boyutu,
Türkiye’ye etkileri tartışılacaktır.

Ortadoğu kavramı batı merkezli subjektif bir kavramlaştırmanın ürünü


olduğu için bu bakış açısına göre; Avrupa kendini dünyanın merkezi olarak kabul
etmesi nedeniyle dünyanın diğer bölgelerini kendine olan uzaklığına
göre,yakın,uzak,orta şeklinde kategorize etmiştir.Bu kavram hem Uzakdoğu hem de
Batı kavramıyla karşıtlaşan bir coğrafi kavramdır.Yakındoğu kavramını da
kapsamaktadır.

Ortadoğu, büyük medeniyetlerin doğduğu yer olması, medeniyetlerin mirası


üzerine üç büyük semavi dinin şekillendiği ve doğduğu yer olması, dünya petrol
rezervinin %60’ının, doğalgaz rezervinin %33’ünün bölgede bulunması ve bölgenin
jeostratejik ve jeopolitik açıdan konumu nedeniyle egemen güçlerin ilgi odağı
olagelmiştir.

Bölgedeki çatışmaların kaynağı olan etnik yapı bazı Ortadoğu ülkelerinde


şöyledir1:

Irak (%70-72 Arap, %17-19 Kürt, %10-12 Türkmen, %3 diğer - %97


Müslüman (%64 Şii, %36 Sünni), %3 Hıristiyan ve diğerleri), İran (%61 Pers, %24
Azeri, %7 Kürt, %3 Arap, %2 Türkmen, %3 diğer - %99 Müslüman (%89 Şii, %10
Sünni), %1 Bahai , Hıristiyan ve diğer ) , Suriye (%90 Arap, %10 Kürt, Ermeni ve
diğer - %74 Sünni Müslüman, %16 Dürzi, Alevi ve diğer, %10 Hıristiyan) , Mısır (
%91 Arap, %8 Bedevi, Berberi, Mısırlı, %1 Avrupalı - %94 Müslüman, %6
Hıristiyan ) , Bahreyn (%63 Bahreynli Arap, %19 Asyalı, %10 diğer Arap, %8 İranlı
- %70 Şii Müslüman ,%30 Sünni Müslüman ) , İsrail ( %32 Avrupa-Amerika, %21
İsrail, %14,5 Afrikalı, %12,5 Asyalı , %20 Arap - %80 Musevi, %14 Sünni
Müslüman, %2 Hristiyan , %3 diğer ) , Ürdün ( %98 Arap, %1 Çerkez, %1 Ermeni -

1
Bu bilgiler www.pbs.org/wgbh/global connections/mideast/maps/demotext.html’den aktarılmıştır.

1
%92 Sünni Müslüman, %6 Hıristiyan, %2 Şii Müslüman ve Dürzi ) , Kuveyt ( %45
Kuveytli, %35 Arap, %9 Güney Asyalı, %4 İranlı, %7 diğer - %85 Müslüman( %45
Sünni, %40 Şii), %58 Hıristiyan, Hindu ve diğer ) , Lübnan ( %95 Arap, %4
Ermeni, %1 diğer - %70 Müslüman, %30 Hıristiyan ) , Suudi Arabistan ( %90 Arap
, %10 Asyalı - %100 Müslüman )

Bölgedeki bu etnik ve dini farklılıklar tarihte çatışmaların en önemli


sebeplerinden birisi olmuştur.

BOP, son zamanlarda çok sık tartışılan güncel bir projedir. Proje Ortadoğu
bölgenin de siyasal, ekonomik, kültürel dönüşüm hedeflemektedir.Bu hedefleri ABD
görünen amaç olarak dile getirse de , ABD Ortadoğu ‘ da ekonomik olarak bölgede
enerji kaynaklarının denetimini sağlamak ve yeni pazar alanları oluşturmayı
hedeflemektedir. Yine İsrail’ in bölgedeki güvenliğini sağlamak ve büyük bölümü
Müslüman olan coğrafyada ılımlı İslamı yaymak asıl amaçtır. Bu dönüşümlerle
ABD dünya üzerindeki hakimiyetinin devamlılığını sağlayacak ve olası rakiplerini de
kontrol altına almış olacaktı.

ABD , bu projeye gereksinim duyma sebeplerini şu şekilde sıralamaktadır.


Dünya enerji kaynaklarının istikrarsız veya totaliter ülkeler elinde olmasının dünya
ekonomisine zarar vermesi, bu bölgelerin teröre kaynaklık etmesi, bölge halkının
gelir ve eğitim düzeyinin çok düşük olması, insan hakları yetersizliği, kadın
haklarının olmaması, bölgede demokrasi ve özgürlüğün olmamasının altını
çizmektedir.

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de stratejistlerin belirttiği gibi bu bölgeye


hakim olan dünyaya da egemen olur. ABD, ekonomik ve stratejik amaçlardan dolayı
bu bölgeye bu projeyle yönelmiştir.Ortadoğu geçmişte de tüm devletlerin ilgi
odağıydı, günümüzde de bu durum böyledir. Ortadoğu’ya müdahaleler ne ilktir ne de
son olacaktır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin tarihsel arka planına baktığımızda
konuyu Sovyet sisteminin yıkılışına kadar götürmek mümkündür. İlk haliyle de 1995
tarihli National Force Quarterly isimli dergide “Büyük Ortadoğu” başlıklı yazıda
formüle edilmiştir. Daha sonra birçok yerde dile getirilen projenin tarihsel arka
planına daha ayrıntılı bir şekilde üçüncü bölümde yer verilecektir.

2
Projenin kapsamına ilişkin olarak Condoleezza Rice, 2003’ün son
aylarında Washington Post ‘ta yayınlanan ‘Ortadoğu’yu Değiştirmek’ başlıklı
yazısında ‘Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar Ortadoğu’da 22 ülkede değişimin ön
görüldüğünden bahsetmiştir.

Projenin amacı olarak Bush; Ortadoğu’da yoksulluğun derinleşmesi, kadın


haklarının olmaması, eğitimin eksikliği, bölgenin teröre kaynaklık etmesi gibi
sebepleri saymaktadır. Ortadoğu özgürlüğün yeşermediği bir bölge olarak kaldığı
müddetçe de bölgede bu durgunluk sürecek ve bölge şiddet ihraç edecektir. Proje ile
ekonomik olarak bölgede serbest piyasa ekonomisine işlerlik kazandırmak
hedeflenirken, siyasi olarak da bölgeye demokrasi getirilmesi, İsrail’in güvenliği,
Çin ve Rusya’nın muhtemel gelişimini engellenmesi amaçlanmaktadır. Bir diğer
hedef ise; kültürel olarak Batılı hayat normlarını yaşama geçirmek ve tüketim
kültürünün oluşturulmasını sağlamaktır. Tüm bu hedeflerin temelinde aslında
ABD’nin küresel hegemonyasının devamlılığı çabası vardır.

Öne sürülen sebepler ise ; bölgede terörün kurutulması, demokrasi ve


özgürlüğün götürülmesidir. Ortadoğu’ya demokrasi götürme çabaları ilk defa o
bölgeye uygulanan bir dudum değildir.Yıldırım’ın da belirttiği gibi dünyanın birçok
yerinde bu “Project Democracy” operasyonu yürütülmektedir. Demokrasi söyleminin
ne anlama geldiğini iyi irdelemek gerekmektedir. Demokrasi ile bölgede ülkelerin iç
işlerine daha rahat müdahale ederek serbest piyasa ekonomisi ve Amerikan
çıkarlarının korunması sağlanmış olacaktır. Yıldırım’a göre;…Böylelikle egemenler,
demokrasiye geçiş sürecini de, kendileri örgütleme olanağına kavuşuyorlardı.
Diktatörlerin açık egemenliği yerine , akılları liberal-enternasyonale yatmış olan
siyasi partilerin ve ikna edilmiş seçkinlerin demokratik (!) egemenliğini pekiştirme
yöntemiydi artık geçerli olan2.

Ülkeleri dışarıdan kuşatan ve içeriden ele geçirerek doğal kaynaklarına , iç


pazarlarına, ekonomilerine el koyan devletler demokrasi ve özgürlük cilasıyla

2
YILDIRIM, Mustafa ;Project Democracy ‘Sivil Örümceğin Ağında, Ulus Dağı Yayınları, 8.
Baskı,Ankara,2005,s:24

3
amaçlarına ulaşmaktadırlar. ABD , Ortadoğu’da da bu demokrasi ihracıyla tüm
dünyada amaçladığı gibi bölgeyi kontrolüne almak istemektedir.

Geçmişte de bölge Osmanlı hakimiyetindeyken bölge ülkeleri Osmanlı çatısı


altında refah içerisinde, baskıdan uzak, hem dinsel olarak hem de kültürel yaşantı
olarak özgürlerdi. Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra kurulan
Türkiye Cumhuriyeti dış politikada II. Dünya Savaşına kadar daha istikrarlı bir
çizgide ilerlerken, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dış politikada edilgen bir konuma
gelmiştir. Günümüzde ise askeri bağlamda NATO’ya, ekonomik anlamda da IMF ve
Dünya Bankası’na olan bağlılığı söz konusudur. Çalışmada IV. bölümde de projenin
Türkiye’ye olası etkileri ve rolüne kısaca değinelim. Bu projede Türkiye istese de
istemese de yer alacaktır. Proje bağlamında Türkiye örnek ülke olarak
gösterilmektedir.Büyük Ortadoğu Projesi ile Türkiye’ye yüklenmek istenen rol ,
çoğunluğu Müslüman nüfusun oluşturduğu bu coğrafyada gerçekleştirilecek olan
dönüştürme sürecinde liderlik misyonudur.

Dünyanın en duyarlı ve istikrarsız kavşak noktalarının birinde yer alan


Türkiye tarihsel büyük güç refleksini gösterebilecek potansiyele sahiptir. Ulusal gücü
doğru yönlendirilmelidir. Bunun içinde ilk yapılacak şey özgüven oluşturmaktadır.

Bu çalışmada ilk bölümde Ortadoğu kavramının tarihsel perspektif içinde


coğrafi konumuna, kültürüne, dini boyutuna, jeopolitik ve jeostratejik önemine yer
verilecektir. İkinci bölümde küreselleşme ve terörden bahsedilecek, üçüncü bölümde
Büyük Ortadoğu Projesi’nin ne olduğuna, amacına , kapsamına, projenin dini ve
enerji boyutuna, projenin tarisel ve stratejik arka planına yer verilecektir. Dördüncü
bölümde ise Türkiye bölümüne yer verilecek, beşinci bölümde Büyük Ortadoğu
Projesi ile NATO , Avrupa Birliği ve İsrail ilişkilerine değinilecektir. Ayrıca bazı
Türk aydınlarının da projeye yönelik görüşleri yer alacaktır.

4
I. BÖLÜM

TARİHSEL PERSPEKTİF İÇİNDE ORTADOĞU ÜLKELERİ VE SON


YÜZYILLARDA İZLENEN BAZI GELİŞMELER

Bu bölümde tarihi gelişim süreci içerisinde Ortadoğu’nun coğrafi


konumundan, kültüründen, dini boyutundan ve jeo-stratejik öneminden
bahsedilecektir.

Ortadoğu bölgesi, geniş anlamda Irak, İran, Suriye, Suudi Arabistan, Türkiye,
Mısır, Ürdün, Lübnan, İsrail, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman,
Yemen, Afganistan, Filistin, Libya, Fas, Tunus, KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi
gibi geniş bir coğrafyayı kapsamakla birlikte sınırları kesin değildir.

Bölgeyi sadece coğrafi olarak değerlendirmemek gerekir. Yeraltı ve yerüstü


zengin kaynaklara sahip olan Ortadoğu,aynı zamanda egemen güçlerin dünya
hegemonyasında merkezi konumda bulunmaktadır.Ortadoğu’ya egemen olan sadece
bölge hakimiyetini ele geçirmiş olmakla kalmaz, aynı zamanda Kafkaslara, Uzak
Doğu’ya, Afrika’ya ve hatta Balkanlara kadar genişleyen bir bölgeye egemen
olabilmektedir.

Böylesine jeo-stratejik , jeo-politik, askeri, ekonomik ve kutsal toprak olma


özelliğine sahip bölgenin kısa bir tarihsel geçmişine bakmak ve bölge ülkeleri
hakkında kısa bilgiler aktarma yararlı olacaktır.

A-) ORTADOĞU KAVRAMINA BİR BAKIŞ:

Ortadoğu kavramının kapsamı konusunda farklı görüşler vardır. Kimilerine


göre bu kavram daraltılırken, kimine göre genişletilmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bilimsel çalışmalarda ve uluslararası


siyasette giderek kullanımı yaygınlaşan ‘Ortadoğu” (Middle East; Moyen Orient; eş-
Şarku’l-Evsat) kavramı ilk defa 1902 yılında Amerikan deniz tarihçesi ve stratejisti
Alfred Thayer Mahan’ın, National Rewiew’de yayınlanan Basra Körfezi’nin önemini

5
ele aldığı ‘The Persion Gulf and International Relations’ başlıklı yazısında Arabistan
ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanılmıştır3.

Yüzyılın başlarında Basra Körfezi’nin stratejik önemi ve bu bölgede Alman


İmparatorluğu, İngiltere ve Rusya’nın nüfuz mücadelelerini anlatmaya çalışan A.T.
Mahan, Jeostratejik bir konsept dahilinde kullandığı ‘Ortadoğu’ (Middle East)
kavramı ile, Süveyş’ten Singapur’a kadar uzanan deniz yolunun bir bölümünü
koruyan ve kesin şekilde sınırlarını belirtmediği bir bölgeyi anlatmaktaydı4.

Ortadoğu kavramı Yakındoğu, Uzakdoğu, şark gibi batı merkezli subjektif bir
kavramlaştırmanın ürünüdür. Bu kavramlaştırmadaki bakış açısı, Avrupa’nın kendini
dünyanın merkezi olarak kabul etmesi ve dünyanın diğer bölgelerinde kendine yeni
bir merkeze olan uzaklıklarına göre yakın, uzak, orta gibi kategorize etmesi
şeklindedir. Batı dünyasında doğu (şark, orient) veya Yakındoğu olarak ifade edilen
bu kavramlaştırma sadece coğrafik ifadelendirme değildir, kültürel, dini motiflerle
beslenen ve farklı olan ‘öteki’ni ifade eden kavramlaştırmadır.

Ortadoğu, hem Uzakdoğu ve hem Batı kavramıyla karşıtlaşan bir coğrafi


kavram. Ayrıca aynı ülkeler için kullanılan ve içeriği açık seçik belirlenmemiş olan
Yakındoğu kavramını da rahat rahat kapsar. Böylece Ortadoğu terimi, Doğu
Akdeniz’e kıyısı olan ülkeleri, Türkiye’yi verimli hilal ülkelerini (Suriye, Lübnan,
İsrail, Ürdün, Irak), Mısır’ı Arabistan Yarımadası’nı ve genellikle Afganistan’ı içine
alır. Ama bazen Libya’yı, Sudan’ı ve hatta Hindistan Yarımadası ülkelerini (özellikle
Pakistan) kapsayacak biçimde de genişletilir5.

B-)ORTADOĞU’NUN COĞRAFİ KONUMU

ORTADOĞU Bölgesi toplam 24 ülkeden oluşan Eski Dünya (Avrupa-Asya-


Afrika) karaların birleştiği orta bölümü oluşturmaktadır. ORTADOĞU ülkelerini
3
LEWİS, Bernard; Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi,
XII, 1964, s.75.
4
BUHEİRY, Marwan R.; The Formatian and Perception of the Modern Arab World, The Darwin
Pres, Princeton, New Jersey, 1989, s.160-162’den (Akt; DURSUN, Davut; Ortadoğu Neresi?
Subjektif Bir Kavramın Anlam Çerçevesi ve Tarihi, F.Y. Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Birinci
Ortadoğu Semineri, Elazığ, 2-31 Mayıs 2003, s: 21).
5
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, İstanbul, c.17, s:8903.

6
oluşturan Malta, Libya, Sudan, Eritre, Habeşistan (Etiyopya) ve Somali, daha
sonraları bölge sınırları dışına çıkarıldı. Bugün için Malta, Libya, Sudan, Eritre,
Habeşistan, Somali, Afganistan ve Pakistan gibi ülkeler ORTADOĞU bölgesinin
yakın çevresi olarak kabul edilmekte ve zaman zaman siyasi bakımdan bu ülkelerden
biri veya bir kaçı bölge içinde sayılabilmektedir6.

Türkiye, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, KKTC ve Rum Yönetiminin yer
aldığı Kıbrıs Adası, Mısır, Ürdün, Lübnan, İsrail, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap
Emirlikleri, Umman, Yemen, Ortadoğu devleti sayılmakla birlikte sınırlar kesin
değildir. Bugün için Ortadoğu denilince; kuzeyde Türkiye, batıda Mısır, doğuda İran
ve güneyde Yemen’in çerçevelediği kabaca bir dikdörtgeni içine alan bölge akla
gelmektedir7.

Yıldız’ın da belirttiği gibi; bugün artık “Büyük Ortadoğu” [Greater Middle


East] tanımlaması ile Cebelitarık’tan Kırgızistan’a, Kazakistan’a, Kafkasya’ya,
Yemen’e ve Sudan’a kadar uzanan bölge bir bütün olarak ele alınmaktadır8.

C-) ORTADOĞU’NUN KÜLTÜRÜ

Ortadoğu; büyük medeniyetlerin doğduğu ve kaybolduğu yer. Ortadoğu;


medeniyetlerin mirası üzerinde bütün büyük semavi dinlerin şekillendiği manevi
toprak.9 Tarihte damgasını vuran büyük medeniyetlerin burada doğması, üç kıtanın
(Asya-Avrupa-Afrika) bu coğrafyada buluşması, bölgenin üç tek tanrılı dine
kaynaklık etmesi, Akdeniz-Kızıldeniz-Hint Okyanusu’nun bu coğrafyada birleşmesi
Ortadoğu’nun jeopolitik, coğrafi, dini ve kültürel bakımdan önemini ortaya
koymaktadır.

6
TÜREL, Yılmaz; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akçağ Yay., Ankara, 2004, s:13-14.
7
TÜREL, Yılmaz; y.a.g.e., s:14-15.
8
YILDIZ, Yavuz Gökalp; Oyun İçinde Oyun ‘Büyük Ortadoğu’, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,
İstanbul, 2004, 3. baskı, s:22.
9
AKAR, Atilla; Büyük Ortadoğu Kuşatması, Yeni Dünya Düzeninin Ortadoğu Ayağı, Timaş
Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2004, s:17.

7
Eski Mezopotamya ve Mısır’dan sonra İbrani egemenlerinin kültürü,
bölgenin asıl kültürüdür. Bu kültürün, devlet, ticaret ve hukuk kodları, Ortadoğu’nun
egemenlik sisteminde kalıcı izler bırakmıştır10.

Batıyı eksen alan bir yaklaşımın tanım güzergahında uygarlık dışı


oluşumların odağıdır Ortadoğu. Batı merkezci sosyo-ekonomik formasyonlar
doğması, köleci- feodal toplum yapıları sıralamasında bir hamlede Helenistik
Dünyayı tüm değerleriyle Batı’ya ilhak etmiştir. Helen dünyasının Mısır,
Mezopotamya, Suriye, İran’la bağları koparılmış, felsefi birikimi, siyasi yöntemleri,
kent kültürü ile ‘demokratik’ Atina, ‘barbar’ Doğu’nun karşısına konulmuştur. Doğu
kökenli Hristiyanlık da, İslamiyet’in karşısına dikilerek XIX. Yüzyılın sonlarından
itibaren Ortadoğu halısı, emperyalizmin tezgahında dokunmaya başlanmıştır. Oysa
uygarlık adına ortaya konulan ve insan emeği ile onun tarihin öznesi olmasıyla
biçimlenen miras bu bölgede oluşmuştur11.

M.Ö. 3000 yıllarından sonra Sümer’de öyküler, anlaşmalar yazıya


dökülebiliyordu. Sümer güçlü bir egemenlik sistemini de miras bıraktı. Sümerler’den
sonra Babiller’de, sınıflı toplum hukukunun en önemli kodlarını oluşturdular.
Bürokrasi, hukuk ve pazar fiyatları düzenini Babillerde görmekteyiz.

Pers İmparatorluğu ise; kendilerinden sonraki büyük devlet geleneklerinin


oluşumunda derin izler yaratmışlardır. Devlet, ticaret, savaş örgütlenmesi ile
oluşmaya başlayan sınıflı toplum Ortadoğu’da uygarlıklar merkezinde ortaya
çıkmıştır.

Sınıflı toplum gerçekliğinin mekanı olan kentler, Irak ırmaklarıyla ‘Kızıl


Deniz’ adlı şimdiki Acem Körfezi’nin kavuştukları noktada ortaya çıktı. Üretici
güçlerin gelişme sürecinde maden ağırlıklı örgütlenme, ilk sınıflı toplumların
omurgasını oluşturmuştur. Sınıflı toplumların egemenlik sistemleri, stratejik

10
PARLAR, Suat; Ortadoğu Vaadedilmiş Topraklar, Yar Yayınları, 2. Baskı, Mayıs 2002,
İstanbul, s.31.
11
y.a.g.e., s:12.

8
hammaddelerin kontrolünü varlık koşulu saymışlardır. İnsanlığın ilk büyük savaşları,
Ortadoğu’da hammaddelerin kontrolüne yönelik olarak çıkmıştır12.

D-) ORTADOĞU’NUN DİNİ BOYUTU

Ortadoğu, tarih boyunca kültürlerin buluşma yeri olmuş, bu sayede muazzam


bir kültürel birikimin oluştuğu yeryüzünün en çarpıcı noktası olma özelliğini
kazanmıştır. İnsanlığın en dayanıklı ideolojileri sayılan büyük dinlerin beşiğinin
Ortadoğu olması, bu nedenle, bir rastlantı değildir13.

Ortadoğu, bugün dünyada insanlığın tamamına yakınını kapsayan üç büyük


dinin doğduğu yer olması bakımından önemlidir. İlk kurulan Yahudi Devletinin
başkentinin Kudüs olması ve Hz. Süleyman Mabedi’nin burada bulunması gibi
nedenlerden dolayı Kudüs Yahudiler için önemlidir. Yine İsrailoğulları kendi tarihsel
kökenlerini buraya bağlamaktadırlar. Beytüllahim’de doğan Hz. İsa da
Peygamberliğinin başlamasından çarmıha gerildiğine inanıldığı M.S. 30 yılına kadar
Kudüs’te yaşamıştır. Miraç olayının Kudüs’te gerçekleşmesi de Müslümanlar
açısından ayrı bir öneme sahip olmasına neden olmaktadır. Ayrıca Kudüs Hicretten
sonra iki yıl Müslümanlar için kıble işlevi de görmüştür. Kur’an’da geçen bir çok
Peygamberde yine Kudüs’te yaşamıştır.

Kitabı Mukaddes’in ‘Eski Ahit’ bölümünün Tekvin kısmında anlatıldığı


kadarıyla ki bu kısımda daha ziyade İsrail tarihinin başlangıcı ve Kenan’a
yerleştikleri ana kadar olan kısmı anlatır. M.Ö. yaklaşık 1750’lerde ya da 18.
yüzyılın ikinci yarısında Kaldelilerin (Keldeniler ya da Babiller) Ur kentinde
(Irak’ta) Harran bölgesine göç eden, İbrahim’e Tevrat’a göre bir gece rüyasında
Allah (Rab, Yahova) Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kendine ve nesline verdiğini,
kavmini çoğaltılacağını ve onu bir millet yapacağını, dolayısıyla buradan Kenan

12
y.a.g.e. s:26-27.
13
ERSİN, Nihat; Ortadoğu Savaşlarının Perde Arkası, Gündem Yayınları, Nisan 2003, İstanbul,
s:21.

9
olarak da bilinen El Halil’e (Hebran, Halilürrahman) göç etmesinin doğru olacağını
bildirir14.

Hz. Davut zamanında yaklaşık M.Ö. 1030 yılında ilk Yahudi devleti kuruldu.
Hz. Davut’un ölümünden sonra kavmin başına geçen Hz. Süleyman zamanında
ağlama duvarı olarak bilinen ve Yahudilerce kutsal sayılan (Mescid-i Aksa’nın
bulunduğu yerde) mabet yaptırılmıştır15.

Arap Yarımadasının Müslümanlar açısından önem kazanmasının asıl tarihi


Mekke’de yaşayan köklü ailelerden Kureyş ailesine mensup Abdülmuttalip’in torunu
olan Hz. Muhammed’in 571’de dünyaya gelmesi ile başlar. Kervancılık ve ticaretle
uğraşan Hz. Muhammed 40 yaşına geldiği sıralarda sık sık tek başına kalmak için
gittiği Hira dağında 610’da Cebrail aracılığıyla Allah tarafından kendisine
Peygamberliği bildirilmiştir.

Hz. İbrahim’e Tevrat’a göre bir gece Kenan’a göç etmesinin doğru olacağının
bildirilmesi üzerine Hz. İbrahim, karısı Sara ve yeğeni Lut ile birlikte Kenan’a gider
ve yerleşir. Kenan’da kısa bir süre sonra kıtlık olmasından dolayı tekrar Mısır’a
geçen Hz. İbrahim burada Firavun tarafından kötü muamele görür.

Bunun üzerine kendi ve karısı tekrar Kenan’a geri döner, yeğeni Lut ise Lut
gölü civarına yerleşir. Hz. İbrahim ile Sara’nın uzun süre çocuklarının olmaması
üzerine Sara, hizmetçileri Hacer ile Hz. İbrahim’in evlenmesine izin verir. Hz.
İbrahim’in Hacer’den İsmail adında erkek çocuğu olur. Hz. İbrahim ve Sara’nın da
ileriki yıllarda çok yaşlanmış olmalarına rağmen İshak adında bir erkek çocuğu olur.
Araplar İsmail’in, Yahudiler ise İshak’ın soyundan devam eder. Her ikisi de Sami
ırkından olan Arapların ve Yahudilerin ayrılıkları böyle başlar.

Müslümanların Kabesi de Hz. İbrahim tarafından yapılmıştır. Yahudiler Hz.


İshak’ı kendi ataları olduğunu söyleseler de İsrailoğullarının tüm peygamberlerine
Müslümanlar da inanmaktadırlar.

14
BULLİET, Richard W.; “The Future of the İslamic Movement”, Foreign Affairs, Vol.72, No:5
(November, December 1993), s.40-41’den (Akt: ARI, T.; a.g.e., s.33.)
15
ARI, Tayyar; a.g.e, s.36.

10
Hz. İshak’ın oğlu Yakub’un 12 oğlu arasından en çok sevdiği Yusuf’un
Firavun’un vezirine satılması ve akabindeki olaylar Tevrat’ta ve Kur’an’da benzer
şekilde ifade edilmiştir. Hz. Yusuf çok iyi rüya yorumlayabilmekteydi. Mısır’da
kuraklık döneminde dışarıdan gelen kafileler arasında Yusuf kardeşlerini tanır ve
hem babasının hem kardeşlerinin Mısır’da yerleşmesini sağlar. Mısır’a yerleşen
İsrailoğullarının sayıca artması, Firavun’u rahatsız eder ve bunun üzerine İbrani
kadınlardan doğan tüm erkek çocukların öldürülmesini emreder. Bunun üzerine Hz.
Yakub’un oğullarından Levi’nin sülalesinden bir kadın, dünyaya getirdiği erkek
çocuğunu sepete koyar ve Nil’e bırakır. Bu çocuk Hz. Musa’dır. Firavun’un (II.
Ramses) karısı tarafından bulunur ve büyütülür. Daha sonra Hz. Musa’nın
peygamberlik iddiası Firavun (III. Ramses) ile Musa’yı karşı karşıya getirir ve Allah
Hz. Musa’dan Mısır’ı terk etmesini ister. Hz. Musa da kavmini de alır ve Mısır’dan
çıkar. Yahudilerin Mısır’dan çıkarılması olayına Exodus denir. M.Ö. 1136’da
Kenan’a gelen Musa kavminin başına Hz. Musa’nın ölümü üzerine Yuça geçmiştir.
Yuça’dan sonra da Hz. Davut geçmiştir.

Bölgede 227 milyonluk nüfuslarıyla Müslümanlar %92’lik bir çoğunluk


oluşturuyorlar. Ancak bu topluluğun hepsinin İslam anlayışı aynı değildir. Sünnilerin
oranı yaklaşık üçte iki, Şiilerin ise üçte birdir. Bölgede 13,5 milyon da Hristiyan
yaşamaktadır. Sayıları daha az olan Hristiyanlar, Müslümanlara göre çok daha fazla
bölünmüşlerdir. Doğu kiliseleri başlığı altında toplanabilecek Hristiyan mezhepler
üçe ayrılır. İlk gruba, İstanbul ile merkezi Halep’te bulunan Antakya, Kudüs ve
İskenderiye Ortodoks Patrikliğine bağlı olanlar girmektedir. Kalabalık olan ikinci
gruba 4. ve 5. yüzyıllarda Ortodoks kilisesinden ayrılanlar girmektedir. Bunların en
ünlüsü, Gregoryan Ermeni Kilisesidir. En kalabalığı ise, Mısır’daki Kıpti Kilisesidir.
Üçüncü grupta ise, Roma’ya bağlanmayı seçen ve bu nedenle ‘Rum Katolik’ olarak
adlandırılan Kiliseler bulunmaktadır16.

Lindholm’da bölgenin çeşitlilik gösteren yapısını şu cümlelerle dile


getiriyor:Burası açıktır ki ,devasa ,kadim,son derece karmaşık ve çeşitlenmiş bir
bölgedir. Geçmişine binlerce yıllık insan tarihinin olayları damgasını vurur; ilk

16
PARLAR, Suat; a.g.e. s:360-361.

11
okuryazar kültürün yurdudur ve içinde yalnızca üç büyük dil grubunu-
Arapça,Farsça ve Türki-değil , aynı zamanda Kürtçe ,Peştü ve Berberi gibi daha
küçük ,ama ayrı dilsel birimleri de barındırır.Şimdi başat olan,kendisi egemen
Sünniler ve Şii tarikatları arasında bölünmüş olan ve çok sayıda daha küçük
tarikat,dal ve Rafızi akım barındıran İslam dininin yanı sıra Yahudilik Hristiyanlık
ve Zerdüştiliğin ana vatanıdır17 .

E-) ORTADOĞU’NUN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK ÖNEMİ

Ortadoğu tarih boyunca, devletlerin ve medeniyetlerin ilgi odağı olmuş ve


paylaşılamayan bölge olarak tarihe geçmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışından
günümüze kadar Ortadoğu’da savaş hiç bitmemiş, savaşan ülkeler değişmiştir.
Ortadoğu, Dünya’da jeopolitik ve jeostratejik açıdan en önemli bölgedir. Bu bölgeyi
kontrol eden dünyayı da kontrol eder.

Ortadoğu günümüzde de, sanayileşme ve makineleşme sürecinin vazgeçilmez


hammaddesi olan petrolü topraklarında barındırması, doğalgaz rezervleri ve su
potansiyeli ile dünya gündeminden düşmeyen, gözlerin üzerinde olduğu bir bölgedir.

Bugün dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yarıdan çok fazlası iç Asya ve


Ortadoğu olarak adlandırılan bu bölgededir. Bu kaynakların üzerinde Araplar,
İranlılar ve Türkler yani Müslümanlar oturmaktadır. Ortadoğu, Kafkaslar, Balkanlar
ve Doğu Akdeniz dörtgeni içinde kalan bu bölge aynı zamanda Asya, Avrupa ve
Afrika kıtalarının birleştiği bir alandır. Ulaşım yolları, ticaret yolları, su alanları
bakımından enerji boyutu ile bütünleşen bir özellik gösterir18. Sahip olduğu enerji
kaynakları sebebiyle büyük devletlerin ilgisini sürekli üzerine çekmiştir.

Dünya’nın petrol rezervlerinin %60’ının; doğal gaz rezervlerinin yaklaşık


%33’ünün Basra Körfezi’nde olduğu bilinmektedir. Bunun sonucunda, dünya
ekonomisinin istikrarında büyük rol oynayan bu bölgeleri kontrol eden, dünya
ekonomisinin yanı sıra enerji kaynaklarının da düzenli akışını sağlayacaktır. Bu bakış

17
LİNDHOLM,Charles ;İslami Ortadoğu ,Tarihsel Antropoloji, Çev:Balkı Şafak ,İmge Kitabevi
,Mart 2004,Ankara,s.331.
18
MANİSALI, Erol; Ulusal Cephede Vuruşanlar, Derin Yayınları, İstanbul, 2004, s:43.

12
açısıyla, çok yönlü kullanımının yanı sıra, tek enerji kaynağı olan petrol, alternatifi
bulunmadığı müddetçe, dünyanın en stratejik maddesi olma özelliğini koruyacaktır19.

Brzezinski ise; Ortadoğu’nun önemini şöyle açıklamaktadır: Avrasya, yer


kürenin en büyük kıtasıdır ve jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya’ya egemen olan
bir güç dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli olan üç bölgesinden ikisini
kontrol edebilir. Dünya nüfusunun yaklaşık %75’i Avrasya’da yaşamaktadır ve hem
ekonomik girişimler ve hem de yer altı zenginliklerinin çoğu oradadır. Avrasya,
dünya GSMH’nın %60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının ¾’üne sahiptir. Avrasya
aynı zamanda siyasal olarak en iddialı ve dinamik devletlerin bulunduğu yerdir.
Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en büyük altı ekonomi ve en büyük silah
alıcısı Avrasya’da bulunmaktadır. Dünya’nın biri hariç resmi olarak bilinen tüm
nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerin tümü Avrasya’da bulunmaktadır.
Bölgesel hegemonya ve küresel etki heveslisi olan dünyanın en kalabalık nüfuslu iki
devleti, yani ABD’nin potansiyel rakipleri Avrasya’dadır. Avrasya’nın gücü büyük
ölçüde ABD’yi gölgede bırakmaktadır. Bereket versin ki, Avrasya siyasi olarak bir
bütün oluşturmak için fazla büyüktür20.

Ortadoğu’yu kontrol edemeyen devlet ya da devletler dünya siyasetinde etkin


olamaz, dünyanın büyük gücü olamaz. Ortadoğu’yu kontrol eden güç te dünyayı
kontrol eder. Dolayısıyla bu bölgeyi kontrol etmek hayati önemdedir. Ortadoğu’ya
yerleşecek bölgesel bir güç dünyada stratejik üstünlüğü tehdit eder.

Sonuç olarak ABD için Avrasya;21

- Ekonomik-politik egemenliğin mekansal odağıdır.

- Soğuk savaş sonrasının jeopolitik merkezidir.

- ABD’nin muhtemel rakiplerinin topraklarıdır.

19
KAZANCI, Hicran; “Irak’ta Sona Eren Amerika Rüyası”, Cumhuriyet Strateji Dergisi, Sayı:5,
02.08.2004, s:6.
20
BRZEINSKI, Zbigniev; Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayınları, İstanbul, 1998, (Akt:
SERDAROĞLU, Rıfat; Yeni Dünya Düzeni Büyük Ortadoğu ve Türkiye, s.206-207.)
21
HACISALİHOĞLU, İ. Yaşar; Avrasya Jeopolitiği, Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye,
Tarihte Doğu Batı Çatışması, Derleyenler: U. Özcan, E. Eğribol, Kızılelma Yayıncılık, İstanbul,
2005, s:558.

13
- Dünya’nın en zengin enerji/doğal kaynakların ana vatanıdır.

- Yeni ve geniş pazar alanıdır.

- Yeni mücadele sahasıdır.

Geçmişte önemli bir konuma sahip olan Ortadoğu, günümüzde de uluslararası


arenada devletlerin gündeminde jeopolitik ve jeostratejik açıdan önemini
korumaktadır.

F-) ORTADOĞU’NUN TARİHİ ve SİYASİ GELİŞMELERİ

Bu bölümde Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen ve


İran hakkında genel bilgiler verildikten sonra bölgedeki siyasi ve askeri gelişmeler
ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Bölge ülkelerinin yakın tarihi daha ileriki bölümlerde
dönemselleştirilerek ele alınacak olup ,1950’lere kadar olan dönemde ülkeler tek tek
ele alınarak incelenecektir.Çünkü;1900’lü yılların başı nda Ortadoğu’daki devletler
bağımsızlıklarını yeni ilan ettikleri için ikili ilişkileri henüz gelişmemişti.Bu
dönemde bir ülkeyi anlamak için sadece o ülkenin iç dinamiklerini incelemek
yeterken ,1950’lerden sonra bölge ülkelerinin ikili ilişkilerinin gelişmesiyle bir
ülkenin tarihini anlayabilmek için bölge ülkelerinin tümünü incelemek
gerekmektedir.Bu nedenle 1950’lerden sonra tarih dönemselleştirilerek incelenmiştir.

Tarihin hemen her döneminde dünyanın merkezi konumunda yer alan


Ortadoğu, gerek jeo-stratejik gerek yer altı zenginlikleri ve gerekse üç büyük dinin
kutsal mekanları açısından bu merkezilik işlevini günümüzde de sürdürmektedir.

1900’lerin başından itibaren Ortadoğu üzerine emperyal güçler tarafından


sürekli planlar yapılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve bölge
üzerindeki hâkimiyetinin bitmesi bölge üzerine planları olanlar için istediği ortamı
doğurmuştur. Bölgede dengeler değişmiştir. Bölgede denge gücü olan Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte bölgede anarşik bir yapı oluşmaya
başlamıştır. Görünürde yapay bir denge olsa da gerçekte anarşik bir yapı bölgeye
yerleşmiştir. Bölgede günümüze kadar dönem dönem egemen güçler değişse de, hep
onların doğrultusunda ve inisiyatifinde hareket etmişlerdir. Varlıklarını korumaya
çalışmışlardır.

14
Sanayi devrimini gerçekleştirmiş olan Batılı ülkeler, önemli bir sanayi
hammaddesi ve girdisi olan petrolüne, en bol miktarda olduğunu tespit edince
gözlerini bu bölgeye çevirmişlerdir. Ortadoğu’da bölgesinin bu denli öneminin
artmasından dolayı, Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra iki sömürgeci devlet
Ortadoğu’ya hakim oldu; İngiltere ve Fransa. Bu iki Batılı devlet Arap
Ortadoğu’sunun daha Birinci Dünya Savaşı sırasında paylaşmışlardı. Daha sonra bu
paylaşım savaşı sona erince 1920 Nisan ayında yapılan San Remo Konferansında
‘manda rejimi’ adı altında teyit edildi. Bundan sonra söz konusu Arap ülkeleri,
bağımsızlık için İngiltere ve Fransa ile mücadele etmek zorunda kaldılar22. İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra ise bölgeye, soğuk savaş yıllarının iki süper gücü, ABD ve
Sovyetler Birliği’nin nüfuz mücadelesi hakim oldu. “1956 İran Musaddık
Harekâtı’nın petrol kuyularını İngilizlere kapatması ve Musaddık rejiminin Batı
himayesinde bastırılması, Ortadoğu’da Amerika’nın yavaş yavaş güç dengesi
oluşturmasına ve buna karşın SSCB’nin de Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde (Irak,
Musul) kendisi için yeni müttefik oluşturmaya çalışması, bölgenin çatışma alanı
olarak gelişim ve değişim sürecinde dikkat çekmektedir23. Uluslararası platformda
tek süper güç olarak ABD’nin kalması, bölgede ABD politikalarının etkinlik
kazanmasına neden olmuştur.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu bölgesinde iki önemli gelişmeden söz


edilebilir. Bunlardan biri Ortadoğu ülkelerinin mandater devletlere karşı verdikleri
bağımsızlık mücadeleleri, ikincisi de Filistin’deki Arap-Yahudi mücadelesidir.

I. Dünya Savaşı’nda İtifat Devletleri tarafından tam bağımsızlık vaadiyle


Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılan Araplar savaş sonrası bu vaadin yerine
getirilmediğini gördüler. Mekke Şerifi Hüseyin oğlu Faysal’ı savaş sonrası düzeni
kurmak için 18 Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansı’na göndermişti.
Faysal Arap bağımsızlığını savunmasına rağmen, İngiltere ve Fransa, Arap

22
YILMAZ, Türel; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akdağ Yay. Ankara, 2004, s:15-16.
23
NİRAY, Basır; Bölgesel Ve Küresel Ve Gelişmeler Işığında Ortadoğu’da Oluşan Siyasal
Gelişmeler Ve Türkiye’nin Yeri, T.C. Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay., No:5,
Elazığ. 2004, s.10

15
ülkelerinde manda rejiminin kurulmasına karar verdiler. Bunu 1920 Nisan ayında
San Remo Konferansında da teyit ettiler.

Şimdi Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan ve Yemen’le ilgili
kısa bilgiler verilip, daha sonraki gelişmeler dönemselleştirilerek anlatılacaktır.

1-) Suriye – Lübnan:

Fransa, ülke üzerinde kendi yönetimini kurmakla kalmamış aynı zamanda


Büyük Suriye’yi parçalara ayırmıştır. Toprakları Osmanlı Devleti zamanındakine
göre iki misli artırılan Lübnan Devleti, Şam Devleti, Halep Devleti (İskenderun
Sancağı özel bir statü ile bu devlete bağlıdır), Lazkiye çevresinde Alevi Bölgesi ve
bugünkü Ürdün sınırındaki Cebel-i Dürzi Dağı çevresinde Dürzi Bölgesi. 1922
yılında Alevi Bölgesi, Alevi Devleti adını aldı. Bunun ardından Dürzi Bölgesi de
bağımsızlığını ilan etti. 5 Aralık 1924’te Şam ve Halep Devletleri, İskenderun
Sancağının kısmi özerkliği saklı kalarak, Suriye Devleti adı altında birleştiler. Suriye
sınırını belirleyen antlaşma, 1930 yılında sonuçlandırıldı. Beka Vadisi Suriye’den
kopartılarak Lübnan’a eklendi. Şam ve Halep Devletleri’nin birleşmesiyle oluşan
Suriye Devleti’ne 1936’da Alevi ve Dürzi Devletleri de katıldılar24.

Japonya’nın Mançurya’yı işgali, Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesi ve tek


tek Versay Antlaşması’nın Almanya’yı sınırlayıcı hükümlerini ortadan kaldırmaya
başlaması ve nihayet Mussoli’nin liderliğindeki Faşist İtalya’nın Habeşistan’ı işgal
ve ilhakı ve Akdeniz’de büyük bir tehdit olarak ortaya çıkması, Batılı ülkeleri
endişelendirmeye başlamıştı. Üstelik Avrupa’nın yarattığı bu iki lider, yani Hitler ve
Mussolini, Ortadoğu ülkelerinde İngiltere ve Fransa aleyhine yoğun bir propaganda
başlatmışlardı. Bu propaganda, Suriye ve Lübnan’da milliyetçileri daha da tahrik
etmiş ve mücadelelerini yoğunlaştırmalarına neden olmuştu25.

2 Temmuz 1919’da Şam’da yapılan Genel Suriye Kongresi’nde Mekke Şerifi


Hüseyin’in oğlu Faysal’ı Suriye Krallığı’na diğer oğlu Emir Abdullah’ı da Irak
Krallığı’na aday gösterildi. Bu mümkün olmayınca 1920’de Mart ayında Şam’da

24
ÇANDAR, Cengiz; Ortadoğu Çıkmazı, Seçkin Yayıncılık, 4.B, İstanbul, 1988, s.114-115’den
(Aktaran; YILMAZ, Türel; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akdağ Yay., Ankara, 2004, s.18-19.
25
YILMAZ, Türel; Uluslararası Politikada Ortadoğu, Akdağ Yay., Ankara, 2004, s.19.

16
yapılan bir Eşraf Kongresi’nde Filistin ve Lübnan’ı içine alan bir Suriye Krallığı ilan
edildi. Bu Krallığın başına da Faysal getirildi. Daha sonra 1920’de Nisan ayında
yapılan San Remo Konferansı’nda bu Suriye Krallığı kabul edilmedi ve Filistin’i
Suriye’den ayırdı. Aynı yıl Temmuz ayında Fransız Kuvvetleri Kral Faysal’ı
tahtından uzaklaştırdılar ve ülkeyi yönetimleri altına aldılar.

Fransa 1936 yılının Eylül ayında Suriye ile, Kasım ayında da Lübnan ile
ittifak anlaşmaları yaptı. Her ülkeden de çekilmeyi ve manda rejiminin de üç yıl
sonra sona ermesini kabul etti. Ayrıca Suriye’ye Dürzi ve Alevi Devletleri dahil
edilecekti. Ancak Fransa adına antlaşmayı imzalayan Halk Cephesi Hükümeti’nin
düşmesiyle yerine muhafazakâr bir hükümet geldi. Bu hükümette antlaşmayı meclise
sevk etmedi. Dolayısıyla Suriye ve Lübnan’ın bağımsızlık mücadeleleri devam etti.

1940’da savaşta Fransa Almanya’ya yenilince, Suriye ve Lübnan üzerindeki


kontrolü zayıfladı. 1941’de Suriye ve Lübnan bağımsızlıklarını resmen ilan ettiler.
1946’da Fransa her iki ülkeden çekilmek zorunda kaldılar.

Lübnan İç Savaşı:

Bölgede 1947’de kurulan İsrail Devleti Cezayir İç Savaşı dışında


Ortadoğu’daki yakın dönemde yaşanan tüm iç savaşların temel etkeni ve başlıca
aktörü olmuştur.

Lübnan’ın oldukça karışık toplumsal yapısına 1960’lardan itibaren


Filistinliler de dahil olmuşsa da bunların Lübnan politikasının bir aktörü haline
gelmeleri aslında 1964’te FKÖ’nün kurulmasından sonra söz konusu olmuştur.
Filistinlilerin Lübnan’ı kullanarak İsrail’i müttefik olarak görmelerine neden olurken,
hem Müslümanların kendi aralarında hem de Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında
bölünmeleri ve Hristiyan topluluğun blok halinde hareket etmelerini de beraberinde
getirmiştir26.

Olayların olgunlaştığı ve Lübnan’ın hassas dengelerini bozan gelişmelerin


yol açtığı iç savaşa giderken hem Şiiler hem de Dürziler nüfus yapısının değişmiş
olmasından dolayı 1943 Ulusal Uzlaşma koşullarının değiştiğini ileri sürerek

26
ARI, Tayyar; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Alfa Yay., Ekim 2004, s:428-429.

17
iktidardan daha fazla pay almak istediklerini açıkça dile getirmekteydiler. İç savaşın
patlak vermesi, ülke balıkçılığının ve özellikle de Soyda’da balık avlanma
imtiyazının Chamaun’un sahip olduğu bir şirket tekeline verilmesine geçimlerini
balıkçılıkla kazanan Soyda Müslümanların karşı çıkması yüzünden 1975 Şubatında
çıkan olaylarda balıkçıların liderliğini yapan bir Müslüman’ın askerlerin açtığı ateş
sonucu ölmesi ile söz konusu oldu27.

Ortadoğu’daki iç savaşların çoğunda İsrail’in temel aktör olduğunu


belirtmiştir.. İsrail’i bir yana bırakırsak, Ortadoğu’daki iç savaşların iki kaynağı
vardır. Birincisi, Ortadoğu ülkelerinin çoğunda bağımsızlığın dış siyasal güçlerin
yönlendirmesiyle kazanılmış olmasıdır. Cetvelle çizilen sınırlar boyunca oluşan
devletlerde siyasal iktidar ilk anda köklü ve siyasal gücü olan ailelerin eğitim görmüş
bireylerine ya da icat edilmiş kraliyet hanedanlarına teslim edildi28. Bu kişiler
yönettikleri toplumların bütününü temsil etmedikleri gibi kendilerinin ve çevrelerinin
çıkarlarını koruyan siyaset izlediler. Bu durumda rakiplerinin bu yapay ulus devlete
yabancılaşmalarına neden oldu.

İkinci neden yapay devletleri birleştirmeyi amaçlayan bir Arap


ulusçuluğunun yükselişidir. Bu ulusçuluk, 1950 ve 1960’larda Suriye, Lübnan,
Ürdün ve Irak gibi ülkeleri ve bütün Arap yarımadasını etkileyen Baas harekâtında
en yüksek noktaya ulaştı. Ulusçu iktidar yapısı, Suriye’de Müslüman kardeşlerle,
Irak’ta ise Kürtler ve Şiilerle neredeyse sürekli bir iç savaş ortamına yol açtı29.

2-) Irak:

San Remo Konferansı sırasında Irak, İngiliz askeri kuvvetlerinin elinde


bulunuyordu. Faysal, Suriye Krallığından indirilince, Irak halkının isteğiyle Irak
tahtına geçti. Bu olay şöyle gerçekleşmiştir: San Remo Konferansından sonra Irak
İngiltere’nin manda yönetimine geçince, İngiliz sömürgeler Bakanı, Irak’ta
kendilerini tatmin edecek bir istikrarın çarelerini araştırmak üzere 12 Mart 1921’de
Kahire’de Irak’taki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Herbert Samuel’in de katıldıkları bir

27
y.a.g.e., s:434.
28
ALAGON, Yavuz; www.cagridogan/içsavaş.htm., s.9.
29
ALAGON, Yavuz; www.cagridogan/içsavaş.htm., s.10.

18
konferans topladı ve bu konferansta, Irak’ta bir Krallık kurulması ve önceden kendi
rızası da alınmış olarak Emir Faysal’ın Irak Krallığı’na getirilmesi kararı alındı. 11
Temmuz 1921’de Devlet Şurası toplanarak, Emir Faysal’ı, yetkileri kanunla
sınırlandırılacak meşruti, temsili ve demokratik bir hükümet kurmak kaydıyla
oybirliğiyle Irak Kralı ilan etti30.

İngiltere, Irak’taki siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarını korumak için 10


Ekim 1922’de Irak ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile İngiltere, Irak’ta
milliyetçilik bastırılamayınca 14 Aralık 1927’de İngiltere’nin Irak’taki kontrolünü
azaltan ikinci bir antlaşma yapıldı. 30 Haziran 1930’da yapılan bu anlaşmaya göre;
Irak’a tam bağımsızlık veriliyor ancak İngiltere ve Irak dış politika ile ilgili
konularda birbiriyle sürekli görüşme halinde olacaklardı ve herhangi bir savaş ya da
saldırı durumunda İngiltere Irak’a yardım edecekti.

Irak’la ilgili diğer gelişmelere ileri bölümlerde yer verilecektir.

3-) Ürdün:

Milletler Cemiyeti Konseyi 24 Temmuz 1922’de aldığı 28 maddelik bir


kararla, Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin esaslarını belirler. Buna göre; Akabe
Körfezinde, Akabe şehrinin 2 mil batısında başlayıp, Araba Vadisi ve Ölü Denizden
geçip, Şeria Nehrinin Yarmuk Nehri ile birleştiği noktaya uzanan ve oradan Suriye
sınırına varan çizgi sınır teşkil etmekteydi. Bu çizginin doğusu Ürdün toprakları
oluyordu. Filistin’in batı sınırı da Mısır ile Filistin arasında esasında mevcut olan
sınır idi31.

Böylece ayrı bir Ürdün Devleti kurularak başına Faysal’ın kardeşi yani
Mekke Şerifi Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah getirildi. Ürdün’ün siyasi hayatı hemen
hemen olaysız geçti. Çünkü Ürdün’ün ekonomik kaynaklarının yetersizliği bu ülkeyi
İngiltere’ye bağımlı hale getirmişti. Ürdün, 22 Mart 1946’da İngiltere ile yaptığı bir
ittifak antlaşması ile bağımsızlığını kazandı. Bu antlaşma ile Ürdün Emirliği, Ürdün

30
YILMAZ, Türel; a.g.e., s.21.
31
ARMAOĞLU, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, (1948-1988), Türkiye İş Bankası
Yay., Ank., s.36-37 (Akt: YILMAZ, Türel; a.g.e., s.23).

19
Krallığı adını aldı. 15 Mart 1948’de yapılan ikinci bir antlaşma ile de ülkelerin adı
Haşimi Ürdün Krallığı oldu32.

Ürdün ile ilgili gelişmelere ileriki bölümlerde yer verilecektir.

4-) Mısır:

Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında katılınca


İngiltere’nin ilk tepkisi 17 Kasım 1914’te Mısır’ı ilhak etmeye kalkışmak oldu.
Ancak bundan vazgeçilerek yerine 18 Aralık 1914’te Mısır üzerinde bir himaye
rejimi kuruldu33.

İngiltere’nin 28 Şubat 1922’de yayınladığı deklarasyon sonucunda da bir


mücadele başladı. Kral Fuad’ın bu deklarasyonu kabul etmesi, Vafd Partisi liderleri
ile arasının açılmasına neden oldu. Bundan sonra milliyetçilerin mücadeleleri sadece
İngiltere’ye değil, Kral Fuad’a da yöneldi. Bu mücadelede Mısır halkının Vafd
Partisini desteklemesi nedeniyle, Fuad 1930’da parlamentoyu feshedip, Mısır’da
monarşik diktatörlük kurdu34.

1935 yılı sonunda Kral Fuad, 1923 Anayasasını tekrar yürürlüğe koydu.
Ancak, henüz seçimlere gidilmeden öldü. Yerine oğlu I. Faruk geçti. 1936 yılında
gerçekleştirilen seçimlerde Vafd Partisi ezici bir üstünlük sağladı. Vafd Partisinin
seçimlerdeki başarısından sonra İngiltere ve Vafd arasında tekrar görüşmeler başladı
e bu görüşmeler 26 Ağustos 1936’da Rüchanlı İttifak Antlaşması adı verilen bir
antlaşmasının imzalanması ile sonuçlandı35.

İngiltere’nin Mısır üzerinde 1914 Aralık ayında himaye rejimi kurması, Mısır
milliyetçiliğini arttırdı. Kendi topraklarının savaş sırasında üs haline gelmiş olması
gibi olaylar neticesinde de Said Zaglül öncülüğünde ayaklanma meydana geldi.
Zaglül’ün 1919’da Mısır’ın bağımsızlığı için kurduğu Vafd Partisi, İngiltere’ye karşı
milliyetçi bir hareket başlattı. Bunun üzerine Zaglül ve arkadaşları Malta adasına

32
ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyası Tarihi (1914-1980), Türkiye İş Bankası, Kültür Yay.,
Ank., 1994, s.203-204 (Akt., YILMAZ, Türel; a.g.e., s.23)
33
KAMURAN, Gürün; Savaşan Dünya ve Türkiye, Bilgi Yay., 1. B., Ank., 1986, s.203. (Akt;
YILMAZ, Türel; a.g.e., s.23.)
34
ARMAOĞLU, Fahir; a.g.e., s.204-205, (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s.25)
35
YILMAZ, Türel; a.g.e., s.25.

20
sürüldü. Ayaklanmalar bütün ülkede devam edince Zaglül ve arkadaşları serbest
bırakıldı. Nitekim 1922’de ayaklanmaların tekrar başlamasıyla İngiltere 28 Şubat
1922’de deklarasyon ilan etti ancak Süveyş Kanalı, Mısır’daki yabancıların
haklarının savunması ve Sudan üzerindeki kontrolünü elinde tutuyordu.

Mısır ile ilgili gelişmeler ileriki bölümlerde ele alınacaktır

5-) Suudi Arabistan:

Birinci Dünya Savaşı içinde Necd Sultanı Abdülaziz ile Mekke Şerifi
Hüseyin arasında bir mücadele başladı. Durum böyleyken, Şerif Hüseyin’in, 1916
Ekim ayında kendisi Arap ülkelerinin kralı ilan etmesi bu mücadeleyi daha da
şiddetlendirdi. Savaştan sonra ise Hüseyin’in oğullarından Faysal’ın Irak,
Abdullah’ın Ürdün ve kendisinin de Hicaz Kralı olması, Haşimi ailesinin Arap
dünyasında durumu oldukça güçlendiriyordu. Abdülaziz, bu gelişmelerden hiç
hoşlanmadı. Bu gelişmelere bir de 3 Mart 1924’de Türkiye’de Hilafetin kaldırılması
ve Şerif Hüseyin’in kendisini 5 Mart 1924’te halife ilan etmesi eklenince, Abdülaziz
1924 Ağustos ayında Hicaz’a savaş açtı.36 Bu savaşın sonucunda da bölge Suudların
eline geçti ve Abdülaziz İbni Suud 1926’da kendini Hicaz Kralı ve Necd Sultanı ilan
etti. Bu topraklar 1932’de de Suudi Arabistan Krallığı adını aldı.

Suudi Arabistan ile ilgile bilgilere daha sonraki bölemlerde yer


verilecektir.

6-) Yemen.

Osmanlı Devleti’nin Yemen üzerindeki kontrolü zayıftı. Yemen, 1517’de


Türk egemenliği altına girmekle birlikte Osmanlı Devleti, Yemen üzerinde tam bir
kontrol kuramamıştır. 18. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle kıyı kesimleri farklı
kabilelerin kontrolünde fiilen bağımsızlığını sürdürmüştür37.

7-) İran:

36
GÜRÜN, Kamuran; Savaşan Dünya ve Türkiye, Bilgi Yay; s.190-191 (Akt;YILMAZ, Türel;
a.g.e., s:27).
37
ARMAOĞLU, Fahir; a.g.e., s:174-175, (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:27)

21
1907 yılında İngiltere ile Çarlık Rusyası arasında imzalanan bir anlaşma ile
İran, iki ülke arasında nüfuz bölgelerine ayrılmıştı. 1917 Bolşevik ihtilali ile Çarlık
Rusyasının yıkılmasından sonra İngiltere, İran üzerinde tek başına nüfuz kurma
yoluna gitti. Bu amaçla İran ile 9 Ağustos 1919’da bir antlaşma imzaladı. Söz konusu
antlaşma ile İngiltere, İran’ın idari ve askeri teşkilatını düzenleme görevini üzerine
alıyor ve İran’a teknik ve mali alanlarda yardım vaat ediyordu. Ancak, İran
milliyetçilerinin itirazı üzerine İran Meclisi bu antlaşmayı onaylamadı. İran, 26 Şubat
1921’de Sovyetler Birliği ile bir Dostluk antlaşması imzaladı.Bu antlaşmayla
Sovyetler Birliği, İran’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeyi
taahhüt ediyordu38.

1923 yılında İran Savaş Bakanı Ahmet Rıza Han, bir hükümet darbesi
yaparak başbakanlığı ele geçirdi. 1925 Ekim ayında da Şah Ahmet’i tahttan indirerek
İran’da Kaçar Hanedanlığının egemenliğine son verdi ve kendi hanedanlığını
oluşturdu. İran Meclisi, Aralık 1925’te Ahmet Rıza Han’ı İran Şerinşahı ilan etti.
Sovyetleri Birliği’nin 1921-1923 yılları arasında İran dış ticaretinde en geniş yeri
işgal etmesine rağmen, özellikle Sovyetlerin İran’daki komünist faaliyetleri İran’da
bir güvensizlik doğurmuş ve siyasal ilişkilerin daha fazla gelişmesine engel olmuştur.
1933 yılında Almanya’da Hitler’in iktidara geçmesiyle İran’da politikasını
Almanya’ya yöneltmiştir. Özellikle dış ticarette Almanya, Sovyetler Birliği’nin
yerini almıştır. Ancak Almanya’nın 1941 Sovyetler Birliğine saldırması üzerine İran,
İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin işgaline uğramıştır39.

İran ile ilgili gelişmelere daha sonraki bölümlerde yer verilecektir.

8-) OSMANLI DÖNEMİNDE FİLİSTİN’E YAHUDİ GÖÇÜ

1517 yılında Osmanlı Devleti Filistin’i yönetimi altına aldığında Kudüs


çevresinde az bir Yahudi topluluğu mevcuttu. Ancak Türklerin Yahudilerle temasa
geçişi bundan çok öncelere dayanır. 11. y.y.’da Avrupa’da ve Bizans’ta kötü

38
ARMAOĞLU, Fahir; a.g.e., s:208-209, (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:30-31)
39
ARMAOĞLU, Fahir; a.g.e., s.208-209, (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s.29-30)

22
muamele gören Yahudiler, Türklerin Anadolu’ya gelişiyle Türklerle yakın ilişkiler
kurdular. Osmanlı Devleti aralıklarla gelen Yahudi göçlerine maruz kalmıştır.
Bunlardan en önemlileri 15. y.y.’da İspanya’dan kaçan Yahudiler ve 93 Harbi
nedeniyle Rusya’dan gelen Yahudilerdir.

Bu göçler Osmanlı‘da Yahudi nüfusunu hızla arttırdı. Ancak son döneme


kadar Yahudiler Osmanlı içerisinde sorun çıkarmadan yaşayan azınlık bir grup
olarak kaldılar. 1800’lerin sonlarında Avrupa ve Rusya’da Yahudilere karşı artan
baskılar, Yahudi gruplar içerisinde bir Yahudi Devleti kurma fikrini yaygınlaştırdı.
Yahudiler bu dönemden sonra Osmanlı içerisinde özellikle Filistin’e göç etmek
istediler. “O dönemde Filistin’deki nüfusun büyük çoğunluğu her ne kadar
Müslüman Araplardan oluşuyor idi ise de buradaki diğer dini cemaatler arasında
hassas bir denge vardı.40 Bu nedenle devrin Padişahı II. Abdulhamid bölgedeki bu
hassas dengeleri bozmak istemedi. Ve tahta kaldığı sürece Yahudilerin Filistin’e
yerleşmelerine karşı çıktı. Ancak Abdülhamid’in yurt dışından gerçekleşen Yahudi
göçüne karşı çıktığı söylenemez. Abdülhamid yurt dışından gelen Yahudilerin 5–6
şar aile grupları halinde devletin belirlediği yerlere yerleşmelerinde hiçbir sakınca
görmedi.

Osmanlı devleti’nin Yahudilerin Filistin’e göçünün yasaklamasına rağmen


Yahudiler resmi olmayan yollardan aralıklı olarak Filistin’e gelip yerleşmişlerdir.
1908 itibariyle Filistin’deki Yahudi nüfusu 70 – 80 Bin’i bulmuştur. Bu arada
Filistin’de bölge halkının Yahudi göçüne tepkisi giderek artmaktaydı. Yüzyıllardan
beri topraklarında Yahudileri barış içinde barıştıran Kudüs Müslümanları 19. y.y.’ın
son çeyreğinden itibaren Filistin’e akın etmeye başlayan Yahudilerin kendilerine
zararlı olacakları anlamakta gecikmediler41.

Nitekim çok geçmeden Filistin’de Yahudiler ve Müslüman Araplar arasında


çatışmalar meydana geldi. Arap Yahudi çatışmalarının ilk başlangıcı bu döneme
rastlar.

40
BUZPINAR, Ş. Turfan; “Abdülhamid Döneminde Filistin’e Yahudi Göçü Meselesi (1878 – 1908)”,
Türkler Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998, Ankara, s. 79
41
BUZPINAR,Ş.Tufan;”II.Abdülhamit Döneminde Filistin’e Yahudi Göçü Meselesi,Türkler
Ansiklopedisi,Külür Bakanlığı Yayınları,Ank.,s:84

23
9-) HAÇLI SEFERLERİ

Haçlı seferleri Avrupa dünyasının kutsal toprakları ve Kudüs’ü kurtarma


sloganıyla Anadolu ve Ortadoğu’ya yaptığı seferlerdir.

Bu seferler 1096 yılında başlamıştır ve 1921’de haçlı ordularının Akka’dan


çıkarılmasıyla sona ermiştir. Avrupa toplumunu bu seferleri düzenlemeye iten esas
sebepler siyasi, sosyal ve ekonomik sebeplerdir. Çünkü o dönemde Avrupa’da kıtlık,
yoksulluk kolonizatör bir taşma hareketi başlamıştır.

Kutsal toprakları kurtarma söylemi ise Haçlı Seferleri için ancak itici bir
güçtü. Çünkü Kudüs 638 yılından beri Müslümanların hâkimiyetindeydi. Batı
Hıristiyanları 1096 yılına gelene kadar bu olaya hiçbir tepki vermediler. Eğer esas
amaç kutsal toprakları kurtarmak olsaydı bu seferlerin 1906 yılından çok daha önce
gerçekleştirilmiş olması gerekirdi.

1096 yılında başlayan ve 1291 yılında sona eren 9. Haçlı seferinin sebebi her
ne olursa olsun Avrupa ve Ortadoğu toplumları için etkileri büyük olmuştur.

Doğu Hıristiyanlarına yardım amacıyla yapılan bu seferler Doğu


Hıristiyanlarına faydadan çok zarar getirmiştir. Haçlı orduları aldıkları topraklarda
Doğu Hıristiyanlarına kötü davranmış ve onların dini geleneklerine saygılı
olmamışlardır. Bu davranış tarzı 4. Haçlı Seferinde doruğa ulaşmış ve İstanbul Haçlı
ordularına zapt edilmiştir.

Haçlı Seferleri’nin Avrupa’daki etkileri çok çeşitli olmuştur. Avrupa’da


otoritelerini sağlamakta zorlanan kral ve feodal beyliklerin otoritelerini güçlenmiştir.
Avrupalılar bu seferlerde değişik savaş stratejileriyle karşılaşmışlar ve bu stratejileri
öğrenmişlerdir.

Haçlı seferlerinin başlangıçta başarılı olması Vatikan’nın prestijini arttırmış


ancak daha sonra alınan başarısız sonuçlar kilisenin toplum üstündeki etkisini
sarsmıştır. Bu durum Avrupa’daki kralların ve feodal beylerinin toplum üzerindeki
etki alanlarını genişletmiştir.

24
10-) Arap - Yahudi Mücadelesi:

Siyonizm:

637’de Yermuk Savaşı’nda Hz. Ömer’in Bizanslıları yenmesi ile birlikte


Filistin Müslümanların egemenliğine girdi ve bölgeye Yahudilerin yerleşmelerine
izin verildi. 1099’da Haçlıların bölgeyi işgal ederek Kudüs Latin Krallığı kurmasıyla
Yahudilerin çoğunluğu tekrar bölgeyi terk etti. Nitekim 1187’de Selahattin
Eyyubi’nin Haçlıları yenmesiyle Filistin tekrar Müslümanların egemenliğine girdi ve
Yahudiler tekrar Filistin’e dönmeye başladı. Aynı zamanda Suriye, Mezopotamya,
Mısır, İngiltere, Fransa ve bir çok Avrupa devletlerinden de Yahudiler Kudüs’e göç
etmişlerdir. Daha sonra Memlükler döneminde de Yahudiler için sıkıntılı dönem
başlasa da 1517’de Osmanlı İmparatorluğu’nun bölgeyi egemenliği altına almasıyla
tekrar Avrupa ülkelerinden Kudüs’e göçler başlamıştır.

Yahudilerin siyasal olarak örgütlenmesinde ve Kudüs’e göç etmesinde


dünyadaki antisemitik hareketin etkisi büyüktür. Antisemitizmin gelişmesinde ise
özellikle Fransız Devrimi sonrasında ortaya çıkan milliyetçi duygular, ortaya çıkan
yeni ulusal burjuvazi ile Yahudiler arasındaki ekonomik rekabet olmuştur42. Fakat
Antisemitizm Fransız Devrimiyle ya da Sanayi devrimiyle başlamamıştır. Çok daha
önceleri ortaya çıkmış bir harekettir.

Gerek İlkçağda ve gerekse Ortaçağda Yahudilerin aleyhine takınılan


tutumlar, Yahudi düşmanlığı Yahudileri göçe zorlamıştır. Bunların bir kısmı Doğu
Avrupa ülkelerine yerleşirken bir kısmı da Osmanlı topraklarına göç etmişlerdir.
Topraklarını Yahudilere açan Osmanlı İmparatorluğu onların Filistin’e yerleşmesini
de engellememiştir.

Fransız Devrimi sonrası Yahudiler kitleler halinde bulundukları ülkeleri terk


etmek zorunda kalmışlardır. Çeşitli yerlere göç eden Yahudilerin milli bir şuur
altında toplanmalarına, örgütlenmelerine ve yurt aramalarına bir anlamda sebep
olmuştur bu durum. Kısacası; Yahudilerin Filistin’i yurt edinmeye yönelik milli bir
şuur etrafında örgütlenmeleri anlamına gelen Siyonizm doğuşunda özellikle Fransız

42
ARI, Tayyar; a.g.e., s.113.

25
Devrimi’nin yaydığı milliyetçilik fikirlerinin Avrupa ülkelerinde yerleşmeye
başlamasıyla ortaya çıkan yabancı düşmanlığının etkisi yadsınamaz43.

Yahudilerin örgütlenmesindeki ilk girişim 1881’de ‘Zion’u Sevenler’ adıyla


kurulan bir örgüt çatısı altında bir araya gelmeleriyle söz konusu olsa da başarılı
olamamıştır. Daha sonra asıl gelişme Theodor Herzl’in öncülüğünde olmuştur. Herzl
Avrupa’ya yayılan Antisemitizmin önyargıyla ilgili olduğunu ve bundan dolayı da
yasayla ortadan kalkmasının imkânsız olduğunu düşünüyordu. Herzl, 1896’da
görüşlerini politik siyonizmin ideolojik temellerini oluşturan Yahudi Devleti (Der Ju
denstaat: The Jewish State) adındaki kitabında toplanmıştır.

Herzl’e göre ortada bir Yahudi ulusu bulunduğuna göre, bir Yahudi
devletinin de olması gerekirdi ve Yahudilerin kendi devletlerini kurmaları
antisemitizm için de en iyi çözümdü44.

Theodor Herzl 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan I. Dünya Yahudi


Kongresi’nde kurulan Dünya Siyonist Teşkilatı’nın başına getirilmiştir. Basel
Kongresi, Siyonizm’in hedefinin Filistin’de Yahudi halka bir yurt yaratmak
olduğunu kabul etmişti. Basel Kongresinde Siyonizm’in amacının Yahudi Halk için
Filistin’de kamu hukuku ile güvence altına alınmış bir yurt yaratmak olduğu
belirtilerek bu amaca varmak için bir takım adımların atılması kararlaştırılmıştır45.

Herzl, 1901 ve 1902 yıllarında ilk defa Abdülhamit nezdinde girişimde


bulunmuş ve bu görüşmelerde Filistin’de Yahudilere bir yurt verilmesi halinde
Osmanlı borçlarının Avrupa’daki Yahudi bankerler tarafından ödeneceği teklifinde
bulunmuştur. Fakat bu teklifler kabul edilmemiştir.

Yahudilerin Filistin’de yurt edinme istekleri 1904’de Herzl’in ölümünden


sonra da devam etti. Osmanlı Devleti nezdindeki teşebbüsleri sonucu 1908’de İttihat
ve Terakki Partisi ve liderleri hac için Filistin’e gidecek Yahudilere uygulanan

43
ARI, Tayyar; a.g.e., s.114.
44
ARI, Tayyar, a.g.e., s.115.
45
ARI, Tayyar, a.g.e., s.116-117.

26
kısıtlamaları (Kırmızı Tezkere) kaldırdılar ve Yahudilerin Filistin’de toprak satın
almaları serbest bırakıldı46.

Filistin’de Yahudilerin sahip oldukları toprakların genişlemesi ve Yahudilerin


toprağa bağımlı hale gelmeleriyle ilk Arap-Yahudi çatışmaları başladı. Bu
çatışmalar, başlangıçta Siyonizm’e karşı organize bir direnme şeklinden ziyade,
toprağın kullanımında, Yahudilerin Arap toprak geleneğine ters uygulamaları
neticesinde ortaya çıktı. Söz konusu çatışma sebeplerinden bir tanesi hayvan otlatma
meselesidir. Çatışma sebeplerinden bir diğeri ise, su kaynakların kullanılmasına
ilişkindi. Başlangıçta ekonomik mahiyetli olarak ortaya çıkan Arap-Yahudi
çatışmaları, Filistin’in Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere’nin manda
yönetimi altına girmesiyle Siyonizm’e karşı Arap milliyetçiliğinin direnme
mücadelesine dönüşecektir47.

İngiltere, Filistin’de manda yönetimini şu esasa dayandırmak istedi.


Filistin’de Araplarla Yahudiler arasında bir işbirliği kurarak manda yönetimini
geliştirmek ve Filistin’i bağımsız bir devlet olarak hazırlamak.

Amerikan Kongresi, 21 Eylül 1922’de aldığı bir kararla, Filistin’de bir


Yahudi yurdu kurulmasını kabul etti. Amerikan Kongresinde alınan bu karardan
sonra İngiltere ve ABD 3 Aralık 1924’te bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşma ile; 1)
ABD, İngiltere’nin Filistin üzerindeki mandasını tanımış ve; 2) Filistin’de Amerikan
vatandaşları için bir takım haklar elde etmiştir48.

A.J. Balfour’un 2 Kasım 1917 yılında Balfour Bildirisi olarak yayınlandığı


bildiri 1922’de Milletler Cemiyeti tarafından İngiltere’ye verilen Filistin mandası ile
ilgili metne eklendi. Bu bildiri Filistin’de Yahudi ulusuna bir yurt kurulması
konusundaki önemli bir belgedir. Aynı zamanda bu bildiri ilanı sürecinde
Yahudilerin İngiltere üzerinde etkili olmasında hem bölgedeki İngiliz çıkarlarını

46
ÖKE, Mim, Kemal; “Siyonistlerin İttihatçılar Nezdindeki Başarısız Girişimleri:” 1908-9, İ.Ü.,
Siyasal Bilimler Fak., Prof. Dr. Ümit Doğanay’ın Anısına Armağan, C.II., İst., 1982, s.121-132.
(Akt: YILMAZ, Türel; a.g.e., s.35)
47
YILMAZ, Türel; a.g.e., s.37.
48
y.a.g.e., s:41-42.

27
korumada hem de savaş sırasında bu belge sayesinde ABD’nin savaşa girmesinin
sağlanabilmesi açısından önemli rol oynamıştır.

Filistin Araplarının, Balfour Deklarasyonunun ne anlama geldiğini İngiliz


manda yönetimi başlar başlamaz anlamaları üzerine, ilk günden itibaren çatışmalar
başlamış ve günümüze kadar süren bir Arap-Yahudi çatışmasının başlangıcını teşkil
etmiştir49.

1920-1930 yılları arasındaki dönemde Arap-Yahudi çatışmaları iki farklı


seyir takip etmiştir 1920-1930 döneminde Arap-Yahudi çatışmaları genellikle
mahalli çapta ve dağınık olmuştur. Ancak Arap-Yahudi çatışmasında 1933 yılı bir
dönüm noktası olmuştur. 1933’te Yahudi aleyhtarlığı siyasi çizgisinin önemli bir
unsuru olan Hitler, Almanya’da iktidara gelmişi ve panikleyen Yahudiler Filistin’e
göçmeye başlamışlardır. Diğer bir deyişle 1933’ten itibaren Filistin’de Arap-Yahudi
çatışması şiddetini arttırmıştır50.

Daha önceleri İngiltere’nin çıkarları doğrultusunda kurulmaya çalışılan


Yahudi Devleti 1933’den sonra Yahudiler için tek çıkar nokta haline geldi. Artık
Filistin’deki Arap-Yahudi çatışması ölüm kalım savaşına dönüştü. Bu şiddetli
çatışmalar günümüzü de etkileyecek şekilde Ortadoğu’daki güç dengelerini
temelinden sarstı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önceki dönemde de ABD Filistin meselesine uzak


değildi. Fakat esasına bakılırsa, meselenin içine aktif olarak girmesi İkinci Dünya
Savaşından sonradır. İngiltere, 2 Nisan 1947’de Birleşmiş Milletlere resmen
başvurarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun meseleyi ele almasını istedi.
İngiltere’nin isteği üzerine 28 Nisan’da toplanan Genel Kurul 15 Mayıs’ta 70 oya
karşı 45 oyla Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi’nin kurulmasına ilişkin
kararını aldı. Özel Komite raporunu 31 Ağustos’ta tamamladı ve 1 Eylül 1947’de
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterine teslim etti. Komite iki rapor ortaya çıkardı.
Kanada, Çekoslovakya, Guatemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay tarafından

49
y.a.g.e., s:42.
50
ELPELEC, Zui; Filistin Ulusal Hareketinin Kurucusu Hacı Emin El-Hüseyni, Çev: Dilek
Şendil, İletişim Yay., 1.B., İst., 1999, s:73-101’den (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:43.)

28
desteklenen ‘Çoğunluk Raporu’ ve Hindistan, İran ve Yugoslavya tarafından sunulan
‘Azınlık Raporu’ Avustralya, her iki plana da çekimser kaldı51.

Çoğunluk Raporuna Göre;

1. Filistin; Arap Devletleri, Yahudi Devletleri ve Kudüs Bölgesi olmak üzere


üçe taksim edilmekteydi;

2. Arap ve Yahudi Devletleri iki yıllık bir geçiş döneminden sonra bağımsız
olacaklardı,

3. Bu iki devlet arasında ‘ekonomik birlik’ olacaktı;

4. Kudüs için ayrı bir statü tayin ediliyor ve Birleşmiş Milletlerin vesayeti
altına konuluyordu;

5. Çizilen sınırlara göre, Arap Devleti, Filistin topraklarının yüzde 42,88’ini,


Yahudi Devleti ise yüzde 56,47’sini teşkil etmekteydi.

Azınlık Raporuna göre de Filistin, Araplar ve Yahudiler arasında taksim


edilmekteydi. Ancak raporun öngördüğü Kudüs’ün başkent olduğu bağımsız Arap ve
Yahudi devletlerinden meydana gelen bağımsız bir Filistin Federal Devleti idi52.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 29 Kasım 1947’de yapılan oylamada


Çoğunluk Raporu (Planı) 13 red 10 çekimser oya karşılık 33 oyla 181 sayılı karar
olarak kabul edildi. Taksim kararı Filistin’i iyice karıştırdı. Karardan sonra İngiltere
bir açıklama yaparak 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin’den tamamen çekileceğini
bildirdi. İngiltere’nin Filistin üzerindeki manda yönetiminin sona ermesinden birkaç
saat önce 14 Mayıs 1948’de Tel – Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi bir
deklarasyon yayınlayarak; İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti53.

İsrail’in kurulmasından birkaç saat sonra Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve


Irak birlikleri Filistin’e girmeye başladılar. I. Arap-İsrail Savaşı böylece başlamış
oldu. Bu savaşta sadece Ürdün, Batı Şeria topraklarını ve Kudüs’ün yarısını ele

51
YILMAZ, Türel; a.g.e., s:56.
52
ARMAOĞLU, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), Türkiye İş Bankası
Yay., Ank., s:85-86 ‘den (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:57).
53
YILMAZ, Türel; a.g.e., s:57-58.

29
geçirdi. İsrail çok toprak kazandı. Ürdün dışındaki Arap ülkelerini İsrail mağlup
etmişti. 10 Haziran 1948’de 30 günlük ateşkes sağlandı. Bu yılın sonuna kadar ancak
çatışmalar yer yer devam etti.

Bu yıllar arasında Ortadoğu’nun stratejik yapısını değiştirecek bir takım


değişmeler oldu. Bunlar kronolojik olarak şöyle sıralanabilir:

1) Ortadoğu’ya Silah Ambargosu

2) İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı

3) Süveyş Anlaşmazlığı ve Mısır’da Monarşinin Yıkılması

4) Bağdat Paktı

5) Süveyş Savaşı

6) Eisenhower Doktrini

7) Suriye Krizi

8) Lübnan Krizi

9) Irak’ta Monarşinin Yıkılması

11-) 1950-60 YILLARI ARSINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ:

a) Ortadoğu’ya Silah Ambargosu

İsrail Devletinin ortaya çıkmasından ve Birinci Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra


üç büyük devlet, yani ABD, İngiltere ve Fransa Ortadoğu’daki dengelerin çok hassas
hale geldiğini gördüler54.

ABD, İngiltere ve Fransa, her iki taraf da silahlanmadıkça, söz konusu


ülkelerin bir çatışmayı göze alamayacaklarını düşünmüşlerdir. Batının silah verip
vermemesi, Ortadoğu’da barış düzeninin korunması bakımından hayati bir noktaydı.
İşte Ortadoğu bölgesine uygulanmak istenen silah ambargosunun mantığı buydu55.

54
y.a.g.e., s:65.
55
ARMAOĞLU, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), Türkiye İş Bankası
Yay., Ank., s.28 (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:65).

30
Ortadoğu’ya silah ambargosunu öngören deklarasyon 25 Mayıs 1950’de
yayımlandı. Bu deklarasyona göre; İngiltere, ABD ve Fransa Arap ülkelerine ve
İsrail’e iç güvenliklerini ve meşru müdafaalarının gerektirdiği ölçüde silah
satacaklar, bölge ülkelerinin silahlanma yarışının karşısında olacaklar, satacakları
silahları saldırgan amaçla kullanmayacaklarına dair ülkelerden taahhütte
bulunmalarını isteyecekler ve bölgede sınır anlaşmalarının belirledikleri hususları
ihlal eden herhangi bir devlete karşı gereken tedbirleri alacaklardır. Bu deklarasyon
üç devletin kendi arasında yayımlanmıştır.

Sonuç olarak bu ambargoyu ilk delenler Batılı Devletler olmuştur. Çeşitli


yollarla bölgedeki ülkelere silahları satmışlardır. Bu silahlarıda saldırgan amaçlarla
değil, iç düzenleri için kullanacaklarını gerekçe göstermişlerdir.

b) İngiliz-İran Petrol Anlaşmazlığı:

28 Mayıs 1901’de bir İngiliz vatandaşı olan William Knox D’Arcy, İran’dan
altmış yıl süreli bir ayrıcalık almıştır. Bu ayrıcalık, D’Arcy’e yalnızca beş kuzey
vilayeti dışarıda kalmak üzere tüm İran toprakları üzerinde, doğal kaynakların
aranması, çıkartılması, işletmesi, üretilmesi, ticarete elverişli duruma getirilmesi,
başka yerlere taşınması hakkını vermekteydi. Bu antlaşmadan sonra D’Arcy,
finansman kaynakları aramış ve 1905 Mayıs ayında İngiliz Hükümetinin aracılığıyla
İngiliz Burmah Petrol Şirketi ile birleşerek Concesslons Syndicate Ltd. Şirketini
kurmuştur56.

1908 yılının Nisan ayında şirket Anglo-İranian Petrol Şirketi adı altında 1901
ayrıcalığından faydalanmaya başladı. 1914’de de İngiliz hükümeti bu şirketin
paylarından satın aldı.

12-) 1960-1973 Yılları Arasında Ortadoğu Gelişmeleri:

1960 yılından itibaren Orta Doğu’da Arap-İsrail çatışmaları yeniden


şiddetlendi. Çatışmalar ve bunlara bağlı olarak gelişen olaylar, 1967 yılında Üçüncü

56
GÜREL; Şükrü, S.; Ortadoğu Petrolün Uluslararası Politikadaki Yeri, A.Ü., SBF. Yay., Ank.,
1979, s.48-49 ‘den (Akt: YILMAZ, Türel; a.g.e., s:69).

31
Arap-İsrail Savaşı ( Altı Gün Savaşı)’nın çıkmasına neden oldu. Bu savaşa giden
yolda üç faktör önemli rol oynamıştır:

- Yemen İç Savaşı

- BAAS faktörü

- FKÖ faktörü57

a)1967 Arap-İsrail Savaşı:

1967 Arap-İsrail Savaşı, 5 Haziran sabahı İsrail uçaklarının Mısır


havaalanlarına yaptığı saldırı ile başladı.

Bu şekilde gerçekleşen İsrail hava saldırısı yaklaşık 3 saat devam etmiş ve


Mısır’ın 280 uçağı yerde ve 20 uçağı da havada tahrip edilmiştir. Aynı şekilde Suriye
ve Ürdün’e de yönetilen saldırılarda 50 Suriye ve 20 Ürdün uçağı tahrip edilmiştir.
Böylece, daha savaşın başında savaşan Arap ülkelerinin hava gücü yok edilmiş ve
İsrail havada büyük bir üstünlük sağlamıştır58.

Kara Cephesine gelince; İsrail için iki cephe oldukça önemliydi. Sina Cephesi
ve Ürdün Cephesi. Mısır Kuvvetleri, Sina’da üç ana yolu kontrol altında tutacak
şekilde yayılmış bulunuyordu. İsrail, ateşkes için bir uluslararası baskının hemen
geleceğini bildiği için taarruz planlarını sürat unsuruna dayandırmış ve Sina’nın üç
anayolunu ele geçirmeyi planlamıştır. Gerçekten de bunu başarmıştır. Savaş, 10
Haziran 1967’de tarafların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkes
çağırısına uymaları ile sona erdi. Altı gün sürdüğü için aynı zamanda “Altı Gün
Savaşı” olarak da tarihe geçen savaş sonunda İsrail 8.000 mil kare olan topraklarına
26.474 mil karelik daha toprak ekleyerek oldukça kazançlı çıktı. Mısır, dört gün
içinde Sina’da ağır bir yenilgiye uğrayarak bütün Sina Yarımadasını kaybetti59.

1967 Arap-İsrail Savaşı, Arap-İsrail mücadelesinde bir dönüm noktası teşkil


etmiştir. Araplar, 1947 taksim kararından bu tarihe kadar İsrail’in ortadan
kaldırılmasını savunmuşlardır. 1967 Savaşının kaybedilmesinden sonra ise temel

57
YILMAZ, a.g.e., s:125.
58
ARMAOĞLU, Fahir; Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), Türkiye İş Bankası
Yay., Ank., s:248-250’d2n ,(Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:152)
59
ARMAOĞLU, Fahir; y.a.g.e., s.250 (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s.152).

32
politika İsrail’in ortadan kaldırılması değil, bu savaşın sonunda kaybedilen
toprakların geri alınması olmuştur.

1967 Savaşından sonra İsrail bölgede daha büyük bir güç haline geldi.
İsrail’in bu güçlenişi bölgedeki güç dengelerini etkilediği gibi dünyada giderek
gücünü artıran ABD’nin bölgede önemli bir müttefiki haline geldi.

13-) 1973-1980 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ:

a) 1973 Arap-İsrail Savaşı:

1973 Arap-İsrail Savaşının (Yom Kippur) diğer Arap-İsrail Savaşlarından


bazı farklılıkları vardır. Bunlar:

1) Mısır tarafından başlatılan bu savaşın temel amacı; İsrail’in haritalardan


silinmesi değil, savaşa katılan bütün Arap ülkeleri için 1967 Savaşında kaybedilen
toprakların geri alınmasıdır.

2) İkinci farklılık; İsrail’in değil, Mısır ve Suriye’nin ‘sürpriz saldırı’ ile


başlatmalarıdır.

3) Son bir husus ise; kesin bir Arap yenilgisinin olmaması ve hatta Mısır’ın
bu savaşta bir hayli başarılı olmasıdır. Bundan önceki savaşlarda büyük kayıplara
uğrayan taraf sadece Araplar iken, bu savaşta İsrail de büyük kayıplara uğramıştır60.

b) 1973 Petrol Krizi:

Meydana gelen ilk petrol krizi, 1973 Arap-İsrail Savaşının bir sonucu olarak
görünse de gerçekte geçmişi daha eskiye dayanmaktadır. 1950’li yıllardan itibaren
Orta Doğu’da petrole ilişkin iki mesele ortaya çıkmıştır:

1) Petrolün çıktığı Ortadoğu ülkeleri ile petrolü çıkaran ve işleten petrol


şirketleri arasındaki ilişkiler;

2) Özellikle 1967 Savaşı ile birlikte ortaya çıkan ve 1973 yılında son
aşamasına gelen petrolün ‘siyasi araç’ olarak kullanılması61.

60
ARMAOĞLU, Fahir; y.a.g.e., s.320-321 (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s.178).

33
Petrolün siyasi bir araca dönüşmesi ve İsrail’in Ortadoğu’da güvenlik endişesi
yaşaması İsrail’in en önemli müttefiki olan ABD’yi bölgede denge politikası
oluşturmaya zorladı. 1973 Arap-İsrail Savaşı İsrail’in güvenlik endişelerini
artırırken, ABD’yi bölgede güç dengelerini yeniden düzenlemeye itti. 1973’teki bu
savaşın etkileri güç dengelerini düzenlemesi açısından günümüzü de etkilemektedir.

c) Lübnan İç Savaşı:

Lübnan iç savaşı bir takım gelişmeler sonucu ortaya çıkmıştır. Bunlardan en


önemlileri, Lübnan’ın iç yapısında değişmeler ve Lübnan’a göç eden Filistinlilerdir.
Lübnan bağımsızlığına kavuştuktan sonra ekonomisinin ilerlemesi yaşam standartları
ve eğitim yükselmiştir. Ekonomik gelişme bazı sorunları da beraberinde getirmiştir.
Gelir dağılımı bozulmuştur ve ekonomik gelişmeden daha çok Hristiyanların istifade
ettiğinin gözlenmesi, Müslümanların da yoksullaşması Hristiyanlarla Müslümanlar
arasında çatışmayı körüklemiştir. Diğer bir gelişme ise Filistinlilerin Lübnan’daki
faaliyetleridir. Bu olaylar neticesinde Lübnan iç savaşı çıkmıştır.

d) Camp David Antlaşmaları:

Camp David Antlaşmaları ile başlayan ve İsrail-Mısır Antlaşmaları ile


sonuçlanan süreç, Ortadoğu’da yeni barış umutlarını artırırken, gerçekte yeni bir
düzensizliğe gidildiğinin işareti olmuştur.

Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 9 Kasım 1977 yılında halk meclisinde


yaptığı konuşmada İsrail ile barış konusunda kararlı olduğunu söyledikten sonra 19
Kasım 1977’de İsrail’de parlamentoda bir konuşma yaptı. Konuşmasında kalıcı bir
barış istediğini ancak bu barışın adalete dayanması gerektiğini söyledi. İsrail
Başbakanı Begin de İsrail’in de bölgede huzur ve barış istediğini dile getirdi.
Enver Sedat’ın İsrail’i bu ani ziyareti tüm dünyada hayretle karşılanırken
Arap dünyasında tepkiyle karşılaştı.
Ancak bu ılımlı hava çok uzun sürmedi. İsrail’in Batı Şeria’da yeni yerleşim
yerleri açması İsrail ile hem Mısır’ın hem de ABD’nin arasını açtı. Barış
girişimlerinin sekteye uğradığını gören ABD insiyatifi üzerine alarak Begin ve

61
ARMAOĞLU, Fahir; y.a.g.e., s.355-356 (Akt: YILMAZ, Türel, a.g.e., s:190).

34
Enver Sedat’ı Washington yakınlarındaki Camp David’e davet etti. Camp
David’de yapılan müzakereler sonucunda 17 Eylül 1978’de Mısır, İsrail, ABD
Camp David anlaşmasını imzaladılar.

Camp David Antlaşmaları ile başlayan ve İsrail-Mısır Antlaşmaları ile


sonuçlanan süreç, Ortadoğu’da yeni barış umutlarını artırırken, gerçekte yeni bir
düzensizliğe gidildiğinin işareti olmuştur. Çünkü bu anlaşmaya Arap dünyasından
büyük tepkiler gelmişti. Ayrıca anlaşmada Kudüs’ün belirsizliği ve İsrail’in
anlaşmayı uygulaya koymaktaki isteksizliği de gelen tepkileri artırmıştı.

e) İran İslam Devrimi:

1979 yılında Humeyni liderliğindeki gerçekleşen İran Devrimi, Şah Rıza


Pehlevi’nin iktidarındaki monarşik bir rejimi yıkarak ,yerine tümüyle şeriata dayalı
bir rejim kurdu ve bu özellik doğal olarak onu, daha önce gerçekleşen devrimlerden
ayırdı62.

İran Devriminin önemli bir özelliği de uluslararası bir olay olmasıdır. Batı
Asya’da hem Batıya doğru Irak ve Körfez ülkelerinde yöneticileri tehdit eder gibi
görünmüştür. Hem de doğuya doğru, 1978’de iktidara gelen Afgan hükümetine karşı
savaşan İslami güçlere cesaret vermiştir.

Devrim, batının ve özellikle ABD’nin siyasi, ekonomik ve kültürel etkilerine


karşı milliyetçi bir hareket olarak ta görülüyordu.

15-) 1980-1990 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ

a) İran-Irak Savaşı:

İki ülke arasında en ciddi sorunlardan biri de yıllardır devam eden Şatt’-ül
Arap üzerindeki egemenlik sorunu ya da kısa sınır sorunuydu. Zira iki ülke arasında
1975 Mart’ında imzalanan Cezayir Antlaşması ile başta Kürt sorunu ve su yolunun
denetimi sorunu olmak üzere pek çok sorun çözüme kavuşturulmuş olsa da Saddam
zorunlu şartlar altında imzaladığını iddia ettiği bu antlaşmadan memnun kalmamıştı.
62
ATAY, Mehmet, “Ortadoğu’da Terör Savaşı ve Barış Arayışları,” Avrasya Dosyası, C.3, s.2, YAZ
1996, S.130.

35
Dolayısıyla Irak, İran’da 1979 Şubat’ında gerçekleşen devrimden sonra ortaya çıkan
kargaşa ortamından yararlanarak 18 Eylül 1980’de Cezayir Antlaşması’nı
tanımadığını açıkladı.63

Saddam, İran’ı kesin bir yenilgiye uğratarak bölgede hakim güç haline
gelirken, Şatt’-ül Arap üzerinde mutlak egemenliği tesis etmeyi, bunu yaparken de
Kürtler yapılan İran desteğini Kuzistan Araplarıyla dengelemeyi düşünüyordu. Bu
arada zaten İran’ın 1979 Haziranında kuzey sınırında Cezayir Antlaşması
doğrultusunda yerini getirmesi gereken devriye görevini terk etmesi üzerine,
Kürdistan Demokratik Partisi’ne bağlı peşmergeler Irak hükümetine yönelik
saldırılara başlamışlardı64.

Yukarıda da bahsedildiği gibi Irak-İran arasındaki gerginliğin görünen sebebi


Şatt’-ül Arap üzerindeki egemenlik sorunuydu. Ama bu gerginliğin altında yatan
diğer sebepler şunlardır:

-1979 İran Devrimi’nin Irak içindeki Şii grupları etkileyebileceği şüphesi,

- İran’ın Irak içindeki kürt gruplara verdiği destek,

Saddam Hüseyin 17 Eylül 1980’de olağanüstü toplanan parlamentoda yaptığı


konuşmadan beş gün sonra 22 Eylül 1980’de İran’a savaş ilan etti. Savaş ilanının
gerçeklerini ise şu şekilde sıraladı:

“1- İran, 1975 Antlaşma ile yüklendiği taahhütlerini yerine getirmediği gibi,
Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP)ne yardıma yeniden başlamıştır.

2- İran, sınır çatışmalarını tahrik etmektedir.

3- İran, 1975 Cezayir Antlaşmasına göre Irak’a vermesi gereken bazı sınır
bölgelerini vermemiştir”65.

Arı’ya göre; Saddam’ın amacı, İran’daki Şii kökenli İslam Devriminin


ülkesindeki etkilerini sınırlamak, 1975 Cezayir Antlaşması ile İran’a bırakmak

63
ARI, T.; a.g.e. s.555.
64
y.a.g.e., s.557.
65
BÖLÜKBAŞI, Süha; Türkiye ve Yakınındaki Ortadoğu, Dış Politika Enstitüsü Yay., Ank., 1992,
s.19.

36
zorunda kaldığı toprakları geri almak, Şatt’-ül Arap üzerindeki denetimi ele
geçirmek, Kürtler üzerinde kesin hakimiyet kurmak, Kuzistan Araplarının
özgürlüklerini kazanmalarına yardım ederek İran’ın bu bölgede sahip olduğu petrol
alanlarından mahrum kalmasına yol açmak, ulusal birliği sağlamak ve hepsinden
önemlisi bölgede egemen güç haline gelmekti66.

Nitekim Irak’ın 22 Eylül 1980 günü baskın şeklinde 700 km’lik bir cephede
saldırıya geçmesiyle birlikte sekiz yıl sürecek savaş başlamış oldu. 1982 Mayıs’ının
ortalarına gelindiğinde Irak’ın İran’daki kuvvetlerinin merkezle bağları kesilmişti.
Hürremşehr’in İran tarafından geri alınması üzerine Saddam, Irak kuvvetlerinin İran
topraklarından geri çekileceğini açıkladı. Tarihler 18 Temmuz’u gösterirken sekiz yıl
süren savaş da sona ermişti67.

1979’da İran’da Şah’ın devrilmesiyle yerine geçen Humeyni’nin Şii rejimi,


Irak’ın güvenliği açısından tehdit unsuruydu. %90’ı Şii olan İran’daki devrim
bölgedeki diğer Şii toplumlarını da harekete geçirmişti. Irak’ın %60-65’ini oluşturan
Şiiler arasında da hareketlenmeler başlamıştır. 1979 Şubatında 1980’in başında
Necef, Kerbela ve Bağdat’ta bir takım olaylar çıkmıştır.

Irak, İran karşısında Arap devletlerinin desteğini alacağını, Humeyni karşıtı


muhalif grupların ve etnik grupların ayaklanacağını düşünmüştü. Fakat Irak
beklediği desteği bulamadı. Savaşın başında Sovyetler Birliği de tarafsızlığını
açıkladı ve Irak’a silah vermede isteksiz davrandı.

Anlamsız bir şekilde sekiz yıl süren savaş sonunda milyonlarca kişi yaralandı,
yüzbinlerce kişi öldü. İki ülkenin de ekonomisi kötüleşti. Saddam Hüseyin 15
Ağustos 1990’da İran Yönetimine, 1975 Cezayir Antlaşmasını kabul ettiğine dair
mesaj gönderdi. Bu da savaşın kayıptan başka bir şey olmadığının göstergesidir.

16-)1990-2000 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ:

a)Kuveyt’in İşgali ve 1990 Körfez Savaşı:


66
ARI, Tayyar, a.g.e., s.559.
67
y.a.g.e., s.563.

37
Irak’ın Kuveyt’i işgalinde Saddam’ın kendine göre nedenleri vardı.
“Öncelikle Bağdat yönetimi Kuveyt’i kendi toprakları üzerinde (Kuveyt’in Osmanlı
döneminde Basra’nın bir kazası olarak görülmesinden hareketle) İngiltere tarafından
oluşturulmuş yapay bir devlet olarak görmekteydi ve bu tarihsel hatanın düzeltilmesi
gerekirdi ki bunun da tek yolu iki ülkenin birleşmesinden geçmekteydi. Irak’ın
Kuveyt’i ilhak etmek istemesinin arkasında yatan diğer nedenler petrol üretimini
artırmaya başladığı 1970’lerin başlarında ortaya çıkmıştır. Bubiyan Adasının derin
sularının petrol terminali kurmak için oldukça elverişli olmasının yanı sıra Irak,
Kuveyt’e ait olan Bubiyan ve Varba Adalarına sahip olarak bu adaların karasuları ve
kıta sahanlığı alanlarındaki petrol yataklarına ulaşmak istiyordu68.

Irak’ın Basra Körfezine iki yoldan çıkışı vardır. Bunlardan birincisi Şatt’-ül
Arap su yolu üzerindeki limandır. Fakat bu liman, İran ile yapılan sekiz yıllık savaşta
batık gemi enkazları ile tıkanmış durumdaydı. İkincisi de Irak’ın Körfezde işlek
durumda olan tek limanı Umm-ı Kasr’dı ve bu limanın giriş ve çıkışını kontrol eden
iki ada, Verbe ve Bubiyan Kuveyt’e aitti. Dolayısıyla Irak için Kuveyt önemliydi.
Irak Basra Körfezine daha rahat açılmasını sağlayacak olan bu iki adanın denetimini
ele geçirmek istiyordu. Aynı zamanda Kuveyt’i topraklarına kattığı takdirde bölgede
ikinci büyük petrol rezervine sahip ülke olacaktı.

2 Ağustos 1990’da Irak, Kuveyt’i işgal etmiş ve bir süre sonra da 19. ili
olduğunu açıklayarak Kuveyt’i ilhak etmişti. Nihayet Kuveyt’in işgal ve ilhakı ile
birlikte hem Basra Körfezi’nde hem de genel olarak Ortadoğu’da güç dengesi bir
anda Irak lehine bozulduğu gibi, bu durum, gerek petrolün güvenliğini gerekse
ABD’nin ve Batılı devletlerin bölgedeki ekonomik çıkarlarını tehlikeye sokmuştu69.

Krizin başlamasıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir dizi kararlar


aldı. İşgalin gerçekleştiği gün yani 2 Ağustos’ta 660 sayılı kararı ile Irak’ın Kuveyt’i
işgalini kınayarak, bu ülkeden tamamen ve kayıtsız-şartsız 1 Ağustos 1990’daki
sınırlarına çekilmesini talep etti. Irak’ın Kuveyt’ten çekilmeyeceğinin anlaşılması
üzerine Güvenlik Konseyi 6 Ağustos 1990’da 661 sayılı kararı kabul etti. Karar,

68
y.a.g.e., s.574.
69
y.a.g.e., s.570.

38
yasal Kuveyt Hükümetinin otoritesini yeniden tesis etmek ve Irak’ın Kuveyt’ten
çıkmasını sağlamak için bütün devletlerin Irak ve Kuveyt’te üretilen bütün mal ve
ürünlerin ülkelerine ithal edilmesine izin vermemelerini hükme bağlarken, Irak’a
ekonomik ambargo koyuyordu. Nihayetinde Güvenlik Konseyi, Irak’ın Kuveyt’ten
çekilmemesi üzerine 29 kasım 1990’da 678 sayılı kararı kabul ederek, Irak’a
Kuveyt’ten çekilmesi konusunda 15 Ocak 1991 tarihine kadar zaman verdi. Ayrıca,
söz konusu kararla, eğer bu karara uymazsa, Irak’ın bir savaşla karşı karşıya kalacağı
ilan edildi. Irak, 678 sayılı karara da uymayınca kriz bir savaşa dönüştü. ABD’nin
önderliğini yaptığı otuz ülkenin fiilen bu savaşa katılması ve Birleşmiş Milletlerin bir
blok halinde Irak’a cephe alması, söz konusu savaşa uluslar arası boyutlar
kazandırdı70.

Irak’a karşı yürütülen askeri harekatın amacı, dünya kamuoyuna Kuveyt’in


özgürlüğüne kavuşturulması ve eski sahiplerine iadesi olarak açıklansa da, gerçek
amaç Irak’ın artan askeri gücünü kırmak ve bölgeye tehdit oluşturan Irak liderini
zayıflatmaktı. Çünkü İran-Irak Savaşında cömert bir şekilde Batı ve Körfez
ülkelerinin silahlandırdıkları Irak Ortadoğu’da büyük bir güç haline geldi ve bu
durumda başta ABD olmak üzere batının aleyhinde bir durum yaratmaktaydı. Ayrıca,
bölge ülkelerinin birçoğu Irak’ın yeni gücünden rahatsız olmaya başlamışlardı.

Saddam Hüseyin güneye doğru ilerlemeye devam ederse Arap Yarımadası


onun eline geçer ve güçlü bir Arap lideri olarak ortaya çıkardı. ABD eğer bu
durumda Irak’a ders verebilirse petrol sevkiyatına yönelik tehdit de bir süre bertaraf
edilmiş olacaktı.

Bütün bu nedenlerden dolayı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 678


sayılı kararı ile Irak’a verilen sürenin 15 Ocak 1991’de dolması ile Körfezde
ABD’nin öncülüğünde Irak’a karşı bir savaş başladı. Hava Harekatı (Çöl Fırtınası)
ile 17 Ocak’ta başlayan savaş, Washington açısından oldukça iyi sonuçlandı.
Saddam, ABD ve koalisyon kuvvetleri karşısında fazla dayanamadı. Irak, havadan
bombardıman edilerek, bazı kesimleri yerle bir edildi. Hava harekatında elde edilen

70
YILMAZ, Türel; a.g.e.., s.276-277.

39
başarı, 22 Şubat’ta başlatılan kara harekatında da sağlandı. Nihayet ABD Başkanı
George Bush 27 Şubat 1991’de ateşkes ilan etti ve böylece savaş sona erdi71.

17-)2000-2003 YILLARI ARASINDA ORTADOĞU GELİŞMELERİ

a)Afganistan Müdahalesi

ABD Başkanı George Bush operasyonun uluslararası meşrutiyetini


sağladıktan sonra yaklaşık 40 ülkenin de işbirliğini sağlayarak 7 Ekim 2001 tarihinde
Afganistan’a yönelik sonsuz özgürlük operasyonunun başlatılması talimatını
vermiştir.

Afganistan’da barışın tesisi amacıyla BM’nin girişimiyle başlatılan, bu ülke


üzerinde nüfuzu olan 21 devlet temsilcisinin katıldığı Temmuz 2001’de Berlin’de
yapılan toplantıda, ABD temsilcisi T. Simons, Ekim 2000’de USS COLE
Destroyerine Aden’de düzenlenen saldırının El-Kaide ile ilişkilendirilmesi ve Usame
Bin Ladin’in iade edilmemesi halinde Afganistan’a yönelik askeri operasyon
opsiyonunun tamamıyla açık olduğunu ilan etmiş ve bu ülkeye müdahale için
hazırlıkların ikmal edilmekte olduğunu dile getirmiştir72.

7 Ekim 2001 tarihinde başlayan askeri harekâtta ABD yoğun füze ve hava
saldırılarıyla Taliban’ın savunma hatlarına ve ülkenin alt yapısına ciddi zararlar
verdi. Taliban savunma hatlarındaki bu kayıbın sonucu olarak askerlerini geri çekme
zorunda kaldı. Taliban askerlerini dağlık alanlara çekerek ve sivil halkın arasına
karıştırarak uzun vadede başlayacak olan gerilla savaşına hazırlanmaya çalışıyordu.

71
DOĞANAY, Zekai-ALTUN, Fikret A.; Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan
Değerlendirilmesi: Körfez Harbi ve Alınan Dersler, Nurol Matbaası, Ankara, 1994.
72
Le Monde dislomiti que, Jonvier 2002 ‘den (Akt: USLUBAŞ, Fevzi, Küresel Terör, Afganistan,
BOP ve ABD, İmparatorlukların Bataklığı, SSCB’den sonra sıra Rusya’da mı?, Toplumsal
Dönüşüm Yay., 1. Basım, Mart 2005, s:236)

40
Yaklaşık 4.000 askerini kaybeden ve 7.000 civarında askeri de esir düşen
Taliban Amerikan ordusunun hava üstünlüğü karşısında kuvvetlerini hızla dağıtarak
daha fazla kayıp vermeden gerilla savaşı başlatmak üzere ülke sathına yayılmıştır.
Taliban’ın çekilmesiyle, 10 Ekim 2001 günü Kabil düşmüştür.73 Taliban
kuvvetlerinin bu çekilişiyle boşalan otoriteyi Kuzey İttifakı Kuvvetleri yerel liderler
ve aşiret reisleri doldurmakta gecikmediler.

Taliban güçlerinin dağılması ve bir çok bölgede otoritesini kaybetmesiyle


sonuçlanan sonsuz özgürlük operasyonunda, Taliban’ın 3-4 bin civarında asker
kaybettiği ve El-Kaide’nin 22 kişilik lider kadrosundan 8’inin öldürüldüğü
açıklanmakla birlikte, El-Kaide’nin çekirdek kadrosundan sadece askeri komite
sorumlusu M.ATEŞ’in operasyonda öldüğü ve Taliban ile El-Kaide’nin ileri gelen
yöneticilerinin kaçmayı başardığı Koalisyon yetkililerince bilahare kabul edilmiştir.
El-Kaide’nin lider kadrosu kaçmayı başardığı gibi eylem yapabilme kapasitesini de
korumuştur. Ayrıca operasyon sırasında “arı kovanı” imha edilmediğinden ve
içerideki arıların kırılan kapıdan tüm dünya sathına yayılması suretiyle tehditin
boyutu da genişlemiştir. Bu bağlamda mahalli düzeydeki bir tehditin küresel
boyutlara taşınmasına sebebiyet verdiğinde ve bölgesel istikrarsızlığın uluslararası
bir hüviyete bürünmesine nedensel istikrarsızlığın uluslararası bir hüviyete
bürünmesine neden olduğundan operasyonun zararlı olduğu da ileri sürülmektedir74.

ABD’nin sonsuz özgürlük operasyonuyla sadece askeri boyutu planlaması ve


Taliban rejiminin devrilmesinden sonra ülkenin yeniden yapılandırılması için
kapsamlı bir plan hazırlanmamış olması bölgeyi daha da istikrarsız hale getirmiştir.
ABD her ne kadar 5 Aralık 2001 tarihinde imzalanan Bonn mutabakatıyla H.
Karzai’yi destekleyerek Ocak 2002’de geçici idarenin başbakanı olarak seçilmesini
desteklediyse de ABD’nin bu isteği dünya çapında büyük tartışmalara yol açmıştır.

H. Karzai Haziran 2002’de yapılan olağanüstü L.Jirga toplantısından sonra


doğrudan geçici devlet başkanı olarak görevi üstlenmiştir. 4 Ocak 2004’de kabul
edilen anayasa uyarınca Haziran ve Eylül’de yapılamayan başkanlık seçimleri ise

73
USLUBAŞ, Fevzi; Küresel Terör, Afganistan, BOP ve ABD, İmparatorlukların Bataklığı,
SSCB’den sonra sıra Rusya’da mı? Toplumsal Dönüşüm Yay., 1. Basım, Mart 2005, s.243.
74
y.a.g.e., s.237.

41
nihayet 9 Ekim 2004’te gerçekleştirilmiştir. Karzai’nin Aralık 2004’te kabinesini
kurmasından sonra 2005 yılı ilkbaharında genel seçimlerin yapılmasıyla siyasi
yapılanma sürecinin ikmali hedeflenmektedir75.

Afganistan Müdahalesinin Taliban rejimini devirdikten başka birkaç hedefi


daha vardır. Afganistan’a müdahale ile teröre destek veren ülkelere ve haydut
devletlere göz dağı verilmesi hedeflerden bir diğeridir. Ayrıca Asya’nın gözetleme
kulesi olan Afganistan’ın hakimiyet altına alınması Rusya’yı doğudan ve güneyden
Çin’i ise batıdan kuşatmaktadır. Ekonomik olarak ise ABD’nin Hazar havzasının
zengin enerji kaynaklarını kontrol etmesini de sağlamıştır. Son dönemde ekonomik
olarak gelişme gösteren Hindistan’ın da bölgedeki Pazar alanını sınırladı.

b)Irak İşgali ve Ortadoğu’da Yeniden Yapılanma:

ABD ve İngiltere tarafından düzenlenen ve Irak’a Özgürlük Operasyonu


(Operation Iraqi Freedam) adıyla bilinen Amerika-İngiliz işgal operasyonu 20 Mart
sabahı başlamıştı. ABD’nin Irak’a saldırısına karşı BM Güvenlik Konseyi’nde uzun
süredir tepkilerini ortaya koyan Fransa, Almanya, Rusya ve Çin gelişmelerden derin
endişe duyduklarını belirterek, Irak’a yönelik saldırıların durdurulması çağrısında
bulunmakla yetinirken, Belçika’dan yapılan açıklamada da, ABD’nin hukuk
düzeninden ayrıldığı ifade edilmekteydi. Diğer taraftan, ABD ve İngiliz kuvvetleri
Irak’ın özellikle Şiilerin yoğun olarak yaşadıkları güney bölgelerinde şiddetli bir
direnişle karşılaşmışlardı76.

Amerikan Başkanı 1 Mayıs’ta savaşın resmen bittiğini açıklarken bunun


oldukça erken yapılmış bir açıklama olduğu zamanla anlaşılacaktı. Çünkü işgalin
üzerinden 18 ay geçmesine rağmen (2004 Ekiminde) Irak’ın yarısında direniş bütün
şiddetiyle devam etmekteydi. Bu arada BM’in Irak ile ilgili Silah Denetim
Komisyonu’nun (UNMOVIC) İsveçli Başkanı Hans Blix, 27 Mart’ta Avusturya
dergisi News’e, BM’nin New York’taki merkezinde verdiği demeçte, ABD’nin,
Irak’taki çatışmalarından hiçbir zaman hoşnut olmadığını, çalışmaya henüz 3,5 aydır

75
USLUBAŞ, Fevzi; a.g.e., s.239.
76
ARI, T.; s:607-608.

42
başlamış olduklarını ve yeterli süreyi kullanmadıklarını, ayrıca Irak Devlet Başkanı
Saddam Hüseyin’in kitle imha silahlarına başvurma ihtimalinin söz konusu
olmadığını söyleyerek, bu şartlarda yapılmış olan saldırıyı eleştirmekte, ABD’nin
BM hukukunu tanımaz siyasetinden dolayı hayal kırıklığına uğradığını belirtmekte
ve 8 Kasım 2002 tarihli 1441 Sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nın da ABD’nin
giriştiği savaş için asla meşru zemin oluşturmadığını kaydetmekteydi77.

Kitle imha silahları meselesinin, savaş nedenleri sıralamasında ABD ve


İngiltere tarafından gerilere itildiğini söyleyen Blix, Saddam rejiminin devrilmesinin
savaşın asıl gerekçesini oluşturduğunu belirtmekteydi78.

ABD, Irak savaşı sonucunda Irak’ta istikrarsız bir yapı oluşturdu. Bir tarafta
Şiiler, bir tarafta Sünniler ve diğer tarafta Kürtler. Bu ayrışma bölgedeki çatışmayı
zaten tetikleyecektir. Şu anda da Irak’ta bağımsızlık mücadelesine değil, etnik ve dini
tarafların kendi içi çatışmalarına tanık oluyoruz.

Haziran 2006 Irak’ta tartışmalı seçimlerin arkasından hükümet kurulmuş


olmasına rağmen hala iç çatışmalar devam etmektedir.

Ortadoğu’da barış sürecinin başlamasına ilişkin şunları söyleyebiliriz:

- Soğuk Savaşın sona ermesi ile Araplar artık Sovyetler Birliğinin desteğine
sahip değillerdi. Bu durum da İsrail’in yararına oldu. ABD’nin tek süper güç olarak
ortaya çıkması, Arap ülkelerini İsrail’in kabulünü de içeren Amerikan tercihlerine
uyumlu hale getirdi.

- Arap ülkeleri arasında dayanışmanın kırılmasıdır. 1975-1990 yılları


arasındaki Lübnan iç savaşı, İsrail ile barış yapmış olmasından dolayı Mısır’ın Arap
dünyasından izole edilmesi, 1980-1988’deki İran-Irak Savaşı’nda Suriye’nin Arap
olmayan İran’ı desteklemesi, 1982’de İsrail’in Lübnan’da FKÖ ve Suriye ile
mücadelesinde Arapların tepkisiz kalmaları ve 1990 Ağustosunda Irak’ın kardeş
Arap Devleti Kuveyt’i işgal ve ilhakı gibi bir dizi olaylar Araplar arasında
dayanışmanın kırılmasına neden olmuştur.

77
y.a.g.e., s.609.
78
y.a.g.e., s.609-610.

43
II. BÖLÜM

KÜRESELLEŞME VE TERÖR

Bu bölümde Küreselleşme süreci ve 11 Eylül incelenmektedir. Küreselleşme


sürecinin uluslararası güçler tarafından gerçekleştirilecek dönüşümlere olanak
sağladığı ve ABD’nin dünya egemenliğini devam ettirmek için bir araç olarak
kullanıldığına değinilecektir.

Küreselleşme süreci içerisinde dönüm noktası olan 11 Eylül saldırılarından


bahsedilecektir.

A-) KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE TERÖR

Bu bölümde, küreselleşme sürecinin oluşturduğu Yeni Dünya Düzeni ve


ABD’nin uluslararası stratejik girişimlerindeki önemi ele alınmaktadır. Bu sürecin,
uluslar arası güçler tarafından yeni yüzyılda kaosa yol açacak dönüşümlere sebep
olduğu ve bu güç oluşumunu da etkilediğinin üzerinde de durulacaktır.
Küreselleşmenin, ABD’nin dünyanın üzerindeki hegomonyasını sürdürme arayışının
bir aracı olarak kullanıldığı anlatılacaktır.

1.) Küreselleşmenin Anlamı ve Görüşler:

Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra, aslında çok eski bir kod olan ‘Yeni Dünya
Düzeni’nin (Novus Orda Seclonum) kurulması çabalarına hız verildi. İyimser
olanlara göre ‘Yeni Dünya Düzeni’ , ‘Küreselleşme’ aracılığıyla özgürlüğün ve
gönencin dünya yüzeyine yayılmasını sağlayacak ve barış içinde yaşayan bir dünya
anlamına geliyor. Kötümser olanlar arasında da görüş ayrılıkları var. Birçoğuna göre
bu düzen, ABD’nin tek kutuplu kaldığı dünyada egemenliğini pekiştirmek için
kurmak istediği, kimliklerin göre de tüm dünyada egemen olan uluslararası
unsurların istediği bir düzendir. Bazılarına göre ise, ‘Yeni Dünya Düzeni’ yaşanacak
küresel bir kaostan sonra bina edilecek yeni bir sistemin adıdır79.

79
EVCİOĞLU, Kemal; Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Projesi, Umay Yay.,
Eylül 2005, İzmir, s.14-15.

44
T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesinde yer alan uluslararası ilişkiler
sözlüğünün yaptığı tanıma göre küreselleşme (glabalization); küresel bağlantılar,
yurtseverlik, ulusalcılık ya da bireysellikten çok ‘değer’ unsuruna dayanmaktadır80.

Küreselleşme kavramına ilişkin tam ve net bir tanım yapılmamaktadır. Bunun


nedeni de hem bu konudaki farklı bakış açılarının olması hem de küreselleşme
kavramlarının yeni dünya düzeni, post-modernizm, yerelleşme ve neo-liberalizm gibi
kavramlarla birlikte tartışılmaya başlamasıdır. Bu kavramlar birbirleriyle ilişkili olup
ve Kapitalizm bağlamında açıklanabilir. Yeni dünya düzeni post-modernizm,
yerelleşme, neo-liberalizm gibi kavramlar düşün dünyasında moda gibidir. Biri
gözden düşünce aynı içeriği taşıyan başka bir kavram ortaya çıkarılır.

Kongar’a göre Küreselleşme; Tarım ve Endüstri Devrimi’nden sonra ortaya


çıkan üçüncü büyük devrimin, iletişim-bilişim devriminin görüntülerinden biridir.
Küreselleşmenin birinci ayağı siyasal, ikinci ayağı ekonomik ve üçüncü ayağı da
kültüreldir. Küreselleşmenin siyasal ayağı çok kısaca, ABD’nin siyasal liderliği ve
dünya jandarmalığıdır81.

Küreselleşme, kapitalist modernlikle doğrudan bağlantılıdır ve onun


görünümüdür. Yani kapitalist modernliğin dünyaya yayılmasını ve kuşatmasını
sağlamaktadır. Bu bağlamda kapitalizmin şekillendirdiği modernliğin batıdan tüm
dünyaya yayılmasıdır küreselleşme.

Kapitalizm, dünya pazarının yaratılmasını amaçlayan, tüm dünyaya


yayılmayı esas alan ve dünyayı kuşatmaya yönelik bir sistemdir. 19. yüzyıldaki
kapitalizmin temel özelliği dünya piyasası üzerinde denetimiydi82. Kapitalizm gibi
küreselleşme de bir piyasa toplumu inşa etmeyi amaçlamaktadır. Özellikle, ulaşım ve
iletişim olanaklarını genişlemesi dünyada yeni Pazar alanları yaratmaktadır.

80
www.mfa.gov.tr.,T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Şubesi, Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, 15
Mayıs 2004. (Akt. EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s:29).
81
KONGAR, Emre; Küresel Terör ve Türkiye, Küreselleşme, Huntington, 11 Eylül, Remzi
Kitabevi, 2. basım, Aralık 2001, s.18-23.
82
MARX, Karl ve ENGELS, Friedrich; Komünist Parti Manifestosu, Çev. Sol. Yayınları Yayın
Kurulu, Sol Yayınları, Ankara, 1998, s.13.

45
Küreselleşme sürecinin ortaya çıkmasında çok sayıda etmenin etkisi
olmuştur. Bu etmenleri ana başlıklarıyla üç grupta toplamak olanaklıdır. Bunlardan
birincisini teknolojik, ikincisini ideolojik, üçüncüsünü ise ekonomik etmenler
oluşturmaktadır. Dünyanın yaşadığı tarım ve endüstri devrimlerinden sonra ortaya
çıkan üçüncü büyük devrim olduğu öne sürülen küreselleşme, bu yaklaşıma göre
iletişim/bilgi devriminin kazanımlarını kendisinde toplama çabasıdır. İletişim ve
bilişim, küreselleşme devriminin en önemli dinamiklerini oluşturmaktadır. 21’inci
yüzyılın aşında hızlı bir değişim sürecinin içine girilmiştir. Milyonlarca insanı
birbirine bağlayan bilgisayarlar, internet ve iletişim alanında devrim yaratmıştır.
Bundan yararlanan küreselleşme, bir çok alanda mesafeleri ve sınırları anlamsız
kılmış kısacası dünya küresel bir köy durumuna gelmiştir83.

Bugün finans piyasalarındaki paralar sürekli bir ülkeden diğerine akmaktadır.


Çok uluslu firmaların üretimi bütün yerküreye yayılmıştır. Ekonomik yönden bu
bütünleşmeden dolayı dünyanın herhangi bir yerinde başlayan kriz diğer yerleri de
etkilemektedir. Böyle olunca ülkeler kendi politikaları dışında diğer ülkelerin de
politikalarını izlemek zorundalardır.

Küreselleşmenin gelişmesi için en önemli etken uluslararası sermayedir.


Uluslararası sermaye de ticaretin serbestleşmesini hedeflemektedir.

Küreselleşme sürecinde üç ayrı alandan bahsedebiliriz:

a) Siyasal ve askeri alanda; ABD’nin egemenliği ve dünya jandarmalığı


rolüne soyunmasıdır.

b) Ekonomik alanda; uluslararası sermayenin egemenliği.

c) Kültürel alanda ise; iki nitelik taşımaktadır:

- Tüketim kültürü oluşturmak: Bu oluşumda da uluslararası sermayenin gücü


ve kitle iletişim araçlarının rolü çok önemlidir.

- Farklı kimlik oluşumlarını destekleyecek mikro milliyetçilik akımlarını


büyük ölçüde güçlendirmek.

83
EVCİOĞLU, Kemal, a.g.e., s.30.

46
Dikkat edildiği gibi küreselleşmenin kültürel alandaki iki etkisi birbirine zıt
nitelik taşımaktadır. Farklı kimliklerin kabul edilmesi insanların tüketim kültürü
konusunda daha kolay ikna edilmelerini sağlayacaktır ve yine farklı kimliklerin ön
plana çıkması mikro milliyetçilik akımlarını güçlendireceğinden ulus-devletin
gücünü de sınırlayacaktır. Bu da dünyanın tek merkezden yönetilmesini
kolaylaştıracaktır. Dolayısıyla zıt gibi görünen bu iki nitelik birbirini beslemektedir.

Küresel sermaye kendi amaçlarını gerçekleştirmek için sınırsız özgürlük ve


hareket serbestine ihtiyaçları vardır. Bunun için de dünyanın siyasal parçalanması
gerekmektedir. Küreselleşen dünyada da kimlikler ön plana çıkmaktadır. Bu farklı
kimlik oluşumları yani yerellikler de küresel olarak kurumsallaşır. Farklılıkların
olduğu bir dünyada artık farklılıklar önemini yitiriyor, bilincini yitiriyor.

Küreselleşme sürecinin en önemli sonuçlarından biri kaos ve istikrarsızlık


olup, bu olgu ‘Yeni Dünya Düzeni’ söylemleri içinde de gündeme taşınmaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesi olarak bilinen ‘Pandora’nın Kutusu’ açıldıkça, küreselleşme
sürecinin projeden etkileneceği ve ‘Yeni Dünya Düzeni”nde de belirginleşeceği
beklenmektedir84.

Küreselleşmeyle ilgili olarak olumlu ve olumsuz olmak üzere iki görüş vardır.

Küreselleşmeye olumlu bakan görüşe göre; küreselleşme çağdaşlaşmaktır,


değişim ve gelişmedir. Şu an gelişmiş ülkelerin yararına olsa da ileride herkese
yararlı olacaktır. Demokrasi, insan hakları küreselleşme yoluyla az gelişmiş ülkelere
taşınabilmektedir.

Olumsuz bakan görüşe göre ise; emperyalizmin 21. yy.’daki adıdır. Yoksul
ülkeler daha da yoksullaştırılmıştır. Sömürgeciliğin yeni yüzyıldaki aracıdır. Gelir
dağılımı bozulmuştur. Sermaye tek elde toplanmış ve finans kapital teknoloji ve
iletişim ağı ile yayılıp her ülkeyi yönetmektedir.

Küreselleşme yanlılarının görüşlerine göre küreselleşme; bilginin dolaşımını,


bilimin ve teknolojinin dünyanın her yerine ulaşmasını, kültürel duyarlılığın ortaya
çıkmasını sağlamaktadır. Küreselleşme demokrasi, insan hakları, özgürlük yönünden

84
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.32.

47
olumlu katkılar sağlamaktadır. Bu kavramlar küreselleşme yoluyla gündemde yer
almıştır. Çevre duyarlılığının artması da bir başka olumlu katkıdır küreselleşme
yanlılarına göre. Dolayısıyla küreselleşme olumlu yönde geliştirilirse sosyal adaleti,
barışı sağlayacağını düşünenler vardır. Olumlu geliştirilirse olağanüstü getirileri
olacağına inanılan küreselleşmeden uzak kalmanın da yıkıcı etkileri olabileceğine de
inanmaktadırlar.

Bilginin dolanım hızının artması ve bilgi erişim süratinin artması da


küreselleşmenin bir sonucudur. Bilgi artık sadece zenginlerin değil, yoksulların da
ulaşabileceği konumdadır. Bilgi kimsenin tekelinde değildir artık. Bilgini kontrolü,
teknolojiyi yaratan bilginin egemenliği de güç mücadelesinin özünü oluşturmaktadır.
Üstünlük getirecek bilgiye ulaşmak gelişmişlikle ilgili bir konu olarak durmaktadır
tabi.

Küreselleşme süreci tüm bu küreselleşme yanlılarının savundukları


getirilerine rağmen güçlülerin akarları doğrultusunda kullanılan süreçtir.

Küreselleşme karşıtlarının görüşlerine göre; küreselleşme demokrasi, insan


hakları, özgürlük, sosyal adalet, barış söylemlerine karşın, bu söylemleri diğer
ülkelerin iç işlerine karışmak için kullanmaktadır.

Bu tezin konusu olan Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, ABD


Ortadoğu’ya insan hakları ve demokrasi götüreceğini söylemektedir. Ortadoğu’daki
şu ana kadar hangi rejim olursa olsun ABD’nin çıkarlarıyla örtüştüğü sürece iyidir.
Başka ülkelerin iç işlerine insan hakları, demokrasi vb. sebeplerle karışmak barışı
değil, çatışmayı getirmiştir. Küreselleşmeyle beraber insan hakları ihlallerinde
azalma görülmemiştir, eşitsizlikler artmıştır. 11 Eylül saldırıları da bu bağlamda
ortaya çıkmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi ile Küreselleşme arasında sıkı bir ilişki vardır.
Çünkü Küreselleşme ABD’nin dünya hegomanyası için bir araç konumundadır.

Batı’da Doğu’ya ve özellikle İslam Dünyası’na “öteki” olarak bakan toplum


aslında ‘bunalımlı insan’ların oluşturduğu ‘mutsuz toplum’ olmuştur. Batı, 21’inci

48
yüzyılı taşıyacak güce sahip değildir. Bu nedenle, Dünyayı ‘kaos’ yerine ‘kosmosa’
götürecek olan yeni bir uygarlık anlayışı Doğu’dan beklenir olmuştur85.

Küreselleşmenin siyasal boyutu ikilem yüklüdür. Bir yandan devletlerin birlik


oluşturarak bir araya gelmesi sağlanırken diğer yandan bu yapılar içindeki
yerelleşme eğilimleri arttırılmakta, parçalanmaktadır.

Yerelleşmeyle birlikte yerel otoritelere yetki verilmesi ulus devleti


yıpranmasına ve acınmasına neden olmuştur. Yerel kültürler ulusal kültüre alternatif
olarak diriltilmektedir. Etnik farklılaşmanın olmasıyla birlikte, kültürel saldırı
yoluyla insanlar kültürel değerler sisteminden uzaklaştırılmaktadır. Tüm bunlar için
yasal meşrutiyet te insan haklarıdır.

Küreselleşme sürecinde diğer bir eğilim, ulus devlet yapılarını zorlayan mikro
milliyetçilik akımlarıdır... Büyük devletler; Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar da ve
dünyanın diğer bölgelerinde mikro milliyetçilik akımlarını körükleyerek ulus
devletleri etkisiz daha küçük topluluklar durumuna getirmeye çalışmaktadırlar...
Uluslararası şirketlerin dünya pazarlarına egemen olmasıyla, ulus devletler içinde
güçlenen yerel tepkiler arasında bulunan köktendincilik de, etnik ayrımcılık gibi
küreselleşmeden güçlü destek görmektedir. Bir yandan küreselleşmeye karşı tepki
göstererek din siyasallaştırılmakta, diğer yandan bu eğilim güç kazandıkça değişik
hak beklentileri canlandırılarak, ulus devlet yapısı bölünmek ve parçalanmak
istenmektedir. 86

Küreselleşmenin ekonomik boyutunda ulus devletler üzerine olumsuz etkileri


bulunmaktadır. Dünyadaki büyük şirketler toplam ticaretin büyük bir bölümünü
kendi tekellerinde bulundurmaktadırlar. Yapılan özelleştirmelerle büyük şirketlerin
ulusal şirketlerde pay sahibi olmalarına yol açmakta ve bu da büyük çok uluslu
şirketlerin ulus devletler üzerinde etkilerini arttırmaktadır.

Üçüncü Dünya ülkelerinde, küreselleşme ile birlikte post-modern sömürü ve


asimilasyonla karşı karşıyadır. Gelir dağılımı bozulmuştur, gelir dağılımındaki
uçurumlar büyümüştür. İşsizlik artmaktadır.

85
y a.g.e., s:37.
86
y.a.g.e.., s: 43

49
Küreselleşme ile birlikte iletişim ve teknolojideki gelişmelerin etkisiyle
sermayenin ülkeler arasında dolanım hızı artmıştır. Ancak iş gücünün dolanımı ise
aynı hızda gerçekleşmemiştir. Ülkelerin ekonomileri birbirine bağımlı hale gelmiştir.

Bilginin, iletişimin ve teknolojinin süratli dolanımı nedeniyle, ulus devletler


artık ekonomik eylemlerde kontrolü yitirme noktasına gelmişlerdir. Özelleştirme,
sosyal haklar, insan hakları, devlet korumacılığının kaldırılması, serbest ticaret gibi
küreselleşmeye ait dinamikler birçok yönden harekete geçmiş, görünüşte insani
değerlerle hareket ederek küresel kuruluşlar bir araç olarak kullanılmaya
başlanmışlardır87.

Küreselleşmenin bir diğer yönü de kültürsüzleştirmedir. Bu da kitle iletişim


araçları yoluyla olmaktadır. T.V., radyo, yazılı basın v.b. yoluyla Amerika’nın
çıkarlarına uygun filmler gösterilmekte ve bu filmler gişe rekorları kırmaktadır.
İnsanlara sınırsız özgürlük sunulmaktadır, gerçek olmayan hiper gerçeklikler
yaratılmaktadır. Rock müzikle kölelik, ölüm sürekli yüceltilmektedir. Küreselleşme
bireylerin özgür, sorumsuz, kural tanımayan bireylere dönüştürme çabası vardır.
Ülkelerin kendi içlerinde etnik, dini farklılıkları tahrik edilmeye ve alt kimliği ile
ortaya çıkan bireylerin aidiyet duyguları ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Küreselleşmeye uyumlu hale getirilmeye, dünya vatandaşlığı eğilimini arttırılmaya
çalışılmaktadır. ABD değerleri empoze edilmektedir.

Gelişmiş ülkelerde küreselleşme neticesinde ortaya çıkan kimlik ve kültür


bozulması, nüfusun azalması ve sosyal dokunun göçlerle zarar görmesi, ırkçılığın
yeniden ortaya çıkması gibi tehlike işaretleri dünyada kaosa gidişin önemli
belirtileridir88. Amerika’nın sömürü sistemini sürdürmesi, dünyayı karışıklıklara
götürmektedir.

ABD, dünya konjonktüründe süper güç olarak önderliğini dünya çıkarları


doğrultusunda kullanmaması nedeniyle, eski itibarını ve inandırıcılığını zedelemiştir.

87
y.a.g.e. s . 44.
88
COSSUDOVSKY, Michel; Yoksulluğun Küreselleşmesi—IMF ve Dünya Bankası
reformlarının iç yüzü, Çev. Neşenur Domaniç, 1. Basım, İst. Çivi yazıları, 1999, s. 42.

50
Bu durumda dünyadaki yeni güç odakları arasında kutuplaşmalara ve sorunlara yol
açabilir.

2.) Yeni Dünya Düzeninin Aracı Olarak Küreselleşme:

Soğuk savaşın sona ermesinin ardından, ABD Başkanı George Bush,


küreselleşmenin ‘Yeni Dünya Düzeni’nin en önemli aracı olacağını açıklamıştı. Bu
kapsamda, Başkan Wilson’un Amerikan halkını Birinci Dünya Savaşına girmek için
ikna etmekte temel argüman olarak kullandığı Amerikan değerleri, demokrasi, piyasa
ekonomisi, özgürlükler, temel insan hakları gibi moral değerler tüm dünyaya
yayılacaktı89.

ABD’nin Ulusal Güvenlik stratejisinde küreselleşme sürecinin önemi


vurgulanmıştır.

Kürselleşmeye neden bu denli değer verildiği kavramın ABD yönetimi


tarafından yapılan tanımından anlaşılmaktadır. Bu tanıma göre; Küreselleşme,
ekonomik, teknolojik, kültürel ve sosyal bütünleşmeyi hızlandıran, tüm kıtalardan
insanları birbirine yakınlaştıran, fikirlerini, mallarını ve bilgilerini paylaşmalarına
olanak sağlayan bir süreçtir90. Bu süreçte ABD’ye göre tüm dünyada demokrasi,
insan hakları, serbest piyasa ekonomisi gibi ABD değerleri paylaşılmaktadır. Yine bu
süreçte dünyanın birçok yerinde çatışmaların bölgesel gelişmeyi ve düzeni tehdit
ettiği, kitle imha silahları, terörizm gibi suçların tüm devletler için tehdit ve endişe
kaynağı olduğu düşünülmektedir.

Yeni Dünya Düzeni, küreselleşme ve hegemonya arayışı kavramları arasında


sıkı bir ilişki vardır. Yeni Dünya Düzeni olarak açıklanan küresel hegemonyanın
sağlanması için küreselleşmenin sürmesi risklerin karşılanması gerekmektedir.
Risklerin başında terörizme destek veren ve kitle imha silahlarını elinde bulunduran
’ötekiler’ gelmektedir. Uluslararası kurumlar ve oluşumlar bu bakış açısına destek
vermelidirler91. Bu kurumlardan biri olan Avrupa Birliği, insan hakları hukukuna
dünyada en çok değer veren kurumlardan biridir. Ancak Avrupa İnsan Hakları
89
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 48
90
y.a.g.e. s . 49
91
y.a.g.e. s . 49

51
anlayışına rağmen temelindeki ‘öteki’ anlayışı ABD’nin kendi içindeki sorun ve
önündeki engel teşkil etmektedir.

AB ve Batının başta İslam Dünyası olmak üzere Doğuya ‘öteki’ gözlüğü ile
bakması aslında etki alanının küresel olarak yayılmasını, dolayısıyla gücünü ve
genişlemesini kendiliğinden sınırlayacaktır.

Bu anlamda ‘öteki’ algılamanın doğuracağı tepkiler ve kutuplaşma, Batı


ülkelerini ve Batı da oluşan büyük birlikleri de yakın gelecekte tehdit edebilecek
potansiyeli harekete geçirebilecek ve diyalektik olarak oluşması beklenen karşıt güç
‘küresel otoriteyi ele geçirmek’ için gerekirse çatışmayı göze alacaktır... Bu nedenle
bugün ‘Batı ve öteki’ arasında varolan güç dengesizliği de yanıltıcıdır. Kısa sürecek
bir dönemin resmi gibidir92.

Küreselleşme sürecinde rekabet ederken ve kendi olanaklarıyla kendi iç


pazarını sağlam tutmayı başaran devletler dışında rekabet edemeyen ve
küreselleşmenin yıkıcı etkilerine maruz kalan devletlerde iç karışıkların ortaya
çıkması ve kaos tehlikesi vardır.

B-) 11 EYLÜL VE TERÖRİZM:

1.) Terörizmin Tanımı:

Terörizm kavramının ne Türkiye de ne dünyada kabul görmüş bir tanımı


bulunmamaktadır. Her nevi şiddet eylemini terörizm olarak ele alan görüşler olduğu
gibi, bu tür eylemleri terörizm dışında tutan görüşlerde bulunmaktadır. Bu durumun
nedeni de bir milletin özgürlük savaşçısı diye nitelendirdiğini diğer tarafın terörist
olarak nitelendirmesidir. Ortadoğu da yaşanan şiddet olaylarında da aynı kargaşayı
görmekteyiz. Bu şiddet içeren olaylar ve hareketler kimileri için terör eylemi olarak
kabul edilirken, bir kısım insanlar ve uzmanlar içinde bağımsızlık mücadelesinden
ibarettir. Ama kim nasıl tanımlarsa tanımlasın siyasi anlamda, hakim gücün tanımı
kabul görmektedir.

92
y.a.g.e. s . 51

52
Ülkemizin, 12. 04. 1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda
terör şöyle tanımlanmaktadır:

Terör, baskı, cebir, şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit


yöntemlerinden biriyle anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, sosyal,
laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez
bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye
düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel
hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini veya
genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından
girişilecek her türlü eylemdir93.

2.) Küresel Terör ve Kitle İmha Silahları:

İletişim imkânlarının artması, dünyayı küçücük küresel bir köye


dönüştürmüştür. Bilgiye ulaşmak hiç de zor değildir94. Teknolojinin insanı göz ardı
etmesi hem doğal çevreyi tahrip ederken hem de silahlanma yarışının her şeyin
önüne geçmesine sebep olmuştur. İnsanoğlu kendini, insanı insan yapan temel
değerlerini unutmanın ya da ihmal etmenin bedelini ağır ödemektedir.

Terör yeni bir olgu değildir, pek çok ülke uzun yıllardır terör eylemleriyle
karşı karşıyadır. Dünyada ve Türkiye de terör son yıllarda öncelikli sorunlardan biri
haline gelmiştir. 1948’de İsrail devletinin kuruluşunun ardından İsrail ve Filistin için
terör hep sürmektedir.

Terörün dünyadaki algılanışının değişmesi ve terör karşıtı hareketlerin


başlatılmasında 11 Eylül bir dönüm noktası olmuştur. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte
ABD terörün soğuk ve gerçek yüzüyle karşılaşmıştır. ABD artık terörün küresel
boyutundan bahsetmeye başlamıştır. Bunun temel nedeni de, 11 Eylül saldırılarının
soğuk savaş galibi, dünyanın süper gücü konumundaki ABD’ye yönelik
gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bu saldırı ABD’nin kurduğu düzene ve gücüne bir
başkaldırı niteliği taşımaktadır. Bu saldırılarla ABD’nin gücü ve prestiji sarsılmıştır.
93
www. mevzuat. adalet. gov. tr. Terörle Mücadele Kanunu, Kanun No:3715
Kabul tarihi:12/04/1991, resmi Gazete Sayısı:20843 Mükerrer, s. 1
94
ONAT, Hasan; “Küresel Şiddet ve Terör Köklü Çözüm: İnsan olmanın kök değerleri üzerine
yeniden düşünmek ve Yüksek Güven Kültürü Yaratmak”, 2023 Dergisi, Sayı:42 Ekim 2004

53
Yılmaz ALTUĞ a göre terörizm;

—Yabancılara veya yabancılara ait hedeflere yöneltilirse,

—Hükümetler veya birden fazla devlet tarafından beslenen unsurlarca


yapılırsa,

—Bir yabancı hükümetin veya uluslararası örgütlerin siyasi mekanizmalarını


etkilemek için yapılırsa uluslararası nitelik kazanmaktadır95.

Bazı devletler ekonomik ve siyasi çıkarları gereği terörizmi bir araç olarak
kullanmaktadırlar. Bunun sonucunda da terörizmin boyutları genişlemiş ve küresel
bir nitelik kazanmıştır.

Terör, güç dengelerinde üstünlük elde etmek amacıyla manipüle edilen


tehlikeli bir araç durumuna gelmiştir. Çünkü karşıtın durumuna bağlı olarak
yaşayabilen emperyalizm düşman algılamasını, bu kez ‘terör’ kavramı üzerine
kurmuş ve onu stratejik bir araç olarak kullanma seçeneğine yönelmiştir. Bu nedenle
bazen manipülasyon yapmakta bazen de bizzat kendisi ‘terörist’ olarak sahneye
çıkmaktadır96.

ABD, bütün dünyada terörü ‘küresel tehdit’ yani ‘ortak düşman’ şeklinde
sunmuştur. Teröre karşı toplu bir savaş ilan etmiştir. Bu teröre karşı mücadelesinde
de terörist eylemin arkasındaki İslam olduğuna inanılan El Kaide örgütünden
başlamıştır.

11 Eylül saldırılarından sonraki dönemde ABD terörle mücadeleye


Afganistan müdahalesi ve Irak savaşıyla başlamıştır.

Soğuk savaş döneminde nükleer silahların oluşturduğu caydırıcılık, SSCB ve


ABD’yi sıcak çatışmadan uzak tutmuştur. Dolayısıyla terörizm ve devletlerin
birbirlerini kontrol etmede kullandıkları birer araç haline gelmiştir. Bu dönemde de
terör örgütleri güçlenmiştir.

95
ALTUĞ, Yılmaz; Terörün Anatomisi, Altın Kitaplar Basımevi, 1. basım, Mart 1995,
İstanbul, s. 23.
96
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 55

54
ABD, dünyadaki terör hareketlerine çoğu zaman tepkisiz ve sessiz kalmıştır.
Terörle mücadele eden ülkeleri de insan hakları ve demokrasiyi ihlal ettikleri
gerekçesiyle eleştirmiştir. ABD’de hakim olan düşünce terörizmin sadece sorunun
muhataplarını ilgilendiren bir olgu olduğudur. Fakat ABD kendi saldırıya uğradıktan
sonra terörle mücadeleye kamu düzeni ve güvenliğini koruma gibi değerler
bağlamında bakmaya başlamıştır. Ve 11 Eylülden sonra, Ulusal güvenliği temel araç
olarak belirleyen ve amacı gerçekleştirmek için temel hak ve özgürlüklere
dokunulabileceğini söyleyen yeni terörle mücadele yasası çıkarılmıştır. Bu yasayla
birlikte terörist yabancılar için özel mahkemeler oluşturulmuş, yargılama usulleri
geliştirilmiştir. Bunlarda temel hak ve özgürlüklerden verilen ciddi tavizlerdir.

ABD’nin IRA’ya verdiği destek bilinmektedir. Yine ABD’nin Adana


Protokolüyle protokolün imza tarihi Ekim 1998’e kadar, PKK’ya desteğini ilan eden
Suriye’nin BM Güvenlik Konseyi’ne üye seçilmesine veto yetkisi almasına rağmen
tepki vermemesi düşündürücüdür.

11 Eylül öncesine kadar teröre destek veren göz yuman ABD, şimdi teröre
savaş açtığı gibi destekçilerini de hedef seçmektedir.

Bush’a göre; Terörizmle savaş, terörün kaynaklarını kurutmayı


gerektirmektedir. Bu kapsamda yalnızca askeri önlem almak yeterli değildir. Terörle
savaşın ekonomik, sosyal ve siyasal boyutları vardır. Yoksulluk, eğitimsizlik, yanlış
yönetim, batıl ve çürük inanışların yaygın olduğu, özgürlüğün demokrasi ve insan
haklarının ve özelde de kadın haklarının bulunmadığı Ortadoğu ‘terör’ü besleyen en
önemli bölgedir... Ortadoğu’yu zehirleyen ve sömürgeci güçlerden kalma ‘etnik
ayrımcılık’ başta olmak üzere bölgenin bu sorunlardan ayıklanarak küresel sisteme
uyulması gerekmektedir. Bu yaklaşıma göre, bölge halklarına özgürlük ve gönenci
ulaştırmak, demokrasinin nimetlerinden bölgenin yararlanmasını sağlamak için,
ABD’nin gerekirse tek başına gerekirse askeri yöntem kullanarak girişim yapması
gerekliydi. Bütün bu eksiklikleri gidermek için bir proje ortaya atıldı. Büyük Orta
Doğu Projesi. 97.

97
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 16

55
ABD terör konusunda kendisine yapılan saldırıyı genel ve kaynağı belirsiz bir
güvenlik sorunu haline getirmiştir. Şu anda El Kaide saldırıyı yaptı ama Irak halkı
bedelini ödüyor. O zaman insanın aklına şu soru geliyor: ABD’nin izlediği politika
terörle mücadele amaçlı mıdır?

Batı tarafından tehdit algılanmasında terörizmle birlikte ele alınan diğer


önemli tehdit ‘kitle imha silahları’ dır. Emperyal güçlere göre, teknolojideki baş
döndürücü gelişme ‘terör’ ağlarının dünya çapında iş birliği ve koordinasyon
yapmasına olanak sağlamış olduğundan, kitle imha silahlarını (KİS) kontrolü de
zorlaşmıştır98.Bu durum da KİS’lerin yayılmasının doğurduğu tehditin boyutlarını
büyütmektedir. Bu silahların kullanılması durumunda etkisi büyük ve yıkıcı
olacaktır. Bu silahlara sahip olmak için çabalayan çok fazla ülke olduğu tahmin
edilmektedir. Bu silahların geliştirilmesi de var olan tehdit durumunu arttırmaktadır.
Bu silahlara sahip olan ülkeler, bu silahları tek taraflı üstünlük ve caydırıcılık için
ellerinde bulundurduklarını söylemektedir.

ABD, terör ve kitle imha silahı önceliğini genişletilmiş Ortadoğu’ya


vermektedir… Ortadoğu deyince akla; petrol, terörizm ve KİS gelmektedir. Bu
üçgen, Ortadoğu üzerindeki büyük rekabet ve ortaya çıkan çatışmalara da özet
açıklama getirmektedir99.

3.) İslami Terör:

1990’lı yıllardan beri İslam dini, şiddet ve terörle birlikte düşünülür hale
gelmiştir. Ortadoğu’da şiddet eylemlerine katılanların Müslüman olmaları ve İslami
söylem geliştirmeleri terörün başına İslam ibaresinin koyulmasına neden olmuştur.
Müslümanların yaşadıkları bölgeler, şiddetin ve terörün kaynağı olan yerler olarak
görülmektedir.

İslami terör, militan İslam gibi kavramlar dünya siyasi literatürüne 1980’li
yıllardan sonra soğuk savaşın sona ermesinden sonra girmiştir. Fakat terörist
kavramıyla Müslüman kimliğinin özdeşleştirilmesi, 11 Eylül saldırıları sonrasında
98
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 56
99
ERDURMAZ, A. Serdar; Ortadoğu’daki Kitle İmha Silahları, Silahların Kontrolü ve Türkiye,
1. Basım, Ümit yayınları, Şubat 2003, Ankara. s. 21

56
ABD Afganistan’a ve Irak a terörün kaynağını kurutmak amacıyla girdiğini
söylemektedir. Bu duruma her ne sebep gösterilirse gösterilsin asıl sebep
Amerika’nın bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etmek istemesi ve dünya
üzerindeki konumunu koruyarak varlığını sürdürme arayışıdır.

İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana insanın olduğu her yerde, şiddet ve


terörün bir şekilde mevcut olduğunu görmekteyiz... Ancak şiddet ve terörün küresel
bir boyut kazanması çağımıza özgü bir durumdur. İslam gibi bir buçuk milyara yakın
insanın inanç dünyasını biçimlendiren bir dinin, şiddet ve terörle birlikte bu kadar
yaygın bir biçimde anılması da geçmişe uzanan kökleri olsa bile oldukça yenidir. İşin
ilginç yanı, Müslümanların geçmişinde şiddet ve terörün uç noktası diyebileceğimiz
soykırım örneklerinin izine asla rastlanmamasıdır. Amerika’daki yerlilerin maruz
kaldıkları acı tecrübe henüz akıllardan çıkmamıştır. Ermenilerin soykırım iddialarına
rağmen çıkan toplu mezarların Türklere ait olması düşündürücü bir gerçektir... Bütün
bu gerçeklere rağmen, İslam dünyası şiddet ve terörün kaynağı olarak
görülmektedir100.

Bu anlayışın yerleşmesinde çağdaş oryantalistlerin katkısı büyüktür.


Oryantalist gelenekte var olan doğu ile ilgili ön yargılı ve emperyal güce yol gösteren
ve onun tahakkümünü meşrulaştırmaya yönelik bilgi akışı ve akademik alt yapı
hazırlama olgusu günümüz modern oryantalizmde de devam ettirilmektedir.
Ortadoğu’daki herhangi bir çatışma ya da İslami terörden bahsederken camide namaz
kılan insanların görüntülerinin ya da ezan seslerinin görsel medyaya taşınması bu
denklemi dünya kamuoyu nezdinde kuvvetlendiren unsurlar olmuştur101.

Müslüman toplumların yaşadıkları bölgeler terör ve şiddet için en elverişli


bölgelerdir. Okuma yazma oranı gelişmiş ülkelerle mukayese edilemeyecek kadar
küçüktür. Kadın-erkek eşitliği konusunda sorunlar vardır. İnsan hakları ihlalleri
maalesef bir türlü önlenememektedir. Hukukun üstünlüğünün bir değer olarak kabul
edildiğinin göstergelerini bulmak biraz zordur. Müslümanların önemli bir kısmı,
100
ONAT, Hasan; a.g.e. s . 57
101
SEVDİ, Süleyman; “Ortadoğu, İslami Terör ve Batı”, T. C. Fırat Üniversitesi ORTA DOĞU
ARAŞTIRMALARI MERKEZİ YAY. NO:5, Birinci Ortadoğu Semineri (Kavramlar Kaynaklar
ve Metodoloji) (Elazığ, 29-31 Mayıs 2003) Bildiriler Elazığ 2004, s. 328.

57
Osmanlı şemsiyesinin kırılmasından sonra harita üzerinde cetvelle çizilen sınırlar
içerisinde, batılıların kuklası diktatörler tarafından yönetilmektedir… İslam dünyası,
özellikle son iki asırdır ‘yüksek güven kültürü’ yaratacak konumdan uzaktır102. Bu
güvensizlik ortamında Müslüman toplumlar hem kendi içinde hem de çevre ülkelerle
çatışma durumundadır. Özellikle 11 Eylül sonrasında ABD ve AB ülkeleri
Müslüman ülkeleri kendi güvenlikleri açısından tehdit olarak görmeye başladı,
tavırlarını sertleştirdiler. Ve bu bölgelere şiddet ve terörün kaynağı olduğu
gerekçesiyle müdahale etmeye başladı. Zaten son iki asırdır Avrupa ülkeleri çeşitli
nedenlerle bu bölgelere müdahale etmekteydiler. Dolayısıyla bu bölgeleri kendi
gerçeklerini tehdit eden şiddet ve terörün kaynağı olarak görmeleri gerçekleri tam
anlamıyla yansıtmamaktadır.

İkinci dünya savaşından sonra küresel güç olan ABD, soğuk savaş boyunca
küresel egemenliğini daha çok SSCB’nin kapitalist ülkeler üzerine oluşturduğu
askeri tehdite dayandırmıştır... Soğuk savaş sonrası tek süper güç olan ABD’nin bu
kabiliyetini devam ettirebilmesi için işaret ettiği tehdit İslami terörizmdir. ABD’nin
21. yy’ da tek süper güç olma yetisine meydan okuyabilecek potansiyel meydan
okuyucuların hepsi, Avrupa-Asya kıta bloğunda konumlanmışlardır. 11 Eylül
sonrasında ABD, terörü ve terörün arkasındaki güçleri sebep göstererek istediği
bölgeler saldırma yetkisini kendinde görmektedir103.

4.) 11 Eylül Saldırıları:

11 Eylül 2001 Salı günü ABD’de dört yolcu uçağının ikisi New York’taki
Dünya Ticaret Merkezi gökdelenlerini, diğeri de Washington D. C de Pentagon a
çarpmıştır. Sonuncu uçak ise düşürüldü. ABD tarihinin en büyük kanlı saldırılarını
yaşadı. 11 Eylül saldırıları ABD’nin kurduğu düzene ve hegemonyasına açık bir
başkaldırı niteliği taşımaktadır. Bu durum da terörü ABD’nin ve dünyanın
gündemine taşımıştır.

Noam Chomsky 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olarak şunları söylemektedir:


Salı günü korkunç terörist saldırılar dünya işlerinde oldukça yeni bir şey; kapsamı ve

102
ONAT, Hasan; a.g.e. s . 57
103
SEVDİ, Süleyman a.g.e. s 334

58
niteliği değil, fakat hedefi bakımından ABD açısından bakıldığında, 1812 savaşından
bu yana ilk defa ulusal toprakları saldırıya uğruyor, hatta tehdit ediyor.
Sömürgelerine saldırılar yapılmıştı, ama kendisine değil104.

Bu saldırılara verilecek tepki, ABD’nin saldırılar sonucunda sarsılan gücünün


ve prestijinin tamir edilmesi için önemlidir. Saldırılardan sonra kim tarafından
gerçekleştirildiği komplo teorileri ve fikirler ortaya atıldı. Kimileri bu olayın
medyanın üzerine giden görüntüleri saklayarak bir şeyleri gizlediğini öne
sürmüşlerdir, kimileri kulelerin yıkış şeklinin planlanmış yıkım olduğunu veya
hasarın uçak çarpması için çok küçük olduğu şeklinde olduğu yorumlanmıştır.

11 Eylül saldırılarının New York saat dilimine göre kronolojisi şöyledir:

8:45: Boston Massachusetts den kalkan ve kaçırılmış olan 11 sefer sayılı


Amerikan Hava Yolları uçağı Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesine çarparak
binada büyük bir delik açtı ve binada yangın çıktı.

9:03: Kaçırılmış olan 2. uçak Boston’dan gelen ve 175 sefer sayılı Amerikan
Hava Yolları uçağıydı ve Dünya Ticaret Merkezinin güney kulesine çarptı ve patladı.
Her iki binada yanıyordu...

9:30: Başkan Bush, Florida Sarosota’da, ülkenin ‘Açıkça terörist saldırıya’


uğradığını söyledi...

9:43: Amerikan Havayollarının 77 sefer sayılı uçuşu Pentagon a düştü. Büyük


bir duman bulutu havayı kapladı. Tahliyeler hızlandırıldı.

9:45: Beyaz Saray boşaltıldı.

9:57: Bush Florida dan ayrıldı.

10:05: Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesi çöktü ve çevresindeki


sokaklara aniden yıkıldı. Büyük bir toz bulutu enkaz oluştu ve yavaşça binadan etrafa
sürüklenmeye başladı.

10:10: Pentagon un bir bölümü çöktü.

104
CHOMSKY, Noam; 11 Eylül ve sonrası; Dünya nereye gidiyor?Türkçesi: Taylan Doğan-Nuri
Ersoy-Mehmet Kara-Ali Kerem-Aram Yayıncılık, İstanbul, 2002, s: 20-21

59
10:10: Kaçırılmış olan 93 sefer sayılı Amerikan Hava Yolları uçuşu,
Pittsburgh un kuzeydoğusundaki Pennsylvania-Somerset iline düştü.

10:13: Merkez binadan 4. 700 kişi, UNİCEF ve Birleşmiş Milletler kalkınma


programlarından toplamda 7. 000 kişi olmak üzere Birleşmiş Milletler binası
kuşatıldı.

10:22: Washington D. C. de Adalet ve Dış İşleri Bakanlığı, Dünya Bankası


boşaltıldı.

10:24: Federal Havacılık İdaresi ABD’ye Atlantik üzerinden gelen tüm


uçuşların Kanada ya çevrildiğini açıkladı.

10:28: Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesi kabuğu soyulurmuşcasına, çok


büyük bir enkaz ve duman bulutu bırakarak yukarıdan başlayarak çöktü...

10:46:ABD Dışişleri sekreteri Colin Powell Latin Amerika’ya olan gezisini


yarıda kesti ve Amerika’ ya döndü.

10:53: Salı günü yapılacak olan New York ön seçimleri ertelendi.

10:54: İsrail tüm diplomatik görevlileri tahliye etti.

11:16: CNN, Hastalık kontrol ve Önleme Merkezinin (CDC) acil yardım


takımlarının tedbir olarak hazırlandığını açıkladı.

11:18: Amerikan Hava yolları iki uçağını kaybettiğini açıkladı. İçinde 81


yolcu ve mürettebat ile Boston dan Los Angeles e uçan, 11 sefer sayılı ve Boeing
767 ve 58 yolcu ve 6 mürettebat ile Washington Dalles Uluslararası Havaalanından
Los Angeles’ e uçan, 77 sefer sayılı bir boeing 757 11 sefer sayılı uçak Dünya
Ticaret Merkezinin kuzey kulesine çarptı. 77. sefer sayılı uçak ise Pentagon’ a çarptı.

11:26: Amerikan Hava yolları New York, New Jersey’ den San Francisco,
California’ ya giden 93 sefer sayılı uçağın Pennsylvania’dan düştüğünü açıkladı...

11:59: Amerikan Hava yolları Boston’dan Los Angeles e giden 175 sefer
sayılı uçağın içindeki 57 yolcu ve 9 mürettebat ile düştüğünü açıkladı. Uçak Dünya
Ticaret Merkezinin güney kulesine çarpmıştı...

60
13:04:Bush Loyisianadaki Barksdak Hava Kuvvetleri üssünde yaptığı
açıklamada, Amerikan ordusunun dünya çapında üst seviyede alarma geçirilmesi de
dahil olmak üzere tüm uygun güvenlik önlemlerinin alındığını söyledi. Saldırıda ölen
ya da yaralananlar için dua istedi ve ‘Amerika Birleşik Devletleri bu korkakça
hareketin sorumlularını bulacak ve cezalandıracaktır’ dedi.

13:27: Washington D. C. de acil durum ilan edildi.

16:00: CNN Ulusal Güvenlik muhabiri David Ensor Amerikan Polisinin


saldırıdan sonra elde ettiği ‘yeni ve özel’ bazı bilgilere dayanarak; 1998 de iki
Amerikan Büyük Elçiliğinin bombalanması olayının şüphelisi olan Suudi militan
Usame Bin Laden in saldırıyla ilişkisi olduğuna dair güvenilir kanıtlar elde ettiğini
bildirdi...

17:20: Dünya Ticaret Merkezi Kompleksinin 47 katlı, 7 numaralı binası


çöktü. Günün erken saatlerinde caddenin karşısındaki ikiz kuleler çöktüğünde söz
konusu bina hasar görmüştü...

18:00: Terörist saldırı Amerikanın mali ve askeri merkezi hedef alındıktan


saatler sonra patlamalar Kabil ve Afganistan da duyuldu. Saldırılar yerel saatle
2:30’da meydana geldi. Afganistan, Amerikan polisinin Salı günkü ölümcül
saldırının arkasında olduğunu söylediği Bin Laden’ in Amerika’ da olduğuna
inanıyor. Amerikan polisi daha sonra ABD’nin olaylar ile hiçbir alakası olmadığını
söyledi. Saldırı ülkenin devam eden sivil savaşında taliban ile çatışan bir grup olan
Kuzey ittifakı tarafından üstlenildi...

18:45: Bush Marine One ile Beyaz Saray’ a geri döndü ve ulusa hitap etmek
için saat 20:30 belirlendi...

20:30: Başkan Bush ulusa seslenişinde, ’binlerce yaşam aniden kötülük


tarafından sonlandırıldı’ dedi ve salı gününün kurbanlarına ailesi ve arkadaşları için
dua edilmesini istedi. ’Bu eylem çelikleri eritmiştir, ama Amerikanın çelik gibi sert
azmini ve kararlılığını bozamayacaktır ’ dedi. Başkan Amerikan Hükümetinin
saldırıyı gerçekleştiren teröristler ile onları barındıranlar arasında ayrım
yapmayacağını söyledi.

61
11 Eylül saldırıları ile birlikte ABD’nin başta Ortadoğu politikası olmak
üzere dünya politikası değişti. Dünyanın artık eskisi gibi olmayacağı gibi sloganlar
söylendi.

Cirhinlioğlu’nun da belirttiği gibi, saldırıdan hemen sonra özellikle ülkemizde


de vurgulandığı gibi dünya ve dünya siyaseti iki parçaya bölünecekti; birinci
kısmında şiddet olaylarını destekleyenler ya da bunlara sempatizan olanlar,
ikincisinde de bu eylemlerin karşısında olanlar yer alacaktı105.

ABD yönetimi, saldırıların sorumlusunu Usame Bin Ladin ve El Kaide


örgütü olarak göstermiştir. Bush yönetimi 11 Eylül saldırılarını demokrasi, özgürlük
gibi değerlere bir saldırı olarak tanımlamıştır. Terörle mücadelede bu değerleri
korumak ve tüm dünya halklarının huzurunu korumayı amaçladığını gerekçe
göstermektedir. Beyaz Saray dünyayı adeta ‘ya bizden yanasınız ya da
düşmanımızsınız’ ibaresiyle ‘bizden yana olanlar ve olmayanlar ‘diye ikiye
ayırıyordu.

Amerika’ da elde edilen bulgulara göre; 11 Eylül eylemlerini


gerçekleştirenler, kendi hayatlarını da kolaylıkla feda ederek suçsuz insanları
öldürmeye koşullanmış ve bu eylemler için çok iyi hazırlanmış militanlardı. Bu
eylemlerin ABD ve Avrupa Üniversiteleri’nde eğitim görmüş yeni teknolojilere aşina
ve 11 Eylül’ deki eylemi planlayıp koordine edebilecek kadar bilgili ve yetenekli
kişiler olduğu anlaşılıyordu. Amerika’ da kurs görüp uçak kullanmasını öğrenerek bu
korkunç eylemi gerçekleştirmişlerdi106.

11 Eylül saldırıları sonucunda radikal İslamcılar suçlu görülmüştü ve


İslamcılık sorgulanmaya başlamıştır.

Saldırılar sonucunda ABD terör tehdidine karşı yönetimde ve vatandaşlarında


psikolojik bir travmaya yol açmıştır. Bu travma sonucunda da teröristlerle aynı etnik
kimliği taşıyan Müslümanlara ve o coğrafyada olanlara karşı ayrımcılık politikaları
başlamıştır.

105
CİRHİNLİOĞLU, Zafer; Terör veToplum; Gündoğan Yayınları, 2004, İstanbul s. 9
106
ULAGAY, Osman; Hedefteki Amerika ‘11 Eylül şoku’ ,Tımaş Yayınları, 2002, İstanbul, s:25-26

62
Eylül 2002 de yayınlanan ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi başlıklı metin
ABD güvenlik anlayışındaki değişimi gösteren ayrıntılı bir belgedir. Bu strateji
temelinde mevcut düzene karşı çıkanlara, terörle mücadele adı altında askeri bir
mücadeleyi ön görmektedir. Stratejiyi de yeni yüzyılda insan hakları, ekonomik ve
siyasal özgürlüklere sahip ülkelerin galip gelmesi gerektiği ve bunun için
mücadelenin önemi vurgulanmıştır. Bu noktada dünyanın geleceği, diğer bir deyişle
Amerikan tarzı düzenin devamı için ne tür rejime sahip ulusların koruyucu rolünde
savaşacakları belirtilmiş ama hangi ulus veya rejimlerle mücadele edileceği netliğine
kavuşturulmamıştır... ABD, belgede düşmanın adının terörizm olduğunu açıkça ifade
etmekte ancak bir terörist tanımlaması yapmamakta sadece birtakım ipuçları
vermekle yetinmektedir. Buna göre terörist:

— Kız çocuklarını okutmayanlar (Müslüman toplumlar)

— Totaliter rejimler (belirli bir ideoloji çerçevesinde örgütlenmiş tek parti


rejimleri)

— Tehlikeli teknoloji kullananlar (kim için tehlike oluşturduğu bilinmese de


burada kastedilen kitle imha silahları bulunduran bazı kişi ve devletlerdir)

— Radikal topluluklar

— Tüm bunlara yardım edip kolaylık sağlayanlardır107.

11 Eylül saldırıları uluslararası sistemde köklü değişmelere yol açmış, küresel


barış ve terör gibi olgular yeniden değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu saldırılar bütün
batılı ülkelerde, özellikle ABD’de büyük korkuya neden olmuştur. ABD, bu
saldırılardan ders çıkarmış ve yeni bir ‘Terörle Mücadele Konsepti’ ortaya
koymuştur108. Bush yönetimi önceliği güvenliğe vermiştir. Bunun sonucunda da
Ortadoğu’ ya yöneldi. Önce Afganistan operasyonu daha sonra 20 Mart 2003’de
Irak’a savaş açtı. ABD’nin yürüttüğü terör operasyonları, Afganistan’ da Taliban,
Irak’ ta Baas rejiminin yıkılmasına neden oldu.

107
DEDEOĞLU, Beril; “ABD’nin 21. yüzyıl stratejisi ve olası küresel etkileri”, 2023 dergisi, Kasım
2002, s. 26-32.
108
ERSOY, Ertan;”11 Eylül saldırıları sonrası Kafkaslar, Hazar Havzası ve Orta Asya da Değişen
dengelerin Petrol ve Doğalgaz Politikalarına yansımaları”, Jeopolitik, Sayı:1, Kış 2002 s. 151

63
5.) 7 Ekim 2001 Afganistan Operasyonu:

11 Eylül saldırılarından sonra 7 Ekim 2001’ de İngiltere ile birlikte


Afganistan’ da saklandığına inanılan Usame Bin Ladin; lideri olduğu El kaide örgütü
ve Taliban rejimine karşı operasyon başlattı. Taliban askeri hedeflerine ve
Afganistan’ da Bin Ladin in eğitim kamplarına füze saldırılarına başladı. Bu
operasyon sonucunda El Kaide örgütünün faaliyetlerine destek veren Taliban rejimi
devrildi.

ABD, 11 Eylül sonrası, terörle mücadele kapsamında gerçekleştirdiği


Afganistan müdahalesi ile Rusya ve Çin in etkili olmamasından da istifade ederek
bölgeye yerleşme ve etkili olma fırsatını yakalamıştır… Afganistan da bir taraftan
yeniden yapılanma sürecinin gerektirdiği faaliyetler olurken, diğer taraftan düşük
yoğunluklu çatışma ortamı da devam etmekte ve bu çatışmalar bazen daha büyük
boyutlara ulaşmaktadır... Afganistan müdahalesi belli bir aşamaya geldikten sonra
ABD Irak konusunu ön plana çıkartmıştır. ABD, Irak a yapacağı müdahale de kolay
başarı sağlayacağını, Irak’a müdahale etmek ve burada güç bulundurmak suretiyle,
İran’ı ve Suriye’yi baskı altına alacağını, bu ASAM Jeopolitik ve Strateji
Araştırmaları Başkanı ülkelerdeki rejimlerin değişmesini sağlayacağını, Orta Doğu
Barış sürecini arzu ettiği şekilde yönlendirebileceğini, hatta Suudi Arabistan’daki
rejime de gözdağı verebileceğini planlamıştır109.

Afganistan müdahalesinde gerekçe gösterilen demokrasi ve özgürlük vaadi,


hedeflenen yapısal değişim hala gerçekleştirilemedi.

6.) 20 Mart 2003 Irak Savaşı:

ABD, 11 Eylül saldırılarından sonra terörle mücadele çerçevesinde


Afganistan müdahalesinin devamında sonra 20 Mart 2003’te Irak a savaş açtı. Irak ta
kitle imha silahları bulunduğu gerekçesiyle girdiği Irak savaşında başta Fransa ve
Almanya’nın tepkisini aldı. Binlerce Iraklının ölümüyle savaşın 1 Mayıs 2003’te
resmen sona erdiği duyuruldu. Saddam rejimi devrildi, ABD öncülüğünde yeniden

109
www. avsam. org. tr. analizler. asp?I D =31 KULOĞLU, Armağan; Afganistan Tuzağına Dikkat! 1
Haziran 2004 s. 1

64
yapılandırma dönemi başlatıldı. Irak’ ta güvenlik hala sorun olarak devam ediyor ve
Irak büyük bir kaosun içine sürüklendi. Savaş gerekçesi olan kitle imha silahlarına da
hala ulaşılamadı. 30 Ocak 2005’te yapılan genel seçimler sonucunda Kürtler
seçimlerde ikinci oldu. Şii lideri El Caferi’nin başkanlığında kurulan kabine
güvenoyu almayı başardı. Ancak Sünni öfkesi ve saldırılar halen devam ediyor.

11 Eylül 2001, küreselleşme ile iyice belirginleşen eşitsizliklerin daha da


derinleştirilmesinin doğru olmadığını göstermiştir. Eşitsizliklerin eninde sonunda
küreselleşmenin lideri konumundaki ülkeleri de doğrudan ve olumsuz
etkileyebileceği açıkça görülmüştür. Buna karşın Batının bugün için bu gerçeği ne
ölçüde algıladığı kuşkuludur.

Batı bu algılamayı geliştirmek yerine ‘uygarlık çatışması’ndan etkilenmiştir.


11 Eylül sonucunda, aslında küreselleşmenin kültürel boyutuna daha fazla duyarlı
olunması ve farklı kültürlere karşı daha hoşgörülü olan bir yaklaşımın gerekliliği
ortaya çıkmışken, Batı da kimi zaman Berlusconi gibi siyasetçilerin demeçlerinde,
kendini açıkça ele veren islam düşmanlığı gözlemlenmektedir... 11 Eylül sonrasında
batı basınında çıkan ‘Amerikanın Afganistan’ ı bombalamasının aslında İslam
nedeniyle uygarlığın dışına düşmüş bir topluma uygarlık götürmek’ olduğu şeklinde
yapılan bir yorum, saldırganın gerçek amacını gizleyen iyi bir kanıttır110.

Sonuç olarak; 11 Eylül’ e değin teröre siyasal köken atfetmeyen ABD, bu


tarihten itibaren, terörizmi ancak Arap dünyasını yeniden düzenleyerek alt
edebileceği görüşünü öne çıkardı. Büyük Ortadoğu Projesinin güncel bağlama
oturması da bu görüşle bağlantılı olarak, terör üreten Arap ülkelerinin bulunduğu
bölgelere demokrasi, istikrar ve serbest piyasa ekonomisi götürme çabasının
yoğunluk kazanmasından kaynaklanıyor111.

ABD, küresel terörle mücadele edeceğim derken, acaba kendisi de yeni bir
küresel devlet terörüne mi yöneldi? sorusu cevap beklemektedir. Dünya basını ve TV
kanalları gün yok ki, ABD ve destekçilerinin askerlerince terör uygulaması, işkence,

110
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 35-36
111
CINGI, Aydın; Ortadoğu “ABD’nin gücünü sınadığı bir labaratuar konumundadır”; Der:Atilla
AKAR, Büyük Ortadoğu Kuşatması, Yeni Dünya Düzeninin Ortadoğu Ayağı, Timaç Yay. 2.
Baskı, Ekim 2004, İstanbul s: 2002

65
cinayet yapmıyor olsun. Buna meşru müdafaa demek mümkün mü? Çoluk çocuk,
kadın-erkek, genç-yaşlı, suçlu-suçsuz ayrımı yapmadan kitlesel imhaların adı terör
mü savaş mı? İlerleyen dönem de tarih bu hareketleri gerçek adıyla (terör) anacaktır.

III. BÖLÜM

ABD’NİN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ

Bu bölümde Amerika Birleşik Devletlerinin küresel egemenlik arayışının


teorik zemininden bahsedilecektir. Çalışmanın konusu olan Büyük Ortadoğu
Projesinin açıklanmasında yararlanılan teorilere, ABD’nin Ulusal Güvenlik
Stratejisine, projenin ne anlama geldiğine, amacına, kapsamına, projenin ayaklarına
yer verilecektir. Ayrıca ABD’nin yeni Ortadoğu perspektifinde din boyutunun
ağırlığı, projeye bölgedeki enerji kaynaklarının etkisi ve BOP’un stratejik arka
planı ele alınacaktır.

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında resmen açıkladığı Büyük


Ortadoğu’daki dönüşüm için projenin uygulamaya konulması doğrultusunda
Afganistan ve Irak müdahaleleri ele alınacaktır.

A-)YENİ AMERİKAN YÜZYILINDA AMERİKA BİRLEŞİK


DEVLETLERİ’NİN KÜRESEL GÜVENLİK VİZYONU VE BÜYÜK
ORTADOĞU STRATEJİSİ

1.) Amerika Birleşik Devletlerinin Küresel Egemenlik Arayışının Teorik


Zemini

ABD’nin siyasi tarihinde Realizm ve Liberalizmin önemi büyüktür.


Liberalizm çatışmayı önleyici özgürlükçü düşüncenin ideolojisi olmasına rağmen
Amerika Birleşik Devletlerinin soğuk savaş sonrası geliştirdiği küresel strateji
çatışmaya dayanmaktadır.

Gerçekçi (Realist) yaklaşım, çıkarların ve rekabetin olduğu bir dünyayı


çözümlemektedir. ‘ABD’nin yeni yüzyıldaki küresel egemenlik istemini yansıtan bir

66
girişim olan ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin teorik zemininin uluslararası ilişkilerde
çatışmayı açıklayıcı teorilerden yararlandığı, Ortadoğu’ ya barış ve özgürlük
getirdiği söylemi ile ortaya atılan projenin gerçekçi bakış açısıyla aslında 21.
yüzyılda ABD’nin üstünlüğü için inşa ettiği bir anlayış olduğu
değerlendirilmektedir112.

Gerçekçi yaklaşıma göre; uluslararası arenada devletler uluslararası ilişkilerde


anarşinin dengelenmesi için ikna edici şey ‘güç’ tür. Ulusal güçteki iç unsurlar da,
devletin dış politikasına etki etmekte ve yönlendirmektedir.

Yalnız Amerika Birleşik Devletlerinin ‘Büyük Ortadoğu Projesinde yalnızca


çatışma teorilerinin realist yaklaşımı temel alması yetersizdir. Bunun nedeni ise
denkleminde zihniyet ve değer unsurunun yerini iyi belirleyememesi, stratejik
zihniyet unsurunu göz ardı etmesidir. Tayyar ARI, gerçekçi teorilerle ilgili olarak
şunu söylemektedir; Gücü uluslararası ilişkileri anlamada uluslar arası dengenin
sağlanması ve anlaşmazlıkların çözülmesinde en temel kavram gören, bu bağlamda
askeri ve güvenlik konularına öncelik veren gerçekçi teoriler devlet içi dinamikleri
göz ardı etmektedir.113 Çok uluslu şirketlerin ve uluslararası sermayenin uluslararası
ilişkiler alanına karıştığı bu ortamda realist yaklaşımlar yetersizdir. Örneğin,
Ukrayna’ da yaşanan renkli devrimde hükümet dışı kuruluşların ve uluslararası
kamuoyunun etkisinin olduğu yönünde görüşler vardır.

ARI’ya göre; siyasal gerçeklik adı verilen realist paradigmada gerek


uluslararası çatışmaların sonucunun belirlenmesinde gerekse devletin davranışlarını
etkileme konusunda devletlerin sahip oldukları kapasiteler büyük önem
taşımaktadır114.

Klasik realist teoriler bir anlamda çatışmaya başvurmayı


meşrulaştırdıklarından dolayı ABD’nin yeni yüzyıldaki stratejisine realist çatışma
teorisi zemin olmakta ve meşrulaştırılmaktadır. 11 Eylül saldırılarından sonra ulusal

112
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s. 64
113
ARI, Tayyar; Uluslararası İlişkiler Teorileri-Çatışma-Hegemonya işbirliği, 1. basım Alfa
Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şirketi, İstanbul, 2002, s: 121-125
114
y.a.g.e. s . 139

67
güvenlik bölgesinde önleyici vuruş stratejisine yer veren Amerika Birleşik Devletleri
realist okulun görüşünü yaşama geçirmiştir. Bu doğrultuda Büyük Ortadoğu
Projesi’nin temeli ya da ilk yansımaları olarak terörizm ve kitle imha silahlarının
tehdidini ön olana çıkarması ve bu gerekçelerle Afganistan’ a müdahalesi ve Irak
savaşı da bu çerçevede açıklanabilir.

Realist anlayışta devletin çıkarı ön planda gelmektedir. İnsanlık, etik gibi


kavramlar çok önemli değildir. Kar, kazanç, çıkar ön plandadır.

Gücü merkeze alan realizmde uluslararası sistemin anarşik olduğu öne


sürülmektedir. Realist teorilerin öncülerinden Niebuhr da anarşik bir sistem olan
uluslararası alanda istikrarı güç dengesinin sağlandığına inanmaktadır. Niebuhr,
Adam Smith in ekonomi teorisinde piyasada var olduğunu öne sürdüğü görünmez ele
benzer şekilde bir elin düzeni sağlayıcı bir mekanizmanın güç dengesi olarak sanki
devletlerarası gizli bir kontrol varmışçasına işlediğine inanmaktadır. Güç dengesi
uluslararası sistemde barışın korunmasına katkıda bulunmaktadır115.

Realizm 1990 sonrası dönemi açıklamakta tek başına yetersizdir.


Neorealistler ise; realizmin özünü benimsemişler ancak realizmi yeniden
yorumlamışlardır. Neorelistler, gücü başlıbaşına amaç olmaktan çok olanaklı
olduğunda ve gerektiğinde başvurulabilecek bir araç olarak görmektedirler. Zayıf
olmak güçlülerin saldırısına davet çıkarmakta ancak çok güçlü olmaya çalışmakta,
öte yandan diğer devletleri silahlanmaya ve güçlerini birleştirmeye itmektedir...
Olağanüstü durumlarda devletin son endişesi güç değil güvenliktir116.

Realistler ve neorealistler, devletin iç ve dış politikalarını birlikte ele


almaktadırlar. Ama ulusal sistem ile dış yani uluslararası sistem birbirinden ayrı ele
alınmalıdır. Bu sebeple uluslararası sistemi açıklamada yetersiz kalmaktadır.

Klasik realist teori 1990’lardan sonra uluslararası ilişkileri açıklamada


yetersiz kaldı. SSCB’nin çöküşünü ön görmedi ve uluslararası ilişkilerin realist
teorinin öngörmediği eksene kaydığı düşünüldü. Fakat realizmin özünü oluşturan

115
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s . 67
116
ARI, Tayyar; a.g.e. s. 149-159

68
çıkarları en üst seviyeye çıkarma çabası zamana ve mekâna bağlı kalmayan bir
olgudur.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin açıklanmasında ulusal güç kavramını ve


çatışmaları açıklama anlamında realist teorilerden yararlanılmaktadır. Gücün
içeriğinin ve değişimin açıklanmasında jeopolitik teorilerin realist teorilerin
boşluğunu doldurduğu düşünülmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesinde de jeopolitik önemlidir. Çünkü soğuk savaş


döneminden sonra SSCB’nin dağılmasıyla birlikte enerji kaynaklarının bölgedeki
varlığı stratejik önemi nedeniyle bölgeyi ön plana çıkarmıştır.

EVCİOĞLU bu durumu şöyle dile getirmektedir: ABD’nin yeni Ortadoğu


perspektifini oluşturan görüşün teorik tabanında indirgemec vei determinist
açıklamalardan olabildiğince kaçınan çatışma ve rekabet teorilerinden yararlanan,
işbirliği arayışlarını dahi rekabet felsefesi çerçevesinde algılaya, güç konseptini
merkeze alan, realist jeopolitikçi bir yaklaşım bulunmaktadır. İlginç olan uluslararası
ilişkilerin Makyavelist yönüdür. Yalnızca ABD değil tüm aktörler ulusal
politikalarının özgürlükçü ve barışçı olduğunu, rakiplerin şer güçleri temsil ettiğini
ve insanlığa zarar verdiğini öne sürerek aslında işbirlikçi teorilere destek verdikleri
resmi söylemini kullanmaktadırlar117.

2.) Soğuk Savaş Sonrasında Amerikan Diplomasisi:

Amerika Birleşik Devletlerinin dış politikasını belirleyen iki strateji vardır. G.


John Ikenberry, bunlar ‘Realist Yönelimli Büyük Strateji’ ve ‘Liberal Yönelimli
Büyük Strateji’ olarak açıklamaktadır. Realist yönetimli strateji; çevreleme,
caydırma ve küresel güç dengesinin korunup sürdürülebilmesi üzerine kuruluyken,
Liberal yönelimli olan büyük strateji, piyasa ekonomisine bağlı demokrasileri örgütlü
ve kurumsallaşmış siyasal ilişkiler ağı içinde yaygınlaştırmayı, koruyup büyümeyi
amaç edinmiştir118.

117
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. s. 71
118
KENBERRY, G. John; America’s İmperial Ambition, Foreign Affairs, September/Octaber 2002. s.
60(Akt. EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 75)

69
Amerikan Diplomasisinin İkinci Dünya Savaşından sonra tek ulusal amacı
vardır. Komünizmi alt etmek. ABD, kendini demokratik ve özgür dünyanın lideri
olarak tanımlamıştır. Soğuk savaşı zaferle bitirmiştir. Dünyanın tek süper gücü
konumuna gelmiştir.

ABD, SSCB’ni alt ettikten sonra, kendisine düşman bulmakta gecikmemiştir.


Dünyadaki bazı devletler, insan haklarına, çok kimlikliliğe, çoğulculuğa,
katılımcılığa dayalı evrensel demokrasi dünyası ve dünya barışı ile istikrarı için
tehdit oluşturmaktadır. Bu devletler serseri veya haydut devletleri, yeni dünya
üzerine direnen devletler olarak görmektedir119.

Beyaz Saray Güvenlik Danışmanı A. Lake ‘Haydut Devlet’ tanımını, milletler


topluluğunun dışında kalmayı yeğleyen ve uluslararası topluluğun üzerine direnç
gösteren uluslararası temel değerlere saldırıda bulunan devletler olarak tarif
etmiştir120.

Serseri devletler; Irak, İran, Suriye, Libya, Kuzey Kore’dir. Bu ülkeler kitle
imha silahlarına sahiptir ve terörü destekledikleri için, barışı bozan devletler olarak
ilan edilmişlerdir. Aday serseri devletler ise; Çin, Hindistan, Pakistan, Güney Kore,
Mısır, Tayvan ve Türkiye’dir. Bu devletler kitle imha silahlarına sahip olma
arzusundadırlar. Aday adayı serseri devletler ise; Arjantin, Meksika, Brezilya, Küba,
Endonezya ve İsrail’dir. Bunlarda KİS’lere sahip olma içindeydiler.

Soğuk savaş öncesinde ve sonrasında Amerika Birleşik Devletleri özgürlük


ve demokrasi kavramını söylemlerinde sürekli dile getirmektedir.

11 Eylül öncesi ‘1990’lar için savunma stratejisi’ yazan şahinlerden Cheney-


Wolfowitz ekibinin anlayışı zamanla ABD’nin politik anlayışı olmuştur. ABD’nin
21. yüzyıldaki küresel güvenlik perspektifi aynı şahinlerin perspektifine uygun
olarak hazırlanan’ Yeni Amerikan yüzyılı Belgesi-PNAC(Project New American
Century) ve 11 Eylül sonrası bu belgeye dayanarak bina edilen ve 2002 yılında
Başkan Bush tarafından açıklanan ‘Ulusal Güvenlik Stratejisi Belgesi-National

119
BİLBİLİK, Erol; Küresel Dünya Politikaları ve Ulusal Seçenekler, Kaynak Yay:2. baskı. s. 105
120
TOPUR, Tuncer; Dipsiz Kuyu, Ortadoğu ve Türkiye, Kültür Sanat Yayıncılık, Ekim 2004
İstanbul. s, 313

70
Security Stratregy ‘ne yön vermiştir. Bu belgelerde, ABD’nin terörizme karşı savaş
için önleyici müdahale konseptini benimsediğini, terörizmin bataklıklarını kurutmak
için demokrasiyi yaymak, özgürlük götürmek resmi söylemleriyle Ortadoğu ve
Avrasya’ ya yoğunlaştığı görülmektedir. Ayrıca PNAC ve 1992 strateji belgesi bu
çalışmanın konusu olan Ortadoğu projesinin amaçları ve ABD’nin yeni Ortadoğu
perspektifi konusunda temel verileri içermektedir121.

Amerika Birleşik Devletleri soğuk savaşın sona ermesinden sonra politikasını


dünyanın tek süper gücü olarak devam ettirmesi üzerine kurmuş ve sürdürmüştür.
Demokratikleşme söylemini de tek süper güç olarak devamlılığı gerçeğini yaşama
geçirilebilmek için kullanmaktadır. Bugün Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında da
demokratikleşme ve terörizmin kurtulması gibi gerekçeler bu çerçevede dile
getirilmektedir.

3.)Amerika Birleşik Devletlerinin Yeni Güvenlik Anlayışı:

Mahir Kaynak‘ın da kitabında yer verdiği gibi Suudi Arabistan’ın tanınmış


Laden ailesinden bir dolar milyarderi olan Usame Bin Ladin ABD’de yaşanan 11
Eylül terör saldırısından sorumlu tutulmaktadır. Bin Ladin Rusların Afganistan’dan
atılması için yapılan savaşta militan bir İslamcı lideri olarak görev almıştı122.

Noam Chomsky’e göre; Ladin CIA ve Pakistan İstihbaratı içerisindeki


uzantıları tarafından hizmete alınan, silahlandırılan ve parasal olarak desteklenen pek
çok köktenci aşırıdan biridir. Ancak 1990’da ABD’nin Irak a karşı savaş başlattığı
zamandan itibaren Suudi Arabistan’ da üsler kurmasıyla beraber Afganiler ABD’yi
karşılarına almışlardır. Bin Ladin’e göre, bu olay SSCB’nin Afganistan işgalinin bir
benzeriydi. Ama çok daha önemliydi. Çünkü Suudi Arabistan’ın kutsal yerleri
koruyucusu olmak gibi özel bir konumu vardır123.

Chomsky’e göre, Usame Bin Ladin İslam dışı olarak gördüğü bölgelerin
baskıcı ve köhne rejimlerine muhalefet etmektedir. Bölgedeki bu rejimleri

121
Rebuilding America’s Defenses; Strategy, Forces and Resources For a New Century a report of the
Project for a new American Century, September 2000.
122
KAYNAK, Mahir; Amerika, 11 Eylül, Afganistan, Irak, İlk yay; 1. Basım, Ekim 2003. s. 78
123
CHOMSKY, Noam; 11 Eylül ve sonrası Dünya nereye gidiyor?Aram Yay. Haziran 2002. s. 16

71
desteklediği için de ABD’den de nefret etmektedir. Sadece bu değil, İsrail’in
Filistin’e uyguladığı politika, müslümanların karşı karşıya kaldığı aşağılanma,
Cenevre Antlaşmalarının büyük ölçüde ihlal edilmesi, Washington un diplomatik,
askeri ve ekonomik müdahaleleriyle desteklenmektedir. Dolayısıyla tüm bu
eylemlerden Ladin’e göre ABD sorumludur.

Tüm bu tepkiler, 11 Eylül saldırılarında su yüzüne çıkmıştır. 11 Eylül olayı


dönüm noktası olmuştur. ABD, bu saldırıların doğudan kendisini hedef almadığını,
uygarlığın merkezine yapılmış olmasından dolayı tüm uygar ve özgür toplumlara
yönelik olduğunu söylemiştir.

ABD Başkanı Bush, 11 Eylül saldırılarından sonra dünyaya terörizmle


savaşta ya bizimlesiniz ya da karşı taraftasınız şeklinde bir seçenek sunmuştur. Batılı
devletler ABD’yi seçmiş ve ülkelerinde yaşayan Müslüman Araplara ya da
kendilerinden saymadıkları insanlara karşı ezici, sindirici eylemlerde
124
bulunulmuştur .

G. Bush yönetiminin 1992 tarihli ’Savunma Planlama Kılavuzu’ adlı


dökümanında da açıkladığı üzere ABD’nin yeni güvenlik stratejisi eski Sovyet
coğrafyasında ya da başka bir yerde yeni bir rakip gücün ortaya çıkarak, küresel bir
güç olmasına yardım olabilecek değerdeki kaynakların bulunduğu bölgeyi kontrol
altına almasının engellenmesinin gerekliği üzerine kurulmuştur125. Büyük Ortadoğu
Projesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir. ABD’nin 21. yüzyılda önde gelen
hedefi Pax Amerikana’ın devamlılığını sağlamaktır. Bu PNAC’ta resmi olarak yer
almaktadır.

4.)İdeolojik Çatışmadan Kültürel Çatışmaya :Uygarlık Çatışması:

Huntington’a göre soğuk savaşın sona ermesi, Amerikan halkı ile yönetimi
arasında oluşan ortak kimliğin de erozyona uğraması ile sonuçlanacaktı. Bu nedenle;
heterojen, çok kültürlü, etnik ve ırksal farklılığı olan iç dinamikleriyle ABD,
bütünlüğünü koruyabilmek için diğer ülkelerden daha fazla düşmana gereksinim

124
CHOMSKY, Noam; a. g. e. s. 17
125
ŞİMŞEK, Ayhan; “ABD’nin Yeni Küresel Savunma Stratejisi”, Cumhuriyet Strateji, Temmuz,
2004 s. 10-12

72
duymaktaydı126. Bu doğrultuda Batı şu an kızları okutmayan İslam ülkelerini üstü
kapalı bir şekilde öteki olarak tanımlamıştır. Batı dışındaki toplumlar öteki şeklinde
nitelendirilmiştir. 11 Eylül saldırıları, medeniyetler çatışması için bir başlangıç
olmuştur. Neocon’lar tarafından da uygulamaya konmuştur.

Samuel Huntington’ın ‘Uygarlıklar Çatışması’, Francis Fukuyama’nın


‘Tarihin Sonu’ tezi ve Robert Kaplan’ın ‘Yükselen Anarşi’ adlı yazıları bu açıdan
önemlidir.

Fukuyama, Tarihin Sonu adlı makalesinde şunları söylemektedir: Tanık


olduğumuz yalnızca soğuk savaşın sonu veya savaş sonrası kendine özgü bir
dönemin geçip gitmesi değil, fakat şu anlamda tarihin sonu olabilir: Yani
insanoğlunun ideolojik evriminin son noktası ve Batı tarzı liberal demokrasinin insan
ırkının nihai yönetim biçimi olarak evrenselleşmesi127, diye söylenmektedir. Bu da
Amerika Birleşik Devletlerinin dünya egemenliğini meşrulaştırmaya yöneliktir. Tek
süper güç olarak kalacağını öne sürmektedir.

Huntington’un ‘Uygarlık Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması’


adlı yapıtında yeni dünyada artık mücadelenin kalmayacağı ideolojik ve ekonomik
değil, kültürler arası çatışmaların asıl kaynağı insanlar arasındaki farklı kültürler
arasında olacaktır. Savaşlar farklı uygarlıklar arasında gerçekleşecektir. Küresel
politikaya uygarlık çatışması egemen olacaktır. Bu medeniyetler arasındaki
mücadelede modern dünyadaki mücadele evriminde son evre olacaktır.

Huntington’a göre, İslam dünyası ile batı arasındaki etkileşim her iki tarafta
bir uygarlık çatışması olarak görülmektedir. Tehdit algılaması Konfüçyen uygarlığı
da içine almaktadır. Huntington Çin’i önemli silah ve teknolojisi ihracat’ cısı olarak
ele almakta ve Batı uygarlıklarına hem İslam dünyasının hem de Çin’in meydan
okuduğundan bahsetmektedir.

126
HUNTİNGTON, Samuel; Medeniyetler çatışması; ABD Ulusal Çıkarlarını Yitirirken, Çev.
Murat Yılmaz, Vadi Yay. İstanbul, 1995. s. 159

127
FUKUYAMA, Francis; Tarihin sonumu?Der. :Mustafa Aydın, Ertam Özensel. Vadi Yay.
Toplum Dizisi. 2. baskı. 2001, Ankara, s. 114

73
Kongar’a göre de; Huntignton uygarlıkların çatışmasında kültürel motiflerden
bahsederken uluslararası ilişkilerde çıkarı göz ardı etmiştir. Körfez savaşından önce
aydın dinden olan iki ülke savaşmıştır. Daha sonra ABD, Kuveyt adına Irak a
müdahale etmiştir. Kültürler değil çıkarlar ön plana alınmıştır.

Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ ve Huntington’un ‘Uygarlıklar Çatışması’ adlı


çalışmalarının ortak yaklaşımından çıkarılan sonuçlara göre insanlığın geldiği son
aşama liberal demokrasi ve kapitalizmdir. Fakat bazı uygarlıklar tarihsel gelişimleri
doğrultusunda liberal kapitalist sistem kuramazlar. Bu liberal kapitalist olamayan
ülkelerin sonu da Batı Afrika ülkeleri gibi olacaktır.

1990’lı yıllar batı karşısında yeni tehdidin arandığı, stratejilerin oluşturduğu


ve batılıların Hıristiyanlığı ön plana çıkararak medeniyetler çatışmasının zemininin
oluşturulması için çalıştığı yıllardır. Graham E. Fuller tehdit arayışını şöyle
açıklamaktadır: Gerçekte soğuk savaş biteli beri, dünyada bir sonraki ideolojik
mücadelenin İslam ile batı arsında olacağı konusunda spekülasyona girişmek moda
durumuna gelmiş bulunuyor. Bu spekülasyonun temelinde ise, ille de batılı ülkelere
meydan okuyacak yeni bir ’İzm’ in ortaya çıkması gerektiği inancı yatıyor. Bu
önerme tümüyle temelsiz de değil: Batı’nın özellikle ABD’nin, kültürel, siyasal,
ekonomik ve askeri arenada ortaya koyduğu simgesel ve reel güç, ürkütücü ve
müdahaleci bir nitelik taşıyor. Batı’nın dünyadaki varlığı neredeyse tanım gereği bir
tür karşılık (düşman) yaratmaya mahkûm bulunuyor128.

Uygarlıklar çatışması ve öteki nitelemeleri 11 Eylül olayından sonra gündeme


gelse de aslında çok önceleri planlanmış ve başlatılmıştır.

5.)Bush Doktrini-2002 ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ve Amerika


Birleşik Devletlerinin Dış Politikasında Yeni Yönelimler:

17 Eylül 2002’de imzalanan ve 20 Eylül 2002’de kamuoyuna sunulan ‘ABD


Ulusal Güvenlik Stratejisi’, ABD’nin ‘soğuk savaş’ sonrası dünya düzeni için
yapılan tasarımı yansıtan önemli belgelerdendir.

128
BAYZAN,A. Rıza; Küresel Vaftiz-Misyoner Örgütlerin Türkiye ve Türk Cumhuriyetlerini
Hristiyanlaştırma opersasyonu, Kültürsanat yay. 2. baskı, Ağustos 2004, s. 325.

74
‘National Securıty Strategy Belgesi’ yayınlanmadan 4 ay önce, West Point’in
(Kara Harp Okulu) mezuniyetinde Başkan Bush yeni doktrinle ilgili açıklamasında
terörle savaşın ilkelerini açıklamıştı: ABD’nin soğuk savaş boyunca izlenen
caydırıcılık (deterrence) ve çevreleme (contaimrent) doktrinleri; bazı durumlarda
hala uygulanabilir oldukları halde yeni tehditler karşısında yetersiz kalmıştır. Ancak
teröre karşı savaş savunmada kalarak kazanılmayacaktır. Savaşı düşmana
götürmeliyiz, planlarını bozmalıyız ve en vahim tehditler daha ortaya çıkmadan
önlerini kesmeliyiz. İçine girdiğimiz çağda, emniyete giden tek yol eylemlerin
yoludur129.

Evcioğlu; ulusal güvenlik stratejisi (National Securıty Strategy) bağlamında


Amerika Birleşik Devletlerinin uygulayacağı temel politikaların şöyle olacağını
söylemektedir:

—İnsanlık onurunun savunucusu olmak

—Küresel terörizmi yenmek için ortaklıklar kurmak

—ABD ve ortaklarına yönelen saldırıları önlemek

—Bölgesel çatışmaların uzlaştırılmasında diğer devletlerle işbirliği yapmak

—Kitle imha silahlarını(KİS) bir tehdit unsuru olarak kullananlara karşı savaş
vermek

—Serbest piyasa ve ticaret eliyle yeni bir küresel ekonomik büyüme atılımı
gerçekleştirmek

—Diğer küresel güç merkezleriyle işbirliğine dayalı eylemlerde bulunabilmek


için ortak planlar geliştirmek

—ABD’nin ulusal güvenli kurumlarını düzeltmek ve yeniden düzenlemek130.

Amerika Birleşik Devletlerinin küresel terörizme karşı ortaklıklar kurma


politikası kendi seçtiği düşmana karşı bir ittifak oluşturmaya yöneliktir. Bu politika
üst düzey politikacılar tarafından dile getirilmiş ve Bush tarafından da Ocak 2004’te

129
www. whitehause. goulnscl. pdf. The National Security Strategy of the united states of America,
Washington, George W. Bush, D. C, September 2002 Akt. EVCİOĞLU
130
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 101-102

75
Amerikan Kongresinde ‘ onlara ya bizdensiniz yada onlardansınız’ ibaresiyle
somutlaştırılmıştır. Bu tarihi açıklamada Amerika Birleşik Devletlerinin ezici
ekonomik ve askeri dünyaya meydan okumasıydı.

Amerika Birleşik Devletlerinin Ulusal Güvenlik Stratejisinde de yer aldığı


gibi ekonomik ve askeri gücünün stratejilerin birlikte uygulamaya konulması dikkat
çekicidir. ABD, terörün kaynağı gösterdiği bölgelere serbest piyasa ekonomisini,
demokrasiyi götürmeyi de amaçlamaktadır. Bu da ABD’nin ekonomik nüfuz
alanlarını genişletmektedir.

Belgenin üçüncü bölümünde, küresel terörizmle savaş ele alınmaktadır. Buna


göre düşmen tekbir siyasal rejim ya da kişilerden oluşmamaktadır. Belirli bir din
veya ideolojiye sahip değildir. Dünya küresel çapta bir terörizmle karşı karşıyadır131.
ABD dünyanın dört bir tarafında eş zamanlı bir operasyon yürüten bir güç. Bu
müdahaleleri aynı etnik ya da dini kimliğe sahip gruplara uygulamamıştır.
Dolayısıyla tek bir tehdit algılaması veya düşman tanımlaması mümkün
olmayacaktır. ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisinde yaptığı düşman tanımlaması
kendi açısından gayet doğru ve akılcıdır. Ancak dünya ülkeleri arasında ABD ile
düşünsel olarak çatışacak devletlerin terörist ilan edilme riskini de taşımaktadır. Bu
risk dünya devletleri açısından bir tedirginlik unsuru olmakla birlikte, ABD açısından
da kurduğu ittifakı koruması için önemli bir avantajdır.

Evcioğlu, Ulusal Güvenlik Stratejisinde ABD’nin terörle mücadele de


yapacaklarının şöyle tanımlandığını söylemektedir132.

—Kitle imha silahlarına sahip olan veya bunlara sahip olmaya çalışan küresel
ölçütlerdeki terör örgütleriyle savaşmak amacıyla ulusal ve uluslararası gücün
olanaklarından doğrudan ve sürekli olarak yararlanmak

—Bir terörist tehdidi algılandığı anda onu yok etmek

—Teröristlere yönelik bu karşı eylemde tek başına da olsa eylem yapmaktan


kaçınmamak

131
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 102
132
y.a. g. e. s. 102-103

76
—Diğer devletlerin de bu savaşa etkin biçimde kazanılmasını sağlamak.

Bunun için:

—Terörizmin yasal olmadığı gösterilecek

—Özellikle İslam ülkelerinde ılımlı ve çağdaş hükümetlerin desteklenmesi


sağlanacak

—Uluslararası topluluğun tüm dikkatinin konu üzerine yönlendirilmesine


çalışılacak

—Söz konusu eylemler için diplomasiden yaralanılacak

NNS Belgesinin ‘ Bölgesel Çatışmaların Çözümlenmesinde Diğerleriyle


işbirliği’ başlıklı dördüncü bölümde özellikle Ortadoğu’daki İsrail ve Filistin sorunu
ele alınmıştır. Bu sorunun kesinlikle çözülmesi gerektiği belirtilirken, Ortadoğu’nun
ABD’nin diğer küresel öncelikleri için çok önemli olduğu belirtilmiştir. NNS’te;
ABD’nin düşmanlarının ABD’yi, müttefiklerini ve dostlarını kitle imha silahlarıyla
tehdit etmesinin önlenmesi başlığını taşıyan beşinci bölümde KİS’e sahip olan veya
bu gibi silahları edinmeye çalışan örgüt ve devletlerle nasıl savaş verileceği ele
alınmıştır. Beşinci bölümde sözü edilen ülkelerin haydut devletlerin (rogue states),
ABD’ye oluşturduğu tehdidin algılanmasının 10 yıl sürdüğü gibi ilginç bir yaklaşım
da yer almaktadır. Açıklamaya göre ABD, haydut devletleri önlemek için önleyici
doktrinden yaralanacaktır133.

Amerikanın Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin küresel egemenlik


arayışının bir belgesidir. Bu belge ABD’nin çıkarları çerçevesindedir. Dünyada süper
güç konumundaki ABD’nin karşısına çıkabilecek bir oluşumun ortaya çıkmaması
stratejisindeki temel amaçtır. ABD, ulusal çıkarlarını savunmak için uluslararası
işbirliğine açık olduğu halde gerektiğinde tek başına tüm olanakları kullanabileceği
mesajını vermektedir.

ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisinde bahsedildiği gibi terör konusu


devletlerin iç ve dış politikalarına karışmanın bir aracı olabilecektir. ABD terörü

133
y. a. g. e. s. 103

77
desteklediği veya barındırdığı kitle imha silahlarına sahip olduğu gerekçesiyle her
hangi bir devleti veya kişiyi hedef alabilecektir. Irak müdahalesi buna iyi bir
örnektir. Ama KİS’lerin bulunamaması ABD’nin dünyadaki inandırıcılığını
yitirmesine sebep olmuştur. Fakat buradan anlaşılıyor ki, ABD gerekçe bulur ve
istediğini yapabilmektedir. ABD’nin bu ayrıcalığı sadece kendisine tanıması da
doğru görülmemektedir. Terör konusunda tüm bu belgelere rağmen ABD nesnel
davranmamaktadır. Örneğin; PKK kongra Gel, Irak’ın Kuzeyinde koalisyon
güçlerinin kontrolü altında eylemleri sürdürürken, ABD bu örgütü görmezden
gelmektedir.

ABD’nin yeni stratejisi çok kutupluluktan tek kutuplu dünyaya geçişin bir
sonucu olarak Amerikan üstünlük teorisini yansıtmayı sürdürmektedir. ABD Başkanı
Bush un 26 Şubat 2002’de yaptığı açıklama güzel bir örnektir. G. W. Bush; tarihin
geri kalanı tarafımızdan yazılacaktır demektedir. Tarihin geri kalanını yazacağını öne
süren ABD, birbirinden iki deniz aşırı alanda eş zamanlı olarak hareket yapabilecek
yetenektedir134.

Büyük Ortadoğu Projesi bu strateji çerçevesinde ele alınmalıdır. 11 Eylül ve


sonrası yeni dönemin tanımlanması, terörizm ve kitle imha silahları tehdidine
dayanan bir güvenlik yapılanmasına gidilmesinin günümüzle bağlantısının
anlaşılması için ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisinin anlaşılması gerekmektedir.

B-)AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN SÖYLEMİNDE BÜYÜK


ORTADOĞU PROJESİ:

1.) Büyük Ortadoğu Projesinin Ne’liği ve Amacı:

Büyük Ortadoğu Stratejisi Bush yönetiminde ilk kez 2002 yılında Dışişleri
Bakanı Colin Powell tarafından gündeme getirildi. Powell Irak’ın yanı sıra tüm
Ortadoğu’ya demokrasi getirilmelidir dedi. Konuyu, 20 Ocak 2004 tarihinde yaptığı
‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında gündeme getiren ABD Başkanı Bush, ABD’nin,
Ortadoğu için ileriye dönük bir stratejiyi benimsediğini açıklamıştır. ABD Başkanı

134
y.a. g. e. s. 111-112

78
Bush, T. C. Başbakanı R. Tayyip Erdoğan’la Ocak 2004’te gerçekleşen
görüşmesinde; Bu tasarının Ortadoğu da barış ve demokrasiyi geliştirme temeline
dayandığı, bunun için de bölge ülkelerinde refahı tabana yayarken demokratik reform
çalışmalarına destek vereceğini belirtmiş, Türkiye’nin; Laik, Demokratik, Müslüman
yapısıyla bu tasarının model olduğunu ifade ederek ’destek’ talebinde
bulunmuştur135.

ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Davos’taki Dünya Ekonomi Forumu


toplantısında Demokrasiyi Büyük Ortadoğu da geliştirmek için bütün dostlarımızın
kapısını çalacağız şeklinde açıklamada bulunmuştur.

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Condoleezza Rice, 2003ün son


aylarında Washington Post’ta yayınlanan ‘Ortadoğu’yu Değiştirmek’ başlıklı
makalesinde; ‘Fas’tan Basra Körfezine kadar Ortadoğu’da 22 devletin
değiştirileceğini’ söyledi136.

Projenin; askeri, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, dinsel ve enerji boyutu


bulunmaktadır. ‘Terör ve Kitle imha silahlarının engellenmesi’ ile demokrasi ve
özgürlük götürme gibi amaçlar, ana hedefler değil, araç hedeflerdir.

BOP ile ABD bölgede;

a) Enerji kaynakları üzerinde denetimi sağlamak ve kendine yeni Pazar


alanları yaratmak istiyor.

b) Geleneksel ve radikal İslami saf dışı bırakıp yerine küresel sermayeyle


uyumlu, Hristiyan kültürüne olumlu bakan bir ılımlı İslam anlayışı getirmek

c) ABD, kendi küresel egemenliği kalıcılaştırma çabasında ve rakip ülkelerin


ilerleme kaygısını taşıyor.

d) Bölgede İsrail in güvenliği

e) Ulus devleti yıkıp yerine küçük, parça devletlerin olması yani federatif
yapının gelmesi.

135
BİLBİLİK, Erol; Nato-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Yay. 1. Basım
İstanbul, Ağustos 2004 s. 111-112
136
İrfan ÜLKÜ; Y. Çağ, 16. 03. 2004.

79
ABD Başkanı George W. Bush böyle bir proje ile Ortadoğu’ya
yönelmelerinin en önemli gerekçesini birçok Ortadoğu ülkesinde var olan
yoksulluğun derinleşmesinde görmektedir. Ona göre; bu ülkelerde kadın hakları
bulunmamaktadır... Bütün dünya ilerlemekteyken Ortadoğu toplumları yerinde
saymaktadır. Bu nedenle Başkan Bush’a göre; Ortadoğu özgürlüğün yeşermediği bir
yer olarak kaldığı sürece, bölgede durgunluk, gücenme sürecek ve şiddet ihraç
edilmek üzere her zaman var olacaktır137.

Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu da terörün sebebini insan haklarının


ihlaline, demokrasinin olmamasına ve ekonomik gelişmenin geri kalmasına
bağlamaktadır. Ancak bölgede özgürlük ve kişisel hakların korunmaya alınmadan
demokrasinin ne kadar uygulanabilir olduğu halen şüphe ile karşılanan bir konudur.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarlarından olan Dick Cheney:BOP’un ana


fikrinin, bütün bölgeye demokrasiyi yayarak bölgede gelişmeyi ve barışı
garantilemek olduğunu söylemektedir. Ona göre; demokrasiye giden yol haritası
kesinlikle değerlidir. Proje kapsamında kadınların durumuna da eğilmek
gerekmektedir. Demokratik süreci kolaylaştırmak için bölgenin sorunları
çözülmelidir. Demokrasiye giden kilometre taşları şunlardır:

—Sınırlardaki hukuk ihlallerini önlemek

—Dinsel ve ulusal azınlıkların kendi yazgısını belirlemesini

—Bütün bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak için eğitimdeki


büyük ilerlemeyi sağlamak138.

Amerika Birleşik Devletleri Ortadoğu’da siyasal olarak demokratikleşmeyi,


ekonomik açıdan piyasa ekonomisine işlerlik kazandırılmasını, sosyal olarak
bölgenin modernleşmesini ve dini açıdan da İslam’ın ılımlaştırılmasını
hedeflemektedir. Bölgede bu amaçlarını gerçekleştirmek te ABD’nin dünyadaki
hegemonyasını, tek süper güç olmasının devamlılığını sağlayacaktır.

137
www. freeworldacademy. com/globalleader/great. htm, 6 Şubat 2005
138
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 115-116

80
Yani Büyük Ortadoğu Projesi, bölgede demokrasinin tesis edilmesi, insan
hakları ihlallerinin önlenmesi, serbest piyasa ekonomisinin işlerlik kazanmasını ve
toplumsal reformları amaçlamaktadır.

Kaynak BOP’un bölgeye demokrasi getirmesi söylemine ilişkin kendi


görüşlerini şöyle dile getiriyor:’..:bir ülkede demokrasi olması için rakip tarafların
olması lazımdır. Bu rekabet ekonomik güç ile ortaya çıkar. Amerika Birleşik
Devletlerinde çok sayıda ekonomik güç olduğu için, bunların arasındaki ekonomik
rekabet, siyasi partileri doğurur. Oysa ekonomik gücün tek olduğu ülkede demokrasi
olmaz. Çünkü bütün kaynaklar elindedir. Suudi Arabistan da herkes Oxford’dan
mezun olsa yine demokrasi olmaz. Çünkü ekonomik kaynak tektir. O da petroldür.
Petrol kimin elinde ise, bütün basın yayın organlarına, eğitim sistemine hakim
olacaktır... O halde ekonomik kaynaklar tek elde olunca, siyasette tek elde olmak
zorundadır. Bunu kimse bozamaz139. ’

Kaynak, bölgede demokrasi taleplerinin özgür bir yaşamı teşvik için


olmadığını söylemektedir. Demokrasi talebinin iki amaçla yapıldığını açıklıyor.
Birinci; her ülkede hakim olan bir tek sınıf olduğundan dolayı mevcut olan siyasi
kadroların değişmesi ya seçimle ya darbeyle değiştirilir. Bu değişme de kim kitle
iletişim araçlarını elinde tutuyor, paraya sahipse o seçilir. İkincisi ise demokrasinin
ideolojik farklılıklara değil din ve ırk temeline yakın zamanda dayanacağı ve bu
farklılığın batıda güç farklılaşmasına benzemeyeceğini söylemektedir. Dolayısıyla
bölgedeki bu ayrışma, lokal ve ülkeye has güçlerin oluşmasını engeller. Dışarının
ülke üzerinde manipülasyonu, dışarıdan etkiler daha kolay olmaktadır. ABD
farklılıkları tahrik ediyor ve bunu demokrasi adına yapmaktadır. Bu farklılaşma
ekonomik güç farklılaşması değil veya ideolojik farklılaşma değil, ırk ve din
temeline dayalı farklılaşmadır. Demokraside tarafların çatışma nedeni dini ve etnik
nedenler olacaktır. Yani farklı çözümler üreten siyasi partilerin ortaya çıkması söz
konusu değildir.

139
KAYNAK. M. GÜRSES, E; Büyük Ortadoğu Projesi, Röp. Faruk Bilgin, İlk Yay 8. baskı. Eylül
2004, s. 17-18. --

81
Bilgin’ in de dediği gibi ‘BOP’un asıl hedefi, Ortadoğu da batıya ve özellikle
ABD’ye yönelik radikalizmin kökünü kazımaktır. Diğer bir deyişle ABD, bu proje
ile bölgedeki kontrolünü en az kayıpla ve en sağlam şekilde sağlamanın yollarını
aramaktadır. Dolayısıyla, BOP bölge halklarının eksiklik ve ihtiyaçlarından ziyade
Batı ve ABD’nin güvenlik, politik ve stratejik ihtiyaçlarından doğmuş bir plandır. Bu
temel hedefin gerçekleştirilmesi ise siyasi olarak bölgenin demokratikleştirilmesi,
ekonomik olarak liberalleştirilmesi, kültürel olarak da bölgedeki mevcut inanç ve
ideolojilerin ılımanlaştırılması yoluyla ön görülmüştür140.

Hacısalihoğlu, BOP’un uygulanmasına ilişkin şunları dile getiriyor. BOP’un


uygulanmasında özenli bir dil kullanılarak değişim statiko ikilemi basat çelişki
olarak sunulacak ve buna göre kitleler ‘Baskıcı rejimlerle’ özgürlük arasında tercih
yapma zorunda bırakılacaktır. Bunun için siyasal ve kültürel ‘reform paketleri’; her
şeyin o ülkenin halkının geleceği, refahı ve mutluluğu için yapıldığı izlenimi
yaratılacaktır... Oysa altyapı unsuru olarak ekonomik yapı değişmediği ve her alanda
üretim egemen kılınmadığı sürece üst yapıdaki hukuksal, kültürel değişimlerin bir
ülkeye kalıcı yarar sağlamayacağı gerçeği daima gizlenecektir141. Alt yapı temel
belirleyicidir. Alt yapıda yani ekonomik yapıda meydana gelen değişiklikler üst
yapıyı etkilemektedir. Dolayısıyla ekonomik yapı değişmediği sürece üst yapıdaki
değişmeler kalıcı olamaz.

BOP soğuk savaş sonrası dönem ve 11 Eylül saldırıları sonrası gelişen


olaylarla paralellik göstermektedir. Dünya üzerinde istikrarsız güvenliği tehdit eden
ülkelerin istikrara kavuşturulması amaçlanmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD’nin açıklamalarına göre stratejik amaçları


şunlardır:

a) Doğal kaynaklara kesintisiz erişim

b) İsrail’in bekasının sağlanması

140
BİLGİN, Mustafa Sıtkı; “BOP ölü doğmuş bir plandır ve başarı şansı çok azdır”. Der; AKAR,
Atilla ; a.g.e. s. 129-130.
141
HACISALİHOĞLU, Yaşar;AvrasyaJeopolitiği; Büyük Ortadoğu Projesi. Ve Türkiye ,Tarihte
Doğu Batı Çatışması,Der.Ufuk Özcan,Ertan Eğribel,Kızılelma Yay.,İst.,s:560,

82
c) Bölgenin demokratikleştirilmesi

d) Bölgede radikal, köktendinci terörün önlenmesi

e) Serbest piyasa ekonomisinin bölgede etkin kılınması ve yeni uluslararası


pazarların yaratılması

ABD’nin BOP’ a ilgili olarak bölgede gerçekleştirmek istediği bu stratejik


amaçlar için şunların sağlanması gerekmektedir.

a) Ortadoğu’daki ülkelerde kadın haklarının korunması, seçme ve seçilme


hakkının verilmesi

b) Basın ve yayın özgürlüğünün sağlanması

c) Demokrasi ve insan haklarının bölgeye getirilmesi için bu alanda çalışan


sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesi

d) Okuma-yazma oranının yükseltilmesi

e) Büyük Ortadoğu finans merkezinin kurulması

Sosyal ve ekonomik ağırlıklı değişimin, siyasi değişimi beraberinde


getireceği düşünülmektedir.

İslam kültürünün hakim olduğu bu geniş coğrafyada yeniden yapılanmayı


gerçekleştirmeyi amaçlayan projenin basın ve yayın organlarında hedefleri ilk ilgili
olarak;

a)Enerji kaynaklarının denetlenmesi ve ulaşım koridorlarının güvence altına


alınması suretiyle, Hazar Havzası, Basra Körfezi, Doğu Akdeniz, Kızıl Deniz ve
Malaka Boğazının ‘Emin Ellere’ geçmesi suretiyle siyasi ve ekonomik reformların
bu stratejik noktaların çevresinde başlatılması142.

142
KARAGÜL, İbrahim; “Büyük Ortadoğu’nun Başkenti İstanbul mu?” Yeni Şafak Gazetesi, 12
Şubat 2004. s. 11

83
b)Bölge ülkesinin askeri gücünün zayıflatılması, kitle imha silahlarına sahip
olan veya olmaya niyetlenen ülkelerin engellenmesi ayrıca Pakistan, İran, Endonezya
ve Türkiye’nin askeri gücünün sınırlandırılması143.

c)Terörle mücadele sloganı ile İslami hareketlerin tasviyesinin sürdürülmesi


ve söylemleri ile ABD’yi rahatsız eden oluşumları dağıtılması144.

d)ABD-İsrail karşıtlığını besleyebilecek eğitim müfredatlarının


değiştirilmesi(Filipinlerde, Medreselerde, CIA uzmanları ders verirken, Mısır, Suudi
Arabistan ve Endonezya’da eğitim müfredatı değiştirildi’

e)Anılan bölgede ABD yardımlarının başlatılması, buna paralel olarak


Amerikan nüfusunun yaygınlaştırılması145.

f)Bölgede batı karşıtlığını besleyen anlaşmazlıkların çözümünün sağlanması,


bazı anlaşmazlıkların Afganistan; Irak ve Filistin’de denendiği gibi ‘ Karzai modeli’
şeklinde ve ABD çıkarlarını önceleyen yönetimlerin iş başına getirilerek
dondurulması146.

g)Batının askeri ve ekonomik kontrolünün önünü açacak yönetici


kadrolarının oluşturulması, güçlendirilmesi, iş başına getirilmesi147.

h)Ortadoğu da Türkiye öncülüğünde ılımlı İslam anlayışının getirilmesi ve


bölgenin bu yönde yapılandırılması.

I)Ekonomik gelişme sloganıyla, bölge ülkelerin askeri ve siyasi gücünün


zayıflatılması

2.)Büyük Ortadoğu Projesi’nin Kapsadığı Alan ve Bu Alanın, Coğrafya,


Nüfus, Ekonomi, Politik Durumu

143
KARAGÜL, İbrahim; a.g.m.s. 11
144
YILDIZ, Yavuz G. ; “Nedir Şu Büyük Ortadoğu’”Akşam Gazetesi, 14 Şubat 2004 s. 17.
145
EL-GAMERİ, Atıf; ’Ortadoğu’ya Sahip Çıkalım’ Radikal gazetesi, 24 Ocak 2004. s. 6.
146
ESLEN, Nejat, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye. Akşam gazetesi 23 Şubat 2004. s.
12
147
BAŞARAN,Nuray; “Türkiye’nin aktörleri ve Büyük Ortadoğu Projesi Dönüşüm hedefleri”,Akşam
gazetesi,5 Mart 2004,s:12

84
Büyük Ortadoğu Projesinin kapsadığı alanda Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus,
Libya, Mısır, Sudan, İsrail, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Umman, Birleşik Arap
Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Irak, İran, Suriye, Lübnan, Afganistan, Pakistan
ve Türkiye olmak üzere 23 ülke vardır. Bölgede çöllerle birlikte, Nil Vadisi, Ürdün
Nehri, Dicle ve Fırat Nehirleri, İndu Vadisi ve Arap Yarımadasının güney batısı gibi
çok verimli alanlar olduğu gibi bölge petrol ve doğalgaz bakımından da zengindir.

Bölgede 575 milyon nüfus yaşamaktadır. Bölgede Müslüman nüfusu


çoğunluktadır. İslam dini; Şii ve Sünni olmak üzere ikiye bölünmüştür. İsrail,
Lübnan, Irak ve Suriye’de Hıristiyan ve Yahudi nüfusu bulunmaktadır.

İran’da; Arapça, Berberice, Farsça, Türkçe dilleri konuşulmakta, Pakistan da


Urduca, İsrail de İbranice konuşulmaktadır. Kuzey Afrika’da yaşayan elit tabaka ise
İngilizce ve Fransızca konuşmaktadır.

Ortadoğu’da petrol ve doğalgaz ekonominin ana unsurlarıdır. Suudi Arabistan


dahil Körfez Ülkeleri yalnız başına petrol yataklarının yüzde 65’ini
bulundurmaktadır. Bölge Hazar petrollerinin ihraç yolu üzerindedir... Bölgenin
GSMH’sı, 2001’de bölge olarak yalnızca 1. 058 milyon dolar olmuştur. (Fransa, 1.
460; Avrupa, 25 Ülkesi ile birlikte 8. 540; ABD, 10. 065) şüphesiz ki bölgedeki
dağılımda kuvvetli farklılıklar bulunmaktadır. Mısır, İran, İsrail, Suudi Arabistan,
GSMH olarak 100 milyar doların üstüne çıkmaktadır. Ancak kişi başına ortalama
gelir 1840 dolar civarındadır. Bölgede işsizlik oranı yüzde 30’dur148.

Ortadoğu bölgesine politik açıdan baktığımızda bölge ülkelerinde sadece


İsrail ve Türkiye’de demokrasinin bulunduğunu görüyoruz. Büyük Ortadoğu
Projesinin mimarlarından olan Dick Cheney, demokrasi eksikliğinin bölgedeki ikinci
büyük sorun olduğunu söylemektedir. Siyah Afrika ile birlikte en az demokratik
bölge Ortadoğu’dur. Soğuk savaşın bitiminden bu yana bölgede özgürlük adına
hiçbir gelişme olmamıştır.

148
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 117

85
Ortadoğu’nun bu manzarası ABD’ye göre; kötü yönetilmesinden
kaynaklanmaktadır. Bölgedeki İsrail varlığı ise iyi olan tek örnektir. Bölgede 20 bin
km2 ve 6 milyon insanı olan İsrail GSMH’nın yüzde 10’unu oluşturmaktadır.

Cheney, Ortadoğu da seyahatleri sırasında kişisel olarak gözlediği gerçekleri


Ortadoğu’da yaşanması gereken ‘dönüşüm’ konusundaki görüşlere destek olarak
göstermektedir. Ona göre; Siyah Afrika’nın büyük şehirlerinde bile Avrupa ile
birçok ortak özellik görülebilmektedir. Latin Amerika ve Asya’da da aynı durum söz
konusudur. Bunun tersine Ortadoğu’da seyahat ederken hiçbir zaman kendinizi rahat
hissetmezsiniz. Nerede olursa olun, Fas’ta veya beşbin kilometre uzakta Suudi
Arabistan’da kendinizi gerçekten bir yabancı olarak hissedersiniz. Çünkü İslam çok
garip bir uygarlık yaratmıştır149. Cheney’in bu gözlemi sonucundaki görüşleri kendi
paradigması içinde tutarlı kabul edilebilir. Ancak, İslam konusundaki verilen bilgi
subjektif (öznel) bir bilgidir. Dolayısıyla bu Cheney’in görüşüdür ve tartışmaya
açıktır.

Dick Cheney’in ziyaret ettiği 16 ülkede gözlemlediği garip gerçekler arasında


en önemlisi kadınların konumudur. Cheney’e göre; kadın haklarındaki geriliğin
nedeni dindir. Ortadoğu’daki sorunların çözümü için Batı değerleri ve ahlaki değerler
çerçevesindeki Ortadoğu’daki kadının durumunu ele almak gerekmektedir150.
Cheney’in İslam dinine karşı tek taraflı bir yaklaşımı vardır. Ortadoğu da dönüşüm
gereksinimi olsa da, bu dönüşüm dışarıdan değil, içeriden kendi haklarıyla olmalıdır.
Bu dönüşümün kendiliğinden olması gerekmektedir.

Cheney, Ortadoğu’da dini alışkanlıkların tüm diğer kıtalardan daha fazla


olduğunu, günde beş kez dua edildiğini, alkol ve domuzun birçok ülkede yasak
olduğunu belirtmektedir151.

Büyük Ortadoğu Projesinin kapsadığı alan yeni dönemin ekonomik gelişme


bölgesidir. Bu bölge başta enerji olmak üzere, batı’ ya ekonomik değerler ihraç
edebilir ve onun eksikliklerini tamamlayabilir. Bunun yanında dünya egemenliği

149
y. a. g. e. s. 120
150
y. a. g. e. s. 120
151
y. a. g. e. s. 120

86
açısından stratejik bir konumdadır. burayı kontrol etmek hayati önem taşır. Burada
oluşacak bölgesel bir güç hem ekonomik çıkarları hem de stratejik üstünlüğü tehdit
eder. Bunun sonucu olarak bölgesel hiçbir anlamlı gücün oluşumuna izin
verilemez152.

3.)Büyük Ortadoğu Projesi ve Demokrasi Söylemi:

ABD, Büyük Ortadoğu olarak, tanımlanan bölgede birçok ülkenin


demokrasiye gereksinim duyduğunu savunmaktadır. Bunlardan biri de Pakistan’dır.
Cheney, Pakistan’ın da ABD tarafından yeterince demokratik görülmediğini öne
sürmektedir. Bununla birlikte Pakistan, ABD için aynı zamanda iyi bir müttefiktir.
Bununla birlikte var olan çelişkinin, BOP kapsamında demokrasi uygulaması ile
çözüleceğini söylemektedir153. Demokrasi içinde öncelikle iyi ve kötü devletlerin
ayrılması, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi, eğitimin geliştirilmesi, halkın
kendi kendini yönetme ilkesini yeniden dikkat edilmesi gerektiğini söylemektedir.

Afganistan’da Taliban ve Irak’ta Saddam’ın döneminde olduğu gibi bazı


yöneticiler, Batı’yı düşman olarak görmektedirler... Bu rejimlerin askeri yöntemlerle
(Suriye) veya devrimle (İran) ortadan kaldırılması gerekmektedir. Chenny, bu
amaçla, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi öncelikle demokrasiye hazırlık için geçici
hükümetler kurmayı önermektedir... Bu rejimler; Sudan, Moritanya, Suudi Arabistan
ve Libya dır. Bazı yöneticilerde gelişmenin özgürlük ve demokratik yönetim demek
olduğunu bilmektedirler. Bunlar Batı’ya katılmak için arzuludurlar. Ancak
ülkelerindeki İslamcı karşıtlık tarafından tehdit edilmektedirler. Bu kategorideki
ülkeler arasında; Fas, Tunus, Mısır, Ürdün, Küçük Körfez Ülkeleri ve Pakistan
bulunmaktadır. Bazı ülkelerde İsrail ve Türkiye gibi hâlihazırda demokratik
ülkelerdir. Bunlarda ABD’ni ortaklarıdır154.

152
KAYNAK, Mahir; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye üzerine stratejik Analizler, Truva
Yay, Mart 2005, İstanbul. s. 83
153
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 133
154
EVCİOĞLU, Kemal; a. g. e. s. 134

87
Cheney’e göre Batı’yı düşman olarak gören ülkelere diplomatik antlaşmalara
dayanarak ikinci kategorideki ülkelere de demokratik süreçler içinde yardımcı
olunmalıdır.

Ortadoğu’da demokrasi uygulaması hedeflenmekle birlikte, sonucunda


iktidara İslamcı iktidarların gelme olasılığı bulunmaktadır. Bu yüzden bu risk göz
önünde bulundurularak Batılı güçlerin bu süreci dikkatle hazırlanması gerektiği
söylenmektedir. Bu görüşe dayanarak da; İslam demokratikleşmenin katılımcısı
olamaz, şeriat da hukukun kaynağı olamaz düşüncesi hâkimdir. Demokrasi oyunu
evrensel oyundur. Aynı şekilde demokrasi oyunun oynayan diğer insanların da
değerlerinden gelen etkiler vardır. Cheney’e göre , bu değerlerin, İslam, Hristiyan
veya Yahudi değerleri olabilir. Oyunun kuralı gereği dinlerden uzakta kalınması
gerektiğini söylemektedir.

Bush yönetimi, Ortadoğu’da terörizmi kaynağında kurutmayı amaçladığını


söylemektedir. Bu doğrultuda da Ortadoğu’da demokrasi inşa etmenin önemli rol
oynayacağı söylenmektedir Ortadoğu’da demokrasiyi geliştirmekle terörizmle savaş
kazanılacağı düşünülmektedir. 3 Kasım 2003’te Powell, Ortadoğu’da özgürlüğün
geliştirilmesi için; hukuk, devlet gücünün sınırlandırılması, düşüncenin özgürce
açıklanması, inanç özgürlüğü, kadınlara saygı, adaletin eşit dağılımı, dinsel ve etnik
hoşgörü ve özel mülkiyete saygı olmak üzere sekiz ilkeden bahsetmiştir. Bu ilkelerin
uygulanmasında Ortadoğu’da ABD’nin diktatörlerle ilişkisini bitirdiği ve bu
rejimlerin sonunun geldiği şeklinde yorumlanmıştır. ABD, ilk hedef olarak da
Saddam Hüseyin’i seçmiştir. Irak’a özgürlük operasyonu başladıktan sonra da, Bush
ABD’nin yanında olanlar ve karşısında olanlar diye kategorileştirmiştir. ABD’nin
karşısında olanlara bu hem gözdağı gibidir hem de bu devletler ‘haydut devlet”
kategorisine düşebileceklerdir.

ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’yle Büyük Ortadoğu’ya özgürlük getirmeyi ve


bölgeyi demokratikleştirmeyi hedeflemektedir.

Irak işgalinin ikinci yılında Başkan Bush yaptığı açıklamada ‘Irak Saldırısı’nı
savunmuştur. Bizim topraklarımızda özgürlüğün sürmesi öteki ülkelerdeki
özgürlüklere bağlıdır. Bu yüzden, iki yıl önce Irak’ı özgürleştirme operasyonunu

88
başlattık’ diyen Başkan Bush: ‘ABD’ye yönelik tehditlere, gerçekleşmeden karşı
koymalıyız’ şeklindeki açıklamasıyla ABD’nin yeni doktrinini dile getirmiştir155.
ABD’nin Irak müdahalesinde Irak’ı özgürleştirmek ve kitle imha silahlarını bulup
yok etmek bu doktrin yani ‘Önleyici Vuruş’ çerçevesindedir.

4.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Dini Boyutu

Soğuk Savaş öncesi ideolojik çatışmaların yaşandığı dönemin kapanmasından


sonra küresel dünyada dinlere olan ilgi artmıştır. Huntington’un ‘Uygarlıklar
Çatışması’ tezi de bu bağlamdadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin şu anki
muhafazakâr yönetiminin de din anlayışıyla olan sıkı ilişkisi ve dünya politikasında
etkileri Bush’un demeçlerinde görülmektedir. “G.W. Bush’a göre, tarihin çağırısıyla
Tanrı’nın hediyesi olan demokrasinin Ortadoğu için sağlanması yolunda önünde
hiçbir engel tanımayacaktır156”. ABD Başkanı Bush ve yönetimin radikal Hristiyan
kimliğine dayalı söylemleri ve politikası ortadadır. Resmi söyleminde de ‘demokrasi
ve özgürlük’ gerekçesiyle hareket eden Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’ni
etkilememesi zor görülmektedir.

ABD’nin yönetimi üzerinde ve iç ve dış politikalarında evanjelizmin etkileri


büyüktür. Evanjelizm ‘kutsal kitaba yönelmek’ anlamına gelmektedir. Evanjelikler
protestandır ve Amerika Birleşik Devletlerini nüfusunun üçte birini oluşturmaktadır.
Birçoğu İsa’nın kendi günahları için öldüğünü düşünerek, kendilerini günahkâr
saymakta ve kurtuluş içinde O’na ihtiyaçları olduğuna inanmaktadır. Önemli olan bir
diğer inançları da; Nil’den Fırat’a kadar olan yerlerin yeni Kutsal Topraklar’ın
Yahudilere ait olduğuna dair inançtır. Kendilerini onlara destek vermekle yükümlü
görmektedirler ve tanrının insanları ‘Yahudi Olanlar ve Olmayanlar olarak iki
kategoride yarattığını düşünmektedirler. Tanrı’nın bir uhrevi bir de dünyevi planı
olduğuna; dünyevi planın Yahudiler için, uhrevi planın da yeniden doğmuş
Protestanlar için olduğuna inanmaktadırlar.

155
LORDESMAN, Anthony H.; Director, CSIS Middle East, Dynamic Net Assesment Project, us
Policity, the southern Guf States, and the Changing Strategic belonce in the Gulf, Speach to the
Middle East Petrdeum and Gas Conference, Dubai, 16 Mart 1998 (Akt: EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e.,
s.148-149)
156
BİLGENOĞLU, Ali, “Evanjelizmin ABD Yönetimine Etkileri”, Cumhuriyet Strateji, s.12-13.

89
Yahudiler için olan plan, kutsal topraklarda egemenlik kurmayı, bu yolla
dünya egemenliğine ulaşmayı hedeflemektedir. Uhrevi planda, Evanjelikler,
Yahudilerin dünyada bu amaçlarına ulaşmalarına yardım etmeyi Ahiret’te kurtuluşun
bir vasıtası olarak görmektedirler157.

ABD’nin son yıllarda uyguladığı politika ‘özgürlük ve demokrasi’ söylemiyle


Ortadoğu’daki Afganistan ve Irak Müdahaleleri dünyada tepkiler uyandırırken
evanjelikler tarafından destek bulmaktadır. Dünya’ya ABD’nin ‘özgürlük ve
demokrasi’ getireceğini, Bush’un ilahi bir misyona sahip olduğunu
düşünmektedirler. Evanjelikler 500 milyonu bulmaktadır. Bush’un arkasındaki
toplum desteğinin de varlığı ortaya çıkmaktadır.

George W. Bush, ABD tarihinde dinci Hristiyan kimliğini ulusal ve


uluslararası politikaya açıkça yansıtan ilk Amerikan Başkanı olduğu gibi dini
yatırımlara en çok yatırım yapan başkan ünvanı olmuştur. Bush’un dış politikasında
dinin etkisi, Amerikan Misyoner Medyası’nın da sık sık gündemine gelmektedir158.

1980’lerde Amerikan Hristiyan Sağı Yükselirken politik alanlarda en etkili


gruplardan biri olan ‘Ahlaki Çoğunluk’ lideri Jerriy Fawell’de yönetim üzerinde
etkili adlardan biridir. Reagan başkanlık seçimleri kampanyasında, ‘Ahlaki
Çoğunluk’ lideri Jerry Falwell’in aktif desteğinden yararlanmıştır. Aslında,
Hıristiyan sağının hemen hemen bütün kesimleri her zaman İsrail’e destekçi
olmalarına karşın bu kuruluşun belirgin ideolojisi, İsrail’in ve ABD’nin ‘dünyanın
kurtuluşu’ adına rollerini yüceltmek olmuştur159.

Başkan Bush’ın başkanlık töreninin duasını yapan Billy Graham ise, İslam’ı
günahkâr bir din ilan etmişti. Yine Pentagon’un anti terör ve istihbarattan sorumlu
generali William Boykin Bush’u Tanrı’nın Başkan yaptığını söylemektedir. Oregan
Kilisesi’ndeki konuşmasında, Boyiın, ‘Düşman Bin Ladin değil!, Düşmanımız
ruhani, çünkü biz inançlılar milleti inanç üstüne kurulduk. Düşman adı Şeytan.
Şeytan’ın gerçek olmadığını sanıyorsanız, İncil’in Tanrı için söylediklerini de boş

157
VURAL, İsmail; Evanjelizm, Beyaz Saray’ın Gizli Dini, Karakutu Yay., İstanbul 2003, s.15.
158
www.csmonitor.com/2003/0317/po1s01_uspo.html.(Akt:EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.216.
159
www.jefflarsen.com/portralts/image/reagon.jpg.(Akt: EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.s.217.

90
veriyorsunuz demektir. Ben savaşçıyım. Üniformayı çıkardığımda da savaşçı
kalacağım. Sizi Tanrı’nın Krallığı’nın askerleri olmaya çağırıyorum. Bizden nefret
ediyorlar, çünkü köklerimiz Yahudi-Hristiyandır. Yahudi-Hristiyan mı dedim? Evet,
İsrail’e adanmışlığımız var. Bunu asla terk edemeyiz. Köklerimiz orada. Dinimiz
Musevilikten geliyor, o yüzden nefret ediyorlar bizden’160 diyordu.

Bu tür dinsel yaklaşımlardan bahsettik. Bu görüşler ABD kamuoyunun ve


Hıristiyanların tamamının görüşüdür demek doğru değildir. Ancak bu düşüncelere
sahip insanlar Amerika’nın askerlerinin ve üst din adamlarının arasında
bulunmaktadır. Bu durum da ABD karşıtlığını doğurmak için yeterlidir.

Başkan Bush’un dinsel öğütçüsü olan Baptist Rahip Jerry Falwall Kıyametle
ilgili olarak şunları dile getirmiştir: ‘Armagedon bir gerçektir, acı bir gerçek. Biz son
neslin bir parçasıyız. Bütün tarih doruğa ulaşıyor. Çocuklarımın ömrünün sonuna
kadar yaşayacağını sanmıyorum. Armagedon’da son çatışma olacak ve sonra Tanrı
evreni yok edecek. Milyarlarca insan topyekün yok alacaktır’161 .

Evagelistler kendilerini seçilmiş, Yahudileri daha seçilmiş görmektedirler.


ABD’nin kendine yüklediği bu yeni misyon ve İsrail’in politikalarının örtüşmesinin
sebeplerinden biri dinseldir. Stratejik ve güvenlik kaygılarından öte ABD’nin İsrail’e
yakınlığı dinsel bağlar içermektedir.

Bayzan’ın kitabında da belirttiği gibi; aşırı dinci Hristiyanlar, Dünya


Krallığının Kurulması için İsrail’in Filistin’e askeri operasyonlarını
desteklemektedir. Güneyli Baptistlerin İncil yorumuna göre Hz. İsa’nın yeniden gelip
dünyada krallığını kurması için İsrail’in Ortadoğu’ya egemen olması
gerekmektedir162. Protestanlar’a göre; Kitab-ı Mukaddes’te Armagedon Savaşı’nın
ikibinli yıllarda olacağına dair işaretler vardır. Bu savaşta inanca göre Hz. İsa
(Mesih) gökyüzünden inecek ve deccal’ı öldürecek ve yıllar süren barış dönemi
başlayacaktır. Bu inanç göz önünde bulundurulursa ABD’nin Ortadoğu’ya

160
www.cnn.tr/2003/us/10/20/boykın.statement.(Akt: EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.s.218,219.
161
BAYZAN, A.Rıza; a.g.e., s.249.
162
y.a.g.e., s.286.

91
müdahalesi anlamlı olabilecektir. Mesih’in yeryüzüne inmesi içinde yaygın inanışa
göre üç koşulun gerçekleşmesi gerekmektedir. Birincisi; Yahudilerin dünyanın dört
bir tarafına dağılması, İkincisi; Yahudilerin Kudüs merkez olmak üzere kendi
devletlerini kurması, Üçüncüsü ise; Hz. Süleyman’ın yaptırdığı tapınağın yeniden
inşa edilmesidir. Fakat kısmen de olsa onun arsası üzerine inşa edilmiş olan Mescid-i
Aksa’nın ve Kubbetu’s Sahra Cami’nin yıkılması gerekmektedir. Hz. Muhammed’in
Mirac’a çıktığına inandıkları Mescid-i Aksa’nın yıkılmasının da Müslümanlar
açısından sorun teşkil edeceği kesindir.

Dinsel olarak birlikte hareket eden Hristıyan Siyonistler ve Yahudiler son


amaç olarak ayrılmaktadırlar. Çünkü Yahudiler Mesih’in gelmesinden sonra tek
egemen gücün kendileri olacağına ve Tanrı’nın Oğulları Krallığı’nın kurulacağını
düşünürken, Protestan Hristiyanlar’a göre ise; Mesih geldikten sonra birinci gelişinde
ona inanmayan Yahudiler ikinci geldiğinde inanacaklar ve Hristiyan olacaklardır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nde dinin etkisinin bu yönde olduğunu


söyleyebiliriz. Ama Projenin arka planında sadece din yoktur, başka etmenlerde
vardır.

Dini boyutta şunu da vurgulamakta fayda var. Ekonomik olarak da İslamiyet,


Ortodoksluk, Katoliklik kapitalizmin içine gelmez. Gürses; katoliklikle ilgili olarak
şunları söylüyor: Katolikler de tüketim konusunda, kültür konusunda, gelenek
konusunda Müslümanlara benzerler. Bazı Avrupa ülkelerinde Katolikler davranışları
ile sanki isim değiştirmiş Müslümanlar gibi bir yaşam tarzı benimsemişlerdir. İşte bu
yaşam tarzı uluslararası kapitalizmin işine gelmez. Batı kapitalizmi iyi Hristiyanlık
derken, Protestanlığı anlar, Ortodoksluk ve Katoliklik işine gelmez. Bunu nerede
öğreniyoruz, Türkiye’den devşirmek için götürüyorlar öğrencileri, bizden de bazı
öğrenicileri götürdüler. İngiltere’de bir kampa. Güney Amerika’dan, Türkiye’den,
Orta Asya’dan… her yerden öğrenciler getiriyorlar. Orada ders anlatan öğretmen
şunu söylüyor, Müslümanlık, Katoliklik, Ortodoksluk hepsi aynıdır. Gerçek din
İsa’nın dini Protestanlıktır163.

163
KAYNAK,M-GÜRSES, E.; Büyük Ortadoğu Projesi, Röp,. F. Bilgin, İlk Yay., 8. Baskı, Eylül
2004, s.49.

92
Burada amaç insanları Protestan yapmaktır. Çünkü Protestan felsefe
kapitalizmin hizmetindedir. BOP ile birlikte bölgede hedeflenen ekonomik ve
toplumsal dönüşüm bölgeye demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi getirmeyi
amaçlamaktadır. Kapitalizm için serbest piyasa ekonomisi gereklidir.

Hristiyan kültürüne olumsuz bakmayan ılımlı İslam inşa etme anlayışı, diğer
hedeflerin gerçekleştirilmesi için bir ölçüde temel teşkil etmektedir, çünkü küresel
sermayenin Ortadoğu’daki etkinliğinin artması, bölgeye ABD’nin ve misyonerlerin
tepki görmeden çöreklemesi, radikal İslamcıların yarattığı terör eylemlerini
durdurulması ve İsrail Devleti’nin varlığının korunması ve sürekliliğinin sağlanması
için ılımlı İslam zorunludur164.

Ilımlı İslam; demokrasiyle uyumlu, ötekini ve ötekinin ürettiklerini kabul


eden-açık olan, diyaloga açık, tüketim kültürü gelişmiş, laikliği din ve vicdan
özgürlüğü olarak ele alan, misyoner hareketlere karşı olmayan, insan hakları, kadın
hakları vs. gibi söylemleri önemli gören, şiddet karşıtı bir anlayıştır.

Ilımlı İslam ile İslam dini serbest piyasa ekonomisine, kapitalizme ılımlı
bakacak, küresel sermayenin önü açılacaktır.

Ilımlı İslam, BOP’un siyasal dönüşüm araçları arasındadır. Amaç İslam’ı,


Washington kontrolüne alarak üniter yapıların çözümlemesinde araç olarak
kullanmaktır.

5.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Enerji Boyutu

Sanayi devrimiyle birlikte savaş malzemeleri makineleşmiş ve ulusal güç


savaşta ve barışta hammadde kaynaklarını kontrol altına almayı gerekli kılmıştır.
Böylece batılı güçler, başta ABD ve Sovyetler olmak üzere, önce kendi ülkelerinden
yeterli ölçüde çıkaramadıkları hammaddeleri kendi kontrolleri altında bulunduracak
şekilde bu hammaddelerin bulundukları bölgeleri nüfuzları altında bulundurmaya
çalışmışlardır165.

164
AYDIN, Hasan;” ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Müslüman İdeologları”, Bilim ve Gelecek
Dergisi, 4 Haz. 2004, s.14.
165
KOCAOĞLU, Mehmet; Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi,
.Ankara 1995, s.

93
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaş silah araç ve gereçlerinin çoğunun
petrol ve yan ürünleriyle çalışması nedeniyle petrolün önemi artmıştır. Petrol
yataklarına sahip olan ülkelerin de bu sebeple uluslararası ilişkilerde önemi ve
etkinliği artmıştır.

1928’de yapılan Kırmızı Hat Antlaşması ile; Türk Petrolleri Şirketi hisseleri
yeniden düzenlenerek yeni bölüşüm koşullarını yansıtan bir bilişim kazanmış ve yeni
koşullar çerçevesinde Amerikan Petrol şirketleri ilk kez bölge petrolleri üzerinde
kalıcı ve yoğun ayrıcalık hakları elde ederek bölgeye girmiştir166.

Bölgedeki diğer önemli ayrıcalık California ayrıcalığı olarak anılan ve


sonuçları itibariyle bölgede bugünkü siyasi ilişkilerin temelini oluşturan
düzenlemelerdir. Kral Abdülaziz tarafından 1933’de verilen bu ayrıcalık ABD petrol
şirketlerini Standart Dil ayrıcalığıyla bölgede kalıcı olarak yerleşmelerini
sağlamıştır167.

Bu durumda bölgede kendi şirketleri aracılığıyla işletilen petrolle, global


çerçevede, büyük devletler kendi siyasi hedeflerini gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır.
Bölgedeki genel siyasete büyük devletlerin yön vermeleri de petrolü amaç olmaktan
çıkarmış, siyasi durumun belirlenmesinde bir araç durumuna getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra her şeyden önce bu stratejik unsur, önce
nükleer şemsiye adı altında belirlenmiş iki kutuplu bir ortam doğmuştur. Bu ortamda
daha önce Ortadoğu petrollerinde söz sahibi olan Fransa tümüyle sahneden
çekilirken, İngiltere de uygulamada etkinliğini yitirmiş Batı dünyasının bölgedeki tek
ve etkili siyasi denetim kolu ABD olmuştur168.

GÜREL’in de belirttiği gibi; Ortadoğu’da yabancı sermayeye ilk petrol


ayrıcalığını veren, Osmanlı İmparatorluğu ile İran’dır. bu devletler dıştan gelen

166
ÖZEY, Ramazan; Dünya Denkleminde Ortadoğu Ülkeler-İnsanlar-Sorunlar; Öz Eğitim Basın
Yayın, İstanbul1996, s.83.
167
ARI, Tayyar; Basra Körfezinde ve Ortadoğu’da Güç Dengesi, Alfa Yayınları, İstanbul 1998,
s.60.
168
NİRAY, Nasır; “Bölgesel ve Küresel Gelişmeler Işığında Ortadoğu’da Oluşan Siyasi Gelişmeler ve
Türkiye’nin Yeri”, T.C. Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay. No:5, Birinci
Ortadoğu Semineri, Bildiriler, Elazığ 2004.

94
siyasal baskılara karşı dirençsiz oldukları bir dönemde petrol anlaşmaları
yapmışlardır169.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’daki petrolü kontrol etmesi uygun


fiyatta petrol almak değil, Avrupa ve Asya’nın enerjisini denetlemektir. Petrol
ABD’nin Güvenlik stratejisinde de önemli yer tutmaktadır.

Petrol ihtiyacının giderek arttığı günümüzde ABD’nin bu gidişata seyirci


kalacağı düşünülemez. Gerek petrolün üretimi, gerekse dağıtımı ve fiyatının
belirlenmesi ABD ekonomisi için hayati önem taşımaktadır. Bu yönüyle
baktığımızda Büyük Ortadoğu Projesi petro-politiğin stratejik bir ifadesidir.

Davutluoğlu’nun değerlendirmesine göre de: 11 Eylül terör saldırıları ile


başlayan savaş 21 inci yüzyılın ilk petrol savaşıdır170. 11 Eylül saldırıları Amerika
Birleşik Devletleri’nin, Doğu Hazar Bölgesi’ne Pakistan-Afganistan için uygun fırsat
yaratmıştır.

Petropolitik, ABD’nin Ortadoğu’ya müdahalelerini enerji boyutunun


olmadığını söylemek zordur.

Tablo 1 Çeşitli Bölgelerin Dünya Petrol ve Doğalgaz Rezervlerindeki Payı171


(% olarak)

Bölgeler Petroldeki Doğalgazdaki


Payı (%) Payı (%)

Kuzey Amerika 5,44 5,16

(ABD) 2,19 3,25

Orta ve Güney Amerika 6,72 4,30

169
GÜREL, Ş. Sina; Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara, 1979, s.47.
170
DAVUTOĞLU, Ahmet;” İntikam Gölgesinde Strateji Savaşı; Latin Bahane Hedef Şangay”
Aksiyon Ekim 2003, s.14.
171
eiç.doe.gov/emeu (Akt: ULUĞBAY; İmparatorluktan Cumhuriyet Petropolitik Ayraç Yayınevi,
Tarih /07, Ankara, 2003, s.477).

95
Batı Avrupa 1,75 2,75

Eski SSCB 5,41 31,10

Afrika 8,60 7,59

(Libya) 3,00 0,85

(Nijerya) 2,40 2,29

Asya ve Okyanusya 5,70 8,11

Ortadoğu 65,19 36,43

Tablo 1’de de görüldüğü gibi dünyanın bilinen petrol yataklarının yüzde 65’i
Ortadoğu Bölgesi’nde bulunmaktadır. Doğalgaz rezervlerinin yüzde 36’sı
Ortadoğu’da bulunmaktadır. Bu oranlar da Büyük Ortadoğu Projesi’nin
kapsamındaki Ortadoğu’nun önemini artırmaktadır. Enerji ve enerji yollarının
kontrolü ABD’nin küresel egemenliği için önemlidir. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu
Projesi ile enerji kaynakları arasında sıkı ilişki vardır.

6.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin Tarihsel ve Stratejik Arka Planı

Büyük Ortadoğu Projesi’nin arka planına baktığımızda aslında konuyu 1991


yılında Sovyet sistemini yıkılışına kadar götürmek mümkün. Proje, Sovyet nüfuz
alanından boşalan yerleri ve ortaya çıkan dengeleri ya da dengesizlikleri yeniden
tanımlamak ve bir strateji geliştirmek ihtiyacından doğdu. Dünyada tek başına bir
süper güç olarak kalan ABD, geleceğe kendi çıkarları doğrultusunda şekil vermek
için daha da cesaretlenmişti. İşte tam bu noktada ‘Greater Middle East’ (Genişleyen
Ortadoğu) kavramı yavaş yavaş doğdu ve belli bir bölgeyi kapsayan türde strateji
geliştirildi… O günden beri gelişen Amerikan kaynaklı bütün raporlarda ‘Büyük
Ortadoğu’ kavramı daha ziyade bir tehdit algısına endeksli olarak tarif edilirken, asıl

96
kastedilen ‘Radikal İslam’ın’ gelişmesini veya bölgedeki hakimiyetini kırmak
yönündeydi172.

BOP, ABD resmi belgelerinde görülmemekte, plan kendini daha ziyade


ABD’de derin devlet CIA hesabına çalışan Fikir Üretme Merkezlerinin raporlarında
ve ABD resmi ağızlarının gayrı resmi toplantılarında dile getirilen beyanlarında belli
etmektedir.

Proje rüseym haliyle 1995 tarihli Institute For National Strategic Studies
(ABD Ulusal Stratejik İncelemeler Enstitüsü) ve National Defence University
(Ulusal Savunma Üniversitesi) tarafından çıkarılan National Force Quarterly (IFW)
isimli derginin 1995 tarihli sonbahar sayısındaki ‘The Greater Middle East’
(Büyüyen Ortadoğu) başlıklı yazıda formüle edilmiştir173.

Bush BOP’un işaretlerini ilk olarak ABD Harp Okulu Mezuniyet Töreninde 1
Haziran 2002’de yaptığı konuşmasında ‘İslam ülkelerinin de demokrasi ve
özgürlüklere layık olduğunun altını çizerek dile getirmiştir.

George W. Bush bu konuya birçok konuşmasında değinmiştir. Bunlardan ilki


Amerikan Girişim Enstitüsü isimli muhafazakâr bir kuruluşta 26 Şubat 2003
tarihinde yaptığı konuşmadır. Bush burada ‘Ortadoğu’da demokratik değerlerin
yerleşmesinin önemine değinirken 9 Mayıs 2003’teki konuşmasında da ‘Ortadoğu’da
Serbest Ticaret Bölgesi kurulması gereğinden söz etmiştir. 6 Kasım 2003’teki
‘Ulusal Demokrasi Vakfı’nda yaptığı üçüncü konuşmasında da ‘Ortadoğu’yu
Özgürleştirme Stratejisi’nden bahsetmiştir. Ocak 2004’te yaptığı ‘Birliğin Durumu’
başlıklı son konuşmasında ise niyetini daha açık ortaya koymuştur174.

Aynı konuda bildirilen ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı Condolcezza


Rice ise, 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post’ta yayınlanan
‘Transforming the Middle East’ (Ortadoğu’yu dönüştürmek) başlıklı yazısında,
Bush’un söylediklerini bir kere daha teyit ediyor ve projenin 22 ülkeyi kapsayacağını
ifade ediyordu… Projenin ciddiyeti ise Londra’da çıkan El Hayat Gazetesinin 13
172
AKAR, Atilla; Büyük Ortadoğu Kuşatması ‘Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu Ayağı’ Timaş
Yayınları, İstanbul, 2004, s.21.
173
y.a.g.e., 21-22.
174
AKAR, Atilla; a.g.e.,, 22-23.

97
Şubat 2004 tarihli sayısında, ABD’nin bu konuda G-8 Zirvesi için üye ülkelere
dağıttığı taslak metni dünya kamuoyuna duyururdu175.

Cıngı’ya göre de; BOP, onlarca yıl önceden bu yana tasarlanıp katarılmış bir
ABD dış politika doğrultusudur. Konjenktürden etkilenerek değiştirilip rötüşlanarak
bugün uygulama aşamasına geçilmiştir176.

Büyük Ortadoğu Projesi yeni bir proje olmayıp, ABD’nin son dönemde
uygulamaya koyduğu bir projedir.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin stratejik arka planına baktığımızda Ortadoğu’nun


dünyadaki petrol rezervlerinin yüzde 65’ine sahip olması ve ABD, Avrupa ve
Japonya’nın petrol ihtiyaçlarını bu bölgeden sağlıyor olması bu sanayileşmiş
ülkelerin bu bölge ile ilgilenmelerinin gerekçelerinden birini ortaya koymaktadır.

11 Eylül saldırıları ‘Büyük Ortadoğu’ya yönelmek için dönüm noktası kabul


edilmiştir. ABD’yi bu projeye yönlendiren önemli etmenlerden birinin de İsrail
olduğu söylenmekte ve hatta İsrail’in Vaad Edilmiş Topraklara ulaşması için
tasarlandığı öne sürülmektedir. Bu görüşü savunanlara göre de İsrail’in güvenliği ile
ABD’nin güvenliğini eş tutan Amerikan Stratejisi’nin arka planında askeri oldu
kadar dinsel gerekçeler de bulunmaktadır.

Öyleyse Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedeflerine ya da boyutlarına bakmak


gerekmektedir. BOP’un ekonomik, kültürel, siyasal ve askeri boyutu bulunmaktadır.
Bu boyutları yeni dünya düzeninin hedeflerine yöneliktir. Küreselleşme ABD’nin
egemenliğinin sürmesinde önemli bir araçtır. Dolayısıyla Küreselleşme ile BOP
arasında sıkı bir ilişki vardır.

Buze Büyük Ortadoğu Projesi’nin ayakları olarak ya da uygulamada


yaratılacak mekanizmaların üç düzlemde olacağından bahsetmektedir. Bunlar;
siyasal, askeri ve ekonomik düzlem. Siyasal düzlemde, tıpkı Helsinki Süreci’yle
AGİT’in kurulması gibi, İstanbul Süreci’yle bir ‘Ortadoğu Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı’ (OGİT) kurulacak… Askeri düzlemde, Ortadoğu NATO’su

175
y.a.g.e., 23-24.
176
CINGI, Aydın;”Ortadoğu, ABD’nin gücünü sınadığı bir laboratuar konumundadır”. Büyük
Ortadoğu Kuşatması, Der. Atilla Akar, 2. Baskı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2004, s.210.

98
diyebileceğimiz bir örgüt kurulabilir…. Ekonomik düzlemde ise, Ortadoğu Ortak
Pazarı türünde bir yapılanmaya gidilecek. Bölgesel kalkınma bankaları ağı
genişleyecek. Bölge ülkeleri Dünya Ticaret Örgütü’ne alınacak, ABD ile serbest
ticaret anlaşmaları imzalanacak ve Ortadoğu için kurulacak finans merkezlerine üye
yapılacak. Bölgenin ulaşım alt yapısı geliştirilecek177.

Bu durumda Buze’ye göre bir bütünleştirme bölge halklarının, ülkelerinin


yararına değil, emperyalizmin parçalayarak kendi egemenliği altında oluşturduğu bir
bütünleştirme olacaktır.

Akar Projenin şu ayaklardan meydana geldiğini söylemektedir178:

a) Ortadoğu’da Siyasal Dönüşüm: Mevcut coğrafyadaki yönetimlerin Batı


standartlarına göre yeniden formatlanması ve demokrasinin bölgeye hakim kılınması.

b) Ortadoğu’da Ekonomik Dönüşüm: Söz konusu coğrafyada serbest piyasa


ekonomisinin teşviki, liberal ekonomik sistemin yerleştirilmesi, devlet denetimindeki
alanların özel teşebbüse açılmasının hızlandırılmazı. Uzun vadede bölge
ekonomilerinin Batı ekonomik sistemine entegrasyonunun sağlanması.

c) Ortadoğu’da Toplumsal/Kültürel Dönüşüm: Klasik-din eksenli eğitim


veren kurumların reformasyonu veya tasfiyesi, batı kültürünü teşvik eden eğitim,
medya ve benzeri kültür araçlarının teşviki. Batılı hayat normlarının ve yaşama
tarzının bölge insanının gündelik yaşamına nüfuz etmesinin sağlanması.

d) Ortadoğu’da Stratejik Dönüşüm: Batı’nın tehdit olarak kabul ettiği ve öne


sürdüğü (terörizm, kitle imha silahları vb.) odakların yok edilmesi ve bölgenin Batılı
güvenlik norm ve konseptlerine uygun hale getirilmesi.

ABD, bölgeye demokrasi götüreceğini, İslam dünyasındaki köktendinci


oluşumları hedef seçtiğini ve ‘Büyük Ortadoğu’yu özgürleştireceğini söylemektedir.
Günümüzdeki askeri süreçler, enerji kaynaklarının ve pazarların kontrolü stratejisi

177
BUZE, Özcan;” BOP, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin tek başına dünya hâkimiyetini öngören
en can alıcı bileşimidir”, Büyük Ortadoğu Kuşatması, Der. Atilla Akar, Timaç Yay., 2. Baskı,
İstanbul, 2004, s.167-168.
178
AKAR, Atilla; a.g.e. s.25-26.

99
Amerika’nın dünya konjonktüründe süper güç konumunun devamı için yaşama
geçirilmektedir. BOP projesi ile amaçlanan dönüştürme projesi ekonomik, siyasi,
kültürel bir çok hedefi amaçlamaktadır. ABD bölgeyi özgürleştireceği söylemiyle
hareket etmesine rağmın Irak Savaşı ile Irak’a nasıl bir özgürlük getirdiği ortadadır.
Irak’ı işgali terörizmi engelleme ya da kitle imha silahlarını gerekçe olarak
gösterildiği bir süreç değil, soğuk savaş sonrası dönemin stratejilerinin sonucudur.

ABD, Büyük Ortadoğu’da dönüşümü 11 Eylül’den sonra uygulamaya


koymuştur:

Uluslararası ilişkilerde, her zaman ön planda nedensel bir zincir varken, arka
planda da yine başka bir nedensel zincir vardır. ABD 21. yy.’da ‘Pax Amerikana’nın
sürmesini sağlamak, bölgedeki enerji kaynaklarını ve bu kaynakların taşıma yollarını
kontrol etmek, dünyada kendine rakip olacak ülkelerin gelişimini kontrol etmek
ABD’nin izlediği stratejinin arka planında yer alan nedenlerdir.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu Coğrafyasını hedef alarak


seçmesinin nedenlerini BOP resmi söyleminde şöyle dile getirmektedir. Geri kalmış
Ortadoğu ülkelerine demokrasi, özgürlük getirmek, bölgenin radikal İslamcılara ve
teröre kaynaklık etmesinden ötürü bunları yerinde kurutmak. Ancak ABD bu
ülkelerin gerçek özgürlüğü için gerekli olan ‘ekonomik bağımsızlığı’na nasıl katkıda
bulunacağına dair projede açıklamamıştır. Bu sebeple ABD yukarıda da saydığımız
nedenleri öne sürerek ve Ortadoğu’daki hedeflerini açıklayarak bölgeyi kendi
çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek istediği ve bu coğrafyadaki zenginliklere
fiilen el koymak istemediği şeklinde yorumlanmaktadır. Bu hedeflerine ulaşmak
içinde görünen hedef olarak dile getirdiği demokrasi, insan hakları, özgürlük, serbest
piyasa ekonomisi, ülke yönetimleri için sınırlı bir iktidarı öngörüyor ve Batı
değerlerini Ortadoğu’ya ihraç etmek istiyor.

Uslubaş’a göre projenin asıl hedefi; İslam coğrafyasının yeniden şekillenmesi


yoluyla ‘muti bir İslam dünyası’ yaratılması ve bölgedeki Amerikan çıkarlarının
korunması179 görüşünü savunur. ABD’nin bölgede denetim kurması, bölgedeki enerji

179
USLUBAŞ, Fevzi; Küresel Terör; Afganistan, BOP ve ABD, İmparatorluklarının Bataklığı,
SSCB’den sonra sıra Rusya’da mı? Toplumsal Dönüşüm Yay., 1. Basım, Mart, 2005, s.223.

100
kaynaklarını denetimi altına alması sonucu hem kendi enerji ihtiyacını karşılamasını
sağlayacak ama bundan da önemlisi Rusya ve Çin’i de etkileyecektir.

Bilbilik’te Geniş Ortadoğu Stratejisi’nin -başında bu yana- iki temel hedefi


olduğunu iddia etmektedir. Bunlar180:

1. Amerikan emperyalist imparatorluğu’nun kendisine rakip olacak bir gücün


yükselmesinin önlenmesi.

2. Amerikan emperyalist imparatorluğu’nun rakipsiz süper askeri teknolojik


gücüne dayanarak Geniş Ortadoğu bölgesindeki petrol, doğalgaz kaynakları ve
ekonomik üzerinde denetim kurması.

ABD, bölgeyi denetim altına almak istemesinde, kendi ihtiyacını


karşılayabileceği gibi, dünya üzerindeki rakiplerinin büyük ölçüde bu enerji
kaynaklarına bağımlı olmasından dolayı bu ülkeleri de denetimi altında
tutabilecektir.

Bu geniş coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendiren ABD’nin


bölgedeki öncelikleri şunlardır181:

- Enerji havzalarının ve kaynaklarının kontrolü ve güvenliği,

- ABD’nin bölgede hegemonyasını kontrol altında tutma,

- Bölgenin Batı ile ekonomik entegrasyonu, bölge ülkelerinin ‘dolar alanı’


içinde tutulması ve bunu güvence altına alacak istikrar ve dengenin oluşturulması,

- İsrail’in güvenliğini sağlama ve barış sürecini sürdürme,

- ABD çıkarlarını tehdit edecek ‘terör’ faaliyetlerini kontrolü,

180
BİLBİLİK, Erol; NATO-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi, Otopsi Yay., İstanbul
2004, s.113.
181
http://www. kitapgazetesi.com.//konu.asp_id=1932.htm.

101
İslam Dünyası’ndaki bir kısım yorumlara göre ise: BOP, İslam
Coğrafyası’nın sömürülmesini içermektedir. Soğuk savaş sonrası kazanılmış bir
zaferin ardından SSCB’nin ortadan kalkması Zbigniew Brezinski’nin de işaret ettiği
gibi ‘Kontrolden çıkmış bir dünya’ yaratmıştır. Bu koşullar içinde de Amerikan
Stratejileri yeni bir düşman arayışında zengin kaynakların üzerinde bulunan İslam
ülkelerini hedef seçmiştir. Amerika’nın yeni yüzyılda Güvenlik Stratejisi
‘Uygarlıklar Çatışması’na dayanmaktadır.

SSCB’ni güneyden hapsetmek amacıyla, yeşil kuşak stratejisini uygulayarak


Türkiye dahil birçok ülkede köktendinci unsurunu çıkışını destekleyen, daha sonra da
bunları tehdit olarak gösteren Amerika Stratejisi’ndeki dönüşüm, aslında ‘Pax
Americana’nın sürmesini hedeflemektedir. AGSK ile hızlanan süreçte, NATO’nun
zaten sorgulanan anlamının azalmasına yol açacağı açık olduğundan, söz konusu
yeni tehdit algılaması hızla oluşturulmuştur. Yeni tehditler ‘terörizm’ ve ‘kitle imha
silahları’dır182.

ABD’nin Afganistan Operasyonu ve Irak’a müdahalesi de bu tehdit algıları


gerekçe gösterilerek yapılmıştır.

Ali Rıza Bayzan’a göre; İslam’ı terörizm ile özdeşleştirme çabasının


arkasında yatan neden şunlardır183:

- Temelinde Yahudilik ve Hıristiyanlık olan küresel sistemin tek ciddi rakibi


İslam’dır.

- 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle


birlikte ABD’nin yeni bir düşmana gereksinimi doğmuştur. ABD doğrudan gücü
zayıf görünen İslam ülkeleri yerine ‘İslamcı Fundamentalizm’ adı altında ‘Yeni
Dünya Düzeni’ne boyun eğmek istemeyen oluşumları hedef göstermektedir.

- İslamcı Fundamentalizm fobisi yapay olarak oluşturulmaktadır.

- 11 Eylül’le bu fobiyi paranoyaya dönüştürmüş ve İslam terörizmle


özdeşleştirilmiştir.

182
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.188.
183
BAYZAN, A.Rıza; a.g.e., s.305.

102
- Hristiyan ve Yahudi kökenli köktendincilik ve terörizm özellikle gözlerden
uzak tutulmaktadır.

- İslam ve terörizm arasında ‘dehşet’ koşullandırması (Pavlov) ile bir bağ


kurulmaktadır.

- 11 Eylül’le geçmişinde CIA ile bağlantısı olan Bin Ladin’e sorumluluk


yıkılırken terörizme yönelik nefret İslam’a yönlendirilmiştir.

Fakat ABD bu proje ile İslam’ı değil köktendincileri hedef seçtiğini


açıklamaktadır.

Şahin’e göre ise; Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefleri şunlardır184:

- Amerikan dış politikasının değişmez stratejisi olan petrol ve enerji


kaynaklarını kontrol etmek,

- Bu ülkelerin ‘liberal ekonomi’ye (serbest piyasa) geçmeleri ile kendi Pazar


şansını artırmak,

- Her yıl 21 milyar dolar yardımda bulunduğu öne sürülen İsrail’in bu proje
ile bölge ülkelerinin demokrasiye geçmeleriyle güvenliğinin sağlanması,

- Irak Savaşı sonrası, dünya kamuoyunda yükselen Anti-Amerikancı


söylemleri demokrasi söylemiyle bertaraf etmek,

- Radikal İslamcı örgütlerle, demokratik söylemlerin sık sık kullanılarak


bölge ülkelerinin mücadele etmesini sağlamak.

BOP ile bölgede ABD’nin çıkarlarına hizmet edecek temeller atılmakta ve


bunlar demokratikleşme, ekonomik gelişme, özgürlük, laiklik, insan hakları gibi
söylemlerle yapılmaktadır.

Kızılçelik’in de belirttiği gibi, Amerika’nın dünyanın mazlum toplumlarını


sözde özgürleştirmek için kanlı saldırısının adını özgürleştirme operasyonu olarak
belirlemesi dünyada eşi görülmemiş bir saçmalıktır… Eğer, Amerika’nın, diktatöryal
yapıları özgürleştirmek gibi bir misyonu olsaydı, işgal ettiği Irak’tan daha anti-
demokratik olduğu bilinen Kuveyt ve Katar gibi ülkelere saldırırdı. Ancak, buna
184
ŞAHİN, Abdullah; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, Truva Yayınları, 2004, s.99.

103
gerek yoktur. Çünkü söz konusu diktatörlükle yönetilen ülkeler zaten fiilen
denetimindedir185.

Yıldız da ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu’ Stratejisi’nin temel dayanaklarını şöyle


sıralamaktadır186:

- Yeni askeri teknolojiler ve stratejilerin oluşturulması,

- Güvenliğin ekonomik boyutunu kapsayan bölgesel jeopolitiğin


oluşturulması,

- Bölgesel güvenliğin geleneksel yapısının değiştiğinin dikkate alınması,

- Sınırların değişmesi olasılığı ve çözülmeyen bölgesel sürtüşmelere göre


politikaların tespiti,

- Bölge dışı güçlerin faaliyetlerini kontrolü oluşturulmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin oluşumunda, şekillenmesinde ve


uygulanmasında etkili olan ve bu işi üstlenen Neo-Cons (Yeni Muhafazakarlar),
1980’li yıllarda düşünce kuruluşlarında (think-tank) kendilerini göstermişlerdir.
Ronald Reagan’ın savunma politikalarını yönlendirmede ve Dick Cheney’in
Savunma Bakanı olduğu yıllarda birçok önemli mevkilerde görev almışlardır. Bunlar
Yahudi, Hıristiyan, Protestan-Evangelist ve az sayıda Hıristiyan-Katoliklerdir.

Neo cons’ların fikir babasının, düşünsel temelinin Leo Strauss olduğu


vurgulanmaktadır. Siyaset felsefesinin oluştururken öne çıkardığı vurgular arasında,
siyasetin ihtiyaçlarını idrak etmesi mümkün olmayan kitlelere ‘asil yalanlar’
söylemekten kaçınmayacak bir elitler iktidarı fikri merkezi yer tutmaktadır.
Siyasetçilerin başarıya ulaşmak için güç kullanma ve sahtekârlık yapmaya mecbur
olabilecekleri düşüncesini de savunan Strauss’un Platon-Makyavel kolajı, aslında
ABD emperyalizminin saldırgan politikalarını gerçekleştirebilmek için bulunmaz
değerde pragmatist çerçeve sunmaktadır. Böylesi bir milliyetçiliğin geliştirilmesi için

185
KIZILÇELİK, Sezgin; Zalimler ve Mazlumlar; Küreselleşmenin İnsani Olmayan Doğası, Anı
Yayıncılık, Ankara, 2004, s.104.
186
YILDIZ, Y. Gökalp; Oyun İçinde Oyun, Büyük Ortadoğu, Kültür-Sanat Yayıncılık, Mart, 2004,
2. Hamur, İstanbul, s.20.

104
ise, bir ‘dış tehdit’ gerekmektedir. Strauss’a göre; dış tehdit, eğer mevcut değilse
yaratılmalıdır187.

ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya sokabilmek için her türlü


zemini hazırlamıştır. ABD’nin Ortadoğu ile ilgili yönetimi ne ilk ne de sondur.

Yaşar Hacısalihoğlu “Büyük Ortadoğu Projesi”nin stratejik arka planını şöyle


özetlemektedir: ABD için Avrasya, ekonomi-politik egemenliğin mekansal odağıdır.
Soğuk savaş sonrasının jeopolitik merkezidir. ABD’nin olası rakiplerinin
topraklarıdır. Dünya’nın en zengin enerji doğal kaynakların anavatanıdır. Yeni pazar
alanıdır. Yeni mücadele sahasıdır.188

ABD, bölgede siyasal, kültürel ve ekonomik dönüşümler hedeflerken bölgede


ekonomik özgürlüğün sağlanması ve bağımlılığın kaldırılması için bir çözümden
bahsetmemektedir. Oysa alt yapı unsuru olarak ekonomik yapı değişmediği sürece
üst yapıdaki hukuksal, kültürel değişimler kalıcı olamaz ve yarar sağlayamaz. Bu
yönü şu anda gizlenmektedir. Bu eksiklikler varken bu projenin zorla nasıl başarı
sağlayacağı tartışma konusudur.

7.) Büyük Ortadoğu Projesi’nin İlk Yankıları ve Sahneye Konması

Türkiye’de Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili konuşmalar Başbakan Recep


Tayip Erdoğan’ın 2004 yılının başlarında Washington ziyaretinden sonra yoğun bir
şekilde konuşulmaya başlanmıştır. Başkan Bush’un Haziran 2004’te NATO Zirvesi
için İstanbul’a gelmesi ve Ankara’ya resmi ziyaret yapma kararı ile Türk tarafına
verilen yazılı metinde “stratejik ortaklık” sıfatı resmen kullanılmıştır. Birçok yapılan
yoruma göre de ABD ile Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır.

Attikan, Soğuk Savaş yılları ve sonrasında, ABD-Türkiye ilişkilerini


incelediği yazısında sürekli gündeme getirilen ve “stratejik ortaklık” olarak ifade
edilen işbirliğinin, gerçekte söz konusu olmadığını ve ABD’nin yeni bir ilişki biçimi
kurmaya çalıştığını keşfedenlerdendir. Buna göre “ABD, Türkiye’yi Müslüman ama

187
ERBİL, Gamze; “Bush Doktrini:Emperyalist Pragmatizm-Günü Gelmiş Neocon Fikirleri”Çev.
ELÇİ, H. İbrahim, Der. Erbil, G.Ş., Ali; Necan Yeni Muhafazakarlık Temel Belgeler ve Eleştiriler,
Yenihayat Kütüphanesi Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.9.
188
HACISALİHOĞLU, : Yaşar; BOP Avrupa, Rusya, Çin ve Hindistan’ın Yaşam Alanını Daraltıyor,
ABD’nin Kalıcı Egemenlik Arayışı, Cumhuriyet Strateji, 8 Kasım 2004, s. 6-7.

105
demokrat karakterini ön plana çıkartarak kendi istediği gibi tanımlamaktadır. Dün,
Afganistan’ı Sovyetlere karşı kullanan ABD, bugün de radikal İslam’a karşı
Türkiye’yi örnek göstermeye çalışıyor” diyen Attikan, Washington’un bol bol din ve
İslam konuştuğunu söyleyerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin, 80 yıllık modernleşme
mücadelesinin unutulduğundan şikayet etmektedir. Buna göre, “Büyük Ortadoğu
Projesi’nde Türkiye merkez konumda olacak, Ortadoğu’ya din adamları gönderecek,
ayrıca demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine özendirme sağlanacaktır.189

Ortadoğu’da Irak sorunuyla ilgili olarak Özcan’ın da belirttiği gibi, Başbakan


Erdoğan’ın ziyaretinin ardından Irak sorununun öngörülmeyen gelişmesi olan direniş
konusu ve önümüzdeki süreçte Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde olası etkileri ele
alınıyordu.190 Buna göre de ABD’nin Irak’la ilgili olarak iki korkusu vardır.
Bunlardan birincisi; Irak’taki direniştir. Sünni Arapların direnişi ve Şii lider
Ayetullah Sistani’nin egemenliği Iraklılara verilmesine dair ABD planlarına itirazı
ABD’lileri rahatsız etmektedir. İkinci korkuları ise; Kerkük’te olabilecek Sünni
Arap, Türkmenlerle Kürtlerin arasında çıkabilecek çatışmadır. Bu durumda
Türkmenlerin yarısının Şii olması nedeniyle böyle bir çatışma tarafların sayısını
artıracak ve Irak’ı etnik-dini sorunların bitmek bilmediği, şiddetin kontrol
edilemediği bir iç savaşa sürükleyebilecektir. Irak’taki bir diğer önemli konu ise;
ABD ile ortak olan Kürtlerin Arapların öfkesinin hedefi olmaları ve Kürtlerin, Şii ve
Sünni birleşik cephesinin tehdidinin altında olmalarıdır. Böyle bir durumda
Ortadoğu’nun yabancı unsurlardan arındırılması konusunda bölge ülkeleri arasında
başta İran ve Suriye olmak üzere işbirliği ve desteğin önemi anlaşılmıştır. Türkiye
açısından da bölgedeki gelişmeler ve özellikle Irak’taki Kürt oluşumu ve diğer
gelişmeler takip edilmelidir.

Büyük Ortadoğu Projesi ile Ortadoğu’da bir dönüşüm hedeflenmektedir.


Ancak gerçek bir dönüşüm için iç dinamikler kullanılmalıdır. Dışarıdan değişim
zorlanmamalıdır.

189
EVCİOĞLU, Kemal, a.g.e. , s. 153-154.
190
ÖZCAN, Nihat Ali; Erdoğan- Bush Görüşmesinin Dış Politikamıza Etkisi, Zaman Gazetesi, 2
Şubat 2004.

106
BOP’nin projesinin ortaya atılması öncesinde “Irak’a Komşu Ülkeler”
Dışişleri Bakanlarının Kuveyt toplantısı ile proje arasında ilginç koşutluklar vardır.
Buna göre, AKP hükümetinin Dışişleri Bakanı Gül’e göre, Araplar da Ortadoğu’da
dönüşüme inanmaktadır. Ancak harekete geçmemektedirler… Kuveyt toplantısında
Türkiye’nin kişilikli bir politikayla bölgeye ağırlık koymaya aday olduğunu söyleyen
Mahalli’ye göre, Türkiye, Suriye, İran, S. Arabistan, Mısır, Ürdün, Bahreyn, Irak ve
Kuveyt’in katıldığı toplantıda görüşlerde ciddi farklılıklar olmuştur… Türkiye,
yalnız Irak sorununa değil, aynı zamanda bölgenin içinde bulunduğu olumsuzluklara
dikkat çekerek, bu sorunlara, birlikte çözüm aramanın gerekliliğini vurgulamıştır.191
Mahalli’ye göre; bölgenin kendi dinamikleri ile demokratikleşmesinden ve kendi
kaynaklarıyla ve olanaklarıyla kalkınmasından yana olanlar bu girişime sahip
çıkmalıdır.

Ortadoğu’da İsrail Hükümeti’nin 2002 yılında aldığı kararla Haziran 2002’de


Batı Şeria’da inşa etmeye başladığı kendi deyimiyle güvenlik duvarı bir başka
sorundur. İsrail Hükümeti’nin açıklamalarına göre, bu duvar kesin çözümden sonra
yıkılacaktır. Yücel Aker’e göre, toplumları ve hatta ülkeleri ayıran duvarların
yıkılmaya başlandığı bir dönemde İsrail’in, kendisi ile Filistinliler arasında beton
bariyer kurmasının siyasal ve insani açıdan söylediği apaçık ortadadır.192 Bu duvar
720 km uzunluğunda , 5 m. yüksekliğinde ve elektronik destekli bir yapıdadır. Bu
duvardan birçok ülke rahatsızlık duyduğu gibi İsrail içinde bile bazı çevreler karşı
çıkmaktadır. Bu çevrelere göre; bu duvar ile İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin
bütün kötü yönlerinin somut bir göstergesidir ve İsrail- Filistin arasında olası bir
barışı da engellemektedir. Bu durum bölgede terörizmi de körüklemektedir. İsrail’in
bu politikası karşıtlarını da beslemektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi ile bölgedeki gerçekleştirilmek istenen dönüşümün


barışçıl ve istekle gerçekleştirilmesi gerekirken, ABD’nin gerekirse zorla
gerçekleştirmek istemesi temel yanlışlardan biridir. Dönüşüm içsel bir süreç olmalı
ve özgün, hukuksal, evrensel ve barışçı yöntemlerle olmalıdır.

191
EVCİOĞLU, Kemal, a.g.e. , s. 162-163.
192
AKER, Yücel; İsrail Duvarı Hukuka Uygun mu? Zaman gazetesi, 19 Şubat 2004.

107
ABD’nin Afganistan ve Irak müdahaleleri sonucu ortaya çıkan eylemsel
direnç önemli boyuttadır. İslam Dünyası’na post-modern Haçlı seferleri diye
başlatılan (daha sonra yanlış olduğu her ne kadar söylense de) bu süreç İslam
coğrafyasında ABD’ye karşı yoğun tepkiler yaratmıştır. ABD, Müslümanların
gözünde “öteki” olarak algılanmaya, Batı kamuoyunda da İslam Dünyası “terörist”
olarak görülmeye konuşlandırılmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin sahneye konması 11 Eylül’den sonra olmuştur.


Daha sonra Afganistan müdahalesi ve Irak Harekatı gerçekleşmiştir.

ABD, Irak müdahalesinden önce kitle iletişim kanalları aracılığıyla yoğun bir
şekilde dünyaya Irak’ın “Kitle İmha Silahları”na sahip olduğunu duyurmuştur.

Colin Powell, 2003’ün 3 Şubat’ında The Wall Street Journal’da yayınlanan


makalesinde; “Eğer Irak’ı kitle imha silahlarından arındırmanın tek yolu savaşsa
savaştan kaçınmayacağız” diyordu.193 Powell, uzaydan çekilen ve nükleer
kurumların yerlerini gösteren fotoğraflarla Birleşmiş Milletler’de açıklama yapmış
ve Irak’ı uyarmıştır. Irak Harekatı sonrası Kitle İmha Silahları’nın olmadığı ortaya
çıktı. Yani bu gerekçe Irak Harekatının görünen bahane sebebiydi.

Kasım 2004’de Cumhuriyetçi yeni hükümet, kurulurken istifa etmiştir. ABD


ve İngiltere; Irak Harekâtında gerekçe gösterdikleri KİS’lerin daha sonra olmadığının
kanıtlanması üzerine, bu yanlış gerekçenin sorumlusu olarak istihbarat örgütlerini
göstermişlerdir.

a) Irak’ta Direnişin Başlaması

Irak’ta 9 Nisan 2003’te, Saddam’ın devrilmesinden sonra saldırılar, rehin


almalar arttı.

İsrail Savunma Bakanı Shaul Mofoz, Nisan 2004 ayı başında Yediof
Aharonat gazetesine ilginç bir açıklama yaptı. Buna göre; “Parmaklarımızı Irak’taki
Amerikalıların dünya barışı için yaşamsal olan başarıları için kenetledik” diyen

193
POWELL, L. Colin; We Will Not Shrink From War, The Wall Street Journal, February 3, 2003
(Akt: EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. , s. 315).

108
Mofoz’a göre; Irak’taki durumun kontrol altına alınmasının bütün Ortadoğu, petrol
piyasası ve uluslar arası toplumun otoritesi üzerinde olumlu bir etkisi olacaktı.194

Bir yıl sonra Irak’ta direnişler devam etmekteydi. Bağdat’ın Batı’sında Ebu
Garip yakınlarında, Amerikan askerlerine ve araçlarına saldırı düzenledi. Bush, 1
Mayıs 2003’te savaşın bittiğini açıklamasına rağmen saldırılar bitmedi. Irak’a kaos
ve istikrarsızlık hakim oldu.

Irak savaşında, ABD Genelkurmay Başkanı Myers’in Nisan 2003’te itiraf


ettiği gibi, misket bombaları kullanılmıştı. Kullanılan 1500 adet bombanın 26
tanesinin de sivil yerleşim bölgelerine isabet ettiği ve Irak’ta hala patlamayan
binlerce misket bombasının tehdit oluşturduğu açıklanmıştı. Savaşın ardından Irak’ta
gidecek artan bir kaos içinde, 23 Nisan 2004’te Irak ordusuna ait füzeleri imha eden
işgal güçleri Bağdat’ta 40 kişinin ölümüne, 100’den fazla kişinin yaralanmasına
neden oldu.195 Irak’ta bu durum bölge halkı için demokrasi söylemine göre pek iyi
bir örnek değildi. Bölgede başkaldıran her güce terörist gözüyle bakılıyor ve
insanlara ya emperyal güçlerle işbirliği ya da radikal güçlerle işbirliği seçeneği
bırakılmıştı.

Bir diğer dikkat çekici nokta olarak Ayşe Önal şunların üzerinde durmuştur:
Birinci Körfez Savaşı’na katılan her elli askerden biri özel şirketlere yollanırken,
İkinci Körfez Savaşı’na katılan her on askerden birinin paralı olması ve
Pentagon’dan sonra en fazla askeri malzemenin özel şirketlerce sağlanması için
ilginç bir boyutudur.196 Irak savaşı ve Afganistan Müdahalesi’nde ABD’nin
harcadığı 87 milyar doların 30 milyarını savaş ihtiyaçlarını karşılayan özel şirketler
ödemiştir ve özelleşen savaş ticareti pastasının en büyük dilimini İngiliz firmalar
almıştır.

Irak’ta bir yandan çatışmaların sürerken, diğer yandan da yoksulluk artmıştır.


Bu durumda da ABD’nin hem bölge ülkeleri nezdinde hem de tüm dünyanın

194
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. , s. 317.
195
y.a.g.e. , s. 318.
196
ÖNAL, Ayşe,”Kiralık Askerler” Akşam Gazetesi, 15 Nisan 2004.

109
nezdinde özgürlüğün ve demokrasinin nasıl getirildiğini görmektedir. ABD dünya
kamuoyunda kendine karşı güven kaybına yol açmıştır.

BM Güvenlik Konseyi, 1546 Sayılı Kararla, egemenliğin Iraklılara devrini,


Irak’ta güven ve istikrarın sağlanmasını, kalkınmayı, altyapının geliştirilmesini ve
serbest genel seçimleri hedefleyen ABD’nin planladığı geçiş takvimini onaylamıştı.
Buna göre, önce 30 Haziran 2004’te işgalin sona ermesi söz konusuyken, İstanbul’da
yapılan NATO Doruğu sırasında, bir sürpriz yapılarak, Irak’ta 29 Haziran 2004’de
sivil yönetime devir gerçekleştirildi. Kurucu meclisin hazırlayacağı anayasaya göre,
31 Aralık 2005’te Irak yönetiminin işbaşına gelmesi planlanmaktaydı. Ancak alınan
karara karşın, 150000 kişilik işgal kuvveti Irak’ı terk etmeyecekti.197 Bu durumda da
mutlak egemenlik Iraklılarda olmayacaktı.

Irak’ta ABD’nin düşündüğünün aksine direniş artmıştır. Bölgede sadece


Amerikan askerleri değil İngiliz ve İtalyan askerleri de öldürülmüştür. Direnişin ve
kaosun artmasından dolayı ABD 2004’ün ilkbaharında Irak’taki asker sayısını
düşürmeyi planlarken 140 bine çıkarmıştır.

Sünnilerin yaşadığı Felluce’de de çatışmalar oldu. ABD uçakların çocukları


dahi hedef alması ve ölümüne sebep olması, helikopterin camilere füze saldırıları
yapıp Irak halkını öldürmesi gibi girişimler Irak’ta isyanı daha da arttırmıştır.

Saddam Hüseyin’in yakalanmasından sonra Irak’ta direniş ve isyan daha da


artmıştır. Bu direnişi bastırmak için ABD havadan bombalama yöntemini kullanıyor
ve ölenlerin cesetleri sokaklarda kalıyordu. Irak’taki bu direniş Bush’a göre ABD’yi
Irak’tan çıkarmayacaktı. Bush; Irak’ın demokratik bir ülke olmasını istediklerini,
yoksa şiddetin ve terörün kaynağı olan bir ülke olacağını ve bu şekilde de ABD için
tehdit oluşturmaya devam edeceğini söylemekteydi.

ABD, Irak’taki bu tavır ve müdahaleleriyle Irak’taki tarihi ve kültürel


değerleride yok etmekteydi. Otorite boşluğunun olması bölgede yağmalara neden
olmuştu. Bağdat Müzesi’nden bile birçok tarihi eserlerin çalındığı söyleniyordu.

197
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. , s. 319-320.

110
Şii lider Mukteda el Sadr’ın bulunduğu Necef Kenti’ne yönelik kuşatmaya
karşılık Haziran 2004’de Sadr ile ateşkes yapıldı. Şii direnişçilere karşı İran’dan
arabulucu olmaları istendi. Sadr’ın teslim olması istenmesine karşın Sadr ölümünden
sonra da direniş için yol gösterecek açıklamada bulundu. Bu durumda yine Irak’taki
direnişin boyutunu göstermek açısından önemlidir.

4 Nisan 2004’ten itibaren ABD Felluce’de yoğun bir katliama başladı.


Camiler bombalandı, Felluce ve Musul’da birçok insan Şii-Sünni ayrımı
yapmaksızın “İslam Birliği” sloganıyla ayaklandılar. Ancak Ekim 2004’te yapılan
saldırılarda işbirlikçi olarak nitelenen Irak Ordusu içinde Şii askerlerinde bulunması
ve Felluce Saldırısına katılması ABD’nin mezhep ayrılığını kullanmada başarılı
olduğunu göstermekteydi. Amerika bölgeye baskı, kan ve gözyaşı getirmiştir.

21 Haziran 2004 günü, ABD Başkanı Bush’un, “Irak halkının yerinde olsam
bende işgal güçlerine karşı direnirim” gibi bir açıklamasını ekranlardan seyredenler
için anlaşılmaz bir durumdu bu Saddam’ın yakalanma öyküsü de uydurma çıktı.
Lübnan kökenli eski deniz piyade Nedim Ebu Rabah, Suudi Arabistan’ın El Medine
Gazetesi’ne 13 Aralık 2003’te değil 12 Aralık 2003 günü bir köy evinde sert bir
direniş sonrası ele geçirildiği öne sürmüştür.198

Irak Müdahalesinin bilançosu çok yüksek olmuştu. 10 binden fazla insanın


katledildiği, 15 bin Irak’lının tutuklandığı, işkence gördüğü, kadınların tecavüzlere
uğradığı, söylenmektedir. Camilere füze saldırılarının yapılması, sivillerin
öldürülmesi ABD’nin kontrolünün kaybettiğini gösteriyordu. Yine hem Şiiler hem de
tüm Müslümanlar için kutsal sayılan İslam’ın dördüncü halifesi Hz. Ali’nin
Necef’teki türbesine yapılan saldırı da dünyada kargaşa yaratmıştı.

Irak’ta ABD tarafından kurulan Irak Milis gücüne bağlı askerlerden


operasyonlara katılmak istemeyenlerin olduğu ve bunların tutuklandığı
belirtilmektedir. Yine Felluce kentine yapılan saldırıya katılmak istemeyenlerin
rozetlerinin söküldüğü, yemeklerinin günde bir öğünle sınırlandırıldığı, firar
edenlerin olduğu belirtilmektedir. Irak’ta bu direnişlerin olması ABD yönetimindeki
eksikliği de su yüzüne çıkarıyordu.
198
y.a.g.e. , s. 323.

111
W. Safire, Irak’ta Pentagon, CIA ve Dışişleri Bakanlığı’nın çatıştığını ve aynı
görüşte olmadığını yazıyordu. Bu çözümleme, Yıldız’a göre, yanıltmaca ve kirli bir
oyundu. Yıldız, Irak Ulusal Konseyi’nin lideri Ahmet Çelebi’ye yapılan harekatı
örnek gösteriyordu. Amerikan yandaşı olan Çelebi, İran ile işbirliği yaptığı iddiasıyla
önce suçlanıyordu. Çelebi operasyonunun ardından Irak işgalinin fiyasko olduğunu,
İran için casusluk yaptığı iddialarının ise, daha sonra istifa eden CIA Başkanı George
Tenet tarafından güvenirliliği sarsmak için ortaya atıldığını savunuyordu. Safire ve
Çelebi’nin CIA’yi doğrudan hedef göstermesi, Yıldız’a göre psikolojik harbin ince
bir oyunuydu. Yıldız, “kötü CIA, iyi Amerika oyunu oynandığını” belirtiyordu. Buna
göre; “Amerika’nın adamı Çelebi’ye yapılan operasyon şaibeli bir adamı aklama ve
yükseltme operasyonundan başka bir şey değildi. Çelebi’nin laik Şii kimliği ve İran
ile ilişkisinin olmadığı öne çıkartıldığı gibi, ABD’ye karşı açıklamalarıyla da ABD
yanlılığı silinmiş oluyordu.199

ABD, bölgeye demokrasi ve özgürlük söylemiyle zulüm, kan ve gözyaşı


getirmiştir. Evcioğlu’nun dediği gibi; güç hukukunu öne alan bu anlayış; aslında
yüksek uygarlığın yalnızca Antik Yunan ve Roma’da olduğuna inanan milyarlarca
insanın da bilinçaltına roketle saldırmıştır. Doğu uygarlığının dorukta olduğu
çağlarında aman dileyene, kadın ve çocuklara kılıç çekilmezken, Batılılar,
“Uygarlıklar Kutuplaşması’nda” gerçek anlamda “Şeytanın (lucifer)” temsilcisini
oynuyorlardı. Bu aynı zamanda Batı uygarlık paradigmasının çöküş döngüsüne
girdiğini gösteriyordu.200

Ebu Gureyb hapishanesinde yapılan işkenceler kısa bir süre sonra basına
yansıdı. Bu skandalı ortaya çıkaran Seymour Hersh, İsrail askeri yetkililerinin Irak’ın
kuzeyinde ayrılıkçı Kürtlerle işbirliği içinde olduğunu ve bazı operasyonlar için
Irak’ın Kuzeyine girdiğini ve Kürtlere askeri eğitim verdiğini iddia ediyordu.

Necef’te olay çıktığı günde, Sadr şehrinde yapılan protestolara karşı


koalisyon güçleri tarafından eğitilen Irak askerleri müdahale ediyordu. Kendi halkına
ateş ediyordu. Burada ABD, Mukteda El Sadr’a karşı savaş veriyordu.

199
y.a.g.e. , s. 325.
200
y.a.g.e. , s. 325.

112
Sadr, Ayetullah Sistani’nin genç ve radikal bir rakibi olup destekçileri
tarafından, Ayetullah Humeyni ve Che Guevere arasında bir yerde hayal ediliyordu.
Sadr, kendisini Hamas ve Hizbullah yanında konumlandırmaktaydı. Sistani’nin
işgale karşı savaşmak yerine, BM’de lobi arayışına karşın, pek çok Şii, Sadr’ın
taktiklerini izlemişti. “Mehdi” olarak adlandırılan, yüzbinlerce üyesi olduğu öne
sürülen siyah örtülü ordusu olan Sadr’ı, önce görmezden gelmek isteyen Paul
Bremer, provokatif taktiklerle, önce barışçıl gösteri dalgasını kışkırtıp Sadr’ın
gazetesini kapatıyordu. Daha sonra, koalisyon güçlerinin Sadr’ın Necef’teki evini
kuşatmasını ve onun kıta muharebe subayını tutuklanmasını sağlıyordu.201

b) Irak’ta Türkiye’nin İstemediği Gelişmeler

İsrail’in bölgede Kürtleri eğittiği ve Irak’ın kuzeyine yerleştiği ve bu bölgede


Yerli Arap halkta dahil olmak üzere topraklarına ve mallarına Kürtler tarafından el
koyularak boşaltıldığı öne sürülmekteydi. Kürtlerin bu tutumları Türkmenlerinde
güvenliği tehlikeye düşürüyordu. Bu durum da Türkiye’yi endişelendiriyordu.
Türkmenlerin bulunduğu Tel Afer’e ABD askerleri operasyon yaptı. Tel Aferde 6
ABD askerinin ölmesi üzerine Irak Ulusal Muhafızlarıyla birlikte operasyon başlattı.
200 Türkmen tutsak alındı, daha sonra 130 kişi serbest bırakılırken 70’inin
direnişçilerle bağlantılı olduğu gerekçesiyle sorgulandığı söylendi.

Evcioğlu’nun da belirttiği gibi: çoğunluğu Müslüman olan Türklerin; dinine,


diline, tarihine, kültürüne, ahlakına, ekonomisine, özetle tüm unsurlarına sinsi ve
yoğun bir psikolojik saldırı başlatılmış durumdadır. Türklere, kısır gündemlerle
zaman kaybettirilmektedir. Ilımlı İslam hedefiyle yetiştirilenler seferber edilirken,
öte yandan yangın evin içini sarmaktadır. Türkiye’de, Kürt ve İrtica meselesiyle
istenen kutuplaşma sağlanmıştır. Bu kutuplaşma ve kopuşmalar yoluyla Türkiye’nin
enerji yitirmesi sağlanacaktır.202

Bölge tarihine baktığımızda, Ortadoğu’ya yapılan müdahalelerde Arap


halkının tepkisi hep bölge dışı güçlere direnmek şeklinde olmuştur.

201
y.a.g.e. , s. 327.
202
y.a.g.e. , s. 329.

113
Irak’ta Geçici Yönetim Konseyi ABD tarafından seçildi. Bu konsey de Irak
Devlet Başkanlığı’na 81 yaşındaki ABD’nin de öncelik verdiği Adnan Paçacı atandı.
Ama kısa bir süre sonra görevi reddetti. Daha sonra yeni başkan olarak Gazi Meşal
Acil El Yaver seçildi. Devlet Başkanlığı Yardımcılıklarına’da BM temsilcisi Lahdar
İbrahimi, Şii İslami Deva Partisi üyesi Ravş Şiveys atandı.

Irak’taki direnişin uzun süreceği tahmin edilmektedir. Bu direnişe bölgedeki


Arap ülkelerinden Mısır ve Sudan’dan birçok gencin katıldığı söylenmektedir.
Irak’taki direnişin ayakta tutulması için diğer ülkelerinde direnişe katılmasına
rağmen ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Amerikan Birlikleri’nin Irak’ta
kontrolü ellerinde tuttuklarını dile getirmektedir. BM Silah denetçilerinin eski şefi
Hans Blix’e göre, Irak bir iç savaşın eşiğindedir. Ve Iraklılar Saddam Hüseyin’den
kurtulmalarından dolayı sevindiklerini ancak Irak’taki bu işgale karşı olduklarını
söylemektedirler.

Irak Savaşı’nın sebebi olarak sunulan “kitle imha silahları”nın bulunamaması


ve sunulan kanıtların yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Kanıtları bizzat sunan Colin
Powell bile bunu kabul etmiştir. Fakat durum böyle iken, dünya kamuoyunda
ABD’nin güvenirliliğini yitirmemesi ve otoritesini sağlamak için bu durumun
düzeltilmesi, ortadan kaldırılması gerekirken ABD yönetiminden böyle bir girişim ya
da adım görülmektedir.

ABD’de yayınlanan “Vanity Fair” dergisi, Irak’ta KİS bulunmadığı


konusundaki bilginin aylarca bekletildikten sonra Kongre’ye ve Amerikan halkına
sunulduğunu yazmıştır. CIA’nın KİS araştırması için Irak’a gönderdiği ABD’li silah
Denetçisi David Gay, aslında Tenet’e eski rejimin KİS üretmediğini bildirmiştir.
Gay’in raporundaki gerçeklerin neden aylar sonra kamuoyuna açıklandığın
sorgulanmaktadır.203

ABD eski dışişleri Bakanı Madeleine Albright, 9 Nisan 2004’te Yabancı


Sermaye Derneği (YASED) tarafından Ankara’da düzenlenen toplantıda Irak’la ilgili
olarak şunları dile getirdi. Eski ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, ABD
olarak Irak’ta büyük bir hata yaptıklarını belirterek, bu hatanın düzeltilebilmesi için
203
y.a.g.e. , s. 332.

114
şimdi uluslar arası desteğe ve BM’ye ihtiyaç olduğunu kaydetti… Albright, şu anda
Irak’ta büyük bir trajedi yaşandığına dikkati çekerek, ancak bunun en önemli
nedenlerinin Saddam Hüseyin Rejimi ve bu ülkenin geçmişte diktatörlük altında
yaşaması olduğunu kaydetti… Albright, “ancak çözüm ABD’nin bölgeyi terk etmesi
değil, diğer ülkelerinden gelerek ekonomik açıdan destek vermeleridir” diye
konuştu.204

Irak’ın bugünkü durumuna ilişkin olarak da Albright, bu durumu ABD’nin


yaratmadığını, bu durumda İngilizlerin etkili olduğunun altını çizdi. 1920’lerde
başlamış sorunların çözümünü aradıklarını, söyledi. Bölgede Kürtlerinde bir araya
gelerek demokratik bir yapı yaratacaklarını, modern Irak’ın yaratılmasında da federal
bir yapı altında Kürtlerin rol alması gerektiğini söylenmektedir. Ancak Kürtlerin
bağımsızlığını desteklemediklerini vurguluyor ve bunu Kürtlerin doğru anlamaları
gerektiğini söylüyordu.

BM silah denetçileri eski Başkanı Hans Blix, İtalyan da Stampa gazetesine


yaptığı açıklamada, 11 Eylül’den sonra ABD’nin Irak’ta başlattığı savaşın dünyada
terörizmi durdurmadığı açıktır. Tam tersine demir yumruğun sonucunda terör
canlanmıştır ifadesini kullandı… Blix, “ABD, 11 Eylül’den sonra İslam dünyasına
gücünü göstermek için, tek taraflı önleyici savaşla uluslararası ilkeleri ihlal etti ve
bunu yaparken BM’yi zayıflattı” diye konuştu.205

c) Irak’ta Şii İsyanı

Irak’ta Şii isyanı iki ayrı dönemde yoğunlaşmıştı. Sadr, ilk Şii isyanını 2004
Nisan ayının başlarında başlatmıştı. Bu isyan iç savaşa dönüşmese de bölgede kaos
yarattı. Bu hareketten sonra basına Irak’ın Vietnam’a dönüşeceği yönünde yorumlar
yapıldı. İsyanda 18 Amerikalı’nın öldüğü, 150 Iraklının şehit olduğu ve 500’ünün de
yaralandığı belirtilmişti.

İlk olarak Sadr’ın haftalık gazetesi Havza’nın Bremer tarafından kapatılması


üzerine yandaşları sokaklara döküldü ve Mukteda El Sadr’ın Necef temsilcisi

204
www.radikal.com.tr “Albright: Irak’ta büyük hata yaptık”, haber no: 112758, 09.04.2004.
205
www.yenimesaj.com.tr, “Hans Blix’ten ABD’ye: Irak Savaşı terörizmi canlandırdı”, haber no:
4003669, 15.03.2004.

115
Mustafa El Yakubi’nin göz altına alınması ayaklanmaları daha da büyüttü. Irak’a
büyük bir kaos ortamı egemen oldu.

ABD’nin Irak’ta yarattığı bu kaos ortamını ABD’nin stratejik eksikliği olarak


yorumlayanlar bulunmaktadır.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD’nin yıpranması için tasarlandığı şeklinde


yorumlar da bulunmaktadır. Bu görüşe göre de ABD, Irak’ta yıpratılmak üzere
tuzağa düşürülmüştür.

d) Irak İşgalinin Gerekçesi Konusundaki Görüşler

Emekli bir bürokrat olan John Champman Guardion gazetesinde yazdığı


makalesinde Irak İşgali’nin petrol ve dolarla bağlantılı olduğundan bahsediyor.

Champman’a göre; Irak’ı işgal etmenin sadece iki geçerli gerekçesi vardı.
Petrolü kontrol etmek ve Amerikan dolarının dünyanın rezerv para birimi olarak
kalmasını sağlamak… Hükümetin ortaya attığı, Irak’ın elinde 45 dakikada
kullanabileceği kitle imha silahları olduğu iddiasının saçma olduğunu, ama petrol
gerekçesini kabul eden hükümet üyeleri ve üst düzey yetkililerin, bu tür iddiaları
kullanmakta sakınca görmediğini belirtiyor.206

Bölgenin dünyada ikinci büyük petrol kapasitesine sahip yer olduğu ve Irak
İşgali’nin gerekçesinden birinin Irak’ın petrol bakımından zengin olmasının üzerinde
duruyordu. Irak’ın yıl sonuna kadar üretimini 3 milyon varile çıkarmasının
beklendiğini, bu rakamı 6 milyona çıkardıklarında da ABD’nin OPEC (Petrol İhraç
eden ülkeler Teşkilatı)’e karşı saldırıya geçecek güce sahip olacağını söylüyordu.
Irak petrolünü kontrol edince de, hem ABD’nin hem İngiltere’nin petrol akışı
güvence altına alınacak hem de Saddam Hüseyin’in Rusya, Fransa, Hindistan, Çin ve
Endonezya’yla yaptığı sözleşme var ise göz ardı edilecektir.

Chapman’a göre, işgalin diğer gerekçesi Amerikan dolarının uluslararası


rezerv olma konumunu korumasıydı. Uluslar arası para transferinin yüzde 80’i hala
dolar üzerinden yapılsa da, Euro’nun gerçekçi bir alternatif olduğunu ve giderek
doların yerini almaya başlamasının Amerikan egemenliğini tehdit ettiğini öne

206
www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/2004/07/040728 “28 Temmuz 2004 Basın Özeti.

116
sürmektedir. Euro’yu kullanan ülkelerin OPEC ülkeleriyle ticaret hacminin
Amerika’nın OPEC ülkeleriyle yaptığı ticaretten daha büyük olduğunu vurguluyor.

1999’da İran, petrol ihracatında Euro’yu kullanmaya karar verdi. 2000 yılında
Saddam Hüseyin de Irak’ın ihracatını euroyla yapmaya başladı. 2002’de Bush, İran
ve Irak’ı şer ekseni ilan etti. OPEC’teki diğer ülkeler de İran ve Irak’ı takip etmiş
olsalardı Bush çok ağır zarar görebilirdi. Dolardan kaçış küresel hale gelseydi, zaten
muazzam dış ticaret açıklarıyla boğuşan Amerika Birleşik Devletleri’nin para birimi
de hızla düşecekti. Amerikan piyasalarından kaçış başlayacak, ülkenin ekonomisi alt
üst olacaktı.207

e) Irak’taki Direniş Ne Kadar Sürecek?

Felluce de ABD askerleri, halkın kontrolünü isyancılara bırakıyorlardı.


Sokaklarda devriye gezmiyordu, çünkü saldırıya uğruyorlardı. Ülkede yaşanan
saldırılar, adam kaçırmalar devam ediyordu ve bundan dolayı savaş sonrası
yapılanma durmuştu. İşsizlik artmıştı, lağım sularının içme sularına karışması
nedeniyle tifo, hepatit gibi hastalıklar artmıştı. Bu şartlarda hükümetin halk desteğini
kazanması zor görünüyordu.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Irak işgalinde tepkisiz kalmasına rağmen


BM adına Necef’te yaşananlar için ateşkes çağrısında bulundu. Sadr, Mehdi
ordusuna “ölünceye kadar savaş” emri vermişti. Bu direnişler ABD tarafından terörle
aynı kabul ediliyordu. ABD ordusunun direnişi kırması da gittikçe zorlaşıyordu.
Irak’taki bu durum dünyanın bakışını da ABD’ye karşı olumsuz etkiliyordu. Kasım
2004’te NATO’da bulunan ve adı açıklanmayan 10 ülke, Irak’a asker göndermeyi
reddetmiştir. Bununla birlikte, Irak’taki Amerikan askerlerinin de sabrı
tükenmektedir. Sürekli savaş ortamında yaşamak askerlerde psikolojik bozukluklara
yol açmaktadır.

Irak’ın kuzeyinde beklenen sorunlardan biri, İnsan Hakları İzleme Örgütü


tarafından dile getirilen bölgede Kürtler, Türkmenler, Asuriler ve Araplar arasındaki

207
y.a.g.e.,s:335

117
mülkiyet sorunudur. Bu mülkiyet sorununun şiddete dönüşme tehlikesinin
olabileceği belirtilmektedir.

Irak’taki bu durum Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanmasında


zorlaştıracaktır.

Pentagon, Irak’a gizlice yardım yapıldığı sürece, saldırıların süreceğini,


Irak’ta dört büyük grubun işgal güçlerine saldırılar düzenlediğini, bunların içinde
Saddam Hüseyin yandaşlarıyla, Sünni Araplar, ulusalcılar, Şiiler ve ülkeye gelen
yabancı direnişçilerin bulunduğunu, birbirine düşman grupların bile birbiriyle ittifaka
giriştiğini açıklamaktadır.208

Batı basını, ABD’nin Bağdat’taki kukla yönetiminin Irak’ın sadece bir


bölümünü kontrol edebildiğini, diğer yerlerin kontrolden çıktığını ifade ediyorlardı.
Bakuba, Samara, Mahmudiye, Kut, Felluce, Ramadi, Hilla gibi şehirlerde hükümet
kontrolü yoktu.

Başbakan İyad Allavi yeterince etkin değildi. Irak’tan asilere af önerisini


ortaya atmıştı ama Amerikalılar, kendi askerlerini öldüren asilerin aftan
yararlanmamasını söyleyince Allavi zor duruma düşmüştü.

ABD Başkanı Bush, televizyonlarda teröre karşı yapılan savaşın kazanıldığını


söylerken, Irak’taki işkence görüntüleri tüm dünya tarafından izleniyordu. Gerek
yabancı işçiler gerek inşaat firmaları birer birer Irak’tan çekiliyorlardı. Iraklılar lanet
yağdırıyorlardı. Petrol boru çizgilerindeki patlamalar artıyordu.

Irak’ta askeri iş yapan özel firmalar bulunuyordu ve 15 bin kadar asker


sahipti. Bu askerlerin gündelikleri 1000 dolar kadardı. Sokaklardan kendileri için
savaşıyor ve Iraklılara rastgele ateş açıyorlardı. Savaş dahi özelleştirilmişti. Bu
şirketlerin askerleriyle savaşanlar da terörist olarak nitelendiriliyordu. Bu şirketlerin

208
y.a.g.e. , s. 341.

118
yöneticileri genellikle ABD ordusunun üst kademelerinden gelmekteydiler ve
savaşlardan, işgallerden, ölümlerden her geçen gün daha fazla para kazanıyorlardı.

Irak’taki direnişe manevi destek verilerek güçlenmesini sağlayan önemli bir


etken de Saddam’dan sonra ülkeye dönen ve 70’i aşkın bilim ve din adamını
toplayan Ulema Heyeti’ydi. “Heyetü’l-Ulema el-Müslimin”, tüm halkın etnik
unsurlarını, bilim adamlarını bir araya getirerek güç birliği oluşturma uğraşısı içinde
etkinliklerde bulunuyordu. Temsilcileri Müderris, “Amerikan işgal güçlerinin direniş
olmaksızın çekileceğine inanmadıklarını” söyleyerek, SSCB’nin dağılışına etki eden
Afganistan’a benzer olarak, ABD’nin uluslar arası hezimetinde de Irak direnişinin
belirleyici olacağını öne sürüyordu.209

Irak’ta direniş gittikçe güçleniyordu. Ömer Lütfi Mete’ye göre; kullanılan


tanklara haçlar çizmek, dini müziği kullanmak ve karşı taraf için özellikle anlamı
olan bir günü ve geceyi merkez almak; saldırının adına “Hayalet Öfkesi” adını
vermek bunun bir vahşet ayini şeklinde tasarlandığını kanıtlamaya kafidir. Yoksa
hangi kendini bilen devlet, “terörist yuvası” ilan ettiği bir direniş bölgesinde
düzenleyeceği Harekat’a böylesine hayasız bir isim verebilir…210

Felluce’deki işgalci ABD askerleri özellikle evanjeliklerden seçilmişlerdir. 14


Ekim 2004’te başlayan bombalamayla şehir yerle bir oldu, 60 günlük olağanüstü hal
ilan edildi.

Televizyonlara yansıyan, çocuk ölümleri, camideki ağır yaralı ve silahsız bir


Iraklının kameralar önünde başından vurularak öldürülmesi, masum insanların
öldürülmesi Siyonizm ve Emperyalizm için acınacak bir şey değildi. Ve tüm bunlar
demokrasi, insan hakları adına yapılıyordu.

f) Afganistan

11 Eylül Saldırıları ve El Kaide bağlantısının sorumluluğu üzerine ABD’nin


bölgeye müdahalesi ile Taliban yönetimine son verilmiştir. Afganistan’a da özgürlük

209
y.a.g.e. , s. 343.
210
METE, Ömer Lütfi; “Felluce’de Haçlı Sapıklığı”, www.sabah.com. 11/11/2004.

119
ve demokrasi götürülmesi hedeflenirken bu hedefe ne kadar ulaşıldığı ortadadır. Ama
şu gerçektir ki Afganistan’da güvenlik sağlanamamıştır.

TUSAM Türkistan Araştırmalar Merkezi Masasından Gürol Kıraç,


Afganistan’ın önemli sorunlarını aşağıdaki şekilde sıralamaktaydı. Kıraç’a göre:211

- Haziran 2004 tarihinde yapılması hedeflenen seçimlerin iki defa ertelenmesi


ve kesin tarihin belli olmaması.

- ABD askerlerinin insan haklarına aykırı tutumları,

- Seçmen kayıtlarının istenilen düzeyde yapılamaması ve ülkede 11 milyon


dolayında olduğu belirtilen seçmenlerin 2,5 milyonunun kayıt olması,

- El Kaide ve Taliban’ın şimdiki durumda bölgede aktif olması.

Afganistan’da bu sorunların var olması ABD’nin bu ülkede sözlerini ne denli


yerine getirdiğinin göstergesidir.

Afganistan’da seçimlerin yapılmasının da Bush ve Washington’a sağladığı


yararlar Kıraç’a göre: hem Bush için ABD seçimleri öncesinde bir koz olmuştur,
hem ABD’nin uluslararası imajına olumlu etki yapmıştır. Irak’a model olma
bağlamında kullanılabilir hem de Türkistan politikalarında, Afganistan’ı kalıcı üs
olarak kullanacağı düşünülürse ABD’nin gerek NATO’nun konuşlandırılmasıyla
gerekse lojistik destek sağlamayı düşündüğü bölgelere ulaşımda kullanacağı
noktaları kazanması için somut girişimlerde bulunabilecektir. Kıraç, ABD’deki
seçimler için Usame Bin Ladin’in de önemli bir koz olduğunu söylüyordu. ABD El
Kaide Örgütü’nün ve terörizmin başı olarak dünyaya sunduğu Usame Bin Ladin
Bush için seçimler öncesi kullanacağı bir kozdu.

Sonuç olarak; Afganistan, Irak gibi Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel


güvenlik stratejisinde kilit bir ülkedir.

211
KIRAÇ, Gürol; “Afganistan Seçimle Tanışmaya Hazırlanırken”, Cumhuriyet Strateji , TUSAM
Türkistan Araştırmalar Masası, s. 8 (Akt. EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e. , s. 346-347.

120
IV. BÖLÜM

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ VE TÜRKİYE

Bu bölümde, Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ndeki yeri ve projenin


olası etkileri ele alınacaktır.

Osmanlı İmparatorluğundan sonra ortaya çıkan, Batı Emperyalizmine karşı


savaşarak 1923 Lozan Barış Antlaşması ile karşı savaşarak kurulmuş olan Türkiye
Cumhuriyeti kısa bir süre içinde ilerleme kaydederek dünya güçleri arasında yerini
almıştı. Tüm ülkelere örnek çağdaş bir devlet olarak tarih sahnesine çıkmıştır

İki Dünya Savaşı arasında dünya liderliği üstlenmeye hazır olmayan ABD ve
Avrupa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkeli ve kararlı dış politikası karşısında her ne
kadar Türk Devrimleri üzerinde baskı yapsa da istediği sonucu alamamıştır. Böyle
bir dönemde dünya politikasına yön veren, sorunlarına rağmen Churchill
İngiltere’siydi.

Batı Emperyalizmi böyle bir durumda Türk Devrimi karşısında Ortadoğu ile
ilgili hedeflerini ertelemek zorunda kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Balkan Atlantı ve
Sadabat Paktı gibi açılımlarla ve Sovyetlerle olan dostluğu itibariyle bölgeyi
sahiplenip, komşularıyla birlikte emperyalizme karşı direnç oluşturmaya çalışmıştır.
Bu arada Musul Sorunu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin petrole uzanmasının önü
kesilmişti. Bu sorunun giderilmemesinde uluslararası arenada Türkiye
Cumhuriyeti’ni ‘Ortadoğu’dan Uzaklaştırma’ çabalarının rolü büyüktü.

Bu arada, Mezopotamya, Kuzey Afrika ve Arabistan yarımadasında


Osmanlı’dan boşalan topraklarda yeni sömürüler için yapay devletler kurulmuştu.
Cetvelle sınırları çizilen bu işbirlikçi ve yapay devletlerde bulunan azınlıklar kasıtlı
olarak komşu ülke sınırları içine bölünmüştü. Böylece sınırlar doğal olmayıp, başa
getirilen yöneticiler tarafından ikili sorunlar için zemin hazırlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk döneminde ne Batı’ya ne de Ortadoğu’ya sırtını


dönmemişti. Atatürk’ün vefatından sonra emperyalizmin çekim alanına giren
yöneticilerin ‘yurtta sulh cihanda sulh’ anlayışını statükocu bir pasiflikle ele almaları,
devletin ilgisini hem Ortadoğu’dan hem dünyadan uzaklaşmasına yol açmıştır.

121
Ortadoğu için yazılan senaryolar her yıl emperyalizmin güdümünde olan
kişiler tarafından gözden geçirilir. Bölge ülkelerin sömürülmesinde geleceğin
yöneticileri adayları burslarla yetiştirilir, ülkelerde gereken propaganda,
dezenformasyon kullanılır. Dolayısıyla bu ülkeler gelişme ve güçlenme şansı
bulamadan mahkûm olurlar. Yine bu ülkeler ekonomik yardımlarla borçlandırılır.
Borçlar büyüdüğünde de etki altına alınırlar. Seçkin ve yönetici kadro ele
geçirilmiştir. İşler, küresel güçlere boyun eğerek, birbirlerinden haberdar, organize
bir uluslar arası şebekeye bağlı olarak yürütülmektedir. Ulus devletlerin altı
oyulmaya çalışılmıştır, ekonomileri ele geçirilmiştir.

Nerede gelişmeye giden iyi bir oluşum varsa türlü gerekçelerle büyümeden
söndürülmüştür.

Tüm bu süreçler küreselleşme aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.


Küreselleşmeyi anlamadan ABD’nin küresel stratejisini ve özelde de Ortadoğu
Perspektifini anlamak mümkün değildir. Küreselleşme dünyayı dönüştürmek için
kullanılmaktadır. Küreselleşmenin oluşturduğu yeni dalgalarla insan yaşamının
birçok alanında dönüşümlere, gelişim ve yıkımlara yol açtığı, ticaretin sınırları
zorlaması ve yeni dünya düzeninin ekonomik açılımlarıyla ucuz insan gücünü ileri
teknoloji ile birleştirdiği, önünde engel konması güç olan bir akış olarak
yaşanmaktadır. Zengin-fakir zıtlığını yaratmış ve Ortadoğu, Afrika, Güney Amerika,
Asya gibi bölgelerde insanların sefalet içinde kalmışlardır. Küreselleşme terör
bataklığını da yaratmıştır.

Küresel terörizm tehdidi, kendisini geniş çaplı olarak 11 Eylül saldırıları ile
ortaya koymuştur. Terörizm ve teröristler aslında bir anlamda “’Yeni Dünya
Düzeni’nin kurulmasını desteklemektedirler. Böylece ‘Uygarlıklar Çatışması’ da
sahneye koyulabilmektedir. Küreselleşme ve 11 Eylül süreçleriyle ivme kazanan
‘kaos’ en çok sermaye sahiplerinin işine yaramıştır sermaye, yüksek teknolojiye
sahip silahların satılarak yayılmasını desteklemiştir.

Yeni tehdit ‘Uygarlıklar Çatışması’ anlayışıyla kurgulanmıştır. Hedef artık


Ortadoğu’dur. Tehdit algılaması, 11 Eylül’den sonra kökten değiştirilmiştir.

122
Müslüman ile terörist neredeyse bir anılmaya başlanmıştır. Böylece ‘Uygarlıklar
Çatışması’ ve ‘öteki’ ayrımı için zemin oluşturulmuştur.

Yeryüzünde yaşanan tüm güç mücadelelerinde ekonomik gerekçelerin önemi


yadsınamaz. Büyük Ortadoğu Projesi’ne yön veren etmenlerin başında ekonomik
boyut gelmektedir. Bu proje ekonomik boyutuyla bakıldığında bölgenin petrol,
doğalgaz ve alternatif enerji kaynaklarına sahip olması nedeniyle küresel güçlerin
çıkarlarını çatıştığı bir alandır. Dolayısıyla ‘küresel petropolitiğin dünyanın
geleceğini yönlendireceği’ yönünde görüşler ortaya çıkmaktadır. ABD, kendi siyasal
ve ekonomik çıkarlarının temsilcisi olarak Büyük Ortadoğu Projesi’ni ortaya
atmıştır. Bu proje ile Büyük Ortadoğu’da bulunan ülkelerde dönüşüm
hedeflenmektedir.

Evcioğlu’na göre; Osmanlı İmparatorluğu’ndan ve SSCB’den miras kalan


alanda enerji kaynaklarına ilgisi olan Çin ve Rusya Federasyonu önderliğindeki
Şangay İşbirliği Örgütü ve AB’nin önünün kesilmesi için ‘Terör ve Kitle İmha
Silahları” tehditleri gerekçe gösterilerek doğrudan önceden tanımlanmış olan bazı
stratejik noktalara yerleşme işlemi sürmekte olup, bu kamulanma ABD’nin okyanus
ötesi güç olarak, kendi askeri yapısını kurmaya çalışan AB’ni doğudan, Ortadoğu’yu
kuzeyden; Rusya Federasyonu, Çin ve İran’ı da Batı’dan kuşatmaya, onların yaşam
alanlarını daraltmaya olanak sağlamaktadır212.

BOP kimilerine göre, neo emperyalist düşüncenin bir uzantısıdır. Kimilerine


göre, Büyük İsrail hedefidir. İsrail’in 1948’de kurulduğu tarihten itibaren ABD’nin
hedefleri ile örtüşmektedir.

Dönüştürme sürecinde, bölgede ona hedef olarak Suriye ve İran yer


almaktadır. Türkiye’nin de bu projede üstleneceği rolünün, demokratik işlem
boyutunda olacağı ve Türkiye aracılığıyla bölge ülkelerin boyun eğemeye
çağırılacağı ve bu amaç doğrultusunda gerektiğinde askeri gücünden de
yararlanılacağı öne sürülmektedir. Soros’un da söylediği gibi Türkiye’nin en iyi ihraç
malı görülen yönü askeri gücüdür. Bu kez de Büyük Ortadoğu Projesi’nde böyle bir
misyon yüklenmek istemektedir.
212
EVCİOĞLU, Kemal; a.g.e., s.405.

123
Evcioğlu’na göre; ABD ve AB, yeni Avrupa’da Rusya karşı cephe
istememektedir Rusya Federasyonu, Avrasya’da denge unsuru bir ülkedir. Ancak
Rusya Federasyonu ve BDT çevresindeki dönüşümlerden çok olumsuz
etkilenmektedir. Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan, Beyaz Rusya ve Ermenistan’daki
gelişmeler Rusya’yı sıkıştırmaktadır. Rus Komsomolskoya Pravda gazetesi, BDT’nin
parçalanabileceğini öngörmektedir. Bütün bunlar, gerek AB’nin gerekse Şangay
Beşlisi’nin başat ülkeleri olan Fransa-Almanya ve Rusya-Çin’in göreceli olarak
kararsız olduğu bir dönemde sahneye konmuştur.213 İşte Yeni Dünya Düzeni adı
altında sergilenen bu düzende dünya yeni bir kutuplaşma ve savaşa gitmektedir.

Türkiye’nin durumu işbirlikçi iktidarlar, yoluyla dış politikası ABD’ye iç


politikası AB’ye, ekonomisti ise IMF’ye bağlanmıştır. Her türlü değerlerinden
uzaklaştırılmak istenen Türkler, bu strateji ve ekonomik bunalımla giderek hızlanan
bir çöküntünün de baskısı altına alınmıştır.

ABD’nin eski güvenlik danışmanı Condelezza Rice’nin, 7 Ağustos 2003’te


The Washington Post’ta yayınlanan ve 22 ülkeyi hedef alan ‘Transforming the
Middle East’ yani ‘Ortadoğu’yu Dönüştürmek’ başlıklı yazısı, ABD Başkanı George
W. Bush’un 6 Kasım 2003’te açıkladığı ‘Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisi’,
Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Davos’ta açıkladığı ‘Büyük Ortadoğu’da Reform
Projesi’ düşün alanında da 10 yılı aşkın bir süredir tartışılmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın 28 Ocak 2004’ta Washington ziyareti sonrasında


düzenlediği basın toplantısında konuyla ilgili edindiği bilgilerle ilgili olarak şunları
söyledi: Sayın Bush ile görüşmede, ABD’nin global çerçevede büyük yeni kuvvet
yapılandırması, Büyük Ortadoğu ya da Genişletilmiş Ortadoğu vizyonu gibi
konulardaki yaklaşımlarını en etkili ağızdan dinleme imkanı bulduk, yaklaşımımızı
ifade ettik214. Erdoğan bu basın konuşmasıyla projeyi kamuoyuna duyurmuştur.

Büyük Ortadoğu Projesi’ne Türkiye’de ciddi farklı bakış açıları mevcuttur.


Kimi görüşlere göre örnek ülke olacağı söylenirken, kimi görüşlere göre de

213
y.a.g.e., s.407.
214
Radikal Gazetesi, 02.02.2004.

124
Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde merkez ülke olduğunu ve birikimleri
Ortadoğu’daki ülkelere aktarması gerektiği yönündedir.

Cıngı’ya göre; Türkiye ‘model’ diye gösterilen ve ‘figüran’ konumunda olan


bir ülke değildir. Türkiye, kendisini, kendi içi dinamikleriyle bölgede bir çekim
merkezi konumuna getirmiştir. BOP sürecinde de pasif bir model değil baş
aktörlerden biridir215.

Mahir Kaynak’ta bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirmektedir: Türkiye,


örnek gösterilse bile, dini temellere dayalı bir politikanın öncüsü değildir. Onun
öncülüğü bilimsel ve toplumsal ilişkiler düzeyinde olabilir ve böyle bir öncülüğü,
sadece bugünü ile değil tarihi ile de, hak etmiştir216.

Büyük Ortadoğu Projesi ile Türkiye’ye yüklenmek istenen rol, çoğunluğu


Müslüman nüfusun oluşturduğu bu coğrafyada gerçekleştirilecek olan dönüştürme
sürecinde liderlik misyonudur. Başkan Bush’un “Türkiye’nin başarısı Avrupa ve
Geniş Ortadoğu’nun ilerlemesi için hayati önemdedir”217 şeklindeki konuşması
Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’nin kilit ülke olduğunun ve ne denli önemli
olduğunun göstergesidir.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi E. Edelman, projeye bakış açısını yansıttığı ve


Türkiye’ye biçilen rolü ifade ettiği bir açıklamasında ‘Büyük Ortadoğu Projesi’,
Başkan Bush’un ve bugünkü yönetimin projesi değil, ABD’nin uzun dönemli bir
projesidir. Önümüzdeki 20 yıl iktidara kim gelirse gelsin bu projeyi uygulayacaktır.
Bu projeden Türkiye’ye görev biçmek söz konusu olamaz. Türkiye, kendi
sorumluluk sınırlarını kendi belirleyecektir. Türkiye, Irak ve tüm Ortadoğu ülkeleri
için bir model değil, bir örnek ülkedir. ‘Model’ olamaz. Çünkü Türkiye’nin
gerisinde, altı yüz yıllık bir Osmanlı Devleti birikimi ve de Atatürk vardır.
Türkiye’yi model olarak, aynı sistemi başka ülkede bir günde kurmak imkânsızdır.
Ancak Türkiye ‘örnek’ olabilir. Türkiye örnek alınacak bir ülkedir218 diyerek

215
CINGI, Aydın; ‘Ortadoğu ABD’nin gücünü sınadığı bir laboratuar konumundadır’ Büyük
Ortadoğu Kuşatması, Der. Atilla Akar, Timaş Yay., s.211-212.
216
KAYNAK, Mahir, a.g.e.s.29.
217
Radikal Gazetesi, 30.06.2004.
218
Milliyet Gazetesi, 15.04.2004.

125
Türkiye’nin projedeki öneminden ve Türkiye’nin önemli birikime sahip olduğunun
altını çizmektedir.

Edelman’ın, Türkiye’nin bölge için ancak örnek alınabilecek bir ülke


olduğunun ve diğer bölge ülkelerinden çok daha güçlü tarihsel birikime sahip
olduğunu söylemesinin altında yatan önemli nokta Türkiye’nin bu proje için
vazgeçilmez olduğudur. Edelman yukarıdaki sözlerinden Türkiye’ye iltifat ederken
aynı zamanda Türkiye’nin projede önemli rollerden birini oynayacağının sinyallerini
de veriyor. Burada şöyle bir soru aklımıza geliyor. Türkiye’yi bu projede kilit
konuma getiren nedenler nelerdir? Çıngı Türkiye’nin bu projede belirleyici
özelliğinin, ‘hem demokrasi ve çağdaşlık hem de güvenlik üretmesi ve bunu
ekonomik istikrar temelinde başarmaya aday olmasıdır’219 şeklinde
yorumlanmaktadır. Ancak demokrasi, çağdaşlık ve ekonomik istikrar sadece
Türkiye’ye özgü özellikler değildir. Bu özellikler Batı Avrupa Devletleri ve ABD’de
de olan özelliklerdir. O halde Türkiye’nin bu özelikler ve bölge ülkesi olması dışında
başka özelliklerinin de olması gerekmektedir. Bu özellikler bölgede en etkin askeri
güce sahip olması, laik devlet anlayışıyla Müslüman bir topluluğu yönetmesi, dış
politikasını ABD Dış Politikasına paralel olarak kurması ve İsrail ile yapıcı
diyaloglar kurması olarak sayılabilir.

Büyük Ortadoğu Projesi ile bağlantılı olarak ve Türkiye’yi de yakından


ilgilendiren diğer bir konu ‘Ilımlı İslam’dır. Şahin bu konuda görüşlerini şöyle dile
getiriyor. Gerek Ilımlı İslam, gerek Liberal İslam ve gerekse Light İslam gibi
kavramlar, İslamcıların Batı’yla uyum içerisinde olması ve demokrasinin kabulü
anlamına gelmektedir.220 Batı için demokrasi ile içselleştirilmiş ya da sulandırılmış
bir İslam anlayışı tehdit olmaktan çıkacaktır. Bilindiği gibi 11 Eylül’den sonra ABD
teröre olan bakış açısını değiştirerek, teröre küresel bir konum atfetmiş ve İslami
terör ya da terörist İslam gibi kavramlarla birlikte anılmaya başlanmıştır. Hatta
Bush’un ‘Tanrı’nın kendisini bu göreve getirdiğini’221 söylemesi de yapacağı
müdahaleleri meşrulaştıran söylemdir. İslam ile terörizm kavramının böyle bir arada

219
CINGI, Aydın; a.g.e., s.212.
220
ŞAHİN, Abdullah; Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye,Truva Yay. İstanbul s.42
221
BAYKAN, Ali Rıza; Küresel Vaftiz, IQ Kültür Sanat Yayınları, İst., 2004, s.284.

126
kullanılması da terörizmle mücadele de özellikle İslam dünyasının ve İslam’ın hedef
alındığına dair yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Şahin’de,
ABD’nin ‘Radikal İslam’a karşı Ilımlı İslamcılarla birlikte mücadele edeceğinin
altını çizmektedir.

Hacısalihoğlu, Ilımlı İslam için ‘dinsel değil, siyasal bir nitelemedir ve ABD
kaynaklıdır’222 şeklinde yorumda bulunuyor. Özbek’in de belirttiği gibi, ılımlı
kavramından amaç, İslam’ı daha laik bir çizgiye çekmek değil, aksine, İslam’ı
ABD’nin denetimi altına alarak üniter yapıların çözülmesinde araç olarak
kullanabilmektir223. Yani Ilımlı İslam’la amaç, İslam’ı ılımlaştırmak ve daha laik bir
çizgiye çekmek değil, İslam’ı üniter yapıların çözülmesinde bir araç olarak
kullanmaktır.

Kaynak’a göre; Müslüman toplumlarda geriliğin, ancak dinde reformla


mümkün olacağı ve Türkiye’nin bu yolda, hedefe ulaşamasa bile, önemli bir mesafe
kaydettiği ve başkalarına örnek olabileceği ima ediliyor. Yani Türkiye iddia ettiği
gibi laik bir ülke değil ama dini daha kabul edilebilir bir düzeyde algılıyor havası
hakim. Hıristiyanlığın ve Museviliğin tutucu olabileceği söylenmiyor ve onun her
türlü yorumu anlaşılabiliyor ama Büyük Ortadoğu Projesi’ne konu teşkil eden
ülkelerde Türkiye çizgisinde bir din anlayışı bekleniyor.224

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ile İslam’ı hedef seçmesi tesadüf değildir.
Huntington’un İslam’ı “dinsel olanla seküler olan arasında herhangi bir ayrım
bulunmayan, militan bir dindir225” diye tanımlaması batıyı endişelendirdiğinin ve
tedbir almak için harekete geçiren söylem olduğunun göstergesidir. Ilımlı İslam’da
bu bağlamda hem yeni stratejik hedefleri için zemin hazırlamakta hem de kendisine
tehdit ya da alternatif olarak gördüğü İslam’ı kontrol altına alabilmeyi sağlayacaktır.
Batı’nın İslam’a olan yaklaşımını ve tavrını Graham Fuller’in şu sözleri ortaya

222
HACISALİHOĞLU, İ. Yaşar; Cumhuriyet Gazetesi, 24.06.2004.
223
ÖZBEK,Osman; İpotekli Türkiye,Ümit Yayıncılık,Ankara,Mart 2005, s.109.
224
KAYNAK, M; a.g.e.., s.29.
225
HUNTINGTON, P., Samuel; ‘Müslüman-Konfüçyusçu Bağlantısı’ Samuel Huntington’la
Röportaj, NPQ Türkiye C.2, Sayı.7, s. 22-26 (Akt: ŞAHİN, A.; a.g.e., s.37).

127
koymaktadır. “Batı’nın çıkarlarına karşı en büyük muhalefetin baş aktörü İslam
olacaktır226.”

Türkiye’de etnik ve dini farklılıkların ön plana çıkarılması Türkiye’nin


gücünü azaltır ve edilgen bir konuma getirir. Bununla birlikte farklılıklara dayanan
çatışmalara sahne olur. Türkiye bu kimliklerin üzerinde akılcı politikalar üretmelidir.

Amerika Birleşik Devletleri; bütünü kontrol edebilmek için parçaları elde


tutmak yani bütünü bozmak istemektedir. Kürt sorunu da bu sebeple ilgi odağıdır. Bu
nedenle Türkiye Kürt sorununa etnik bir mesele olarak bakmamalıdır. Siyasal boyutu
üzerinde durmalıdır ve bu konularda haklı haksız aramamalıdır.

Parlar, Ilımlı İslam konusunda sert bir tavır takınıyor ve İslam’ın proje ile şu
hale geleceğini söylüyor227: Müslüman olmayan İslam, rehabilite edilmiş İslam,
Neoliberal kodlarla uyum sağlanmış, onların tabiriyle ılımlaştırılmış, bütün tarihsel
birikiminden koparılmış ve kendi içinde ayrıştırılmış, birbiriyle çatışma içerine
sokulmuş İslam… Arzu ettikleri….İslam’ın mümkün olduğunca kendi içinde
ayrışmasıdır. Bu aynı zamanda bölgedeki İslamî toplumların yeni tür bir kökcilikle
karşı karşıya kalması anlamına gelmektedir.

ABD’nin hegemonya hesaplarında ve ekonomik çıkarları içindir ve etnik


ayrımlar araç olarak kullanılmaktadır. İslam, kapitalist zihniyetle çelişen bir inanç
sistemi olduğu için hedef seçilmiştir.

Ünaltay ise bu proje’de Türkiye’nin rolü için şunları dile getirmektedir:


Türkiye Batı’ya her yanaştığında bir ‘kenar’ (diplomatik dilde ‘perifer’) ülkesi olarak
görüldü… bu günde Türkiye’ye ikincil ama riskli görevlerin ötesinde bir rol
öngörüldüğünü sanmıyoruz… ABD globalizminin gayriresmi ağzı G. Soros
‘Türkiye’nin global ekonomide karşılaştırmalı üstünlüğünün güvenlik’ olduğu
tespitini yapmış ve ‘Türkiye güvenlik ihraç eder’ demiştir; ne kastettiği yeterince

226
FULLER, E.G – LESSER, O, Ian, Kuşatılanlar İslam ve Batı’nın Jeopolitiği, Sabah Kitapları, İst.,
1995, s.123’den (Akt. ŞAHİN, A., a.g.e.., s.40)
227
PARLAR, Suat; ‘BOP, Vahşet ve şiddet vaat ediyor. Çözümsüzlüğü barış olarak sunuyor’, Büyük
Ortadoğu Kuşatması, Der. Atilla Akar, Timaş Yay., S.142.

128
açıktır: Türk askeri, global efendilerin çıkarları için vatanından uzakta sonu belirsiz
maceralara atılmak istenmektedir228.

Türkiye örnek ülke yapılmaya çalışılacaktır. Ünaltay’a göre; Türkiye ya açık


kumarhane, kaçakçılık merkezi ve umumhane haline getirilmiş ‘Özgürlükler
Türkiye’si’ ya da bağımsız ve haysiyetli demokratik Türkiye mücadelesi ile
damgalanacaktır.

A.)Büyük Ortadoğu Projesi ve Bazı Partilerin görüşleri:

1.)Adalet ve Kalkınma Partisi:

AKP Hükümeti Büyük Ortadoğu Projesine destek verirken Ortadoğu’daki


devletlerinde tepkisini çekmek istememektedir. Bunun için Büyük Ortadoğu
Projesi’ne şartlı destek verdiğini dile getirmektedir. Çeşitli beyanatlarında Büyük
Ortadoğu Projesi’nin bölgesel iç dinamikleri de gözetmesi gerektiğini
vurgulamaktadır. Bu konuda Başbakan Erdoğan Esenboğa Havalimanında şu
mesajları vermiştir. ABD’de Büyük Ortadoğu Projesi’ne nasıl baktığımızı,
Türkiye’nin görüşlerini en etkili biçimde anlatacağız. Bölgede demokrasi ve refah
üretmeye yönelik bütün projeleri destekliyoruz. Bu destek şu ana prensibe dayanıyor:
Değişim dışarıdan empoze edilemez. Bizim için esas olan bölge halkının refah ve
esenliği. İç dinamikleri dışlayan her değişim projesi sağır kalır229. Bu beyanatın
yanında Erdoğan bölge halklarının sorunlarına değinen başka beyanatlarda dile
getirmiştir. Dışarıdan dayatma olarak algılanacak davranışlar, Ortadoğu’nun yorgun
halkları üzerine ters tepki yapar. Bu tür projelere katkı ve yardımı önemsiyoruz.
Ancak Ortadoğu insanlık adına acı gelişmelerin yaşandığı bir süreçten geçiyor. Ve ne
yazık ki, dünya etkili adımlar atmıyor… İsrail’in şiddet politikalarının müsamaha
gösterilir yanı yok. Öte yandan, Irak’ta da durum bir türlü normale dönmedi. Bu
durum, Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının tepkisini arttırıyor. Filistin’de şiddete
son verilmeli, Irak’ta bir an önce normale dönülmelidir. BOP, o zaman gerçek

228
ÜNALTAY, A. Altay; Büyük Ortadoğu Kuşatması, Timaş Yay., s:187.
229
Hürriyet Gazetesi, 22.01.2004.

129
anlamını kazanacaktır. Aksi halde vicdan ve akıllarda karşılık bulunmadan masa
başına kalacaktır230.

Hükümet aslında Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vererek birçok


platformda başarı elde etmeyi planlamaktadır. Bu anlamda projeye destek vererek
ABD ile olan ikili ilişkilerin ilerletecek ve bu ikili ilişkiler doğrultusunda ekonomide
daha istikrarlı bir zemine kavuşmayı; projeye destek verirken bölge ülkelerinin
sıkıntılarını dile getirerek Ortadoğu’da nüfuzunu arttırmış olacaktır.

2.)Cumhuriyet Halk Partisi:

Ana muhalefet partisi konumunda olan CHP Büyük Ortadoğu Projesine karşı
çıkmamakta ancak bazı endişeleri olduğunu dile getirmektedir.

3 Haziran 2004 ‘ de CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’ e göre;


Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgede 3 hedefi olmuştur, bunlardan biri İsrail’i
desteklemek, ikincisi ABD yanlısı Mısır ve Ürdün gibi ülkeleri desteklemek,
üçüncüsü ise enerji kaynakları üzerindeki etkinliğini, hükümranlığını sürdürmekti.
Şimdi bakıyoruz, özgürlük ve demokrasi ön plana çıkıyor231.Öymen bölgede
demokrasinin oluşabilmesi için öncelikle laikliğin bölgede uygulanması gerektiğinin
dile getirmiştir.

Powell’ ın Irak’ ta din devletine dayalı bir devletin kurulabileceği sözlerini


bir çelişki olarak gören Öymen, demokrasi için laikliği ön koşul olarak görmektedir.

Öymen; Türkiye’ nin BOP konusunda nasıl davranması gerektiği konusunda


Türkiye’ nin bu proje içinde Amerika’ nın temsilcisi gibi görünmesinin yanlış
olacağını ve Türkiye’nin milli politikalarını gözeterek projede yer alması gerektiğini
söylemektedir.

B.) Büyük Ortadoğu Projesi ve Genel Kurmay

Büyük Ortadoğu Projesi konusunda Genel Kurmay ile Hükümet arasında bazı
görüş ayrılıkları mevcuttur. Erdoğan’a Orgeneral İlker Başbuğ’un ‘Büyük Ortadoğu
Projesi’ne model olmak gibi bir iddianame yok’ sözlerinin hatırlatılması üzerine

230
Hürriyet Gazetesi, 22.01.2004.
231
www.chp.org.tr

130
Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi’ne örnek bir ülke olacaktır. Örnek olmak bizi
küçültmez, büyültür232 demesi hükümetle Genel Kurmay arasındaki görüş ayrılığın,
dışa vuran bir beyanattır.

Genel Kurmay Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’nin örnek


gösterilmesinden ve projenin ılımlı İslam’ı içermesinden rahatsız olmaktadır. Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin NATO temsilcisi Korgeneral Ergun Saygun; ‘ABD’nin Büyük
Ortadoğu Projesi çerçevesinde Türkiye’nin hedef ülkelerle değil, Avrupa ülkeleriyle
gruplandırılması gerektiğini söylemiştir. Ortadoğu’da makul girişimi desteklemeye
istekliyiz. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi takdire şayan. Ancak, karanlık noktalar
aydınlatılmalıdır 233şeklinde açıklama yapmıştır.

Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök; Amerika’nın 22 Arap


ülkesiyle Pakistan ve Afganistan’ı içeren GOP stratejisi, temelinde, bu toplumlarda
demokratikleşmeyi hedeflemesi açısından Türkiye’nin yanındaydı, fakat, ‘Türkiye
Modeli’ni ‘Ilımlı İslam’ kavramıyla buluşturmaya çalışmak boşa çabaydı: ‘Türkiye
ne bir İslam devleti ne de İslam ülkesidir. Türkiye’yi model olarak göstererek,
nüfusunun büyük bir bölümü Müslüman olan ülkelerin kolaylıkla demokratik bir
yapıya dönüşebileceği sonucunu çıkarmak yanıltıcı olabilir. Burada unutulan veya
dikkatten kaçırılan husus, laikliğin Türk demokrasisini gelişmesinde ona itici güç
oluşudur. Laiklik sürecini yaşamayan, bu deneyime sahip olamayan ülkelerin
demokratik bir yapıya kolaylıkla ulaşabileceğini söylemek, bir iddiadan ileriye
geçemeyebilir234 şeklindeki açıklamaları Genel Kurmay’ın projedeki Ilımlı İslam
söyleminden ne kadar rahatsız olduğunun bir göstergesidir.

C.) Türkiye Açısından Çözüm Önerileri

Türkiye içerisinde bazı çevreler Türk dış politikasını durağan ve pasif


olmakla suçlamaktadırlar. Bu durağanlığın sonucu olarak Türkiye’nin Büyük
Ortadoğu Projesi’ne karşı alternatif açılımlar getirmediğini dile getirmektedirler.
Arı’ya göre; sonuç olarak, Türkiye bölge ülkeleriyle ilişkilerinde toptancı bir

232
Akşam Gazetesi, 28.05.2004.
233
Cumhuriyet Gazetesi, 07.04.2004.
234
ÖZKÖK, Hilmi; ‘Artık kimse tam egemen değil…’, Nokta Dergisi, Sayı:1138, 24/30 Nisan, s:12.

131
yaklaşım yerine bu ülkeler arasındaki güç dengesi ilişkilerini, ideolojik farklılıkları,
tarihsel mücadeleleri, etnik rekabetleri dikkate almak durumundadır235.

Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya üye olmasında Sovyetler Birliği


tehdidinin büyük etkisi olmuştur. Bu dönemde Türkiye dış politikası batı paralelinde
geliştirilmiştir. Ancak Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve blokların ortadan kalkmasıyla
Türk Dış Politikasında ciddi değişiklikler geliştirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
Çünkü dünya artık tek kutupludur ve Sovyetler Birliği’nin otoritesinin kalkmasıyla
boşalan bölgelerde yeni bir güç mücadelesi başlayacaktır.

Dış politikadaki bu değişikliklerle birlikte Türkiye’nin tehditleri de


değişmiştir. Üstelik bu tehditler Türkiye’nin ulusal bütünlüğüne yönelik olarak hızla
artarken, arkasında dost bildiği kimi NATO üyesi ülkelerinde olduğu bir ortaya
çıkmıştır. Bununla birlikte, Türkiye halen ittifakın bir üyesi olarak NATO’nun
alacağı yeni görevlerde düne değin sadece bir ‘kanat ülke’ iken şimdi bir ‘cephe
ülke’ işlevini görecektir. Bu ise Türkiye’nin bölge halkları aleyhine yeni askeri
maceralara sürüklenmesi anlamına gelecektir236. Akar, Türkiye’nin bölgedeki
rolünün Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra değiştiğini söylemektedir.

Türkiye’nin ekonomik ve siyasi olarak ABD’ye bu kadar yakın dururken bu


projeye karşı çıkması ve yeni açılımlar geliştirebilmesi zor görünmektedir. Türkiye
kısa vadede; bölgesel güç dengelerini gözeterek projeyi zamana yaymalı, uzun
vadede ise; milli bir dış politika ve güçlü bir ekonomi oluşturarak bölgedeki
etkinliğini arttırmalıdır. Ekonomik olarak istikrarı yakalamadan projeye karşı çıkmak
veya projede değişiklik yapılmasını istemek Türkiye’yi ciddi ekonomik krizlere
sürükleyebilir.

235
ARI, Tayyar; a.g.e., s:658.
236
AKAR, Atilla; a.g.e., s:56.

132
V. BÖLÜM

KÜRESEL VE BÖLGESEL ÜLKELERİN BÜYÜK ORTADOĞU


PROJESİ’NE BAKIŞLARI:

A.) NATO ve Büyük Ortadoğu Projesi

NATO yani Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (North Atlantic Treaty


Organization) 4 Nisan 1949’da kurulmuştur. Örgütün asıl amacı; ‘Batı Bloku’ olarak
tanımlanan kapitalist sistemin ‘Doğu Bloku’ olarak tanımlanan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Sosyalist sistem karşısında ortaklaşa savunulması
olarak tanımlanmıştır. Böylelikle Batı, ‘Sovyet Tehdidi’ne karşı kendi
demokrasilerini koruma amacını ilan etmiştir237. Kurucu üyeleri; ABD, Danimarka,
Kanada, İtalya, Norveç, Hollanda, Belçika, İngiltere, Lüksemburg, Fransa, Portekiz
ve İzlanda’dır. Daha sonra Batı Almanya (1955), Yunanistan (18 Şubat 1952),
Türkiye (18 Şubat 1952) ve İspanya (1982) katılmıştır. Günümüzde ise Çek
Cumhuriyeti, Polonya, Estonya, Macaristan, Litvanya, Romanya Slovakya,
Slovenya, Bulgaristan ve Letonya’nın da katılmasıyla toplum 26 üye olmuştur. Bu
ülkeler içinde en güçlü ve karar verici devlet ABD’dir.

Uğur Mumcu’ya göre; Türkiye, 1950 yılında TBMM kararı olmaksızın Kore
Savaşı’na girmiş ve bu savaşa girmenin ödülü olarak da NATO’ya alınmıştı238.

Bu ülkeleri bir araya getiren amaç, anlaşmanın 5. maddesinde gayet net


olarak tarif edilmiştir. Bu çerçevede üye devletler; Avrupa ya da Kuzey Amerika’da
aralarında bir ya da birkaçına karşı girişilecek silahlı bir saldırıyı, bütün üye
devletlere karşı bir saldırı sayacaklar ve böyle bir saldırı sayacaklar ve böyle bir
saldırı gerçekleştiğinde de Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesiyle tanına
tek başına ya da toplu olarak kendini savunma hakkı uyarınca tek tek ve öteki üye
devletlerle birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil, gerekli gördükleri bütün
önlemleri alarak saldırıya uğrayan üye devlete ya da devletlere yardım edeceklerdir.
Aynı anlaşmanın 3. maddesine göre ise, silahlı saldırıya tek başına ve toplu olarak

237
AKAR, Atilla; a.g.e., s:44.
238
MUMCU, Uğur; Bütün Yazılar 35; Petrol Bekçisi (26 Haziran- 30 Aralık 1990 Yazıları), Umap
Vakfı Yayınları, Ankara 1997, s:40.

133
karşı koyabilmek için sürekli ve etkili çabalarla ve karşılıklı yardımlaşma yoluyla
savunma güçlerini korumaları ve geliştirmeleri hedeflenmiştir239.

14 Mayıs 1955’de de SSCB, Polonya, Doğu Almanya, Macaristan,


Çekoslovakya, Arnavutluk, Romanya ve Bulgaristan NATO’ya karşı Varşova
Paktı’nı kurdular240. Böylece Doğu ve Batı olmak üzere dünyada iki kutuplu cephe
oluşturuldu. II. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945’ten SSCB’nin yıkılışına kadar geçen
bir soğuk savaş dönemi başlamış oldu. 1990’lı yıllarda Varşova Blok’unun
paralanmasından sonra, bu bloğun içinde bulunan ülkelerin de yeniden yapılanmaları
ve bölünmeleri sonucu birçok yeni devlet ortaya çıkmıştır.

NATO’nun tüm faaliyetleri ve organizasyonu içinde ABD etkisi belirgin


olmuştur. Masraflarını büyük bir bölümünün ABD tarafından karşılanması yani
ABD’nin bu etkinliği zaman zaman üyeler arasında huzursuzluk yaratmıştır. Böyle
bir tepki ilk olarak 1958’de Fransa’nın ABD’nin NATO içindeki ağırlığını
eleştirmesi ve hatta ABD’nin bazı tavırlarının Fransa egemenliğini çiğnediğini öne
sürmesiyle su yüzüne çıkmıştır. Cumhurbaşkanı De Gaulle, Fransa’nın başkalarını
kararlarına uymaya zorunlu olmadığını söylemiştir. Bununla da kalmayarak 1
Temmuz 1966’da NATO’nun askeri kanadından resmi çekilmiştir. Fransa sadece
‘açık ve kışkırtılmamış bir saldırı durumunda anlaşma maddelerine uyacağını’
bildirmiş ve bundan sonra sadece bilgi alışverişi düzeyinde ilişki kuracağını
belirtmiştir.

NATO, doğuşundan itibaren tümüyle Sovyetler Birliği ve ‘komünizm tehdidi’


üzerine kurul olduğunu ilan etmişti. Oysa bu tehdit fiilen ortadan kalktığına göre
NATO’nun bundan sonraki işlevi ne olacaktı. NATO’nun yeni durumu için alınan
kararların şekillenmesi “23-25 Nisan 1999’da Washington’da yapılan NATO
zirvesinde oldu…Çetin çatışmalar sonucu kabul edilen ‘Yeni NATO Konsepti’
ABD’nin ve küresel derin yapının çıkarlarına uygun olarak yeniden formatlanmıştır.
Buna göre:

239
AKAR, Atilla; a.g.e., s:44-45.
240
BİLBİLİK, Erol; NATO-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu Stratejisi,Otopsi
Yayınları,Ağustos,2004,İstanbul, s:26.

134
- NATO, alan dışı harekâtlara yönlendirilecektir.

- NATO, başta terör olmak üzere uyuşturucu, insan kaçakçılığı, ırk ayrımı
v.b. sorunların çözümünde aktif rol oynayacaktır.

- NATO, Birleşmiş Milletler kararı olmaksızın savaş kararlarını kendi


içinde alacaktır.

- NATO, bünyesi içinde ‘Çok Uluslu Birleşik Görev Kuvvetleri’ ve bu


kuvvetlerin askeri harekâtlarda kullanımı sağlanacaktır.

- NATO, küresel boyutta, ekonomik, politik, demokratik ve stratejik


görevler üstlenecektir241…

Bunlardan NATO’nun ‘Dünya Jandarmalığı’ rolünü üstlendiğini


göstermektedir.

Soğuk Savaşın bitişiyle birlikte, NATO’nun varlığına anlam kazandırma


çabası içine girildi. İngiltere, bizzat ‘Demir Lady’ takma adlı Başbakanı, Thatcher,
İskoçya’da 7-8 Haziran 1990’da gerçekleştirilen dorukta, yeni düşmanın ‘İslam
Dünyası’ olacağının işaretini vermişti. NATO eski genel sekreteri Willy Claes,
komünizmin çöküşünden sonra en ciddi tehdidin İslam Dünyası olduğunu birçok kez
dile getirmişti242.

Yakın dönemde Avrupa’nın ve ABD’nin tehdit algılamalarını etkileyen iki


önemli olay vardır. Bunlardan birincisi 1989’da Soğuk Savaşın sona ermesi ve 11
Eylül saldırılarıdır. Aslında bu iki olay birbirinden çok farklı olmasına rağmen
doğurduğu sonuçlar olarak birbirine benzemektedir. Bu iki olayın sonucunda ABD
ve Avrupa’da İslam karşıtlığı yükselişe geçmiştir.

ABD, bu yeni tehdit algılamasından sonra önleyici taarruz olarak tanımladığı


tehdit gelişmesinden harekete geçme stratejisini geliştirmiştir. Bu strateji
doğrultusunda NATO’nun da görev alanı değişmeye başlamıştır. Soğuk Savaş
döneminde NATO içinde en önemli tartışma konularından birisi olan üyelerin
toprakları dışına müdahale edip etmeme tartışmaları geride kalmıştır. Mayıs 200’de

241
AKAR, Atilla; a.g.e., s:47-48-49.
242
EVCİOĞLU, Kemal, a.g.e., s: 230-231.

135
Reyjavik’te yapılan NATO Dış İşleri Bakanları toplantısında tehdide çıktığı yerde
müdahale kararı alınmıştır.

NATO’nun bu savunma stratejisindeki değişmeden başka görev aldığı


coğrafyada da şöyle açıklanmıştır: 1991 Roma Zirvesi’nde şekillenen ve 1999’da
Washington Doruğu’nda son şekline getirilen NATO’nun yeni stratejik Konsepti’nde
İttifak’ın kuruluş maksadı olan, üyelerin kollektif güvenliğini sağlama görevinde bir
değişiklik olmadığını vurgulamakta, güvenliğin askeri boyutu yanında politik
boyutuna ağırlık verilmekte, buna bağlı olarak istikrarın yaygınlaştırılması için
ittifakın hedeflerini paylaşan fakat üye olmayan çevre coğrafyalarda bulunan
ülkelerle yakın işbirliği öngörülmektedir243.

Bu coğrafi değişimin yanında NATO’nun Büyük Ortadoğu Projesi’ne rol


alması da ABD tarafından istenmektedir. Akar’a göre; Büyük Ortadoğu Projesi’nde
NATO’ya yoldaki çakıl taşlarını temizlemek için dönüşüm geçirtilmek
244
istenmektedir . Akar’ın bu düşüncesi paralelinde Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen,
NATO’nun hem Avrupa’da askeri dengeyi sağladığını hem de ABD’nin küresel
çıkarlarına uygun zeminler yaratabildiğini ifade ederek ABD, Büyük Ortadoğu
Projesi’ni NATO’yu taşoran yapmak isteyeceğini245 söylemektedir.

NATO’ya yeni konseptinde Ortadoğu’ya müdahalenin bulunacağı bir misyon


yüklenecektir. ‘Bunun ipuçları 19 Ocak 2003 tarihinde Çekoslovakya-Prag’da
yapılan “Büyük Ortadoğu Üzerine Düşünceler Konferansı”nda ABD’nin NATO
nezdindeki Daimi Temsilcisi Nicholas Burns tarafından erilmiş oldu. ‘Yeni NATO
ve Büyük Ortadoğu’ başlığını taşıyan konuşmasında Burns, yeni tehdit
değerlendirmesi çerçevesinde, durumu Soğuk Savaş yıllarıyla kıyaslayarak ‘NATO,
Misyonunu değiştirmelidir ve bu misyon Ortadoğu’dadır’ demekteydi. NATO’nun
Yeni Genel Sekreteri Hoop’un ise; NATO’nun Büyük Ortadoğu’da rol almasına
bütünüyle taraftar olduğu’ yönündeki açıklamaları tabloyu tanımlamaktadır246.

243
DUMANLI, Cihangir; ‘NATO Zirvesi ve Türkiye’ye Etkileri’, Cumhuriyet Strateji,19 Temmuz
2004, s:14.
244
AKAR, Atilla; a.g.e., s:55.
245
ESLEN, Nejat; ‘ABD NATO’yu Büyük Ortadoğu Projesi’nin Taşeronu Yapmak İstiyor’, 2023
Dergisi, 15 Mayıs 2004, Say:37, s:24.
246
AKAR, Atilla; a.g.e., s:53-54.

136
28-29 Haziran 2004’te İstanbul’da yapılan NATO zirvesinin ağırlıklı gündem
maddesini Büyük Ortadoğu Projesi’nin yönetimi ve öncelik Afganistan’da olmak
üzere NATO’nun Proje için görevlendirilmesi konusu teşkil etmiştir. Sonuçta
NATO, undan sonraki gündemine terörü sokması ile kendi misyonunun çerçevesini
de çizmiş bulunuyordu. Zirvede terörün küresel tehdit olarak tanımlanmasıyla
birlikte örgütün dönüşümündeki önemli sonuca varılmış oldu. NATO’nun bu amaçla
istihbarat birimi oluşturması, terörle mücadelede ittifakın askeri olanaklarının
kullanılacağının ve bu yönde operasyonlar düzenleneceğinin ilan edilmesi NATO
için en temel sonuçlar oldu.

B.) Büyük Ortadoğu Projesi ve AB

Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında Avrupa Birliği ve ABD ilişkisine iki


yönlü bakmak gerekmektedir. Birincisi; konunun Avrupa Birliği tarafından görünen
yönü, ikincisi ise; ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi konusunda AB’den
beklentileridir.

AB içerisinde lokomotif rolünü üstlenmiş olan Almanya ve Fransa, ABD’nin


Ortadoğu’da tek güç sahibi olmasını istememektedir. Buze’ye göre, Almanya’nın
BOP’u ABD’nin Ortadoğu’ya tek başına hâkim olma projesi olarak gördüğü ve karşı
olduğu biliniyor… AB, Almanya-Fransa ikilisince hazırlanan ‘AB-Akdeniz Girişimi’
projesini daha 1995 yılında Barselona’da başlatmıştı. Bu AB projesine göre bölgede
ekonomik reformlar desteklenecek ve 2010 yılında bir Serbest Ticaret Bölgesi
kurulacak. Yani, Avrupa’nın ABD’ninkine karşı kendi ‘BOP’u bulunuyor. Bu
durumun bölgede güç savaşlarını başlatmaması mümkün değil247.

Fransa ve Almanya ABD’nin Ortadoğu’ya tek başına hâkim olmasını


istememekle beraber Ortadoğu’da başrolü oynayacak kadar da güçlü değildir.
Avrupa Birliği dünyada en fazla ihracat kapasitesine sahip birlik olmasına rağmen,
askeri açıdan büyük bir potansiyele sahip değildir. AB için bölgede sorumluluk
almanın ikinci bir tehlikesi de bölgeden kendi topraklarına sıçrayabilecek tehlikelere

247
BUZE, Özcan; ‘BOP, Yeni Amerikan Yüzyılı, Projesi’nin tek başına dünya hâkimiyetini öngören
en önemli ve en can alıcı bileşenidir’,Büyük Ortadoğu Kuşatması, Timaş Yay.s:173.

137
karşı hazırlıkların tam olmamasıdır. Ayrıca bölgede verilecek askeri kayıplar iç
politikada hükümetleri bir hayli zorlayacaktır. Bu nedenlerden ötürü AB
Ortadoğu’da çıkarlarını savunabilmek için ABD ile işbirliği yapmak zorundadır.

Diğer yönden ABD’nin de ABD’den istekleri ve beklentileri bulunmaktadır.


ABD, Ortadoğu’ya hâkim olmak için girdiği sıcak çatışmalarda hem kendi
çıkarlarını, hem de AB’nin çıkarlarını böylece dünyanın dengesinin korunduğunu
vurgulamaktadır. Bu görüşü bölgesel ve dünya genelinde istikrarı sağlamak için
savaştıklarını söyleyerek dile getirmektedirler. Parlar’a göre; ABD’nin Ortadoğu’da
bulunma sebebini açıklaması şu şekildedir.”Biz tüm Batı’nın çıkarları adına petrol
ikmali aksamasın diye Ortadoğu’da bulunuyoruz. Buradaki mücadelemizin
temelinde böyle bir amaç var, yüklerimizi paylaşmalıyız. Almanya, hatta Japonya’da
bizim mali yüklerimizi paylaşmak durumundadır248.”

Aslında ABD’nin bu proje için bölgede işbirliği yapabileceği en iyi seçenek


AB’dir. Çünkü, AB, bölgedeki ülkelerle uzunca süredir iyi ilişkiler sürdürmektedir.
AB’nin aynı zamanda proje süresince oluşacak mali yükü karşılayacak istikrarlı bir
ekonomisi vardır. Ayrıca AB’nin bölgeden ciddi beklentileri ve çıkarları da
mevcuttur. Bu konuda Brzezinski; Amerika’nın bölgeyi yeniden yapılandırma
konusunda güvenebileceği tek aktörün AB olduğu tezini savunmaktadır249.

Sonuç olarak; proje her ne kadar ABD kaynaklı olsa da ABD’nin bu projeyi
uygulamayabilmesi için AB’nin desteğini alması gerekmektedir. Avrupa Birliği de
her ne kadar ABD ile fikir ayrılıkları yaşasa da Ortadoğu’da tek başına başrolü
oynayamayacağı için ve bölgede çıkarların bulunması nedeniyle projeye destek
verecek gibi görünmektedir.

C.) Büyük Ortadoğu Projesi ve İsrail

1950 Geri Dönme Yasası dünyanın neresinde olursa olsun tüm Yahudilere
İsrail’in kapısını açmakta, 1952’de çıkartılan vatandaşlık yasasıyla ise yeni

248
PARLAR, Suat; ‘BOP, Vahşet ve şiddet vaat ediyor. Çözümsüzlüğü barış olarak sunuyor’, Büyük
Ortadoğu Kuşatması ,Timaş Yay.s:154.
249
BRZEZINSKI, Zbigniew; ‘Hegomonic Quiçksond’, The National Interest, Number 74, Winter,
04/2003, s.11.

138
yerleşimcililere Yahudi (‘İsrail’ yerine bu kavramın tercih edilmesi ilginç) vatandaşı
olma hakkı tanınırken ülkede yaşayan Araplara da Arap oldukları için İsrail
vatandaşlık hakkı tanınmamaktaydı250. Bölgede bir Yahudi devletinin ortaya
çıkmasıyla Ortadoğu’da güç dengeleri bozulmuş ve yeni kurulan bu devletin ciddi
güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır. Büyük Ortadoğu Projesinin ortaya konmasının
tek sebebi İsrail olmasa da, İsrail’in bölgedeki güvenliği BOP’un amaçlarından
biridir.

CINGI’ya göre; BOP onlarca yıl önceden bu yana tasarlanmış katarılmış bir
ABD dış politika doğrultusudur. Konjonktürden etkilenerek değiştirilip rötuşlanarak
bugün uygulama aşamasına geçilmiştir. Bu biçimde oluşturulmuş bir ABD
çizgisinin, İsrail olgusuna şu ya da bu şekilde dikkate almamış, hatta ön planda
tutmamış olması düşünülemez. Ancak bu noktadan hareketle BOP’u bütünüyle İsrail
olgusuna endekslemek zordur251.

Aslında projenin İsrail’e, İsrail’in de projeye gereksinimi vardır. İsrail bu


projenin sonrasında emperyalizmin Ortadoğu’daki kırbaç rolünü oynarken, ABD ve
AB’yi de bölgede kendisi için tehdit olarak algıladığı Araplara karşı kullanmaktadır.
Bu konuda Yurtsever’in kitabında belirttiği gibi; Yahudi devleti, kendisi için en
büyük tehdit olarak gördüğü İslam dünyasını Batı ile çatıştırmak istemektedir. Ya da,
Kudüs İbrani Üniversitesi’nden İsrael Shahak’ın deyişiyle, ‘Anti-İslami bir Haçlı
Seferi’nin liderliğini yapmaya soyunmaktadır ve İslam’a karşı girişilecek olan
savaşta, Batı’nın öncülüğünü yapmak hedefindedir252.

İsrail’in, bölgede güvenliğini sağlayabilmek için Arap Devletleri’nin


içerisindeki etnik grupları ortaya çıkarma gayreti vardır. İsrael Shak’ın ‘1980’ler
İsrail için Bir Strateji’ makalesinde şimdiki Siyonist rejimin bütün Arap
Devletleri’nin küçük devletlere ayrıştırılıp parçalanması amacına yönelik bir planı
açıklamaktadır. Yılmaz Tezkan bunu şöyle aktarmaktadır. Bu makaleye göre; ‘Bütün
Arap Devletlerinin küçük parçalar bölünüp parçalanması fikri, İsrail stratejik

250
ARI, Tayyar; a.g.e., s.242.
251
CINGI, Aydın; a.g.e., s.211.
252
Washington Report on Middle East Affairs, Mart 1995 (Akt: YURTSEVER, Hasan; İsrail ve
Büyük Ortadoğu Projesi, Düşünce Yay., 2. Baskı, Haziran 2004, s.39).

139
düşüncesine yinelenip durulur. Örneğin, 6 Şubat 1982 tarihli Ha’aretz Gazetesi’nin,
alanında en bilgili olan askeri konular muhabiri Ze’ev Schiff, Irak’ta İsrail’in
çıkarların en uygun çözümün ‘Irak’ın Şii Arap, Sünni, Arap ve Kürt devletlerine
bölünüp dağılması olduğunu’ yazmaktaydı. Bugün, Shahak’ın düşünceleri ile
ABD’deki neocanların fikirleri arasındaki güçlü bir irtibat olduğu açıkça
görülmektedir253.

253
TEZKAN, Yılmaz; Bir Başka Açıdan İsrail, Ülke Kitapları, 1. Baskı, Ekim 2004, Ankara, s.91.

140
VI. BÖLÜM

DEĞERLENDİRME ve SONUÇ

Bu çalışmalarda, Büyük Ortadoğu Projesi tartışılmaktadır. Amerika Birleşik


Devletleri’nin Ulusal Güvenlik stratejisi, Projenin dini, enerji boyutu, amacı ve
Türkiye’ye etkileri ele alınmıştır.

Basına deklare edilen ve kamuoyuna açıklanan şekliyle Ortadoğu denilen


bölgede yer alan ülkelerde batılı anlamda demokrasinin sağlanması, terörizmin
ortadan kaldırılması, serbest piyasa ekonomisinin bölgede işlerlik kazandırılması ve
bölgenin istikrara kavuşturulmasıdır.

Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili resmi ağızdan net bir açıklama yapılamadığı
için,çeşitli çevrelerden farklı yorumlar bulunmaktadır. Kimlerine göre ‘İslam’ı yok
etme girişimi’ olarak tanımlanırken, kimilerine göre ‘Medeniyetler Çatışması’nın
uygulama konulması, kimilerine göre ise; İsrail’i koruma stratejisidir.

Büyük Ortadoğu Projesi ile Ortadoğu’da 22 ülkede dönüşüm


planlanmaktadır. Ekonomik, siyasal toplumsal/kültürel ve stratejik Dönüşüm
hedeflenmektedir.

• Ortadoğu’da siyasal dönüşüm ile mevcut coğrafyadaki yönetimlerin batı


standartlarına uygun bir biçim alması ve demokrasinin bölgeye
getirilmesi amaçlanmaktadır.

• Ortadoğu’da ekonomik dönüşüm ile bölgede serbest piyasa ekonomisin


teşvik edilmesi, liberal sistemin yerleştirilmesi ve uzun ve de bölge
ekonomilerinin batı ekonomik sistemine entegrasyonu ertelenmektedir

• Orta doğuda toplumsal kültürel dönüşüm ile bölge halklarında kültürel


dejenerasyonun olmasını sağlamak, tüketim kültürüne açık, Amerikan
kültürsüzlüğünün teşvik edilmesini sağlamak için eğitim, medya v.b
kültür araçlarını teşviki. Ayrıca bölgede İslamı ılımlaştırmak.

141
• Orta doğuda stratejik dönüşüm ile de; batını tehdit olarak kabul ettiği
terörizmin kökünü kurutmak, kitle inha silahları yok etmek ve bölgenin
batılı güvenlik normlarına uygun hale getirmek

Bunlar ABD’nin büyük orta doğu projesi ile ilgili olarak öne sürdüğü
görünen sebeplerdir.

Bir olayın arka planında yatan sebepler zinciri vardır, birde görünen sebepler
zinciri vardır. Tabii ki; Büyük Ortadoğu Projesi’nde arka planda olan sebepler tek
değildir.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefinde olan ülkelerde yaşanan karışıklıklar ve


olayların birbiriyle ilişkisine bu çalışmada yer verilmiştir. BOP’un sahneye
konmasıyla birlikte Irak’ta ve proje kapsamındaki çeşitli ülkelerde terör ve
istikrarsızlık görülmektedir.

21. y.y.’in Amerikan yüzyılı olarak sürmesi için küresel güç olmaya aday
olan; Avrupa Birliği, Rusya Federasyonu, Çin, Hindistan gibi devletlerin
gelişmelerinin kontrol edilmesi gerekmektedir. Bu kontrol içinde; kültürel, siyasal,
ekonomik ve askeri boyutlardan yaşam alanına uygulanmaktadır. ABD, Büyük
Ortadoğu Projesi ile Büyük Ortadoğu’ya özgürlük ve demokrasi getirmeyi
amaçladığını ileri sürmektedir. Ancak bugüne kadar hiç önemsenmeyen bölge
ülkelerine şimdi birden değer verilmesi ilginçtir. Bu tutumu bölge ülkeleri de samimi
bulmamaktadır.

Irak Harekâtı, yeni “Önleyici Vuruş” doktrini uzantısında gerçekleştirilmiştir.


Bu savaşta da amaç, Irak’ı özgürleştirmek ve kitle imha silahlarını bulup yok etmek
olarak açıklanmıştır.

Başka bir perspektiften baktığımızda, projenin başta petrol olmak üzere enerji
kaynaklarıyla da ilişkisi olduğu görülmektedir. Enerji ve su kaynakları ile yolların
kontrolü ABD’nin küresel egemenliğini destekleyecek en önemli seçeneklerden
biridir. ABD’nin bu denetimi kurması ile Avrupa, Rusya, Japonya ve Çin’i kontrol
altında tutabilecektir. Samir Amir’in de vurguladığı gibi, ‘Washington’un Irak’taki
(Yarın başka bir yerdeki) hedefi, oraya Amerikan sermayesinin çıkarı için bir

142
diktatörlük (demokrasi değil) yerleştirip, kaynaklarını yağmalamaktan başka bir şey
değildir’.254

Bu projenin dinsel boyutundan bakıldığında dünya barılına tehdit olarak


İslam görülmektedir. Ancak projenin arka planında yalnızca din yoktur.

11 Eylül’den sonra ortaya koyulan Uygarlıklar Kutuplaşması da giderek


hedefine ulaşmaktadır. ABD ve tüm Batı Ortadoğu coğrafyasını ötekilerle yaşadığı
bir bölge olarak yaşadığını düşünerek, sosyolojik yönden bir bütün olarak
görmektedirler. Bu da tehlikeli bir durumdur.

Bu çalışmada çıkan bir diğer sonuç da: Büyük Ortadoğu Projesi’nin yeni bir
proje olmayıp köklerinin eskilere dayandığıdır. Kimilerine göre 1900’lü yılların
başında ortaya çıktığı öne sürülürken, kimilerine göre de 1990’ların başında
tasarlandığı öne sürülmektedir.

1800 lü yıllarda Osmanlı idaresinde olan ve karmaşadan uzak, oldukça rahat


bir yaşam süren ancak Osmanlı’ nın yıkılışından sonra yani bölgeden çekilmesiyle
birlikte bölgede istikrarsızlık ve kaos ortamı egemen olmaya başlamıştır.

Türkiye ise; proje kapsamında örnek ülke olarak ele alınmakta ve “Ilımlı
İslam” ülkesi olarak görülmektedir. Bir zamanlar sahibi olduğu topraklara şimdi batı
bloku çıkarları adına örnek ülke misyonu verilen Türkiye projenin dışında istese de
istemese de kalamayacağı için projenin dahilindeki ülkeler içinde güç dengeleri
gözeterek bölgede daha etkin bir güç olmaya çalışması akılcı bir hareket olacaktır.
Sonuç olarak; Türkiye’nin konumu önemlidir ve projenin dışında kalması zordur.

254
AMİN, Samir; Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikanlaştırılması, Editör: Fikret
BAŞKAYA, Özgür Üniversitesi Kitaplığı, Ankara, 2004, s. 21.

143
KAYNAKÇA

Kitaplar:

Akar, Atilla
2004 Büyük Ortadoğu Kuşatması, İstanbul: Timaş Yayınları,
2. Baskı.
ALTUĞ, Yılmaz
1995 Terörün Anatomisi, İstanbul: Altın Kitaplar Basımevi,
1. Basım, Mart.
AMİN, Samir;
2004 Liberal Virüs: Sürekli Savaş ve Dünya’nın
Amerikanlaştırılması, Editör: Fikret Başkaya, Özgür
Üniversitesi Kitaplığı, Ankara.
ARI, Tayyar
1998 Basra Körfezinde ve Ortadoğu’da Güç Dengesi,
İstanbul: Alfa Yayınları
2002 Uluslararası İlişkiler Teorileri-Çatışma Hegomanya
İşbirliği, İstanbul: Alfa Basım Yayın Dağıtım Ltd.
Şirketi, 1. Basım
2004 Geçmişten Günümüze Ortadoğu, İstanbul: Alfa
Yayınları
AYDIN, Hasan
2004 “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Müslüman
İdeolojileri”, Bilim ve Gelecek Dergisi, 4 Haziran
ATAY, Mehmet
1996 “Ortadoğu’da Terör Savaşı ve Bark Arayışları” Avrasya
Dosyası, C.3, Sayı:2, Yaz.
BAŞARAN, Nuray
2004 “Türkiye’nin Aktörleri ve Büyük Orta Doğu Projesi
Dönüşüm Hedefleri” Akşam Gazetesi: 5 Mart.
BAYZAN, A. Rıza

144
2004 Küresel Vaftiz-Misyoner Örgütlerin Türkiye ve Türk
Cumhuriyetlerini Hıristiyanlaştırma Operasyonu,
İstanbul: IQ Sanat Yayıncılık, Güncelleştirilmiş 2. Baskı,
Ağustos.
2002 Küresel Dünya Politikaları ve Ulusal Seçenekler,
İstanbul: Kaynak Yayınları, 2. Baskı.
BİLBİLİK,Erol
2004 NATO-İstanbul Zirvesi ve Geniş Ortadoğu
Stratejisi,İstanbul: Otopsi Yayınları, Ağustos
BİLGENOĞLU, Ali
2005 “Evanjelizmin ABD Yönetimine Etkileri”, Cumhuriyet
Stratejisi.
BÖLÜKBAŞI, Süha
1992 Türkiye ve Yakınındaki Ortadoğu, Ankara: Dış
Politika Enstitüsü Yayınları.
BRZEZİNSKİ, Zbigniew
2003 “Hegomonic Quicksand”, The National İnterest,
Number 74, Winter, 04/2003.
BUZE, Özcan
2004 “BOP, Yeni Amerikan Yüzyıl Projesi’nin Tek Başına
Dünya Hâkimiyetini Öngören En Can Alıcı Bileşimidir”
Büyük Ortadoğu Kuşatması, Der. Atilla Akar, İstanbul:
Timaç Yayınları, 2. Baskı.
BUZPINAR, Ş. Tufan
1998 “II. Abdülhamit Döneminde Filistin’e Yahudi Göçü
Meselesi, (1878-1908)” Türkler Ansiklopedisi, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara

CHOMSKY, Ncom 11 Eylül ve Sonrası: Dünya Nereye Gidiyor? Türkçesi:


2005 Taylan Doğan-Nuri Ersoy-Mehmet Kara-Ali Kerem,

145
İstanbul: Aram Yayıncılık.
CINGI, Aydın
2004 “Ortadoğu ABD’nin Gücünü Sınadığı Bir Laboratuar
Konumundadır” Büyük Ortadoğu Kuşatması, Der.
Atilla AKAR, İstanbul: Timaş Yay., 2. Baskı, Ekim.
CİRHİNLİOĞLU, Zafer
2004 Terör ve Toplum, İstanbul: Gündoğan Yayınları.
DAVUTOĞLU, Ahmet
2003 İntikam Gölgesinde Strateji Savaşı: Ladin Bahane Hedef
Şangay, Aksiyon: Ekim.
DEDEOĞLU, Beril “ABD’nin 21. Yüzyıl Stratejisi ve Olası Küresel Etkileri”
20052 2023 Dergisi, Ankara.
DOĞANAY, M. Sezai – Ortadoğu’nun Jeopolitik ve Jeostratejik Açıdan
ALTAN, Fikret A Değerlendirilmesi: Körfez Harbi ve Alınan Dersler,
1994 Ankara: Nurol Matbaası.
DUMANLI, Cihangir
2004 “NATO Zirvesi ve Türkiye’ye Etkileri”, Cumhuriyet
Strateji, 19 Temmuz.

EL-GAMERİ, Atıf “Orta Doğu’ya Sahip Çıkalım”, Radikal Gazetesi: 24


2004 Ocak
ERDURMAZ, A, Serdar
2005 Ortadoğu’daki Kitle İmha Silahları, Silahların
Kontrolü ve Türkiye, Ankara. Ümit Yayınları, 1.
Basım, Şubat.
ERSİN, Nihat
2003 Ortadoğu Savaşlarının Perde Arkası, İstanbul:
Gündem Yayınları, Nisan.
ERSOY, Ertan
2003 “11 Eylül Saldırıları Sonrası Kafkaslar Hazar Havzası ve
Orta Asya’da Değişen Dengelerin Petrol ve Doğalgaz

146
Politikalarına Yansımaları” Jeopolitik, Sayı:1, Kış.
ESLEN, Nejat
2004 “ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi ve Türkiye” Akşam
Gazetesi, 23 Şubat.
ESLEN, Nejat
2004 “ABD, NATO’yu Büyük Ortadoğu Projesi’nin Taşeronu
Yapmak İstiyor”, 2023 Dergisi, Sayı, 37, 15 Mayıs
EVCİOĞLU, Kemal
2005 Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyük Ortadoğu
Projesi, İzmir: Umay Yayınları, Eylül.
FUKUYAMA, Francis
2001 Tarihin Sonu mu? Der. Mustafa Aydın, Ertan Özensel,
Ankara: Vadi Yayınları, Toplum Dizisi, 2. Baskı.
GÜREL, Şükrü Sina
1979 Ortadoğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri,
Ankara: Ankara Üniversite Basımevi.
HACISALİHOĞLU,İ.Yaşar “BOP Avrupa, Rusya, Çin ve Hindistan’ın Yaşam Alanını
2004 Daraltıyor, ABD’nin Kalıcı Egemenlik Arayışı”,
Cumhuriyet Strateji, 8 Kasım.
2005 “Avrasya Jeopolitiği, Büyük Ortadoğu Projesi ve
Türkiye” Tarihte Doğu-Batı Çatışması, Der. U. Özcan-
E. Eğribel, İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

HEYKEL, Muhammed 3. Petrol Savaşı: Körfez Savaşının Perde Arkası, Çev:


1993 N. Ahmed ASRAR, İstanbul: Pınar Yayıncılık, 1. Baskı.
HUNTINGTON, Samuel Medeniyetler Çatışması, Çev. Murat Yılmaz, İstanbul:
1995 Vadi Yayınları.
KARAGÜL, İbrahim
2004 “Büyük Ortadoğu’nun Başkenti İstanbul mu? Yeni Şafak
Gazetesi, 12 Şubat.
KAYNAK, Mahir

147
2003 Amerika; 11 Eylül, Afganistan, Irak, İstanbul: İlk
Yayınları, 1. Basım, Ekim.
KAYNAK, M-GÜRSES E. Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul: İlk Yayınları, Röp.
2004 F. Bilgin, 8. Baskı, Eylül.
KAYNAR, Mahir
2005 Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye Üzerine Stratejik
Analizler, İstanbul: Truva Yayınları, Mart.
KAZANCI, Hicran
2004 “Irak’ta Sona Eren Amerika Rüyası”, Cumhuriyet
Strateji Dergisi, Sayı: 5, 02.08.2004.
KIZILÇELİK, Sezgin
2004 Zalimler ve Mazlumlar: Küreselleşmenin İnsani
Olmayan Doğası, Ankara: Anı Yayıncılık.
KOCAOĞLU, Mehmet
1995 Küresel Terör ve Türkiye, Küreselleşme, Huntington,
11 Eylül, Ankara. Remzi Kitabevi, 2. Basım, Aralık
LEWİS, Bernard
1964 Orta Şarkın Tarihi Hüviyeti: Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII.
2005 Ortadoğu, Ankara: Arkadaş Yayınevi, Çev. Selen Y.
Köley.

LİNDHOLM, Charles İslami Ortadoğu, Tarihsel Antropoloji, Ankara: İmge


2004 Kitabevi, Çev. Balkı Şafak, Mart.
MANİSALI, Erol
2004 Ulusal Cephede Vuruşanlar, İstanbul: Derin Yayıncılık.
MARX, Karl-ENGELS, F. Komünist Parti Manifestosu, Ankara. Sol Yayınları,
1998 Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu.
METE, Ö. Lütfi
2004 “Felluce’de Haçlı Sapıklığı”, Sabah Gazetesi,
11.11.2004

148
MUMCU, Uğur
1997 Bütün Yazıları 35: Petrol Bekçisi (26 Haziran-30
Aralık 1990 yazıları), um.ag. Vakfı Yayınları, Ankara.

2000 Ortadoğu’da Amerikan Bilardosu, Ankara. Uğur


Vakfı.
NİRAY, Nasır
2004 “Bölgesel ve Küresel Gelişmeler Işığında Ortadoğu’da
Oluşan Siyasal Gelişmeler ve Türkiye’nin Yeri” T.C.
Fırat Üniversitesi ORTA-DOĞU ARAŞTIRMALARI
MERKEZİ: Birinci Ortadoğu Semineri (Kavramlar
Kaynaklar ve Metodoloji), (Elazığ, 29-31 Mayası 2003
Bildiriler, Elazığ, Yay No: 5.
ONAT, Hasan
2004 “Küresel Şiddet ve Teröre Köklü Çözüm: İnsan Olmanın
Kök Derleri Üzerine Düşünmek ve Yüksek Güven
Kültürü Yaratmak”, 2023 Dergisi, Sayı: 42, Ekim.
ÖZBEK,Osman
2005 İpotekli Türkiye, Ankara: Ümit Yayıncılık, Mart
ÖZEY, Ramazan
1996 Dünya Denkleminde Ortadoğu: Ülkeler-İnsanlar-
Sorunlar, İstanbul: Öz Eğitim Yayınları.
PARLAR, Suat
2002 Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar, İstanbul: Yar
Yayınları, 2. Baskı, Mayıs.
SAYIN, Ümit
2006 Küresel Terörün Perde Arkası: Gizli Örgütler, 11
Eylül ve Büyük Ortadoğu Projesi, İstanbul: Neden
Kitap, 1. Baskı, Nisan.
SERDAROĞLU, Rıfat

149
2004 Yeni Dünya Düzeni Büyük Ortadoğu ve Türkiye,
Ankara: Eda Matbaası.
SEVDİ, Süleyman
2005 Ortadoğu, İslami Terör ve Batı, T.C. Fırat Üniversitesi
ORTA DOĞU ARAŞTIRMALARI MERKEZİ YAY.
NO:5, Birinci Ortadoğu Semineri (Kavramlar
Kaynaklar ve Metodoloji) (Elazığ, 29-31 Mayıs 2003),
Bildiriler, Elazığ.
ŞAHİN, Abdullah
2004 Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye, İstanbul: Truva
Yayınları.
ŞİMŞEK, Ayhan
2004 “ABD’nin Yeni Küresel Savunma Stratejisi”,
Cumhuriyet Strateji, Temmuz.
TEZKAN, Yılmaz
2004 Bir Başka Açıdan İsrail, Ülke Kitapları, I. Baskı, Ekim,
Ankara
TOPUR, Tuncer
2004 Dipsiz Kuyu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul: IQ
Yayıncılık, Ekim.
TUNÇ, Hakan
2004 Amerika’nın Irak Savaşı, İstanbul: Harmani Yayınevi,
ULUGAY, Osman
2002 Hedefteki Amerika, “11 Eylül Şoku”, İstanbul: Timaç
Yay.
ULUĞBAY, Hikmet
2003 İmparatorluk’tan Cumhuriyet Petropolitik, Ankara:
Ayraç Yayınevi, Temmuz.
USLUBAŞ, Fevzi
2005 Küresel Terör, Afganistan, BOP ve ABD,
İmparatorlukların Bataklığı, SSCB’den Sonra Sıra

150
Rusya’da mı? İstanbul: Dönüşüm Yay., 1. Basım, Mart.
ÜLKÜ, İrfan
20074 Yeni Çağ Gazetesi, 16.03.2004.
VURAL, İsmail
2003 Evanjelizm, Beyaz Saray’ın Gizli Dini, İstanbul:
Karakutu Yayınevi.
YILDIZ, Yavuz. G.
2004 “Nedir Şu Büyük Ortadoğu”, Akşam Gazetesi, 14 Şubat
2004
2004 Oyun İçinde Oyun Büyük Ortadoğu, İstanbul, IQ
Kültür-Sanat Yayınları.
YILMAZ, Türel
2004 Uluslararası Politikada Ortadoğu, Ankara: Akdağ
Yayınları.

Ansiklopediler:
Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, İstanbul, C.17.

151
İnternet Adresleri :

www.avsam.gorg/tr/analizler.asp?ID=31 E. Tümgeneral Armağan Kuloğlu.

www.bbc.co.uk/turkısh/pressreview/story/2004/07/04

www.cagridogan.com/içsavaş.htm (Yavuz Alogan).

www.freeworldacademy.com/globelleader.

www.kitapgazetesi.com/konu.asp_id=1932.htm.

www.kurtuluscephesi.com/kurecep/kc79-5.html.

www.mevzuat.adalet.gov.tr/html/809.htm.

www.milliyet.com/2004/02/26/yazar/toruner.html.

www.mfa.gov.tr.T.C.Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi

www.usak.org.uk/junetion.asp?docID=3458In=TR

www.wikipedia.org.

www.zaman.com.tr/02Şubat2004.

www.zaman.com.tr/19Şubat2004.

www.radikal.com.tr.; “Alb.right:Irak’ta Büyük Hata Yaptık” 09.04.2004.

www.yenimesaj.com.tr. “Hans Bliks’ten ABD’ye: Irak Savaşı Terörizmi Canlandırdı,


Haber No:4003669,15.03.2004.

152
EK -1

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ’NE BAZI AYDINLARININ BAKIŞI

1.) Attila İLHAN

Atilla İlhan, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eski bir proje olmakla birlikte bugün
birdenbire gündeme gelmesinin sebebini şöyle açıklamaktadır: Büyük Ortadoğu
Projesi’nin birdenbire gündeme gelmesinin sebebi, AB. Avrupa Birliği, çok belirgin
bir şekilde kendisini Birleşik Amerika’dan bağımsız telakki etmeye doğru gitmeye
başlayınca Amerikalılar birden uyandılar, hele de iş Kıbrıs’a taalluk edince büsbütün
uyandılar. İngilizler telaşa düştüler. Kıbrıs meselesinin gerisinde AB var, çünkü
Kıbrıs’ta üssü olmayan tek yer Avrupa. Yunanlılar vasıtasıyla oraya girmek
istiyorlar… Bu hesabı çok güzel götürürlerken birdenbire Amerika, tepeden inme bir
vaziyet yaratarak orada ağır bastı. Onların planlarına göre Kuzey, Amerika’nın üssü
olacak; Güney, İngiltere’nin üssü kalacak. Avrupa’ya yer yok. Onun için AKEL
‘Hayır’ dedi. AKEL Avrupa’dan kontrol edilen bir yer. Onun için işler karıştı.
Ortadoğu Projesi de bu sebeple önden gitti255.

İlhan, BOP için Kıbrıs’ın çok önemli olduğunu söylemektedir. Ortadoğu için
Kıbrıs çok gerekli. Kıbrıssız olmaz, çünkü Kıbrıs hem Süveyş’i kontrol ediyor, hem
Ortadoğu bölgesini olduğu gibi kontrol ediyor. Hem bizim Yumurtalık boru hatları
orada birikecek, onları da kontrol edecek… Her tarafı kontrol eden bir yer, onun için
orası önemli, orada olmak istiyorlar256. İlhan; Kıbrıs’ın öneminden bahsettikten sonra
ancak bir ikinci engelin varlığından söz ediyor. “Kıbrıs’ta birdenbire ilk defa olarak
hafif bir temas hissedildi. Tam olmadı tabii. Ortadoğu’da kimsenin dikkat etmediği
iki taraflı bir yayılma var. Bu yayılma birbirine dokunmaya doğru gidiyor.
Yunanistan yayılıyor bir yandan, İsrail yayılıyor diğer yandan. İsrail ile
Yunanistan’ın yayılması Kıbrıs’ta uç verebilecekleri gibi bir ihtimali ortaya çıkardı.
Kimse Yunanlılarla Musevilerin arasının iyi olmadığını düşünmüyor. Bunu en iyi biz
biliriz. Niçin biz biliriz? Osmanlı İmparatorluğu Balkanlardan çekileceği sırada

255
İLHAN, Atilla; ‘Amerikalılar dünyayı filmleri gibi sanıyorlar, kendi çektikleri filmlerde hep
kazanıyorlar. Zannediyorlar ki her yede öyle olacak, Büyük Ortadoğu Kuşatması, Röp. Akar, Atilla,
Timaş Yay., s.68-69.
256
y.a.g.e., s.69.

153
Osmanlı’nın Balkanlar’ da kalmasını en çok isteyen Musevilerdi. Niye istiyorlardı?
Çünkü Museviler Osmanlılar kaldığı taktirde her şeye hakim olabileceklerdi…
Netice ne oldu? Selanik Rumlara geçer geçmez, Musevilerin hepsi buraya geldi257.”

Bir yandan İsrail’in genişleme çabası diğer yandan da Yunanistan’ın


genişleme çabası ikisinin birbirine doğru gelmelerine sebep olacaktır. Bu durumda
A.B.D’nin hoşuna gitmediği söyleniyor. Dolayısıyla da hem Yunanistan ve İsrail’i
karşı karşıya getirmemek hem de bu durumdan istifade ederek Ortadoğu’da
hâkimiyet kurmak için A.B.D duruma el koydu diyor. “Bu hareket münhasıran
Ortadoğu için düşünülmüş değildir. Çünkü şöyle bir yanlışa düşülüyor kolaylıkla.
Bütün bunların gerisinde Huntington’un Medeniyetler Çatışması kitabı düşüncesinin
olduğunu ve bunun Amerika’nın yeni fikri olduğunu savunuyoruz. Madem öyle,
Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında savaş çıkacak. Hâlbuki hiç kimse
Huntington’un kitabının ikinci başlığını okumuyor! Huntington’un ikinci başlığı:
Dünya’nın yeniden Düzenlenmesi! Yeni dinler çatışacak da dünya yeniden
düzenlenecek, diyor. Doğrusu bende uyanmamıştım önce. Ben Alexander Dugin’i
okurken uyandım. Çünkü Dugin Ortodokslarla Katolikler arasındaki dünyayı anlayış
farkını çok güzel ele almış. Öyle bir şekilde anlatıyor ki o zaman onu da görüyorsun;
bunlar Rusya’yı da yola getirmek niyetindeler aslında. Çünkü Rusya kontrollerinden
çıktı… Birde orada Avrasya kuruluyor, bu çok tehlikeli, bunun çaresini arıyorlar.”

İlhan; Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” kitabında dünyada yeniden


düzenin sağlanması konusunda Rusya ve Türkiye’deki durumu ele alıyor. Rusya’da
Avrasya’nın kuruluyor olması ve Rusya’nın kontrollerinden çıkmasının tehlikeli
olduğunu ve çare aradıklarını söylüyor. “Bunun birinci çaresi Ortodoks nüfusu
üzerinde kontrol sağlayabilmek. Bunu da Rumlar Moskova Patriği sayesinde
yapacaklar. Rusya’da Ortodoks Patrikhanesi var, bütün Ortodoksların hamisi
olduğunu iddia ediyor. Diğer taraftan bizim burada bir tane var, bu da aynı şeyi iddia
ediyor. Şimdi bir incele, bizim bu patrikhanede son zamanlarda olan değişiklikleri.
Ben şöyle biraz baktım; ilk defa olarak bu patrikhanede yeni gelen patrik sension
meclisine dışarıdan üye aldı… Yavaş yavaş şu hazırlanıyor: Türkiyeli olmayan bir

257
y.g.e., s.69-70.

154
Ortodoks patrik olacak ileride. Ve bu Patrikhane, Moskova’yla yarışmaya girecek.
Zaten şimdiden kendileri resmi yazışmalarında İstanbul Patriği demiyorlar,
Ekümenik diyorlar. Bunu demelerinin sebebi bu savaşa doğru hazırlanmalarıdır258.

Tüm bunlarda amaç; Amerika’nın tek başına dünya hâkim olması


meselesidir. Amerika her yerde, her zaman kendinin kazanacağını savunuyor. “Fakat
daha şimdiden bir taraftan Rusya Federasyonu, Çin ve diğer 22 ülke, Avrasya
Platformu buna tavır takınmış vaziyette. Öbür taraftan çok açık seçik ve net değilse
de Avrupa Birliği el altından karşı koymaya başladı. Yani daha şimdiden, dünya üç
kutuplu zaten. Ama Amerika hayal kuruyor, çünkü bu işi çok yapıyor”

“Dugin’ in söylediği bir gerçek var ki Dugin aslında bunu Ortodokslar için
söylenmiş bu, bütün Asyalılar için geçerli. Çünkü Dugin’ in söyledikleri üzerine ben
düşündüm, bizim siyasi hayatımda da durum aynı, Ruslarınkinden farklı değil. Bizim
imparatorluğumuza bakıyorsun, padişah aynı zamanda halife. Halife ama halifeliği
icra etmez, halifeliği Şeyhü’l-İslam’a bırakır ve Şeyhü’l-İslam onun emrindedir.
Yani bizde dinin devlete hâkim olması diye bir şey hiç olmamış. Bu Asya’da
olmuyor. Asya halkı başka… Ruslara bakıyorum onlarda da yok. Mesela bizde ırk
tefriki yoktur. Arap gelir, yanına oturur ya da zenci gelir oturur, hiç mesele değildir.
Rus da hiç aldırmıyor. Bakıyorsun Cengiz Han Moğol’dur ama orduları Türk. Şimdi
Mesela… Sovyetler Birliği Ortodoks Rus diye hesaplanıyor. İkinci Dünya
Savaşı’nda en iyi ordu onlarınkiydi, Kızılordu. Yarısından çoğu Türk’tü onların,
Türkler savaştılar… Bu Asya’ya mahsus bir şey, yani Asyalıların formasyonu
Avrupalılardan çok farklı259.

Atilla İlhan’ın da dediği gibi biz de dinin devlete hâkim olması söz konusu
değildir. Fakat batı’da veya Amerika’da, Avrupa’da v.s. din siyasi iktidara hâkimdir.
Aynı zamanda doğu Hıristiyanlığı il batı Hıristiyanlığı arasında da fark vardır. Doğu
Hıristiyanları daha mistiktirler, dünya ötesini düşünürler. Devlet yani siyasi iktidar
doğru Hıristiyanlığında kiliseye hâkimdir. Batı Hıristiyanlığında ise durum tam

258
y.a.g.e., s.70-71
259
y.a.g.e., s.72.

155
tersinedir. Kilise siyasi iktidara hâkimdir. Dolayısıyla batı ile doğu arasında büyük
fark vardır.

Dolayısıyla İlhan sözlerine şöyle devam etmektedir: “Bu yüzden Amerikalılar


Ortadoğu’da tutunamayacaklar. Neden? Çünkü yargılarını önyargılara göre
veriyorlar. Bunlar geri, güçlü değil, kötü niyetli, gizli silah yapıyorlar, ben bunları
işgal edeceğim, yani ben seni yiyeceğim diyor. Gücü de var, geliyor oturuyor ama iş
ondan sonra başlıyor. Neden? Hesaba katmadıkları bir gerçek çıkıyor ortaya; o bir
Asya gerçeği; o da nedir? Asyalılar ölebilme kabiliyetine sahip. Hâlbuki Avrupalılar
ve Amerikalılar o kabiliyete sahip değil. Bir bakıyorsun, Asyalılar bomba haline
geliyor, gidip oraları uçuruyor, buraları patlatıyor. Ve sonunda batılıların büyük bir
cesaretle ve hâkimiyetle dünyaya ilan ettikleri bir gerçeğin aksini kanıtlıyorlar. ‘Milli
devlet bitti’ diyor Amerika. Oysa onlar milli devlet oluyorlar şimdi. Alevisi, Şiisi,
Sünnisi hepsi bir araya geldi260.”

Amerikalılar, planlarını yaparken karşılarında toplumların yapılarını göz


önünde bulundurmuyorlar. Kendileri için doğru olan ve uygun olanda başka
toplumlar için uygun olmuyor. Her sebep her yerde aynı sonucu maalesef vermiyor.
Çünkü her toplumun kendine özgü yapısı, ekonomisi, dinamikleri var. Fakat
Amerika bunu göz önünde bulundurmuyor sanırım.

“Biz bu işe yalnız Ortadoğu dolayısıyla değil, Rusya dolayısıyla da taraf


oluyoruz. Çünkü patrikhane burada, patrikhane burada olduğu için buradan Rusya’ya
yönelik de hareket yapıyorlar. Aynı planın iki kolu birden burada çalışıyor. İki türlü,
daha çetrefilli çalışıyorlar. Rusya tarafıyla ilgilenmiyoruz, çünkü Ortodokslarla
ilgilenmeme gibi bir yanlışımız var. Ortodokslar bizim en yakınımız aslında, kafa
olarak da bize en yakınlar. Çünkü onlar Hıristiyanlıkta öbürleriyle anlaşamıyorlar.
Bundan dolayı onlarla anlaşabiliriz ama biz uzak duruyoruz onlara. Çünkü
Amerika’nın tercih ettiği, Rusya’nın Ortodoksluğu değil ki, o mistik ve Asya’lı,
Amerika’nın tercih ettiği, Yunanlıların Ortodoksluğu, o ise mistik değil ve Avrupalı.
Çünkü Avrupalının mantığı, ticaret, kâr esası üzerine kurulmuştur261.”

260
y.a.g.e., s.72-73.
261
y.a.g.e., s.74-75.

156
“Mesele şu: Zannediyorum ki Avrupa’nın devlet anlayışı ile Asya’nın devlet
anlayışındaki büyük farklılıktan doğuyor iş. Çünkü Avrupa’nın devlet anlayışına
baktığın zaman Roma’ya dayanıyor… Hepsi zamanında bir yerlerde Roma ismini
almışlar. Roma, oligarşik bir devlet, tamamen kâra, paraya, avantaja ve fethe
dayanıyor. Bunların demokrasisi var. O demokrasiye bakıyorsun, Yunan
Demokrasisi. Yunan Demokrasisine bakıyorsun; demokrasi yalnız zenginler için.
Diğer insanlar için demokrasi filan yok, köleye yok, kadına yok, çocuğa yok,
yabancılara yok. Sadece orada doğmuş erkekler için demokrasi var. Yani tam bir
oligarşi Yunanistan. Peki bunu nereden almış? Kurcaladığın zaman görüyorsun ki
Mezopotamya’dan almış. Mezopotamya neren almış? Eski Mısır’dan. Şimdi burada
bir kapalı devre var. Bu kapalı devre Avrupa’yı yapıyor. Bizim batı Avrupa
dediğimiz Allah’ın belası örgüt buradan geliyor, bunlar tam manasıyla oligarşik; bir
azınlık hakimiyeti üzerine kurulu ve tamamen her şeyi kâr açısından düşünen
kişiler… Halbuki Asya böyle değil. Asya ölümü üç bin sene evvel keşfetmiş.
Dünyanın asıl kralı ölümdür, diyor. Bir kere onu aşmış. İkincisi servet duygunu
aşmış…Asya için aslolan dünyadaki hayatını doğru dürüst yaşayıp, çekip gitmek…
Onun için Birleşik Amerika, Vietnam’da kaybediyor, onun için Pakistan’da,
Afganistan’da kaybediyor, onun için Irak’ta rezil oluyor. Netice tamamen
Amerika’nın aleyhine dönecek. Bir kere Asya’da henüz pekişmemiş, yerleşmemiş
olan üniteler devlet fikrini sağlamlaştıracaklar. Bu sayede taş gibi olacak. Asya,
çünkü biz de bile görünmeye başladı262.”

Irak’ın, Afganistan’ın, Pakistan’ın vs. kısacası Asya’nın kendine özgü bir


kültürü var. Hâlbuki Amerika’nın 250 yıllık geçmişinde bir kültürü olmamıştır.
Irak’ın işgalinde ilk yapılan işler müzelerin talan edilmesi, tapu ve sicil kayıtlarını
imha edilmesi v.b. şeylerdir. Halkın değer verdiği kıymetlerin hiçe sayılması, zorla
bazı şeylerin kabul ettirilmeye çalışılması Irak halkanın despotizmi dahi savunur ve
arar duruma gelmesine sebep olmuştur. Amerika’nın kendi ekseninde düşünmesi ve
planlarını yapması, karşısındaki ülkenin dinini, kültürünü, dünya görüşlerini
bilmeden hareket etmesi yaptığı girişimlerin kendi aleyhine dönmesine sebep

262
y.a.g.e., s.75-76.

157
olmaktadır. Atilla İlhan’ın Amerikalıların bu tutumu hakkındaki bir esprisi var;
“Amerikalılar dünyayı filmleri gibi sanıyorlar, kendi çektikleri filmlerde hep
kendileri kazanıyorlar. Zannediyorlar ki her yerde öyle olacak263.”

“Roma’da politika, devlet yönetimi, din ve buna ait büyük işler bahsettiğiniz
bu küçük azınlığa ait. Yalnızca küçük bir azınlık bu işlerle ilgilenir. Peki halk? Halk
safahatla ilgilenirdi zengindiler, çünkü para vardı. Başka? Gladyatörlerle… Ve
ticaretli ilgilenirlerdi. Halka bunları bırakmışlardı. Halktan çok büyük bir kültür
beklenmezdi ve böyle bir şeye gerek yoktu… Avrupa’yı kendi haline bıraktığın
zaman Roma’nın bütün bu özellikleri olduğu gibi hepsinde var. Amerika’da,
tamamen var. Amerika’da politikayla uğraşanlar bir avuç azınlık, onlar da aslında
büyük sermaye patronların özel uçakları… Sistem aynı Roma gibi gidiyor. Roma
nasıl çalışıyorsa, Batı dediğimiz sistem aynen, aslında Mısır gibi demek daha doğru
olur. Orada başlamış. Yani köleler olacak, onların üzerinde halk olacak, onların
üzerinde asıl yönetici olacak.264”… Eski Mısır ve Roma sahnesi yeniden sahneye
koyuluyor. Senaryo önceden yazılmış, Amerika efendi yani asıl yönetici, Avrupa
Birliği Orta tabaka, Ortadoğu ve Asya ise köle konumunda görülmektedir.

Amerika kendi halkını özellikle cahil yetişiyor. Bir kısım azınlık ise ayrı bir
eğitime tabi tutuluyor, onlardan ayrı yerde yaşanıyor. Fransa’nın klasik manada laik,
demokratik olması Amerika’nın düşmanlığını kazanmalarına sebep olmuştur. İlhan
şöyle diyor: “Bunları istemedikleri için ne istiyorlar? Bunların hepsi kötü, bunların
kökünü kazımak lazım, diyorlar… Yani demokrasiyi kazıyacağız. Açıkça söylediği
bu. Bir oligarşi olacak, bir para oligarşi dünyaya hükmedecek, bunların mantığı bu.
Ama hataları oluyor. Hataları hep olur, çünkü bir şeyi hep unutuyorlar. Büyük
fatihlerden Asya’ya gidip de başarı kazanan yok. Ne İskender, ne Napolyon! Hiçbiri
başaramamıştır. Asya’ya girdin mi kayıpsın… Bu mantığı göremiyorlar. Asya’nın
çok başka bir kavim olduğunu, Asyalıların çok başka insanlar olduklarını, olaylara
başka türlü baktıklarını göremiyorlar. Hakikaten de öyle bakıyorlar265.”

263
y.a.g.e., s.76.
264
y.a.g.e., s.77-78.
265
y.a.g.e., s.78-79.

158
İlhan’ın bu sözlerinde de görüyoruz ki karşımıza yine doğu-batı farkı çıkıyor.
Doğu ya da Asya Amerika için muğlâktır, bilinmeyendir. Ama onlar bunun farkında
değildir. “Doğu dünyevi şeyleri ciddiye almıyor, çünkü geçici olduğunu biliyor
hepsinin. Şöyle demiş Dugin….‘İstanbul Türklerin eline geçinceye kadar Roma ile
Konstantinopal iki ayrı ve farklı dünya idi. Yani Roma ile Bizans. Jeopolitik, siyasi,
iktisadi ve kültürel çıkarlarıyla olduğu kadar bütün entelektüel inanç mutlaklığı ve
mantıksal bağımlılığı ile de böyleydi bu. Böylece kiliselerin farklılığını önceden
yansıtan ve belirleyeni, tevile mahal bırakmayacak şekilde önceden tespit edilmiş iki
büyük Hıristiyan olan oluşuyordu’. Birbirlerinden ayırıyor. Bunlar birbirlerinden
farklı şeyler. ‘Batı, Thomas Aquinas’ın akılcı, rasyonel teolijisine dayanmaktadır.
Doğu ise Aziz Geregory Palemos’ın metinlerinde parıldayan mistik teoloji çizgisine
dayanmıştır. Palemos’a karşı Thomas Aquinos. İşte Hıristiyan Doğu ile Hıristiyan
Batının jeopolitik ikililiğini iç yüzünü yansıtan gerçek. Teolojik bir formül. Ortadoğu
ve yerel kiliselerin vaazlarındaki yorumlar ve buna karşılık Katolik yani rasyonel bir
teoloji… Çok net görünüyor, kendilerini katiyen onlardan saymıyorlar. ‘Böyle bir
alakamız yok, onlar çok başka’ diyorlar. Çünkü burada Roma ağır basıyor. AB,
aslında Roma-Germen İmparatorluğu… On iki tane de yıldızı koydular oraya. On iki
tane azizleri vardır. Yani neticede, nereden bakarsan bak, aynı yere geliyorsun. Batı
aslında bir kere laik değil. Esasında bir tek Fransa laik. İngiltere’de laik değil,
Almanya’da laik değil aslında. Bir tek Fransa sahiden laik266.” Bırakın Batı-Doğu
farkını, batı-doğu Hıristiyanlığında dahi taban tabana zıt dünya anlayışları var.

İlhan; Amerikalıların Asya’da hiçbir planların tutmayacağını söylüyor. Ona


göre; Amerikalılar tahminleri; gerçek olarak ele alıyorlar. Aynı sebepler her yerde
aynı sonuçları doğurur sanıyorlar. Batı’nın temel hatası bir başka zihniyeti, bir başka
gerçekliği getirip herhangi bir topluma monte etmeye çalışmasıdır. “Batı’nın genel
hatası budur. Doğu’nun akıllığı da budur. Biz büyük bir imparatorluk kurduk, kısa
bir zamanda nasıl kurduk? Çünkü Türkler girdikleri yerde kimsenin dinine,
diyanetine karışmadı. Ne isterlerse yapsın dedik. Baskı yapmadık, tepelerine
binmedik. Baskı yapmayınca onlar bir müddet sonra kendiliğinden bize sadakat

266
y.a.g.e., s.79-80.

159
göstermeye başladılar… Halbuki Batı öyle değil, Batı bir yere girdiği zaman dinini
değiştirmeye kalkışıyor. Tabii o zaman da o halkın içerisinde şu kadarcık bir ulusal
bilinç varsa hemen sivriliyor267.” Batılı insan doğudaki insanları da kendileri gibi
düşünüyor ve öyle hareket ediyor. Doğu insanı batılı kültürden tamamen farklı. Batılı
insan paradan başka bir şey düşünmeyen, dünyevi şeylere önem veren insandır. Batılı
insan için maneviyat değil maddiyat ön plandadır. Ve hiçbir şey uğruna ölünür veya
hayatını feda edeceği bir şey değildir. Fakat doğu insanı ölümü tanır. İngiltere
Hindistan’ı asırlarca esir tuttu. Sonunda Hintliler kendilerini aç bırakarak, hiçbir
silah kullanmadan bağımsız oldular. Yani maddi hayatın bittiği yerler vardır. İşte
Batı insanı buna yabancıdır ve anlayamaz da.

Atilla İlhan 17. yy.’da başlayan batı hakimiyeti sonuna geldiğini


söylemektedir ve şöyle devam ediyor: “Bundan sonra artık Batı yeryüzüne hakim
olamayacaktır. Avrasya, uygarlığın yükselen beşiğidir, arkadan Afrika gelebilir. Ama
şimdi sıra Avrasya’dadır. Avrasya yükseliyor. Avrupa ülkeleri birer avuçluk
nüfuslardır. Küçük ülkelerdir hepsi, onun için birleşmeye kalkıyorlar. Amerika’da
kendinden ibarettir. Halbuki Çin’i bir düşün, üç tane Amerika eder. Bunlar bitmeyen
kaynaklara sahip çok güçlü ülkeler, kullanılmamış çok zenginliği var bu kıtanın…
Eskiden sadece Amerika nükleer güçken hadi korksunlar. Ama şimdi korkmuyorlar
ki onlarda da var. Sen fırlat bir füze bu defa o da sana atacak, iş tabi çok
zorlaşacak268.” Dünyada dengeler değişmektedir. Ve ABD tek güç değildir.

2.) Anıl ÇEÇEN

Ortadoğu’da yer alan bölgelerin bir bütün olarak görülmesi ve bu bölgede


otoriteyi sağlayacak bir siyasal yapılanmanın gerçekleştirilmesi doğrultusunda her
dönemde ve her siyasal güç tarafından Ortadoğu’yu genel olarak büyük sınırlar
içerisinde ele alan bazı yaklaşımlar ve projeler geliştirilmiştir.269

Ortadoğu ülkeleri daha da büyümek amacıyla Ortadoğu’yu kendi kontrolleri


altına almak ve sınırlarını genişletmek istemişlerdir. Tarihte de devletler dünyaya

267
y.a.g.e., s.82-83.
268
y.a.g.e., s.87.
269
ÇEÇEN, Anıl; “ABD ve ordusu İsrail lobilerinin taşeronu olarak bölgeye gelmiştir”. Büyük
Ortadoğu Kuşatması, Röp. AKAR, Atilla; Timaç Yay., s.101.

160
egemen olmak istediklerinde kendilerinin merkezinde oldu bir Ortadoğu hegemonya
alanı oluşturmaya çalışmışlardır.” Ortadoğu bölgesi konumu gereği böylesine büyük
siyasal yapılanmalar için elverişli olduğu için, büyümek isteyen devletler Ortadoğu
alanında daha büyük bir Ortadoğu arayışı içerisinde olmuşlardır. Bölge ülkeleri
bütün bölgeyi kendi kontrolleri altına alabilmek için böylesine bir projeyi her zaman
için kendi güvenlikleri açısından zorunlu görmüşlerdir270.”

Bölge ülkeleri kendi yayımları ve güçlenmeleri açısından Büyük Ortadoğu’ya


yönelirken, bölge dışı ülkelerde dünya egemenliği açısından Ortadoğu’yu kontrolleri
altına almak istemişlerdir.

Anıl Çeçen projenin açıkça yeniden gündeme gelmesini sebebini şöyle


açıklamaktadır: Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere arasındaki Anglosakson
ittifakının, dünya egemenliği projesi doğrultusunda dünyanın jeopolitik alanlarını
kendi yönetimleri altına almak istemeleridir271. Bu emperyalist amaçlı hareket Büyük
Ortadoğu Projesi görümü altında sunulmaktadır.

“Her proje bir yeni yapıyı gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bütün inşa


projelerinde yeni bir binanın yapılması hedeflendiğinde, önce arazinin durumuna
bakılır. Eğer arazide eski bir bina ya da gecekondu gibi inşaat kalıntısı varsa,
öncelikle bu eski yapıların yıkılmasına verilir. Siyasal yapılarda da benzer bir durum
vardır. Eğer bir ülke ya da bölge için yeni bir proje geliştirilmişse, bunun
gerçekleşme aşamasın gelebilmesi için öncelik, eski yapıların yıkılmasına verilir. Bir
anlamda yeni proje sahipleri eski devletlerin ya da siyasal yapıların yıkıcılığına
öncelik verirler272.” Yani Çeçen; projeni uygulanma sürecinde ve hedeflerin
gerçekleştirme aşamasında eski yapılara yer yoktur.

Avrupa Birliği süreci içerisinde Türkiye’den istenenlerde olduğu gibi, ABD


ve İsrail merkezli bir Büyük Ortadoğu Projesi içinde Türkiye’den sürekli olarak bir
şeyler istenmekte ve bunlar ülkemiz ile devletimizi hızlı bir tasfiye aşamasına
getirmektedir. Avrupa ya da Ortadoğu Birleşik Devletleri gerçekleştiği aşamada,

270
y.a.g.e., s.102.
271
y.a.g.e., s.102-103.
272
y.a.g.e., s.103.

161
bugünkü Misak-ı Milli sınırları içerisinde var olan Türkiye Cumhuriyeti ulus devleti
olamayacaktır. Her iki bölgesel konfederasyon projesinde de Türkiye Cumhuriyeti
diye bir devlet yoktur, ancak Türkiye’nin ülkesi üzerinde oluşturulmuş eyaletlerin
yer aldığı bir yeni federasyon yapılanması olacaktır273. Bu süreç, demokrasi insan
hakları, küreselleşme, özelleşme gibi bir takım cilalı sözlerin arkasına saklanarak
uygulanacaktır.

BOP, Çeçen’e göre; İsrail merkezli bir siyasal yapılanmayı hedeflemektedir.


Yahudi ve Hıristiyanlar kendi kutsal topraklarına dönebileceği, kozmopolit bir
yapının arayışı içerisindedir. Büyük Ortadoğu’nun eski Bizans İmparatorluğu gibi
kozmopolit ve gayrimüslim bir yapıda olması hedeflenmektedir. Bölgede Müslüman
olmayan topluluklar ön plana çıkarılmakta, Yahudilerin İslam dünyası içerisinde
egemen olması planlanmaktadır. İslamiyet’in bölgede egemenliğine son vermek için
de Ilımlı İslam gündeme getirilmekte ve olası İslami direnişi önlemek istenmektedir.
Çeçen; Türklerin ve Arapların bölgeden dışlanmasıyla Yeni Bizans’ın kurulacağını
söylemektedir. “Böylesine bir projenin gerçekleştirilme aşamasında Türkiye
öncelikle ortadan kaldırılması gereken bir ulus-devlettir. Türkiye ulusal ve üniter
devlet yapısı ile yeni projenin esasları ile çelişmektedir. Türkiye ile beraber Suriye,
İran, Suudi Arabistan ve Mısır gibi büyük üniter devletler de ortadan kaldırılacak ve
bunların İsrail boyunda küçük eyaletlere bölünmesiyle Ortadoğu’da Balkanizasyon
süreci gerçekleştirilecektir274.”

Çeçen BOP’un kolay kolay gerçekleştirilemeyeceğini söylemektedir. Proje


bölge koşullarıyla uyum sağlamayan bir girişimdir. “Gerçekçi bir girişim değildir,
çünkü bütün bölge ülkelerini ve dünya güçlerini karşısına alan bir projedir. Bu hali
ile gerçekleşme şansı hiç yoktur275.” Bölge ülkeleri ve bölgenin Müslüman ve Arap
halkları bu girişime karşı durdular. Sadece Türkiye tavrını net olarak ortaya
koyamadı. Çünkü ABD ve İsrail baskısı altında zorlanmakta. Çeçen; ABD-İsrail
ittifakının elindeki en büyük kozunda Türkiye’yi bölgede kullanmak olduğunun
anlaşıldığını söylemektedir. Bölge ülkelerinin tepkileri de BOP’un gerçekleşme

273
y.a.g.e., s.103-104.
274
y.a.g.e., s.104.
275
y.a.g.e., s.105.

162
şansını azaltmaktadır. Hiçbir devlet ya da uluslararası kuruluş proje için ABD ve
İsrail’i desteklememektedirler. ABD’nin dünya ülkelerinin desteğini anlamamasını
sebebini ise dünya karşısındaki imajını yitirmesine bağlamaktadır. İnsan hakları
konusunu sürekli dile getiren ve başka ülkelere karşı baskı araç olarak kullanan
ABD’nin, Vietnam’daki işkence ve insan hakları ihlâlleri şimdi ise Irak’taki
sergilediği tutum dünya gözünde sabıkalı görünmesine neden olmuştur.

ABD’nin Ortadoğu seferinin birinci yıldönümünde bütün sonuçlar her açıdan


olumsuz görünmektedir. Olaylar hiç de okyanus ötesinde hesaplandığı gibi
gelişmemiştir. Evdeki hesap çarşıya uymayınca, bu kez olumsuz gelişmeler birbirini
izlemeye başlamış, bölgeye demokrasi götürdüğünü iddia eden ABD tam bir insan
hakları katledicisi durumuna düşmüştür. Teknolojik, ekonomik ve askeri olarak
dünyanın en büyük süper gücü konumundaki ABD en büyük dış dinamik olarak
projeyi bölgede zorlamaktadır, ne var ki, bölgenin zor koşulları bütün diğer
emperyalistleri olduğu gibi yeni saldırgan ABD’yi bölgenin dışına itmektedir276.

Bölgedeki ülkeler açısından BOP’a bakılırsa, durumun pek de olumlu oldu


söylenemez, çünkü var olan bütün ülke yapılarının yıkılması ve Balkanizasyon
sürecindeki gibi ortaya çıkacak küçük eyaletlerin devletleştirilmesi düşünülmektedir.
Var olan bölge devletleri statülerini korumak istemektedirler… Her rejim ve de her
devlet tehdit algılamaları doğrultusunda kendisini korumak ister. Büyük Ortadoğu
Projesi, taşıdığı Balkanizasyon eğilimi ile bütün bölge ülkeleri için tehdittir… ABD
ile bölge ülkeleri şimdiki koşullarda bu tür bir karşı karşıyalık içerisindedirler277.

ABD, bölgedeki rejimlerin demokratik süreçlere sokularak değiştirilmesini


teşvik ediyor gibi görünüyor. Fakat son zamanlarda da gördüğümüz gibi ABD’nin
adımları demokratik değil, askeri-savaşçı ve yıkıcı. Bu tutumuna ilişkin olarak Çeçen
şunları dile getiriyor: ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinden önce, küreselleşme
dönemindeki demokrasi anlayışını ele almakta yarar vardır. çünkü ABD, BOP ile
bölgeye demokrasi götüreceğini ileri sürmektedir. Bu iddia gerçek dışıdır.
Amerikalıların küreselleşme için öngördüğü demokrasi anlayışı, yeni demokrasi

276
y.a.g.e., s.107.
277
y.a.g.e., s.108.

163
olarak anlaşılmaktadır. Eskisi gibi çoğunluğun egemen olduğu bir klasik demokrasi
değildir, dışarıdan kullanılan yeni bir demokrasi anlayışı gündeme getirilmektedir.
ABD, yıllardır Türkiye’ye yaptığı gibi nasıl Güneydoğu insanlarını ayrı bir etnik
grup olarak Türkiye’ye kabul ettirmek istiyorsa, Irak, Suriye, İran ve Mısır’da da
yeni azınlık grupları oluşturarak bu toplumları bölmeyi ve azınlıklar aracılığı ile
çoğunlukların, emperyalizmin etkisi altına girmesini gündeme getirmek istemektedir.
Demokrasi ile halkın ya da ulusun egemenliği değil, azınlıkların kullanılmasıyla
halkların ve ulusların emperyalist hegemonya altına alınması hedeflenmektedir. ABD
Büyük Ortadoğu Projesi ile bu yöntemi bütün bölgeye yaymanın çabası içindedir.
Böylece var olan devletleri devre dışı bırakmanın ve halkları kullanarak küçük
eyaletler yaratması politikalarını geliştirmektedir. Demokrasi bölge ülkeleri için
değil, İsrail ve ABD’nin kendi güdümlerinde bölgesel konfederasyon kurabilmelerini
yöntemi olarak gündeme getirilmektedir278.

Savaşçı yöntemlerle, şiddetle hiçbir ülkede demokrasi kurulamaz, ancak işgal


gerçekleştirilebilir. ABD’de bu tavrı ve yöntemleriyle Çeçen’e göre Ortadoğu’da
ilerleyemez ve bölgeye egemen olamaz. ABD, bölge devletlerini yönetimlerini
tercihlerini dikkate almamaktadır. İran ve Türkiye gibi bin yıllık devlet geleneğine
sahip ülkelerin bulunduğu bölgede, elli yıllık ABD ve İsrail daha dikkatli olmalıdır.

3.) Özcan BUZE

Buze, projenin iki önemli yönünden bahsetmektedir: “Bunlardan biri,


ABD’nin Fas’tan Pakistan’a kadar 22 ülkeyi kapsayan ‘Büyük Ortadoğu’
coğrafyasının siyasal, askeri ve ekonomik yapısını kendi çıkarları doğrultusunda
yeniden belirlemesi, ikincisi de, ABD’nin kendi müttefiklerini denetleme aracı olarak
yeni bir tehdit kavramına göre yeniden yapılandırılacak olan NATO’nun devamının
sağlanması279 (No:2, s.165) Birinci yönü açarsak ABD’nin rakiplerine karşı stratejik
üstünlüğünü sağlaması için hem Ortadoğu’nun denetimin elinde bulundurması hem
de komşu bölgelerdeki enerji kaynaklarını denetim altında tutması gerekiyor. Buze,
ikinci yönü ile ilgili olarak ta şunları söylüyor: “İkinci Dünya Savaşı sonrasının iki

278
y.a.g.e., s.109.
279
BUZE, Özcan; a.g.e., s.165.

164
kutuplu Dünya nizamında, ABD’nin müttefiklerini denetim altında tutabilmesi çok
önemliydi. NATO bir yönüyle, hatta öncelikli olarak bunun için kurulmuştu…
SSCB’de ve onun tarafından denetlenen alanlarda rejim değişikliğine gidilmesi ve
Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, o zamana kadar müttefikleri denetim altında
tutmaya ‘komünizm tehdidi’ de ortadan kalkmış sayıldı… Bu durumda ‘komünizm
tehdidi’nin ortadan kalktığı ilan edildiğinde ya yeni bir tehdit bulunacaktı ya da
NATO Avrupa ve Atlantik kanatlarından ayrışarak ortadan kalkacaktı…Bu durumda
ABD, tek Kutuplu Dünya iddiasını sürdürecekse, kendi belirlediği yeni bir ‘ortak
tehdit’i eski müttefiklerine kabul ettirmek zorunda olduğu görünüyor…ABD böylece
yeni ‘ortak tehdit’ sayesinde bir yandan Ortadoğu’yu denetlerken, öte yandan
rakiplerini de kendi dünya egemenliği projesine katarak ayrı baş çekmelerini
engelleyecek ve dizginleyecek280.”

1975 yılında Helsinki Nihaî Senedi’nin imzalanmasıyla başlayan süreç, Doğu


Bloğu’nun darmadağın olmasıyla sonuçlandı. Varşova Paktı, tek kurşun atılmadan
yenilgiye uğratıldı; SSCB ve öteki Doğu Avrupa ülkelerinde rejim değişti. Kimileri
parçalandı. Büyük kısmı Batı dünyasına entegre edildi. Şimdi BOP ile Ortadoğu
ülkelerinde de aynı şey yapılmalı diye düşünüyorlar. Helsinki Süreciyle nasıl SSCB
dağıtılmış, Çekoslovakya barışçıl yoldan, Yugoslavya da savaşla dağıtılmış ve öteki
Doğu Avrupa ülkeleri sisteme entegre edilmişse, aynı şekilde BOP ile de, kâh zorla
kâh güzellikle, Ortadoğu’daki büyük ülkeler (Türkiye, İran, Suriye, Mısır, Suudi
Arabistan) dağıtılacak, diğer küçük ülkelerle birlikte sisteme dahil edilecek. Ancak
bunun için, öncelikle varolan ulus-devletlerin bölünmesi ve kalıntılarının etnik ve
mezhepsel site devletlerine dönüştürülmesi gerekiyor281.

4.) Suat PARLAR

Parlar; Amerika’nın Ortadoğu’ya yönelmesinin hegemonya kriziyle bağlantılı


bir durum olduğunu söylemektedir. ABD’nin hegemonya krizi siyasi, ekonomik ve
ideolojik açıdan Ortadoğu’yu gösterdi. Şu anda dünya enerji kaynaklarının önemli
bir bölümünün Ortadoğu’da bulunması, dünyanın en önemli yer altı sularının burada

280
y.a.g.e., s.166-167.
281
y.a.g.e., s.172

165
bulunuyor olması gerekçelerden biridir. Bir diğer noktada insanlığın en önemli
kültürel birikimlerinin Ortadoğu kökenli olmasıdır. Gerek semavi dinler açısından
gerekse ideolojik renklilik açısından Ortadoğu, tarihin ve ideolojilerin sonunu ilan
eden Amerika’nın bir bakıma yenilgiyi kabul etmek mecburiyetinde kaldığı bir siyasi
coğrafyadır. “Dünyanın en önemli su yolları buradan geçer ve Amerika’nın
jeopolitiği buna dayalı bir jeopolitiktir. ABD’nin stratejisi mavi su
stratejsidir…Avrasyacılık nasıl karasal bir hareket ise Anglo- Sakson ve Anglo-
Amerikan çözümlemeye göre de, jeopolitiğin Amerikanlaşmış şekli esas olarak su
yollarını ve deniz yollarını temel alır. Böyle baktığımız zamanda Ortadoğu,
limanlarıyla, su yollarıyla, Avrasya’yı kuşatan kenar topraktır282.” Bunlara hakim
olamayanda dünyaya hakim olamaz. Bu bağlamda da BOP, ABD’nin stratejik
çıkarlarına, ihtiyaçlarına cevap veren bir projedir.

Parlar; ABD’nin birçok alanda Japonya ve Avrupa Birliği karşısında geride


olduğunun da altını çiziyor. Bir de bunun dünyanın en borçlu ülkesi olması gerçeğini
ekleyebiliriz. “Şu anda ABD’nin 9 trilyon dolarlık muazzam bir borcu var. Bütçe
açıkları her yıl 500 milyar dolarla istikrar kazanmış vaziyette. Sosyal dokusunda
müthiş bir çürüme yaşanıyor… ABD açısından bunu çözmenin bir yolu var; krizi
dışarıya yansıtmak, krizi küreselleştirmek. Krizi ihraç etmek. Bunun askeri,
ideolojik, hukuki ve sosyal ayakları var. Ortadoğu tüm bu ayakların birleştiği alan.”

ABD’nin bu bölgede doğrudan denetimi, rakiplerine karşı kendisine büyük


bir veto gücü verecek.

Parlar; Projeyi Amerika’nın sunduğu biçimde değil de arka planına bakarak


değerlendirmeliyiz diyor. “Bir kere bu proje, Washington mutabakatıyla açılan neo-
liberal kodların Liberal kodların Ortadoğu’ya dayatılmasıdır. Demokrasi, insan
hakları ve serbest piyasa; baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi! Kutsallaştırılmış ve bir
misyona bağlanmış bir yaklaşım283.” Bu üçlünün küreselleşme adı altında Amerikan
nasyonalizminin saldırısı anlamına geldiğini söylemektedir.

282
PARLAR, Suat; “BOP, Vahşet ve şiddet vat ediyor. Çözümsüzlüğü barış olarak sunuyor” Büyük
Ortadoğu Kuşatması, Röp: AKAR, Atilla, Timaş Yay., s.139.
283
y.a.g.e., s.140.

166
Parlar; bu üçlünün aslında tam tersi bir anlam ve amaç içerdiğini söylüyor.
Demokrasi ile; düşük yoğunluklu çatışma denilen süreçler sonucunda ezilmiş
kitlelere kabul ettirilen tekeller demokrasisi, insan hakları ile; uluslar arası firmaların
yatırımları ve uluslar arası hukukun çiğnenerek yatırımlarının güvence altına
alınması, serbest piyasacılık ile de; dünyanın kaynaklarını kontrol altında tutan en
tepedeki 500 şirketin çıkarlarının savunulması kastedilmektedir. Dolayısıyla proje
bölgeye vahşet demokrasisi getirecektir diyor.

“İslam’da şu hale getirilecek; Müslüman olmayan İslam, rehabilite edilmiş


İslam. Neo-liberal kodlarla uyum sağlamış, onların tabiriyle ılımlaştırılmış, bütün
tarihsel birikiminden koparılmış ve kendi içinde ayrıştırılmış, birbiriyle çatışma
içerisine sokulmuş bir İslam… Bu aynı zamanda bölgedeki İslamî toplumların yeni
tür bir kölecilikle karşı karşıya kalması anlamına gelecektir284.”

Parlar’a göre ABD bölgede birincisi, İsrail’in askeri varlığına güveniyor.


İkincisi, İsrail’e göre çevre ülkeler olarak tabir edilen Türkiye, Ürdün ve Hindistan’a
güveniyor. Ürdün ve İsrail mutlak olarak ABD ile ortak hareket edeceklerdir diyor.
Mısır’da da şu anda rejimin bir meşrutiyeti yok ve İsrail’den sonra ABD’den en fazla
yardımı olan ikinci ülke konumunda. Türkiye’nin durumununsa şimdilik belirsiz
olduğunu söylüyor.

“Bu stratejik ayaklar aynı zamanda stratejik hedeflerle de uyum içerisinde.


ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin şu anda en önemli amacı, bölgede İsrail’in
yaşatılması ve İsrail’le hiçbir bölge gücü arasında askeri bir paritenin
olmaması…Aynı zamanda İsrail’in, bölgede planlanan yeni ekonomik oluşumlarda
merkezi bir role sahip olması isteniyor285.”

“ABD, hiçbir projesini bu bölgede işletebilecek durumda değil. Birincisi,


halkların nezdinde inandırıcılığını yitirmiştir. İkincisi; ‘İslam’ın ehlileştirilmesi’
projesinde Türkiye gibi bir ülkenin model olarak sunulması son derece gülünç olur…
Çok büyük kurumlar yoktur. Türkiye’de ikincisi, ‘İslam Türkiye’de yıllarca Soğuk

284
y.a.g.e., s.142.
285
y.a.g.e., s.143.

167
Savaş’ın hizmetinde olmuştur. Üçüncüsü, Türkiye’deki İslami bilinç, Kur’an
kurslarında öğretilenlerden ibarettir. Büyük bir İslami merkezler yoktur286.”

Parlar’a göre; bu proje tutmaz ama Ortadoğu ülkelerindeki anti-Amerikancı,


anti-emperyalist güçlere darbe vurabilir. Bunun bir ayağı da suikast politikalarıdır.
Bu anlamda mevzi kazanabilirler. “Amerika, şu anda çürümekte olan bir küresel
hegemonyayı temsil ediyor. Hegemonya krizi o kadar açık ve rakamlara dökülecek
boyutlarda ki! 500 milyar dolar bütçe açığı, 9,5 trilyon dolar dış borcu olan bir
ülkenin Ortadoğu gibi inanılmaz ölçüde karmaşık çelişkilere sahip bir bölgede,
üstelik de haritayı genişleterek başarılı olması mümkün değil. Bir nedeni daha var
bunun; Büyük Ortadoğu Projesi aynı zamanda Rusya ve Çin’e yönelik meydan
okumadır287.”

“Türkiye’nin BOP içerisinde bütünlüğünü koruma ihtimali yoktur. Çünkü bu


aynı zamanda Türkiye’de milli devletin parçalanması projesidir ve Şark Mesele’sinin
ikinci perdesidir. Birinci perde, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıdır. Yirmi
altı devlet çıkardılar Osmanlı’dan. Şimdiyse Osmanlı’nın bakiyesi olan ve yârin ne
yapacağı belirsiz olan bir gücün parçalanması söz konusudur. BOP, Şark
Meselesi’nin ikinci perdesidir288.”

5.) Mustafa Sıtkı BİLGİN

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kökleri İkinci Dünya Savaşı’na kadar uzanan
bir geçmişe sahiptir… Yeni Dünya Düzeni’nde Ortadoğu bölgesi sahip olduğu
kültürel, dini ve tarihi özellik ve farklılıkları nedeniyle ne Doğu Bloku ve ne de
ABD’nin lideri olduğu Batı Bloku’ nun kültürel ve siyasi yapısıyla benzerlik
gösterdiğinden dolayı iki blok arasında bir tampon ve geçiş bölgesi olarak yerini
almıştı. Ancak, her iki blok da, sahip olduğu jeopolitik ve jeo-stratejik konumu ve
petrol kaynakları nedeniyle Ortadoğu bölgesini kontrol etme yarışına ve

286
y.a.g.e., s.145.
287
y.a.g.e., s.146.
288
y.a.g.e., s.161.

168
mücadelesine girmişlerdir.289 Ve Bilgin’e göre; Ortadoğu coğrafyasına sahip
olunmadan, hakim olunmadan büyük güç olunmazdı, olunsa dahi uzun sürmezdi.

Bilgin; soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra SSCB’nin


yıkılmasından sonra Ortadoğu’da bir güç boşluğunun oluştuğunu söylemektedir. Bu
güç boşluğunu da küreselleşme doldurmuştur. Bu yeni düzene de bölge ülkelerin
ayak uydurmaması ve bölgenin adeta batının ekonomik, siyasi, kültürel istilasına
uğraması Ortadoğu’da Batı karşıtlığını, düşmanlığını körüklemiştir. Yine bölgede
ekonomik ve sosyal refahın sağlanamaması, insan hakları ihlalleri, sosyal sorunların
büyümesi ve bunlar için çözüm üretilmemesi bölge haklarının ABD’ye karşı
olumsuz düşüncelerini arttıran bir diğer etkenlerdi. Bilgin; siyasi sebep olarak da
başlıca nedenin, ABD’nin Arap-İsrail meselesindeki yanlı politikasının olduğunun
altını çizmektedir. Bunun dışında yine siyasi sebeplerle ABD’nin Ortadoğu’da yeni
üsler kurması, yeni kuvvetler sevk etmesinin bölge halkının kin ve nefretini
artırdığını söylemektedir. Soğuk savaş sonrası bölgede oluşan bu durum radikal
örgütlerin ortaya çıkmasına ve bu örgütlerin tüm bu durumlardan sorumlu tuttukları
ABD ve Batı’ya savaş açmalarına sebep olmuştur. Bilgin’e göre; Artık batı dünyası
yeni bir savaşın içindedir. Komünizmle soğuk savaş bitmiştir, radikal İslam’la soğuk
savaş başlamıştır.

“Özellikle 11 Eylül hadisesinden sonra ABD, yaptığı bazı yanlışların farkına


vararak Ortadoğu’daki çürümüş ve modası geçmiş rejimlerin Amerikan düşmanı
ürettiğin fark etmiş ve kendisine karşı yükselen radikalizmi kırmanı çaresini bölgeye
demokratikleştirmede bulmuştur. Bu çözüm planı, ismi malum cismi meçhul olan
BOP çerçevesinde ortaya atılmıştır290.”

Bilgin’e göre; BOP’un asıl hedefi, Ortadoğu’da ABD’ye yönelen


radikalizmin, karşıtlığını kökünü kazımaktır. Ve bölgedeki kontrolü sağlayabilmedir.
Projenin gerçekleştirilmesi siyasi olarak bölgenin demokratikleştirilmesi, ekonomik
olarak liberalleştirilmesi, kültürel olarak da inanç ve ideolojilerin ılımanlaştırılması
şeklinde öngörülmüştür.

289
BİLGİN, M. Sıtkı; ‘BOP ölü doğmuş, bir plandır ve başarı şansı çok azdır” Büyük Ortadoğu
Kuşatması, Röp. AKAR, Atilla, Timaş Yay., s.128.
290
y.a.g.e., s.129.

169
Bilgin’e göre; “netice olarak projeyi ortaya atanlar ile projeden etkilenenler
arasında ortak bir hedef birliğinin olmaması ve proje mimarlarının bölge halkları
nezdinde iyi bir sicile sahip olmaması gibi temel etkenler sebebiyle BOP ölü doğmuş
bir plandır ve başarı şansı çok azdır291.”

Bilgin projenin önündeki handikap olarak ABD’nin özellikle 11 Eylül


olayından sonra güvenlik ve askeri boyutlu cebir ve şiddete dayanan İsrail veri
yöntemler ve stratejiler takip etmiş olmasını dile getirmektedir. Bu metotta
Ortadoğu’daki sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi sorunları ağırlaştırmıştır.
Geleneksel yapıya sahip bölgede belli bir sosyal, kültürel ve ekonomik seviyeye
erişilmeden yeni bir bölgesel düzenin kurulması mümkün olmayacaktır. Gerekli alt
yapı olmadığı için, Filistin meselesi de ortada dururken BOP gibi proje Ortadoğu’ya
uyum sağlayamaz.

“BOP mevcut ABD stratejisi çerçevesinde zorla uygulamaya konması


durumunda şiddetli bir karşı tepkiye neden olacaktır. Şu anda başta ABD olmak
üzere Batı tarafından İslam radikalizme karşı başlatılan ikinci ‘Soğuk Savaş’ dönemi
devam ettirilmektedir. Bu savaşın ılımlılar da dahil tüm İslam dünyasına sıçrayıp
sıçramayacağı Batı’nın ve ABD’nin bölgede takip edeceği politikalarla yakından
ilgili olacaktır. Proje eğer Ortadoğu halklarının ihtiyaçları göz önüne alınarak tanzim
edilirse ve doğru bir metot takip edilerek uygulamaya konulur ise elbette bölge için
çok faydalı bir plan olacaktır. Ancak, BOP mevcut haliyle bu asgari şartları
taşımamaktadır292.”

Bilgin’e göre; genelde İslam dünyasının, özelde Arap dünyasının kanayan


yarası olan İsrail-Filistin sorununa çözüm getirilmeden BOP’ta dahil Ortadoğu’da
hiçbir projenin uygulanma şansı yoktur.

6.) Alpaslan IŞIKLI

Işıklı’ya göre BOP; geniş kapsamlı ve kökleri derinlerde olan tarihsel bir
sürecin bütünleyicisi olarak ortaya çıkmıştır. Bu sürecin gerçek boyutlarıyla açıklık

291
y.a.g.e., s.130.
292
y.a.g.e., s.131-132.

170
kazanması BOP’un da anlaşılmasını mümkün kılacaktır. Öncelikle görmemiz
gereken, neoliberalizmin evrensel ve alternatifsiz bir ideoloji olarak dünyaya egemen
kılınmak istendiği bir zaman diliminde yaşadığımızdır. Bunun anlamı, 19. yüzyıl
vahşi kapitalizminin küresel ölçekte ve yeniden diriltilmesi çabasından ibarettir. Bu
çerçevede, sosyal devletin ve genel olarak tüm demokratik kazanımların tarihe
gömülmek istendiğine tanık olmaktayız. İnsanların ve ulusların iradelerini hiçe
sayan, uluslararası laşmış bulunan sermayenin uluslarüstü iktidarı altında yeni bir
dünya düzeninin kurulması amaçlanmaktadır… Bu nedenledir ki gerçek anlamda
ulus devletlerin varlığı da tehdit altındadır.293

Işıklı’ya göre 19.yy. liberalizmi insanlığı nelere götürdüyse neoliberalizmde


benzer sonuçlar doğuracaktır. Liberalizm, ekonomik ve sosyal bunalımlar, faşizm,
ırkçılık, şiddet ve dünya savaşlarını doğurmuştur. Neoliberalizm de daha şimdiden
pek çoğunu doğurmuştur.

Bu süreçte 11 Eylül olaylarını dönüm noktası olduğunu söylüyor ve


geçmişteki Reichstop yangınıyla olayları ilişkilendirmektedir. Reichstop yangını
geçmişte Hitler’in yükselişine nasıl zemin hazırladıysa günümüzde de Bush küresel
kapitalizmi küresel faşizme dönüştürme yolunda, İkiz Kuleler ve Pentagon
saldırılarından azami istifadeyi sağlamış görünüyor demektedir. Irak işgalinin de, bu
saldırının hemen ardından gerçekleştirildiğine dikkati çekiyor.

“İzleyebildiğim kadarıyla BOP’da bu saldırının ardından, ilk kez Ekim 2//3’te


ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Marc Grossman tarafından, daha sonra 2004 yılı
aşlarında Davos’ta, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından dile
getirilmiştir. Olayların kronolojik sıralamasının gözlemi de ortaya koymaktadır ki
ABD’nin küresel hegemonya niyetleriyle BOP arasında doğrudan bir ilişki
bulunmaktadır294.”

Işıklı’ya göre dünde bugünde sorunların asıl kaynağını gözlerden gizlemek


için ırkçılık ele alınmaktadır. “Küresel faşizm” kitlelere dayatmak açısından da
vazgeçilmez bir bahane oluşturan ırkçılık olgusunun ve ‘Medeniyet Çatışması’

293
IŞIKLI, Alpaslan; a.g.e., s.116.
294
IŞIKLI, Alpaslan; a.g.e., s.117.

171
safsatasının temel öğesi olarak ‘terörist İslam’ın icat edilmiş olması da hegemonyacı
niyetlerin ve planların Ortadoğu üzerinde odaklanmış bulunmasıyla bağlantılı
görünmektedir.

172

You might also like