Professional Documents
Culture Documents
GİZLİ GERÇEKLER
MİT Müsteşar Yardımcıları arasında en fazla öne çıkan isim olan Miktat
Alpay, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1965 yılında fakülte
öğrenci derneği seçiminde CHP’lilerin adayı olarak seçime katılmış, ancak
kazanan, sağ görüşlülerin adayı Cevdet Yücel Fenercioğlu olmuştu. 1965
yılında Urfa’da stajyer hakim olarak görev yaptı.
Miktat Alpay, MİT’in CİA ve FBİ ile en üst düzeyde diyalogunu yürütmek
üzere Washington’a gönderiliyor. Bu yeni göreve atanmasının nedeni olarak
ileri sürülen gerekçe de oldukça ilginç; son aylarda Ermeni ve Kürt
meselelerinin Türkiye’nin gündemini bu kadar meşgul etmesi, bu konuların
diplomatlar dışında, ABD’de devlet işleyişinde önem taşıyan noktalara
anlatılması ihtiyacını doğurmuştu (!) Eğer Türkiye, Washington’da derdini
iyi anlatamazsa, dünya sahnesinde istenilen etkiyi gösteremiyor demekti! O
halde yapılması gereken şey şuydu: Öyle bir temsilci gönderilmeliydi ki,
gerektiği zaman (CİA Başkanı George) Tenet de dahil her kapıyı açabilmeli
ve Türkiye’nin tezlerini anlatabilmeliydi. Yani Miktat Alpay, Türkiye’nin
tezlerini en üst düzeyde anlatılmasını sağlamaya en uygun uzmandı (!) Peki
ama MİT Müsteşar Yardımcısı (MİT içindeki en önemli görevi Meydanın
gerçek patronu olmaktır) Miktat Alpay, Türkiye’nin tezlerini en üst
düzeydeki ABD devlet kadrolarına en iyi şekilde anlatabilecek, yeterli,
etkili, diplomasi ve akıcı ‘lisan’a sahip (midir?) Ne gezer! Kendileri hiç
İngilizce bilmezler. Ancak tercüman ne güne duruyor? Üstelik çok gizli
konularda Türkiye’nin tezlerini anlatacak olan istihbarat uzmanının bu gizli
konularda yanında bir de tercümanın tanıklığında görev yapmasından daha
doğal ne olabilirdi ki (!)
Amerika gibi bir ülkenin dünyayı dize getirmeyi ve kontrol altında tutmayı
başaran CİA gibi bir istihbarat örgütü karşısında tek sözcük İngilizce
bilmeksizin Türkiye’nin tezlerini en iyi biçimde anlatıp savunulması elbette
akıl çizgisinin dışına taşar.
MİT’in bir başka açıklaması daha vardı ki; tüm Türkiye’yi derinden sarsıp
çeşitli düşüncelere yöneltti. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, yardımcısı
Midat Alpay ve teşkilatın sözcüsü Cem Koca’nın da hazır bulunduğu basın
açıklamasında, devletin Kürtçe televizyonu kullanması düşüncesinde
olduklarını açıkladı.
MİT’in Cumhuriyet tarihinde göze batan bir başka başarısı da sayısız naylon
illegal örgütler kurmuş olmasıdır. Kurulan bu naylon örgütler sayesinde
‘örtülü ödenek bütçelerinin’ içi boşaltılmış, kişisel servetler hanesine
kazandırılmıştır. Bundan başkaca da toplumun kutuplara bölünmesi
sağlanmıştır. Yaratılan bu kutuplaşmalar, naylon illegal örgütler ve taşeron
cinayet şebekeleri sayesinde MİT kadrolarında görev alanlar, Türkiye’nin
milli güvenliğini sağlayan efsane birer kahramana dönüşebilmişlerdir.
Alpay: Biliyor musunuz? Apo şimdi bir Kürt Dil Kurumu kurma fikrinde.
Ortak bir Kürt dili oluşturmaya çalışıyor. Atatürk’ü taklit ediyor.
Alpay: PKK şu anda istediği zaman silahlı eyleme başvuracak bir kadroyu
el altında tutuyor. Bu güç kalkmadığı sürece bizim için tehdit olacak. Hem
bu güç duruyor. Hem de ‘demokratik cumhuriyet, barış’ diyor. Bu olmaz.
Silahlar teslim edilmedikçe bu olmaz. Zaten böyle bir masaya PKK ile
oturup konuşma filan da olmaz. Başka temsilciler kendiliğinden çıkacaktır
ortaya. Ama yine de bu eylemsizlik halinin devamı bizim için kardır.
Atasagun: Medya Tv’yi takip ediyoruz. Sayım günü Adana’daki olayları
“intifada” olarak öne çıkardılar. Şimdi Filistin modelini uygulama niyetleri
var gibi. Şantaj olarak elinde tutmak istiyor.
Bir de AB konusu var. Kimi diyor ki, “Türkiye AB’ne yaklaştıkça bölünme
tehlikesi artar” kimi de “Hayır diyor” Siz ne diyorsunuz?
***
Yıl: 1976
Yunanistan AET’ye tam üyelik için başvuruda bulundu. Brüksel Türk
Büyükelçisi Tevfik Saraçoğlu, Ankara’ya bir telgraf çekerek şu mesajı iletti:
“Türkiye’nin tam üyelik için derhal başvuruda bulunması gerek.”
Yıl: 1975
Başbakan Bülent Ecevit, AET dosyasını rafa kaldırdı.
YIL: 1978
Başbakan Bülent Ecevit, AET ile ilişkilerin askıya alındığını açıkladı.
YIL: 2000
Başbakan Bülent Ecevit, Katılım Ortaklığı Belgesi’nin ağır koşulları
karşısında konuyu askıya alabileceğinin işaretlerini ‘ima’ ediyor.
MİT Müsteşarı Atasagun ve yardımcısı Miktat Alpay’ın yaptığı
açıklamaların ardından; yıllardır zaten MİT’in kontrolündeki medya
organlarında görev yapan yazı işleri redaktörleri ile Medya içinde
görevlendirilmiş ‘ajan gazeteciler’ tarafından desteklenerek kamuoyu
oluşturulmasına özenli bir çaba gösterildiği yapılan yayınlarla su yüzüne
çıkmış bulunmaktadır.
***
* 15 Ekim 2000 / Terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan:
“.. HADEP’in konumu kilittir.” (...) “.. HADEP demokratik çözümü
geliştirmeli, köylere kadar demokratik hareket geliştirilmeli. (...) “HADEP
ile MHP birbirine yakınlaşmada duygusal engeller aşılmalı.” (....)
“Aydınların bu demokrasi meselesinde yoğunlaşması gerekirdi.” (...) “...
Nasıl bir Türkiye’den nasıl bir Türkiye’ye.. “ (...) “..HADEP hep
Kürtlerden olmasın. Türkler de olmalı..”
Kuzey Irak Selahattin kentindeki eski bir otel merkezinden yayın yapmakta
olan KTV Genel Yayın Yönetmeni Karuhan Akce, amaçlarının
Türkiye’deki insanlara K.Irak’ta olup bitenleri duyurmak olduğunu ifade
ederken, “Biz Kürt halkının geleceği için bağımsız yayın yapıyoruz” dedi.
***
Kürtçe eğitim, Kürtçe şarkı, Kürtçe kitap, Kürtçe dergi, Kürtçe gazete ve
Kürtçe televizyon yayını olması gerektiğini savunan her Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı, kim olduklarına bakılmaksızın ve hiçbir ayrım
gözetilmeden uygulamadaki yasalar çerçevesinde Cumhuriyet Savcıları
tarafından açılan davalar ile yargı önünde hesap vermişlerdir.
***
Bir ülkenin birkaç dili olabilir, fakat böyle bir ülkede ulus-devlet
oluşturulamaz. O ülkede ulus oluşumu gerçekleşemez. Zaten bu türden
devletlerin ulusal onur olan edebiyatçılardan yoksun oldukları görülür.
Sanat, bilim, kültür, matematik, astronomi, kimya, tıp, edebiyat, şiir, vb her
alanda insanlığa birikim hizmeti vermiş olan Türkçe’nin Cumhuriyet
Türkiye’sinin resmi dili olarak kabul edilmiş olması basit ve ilkel bir
milliyetçilik gerekçesinden ibaret değildir.
Türk dilinin 5500 yıl öncesine ait müstakil bir dil olduğu bilimsel
verilerle kanıtlanmış ve dünya tarihçileri tarafından kabullenilmiştir.
İlk ana Türkçe dil ise daha da eskidir. Altay dillerinin 8500 yıllık bir
geçmişe sahip olduğu bilinmektedir.
Yaşayan dünya dilleri arasında en eski yazılı belge dili ise; yine
Türkçe’dir. Anadolu’da Artvin ve Erzurum’da bulunan mağaralarda
4000-5000 yıllık Runik Türk yazıları bulunmuştur.
Şu bir gerçektir ki, Türkler tarih boyunca, yurt tuttukları toprakları çok
sevmişler, uğruna can vermişler, çocuklarını hiç düşünmeden feda etmişler
ve yaşamlarını vatanlarına adamışlardır. Ve Türkler vatan topraklarından
daha çok Türkçe’yi sevmişler ve korumuşlardır. Türkçe’yi vatanından bile
daha çok sevmeyen bir kişinin, Türk kökenli olduğu öne sürülemez. Çünkü,
dil yitip giderse bir daha geri gelmez, bir daha yaratılamaz, yaşatılamaz ve
insanlık dilleri içinde yer alması gerçekleşmez; bu mümkün olmayandır.
Ama yeni toprakların elde edilip vatan yapılması her koşulda mümkündür;
imkansız değildir.
Bir dilin yok edilmesi, kendi içinde yozlaştırılmasıyla başlayan uzun bir
süreçtir ve yer yüzünden bir ırkının yok olmasıyla sonuçlanabilecek en
büyük insanlık suçunun ilk adımlarıdır.
Tarihe gömülmüş pek çok ‘ölü dil’ mevcuttur. Bu dillere sahip ırklar ve
kurdukları büyük medeniyetler de yok olup gitmiş bulunmaktadırlar.
MİTOLOJİ
Bir başka mitoloji kahramanı Akhilleus, onurlu bir ölüm, uzun ve anlamsız
bir yaşam arasında tercih yapmak zorunda kalır. Savaş alanında onurunu
yitirdiğini anladığında ise yaşamı seçer.
İran efsanelerinde İran’ı istila ederek İran Şahı Cemşid’i başından kuyruk
sokumuna kadar testere ile kesip tahta oturtan Arap asıllı zalim Dahhak’tan
ve onun Fars halkına yaptığı zulümden “Demirci Kava” isimli Kimmer
Türkü bir kahraman kurtarmıştır.
Kimmer Türkü olan Demirci Kava, bir halk ayaklanması çıkartarak önderlik
etmiş, Dimavend kentini basıp zalim Dahhak’ı öldürmüştür. Halk iktilali
başarıya ulaşınca mazbut ve yiğit Türk genci Kava, demir ocağının başına
geçmiş, Pers tahtına da Fars asıllı Ferudun’u geçirmiştir. İran devletini
kuran Pişdadiyan Hanedanı işte bu Ferudun’un soyudur.
Madde: 39/4 – Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerek ticaret
ilişkilerinde, dil, basın veya her çeşit yayın konularında, açık toplantılarında
dilediği dili kullanmasına hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.
Bu noktada gizli bir gerçeğin daha göz önüne serilmesi gereği vardır: Şöyle
ki; Cumhuriyet Türkiye’sinin edebiyat tarihine bakıldığında, özellikle Kürt
kökenli edebiyat ve sanat insanlarının hak etmedikleri halde yıldızlarının
yapay yöntemlerle ve büyük bir özenle parlatıldığı, Türk kökenli,
Cumhuriyet Devrimlerine bağlı, Kemalist, demokrasiye inanmış edebiyatçı,
sanat ve kültür insanlarının, MİT kadroları tarafından karalama yüklü,
siyasal-ideolojik ve özel yaşamlarına ilişkin yüzde yüz iftiralarla dolu resmi
raporlar düzenlenerek fişlendikleri çarpıcı biçimde göze batar. MİT
kadrolarının işaret edilen anlamda ve içerikteki resmi raporları sayesinde,
etnik açıdan Kürt kökenli Türk vatandaşları arasında yer alan sanat, edebiyat
ve kültür sahalarında ürün verenler; Türkiye içinde efsaneleştirilmiş ve
dünya kültür plâtformuna itilerek, yıldızları parlatılmıştır.
Türkiye, aynaya bakarak öz eleştiri yapmalı, 21. Yüzyılda çok daha güçlü
ve gelişmiş bir ülke olabilmelidir. Bu nedenle bu noktada dile
getirilmesinde yarar görülen gerçeklere de değinilmesi gereklidir. Stratejik
coğrafi konumu, muazzam kültürel ve ekonomik kaynaklara sahip olmasına
karşın, izlenen yanlış politikalar sonucu Türkiye’nin kayıpları
sayılamayacak denli çoktur. Mezopotamya, Anadolu, Akdeniz ve Ege
uygarlıklarının beşiği topların sahibi olan Türkiye, anayasal vatandaşlık
bilincine sahip demokratik bir toplum yaratmayı başaramamıştır. Kayda
değer anlamda ekonomik, sosyal, bilimsel ve kültürel atılımlar
gerçekleştirememiştir. Dinamik ve enerjik atılımlar gerçekleştirecek güçten
yoksun, hantal ve geri kalmış bir ülke durumunda kalmıştır. Dünya
platformunda ciddi bir ağırlık elde edememiştir. Kendi içinde sevgi, saygı
ve diyalogu esas alan dinamik ve etkili bir güç olmayı da başarabilmiş
değildir. Yönetim kadroları totaliterlik merdiveniyle demokrasiye
tırmanabileceklerini sanmış, hep kafalarının üzerine çakılarak düşmüş,
yaralanıp berelenmişler ve hatta son nefeslerini dar ağaçlarında vermişlerdir.
Aklın yoluna konserve fikirler ve içi boş kavram lâbirentleri ile tuzaklar
kurulmaya çalışılmaktadır. Tuzakların kaygan zeminlerinde ise, ‘mantık’
ayakta kalmakta güçlük çeker. Tam 72 yıl önce gerçekleşen harf devrimi
sonucu Türkiye’de dil, yazı ve kültür devrimi gerçekleşmiş ve bu devrim de
diğerleri gibi hukuk normları içinde gelişip serpilerek Anayasa’daki yerini
almıştır. Bundan başkaca Anadolu toprakları üzerinde binlerce yıldır kendi
dili yasaklanmış olan Türk ulusu, diline kavuşmanın kıvancı ile sevince
boğularak onurunu kazanmıştır. Binlerce yıl süreyle Farsça, Arapça,
Osmanlıca gibi, kendisinin olmayan, çeşitli Ortadoğu halklarının dillerinin
karmasını bir aranjmanı ‘dil’ diye, halka dayatan iradeyi yıkarak öz dili
Türkçe’ye kavuşan Türk ulusu; tarihte yaşadığı dil yoksunluğu durumuna
düşmek istemiyorsa Türkçe’sini korumak, geliştirmek zorundadır. Buna da
hakkı vardır. Türkiye emperyalizme karşı verilen savaşın mağlubu değil
‘galibidir’ ve kendi kurallarını masaya koyup kabul ettirme hakkını elde
etmiş taraf olarak her konuda olduğu gibi ana dilini de koruma hakkına
sahiptir.
Ebedi Önder Mustafa Kemal’in “Türk Dil Kurumu”nu kurmuş olması, ulus
diline verdiği önemi kanıtlar.
Kürtçe ulusal ve evrensel bir dil değildir, tarih boyunca da olmamıştır. Kürt
dili ve Kürt kültürü, “aşiret dili” ve “aşiret gelenekleri” olarak, sadece
Anadolu coğrafyasında değil; Ortadoğu bölgesinin zengin mozaik
parçacıklarından yalnızca birisini teşkil etmektedir. Bu tarihsel ve bilimsel
gerçek, etnik grupların varlığından yola çıkılarak, emperyalist amaçlı
çıkarlar doğrultusunda, Batı ülkelerinin Cumhuriyet Türkiye’sini parçalama
plânıdır.
Özetle, sıradan bir aşiret dili olan Kürtçe (etnik gruplara özgü olmakla
sınırlı, zenginliği olmayan) ve aşiret gelenekleri Türkler tarafından
korunmuş, yaşaması ve gelişmesinin önüne set çekilmemiştir.
GİZLİ GERÇEKLER
PKK’nın 5 bin silahlı militanı olduğu öne sürülmekte ise de bu sayının çok
daha fazla olduğu gizlenmektedir.
GAZETECİLERİN GÖRÜŞLERİ
Yukarıda yer alan görüş birliği içinde yalnızca iki gazetecinin görüşlerinin
farklı olması ve bunlardan sadece Çölaşan’ın ortak görüş birliği karşıtı
oluşu, ulusal basın-yayın organlarında ‘ajan gazeteci’ kimliğinin bir ahtapot
gibi tümünü sardığı gerçeğini gözler önüne sermeye yeterlidir.
Washington’un Ankara Merkezli bürosu MİT’i taşeron olarak kullanma
yöntemi ile Türk medyasını kontrolde tutmakta ve kendi politikalarına
uygun olarak Türk kamuoyunu yönlendirmeyi başarabilmektedir. Bu
faaliyet psikolojik savaş stratejisi uygulayan emperyalist güçlerle bağı
bulunan diğer ülkelerin istihbarat örgütleri için de hizmet verilebilmesine
olanak sağlamaktadır.
***
MİKTAD ALPAY-ABD
ERMENİ SORUNU-ÖRTÜLÜ ÖDENEK
ASALA SUİKASTLERİ
MİT, bu gruba örtülü ödenekten 320 ABD doları maaş bağlamıştı. Daha
sonra bu maaş az bulunarak 4700 dolara çıkartılarak zam yapıldı.
ASALA’ya yurt dışında eylem yapacak olan bu grup için silahlar Özel Harp
Dairesi Başkanı Aydın İlter’den istendi. Beş adet 7.65 Belçika Browning,
beş adet 7.65 Baretta, beş adet 9mm Browning tabanca, iki adet kaleşnikof,
üç adet akrep, dokuz adet TNT kalıbı, beş adet plastik kalıp, dört adet
boğmaca kıskacı , beş adet savunma ve on adet yangın bombası ile 15
dinamit lokumu diplomatik kuryeler aracılığı ile Avrupa’ya gönderilerek,
misilleme grubunun reisi Abdullah Çatlı’ya teslim edildi.
Hiram Abas & Mehmet Eymür ikilisinin MİT kadrosu içinde oluşturduğu
ekipte yer alan isimler bugün ‘A Takımı’ olarak anılan isimlerdir. Müsteşar
Şenkal Atasagun, tek sözcük İngilizce bilmeyen Yardımcısı Miktat Alpay’ı
Batılı ülkelerin Türkiye’nin aleyhinde sözde Ermeni Soykırım Kararları
almaları ile başlayan yeni dönemde olumsuzlukların önüne kesme görevi ile
ABD’ne tayin etti.
Ve yine yeryüzünde salt iç istihbarat ağırlıklı olarak ayakta durabilen tek bir
resmi istihbarat örgütü örneği gösterilemez.
***