Professional Documents
Culture Documents
R:2
STEVEN SPIELBERG
kollarýný öne uzatmýþ bir Frankenstein canavarý.
Þimdi Jillian tam anlamýyla uyanmýþtý. Yorganý fýrlatarak yataktan kalktý. Baþparmaðýnýn u
polis arabasý duvara çarpýp durmuþtu. Onun ardýndan öteki oyuncaklar birbirilerine çarpar
te yýðýlýp kaldýlar.
«Barry?» diye seslendi Jillian.
Sonra iþittiði o gülüþü anýmsadý. Artýk duyulmuyordu ama anýsý sessiz gecede asýlý duruyord
Yataðýn baþucundaki saat 10:40'tý. Bu saatte Barry ne yapýyordu? Yatalý daha iki saat olmuþ
Jillian sendeleyerek koridoru geçip Barry'nin yatak odasýna girdi. Yatak boþtu. Pencer
eler de açýktý. Odadan koþar adým çýkan Jillian yine koridoru geçip oturma odasýna gitti.
sine, açrk pencerelere, sokak kapýsýna ve avludaki ýþýða> bakýyordu.
Þimdi yanýlmasýna olanak yoktu artýk. Barry"nin gülüþüydü bu ve evin dýþýndan, gecenin kar
n geliyordu. Jillian küçük bir çýðlýk attý, ardýndan hap-þýrdý.
Gülüþü yeniden iþitti. Giderek uzaklaþýyordu.
Aman Tanrým, diye düþündü Jillian dehþet içinde. Sokak kapýsýndan çýkýp avluda durdu. Iþýð
rini alýþtýrmaya, boþ yere bir þeyler görmeye çalýþýyordu. Gözlerinden yaþlar boþandý boþan
olmaya çalýþarak, «Barry! Barry!» diye baðýrdý. Bir yandan da karanlýðýn içinde, oðlunun gü
erliyordu.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Yeryüzündeki tüm hava trafik kontrol merkezlerinin içi gerçekdýþý bir görünüm taþýr. Birleþ
-leri'nin orasýna burasýna serpiþtirilmiþ düzinelerle hava trafik kontrol merkezi bulunmak
tadýr. Indianapolis yakýnlarýndaki yarý yarýya topraða gömülmüþ olanýysa, birçoðu gibi pek
tipik bir hava trafik kontrol merkezidir.
Bu kocaman beton yapýlarýn içinde yaratýlmýþ olan yapay dünyayý seçebilmek için dikkatle ba
kir. Çünkü ortalýk loþtur genellikle. Kapýlarýn- nerede olduðunu belli belirsiz gösteren, ü
perlikli ve düþük vatlý ampullerden baþka çevreyi aydýnlatan ýþýk bulunmaz.
Ýndiana uçuþ bölgesini tarayan radar ekranlarýnýn ýþýðý hakimdir odaya. Ne gecenin, ne de
yalnýzca yukarýdaki gerçek dünyada olup bitenlerin elektronik bir görüntüsünü yansýtan pa
ekranlarýnýn yapay ýþýðý...
Ülkenin tüm hava trafiði burada gözden geçirilir, radarla kaydedilir ve telsiz aracýlýðýyl
çekilir. Kendini tanýtmak, kimliðini doðrulamak, geçiþ izni ve gerekirse tavsiyeler alma
uyla ya Indiana'ya iner ya da ço-
STEVEN SPIELBERG
ðunluk saatte bin kilometreyi bulan bir hýzla baþka baþka yerlere doðru geçer gider uçaklar
Bu loþ dünya yapaymýþ gibi görünmekle birlikte asýl amaç, bütün hava trafik kontrolcularmýn
gerçek olaylara tümüyle uyabilen bir görünüm saðlayabilmektir. Her kontrolcu ister bir jum
t, isterse alçaktan uçan dört kiþilik özel bir uçak olsun, herkesin eyaleti sað saðlim geç
i saðlamak üzere gerekli düzenlemeleri yapabilmeyi umar.
Ama umar yalnýzca, çünkü bazen evdeki hesap çarþýya uymaz...
O hafta Harry Crain geceyarýsý iþbaþý yapýyordu. O saatlerde radar ekranlarýnýn baþýnda sad
tý kiþi bulunurdu. Harry genellikle onlarýn gerisinde bir aþaðý bir yukarý dolaþýr, zaman z
yüksek bir taburede otururdu. Baþýndaki kulaklýðý uzun, sarmal bir kabloyla telsiz aygýt
dý. Tam aðzýnýn önünde bulunan kývrýk bir plastik boru, sesini mikrofon aracýlýðýyla yükse
a iletiyordu.
O gece dört trafik kontrolcüsü ilk vardiyalarýný almýþlardý. Çifter çifter ve yaný yana ra
oturdular. Hepsi de yakalarý açýk beyaz gömlek giymiþti. Gömleklerinin kollarý da sývalýy
ki hoparlörlerden hava trafiðinin alýþýlagelmiþ telsiz výzýltýsý iþitiliyordu. Výzýltýlar
dianapolis üzerindeki bölge, aþaðýdaki hava trafik kontrol merkezindeki kadar karanlýk ve h
reketsizdi.
«Hava Trafik Kontrol,» diye bir pilotun sesi duyuldu ansýzýn. «31 Aireast'in uçuþ alanýnda
k var mý?»
Harry Crain ekranlardan birine dikkatle baktý. Veri bloklarýndan yalnýzca üçü tümüyle, biri
men, doluydu. Ayný yönde giden uçaklardan ikisi birbirlerinden yirmi
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
beþ kilometre uzaktaydý. Bir baþka yönde giden üçün-cüsüyse, Aireast'ten oldukça uzakta kal
anýn geri kalan bölümü boþtu.
Harry mikrofonuyla devreye girdi. «31 Aireast, uçuþ alanýnýzda iki uçaktan baþka trafik yok
unlardan biri TWA'nin L-1011'i. Sizinle ayný yönde ve yükseklikte. Arkanýzda ve yirmi beþ
ilometre uzakta kalýyor. Bir de Allegheny Þirketinin DC-9'u var. O da önünüzde ve sizinle
yný yükseklikte ama seksen kilometre kadar uzakta. Ayrýlmayýn. Bir de geniþ alan taramasý
ayým.»
Harry uzanýp bir düðmeye bastý. Radar ekraný dar alandan geniþ alan taramasýna baþladý. Har
na bir göz attýktan sonra yeniden baþka bir düðmeye bastý. Bilgisayardan geçerek yansýyan
ordu. Aireast'in dolayýnda iþaret vermeyen bir uçak ya da baþka bir hava aracý vardý gerçe
Harry ekrana daha dikkatle baktý. Tam o sýrada Aireast'in pilotu konuþmaya baþlamýþtý. «
t'in önünde ve beþle yedi kilometre uzaðýnda bir trafik var. Oldukça yüksekte ama alçalýyor
Kontrolculardan biri öne doðru eðilip ekrana baktý ve pilotun sözlerini onayladý hayretle.
«31 Aireast,» diye mikrofona konuþtu Harry. «Evet, o konumda bir trafik ben de görüyorum. A
cak yüksek irtifa trafiðinde böyle bir þey olmamasý gerek. Bir de alçak irtifayý kontrol e
.»
Harry iç haberleþmeyi saðlayan adamýna döndü. «Aþaðýdakileri ara ve bunun ne olduðunu bilip
ini öðren...»
«31 Aireast'ten merkeze.» Pilot, Harry'nin devresini keserek araya girdi yeniden. «Bu
trafik alçak irtifada de-ðil. Kuzeydoðumuzda ve alçalmaya devam ediyor.»
«Ne tip bir uçak olduðunu söyleyebilir misiniz?»
STEVEN SPIELBERG
Pilotun sesi olaðan geliyordu. Þu anda rapor edeceði þeyi düþünüyor olmalýydý. «Olumsuz. Be
rý yok. Ook da parlak. Þimdiye dek gördüðüm en parlak ýþýk. Beyazdan kýrmýzýya dönüþüyor. R
Þimdi öteki kesimlerin kontrolcularý da Harry'nin önündeki ekrana bakýyor ve konuþmalarý di
rlardý. Harry'nin koordinatörü uzanýp bir düðmeye bastý, birini arayarak aðzýnýn içinde a
ler söyledi.
Harry yüksek taburesinden radar ekranlarýný izledi bir süre. Sonra öteki uçakla baðlantý ku
, «517 TWA, durumu bildirin,» dedi.
Hoparlörden deðiþik bir ses duyuldu bu kez. «Merkez, burasý 517 TWA. Sözkonusu trafik þimd
ki çok parlak iniþ ýþýklarý yakmýþ gibi. Telsiz konuþmalarýný duymadan önce bunlarý Aireas
O sýrada Aireast'in pilotu konuþmaya baþladý yeniden. «517 TWA, sözlerinizi tekrar edin lü
TWA'nin pilotu aðýr aðýr ve net bir þekilde sordu. «31 Aireast, iniþ ýþýklarýnýzý yaktýnýz
«Hayýr, yakmadýk.»
Harry araya girdi. «517 TWA, Ýndianapolis Merkezi konuþuyor. Aireast sizinle ayný yönde ve
yirmi beþ kilometre uzakta, önümüzde, uçuþ yüksekliði de ayný. Durumunuzu bildirin lütfe
inatöre dönerek, «Aireast kendisiyle ayný irtifada olaðanüstü bir trafik olduðunu iddia ed
e olduðunu bilmiyorum.»
TWA'nin konumu ekranda belirmiþti. Harry pilota Aireast'i görüp görmediðini sordu.
«Olumlu, görüyorum.»
«517 TWA, Aireast'in yakýnlarýndaki trafiði de görebiliyor musunuz?»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
«Evet,» dedi pilot ihtiyatla. «Görüyoruz ve onu Ýzliyoruz.»
«Ne yapýyor þimdi?»
«Tam Aireast'in bildirdiði gibi hareket ediyor.»
31 Aireast araya girdi. «Trafik þimdi beþ yüz metre kadar altýmýza indi. Bekleyin bir dakik
... Ayrýlmayýn... Tamam merkez. Trafik saða döndü ve tam üzerimize doðru geliyor. Biz de s
ve üç-elli uçuþ düzeyini terkediyoruz.»
Harry Crain taburesinden fýrladý. Loþ odada hava gerginleþmiþti.
Koordinatöre dönerek, «Bana telefonda Wright-Pat-terson'u bul çabuk,» dedi. «Orada hangi Ta
rýnýn cezasý deneyi yapýyorlar acaba?»
«31 Aireast,» diye seslendi Harry hemen ardýndan. «Aiçalýn ve üç-bir-sýfýr uçuþ düzeyini ko
eny DC-9, siz de derhal otuz derece saða dönün... Aireast uçaðý üç-bir-sýfýr uçuþ düzeyine
Aireast'in pilotu hâlâ sakin konuþuyordu. «Parlak ýþýklý trafik þimdi köþeli iniþe geçti ve
an bazý hareketler yapýyor.)
Harry'yle koordinatör birbirilerine baktýlar yalnýzca.
«Tamam, merkez,» dedi Aireast'in pilotu. «Trafik þimdi son hýzla geliyor. Aþýrý parlak ve
eket ediyor.»
«Burasý 517 TWA,» diye bildirdi öteki pilot da. «Trafikten uzaklaþmak için biz de biraz sa
ruz.»
«Tamam, 517 TWA.» dedi Harry Crain. «Saða sapma onaylandý.»
«31 Aireast'ten merkeze. Üç-bir-sýfýr düzeyine indik.
STEVEN SPIELBERG
Trafik kuzeybatýmýza geçti ve dört yüz elli metre kadar uzakta. Çok hýzlý hareket ediyor.»
Bu arada uçuþ kulesi þefi loþ odaya sessizce girmiþ, Harry'nin tam arkasýnda duruyordu. Ýlk
z konuþtu. «Sor bakalým onlara, resmi olarak rapor vermek istiyorlar mý?»
«Merkezden 517 TWA'ya,» dedi Harry. «Aireast'in yakýnýndaki trafiðin bir Tanýmlanmamýþ Uça
uðunu resmi olarak rapor etmek ister misiniz?»
Birkaç saniye parazitten baþka bir þey duyulmadý. Sonra cevap geldi. «Olumsuz... Rapor etm
ek istemiyoruz.»
Harry bu kez öteki pilota' sordu. «31 Aireast, yakýný-nýzdaki trafiðin bir Tanýmlanmamýþ Uç
olduðunu rapor etmek ister misiniz?»
Parazitler çoðalmýþtý.
«Olumsuz. Biz ou tür bir rapor vermek istemiyoruz.» «31 Aireast,» diye ýsrar etti Harry. «H
angi bir raporun resmi kayýtlara geçmesini istiyor musunuz?» «Nasýl bir rapor vereceðimizi
lmiyoruz ki...» Harry gülümsedi. Rahatlamýþtý. «Ben de bilmiyorum,» dedi. «Trafiði varacaðý
zlemeye çalýþacaðým.»
«Ve bize de üç-bir-sýfýr uçuþ düzeyinde yol gösterin,» dedi pilot, sonra birden aklýna gelm
i. «Uçaðýn arkasýndaki görevli, trafiðin yakýnýndan geçtiðimiz zaman yolcularýn resim çekti
Harry Crain bölüm þefine dönerek yavaþça, «Bunlarý görmek Ýsterdim,» dedi. Sonra mikrofonda
dü. «Allegheny J-8'i kesecek þekilde saða dönün ve normal rotanýzý koruyun. TVVA'nýn uçuþ d
Bölüm þefi yine geldiði gibi sessizce karanlýkta kayboldu. Uçuþ kulesindeki gerginlik de a
ibi olmuþtu.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Harry'nin koordinatörü sordu. «Bu tür bir þey için kitap ne diyor?»
«Allah kahretsin, nereden bileyim?» diye söylendi Harry. «Hava Kuvvetleri otuz yýl önce yaz
aya baþlamýþtý. Hele bitirsinler de görelim.»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Aireast 31, Roy Neary'nin evinin üstünden o gece saat dokuz sularýnda geçti. Jetlerin gürül
evin içinde pek duyulmadýðýndan uçaðýn geçiþi kimsenin dikkatini çekmemiþti.
Rey kent dolayýndaki evinin oturma odasýna elko-yarak öyle bir döþemiþti ki, gören buranýn
luþ Ordusunun özel bir odasý sanabilirdi. Duvarlarda çeþitli elektrikli araçlar asýlýydý.
inde de mekanik bir araç bulunuyordu. Bu odada bulunan yetiþkin oyuncaklarý, bir çocuðu ço
luk döneminden yoksun býrakacak kadar çoktu.
Odadaki en dikkat çekici þey pingpong masasýnýn üzerine kurulmuþ olan oyuncak tren takýmýy
yollarý, yapma daðlardan, göllerden, köprülerden geçiyordu. Her þeyiyle tam bir maketti bu.
O gece Roy Neary'yle sekiz yaþýndaki oðlu Brad oturma odasýnda yalnýz baþlarýna, yan yana
yorlardý. Roy oðlunun matematik ödevine yardým etmeye çalýþýyordu. Ama ayaklarý dibinde bi
ik kitabýyla oturan Brad, toplama ve çýkarmayla elektrikli trenlerden daha az ilgilenir
gibiydi.
Neary'nin karýsý Ronnie arasýra pingpong oynamaktan hoþlanýrdý. Ancak Roy karýsýna dikkatl
ille oðlan çocuk yetiþtiren ailelerde bu tür elektrikli bir tren takýmýnýn bulunmasýnýn ne
li olduðunu anlatmýþtý.
Karýsý da, «Tren takýmý baba için önemli olabilir,» karþýlýðýný vermiþti. «Pingpongun anne
Roy bu çekiþmeyi tren takýmýný haftasonlarý sökeceðine söz vererek önlemeye çalýþmýþ ama n
aylarda söküleceðine, tren takýmýna her gün yeni bir parça eklenmiþti. Þimdi her þeyi tama
oyuncaðý çalýþtýrmak Neary'nin boþ zamanlarýnýn çoðunu almaktaydý.
«Þu alt geçite kalkýp inen bir köprü koymaya ne dersin, baba?» diye sordu Brad.
Neary'nin kaþlarý çatýlmýþtý. «Aklýnýn ev ödevinde olduðunu sanýyordum.»
«Aritmetikten nefret ediyorum.» Çocuk elindeki kurþun kalemini fýrlatýp atarak gözlerini k
cu bir ifadeyle babasýna dikti.
Neary sakin bir tavýrla kalemi yerden alýp çocuðun eline tutuþturdu. «Diyelim ki,» dedi. «Ý
þefi sana on sekiz tane vagon verdi ve eþit sayýda vagonlarý bulunan iki tren oluþturmaný
tedi. Ne yaparsýn?»
Brad kalemini fýrlatýp attý yeniden. Sonra elini arka cebine sokarak küçük bir hesap makine
i çýkardý. «Bu, hiç de zor deðii.» dedi. «Hesap makinesiyle bulurum. Nasýl olsa yanýmda he
lardan bir tane bulunacak.»
Roy içini çekerek tavana doðru baktý. Aralarýndaki uzun sessizlik altý yaþýndaki Toby Neary
bir kasýrga gibi odaya dolmasýyla bozuldu. Toby odaya girerken önüne ne geldiyse devirmiþt
. Pek de öfkeli görünüyordu. Ýri
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
mavi gözleri çakmak çakmaktý. Kirli elinin parmaðýný Roy' un yüzüne doðru uzatarak, «Fosfor
mýþsýn,» diye baðýrdý.
«Bir þeyini çalmadým ben.»
«Ben senin þeylerini çalmýyorum ama.» Toby inatla suçlamasýný sürdürüyordu.
O sýrada odaya giren Ronnie, Roy'un dikkatini daðýttý. Ronnie gözleri kapalý, ellerini öne
uzatmýþ, bir uyurgezer gibi yavaþça yürüyordu.
Uzun sarý saçlý, oval yüzlü, sivri çeneli ve de genellikle her þeyden çabuk býkan bir kadý
ca gözlerini iri iri açardý. Kaþlarý da kocasýnýn garip fikirleri karþýsýnda her zaman hava
ya hazýrdý. Þimdi gözleri görmeyen biri gibi, kollarýyla çevresini yoklayarak yürüyordu.
da annesinin eteklerine tutunmuþtu. Ayaklarýný iyfce havaya kaldýrýp sonra yavaþça yere k
k ilerliyordu. Onun da gözleri sýmsýký kapalýydý.
Neary hayretle, «Ronnie,» dedi.
Ronnie kocasýna aldýrýþ etmeden, «Brad,» diye seslendi. Gözleri hâlâ kapalý, yüzü ifadesiz
bir aritmetik problemi. Eðer haftada yedi gün varsa ve annen bütün bu günler evdeyse, ann
ene gezecek kaç gün kalýr?»
, Bu kez Brad'ýn hesap makinesine ihtiyacý olmadý. «Sýfýr.»
«Ronnie,» diye yineledi Neary. Olanlardan hiç hoþlanmamýþtý. «Aç gözlerini.»
"Ronnie sordu. «Neden açayým? Hiç ihtiyacým yok. Böyle bütün evi dolaþabilir, yataklarý yap
izi piþirip ortalýðý temizleyebilirim. Hem de hepsini gözlerim kapalý yaparým. Toby'nin ka
ki sincabý gibiyim ben.»
«Hiç de deðil,» dedi Roy. «Gözlerini aç da þuna bir bak.»
Ronnie gözlerini yavaþça açtý. Roy ne olduðu belirsiz bir þeyler mýrýldanýyordu. Bu da hal
n olduðunu gösterirdi. Neary tren takýmýnýn kontrol tablosunda bir düðmeye bastý. Anneyle
ir yelkenlinin harekete geçerek aynaya benzeyen bir gölde dolaþmaya baþladýðýný gördüler.
ada üzerinden trenin geçeceði bir demiryolu köprüsüne yaklaþýyordu. Tren tam köprüye geldið
u. Köprü iki yana açýlarak yelkenliye yol verdi. Yelkenli titrek hareketlerle köprüden ge
sonra köprü kapanmaya baþladý. Ama tam kapanmasýna fýrsat kalmadan, tren harekete geçip kö
nde ilerleyince, madeni bir ses çýkararak göle yuvarlanýverdi.
Neary'nin gülümsemesi kaybolmuþtu. «Hýmmm.»
Ronnie gözlerini trenden ayýrýp kocasýnýn yüzüne dikerek, «Aman Roy.» dedi. Sesi anlamsýzd
bir gösteriydi.»
«Ama biraz önce böyle olmadý.»
«Tabii, hiç kuþkusuz...» Gözlerini kocasýndan ayýrma-mýþtý. Þimdi Toby'ninkinden daha çakma
leri. «Bu demiryolu oyununa iki hafta daha tanýyorum,» dedi. «Ondan sonra doðu zemin katýn
i elektrikli tenis ve tuvalet takýmý, öteki þeylerin yanýný boylayacak.»
«Ama bu haksýzlýk.»
«Daha bitmedi,» diye homurdandý Ronnie. «Þu Tanrýnýn cezasý çiftliði de takýmýyla birlikte
bilirsin.» Ronnie hýrsla gazeteleri topluyor, ortalýkta eline geçirdiði öteberiyi bir köþe
«Tanrým, bu ovde iþten baþka bir þey yok mu? Hizmetçiden beter oldum.»
STEVEN SPIELBERG
«Geçen haftasonu dýþarý çýkmýþtýk ama,» diye Neary karýsýný yatýþtýrmaya çalýþtý.
«Ýki sokak yürüyüp bir kahve içmek pek de eðlenceli sayýlmasa gerek.»
«Her gün Brad'i okula götürürken hava alýyorsun.» Neary yine alttan alýyordu.
«Anlaþýlan Toby'yi okula götürmek ya da Sylvia'yla süpermarkete uðramak da o sayýlý eðlence
. Ya da ne bileyim, arabayý lâstik deðiþtirmek için garaja götürmek, ha?»
Neary içinin burkulduðunu hissederek, «Çok tatsýz bir tablo çiziyorsun,» dedi karýsýna.
«O zaman bana baþka bir fýrça ver.»
«Bak, eðer enerji þirketindeki iþimin çok eðlenceli olduðunu sanýyorsan...» diye söze baþla
yan< dan da karýsýnýn ne denli öfkeli olduðunu anlamaya çalý-þýyordu. Ronnie'nin öfkesinin
yutlara ulaþabileceðini çok iyi bilirdi. «Bak, dinle,» diye konuþmasýný sürdürdü. «Bozuk
ardýðýn zaman tüm sistem düzelebilir.»
Ronnie kocasýna boþ boþ bakýyordu. Kafasý baþka yerdeydi. «Herkesin sýk sýk sözünü ettiði
erek bu.»
«Nedir o yeni .þey?» ,
«Yaþam biçimi. Biz de yaþam biçimimizi deðiþtirsek iyi olacak.»
«O dediðin zenginlerin harcý, sevgilim,» dedi Roy. «Onlar bir dükkâna bir telefon açýp kend
tümüyle yeni bir yaþam biçimi sipariþ ediverirler.»
«Belki de yaþam biçimi deðildir bu,» diye mýrýldandý Ronnie. «Belki de dergilerin sözünü et
ni
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
yaþamýn niteliði. Hayatta herhalde süpermarketlerin raflarýnda bir dolarlýk tuvalet kâðýdý
baþka þeyler de olsa gerek...»
Neary uzunca bir süre sesini çýkarmadý. Ronnie hiçbir zaman kocasýnýn yeterince para kazana
n yakýnmamýþ ya da maaþýnýn azlýðýný kafasýna kakmamýþtý. Dolayýsýyla Roy da her þeyin yo
«Ocakta zam aidim,» diye ihtiyatla söze baþladý.
Ronnie baþýný sallayarak, «Yanlýþ anladýn,» dedi. «Paradan söz etmiyorum. Dükkânlardan da
ak istemiyorum. Yaþamýmda bazen özel þeylere sahip olmak benim için yeterli. Ve Roy,» diye
kledi. «Bilirsin ben kolay mutlu olan bir kadýným.»
«Öyle mi?»
«Acapulco'da bir haftasonu geçirmek istemiyorum. Yalnýzca özel bir þey olmasýna öyle ihtiya
ar ki... Sözgeliþi, bir gün bana bir çiçek getirsen dünyalar benim olabilir. Bir tek gül..
Neary'nin yine içi burkuldu. «Hep de unuturum.»
«Eðer istediklerimi bir anlayabilsen her þey hallolacak.»
Caný sýkýlan Tbby, «Babam fosforlu boyalarýmý aldý,» diye girdi araya. Dikkati kendince öne
n þeye çekmek istiyordu.
Ronnie gazetenin sinema sayfasýný katlayarak kocasýna uzattý. «Þuna bir göz at.»
Neary o hafta oynayan film listesine baktý. «Hey! Bakýn ne var? Pînokyo gelmiþ.»
«Kim?» diye sordu Brad.
Ronnie çantasýný açmýþ, kapaðýndaki aynada yüzünü inceliyordu. «Çok gülümsüyorum,» diye söy
miþ.»
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
«Pinokyo,» diye yineledi Neary. «Çocuklar, siz Pinok-yo'yu hiç görmediniz. Þansýnýz varmýþ!
Brad kaþlarýný çattý. «Ama bu haftasonu golf oynayacaðýmýza söz vermiþtin, baba.»
«Tamam, golfe söz vermiþtin,» dedi Toby de. Bu kez nasýlsa bir þeyi onaylamýþtý.
«Ama Pinokyo çok ünlüdür,» dedi Neary.
«Dudaklarým da inceliyor,» diye Ronnie kendi kendine yüksek sesle konuþtu. «Ve de ifadesi
ileþiyor. Týpký anneminki gibi...»
Brad içini çekerek, «Bebekler için yapýlan o budalaca miki filmini kim görmek ister?» dedi.
«Kaç yaþýndasýn sen?» diye sordu babasý.
«Sekiz.»
«Dokuz olmak ister misin?»
«Tabii.»
«O zaman yarýn Pinokyo'yu seyredeceðiz.»
Ronnie aynadaki görüntüsüne bakarak söylendi. «Çocuklarýn kafasýný çeliyorsun.»
«Þaka ediyordum,» dedi Neary. «Ama benim çocukluðum Pinokya'yla geçti. Çocuklar her zaman
hoþlanacaklarýndan eminim.» Bir süre kendi kendine bir melodi mýrýldandý, sonra þarkýnýn s
ye baþladý. «Yýldýzlardan bir dileðin varsa... Ne olursa olsun...» Neary durdu. Söyledikle
e karýsý, ne de çocuklar için bir þey ifade etmediðini anlamýþtý.
«Siz haklýsýnýz.» dedi ellerini açarak. «Kararýnýzý siz verin. Kimseyi etkilemek istemem. Y
golf oynayabilirsiniz. Bu da sýrada beklemek, ufak bir topu küçük bir deliðe sokmak için
amak demektir. Ayrýca hiç de sayý yapmayabilirsiniz. Ya da Pinokyo'yu seyredersiniz.
Bu da ömrünüz boyunca anýmsayacaðýnýz müzik,
hayvanlar ve sihirli olaylar demektir.» Bir an umutsuzluða kapýlarak, «Oya koyalým,» dedi.
Üç çocuk bir aðýzdan, «Golf,» diye baðýrdý. Neary alýndýðýný belli etmemeye çalýþtý. «
. «Ama þimdi yatma zamaný. Hemen yataða.»
«Hayýr, bir dakika,» diye karþý çýktý Toby. «Bu gece TV'de On Emir filmini seyredebileceðim
in.»
O sýrada telefon çaldý. Ronnie yerinden kalkarak cevap vermeye gitti. Telefonun alýcýsýný
en, «O film dört saat sürüyor,» dedi. «Alo? O merhaba Earl.»
Neary kendi kendine konuþur gibi, «On Emir'den beþini görebileceklerini söylemiþtim onlara
ye mýrýldandý.
«Bir dakika Earl,» dedi Ronnie telefona. «Bütün bunlarý aklýmda tutamam ben. Sen en iyisi
söyle.» Telefonu kocasýna uzattý. «Bak bir þeyler olmuþ.»
Neary yerinden kalkýp pingpong masasýnýn çevresini dönerken, «Çocuklarým Pinokyo'yu görmek
or,» diye söylendi. «Ne günlere kaldýk.»
Roy telefonun yanýna geldiðinde, Ronnie alýcýyý kocasýnýn eline vereceðine bir eliyle onun
uttu, sonra sokulup öteki kulaðýný öptü. Neary karýsýnýn ani ruhsal deðiþmelerine alýþýktý
anan Sylvia'yý da kucaðýna aldý.
«Ne oldu, Earl?» diye enerji þirketindeki iþ arkadaþýna sordu.
«Enerji gönderim merkezinden telefon ettiler.» Earl'in sesi endiþeli çýkýyordu. «Ana voltaj
bir kaçak var.»
«Ana voltajda mý? Nasýl olur?»
STEVEN SPIELBERG
«Gilmore Ýstasyonundaki transformatörlerin yarýsý devreden çýktý.» Earl mümkün olduðu kadar
çalýþýyordu. «Her an elektrik kesilebilir. Onun için elektrik varken üzerine bir þeyler gi
emen gel.»
«Earl, neler oluyor?»
«Haydi çok konuþma, hemen Gilmore'a gel, Roy.»
Roy telefonu kapattýðýnda hat çoktan kesilmiþti.
«Duydun mu?» diye sordu karýsýna dönerek.
O anda ev karanlýða gömüldü ve her þey sustu.
BEÞÝNCÝ BÖLÜM
Eðer yeryüzünde bir Moog Synthesizer (*) de karmaþýk deðilse, baþka hiçbir þey karmaþýk de
rdan hâlâ dünyada çok sayýda yok. Pek az kiþi de bu aygýtý yapmasýný ve çalýþtýrmasýný bil
thesizer'lerle ne yapýlabileceðini ya da yapýlamayacaðýný ve onun gücünü gnlayabilir.
Dolayýsýyla iki yýl önce Stevie Wonder için yapýlmýþ olarý bir synthesizer'i deðiþtirmek üz
r geldiðinde, bu esrarengiz iþlerden anlayan sakallý, býyýklý, gözlüklü bilim adamlarý bir
bayla kollarý sývadýlar.
Þaþýrmýþlardý, çünkü Bay Wonder, daha önce müzik
(*) Moog Synthesizer: Ýlk kez Robert Moog adlý bir bilgin tarafýndan imal edilmiþtir. Yapý
daki ses titreþimlerini oluþturan audio-sinyal endükleme bobinleri sayesinde her türlü bas
t sesi ve karmaþýk týnýlarý elektronik sentez yoluyla çýkaran bir aygýttýr. Elektronik yap
r tarafýndan da programlanmaya elveriþli olduðundan çok karmaþýk ve seri olarak çalýþabilir
N.)
STEVEN SPIELBERG
dünyasýnda hiç adlarý geçmeyen bir gruba Moog'unu ödünç ya da tümüyle vermiþti. Peki ama, n
apmýþtý? Bu adamlar uzun menzilli nükleer baþlýklý kýtalararasý balistik bir füzeyle yapam
Moog Synthesizer'le nasýl becereceklerdi?
ALTINCI BÖLÜM
Roy içeri girdiðinde, Ike Harris iki telefonla birden konuþuyordu. Biri, þirket baþkaný Gri
sby'nin kapalý kaldýðý asansörle, öteki de ayný derecede öfkeli olan dýþ dünyayla baðlantý
Harris tam bir panik içindeydi. Bir yandan telefonda Grimsby'ye, «Gilmor'dakl A 27-K
V hattý gitti,» diyor, bir yandan da Neary'ye durumu açýklýyordu. «Bütün devreler açýk, mer
þey normal ama yine de enerji varmasý gereken yerlere ulaþmýyor. Sanki bir kaçak var. Dur
dan enerji kaybediyoruz. Tolono karanlýkta. Crystal Gölü de. Ne? Evet, efendim. Siz de
karanlýktasýnýz.» Harris bir an Neary'ye baktý, sonra gözlerini tavana kaldýrarak Grimsby
lefondan ona gönderdiði olumsuz titreþimleri Neary'ye aktarmaya çalýþtý.
Grimsby'nin baðýrmalarý bir an için durunca, «Tamam, anladým,» dedi Ike. «Öteki telefondan
ri alýyorum. 890 megavatlýk hat tümüyle gitmiþ. Belediyenin elektrik iþlerinden onarým için
istedim. Ancak 500 KV'lýk kule yeniden çalýþmaya baþlayýncaya dek oraya kimseyi gönderemiy
z þimdilik. Efendim? Baþüstüne.»
Harris telefonu eliyle kapatarak, «Neary, o bölgedeki
STEVEN SPIELBERG
normal hat gerilimi ne kadardýr biliyor musun?» diye sordu.
«Rüzgârsýz havada hat baþýna normal gerilim on beþ bin libredir. Birkaç yýl önce o bölgede
Ike elini telefondan çekerek, «Oraya þimdi Neary'yi gönderiyorum,» dedi.
«Öyle mi?» Roy þaþýrmýþtý.
Harris boþ olan eliyle Neary'ye kontrol odasýndan çýkmasýný iþaret etti. «Çabuk davran. Fýr
Hayýr, hayýr size söylemiyorum, Bay Grimsby.»
Roy kapýya doðru yürürken, Ike'ýn öteki telefondan birine baðýrdýðýný iþitti. «Belediye baþ
kaya kadar enerji saðlanacak.»
On beþ dakika sonraysa Neary kýrsal kesimin karanlýk' yolunda ilerliyordu. Karanlýkta yol
un adýný ya da numarasýný göremediðinden, hemen hemen kaybolduðundan emindi. Arabasý evin
asýnýn küçük bir modeliydi. Haritayý direksiyona yaymýþ, aðzýnda tuttuðu bir el feneriyle
lýþýyordu.
Bu durumda araba kullanmasý yeterince tehlikeliydi. Bir de uzun dalga radyosundan
gelen polis konuþmalarý dikkatini çekiyordu.
«Burasý þerifin bürosu. Reva Yoluna yakýn bir yerde devriye arabasý var mý?»
«Alo? Burasý daðyolu altý-on devriye arabasý. Re-va'ya gidiyoruz. Size yardým edebilir m
yiz?»
«Teþekkür ederiz. Reva Yolunda iki - on birdeki ka-dýný görün. Kapýsýnýn dýþýndaki ýþý
söyledi. Gidip neler olduðunu anlayýn.»
Polis radyosundaki konuþmalar kesilmiþti. Neary arabasýný yolun kenarýna çekip durdurdu. R
Yolunun To-lono'da olduðundan emindi. Ama Ike, Tolono'nun tümüyle,
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
karanlýkta olduðunu söylememiþ miydi? Roy telsiz telefona uzandý.
«TR. seksen sekiz - on sekizden arýza þefine.» «Evet, arýza þefi.» Ike'ýn sesinden durumunu
dakika öncesinden farklý olmadýðý anlaþýlýyordu. «Ne istiyorsun?»
«Tolono'daki arýza giderildi mi?»
«Þaka mý ediyorsun? Ýlk karanlýkta kalan yer Tola-no'ydu.»
«Polis radyosundan Tolono'da ýþýklar olduðunu duydum ama.»
«Tanrým!» diye baðýrdý Harris. «Böyle bir gecede polis konuþmalarýný mý dinliyorsun? Her þ
Tüm þebeke bozuk.»
Harris'in konuþmasý birden kesilmiþti.
Neary yola çýktý yeniden. Birkaç dakika sonra ilerde dönen sarý ýþýklar görünce, içinin bir
tti. Ama çok deðil. Neyse kaybolmamýþtý. Roy arabasýný onarým ekibinin arkasýna çekip durd
iki ekip vardý. Durmuþ kendilerine emir verecek bir yetkilinin gelmesini bekliyorlar
dý. Karanlýkta belli belirsiz görünen kulenin yanýnda, adamlarý yukarýya kaldýracak olan s
inç vardý.
Neary kendini rahatsýz hissediyordu. Daha önce böyle bir hat onarým ekibine baþlýk etmemiþ
Bu adamlarýn çoðu tecrübeliydi iþinde. Roy bir zamanlar, hat onarýmýnda çalýþmýþtý ama b
den en az on beþ yaþ büyük ve on kat daha tecrübeliydiler. Enerji sistemini masa baþýndan
si, bu adamlar için hiç önemli deðildi; ayrýca vereceði emirleri -eðer verebilirse tabii- o
atik olarak yerine getirmeleri anlamýna da gelmezdi.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Roy tanýdýk bir yüz seçti. Zenci biriydi. Earl Johnson ona daha önce telefon etmiþti.
«Merhaba Earl,» dedi Neary. «Ne oluyor?»
«Neler olmuyor ki,» diyerek gülümsedi zenci. Sarý ýþýkta bembeyaz diþleri parlýyordu. «Senc
neden iki mil uzunluðundaki bir nakil hattýný çalar?»
«Þaka ediyorsun.»
Earl cevap vereceðine elindeki altý voltluk feneri yukarý kaldýrarak ýþýðýný kulenin tepes
Sonra iki kalýn bakýr telin bulunduðu yere tuttu ýþýðý. Ama tel yoktu.
«Tel kopmamýþ.» dedi Earl. «Tümüyle yok olmuþ. Ýki direk arasýnda hiçbir þey yok.»
«Þu iþe bak...» Neary çok þaþýrmýþtý. «Belki bakýr fiyatlarýnýn yüksekliði yüzünden çalýnm
Durumu rapor etmek için Neary'nin arabasýna doðru yürüdüler.
«Olabilir,» dedi Earl. «Çalýnan tel bir servet eder. Ben yetkililere kablolarý toprak altýn
eyi önermiþtim.»
«O zaman kuþlar nereye konarlardý?» diye sordu Neary.
Arabanýn içindeki telsiz telefona uzandý. Ama Ike Harris'le baðlantý kurmadan önce polis ra
yosundan gelen haberi dinlemek Ýçin durdu. «Tolono... dað eteklerinde bulunan devriye ara
balarýna... Bir ev kadýný mutfaðýndaki lambanýn garip ýþýklar saçtýðýný rapor ediyor...»
«Nerede dedi? Tolono'da mý?» diye sordu Earl. «Bu Tolono'dan gelen ikinci haber,» dedi Nea
ry de. «Tam olarak anlayamýyorum.» Polis adresi almaya çalýþýyordu. «Dört-bir beþ-beþ Osbo
?» «Ama Tolono'da ýþýk yok,» dedi Earl.
Roy telsiz telefonu alýrken, «Belki...» diye mýrýldandý. «TR seksen sekiz - on sekiz, lke'l
onuþmak istiyorum.»
Earl'e haritayý uzattý. «Osborne'u bulsana. Bu haritalarda bir þey bulamýyorum ben.»
Harris telefona gelmiþti. «Neary! Ne oldu?» «Ben burada on numaralý kuledeyim. Bütün teller
k olmuþ. On bir numaralý kuleye giden teller yok. Tüm direkler boþ.»
«Ne olursa olsun,» diye Ike sözünü kesti. «Bütün sistemi bir saatte onarmalýyýz.»
Neary baðýrdý. «Bir saatte mi? Aklýný kaçýrmýþsýn sen. Burada kilometrelerce uzanan direkle
aksýz bu!»
«Patronun asansörde kapalý kalýnca olanaksýz diye bir þey olmaz.»
Roy býyýk altýndan gülerek, «Ike, Tolono'nun ýþýklarýný onardýnýz mý?» diye sordu.
«Sana söyiedim. Ýlk karanlýkta kalan yer Tolono'ydu. Orasý þimdi Grimsby'nin asansörünün iç
aranlýk.»
«Bir dakika,» diye dikkatle söze baþladý Neary. «Beni iyi dinle. Polis Tolono'da ýþýklar ol
por ediyor. Eðer o hatlarda enerji varsa ve bu sizin veri tablonuzda gösterilmiyorsa
, terminalinizde biri bir hata yapýyor olmalý. Gliroy olayýný hatýrlýyor musun?»
«Ben ve iki bilgisayar, Tolono'nun senin kafanýn içi kadar kapkara olduðunu söylüyoruz,» di
baðýrdý Harris.
Earl Johnson bu hakareti duymamýþ gibi davrandý.
O sýrada polis radyosundan konuþmalar duyuldu yeniden. «Güney Tolono bendine Noel süslemes
için takýlan ýþýklar yanýp sönmeye baþlamýþ.»
«Duydun mu? Noel ýþýklarýndan söz ediyorlar.»
«Ne Noel'i yahu? Aralýkta deðil mayýstayýz.» Harris eski neþesini bulmuþ gibiydi. «Bu karan
l þenliði filan olamaz. Olsa olsa Azizler Günü kutlanýr.» Roy'un ce-
STEVEN SPIELBERG
vap vermesini beklemeden telefonu kapatmýþtý Harris.
Neary, Earl Johnson'a döndü. «Bu adama da ne oluyor böyle? Gilroy olayýnda da yalýtýcýlard
raza olduðu anlaþýlmýþtý sonradan.»
«Ne dediðini iþittin, Roy,» dedi Earl. «Sana hattý onarmaný söyledi.»
«Tamam.»
Neary kendi kendine anlaþýlmaz bir þeyler mýrýldanarak bir süre durdu. Sonra Earl Johnson'
lip sýr verir gibi, «Söyle Earl, sen bu iþi bir saatte yapabilir misin?» diye sordu. Ama o
nun cevabýný beklemeden, arabasýna bindi, kapýsýný kapatýp motoru çalýþtýrdý.
«Ben mi? Bu iþi ben; mi yapacaðým? Beni kim dinler? Burada yetkili ben deðilim. Beyaz bile
deðilim üstelik. Bu iþi böyle býrakamazsýn, Roy. Seni baþýmýza onlar gönderdi.»
«Earl, eðer Ike yanýlýyorsa, Tolono'daki bazý adamlarýmýz ölebilir.»
«Eðer yanýlmýyorsa da, seni o olmayan tellere ayaklarýndan asarlar.»
Neary arabayý hareket ettirmiþti. «Tolono hangi yolda?» diye sordu. «Altmýþ altý numaralý
tmiþ numaralý yola mý geçeceðim?»
Roy uzaklaþýyordu.
Johnson ne yapacaðýný bilmez bir halde Neary'nin ardýndan baðýrdý. «O zaman Clncinatl'ye gi
n. Yetmiþ' ten altmýþ altý'ya geçeceksin.»
Neary, Johnson'a el salladý. Yetmiþ'ten altmýþ altý'ya.
Az sonra gece Roy'un arabasýný yutmuþtu.
Earl Johnson arabanýn arka lambalarýnýn uzaklaþarak gözden kaybolmasýný seyretti. Ýçini çe
erin.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Sonra kendisini meraklý gözlerle seyreden adamlara doðru yürümeye baþladý.
Earl ne söyleyeceðini bilmeden adamlarýn önünde durdu. Yeniden derin bir soluk alýp eliyle
lerdeki kuleyi göstererek, «Onarýn,» dedi yalnýzca.
YEDÝNCÝ BÖLÜM
Aireast Havayollarýnýn 31 uçuþ numaralý uçaðýnýn tekerlekleri gece saat 11:40'da pistin as
. Ýn-dianapolis Havaalanýnýn uçuþ kulesi uçaða, pist üzerindeki üç dakikalýk taksirut'u iç
talimatýný veriyordu.
Hava limanýnýn güvenlik polisi terminalin giriþindeki pist kenarýný çevrelemiþti. Görevlile
erindeki portatif telsiz kutularýndan gargara yaparmýþ gibi sesler geliyordu. Hoparlörler
den yankýlý bir ses, beyaz þeritli yollarýn yalnýzca uçaktan acil olarak indirilecek yolcul
r için kullanýlacaðýný duyurmaktaydý.
Siyah lüks bir Lord LTD gecenin bu geç saatlerinde toplanan kalabalýðý hýzla yararak hava l
maný güvenlik devriyesinin tam yanýnda durdu. Arabanýn lastiklerinden dumanlar yükseliyor
Bu durumda, arabanýn neden olduðu gürültü ve tehlike karþýsýnda hangi polis olsa hemen ce
ak üzere defterine sarýlýrdý.
Ne var ki, bu kez güvenlik görevlilerinden biri arabanýn yanýna koþarak arka kapýsýný açtý
dam indi. Önemli bir þirketin yöneticileri kýlýðýna girmiþ sporcular mýydý bunlar? Pahalý
i bedenlerinin üze-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
rinde ütülenmiþ gibiydi. Adamlarýn ikisinin güneþ gözlükleri vardý. Üçüncüsünün de kýr býy
yordu.
Terminalin elektrikli kapýlarýndan koþarak çýkan dördüncü bir adam yanlarýna geldiðinde so
«Ýndi!»
«Ne zaman?»
«Bir dakika önce... Nerede kaldýnýz? 55A numaralý park yerine doðru ilerliyor.»
Dört adam açýlmasýna yetiþemedikleri elektrikli kapýlarý omuzlayarak ana terminale ek olar
pýlmýþ binaya koþtular.
Yürüyen merdivenin basamaklarýný ikiþer ikiþer atlayarak yukarý çýkýyorlardý. Üs kata geld
ki adam bir kadýna çarptý. Kadýn onlarýn geldiklerini görmemiþti. Öteki üçü az kalsýn blrb
e bindireceklerdi. Tatsýz bir kazadan kýl payý kurtulmuþlardý. Öndeki adamýn çarptýðý kadý
liba. Ayaðý kayarak yere düþmüþtü.
Adam binlerce özür sözcüðü sýralayarak kadýnýn ayaða kalkmasýna yardým etti. Bir yandan da
inandrrmaya çalýþýyordu. Þaþkýna dönmüþtü kadýn. Aceleyle arkadaþlarýna yetiþmeye çalýþan a
boynundaki ince metal bir zincirin ucuna asýlý olan plastik kartta gördüðü yüzü aným-samýþt
Kadýna çarpan adam arkadaþlarýna yetiþti. Hep birlikte güvenlik önlemi olarak konmuþ metal
lerin önünden geçip görevlilere boyunlarýnda asýlý olan plastik kartlarý gösterdiler. Þimdi
leri zamaný kapatmak istercesine uzun koridorda koþar adým ilerliyorlardý. Koridorun sonu
da giriþ - çýkýþ kapýlarý vardý.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Grup bu kapýlardan çýkacak yerde üzerinde yalnýzca küçük bir 6 sayýsý olan kapýnýn önünde d
ya filan gerek görmeden daldýlar içeriye.
Birkaç saniye sonra dört adam yanlarýnda üç havaalaný görevlisi olduðu halde dýþarý çýkmýþ
larýn da boynunda fotoðraflarý bulunan plastik kimlik kartlarý vardý. Ama hiç de o sporcu
mlara benzemiyorlardý.
Aceleci grup kýzgýndý ve görevliler ceplerini yoklaya-rak uçuþ kulesinin giriþindeki kapýný
arýný ararlarken kýzgýnlýklarý giderek artýyordu.
***
Bir 727 olan Aireast Havayollarýnýn 31 uçuþ numaralý uçaðý pist trafiði yüzünden otuz saniy
k zorunda kalmýþtý. Þimdi 55A numaralý park yerine doðru ilerliyordu. Uçak birden fren ya
urmadan önce, öne doðru bir kez silkelendi. Sonra ön tekerlek hýzla sað tarafa doðru dönme
Uçaða yol gösteren yer görevlisi ýþýklý iþaret sopalarýný baþýnýn tam üstüne kaldýrmýþtý.
Ama dev jet dönmeye devam ediyordu. Görevli kaygýyla iþaret sopalarýný salladý. «Hey bura
a!»
Yer görevlisi çaresizlikle iþaret sopalarýný indirdi, pistin kenarýnda bekleþenjere doðru
kaldýrdý. Þimdi herkesin gözü uçuþ kulesindeydi. Herhangi bir iþaret bekliyorlardý.
O sýrada alanýn baþka bir yerine Lacombe'un uçaðý inmek üzereydi. Uçuþ kulesiyle havaalanýn
arip karýþýklýktan tümüyle habersiz, ama yine de o olaðanüstü
olaylarýn baþ sorumlusuydu Lacombe.
Askeri jet ana pisti geçerek az kullanýlan özel bir park yerine gelip siyah bir Cadill
ac'ýn yanýnda durdu. Jet motorlarý ýslýklar çalarak durunca, ön kapý açýldý, ince yapýlý Fr
adýmlarla merdivenleri inip Cadýllac'a doðru yürüdü. Az sonra Lacombe arabanýn arka koltuð
ulmuþtu.
Önde asker üniformasý giymiþ sürücü ve sivil kýyafetli bir adam oturuyordu.
Lacombe aðýrbaþlý ve kontrollü tavrýyla yolculuðu ve benzeri konularla ilgili ön konuþmalar
a býrakarak doðrudan sordu. «Hazýrlar mý?»
«Evet, efendim,» diye cevap verdi sivil elbiseli adam.
Þoför arabayý yolcu terminalinin az ötesindeki bagajlarýn toplandýðý binaya doðru sürdü. B
, motorlarý çalýþýr durumda park etmiþ dört araba vardý. Cadillac önlerinde durunca, arabal
rinim kapýsý açýldý, içinden genç bir adam çýktý. Hýzlý adýmlarla Cadillac'a yaklaþýp sürü
arak, «Mösyö Lacombe?» diye sordu. Laughlin' di bu.
31 Aireast'in içindeki yolcular artýk þikâyet edemeyecek kadar bitkindiler. Bir yandan da
bu uzun yolculuðun sonuna gelmiþ ve nihayet Indianapolis'e varmýþ olduklarý için rahatlamý
Yorgun gözlerle hostesin ön kapýyý açýsýný izliyorlardý. Altý iri yarý adam uçaða yanaþtýr
içeriye girdi.
Adamlardan takým elbise giymiþ olan ikisinin uçaða girmesiyle pilot kabinine dalmasý bir o
lmuþtu. Deðiþik renk
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
pantolon ve ceket giymiþ öteki dördü, açýk kapýnýn tam aðzýnda, sanki çýkýþý engellermiþ gi
rýnýn üzerinden sarkan plastik kimlik kartlarý vardý.
Þimdi kýrk yolcunun gördükleri karþýsýnda meraklarý yorgunluklarýný bastýrmýþtý. Pilot kabi
iseli iki adamýn eþliðinde birinci ve ikinci pilot, telsizci, uçuþ mühendisi uçaðý terk edi
Pencerelere üþüþen yolcular uçuþ ekibinin pistte beklemekte olan iki arabaya binerek uza
hayretle seyrettiler. Öteki dört adam merdivenden çýkarak uçaða girdi yeniden.
Adamlardan ikisi koltuklarýn arasýndan arkaya doðru yürüyerek yolculara küçük kurþun kalem
M kartlarý daðýtmaya baþlamýþtý. Biri de hostesten bir mikrofon istedi. Hostes mikrofonu g
p ona uzattý. Adam mikrofonun konuþma düðmesine basarak tam bir halkla iliþkiler görevlisin
özgü yapmacýk dostça tavrýyla konuþmaya baþladý.
«Sayýn yolcular, ben Jack DeForest, Hava Kuvvetleri Araþtýrma ve Geliþtirme Bölümü adýna, b
nmeyen gecikmeden dolayý özür diliyorum. Umarýz, bu rötar özel programlarýnýzý çok aksatmam
n elden geldiðince çabuk yolunuza devam etmenizi gerçekten istiyoruz.»
Konuþmasýna bir an ara verip sözlerinin etkisini ölçmeye çalýþtý. Kimsenin sesi çýkmýyordu
sý deðil bu,» diye konuþmasýný sürdürdü Jack DeForest. «Uçuþ sýrasýnda, politunuzun ve Aire
lmediði bir hava koridorundan geçti uçaðýnýz. Bu alan Hükümet ve Hava Kuvvetlerinin özel de
sidir.»
Yolcular arasýndan mýrýldanmalar yükseldi. Bazýlarý, «Ben tahmin etmiþtim zaten,» gibi lafl
ordu.
Jack DeForest yine yalnýzca karþýsýndakileri düþünen
bir görevli tavrýyla, «Sizi daha fazla burada tutmak istemiyoruz, inanýn,» diye ekledi. «S
yolculardan yanlarýndaki fotoðraf makinelerini, banyo edilmiþ ya da edilmemiþ tüm filmler
, ses alma aygýtlarýný ve benzeri eþyalarýný bize teslim etmelerini rica ediyoruz...»
Ýþte bu kez sözleri yolcularda ani tepkiler uyandýrmýþtý. Kýzgýn kýzgýn söyleniyorlardý. D
aya kaldýrmýþ, onlarý susturmaya ve dikkatlerini yeniden üzerine çekmeye çalýþýyordu ama h
a gören yoktu onu.
«Bunlarý geçici olarak alýyoruz kuþkusu,» dedi Jack DeForest. «En geç iki haftaya kadar tek
linizde ola-, cak. Söz veriyoruz. Þimdi ellerinizdekl kartlara isim, adres ve Hava Ku
vvetlerine verdiðiniz eþyanýn cinsini yazýp bize verin. Bunlarý geri alacaðýnýzdan da emin
lütfen.»
Jack DeForest yolcularý, yakýnmalarýnýn sona ermesi için kendi hallerine býraktý. O sýrada
be uçaða girdi. Tam arkasýnda da Laughlin vardý. Yolcularýn söylene söylene IBM kartlarýný
larýný seyrediyorlardý.
Locombe, Laughlin'e dönerek Fransýzca bir þeyler fýsýldadý.
Laughlin, «Bay DeForest,» diye söze baþlayýnca, yolcular gözucuyla onlarý izlemeye baþladý
rsoneline söyleyin, uçuþ raporunu tam olarak istiyoruz. Bir þey daha var...»
«Evet?»
«Uçak temizlenmesin.»
Laughlin bu sözleri düþünmeden Ýngilizceye çevirmiþti. Ama yolcularýn giderek artan endiþe
larýný fark edince, bunu uçuþ ekibiyle özel olarak konuþmanýn daha doðru olduðu kanýsýna va
STEVEN SPIELBERG
Bir uçakta hiç kimsenin görmek istemediði bir ifade belirmiþti yolcularýn yüzünde. Uçaðýn t
si konusu birtakým kuþkulara yol açmýþtý.
Kötü bir andý. Kimseden ses çýkmadý. Belki çok yorgundular. Belki de neler döndüðünü gerçe
yorlardý. O gün olanlar yetmiþti onlara anlaþýlan.
Lacombe, Laughlin, DeForest ve öteki görevliler hiç olmazsa iki, üç yolcunun ertesi gün ola
basýna yansýtacaðýný biliyorlardý. Ancak bu tür, yalnýzca gözleme dayanan haberlerin de ö
e gazetelerde yer almayacaðýndan emindiler. Yine de hepsinin bildiði bir þey vardý: Bu gec
olanlarýn önüne geçmenin, onlarý durdurmanýn hiçbir yolu yoktu. Ve sadece bir baþlangýçtý
SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
Roy arabadaki telsiz telefon baðlantýsýný kesti. Ike Harris'in onu aramasýný Ýstemiyordu. T
no'ya doðru karanlýkta yol alýrken, hendeklerden yükselen sise karþýn, gökyüzünü bir yorga
ayan yýldýzlarý görebiliyordu. Sakin bir ilkbahar gecesiydi. Farlarý alçaktan kalan siste
boluyordu.
Neary yalnýz sayýlmazdý. Polis radyosu ona eþlik etmekteydi.
«U-5. Memur Longly konuþuyor. Tamam.»
«Evet, devam et.»
«Cornbread Yolu 10-75 ile Middletown Pike'a gidiyorum. Sokak ýþýklarýnda bir gariplik oldu
rapor edildi. Halk cumartesi gecesiymiþ gibi sokaklara dökülmüþ... Ama pijamalarýyla...» di
Longly polis radyosunda gözlemlerini anlatmayý sürdürüyordu.
Neary'nýn arka camýnda bir çift parlak ýþýk belirdi. Önündeki haritayla meþgul olduðundan,
olarak yan pencereden kolunu uzatýp 'geç' iþareti verdi. Araba yanýndan geçerken, biri baðý
olun tam ortasýndan gidiyorsun, sersem herif!»
STEVEN SPIELBERG
Neary direksiyonun üzerine serdiði haritada Cornbread ile Middletown'un yerini buldu
. Sonra gaza basarak hýzlanýnca, tekerlekler asfaltta acý acý öttü.
Kasabaya girdikten beþ dakika sonra Neary yolu kaybettiðini anlamýþtý. Ne yapmasý gerektið
ek arabasýný yiyecek satan bir dizi karanlýk dükkânýn önüne çekti. Evlerinden çýkan halk p
istilâ etmiþti. Neary' nin üzerinde elektrik þirketinin, amblemi yazýlý arabasýný gören bi
ellerinde fenerleriyle yaklaþtý.
«Iþýklar söndükten sonra hiç yandýðý oldu mu?» diye sordu Neary.
«Sen mi bize soruyorsun?» diye terslendi saçlarý bi-gudili, önlüklü bir kadýn. «Bu senin iþ
?»
«Sokak ýþýklarýný soruyorum. Söndükten sonra hiç yandýðý oldu mu? Hani bazen yanar söner d
Çok bilmiþ tavýrlý bir çocuk el fenerini Roy'un tam yüzüne tuttu. Elindeki feneri yakýp sö
e mi?» diye sordu. Iþýk Neary'nln gözlerini almýþtý.
«Evet, böyle.»
«Hayýr,» dedi çocuk muzipçe gülerek.
Neary Bayan Bigudi'ye sordu. «Burasý neresi? Tolo-no mu?»
O sýrada polis radyosundan Memur Longly'nin sesi duyuldu. «Burada ýþýklar yanýyor. Bu sokak
lambalarý... sanýrým cýva buharlý. Ama sabit yanmýyorlar. Rüzgârda dönüyorlar sanki. Aþaðý
yorlar. Bazen de biraz yana doðru kayýyorlar...»
«Olur þey deðil,» diye mýrýldandý Neary.
«Longly, bize bulunduðun yeri söyle.» Karþý taraftaki polisin sesinden canýnýn sýkýldýðý be
Neary pencereden uzanarak, «Bana da bulunduðum yeri söyleyin,» dedi.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Longly bulunduðu yeri bildiriyordu. «Ingelside Ýlkoku-lu'nu geçin, kuzeydoðu yönünde ilerle
...»
Neary yine pencereden uzanarak, «Ingelside Ýlkokulu nerede? Hey, söyleyecek kimse yok
mu?» diye telaþla baðýrdý.
«Kolay orasý,» diye karþýlýk verdi bir adam. Elinde bir tüfek tutuyordu. «Yetmiþ numaralý y
dön, sonra...»
«Hayýr, bir saniye bekleyin,» dedi Longly. «Daytona' ya doðru kuzeybatý yönünde gidin.»
«Daytona nerede? Çabuk söyleyin!» diye Neary tüfekli adama baðýrdý.
«Orasý daha da kolay.» Adam da heyecanlanmýþtý. «Buranýn güneyinde kalan herhangi bir yola
liklere gelinceye kadar durma. Sonra üzerinde 'Geliþmemizi Baðýþla Tanrým' yazýlý bir tabe
ksin...»
Neary arabayý geri vitese takýp arka arka giderken adam anlatmasýný sürdürüyordu.
Beþ dakika sonra Neary yeniden yolunu kaybetmiþti. Kýrsal kesimdeki bir yoldaydý ve daha
da yoðunlaþan o uðursuz sis çevresini sarmýþtý. Tekerlek izleri bulunan bir kavþaða gelinc
. Seyyar projektörünü yol levhasýna tuttu. Allah kahretsin! Tekrar haritaya baktý. Tanrý b
sýný versin! Geri geri giderek arabayý yolun kenarýna çekti. Bu arada iki çukura da girip ç
toru durdurup haritayý direksiyonun üzerine serdi, arabanýn içindeki ýþýðý en parlak duru
i.
Neary arka pencereden gelen ýþýklardan bir aracýn yaklaþmakta olduðunu anladý. Iþýklar tam
durdu. Arabanýn dikiz ve yan aynalarýndan yansýyordu ýþýk. Önündeki haritanýn mikroskobik
n Neary, ýþýklara sinirlenerek baþýný kaldýrmadan ko-
STEVEN SPIELBERG
lunu pencereden uzatýp arkadaki araca geçmesini iþaret etti.
Bir an için hiçbir þey olmadý. Bir kamyonun uzun farlarýný andýran ýþýk þimdi Neary'nin gö
du. Weary sabýrsýzca 'geç' iþareti verdi yeniden.
Hiç ses çýkarmadan yavaþça hareket etti ýþýklar. 'Geç' iþaretine uyar gibiydiler. Sonra...
doðru uzaklaþýp gözden kayboldular. Arkalarýnda yalnýzca karanlýk kalmýþtý.
Roy Neary haritayla meþgul olduðundan bunu görmedi. Bilinçaltý o parlak ýþýklarýn artýk ke
atsýz etmediðini belli belirsiz kaydetmiþti. Ancak bilincine yansýyan duyduðu o garip ses
ldu. Teneke týkýrtýsý gibi bir sesti bu. Baþýný kaldýrýp çevresine bakýndý, sonra projektö
u.
Yol levhasý o denli titriyordu ki, harfler çoðalýp birbirine karýþýyordu. Neary farkýnda o
bir 'uh' sesi çýkararak yeniden levhaya baktý. Sonra arabanýn içindeki ampul, kontrol tabl
osunun ön farlarýn ýþýklarý zayýflayarak amber rengine dönüþtü ve birden hepsi sönüverdi.
Ansýzýn çevresindeki bir dönümlük alan sessiz bir ýþýk patlamasýna uðradý. Aklýn alamayacað
er taraf birden gündüz gibi olmuþtu. Neary açýk yan pencereden dýþarýya bakmaya çalýþtý ama
ktý ki, baþýný hemen içeriye çekmek zorunda kaldý. Birden bir yanma hissetti yüzünde; pence
fýnda kalan yanaðý karýncalanýyordu. Neary telsiz telefonun baðlantýsýný taktý ama aygýt
yosu, da susmuþtu.
Neary þimdi kýmýldanamayacak kadar büyük bir dehþet içindeydi. Yalnýzca gözleri hareket ed
lleriyle gözlerini kapatarak torpito gözünden güneþ gözlüklerini
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
alýp takmayý baþardý. Ancak gözlüklerin þakaklarýnda yot levhasý gibi titrediðini farketti
pererek.
O anda torpito gözünün kapaðý kendi kendine açýldý. Takýrtýlar çýkararak titriyordu. Birden
birbirine yapýþmaya baþladý. Bir ataþ kutusu torpito gözünden düþerek açýlýnca, bütün at
an uçuþarak arabanýn tavanýna yapýþtý.
Güneþ gözlükleri de ýsýnmýþ, Neary'nin derisini yakýyordu. Gözlükleri çýkarýp yan koltuða
lükler havalanarak tavana yapýþtý. Neary yakýcý ýþýða karþý gözlerini kapattý. Kül tablasý
va akýmý emmiþ gibi kendi kendine boþaldý ve...
Birden kýzgýn ýþýk kayboldu. Ataþlar tavandan Roy'un baþýna yaðmaya baþladýlar. Titreþimler
eary bir an gökyüzüne, yýldýzlara baktý. O anda sanki dev bir tepsi kayar gibi gökyüzüne y
narlarda kalanlar dýþýnda tüm yýldýzlarý örttü. Oval biçimde karanlýk bir yuvarlak oluþmuþ
dev tepsi yeniden kayarak uzaklaþýnca, yýldýzlar görünmeye baþladýlar.
Uzaklardan duyulan bir týkýrtý Neary'nin baþýný pencereden içeri sokup arkasýna dönmesine
u. Birden arabanýn ýþýðý, farlar ve projektörün ýþýðý geri gelmiþti. Yolun sonunda dört y
du. Ýþaretler o denil þiddetle titriyordu ki, çevrelerindeki metal çerçevenin uçlarý kývrý
ortalýk o yakýcý ýþýkla aydýnlandý. Ama ancak bir saniye kadar sürmüþtü. Sonra titreþiml
Þimdi her þey çok sakindi.
Polis radyosu bîrden çalýþmaya baþlayýnca, Neary korkuyla bir çýðlýk attý.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Radyodan þimþek çaktýðý zaman duyulan parazite benzer sesler geliyor, Roy konuþulanlarý tam
yamý-yordu.
«Ben de bilmiyorum. Sana soruyorum. Bu gece dolunay mý?» diye polisin biri sordu.
«Hayýr,» dedi karþý taraftaki. «Ayýn on üçünde dolunay.»
«Haydi caným. Yanýmdaki arkadaþýmla Signal Tepesinden gördük onu. Herkes çýðlýk çýglýðaydý
parazitle kesildi. «Dur bir saniye. Tamam. Þimdi hareket ediyor. Batýdan doðuya doðru.»
«Tolono polisi konuþuyor,» diye araya yeni bir ses girdi. «Onu biz de seyrediyoruz. Hiç kuþ
usuz aydýr bu. Ancak hareket etmiyor. Hareket eden arkasýndaki bulutlar. Onlar ayý hare
ket ediyormuþ gibi gösteriyor.»
«Siz nerede astronomi okudunuz, Tolono?» Roy araya giren sesi tanýdý. Longly konuþuyordu.
lutlarýn ayýn arkasýnda hareket ettiði duyulmuþ þey mi?»
«Yerinizi bildirin,» diye merkez sordu.
«Telemar Ekspres Yolundan þimdi ayrýldýk. Güneye, Harper Vadisine doðru gidiyoruz.»
«Oh Tanrým!» dedi Roy Neary. «Orasýný biliyorum.» Neary uzun ve karanlýk bir tünele girerke
nýnda yine o karýncalanmayý hissetti. Ve orada, yolun kenarýnda ne denli korkmuþ olduðunu a
sadý. Þimdi onu böylesine korkutan þeyin ardýndan gidiyordu. Aslýnda geri dönmeli ve Earl'l
ki adamlarýn yanýna gitmeliydi. Ancak þimdi Neary korkudan çok heyecan hissediyordu. Çocu
na geri dönmüþtü sanki. Artýk duramazdý. Geç kalmýþtý. Çok eðleniyordu. Polis de.
«Iþýklarýný görüyorum, Charlie! Yakalayacaðým onlarý!»
«Deðeri neyse onu alýrsýn. Bunlar Detroit'te imal edilmiyor.» Konuþan Longly'ydi.
«Þimdi yavaþlýyor. Neden yavaþladýklarýný bilmiyorum, ama yaklaþýyoruz. Üç yüz metre
«Yakalayabilir misin?»
«Sanmýyorum. Ýki yüz metre kaldý. Bu av benim. Acele etmemeliyiz, diye düþünüyorum.»
«Bütün S-dönüþlerini, bütün yollarý izliyor.»
«Radar saatte elli kilometre hýzla gittiklerim kaydetti.»
«Allah kahretsin. Geçtikleri yer okul bölgesi.»
«Trafik ýþýklarýna bak. Tam yol aðzýna geldiklerinde yeþil yandý.»
Bir sürü parazit...
«Evet efendim... Dosdoðru doðuya, Harper Vadisine gidiyorlar.»
Neary tünelden çýkmýþtý. Saatte yüz elli kilometre hýzla bir dönemeci alýnca araba savruld
direksiyona hâkim olarak dönemecin korkuluk demirine bindirmekten kýl payý kurtuldu. Son
a iki anayolu ayýran hendeðe de dalmaktan kurtulup arabayý toparladý. Az sonra bir tabela
çarptý gözüne. DOÐU HARPER VADÝSÝ ÇIKIÞI 4 KÝLOMETRE yazýyordu üzerinde. Neary ayaðýný*
aktan Harper Vadisinin çýkýþý görünmüþtü.
Neary frene basýp iyice yavaþlayarak çýkýþ yoluna girdi. Yol ilerde ikiye ayrýlýyordu. Hang
sapacaðýný düþünürken ilerde bir þey görür gibi oldu.
Bir çocuk!
Neary hemen fren yaptý. O anda da bir kadýn koþarak yola çýktý ve çocuðu yakaladý. Þimdi t
a kayýyor, Roy direksiyonla beceileþiyordu. Çocukla
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
kadýn yoiun ortasýnda donup kalmýþ, kendilerine her art yaklaþan farlara bakýyorlardý. Doðr
erleklerin altýna gireceklerdi.
Neary direksiyonu olanca gücüyle sola kýrdý. Kadýnla çocuða deðecek kadar yakýndan geçmiþt
n kenarýndaki bir çite girdi ve durmadan önce çiti de beraberinde sürükledi.
Uzunca bir süre kendi soluðunun dýþýnda her þey susmuþtu Neary için. Motoru durdurdu. Kol
itriyordu. Kapýyý açmak için üç hamle yapmasý gerekti.
Sonunda uzun otlarýn içinden geçerek yolun «ortasýna çýktý. Kadýn çocuða sarýlmýþ, görmeyen
ordu. Üzerlerine doðru gelen farlarýn ýþýðýndan korumak istermiþ gibi çocuðun gözlerini el
«Haným,» diye baþladý Roy. «Çocuðunuzu böyle yolun ortasýna...»
Jillian Guiler birden patladý. «Saatlerdir onu arýyordum. Evden çýkýp gitmiþ... Saatler
adým. Ýþte öyle kaçýp gitmiþ... Saatler, saatler boyu onu...» «Anladým,» dedi Roy. «
tehlikeli bir dönemeçtir bu,» dedi bir ses Neary' nin arkasýndan.
Neary arkasýný dönünce eski bir kamyonetin içindeki yaþlý çiftçiyle ailesini gördü. Ýki oðl
nde dürbünler, küçük bir oðlan çocuðunun kucaðýnda da oyuncak bir teleskop vardý.
«Týpký kasabaya bir sirkin geliþi gibi,» dedi yaþlý çiftçi elindeki þiþeden bir yudum alar
oriar... Kasaba halkýný rahatsýz etmemek için gece geç vakit gediyorlar...»
Ani bir rüzgâr Jillian'ýn saçlarýný arkaya doðru uçur-
du. Roy da kendi saçlarýnýn ayný yöne doðru uçuþtuðunu; hissetmiþti. Yüzünü çite çevirdi; þ
.
Ýlerde, çite takýlý duran arabadan polis radyosunun, konuþmalarý iþitildi.
«Onlara yetiþebilir misin?»
«...Belki yeniden arayý kapatabilirim.»
«Yolu izledikleri sürece...»
«Burasý Randolph kesimi. Acil yayýn dalgasýndan sizi; dinliyorduk. Neler oluyor orada?»
Neary yolun Mersinden bir þeylerin gelmekte olduðunu gördü. Alçaktan uçan bir kuþ sürüþüyd
den kaçýyorlardý sanki. Ufukta parlayan bir þeyden...
O sýrada kulaklarýný kýsmýþ bir tavþan sürüsü koþarak yanlarýndan geçti.
«Ýþte yine geldiler,» dedi yaþlý çiftçi.>>
Neary hýzla dönerek yolun sonuna baktý.
«Tanrým,» diye mýrýldandý kendi kendine. «Güzel Tanrým...»
Ciðerlerinden soluðu emilmiþti sanki. Derinden gelen-
o gümbürtü göðüs boþluðunu doldurmuþ, güm güm atýyordu. Ansýzýn tüm gürültü salt sessizlið
ir þey yaklaþýp geçti üzerlerinden. Týpký gece saat ikide doðan bir güneþ gibi doðudan batý
Roy düþünmeden bir eliyle yüzünü kapamýþ, öteki eliyle de kadýnla çocuðu yakalamýþtý. Jilli
ce bir yanma, sonra da karýncalanma hissetti. Yaz gurubu gibi parlak, çeþitli renkler s
açan o ýþýltý üzerinden geçtiðinde, üçü birbirine sarýlmýþ duruyordu. Renk ýþýltýlarýndan o
doðru yavaþlamýþtý. Iþýktan parmaklarýný uzatýp al-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
týndaký yola dokunuyordu.
Derken ikinci bir cisim daha yaklaþýp üzerlerinden geçti. Neary bunu Aleaddin'in Sihirli
Lambasýna benzetmiþti. Çünkü çeþitli renklerden oluþmuþ ýþýk mozaikinden -çýkan her ýþýn
iriyordu hayal meyal. Ama cisimler durmadan biçim ve renk deðiþtiriyor, bunu insan beyn
inin algýlayamayacaðý bir hýzla yapýyorlardý.
Ýki cisim yan yana alçalýp yolu paralel olarak izlediler. Dönemeçte, sanki bir otomobilin
top lambalarý gibi, hepten kýrmýzýya dönüþerek üç kez yanýp söndükten sonra gözden kaybold
Neary'yle Jillian'ýn gördükleri karþýsýnda korkudan soluklarý tutulurken, küçük Barry sevi
güzel! Ne güzel!» diye baðýrýyordu gülerek.
Kamyonetin içinde oturan yaþlý çiftçi yerinden kýpýrdamadan, olaðan bir tavýrla, «Tabii,»
de istedikleri kadar tur atabilirler ama bu daðyolunda bizim trafik kurallarýmýza uyma
k zorundalar.»
Bu sözler Jillian'la Neary'nin tahammüllerinin ötesindeydi artýk. Bakýþlarý kilitlenmiþti
or, konuþamýyorlardý.
Neary bir þey söylemek, bir ses çýkarmak istermiþ gibi yutkundu. Yoldan bir þey daha geliyo
du. Ani bir hamleyle Jillian, Barry ve kendisini yolun kenarýna attý. Tam zamanýnda h
areket etmiþti. Çünkü saatte yüz seksen kilometre hýzla giden iki polis arabasý yanlarýnda
a geçip gitti.
Neary arabasýna doðru yürümeye baþladý.
«Buralardan ayrýlma,» dedi yaþlý çiftçi Neary'ye. «Bir saat önce görmeliydin cümbüþü sen as
«Koþun, koþun, belki yakalarsýnýz,» diyerek gülümsedi
Neary yanýndan baþka bir polis otomobili geçerken.
Yaþlý çiftçi de polis arabasýnýn arkasýndan, «Sarhoþum ama onlar: izleyecek kadar deðil.»
Bary yine gülüyordu.
Neary arabasýna bindi. Arka arka giderek arabayý çitten ve uzun otlardan kurtarmaya çalýþt
leri tekerlekler boþa dönüyordu. Sonra yavaþ yavaþ araba çitten kurtularak yola çýktý.
«Neredeyiz?» diye Neary, Jilllan'a sordu.
«Harper Vadisinde.»
Neary arabayý ilerletti.
«Yalnýzca oyun oynuyorlar,» diyordu Barry, annesinin eteðini çekiþtirerek.
«Ne dedin Barry?»
«Çok güzel oyun oynuyorlar.»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
DOKUZUNCU BÖLÜM
Gaz pedalý yere yapýþmýþtý. Neary kamburunu çýkararak ön cama doðru eðilmiþ, yolun dönemeç
ukardaki kýrmýzý parýltýlarý izliyordu.
Daðyoluna girerken polis radyosunda konuþmalar baþladý. Ama honüz görünürlerde polis arabal
tu.
«Onlara yaklaþýyorum, Rob!».
Þimdi Neary'nin baþý neredeyse ön cama deðecekti. Biran geri çekilip hýz göstergesine baktý
. 185... 190 kilometre.
«... ilerde Ohlo'ya giriþ turnikeleri var...»
Neary uzaktan en arkadaki devriye arabasýnýn kýrmýzý ve sarý ýþýklarýný görebiliyordu. Ara
ri alýrlarken Neary biraz hýz kesti. Ýzlediði parlak ýþýklar hâlâ ondan çok uzaktaydý ve sa
yokmuþçasýna kayarak ilerliyorlardý.
Ýlerdeki turnike kulübeleri terkedilmiþ gibi göründü Neary'ye. Elektriklerin kesilmesi nede
iyle onlarýn da neon lambalarýnýn mavi ýþýðý sönmüþtü. Gecenin bu saatinde Indiana'yla Ohi
afik yoktu.
Turnike kulübelerinin birinde nöbetçi taburesinde uyukluyordu. Daire biçimindeki iki par
lak kýrmýzý ýþýk ya-
vaþça turnikenin üzerinden geçti. Ýþte o zaman da kýyametler koptu. Otomatik alarm hareket
ek kýrmýzý ýþýklar yanýp sönmeye baþladý. Sirenlerin sesi sessizliði yýrtýyordu. Uyuklayan
rmiþti. Serserinin biri para ödemeden turnikeden geçeceðini sanmýþtý anlaþýlan. Göz açýp k
lis arabalarý yetiþti. Öndeki araba turnikeden yýldýrým hýzýyla geçip gitti. Arkasýndakini
ve tepesindeki trafik ýþýðý çýlgýnca çalýþýyordu. Üçüncünüyse Neary yakýndan izlemekteyd
«Arayý kapatýyorum,» diye konuþtu polisin biri.
«Çok hýzlý gidiyor. Yola yapýþmýþ sanki!»
Önlerinde keskin bir dönemeç vardý. Kovalanan aracýn ýþýklarý ilk kez yoldan ayrýlarak yük
korkuluðunun üzerinden havalanarak uçup gitti. Az sonra bu ýþýklarý izleyen en öndeki poli
sý da yol korkuluðunun üzerinden havalanarak uçtu. En az saatte yüz seksen kilometre hýzl
en araba Ohio uzayýnda bir takla attýktan sonra bir mýsýr tarlasýnýn ortasýna düþüverdi. Te
e kapýlarý yerlerinden fýrlamýþtý.
«DeWitt! Ne oldu? DeWitt! Nasýlsýn?» diye biri baðýrýyordu radyoda.
Ýkinci poiis arabasý kulak týrmalayan ani bir fren yapýnca birden yalpaladý ama devrilmekt
n kurtulmuþtu. Roy arabadan fýrlayan iki polisin korkuluðu atlayarak tersyüz olmuþ arabaya
doðru koþtuklarýný gördü.
Neary'nin izlediði üçüncü polis arabasý da durmuþtu. Öteki polisler de korkuluðun öte yanýn
eary gökyüzüne bakýyordu. Parlak ýþýk küreleri yükselerek bir bulut kümeside girmiþti. Bir
leri alev almýþ gibi aydýnlandý, sonra giderek sönükleþti. Doðal gece geri gelmiþti.
STEVEN SPIELBERG
Neary geri dönerek Indiana yolunu tuttu. Yolun iki yanýndaki turnikelerin fioresan l
ambalarý göz kýrpar gibi yanýp sönüyorlardý. Iþýklar gelmiþti anlaþýlan.
Roy ufukta ýþýktan bir gergef gördü. O uzak kent yeniden geliyordu. Ama nereye? Tolono'ya?
Harper Vadisine?
**
Devriye Roger DeWitt'in durumu parçalanan arabasýndan kat kat daha iyi sayýlýrdý. Kýrýk bi
un, pek çok yara bere ve birkaç burkulmayla kolay sýyýrmýþtý paçayý. Ertesi gün karakola ge
elki bir saat her önüne gelene dün gece olanlarý anlatmýþ, 'Tanrýnýn Gerçeði'ni gördüðünü s
mussen'in odasýnda olanlarý sözlü olarak rapor etmekteydi. O sýrada Devlet Daðyolu Devriye
rakolunda Roy Neary ile öteki polisler, olaðanüstü gecenin raporunu hazýrlýyorlardý. Öðled
saat üç buçuk olmuþtu. Neary'nin yorgunluktan gözleri kapanýyordu. Ýnsan vücudunda ne çok
miþ adrenalin olmalý, diye düþündü. Caný bir fincan acý kahve istiyordu ama bulanýk bir çay
. Karakolda yeterince daktilo olmadýðýndan Neary raporunu kurþun kalemle yazýyordu. Aðrýda
rdu baþý da.
«Aspirini olan var mý?» diye sordu odadakilere.
Hiç kimse ona aldýrmadý.
«Eðer Longly benimle olmasaydý,» diyordu polislerden biri arkadaþýna. «Dosdoðru bir psikiya
zmanýna giderdim.»
Longly sýrýtarak, «Bu raporu dosyalamak deðil, yayýnlamak isterim» dedi.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Tam o sýrada odanýn karþýsýndaki kapý yýldýrým hýzýyla açýldý ve DeWitt topallayarak yüzba
pýyý kapatmak istedi, ama yüzbaþý onu iterek dýþarý fýrlamýþtý.
«Ýnsan saðduyusuna bir hakarettir bu!» Yüzbaþý odadaki herkese hitap ediyordu. «Sýradan in
listen bu tür garip raporlar istemezler!»
«Ama benimkisi Tanrý'nýn Gerçeði,» diye kendini savunmaya çalýþtý DeWitt.
«Bu olay hakkýnda basýna tek þey sýzmasýný istemiyorum.» Rasmussen daktilolarýnýn gerisine
ly ve öteki polislere baktý. «Anlaþýldý mý?» Herkesi tek tek süzerek, «Eðer 'Uzay Yolu' rap
irirseniz, bana getirin hemen!» dedi.
Yüzbaþýnýn kapýsý hý/la kapanýnca, odaya ölüm sessizliði çöktü.
«Acaba arabanýn gelecek hafta taksiye çýkarýlacaðýna mý kýzdý dersin?» diye polislerden bi
akýldý.
Ama DeWitt'in þakadan anlayacak hali yoktu hiç. Þaþkýn olduðu kadar hakarete uðramýþ gibiyd
iye mýrýldandý. «Ona her þeyi anlattým. Hiçbir þey saklamadým. Yýldýrým hýzýyla geçen yýld
ydurmadým ki... Sonra kalkmýþ bana... þey... veriyor...»
«Ne veriyor?»
«Ýki haftalýk görevden uzaklaþtýrma cezasý.»
«Nee?» Odadaki tüm polisler iþlerini býrakýp DeWitt'e diktiler gözlerini.
DeWitt topallayarak kapýya doðru yürürken, «Ne biçim dünya bu?» diye söylendi. «Birine ger
uç olarak bütün gününü televizyon baþýnda geçirmek zorunda kalýyorsun.»
STEVEN SPIELBERG
Roy polislerin daktilolarýna döndüklerini ve az önce yazdýklarýný okuduklarýný gördü. Bazýl
zoraki biçimde birbirilerine gülümsüyorlardý. Sonra birden sanki görünmez bir kuklacýnýn i
çektiði kuklalar gibi, beþ el daktilolarýn þarjörüne uzanarak 'beþ kâðýdý çýkarýp buruþt
«Evet, siz ne istiyorsunuz?» diye polislerden biri Roy'a sordu. Bir yandan da boþ boþ ba
karak daktiloya yeni bir kâðýt takýyordu.
Neary kendine bir yandaþ bulma umuduyla gözlerini odada dolaþtýrdý. Ve hemen durumu anladý.
Ayaða kalkarak karakoldan çýktý.
ONUNCU BÖLÜM
Nary o gece eve vardýðýnda saat dördü geçmiþti. Yeni .bir tür enerjiyle dopdolu olarak yata
larýna giden koridordan geçerken, «Ronnie! Ronnie!» diye baðýrýyordu. Kendini kontrol edem
muþtu. Vücudundaki tüm kaslar adrenalinin etkisiyle titreþim halindeydi. Heyecandan mides
i bulanýyordu. Ýkinci sesleniþi Ronnie'yi yataktan fýrlatmýþtý.
«Uyan, sevgilim!»
Ronnie'nin mavi gözleri korku dolu, uzun sarý saçlarý karmakarýþýktý.
«Ne var? Ne oluyor? Çocuklar... yangýn mý...?»
«Bir þey yok. Çocuklar Ýyiler,» diye onu yatýþtýrdý Neary. «Sevgilim, inanmayacaksýn ama..
Ronnie soluðunu tutarak fosforlu saate baktý. «Doðrusu beni gecenin bu saatinde uyandýrdýð
namýyorum.»
«Neler olduðunu bir bilsen kulaklarýna inanamazsýn.»
«Seni dinlemiyorum,» diye kesin bir ifadeyle konuþan Ronnie yorganý baþýna çekti.
«Tamam, dinlemek zorunda deðilsin.» Roy'un soluklarý, Ronnie'ye küçük Toby'nin tatlýlarý a
yutu-
STEVEN SPIELBERG
þunu anýmsattý. «Hiçbir gürültü çýkarmýyorlar. Yalnýzca hava akýmý ve hafif bir hýþýrtý...
Ronnie bir süre yorganýn altýndan Roy'un çýkardýðý hýþýrtýlý sesleri dinledikten sonra, «Þi
«Seni bir türlü bulamamýþlar.»
«Tabii bulamazlar, telsiz telefonu kestim.» Ronnie artýk iyice uyanmýþtý. «Roy bunu yapmama
Seninle mutlaka konuþmalarý gerekliymiþ. Her þey arapsaçýna döndüðü bir zamanda... Þim
Hemen telefon etmeni istiyorlar.»
Anlattýklarýnýn etkisiz kaldýðýný gören Neary, karýsýný ellerinden tutup çekerek yat
ydi, çýk þu yataktan. Üzerine bir þeyler giy. Çabuk ol. Güneþ yýldýzlarý söndürecek!» «Roy
en?» «Boþver. Kendi gözlerinle görünceye dek hiçbir þey söylemeyeceðim. Ronnie, oh Ronnie.
i ki... Onu seninle birlikte görmem gerekli. Gerçekten þimdi sana ihtiyacým var.»
Ronnie kocasýnýn yüzünden bütün bunlarýn þakayla ilgisi olmadýðýný anlayýnca, hemen tavrýný
ama çocuklarý yalnýz býrakamayýz.» «Gocuklar... evet, çocuklar... Gocuklar!» Ronnie ve çoc
inirlerken, Neary de eline geçirdiði fotoðraf makinelerini, dürbünleri, battaniyeleri top
ordu.
«Açýk hava sinemasýna mý gidiyoruz?» diye Brad sordu yarý uykulu.
Toby, «Fosforlu boyalarýmý çalmýþtýn,» diye hatýrladý.
«Boyalarýný bulacaksýn!» Neary çok neþeliydi. «Hem
de renklerin en parlaðýný. Her yer renk ve ýþýk dolu ola-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
cak.»
Neary herkesi önüne katarak evden çýkarmaya çalýþýyordu. Mutfaða geldiklerinde, Ronnie buz
u yürüdü. Kapaðýný acýk sebze ve meyva çekmecesini çekti. Buzdolabýnýn soluk yeþil ýþýðý hi
«Bu yeþil ýþýk midemi bulandýrýyor,» diye söylendi Toby>>
«Üç kilo daha verdikten sonra deðiþtireceðim.» Ron- nie bunu belki yirminci kez söylüyordu.
Neary onlarý evden çýkmaya zorladý yeniden. Kendisi önden, hep birlikte çýktýklarý zaman ku
rý steyþin-vagona doðru yürüyordu.
Neary bir an önce çocuklarý otomobile sokmaya çalýþýyordu.
«Bu oyun burada bitse iyi olacak,» diye söylendi Ronnie ön kapýya gitmek üzere arabanýn çe
dönerken.
«Golf oynayacaðýmýza söz vermiþtin,» dedi orta koltukta oturan Toby. Gözleri þimdiden kapa
Sonunda herkes yerine yerleþti. Ronnie kapýsýný kapatmamýþtý, arabanýn Ýç ýþýðý yanýyordu.
bir yaný kýrmýzýydý, hem de iyice «Roy, ne oldu? Yüzün güneþten yanmýþ.» Neary dikiz aynasý
yüzünün daha da kýzarmasýna neden olmuþtu. «Þu iþe bak,» diye mýrýldandý. «Sanýrým gece uyu
«Ama yüzünün yalnýzca bir yaný yanmýþ.» Neary cevap vermedi. Arabayý park yerinden çýkarma
da heyecanýnýn kaynaðý olan o yerle...
Arabayý hýzla sürerek birkaç saat önce gördüðü o ga-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
rip olaylarýn olduðu yere geldi. Arabayý yolun kenarýna çekerek yýkýlan çitin önünde durdu
ilesi gitmiþti. Durduklarý yerde boþ kutular ve þiþeler vardý.
Neary motoru durdurduktan az sonra Ronnie ve çocuklar uyuyakaidýlar. Bu uyku senfonis
inin arasýnda Roy gözleri apaçýk oturuyordu. Arada bir dýþarý çýkýp temiz sabah havasýný i
bekliyor... bekliyordu. Ama neyi? O görüntünün yeniden gelmesini bekliyordu. Ne olur yin
e gel, diye sessizce yalvardý. Bu denli korkunç bir þey, nasýl olur da böyle büyüleyici bir
l alabilirdi?
Polis radyosu da susmuþtu þimdi. Roy yalnýzdý orada. Acaba tek baþlarýna bekleyen insanlard
n daha mý çok hoþlanýrlardý? Öylesi daha mý kolaydý?
Bir þey Ronnie'yi uyandýrmýþtý. Arka koltuða baktý. Çocuklar birbirlerine sokulmuþ uyuyorl
a arabanýn çevresinde sinirli sinirli dolaþýyor, gözlerini gökyüzünden ayýrmýyordu. Ronnie
apattý, kocasýnýn yanýna geldi.
«Burada ne iþimiz var, Roy? Neyi beklediðimizi bana neden söylemiyorsun?»
«Gördüðün zaman anlarsýn.» Neary'nin öyle kendinden pek emin bir hali yoktu bunlarý söyler
«Haydi, Roy,» dedi: Ronnie. «Ýþte buraya seninle bir- likte geldim. Olanlarý anlayýþla ka
Þimdi bana anlat. Gördüðün þey neye benziyordu?»
Roy bir an durup bekledi, yolu bir aþaðý bir yukarý adýmladý, uzunca bir süre gökyüzüne bak
a, «Bir tür þeye... dondurma külahýna benziyordu,» dedi.
Artýk bu kadarý Ronnie için fazlaydý. «Ne renk?» diye sordu masum görünen bir tavýrla.
Ama Neary onun sözlerini ciddiye alarak, «Turuncu,» diye karþýlýk verdi. «Turuncuydu... ve
dondurma külâ-
hý gibi deðiidi gerçekten... Bir tür midye ya da istiridye gibi... böyle...» Ýki elini biti
p taklit etmeye çalýþtý. «Böyle ama daha yuvarlak ve büyük... ve bazen... Þeye benziyor...
ani dün yediðimiz francalalar gibi...»
«Pideler gibi mi?»
«Hayýr, akþam yemeðinde yediklerimizden deðil.» Neary artýk karýsýnýn onunla alay ettiðini
nmekte olduðunu anlamýþtý ama her ne pahasýna olursa olsun anlatmaya çalýþýyordu inatla. «S
altýda yemiþtik onlardan. Ne diyordun o francalalara? Hani uçlarý kývrýktý.»
«Yani ayçöreklerlnl mi söylemek istiyorsun?» diye baðýrdý Ronnie. Sözcük bulmacasý oynayan
onuþur gibiydi.
«Tamam!» dedi Roy. Tüm benliðini heyecan sarmýþtý yine. «Ayçörekleri, evet ama ýþýk saçan a
Artýk Ronnie'nin sabrý Ýyiden Ýyiye tükenmiþti. Pazar çantasýndan bir havuç alýp hýrsla yem
ary ondan uzaklaþarak az ötede bir kayanýn üzerine oturup gözlerini de gökyüzüne dikti. Ron
aygýyla kocasýný seyrediyordu. Roy'un olaðanüstü bir þeyler yaþadýðý kuþkusuzdu. Onun anl
nlayamayacaðý bir þeyler... Ve bunlar Roy için çok önemli olmalýydý. Belki de kocasýna haks
rdu.
Neary'nin yanýna yaklaþýp sesine en yumuþak tonu vermeye çalýþarak, «Bütün bunlara iyi daya
edi.
Roy cevap vermedi. Ama ayaða kalktý. Gözleri hâlâ giderek aydýnlanmakta olan gökyüzündeki y
parlaklýðýný kaybeden yýldýzlardaydý,
Ronnie de gökyüzüne baktý ve hafifçe titredi. Nede-
STEVEN SPIELBERG
nini bilmediði hafif bir korku duyuyordu. Biraz garipti bütün bunlar... Yok biraz deðil h
em de çok.
«Üþüdüm,» dedi Roy'a.
Neary kolunu karýsýnýn omzuna atarak onu kendine çekti. Ronnie de kollarýyla Neary'nin bel
ine sarýlýp hafif hafif kulaðýný öpmeye baþladý.
«Bu tür yerlere yalnýzca birbirimizi seyretmek için geldiðimiz zamanlarý anýmsýyorum,» ded
Neary karýsýnýn yüzüne baktý. O da eski güzel günleri hatýrlamýþ gibiydi. Gülümsedi. Ronni
dudaklarýna bir öpücük kondurdu. Roy da ona karþýlýk verdi. Þimdi öpüþmeleri daha hararetl
ary kendisini tümüyle veremiyordu bu seviþmeye, öpüþürken gözucuyla gökyüzüne bakmaktan ke
. Tüm düþünceleri, benliði oradaydý. O sessiz, parlak, kýzgýn ve rengârenk ýþýk patlamasý a
Neary uzakta kaybolan kýrmýzý ýþýklarý, görünce yerinden fýrladý. Ama Ronnie bunlarýn uzak
in stop lambalarý olduðunu biliyordu. Az sonra Roy da istemeyerek böyle olduðunu kabul et
ti.
Büyü bozulmuþtu.
Ronnie kocasýný denemek için, «Eðer o þeylerden biri þimdi buraya gelse ve kapýsý açýlsa, i
ydin?» diye sordu.
Roy bu varsayým karþýsýnda kendinden geçmiþ gibi, «Tanrým, tabii,» diye baðýrdý. Sonra Ronn
, «Kim olsa binerdi,» diye ekledi.
Ama olan olmuþtu. Ronnie kocasýnýn kollarýndan sýyrýlarak arabaya doðru yürümeye baþladý.
an gidip ona yetiþti.
Ronnie ona dönerek, «Bize ne yaptýðýný biliyor mu-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
sun?» diye baðýrdý. «Bütün bunlarýn anlamý nedir? Bizi sabaha karþý uyandýrýp buralara geti
altüst ettin. Þimdi çocuklar bütün gün uyuklayýp duracaklar. Sylvia gece birden önce yatað
istemeyecek. Bütün bunlar niçin? Çünkü babalarý gece uçan turuncu ay-çörekleri görmüþ de o
Ronnie soluklanmak için bir an durdu, sonra daha alçak bir sesle, «Bir daha sakýn böyle bi
r þey yapmaya kalkýþma,» diye tehdit etti kocasýný. «Biz senin aileniz. Ve de bu davranýþýn
mal deðil.»
Ronnie bundan daha kesin bir þey söyleyemezdi; Neary bunu biliyordu. Tabii normal deði
ldi. Ama Neary öyle bir keþfin eþiðindeydi ki, o güne dek gerçek olarak bellediði normallik
nýmý geçersizdi artýk...
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIM ÝLÝÞKÝLER
ON BÝRÝNCÝ BÖLÜM
Benares'e çabucak ulaþacak bir yol yoktur. Hindu-larýn bu eski ve en kutsal kentine an
cak imanla ulaþmak mümkündür.
Hele buraya askeri bir uçakla gelmek sözkonusu bile olamaz. Hindistan'ýn havalarýndan g
eçecek olan herhangi bir savaþ ve bombardýman uçaðý, yalnýz tarafsýzlýðýn militanlarý sayý
den çýldýrtmakla kalmaz, daha da önemlisi planýn gizliliðini tehlikeye sokabilirdi.
David Laughlin kendi kendine, eðer zaman olsaydý Lacombe, Benares'e gerektiði gibi gid
erdi, diye düþünmüþtü. Üzerinde bir peþtamal, elinde bir deðnek ve yalýnayak yani... Bunun
Laughlin Alsace Havayollarýndan kiraladýklarý on dört kiþilik küçük Corvette jet uçaðýndan
Paris'ten, Rangoon'a yarým günde varmýþlardý.
Uçaktan indikten yarým saat sonra da bir Vertol helikopteri onlarý güneþ batarken Benares'
n kuleleri ve kubbelerinin üzerinden geçiriyordu. Aþaðýda aðýr aðýr akan kutsal ýrmaðýn su
Dað yamaçlarý kentten birkaç kilometre uzaktaydý. Pilot helikopteri belirli bir yükseklikt
olaþtýrarak inecek yer arýyordu. Buraya iniþ hiç de koiay deðildi.
«Þunlara bak!» dedi Laughlin. «Binlerce!»
«On binlerce,» diye Lacombe düzeltti.
«Olaðanüstü. Ben...»
Lacombe pervanenin gürültüsünü bastýracak kadar yüksek sesle ama kibarca Laughlin'in sözünü
-du çok kutsal bir kiþidir. Ayný zamanda da iyi bir uygulamacý. O da bir cevap arýyor, yaþ
oyunca. Yýllardýr dinliyordu. Ona göre sorun imanýn da ötesinde. Sonuçlara bakýyor sadu.»
Laughlin bu sözleri bir süre düþündükten sonra, «Ama Hindularýn baþka bir yolu seçtiklerini
,» diye baðýrdý. «Nirvana burada deðil.»
Lacombe omuzlarýný elikti.
O sýrada helikopter iki Mercedes turist otobüsünün yanýndaki boþluða iniyordu. Pilot motoru
sturdu, pervane de yavaþlayarak durdu. Çevrelerinde ayaklanan toz toprak yatýþmaya baþladý
acombe helikopterden indik-ten sonra, Laughlin ve Ýki teknisyenle bir an durup par
lak gurubu seyretti.
Güneþin kan kýrmýzý ýþýnlarý þimdi hemen hemen yatay olarak geliyordu. Bu alev alev yanan a
ýþýnlarý, bir süre atmosferin sonsuz toz zerrecikleri tarafýndan süzüldükten ve bozuldukt
batýdaki sýradaðlarýn ardýnda kaybolacaktý.
«Haydi gidelim,» dedi Lacombe.
Laughlin teknisyenlere iþaret edince, onlar da mikrofonlarýný, Nagra teypi, pil çantalarýn
e 16 mm.Iik Arrif-lex kameralarýný yüklendiler. Dört adam yavaþça hacý kasabalýðýnýn arasý
Ýnsanlar küçük halýlarýn üzerinde birbiriierine yakýn yakýn oturmuþlardý. Yanlarýnda da yiy
i duru-
STEVEN SPIEI.BERG
yordu. Tam bir aile olarak gelenler de vardý. Hatta çok yaþlý görünen (ama herhalde kýrk ya
fazla olmayan) büyükbabalar da gelmiþti. Hastalýk ve açlýk onlarý çabuk çökertmiþ olmalýydý
Batýlý grup sadu'nun oturduðu, çevresi boþ alana doðru adýmlarýný sýklaþtýrdý. Sadu baðdaþ
i kapalýydý. Ellerini bitiþtirmiþ, dirseklerini yana doðru açýk tutuyordu. Garip, düþünen b
ydi.
Lacombe'un yaklaþtýðýný gören beyaz takým elbise giymiþ, zayýf bir Brahmin ayaða kalktý. Te
aletlerini yerleþtirirlerken, Laughin de çeviri yapmak için yanlarýna geldi.
«Güneþin batýþýna yarým saat var,» dedi Brahmin Lacombe'a.
Adamýn þivesi Laughlin'in dikkatini çekmiþti. Gayet düzgün Oxonian Ýngilizcesi konuþuyordu.
rlatýlmýþ deri çizmeler, beyaz muslinden gömlek ve keten bir ceket giymiþti genç Brahmin. B
nduðu yere aykýrý düþen kent soylu bir görünüþü vardý. Aþýrý düzgün konuþmasý da biraz yap
n bile bir menajere ihtiyaçlarý vardýr, diye düþündü Laughlin.
Sadu hiç kýpýrdanmadan oturuyor, gözkapaklarý bile oynamýyordu. Çevresindekilerin farkýnda
ibiydi. Dýþ dünyadan tümüyle kopmuþtu sanki. La combe bir an düþünceli bir sessizlikle dur
kutsal adamýn yanýna baðdaþ kurup oturdu. Ancak sadu'dan saygýlý bir uzaklýkta oturmaya d
etmiþti.
Þimdi mikrofonlar hazýrdý. Lacombe, Arriflex'in sehpasýna konmamasý konusunda ýsrar etmiþt
kinenin omuzda taþýnmasýnýn hareket eden þeylerin fotoðrafýný çekmede kolaylýk saðlayacaðýn
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Gözleri kapalý oturan Fransýz, sýrtýnýn dimdik durmasýna karþýn gevþemiþ, rahatlamýþ görün
natmadan Fransýzca bir emir mýrýldandý La-ughlin'e. O da teknisyenlerden birine dönerek, «N
gra'nýn muhafazaya alýnmasýný Ýstiyor,» dedi.
«Neden?» diye sordu teknisyen. «Herhangi bir elektrik devresine yakýn deðiliz ki?»
«Daha önce baþýna buna benzer bir olay gelmiþ de. Teypinin motoru ansýzýn durmuþ ve kayýt b
magnetikliðini kaybetmiþ.»
«Þaka ediyor olmalý» dedi teknisyen. «Ama madem öyle istiyor, dediðini yapalým bari.» Tekni
et kutusundan bakýr bir muhafaza çýkararak Nagra teypin üzerine geçirdi. Muhafazanýn baký
rinin uçlarýný da topraða soktu.
Lauglin daha önce de düþündüðü gibi, bu garip yerde ne yaptýklarýný, bu binlerce insanla b
en... neyi beklediklerini merak etti. Gelen raporda olayýn inanýlmazlýðýndan söz ediliyord
ncak Lacombe ona inanmanýn ve inanmamanýn sýnýrlarýný göstermiþ, inanýlmazlýða açýk olmasý
Laughlin arkasýný dönerek alev küresinin alt ucunun batýdaki sýradaðlara deðiþini seyretti.
ir sürede güneþin yarýsý kaybolmuþtu. Sadu yavaþça yerinden kalktý.
Ondan sonra olanlar Laughlin'e aðýr çekim bir film gibi geldi. Sadu'nun açýk dirseklerini
göðüs kafesine doðru kapatýþýný seyrediyordu. Avuçiçlerini bitiþik tutan sadu, sadece parma
ine deðecek þekilde ellerini yavaþ yavaþ ayýrdý.
Kutsal adamýn gözkapaklarý pencerelerden kepenk-lerin kalkmasý gibi aðýr aðýr açýldý. Yalný
hal-
STEVEN SPIELBERG
kanýn çevrelediði bu gözler çok iri ve kapkaraydý. Beyaz halkayý da siyah gür kirpikler çev
du.
Sadu'nun vücudu hareket etti, sanki hiçbir güç har-camýyormuþçasýna yavaþça baðdaþ durumund
Ayný anda da kentli 'Brahmin dizlerinin üzerine çöktü. Laughlin de farkýnda olmadan oturmu
Sanki orada ayakta durmaya tek hakký olan kiþi sadu'ydu. Laughlin gözünün ucuyla kameraman
la ses teknisyenin de diz çöktüklerini gördü. Onlarýn ne yaptýklarýnýn farkýnda olmadýkla
Sadu'nun çýplak kollarý aðýrbaþlý bir kararlýlýkla vücudunun iki yanýna açýldý. Havalanmak
uþa benziyordu. Arkasýnda kalan güneþin þimdi ancak üst ucu bir çizgi halinde görünmekteydi
o da kayboldu. Ortalýk ansýzýn kararmýþtý.
Sadu'nun uzun kollarý þimdi omuz hizasýnda iki yana açýk olarak duruyordu. Sonra yavaþ yava
ukarýya kalkarak kýrýþ kýrýþ olmuþ el üstleri baþýnýn üzerinde bitiþti. Bu konumda da bira
ollarýný týpký bir orkestra þefinin hareketi gibi, birden aþaðý indirdi.
Ayný anda on, yirmi bin gýrtlaktan alçak, melodik bir nota duyulmuþtu. Bu ses öylesine güçl
, bir anda Laughlin'in beyninde çýnladý. Lacombe'un gözlerini açtýðýný, yana dönerek tekni
ktýðýný gördü. Laughlin iþaret edince, teknisyen Nagra'nýn düðmesine bastý. Þimdi muhafaza
bandlarýnýn döndüðünü görebiliyordu Laughlin.
Sadu kollarýný yeniden kaldýrarak baþka bir nota seslendirdi. Ýlkinden daha yüksek perdede
bu nota. Ýki ezgi tüm dünyayý dolduruyordu sanki. Müritler bunlarý ya sýrayla tek baþlarý
ikisini birarada seslendiriyorlardý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Sadu arka arkaya üç nota daha seslendirdi. Þimdi Laughlin bu kadar çok sesin kulak týrmala
yýcý uyumsuzluðu karþýsýnda melodi duygusunu yitirmeye baþlamýþtý. Altýndaki toprak sesler
itreþiyordu. Bu sesler Batýlý kulaklara garip gelen melodisiz notalardý. Raporda yazýlanl
göre, bu sesler dört gece önce yýldýzlardan yeryüzüne gelmiþ ve o andan beri sadu'yla mür
r gece ayný sesleri çýkarýyorlarmýþ.
Notalar arasýndaki perde farklarýnýn hiçbir biçimde bir bütün oluþturmadýklarýný farketti L
nlar yarýya, çeyrek seslere bölünüyor, mikroton aþamalarýný andýrýyordu. Her þarkýcý bir
hafifçe deðiþtiriyordu. Sesler Ýlahi bir þarký gibi gökyüzüne yükseliyor, üzerinde bulundu
luk aldýklarý havayý titreþtiriyordu.
Þimdi tropik gecesi bastýrmýþtý. Nemli bir karanlýk herkesi kucaklýyordu. Sadu'yu artýk gör
rine karþýn binlerce kiþi þarkýyý sürdürüyor, aiderek dayanýlmaz bir yoðunluða eriþmeye zo
Yýldýzlar da görünmeye baþlamýþtý. Laughlin çevresini saran þarkýnýn vahþiliðinden ve gücü
bakýyordu, özellikle Büyük Ayý'nýn ucundaki yýldýz dikkatini çekmiþti. Bir parlýyor, bir
parlama ve sönmelerin bir ritmi vardý. Sanki Mors alfabesiyle bir mesaj yolluyordu. V
e yýldýz birden patladý.
Parlak kýrmýzý bir ýþýk baþlarýný göðe doðru kaldýrmýþ olan kalabalýðýn yüzlerini aydýnlatt
'nun yanýnda duruyordu. Kameraman omuzundaki Arriflex'i gökyüzüne çevirmiþti.
Kýrmýzý ýþýk dönen bir sütun haline gelerek önce turuncu oldu; sonra sarýya, sonra da solu
e dolaþýyordu. Ansýzýn beþ nota duyuldu
STEVEN SPIEIBERG
gökyüzünden. Saf. Melodik. Net. Müritler sustu. Ve gökyüzü bir kez daha onlara ayný ezgiyi
ladý.
«Aman Tanrým!» dedi kameraman.
Ateþ sütunu kayboldu, þarký sona erdi.
Müritler yerlerine oturup yüzlerini topraða koydular. Sadu Lacombe'a döndü. «Gökyüzü,» dedi
esle. «Gökyüzü bize þarký söylüyor.»
Ýki adam birbirine sarýldý. Fransýzýn yanaklarýndan gözyaþlarý akýyordu. Heyecandan sesi bo
«Hepimize söylüyor, dostum,» dedi.
ON ÝKÝNCÝ BÖLÜM
O cumartesi sabahý geç vakit, Neary uykulu gözlerle banyodaki aynaya bakýyordu. Traþ olmay
baþlamadan önce kendine gelmeye çalýþtý. Sonunda traþ köpüðü tüpünü alarak sað elinin ovu
ucunda beyaz bir tepecik oluþmuþtu. Elini otomatik olarak yüzünün hizasýna kaldýrdý. Birde
sý karýþmýþtý.
Neary elindeki beyaz tepeciðe gözlerini dikmiþ bakýyordu. Baþýný dikleþtlrerek sabun köpüð
rdi. Sonra sol elinin orta parmaðýyla tepeciðe belli belirsiz bir þekil vermeye çalýþtý
«Hayýr, böyle deðil,» diye kendi kendine konuþtu. Aslýnda ne dediðinin ya da ne yaptýðýnýn
di. Ama bu þekil ona bir þeyi anýmsatýyordu; kafasýnýn eriþemediði bir þeyi... Çýldýrtýcý b
eary bu þekli çok iyi biliyor ama yine de bildiði þey ondan milyonlarca kilometre uzaktay
mýþ gibi bir duyguya kapýlýyordu. Umutsuzca gözlerini kýrpýþtýrdý. Herkes böyle bir duyguy
diye düþündü. Hani bir an bir þey size çok yakýn ve tanýdýk gelir... Aslýnda hiç görmediði
gitmediðinizi bildiðiniz bir yeri daha Önce görmüþ gibi bir duyguya kapýlýrsýnýz ya... Baz
uzmanlarý bu tür duygulara dejâ vu derler. Ama her þey birkaç saniyede olup biter. Neary'n
in de bu
STEVEN SPIELBERG
duygusu geçmeye baþlamýþtý. Ama gözleri hâlâ sabun köpüðüne dikiliydi.
Banyo kapýsýnda duran Ronnie'nin aynaya yansýyan görüntüsü Neary'yi daldýðý âlemden çekip ç
«Ronnie,» dedi. «Bu sana neyi hatýrlatýyor?»
Kadýn onun elindeki sabun köpüðünü tümüyle görmezden gelerek kesin bir tavýrla konuþtu. «B
ranlara ultraviole lambasýnýn altýnda sað tarafýna dönmüþ olarak uyuyakaldýðýný söyleyeceks
«Ne? Neden?»
«Toplantýda o saçma sapan þeylerden söz etmeni istemiyorum,» dedi Ronnie. «Hiç olmazsa ned
tiðini bilene dek.»
Neary iþi mantýk açýsýndan ele almaya çalýþýyordu. «Eðer ondan söz etmezsem neyi bileceðimi
«Böyle þeyleri iþindeki arkadaþlarýna anlat ama parti-dekilere deðil.»
«Ýþ arkadaþlarýmýn hiçbir þeyden haberleri yok ki.» Bu tartýþma sýrasýnda Brad ile Toby de
i.
«Baba, onlar gerçek mi?» diye sordu Brad.
Ronnie sert bir dille, «Hayýr, deðiller,» diye kestirip attý.
«Böyle söyleme ona,» dedi Neary.
Brad ýsrar ediyordu. «Ama anne, ben inanýyorum.»
«Hayýr, inanmýyorsun.»
«Ama babam öyle diyorsa...»
«Baban öyle demiyor,» diye çocuðun sözünü kesti Ronnie. Sonra yalvarýr gibi kocasýna bakara
i, Roy?» dedi.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
«Ben sadece neler olup bittiðini anlamaya çalýþýyorum,» diye Neary karýsýnýn ima ettiði an
. Sað avucundaki sabun köpüðünü hâlâ tutuyordu.
Ronnie tartýþmayý sonuçlandýrýr gibi, «Ýþte bu da olaðan þeylerden biri,» dedi doðal çýkma
«Hangi þeylerden?»
«Artýk bundan söz etmek istemiyorum.»
Toby sordu. «Onlar ayda mý yaþýyorlar?»
«Ayda üsleri var onlarýn,» diye cevap verdi Brad. Konuya kendini iyice kaptýrmýþ gibiydi. «
geceleri pencerene gelip perdeleri çekiyorlar.»
Ronnie gözlerini kapadý. «Bu saçmalýklarý dinlemiyorum artýk. Tek kelimesini bile.»
«Geçen gece,» diye söze baþladý Neary elinden geldiðince sakin görünmeye çalýþarak. «Açýkl
Ronnie gözlerini birden açarak öfkeyle aynadan Ne-ary'ye dikti. Mavi gözleri hýrstan irileþ
iþti. «Dün gece saat dörtte ben de öyle bir þey gördüm ki, gerçekten bunu açýklayamayacaðý
am...»
Ronnie çocuklarýn birden dikkat kesildiðini fark ederek sustu.
«Bu gece oraya yine gideceðimi pekâlâ biliyorsun,
Ronnie. Hem de çok iyi.»
Kadýn arkasýný dönerek gitmeye hazýrlanýrken, alçak sesle, «Hayýr, gitmeyeceksin,» dedi.
Neary'nin cevabý kesindi. «Evet, gideceðim.»
O sýrada telefon çalmaya baþladý.
Ronnie kocasýna dönerek, bu kez þakacý bir tavýrla, «Hayýr gitmiyorsun,» dedi. Sonra banyoy
ip Ray'un yanýna geldi. Sað bileðini yakalayarak avucunu onun yü-
STEVEN SPIELBERG
züne bastýrdý. Sabun köpüðü Neory'nin yüzüne bulaþmýþtý Bu haliyle palyaçoya benziyordu.
Roy aynadaki görüntüsüne dikti gözlerini. Yüzündeki, beyaz köpük yanaðýnýn kýrmýzýmsý rengi
i. Traþ köpüðünü yüzünün öteki yerlerine daðýtýrken, kendi kendine, «Allah belamý versin k
ndý.
Ronnie'nin görüntüsü tekrar aynaya yansýdýðýnda, Neary traþ olmaya baþlamýþtý. Kadýnýn yüzü
ir ifade vardý. Kapý eþiðincfe durmuþ titriyordu. Gözleri dolu doluydu.
«R-Roy,» diye kekeledi. «Telefon eden Grimsby'ydi.» «öyle mi?»
«Ýþten atýldýðýný söyledi.» Ronnie artýk gözyaþlarýný tutamýyordu. Hýçkýrarak kocasýna sar
u.
«Sen... seninle konuþmaya bile gerek görmemiþler. Þimdi ne yapacaðýz? Neden iþten kovuldun?
r oluyor, Roy?»
Neary þaþkýn bir halde, «Tanrým,» diyebildi ancak. Elinde usturasý, kendisine sarýlmýþ
sabun köpüðüne bulanmýþ yüzüyle öylece duruyordu. Aynadaki bu görüntüye görmeden bakýyordu
i?»
Neary taþ kesilmiþ, hiçbir þey duymuyordu. Gözleri boþluða dikiliydi. Derken banyonun açýk
görünen yatak odasýndaki beyaz bir þeye bakýþlarýný yoðunlaþtýrdý. Yataðýn üzerinde duran
sýkýþtýrýlarak býrakýlmýþtý bir yastýk... Týpký az önce avu-cundaki sabun köpüðüne benziyor
«Hayýr,» dedi Neary. «Böyle de deðil.»
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Neary ertesi gece oraya gitti tabii. Ve hiçbir garip cisim ya da renk görünmeyince, ken
di kendine her þeyi unutacaðýna söz verdi. Ne var ki, bir sonraki gece yine oradaydý.
Neary artýk oradaki Ýnsanlarý da tanýmaya baþlamýþtý. Eski dost gibiydiler. Birden kaynaþmý
elinden eksik etmediði viski þiþesiyle eski kamyonetinde oturuyordu. Sailanan sandalyesi
ni de birlikte getiren kadýn oturup beklerken, zamanýný boþa harcamamak için örgü örüyordu.
eklerken? Artýk herkes onlara 'gece olaylarý' adýný takmýþtý. Baþka yaþlý bir kadýn onlar'
bir albüm yapmýþtý. Albümde baþka yerlerdeki 'gece olaylarý'nýn resimleri vardý.
Uzaklardan duyulan bir ses herkesin kuzey yönünde gökyüzüne bakmasýna neden oldu. Belki de
uzaklardan geçen bir jetin gürültüsüydü bu.
«Bütün gece de beklesek, burada olacaðýz,» dedi yaþlý kadýn.
Roy seksen yaþlarýndaki kadýnýn yanýna diz çökmüþtü. «Bu gece gelecekler mi?» diye fýsýlda
dýn birden gençieþmiþ gibi gülümsedi. Neary
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ona yaþamýn sýrrýný vermiþti sanki. «Dilerim Tanrýdan gelsinler,» dedi. «Ya siz?»
«Tüm kalbimle,» diye cevap verdi Neary büyük bir ciddiyetle.
Yaþlý kadýn onun içtenliðini anlamýþ gibi göz kýrptý, sonra deri kaplý albümü kucaðýnda doð
«Bunlarý kendim çektim,» dedi çok bilmiþ bir tavýrla. «Mahalle okulundayken her gece gökyüz
Neary renkli resimlere baktý. Kâðýda sýçrayýp daðýlmýþ sarý boyayý andýrýyordu fotoðraflard
ibi uzanan beyaz bir çizgiydi. Hayal meyal görünen mavi bir lekeyi gösteriyordu baþka biri
de. Ancak fotoðraf makinesi kullanmasýný bilmeyen biri, ilk çektiði resimlerde bu tür ha
yapabilirdi.
Neary resimlerin hiçbirinde, olanlarý anlamak için kendisinin duyduðu o tutkuyu sezemedi.
Bunlar bir seyircinin gözlemleriydi. Týpký sirklerde alev yutan göstericiyi izleyen ama
bunu nasýl yaptýðýný merak etmeyen seyirciler gibi... Seyretmek onlar için yeterliydi.
'Gece olaylarý'nýn görüldüðü gecenin bir sonraki gecesi oldukça büyük bir kalabalýk toplan
ha önce görmediði kimseler de vardý. Ve ilk kez o gece yolunun üzerine çýkan çocukla genç k
a olduðunu gördü.
Neary kalabalýðýn üzerinden genç kadýný selamladý. Küçük oðlunun elinden tutan genç kadýn N
di. «Bizi hatýrladýnýz mý?»
«Nasýl unutabilirim ki?»
Genç kadýn elini uzatarak, «Adam Jillian Guiler,» dedi. «Bu da Barry.»
«Ben Roy Neary. Oldukça heyecanlý bir gece, deðil mi?»
«Kalabalýk kolay daðýlacaða benzemiyor.» Kadýn Neary'nin yanaðýna dokundu. «Güneþten yanmý
«Bu gece de öteki yanaðýmý yakmayý umuyorum.»
«Benim de göðsüm ve boynum yandý.» Genç kadýn bluzunun düðmelerini çözerek göðsünün üst kýv
terdi. Ama Neary'nin kýzardýðýný görünce, «Özür dilerim,» diyerek bluzunun düðmelerini kap
ndime çok yakýn hissettim de... Týpký çok eski bir dost gibi...» Güldü. «Böyle bir yaþantýy
lmaya yeterli, deðil mi?»
Neary baþýyla onayladý. Artýk utanmýyordu. O sýrada kýsa pantolonlu, güleryüzlü bir adam ya
ip bir flaþ parlattý. Parlak ýþýkta yüzlerinin yanýðý daha belirgin olarak görünmüþtü. Bu a
cak ki, resimlerini çekti. Jillian göllerini kýrpýþtýrarak adama döndü. Ama kýsa pantolonl
i çitin yanýnda oturmuþ bir çamur tepeclðlyle oynayan Barry'nin resmini çekmeye hazýrlaný
Jillian aceleyle amatör fotoðrafçýnýn yanýna gidip, «Onu rahat býrakýn,» dedi. «Böyle iþler
ha...» Genç kadýn kýzmýþ görünüyordu.
Adam özür diler gibi hafifçe öksürdü. Barry'ye bakarak, «Nereden o?» diye sordu.
Jillian kýzgýn kýzgýn, «Yeryüzünden,» dedi. Bir yandan da Barry'nin yüzündeki toz topraðý s
çamurlarý sýkýþtýrarak uzun, koni biçiminde bir tepecik yapmakla meþguldü.
«Benim... þey... bu yaramazlardan üç tane var evde.» dedi Neary.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
STEVEN SPIELBERG
Jillian, «Gördüklerinizi karýnýza anlattýnýz mý?» diye sordu.
«Tabii.»
«Nasýl davrandý?»
«Anlayýþ gösteriyor,» dedi Neary biraz alaylý. Sonra ekledi. «Tam bir anlayýþ.»
Jillian da alaylý bir gülümsemeyle karþýlýk verdi. «Ben de anneme anlattým. Bütün bunlarýn
lduðunu söyledi.» Genç kadýn bir an sustu. Neary onun utandýðýný hissetmiþti. Týpký az önce
gördüðü an kendisinin olduðu gibi.
«Tabii tümüyle yalnýz sayýlmam,» diye Jillian düzelt-meye çalýþtý. «Barry var, sonra komþul
am anlamýyla yalnýz sayýlmam.» «Ya Barry'nin babasý?»
«öldü.» Jillian susarak gözlerini Neary'den kaçýrdý. «Yaþasaydý, bütün bunlarý karýnýzdan d
m. Anlayýþ göstereceðini de...»
O anda Noary'nin aklýna söyleyecek bir þey gelmiyordu. Barry'nin yanýna çömelip çamurlarý
rdým etti. «Gecenin bu saatinde çok sýký çalýþýyorsun, oðulcuk, ha?»
«Aslýnda çoktan yatmýþ olmasý gerekirdi.» Jillian'ýn ses tonundan bir suçluluk duygusu sezi
. «Ama önceki gece evden kaçtýðýndan beri gözümün önünden ayýrmak istemiyorum.»
Neary genç kadýnýn sözlerini baþýyla onayladý. Ama gözleri küçük çocuðun yaptýðý çamurdan t
bir dal alarak tepeciðin yamaçlarýna yivler açmaya baþladý. «Hýmm.» Yakýndaki birkaç çakýl
e uzattý. «Bir de bunlarla dene.»
Barry çakýl taþlarýný koni þeklindeki tepeciðin etek-
lerine yerleþtirdi. Týpký volkandan püsküren donmuþ lavlar gibi duruyorlardý taþlar.
«Þimdi daha iyi oldu,» dedi Neary. Garip ama çocukla annesi Neary'nin davranýþýný çok doða
Birden þaþýran Neary sordu. «Hey, bu sana neyi hatýrlatýyor?»
Jillian bir an derin derin düþündüyse de, bu þeklin kendisine neyi anýmsattýðýný bulamadý.
Birden çevreye garip bir sessizlik çökmüþtü. Gençler ve yetiþkinler dürbünlerlylo fotoðraf
i gökyüzüne doðru çevirdilör. Birinin el radyosundan Eagles'ýn söylediði, 'Desperado' adlý
.
Jillian, gökyüzünü iþaret ederek, «iþte orada!» dedi.
Topluiðne baþý kadar Ýki bulanýk ýþýk öne arkaya, aþaðý yukarý hareket ediyor ve karanlýkta
aþýyordu.
Neary fotoðraf makinesini kaldýrdý. «Bu kez hazýrým.»
Genç kadýn elini Neary'nln koluna koyarak, «Titriyorsun,» diye fýsýldadý.
«Biliyorum.» Neary aldýrmazmýþ gibi güldü.
«Gözlerin yanmýyor mu?»
«Hem de nasýl... özellikle Ýki gündür.»
«Benimkiler de.»
«Ama bir tür çýlgýnlýk bu.» Neary'nin diþleri birbirine çarpmaya baþlamýþtý.
Þimdi ýþýklar tüm þiddetleriyle onlara eriþiyor, gitgide büyüyorlardý. Kör edici, acýmasýz,
eren ýþýklar...
«Bu bir tehdit mi?» diye sordu Jillian.
Neary kamerasýný ayarlamýþtý, ama o denli titriyordu ki, doðru dürüst çekebileceðinden kuþk
lian'a dönerek sordu. «Eðer o þeyler buraya gelir ve kapýlarýný açar-
SftVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
larsa, içeri girip onlarla birlikte gider misin?» «Hiç düþünmeden,» cevabýný verdi Jillian.
nle,» dedi, «Bu ses... dinle.» O garip ses havadan süzülerek kulaklarýna çarptýðýnda, kala
areket oldu. Rüzgâra karþý esen ritmik bir gürültüydü bu. Þimdi daha da artmýþtý. Ve birde
rtýrmaya baþladý. Tüm tahminleri aþan bir çýlgýnlýða ulaþmýþtý þimdi. Bir iç patlamayý
yorumlamaya hiç kimsenin gücü yetmiyordu. Korkuya kapýlmýþlardý. Kör edici iki ýþýk düny
niteliði deðiþmiþti. Gökyüzü bir yaz günü öðlen vakti gibi aydýnlýktý. Birden aydýnlýðýn iç
r Hava Kuvvetlerine ait Huey helikopterleriydi. Sýcak hava püskürterek kalabalýðýn üze
geçiyorlardý. Hem de çok yakýndan. Tam bir paniðe yol açmýþlardý. Sarmal manevralar yapýp
iklerinden, oluþturduklarý hava akýmý bütün tabak çanaðý yiyecekleri, peçeteleri uçuruyord
lüminyum sandalyeler, portatif masalar, battaniyeler de bu anafora kapýlarak dört bir ya
na saçýldý.
Neary þaþkýnlýk, kýzgýnlýk ve biraz da tiksintiyle birkaç metre üzerlerinde uçuþan Hava Ku
elikopterlerini seyrediyordu.
Yaþlý kadýn albümden daðýlan fotoðraflarýný toplamak için oradan oraya koþuþarak helikopter
yaðdýrýyordu. Resimler dört bir yana saçýlarak uzaklara uçmuþlardý.
Barry birden bir çýðlýk atarak koþmaya baþladý. Jillian çocuðu güçlükle zaptedebildi. «Barr
opter, korkma,» diyordu.
«Evet bunlar bizden,» diye baðýrýyordu Neary de, o toz toprak ve gürültü karmaþasýnda.
Yol levhalarý da titremeye baþlamýþtý. Neary bir süre bu titreþimleri seyrederek, geçen ge
rini düþündü. O gece de yol levhalarý titremiþti. Ama o kez daha þiddetliydi titreþimler.
ki. O titreþimlere belki de 'gece olaylarý' neden olmuþtu.
Oysa Neary þimdi yol levhalarýnýn titreþimine, delice manevralar yapan helikopterlerin o
luþturduðu hava akýmýnýn neden olduðunu açýkça ve düpedüz görebiliyordu. Bütün bunlar tam
rdu.
Ve bu çýlgýn olayda, Neary ilk kez yalnýzca görmüþ olduklarýndan deðil bu konuda tüm düþünc
ymaya baþladý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Çölde yýldýzlar büyük ve iri elmas gibi parlaktý. Ufka en yakýn olanlarý, kumlardan yüksele
isiyle kývýlcýmlar saçar gibi parlýyordu.
California, Barstow'da geceyarýsýydý. Goldstone Rad-yoteleskobunun parabolik dev kulaðý gök
dinliyordu. 14'üncü istasyon sözde onarým için sökülmüþtü, ama asýl olayý gizlemek için bi
zay araþtýrmalarý Ýçin gerekli araçlar buraya taþýnmýþlardý. Viking, Helios, Plonser, Mari
Saturn ve Voyager deneylerini izleyen ve denetleyen ayný araç burada derin uzay araþtýrm
asý konumuna getirilmiþti.
Gözleme binasýnýn içine girer girmez þu yazý göze çarpýyordu: VERÝ GELÝÞTÝRME ÇALIÞMALARI.
GÝREBÝLÝR. 5883 MC CORSCON'A DANIÞIN. Elektronik düzenle açýlýp kapanan kapýnýn önündeki
izi aygýtý, giriþi bir nöbetçi gibi korumaktaydý.
Özel bir geceydi bu. Endiþe ve bekleyiþlerin kol gezdiði bir gece... Giriþteki aygýta altý
asýlmýþ ve parmak izleri tanýmlandýktan sonra kapý týslayarak açýlmýþtý. Burasý görev dene
isayar merkezinden çok
depoyu andýrýyordu. Bu çalýþmalar baþlamadan önce de boþ ve karanlýk bir depoydu zaten.
Ýçerdeki faaliyetin ana merkezi, deponun tam ortasýndaki düz bir treyler üzerine yerleþtir
iþ olan küp biçiminde bir uzay araþtýrma aracýydý. Gömleklerinin kollarýný yukarýya kadar
je elemaný uzaydan alýnan algýlarý bilgisayara programlayan araçlarýn önünde harýl, harýl
metreler, kumanda tablolarý, verici ve alýcý ünitelerin arasýnda onlara hiç uymayan bir ay
ardý: Bir mini Yamaha syntheizer'i... Ve Claude Lacombe klavyede boþ notanýn egzersizi
ni yapýyordu. Bir mesaj yollar gibiydi. Her ses birbirinden ayrý olarak tek baþýna çýkýyor
a bunlar kuþku götürmez biçimde Hindistan'daki Benares'de duyduklarý ezginin aynýsýydý. Gök
nunda bu müzik varsayýmsal amacýna hizmet etmekteydi
Ve bir süre sonra karþýlýk geldi. Bilgisayardan metrelerce kâðýt çýkmaya baþladý ve bir an
pladý. Tüm proje elemanlarý sýraya dizilerek kâðýt þeritleri okumaya çalýþýyordu. Kâðýtlar
dakika süreyle de birtakým noktalar görüldü. Titreþimler, sonra duraklamalar, uzun aralýkla
e sonra yeniden çok hýzlý iletiþimler. Lacombo bir tür haberleþmenin kurulduðundan emindi.
isayarýn önündeki sandalyeye oturarak avucunu alnma dayadý. Derin bir soluk alýp hafifçe t
yerek ciðerlerindeki havayý boþalttý. Bu kapalý yerde ay-gýtlarýn gürültüsü bazý genç kulak
gibi gelebilirdi ama asýl gürültü kesilince, Lacombe'un kafasý umutsuzlukla uðulduyordu. il
tiþim yeniden baþlayýnca La-combe sandalyesinin arkasýna dayanýp gülümseyebildi ancak.
«Tamam, beyler!» Konuþan operasyon danýþmanýydý.
STEVEN SPIELBERG
«Ýþte iletiþim modeli burada. Ýki on beþ dakikalýk yayýn aldýk. Yüz dört çabuk titreþim, so
ra. Kýrk dört titreþim ve beþ saniyelik duraklama. Sonra otuz RP ve altmýþ saniyelik ara. B
ndan sonrakiler tümüyle farklý iþaretler. Þöyle: Kýrk artý beþ. Otuz altý artý beþ. On, son
klama. Sonra tekrar yüz dört titreþim-lik baþlangýç.»
Lacombe yeniden o beþ notayý çalarak göndericiye verdi. Danýþmanlardan biri hemen, «Buna ka
olacak?» diye sordu. Lacombe ona bakarak omuzlarýný silkti. Belki yarýn bu notalarýn ne a
lama geldiðini öðrenebileceklerdi. Ama þimdi iletiþim yarýþý sürmekteydi ve yirmi dört pro
yý, hiç aksatmadan saat gibi yürütmesi gerekliydi.
Tekrarlanan sayýlarý ayýklayan adamlardan biri, «Bu hiç de sosyal sigorta numaralarýna benz
miyor,» dedi. «Çok rakam var.»
Baþka biri bu þakaya katýldý. «Belki McDonald Maðazalarýnýn geçen haftaki satýþ listesinin
Lacombe'un dýþýnda herkes güldü. Yapýlan þakayý anlamadýðýndan Laughlln'o bakarak Fransýzc
ekledi. Ama çevirmen hiçbir karþýlýk vermedi. Laughlin iþverenine bakmýyordu bile. Kâðýt y
nceliyordu. Lacombe ona dikkatlice baktý. Laughlin bir þeyle uðraþýyor, onu bulmak Ýçin te
du. Çevirmen baþýný kaldýrdýðý zaman herkes baþka yöne bakýyordu ama Lacombe'un gözleri on
h-lin'e baþýný sallayarak düþündüðü þeyi söylemesi için cesaret vermek istedi. Laughlin de
«Bir dakika!»
O anda aralarýnda konuþuyor ve o büyük soruya bir
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
cevap arýyorlardý. Laughlin sesini yükselterek, «Bir dakika beni dinleyin,» diye yineledi.
Birden oda sessizleþmiþti.
«Þey... Fransýzca çevirmenlik yapmadan önce asýl mesleðim haritalarý okumaktý. Bu sayýlar t
uk belirtir gibi görünüyor.»
Kimse yerinden kýpýrdamadý. Anlamsýz gözlerle Laugh-lin'e bakýyorlardý. Çevirmen devam etti
zi üç sayý var, tamam mý? Ýlk sayýnýn da üç aþamasý. Son ikisi altmýþýn altýnda.»
Laughlin ayaða kalkarak Lacombe'un yanýna gitti. Lacombe da ayaða fýrlamýþ ve neredeyse 'Eu
eka' diye baðýrmaya hazýrdý. Odadakller þaþkýn sessizliklerini sürdürüyorlardý. Sonra herk
luþu kavrayýverdi. Þimdi heyecan merkezi Laughlin ve Lacomb'du. Proje elemanlarý onlarýn ç
esinde bir halka oluþturmuþtu.
«Belki...» diye biri söze baþladý. «Belki de bize gökyüzündeki yerlerini anlatýyorlar, gal
inatlarýný veriyorlar.»
«Olamaz,» diye atýldý teknisyenlerden biri. «Çünkü bunlar bizim 'Büyük Kulak'ýn yönüne uymu
lý. Biz uzay deðil yeryüzü koordinatlar alýyoruz.»
Þimdi herkes bir harita bulma telaþý içindeydi. Hep birlikte tüm aygýtlarý iþler býrakmýþ,
aþkanýnýn odasýna giden koridorda koþuyorlardý.
Büronun içinde çelik ayaklýðý üzerinde duran büyük bir yerküre vardý. Birden kapý açýldý ve
Proje elemanlarý Rand McNalIy'nin yerküresinin baþýna üþüþtüler. Çocuklar gibi heyecanlýy
sýný altýný üstüne getirdiklerinin farkýnda bile deðillerdi.
Yerküreyi önce ayakiýðýyla birlikte götürmeyi denedi-
STEVEN SPIELBERG
t
ler. Ama çok aðýrdý. Sonra bir matematik uzmaný küreyi omuzladýðý gibi ayaklýðýndan çýkardý
dora taþýdýlar.
Yerküre voleybol topu gibi elden ele taþýnarak iletiþim odasýna getirildi. Masanýn üzerine
nunca Laughlin ötekilerin parmaklarýný bir yana iterek Kuzey Kutbundan itibaren ölçüleri
amaya baþladý.
«Antartlka, okyanus... okyanus... okyanus... Easter Adasýný atlýyor, Sala-Y Gomes Adasýný d
geçiyor. Meksiko'daki Landfall. Puerto Valarta'yý da atlýyor... New Mek-dika'dan geçerek
Carlsbad Cavern'lara ulaþýyor, ama devam ediyor ve...»
Bir baþka adamýn parmaðý da Birleþik Amerika'nýn ortasýndan geçerek batý yönüne doðru baþka
ordu. «Maine... New Hampshire... Great Lakes... Minnesota... Güney Dakota...»
Derken parmaklar bir eyaletin kuzeydoðu köþesinde birleþti.
«Wyoming?» Laughlin, Lacombe'o baktý. «Wyoming.» Bir süre uzayan sessizlik ekip liderinin
eksaslý þive-siyle bozuldu. «Tamam, ne bekliyoruz artýk. Bana Wyo-ming'in haritasýný getir
n.»
. O arada Lacombe yerine oturarak kulaklýklarýný takmýþ, o beþ notayý çalýyordu. Bunlarý b
acýlýðýyla gökyüzüne yayýyor, bekliyor ve dinliyordu. Karþýlýk yok. Yeniden Yamaha'nýn kl
Yine bir þey yoktu. Lacombe öne doðru eðilerek dikkatini yo-ðunlaþtýrýp yeniden çaldý. Anc
de sesler yirmi dört proje elemanýnýn Ýlk kesin baþarýlarýný kutlamalarý arasýnda kayboldu
o sessizlik perdesi yýrtýlmýþtý.
ON BEÞÝNCÝ BÖLÜM
Oyuncak ksilofonun akordu çok bozuktu. Bu yüzden Barry aletiyle o beþ notayý çaldýðýnda, bö
ip sesler çýkarýyor olmalýydý.
Çocuk bu notalarý bir anda çýkarmamýþtý. Jillian yan odadan onu dinliyordu. Barry bu ezgiyi
luncaya dek sürekli çalmýþ, sonunda istediðini elde etmiþti.
J
illian'ýn kulaðýna bu ezgi çok garip gelse de, Barry' in kendi kendine gülüþleri onun tatmi
lduðunu gösteriyordu. Bulmuþtu ve mutluydu. Bu beþ notanýn garip dizisi -böyle þeyler çoc
eden de akýllarýna gelirdi?-tuhaf bir biçimde insaný rahatsýz ediyordu. Ama oyuncak ksilof
onlar, kuþkusuz sesleri doðru olmalarý gerektiði gibi çýkaracak kadar hassas deðillerdi. B
la olaðandýþý sesler çýkarmak kolaydý.
Jillian bir önceki gün gibi, bugünü de pastel ve karakalem resimler yapmakla geçirmiþti. B
ez tükenmez kabataslak resimlerdi bunlar. Büyük kentlerden çok uzakta oturmasý, sanat eðit
ni býrakmasýna neden olmuþtu. Ancak bu alýþkanlýðýndan vazgeçmesi zordu. Kendini, Bar-ry'ni
sandalyenin ya da üzerinde kirli tabaklar, tuzluk
STEVEN SPIELBERG
ve biberlik olan bir mutfak masasýnýn resmini çizerken bulurdu zaman zaman.
Bugün Jillian manzara resmi, özellikle daðlar çiziyordu. Düzgün olmayan diþler gibi garip
doruklarýn uzaktan görünüþü, nedense Jillian'a, Barry'nin ksilofonda ýsrarla tekrar tekrar
iyi anýmsatýyordu.
Daðlarýn bu görünüþü tümüyle rasgele bir seçimin en katýksýz biçimiydi. Volkanik patlama, y
boyu rüzgârýn etkisi birleþerek olasýlýða en saf biçimini vermiþti.
Ve yalnýzca rasgele bir seçim sonucu Barry bu beþ notayý bulabilirdi. Geliþigüzel seçmiþti
rý. Ama bir kez de bulunca, onlara o denli baðlý kalmýþtý ki, duyan bunlarýn rasgele varlý
duyardý. Sanki bilerek seçilmiþ gibiydiler. Yine de nasýl bir yapraðýn damarlarý yalnýzca
gü ve baþka yapraklarda görülmezlerse ya da bir kumsaldaki her çakýltaþý nasýl büyüklük, bi
bakýmýndan ötekilerden farklýysa, Bu notalar da öyleydi.
Ayrýca Barry'nin nolalarý çalýþýnda, bu geliþigüzellik aracýlýðýyla bir mesai Ýletmek ister
vardý.
Jillian temizleme ve ayýklama amacýyla, çizdiði resimlerin çoðunu atmýþtý. Ancak bir tanes
isine bir þey anýmsattýðý için saklamýþtý. Tam olarak neyi anýmsattýðýný da bilmiyordu aslý
n ve ince olan özel bir daðýn resmiydi bu. Kum ve rüzgarýn bir volkan lavýnýn çevresindeki
tabakayý aþýndýrarak oluþturduðu bir çöl minaresini andýrýyordu.
Daðýn yamaçlarý derin ve dar oluklarla yarýlmýþtý. Bu terkedilmiþ, ýssýz çevrede, güneþin g
e kaldýrýlmýþ bir parmak gibi yükseliyordu.
Yakýnlardan, bir gökgürültüsü duyuldu. Jillian hafifçe
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ürpererek yaðmurun gelip gelmediðini görmek için koþarak dýþarý çýktý. Bulutlar batýda küm
kurþun yýðýnlarýyla örtüyorlardý. Jillian bulutlarýn arkasýnda þimþekler çaktýðýný gördü.
lgelelim þimþeðin ýþýltýlarý sanki donmuþ gibi uzunca bir süre gökyüzünde kalýyordu. Uzakl
tan buluta atlýyorlardý.
Hava toplanan arýlarýn výzýltýlarýyla yoðunlaþmýþtý. Þimdi bulutlar aþaðý doðru hareket ed
Evet, gerçekten aþaðý ve Jillian'a doðru geliyorlardý. Ýçlerinde renkli, garip ýþýltýlar bi
ine sekiyordu.
«Olamaz,» dedi Jillian alcak sesle.
Yuvarlanan daðlarý andýran bulutlar, yeryüzünden göðe eriþmek ister gibiydiler Bu koyu bul
ikçe geniþleyen bir sütunu andýrýyordu. Týpký bir... bir kasýrga gibi...
Jillian kendini savunmasýz hissetti. Ayný The Wizard of Oz (Oz'un Büyücüsü) adlý kitapta de
ir kasýrganýn Kansas ufkunu kapladýðý zaman Dorothy'nin kapýldýðý duyguya benziyordu bu,
Jillian kendi kendine, ama burasý Kansas deðil, diye anýmsattý. Ve de buluttan buluta se
ken bu parlak ýþýltýlý þeyler gerçek deðildi. Yoksa gerçek olabilirler miydi? Ama kuþkusuz
Ýþte.
Ansýzýn korkuya kapýlan Jillian, «Hayýr, olamaz,» diye baðýrdý. Evinin ne denli korunaklý o
i anlamak istermiþ gibi çevresine bakýndý. Sonra yavaþça arkasýný döndü, evin arka kapýsýn
k-Iýk merdivene doðru yürüdü. Merdivenleri çok aðýr çýkýyordu. O anda yeterince dehþete dü
yaratmak istemiyordu. Aðýr çekim film gibi eve
STEVEN SPIELBERG
doðru ilerleyip içeri girdi. Sonra yine istemli olarak yavaþ hareketlerle dýþ kapýyý kapatt
litledi.
Jillian oturma odasýna girerek jaluzileri, perdeleri kapatmaya baþladý. Odadan odaya geçt
ikçe hareketleri de istemeden hýzlanýyordu. Önce yürürken sonra hýzlý adým atmaya, en son
ya baþlamýþtý. Son jaluziyi kapatýrken artýk tam bir panik içindeydi. Ellerine hâkim olam
eriksizleþmiþti.
Bir an hareketsiz durup neler olduðunu düþünmeye çalýþtý. (Gök gürüldemiþti, deðil mi? Þim
tan duyulan arý kümelerini andýran výzýltýnýn da fýrtýnayla bir ilgisi vardý. Sonra bulutl
u gelmeye baþlamýþlardý. Jillian daha önce bulutlarýn böyle hareket ettiðini görmemiþti hiç
Barry gülüyordu. Zaten en þiddetli fýrtýnalardan bile korkmazdý. Jillian böyle olduðuna þük
en. Ama þu anda gökgürültüsü camlarý zangýrdatýr, þimþekler odanýn içinde alev gibi parlark
lar atarak Ýçten gülüþü, onu rahatsýz ediyor, dayanýlmaz geliyordu. Ama haksjzdý Jillian. Ç
enli mutlu olmaya hakký vardý.
Doðru Barry'nln odasýna gitti. Çocuk ksilofon çalmayý býrakmýþ, evde perdesi açýk kalmýþ te
de duruyordu. Büyük bir dikkatle gözlerini gökyüzüne dikmiþti ve gördüðü þey ona neþe veri
Derken Barry birden fýrlayýp koþarak evi dolaþmaya, jaluzileri kaldýrmaya, kapýlarý, pencer
ri açmaya baþladý.
«Hayýr, Barry! Yapma!» diye baðýrýyordu Jillian ardýndan koþarken. Bir yandan da çocuðun a
ncereleri, kapýlarý kapatýyor, kilitliyordu.
Çocukla annesi oturma odasýnda buluþtular. Barry tam o sýrada jaluziyi açmýþtý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Jillian çocuðu yana doðru iterek jaluziyi çekip indirdi. Sanki buna tepki gibi, o anda ev
korkunç bir gökgürül-tüsüyle sarsýldý.* Perdenin arkasýnda çakan þimþeðin ýþýðý o denli yo
var bir anda alev almýþ gibi oldu. Ayný anda yoðun bir výzýltý ortalýðý sardý.
Jillian bu sesten ürkerek büzülmüþtü. Ama Barry ellerini çýrparak gülüyordu. Þimdi ev kara
la çakan þimþeðin ýþýðý zaman zaman aydýnlatýyordu odayý.
Jillian, Barry'nln elinden tutarak kendi odasýna götürdü. Sonra rehberi alýp Roy Neary'nln
telefon numarasýný aramaya baþladý.
Numarayý tam bulduðu Hýrada, turuncu bir ýþýk ve gökgürültüsü eve dev bir yumruk gibi indi
a baþladý. Pikap da. Elektrik lambalarý yanýp sönüyorlardý. Jillian uzaktan temi/Ýlk dolab
ektrik süpürgesinin de çalýþtýðýný duydu.
Barry annesinin elinden kurtularak pencereye koþup perdeyi bir çekiþte açtý. Bir yandan da
sevinç çýðlýklarý atýyordu. Derken garip bir sakinlik çöktü ortalýða. Televizyon ve pikap
ik süpürgesi de çalýþmýyordu artýk. Hiçbir ses yoktu, hatta rüzgârýn uðultusu ya da arýlar
Sonra Jillian onu iþitti. Bu bir pençe sesine benziyor
du. .
Çatýdaydý. Kiremitlere týrmanýyordu. Yabani hayvan ya da yýrtýcý kuþ pençeleri... Uzun, kes
ar hýzlý hýzlý týrmýklýyordu.
Jillian tam üzerindeki tavana bakýyor, gözleri týrmýk seslerinin gittiði yönde hareket ediy
u. Sesler bacada
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
bir an durdu. Sonra bacadan aþaðý doðru gelmeye baþladý.
Jillian oturma odasýna koþarak deli gibi baca kapaðýný aramaya baþladý. Ne olursa olsun ba
patmasý gerekliydi.
Barry de Jillian'ýn ardýndan dolaþýyor, neþeyle, «Ýçeri gelin, içeri gelin,» diye baðýrýyo
Jillian baca kapaðýný bulup odasýna geldiðinde, pençe sesleri de bacadan oldukça aþaðý inm
e takýp iyice sýkýþtýrdý,
Ayný anda kulaklarý týrmalayan bir gürültü evi sarstý. Turuncu ýþýk odanýn tüm köþelerini d
ve perdeler bir anda açýlýverdi.
Jillian yere çökmüþ, elleriyle kulaklarýný týkýyordu. Televizyon sonuna kadar açýk sesle ç
p da dönüyor ve hoparlörlerden, 'Chances are' þarkýsýný söyleyen Johnny Mathis'in sesi asl
esi gibi geliyordu.
Jillian, Barry'yi de yanýnda sürükleyerek telefona koþtu yeniden.
Korkudan gözleri Ýrileþmiþti Neary'nin numarasýný buldu, alýcýyý kaldýrýp kulaðýna götürdü.
e Barry'nln ksilofonla çaldýðý o beþ notalý ezgiyi duyuyordu. Jillian düðmeye basarak telef
apatýp açtý, kýzgýn arýlarýn výzýltýsý gibi bir ses alýnca, Neary nin numarasýný çevirmeye
Odanýn ýþýklarýna bir þeyler oluyordu. Birden sönük-leþerek bulanýk bir kýrmýzýya, sonra pa
yakacak kadar keskin mavi - beyaza dönüþüyorlardý.
Karþý tarafta telefon çalmaya baþlamýþtý.
Bir kadýn sesi, «Alo?» dedi.
«Roy?» Jillian'ýn sesi korkudan kýsýlmýþtý.
«Evde yok,» dedi Ronnie gayet olaðan bir sesle. «Ben karýþýyým. Kim arýyor?»
O anda aydýnlanma öyle þiddetliydi ki, odanýn havasý bile kýzgýn turuncu renkte aleve dönüþ
ir výzýltý sesiyle birlikte ev elektrik çarpmýþ gibi oldu. Sanki binlerce volt elektrik yü
bir yüksek gerilim kulesi evin üzerine yýkýlmýþ ve elektrik akýmýný ona geçirmiþti.
Elektrik süpürgesi, hýicrede iþkence gören bir mahkûm gibi dehþetle haykýrýyordu. Hoparlör
ere dayanamayarak patladý.
Metal bir kültablasý havaya yükselerek bir an ortalýkta dolaþtý. Korkunç bir sýcaklýk saçý
n damda o pençe seslerini yeniden duydu
Artýk neler olup bittiðinin ucunu kaçýrmýþtý genç kadýn. Telefon elinden düþtü, kendisi de
Barry neredeydi?
«Barry!»
Elektrik süpürgesi kontroldan çýkmýþ bir robot gibi odada çýlgýnca turlar atýyordu. Jillian
oðru gelmeye baþlayýnca genç kadýn yerinden fýrlayýp yana çekildi. Süpürge gerileyip tekr
Jillian önünden çekilerek koþmaya baþladý.
Çatýrtý, gýcýrtý, gümbürtü ve kör edici ýþýk patlamalarý Jillian'ýn aklýný baþýndan almýþtý
düþünebildiði Barry'ydi.
«Barry!»
Jillian tüm gürültüye karþýn uzaklarda bir yerden Barry'nin neþeli kahkahalarýný duyabildi.
tan geliyordu. Yürüyecek hali yoktu Jillian'ýn. Yerde yarý emekleyip yarý sürünerek mutfa
erledi.
Buzdolabý yoðun bir titreþim içindeydi. Kapýsý açýlmýþ içindekiler þangýrdýyor, elektriði y
STEVEN SPIELBERG
Derken Jillian oðlunu gördü. O da yerde emekleyerek kapýnýn altýndaki köpeðin çýkýþ deliði
. Kapýya eriþince, o dar delikten çýkmak için vücudunu kývýrýp bükülmeye baþladý.
Jillian ileriye atýlarak Barry'nin ayaðýný yakaladý. Sýkýca tutup kendine doðru çekmeye ça
asýlýyordu. Barry muþambada ona doðru kaymaya baþlamýþtý. Havanýn madenimsi bir kokusu var
rik yüklüydü.
Sonra bir þey Barry yi çekerek Jillian'dan uzaklaþtýrdý. Bir güç onu evin dýþýna sürüklüyor
«Býrak onu!» diye baðýrdý Jillian çýðlýk çýðlýða.
Genç kadýn diþlerini sýkarak Barry'yi kendine doðru çekti yeniden. Çocuðun bedeni on beþ, y
ntim kadar öne ve arkaya doðru gidip geldi.
Jillian çocuðun ayaðýna tüm gücüyle yapýþmýþtý. Ve de býrakmamaya kararlýydý. Tâ ki, býrakm
eceðini anlayýncaya dek... Birden hýçkýrmaya baþladý. Pençe halini almýþ elleri gevþedi ve
üzerinde kayarak ondan uzaklaþtý. Sonra kapýnýn altýndaki delikten dýþarý çýktý.
Bir anda Barry yok olmuþtu.
Jillian yerden doðrulup mutfak kapýsýný koparýr gibi açtý. Tökezlenerek avluya çýktý. Barry
Genç kadýn kasýrga bulutu gibi bir oluþumun evin üzerinde durduðunu gördü. Sanki oraya par
iþ, küçük ýþýk patlamalarýyla aydýnlatýlmýþ gibiydi.
Az sonra bulut yavaþ yavaþ çökmekte olan karanlýða doðru ilerlemeye baþladý. Artýk gerçekte
yen ve hiçbir þeye aldýrmayan Jillian da onu izliyor, ardýndan gidiyordu. Derken sonsuz k
araltý dev kollarýyla genç kadýný sardý. Jillian'ýn tüm soluðu ciðerlerinden emiimiþti
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
sanki. Bir mýsýr tarlasýnýn yerdeki saman yýðýný üzerine düþtü.
Olduðu yerde büzülüp kendisine dolanan þeye baktý. Ýçi saman dolu bir korkuluðun yüzünü gör
budalaca sýrýtýyordu. Kollarý da iki yanýnda sallanmaktaydý. Jillian bu kollarý kendinden
aþtýrdý.
Jillian kaybetmiþti.
Barry yoktu artýk.
Genç kadýn bir süre olduðu yere oturup öfke ve acýyla aðladý. Sonra baþýný kaldýrýp yýldýz
lnýz bir yýldýzýn beyazdan maviye, sonra kýrmýzýya dönüþtüðünü gördü.
Ve yýldýz kayboldu.
ON ALTINCI BÖLÜM
«Garajýn damýnda ne yapýyordun?» diye Ronnie sordu.
Neary içeri girdikten sonra doðru banyoya gitmiþ yýkanýyordu. «Biraz marangozluk,» diye su
esini bastýrmak için baðýrarak cevap verdi.
Ronnie mutfak penceresine giderek garajýn damýna baktý. Neary damýn tam tepesine platfor
m gibi bir þey yapmýþtý, üzerinde de açýlýr kapanýr bir sandalye duruyordu.
«Bu bir gözetleme yeri, deðil mi?» diye seslendi.
Ronnie arkasýný döndüðünde, Neary'yi yüzünü havluya gömmüþ kurulanýrken buldu.
«Roy diyorum ki, böyle platform yapacaðýna...»
Sözünü bitiremedi. Susmayý yeðlemiþti. Ýþ bulmasý için kocasýnýn baþýnýn etini yiyen bir eþ
miyordu. Ancak bütün gün ve gece damýn üzerindeki platformdan gökyüzünü izleyerek o ayçöreð
ylerin gelmesini bekleyen bir koca da istemiyordu. Komþularýn diline düþmesiyse ayrý bir k
nuydu.
«Sana biri telefon etti,» dedi Ronnie.
Neary onu duymamýþ gibi yüzünden havluyu çekerek, «Harper Vadisinin üzerinde büyük bir fýr
di.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
«Çok uzak olmasýna karþýn buradan bile görünüyor.»
«Telefon eden kadýn adýný vermedi.»
«Kadýn mý?»
«Ya da vermek iþine gelmedi.» Ronnie ölçülü bir tavýrla içini çekti. «Aradýðý adamýn karýs
anlaþýlan.»
«Kim?»
«Telefondan çok gürültü geliyordu... Sonra hat kesildi.»
Neary'nin kafasý baþka yerdeydi. Þöyle bir baþýný sallamakla yetindi. Bakýþlarýný mutfak s
k, «Fazla vaktimiz yok,» dedi. «Oraya gitmek zaten bir saat alýr. Çocuklara bakacak kadýn g
ldi mi?»
«Geldi,» dedi Ronnie, yeniden ölçülü bir tavýrla içini çekerek. «Roy, þey... anlayacýðýný u
uklara bakacak kadýna filan para harcamasak daha doðru olmaz mý? Yalnýzca sen iþ buluncaya
kadar...»
Neary suçlu bir tavýr takýnacak kadar saðduyu ve iyiniyete sahipti. «Biliyorum, Ronnie. Bu
konuda gösterdiðin anlayýþa da teþekkür borçluyum.»
«Ama bir þartým var.»
«Nedir o?»
«Bu toplantý bittikten sonra artýk her þeyi tümüyle unutacaksýn. Zaten Hava Kuvvetlerinin d
ediði toplantýnýn amacý da bu deðil mi?»
Yüz yirmi kilometrelik yolda zaman geçmek bilmedi. Neary karýsýnýn canýnýn pek konuþmak ist
ni fark etmiþti. Hava Kuvvetleri tesislerine vardýklarýnda, toplantýnýn baþlamasýna on dak
ardý. Toplantýnýn günü ve
STEVEN SPIELBERG
saati, günlerdir radyo ve televizyonlardan halka duyuruluyordu.
Kapýdaki nöbetçileri geçtikleri sýrada Ronnie koltuðuna iyice gömülerek Neary'ye, «Eðer bu
ine rastlarsak, seni ömrüm boyunca baðýþlamam,» dedi.
Roy nöbetçiye Sivil Haber Merkezinin yerini sormak için durakladý. «Büyük cam yapý,» dedi n
anýn ön camýna ziyaretçi kartý iliþtirirken. «Yolunuzun üzerinde. Görmemeniz olanaksýz.»
«Tabii bulurum,» dedi Neary de. Bina kocaman, düz ve inceydi. Bir kibrit kutusunu andýrýyo
rdu. Her yaný camla kaplýydý ve pencere pervazlarý da anodize edilmiþ ali-münyum doðramayl
nmiþti.
Neary eski bir çiftlik kamyonetinin yanýna park etti. O kamyonette de ziyaretçi kartý va
rdý.
Bir cam kuleyi andýran yapýnýn bekleme odasý çok büyük, uçsuz bucaksýz gibiydi. Giriþteki m
ran sivil elbiseli bir kadýn, Neary'nin adýný kaydederek yakasýna takmasý Ýçin üzerinde is
ir kart verdi. Ýçerde otuz kadar ziyaretçi oturuyordu.
«Bu insanlar,» diye fýsýldadý Ronnie, Neary'nin kula-ðýna. «Hepsi de baþtan çýkarýlmýþ.»
«Þiþþ.»
Yan yana iki kanepeye oturdular.
Ronnie söylendi. «Böyle olacaðýný biliyordum zaten.»
Neary sert bir dille karýsýna, «Sen neden söz ettiðini bilmiyorsun,» diye fýsýldadý.
Ronnie yine fýsýltýyla, «Asansörlerin yanýnda duran þu kadýna bak,» dedi. «Gösterdiði kadý
di. Yüzüne özensiz bir makyaj yapmýþtý; karmakarýþýk beyaz saçlarý omuzlarýna dökülüyordu.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
mezar taþlarý gibi donuk ve boþtu.
«Bu çoktan öte tarafa geçmiþ,» diye mýrýldandý Ronnie.
«Görünüþe aldanma.»
Tam o sýrada Jllllan Guiler kapýdan girdi. Odadaki gazeteciler canlanarak bir anda ge
nç kadýnýn çevresini almýþlardý.
«Bize bir açýklamada bulunmayacak mýsýnýz. Bayan Guiler?» diye bir televizyon muhabiri sord
Spotlar Jilli-an'a çevrilmiþ, fotoðraf makineleri çalýþmaya baþlamýþtý.
Jillian þaþkýn ve çok yorgun görünüyordu. Bir þey söylemedi.
«Polise anlattýðýný/ olay... þey... gerçekten soluk kesiciydi. Televizyon programýný altýy
irde genç seyircilerimiz yatmýþ oluyor.»
Jillian söylenenleri iþitmemiþ gibiydi.
Bir gazeteci baþka bir meslektaþýna, «Bu o kadýn, deðil mi?» dedi. «Hani bulutlarda uçan ka
«Anladýðýmýz kadarýyla fidye talebinde bulunulmamýþ, deðil mi?»
Televizyon muhabir, konuþmayý sürdürmeye çalýþtý. «FBl'ýn verdiði bilgi doðru mu? Çocuðunuz
ise böylo rapor etmiþsiniz. Bunu bir kez de televizyon seyircilerimiz için tekrarlar
mýsýnýz acaba?»
Jillian paniðe uðramýþ gibiydi. Sorulan sorular kýzdýrýcý, kötüniyetli ve mantýkdýþýydý. G
lirken, odanýn öte yanýndaki Neary'yle göz göze geldi. Tam asansör geldiðinde Jillian, Near
e bakarak, «Onu aldýlar,» diyebildi.
«Ne dedin?» Roy kadýnýn sözlerini iþitmemiþ, ama Ronnie çok iyi anlamýþtý. Asansörün kapýla
gözden kaybederken, Ronnie kocasýný ödül alabi-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
lecek kadar baþarýlý bir 'kötü bakýþ'la süzüyordu.
Tepeden týrnaða üniformalý bir baþçavuþ odaya girdi.
Odada bulunanlara, «Tamam, þimdi içeri gelebilirsiniz,» dedi. «3655 numaralý oda. Beni izl
n.»
Neary ile Ronnie'nin önden gittiði Tolono grubu koridora doðru yürümeye baþladý. Bu kez te
yon kameralarý onlarý tam kapýlarýn giriþinde yakaladý. Reflektörlerin parlak ýþýðý yüzler
Ronnie sanki tutuklanmýþ biri gibi çantasýný yüzüne kapatarak, «Tanrý belaný versin, Roy» d
ardýndan.
Otuz kadar sivil tanýk odanýn tavanýna kadar yükselen reflektörlerin parlak ýþýðý altýnda
Hava Kuvvetleri grubu arkalarýnda gazeteciler, televizyon muhabirleri ve fotoðrafçýlarla
odaya girince, Neary bu toplantýdan ne ummuþ olduðunu ve Hava Kuvvetlerinin halka neyi
açýklamak Ýstediðini anlayýverdi. Öyle olsun. Bu kez o ve askeri güç karþý karþýyaydý. Nea
nýn bilmesini istiyordu. Birden kendini iyi hissetti.
Ancak bu iyilik duygusu Hava Kuvvetleri sözcülerini görünce biraz bulanýr gibi oldu. Adaml
ar sivil giyinmiþler ve odanýn tabanýndan biraz yüksükçe bir platformdaki sünger koltuklarý
hatça yerleþmiþlerdi. Arada biraz boþluktan sonra gönüllü tanýk sandalyeleri platformu çev
. Tanýklarýn çoðu günlük iþ ya da çiftlik giysileri içinde rahatsýz, kamuoyunun bu denli di
mek için de hazýrlýksýz hissediyorlardý kendilerini.
«Ben Albay Benchley,» diye tanýttý kendini grubun en genç görüneni. «Ve bu da,» diye devam
linde boyalarý dökülmüþ yuvarlak bir cisim tutuyordu. «Tanýmlan-
mamýþ Uçan Cisim. Týpxý bir tavaya benziyor, deðil mi?» Herkes dikkat kesilmiþti. Arada 'ah
da 'oh' diye sesler çýkaranlar vardý. Kimisi de, «Ýþte benim gördüðüm þey bu,» diyordu.
Dinleyicilerin heyecaný yatýþtýktan sonra, «Kalaydan yapýlmýþ,» diye Benchley konuþmasýný s
ade in Japon' yazýyor. Çocuklarýmdan biri arka bahçeye atmýþ. Sözlerime bu örnekle baþlamam
, size ne denli yanýlabileceðinizi göstermek içindi. Deðinmek istediðim baþka bir nokta da
r. Geçen yýl Amerikalý vatandaþlar bu konuda yedi milyar resim çekti. Þimdi size sormak i
m, bunlardan hangisi acaba çevrede görmüþ olduðunuz o olaðanüstü þeylerin ya da olaylarýn t
kanýtý olabilir?»
Tanýklar dillerini yutmuþ gibi sessiz duruyorlardý. Ga-zetecilerden biri atýldý. «O zaman
bir soru da sorulabilir. Beklenmedik bir þey olduðunda, hangimiz tam zamanýnda kamerala
rýmýzý ayarlayabiliyor ve olayý tümüyle saptayabiliyoruz? Kaç tane gerçek otomobil ya da uç
sý filme alýnýp akþam haberlerinde gösterilebiliyor?»
Tolono grubundan onaylayýcý sesler geldi. Aralarýndan aklý baþýnda görünen biri ayaða kalka
ldý. «Tanýmlanmamýþ Uçan Cisimlerle ilgili kanýtlarý reddetmek, gördüklerimizden ya da yaþ
uðumuz korkuyu yatýþtýrmayacaktýr.»
«Ben mantýklý bir insanýmdýr,» diye söze baþladý al-bümlü yaþlý kadýnda. Kucaðýnda daðýlan
rdu. «Mantýklý ýnsanýmdýr,» diye yineledi sözlerini. «Tüm bildiðim, þimdiye dek görmüþ old
r þey gördüðümdür.»
Bir an kimse sesini çýkarmadý. Neary elini kaldýrdý.
STEVEN SPIELBERG
«Býrak baþkasý konuþsun,» diye fýsýldadý Ronnie. Bir eliyle de kolundan çekiyordu.
Ama Roy ayaða kalkmýþtý. «Bakýn efendim. Sizin iþi
niz gökyüzüyle ilgili, deðil mi? Hiç bu yakýnlarda gökyü
züne baktýnýz rný? Geceleri gökyüzünde garip þeyler olu
yor.» .
«Size tekrar ediyorum,» dedi albay. «Hava Taktik Ha-beralma Örgütü ve Özel Araþtýrmalar Böl
an sonra size kesinlikle söyleyebilirim ki, bu þeylerin fizik varlýklarýný kanýtlayabilece
omut bir þekil yoktur.»
«Hangi þeylerin?» diye sordu Neary.
Albay Benchley eðilerek meslektaþlarýyla bir þeyler fýsýldattý. Sonra doðrularak Roy'un ya
isme baktý. «Lütfen beni anlamaya çalýþýn Bay Neary. Sizin yalan söylediðinizi öne sürmüy
«Þimdi beni bir yana býrakýn da, bize sadece neler olduðunu anlatýn.»
«Tam olarak ne olduðunu bilmiyoruz. Ancak gördüklerinizin baþka bir gezegenden gelen keþif
açlarý olmadýðýný söyleyebiliriz.»
«O zaman herhalde dünyadan gönderilen keþif balonlarý da deðildi.»
Tanýklardan çoðu güldü. Ronnie gülmeyenler arasýndaydý.
«Diyelim ki, bunlar yabancý teknoloji ürünleridir,» dedi albay uzlaþtýrýcý bir tavýrla. «Ya
neyi kastettiðimi biliyor musunuz?» Benchley baþparmaðýyla da gökyüzünü gösteriyordu.
«Harika! Bilmez olur muyum hiç,» diye karþýlýk verdi Neary. «Peki, diyelim ki, bunlarý Rusl
ptý ve uçuruyor-lar, Ama Indiana göklerinde ne arýyorlar dersiniz?»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Buna artýk herkes gülüyordu. Hava Kuvvetleri grubu, siviller, basýn ve tanýklar...
Albay Benchley ortalýðýn sakinleþmesini bekledi. Sonra anlatmaya baþladý. «Hava Kuvvetleri
vrede bazý yüksek irtifa deneyleri yapmaktadýr. Bunun da yüksek statik elektriðe, dolayýsýy
rýna neden olduðu bilinmektedir. Ayrýca ýsý dönüþmesi denilen bir hava tabakasý kalýr.»
Neary çevresine bakýnarak alaycý bir ifadeyle, «Siz bu toplantýyý bize olaðanüstü olay
ilgili açýklamalarda bulunmak için yaptýgýnýzý söylemiþtiniz. Ama burada bütün öðrendi
oluyor.» «Siz neler duymak isterdiniz Bay Neary?» Ronnie elinden çekerek Neary'yl yerine
oturtmak istedi yine. Ama Neary elini kurtararak, «Birleþik Amerika Hava Kuvvetlerin
in bildiklerini duymak ve onlara inanmak isterdim,» karþýlýðýný vardýktan sonra yerine otur
praðýma yapýlan zararý kim ödeyecek?» Albay Benchley göllerini kýrpýþtýrdý. «Efendim?» «Bu
benim topraðýmda toplanýp oturuyorlar.» Bunlarý söyleyen Roy'un daha önce dikkatini çeken
mli, bir adamdý. «Þuradaki adam,» dedi Neary' yi iþaret ederek. «Geçenlerde çitimi yýktý.
e tel parçalandý. Bu insanlar topraðýmda bütün gece kalýyorlar. Arkalarýndan ortalýk çö
artýklarý, bira kutularýndan geçilmiyor. Bütün bunlarý kim ödeyecek?»
Albay Benchley parmaðýyla toprak sahibini iþaret
ederek, «Siz geceleri bir þey gördünüz mü?» diye sordu.
Adam güldü. «Bu topraklar seksen yýldýr bizim ve
orada oturuyoruz. Hiçbir Tanrýnýn cezasý þey görmedik.»
STEVEN SPIELBERG
Televizyon kameralarý toprak sahibine dönmüþtü hemen. Neary toplantýnýn yozlaþtýðýný fark
k davranmazsa, konu büsbütün daðýlacaktý.
Yüksek sesle, «Durun bir dakika,» diyerek ayaða fýrladý. Ronnie'nin sabrýnýn taþtýðýný sez
en bir þey gördüm,» dedi. Þimdi: kameralar ona çevrilmiþti. «Bu gördüðüm þey de iþime malo
için ne denli ciddi olduðunu anlarsýnýz artýk. Bana ve baþkalarýna bazý þeyler oldu; bazý þ
unlarýn ne olduðunu bilmek istiyoruz.»
Benchley, Neary son sözlerini söylerken 'konuþmaya baþlamýþtý. «Eðer kanýt yeterliyse, araþ
ve konu halkýn bilgisine sunulacaktýr. Bu olaðanüstü konunun ciddi olarak ele alýnmasý içi
erli kanýt gerekmektedir.»
«Kanýt bizleriz!» diye baðýrdý Roy. «Ve de ciddiye alýnmak istiyoruz.»
«Lütfen, Bay Neary.»
«Lütfen Albay Benchley,» diye onu taklit etti. «Deli olmadýðýma inanmak isterdim. Bu odada
im gördüklerimi gören baþka insanlar da var. Onlar da delirmedikle-rine inanmak isterler.
Bu, o denli mantýk dýþý bir istek mi?»
Albay uzunca bir süre sesini çýkarmadý. Yeniden söze baþladýðýnda hazýrlýksýz konuþuyordu.
ki, onlara inanmak gerçekten eðlenceli olabilir. Örneðin, zaman içinde yolculuk etmek gibi
Ben de inandýðýmý görmek isterim. Evrende hayat olduðuna inandýðýmdan, yýllar boyu gökyüz
n çýr-pýndým durdum. Ama ne yazýk ki, bulgularýmýz hayat olduðuna iliþkin hiçbir ipucu ver
a hayat olmasý zaten birçok olasýlýklarý bulunan bir varsayýmdý. Þimdi biz sorunlarýmýzý çö
eye kanýt bulmaya çalýþý-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
yoruz. Bu, duygusal bir tutumdur. Ve biz esrarengiz þeyler deðil, somut cevaplar da a
ramaktayýz.»
Neary açýlýr kapanýr alüminyum sandalyesine çöktü.
«O zaman bize söyleyebilir misiniz?.. Hava Kuvvetleri Toiono bölgesinde herhangi bir d
eney yapýyor mu? Bilirsiniz... Hani þu gizil deneylerden?»
Albay Benchley yeniden duraksadý, sonra doðrudan Neary'ye bakarak, «Size yalan söylemek
kolay olurdu,» dedi. «Bu sorunuza 'evof cevabý verebilirdim ve siz de ömrünüz boyunca size
eterli olabilecek bir karþýlýða kavuþmuþ olurdunuz. Ama olan bu deðil. Ve sizi kandýrmak i
rum. Doðruyu söylemek gerekirse, ne gördüðünüzü bilmiyorum.»
Neary gülümsedi. «Bizimle ayný görüþü paylaþýyormuþ gibi davranarak inandýrýcý olamazsýnýz
Herkes birden kahkahalarla gülmeye baþladý. Neary
bir an için þaþýrmýþtý. Çünkü söylediðini þaka olsun diye
deðil, gerçekten ifade etmek istediði anlamda söylemiþti.
Benchley de gülüyordu. Scnra elini kaldýrarak sessizliðin saðlanmasýný Ýstedi, «Þimdi hepi
iyi anlamalýsýnýz,» diye söze haþladý. «Burada sözkonusu olan baþka konular da var. Bir tür
isteri sözkonusu. Bazý okul çocuklarýnýn ateþle oynarken ciddi þekilde yandýklarýný hepini
z. Bu akþam Harper Vadisinden bir kadýn dört yaþýndaki çocuðunun kaybolmasýndan o sizin gör
orumlu tutuyor.»
Ýþte bu noktada yaþlý çiftçi deneyimlerini ötekilerle paylaþmaya karar verdi. «Bir keresind
1951 yýlýnda Sequonia Ulusal Park'taydý. Topuktan baþparmaða on metre vardý. Ömrümde bir
iþitmediðim bir ses çýkarmýþtý.»
STEVEN SPIELBERG
Elinde Gideon Ýncilini tutmakta olan mavi-beyaz saçlý bir kadýn lafa karýþtý. «Üç bilge ada
küçük Bethlehem, yýldýzýna ne dersiniz, ya? Bu yýldýz hiçbir zaman astronomlarca tatmin e
biçimde açýklanamadý.»
Televizyoncular için bulunmaz fýrsattý bütün bunlar. Ama toplantý sona ermiþti. Kalabalýk
avaþ kapýya, doðru yürürken, Albay Benchley, Neary'nin yanýna geldi.
Sað elini uzatarak, «Bay Neary,» diye baþladý. «Size þunu söylemek isterim...»
«O gece neden helikopterleriniz hiçbir uyarýda bulunmadan kalabalýðýn üzerine geldi?» diye
y. «Bu rezaletin anlamý nedir?»
«Roy!»
«Neden söz ettiðinizi anlayamadým, Bay Neary. Ben sadece size...»
«Size inanmýyorum,» diye patladý Neary. «Söylediðiniz hiçbir þeye inanmýyorum, Benchley!»
Benchley bu patlamaya þaþýrmýþtý. Çabucak arkasýný dönerek uzaklaþtý.
Ronnie iki eliyle Neary'yi çekerek oradan uzaklaþtýrmaya çalýþýyordu. «Roy, yeteri Yeter a
ie kocasýný kalabalýðýn gidiþ yönünde sürükleyerek bir Coca-Cola makinesinin önünde býrakt
albaydan Roy'un adýna özür dilemeye gitti.
Neary makineye bozuk para atýp bir Coca-Cola þiþesi aldý. Elinde tutarak koridorda bir aþa
r yukarý dolaþmaya baþladý. Bir yandan kýzgýnlýðýný geçiþtirmeye çalýþýyor, bir yandan da
sine saldýrmayanlara karþý böyle davranmazdý. Bu ani patlayýþýnýn sebebi neydi? Gerçekte B
kötü bir þey yapmamýþ, söylemiþti. Alt taraft
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
adam görevini yapýyordu.
Roy uzun duvardaki küçük bir aralýða bakmakta olduðunu farketti. Coca-Cola'sýný yudumlayar
rdaki bu dolaba benzeyen girintinin önünde durup kapýsýný ardýna dek açtý. Ýçerde yüzlerce
aygýttan oluþmuþ bir ana elektrik daðýtým kutusu vardý.
Dolabýn kapaðýna da binanýn elektrik þebekesini gösteren bir þema asýlmýþtý Noary'nin iþar
e dolaþýyordu. Sonra çabuk hareketlerle bazý aygýtlarý kapattý, bazýlarýný açtý. Bir yanda
yandan da binanýn bazý odalarýnýn ýþýðýný söndürüp bazýlarýný da yakýyordu. «Roy!» Ronnie
Dolabýn kapaðýný kapattýktan sonra Ronnie'nln kolundan tuttu. Binadan çýkýp park yerine g
.
«Roy, neyin var senin?»
«Gayet iyiyim. Her þey yolunda, hem de nasýl,» Neary kendini çocuk gibi mutlu hissediyordu
.
Motoru çalýþtýrdý, arabayý park yerinden çýkararak nöbetçi kulübesine doflru sürdü. Burada
urmuþtu. Sürücüler, askeri ve sivil ziyaretçiler arabalarýndan çýkmýþ, o yüksek cam yapýy
frene basýp arabayý durdurdu. Ronnie'yle birlikte onlar da arabadan dýþarý çýktýlar.
Neary'nin tam Ýstediði gibi olmuþtu. Hava Kuvvetlerinin kilometrelerce uzaktan görünen cam
gökdeleninin bütün ýþýklarý sönmüþtü, ancak bazý pencerelerinde ýþýk vardý. Bunlar da o þ
lanmamýþ Uçan Cisimler sözcüklerinin baþ harflerini oluþturuyorlardý.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Gazeteciler, televizyon muhabirleri ve fotoðrafçýlar kapýnýn önünde duran bir haftalýk açýl
ere, bozulmuþ süt þiþelerine ve birbirilerine bakýyorlardý. Ön bahçeyi geçip Jillian Guille
inin kapýsýný çaldýlar.
Zile birkaç kez basýp bir hayli bekledikten sonra kapýyý yumrukladýlar. Yine bekleyip bir
onuç alamayýnca bu kez pencerelerin dýþýndan, perdelerin aralýk yerlerinden içeriyi gözetle
lýþtýlar. Sonra arkaya dolanýp mutfak kapýsýný denediler. Ama hepsi yararsýzdý. Ne var ki,
bu karanlýk evin bir yerinde olduðunu biliyorlardý. Yazý iþleri müdürlerinin, FBI ve polis
ynaklarýndan öðrendiðine göre Jillian evdeydi. Sonunda uðraþmaktan vazgeçip gittiler.
Jillian gerçekten içerdeydi ve tüm pencereleri tahtayla kapatmýþtý. Yatak odalarý gibi
a odasý da darmadaðýnýktý. Mutfaðý biraz toplamaya çalýþmýþtý ama öteki odalar gücü dýþý
naksýz görünüyordu. Dolayýsýyla ev Barry'nin kaçýrýldýðý geceki ve ertesi gün polisle
didik didik aradýðý gibi öylece duruyordu. Görevliler yalnýzca evi aramakla kalmamýþ, bir
buluruz umuduyla evin çevresindeki tarlalarý ve ormaný da karýþ karýþ aramýþlardý. Jillia
tüm telefonlarý da prizden çýkarmýþtý. Polis ve FBI görevlileri Jillýan'a hiçbir þey söyle
en Barry'nin kaybolduðu geceden sonraki bir hafta boyunca söyleyebilecekleri bir þey de
olmamýþtý. «Çocuk fidye için kaçýrýlmýþ olsa, kaçýranlar bir iki gün sonra anneyle iliþ
iþlerdi. Barry'nin 'baþýna neler geldiði konusunda düþündükleri olasýlýklarý da söylemiyor
n onlarýn ne düþündüðünü biliyordu. Barry gece evden çýkýp uzaklaþmýþ, ya ayaðý bir yere
kaybolmuþtu ve
þimdi ormanýn bir yerindeydi. Ölü olarak.
Ancak Jillian, Barry'nin kendi baþýna dolaþmaya çýkmadýðýný ve de kaybolmadýðýný biliyordu
. Yalnýzca bekliyor ve onlar'ýn Barry'yi kendisine geri getireceklerini umuyordu. Böyle
ce bekliyor, umuyor ve dua ediyordu. Ýþte bu nedenle kapýlarý, pencereleri tahtalarla kap
atmýþ, telefonlarý prizden çekmiþti. Kimseyle de konuþmak Ýstemiyordu. Ne polis, FBI, basýn
mþular, ailesi, ne de milyonlar ve milyonlarca meraklýyla... Yalnýzca bekliyordu. Barry
'yi ve onunla ilgili herhangi bir iþareti...
Bu bekleme dönemini saðlýklý bir biçimde atlatmak için resim yapmasý gerektiðini biliyordu
an. Çýldýrma-rnasý için zorunluydu bu, Oturma odasýnýn bir köþesine resim sehpasýný ve boy
irmiþ, yanýna da ayaklý bir lamba koymuþtu. Iþýk pek iyi deðildi ama bununla yetinmek zoru
Bir hafta boyunca harýl harýl resim yapmýþtý. Günde on altý »aat çalýþtýðý oluyordu.
Jillian ayný resmi tekrar tekrar yapmaktaydý. Bir tek daðýn resmini. Bu kez sýradaðlarýn de
el bir daðýn resmini çiziyordu sürekli olarak. Daðýn kat kat yamaçlarý aðaç ve çalýlarla ka
u daðýn resmini o ana dek yirmi, hayýr otuz kez deðiþik açýlardan çizmiþti. Bu davranýþýný
eðerlendirmiyordu genç kadýn. Hatta ona garip bile gellmiyordu. 8u daðýn resmini, olmasýný
diði biçimde olde edinceye ya da Barry'yle ilgili' bir iþaret alýncaya dek çizecekti.
Böylece Jillian Guiler zillerin çalmasýný, kapýlarýn yumruklanmasýný, pencerelerin tiklatý
te hiçbir þey iþitmeyerek dinliyordu. Nasýl olsa bir süre sonra gideceklerdi. Her zaman da
le oluyordu. Ve Jillian o daðýn resmini yapmayý sürdürüyordu.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ON YEDÝNCÝ BÖLÜM
Teksas'ýn Huntsville yakýnlarýndaki terkedilmiþ bir metal levha fabrikasýnda kýyamet gibi
faaliyet vardý. Fabrikanýn boþ zeminini dolduran treyler ve kamyonlara, iþçiler acele ac
tahta kutular, kartonlar ve sandýklar yüklemekteydiler. Küçük parçalar taþýma kayýþlarýyl
küçük vinçlerle yükleniyordu. Bir köþede laboratu-var önlükleri giymiþ adamlar, metal kutul
lý ambalajlara yerleþtiriyorlardý. Bunlarýn üzerinde, 'Dikkat Kýrýlacak Eþya' yazýlýydý.
Fabrikanýn dýþ kapýsýnda bir dizi i ip bekliyordu; üzerlerinde hiçbir iþaret ya da yazý yo
ilde monte edilmemiþ að þeklindeki bir yapý iskelesinin yanýnda duran camyünü modüllerinin
inde bir þey yazmýyordu.
Bir Volkswagen otobüs fabrikanýn depo bölümünün önünde durdu. Ýçinden Lacombe indi. Arkasýn
lin ve Robert. Adamlar koþup otobüsün arkasýndan birkaç bavul indirdiler.
«Bay Lacomb'un bavullarýndan istediði bir þey var mý acaba?» diye iþçilerden biri Laughlln'
du.
«Mümkün olduðu kadar çabuk uçaða binmek istiyoruz,» dedi Laughlin,
Lacombe sorulan sorunun büyük bir bölümünü anlamýþtý. Teþekkür eder gibi gülümsedi. Çevres
liyordu. Laughlin bu ince yapýlý Fransýz için endiþeliydi. Çünkü Lacombe otuz saattir gözün
u.
«Tam içimde bir heyecan duyuyorum!» demiþti Lacombe çevirmenine. «O heyecan son bulduðu an
ku da bastýracak.»
Laughlin onun hakkýnda ne denli az þey bildiðini düþürtüyordu. Bu gidiþle Fransýz doksan a
ha uyumayacak demekti.
Gürültülü çalýþmalardan uzak bir köþede iki düzine kamyon sürücüsü bir danýþma masasýnýn çe
akarýþýk bir gruptu bu. Kimisi askeri üniformalarýný çýkarýp Ýþ elbisesi ve kasketi giymekl
masasýnda duran yüzbaþý elinde tuttuðu uzun bir bopayla Birleþik Amerika haritasý üzerinde
yler Ýþaret ediyordu. Sürücüler çevresinde sýk bir halka oluþturmuþlardý. Bazýlarý çiklet ç
«Siz aðýr yük sürücüleri dosdoðru gideceksiniz. Size verilen haritalardakl Ýþaretli kestirm
ullanýn. Geri kalanlarýnýza, yolunuzun üzerindeki tartý istasyonlarý hakkýnda gerekli bilg
dinir edinmez, kullanabileceðiniz deðiþik yollar konusunda haber ulaþtýracaðýz. Deðiþik yo
enizi istememizin nedeni, hepinizin varýlacak yere ayný anda gelmenizi önlemek içindir. Ýk
þey daha eklemek istiyorum. Birincisi CB antenli araçlardan uzak durun. Ýkincisi progra
mýnýzda olmayan yerlerde hiçbir nedenle durmayýn. Eðer sýkýþýrsanýz, eh, ne yapacaðýnýzý b
O gürültü patýrtýnýn yukarýsýnda kalan bir yerde de ellerinde kahve fincanlarý ve sigaralar
ir grup adam
STEVEN SPIELBERG
birbirine bakýyordu. Kýsa kollu gömlekler giymiþlerdi. Yüzlerinde sýkkýn bir ifade vardý.
sh önlerindeki masanýn çevresini dolaþarak yüklenen kamyonlara baktý. Walsh ana vatanda böy
sorumluluk taþýyan bir görev anlacaðýný düþünmemiþti hiç. Tanzanya, Zaire ve Angola' da ger
gerekse elaltýndan yürütülen Özel Kuvvet Operasyonlarýndan döneli bir yýl olmuþtu. Yapýla
nda kendisine her þeyin yeterince açýklanmamýþ olmasýna öfkeleniyordu. Böyle sorumluluk is
ir iþde her þeyi bilmesi gerekmez miydi? Önündeki çöp sepetine bir tekme atarak üzerinde ka
ve sigara bulunan masadan uzun bir Chesterfield sigarasý aldý.
«Yer sarsýntýsý olacaðýna dair bir uyarý aldýk desek, onu da yutmazlar,» diye homurdandý Bi
Parmaklarýna dek yanmýþ sigarasýndan derin bir nefes çekerek, «Þimdiye kadar böyle bir þe
söylendi. «Bunlar büyükbaþ hayvanlar... koyunlar, sýðýrlar ve kýzýlderililer. Sonra daðýný
Yorgun görünüþlü bir adamý kollarýný ensesinde kavuþturarak sandalyesinde geriye doðru ger
esi arasýnda, «Ben sel felâketini tercih ederdim,» diye mýrýldandý.
Bir baþkasý sordu. «Peki, suyu nereden bulacaksýn, arkadaþ?»
«Havza bölgesinde bendleri ve su depolarýný inceleriz. Sonra halka bunlarýn taþacaðýný söyl
Binbaþý Walsh gömleðini pantolonunun içine sokarak Disneyiand'ýn ellinci yýlýndan hatýra ol
dýðý kemeri sýkýþtýrdý.
«Öyle inceleme falan yapacak zamanýmýz yok. Siz de biliyorsunuz bunu. Bilmiyorsanýz bile þi
di öðrenmiþ olmalýsýnýz.»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Spidel Twist-o-Flex'i on bir kez bükerek rekor denemesine giriþmiþ olan biri öksürerek söz
arýþtý.
«Hastalýk var desek? Bazý hastalýklar salgýndýr, bilirsiniz.»'
Bu öneri piposunu temizlemekte olan birinin dikkatini çekti. Temizleme Ýþine ara vererek
, «Þiripençe çýbaný,» diye bir teklif attý ortaya. «Wyoming'de sürüyle koyun var deðil mi?
Binbaþý Walsh bir Individuale sigarasý yakarak yerine oturdu. Sigaradan derin bir nefe
s çekip, «Fena fikir deðil,» dedi dumanlarý üflerken. «Ama bu, herkesin bölgeyi terket-mesi
tmeyecektir. Bundan çok kuþkuluyum. Mutlaka içlerinden bir sivri akýllý çýkýp hastalýða bað
ecektir. Beþ yüz elli kilometrelik alandaki her Hýristiyanýn yaþadýðý yeri terketmesi için
korku yaratacak bir neden gerekli bana.»'
Aþaðýdaki kargaþanýn tam ortasýndaysa, Lacombe birçok iþçinin dev levhalarý treylerin gümüþ
arýna doðru kaldýrmasýný seyrediyordu. Levhalarda, 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri 'Coca-Col
,' 'Kinney Ayakkabýlarý,' 'Folgor Kahvesl' ve 'Baskin - Robbins Baharatý' yazýyordu. Caný
atlý bir þey isteyen Fransýz aðzýna bir Listermint atarak Amerikan yaþam tarzýna gülümsed
dine. Derken terkedilmiþ fabrikanýn çelik kapýlarý açýldý ve biri, «Haydi Batýya!» diye ava
Konvoy harekete geçmiþti.
ON SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
«Hayýr, anne, inan gerekmez,» diyordu Ronnie telefonda. «Tek baþýma idare edebilirim, saný
. Yine de teþekkür ederim.»
Ronnie alýcýyý kulaðýyla omzu arasýna sýkýþtýrmýþ, bir yandan da fýrýnýn üzerindeki tencere
Sonra yarým dönerek serbest eliyle telefonun aðýzlýðýný kapatýp Toby'e, «Babana söyle yeme
azýr,» dedi.
Toby durak8adý. Mutfak kapýsýnda öylece durmuþ, annesini seyrediyor, telefon konuþmasýný d
du.
«Bize hiç yardým etmiyorsun, anne,» diye sýzlandý Toby. «Zaten hiçbiriniz etmiyor. Babam do
gitmedi daha. Hiç kimseyle de görüþmüyor.»
Ronnie baþýný çevirip mutfak penceresinden baktý. Roy garaj damýnýn üzerine yaptýðý platfor
nýr sandalyesine oturmuþ, dürbünlerini de gözüne yapýþtýrmýþ, baþýný yavaþ yavaþ bir saða b
rýyordu.
«Evet, hep bakýyor,» diye yakýndý Toby annesine. Bütün gününü orada dürbünle bakarak geçir
... Deðil mi anne? Tabii babam bizi seviyor ama...»
Ronnie baþýný sertçe 'evet' anlamýnda sallayýnca az kalsýn telefon düþüyordu. Hemen yakalad
by" nin hâlâ kapý eþiðinde durduðunu fark ederek, «Toby, sana ne söylemiþtim? Babaný yemeð
yine telefona konuþtu. «Sen de anne, bana hiç yardýmcý olmuyorsun...»
Genç kadýn yavaþ yavaþ uzaklaþan oðlunun ardýndan baktý.
«Anne, þimdi telefonu kapamam gerek,» diyen Ronnie karþýdan cevap beklemeden alýcýyý yerin
.
Toby'nin ince sesini evin dýþýndan duyuyordu. Çocuk komþularýn onu duymasýndan çekinir gibi
ni yükseltmemiþti.
«Annem yemeðin hazýr olduðunu söylüyor, baba.»
Ronnie pencereden çekildi. Toby'nin seslendiðini duymamýþ gibiydi Roy. Zaten bugünlerde ki
seyi, hiçbir þeyi iþitmiyordu. Yan evdeki komþusu Bayan Harris arabasýný bitiþik park yerin
oknrak otomobilden indi. Roy ne arabayý fark etmiþ, ne de Bayan Harris'in onu her gözet
leme yerinde gördüðü zaman çýkardýðý o küçümseyici 'hýh' sesini iþitmiþti.
«Lütfen, baba,» diye sýzlandý Toby.
Neary dürbünleri kucaðýna býrakarak yavaþ yavaþ loþlaþan ýþýkta en küçük oðluna baktý. Ronn
bile Roy'un yüzünün ýslak olduðunu görebiliyordu. Dürbünlerin arkasýnda aðlamýþ olmalýydý.
a gitmek istedi ama sonra vazgeçerek ocaktaki yemeklerin altýný kýstý.
Bir süre sonra Neary aþaðý inip eve girdi. Mutfaða geldi, bir an karýsýna baktý. Ronnie onu
çanaðý gibi olan gözlerini kurulamýþ olduðunu fark etmiþti. Neary'nin birkaç gündür traþ e
rý da uzuyordu. Yýlgýn
STEVEN SPIELBERG
bir görünüþü vardý. Roy tek kelime söylemeden karýsýnýn yanýndan geçip yemek odasýna gitme
a girdi.
Neary minyatür tren takýmýnýn önünde durdu. Kýr kesiminin ortasýna konmuþ küçük, kahvereng
gözlerini. Çevresindeki birkaç küçük aðacý alýp daðýn üstüne koydu. Daðýn yanlarýný bastýr
u yükselterek doruðu daha sivrileþ-tirdi. Neary kafasýndaki daðýn görüntüsünü elde etmek iç
in vücudundaki tüm enerjiyi kullandýðýný ve içinin bayýlacakmýþ gibi olduðunu hissediyordu
«Hayýr, böyle deðil,» diye kendi kendine mýrýldanarak odayý terketti.
Yemeðin gecikeceðini anlayan Ronnie buzdolabýný açýp salata tabaðýný tekrar içeri koydu. Bu
aktýðý yeþil lamba içerideki yiyecekleri iþtah kapayýcý bir hale getiriyordu. Bu görüntü
Ronnie. Birkaç hafta önce ona dâhice gelen bu buluþ þimdi kocasýnýn garip davranýþlarý karþ
emsiz ve budalaca geliyordu ki...
Ronnie çabucak buzdolabýnýn kapaðýný kapadý.
Neary sofraya geldiðinde ne yýkanmýþ, ne de üstünü deðiþtirmiþti. Ronnie çocuklarýn ondan ç
arýný hissediyordu. Ronnie masada her zaman Roy'un karþýsýnda otururdu. Çocuklar da masanýn
nlarýnda. Þimdi çocuklar sandalyolerini annelerinin oturduðu yere doðru yanaþtýrmýþlardý. R
bulunduðu sýrada da seslerini çýkarmayacak kadar tedirgin oluyorlardý.
Ronnie yemeði tabaklara koyuyordu. Kocasýna bir tabak dolusu füme somon balýðý, haþlanmýþ s
patates püresi verdi. Neary sanki tabaðýndaki yiyeceði ne
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
yapacaðýný bilmezmiþ gibi duruyordu. Gözleri tabaða dikiliydi.
Ronnie çocuklarýn dikkatle babalarýný izlediklerini farketti. Roy çatalýyla tabaðýndaki pat
püresini karýþtýrýyordu. Patatesleri küçük bir tepecik haline getirmiþti. «Yeterince büyük
Roy. Patates pü-resiyle oynarken somon balýðýnýn bir parçasý masa örtüsüne dökülmüþtü.
Çocuklar hayretten donmuþ gibiydiler. Neary masanýn karþý köþesine uzanarak patates püresi
vis tabaðýný aldý. Tabaðýna bir kaþýk dolusu daha koyup yaptýðý tepeciði büyüttü. Þimdi do
yýr, daha olmamýþtý, yeterince büyük deðildi. Patates püresinden bir kaþýk daha... Yine ye
y böylece tüm patates püresini kendi tabaðýna boþalttý. Sonra çýlgýn bir çömlekçi gibi ell
patates püresine þekil vermeye çalýþtý. Bileklerine kadar püreye batmýþtý ama aldýrmýyordu
Ronnie hýzlanan soluðunu tutmaya çalýþtý. Neary baþýný tabaðýndan kaldýrýnca Ronnie ve çoc
isine baktýklarýný gördü. Roy onlarla konuþmak, derdini anlatmak, onlara dokunmak ve her þ
ltmek istiyordu.
Kendini zorlayarak gülümsedi. Sonra yaptýðýyla alay eder gibi bir ifade vermeye çalýþtý yüz
«Artýk hepiniz babanýzýn garip ve gülünç iþler yaptýðýný gördünüz,» dedi. Sanki yaptýðý he
ne gülüyordu. Sonra ciddileþti. «Ama kaygýlanmayýn ben hâlâ aklý baþýnda bir babayým.»
Neary masanýn üzerinden uzanarak Sylvia'ya dokunmak istedi, ama küçük kýz ondan daha da uz
aþarak annesine doðru yanaþtý.
STEVEN SPIELBERG
Bir kez daha denedi Neary. Ýçinde bulunduðu durumu çocuklarýna açýklamak, anlatmak istiyord
ani bazen size de olur. Bir müzik parçasýnýn ezgisini bilirsiniz de sözleri hatýrýnýza gel
düþündüðümü nasýl anlatayým bilmem ki...» Tabaðýndaki patates püresinden oluþmuþ tepeciði
r anlamý var... Ve de çok önemli.»
Ronnie'ye baktý. Genç kadýn kendine hâkim olmaya çalýþýyordu. Roy'un aðzý oynadý. «Ben iyiy
ssizce. «Bir þeyim yok.» Ama kelimeler sesli hale gelememiþti.
Sonra Neary ayaða kalkarak odadan çýktý.
Þimdi çocuklarýn gözleri annelerine çevrilmiþti.
Ronnie durgun ve üzgün görünüyordu. Ama çocuklara sert bir sesle, «Yemeðinizi yiyin,» diye
tabaktan bir çatal alýp aðzýna attý.
Þimdi hepsi duþun açýldýðýný duyuyordu. Su sesinin arasýnda aðlayan bir erkeðin düzensiz hý
iler. Boðulur gibi seslerdi bunlar.
Ronnie ayaða kalktý. Çocuklara, «Yerinizden kýpýrdamayýn,» diye emir verdikten sonra odada
Genç kadýn bir süre banyo kapýsýnda durup içeriyi dinledi, sonra kapýyý yavaþça Ýki kez týk
. sevgilim, kapýyý aç lütfen,» dedi yumuþak bir sesle.
Cevap yoktu; yalnýzca o tüyler ürpertici boðulur gibi hýçkýrýklar duyuluyordu. Ronnie kapýn
rdi. Ama içerden kilitlenmiþti kapý. Eli tokmakta öylece duruyordu orada. «Ray!» diye sesl
i bu kez daha yüksek sesle. «Roy!»
Neary karþýlýk vermedi. Belki de onu duymamýþtý...
Ronnie birden ne yapmasý gerektiðine karar verdi. Mutfaða koþarak alet çekmecesinden ince
bir býçak kaptý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Tekrar banyoya doðru yollanýrken, çocuklara, «Yemeðinizi bitirin!» diye baðýrdý.
Ronnie yapacaðý iþi çok iyi biliyordu. Ne de olsa çocuklarýn zaman zaman yatak odasý ya da
oya girip kapýyý kilitleyerek içerde kalmalarýna alýþýktý. Býçaðý kapýyla çerçevesi arasýn
Sonra tokmaðý çevirip itince, ardýna dek açýldý kapý.
Banyo oldukça karanlýktý. Musluktan lavaboya su akýyordu. Banyo teknesi de yarý yarýya dolm
u. Duþtan akan su þýpýrtýiý sesler çýkarmaktaydý. Neary karanlýkta bir köþeye büzülmüþ, ell
lemeye çalýþýyordu. Ronnie lavabonun musluklarýný kapattý. Ama duþu açýk býrakmýþtý.
Neary karýsýna gülümsemeye çalýþtý. Omuzlarýnýn sarsýlmasý yavaþlamýþtý. «Bu... bu týpký h
sle. «Bir baþladý mý durduramýyo-rum artýk. Ne oluyor bana?»
Ronnie kendine hâkim olmaya çalýþarak, «Sakin ol, Roy,» dedi. «Annem sana yardýmcý olabilec
nin adýný verdi. Bir doktor...»
«Cok korkuyorum...» diye mýrýldandý Roy. «Ve nedenini bilmiyorum.»
Sonra ayaða kalkarak duþa doðru eðildi, baþýný suyun altýna tuttu. Bir süre öylece durdukt
ri çekildi. Ronnie musluklarý kapatarak kocasýna bir havlu verdi. Aslýnda ona sarýlmak ve
aþlarýný silmek istiyordu ama bunu yapamayacak kadar korkmuþtu. Neary þimdi titriyor, gözya
rý yanaklarýndan akýyordu. Bu sessiz aðlama krizinden sonra, ilaç dolabýnýn kapýsýný açara
pirin aldý. Titreyen elleriyle kutudan iki aspirin çýkarýp aðzýna atmayý becerdi nasýlsa. A
pirinleri yuttuktan sonra kutu elinden lavaboyu düþüp parçalandý.
STEVEN SPIELBERG
«Bak bana Roy,» dedi Ronnie sakin ve mantýklý görünmeye çalýþarak. «Bu doktor ailece tedav
imiz gideriz. Tek baþýna kalmayacaksýn. Zaten belki de bu yalnýzca sana özgü bir hastalýk d
ir.»
«Bazen belki bütün bunlar bir þakadan baþka bir þey deðildir, diye düþünüyorum,» dedi Roy.
ts'uz görünüyordu. «Ama bu güldürmeyen, aðlatan bir þaka.»
«Roy! Doktora gitmelisin. Söz ver bana gideceðine.» Ronnie bunlarý söylerken, birden kocasý
da, çocuklarýyla olduðu gibi konuþtuðunu farketti. Yanlýþ bir þey yaptýklarý ya da hasta
n çocuklarýna da böyle davranýrdý. «Söz ver bana, Roy.»
Birden yarý aralýk duran banyo kapýsý ardýna dek açýlarak içeriye gürültü patýrtýyla Brad
diye babasýna baðýrdý. Neary'nin omuzlarý daha da çökmüþtü. «Sulugöz! Sulugöz!»
Brad banyodan fýrlayarak kendi odasýna doðru koþtu. Odasýnýn kapýsýný menteþelerinden sökme
ne beþ kez çarptý.
«Biliyorsun, Brad sana kötü bir þey söylemek istemedi, Roy. Sadece seni her zaman güçlü gö
...»
Ronnie kocasýnýn banyodan çýkmasýna yardým etti. Þimdi Neary aðlamýyordu artýk. Ama yatakla
tremesi artmýþtý.
«Benim doktora deðil, sana Ýhtiyacým var,» dedi karýsýna.
Ronnie bu sorun karþýsýnda ne yapmasý gerektiðini bilmiyordu. Tam anlamýyla çaresizdi. Yumr
arýný sýkýp yatak örtüsüne vurdu. «Ben sana yardým edemem, Roy,» diye baðýrdý. «Çünkü hiçbi
«Ben de anlamýyorum.»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
«Bütün bu saçmalýk evimizi altüst etti» diye yakýndý Ronnie. Ama bu sözlerin hiçbir yararý
du.
Neary karýsýnýn sað eline sarýlarak, «Korkuyorum,» diye fýsýldadý.
Ronnie elini çekmeye çalýþtý ama Roy býrakmýyordu.
«Seni böyle görmekten nefret ediyorum,» dedi. Ronnie paniðe kapýlmaya baþlamýþtý.
Roy uzanýp onu yataða, kendisine doðru çekti.
«Sarýl bana.» dedi. «Bütün yapman gereken þey bu. Sarý! bana... Tut beni... Bana ancak böyl
edebilirsin.»
Ronnie ondan uzaklaþmaya çalýþýyordu. «Artýk dostlarýmýz bile kapýmýzý çalmýyor,» diye yak
k. «Ýþten çýkarýldýn... Ve buna hiç aldýrmýyorsun Roy. Seni anlamýyorum. Ne durumda olduðu
?» Ronnie artýk kendini tutamýyordu. Panik içinde baðýrdý. «Bizi felâkete sürüklüyor-sun!»
Neary yeniden uzanarak karýsýna sarýldý. Tüm vücudu titriyor, Ronnie bu titreþimlerin kend
una geçtiðini hissediyordu. Birden artýk bu duruma dayanamayacaðýný hissetti. Dayanma
gerçekten.
«Oh, yapma,» diye hýçkýrdý genç kadýn. «Lütfen yapma. Býrak doktora telefon edeyim. Oh Roy
dim.»
Ama Neary onu duymamýþ gibi ellerini vücudunda dolaþtýrýyor, titreyen parmaklarý giysilerin
düðmelerini çözmeye çalýþýyordu.
«Senden nefret ediyorum! Nefret ediyorum!» diye baðýrdý Ronnie. Kocasýnýn ona deðmesinden
yor, böyle bir yakýnlaþma için hiç de hazýr olmadýðýný hissediyordu.
STEVEN SPIELBERG
Neary bluzunu omuzlarýna indirmiþ, çýkarmak için çekiþtirmekteydi. Bluz yere doðru sarkmýþ
eri açýlmadýðýndan tümüyle çýkmýyordu. Neary sutyenin askýlarýný omuzlarýndan aþaðý indird
en. Göðüsleri çýrýlçýplak meydandaydý.
Birden Neary'nin titremesi ve korkulu hali geçmiþti. Baþýný yana doðru eðerek göðüslerin ya
ti gözlerini.
Bu kez Ronnie titremeye baþlamýþtý. Diþleri birbirine çarpýyor, tüm vücudu hýçkýrýklarla sa
e dehþet içindeydi genç kadýn. Ama Neary bu görünümden kendince bir þeyler çýkarmaya çalýþý
!
Neary'nin kafasý son hýzla çalýþýyordu. Bir çözüme ulaþmamýþtý ama yakýndý. Þimdi aradýðý þ
rdu. Ve birden Ronnie'nin çok güzel bir vücudu olduðunu farketti.
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
Denver'de akþam hava açýk ve serindi. Koskoca treyler daðyolundan kuzeye doðru yokuþ aþaðý
Rüzgâr CB anteninde ýslýklar çalýyordu. Akþam karanlýðý çökerken, dev treyler güneþin son
ibi kýpkýrmýzý kesildi. Alüminyum gövdenin yanlarýnda 'Folger Kahvesi' yazýlý kocaman bir
dý.
Yine yanlarýnda 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' ya
zýlý iki treyler de o anda Oakland'ýn otuz beþ kilometre do
ðusunda bulunuyordu. Giderek hýzlanan treylerlerin önün
de altý yüz on metre yükseklikteki Altomont Geçiti vardý.
Güneþ Denver'de olduðu gibi ufukta kaybolmamýþtý
daha. Sürücüler gece olmadan Tracy'ye varmayý umuyorlardý. Oradan da yollarýna güneþin bat
m edeceklerdi. Önlerinde, dizel motorunun gürültüsü ve du-manlarýyla dolu bir gece uzanýyor
Boise'nin güneydoðusundan geçen 80 numaralý eyaletler arasý yol ise þimdi iyice karanlýktý
motoru arkasýndaki treyleri saatte yüz kýrk kilometre hýzla çekiyordu. Idao, Hammett ve M
untain Home'a doðru yol almaktaydý. Treylerin yanýnda 'Kinney Ayakkabýlarý' yazýlýydý ve b
yakkabý modeli vardý. Ama yanýndan ge-
STEVEN SPIELBERG
çen araçlarýn farlarýnýn ýþýðý vurduðu zaman dýþýnda yazýlar karanlýkta okunmuyordu.
Baþka bir dev treyler yakýt almak için Montana Bil-lings'in tam güneyindeki bir benzin i
stasyonunda durdu. Ýki sürücü de. biraz durup bir fincan kahve içmek istiyordu ama program
dýþý molaya izin yoktu. Custer Savaþ Aný-tý'ndan geçerek Sheridan'a. oradan da Wyoming'e va
arý gerekiyordu.
Treylere dizel yakýtý dolduran adam yandaki levhaya bakarak, «Bu markayý da hiç duymamýþtým
.
Sürücülerle benzinci bir an durup treylerin yanýndaki levhada yazýlý olan 'Tidewater Homes
f Virginia' sözcüklerine baktýlar.
«Evden oldukça uzaktasýnýz, ha?» diye sordu benzinci.
Sürücülerden biri 'ne yaparsýn,' gibilerinden kaþlarýný kaldýrmakla yetindi. Oysa ikisinden
anlarla daha çabuk ve rahat iliþki kurabilen oydu.
YÝRMÝNCÝ BÖLÜM
O gece Neary doðru dürüst uyuyamamýþtý. Ýkide bir Ronnie"yi de uyandýrýp duruyordu. Sabaha
t beþ sularýnda karýsýnýn soluklarý derlnleþince, Neary yavaþça yataktan kalkarak oturma od
ti.
Kýzarmýþ gözlerini odanýn etrafýnda dolaþtýrýyordu. Son birkaç gün içinde odayý gerçekten d
Gazetelerde Tanýmlanmamýþ Uçan Cisimlerle ve nedeni belirsiz elektrik kesilmeleriyle ilg
ili ne bulduysa keserek duvarlara asmýþtý. Þimdi odanýn tüm duvarlarýnýn þurasýndan, burasý
kupürleri sarkmaktaydý.
Neary inleyerek bir sandalyeye çöktü. Dirseklerini üzen rinde tren takýmýnýn kurulu olduðu
ong masasýna dayamýþtý. Bu karmakarýþýk dünyasýnda tren takýmý ne denli ölçülü, ne denli d
onu bekliyordu sanki. Neary'nin yeniden yaptýðý o garip tepe, daðdan çok bir karikatüre ben
iyordu þimdi. Hantal ve biçimsizdi. Demiryollarýna, küçük vadi ve göllere uðursuz bir göz
rdu. Tehdit edici bir görünüþü vardý.
Neary gözlerini ondan ayýrmadan 'baþýný sallayarak, «Hayýr, böyle deðil,» diye mýrýldandý.
STEVEN SPIELBERG
«Baba...»
Neary arkasýný dönünce küçük kýzýnýn kapýda durduðunu gördü. Sylvia'nýn gözleri uykuluydu.
an sürükleyerek birlikte getirmiþti. Þu çiþ edeni yani.
«Tatlým, daha çok erken,» dedi Roy. «Biraz daha uyu-malýsýn.»
«Babacýðým, bugün bizi yine azarlayacak mýsýn?»
Neary küçük kýzýn Saf ve dürüst gözlerine baktý. Ýþte o babasýný böyle görüyordu: Bir azarl
abasýný çok sevdiði için onu azarlamasýný kabullenmeye hazýrdý.
Neary içinin piþmanlýkla burkulduðunu hissetti.
öne doðru eðilerek kýzý kaldýrýp kucaðýna oturttu. «Þimdi iyiyim, tatlý bebeðim.» Küçük kýz
aðlamaya baþlayacaðýný biliyordu.
Neary mutsuz gözlerle odanýn acýnacak haline baktý.
«Bütün bunlara bir son vereceðim. Tanrý adýna yemin ediyorum. Son vereceðim.
Neary çocuðu kucaðýndan indirip duvardaki gazete kupürleriyle fotoðraflarý klipslerinden çý
toplamaya baþladý. «Bak, ne yapýyorum,» diyordu bir yandan da. Sonra hepsini çöp sepetine
ak, «Ýþte gördün mü?» diye sordu.
Sylvia babasýnýn neden söz ettiðini anlayamýyordu tabii. Ama babasý mutlu görünüyordu ya, o
luydu.
Neary tren takýmýnýn ortasýna yapmýþ olduðu o garip tepeyi yýkmaya baþlamýþtý þimdi. Önce b
le sýmsýký yakalayýp koparmak için çekiþtirdi. Ama dað doruðunu vermemek için direniyordu s
ry iki elini kullanarak yana doðru çekmeye baþladý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Hop!
Daðýn doruk bölümü kopmuþtu. Þimdi tepesi kesilmiþ bîr aðaç gövdesini andýrýyordu. Kopan bö
muþtu.
«Sylvia!» diye baðýrdý Neary. «Evet baba?»
Roy'un gözleri tepesi kopmuþ daða dikilmiþti. «Sylvia,» diye baðýrdý yeniden. «Þimdi oldu!»
Neary'nin baþkalarýný ýýyundýrmasý olanaksýzdý.
Ronnie geç uyumuþtu zaten. O günün olaylarý genç kadýný bitkin düþürmüþtü. Roy'un sinir kri
casý için aðlanacak bir omuz olmaktan öteye bir þey yapamamasý yeterince hýrpalayýcýydý.
, Þimdi saat sabah on olmuþtu. Ronnie çocuklarýn tiz sesine ve baðýrýþmalarýna uyandý. Bir
e yatýp dinlendi. Tüm aile neþeyle gülüyordu. Roy da. O sýrada Ronnie bir dal parçasýnýn ya
sýnýn penceresinin önünden geçtiðini hayal meyal gördü ya da gördüðünü sandý.
Yorganý fýrlatýp yataktan kalktý, üzerine bir sabahlýk geçirip yatak odasýndan çýktý. Hem y
emerini baðlýyordu. Tam mutfaða girecekti ki...
«Oh, Tanrým.» Genç kadýnýn soluðu kesilmiþti.
Oturma odasýnýn pencereleri ardýna dek açýktý. Perdeler raylarýndan çýkarýlmýþ, pencerenin
an bir merdiven dayanmýþtý. Ronnie öylece kalakalmýþ bakarken, pencereden içeriye üzeri to
kla kaplý bir ortanca fidaný atýldý. Yerdeki öteki dallardan, çalýlardan
STEVEN SPIELBERG
oluþmuþ kocaman yýðýnýn üzerine düþtü fidan. Her taraf pislik, toprak içindeydi. «Roy!»
Ronnie mutfak kapýsýna koþtu. Tam o sýrada Brad'la Toby bir açalya fidanýný köklemiþ, babal
ardý. Roy da fidaný yüklenip merdivenlerden çýktý ve pencereden odanýn içine attý.
«Durun!» diye baðýrdý Ronnie.
«Haydi, çocuklar.» Roy da oðullarýna baðýrýyordu. Ronnie kocasýný elektriklerin kesildiið
en beri böylesine mutlu gördüðünü hatýrlamýyordu hiç.
Toby neþeli kahkahalarla pencereden içeriye avuç avuç toprak atan babasýna yardým ediyordu.
«Bu iþ bittikten sonra benim odaya da toprak atabilir miyiz?» diye sordu babasýna.
«Durun! Yeter artýk! Durun!» Ronnie çýlgýn gibi baðýrýyordu ama ona pek aldýran yok gibiyd
Genç kadýn koþarak bahçeye çýktý. Bir yandan da komþularý Bayan Harrls'ln tüm olanlarý ikin
penceresinden seyrettiðinin farkýndaydý. Yolun karþýsýndaki evde oturan bir baþka komþu da
çim kesme makinesi, bahçenin ortasýnda heykel gibi donup kalmýþ, aðzý bir karýþ açýk olan
du. Ronnie, Toby'nin ellerindeki topraðý bir vuruþta yere atýp kocasýnýn yanýna gitti.
«Eðer böyle yaparsan,» dedi Roy, avucundaki topraðý pencereden içeri, atarken. «O zaman ge
ir doktora ihtiyacým olur.»
«Böyle yaparsam mý? Siz ne yapýyorsunuz peki?» «Ronnie sonunda kafamdakini buldum. Eðer bi
e sadece bir açýdan bakarsan, çýlgýnlýk gibi görünebilir. Ama
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
onu baþka biçimlerde de görebilirsen, tam anlamýna kavuþabilirsin.»
«Yapma Roy! Bizi korkutuyorsun!»
Ronnie'nin böyle sert çýkmasý çocuklarý biraz korkutmuþtu. Neary bir ýtýr çiçeði fidanýný
a. Bir an durup sanki karýsýný ilk kez görüyormuþ gibi baktý. «Korkacak bir þey yok, sevgi
imi çok iyi' hissediyorum. Her þey yoluna girecek artýk, emir» ol.»
Roy ýtýr çiçeðini sökmekten vazgeçmiþti. Þimdi alüminyumdan küçük açýlýr kapanýr bahçe mas
yý kaldýrdýðý gibi oturma odasýnýn penceresinden içeri attý. Masa düþerken ses çýkarmamýþt
ecek kadar dal ve toprak yýðýný vardý anlaþýlan.
Ronnie, «Bana her þeyin iyi olacaðý masalýný anlatma artýk,» diye baðýrýyordu kocasýnýn ar
aya taþýrken!»
Roy koþarak evin çevresini dönüp ön bahçeye gitti. Otomobili park ettikleri yerin çýkýþýnda
plastik çöp bidonuna göz koymuþtu. O sýrada eve bir çöp kamyonu yaklaþýyordu ve iki çöpç
-ary'nin çöp kutularýný boþaltmaya hazýrlanýyorlardý. Roy hýzlanarak çöp kutularýna onlarda
kutularý kaldýrdýðý gibi yolun kenarýna boþalttý. Sonra hiçbir þey olmamýþ gibi Ronnie ve
la geçerek eve doðru koþtu. Ardýnda bir ona, bir de yolun kenarýndaki çöp yýðýnýna bakan ik
Neary yüksek engelli koþuya girmiþ bir yarýþçý gibi dizlerini kaldýrarak koþuyordu. Pencere
a eriþince iki elindeki çöp bidonlarýný içeriye doðru fýrlattý. Bidonlar daha önce içeriye
yum bahçe masa-
STEVEN SPIELBERG
sýna çarparak toprak ve fidan yýðýnýnýn üzerinden oturma odasýnýn zeminine yuvarlandýlar.
Ansýzýn Roy'un aklýna yeni bir fikir gelmiþti. «Bahçe teli.» diye baðýrdý.
Ronnie kocasýnýn, arabalarýný park ettikleri yerle yan evi ayýran aiçak çiti çekiþtirmesini
iyordu. Derken Roy'un gözü Harris'lerin açýk garaj kapýsýnýn önünde duran tel rulosuna tak
den baþýný uzatmýþ, olanlarý seyreden Bayan Harris'in meraklý bakýþlarý altýnda, Neary tel
týðý gibi taþýmaya baþladý.
«Ne yapýyorsunuz öyle?» diye Bayan Harris cýyak cýyak baðýrýyordu. «Yaptýðýnýz þey yasaya
Ronnie umutsuzca kadýný yatýþtýrmaya çalýþtý. «Merak etmeyin, Bayan Harris. Geri getireceð
Þimdi çocuklar annelerinin yanýndaydýlar. Genç kadýn hiçbir þey söylemeden, babalarýna bu ç
etmelerinin son bulduðunu hissettirmiþti onlara. Brad'la Toby biraz da korkmuþ olarak
annelerinin eteklerine sarýlmýþ, babalarýný Ýzliyorlardý.
Neary, Bayan Harrls'e, «Merak etmeyin telinizin parasýný ödeyeceðim,» diye baðýrdý.
Bayan Harris elindeki saç kurutma makinesini bir ta-banca gibi Roy'a doðru tutarak, «A
man al, senin olsun!» dedi.
Þimdi küçük Sylvia aðlamaya baþlamýþtý, ama Neary' nin onu duyduðu filan yoktu. Elindeki te
u pencereden içeriye attýktan sonra, bahçede baþka yeni malzeme bulmak için gezinmeye baþ
rayý burayý karýþtýrarak deli gibi aranýyordu. Ronnie çevresine topianýp eteðine sarýlan
ikte Roy'un yolunu kesmeyi becerdi.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
mýþ bira þiþesini masanýn üzerine býrakarak telefona gitti, bir numara çevirmeye baþladý.
«Onunla konuþmak istiyorum,» dedi karþý taraf cevap verince.
Ronnie telefona geldi. Neary boðazýný temizleyip dikkatle konuþtu. «Bunu yapman gerekli mi
di Ronnie? Lütfen... bir dakika... telefonu kapama... lütfen... dinle... lüt...»
Telefon kapanmýþtý.
«Madge, çöreklerinin bu denli kabarmasýnýn sýrrýný bana anlatýr mýsýn?»
«Ýþte en çok terlediðim zaman bile kendimi bununla güvende hissediyorum.»
Neary yine televizyonu seyretmiyordu ama reklam programlarýnýn sesi kulaðýna daha az süzüle
ek geliyordu. O hâlâ yaptýðý -ne dese?- daðý incelemekle meþguldü.
«Kýtýr kýtýr ve yaðsýz olmalarýný istiyorsanýz bunu kullanýn.»
Neary ayaða kalkarak telefona gitti yeniden. Ronnie' nin annesinin numarasýný çevirdi. «Ro
nnie'yi telefona verin lütfen.»
«Roy, özür dilerim ama seninle konuþmak istemiyor.»
«Siz çaðýrýn onul» diye baðýrdý Neary.
Ve beklemeye baþladý. Hat açýktý. Ama telefona kimse gelmiyordu, ne Ronnie, ne de annesi.
slýnda telefondan bir þey iþitmek için kývranýyordu Neary. Bir ses, bir tartýþma bile... A
ca hat açýktý. Alýcýnýn aðýzlýðýna üfledi. Ses yoktu.
Böylece Ronnie'nin telefonu kapamadýðý anlaþýlýyordu. Demek ki hâlâ umut vardý. Dakikalar
mutfak saatine bir göz attý: Ona bir vardý. Sanki bu
dakikayý bekliyormuþ gibi alýcýyý yavaþça yerine koydu. Sonra yeniden numarayý çevirdi.
Meþgul iþareti... Ronnie telefonu fiþten çýkarmýþtý.
Neary bira þiþesini alýp oturma odasýna geçti. On haberleri baþlamýþtý. Saçlarý kulaklarýný
kabarýkça taranmýþ genç bir adam kameraya doðru anlamlý bir bakýþla bakmaya çalýþýyordu am
geliþinden ilerdeki ekranda yazýlý haberleri okuduðu belliydi.
«Ýyi geceler! Bu gece en önemli haberimiz bir demiryolu kazasýyla ilgili!» Neary'ye spiker
sanki söylediði sözlerden garip bir zevk alýyormuþ gibi geldi.
«Hava Kuvvetlerine ait kimyasal gaz yüklü bir vagon raydan çýkarak devrilmiþtir. Gazýn çok
keli oluþu yüzünden bölgenin tümüyle boþaltýlmasý gerekmektedir. Silahlý Kuvvetlerin tehl
aþýmacýlýðýnda meydana gelen bir kaza nedeniyle yapýlan en büyük boþaltma harekâtý olacakt
e Wyoming'in Þeytan Kulesi denilen uzak bir bölümündedir. Þu anda Charles McDonell size o
yerinden bilgi verecek.»
Neary'nin gözleri dalmaya baþlamýþtý ama televizyon ekranýna bakmayý sürdürüyordu. McDonnel
ir trençkot, elinde bir mikrofonla duruyordu. Arkasýnda, uzakta kalan bir yoldan kamy
onlarýn gidip geldiði görülmekteydi. Daha da geride gökyüzüne yükselen dað doruklarý vardý
«Þu anda Wyoming'in kýzgýn ufkunda güneþ batmak üzere,» diye söze baþladý McDonnell. «Ve bi
yurttaþ felâket bölgesini terketmektedir. Tehlikeli G-M sinir gazý yüklü yedi vagon, gazýn
asal araçlarla güvenceli bir þekilde yok edileceði yere giderken Walkash? Needles Kavþaðýn
ydan çýkarak devrilmiþtir...
STEVEN SPIELBERG
«Aslýnda Wyoming'in vahþi dað eteklerinde kasabalar ya da büyük yerleþme merkezleri bulunma
yalnýzca tatil kamplarý ve dað evleri boþaltýlmaktadýr. Askeri kamyon ve helikopterler.
Kulesi diye bilinen daðýn doruðu merkez olmak üzere çapý yüz yetmiþ metreyi bulan bir alan
tadýrlar.»
Kamera geriye çekilerek bir kamyon konvoyunu gösterdi. Sonra görüntü ansýzýn deðiþerek dað
eobjektifle görünüþü belirdi ekranda.
«Þeytan Kulesi'nin yalçýn sýrtlarý,» diyordu McDonnell. «Dünyanýn dört bucaðýndan gelen dað
ey alaný oluþturmaktadýr ve...»
«Tanrým!»
Neary ayaða fýrlamýþtý. Bir atlayýþta gidip televizyon, ekranýnýn önüne diz çöktü. Ýþte az
rþýsýnda duruyordu. Orada, ekranda. Ve Neary'nin oturma odasýnýn içinde..."
Ayný derin ve dar oluklu yamaçlar... Ayný düz, pla-tolu tepe... Aðaçlar bile ayný konumdayd
Neary bir ekrana, bir odanýn ortasýndaki kendi eliyle yaptýðý modele bakýyordu.
Yüzünde aðzýný kulaklarýna vardýran bir sýrýtýþ vardý.
Evet, gerçekten yaptýðý þey anlamlýydý demek. Bir çýlgýnlýk ürünü deðildi. Ancak henüz her
u þeyi yapmak için duyduðu o korkunç dayanýlmaz arzunun bir anlamý olduðunu biliyordu. Bu h
a bir beynin rasgele ürettiði bir þey deðildi.
Bir mesajdý bu.
Neary kendine hâkim olmaya ve yavaþ hareket etmeye çaba göstererek numarayý doðru çevirdi.
Ve yine o meþgul iþaretini alýyordu.
Yüzünden gülümsemesi silinmiþti. Oturma odasýna
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
doðru dönerek Þeytan Kulesi'nin yapmýþ olduðu modeline baktý bir süre. Indiana'nýn batýsý
k, diye düþündü. Çok yorucu bir yolculuk olacaktý. Hele yalnýz hiç çekilmezdi, o bitmez tü
ar...
Neary açýk duran telefon rehberine boþ boþ bakýyordu. Sonra rasgele sayfalarýný çevirmeye
rden dikkati yoðunlaþtý ve Harper Vadisi bölümüne gelince artýk ne aradýðýný biliyordu. Go
. Guber. Guiler, J.
Jillian'ýn ev numarasýný çevirdi. Daha önce Barry'yi sormak için bir kez daha telefon etmiþ
a telefon sürekli meþgul çýkmýþtý.
«Özür dilerim,» dedi teype alýnmýþ bir ses bu defa. «Aramakta olduðunuz bu numara bir süre
en çýkarýlmýþtýr. Otomatik cevap vericiye baðlýdýr.»
Neary telefonu kapatýp bir daha açtý ama yine otomatik teyp cevap verdi kendisine.
Gerçekten uzun ve yorucu bir yolculuk olacaktý, ama bunu yalnýz baþýna yapmaktan baþka çare
de yoktu.
Jillian Guiler bu günler süresince evden hiç çýkmamýþtý. Aslýnda yatýp uyumak, tuvalete gi
z olarak bir þeyler atýþtýrmak dýþýnda, oturma odasýndan da çýkmamýþ, resim sehpasýnýn baþý
Genç kadýn iyi de görünmüyordu. Barry evden uzaklaþtýrýldýðýndan beri hayli kilo kaybetmiþ
sinde Jillian'ýn gözlerinde akla gelebilecek en büyük kayba uðramýþ ve onun acýsýný çeken i
ir hüzün vardý.
Tüm gün ve gecelerini geçirdiði oturma odasýnýn o
STEV£N SPÝEISERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
köþesi, düzensiz bir sanat galerisini andýrýyordu. Karakalem ve yaðlýboya resimler üstüste
de Roy Neary'nin modelini yapmýþ olduðu daðýn çeþitli görüntüleri vardý. Öz aynýydý ama b
ian yaðlýboya resimlerinde göz týrmalayan çið renkler kullanmýþtý.
Jillian da eve kapandýðý o hafta boyunca, pek dinlememesi ya da seyretmemesine karþýn zama
zaman televizyonu açmýþtý. Ama þimdi tüm dikkatiyle akþam haberlerini dinliyordu. Neary'
en baþka bir istasyon açýktý. Derken Jillian o sihirli kutunun aracýlýðýyla ilk kez Þeytan
ni gördü.
«Silahlý kuvvetler ve jandarma birlikleri boþaltmaya gözcülük etmektedir. Evlerinden barkla
dan edilen halka, tehlikenin yetmiþ iki saat içinde ortadan kalkacaðý garantisi verilmiþti
. Zehir yoðunluðunun bu süre içinde zararsýz hale geleceði tahmin, edilmektedir. Bu durumda
bölge sakinleri haftasonunda evlerine dönmüþ olacaklardýr, ilgililer, çevrede yaþayan kasa
yvanlarýn etlerinin hiçbir zarar görmeyeceðini garanti etmektedirler.»
Araya reklamlar girince, Jillian resimlerinin baþýna döndü. Sehpada duran resim, televiz
yon kamerasýnýn gösterdiði açýdan bakýyordu daða. Jillian'ýn resmiyle kameranýn gösterdið
ark yoktu; daðýn eteklerindeki ormanlýk bölgelerin üzerinde dolaþan askeri helikopterler dý
Jiilian resme dalýp gitmiþti. Kendine geldiðinde haberler çoktan bitmiþ, müzikal bir film
uyordu. Genç kadýn kendini toparlayarak yatak odasýna gidip gerekli þeyleri alarak banyoy
a girdi. Ne yapacaðýný bilen birinin kesin tavrýyla hareket ediyordu. Bir saat tamircisin
in küçük, usta hareketleriyle duþ yaptý, saçýný
taradý, yüzünü boyadý, bavulunu topladý ve evden çýktý. Jillian, kendisini Barry'ye ulaþtýr
olduðunu umarak, dua ediyordu.
***
Neary birkaç gündür hiç uyumamýþ birinin böylesine uzun yola çýkmamasý gerektiðini düþünüyo
rundaydý. Titreyen kaslarýný kontrol altýnda tutmaya çalýþýyor, kendi kendine durumunun hi
suz olmadýðýný tekrarlýyordu.
Cüzdanýnda yirmi dolarý vardý. Ronnie hýrsýzýn aklýna gelmeyeceðini düþünerek buzluðun arka
rýný. Bir yirmi dolar daha bulmuþtu orada. Neary suçluluk duygusuyla kývranarak Brad'ýn ku
rasýný açýp içindeki dört dolar ve bozukluklarý da almýþtý.
Saat sekiz buçukta bankaya giderek kýrk iki dolarlýk hesabýndan kýrk dolar çekti. Saat doku
daysa baþka bir bankada, veznedara yüz dolarlýk bir çek uzatýyordu. Veznedar hesap kartlar
ontrol ettikten sonra çeki Neary'ye geri verdi.
«Özür dilerim ama kredi görevlisini görmeniz gerekiyor. Kendisi þura...»
Neary çeki küçük parçalar halinde yýrttýktan sonra bankadan çýktý. Kötü þans iþte... Derken
atan dükkâný gördü. Bir umut! Elinde tuttuðu küçük kâðýt parçalarýný konfeti gibi havaya sa
Dükkân yöneticisi, kuþkulu bir nezaket ve görülmemiþ bir aðýrkanlýlýkla Neary'nin yeni yaz
avranýþý aslýnda hiçbir þey yapmak istemeyiþinden ileri geliyordu. Nezaket ve yavaþlýðýn ki
birleþimiydi
STEVEN SPIELBERG
bu. Tek yakýnmasý da, «Bütün yirmiliklerimi tükettiniz, Bay Neary,» oldu.
Dokuz on beþte kalkan otobüs, Neary'yi saat on birde Cincinnati'ye ulaþtýrdý. Neary havaal
nýna vaktinde yetiþerek rezervasyon görevlisine danýþtý. Görevli, Denver'e aktarmasýz bir
için iki rehber, üç liste karýþtýrýp þefine de danýþtýktan sonra, Neary'nin rezervasyonu
racaðý yerde Neary'ye bir de kiralýk araba ayýrtmýþtý.
Rezervasyon görevlisinin iþi aðýrdan aldýðýný Neary farketmemiþti önce. Ancak kadýnýn biraz
ran iki nöbetçiye bakýþýný yakalayýnca, bu yavaþlýðýn kasýtlý olduðunu anladý.
Neary nöbetçilere yüzünü döndü. Adamlarýn halinden ne yapacaklarýna daha karar vermemiþ old
du. Bütün havaalaný güvenlik görevlileri gibi, bunlarda da tanýmlama nesnel ölçülere dayanm
Zararlý tipler þöyle giyinir, böyle bakar ya da þu þekilde konuþurlardý. Neary güvenlik g
ona 'yankesici' ya da 'terörist' gibi önceden belirlenmiþ etiketlerden birini yakýþtýrmak
e olduklarýný farketmiþti.
Neary yeniden rezervasyon görevlisine dönerek, «Eþyalarýma birkaç dakika gözkulak olur mus
lütfen,» dedi. «Þimdi dönerim.»
Sonra el çantasýný alarak en yakýn tuvalete gitti. Ýki güvenlik görevlisi Neary'yi izlemiþ,
peþinden tuvalete girmemiþti. Neary içerde yüzünü sabunlayarak çabucak bir traþ oldu. Tiþ
bir gömlek giyip koyu kahverengi bir kravat taktý. Saçlarýný özenle taramayý da ihmal etme
.
Tuvaletten çýkýp güvenlik görevlilerinin oldukça yakýnýndan geçti. Adamlardan sadece b
tanýmýþtý.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Neary'nin rezarvasyon bölümüne gidiþini gözleriyle izlediler. Ýkisi de yerinden kýpýrdam
Neary, istenilen kýlýða girmek göründüðünden daha kolay, diye düþündü.
Ýþin parasal yaný da kolaydý. Neary traþýn, temiz elbiselerin ve kredi kartýnýn, ödeme güc
kuþkularý ortadan kaldýrdýðýný öðrenmiþti artýk.
Þimdi iþin güç yanýna sýra gelmiþti. Neary biletini aldýðý görevliden birkaç mektup kâðýdý
ir köþeye çekilerek oturdu. Nasýl baþlayacaðýný bilmiyordu. Zarfa Brad, Tobby ve Sylvia Ne
adlarýný ve adresi yazarak oyalandý. Bu adlar ona bir garip görünüyordu. Neary þimdiye d
arýna hiç mektup yazmamýþtý.
'Sevgili çocuklarým. Ben bir süre uzakta olacaðým. Eðer geri gelir...'
Neary bir an durup düþündü, sonra 'eðer' sözcüðünün üstünü karalayarak yazmaya devam etti.
atacak çok þeyim olacak. Þimdi gitmek zorundayým. Anlamam gereken þeyler var ve anlamanýn t
k yolu da bu.'
Görüþü bulanmýþtý. Gözlerinin yaþlarla dolduðunu farketti. Brad'ýn hakký vardý; gerçekten s
ary kendisini seyreden biri var mý, diye çevresine bakýndý. Neyse yoktu. Gözlerini silerek
yazmaya devam etti.
'Oðullarým, annenize yardým edin. Siz iyi, güvenilir çocuklarsýnýz ve...' Durdu. Ýçinden, b
daha güvenilir, diye geçirdi.
'Çok kýsa bir zamanda yeniden evde olacaðým ve...' Çocuklara yalan söylemeye hakkým yok,
diye düþündü. Onlarý yeterince tedirgin ve huzursuz et-
STEVEN SPIELBERG
Elimde kalan son araba o. Onu çoktan kiralamýþ olabilirdim ya... Hatta son anda bile yi
rmi müþteri çýkardý.»
Neary sordu. «Halk bu bölgeyi boþaltýyor, deðil mi?»
Suggs onun sorusuna aldýrmadan, «Depo dolu,» dedi. «O külüstürü getirdiðinde ben burada olm
nahtarlarý þuradaki tablaya býrakýrsýn.»
Suggs, Neary'nin bir þey söylemesine fýrsat býrakmadan garaj kapýsýndan çýkýp gitti. Neary
uran anahtarlarý daha almamýþtý ki, garafcý çoktan.eski Ford' una atlayýp ardýnda bir toz b
býrakarak gözden kaybolmuþtu bile.
Neary de bavulunu ve arabanýn kira sözleþmesini alarak dýþarý çýktý. Kiraladýðý araba gara
uruyordu. «Bir Vega,» diye söylenerek arabaya binip motoru çalýþtýrdý. Sonra hemen radyoy
«... binlerce kiþi evsiz barksýz kalmýþtýr.» Neary radyoyu açar açmaz karþýsýna bu haber ç
boþaltma olayýndan baþka bir þeyden söz edilmiyordu.
«ABD Silahlý Kuvvetleri Levazým Komutanlýðý yeni kýsýtlamalar getirmiþtir. 25 numaralý eya
toyolun üzerinde ve Grovvher'ýn kuzeyinde bulunan tüm arayollar, Meestestse'nin batýsýna g
iden bütün yollar, Cody'nin kuzeyinde ve Burlington'un doðusunda ya da Yellowstone Gölünün
týsýnda kalan çakýllý yollar dahil tüm yollar ve arayollar tehlikeli ve Kýrmýzý Bölge ilan
Herkesin buralar...»
Neary radyonu kapatarak, Suggs görmeden garajdan aldýðý karayollarý haritasýný inceledi. Y
asaklanmýþ yollarýn yerlerini saptadý ve onlarý Tetons'daki Þeytan Ku-Jesi'ne dek izledi,
Neary yasaklanmýþ yerlere gidebilecek, arada sýrada
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
açýk olan tali yollarý düþünerek bir süre oyalandý. Sonra da arabaya atlayýp yola koyuldu.
Reliance'da hava açýk ve güzeldi; tam piknik yapýlacak bir gündü.
Bölgeyi boþaltan halk belirli yerlerde toplanmaktaydý. Uzunca bir süredir araba kullanan
Neary farkýnda olmaksýzýn batý yönünde Terons'a doðru yol alýyordu. Doðuda kalan yollarda
Reliance'da yakýt alýp, yoluna devam etmeyi düþünüyordu ama ilk kez askeri birliklere ras
Demiryolu istasyonunun saðýnda kalan yolda bir barikat vardý. Ulusal güvenlik askerleri sý
tlarýnda tüfekleri, kýzgýn güneþ altýnda oraya buraya koþuþarak istasyona toplanan halký gr
orlardý. Yüzleri ter içinde kalmýþtý.
«Þimdi yalnýzca mavi kart taþýyanlar trene binecek,» diye baðýrýyordu bir çavuþ elindeki me
kartý olanlar acele etsinler. Kýrmýzý kartý olanlar da barikatýn bu yanýnda toplansýnlar.
ir sonraki trene bineceksiniz.»
Çavuþ boðazýný temizlemek için durup konuþmasýna ara verdi. Sonra hak-tuu diye yere tükürdü
megafonu aðzýndan fazla uzaklaþtýrmomýþtý. Çýkardýðý sesler istasyon bölgesinde yankýlandý
ineceksiniz trene. Sýranýzda bekleyin yalnýzca. Þimdi mavi kartlýlar biniyor...»
Neary arabasýnda oturmuþ, uzun boylu çavuþun onu fark etmesini bekliyordu. Çavuþ Neary'nin
rabasýný görünce, yüzünde inatçý bir ifadeyle hantal hantal yürüdü ona doðru. Ama yanýna y
öte yanýndan gelen bir hayvan sürüsü yolunu kesmiþti.
Sürüde koyunlarla sýðýrlar bir aradaydý. Çavuþun Neary'ye doðru ilerlemesi olanaksýzdý bu d
a-
STEVEN SPIELBERG
lýðý yoðun bir gübre kokusu sarmýþtý. Sürünün arasýndaki çobanlarla hayvan sahipleri birbir
ardý. Ortalýk tam bir anababa günüydü.
Hava Kuvvetlerine ait bir helikopter geviþ getiren sürünün üzerinde dolaþarak hayvanlarýn
un saðýna soluna kaçýþmalarýna neden oldu. Yol açýldýktan sonra helikopter yükselen bir b
açýyla gökyüzüne çýkýp yüksek Tetons tepelerine doðru uzaklaþtý.
Çavuþ yanýna geldiðinde, Neary gitmek için dayanýlmaz bir arzu duyduðu yönde uzaklaþan hel
ardýndan bakýyordu. Askerin dev gölgesi üzerince düþünce Neary irkildi.
«Tehlikeli bölgede bir akrabanýz mý var?» diye sordu çavuþ.
«Sue-Ellen adýndaki küçük kardeþimi arýyorum.» «Soy adý nedir?» Çavuþ arka cebinden bir li
«Hennersdorfer.»
Çavuþ küt parmaðýný listedeki Ýsimler üzerinde dolaþtýrarak H harfi bölümünü gözden geçird
ri yok.»
«Tanrým', o zaman kýzcaðýz hâlâ evde,» diye baðýrdý; Neary.
«Dün öðleyin herkesi evinden çýkardýk.»
«Ama küçük Sue - Ellen kaldý.»
«Olanaksýz.» Çavuþ kesin bir ifadeyle konuþuyordu. «Herkes dýþarý çýkarýldý. Ev ev dolaþtýk
madý içerde.»
«O halde kendim gidip bakmalýyým,» dedi Nearry. «Annemle babam beni asla baðýþlamaz, eðer t
k edip Sue-Ellen'i evden almazsam...»
«Hey,» diye onun sözünü kesti çavuþ. «Sen Ýngilizce;
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
anlamýyor musun? Orada kimse kalmadý diyorum. Herkes trene biniyor. Eðer ortalýkta dolaþan
çopulcu olursa vur-, ma emri aldým. Kalýn kafana girdi mi þimdi, Hennersdorfer?»
Neary budalaca sýrýttý. «Görüþürüz,» diyerek arabayý geri geri yapýp oradan uzaklaþtý. Ama
r baþka askerle konuþtuklarýný duymuþtu. «Bir çapulcu, ha?» diye sordu adam. Çavuþ böb
ii, nerede olsa alýrým on-larýn kokusunu,» dedi.
Neary demiryolu istasyonundan uzaklaþýrken sýrýtmýyordu artýk. Adamlarýn tahmin ettikleri
pulcu ya da yaðmacý deðildi, ama orada bulunmasýnýn asýl nedeni sorulacak olsa ne cevap ve
eðini de bilmiyordu. 'Araþtýrmacý' denilebilir miydi? Ya da 'meraklý biri?' Belki de o...
davetli bir konuk'tu.
Evet, böylesi daha iyi, diye düþündü. Çünkü normal yaþamýný altüst etmesine, sevdiklerini g
e Þeytan Kulesi'nin modelini yapmasýna neden olan o çýlgýnca güdüyü ve gücü kendisine kim
Neary'e açýk ve yalýn bir mesaj gönderiyordu. Ona bütün bunlarý yaptýran gücün bir amacý ol
mesajýn bir amacý da onu Þeytan Kulesi'ne çaðýrmaktý.
Þimdi bütün sorun oraya nasýl ulaþacaðýydý. Þeytan Kulesi'nden seksen kilometre uzakta bulu
. Yürüyerek gitse kaybolma ya da vurulma tehlikesi vardý. Ayrýca G-M sinir gazýndan nasýl
ktý? Bu konuda hiçbir bilgisi yoktu. Gaz taþýyan vagonlarýn devrildiði doðru muydu? Neary
eye, kime inanacaðýný bilmiyordu. Yalnýzca önemli bir þeye ulaþmak üzere yola koyulmuþtu ve
zce ilerliyordu.
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Neary arabasýný park ederken, bir adam, «Sizi korkutmak istemiyorum,» diyordu çevresindeki
ere.
Sýska, kabak kafaiý biriydi. Sanki çok konuþtuðunu kanýtlar gibi kocaman bir aðzý vardý. Çe
fak bir grup toplanmýþtý. Ama Wyoming'in o bölgesinde paniðe kapýlmanýn eþiðinde olan halk
a en kolay þey toplanmaktý.
«Size zaten bildiðiniz bir þeyi anýmsatmama izin verin,» diye koca aðýz konuþmasýný sürdür
azý renksiz ve kokusuzdur. Ona dokunduðunuzun ya da içinize çektiðinizin dünyada farkýna va
zsýnýz. Ama az sonra...» Adam dinleyicileri kýzýþtýrmak ister gibi sözlerine ara verdi. «G
anmaya, burnunuz akmaya baþladýðý zaman kendi kendinize soracaksýnýz, 'Ah Tanrým, neden onl
an bir tane satýn almadým?' diye. 'O adam bize bunlarýn önceden uyarýda bulunduðunu söylemi
diye dövüneceksiniz. Ama- o zaman yakýnmanýn hiçbir yararý olmayacak. Son piþmanlýk...»
Þimdi adamýn çevresine otuz kadar insan toplanmýþtý. «... Aðzýnýzdan ve burnunuzdan salyala
baþlayýnca,» diye anlatmaya devam etti adam. «Kaslarýnýz gevþeyip pantolonunuzu ýslattýðý
lemi almadýðýnýza piþman olacaksýnýz. Size garanti ediyorum ki...»
Adam elindeki kafesi yukarý doðru kaldýrdý. Ýçinde bir kamýþa tünemiþ, küskün duran bir kuþ
size bir saat öncesinden sinir gazýnýn çevrede bulunup bulunmadýðýný haber verecektir. Düþ
nlikte olacaðýnýz tehlikesiz bir saat... Bunu size Tanrý yollamýþtýr. Ve fiyatý elli dolar
Neary arabasýndan çýktý ve yoldan karþýya geçerek kuþ satýcýsýnýn çevresindeki kalabalýða k
dan bazýlarý para sayýyorlardý. Satýcýnýn karýsý da uzatýlan paralarý alýp kanarya kafesini
«Kanarya almaya paranýz yetmiyor mu?» diye yüksek sesle sordu satýcý. Sanki hiçbir çaba har
an konuþuyor, sözcükleri aðzýndan kendiliðinden dökülüyor gibiydi. «O zaman sizin için öze
ar. Kanaryalar kadar iyi deðiller kuþkusuz ama size kýrk beþ dakika öncesinden uyarýda bu
lar. Zaten fiyatlarý da elli dolar deðil, otuz dolar. Verin parayý, alýn güvercininizi.»
Neary kafes yýðýnýn üzerinden uzanýp, «Bana iki kanarya verin,» dedi.
Etkisi bir taneden daha iyidir. Güvercinse hiç yoktan iyidir. Son olarak da tanesi y
irmi dolara tavuklarým var. Sizi yarým saat öncesinden uyarýrlar.»
Neary elini cebine sokup para çýkardý, kadýna uzatarak öteki eliyle de içinde iki kanarya
unan kafesi aldý. Kafesleri arabaya taþýdý ve tam binecekken birinin ona seslendiðini iþitt
.
«Roy!»
Hemen dönüp çevreyi araþtýrdý. «Roy!» diye sesleniyordu bir kadýn sesi. Trene binmek için
p kakýþan kalabalýða baktý. Kuþkusuz ses oradan geliyordu ama...
«Roy!»
Derken insan selinin ters yönünde kendine yol açmaya çalýþarak ona doðru ilerleyen Jillian
O anababa gününün tüm karabasaný ikisinin üzerine çökmüþtü sanki. Aralarýndaki uzaklðý kapa
n seli onlarý ayýrýyordu.
Askerler megafonlardan baðýrýyor, koyunlar oradan oraya koþuþuyor, arabalar kalabalýðý y
acaddeye
STEVEN SPIELBERG
ulaþmaya çalýþýyor, kuþ satýcýsý son gayret avaz avaz baðýrýyordu.
Bütün bunlarýn üstünde de güneþ rahatsýzlýk verecek kadar kýzgýndý.
«Bu tarafa doðru gel». diye baðýrdý Neary. Jillian tehlikede olduðunun farkýnda deðildi. K
i trene binememe endiþesiyle çýlgýnca itiþip kakýþýyordu. Onlarýn ters yönünde ilerlemeye ç
labalýðýn arasýnda düþüp çiðnenme tehlikesiyle karþý karþýyaydý.
Neary kalabalýða doðru atýldý, önüne gelelileri yana iterek kendine yol açmaya çalýþtý. Jil
kilmeye uðraþýyordu. Sonra yarý düþer gibi rampadan atladý.
Neary onu tam zamanýnda yakalamýþtý. Ýnsanlar, çocuklar, sýðýrlar, koyunlar, kuþ kafesleri
caðýnda kedisiyle yaþlý bir kadýn, kulaðýna yapýþtýrdýðý transistorlu radyosuyla bir genç
i yanlarýndan akýp geçerlerken, Roy'la Jillian bir-birilerine kenetlenmiþ duruyorlardý. Ka
rþýlýklý iþitmedikleri þeyler söylüyor, anlamsýz sesler çýkarýyor ve çýlgýnca gülüyorlardý
kurtularak kenara çekildiler. Kaldýrýmdan giden bir dizi koyunun yanýnda geçip Roy'un ara
a varabildiler sonunda.
Jillian kendini ön koltuða atarak eliyle gözlerini kapadý. Neary de direksiyona geçip arab
yý çalýþtýrdý. Jillian'a, «Kafesleri tut,» dedi eðimli yoldan aþaðý inerken. «Orada zehirli
orum. Ya sen?»
«Roy,» diye inledi Jillian. «Seni gördüðüm için öyle mutluyum ki.»
«Ben de,» dedi Roy gülerek.
«Karýn, çocuklarýn nerede?»
Neary bu kez sesini çýkarmadý. Þimdi Reliance'dan çýkmýþlar, güneye doðru giden uzun araba
katýl-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
mýþlardý. Bir yol aðzýnda Neary arabayý yolun kenarýna çekti. Yolun aðzýnda iki Ulusal Güve
iyle bir jip duruyordu.
«Buradan dönemezsiniz,» dedi onlardan biri. «Yola devam edin.»
«Biraz dinleniyorduk,» diye görevliye cevap verdi Neary. Sonra Jillian'a dönerek, «Beni te
kettiler,» dedi. «Ronnie çocuklarý alýp annesinin evine gitti. Onlar için bu dünyaya ait
a baþlamýþtým galiba.»
Jillian dudak büktü. «Evet, buna benzer bir þeyi bana FBl'ýn adamlarý söylemiþti. Adamlarýn
lerime inanmadýklarýný gözlerinden okuyordum.»
«Beni dinle, Jillian,» dedi Neary. «ikimiz de Wyoming'e kadar bunca yolu, buradan geri
dönmek için gelmedik.»
«Ama askerler yollarý kapatmýþlar.»
«Mutlaka baþka yollar vardýr. Çünkü büyük bir ülke burasý...»
Jillian bir süre sesini çýkarmadý. Sonra Neary'nin elini tutarak yanaðýna götürdü. «Yenide
olmamýz öyle güzel ki...»
Ve Neary o anda aramakta olduðu tali yolu bulmuþtu. Yol, boþ arazi ve tarlalardan yalnýz
ca dikenli bir telle ayrýlýyordu. Bu tel de yor yor paslanmýþtý. Neary arabayý geri alýp a
vitesine taktý. Sonra gaz pedalýna sonuna kadar bastý. Araba kükreyerek ileri atýldý, arka
astikler yerdeki tozu topraðý ayaða kaldýrdý.
Arabanýn ön çamurluðu çite gömüldü. Dikenli teller kopan gitar teli gibi bir ses çýkararak
STEVEN SPIELBERG
lerini, benliklerini dolduran bu görüntüye benzemiyordu. Þeytan Kulesi tek baþýna, benzersi
ve eþsiz olarak karþý-larýndaydý. O denli kendine özgü bir görünüþü/ vardý ki, Neary onun
bir modelini yapabildiðini düþündükçe arkasýndan doðru ürpermeler geliyordu.
Boðazýný temizleyerek, «Yolumuza devam etsek iyi olur,» dedi. «Yoksa bizi yakalayabilirler.
Jiilian'ýn bakýþlarý bir an için daðdan uzaklaþarak daha aþaðýlarda gezindi. «Orada,» diye
isinde bir yeri gösteriyordu. «Orasý bir benzin istasyonu deðil mi?»
Birkaç dakika sonra Neary arabayý terkedilmiþ bir benzin istasyonuna soktu. Burada san
dviç ve hatýra eþya satan küçük büfeyle benzin pompasýndan baþka bir þey yoktu. Neary hortu
pompayý iþletti. «Elektrik var hâlâ,» diye mýrýldandý. Depoyu doldurduktan sonra hortumu
karak, «Dokuz dolar ediyor,» dedi yine alçak sesle.
«Roy.» Jllllan uzaklardan duyulan bir helikopter sesinin giderek yaklaþtýðýný Ýþitmiþ, Roy
. Neary genç kadýný arabadan çýkardý ve ikisi birden büfenin kapýsýný siper aldýlar. Helik
fark etmeden uzaklaþacaðýný umuyorlardý.
Yolcu taþýyan helikopterlerden bir filo üzerlerinden tehlikeli bir alçaklýkta geçmekteydi.
yanda ve ötekilerden daha yüksekte uçan iki helikopterin altýndaki yük taþýma yerinden d
linde baðlanmýþ kutular sarkýyordu. En arkada da Hava Kuvvetlerine ait bir Cheyenne vardý
filoya gözcülük eder gibiydi.
Birdenbire Cheyenne yana doðru kaydý ve tam büfenin damýnýn üzerine ani, düþer gibi bir in
eary kapýyý açýp Jillian'Ia birlikte içeri girmeye fýrsat bulamadan.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
helikopterdeki adamlardan biri Polaroid bir kamerayý onlara doðru tuttu. Adamýn gözünde uç
leri, aðzýnda da bir solunum maskesi vardý.
Neary omuzlarýný silkerek adama doðru sýrýttý. Fotoðrafçý çok yakýn bir zum yapabilmek içi
ayarlýyordu galiba. Neary büfenin kapýsýndan uzaklaþarak güneþ ýþýðýna çýktý. Elini cebine
lýk çýkardý ve helikoptere doðru salladý. Sonra benzin pompasýnýn üzerine koyup bir de taþ
tüne.
«Tamam mý?» diye de baðýrdý.
Karþýlýk olarak pilot fotoðraf çeken adamýn koluna þöyle hafifçe vurdu, sonra helikopteri b
bi gökyüzüne doðru yükseltti. Araç Þeytan Kulesi yönünde ilerlemeye devam etti. O yöndn g
kopterler gözden kaybolmuþlardý.
«Ýþte bu kadar,» denli Neary. «Atla Jillian.»
Neary çakýllý yoklu (imhayý yüz onla sürüyor, dönemeçleri adeta iki tekorlok üzerinde dönü
elikopter belirdiði zaman da aðaçlarýn altýna siper alýyordu. Bir seferinde Neary arabayý
ltýnda durdurmuþ, bir helikopterin uzaklaþmasýný beklerken, yolda sýrtüstü, ayaklarý havad
ir kuþ gördü. Sessizce Jillian'a kuþu iþaret etti.
«Geri dönmemizi Ýster misin?»
«Onu ne öldürmüþ olabilir, Roy?»
«Kanaryalarýmýz saðlýklý görünüyorlar. Sana söyledim, bütün bu G-M sinir gazý olayý uydurma
a.»
«Öyleyse yolumuza devam edelim.»
Jillian'Ia Neary bir süre konuþmadan oturdular. Sonra ikisi de mendillerini çýkarýp burun
ve aðýzlarýný örtecek biçimde baðladýlar. Neary yineden arabayý hareket ettirerek
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
bu kez daha ihtiyatlý ve yavaþ sürmeye baþladý. Þeytan Kulesi'nin eteklerine yaklaþýyorlard
Keskin bir dönemeçte Neary frene bastý. Sonra ayaðýný frenden kaldýrmadý, çünkü arka arkay
renkli dört kapalý kamyonet yolu kapatmýþtý. Neary hemen arabayý geri vitese takýp arkasýný
n baþýný pencereden çýkardý. Ama tam geri geri gitmeye baþlamýþtý ki, dört kamyonet daha g
durdu.
Jillian'la Neary hiç konuþmadan arabanýn pencerelerini kapatýp kapýlarýný kilitlediler. Bi
bir þey olmadý. Sonra kamyonetlerin kapýlarý açýldý ve içlerinden birtakým garip kýlýklý ad
baþladý. Güneþ ýþýðýnda öylesine parlýyorlardý ki, gören altýndan adamlar sanabilirdi.
Tek parça plastik lameden astronot tipi giysiler vardý üzerlerinde. Plexiglas"dan balo
n baþlýklar ve sýrtlarýna da solunum tüpleri takmýþlardý. Her yanlarý metal taklidi parlak
e kaplanmýþ gibiydi. Neary onlarýn, yemek piþirmekte kullanýlan alüminyum kâðýt reklamý ya
zediklerini düþündü bir an.
Adamlardan biri ihtiyatla ilerleyerek Neary'n'm arabasýnýn önünde durdu. Elinde küçük bir
ahta tutuyordu. Yukarý doðru kaldýrýnca Jillian'la Roy tebeþirle yazýlmýþ yazýyý okudular
«KENDÝNÝZÝ NASIL HÝSSEDÝYORSUNUZ?»
Sorunun anlamsýzlýðý Neary'nin çoktandýr biriken geriliminin patlamasýna neden olmuþtu. Ya
amý açarak, «Çok iyi,» diye baðýrdý. «Ya siz palyaçolar?»
Altýn giysili adam elindeki karatahtayý indirip eliyle onlara arabadan çýkmalarýný iþaret
«Tanrý topunuzun belasýný versin,» diye diþlerini gýcýrdattý Neary. «Bu çevrede bulunan ze
in osuruðunuzdan baþka bir þey deðil.»
Sað kolunda Kýzýl Haç iþareti olan altýn giysili baþka biri, arabanýn penceresinden uzanara
lian'ýn kucaðýndaki kuþ kafesini aldý. Kanaryalarýn ikisi de sýrtüstü, hareketsiz yatýyor
Neary teslim olmuþtu.
Jillian'la Roy arabadan çýkar çýkmaz kendilerine birer gaz maskesi verildi ve ayrý ayrý ka
netlere bindirildiler. Jillian'ýn bindiði kamyonet hareket edince, Neary «Hey» diye baðýrd
a hemen sonra onun kamyoneti de ötekileri izlemeye baþladý.
Kamyonetlerin Ýçi seyyar týbbi yardým araçlarý gibi donatýlmýþtý. Neary bu altýn giysili ad
ibi olduklarýný düþünmeye baþlamýþtý þimdi. Çünkü bunlar güvenlik görevlilerinden çok dokt
myonetin yanlarý kapalý olduðundan Neary'nin dýþarýya bakmasýna olanak yoktu, Bir süre sa
l aldýlar.
Sonunda yolculuk bitince, altýn giysili adamlardan biri inip kamyonetin kapýsýný açtý. Nea
güneþin batmakta olduðunu gördü. Kum taþýma araçlarýnýn konakladýklarý küçük bir kamp yerin
yeþil çadýrlar ve az önce bindiklerinin eþi kapalý kamyonetler vardý.
Hava kararmaya baþlamýþtý. Neary uzakta birtakým adamlarýn, büyük bir yarým daire oluþturan
reyleri boþalttýklarýný belli belirsiz seçiyordu. Ama daha fazla bakmasýna vakit yoktu.
Neary'nin doktor olduðunu tahmin ettiði altýn giysili adam, onu kolundan tutarak her t
arafý kapatýlmýþ treylerden birine bindirdi. Baþýnda balon baþlýðý olduðundan adam bir þey
y de. Yandaki sýraya oturup beklemeye baþladý. Zaman geçiyordu. Neary saatine bir göz attý
edi olmuþtu.
Treylerin içindeki hava özel bir aygýttan saðlanýyordu.
STEVEN SPIEtBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Giriþte de kapýyla treylerin içindeki odayý ayýran bir boþluk vardý.
Ansýzýn treylerin iç kapýlarý ardýna dek açýldý. Maskeli iki kiþi içeri girince, altýn giy
dýþarý çýktý. Neary muyane sýrasýnýn ucunda oturuyordu. Adamlar maskelerini çýkarýrlarken,
e uzun, gri saçlý adama, sonra yanýndaki daha genç olanýna baktý.
«Evet,» dedi Neary. «Anlaþýlan patron sizsiniz.»
Kýr saçlý adam kaþlarýný çatarak yanýndakine döndü. Fransýzca olarak, «Bu adam kendini ne s
du.
Öteki adam sýrýtarak, «Büyük lokma,» diye karþýlýk verdi. Sonra Neary'e döndü. «Çok az zama
Eliyle yanýndaki adamý iþaret ederek, «Bu, Bay Lacombe'dur.» dedi. «Sizden çok dürüst, kýsa
lar bekliyoruz.»
«Ben de,» diye karþýlýk verdi Neary. «Jillian nerede?»
«Arkadaþýnýz tehlikede deðil,» dedi Laughlin.
Lacombe, Neary'nln karþýsýndaki sýraya oturmuþtu. Mavi-yeþil gözlerini hafifçe kýrpýþtýrýyo
kýzgýnlýktan mý, yoksa þaþkýnlýktan mý yaptýðýný kestireme-di. Lacombe Fransýzca konuþuyo
asýndan da Laughlin ingilýzceye çeviriyordu. «Sizin ve arkadaþýnýzýn nasýl bir tehlikeye a
iniz var mý?»
Ýngilizce ve Fransýzca konuþmalardan Neary'nin kafasý karýþmiþtý. Kime cevap verseydi? Fran
onuþan yetkili kiþiye mi, yoksa Ýngilizce konuþana mý?
«Ne tehlikesi?» diye sordu.
«Bu bölgede zehirli gaz var.>> diye cevap verdi ikisi de.
«Ama yaþýyoruz biz. Gördüðünüz gibi hayattayým ve konuþuyorum.»
Laughlin hýzlý çevirisini sürdürüyordu. «Eðer rüzgâr doðu yönünden esmeye baþlasaydý, bu ko
«Havada hiçbir þey yok,» diye inatla diretti Neary.
Fransýz parmaklarýný seyrek gri saçlarýndan geçirdi. Sonra ceketinin cebinden bir kurþun ka
çýkardý, sýranýn öteki ucunda duran bloknotu aldý. «Bazý sorularýmýz olacak. Bay Neary. B
irazýnýz var mý?»
«Ne tür sorular?»
Lacombe bloknotun sayfalarýna göz gezdirirken bir þeyler söyledi. Laughlin, «Örneðin, uykus
uk çeker misiniz?» diye çevirdi.
«Hayýr.»
«Baþaðrýsý?»
«Hayýr.»
«Hiç akýl hastalýðý tedavisi gördünüz mü?»
«Henüz deðil.» Neary'nin hafif gülüþüne karþýlýk veren olmadý. «Hayýr.»
«Peki, ya ailenizden biri?»
«Hayýr.»
Lacombe'un kalemi kâðýda iþaretler koyuyordu.
«Kâbus görür müsünüz?»
«Hayýr.»
«Son zamanlarda herhangi bir cilt rahatsýzlýðýnýz oldu mu?»
«Hayýr. Tâ ki...»
«Evet?» diye atýldý Fransýz.
«Bir tür güneþ yanýðý. Yalnýz bir yanaðýmda. Üstelik güneþe de çýkmamýþtým.»
O delici mavi-yeþil gözler bir an için düþünceli dü-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
þünceli Neary'ye baktý. Laughlin Fransýzýn söylediklerini çevirdi. «Kâbus görüp görmediðini
ister misiniz?»
«Hayýr. Ama...» Neary durdu. «Aklýmda bir þey var... sürekli olarak...»
Lacombe'nin kalemi bekliyordu. «Daha somut konuþabilir misiniz, lütfen?»
Neary omuzlarýný silkti. «Çok önemli deðil gerçekten... Yalnýzca bir fikir.»
Fransýz kaþlarýný çatarak saatine baktý. Kalemi az aþaðýya kayarak öteki sorunun üzerinde
r duyduðunuz oluyor mu?»
«Hayýr. Küçük yeþil adamlar da görmüyorum.»
«Bay Neary,» diye Lacombe yavaþça ve: dikkatlice söze baþladý. «Hiç olaðanüstü ya da çok g
dýðýnýz oldu mu? Ya da böyle bir þeyle iliþkiniz?»
Ýþte bu soru Neary'nln kafasýnda ufak bir çan çaldý. Yarým yamalak gülümseyerek, «Siz kimsi
sordu. Neary onlardan birkaç somut gerçek istiyordu. Kemiði onlarýn elindeydi. Ama önüne p
parça atýyorlardý.
Lacombe baþýný kaldýrdý ve bir parça daha attý.
«Kulaklarýnýz çýnlýyor mu?» diye çevirdi Laughlin. «Sizi rahatsýz etmeyen, hatta bazen hoþ
ma. Çok özel melodik bir ezgi ya da ezgi dizisi?»
«Siz kimsiniz?» diye ýsrar etti Neary.
Lacombe, Laughlin'e bir þeyler fýsýldadý. Fransýzca, konuþuyorlardý. Neary Ýse kendini t
edilmiþ gibi hissederek orada öylece oturuyordu.
Birden baðýrdý. «Bu mu? Bana bütün soracaðýnýz bu mu?» Son haftalarda duyduðu baský artýk t
þimdi... benim de birkaç Tanrýnýn cezasý sorum olacak! Siz buranýn baþý mýsýnýz? Bir þika
mak istiyorum. Ýnsanlarý delirtmeye hakkýnýz yok sizini Eðer bütün mesele zehirli gaz hikây
e, o zaman hiç buraya gelmediðim halde bu daðý tüm ayrýntýlarýyla önceden nasýl bilebiliri
Neary sihirli sözcükleri söylemiþti. Bu kez kafasýndaki çan çalarý Lacombe oldu.
Fransýz durup bu garip Amerikalýyý inceledi. Kapý vuruluyordu. Kötü bir zamanlama. Kolunda
Haç iþareti bulunmayan baþka altýn giysili bir adam girdi içeriye.
«Kumanda merkezi bunlarý Reliance'daki boþaltma bölümüne götürmemizi, oradan aa otobüsle ev
yollanmalarýný istiyor,» dedi balon baþlýklý adam. Sonra treyleri terketti.
Lacombe yerine oturdu, Neary ile Laughlin'e de ayný þeyi yapmalarýný iþaret etti. Þimdi Lac
mbe heyecanlanmýþ görünüyordu. «Bana demiþtiniz ki,» diye aðýr aðýr ve dikkatle Ýngilizce
haberiniz bile olmadan önce görüntüsünü kafanýzda canlandýrdýðýnýzý söylemiþtiniz, tamam
erde göründü. Duvardaki gölgeler, bazý fikirler, geo-metrik þekiller size tanýdýk geliyor,
bildiðiniz bir þeyi anýmsatýyor, ona doðru götürüyordu ama siz bunun ne olduðunu bulup çýk
, deðil mi. Ray Neary? Bu da size sýkýntý, üzüntü veriyordu. Derken bütün bu anlamsýz görü
açýklanýverdi. Sonunda aradýðýnýzý bulmuþtunuz!»
Neary gözyaþlarýný zorlukla tutuyordu. Umutsuzca baþýný evet anlamýnda salladý.
«Ve siz...» Lacombe durdu. Tam sözcüðü arýyordu. Sonunda buldu. «Ýçinizde buraya gelmek içi
bir istek duydunuz, deðil mi?»
«Evet, böyle de diyebilirsiniz.» Roy bunlarý daha önce
STEVEN SPIELBERG
sahip olduðunu bilmediði gizli bir alaycýlýkla söylemiþti.
Lacombe bunu anlamazlýktan geldi. David Laughlin' den bir zarf alýp içinden on iki tan
e kadar renkli Paloroid resim çýkararak Neary'e uzattý.
«Bu insanlar... hepsi de sizin gibi o daða ulaþmaya çalýþýyorlardý. Onlarý tanýyor musunuz?
Roy bütün resimlere baktýktan sonra, «Hayýr,» dedi elinde tuttuðu Jillian'ýn resmini yukarý
kaldýrarak. «Biri dýþýnda hepsi yabancý.»
Lacombe resimleri ondan alýp zarfa koyarak Laugh-lin'e geri verdi.
«Burada olduðunuza göre, ne bulmayý umuyorsunuz?» diye Fransýz sakin bir tavýrla sordu.
Neary onun sorusuna «Bunun bir tür delilik olduðunu düþünüyorsunuz, deðil mi?» diye karþýlý
Lacombe gitmek üzere ayaða kalktý. «Hayýr, Bay Neary. Delilik deðil.» Kapýya varýnca çabuc
ye, «Size yalnýz olmadýðýnýzý söylemek isterim,» dedi. «Bunu bilmenizi arzu ediyorum. Bir
ve... Sizi kýskanýyorum.»
Üç adam giriþteki boþlukta durup baþlýklarýný taktýlar. Duvarýn yanýnda duran masada beþ, a
skesi, uzun lastik eldivenler ve bir de kuþ kafesi vardý. Kafesin içindeki iki kanarya b
irbirine sokulmuþ, köþede duruyor ve Neary'nin hareketlerini aþýrý parlayan gözleriyle sey
orlardý. Laughlin treylerin dýþ kapýsýný açtý ve üç adam dýþarý çýktý.
Gökyüzü batýda hâlâ kýpkýrmýzýydý ama baþlarýnýn üzerindeki gök koyu kadife mavisine dönüþm
yýldýzlar hafif dað havasýnda parlamaya baþlamýþlardý.
Lacombe'la çevirmeni Neary'yi bir Huey saldýrý heli-
ÜÇÜNCÜ * TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
kopterine doðru götürdüler. Helikopterin motoru çalýþýyor ama pervanesi dönmüyordu.
«Hayýr, olmaz!» diye baðýrdý Neary. «Geri dönmem. Hiçbir biçimde eve dönmüyorum!»
Eldivenli bir el helikopterin kapýsýný açtý. Neary içerde maskeli yedi ya da sekiz sivilin
turduðunu gördü. Jillian sanki tüm enerjisi tükenmiþ gibi bitkin bir tavýrla elini kaldýrd
helikoptere bindi. Pilotlardan biri aþaðýda durmakta olan Laughlin'e bir tomar kâðýt uzatt
Laughlin kâðýt ve kartonlardan oluþmuþ tomarý þöyle bir gözden geçirdikten sonra Lacombe'a
musunuz? Hepsi de buraya gelmeden önce Þeytan Ku-lesi'nin resmini düþledikleri gibi çizmiþ
er.»
Fransýz resimleri Ýnceledi. Bazýlarý dalgýnlýkla çizilmiþ kabataslak resimlerdi, bazýlarýys
kalemle ya da keçe uçlu kalemle dikkat ve özenle yapýlmýþtý. Uzunca bir süre sonra Lacombe
helikopterin açýk kapýsýndan içerdekilere baktý. Bakýþlarýný pilota çevirerek Laughlin'e
ler söyledi.
«Havalanmayacaksýnýz,» dedi Laughlin pilota kýsaca.
«Komutanlýk bölümünden emir aldým ama, efendim.»
«Þimdi benden emir alýyorsunuz. Buradan ayrýlmayacaksýnýz.»
«Özür dilerim, efendim,» dedi pilot direnen bir sesle. Bu özür dilemede tam tersini yapýyor
ibi bir ifade vardý. 'Efendim' sözcüðünüyse küçümseyici bir hitap gibi kullanmýþtý.
«Beþ dakika bekleyin öyleyse!» diye uzlaþtý Lacombe.
Pilot yumuþayarak üç parmaðýný havaya kaldýrdý.
Lacombe'la Laughlin, Þeytan Kulesi'nin yüz metre yakýnýnda duran haberleþme aygýtlarýnýn bu
treylere doðru koþarak uzaklaþtýlar.
YÝRMÝ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Haberleþme treylerinin bir ucu radar görevlilerinin ekranlarý izleyebilmeleri için karan
lýk býrakýlmýþtý. Öteki uçtaki pencereden uzakta bekleyen helikopterler görünüyordu. Lacom
içerde proje güvenlik görevlisiyle tartýþmaktaydýlar.
Binbaþý Walsh, Lacombe'un yaþlarýndaydý. Dave Laughlin onun ellisine yakýn olduðunu ya da
olursa olsun öyle göründüðünü düþünüyordu. Binbaþý Walsh kýsa boylu, týknaz ve gürültücü b
tonu vardý. Sözcükleri de uzata uzata konuþuyordu. Ona göre, insanlar arasýndaki yüz yüze
ir tür sözcükler trafiðiydi. Belirli bir düzeni vardý bu trafiðin, týpký yaklaþan bir uçakl
n ya da NASA Görev Denetim Merkeziyle astronotlarýn arasýndaki konuþmada olduðu gibi.
«Onlarý geri gönderemezsiniz!» diye patladý Lacombe, çevirmenin þimdiye dek görmediði bir
le. «Onlarý burada alýkoyma sorumluluðu bana ait.»
«Mayflower'in bu kesiminde sizin" hiçbir sorumluluðunuz yok,» diye cevap verdi Binbaþý Wal
hemen hemen otomatik olarak.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Fransýz, «Binbaþý Walsh,» diye söze baþladýysa da, Walsh onun sözünü kesti. «Buradan beþ ki
atron sizsiniz. Tanrým, o üssü kurmak bize yeterince pahalýya maloldu. Milyarlarla bile
ifade edilemez. Sizin borunuz orada öter ancak. Burasý benim bölgem.»
«Anlamýyorsunuz,» dedi Laughlin iki addm arasýnda giderek uzlaþmaz bir hal alan çatýþmayý d
k için. «Burada, aþaðýdaki kampta ne yapýyorsanýz hepsinin bir tek amacý vardýr, o da Bay L
un projesinin yukarýda programlandýðý gibi yürümesini saðlamaktýr.»
«Bunu anlýyorum.» Binbaþý Walsh'in yuvalarýna gömülmüþ yarým ay biçimindeki gözleri, yüzün
kapanmýþtý gibiydi. «Ama siz de askeri disipline uymak, anlayýþ göstermek zorundasýnýz.»
«Bu insanlarýn buradan uzaklaþtýrýlmasýný istemiyorum,» diye yineledi Fransýz.
Binbaþý Walsh derin bir soluk aldý sabýrla. «Üç haftadýr bir kumanda zinciri uygulamaktayý
niden derdini anlatmaya çalýþtý. «Bu, kampa bir sýzmadýr, gizliliðe bir saldýrýdýr... Hem
jcý, terörist, anarþist ya da baþka bir amaca baðlý fanatikler olmadýklarýný nereden biliy
Ancak bu kumanda zinciri sayesinde böyle bir sýzmayý engelleyebilir, gizliliði koruyabili
riz. Hoþ, artýk bunun için de geç kaldýk sayýlýr ya.»
«Bu insanlar küçücük bir grup,» dedi Lacombe. Cok yavaþ konuþuyor ve arasýra da Laughlin'e
ardýmcý bir sözcük bekliyordu. Lacombe heyecanlandýðý zaman Fransýzca sözcükler kullanýr,
sözcükleri duygu ve anlam bakýmýndan tam karþýlayan Ýngilizce-lerini büyük ustalýkla anýn
mbe'un yardýmýna koþardý. Lacombe pencereden beklemekte olan helikopteri göstererek, «Bu i
nlar ortak bir þeyi paylaþýyorlar,»
STEVEN SPIELBERG
dedi. «Ve neden buraya gelmek için dayanýlmaz bir arzu duyduklarý da, hem onlar, hem de
benim için bir sýr.»
Binbaþý Walsh bir boða gibi omuzlarýný dikleþtirmiþti. «Bu sýrrý açýklamak için de benim ba
Fransýz cevap yerine binbaþýya elindeki kâðýt tomarýný uzattý. Resimlere þöyle bir göz atan
nlar bana son dakika öncesine kadar gösterilmedi?»
Binbaþý Walsh resimleri maþanýn üzerine yayarak bu kez daha dikkatle inceledi. Þaþýrmýþ gör
e mýrýldandý.
«Bu insanlar hakkýnda çok az þey biliyoruz,» dedi Lacombe. «Yalnýzca sorularýmýza verdikle
ar kadar tanýyoruz onlarý. Ama gerçekte kim bunlar? Neden hepsi bu resimleri çizdi? Tele
vizyonda Þeytan Kulesi'ni gördükten sonra, neden buraya gelme zorunluluðunu duydular?»
Týknaz adam omuzlarýný silkti. «Rastlantý olmalý.» Ama kendi de bu cevaptan yeterince tatmi
lmamýþtý ki, küt parmaklarýyla resimleri karýþtýrmayý sürdürüyordu. «Bunlar rasgele biraray
,» dedi. «Hiçbir özellikleri yok. Þu sizin konuþtuðunuz Neary ukalanýn teki. Yanýndaki kad
aradýðýný söylüyor. Doðru mu bakalým? Kimbilir?» «Buna ne dersiniz?» diye sordu Lacombe da
olarak çizilmiþ bir resmi iþaret ederek. Binbaþý resmin arkasýný çevirip yapanýn adýný okud
nen. Kim olduðunu araþtýrdýk. Los Angeles'den. Emlak alým satýmý yapýyor. Eskiden kovboy f
nde rol almýþ. Hiçbir özelliði olmayan biri.»
«Peki, ya bu?» diye sordu Fransýz. Binbaþý Walsh renkli kalemle yapýlmýþ kargacýk burgacýk
arak, «Kansas City'den Bayan Rosen»
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
dedi. «Bir büyükanne. Kocasý da onunla beraber. Adam emekli. Tatil yapýyorlar. Bütün bu ins
arý araþtýrdýk. Hiçbirinin özel bir durumu yok. Birkaçýnýn trafik suçu var ama aðýr suç iþ
«Bu kim?»
«George Fender. Teksaslý. Bir garajda tamirci olarak çalýþýyor. Eski asker. Ýkinci Dünya Sa
týlmýþ. Guadalcanal'da yaralanmýþ.»
«Peki bu?»
«Bunlara harcayacak zamanýmýz yok,» dedi binbaþý. «Sözüme güvenin. Bu insanlarýn gerçekten
ok.»
«Bu kim?» diye ýsrar etti Lacombe.
«Elaine Connelly. Öðretmen. Maryland, Bethesda'da oturuyor. Dul. Bir oðlu ve üç torunu var.
inbaþý sabrý tükenmiþ gibi soludu. «Herhalde geriye kalan iki kiþiyi de öðrenmeden bu iþden
ceksiniz?»
«Tabii!» diye Lacombe cevap verdi.
«Bay ve Bayan Arthur Penderecki. Adres Michigan, Hampramck. Adam kasap, kadýn da sek
reter. Balayýnda-lar. Kadýn ayrýca pazar okulunda ders veriyor.» Binbaþý «Yeter!» diye patl
unda.
«Ama aralarýnda hiçbir iliþki yok,» dedi Fransýz.
«Olup olmamasý umurumda deðil. Benim görevim onlarý buradan uzaklaþtýrmaktýr. Hem de hemen
«Ama siz, kendiniz de söylediniz. Bunlar zararsýz kimseler diye. Hiçbir özellikleri yok.»
«Görünüþte öyle» diye hatýrlattý binbaþý. «Üstünkörü bir araþtýrmadan elde ettiðimiz bu.»
«Bu dokuz kiþi de ayný hayali kurmuþ.»
«Öyle diyen sizsiniz.»
STEVEN SPIELBERG
«Hepsi de buraya gelmek için ayný þiddetli isteði duymuþ.»
«Boþuna zaman yitiriyoruz,» diye kontrollü bir sesle baðýrdý binbaþý. «Yitirilen benim deði
rli zamanýnýz. Çünkü iþin baþ noktasýnda olan sizsiniz. Ama benim sorumluluk bölgeme gird
iþ biter. Gidiyoruz. Hemen þimdi.»
Lacombe uzunca bir süre sesini çýkarmadý. Bu tartýþma sýrasýnda kýr saçlý baþý arkaya doðr
z rahatlamýþ görünüyordu. «Bu insanlarýn buraya gelmek Ýçin duyduklarý o þiddetli isteðin a
den buraya gelme zorunluluðunu hissettiler? Belki...»
«Bu iþ bitti.»
«Neden binlerce insan içinde yalnýz bunlar seçildi? Neden yainýzca bunlara böyle bir duygu
ndý?»
«Sadece bir rastlantý,» diye fikrinde ýsrar ediyordu binbaþý.
«Hayýr, bir toplumsal olaydýr,» diye Fransýz onun sözünü düzeltti. «Hem de hayret verici ö
sanlarýn neden Wyoming'e geldikleri sorusuna cevap bulabilirsek, bu, projenin tümünün gel
iþiminde belki de elde edeceðimiz en önemli bilgi olacaktýr.»
«Bu konuþmayý sona erdiriyorum ben.» Lacombe'un kolu uzandý, parmaklarý Binbaþý Walsh' in
inin önünü kavradý. «Þimdi teni dinleyeceksiniz. Binbaþý Walsh.»
Walsh'in gözleri büyüdü. Harp Akademisinden yüzbaþý olarak çýktýðýndan bu yana, hiç kimse
mamýþtý.
YÝRMÝ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Büyük Huey helikopterinin içinde, kampýn gizliliðine saldýrýda bulunmaya teþebbüs etmiþ say
Jillian ve öteki siviller sessizce, uyuþmuþ gibi oturuyorlardý. Yüzlerinde maske olduðund
yalnýzca gözleri baþlarýna neler geleceðini anlamak istercesine bir oraya bir buraya hare
et ediyordu.
Þimdi ne olacaðý gün gibi açýk, diye düþündü Neary. Birkaç dakika sonra havalanacaklar ve b
olayýn sonu olacaktý. Bu daðýn ne anlamý olduðunu asla öðrenemeyecekti Neary. Jillian da hi
man Bar-ry'sini bulamayacaktý. Ötekilerse bu konuda asla hiçbir þey bilmeyeceklerdi.
Ve bütün bunlar kampýn ziyaretçilere kapalý olma stratejisinin katýlýðý yüzündendi. Radyo
lardan ilan edilen sinir gazý tehlikesi doðru olabilirdi. Silahlý Kuvvetler aþýrý kuþkulu
larý kandýrmak için belki oraya buraya biraz gaz püskürtmüþtü. Bu da yabani hayvanlarý öldü
li olabilirdi... Yoksa yalnýzca uyuþturmayo mý? Neary treylerin giriþindeki masanýn üzerind
gördüðü o ucuz türden kafesin içindeki kuþlarý anýmsadý. Bunlar kimindi? Onun kuþlarý mý
STEVEN SPIELBERG
olduðunu göstermiþti o altýn giysili adam. Yoksa ölmemiþ-ler miydi?
Neary, Jillian'ýn yanýnda oturuyordu. Genç kadýnýn gözleri kapalýydý. Kalçalarý birbirine d
unca uzun ve yorucu yolu boþuna geldi, diye düþündü Neary. Buraya ulaþmak için hepsi neleri
almýþtý kimbilir?.. Ve þimdi her þey baþladýðý gibi birdenbire sona erecekti.
Neary ayaða kalktý. Ötekiler ona bakýyorlardý. Jillian' ýn da gözleri açýlmýþ, onun üzerind
Neary yavaþça ve büyük bir dikkatle gaz maskesini çýkardý yüzünden. Klipslerinden kurtulan
baðlar kurþun výzýltýsý gibi ses çýkarmýþlardý. Neary maskeyi yüzünden sjyýrarak yere att
davranýþsa, o denli de kolay bir þeymiþ gibi gelmiþti ona.
Derin bir soluk aldý.
Ötekiler dehþet içinde kalmýþlardý. Sonra Jillian da maskesini yüzünden çýkarýp attý. Neary
rarak o da derin bir soluk aldý.
«Zehirleneceksiniz,» diye yetmiþ yaþýndaki ufak tefek adam onlarý uyardý.
Neary yaþlý adama dönerek, «Havada hiçbir þey yok,» dedi. «Yalnýzca Silahlý Kuvvetler burad
emiyor, o kadar..»
Yaþlý adamýn karýsý titrek bir sesle, «Eðer ordu bizi burada istemiyorsa, o zaman bizi ilgi
dirmez bu iþ,» diye karþýlýk verdi.
«Biz yalnýzca o daðý görmek istemiþtik,» dedi yaþlý adam Neary'den özür dilermiþ gibi. «Dað
bir rastlantýydý... Kimse bize burada zehirli gaz olduðunu söylemedi ki...»
«Burayý nasýl buldunuz?» diye sordu Jillian.
«Hiç de zor olmadý. Güney Yarýmküresindeki Ünlü
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Daðlar adlý bir ansiklopediden buldum. Baþkan Theodore Roosevelt'in bu daðý ülkemizin ilk u
usal anýtý olarak ilan ettiðini bilir misiniz?.. Þeyde... 24 Þubat 19...»
Kýrk yaþlarýnda bir adam da ayaða kalkarak baþlýðýný, çýkardý. Bronz teni, uzunca saçlarý v
aralý biri olduðu anlaþýlýyordu. Derin bir soluk alýp verdikten sonra, «Tanrým, buranýn hav
ngeles'den daha temiz,» dedi.
Bir adamla bir kadýn daha ayaða kalkýp sinirli, titreyen parmaklarýyla baðlarýný çözerek b
Yüzleri süzgün ve çöküktü; üzerlerinde aylardýr toplumsal eleþtiriye uðramýþ insanlarýn çe
iði vardý. Gözlerini dýþarýya dikmiþ, Neary ya da ötekilerin yüzüne bakamaz gibiydiler.
Roy yüzünü tüm dostlarýna döndü. Makinelerin gürültüsünü bastýrmak için yüksek sesle, «Kim
sordu.
Jillian elini kaldýrdý. Sonra o Los Angeles'li adam. En son olarak da yaþlý çift. Ötekiler
lerini kaçýrdýlar.
«Tamam,» dedi Neary. «Sizler arkamdan gelin ve çok hýzlý koþmaya çalýþýn.»
O anda helikopterin kapýsý kayarak kapandý. Roy kapýnýn kapanmasýný önlemek için araya kol
u. Dýþardaki nöbetçi neden kapanmadýðýný anlamak için kapýyý açýnca, içerdekilerin baþlýkla
duðunu tam anlamadan Los Angeles'li adam Neary'nin yanýna doðru atýldý.
«Haydi,» diye baðýrdý Roy da. «Daða doðru koþun!» Ötekiler kapýyý iterek yarý açmýþlardý k
yapýp ayaðýyla nöbetçinin tam baþlýðýnýn altýna gelecek biçimde boynuna vurdu. Roy, Jillia
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ve Los Angeles'li yerde yatan nöbetçinin üzerinden atlayýp aðaçlýklara doðru koþtular.
Aðaçlarýn iki yanýnda 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' ve 'Baskin Robbins' levhalý treylerle
duruyordu. Teknisyenlerin treylerden boþalttýklarý elektronik araçlarýn ve sandýklarýn üs
ckheed ve Rocwell-Dikkat Kýrýlacak Eþya' etiketleri vardý. Teknisyenler ne baþlýk takmýþl
koruyucu giysiler giymiþlerdi. Roy, Jillian ve Los Angeles'li aðaçlarýn arasýndan koþarlar
en, bütün bunlarý bir anda gördüler.
Yaþlý çift ve son anda kaçmaya karar veren ötekiler nöbetçi tarafýndan kapýda durdurulmuþla
Tüm gücüyle koþan Neary ,son haftalarda yaþamýnýn her anýna girmiþ olan daða baktý. Þimdi b
nný çözme olanaðýný bulabileceklerdi...
***
Haberleþme treylerinin içinde, Binbaþý Walsh'in cahilliði ve inatçýlýðý karþýsýnda sabrý i
acombe bozuk bir Ýngilizceyle, «Siz yok anlamak,» dedi. Sonra makineli tüfek hýzýyla Fransý
konuþmaya baþladý. «Bu dað bir anahtardýr. Ve Meksika çölündeki kalýntý da bir ipucu. Bun
rimizi açmamýz ve onlarý içeriye almamýz içindir.»
Laughlin çeviriyi bitirirken, Lacombe'un aklýna yeni bir düþünce gelmiþti. Kendi kendine Fr
nsýzcadan tercüme etti. «Onlar buraya çaðýrýldýlar. Davet edildi onlar!»
Bu sözcüklerin Binbaþý Walsh için bir þey ifade etmediðini Laughlin anlamýþtý.
O sýrada dýþarda bir þey Lacombe'un dikkatini çekti.
Pencereye yaklaþýp üç kiþinin aðaçlýklara doðru koþtuðunu gördü. Hiç sesini çýkarmadý ama
ayýlmýþtý yüzüne.
Artýk iyice kararmýþtý ortalýk. Neary, Jillian'la Los An-geles'linin önünden daðýn etekleri
doðru koþuyordu. Oraya varýnca yere yatarak soluklanmak ve arkadaþlarýnýn ona yetiþmesini
için bekledi. Yanýna geldiklerinde, Roy üzerindeki uzay giysisini çýkarmakla meþguldü. O
a ayný þeyi yapmalarýný iþaret etti.
Neary eldivensiz, elini Loþ Angeles'liye uzatarak, «Adým Roy,» dedi.
«Benim de Larry Butler.»
Hâlâ soluk soluða olan Neary, «Burada kalamayýz,» dedi. «Ýlerdeki þu aðaçlýða gidip beni be
Larry ile Jillian hemen hareket ettiler. Roy bir süre daha durup soluklandý, bir yan
dan da aþaðýya, kamptaki çalýþmalara bakýyordu. Sonra a da iki yüz metre ilerdeki aðaçlýða
aya baþladý.
Karanlýkta bir siren sesi acý acý inliyordu. Projektörler de helikopterlerin iniþ alanýný
aya baþlamýþlardý. Haberleþme treylerinin kapýsý ardýna dek açýldý birden. Baþlýðýnýn içind
içeriye.
«Kaçtýlar, efendim!»
«Kaç kiþi?» diye baðýrdý Binbaþý Walsh.
«Üç. Üçü kaçtý, efendim, ötekileri durdurduk.»
Binbaþý Walsh masanýn üzerinden bir dürbün kapýp Lacombe'la Laughlin'e þöyle bir kötü bakýþ
aceleyle treylerden atladý. Ötekiler de onu izlediler.
Treylerin arka tarafýnda kalan üç helikopter güçlü tarama projektörlerini yakarak havalanma
baþlamýþlar
STEVEN SPIELBERG
ve Los Angeles'ii yerde yatan nöbetçinin üzerinden atlayýp aðaçlýklara doðru koþtular.
Aðaçlarýn iki yanýnda 'Piggly-Wiggly Süpermarketleri' ve 'Baskin Robbins' levhalý treylerle
duruyordu. Teknisyenlerin treylerden boþalttýklarý elektronik araçlarýn ve sandýklarýn üs
ckheed ve Rocwell-Dikkat Kýrýlacak Eþya' etiketleri vardý. Teknisyenler ne baþlýk takmýþl
koruyucu giysiler giymiþlerdi. Roy, Jillian ve Los Angeles'ii aðaçlarýn arasýndan koþarlar
en, bütün bunlarý bir anda gördüler.
Yaþlý çift ve son anda kaçmaya karar veren ötekiler nöbetçi tarafýndan kapýda durdurulmuþla
Tüm gücüyle koþan Neary ,son haftalarda yaþamýnýn her anýna girmiþ olan daða baktý. Þimdi b
rýný çözme olanaðýný bulabileceklerdi...
***
Haberleþme treylerinin Ýçinde, Binbaþý Wafsh'in cahilliði ve inatçýlýðý karþýsýnda sabrý i
ombe bozuk bir Ýngilizceyle, «Siz yok anlamak,» dedi. Sonra makineli tüfek hýzýyla Fransýzc
onuþmaya baþladý. «Bu dað bir anahtardýr. Ve Meksika çölündeki kalýntý da bir ipucu. Bunla
mizi açmamýz ve onlarý içeriye almamýz içindir.»
Laughlin çeviriyi bitirirken, Lacornbe'un aklýna yeni bir düþünce gelmiþti. Kendi kendine F
ansýzcadan tercüme etti. «Onlar buraya çaðýrýldýlar. Davet edildi onlar!»
Bu sözcüklerin Binbaþý Walsh için bir þey ifade etmediðini Laughlin anlamýþtý.
O sýrada dýþarda bir þey Lacornbe'un dikkatini çekti.
-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Pencereye yaklaþýp üç kiþinin aðaçlýklara doðru koþtuðunu gördü. Hiç sesini çýkarmadý ama
ayýlmýþtý yüzüne.
Artýk iyice kararmýþtý ortalýk. Neary, Jillian'la Los An-geles'linin önünden daðýn etekleri
doðru koþuyordu. Oraya varýnca yere yatarak soluklanmak ve arkadaþlarýnýn ona yetiþmesini
için bekledi. Yanýna geldiklerinde, Roy üzerindeki uzay giysisini çýkarmakla meþguldü. O
a ayný þeyi yapmalarýný iþaret etti.
Neary eldivensiz. elini Los Angeles'liye uzatarak, «Adým Roy,» dedi.
«Benim do Larry Butler.»
Hâlâ soluk soluða olan Neary, «Burada kalamayýz» dedi. «Ýlerdeki þu aðaçlýða gidip beni bek
Larry ile Jillian hemen hareket ettiler. Roy bir süre daha durup soluklandý, bir yan
dan da aþaðýya, kamptaki çalýþmalara bakýyordu. Sonra o da iki yüz metre ilerdeki aðaçlýða
aya baþladý.
Karanlýkta bir siren sesi acý acý inliyordu. Projektörler de helikopterlerin iniþ alanýný
aya baþlamýþlardý. Haberleþme treylerinin kapýsý ardýna dek açýldý birden. Baþlýðýnýn içind
içeriye.
«Kaçtýlar, efendim!»
«Kaç kiþi?» diye baðýrdý Binbaþý Walsh.
«Üç. Üçü kaçtý, efendim, Ötekileri durdurduk.»
Binbaþý Walsh masanýn üzerinden bir dürbün kapýp Lacombe'la Laughlin'e þöyle bir kötü bakýþ
aceleyle treylerden atladý. Ötekiler de onu izlediler.
Treylerin arka tarafýnda kalan üç helikopter güçlü tarama projektörlerini yakarak havalanma
baþlamýþlar-
STEVEN SPIELBERG
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
di bile. Bir düzine kadar komando da yarý otomatik M-14 tüfeklerini dolduruyordu.
Binbaþý Walsh dürbünüyle aðaçlýklarý taradý. Askerler helikopterlerin iniþ alanýnýn yanýna
lan karargâhý arýyorlardý. Binbaþýyla Lacombe iki sahra telefonunun baþýndaydý.
Walsh, «Onlarý bir saat içinde daðdan uzaklaþtýrýrým,» diye baðýrýyordu elindeki telefona.
Araya giren bir ses, «Kuzey yüzünün fotometrik analizi yapýlsýn. Kýzýlötesi ýþýk kullanýn,
«Bu emir verilmiþ bulunuyor.»
«Saat 08'e kadar daðdan uzaklaþtýrýlamazlarsa, kuzey yüze E-Z Dört sýkýn. Ve bana haber ve
«Bu... E-Z Dört nedir?» diye sordu Lacombe telaþlanarak.
«Uyku veren bir püskürtücü,» diye açýkladý Binbaþý Walsh. Birbirlerinden yüz metre kadar uz
karþýn telefonla konuþuyorlardý. «Hani çevredeki kuþlarý ve yabani hayvanlarý uyuttuðumuz
buk etki yapar, çevreye daðýlma tehlikesi yoktur, birkaç saat içinde de zehirli etkisi kay
olur. Altý saat soðukta uyuyacak ve þiddetli bir baþ aðrýsýyla uyanacaklar.»
Fransýz dikkatli bir Ýngilizceyle telefona konuþtu. «Bu yeri biz seçmedik. Zamaný da. Bu in
anlarý buraya gelmeleri için biz zorlamadýk. Þimdi onlarý durdurmak da bizim seçimimizin d
lýyor.»
«Ama onlar piþmiþ aþa su katýyorlar,» diye söylendi Walsh.
«Onlar bizden çok buraya aitler,» dedi Lacombe hüzünle.
Köknar aðaçlarýnýn arasýndan, akþam göðüne yükse-len Þeytan Kulesi'nin doruðu görünüyordu.
eriþilmez gibiydi orasý. Roy, Jillian ve Larry dik yamaca yorgun argýn týrmanýrlarken, aya
klarý çam iðneleriyle kaplý yumuþak toprakta kayýyordu.
Jillian bir ara tökezlenip yere düþtü ve sýrtüstü aþaðýya doðru kaydý. Ama bir aðaç köküne
u çabucak. Larry Butler de düþmüþ ama hemen ayaða kalkmýþtý. Roy durup onlarýn kendisine ye
bekliyordu. Derken artýk iþitmeye alýþmýþ olduðu gürültüyü duydu baþýnýn üzerinde.
Sonra birden bulunduklarý yerin oldukça ilerisi, daðýn, yukarý bölümleri aydýnlanýverdl. He
rler yarý gizli kalmýþ bölgelerin üzerinde manevra yapýyorlar, oralara parlak arama ýþýkl
rdý.
«Bize epey zaman tanýdýlar,» dedi Larry soluk soluða-
«Daðdaki þu dar geçiti görüyor musunuz?» dedi Ne-ary karanlýkta bir yeri iþaret ederek.
Gerçekten de öteki tarafa doðru uzanan dar bir geçit vardý.
«Belki tam zamanýnda oraya ulaþabiliriz.» Neary, Jil-lian'la Larry'yi umutlandýrmaya çalýþý
Butler bir hamle yapmaya hazýrlandý. «Sporu hiç býrakmamalýyým,» diyerek sýrýttý.
Helikopterlerin kýrmýzý ve yeþil ýþýklarý tepedeki platonun üzerinde dolaþtýktan sonra göz
. Butler tam geçide doðru atýlacaktý ki, Jillian onu durdurdu, «Ýþte dört tane daha geliyor
adýn bir an durup düþündü, sonra, «Tepeye çýkan dar ve derin bir dere yataðý daha var,» d
k. «Týrmanmasý da daha kolaydýr. Kuzeydoðu yönünden baþlayýp...»
«Ýþe yaramaz,» dedi Neary kesin bir tavýrla. «Tepede birdenbire kýrk metrelik sarp bir iniþ
r. Burayý aþmak için tecrübeli daðcýlar olmamýz gerek. Þuradan gi-
STEVEN SPIELBERG
deceðiz. Orasý kademe kademe alçalarak öteki tarafa gediyor.»
«Sence öteki tarafta ne vardýr?» diye Butler sordu. «Aðaçlarla çevrelenmiþ bir kanyon var.
ardan ilerleyebiliriz.»
Jillian, Neary'ye baktý. «Bunu hiç düþünememiþtim. Daðýn yalnýzca oir yüzünü renklendirmiþt
>>
«Benim çiziktirdiklerimde de kanyon yoktu,» diye Larry de Jillian'a katýldý.
Neary, «Bir dahaki sefere maketini yapmayý deneyin,» dedi.
Açýktaki karargâhta, bir grup ordu mühendisi on ga-ilonluk paslanmaz çelikten E-Z Dört tene
elerini, beklemekte oian helikopterlere yerleþtiriyorlardý. Uðuldayan pervanelerin altýnd
sessizce çalýþan adamlar, tenekeleri her an yere düþüp Ýçindekiler etrafa saçýlacakmýþ gib
uyorlardý. Binbaþý Walsh kenarda durmuþ, çalýþmalarý izliyordu. Saatine bir göz atýp daða
mando birliðinin -þimdi daða týrmanmakta olduðunu biliyordu.
Yardýmcýlarýndan biri telefonu uzattý binbaþýya.
«Piramit'ten Bahama'ya.»
«Burasý Bahama,» diye Walsh cevap verdi. «Devam edin.»
«Orta istasyondan rapor edecek bir þey yok. Platonun yanýna ulaþýrken, saklanacak binlerce
yer bulabilirler. Tüm çevreyi bir saatte kaplamak için bunun üç katý kuvvete ihtiyacým var
Binbaþý Walsh bir an için telefonu kulaðýndan uzaklaþtýrýp düþündü. Sonra çabucak, «Kararg
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Walsh alýcýyý yardýmcýsýna uzattý. Biraz daha düþündükten sonra, «Herkes kuzey yüzden çeki
er verin, püskürtücüyü kullanýyoruz.»
Lacombe haberleþme treylerinden çýktý. Elinde bir askýya asýlmýþ, naylon bir torba içinde
ceket tutuyordu. Alaný geçip beklemekte olan bir taþýma helikopterine doðru yürüdü. Laugh
u izliyordu. Fransýz bir an durup E-Z Dört yüklü helikopterlere emir veren Binbaþý Walsh'i
eyretti. Kalkýþ durumuna geçen üç helikopterden biri havalandý, sonra ötekiler teker teker
izlediler. Yanýp sönen kýrmýzý ve yeþil ýþýklarý karanlýkta uzaklaþarak kayboldu.
Fransýz binbaþýya kýzgýnlýktan çok kederli gözlerle bakýyordu. Sonra Laughlin ve sivil giy
evlileri izleyerek helikoptere bindi. Kapý hemen kayarak kapandý, kargo helikopteri
dik açýyla yükselerek karanlýðýn içine daldý.
Öte yandan daðda Roy, Jillian ve Larry artýk yorgunluðun da ötesine geçmiþlerdi. Hemen hem
arka tarafýna ulaþmýþ sayýlýrlardý. Neary'nin yapmýþ olduðu modelden anýmsadýðýna göre kan
likopterler hakkýndaki tahmininde de yanýlmamýþtý. Daðýn bu kesimine ilaç püskürtmüyorlard
Ýlerde bir açýklýk vardý.
Neary, «Orayý koþarak geçelim,» dedi Jillian'la Larry' ye.
Jillian soluðunu harcamamak için sadece baþýný salladý. Ama iyice soluðu kesilmiþ olan Lar
gidin. Ben yetiþirim size,» dedi.
«Tamam, açýklýðýn öteki yanýnda bekleriz seni.»
Roy ikibüklüm, yere sürünürcesine koþmaya baþladý. Jillian da arkasýndaydý. Bir dakikadan k
e açýk
STEVEN SPIELBERG
alaný geçmiþ, kendilerini öbür yandaki çam iðnelerinin üzerine atmýþlardý. Göðüsleri körük
da susamýþlardý. Her yerlerinden ter damlýyordu; elleri, yüzleri dal ve çalý çizikleriyle
u. Ayrýca Neary' nin helikopterin kapýsýna sýkýþtýrdýðý koluyla omzu aðrýyordu. Kendini di
cýnýn hayli þiddetli olduðunu hissediyordu. Artýk o kolunu pek kullanamaz olmuþtu.
Midelerinin üzerine yatarak Larry'yi gözlemeye baþladýlar.
«Ýþte orada,» diye fýsýldadý Jillian sol tarafý göstererek.
Yüz metre aþaðýlarýndaki aðaçlýklardan Larry'nin çýktýðýný gördüler.
«Larry!» diye baðýdý Roy. «Bu tarafa!»
Ama sesini ani bir ses ve ýþýk patlamasý örtmüþtü. Larry'nin az önce altýnda bulunduðu aðaç
erek geçen helikopter, güçlü projektörlerini açýklýða doðru tutuyordu.
Þimdi Roy'la Jillian ayaða kalkmýþ, Larry'ye kendilerine doðru gelmesi için el sallýyorlar
iderek artýyordu ama yine de Neary baðýrdý. «Dikkat açýktasýn... Seni yakalayacak!»
Helikopterdekiler Larry'yi görmüþ olmalýydýlar.
Larry hem helikopteri, hem de Neary'yi duymuþtu. Soluðunun tüm gücüyle baðýrdý. «Ne yapaca
mi konacak?»
Helikopter Roy'la Jllllan'ýn üzerinden geçip geri döndü ve alçalarak açýklýða doðru inmeye
lerdeki aðaçlardan kuþlar yere düþüyorlardý. Neary'yle Jillian aracýn uyutucu ilaç sýktýðýn
en otuz metre kadar uzaktalardý. Baþka bir þey yapa-
mayacak kadar bitkin olduklarýndan emeklemeye baþladýlar.
Arkalarýnda, helikopter tam Larry'nin üzerinde uçuyordu. Larry olanlardan tümüyle habersiz
gibiydi. Baþparmaðýný otostop yapan biri gibi helikoptere doðru uzatmýþ, «Þunlara bakýn að
iye baðýrýyordu avazý çýktýðý kadar.
Jillian'la Roy geçidin baþýna ulaþmýþlar, aþaðýda olanlarý seyrediyorlardý. Larry Butler h
kasýlmalarla bükülmeye baþlamýþtý. Önce baþý, sonra kollarý. Sendeliyordu.
Jillian ayaða kalkmýþ, tam Larry'ye doðru koþmaya hazýrlanýyordu ki, Neary onu yakaladý. «H
az, Jillian,» diye baðýrdý. «Bakma aþaðýya.» Genç kadýn olduðu yere çöktü.
Larry'nin yere düþüþünü, tekrar ayaða kalkmaya çabalayýþýný, açýklýðýn ortasýnda kývra
lýþýný çaresizlikle seyrettiler. «Onu orada býrakamayýz,» dedi Jillian. «Eðer uyuyorsa ha o
rada olmuþ farket-mez onun için.»
«Ama ya ölüyorsa?» diye Jillian sordu. «Eðer ölüyorsa...» Neary derin bir soluk aldý. «Yapa
ok.»
Jillian, Neary'nin koluna girerek baþýný öne eðdi. Yüksek çam aðaçlarýnýn arasýndan geçerek
erlediler. Neary'nin çamur, gazete kâðýtlarý ve telden yaptýðý modelden aklýnda kaldýðý ka
anyonun çevresini dolaþan üstü aðaçlarla korunan dar bir balkon gibiydi.
Geçide gelmeden önce, tam altýndan çok güçlü bir ýþýðýn geldiðini farkettiler. Karanlýk gec
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
STEVEN SPIELBERG
içindeki su buharý damlacýklarýndan yansýyordu bu sürekli ýþýk parýltýsý. Geçidin kenarýna
týp sürünerek ilerliyorlardý.
Bir metreye yakýn geniþliði olan çok dik bir yokuþtu bu. Neary helikopterin daðýn çevresini
k geri geldiðini duyuyordu. Kendini yukarýya doðru çekmek için bir dala uzanýp tutunmak is
i ama baþaramadý.
Yokuþtan aþaðýya kaydý. «Roy!» diye baðýrýyordu Jillian geçidin tepesinden. «Haydi, Roy! Y
irsin bunu!»
Neary ter içinde kalmýþtý; bacaklarý aðrýyordu. Parmaklarý da kavrama gücünü yitirmiþ gibi
Roy! Helikopter yaklaþýyor.»
Neary yukarýya bir göz attý. Jillian yokuþtan aþaðýya doðru uzanmýþ, elini yakalamak Ýçin b
ary emeklemeye baþladý. Bedenindeki her kas ona acý veriyor, tüm çabasýna karþýn ancak sant
ntim yol alabiliyordu.
«Roy, biraz daha gayret... az kaldý... Sonra öbür tarafa kayacaðýz.»
Helikopterin gürültüsü artmýþtý. Neary alnýndan gözlerine akan terlorden önünü göremiyordu
ndisine uzanmýþ elinden yarým metre uzaktaydý. Yalnýzca yarým metre...
Pervanenin gürültüsü çok yakýndý; dev bir kuþun kanat çýrpmasýný andýrýyordu. Her an gazýn
irdi. Neary'nin tüm bedeni kasýlarak gerildi, öne doðru bir hamle yaptý. Jillian elini yak
alamýþtý.
Neary'nin kendini yukarýya çekmesine yardým etti Jillian. Þimdi öteki taraftaki iniþten aþ
a kayýyorlardý. Aþaðýdaki kanyonun tam kenarýnda zorlukla durabildiler.
Helikopter yükselerek geri dönmüþtü. Neary terin bu-lanýklaþtýrdýðý gözleriyle helikopterin
di. Ýlaç püskürtülmemîþti. Þimdi kanyonun yakýnýnda ve güvenlikteydiler.
Neary içini çekerek temiz havayý ciðerlerine doldurdu. Sonra Jillian'la kanyonun ucundan
öteye bakmak için ilerlemeye baþladýlar. Birlikte tepesi kopmuþ platonun kenarýna eriþip
ar ve gördüler. Beyinlerinin kavrama gücünü aþýyordu aþaðýdaki görünüm.
«Tanrým!» diye soludu Neary.
«Güzel Tanrým!» diye baðýrdý Jillian da.
STEVEN SPIELBERG
bu nöbetçileri görmüþtü. Üssün çevresine yerleþtirilmiþ büyük radar antenleri sürekli çevre
an duruyor, sonra yeniden hareket etmeye baþlýyorlardý. Her yerde televizyon monitörler
i vardý. En azýndan yüz kadar film kamerasý, elli tane sabit kamera ve fýrdöndülerin üzeri
eþtirilmiþ yirmi beþ tane de videoteyp TV kamerasý bulunuyordu. Belki otuz teknisyen bu
kameralarla ilgilenmekteydi. Geri kalanlarsa uzaktan kontrol ediliyordu ve izleyic
i radara baðlanmýþtý.
Alan büyüklüðüne karþýn hem dolu, hem de darmadaðýnýktý. Oraya buraya rasgele konmuþ Coca-
cek makineleriyle dolu küçük bir kantin vardý. Üzerinde McDonnell - Douglas, Rockwell, Loc
heed yazýlý açýlmamýþ bir sürü ambalaj, kâðýt bardaklar, peçeteler, tabaklar, boþ þiþeler
iyordu yerler. Tulum giymiþ bazý Ýþçiler yerleri süpürmekteydi. Beyaz saçlý bir adamýn önd
ragözlük takmýþ 'bir grup yönetici çevreyi dolaþýyordu.
Bir grup teknisyen de Moog synthetizer'in baþýna toplanmýþtý. Ýçlerinden biri ötekilerin ý
büyük klavyenin önüne oturup tek parmakla 'Moon River'i çalmaya baþladý. Ýnce, uzun sesle
nda yankýlanýrken, yukar-daki dev tabloda da belli belirsiz renkli ýþýklar yanýp söndü. Am
eknisyenler araya girerek bu konsere son verdiler.
«Bunun ne olduðunu biliyorum,» dedi Neary. Jillian' dan çok kendi kendine söylemiþti bunu.
et, biliyorum. Ýnanýlmaz bir þey!»
. Aþaðýdan yumuþak ve uyumlu bir çan sesi duyuldu.
Sonra, «Baylar ve bayanlar...» diye bir ses iþitildi hoparlörlerden. Konuþan kiþi modüller
irinin içinde olmalýydý; belki de bilgisayarlarýn bulunduðu iletiþim modü-
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
lünden konuþuyordu. Ama hayýr, þimdi onu görebiliyorlardý.
Beyaz tulum giymiþ bir adam elinde küçük bir mikrofon tutarak arenanýn ortasýna doðru yürü
«Baylar ve bayanfar. Yerlerinizi alýp lütfen. Bu bir deneme deðildir. Tekrar ediyorum, b
bir deney deðildir. Arenadaki ýþýklarý yüzde altmýþa indirebilir miyiz? Yüzde altmýþ, lüt
Stadyum ýþýklarý yavaþ yavaþ loþlaþýrken, iniþ ýþýklarý da güçlendi. Roy'la Jillian sekiz k
anmýþ ufka doðru uzanan ýþýklarýn parlayýþýný seyrettiler. Sonra modüllerin içindeki bilgi
lerin ýþýklarýnýn beyazdan kýrmýzýya dönüþtüðünü gördüler. Þimdi bütün modüllerden kýrmýzý
Bir tören yöneticisi gibi davranan mikrofonlu adam, «Ýyi, çok iyi.» dedi coþkun bir tavýrla
an daha güzel bir akþamý istesek de bulamazdýk, deðil mi? Þimdi herkes hazýrsa...»
Neary birkaç yüz bilim adamýnýn ve teknisyenin bir süredir her gece tetikte beklediðini ve
r gece de deneme alarmý verildiðini anladý. Hiçbir þey olmamýþ, hiç kimse gelmemiþti. Þimdi
radar antenlerinin durup tek bir odak noktasýna, tam kendilerinin bulunduðu yöne ayarl
andýklarýný farketti.
«Bize bakýyorlar,» diye soluðu kesilmiþ gibi fýsýldayan Jillian önündeki kayanýn ardýna iyi
«Bize deðil, gökyüzüne bakýyorlar. Þuraya bak.»
Roy'la Jillian yüzlerini yýldýzlara döndürdüler.
Bir þey baþlýyordu.
Önce Neary'yle Jillian bunun ne olduðunu anlayamadý. Gözleri parlak stadyum ýþýklarýndan z
aranlýða yavaþ yavaþ alýþýyordu. Önce Samanyolunu, sonra Yay Bur-
STEVEN SPIELBERG
gökyüzünden baþka bir þey yoktu. Ansýzýn arkalarýndan iki yanlarýna doðru bulutlar hareket
amýþtý. Bulutlardan ýsý þimþeðine benzeyen bir ýþýk parladý. Ancak ýþýltý sönmeyip gökyüzü
Derken hâlâ bulutun bir bölümünde duran ýþýk giderek daha parlaklaþtý. Sonra buluttan patl
son derece yoðun turuncu bir nokta haline geldi. Hýzla yaklaþýrken, ardýndan iki tane daha
turuncu parlak nokta onu izliyordu. Bir anda ýþýklar inanýlmaz hýzlarýyla onlara doðru g
rken Roy'la Jillian ancak yüzlerini kollarýyla örtecek zaman bulabildiler. Cisimler yav
aþlayarak tam baþlarýnýn üzerinden geçtiler.
Bunlar geceler önce Indiana tepesinde gördükleri cisimlerdi. 0 yakýcý olaný, rengârenk ýþý
Ale-addin'in Lambasý'na benzeyen bir hayalet yüz...
Bu kanatsýz, motorsuz, hatta fizik varlýðý olmayan, parlak renkli ýþýk arabalarý, Ýnsanýn g
endi varlýðýna ve yaþadýðý dünyanýn gerçekliðine olan inancýný da alýp götürmüþtü.
Araçlar büyük bir hava ve ýsý akýmýna neden oluyorlardý. Baþlarýnýn üzerinden geçerken, Ji
saçlarý her yöne doðru dikilmiþti. Neary statik elektrik yüzünden kollarýndaki ve göðsünd
ken diken olduðunu hissetti.
O kavurucu sýcaðý yeniden derilerinin üzerinde duydular. Yine ciðerlerinden soluklarý emil
ibi oldu. Cisimler baþlarýnýn üzerinden geçerken soluk alamaz olmuþlardý. Korkunç, .insan
uyuluyordu. Sanki milyonlarca peri bir anda yas tutarak aðlýyordu. Bu sesler yoðun sýcaklý
karþýn sýrtlarýný ürpertmiþti.
Jillian'la Roy, gözlerindeki yaþ ve tozlar biraz temizlenince, parlak renkli ýþýk arabalar
alçaktan stadyumun
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
üzerinden geçtiðini, bilim adamlarýyla teknisyenlerin bir korunak bulmak için koþuþtuklarý
Fýrdöndülerin üzerindeki kameralar arabalarý izliyor, radar antenleri hýzla kendi çevreleri
dönüyorlardý.
Parlak cisimler kendiierine ýþýklarla iniþ koordinatlarý verilen alanýn üzerinden geçtiler.
n pistin yüz metre kadar ötesine gidip kimsenin bulunmadýðý bir yerde fren yapmýþ gibi dura
isimlerin parlak ve 'hemen hemen bakmasý olanaksýz', renkli ýþýklarý deðiþmemiþti. Þimdi ý
asfaltýna inecek gibi sekiz metre kadar yükseklikte duruyorlardý. Sonra birden elli me
tre yüksekliðe fýrladýlar. Yine alçaldýlar. Sanki yerle oynaþýyor, onu yokluyor, tadýna ba
a korkmuþ gibi kaçýp yükseliyor-lardý.
Neary aþaðý inip onlarý daha yakýndan seyretmek istiyordu ama Jillian'ýn yerinden kýmýlday
k kadar aklýnýn baþýndan gitmiþ olduðunu farketti.
O arada Neary bu tarihsel an için daha önceden planlanmýþ ve binlerce kez prova edilmiþ bi
r þeyin baþlamakta olduðunu gördü. Aðýzlarýnýn önünde bir mikrofon tutan baþlýklar giymiþ
synthetizer'in çevresini almýþtý. Arkalarýndan uçlarý bir tabloya takýlmýþ olan mikrofon ka
yerek biraraya toplandýlar. Ellerinde küçük bir fenerle aydýnlatýlmýþ yazý tahtalarý vardý
Ekip baþkaný olduðu belli bir adam adeta dinsel bir saygýyla, «Tamam, beyler. Baþlayabiliri
,» dedi.
Bir kulübede oturan ses teknisyeni önündeki mikrofona, «TC stereo. Zaman ve direnç... Auto
hazýr,» diye konuþtu.
Baþka bir teknisyen de, «Tamam. Baþlayýn!» dedi.
Beyaz tulumlar giymiþ olan Lacombe'la Laughlln
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
STEVEN SPIELBERG
synthetizer'in ayar tablosunun yanýnda duruyorlardý. Çift klavyenin önünde de William Shak
espeare'e benzeyen genç bir adam oturmuþtu. Sinirli olduðu halinden belliydi. Sýk sýk alnýn
a ve ellerinde biriken terleri mendiliyle sili-yordu. Korkunç sorumluluðunun tüm bilin
cindeydi.
Tören baþkaný ona yumuþak bir sesle, «Baþlayabilirsiniz,» dedi.
, Shakespeare ilk notaya bastý.
. Kulübedeki teknisyen önündeki mikrofona, «Renk tablosu, tamam,» dedi.
Dev tabloda amber renkli bir ýþýk göründü. Ýlk nota kanyonda yankýlanýp hafiflerken, ýþýk d
eþerek gözden kayboldu.
Tören baþkaný «Tam tona çýkýn,» diye emir verince Shakespeare ikinci notaya bastý.
Renk tablosu koyu pembe bir ýþýkla aydýnlandý.
Üçüncü nota ve üçüncü renk. Bu kez menekþe mavisi.
«Bir oktav düþün.»
Dördüncü nota yankýlanýrken, tabloda çok güzel koyu mavi bir renk oynaþtý.
«Beþinciye çýkýn.»
Son nota duyulup kaybolurken, renk tablosunda da parlak kýrmýzý bir ýþýk ýþýldayýp söndü.
«Hiçbir þey. Hiçbir þey olmadý,» dedi ekip baþkaný.
Tören baþkaný da «Tekrarlayýn lütfen,» dedi Shakespeare'e.
Yine o beþ nota ve renk tekrarlandý.
Kulübedeki teknisyen, «Re ikinciye, Mi üçüncüye. Do bire. Do bir buçuk bir. Sol beþe,» diye
erdi.
Notalar ve renkler tekrarlanýp sona erdiði halde üç cisimden hâlâ bir karþýlýk gelmiyordu.
arý sýrrýna
eriþilmez bir biçimde piste yaklaþýp uzaklaþarak oynaþýyor, ýþýltýlar çýkararak göz kýrpar
Lacombe synthetizer'e doðru yaklaþýp, «Tekrar. Bir kez daha,» dedi.
Beþ notalý ezgi geceyi seslendirip yankýlandý, beþ renk tabloda oynaþýp dans etti yeniden.
«Konuþ benimle, konuþ bana,» diye yalvarýyordu ekip baþkaný.
Lacombe emretti. «Daha canlý, daha canlý.»
Shakespeare emri yerine getirdi. Bu kez renkler ve notalar arenada çaðladý.
Yüksekteki çýkýntýnýn üzerinde Jillian Guiler bu beþ notalý ezgiyi kendi kendine iki kez mý
sonra, «Bunu biliyorum,» dedi Neary'ye. Tanrým, bu Barry'nin þarkýsý, diye düþündü. Gözler
uþtu ama Neary farketmedi.
Aþaðýda Lacombe, «Daha çabuk, Jean Claude,» diyordu. «Daha çabuk. Plus vite.»
Þimdi Shakespeare'in alnýndaki terler synthetizer'in klavyesine damlýyordu. Notalar çok
hýzlý ve yüksek seste çalýnýyor, tablodaki renkler amberden pembeye, mora, maviye, kýrmýzý
Lacombe iniþ alanýnýn yüz, yüz elli metre kenarýnda duran ve hiçbir tepki göstermeyen cisim
doðru yürüdü. Kulübedeki teknisyen Moog synthetizer'in sesini sonuna kadar açmýþtý, sesle
duvar gibi yükselen kayalarýnda uðulduyordu.
Fransýz da son derece sabýrsýzlanmýþtý. «Qu'est-ce qui se passe? Ne oluyor?» diye soruyordu
mlere. «Al-lez allez, allez. Allonsy. Haydi, cevap verin! Haydi!» Lacombe beþ parmaðýný pi
o çalar gibi oynatarak Moog' dan yana baðýrýyordu.
STEVEN SPIELBERG
Lacombe ýþýk arabalarýna ellerini salladý; müzisyene de, «Plus vite, daha hýzlý!» diye baðý
synt-hetizer'e doðru yürümeye baþladý.
Shakespeare tüm gücüyle çýlgýn gibi çalýyor, renk tablosu ultraviole'den kýzýlötesi ve ikis
tüm renkleri ýþýldatýyordu.
Ve birdenbire cisimler karþýlýk verdiler. Ama sesle deðil renkle. Tablodaki renkleri tekr
arlamaya baþladýlar. Her cisim tabloya doðru parlayan renkleri kendi baþýna çýkarýyordu. S
are durdu. Sesler kanyonda yankýlanýp susunca, tam bir sessizlik çöktü ortalýða. Uzunca bir
kanyondan aþaðý doðru esen rüzgârýn sesinden baþka bir þey iþitilmedi.
Sonra Lacombe, Shakespeare'e iþaret ederek, «Haydi, durmayýn, çalmaya devam,» dedi.
Ekip baþkaný da adamýný gayrete getirmek için, «Haydi oðlum. Çöz þunlarýn dilini,» diye te
Mühendis-müzisyen çok ama çok hýzlý çalmaya baþladý. Renk tablosuyla üç cisim þimdi tam bi
yný renkleri çýkarýyorlardý. Herkes dikkat kesilmiþ, bu karþýlýklý renk iletiþimini izlemey
utluluk ve sevinç doluydu. Gerçekte mutluluktan da öte bir þeydi bu... Daha önce hiçbir in
oðlunun yaþamadýðý ya da tanýmlamadýðý olaðanüstü bir deneyimdi. Çünkü bu, yazýlý tarihte i
buluþma...
Ve ansýzýn cisimler karþýlýk vermeyi kestiler. Yalnýzca uçup gitmiþlerdi. Hepsi de ayrý yö
sdoðru yükselerek ýþýklarý büyük bir buluta girip görünmez oldu; öteki ikisi kanyonun ucu
en kayboldu.
Müzik de durmuþtu. Renk tablosu karanlýktý. Sessizlik. Ve rüzgar.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
Birden arenada kýyamet koptu. Herkes çýlgýnca alkýþlamaya ve çýðlýklar atmaya baþlamýþtý.
amlarý ve teknisyenler yerlerinde zýplýyor, birbirleriyle kucaklaþýyor, el sýkýþýyor, birb
n sýrtlarýna vuruyorlardý. Þimdi stadyumun ýþýklarý tam yanmýþtý. Tulum ya da sivil elbise
modüllerinden çýkýyorlardý. Her þey bitmiþ gibiydi.
Kulübelerdeki teknisyenler de çýkmýþ, Lacombe'la ekip baþkanýný arýyorlardý.
«Çok güzel,» dedi ekip baþkaný. «Çok baþarýlý.»
Lacombe da Ýngilizce olarak, «Bu akþam çok mutluyum,» dedi Laughlin'e.
Ekip baþkaný herkesin elini sýktýktan sonra, «Tebrik
ler,» dedi. «Hepiniz çok iyiydiniz.»
Bu kutlama sahnesinin az ötesindeki kaya çýkýntýsýnda, Roy göklerde uçuyordu; Jilîian da s
içindeydi. «Bu ezgiyi biliyorum,» diyordu boyuna. «Biliyorum, daha önce iþitmiþtim onu.»
Aþaðýda, radar iletiþim modüllerinin içindeki göstergeler hedefleri iþaret etmeye baþlamýþ
leri saða sola dönmüyordu; Neary'yle Jillian'ýn üzerindeki daða yönelmiþlerdi. Þeytan Kule
dýnda kalan gökyüzünde bir þeyler oluyordu.
Arenadaki teknisyenlerden biri Fransýzýn yanýna yaklaþarak, «Bay Lacombe,» dedi parmaðýný
u kaldýrarak.
Lacombe'la Laughlin biraz yürüyerek adamýn gösterdiði yöne, gökyüzüne baktýlar.
«Nedir o?» diye sordu Laughlin. «Ne oluyor?»
«Bilmiyorum.»
Þimdi Roy'la Jillian da dönmüþ, aþaðýdaki adamlarýn
STEVEN SPIELBERG
iþaret ettikleri yöne bakýyorlardý. Sonra onlar da gördüler. .
Daðýn üzerindeki gökyüzünde büyük kümülüs bulutlarý toplanmýþtý. Bulutlarýn içinde olaðanü
u eiektrik fýrtýnasý þimdiye dek gördüklerinden çok farklý, gürültü ve boyut açýsýndan kor
Ayný anda Jillian'la Roy hiç konuþmadan gökyüzünden uzaklaþmalarý gerektiðine karar verere
li yoldan inmeye baþladýlar. Jillian çok korkmuþtu. Iþýltýlar saçan bulutlar ona Barry'ni
nç günü anýmsatmýþtý birden.
Bulutlar alçalarak daðýn tepesine çok yaklaþmýþlardý. Ansýzýn bulutlardaki kývýlcýmlardan b
rak arenanýn üzerinden geçti ve daha önceki yerinde durdu. Sonra birden tümüyle kýrmýzýya d
arladý.
Bu açýkça bir tür iþaretti.
Bulut kümesinin en büyük bölümü de üç kez kýrmýzý olarak parladý. Sonra beyaz ve mavi olara
Kýsa bir ara oldu; teknisyenler birbirileriyle huzursuzca bakýþtýlar. Þimdi sýrada ne vard
Derken gösteri baþladý.
Bulutlardan dýþarýya doðru bir þey patladý ve hemen elli kadar toplu iðne baþý gibi ýþýk kü
nlar yine çabucak içbükey þekiller ve göz kamaþtýrýcý renkler oluþturdular. Bu olaðanüstü g
rcileri için düþük düzeyli hünerlerini gösteriyor gibiydiler.
Üçü bir an havada durduktan sonra yere doðru düþtü. Ama tam yere düþmelerinin büyük etkisi
, birdenbire durdular. Aþaðý düþerken neden olduklarý büyük
STEVEN SPIELBERG
diði bir duygu durmasýna ve gökyüzüne bakmasýna neden
oldu.
Daðýn arkasýndan, bir bulutun içinden kapkara bir þey çýkýyordu. Çok da kocamandý. Hatta o
i, Neary boyutlarýný kavrayamadý. Bu dev kara þekil daðýn tepesinden geçip yaklaþýrken, ay
si bütün kanyonu kapladý. Neary bir an için kendinden geçeceðini sandý.
Üssün içinde tören baþkaný, «Aman Tanrým,» diye mýrýldandý.
Laughlin ne söylediðinin farkýnda olmadan bîr küfür savurdu.
Lacombe gözleri sabitleþmiþ olarak, «Mon Dieu!» diye fýsýldadý. Eðer bu þekli ölçebilseler,
lometreye yakýn olabilirdi, uzunluðuysa tüm gökyüzünü kaplaya-bilirdi, çünkü henüz sonu gö
Birden o kara þey öteki tarafýný döndü. Bu yüzünü uzun, ince bir ýþýk þerltl çevriliyordu.
r ýþýk dairesi patladý.
Bir kent büyüklüðünde, diye düþündü Neary. Tepesi kocaman tanklarý, borularý ve her yerde y
bir petrol rafinerisini andýrýyordu. Kanyonun üzerine doðru kayan bu dev hayaletin eski v
e pis bir görünüþü vardý. Sanki binlerce yýl gökyüzünde dolaþan eski bir kent ya da uçsuz b
r gemi gibiydi. Ne Neary, ne bilim adamlarý ya da teknisyenler, ne de yeryüzündeki herh
angi bir insan, böyle bir þey görmüþ, hatta hayal etmiþti.
Tam üssün üzerine geldiðinde kemer þeklinde çok büyük bir ýþýk patlamasý oldu arka tarafýn
lerce parlak ateþböceðine benzeyen küçük parçacýklara bölündü. Her 'ateþböceði' römorkör g
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
ket eden birer araçtý ve çeþitli renkler saçýyordu. Derken binlercesi biraraya gelerek reng
nk bir ayaklýk oluþturdular. Ýki kilometre geniþliðinde ve dört kilometre uzunluðunda ola
ayalet bu ayaklýðýn üzerine yerleþti. Renkli ýþýnlar saçan ayaklýk onu aþaðýdaki iniþ yerin
yattý.
Neary iki metre yüksekliðindeki çelik duvarý aþarak, gördüklerinden taþ kesilmiþ bilim adam
eknisyenlerin arasýna karýþmýþtý.
Ayaklýk o dev kitleyi aþaðýya indirirken, bir buçuk kilometre boyunca uzanan Ýniþ koordina
eren ýþýklarý tuzla buz etti. O denli büyüktü ki, alana konduðu zaman bütün üssün üzerini b
lýyordu.
Dev kitle negatif bir yerçekimi alaný yaratmýþtý ve bir an içinde her þey, herkes aðýrlýðýn
i. Bu da herkesi neþelendirmiþti. Zýplamaya, havada sallanarak dolaþmaya, daha atletik ol
anlar havada daireler çizmeye, perendeler atmaya baþladýlar. Bazýlarý da bu inanýlmaz þeyi
mini çekmek için zýplayarak koþuyordu. Ýlk kendine gelenler Lacombe'la ekip baþkaný oldu. A
o da kýsmen. Tekerlekli ayaklar üzerinde duran Moog synthetizer'i dev kitleye yaklaþtýrm
aya karar verdiler. Aleti yirmi beþ metre kadar itmiþlerdi ki, kendilerini hâlâ baþka bir
yada sanan ekip üyeleri yardýma koþtular.
Tören baþkaný da elinden geldiðince sakin görünmeye çalýþarak elindeki mikrofona «Bu evrede
ki kez düdük çalsýnlar,» dedi.
Düdük sesleri kanyonda yankýlanarak sessizliði bozdu.
Kulübedeki teknisyen, «Ses çözümleyicisi hazýr mý?» diye sordu.
STEVEN SPIELBERG
Tören baþkaný þimdi iyide kendine gelmiþti artýk, «Eðer ayýn bu karanlýk yüzünde her þey ha
liriz.»
Shakespeare çok yavaþ olarak beþ notayý çaldý.
Hayalet kitleden hiçbir karþýlýk gelmedi.
«Encore,» diye emir verdi Lacombe.
Beþ nota tekrar gecede yankýlandý.
Dev gemi bir ses çýkardý. Domuz homurtusuna benziyordu.
«Bir anlamý olmalý,» dedi ekip baþkaný sinirli sinirli.
Mühendis - müzisyen yeniden çaldý.
Bu kez de cevap yoktu.
«Tekrar,» dedi ekip baþkaný.
Shakespeare yeniden çalmaya baþladý.
Birden son iki nota hayalet gemi tarafýndan tamamlandý. Gürültü inanýlacak gibi deðildi. Ý
topuklarý üzerinde geriye doðru eðilmesine ve modüllerin tüm camlarýnýn kýrýlmasýna neden
ki teknisyenler kýrýlan camlardan korunmaya çalýþtýlar. Bazýlarýnýn orasý burasý kesilmiþ
tmeyecek kadar meþguldüler.
Ekip baþkaný ancak bir süre sonra, «Tamam,» diyebildi. «Yeniden çalýn.»
Moog synthesizer çaldý ve gemi cevap verdi. Bu kez gemiden renk tablosununklne uyan
renkli ýþýklar da çýktý.
Jillian Guiler bütün bunlara artýk yalnýz baþýna dayanamayacaðýný anlamýþtý. Korkuyordu. B
Neary'yi bulmasýnýn daha iyi olacaðýna karar verdi. Genç kadýn Roy'un geçtiði yerleri izl
aþaðýya inmeye baþladý.
Tören baþkaný, Shakespeare'e ve kulübedeki teknisyene, «Ona altý sekizlik ver ve bekle,» d
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
Müzisyen notalarý çaldý.
Gemi bu notalarý tekrar ettikten sonra hiçbirinin daha önce duymadýðý yeni bir dizi nota ça
Kulübedeki teknisyen, «Bize dört sekizlik verdi.» dedi. «Bir beþ sekizlik gurubu. Bir dört
sekizlik grup.»
Shakespeare geminin notalarýný taklit etti.
Gemi beþ yeni nota ve deðiþik ýþýk daha ekledi.
Bilgisayar modellerindeki teknisyenler Nirvana'ya ulaþmýþlardý artýk. Gemi onlara kendi se
s ve renk sözcüklerini öðretiyordu.
Bu karþýlýklý deðiþ - tokuþun hýzý ve karmaþýklýðý giderek artýnca bilgisayarlar görevi Sh
Mühendis - müzisyen ellerini klavyeden çekince, Moog synthesizer bilgisayarlar tarafýnd
an çalýnmaya baþladý. Týpký kendi kendine çalan bir piyano gibi.
Tören baþkaný kulübedeki teknisyene. «Bu Haným-efendi"den her þeyi öðrenin,» dedi. «Verdikl
nota izleyin.>>
Gemiden ses ve ýþýk patlamalarý geliyordu. Bilgisayar ve renk tablosuna baðlanmýþ olan Moog
enk tablosu ve dev gemi bir tür kozmik ýþýk ve müzik gösterisindeymiþler gîbi coþkunlukla b
erine kilitlenmiþlerdi.
Çok garip bir müzikti bu. Bir an melodik, sonra hemen atonal oluyor, bazen cazý sonra k
ovboy þarkýlarýný andýrýyor; hemen ardýndan da o denli garip, gülünç ve müzik dýþý oluyordu
ulaklarýný týkayasý geliyordu.
Neary kendini kaptýrmýþ gülümsemekteydi. O sýrada Jillian'ýn kalabalýðýn arasýndan kendine
tmemiþti. Teknisyenlerden bazýlarý alkýþlýyor, bazýlarý da baþlarýný tutuyorlardý. Lacombe'
gýn, sersemlemiþ bir ifade vardý.
STEVEN SPIELBERG
Dev gemi ansýzýn iletiþimi kesti. Bir iki homurtu çýkardýktan sonra sessiz kaldý. Bütün ýþ
Üs birkaç dakika için derin bir sessizliðe ve karanlýða gömüldü.
Sonra gemi açýlmaya baþladý.
Geminin tüm alt yaný önce ince ve uzun bir ýþýkla çevrelendi, sonra bir fýrýn kapýsý gibi a
Herkes arkasýný döndü. Karagözlüklerini takýp yeniden yüzlerini çevirdiler. Güneþ gözlükle
lak ýþýða doðrudan bakmak zordu.
Açýlan yer geniþledi.
Aþýrý güçlüydü ýþýk. Herkes hýzla gerilemeye baþladý. Bir buçuk metre geniþliðindeki bu kör
Açýlan yer geniþlemeye devam ediyordu.
Önce Lacombe, sonra Neary, daha sonra da ötekiler yeniden öne doðru ilerlediler. Ama o b
eyaz ýþýk yoðun bir ýsý çýkarýnca durmak zorunda kaldýlar.
Bu sýcak ýþýðýn Ýçinde birtakým hareketler olduðunu görebiliyorlardý.
Iþýk o denli parlaktý ki, her yöne alevler saçýyor gibiydi. Þimdi ýþýktan sekiz farklý þek
yaz ýþýkta bu þekiller tavan süpürgesini andýrýyordu.
Sonra þekiller gemiden ve ýþýktan uzaklaþýp öne doðru çýktýlar.
Lacombe onlara doðru yürüdü.
O ve ötekiler þimdi bunlarýn... Ýnsan olduklarýný görmüþlerdi.
«Ben Claude Lacombe'um,» dedi Fransýz, dev gemiden çýkanlara.
Adamlar da tam bir þaþkýnlýk içindeydiler. 1940'larýn
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
denizci ceketleri giymiþlerdi. Hepsi çok gençti. Bazýlarý elinde deri baþlýklar ve uçuþ göz
uyordu.
Tam bir þok içinde uyuþmuþ gibi öne doðru yürümelerini sürdürdüier.
En öndeki adam durdu yarý selam verir gibi yaparak kendini tanýttý. «Frank Taylor. Teðmen.
irleþik Amerika Donanmasý. 064199.»
Tören baþkaný öne çýkýp adamýn elini sýktý. «Teðmenim vatana hoþgeldiniz. Þöyle buyrun lüt
Ýki kiþi teðmeni götürdüler.
Neary bütün bunlarý anlamakta zorluk çekiyordu. Ýlk kez üzerine yüz kadar siyah beyaz fotoð
apýþtýrýlmýþ ýþýklý bir tabioyu farketti.
«Harry Ward Craig. Yüzbaþý. Birleþik Amerika Donanmasý, 043431.»
«Yüzbaþým, lütfen þöyle gelir misiniz?»
Ekip baþkaný, «Donanmaya hoþgeldiniz yeniden,»
dedi.
Sivil giysili biri, «Craig, Harry Ward,» diye tekrarladý. Baþka biri de elindeki kâðýtlara
týktan sonra, «Yüzbaþý, Birleþik Amerika Donanmasý 043431,» diye ekledi. «Chicken kýyýlarý
umarasý 19.»
Ýlk konuþan sivil giysili fotoðraflarýn bulunduðu tabloya giderek Craig'in resminin üzerin
fak bir band yapýþtýrdý.
«Matthew McMichael. Teðmen. Birleþik Amerika Donanmasý 0909411.»
«Teðmenim, geri döndüðünüze sevindik.»
Þimdi o yoðun ýþýktan baþkalarý da çýkmaktaydý.
Sivillerden biri iyice afallamýþ bir halde, ekip baþkanýna, «Hiç yaþlanmamýþlar,» dedi. «E
«Einstein da büyük bir olasýlýkla onlardandý.»
STEVEN SPIELBERG
Dev gemiden inenlerin sayýsý iki yüzü aþmýþtý þimdi. Gelenlerin çevresi hemen teknisyenler,
onel ve bazý sivil görevlilerce alýnýyor ve penceresiz modüllere gö-türülüyorlardý. Neary b
n üzerinde bir kancayla halka bulunduðunu gördü. Herhalde bu modüller içindekilerle birlik
her þey sona erdikten sonra büyük askeri helikopterler tarafýndan taþýnacaklardý.
Neary arkasýný dönünce, Jillian Guiller'in gemiye doðru koþtuðunu gördü. Küçük bir þekil ý
ydi bu.
Jillian çocuðun üzerine doðru atýlýrken, hem gülüyor, hem aðlýyordu. Barry'yi sýmsýký kucak
'»
Barry de annesine sarýldý. Neary onlardan az uzakta heyecandan titriyordu.
Jillian küçük oðlunu kucaðýnda kenara götürerek alçak bir masanýn üzerine oturttu. Barry,
dan bizim evi gördüm.» dedi.
«Ben de seni gökyüzüne giderken gördüm,» dedi Jillian da. «Arkandan koþtuðumu da gördün mü
«Tabii..»
Roy Neary o ana dek kendisini farketmemiþ olan La-combe'a doðru yürüdü. Fransýz onu burada
mekten memnun olmuþa benziyordu.
«Mösyö Neary,» dedi. «Ne istiyorsunuz?»
«Gerçekte neler olup bittiðini öðrenmek istiyorum yal
nýzca.»
Lacombe ona doðru cevap vermesi gerektiðini düþündü. Günkü Neary'nin bu tarihsel olayda ca
etken olduðundan emindi. Neary'yi orada dey gemiyi seyrederken býrakýp Laughlin ve bir
kaç Mayflower Projesi görevlilerinin toplandýðý yere gitti.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
«Bay Neary'nin durumunu konuþmamýz gerek,» dedi Fransýzca olarak.
Laughlin bu sözleri çevirirken, hepsi geminin altýndaki büyük açýklýðýn kapanmakta olduðun
Barry de görmüþtü. «Gidiyorlar mý?» diye sordu annesine.
«Evet, gidiyorlar Barry. Sen benimle kalacak mýsýn?»
«Evet.»
«Büyüyünceye kadar ve her zaman mý?»
Küçük çocuk cevap vermedi, yalnýzca neþeyle güldü.
Lacombe, Laughlin ve Mayflower görevlileri hararetli bir tartýþmaya giriþmiþlerdi; hepsi a
yný anda konuþuyordu. Laughlin susmalarýný saðlamak için elini kaldýrdý. «Bay Lacombe, bu o
anlarýn olaðanüstü koþullar altýnda olduðunu söylüyor. Onlar özel kiþiler deðil.»
Lacombe hýzlý hýzlý Fransýzca konuþtu.
Laughlin de çevirdi. «Bu insanlar hayatlarýný tehlikeye sokarak, ailelerini terkederek o
nca yolu aþýp bu buluþma için geldiler buraya. Onlara bu yerin varolduðu bilgisi aþýlanmýþ
güven getirdi buraya onlarý. Þimdi Bay Neary'nin mümkün olduðu kadar çabuk ve gönüllü olara
eye katýlmasý çok önemlidir.»
Geminin açýlan yeri tümüyle kapanmýþtý..
Barry aðlamaya baþladý. «Güle, güle,» diye baðýrýyordu. «Hoþçakalýn.» Küçük ellerini gemiy
aðlamaya baþladý.
Lacombe önerisinde baþarý kazanmýþ olacak ki, gruptan ayrýlarak yeniden Neary'nin yanýna y
þaþkýn duran Amerikalýnýn elini sýktý. «Sizi kýskanýyorum, Bay Neary.»
O anda dev gemi ses ve ýþýk patlamasýyla yeniden açýldý. Sanki 'dikkat, dikkat' demek ister
bi BÝNG-BONG
STEVEN SPIELBERG
diye sesler çýkarýyordu. Bu sert sesten üsdeki tüm metal þeyler takýrdamaya baþladý.
Yýldýz gemisinin fýrýna benzeyen içinde bir þeyler kaynaþýyordu yine. Sarmal dönüþler yapa
amalarý birbirileriyle birleþiyor, giderek daha belirgin þekiller oluþj turuyorlardý.
Bir þekil belirginleþip durdu. Sonra bir baþkasý. Derken üçüncüsü.
Öne doðru bir adým attýlar. Gemiden tek bir ses duyuldu ama binlerce trampetin çalýþý gibi
Üç þekil bir adým daha attý.
Çok uzun, iki buçuk, üç buçuk metre boyundaydýlar. Son derecede ince. Bir insan vücudunun i
anlarý için aþýrý inceydiler. Ýnsanlara benzeyen yanlarý, bacak gibi þeylerle hareket etmel
e salladýklarý þeylerin de kollara benzemesiydi.
Jillian kendisine karþý koyan Barry'yi kucaklayarak üssün arka tarafýna doðru götürdü çabuc
z iþi oluruna býrakmak, istemiyordu. Barry'ye kavuþtuktan sonra her þeye karþ: koyabileceði
i hissediyordu ama bu yaratýklar ona fazla gelmiþti artýk.
Yaratýklar bir adým daha attýktan sonra durdular ve birbirlerine dokundular. Dokundukl
arý anda da tepeden týrnaða ýþýk saçmaya baþlamýþlardý. Orada duruyor, bir-birilerine dokun
nýyor ve ýþýk saçýyorlardý. Sonra içlerinden biri o kola benzeyen uzantýlarýndan birini Roy
attý. Onu iþaret ediyor gibiydi.
Neary ne yapacaðýný bilmez gibi kola benzeyen uzantýdan birkaç adým geriye çekildi. Ama uz
u izledi. Þimdi Roy'u iþaret ettiði açýkça belliydi.
Lacombe da cesaret vermek istermiþçesine Roy'a baþýný sallayýp iþaret etti.
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKÝN ÝLÝÞKÝLER
Tören baþkaný «Bay Neary, sizden tam bir iþbirliði bekleyebileceðimiz söylendi bana.» dedi.
r kanýnýz var?»
«Hiçbir fikrim yok,» diye cevap verdi Neary.
Tören baþkaný Roy'u modüllerden birine götürdü. Ýçeri girdiler.
«Doðum tarihiniz?»
«4 Aralýk 1945.»
«Difteri, kýzamýk gibi hastalýklara karþý aþý oldunuz mu? Ailenizde karaciðer rahatsýzlýðý
Jillian kucaðýnda Barry'yle üsten çýkmýþtý. Aþaðýdan yeni bir ses duyduðunda daða týrmanýyo
ek aþaðýya baktý.
Büyük uzay aracýndan çok yüksek tonda þakýmaya benzeyen sesler çýkýyor, bulunduðu çevre ene
rdu. Fýrýn gibi aðzýndan küçük þekiller çýkmaya baþladý.
Bir metre boyundaydýlar. Kol ve bacaklar gibi uzantýlarý ve balonumsu baþlarý vardý. Ama b
arý tam olarak seçmek çok zordu. Çünkü ona aracýn göz alýcý sarý - beyaz ýþýða altýnda anc
du. Kollarý ve bacaklarý da insanlarýnkine oranla inanýlmayacak denli esnekti.
Lacombe az sonra bunlarýn sonsuzca uzayabilecek-lerini keþfetti. Ufak ziyaretçilerden
biri kolunu Lacombe'a dolamýþtý, bu kol Fransýzýn tüm belini saracak biçimde uzayýp durdu.
Önceleri ziyaretçilerde özel bir deneme meraký göze çarpýyordu. Kendi þekillerini insanlar
arþýlaþtýrýr gibiydiler. Ama insanlarýn onlara gösterdiði tepkileri de inceliyor, deniyorl
Dokunuþ anahtardý. Her yere, her þeye dokunuyorlardý. Ancak dokunuþ her insanda deðiþik te
r uyandýr-
STEVEN SPIELBERG
dýðýndan tulumlu teknisyenlerden bazýlarý ürkerek geri çekilirken, kimisi daha dostça tepk
eriyordu.
Ýçerisi küçük bir kilise olarak hazýrlanmýþ büyük mo
düllerden birinde garip bir ayin yapýlmaktaydý. Sýrtlarýnda
yaþam desteði araçlarý, ellerinde baþlýklarý bulunan on iki
kýrmýzý tulumlu adam, beyaz tulum giymiþ baþka bir ada
mýn önünde diz çökmüþlerdi.
«Tanrýya her zaman þükürler olsun,» dedi rahip.
«Tanrý yolumuzu açýk etsin,» diye karþýlýk verdi astronotlar da.
«Tanrý bize sizin yolunuzu göstersin.» «Ve sizin yolunuzda bize öncülük etsin.» Baþka bir m
eary astronotlarýnkinin aynýsý olan kýrmýzý bir tulum giyiyordu.
Tören baþkaný, «Bay Neary,» dedi. «Adamlarýmýz sizin imzanýz gereken birkaç belge hazýrlad
ilki, Mayflower Projesi'nde kendi isteðinizle görev aldýðýnýzý ve bu iþbirliðine hiçbir b
lü olduðunuzu belirtiyor.»
Dýþarýda dokunuþlar artýk genel olmaktan çýkmýþ, özel ve belirli olmuþtu. Ziyaretçiler insa
, yüzlerini ve sýrtlarýný yokluyorlardý. Eðer dokunduklarý kiþi bundan hoþlanmazsa, hemen
oþlanan birine dokunuyorlardý. Ama dokunduklarý kiþi de onlara dokunarak karþýlýk verirse
sý ziyaretçiler bir an için kendilerinden geçer gibi oluyor, parlayýp sönen çeþitli renkli
lardý.
Ýnsansý yaratýklarýn 'dostlar'ý arasýnda olduðuna akýllarý kestikten sonra, artýk bu dokun
lama çýðrýndan çýkarak bir orji halini aldý.
Kanyonun üzerindeki çýkýntýdan Jillian'la Barry bu olaðanüstü olaylarý seyrediyorlardý. Jil
tasýndan
UÇUNCU TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
küçük bir fotoðraf makinesi çýkarýp resim çekmeye baþladý. Barry küçük kahkahalar atarak a
aþlarýný anlatýyordu.
Lacombe þimdi bu insansý ziyaretçilerin ilgi ve yakýnlýk merkezi olmuþtu. Çünkü týpký onla
t ediyor, donulunca o da dokunuyor, okþanýnca o da okþuyordu. Hem de gülüyordu. Yanýndaki
d Laughlin de ayný þekilde meþguldü.
Kilisenin içindeyse rahip duasýný sürdürüyordu. «Tanrý size meleklerinin gözcülüðünü baðýþ
luklar ihsan etsin.» Ne var ki, on iki astronotun dikkatini sýk sýk büyük pencere çekiyordu
Dýþardaki olaðanüstü olaylarý þöyle bir görüyor, iþitiyorlardý.. Yýllarca bu konuda eðiti
de böyle bir þeye yeterince hazýrlýklý deðildiler.
Neary'nin modülündeyse tören baþkaný hâlâ anlatýyordu. «Bu son belge sadece bir formalite.
ya, bu kanyon bölgesi dahilinde ve astronomimizin sýnýrlarý dýþýnda hukuki bir sorunla kar
iz. Sizin... þey... teknik olarak söylemek gerekirse ölü olduðunuza dair bir dava açýlabil
u belge, eðer böyle bir karar verilirse, bunu kabul edeceðinizi belirtiyor. Yalnýzca bir
formalite kuþkusuz.»
Roy ne adamýn konuþtuklarýndan bir þey anlýyor, ne de imzalamakta olduðu kâðýtlarýn hangi a
et ettiklerini biliyordu.
On iki astronotun küçük kiliseden çýktýklarýný gördü. Sonra kendisi de tören baþkanýyla onl
aný Roy'a bir teyp ve kaset kutularý verirken ayaküstü eðitimini sürdürüyordu. O arada da N
nin son muayenesi yapýlmaktaydý. Bir týbbi teknisyen stetos-
STEVEN SPIELBERG
kobuyla kalbini dinliyor, bir baþkasý giysilerindeki elektrod-larý kontrol ediyordu.
Þimdi rahip yeniden dua etmeye baþlamýþ, sýra ha-linde duran astronotlarý teker teker kutsu
ordu. Küçük ziyaretçiler papazla astronotlarýn çevresini almýþ, bu aðýr davranýþlardan sab
n küçük ýþýklar ve çýtýrtýlar çýkarýyorlardý. Rahip kutsama iþini sürdürüyordu ama halind
Neary'nin iþi bitince iki insansý yaratýk onun çevresini alýp ötekilerden ayýrdý. Sonra sa
rar vermekte özgür olduðunu anlatmak istermiþ gibi onu orada yalnýz býrakýp çekildiler. Nea
esine bakýnarak Jillian'la Barry'yi aradý. Ama bulamamýþtý. Sonra Lacombe'u gördü. Ýki ada
a bir süre birbirilerine baktýlar ve Fransýz Roy'a cesaret vermek istercesine baþýný salla
edi.
Roy döndü ve öne doðru ilk adýmýný attý. Sonra gemiye giden rampada yavaþ yavaþ yürümeye b
tif yerçekimine ve fýrýn gibi aðzýna yaklaþtýkça hýzlanýyordu. On iki astronot da onu izled
Tek sýra halinde yürüyen astronotlar parlak ýþýklarla aydýnlatýlmýþ merdivenden dev geminin
e doðru çýkarlarken, onlara eþlik ediyordu insansý varlýklar.
Küçük yaratýklardan biri gruptan ayrýlarak Lacombe' un yanýna geldi ve kola benzeyen uzantý
doðru kaldýrýp ilk notanýn karþýlýðý olan el iþaretini yaptý. Bundan çok etkilenmiþ olan L
i. Böylece Fransýzla yaratýk karþýlýklý öteki dört el iþaretini de tamamladýlar.
Lacombe aþaðýya doðru... onun 'yüzü'ne baktý. Bu, sürekli bir deðiþim içindeydi: Embriyon
emiþ
ÜÇÜNCÜ TÜRLE YAKIN ÝLÝÞKÝLER
-bir þeyden bin yýl yaþlý bir þeye dönüþüyordu. Birden Lacombe, bu araçlarý yapýp binlerce
rini saðlayan tüm bilgeliði, süper zekâyý ve deneyimi bu olaðanüstü yaratýðýn yaþlý bakýþla
inde buldu. Lacombe da ona gülümsedi. Sonra küçük ziyaretçi ötekilerin arkasýndan hayalet g
bindi. Neary hemen hemen içeri girmiþ sayýlýrdý. Þimdi kafasýnda bir þarký vardý. Pinokyo
Yýldýzlardan bir dileðin varsa,
Kim olursan ol
Kalbinin dileði ulaþacaktýr sana.
Neary rampadan içeriye, yýldýz gemisinin fýrýna benzeyen merkezine doðru bir adým daha att
ini saran parlaklýk gözleri kör edecek kadar þiddetliydi ama her þeyi... her þeyi görebili
. Kafasýnýn içindeki müzik de giderek yükseliyordu.
Tüm yüreðin düþündeyse, Gerçek olur dileklerin...
Roy öteki astronotlarýn halâ onunla birlikte olup olmadýklarýný anlamak için durup arkasýn
Sonra son kez Lacombe'a, Jillian'a ve Barry'ye el salladý. Kendisini hâlâ görebildikleri
ni umuyordu.
Rampanýn sonundaki Neary, astronotlar ve küçük yaratýklarýn þekilleri ýþýk ve enerjiye dön
Mavi bir yýldýrým gibi Kader gelip bulur sizi.
STEVEN SPIELBERG
Yýldýzlardan bir dileðin varsa... Gerçekleþir mutlaka.
Neary yeniden öne doðru, bilinmezin yakýcý özüne, doðru yürümeye baþladý.
Büyük, parlak kapý kayarak kapanýyordu.
Lacombe, Laughlin ve ötekiler sessizce durmuþ seyrediyorlardý.
Ve hayalet gemi önce yavaþ, sonra daha hýzlý hareket ederek ýþýktan ayaklýðý üzerinden kal
içim deðiþtirerek çevresinde yükselmeye baþladý. Çok geçmeden gökyüzüne uzanan parlak, reng
en oluþmuþtu. Þimdi kenarlarýndan ýþýklar saçmaya baþlayan dev gemi yavaþ yavaþ bu merdiven
Bulutlarý tabaka tabaka aþtý, tâ ki bu büyük kent gökyüzünde en parlak yýldýzlarýn en gör
dek...
Jillian'la Barry birlikte seyrediyorlardý. Jillian son resmini çekti, dünya tarihindeki
en önemli resimlerin en sonuncusunu.
SON