You are on page 1of 35

MAKSÝM GORKÝ

BOZKIRDA
(Öyküler)
BOLES
Tanýdýklarýmdan biri bana þu hikâyeyi anlattý bir gün:
Moskova'da öðrenciyken, "malûm kadýnlar"dan biriyle, anlarsýn ya, komþuluk etmek zorunda ka
mýþtým. Tereza adýnda bir Polonyalýydý. Ýri-yarý, kömür küfesinden çýkmýþ gibi kara bir kad
aþlarý, baltayla yontulmuþcasýna kaba-saba bir suratý vardý. Karanlýk gözlerinin hayvanca p
n, kalýn ve gür sesinden, külhani tavýrlarýndan, satýcý kadýnlara benzer iri gövdesinden ür
Ben tavan arasýnda oturuyordum. Onun kapýsý da tam benimkinin karþýsýndaydý. Kadýnýn evde
bildiðim zamanlar kapýmý hiç açmazdým. Gerçi evde bulunduðu yoktu pek. Arada bir merdivenle
a da avluda karþýlaþtýðýmýzda, yüzüme bakarak, bana yýrtýcý ve arsýzca gelen bir tavýrla gü
gibi sarhoþ, saçý baþý darmadaðýn bir halde raslardým ona. Bu sýrada gözleri kayar, yüzüne
den daha çirkin bir gülümseme yayýlýr:
- Ýyisiniz inþallah bay öðrenci! derdi. Arkasýndan da nefretimi büsbütün artýran aptalca ka
r atardý. Bu gibi karþýlaþmalardan ve selamlaþmalardan kurtulmanýn tek çaresi evden ayrýlma
kat penceresi geniþ bir görünümü kucaklayan þipþirin bir odam vardý. Sokaðýmýz da çok sessi
diþimi.
Bir sabah yataðýma uzanmýþ, üniversiteye gitmemek için birtakým bahaneler bulmaya çalýþarak
, birdenbire kapýnýn açýldýðýný ve iðrenç Tereza'nýn o kalýn sesiyle:
- Ýyisiniz inþallah bay öðrenci!.. diye seslendiðini iþittim.
Kadýnýn sýkýntýlý yüzünde yalvaran bir anlatým vardý... Tuhaf, alýþýlmadýk bir þeydi bu.
- Ne istiyorsunuz? dedim.
- Þey... efendim... Sizden bir dileðim vardý da... Artýk ne kadar zahmetse...
Yattýðým yerden:
"Numara yapýyor!" diye düþündüm. "Sýký dur Yegor! Seni yoldan çýkarmak istiyor bu canavar..
Kadýn yalvaran bir sesle, ezile büzüle sözlerini tamamladý:
- Þey... Memlekete bir mektup yazdýrmak istiyordum da...
Ýçimden:
"Hay Allah kahretsin! Çattýk!" diye düþündüm, kalkýp masanýn baþýna geçtim, bir kâðýt çekip
- Þuraya geçin, oturun ve söyleyin...dedim.
Tereza içeri girdi, sandalyenin bir kýyýsýna iliþti, suçlu suçlu yüzüme bakmaya baþladý.
- Evet... Mektup kime yazýlacak?
- Varþova yolu üzerindeki Sventsyan kentinde Boleslav Kaþput'a.
- Peki... Söyleyin bakalým...
- Sevgili Bolesim... Canýmýn içi... Benim biricik sevgilim... Meryem Anamýz seni korusun
! Altýn yüreklim... Mahzun kumruna, Terezana niçin çoktandýr mektup yazmýyorsun?..
Az kalsýn basýyordum kahkahayý. Bir metre yetmiþ beþ santim boyunda, yumruðu bir batman aðý
boyunca baca temizleyip bir kez olsun yýkanmamýþ gibi kapkara suratlý bir mahzun kumru!.
.
Gülmemi güçlükle tutarak:
- Kim bu Bolest? diye sordum. (*)
Kadýn, Boles adýný bozarak söylememden incinmiþçesine:
- Boles niþanlýmdýr, bay öðrenci... dedi.
- Niþanlýnýz mý?..
- Beyefendi niçin þaþýrdýlar? Bir genç kýzýn niþanlýsý olamaz mý?..
Sevsinler genç kýzý!.. Büsbütün þaþýrmýþtým ya, bozuntuya vermemeye çalýþarak:
- Yoo... diye karþýlýk verdim. Niçin olmasýn? Her þey olabilir... Çoktan beri mi niþanlýsýn
- Altý yýldýr...
Vay canýna!..
Neyse... Böylece mektubu yazýp bitirdik. Hem de öyle ateþli bir aþk mektubu oldu ki, hani
yazdýran Tereza deðil de ondan az daha ufak bir baþkasý olsaydý bu Boles'in yerinde olmak
isterdim doðrusu.
Tereza baþýný eðerek:
- Oldu... dedi. Yardýmýnýz için size teþekkür ederim bay öðrenci! Acaba ben de size bir hiz
bulunabilir miyim?
- Hayýr, eksik olmayýn!
- Hani, bir yýrtýðýnýz, söküðünüz varsa...
Bu kadýn kýlýðýna girmiþ fil eskisi iyiden iyiye tepemi attýrmaya baþlamýþtý. Sert bir tavý
hangi bir hizmetine ihtiyacým olmadýðýný bildirdim.
Çýkýp gitti.
Aradan iki hafta geçti... Bir akþam üstü ýslýk çalarak pencereden dýþarý bakýyor, ne yapabi
. Hava bozuk olduðu için bir yere gitmek istemiyordum. Caným sýkýlýyordu. Bir ara kendimi e
eþtirmeye koyuldum. Bu da oldukça sýkýcý bir iþtir ya, baþka bir þey yapmak gelmiyordu içim
sýrada kapý açýldý. Çok þükür. Bir gelen var...
- Bay öðrencinin acele bir iþleri var mýydý acaba?..
Hay Allah!.. Tereza'ymýþ!..
- Hayýr... Ne istiyorsunuz?
- Beyefendiden bir mektup daha yazmalarýný dileyecektim de...
- Pekâlâ... Boles'e mi yine?
- Hayýr, bu kez mektup ondan gelecek.
- Ne-e?..
- Oh, ne sersemim!.. Baðýþlayýn... ben.. yani... demek istedim ki... Bu kez, anlýyorsunuz
ya, mektup benden deðil de... kadýn arkadaþlarýmýn birinden... Yani... Kadýn deðil de bir e
kten demek istiyorum... Kendisi yazmýyor... Fakat bir niþanlýsý var... Adý da benimki gibi
, Tereza... Ýþte sizden bu öteki Tereza'ya mektup yazmanýzý dileyecektim de...
Yüzü allak bullak olmuþtu. Karþýmda sallanýp duruyor, titreyen ellerini ovuþturuyordu... Ýþ
aya baþlamýþtým...
- Bana bakýn bayan! dedim. Bu ne Boles iþi , ne de Tereza. Yalan söylüyorsunuz! Boþ yere uð
aþmayýn, sizinle ahbaplýða niyetim yok... Anladýnýz mý?
Kadýn birdenbire tuhaf bir korkuya kapýldý. Yüzü kýpkýrýmýzý oldu, sendeledi, bir þeyler sö
esine dudaklarýný kýpýrdattý. Fakat aðzýndan tek sözcük çýkmadý.
Ýþin nereye varacaðýný bekliyor, beni yoldan çýkarmak istediðini sanmakla da bir parça yaný
rdum. Anlamadýðým baþka þeyler vardý galiba.
Tereza neden sonra:
- Bay öðrenci... diye söze baþladýysa da ansýzýn elini sallayarak sert bir hareketle geri d
itti. Ýçimde kötü bir duyguyla öylece kalakalmýþtým. Sonra kapýsýný þiddetle çarptýðýný iþi
süre düþündüm; gidip onu geri çaðýrmaya, ne isterse yazmaya karar verdim.
Odasýna girdiðimde, dirseklerini masaya dayamýþ, baþýný ellerinin arasýna almýþ oturuyordu.
- Bana bakýn, dedim...
... Bu hikâyeyi anlatýrken burasýna geldiðimde hep bir tuhaf olurum nedense... Ne aptallýk
! Neyse...
- Bana bakýn, dedim...
Kadýn yerinden fýrladý, gözleri parlayarak üstüme yürüdü, ellerini omzuma koydu ve fýsýltýy
hýrýltýyla:
- Ne olacak? dedi. Ha, ne olacak? Evet, tam bildiðiniz gibi! Boles, Moles yok... T
ereza da yok! Ama size ne bundan? Kâðýt üzerinde kalemi oynatývermek çok mu zorunuza gidiyo
? Ha? Ah sizler! Muhallebi çocuklarý! Evet!.. Ne Boles var, ne de Tereza! Yalnýzca ben
varým! Ne çýkar bundan? Ha? Ne çýkar?..
Bu karþýlama serseme çevirmiþti beni.
- Durun hele, dedim. Ne demek istiyorsunuz? Boles diye biri yok mu yani?
- Evet, yok! Ne çýkar bundan?..
- Ya Tereza, o da mý yok?
- Tereza da yok! Tereza benim!
Hiçbir þey anlamamýþtým. Gözlerimi fal taþý gibi açmýþ, kadýnýn yüzüne bakýyor; hangimizin
um. Tereza yeniden masaya doðru gitti, bir þeyler arandý, sonra yanýma geldi ve incinmiþ b
ir sesle:
- Boles'e yazmak size bu kadar güç geldiyse, alýn mektubunuzu! dedi... Alýn!.. Ben baþkala
rýna da yazdýrabilirim...
Bir de baktým, Boles'e yazdýðým mektubu tutuyor elinde... Vay canýna!..
- Bana bakýn Tereza! dedim. Ne demek oluyor bütün bunlar? Niçin baþka mektuplar yazdýrasýný
ermiyorsunuz ki onlarý...
- Kime gönderecekmiþim?
- Kime olacak... Boles'e!..
- Ama Boles diye biri yok ki!..
Þaþýp kalmýþtým! Ne halin varsa gör deyip ayrýlmaktan baþka çare kalmamýþtý. Fakat kadýn du
Ýncinmiþ bir sesle:
- Ne çýkar? diye söze baþladý. Yoksa yok! (Ve sanki onun niçin olmadýðýna akýl erdiremiyorm
erini iki yana açtý.) Ama ben olmasýný istiyorum... Ben de herkes gibi insan deðil miyim?.
. Evet... biliyorum... biliyorum ama... ona mektup yazmamýn kimseye bir zararý yok k
i...
- Affedersiniz, kimden söz ediyorsunuz?
- Boles'ten...
- Hani Boles yoktu?..
- Ah, Meryem Ana!.. Yoksa yok, ne çýkar bundan?.. Yok, ama bana varmýþ gibi geliyor... O
na mektup yazýyorum ve böylece var oluyor... O da bana, Tereza'ya karþýlýk veriyor... Sonr
a ben yeniden yazýyorum...
Anlamýþtým... O an ne kadar üzüldüðümü, utandýðýmý anlatamam... Bir insan yaþýyordu üç adým
iyacý olan ve bunu hiç kimsede bulamayan bu insan, sonunda kendi kafasýnýn içinde kendine
bir sevgili yaratmýþtý...
- Boles'e yazdýðýnýz mektubu baþkalarýna okutup dinliyorum... O zaman Boles varmýþ gibi gel
bana... Þimdi de Boles'ten Tereza'ya... yani bana... bir mektup yazmanýzý diliyorum si
zden... Onu baþkalarýna okutup dinlediðimde Boles'in varlýðýna büsbütün inanacaðým... Yaþam
aha kolaylaþacak...
... Ýþte böyleyken böyle!.. Aklýma geldikçe bir tuhaf olurum!.. O günden sonra düzenli olar
ftada iki kez Tereza'nýn Boles'e mektuplarýný, Boles'in de cevaplarýný yazmaya baþladým. Ce
larý özene bezene kaleme alýrdým... Tereza bunlarý dinlerken o kocaman sesiyle avaz avaz að
ardý. Ve düzmece Boles'in mektuplarýyla ona gözyaþý döktürmemin karþýlýðýnda çoraplarýmý, g
imi dikerdi. Bu mektup hikâyesinden üç ay sonra bir sebepten hapse attýlar onu. Þimdi ölmüþ
ki de.
Dostum sigarasýnýn külünü üfledi, dalgýn bir tavýrla gökyüzüne bakarak sözlerini tamamladý:
Ýþte böyle... Ýnsan acýyý tattýkça þefkati daha çok arar... Ama köhnemiþ erdemlerimizin duv
birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamýyoruz. Çok ahmakça, çok acý sonuçlar doðuruy
bu anlayýþsýzlýðýmýz. Diyoruz ki, düþkün insanlar!.. Ne demektir bu?.. Onlar da bizler gibi
ten, ayný kandan, ayný etten ve sinirden yapýlmýþlardýr. Her þeyden önce insandýrlar... Yüz
p dururuz bu "düþkün insanlar" sözünü. Ne saçma þey! Asýl düþkünler bizleriz! Hem de adamak
beðenmiþliðin, mutsuz insanlara tepeden bakmanýn uçurumuna düþmüþüz... O insanlar ki tek ek
izden daha az kurnaz olmalarý ve kendilerine iyi insan süsü vermeyi daha az becerebilm
eleridir... Neyse... Býrakalým bunlarý... Bu sözler o kadar çok söylendi ki, insan bir daha
tekrarlamaya utanýyor!...
1896
MALVA
Deniz gülüyordu.
Kýzgýn bir rüzgârýn hafif esintisiyle titriyor, güneþi göz kamaþtýrýcý bir parlaklýkla yans
or, mavi gökyüzüne gümüþ renginden binlerce gülümseme gönderiyordu. Denizle gök arasýndaki
a, denize uzanan kumsal burunun eðimli kýyýlarýna birbiri arkasýna týrmanan dalgalarýn neþe
yýlýyordu. Denizdeki kýrýþýklarýn binlerce kez yansýttýðý güneþ ýþýðýyla bu ses, canlý bir
en bir uyumla birleþiyordu. Güneþ, aydýnlattýðý için; deniz de onun coþkun bir sevinç içind
mutluydular.
Rüzgâr, denizin atlas göðsünü okþayarak düzeltiyor; güneþ onu yakýcý ýþýnlarýyla ýsýtýyor;
ulu uykulu iç geçirerek sýcak havayý tuzlu bir buhar kokusuyla dolduruyordu. Sarý kumsala
týrmanan yeþilimtrak dalgalarýn býraktýðý beyaz köpük, kýzgýn kumlarý ýslatarak hafif bir c
Dar ve uzun burun, kýyýdan denize düþmüþ kocaman bir kuleyi andýrmaktaydý. Suyun güneþle oy
aný bir temel çivisi gibi deliyor; beri yanda, topraðýn kýzgýn bir sisle kaplandýðý uzaklýk
oktasý göze görünmüyordu. Rüzgâr, bu temiz denizin ortasýnda ve mavi, berrak gökkubbe altýn
uðu anlaþýlmaz bir hale gelen aðýr bir kokuyu sürükleyip getiriyordu oradan.
Burunun balýk pullarýyla kaplý kumsalýna aðaç kazýklar dikilmiþ, bunlarýn üzerine de yere ö
geleri düþen balýk aðlarý asýlmýþtý. Kumsalda birkaç tane büyük, bir tane de küçük sandal y
týrmanan dalgalar el edip onlarý kendilerine çekmek istiyorlardý sanki. Dört bir yana çeng
ller, kürekler, sepetler, fýçýlar saçýlmýþtý. Bunlarýn ortasýnda da söðüt dallarnýdan, taht
lardan yapýlmýþ bir baraka yükselmekteydi. Barakanýn giriþindeki budaklý bir deðneðin üzeri
nlarý gökyüzüne dönük keçe çizmeler sallanýyordu. Bütün bu darmadaðýnýklýðýn üstünde yüksel
z parçasý, rüzgârda dalgalanýyordu.
Sandallardan birinin gölgesinde, patronu Grebenþçikov'un volilerinin ileri mevki bekçiliði
ni yapan Vasili Legostev yatýyordu. Yüzükoyun uzanmýþ, baþýný avuçlarý içine almýþ, gözleri
rýna, güçlükle görülebilen kýyý çizgisine dikmiþti. Orada, suyun üzerinde, küçük, siyah bir
oktanýn kendisine yaklaþtýkça büyüdüðünü görmek Vasili'nin hoþuna gidiyordu.
Güneþin dalgalar üzerindeki parlak ýþýltýsýyla kamaþan gözlerini kýrpýþtýrarak memnun gülüm
Gelecek, kahkahalar atacak, göðsü içi gýcýklayýcý bir þekilde inip kalkacak, onu yumuþacýk
caklayacak, çýnlayan sesiyle martýlarý ürküterek kýyýda olup bitenleri bir bir anlatacaktý.
te güzel bir balýk çorbasý piþirecekler, votka içecekler, kumsala devrilip sohbet edecek, o
naþacaklardý. Sonra hava kararmaya baþlayýnca da çaydanlýkta çay kaynatacak, lezzetli çörek
ecek ve yatýp uyuyacaklardý... Her pazar, haftanýn her tatil günü böyle olurdu bu. Sabahley
n erkenden, henüz uykudan uyanmamýþ denizin üzerinden, tan öncesinin serin alacakaranlýðý i
a taþýyacaktý onu. Malva uyuklayarak sandalýn kýçýnda oturacak, Vasili de kürek çekip onu s
ekti. Çok gülünç olurdu o sýralar; týka basa doymuþ bir kedi gibi gülünç ve tatlý... Belki
erden kayarak sandalýn dibine inecek, yusyumak olup uyuyacaktý orada. Sýk sýk yapardý bunu
...
Kýzgýn sýcak yüzünden martýlar bile bitkindi bugün. Gagalarýný açmýþ, kanatlarýný indirmiþ,
inde duruyorlar; ya da tembel tembel, baðrýþmadan, dalgalar üzerinde sallanýyorlardý. Her z
manki yýrtýcý canlýlýklarýndan eser yoktu.
Vasili sandalda Malva'dan baþka birinin daha olduðunu gördü. Acaba yine Seryojka mý askýntý
muþtu? Kumun üzerinde güçlükle dönerek oturdu, avuçlarýný gözlerine siper edip kaygýyla bak
elen kimdi acaba? Malva kýçta oturmuþ, dümen tutuyordu. Kürek çeken Seryojka olamazdý. Acem
ir kürekçiydi bu. Seryojka olsaydý, Malva dümen tutmak gereðini duymazdý. Vasili sabýrsýzla
:
- Heey! diye baðýrdý.
Kumsaldaki martýlar irkilerek kulak kabarttýlar.
Sandaldan Malva'nýn çýnlayan sesi kopup geldi.
- Hey-hey!..
- Yanýndaki kim?
Karþýlýk yerine bir kahkaha iþitildi.
- Vasili alçak sesle:
- Þeytan karý! diye bir küfür savurarak tükürdü.
Gelenin kim olduðunu fena halde merak ediyordu. Sigarasýný sararken, kürekçinin ensesine v
e sýrtýna bakýyordu gözlerini kýrpmadan. Kürek vuruþlarý altýnda suyun çýkardýðý þýpýrtý ha
klarý kumlarý hýþýrdatýyordu. Sandal yaklaþtý. Vasili, Malva'nýn yüzündeki her zamankine be
bancý gülümsemeyi seçebildiði zaman:
- Kim o yanýndaki? diye baðýrdý.
Malva gülerek:
- Biraz bekle, þimdi anlarsýn! diye karþýlýk verdi.
Kürekçi yüzünü kýyýya çevirdi, o da gülerek Vasili'ye bakmaya baþladý.
Bekçi kaþlarýný çatarak, kendisine hiç de yabancý gelmeyen bu delikanlýnýn kim olduðunu aný
Malva:
- Baþtankara! komutunu verdi.
Sandal bir dalganýn üzerinde hýzla atýlarak neredeyse yarýsýna kadar kumsala çýktý, hafifçe
kaykýlýp durdu. Dalga, gerisin geri denize kaydý. Kürekçi kýyýya sýçrayarak:
- Merhaba, baba! dedi.
Vasili boðuk bir sesle:
- Yakov! diye haykýrdý.
Sevinmekten çok, þaþýrmýþtý.
Kucaklaþtýlar, üç kez birbirlerinin dudaklarýný, yanaklarýný öptüler. Vasili'nin yüzünde þa
rbirine karýþtý.
- Bakýyorum, bakýyorum... Bir gelen var ama... Ýçim içime sýðmýyor... Sensin ha! Nereden çý
ak sen þu iþe! Acaba Seryojka mý diyorum? Yoo... Seryojka da deðil! Ah, sensin ha!
Vasili bir eliyle sakalýný sývazlýyor, öbürünü havada sallayýp duruyordu. Malva'ya bakmak i
u ya, oðlunun cývýl cývýl gözleri dikilmiþti yüzüne. Bunlarýn parlaklýðý Vasili'yi þaþkýna
lý, güzel bir delikanlýnýn babasý olmaktan ötürü duyduðu kývanç, metresinin orada bulunuþun
nçla çarpýþýyordu. Kýzgýn kumun üstünde ayak deðiþtirerek Yakov'un karþýsýnda duruyor, ceva
iri arkasýna sorular soruyordu delikanlýya. Kafasý karma karýþýk olmuþtu. Hele Malva'nýn al
r sesle:
- Topaç gibi ne dönüp duruyorsun?.. Sevinçten aklýn karýþtý galiba!.. Çocuðu barakaya götür
diðini iþitince büsbütün þaþkýnlaþtý.
Malva'ya baktý. Kadýnýn dudaklarýnda Vasili'nin o zamana kadar görmediði bir alay kýpýrtýsý
Bu her zamanki yuvarlak, yumuþak, taze varlýkta yeni, yabancý bir þeyler vardý bugün. Yeþi
trak gözleriyle bir babaya, bir oðula bakýyor; beyaz, küçük diþlerinin arasýnda durmadan ka
kirdeði çýtlatýyordu. Yakov da gülümseyerek babasýný ve kadýný seyrediyordu. Vasili'ye çok
birkaç sessizlik saniyesi geçti. Üçü de susuyordu. Bekçi ansýzýn telaþlanarak barakaya yön
- Hemen geliyorum! Siz içeri girin, ben bir su doldurup geleyim... Balýk çorbasý piþireceði
! Yakov, öyle bir çorba yedireceðim ki sana! Siz rahatýnýza bakýn, ben hemen geliyorum...
Barakanýn yanýndan, kumun üstünden bir tencere alarak aðlarýn orada bir yere doðru hýzlý hý
karýþýk, gri að yýðýnlarý arasýnda gözden kayboldu.
Malva'yla Yakov da barakaya doðru yürüdüler.
Malva yan gözle delikanlýnýn saðlam yapýsýný süzerken:
- Haydi bakalým güzel delikanlý, iþte babana getirdim seni! dedi.
Yakov, kývýrcýk, kumral bir sakalla çevrelenmiþ yüzünü Malva'ya döndürdü; gözleri parlayara
- Evet, geldik... dedi. Güzel bir yer burasý, deniz bir harika!
- Engin deniz... Peki, babaný nasýl buldun bakalým? Epeyce kocamýþ olmalý, öyle deðil mi?
- Yoo, hiç de deðil. Ben saçý sakalý aðarmýþtýr artýk diye düþünüyordum ya, pek o kadar kýr
amburlaþmamýþ...
- Görüþmeyeli ne kadar oldu demiþtin?
- Sanýrým beþ yýl... O köyden çýktýðýnda ben on yedimi sürüyordum...
Barakaya girdiler. Boðucu bir hava vardý burada. Hasýrlardan tuzlu bir balýk kokusu yüksel
iyordu. Yakov iri bir kütüðün, Malva da çuval yýðýnlarýnýn üzerine oturdu. Aralarýnda, dibi
kullanýlan enine kesilmiþ bir fýçý vardý. Yerleþirken, hiç konuþmadan dik dik birbirlerini
Malva:
- Burada çalýþmak istiyorsun galiba? diye sordu.
- Eh iþte... Bilmem ki... Eðer bir iþ bulunursa, çalýþýrým tabii.
Malva yeþil gözlerini kýrpýþtýra kýrpýþtýra delikanlýyý süzdü; kesinlikle:
- Bizim burada iþ bulunur! dedi.
Yakov, Malva'ya bakmýyor; mintanýnýn yenleriyle terli yüzünü kuruluyordu.
Malva ansýzýn gülmeye baþladý.
- Ananýn babana ilettiði haberler vardýr herhalde?
Yakov, Malva'ya göz atarak kaþlarýný çattý; kýsaca:
- Tabii var... dedi. Ne olacak?
- Hiç!
Malva'nýn gülüþü Yakov'un hoþuna gitmemiþ, delikanlýyý sinirlendirmiþti. Sonra düþünceleri
aþarak anasýnýn ilettiði haberlerde toplandý.
Anasý onu köyün dýþýna kadar geçirmiþ, orada bir çite dayanýp, pýnarlarý kurumuþ gözlerini
:
- Yakov... Babana de ki... Tanrý aþkýna, ona de ki... Baba, anam yapayalnýz... Anladýn mý..
Beþ yýl geçti, o hâlâ yapayalnýz... Kocuyor, anladýn mý! Yakovcuðum, söyle ona, Tanrý aþký
kocakarý olacak yakýnda... Hâlâ yalnýz, yapayalnýz! Durmadan çalýþýyor. Ýsa aþkýna bir bir
Ve yüzünü önlüðüyle kapayarak sessizce aðlamýþtý.
Ona o zaman acýmamýþtý, ama nedense þimdi acýyordu... Malva'ya bakarak kaþlarýný sertçe çat
Vasili:
- Ýþte geldim! diye baðýrarak barakaya girdi. Elinin birinde balýk, ötekinde býçak vardý.
Bozulduðunu belli etmiyordu artýk. Ýçinin derinliklerine gizlemiþti o duyguyu. Þimdi onlara
sakin sakin bakabiliyordu. Fakat hareketlerinde yine de ona özgü olmayan bir tedirgi
nlik vardý.
- Þimdi bir ateþ yakayým... Hemen geliyorum... Konuþuruz... Ah Yakov, sen ha!..
Yeniden dýþarý çýktý.
Malva bir yandan karpuz çekirdeklerini çýtýrdatýrken, öte yandan, bakýþlarýný gizlemek gere
an delikanlýyý tepeden týrnaða süzüyordu. Yakov ise çok istediði halde ona bakmamak için zo
u kendini.
Delikanlý, sessizlikten bir ara o kadar sýkýldý ki, yüksek sesle:
- Torbamý sandalda býrakmýþtým, gidip alayým bari! dedi.
Yerinden aðýr aðýr kalkýp dýþarý çýktý. Bu kez Vasili barakaya girdi; Malva'ya eðilip sert
hýzlý:
- Peki, sen niye geldin onunla birlikte? dedi. Þimdi seni kim diye tanýtayým ona? Sen
neyimsin benim?
Malva:
- Geldimse geldim, ne olmuþ!.. diye kestirip attý.
- Ah sen... Ne düþüncesiz karýsýn sen! Þimdi ben ne yapacaðým? Böyle kör kör parmaðým gözün
ak iþ mi? Evde karým var yahu! Bu çocuðun anasýdýr... Niçin akýl etmedin bunu?...
- Püf! Baþka iþim kalmadý da, bunu düþünecektim!.. Senin oðlundan bir korkum mu var? Yoksa
n mi korkacaðým?
Malva yeþil gözlerini hoþgörüyle kýrpýþtýrarak konuþuyordu:
- Az önce oðlanýn önünde amma da döneliyordun ha! Öyle bir gülesim geldi ki!
- Gülesin geldi demek!.. Peki ben ne yapacaðým þimdi?
- Daha önce düþünseydin bunu!
- Oðlanýn damdan düþer gibi böyle birdenbire denizden çýkýp geleceðini nereden bilecektim?
Kumlar Yakov'un ayaklarý altýnda hýþýrdayýnca konuþma kesildi. Yakov küçük torbasýný getiri
tý; yan gözle kötü kötü, kadýný süzdü.
Malva karpuz çekirdeklerini tutkuyla çýtýrdatýyordu. Vasili kütüðe oturdu, kollarýný dizler
de kavuþturdu; gülümseyerek söze baþladý:
- Demek çýkýp geldin... Nereden aklýna esti?
- Oldu iþte... Sana da yazmýþtýk ya...
- Ne zaman? Ben mektup filan almadým!
- Nasýl olur? Yazmýþtýk...
- Demek kayboldu.
Vasili kederlenmiþti.
- Ýþe bak sen! Allah kahretsin!.. Tam da gerekli olduðu zaman kaybolur...
Yakov babasýna güvensiz bir bakýþ fýrlatarak:
- Öyleyse köyde olup bitenlerden haberin yoktur... dedi.
- Nereden olsun? Mektubu almadým ki!
Yakov o zaman anlatmaya koyuldu. Atlarý ölmüþ, ekinlerini daha þubat baþýnda yiyip bitirmiþ
. Beþ kuruþluk gelirleri kalmamýþtý. Ot da yetmiyordu; inek açlýktan ölmek üzereydi. Nisana
e böyle geçinmiþler, sonra da çift sürme zamanýnýn bitiminde Yakov'un para kazanmak için ba
anýna varýp üç ay orada çalýþmasýna karar vermiþlerdi. Bunu ona yazmýþlar; sonra üç koyun s
almýþlar, Yakov da çýkýp gelmiþti iþte.
Vasili:
- Bak sen þu iþe! diye baðýrdý. Fakat... Demek ki... Para da gönderiyordum ama...
- Çok bir para deðil ki.. Kulübeyi onardýk... Marya'yý kocaya verdik... Ben bir pulluk satý
aldým... Sonra beþ yýl az zaman mý?
- Ya!... Demek yetmedi ha?.. Ýþe bak sen... Dur hele, çorba kaynamaya baþlamýþtýr; gecikmey
elmez!
Kalkýp dýþarý çýktý.
Vasili, ateþin önüne çökerek düþünceye daldý. Tencere köpükler saçarak kaynýyordu. Oðlunun
azla sýkmamýþ; fakat hem ona, hem de karýsýna karþý bir hoþnutsuzluk duygusu uyanmýþtý için
yýldýr dünyanýn parasýný göndermiþti, ama iþleri yine de yürütememiþlerdi demek. Eðer Malva
'a neler söyleyeceðini bilirdi. Babasýna danýþmadan köyden çýkýp gelmeye aklý yetiyor da þu
du demek! O güne kadar kaygýsýz, rahat bir hayat yaþayan Vasili, köyü aklýna bile getirmemi
Ama þimdi köydeki topraðý, birdenbire gereksiz, yararsýz bir þey; yýllardýr boþ yere para a
bir çukur gibi görünüyordu ona. Bir kaþýkla balýk çorbasýný karýþtýrýrken içini çekti.
Ateþin küçük, sarýmtrak alevi, güneþin parlaklýðý karþýsýnda zavallý ve solgun kalýyordu. M
eleri ateþten koparak denize doðru, dalga serpintilerine karþý akýp gidiyorlardý. Vasili gö
riyle onlarýn arkasýndan bakarken, durumunun artýk eskisi gibi iyi olmayacaðýný, eskisi gib
özgür yaþayamayacaðýný düþünüyordu. Yakov, Malva'nýn kim olduðunu anlamýþtý kuþkusuz...
Kadýnsa barakada oturmuþ, hiç yitmeyen bir gülümsemenin oynaþtýðý küstah ve kýþkýrtýcý gözl
en renge sokuyordu.
Ansýzýn Yakov'un yüzüne dik dik bakarak:
- Köyde bir yavuklu býraktýn da geldin, deðil mi? diye sordu.
Beriki isteksiz isteksiz:
- Olabilir, diye karþýlýk verdi. Ne olacak?
Malva kayýtsýzca:
- Nasýl, güzel bir þey mi bari? diye sordu.
Yakov ses çýkarmadý.
- Ne susuyorsun? Hangimiz güzeliz; o mu, ben mi?
Delikanlý istemeye istemeye kadýnýn yüzüne baktý. Yanaklarý esmer ve tombuldu. Kýþkýrtýcý b
ralanmýþ kabarýk dudaklarý titriyordu. Vücuduna iyice oturan pembe, basma bluzu yuvarlak o
muzlarýyla dik ve oynak göðüslerini meydana çýkarýyordu. Fakat kadýnýn kurnaz kurnaz kýrpýþ
cý gözlerinde delikanlýnýn hoþuna gitmeyen bir þey vardý. Ona sert bir karþýlýk vermek iste
nedense içini çekerek titrek bir sesle:
- Niçin böyle konuþuyorsun? diye sordu.
Malva alaycý bir gülüþle:
- Nasýl konuþayým istiyorsun diye karþýlýk verdi.
- Hem de gülüyorsun... Niye?
- Sana gülüyorum...
Yakov incinerek:
- Gülecek ne var bende diye sordu ve kadýnýn bakýþlarýndan kaçýnmak için yeniden gözlerini
Malva karþýlýk vermedi.
Yakov onun, babasýyla iliþkisinin niteliðini anlýyor, bu yüzden serbestçe konuþamýyordu Mal
a. Bu iþ delikanlýyý þaþýrtmýþ deðildi. Gurbetçi köylülerin, uzakta olmanýn zevkini adamaký
basý gibi güçlü kuvvetli bir adamýn o kadar uzun bir zamaný kadýnsýz geçirmesinin zor bir þ
anlýyordu. Fakat yine de hem kadýnýn, hem de babasýnýn karþýsýnda sýkýlganlýk duymamak eli
Sonra anasýný, durup dinlenmeden, yakýna yakýna çalýþan köydeki o bitkin kadýný anýmsadý...
Vasili barakaya girerek:
- Çorba hazýr! diye seslendi. Malva, sen de kaþýklarý çýkar!
Yakov babasýna baktý. Kaþýklarýn yerini bildiðine göre, kadýn buraya sýk sýk geliyor olmalý
Kaþýklarý çýkaran Malva, gidip onlarý yýkayacaðýný, gelirken de sandalýn kýç altýndaki votk
i.
Baþbaþa kalan baba oðul, sessizce Malva'nýn arkasýndan baktýlar.
Vasili:
- Nasýl rasladýn ona? diye sordu.
- Yazýhaneden seni soruyordum, o da oradaymýþ... "Kumda yayan yürümektense sandalla gideli
m, zaten ben de ona gidiyorum" dedi. Ýþte böylece geldik.
- Eveeet... Ben de acaba Yakov ne yapýyordur þimdi diye düþünüyordum.
Yakov babasýna bakarak tatlý tatlý gülümsedi. Bu gülümseyiþle yüreklenen Vasili:
- Þey... Kadýný nasýl buldun?... diye sordu.
Yakov gözünü kýrptý, belirsizce:
- Fena deðil, diye karþýlýk verdi.
Vasili kollarýný yana açarak:
- Ne yaparsýn; baþka yolu yok bu iþin iki gözüm, diye sesini yükseltti. Önce sýkayým diþimi
ma baktým ki olacak þey deðil! Alýþmýþýz bir kere... Evli bir adamým ben. Elbisem yamanmalý
ilan... Sonra... Ne bileyim caným!.. (Sözlerini içtenlikle bitirdi.) Ölümden de, kadýndan d
kurtulmanýn yolu yok!..
Yakov:
- Bana ne bunlardan? dedi. Kendi bileceðin þey. Seni yargýlamak bana düþmez...
Ama içinden de þöyle düþünüyordu: Pantolonunu biraz zor yamatýrsýn böylesine...
Vasili:
- Topu topu kýrk beþ yaþýndayým.. diye sürdürdü sözlerini. Sonra fazla bir masrafý da yok b
karým deðil, bir þey deðil...
Yakov bir yandan:
- Haklýsýn, diyor; fakat içinden: Herhalde son meteliðine kadar týrtýklýyordur! diye düþünü
Malva elinde bir þiþe votka, bir çýkýn tatlý çörekle dönüp geldi. Yemeðe oturdular. Konuþma
mikleri þapýrtýyla emdikten sonra, kapýdan dýþarý kumun üstüne tükürüp fýrlatýyorlardý. Yak
rdu. Bu Malva'nýn hoþuna gitmiþ olmalýydý ki, delikanlýnýn güneþten esmerleþmiþ yanaklarýný
nemli ve iri dudaklarýnýn hýzla hareket ediþini seyrederek keyifli keyifli gülümsüyordu. Va
i, caný istemediði halde, iþtahla yiyor görünerek bundan böyle onlara nasýl davranmasý gere
düþünüyordu.
Martýlarýn yabanýl çýðýrýþlarý, denizden yükselen tatlý ezgiyi zedeliyordu. Sýcaðýn yakýcýl
okusuyla dolu serin bir esintinin barakaya girdiði oluyordu.
Lezzetli balýk çorbasýný yiyip votkayý da yuvarladýktan sonra Yakov'un gözleri kaymaya baþl
tal aptal gülümsüyor, geðiriyor, esniyor ve Malva'ya öyle bir bakýyordu ki, Vasili ona:
- Yakov, çay zamanýna kadar sen þurada uzanýver... Biz seni uyandýrýrýz, demek zorunda kald
Yakov:
- Oluur... deyip çuval yýðýnýnýn üzerine devrildi.
Sonra:
- Peki... Siz ne yapacaksýnýz bakalým? diye sordu. Ha! Ha! Ha!...
Oðlunun kahkahasý karþýsýnda utanýp bozulan Vasili çabucak barakadan dýþarý çýktý. Fakat Ma
kaþlarýný çatarak:
- Bizim ne yapacaðýmýz seni ilgilendirmez! diye karþýlýk verdi. Sana ne? Aðzýn süt kokuyor
nladýn mý, yavru!
Yakov, bu sözleri söyleyerek çýkýp giden Malva'nýn arkasýndan:
- Aðzým süt kokuyor ha! Öyle olsun! diye baðýrdý. Bekle bakalým. Ben sana gösteririm! Ben s
Bir süre daha böyle homurdandýktan sonra, kýpkýrmýzý olmuþ yüzünde sarhoþ, doygun bir gülüm
ldý.
Kuma sapladýðý üç tane kancanýn tepelerini birleþtirip üzerlerini hasýrla örterek bir gölge
asili, ellerini ensesinde kenetleyerek uzanmýþ, gökyüzünü seyrediyordu, Malva onun yanýnda
dini kuma býrakýverdiði zaman, Vasili yüzünü öfkeyle kadýna doðru çevirdi.
Malva alaylý alaylý gülerek:
- Ne o? diye sordu. Oðlunun geliþine pek sevinmedin galiba?
Vasili, sýkýntýyla:
- Baksana... dedi. Eðleniyor benimle... Senin yüzünden!
Malva yalancýktan þaþýrarak:
- Niye benim yüzümdenmiþ, diye sordu.
- Tabii senin yüzünden! Baþka neden olacak?
- Ah sen, Allahýn zavallýsý! Ne olacak þimdi? Sana gelmeyeyim mi istiyorsun yoksa? Ha? P
eki gelmem bundan sonra!..
Vasili:
- Sen ne cadýsýn sen! diye yakýndý. Ne olacak; insan deðil misiniz! Ýkiniz de benimle eðlen
rsunuz... Sözüm ona, en yakýnlarýmsýnýz! Eðlenecek ne var? Hainler!
Sýrtýný kadýna dönerek sustu.
Malva kollarýný dizlerinin üzerinde kavuþturmuþ, gövdesini usul usul sallýyor, yeþil gözler
rlak, cývýl cývýl denizi seyrediyor; güzelliklerinin farkýnda olan bütün kadýnlarýn o doygu
n gülümseyiþi dolaþýyordu dudaklarýnda.
Kanatlarý kül renginde iri ve hantal bir kuþu andýran bir yelkenli, denizin üzerinde kayýp
idiyordu. Kýyýdan uzaktaydý. Gittikçe daha da uzaklaþýyor, gökle denizin birleþip kaynaþtýð
uzluða doðru yol alýyordu.
Vasili:
- Ne susuyorsun? diye sordu.
Malva:
- Düþünüyorum, dedi.
- Ne düþünüyorsun?
Malva:
- Hiç, diyerek kaþlarýný oynattý.
Bir süre sustuktan sonra:
- Oðlun yakýþýklý delikanlýymýþ... diye sözlerini sürdürdü.
Vasili kýskançlýkla:
- Sana ne bundan? diye sesini yükseltti.
- Neyse ne... Boþ ver...
Vasili, Malva'yý kuþku dolu sert bir bakýþla süzerek:
- Bana bak! dedi. Sersemliði býrak! Kafamý kýzdýrma! Yumuþak huylu atýn çiftesi pek olur, a
mý?.. (Diþlerini gýcýrdattý; yumruklarýný sýktý.) Bugün gelir gelmez bir oyun çevirmeye baþ
mak istediðini anlayamadým daha... Fakat bana bak; eðer iþin içinde bir hainlik olduðunu an
arsam, elimden kurtulamazsýn ha! Kýrýtmalar... Bilmem neler... Senin gibi mallara nasýl
davranýlacaðýný bilirim ben...
Malva umursamaz bir tavýrla, erkeðin yüzüne bile bakmadan:
- Beni korkutmaya çalýþma, Vasili... dedi.
- Pekâlâ! Öyleyse sen de alay etmekten vazgeç...
- Benim gözümü yýldýrmaya çalýþma...
Vasili öfkeyle:
- Eðer þýmarýklýða baþlarsan, bilirim yapacaðýmý! diye gözdaðý verdi.
Kadýn, Vasili'nin öfkeden kararmýþ yüzüne merakla baktý:
- Dayak mý atacaksýn?
- Ne o? Kendini kontes mi sanýyorsun yoksa? Dayak da atarým tabii...
Malva sakin, inandýrýcý bir tavýrla:
- Ben senin neyinim, karýn mýyým? diye sordu.
Ve karþýlýk beklemeden sözlerini sürdürdü:
- Karýný aklýna estiði zaman dövmeye alýþtýn; ayný þeyi bana da yapacaðýný sanýyorsun öyle
kendi kendimin efendisiyim; kimseden korkum yok. Ama sen kendi oðlundan korkan bir
adamsýn. Al iþte; az önce rezil kepaze oldun karþýsýnda. Ne ayýp þey! Þimdi de kalkmýþ, be
maya çalýþýyorsun!
Baþýný horgörüyle sallayýp sustu. Kadýnýn soðuk, aþaðýlayýcý sözleri adamýn öfkesini bastýr
emiþti onu.
Kendisini kýzdýrdýðý halde, Malva'ya yine de hayranlýkla bakarak:
- Karga gibi öt bakalým... dedi.
- Sözüm bitmedi daha. Seryojka'nýn karþýsýnda þiþinip durmuþsun geçen gün; güya ben sensiz
filan... Boþ lakýrdý... Seni sevdiðim, buraya senin için geldiðim nerden belli? Belki de b
yerleri seviyorum ben... (Elini çevrede dolaþtýrdý.) Belki de buralarýn ýssýzlýðý hoþuma g
iz ve gökyüzü... Ýnsanlarýn alçaklýðýndan uzakta... Ama sen de yanýmdaymýþsýn; benim için f
nýn ücretini ödemek gibi bir þey... Seryojka olsa, ona da gelirdim... Oðlun olsa, ona da g
elirim... Ama hiçbiriniz olmasanýz, daha memnun olurdum tabii... Kafa ütülediniz artýk! Bu
güzellik bendeyken, elimi sallasam ellisi gelir... Herkes yanýmda olmaya can atar..
.
Vasili öfkeden boðulurcasýna:
- Bak sen! diye haykýrarak kadýnýn gýrtlaðýna sarýldý. Demek böyle ha?..
Sarsalamaya baþladý. Fakat Malva; yüzü kýzardýðý, gözleri kanla dolduðu halde, kendini koru
küçük bir harekette bulunmadý. Sadece, her iki elini de, boðazýný sýkmakta olan elin üzeri
uþ, dik dik Vasili'nin yüzüne bakýyordu.
Vasili kudurmuþ gibi:
- Demek içinde sakladýðýn buydu... diye hýrýldýyordu. Belli de etmiyordun hiç; seni alçak!.
klamalar... O okþayýþlar... Hepsi numaraydý demek... Ben sana gösteririm!
Kadýný yere yatýrarak gülle gibi yumruðuyla boynuna boynuna vurmaya baþladý. Yumruðu bu esn
yýðýný üzerinde inip kalktýkça tuhaf bir zevk duyuyordu.
Sonra:
- Nasýl... Oldu mu þimdi, yýlan? diye horozlanarak Malva'yý bir yana fýrlattý.
Kadýn sessiz, sakin, sýrtüstü yuvarlandý. Kýpkýrmýzý olmuþ, saçý baþý daðýlmýþtý. Ama yine
lerinin arasýndan soðuk bir nefretle ýþýldýyordu. Ne var ki, yaptýðý iþten memnun, göðsü hý
kalkan Vasili, bu bakýþlarý fark etmedi. Neden sonra ona gururla þöyle bir göz attýðýnda,
gülümsediðini gördü. Kadýnýn dolgun dudaklarý titriyor, gözleri alev alev yanýyor, yanakla
cikler beliriyordu.
Vasili, onu elinden tutup kabaca kaldýrýrken:
- Ne oluyorsun, þeytan karý! diye baðýrdý.
Malva:
- Vasili!.. diye fýsýldadý. Beni sen mi dövdün?
Bu sözden bir þey anlamayan Vasili:
- Ben dövdüm tabii; kim dövecek! diye karþýlýk verdi.
Kadýna bakýyor, ne yapmasý gerektiðini kestiremiyordu. Bir yumruk daha vurmalý mýydý? Fakat
si geçmiþti artýk. Eli kalkmadý.
Malva yeniden:
- Demek beni seviyorsun? diye fýsýldadý.
Sesinin tonu Vasili'nin kanýný kaynatmýþtý. Asýk bir yüzle:
- Evet, dedi. Bilmen çok gerekliydi de!
- Oysa beni artýk sevmediðini sanýyordum... Oðlu geldi, beni baþýndan savar artýk diyordum.
Bu sözlerle birlikte, tuhaf, ayartýcý bir kahkaha attý.
Vasili de elinde olmaksýzýn gülümsedi:
- Ahmak! dedi. Oðlum keyfimin kahyasý mý benim?
Hem utanmýþ, hem de acýmaya baþlamýþtý kadýna. Fakat Malva'nýn az önce söyledikleri yeniden
ce, sert bir sesle:
- Oðlumla ilgisi yok bu iþin... diye sözlerini sürdürdü. Dayak yediysen, suç kendinde. Niye
dýn beni?
Malva:
- Mahsustan yaptým, denedim seni... diyerek omzunu adamýn göðsüne dayadý.
- Denemiþ! Neyi denedin? Öðrendin iþte öðreneceðini.
Malva gözlerini kýrpýþtýrarak, inandýrýcý bir tavýrla:
- Olsun! dedi. Kýzmadým ki... Dövdüysen, sevdiðin için dövdün! Benden bunun karþýlýðýný ala
Erkeðin gözlerinin içine baktý; sesini yavaþlatarak, bir daha:
- Oh, öyle bir alacaksýn ki!.. diye fýsýldadý.
Bu sözlerin tatlý bir vaat olduðunu anlayan Vasili'nin yüregi çarpmaya baþlamýþtý. Gülümsey
- Nasýl alacakmýþým? diye sordu. Görelim bakalým!..
Malva sakin sakin:
- Göreceksin... dedi.
Fakat onun da dudaklarý titriyordu.
Vasili:
- Ah sevgilim! diye baðýrarak Malva'yý tutkuyla kucakladý. Biliyor musun, dövdükten sonra d
ha çok sevmeye baþladým seni! Vallahi!.. Þimdi daha çok benimsin...
Üzerlerinde martýlar uçuþuyordu. denizden esen tatlý bir meltem, dalgalarýn serpintisini ay
klarýna kadar getiriyor, denizin yorulmak bilmez gülüþü durmadan çýnlýyordu...
Vasili, soluðunu serbestçe býrakýrken:
- Eh, iþte insan oðlunun iþleri! dedi. (Vücuduna yaslanan kadýný dalgýn dalgýn okþuyordu.)
kurulmuþ bir kere. Günah olan þey tatlý oluyor. Sen anlamazsýn bunu... Kimi zaman hayatýn
nlamýný düþünürüm de, aklýmý oynatacak gibi olurum!.. Özellikle de geceleyin olur bu... Öyl
a gözüme uyku girmez... Karþýnda deniz, üstünde gökyüzü; dört bir yanýn da öylesine karanlý
erir... Ve sen burada, yapayalnýzsýndýr! Kendini o kadar küçük, o kadar küçük bulursun ki..
altýnda sallanmaya baþlar; sense onun üzerinde yapayalnýzsýndýr. O anda yanýmda sen bari ol
... Ýki kiþi ne de olsa baþkadýr...
Malva gözlerini yummuþ, Vasili'nin dizlerinde yatýyor; konuþmuyordu. Vasili, güneþin ve rüz
aðýzlaþtýrdýðý kaba saba, fakat sevimli yüzünü kadýnýn üzerine eðmiþti. Kocaman, rengi atmý
sürünüyordu. Malva kýmýldamadan yatýyor, sadece göðsünün uyumla inip kalktýðý görülüyordu.
zin üzerinde dolaþýyor, kâh yanýbaþýndaki bu göðüse takýlýyordu. Sonra aðýr aðýr, aðzýný þa
apasý yiyormuþcasýna, Malva'nýn dudaklarýný öpmeye baþladý.
Böylece üç saat geçti. Güneþ denizin üzerinde batmaya baþladýðý zaman adam sýkýntýlý bir se
- Eh, ben gidip çay kaynatayým bari... dedi. Konuðumuz az sonra uyanýr!
Malva uykulu bir kedi gibi tembel tembel yana çekildi. Vasili istemeye istemeye ka
lkýp barakaya yollandý. Kadýn, kirpiklerini azýcýk aralayarak adamýn arkasýndan baktý, aðýr
kurtulmuþçasýna rahat bir soluk aldý.
Sonra üçü birden ateþin çevresinde çay içmeye oturdular. Deniz, gün batýmýnýn renkleriyle b
limtrak dalgalar erguvan rengi bir pýrýltýya bürünmüþtü.
Vasili, beyaz bir fincandan çayýný yudumlarken, oðluna köye iliþkin sorular soruyor; ya da
endi anýlarýndan söz ediyordu. Malva söze karýþmadan, onlarýn aðýr aksak sürüp giden konuþm
u.
- Nasýl, köylüler geçinip gidiyor deðil mi?
- Eh, þöyle böyle...
- Köylü kýsmýnýn istediði nedir ki? Bir kulübe, bol bol ekmek, bayramdan bayrama da bir bar
votka... Ama bunu bile bulamazsýn... Evimde karným doysaydý, kalkýp buralara gelir miyd
im? Köyde efendi de sensin, bey de; herkes eþittir. Ama burada bir uþak parçasýndan baþka n
sin?..
- Ama burada da karnýn daha çok doyar; iþ de daha kolaydýr...
- Sen neden söz ediyorsun?.. Bazen öyle zamanlar olur ki, kemiklerin sýzým sýzým sýzýldar.
burada el kapýsýndasýn; oradaysa kendine çalýþýrsýn.
Yakov sakin sakin karþý çýkýyordu:
- Ama burada daha çok kazanç var.
Vasili içinden oðlunu haklý buluyordu. Köy hayatý buradakinden bin kat zordu. Fakat nedens
e Yakov'un bunu bilmesini istemiyordu.
Sert bir sesle karþýlýk verdi:
- Sen burada kaç para kazanýldýðýný hesapladýn mý? Kardeþcaðýzým, köyde...
Malva gülümseyerek söze karýþtý:
- Çukurda gibisindir... Karanlýk, dar bir çukurda... Hele kadýnlarýn hayatý, gözyaþýndan ib
.
Vasili kaþlarýný çatarak Malva'ya baktý:
- Kadýnlarýn hayatý her yerde aynýdýr... Iþýk her yerde ayný ýþýktýr, güneþ bir tanedir!
Malva heyecanlanarak:
- Haydi ordan, haltetmiþsin sen! diye sesini yükseltti. Köylü karýsý istese de istemese de
ocaya varmak zorundadýr. Ha kocalý karý olmuþsun, ha yatýp ölmüþsün, ne fark eder? Ekin biç
ayvan güt, çocuk doður... Peki sana kalan nedir? Kocanýn dayaðýyla küfürü...
Vasili:
- Dayak her zaman atýlmaz, diye Malva'nýn sözünü kesecek oldu.
Malva ona kulak asmadan sözlerini sürdürüyordu:
- Ama burada kimse karýþamaz bana. Martý gibi, gönlümün dilediði yere uçarým! Kimse yolumu
... Kimse el süremez bana!..
Vasili gülerek, anlamlý anlamlý:
- Ya sürerlerse? diye sordu.
Kadýn sessizce:
- O zaman bunun karþýlýðýný alýrlar! dedi.
Gözlerinin parlaklýðý ansýzýn sönüvermiþti.
Vasili babacan bir tavýrla gülerek:
- Al iþte, dedi. Canlýsýn ama güçsüzsün! Konuþmaktan baþka bir þey bilmezsin. Kadýn kýsmý,
arçasýdýr... Buralardaysa fingirdemek için yaþar...
Bir süre sustuktan sonra:
- Yani günaha girmek için, diye ekledi.
Vasili'yle Malva'nýn konuþmalarý kesildiðinde Yakov düþünceli düþünceli içini çekerek:
- Bu denizin sonu yok galiba... dedi.
Üçü birden, sessizce, karþýlarýnda uzanan sonsuzluða baktýlar.
Yakov kolunu uzatarak:
- Ah, bütün bu su toprak olsaydý! diye sesini yükseltti. Ekilip sürülebilseydi!
Vasili, oðlunun istekle kýzaran yüzüne bakarak:
- Bak sen! diye keyifli keyifli güldü.
Oðlunun topraðý sevdiðini görmek hoþuna gitmiþti. Bu sevginin belki de serbest çalýþma haya
i bastýrarak Yakov'u kýsa bir süre sonra, ýsrarla köye çaðýracaðýný düþünüyordu. Kendisiyse
'yla kalacak; her þey eskisi gibi sürüp gidecekti...
- Yakov, çok iyi dedin bunu! Köylü kýsmý böyle olmalý! Köylü kýsmýnýn gücü, topraktadýr. To
gelir. Ama bir kere ondan koptu mu, yýkýlýr gider artýk. Topraksýz köylü köksüz aðaç gibid
daha iþe yarar ama, az sonra çürüyüp gider! Ormandaki güzelliðinden eser kalmaz. Yassýlýr,
rtiþ olur; bütün çalýmýný kaybeder!.. Çok güzel bir söz söyledin Yakov!
Deniz, güneþi baðrýna çekiyor, dalgalarýn þýpýrtýlý þarkýsýyla selamlayarak karþýlýyordu on
dalgalar, þaþýlacak bir renk cümbüþü içindeydiler. Iþýðýn bu tanrýsal kaynaðý, uyumlu renk
onunla vedalaþýyor; kendisini gözleriyle izleyen üç insandan uzaklaþarak, þafaðýn sevinçli
ykulu topraklarý uyandýrmaya gidiyordu.
Vasili, Malva'ya:
- Hey Allahým! dedi. Güneþin batýþýný seyrederken ruhum eriyor sanki!
Malva bir þey söylemedi. Yakov'un, denizin enginliklerinde dolaþan mavi gözlerinde bir gülü
seme ýþýldýyordu. Üçü birden, düþünceli bir tavýrla, günün son dakikalarýnýn söndüðü noktay
ki ateþ küllenmeye baþlamýþtý. Arkalarýnda gece, gökyüzüne gölgelerini yayarak ilerliyordu.
karardý; martýlar görünmez oldu; her yaný sessiz, yumuþak, düþsel bir karanlýk kapladý... K
duran yorulmak bilmez dalgalar bile gündüzkü kadar sevinçli, gür bir sesle þýpýrdamýyorlar
Malva:
- Niye oturuyorum ben? dedi. Gideyim artýk.
Vasili utandý; þaþýrdý; oðluna baktý. Sonra tedirgin bir sesle:
- Acelen ne? diye mýrýldandý. Bekle, birazdan ay doðar...
- Aydan bana ne? Karanlýkta da korkmadan giderim. Geceleyin ilk gidiþim deðil ki burad
an!...
Yakov babasýna kaçamak bir bakýþ fýrlattý; yüzündeki alaycý gülümsemeyi gizlemek için gözle
akýþlarýný Malva'ya çevirince kadýnýn da kendisine bakmakta olduðunu görüp bir tuhaf oldu.
Vasili, tedirgin, sýkkýn:
- Ne yapalým! dedi. Git!
Kadýn kalktý, vedalaþtý, kýyý boyunca aðýr aðýr yürümeye baþladý. Ayaklarýnýn dibinde yuvar
a oynaþýyorlardý sanki. Gökyüzünün altýn çiçekleri yýldýzlar, titrek titrek ýþýldamaya baþl
bluzu, onun ardý sýra bakan Vasili'yle Yakov'dan uzaklaþtýkça karanlýða karýþýyordu.
Sonra kadýnýn gür, tiz bir sesle söylediði þarkýyý iþittiler:
Sevgilim! Koþ gel, durma!
Ah, sarayým seni kollarýmla...
Vasili'ye, Malva orada durup bekliyormuþ gibi geldi. "Hýnzýr karý! Mahsustan yapýyor; beni
kýzdýrmak istiyor!" diye düþünerek hýrsla tükürdü.
Yakov gülümseyerek:
- Vay anam! Ne güzel söylüyor! dedi.
Kadýn, karanlýkta gri bir leke gibi kalmýþtý. Sesi denizin üzerinde yükseliyordu:
Bir çift beyaz kuðu olan
Memelerimi hýrpala...
Yakov:
- Vay anam! diye inledi; bütün vücuduyla bu ayartýcý sözlerin geldiði yöne doðru uzandý.
Vasili sert bir sesle:
- Demek köydeki iþlerin üstesinden gelemedin? dedi.
Yakov, babasýna þaþkýn þaþkýn baktý; doðrulup eskisi gibi oturdu.
Malva'nýn ateþli þarkýsý, dalgalarýn gürültüsünde gitgide boðularak parça parça hâlâ kulakl
Ah... Ýnsan bu karanlýkta
Nasýl uyur yalnýz baþýna!..
Vasili kumlarýn üzerinde debelenerek kederli bir sesle:
- Ne kadar sýcak! diye baðýrdý. Gece olduðu halde... Hâlâ sýcak! Lânet olasý memleket!
Yakov ona doðru döndü; söyleyecek söz ararcasýna:
- Kumlar sabahtan kýzýyor da... dedi.
Babasý:
- Ne o? Yoksa benimle eðleniyor musun? diye tersledi.
Yakov saf saf:
- Ben mi? diye sordu. Yoo... Eðlenecek ne var?
- Neyse... Boþ ver...
Sustular.
Dalgalarýn gürültüsü arasýndan; iç çekmelere, tatlý, okþayýcý çaðrýya benzeyen sesler geldi
Ýki hafta sonra yine bir pazar günüydü. Vasili Legostev yine barakasýnýn yanýndaki kumlara
nmýþ, gözleri denizde, Malva'yý bekliyordu. Deniz yine güneþ ýþýnlarýný yansýtarak gülüyor,
n dalgalar yine yelelerinin köpüðünü kumsala býrakýyor ve yeniden denize yuvarlanarak onun
a eriyorlardý. Her þey on dört gün önceki gibiydi yine. Sadece Vasili, metresini her zaman
sakin bir güvenle beklerken, bugün içi içine sýðmýyordu. Geçen pazar gelmemiþti. Bugün mut
eliydi! Geleceðinden kuþkusu yoktu ama, bir an önce görmek istiyordu onu. Yakov engel ol
amayacaktý bugün. Evvelsi gün öteki ýrgatlarla birlikte að almaya geldiðinde, pazar günü mi
týn almak için kente ineceðini söylemiþti. Aylýðý on beþ rubleye bir balýkçý takýmýna kapýl
dan yanýna yaklaþýlmýyordu. O da öteki ýrgatlar gibi salamura balýk kokuyor, kir pas içinde
üstü baþý dökülüyordu. Oðlu aklýna gelince Vasili içini çekti:
- Biraz karný doyunca... þýmarmaya baþlayacak... belki de köye dönmek istemeyecektir... O z
man gitmek bana düþecek... diye düþündü.
Denizde martýlardan baþka bir þey görünmüyordu. Uzakta, gökle denizi ayýran kumsalýn ince k
ordu. Fakat güneþ ýþýnlarý denize neredeyse dik olarak düþtükleri halde, ne gelen vardý ne
lva bu saatte çoktan gelmiþ olurdu.
Havada iki martý kapýþtý. Öylesine dövüþüyorlardý ki, tüyleri savrulmaya baþladý. Dalgalarý
ki güneþ ýþýnlarýyla birleþen neþeli ve sonsuz þarkýsý, martýlarýn kýzgýn çýðlýklarýyla par
an martýlar, acýyla ve öfkeyle keskin çýðlýklar kopararak denize yuvarlanýyor, sonra peþpeþ
havalanýyorlardý... Öteki martýlar -koca bir sürü- bu kavgaya aldýrýþ etmeden; kýpýr kýpýr
m, yeþilimtrak suyun üzerinde taklalar atarak hýrsla balýk avlýyorlardý.
Deniz bomboþtu. O tanýdýk, siyah nokta görünürde yoktu hâlâ...
Vasili yüksek sesle:
- Demek gelmiyorsun? dedi. Cehennemin dibine kadar yolun var! Ne sandýn yani?..
Kýyýya doðru horgörüyle tükürdü.
Deniz gülüyordu.
Yemek hazýrlamak için kalkýp barakaya doðru yürüdü. Fakat canýnýn bir þey istemediðini hiss
yerine döndü; yeniden oraya uzandý.
- Seryojka bari gelseydi! diye geçirdi içinden.
Sonra sadece Seryojka'yý düþünmeye zorladý kendini: Zehir gibi bir adam. Alay etmediði þey
tur. Herkesi yumruðuyla sindirmiþtir. Güçlü kuvvetli, okumuþ, görmüþ geçirmiþ... Fakat ayya
likteyken can sýkýntýsý nedir bilmez insan... Kadýnlar Seryojka için deli divane olur. Bir
erde görünmeye görsün, hepsi peþine takýlýr. Sadece Malva yüz vermez ona... Gelmiyor iþte.
Dayak attýðýma mý kýzdý yoksa? Onun için sanki yeni bir þey mi bu? Kimbilir ne dayaklar ye
hayatýnda!.. Birazdan bunun hesabýný sorarým ona...
Vasili böylece bir oðlunu, bir Seryojka'yý, en çok da Malva'yý düþünerek kumlarýn üzerinde
r; bekleyip duruyordu. Tedirginliði yavaþ yavaþ karanlýk bir kuþkuya dönüþmeye baþlamýþtý a
yordu þimdi bunu. Böylece, içindeki kuþkuyu bastýrmaya çalýþarak, arada bir kalkýp kumsalda
rek, sonra yeniden uzanarak akþamý etti. Deniz kararmaya baþladýðýnda o hâlâ gözlerini uzak
kmiþ; sandalýn görünmesini bekliyordu.
Malva o gün de gelmedi.
Vasili yataða uzandýðýnda, kendisini buraya mýhlayan, kýyýya çýkmasýna izin vermeyen iþine
ya dalarken de ikide bir sýçrayýp uyanýyordu. Uykusunun arasýnda, uzaklarda bir yerlerde kü
ek þýpýrtýlarý duyar gibi oluyordu. Kalkýp ellerini gözlerine siper ederek karanlýk, bulaný
e bakýyordu. Kýyýda, dalyanýn olduðu yerde, iki ateþ sönük sönük parlýyor, denizin üzerinde
görünmüyordu.
En sonunda:
- Alacaðýn olsun kaltak! diye homurdanarak derin bir uykuya daldý.
Dalyanda bakýn neler olup bitmiþti o gün:
Yakov uyandýðýnda, güneþ ortalýðý kýzdýrmamýþtý daha. Serin, canlandýrýcý bir meltem esiyor
deniz suyuyla elini yüzünü yýkamak için barakadan çýkýp kýyýya doðru yürürken Malva'yý gör
bir sandalýn kýç tarafýna oturmuþ, çýplak ayaklarýný bordadan sarkýtmýþ, ýslak saçlarýný t
Yakov durdu; ilgiyle ona bakmaya baþladý.
Malva'nýn düðmeleri iliklenmemiþ basma bluzu omzunun birinden sarkýyor; bu beyaz ve nefis
yuvarlaklýðý göz önüne seriyordu.
Dalgalar sandalýn kýçýna çarptýkça, Malva, denizin üzerinde kah yükseliyor; kah çýplak ayak
ekmiþçesine, alçalýyordu.
Yakov:
- Ne o, yýkandýn mý yoksa? diye seslendi.
Kadýn ona bir göz atarak:
- Yýkandým... dedi. Niye erken kalktýn?
- Sen daha erken kalkmýþsýn ya...
- Sen bana ne bakýyorsun?
Yakov sustu.
Malva:
- Benim gibi yaþarsan, feleðini þaþarsýn! dedi.
Yakov gülümseyerek:
- Yapma... dedi. Vallahi korktum senden!
Sonra çömelerek yýkanmaya baþladý. Serin suyu avuç avuç yüzüne çarptýkça, ördek gibi gurult
kýp mintanýnýn eteðiyle kurulanýrken, Malva'ya:
- Niçin durmadan beni korkutmaya çalýþýyorsun? diye sordu.
- Sen de niye yiyecekmiþ gibi bakýyorsun bana?
Yakov ona, dalyandaki öteki kadýnlara baktýðýndan daha çok baktýðýný sanmýyordu. Fakat ansý
- Ýþtahýmý kabartýyorsun da ondan!.. deyiverdi.
- Hýnzýrlýklarýn babanýn kulaðýna giderse, o senin iþtahýný iyi kabartýr!
Kurnaz, ateþli bakýþlarýný delikanlýnýn yüzüne dikmiþti.
Yakov gülerek sandala týrmandý. Kadýnýn hangi hýnzýrlýklardan söz ettiðini anlamamýþtý ama,
herhalde vardý bir bildiði. Bu düþünce onu keyiflendirmiþti.
Sandalýn bordasýna, Malva'nýn yanýna doðru giderken:
- Ne olmuþ? dedi. Babam seni satýn almadý ya!
Kadýnýn yanýna oturdu; bakýþlarýný onun çýplak omuzunda, yarý açýk göðsünde, deniz kokusu f
eninde gezdirdi. Sonra birdenbire, coþkuyla:
- Ne kadar da beyazsýn! diye baðýrdý.
Malva onun yüzüne bakmadan ve açýk saçýk yerlerini kapatmak gereðini duymadan:
- Sana yaramaz! diye kestirip attý.
Yakov içini çekti.
Sabah güneþinin aydýnlattýðý uçsuz bucaksýz bir deniz uzanýyordu karþýlarýnda. Rüzgârýn okþ
k dalgacýklar sandalýn bordasýný usul usul dövüyordu. Burun, denizin atlastan göðsü üzerind
a izi gibi uzayýp gidiyordu. Uzaktaki sýrýk, ince bir çizgi gibi, gökyüzünün yumuþak ve mav
iyor; üzerindeki bez parçasýnýn, rüzgârda dalgalandýðý görülüyordu.
Malva, Yakov'un yüzüne bakmadan:
- Anladýn mý aslaným! dedi. Ýþtah uyandýrýcýyýmdýr ama, sana yaramaz... Üstelik ne kimsenin
senin babanýn kölesi. Ben kendim için yaþarým... Bana askýntý olup durma, çünkü seninle Va
da hýr çýkmasýný istemem... Ne türlü olursa olsun, tartýþmadan da, hýr gürden de hoþlanmam.
Yakov:
- Ne yaptým ki ben? diye þaþkýnlýðýný belirtti. Sana dokunduðum mu var?
- Sen bana dokunamazsýn!
Yakov'u öylesine hiçe sayan bir tavýrla söylemiþti ki bunu, delikanlýnýn hem erkeklik, hem
insanlýk onuru incindi. Kýþkýrtýcý, neredeyse kötücül bir duygu kapladý benliðini. Bakýþlar
yaklaþarak:
- Öyle mi? diye sesini yükseltti. Demek dokunamam sana?
- Dokunamazsýn!
- Bak helee!.. Peki ya dokunursam?
- Dokun da görelim!
- Ne yaparsýn?
- Ensene yumruðu yediðin gibi, kendini tepetaklak denizde bulursun.
- Hadi, vursana!
- Hadi, dokunsana!
Yakov ateþ saçan gözleriyle Malva'yý tepeden týrnaða süzdü; ansýzýn güçlü pençeleriyle onu
rak göðsünü ve sýrtýný ezercesine sýktý. Bu sýmsýcak, hayat dolu vücudun dokunuþu, delikanl
rdu. Heyecandan boðulacak gibi oldu.
- Hadi! Vursana... Vursana... Ne duruyorsun?
Malva delikanlýnýn tir tir titreyen ellerinden kurtulmaya çalýþarak, sakin bir tavýrla:
- Yakov, býrak! dedi.
- Hani enseme vuracaktýn?
- Býrak dedim! Yoksa kötü olacak!
- Hadi ordan... Korkutamazsýn beni! Þuna bak... Nasýl da çilek gibi kýzardý!..
Kadýna yaklaþtý ve kalýn dudaklarýný onun pembeleþen yanaðýna bastýrdý.
Malva kývrak bir kahkaha atarak Yakov'un ellerini sýkýca kavradý, bütün gücüyle ileriye doð
dý. Kucak kucaða, kocaman bir yýðýn halinde denize yuvarlandýlar, bir köpük ve su serpintis
e kayboldular. Sonra dalgalanan suyun üzerinde Yakov'un sýrýlsýklam baþý göründü. Yüzünden
yordu. Arkasýndan da Malva çýktý. Yakov, kollarýyla deli gibi çýrpýnarak çevresindeki suyu
ur gibi sesler çýkarýyordu. Malva kahkahalar atarak onun çevresinde yüzüyor; suratýna avuç
zlu su serpiyor; savurup durduðu kocaman kollarýndan korunmak için arada bir suya dalýyo
rdu.
Yakov hýrýltýyla soluyarak:
- Þeytan diye baðýrdý. Boðuluyorum! Yeter!.. Vallahi... Boðuluyorum... Su... Acý... Ah, sen
Boðuluyorum!..
Fakat Malva onu zaten býrakmýþ, bir erkek gibi kulaçlar atarak kýyýya doðru yüzüyordu. Sonr
ni ustaca bir hareketle yukarý çekti, sandala týrmanýp eski yerine oturdu, acemi acemi yüzü
gelen Yakov'a gülerek bakmaya baþladý. Islak elbisesi vücuduna yapýþmýþ, dizlerinden omuzl
adar bütün çizgilerini açýða çýkarmýþtý. Gelip sandala tutunan Yakov, gülerek onu seyreden
ak kadýna, tutkudan parlayan gözlerle bakakaldý.
Malva hâlâ gülerken, diz çöktü, bir eliyle sandalýn bordasýna tutunup öteki elini Yakov'a u
- Hadi bakalým ayý balýðý, týrman! dedi.
Yakov kadýnýn elini kavrayarak canlý bir sesle:
- Hadi... Kurtul da görelim þimdi!.. diye baðýrdý. Sana bir banyo yaptýrayým da aklýn baþýn
.
Omuzlarýna kadar çýkan suda ayakta durarak onu kendine doðru çekmeye baþladý. Baþýnýn üzeri
lgalar sandala, oradan da Malva'nýn yüzüne çarpýyordu. Kadýn, gözlerini kýrpýþtýrarak bir k
ansýzýn keskin bir çýðlýkla kendini suya fýrlatýverdi. Düþerken, aðýrlýðýyla Yakov'un ayakl
Birbirlerine su püskürterek, keskin çýðlýklar atarak, hýrýltýyla soluyarak, dalarak, iki ko
alýk gibi yeniden oynaþmaya baþladýlar.
Güneþ onlara gülerek bakýyor, dalyandaki barakalarýn camlarý da gün ýþýklarýný yansýtarak o
gülüyorlardý. Ellerini þiddetle çarptýklarý sudan þarýltýlar yükseliyor; bu insan gürültüs
uzaklarýndan kopup gelen dalgalarýn arasýnda baþlarý bir görünüp bir kaybolan Malva'yla Yak
üzerinde çýðlýklar kopararak uçuþuyorlardý...
Sonunda yorularak, epeyce de su yutarak kýyýya çýktýlar; dinlenmek için güneþe oturdular.
Yakov, aðzýndaki sularý küçük küçük tükürürken;
- Vay anasýný! diye yüzünü buruþturdu. Þu su ne kötü þey be! Hem, ne kadar da çok!
Malva saçlarýnýn suyunu sýkarken:
- Dünyada kötüden bol ne var? diye güldü. Mesela delikanlýlar! Aman Allahým, ne kadar da ço
ar...
Koyu renkli saçlarý uzun deðildi ama, hem sýk, hem de kývýr kývýrdý.
Yakov dirseðiyle kadýnýn böðrünü dürterek:
- Sen ihtiyarlarý bile yoldan çýkarýrsýn! diye sýrnaþtý.
- Ýhtiyarýn kimisi, delikanlýya taþ çýkartýr...
- Bak hele! Sen bu aðýzlarý nerden öðrendin?
- Köydeki kýzlar, hiç de fena delikanlý olmadýðýmý söylerlerdi sýk sýk.
- Kýzlar ne anlar; sen bana sor...
- Sen nesin? Kýz deðil misin?
Kadýn, Yakov'a dik dik baktý; oðlanýn kýs kýs güldüðünü görünce ansýzýn ciddileþti, içtenli
- Çocuðum olmadan önce, kýzdým! dedi. Tamam mý?
Yakov:
- Eksiðiyle tamam! diyerek kahkahayý bastý.
Malva öfkeyle:
- Aptal! dedi; sýrtýný dönüverdi.
Yakov ürkmüþtü. Dudaklarýný kemirerek sustu.
Islak giysilerinin kurumasý için güneþin altýnda dönüp durarak yarým saat kadar konuþmadýla
Eðri damlý, uzun ve pis barakalarda yaþayan ýrgatlar uyanmaya baþlamýþtý. Uzaktan hepsi bir
e benziyordu bu insanlarýn. Hepsi paçavralar içinde ve yalýnayaktýlar. Hýrýltýlý sesleri ký
ulaþýyor, birisi boþ bir fýçýnýn dibine vuruyor, kocaman bir davulun gümbürtüsünü andýran b
yordu. Ýki kadýn cýrlak cýrlak sövüþüyor, bir köpek uluyordu.
Yakov:
- Uyanýyorlar, dedi. Oysa ben erkenden kente gidecektim bugün... Gelip burada seninl
e oynaþtým...
Malva yarý þaka, yarý ciddi:
- Benden adama iyilik gelmez, dedi.
Yakov þaþkýn þaþkýn gülümseyerek:
- Niçin hep ürkütüyorsun beni? diye sordu.
- Babandan dayaðý yediðin zaman görürsün...
Babasýnýn öne sürülerek gözünün korkutulmak isteniþi Yakov'un tepesini attýrmýþtý.
- Babam bana ne yapabilir? Ha, ne yapabilir? diye kabaca karþý çýktý. Babammýþ!... Ben de b
k deðilim artýk... Çalýma bak sen... Burada bunlar sökmez artýk... Kör deðiliz... Görüyoruz
si pek mi sofu? Gönlünün dilediði gibi yaþýyor... Bana da kimse karýþamaz.
Malva, Yakov'un yüzüne alaylý alaylý bakarak:
- Sana kimse karýþamaz öyle mi? Peki, ne yapabileceðini sanýyorsun sen? diye sordu.
Delikanlý, aðýr bir yük kaldýrýyormuþçasýna avurtlarýný þiþirip göðsünü kabartarak:
- Ben mi? dedi. Ben ha? Ben çok þey yapabilirim! Dünyanýn girdisini çýktýsýný anladým artýk
ptallýk günlerine geçmiþ ola!..
Malva alayla:
- Ne kadar da hýzlýsýn! diye baðýrdý.
- Ne sandýn? Seni babamýn elinden alayým da gör!
- Yok caným!.. Öyle mi?..
- Var mýsýn bahse?
- Öyle mi caným?..
Yakov'un tepesi attý:
- Bana bak! dedi. Benimle eðlenme!.. Yoksa... Karýþmam bak!
Malva istifini bozmadan:
- Ne yaparsýn? diye sordu.
- Hiç!
Sýrtýný kadýna döndü; kabadayý bir delikanlý tavrýyla sustu.
- Amma da hýrladýn ha? Kahyanýn siyah finosunu gördün deðil mi? Hýk demiþ, senin burnundan
an bir havlýyor, bir havlýyor; sanýrsýn ýsýracak!.. Ama yanýna yaklaþtýn mý, kuyruðunu kýsý
Yakov hýrsla:
- Güzel, çok güzel! diye baðýrdý. Bekle bakalým! Göreceksin! Ne adam olduðumu göstereceðim
Kadýn gülerek delikanlýnýn yüzüne bakýyordu.
Uzun boylu, zayýf, tunç renkli; kýzýl saçlarý darmadaðýnýk bir adam, salýna salýna onlara d
.
Pantolonunun üstüne salýverdiði al basmadan mintaný, sýrtýndan neredeyse boynuna kadar yýrt
erini, kollarýndan aþaðý sarkmasýnlar diye, omuzlarýna kadar sývamýþtý. Pantolonu paramparç
ktý. Baþtan aþaðý çillerle kaplý yüzünde iri, mavi gözleri küstahça parlýyor; yassý ve kalk
r kopuk havasý veriyordu. Yanlarýna gelince, durdu. Bedeni, giysilerindeki binlerce
delikten güneþ ýþýnlarýný yansýtýyordu. Burnunu gürültüyle çekip Malva'yla Yakov'u anlamlý
k:
- Seryojka dün azýcýk kafayý çekti; bugün Seryojka meteliksiz kaldý... dedi. Yirmi kapik öd
nize! Nasýl olsa ödemeyeceðim...
Yakov bu aðýz kalabalýðý karþýsýnda candan bir kahkaha attý. Malva, karþýsýndaki yoksulluk
süzerek gülümsedi:
- Þeytanlar! Verin iþte! Ýster misiniz, yirmi kapiðe nikahýnýzý kýyývereyim?
Yakov gülerek:
- Çok matrak herifsin! dedi. Papazlýðýn da mý var yoksa?
- Sersem! Ugliça'da bir papazýn yanýnda çalýþtým... Sen yirmi kapikten haber ver!
Yakov:
- Ben evlenmek istemiyorum! diye karþý koyacak oldu.
- Fark etmez! Sökül paralarý! (Seryojka kurumuþ dudaklarýný diliyle yalayarak üsteliyordu.)
aliçesine sulandýðýný babana söylemem...
- Senin yalanýna pek inanýr da...
Seryojka ciddi bir tavýrla:
- Ýnanýr, inanýr! dedi. Seni de öyle bir pataklar ki, feleðini þaþarsýn!
Yakov:
- Korkum yok! diye gülümsedi.
Seryojka gözlerini kýstý, sakince:
- Öyleyse ben pataklarým! dedi.
Yakov yirmi kapik vermeyi hiç istemiyordu. Fakat Seryojka'yla hýrlaþmaktansa onun isteði
ni yerine getirmenin daha iyi olacaðýný önceden anlatmýþlardý ona. Çok bir þey istemezdi. A
yerine getirilmezse, ya çalýþýrken yok yere bir maraza çýkarýr ya da durup dururken döverd
mý. Bu öðütleri anýmsayan Yakov içini çekti, istemeye istemeye elini cebine soktu.
Seryojka:
- Ha þöyle aslaným! diyerek kuma, onlarýn yanýna çöktü. Beni dinlersen, hiçbir zaman zarar
n. Sonra Malva'ya dönerek sözlerini sürdürdü. Ne zaman varýyorsun bana? Elini çabuk tut, sa
kalmadý...
Malva:
- Dökülüyorsun... diye karþýlýk verdi. Önce yýrtýklarýný onar da, sonra konuþalým.
Seryojka üstündeki paçavralarý gözden geçirip üzüntüyle baþýný salladý.
- Sen en iyisi, etekliðini ver bana.
Malva:
- Bak hele! diyerek gülmeye baþladý.
- Ciddi söylüyorum; yok mu eski bir tane?
Malva:
- Param olsa, gidip kafayý çekerim...
Elinde dört tane beþ kapiklik tutan Yakov:
- Vay anasýný! diyerek güldü.
- Ne olmuþ? Papaz derdi ki; insan, bedenini deðil, ruhunu düþünmelidir. Ruhum votka istiyo
r, pantolon deðil. Ver parayý! Ha þöyle! Þimdi gidip kafayý çekeceðim... Babana da yine her
leyeceðim.
Yakov elini sallayarak:
- Söylersen söyle! dedi, Malva'nýn omzunu dürterek kabadayýca göz kýrptý.
Seryojka bunu fark etmiþti. Yere bir tükrük atarak vaadini bir kez daha tekrarladý:
- Seni pataklamayý da unutmayacaðým... Ýlk fýrsatta güzel bir sopa çekeceðim sana!
Yakov kaygýyla:
- Peki ama, niçin? diye sordu.
- Onu ben bilirim. (Sonra Malva'ya dönerek sorusunu tekrarladý.) Söyle bakalým, ne zaman
varýyorsun bana?
Kadýn, ciddi bir tavýrla:
- Ne yapacaðýmýzý, nasýl yaþayacaðýmýzý anlat, o zaman düþüneyim, dedi.
Seryojka gözlerini kýrpýþtýrdý; denize baktý, dudaklarýný yalayarak düþüncesini belirtti:
- Hiçbir þey yapmayacaðýz, gezeceðiz!
- Peki ama, ne yiyip ne içeceðiz?
Seryojka elini sallayarak:
- Öf, týpký anam gibi konuþuyorsun be! dedi. Ne olacak? Nasýl olacak? Falan, filan... Ne o
lacaðýný, nasýl olacaðýný sanki ben biliyor muyum? Gidip kafayý çekeyim bari!...
Kalktý, yürüyüp gitti. Malva'nýn yüzünde tuhaf bir gülümseme dolaþýyor; Yakov düþmanca baký
un gidiþini.
Seryojka epeyce uzaklaþtýktan sonra, kadýna:
- Kabadayýya bak sen! dedi. Köyde olsa, çoktan hesabýný görürlerdi böyle çakallarýn... Þöyl
opa yese, nasýl yola gelir bak... Ama burada öyle adam yok ki...
Malva ona bakarak, diþlerinin arasýndan:
- Seni domuz eniði seni! diye týsladý. Sen kim, onun deðerini anlamak kim!..
- Anlamayacak ne varmýþ? Bini bir para etmez böylelerinin! Üstelik de it sürüsü kadar çoktu
Malva alaycý bir sesle:
- Öyle mi sanýyorsun! diye baðýrdý. Kendin için konuþsan neyse ne... Ona gelince... O her y
görmüþ, dünyanýn altýný üstüne getirmiþ bir adamdýr be.. Kimseden de korkusu yoktur...
Yakov þiþinerek:
- Benim de kimseden korkum yok!.. dedi.
Malva bir þey söylemedi. Birbiri arkasýna kýyýya koþan, kocaman sandalý kýmýldatýp duran da
ununu izlemeye koyuldu. Direk, saða sola sallanýyor; sandalýn kýçý yükselip alçalarak þidde
derli bir sesle suya çarpýyordu. Sandal kýyýdan kopup uzaklaþmak, engin ve özgür denize açý
tiyor; onu kýyýya baðlayan halata öfkeleniyordu sanki.
Sonra Yakov'a:
- Niye hâlâ gitmiyorsun? diye sordu.
Yakov:
- Nereye gideyim? diye karþýlýk verdi.
- Kente gidecektin ya...
- Gitmeyeceðim!
- Öyleyse babanýn yanýna git.
- Ya sen?
- Ne olmuþ?
- Sen gelmeyecek misin?
- Hayýr...
- Öyleyse ben de gitmem.
Malva soðukkanlýlýkla:
- Bütün gün benim yanýmda mý sürtüp duracaksýn? diye sordu.
Yakov sert bir sesle:
- Sana ihtiyacým yok... dedi, kalkýp uzaklaþtý.
Fakat yanýlýyordu bunu söylerken. Kadýndan ayrýlýnca caný sýkýlmaya baþlamýþtý. Malva'yla k
tuhaf bir duygu belirmiþti içinde. Babasýný düþününce, bulanýk bir öfke, belli belirsiz bir
uk duyuyordu þimdi. Dün böyle bir þey yoktu. Bugün de Malva'yla karþýlaþýncaya kadar böyle
inlememiþti... Babasý orada, denizin uzaklarýnda, gözle ancak görülebilen o kumsal çizgisin
di ama; yine de Yakov'a engel oluyordu sanki... Sonra Malva, babasýndan korkuyormuþ
gibi geldi ona. Korkmasa, Yakov'a baþka türlü davranýrdý belki.
Dalyanýn oralarda, insanlara bakarak baþýboþ dolaþýp duruyordu. Seryojka, bir barakanýn göl
de, bir fýçýnýn üstüne oturmuþ; balalaykasýný týngýrdatýp yüzünü gülünç hallere sokarak þar
Aman po-liis efendi!
Yardým ediniz bana...
Karakola gitmezsek,
Düþeceðim çamura...
Kendisi gibi yirmi, yirmi beþ tane adem baba kuþatmýþtý çevresini. Hepsinden de burada herk
se, her þeye sinmiþ olan salamura balýk ve güherçile kokusu yükseliyordu. Çirkin, kir pas i
dört kadýn, kumlarýn üzerine oturmuþ; büyük, teneke bir çaydanlýktan çay içiyorlardý. Saba
emiþ bir ýrgat, ayaða dikilmeye çabaladýkça yuvarlanýyor; kumlarýn üzerinde debelenip duruy
ir yerlerden cýrlak bir kadýn aðlamasýyla akordu bozuk bir akordeon sesi geliyor, her ya
nda balýk pullarý parýldýyordu.
Yakov öðle üzeri boþ fýçýlar yýðýný arasýnda kendine gölgelik bir yer bularak akþama kadar
eniden dalyanda dolaþmaya baþladýðýnda, onu bir yerlere çeken belli belirsiz bir duygu vard
nde.
Ýki saat sonra, maden ocaðýnýn ötesindeki genç söðütlerin altýnda buldu Malva'yý. Kad
parça olmuþ bir kitap tutarak uzanmýþ, gülümseyerek Yakov'a bakýyordu.
Delikanlý, onun yanýna otururken:
- Bak hele, nerelere gelmiþsin! dedi.
Malva güvenle sordu:
- Çok mu aradýn beni?
Yakov:
- Ben seni mi arýyordum sanki! diye baðýrdý ve ansýzýn, gerçekten de onu aradýðýný anlayýve
erdiremeyip þaþkýn þaþkýn baþýný salladý.
Kadýn:
- Okumuþluðun var mý? diye sordu.
- Okumuþluðum mu?... Eh, þöyle böyle... Herhalde unutmuþumdur...
- Benimki de þöyle böyle... Okula gittin mi hiç?
- Bucak okuluna gitmiþtim.
- Ben kendi kendime öðrendim.
- Yok caným?
- Vallahi... Astrahan'da bir avukatýn ahçýsýydým. Oðlu bana okumayý öðretti.
Yakov:
- Yani kendi kendine öðrenmedin... diye düþüncesini belirtti.
Malva ona bakarak, yeniden:
Kitap okumayý sever misin? diye sordu.
- Ben mi? Yoo... Niye seveyim?
- Ben severim. Bu kitabý kahyanýn karýsýndan ödünç aldým...
- Ne kitabýymýþ?
- Ermiþ Aleksey'in hikayeleri...
Sonra zengin ve soylu bir ailenin çocuðuyken, Aleksey'in baba ocaðýndan ve mutluluktan n
asýl kaçtýðýný, dilenci olduðunu, paçavralar içinde yeniden evine dönüp avluda köpeklerin a
kim olduðunu bildirmeden nasýl ölüp gittiðini Yakov'a anlatýp:
- Niçin böyle davrandý dersin? diye sordu:
Yakov umursamazlýkla:
- Kim bilir? diye karþýlýk verdi.
Rüzgârýn ve dalgalarýn yýðdýðý kum tepeleri arasýndaydýlar. Dalyanýn boðuk, karanlýk uðultu
an. Güneþ batmak üzereydi. Pembe ýþýnlarý, kumlarýn üzerinde yansýyordu. Usul usul esen bir
ltemi, cýlýz söðüt aðaçlarýyla zavallý yapraklarýný kýpýrdatýyordu. Malva bir þeylere kulak
.
Yakov:
- Bugün oraya niçin gitmedin... buruna? diye sordu.
Malva:
- Sana ne? dedi.
Yakov alev alev yanan gözleriyle kadýna kaçamak bakýþlar fýrlatýyor, dilinin ucuna gelivere
i nasýl edip de söyleyebileceðini düþünüyordu.
Malva:
- Yalnýzken ve dört bir yanýmý sessizlik kapladýðýnda, hep aðlamak isterim... Ya da þarký s
Fakat iyi þarkýlar bilmem; aðlamaya da utanýrým... diye mýrýldandý.
Yakov onun yumuþak, okþayýcý sesini dinliyordu. Fakat kadýnýn söylediklerinden bir þey anla
sadece arzusu daha çok kabarýyordu.
Malva'ya sokuldu; yüzüne bakmadan, boðuk bir sesle:
- Ne var biliyor musun... Dinle, ne diyeceðim bak... Ben... Genç bir adamým... diye söze
baþladý.
Malva baþýný salladý, güvenle sözcüklerin üstüne basa basa:
- Hem de aptalsýn, ap-taal! dedi.
Yakov üzüntüyle:
- Peki, kabul! diye baðýrdý. Ama bunun akýlla ilgisi yok ki! Aptalsam aptalým! Kabul! Ama
sana ne diyeceðim bak... Ýster misin, benimle...
- Ýstemem!..
- Neyi?
- Hiçbir þeyi!
Yakov elini korka korka Malva'nýn omzuna koyarak:
- Sersemlik etme, dedi. Düþün ki...
Malva delikanlýnýn elini itti; sert bir sesle:
- Çek arabaný Yakov! dedi. Defol git baþýmdan!
Oðlan kalktý; çevresine bakýndý.
- Pekâlâ, öyle olsun... Výz gelir bana... Senin gibileri burda çok... Kendini bir þey mi sa
orsun?..
Malva ayaða kalkýp üstünü baþýný silkelerken, sakin bir tavýrla:
- Sen daha çok toysun, dedi.
Yan yana, dalyana doðru yürüdüler. Ayaklarý kuma gömülüyor, aðýr aðýr ilerleyebiliyorlardý.
Yakov kadýnýn gönlünü yapmak isteðiyle aklýna ne gelirse söylüyor; Malva ise yüzünde alaycý
eleyici karþýlýklar veriyordu.
Barakalara yaklaþtýklarýnda delikanlý ansýzýn durdu; Malva'yý kucaklayarak:
- Beni çýldýrtmak mý istiyorsun yoksa? dedi. Niçin böyle davranýyorsun? Dinle beni, bu iþin
kötüye varacak yoksa!..
Malva:
- Býrak beni diyorum! diye baðýrdý; delikanlýnýn elinden kurtulup uzaklaþtý.
O sýrada bir barakanýn köþesinden Serjojka çýkýverdi; darmadaðýnýk kýzýl saçlarla kaplý baþ
- Geziyorsunuz demek! Çok güzel! dedi.
Malva nefretle:
- Hepinizin caný cehenneme! diye baðýrdý.
Yakov, Seryojka'nýn karþýsýna dikilmiþ, asýk bir yüzle serseriyi süzüyordu. Aralarýnda on a
aklýk vardý.
Seryojka da gözlerini Yakov'un gözlerine dikmiþti. Toslaþmaya hazýrlanan iki koç gibi bir s
böylece birbirlerini süzdükten sonra sessizce ayrý ayrý yönlere çekip gittiler.
Deniz, batan güneþin ýþýklarý altýnda durgun ve güzeldi. Dalyandan boðuk bir uðultu yükseli
e isterik bir kadýn sesi birtakým saçmasapan sözlerle, bu gürültüyü delip geçiyordu:
... Ta-agarga, matagarga,
Benimsin Mataniçka!
Sarr-hoþ, dayak yemiþ,
Üstü baþý madara!
Bu kýrkayak gibi iðrenç sözler, havasý güherçile ve çürümüþ balýk kokusuyla baygýnlaþan dal
alarýn þarkýsýný zedeliyordu.
Þafaðýn tatlý parýltýsý içinde sedef gibi beyaz bulutlarý yansýtan engin deniz, sakin sakin
rdu. Uyku sersemi balýkçýlar burunun üzerinde bir sandalý donatmaya çabalýyorlardý.
Kumlarýn üzerinden sürüklenerek getirilen boz renkli bir að yýðýný, yumak halinde sandalýn
rleþtirildi.
Seryojka, her zamanki gibi baþý açýk, yarý çýplak, kýç tarafta dikilmiþ, hýrýltýlý ve uykul
rete getiriyordu. gömleðinin parçalarýyla kýzýl saçlarýnýn perçemleri rüzgârla oynaþýyordu.
Birisi:
- Vasili! Yeþil kürekler nerede? diye baðýrdý.
Vasili, yüzünden düþen bin parça, çevirme aðlarýný sandala yerleþtiriyordu. Mahmurluktan ku
steyen Seryojka dudaklarýný yalýyor, Vasili'nin asýk suratýna bakýyordu. Sonunda:
- Votkan var mý? diye sordu.
Vasili boðuk bir sesle:
- Var, dedi.
- Öyleyse açýlmayayým ben... Burada, çekme takýmýnda kalayým.
Burunun ucundan:
- Tamam! diye baðýrýldý.
Seryojka sandaldan inerken:
- Palamar çöz! Açýl! komutunu verdi. Siz gidin... Ben burada kalýyorum. Hey, geniþ çevirin
dolaþtýrmayýn sakýn! Daha düzgün, daha düzgün! Düðümlenmesin!..
Sandalý suya ittiler. Balýkçýlar bordadan týrmanarak kürekleri kavradýlar; suya daldýrmak ü
rýný havaya kaldýrdýlar.
- Bir!
Küreklerin hep birlikte suya gömülmesiyle, sandalýn ileriye, artýk aydýnlanan denizin engin
baðrýna doðru atýlmasý bir oldu.
Dümenci:
- Ýki! komutunu verince, kürekler dev bir kaplumbaðanýn pençeleri gibi bordanýn üzerinde yü
iler...
- Bir!.. Ki!..
Kýyýda, çekme takýmýnda beþ kiþi kalmýþtý: Seryojka, Vasili, üç kiþi daha. Adamlardan
rken:
- Ben biraz daha kestireyim.. dedi.
Öteki iki kiþi de onu izlediler. Paçavralar içindeki üç vücudun meydana getirdiði canlý bir
kumsalýn üstünde kývrýlýp kaldý.
Vasili, Seryojka'yla birlikte barakaya giderken:
- Pazar günü niye gelmedin? diye sordu.
- Gelemezdim...
- Sarhoþ muydun?
Seryojka, istifini bozmadan:
- Hayýr, dedi. Senin oðlanla analýðýnýn peþindeydim.
Vasili çarpýk bir gülümsemeyle:
- Amma da iþ! dedi. Bebek mi onlar? Senin koruyuculuðuna ne ihtiyaçlarý var?
- Daha da beter... Oðlan aptal, öteki de ermiþ...
Gözleri nefretle parlayan Vasili:
- Malva ermiþ ha? dedi. Ne zamandan beri?
- Kardeþ, vücuda uymayan bambaþka bir ruh var onda...
- Onun aþaðýlýk bir ruhu var.
Seryojka, Vasili'ye yan yan bakýp horgörüyle homurdandý:
- Aþaðýlýk bir ruhu varmýþ! Sizi gidi toprak solcanlarý sizi! Bi boka aklýnýz ermez... Kadý
göbeði yerindeyse mesele yok, gerisi umurunuzda deðildir... Ýnsan, karakter demektir oys
a... Karaktersiz kadýn tuzsuz ekmek gibidir. Telsiz balalaykadan zevk alabilir mis
in, köpek!.
Vasili alaylý alaylý:
- Anlaþýlan dün çok çekmiþsin! dedi.
Yakov'la Malva'yý nerede, ne durumda gördüðünü Seryojka'ya sormak için meraktan çatlýyor, a
cý engel oluyordu buna.
Barakaya girdiklerinde, Vasili bir bardak votka doldurdu Seryojka'ya. Kafayý çekip s
arhoþ olunca hikayeyi kendiliðinden anlatacaðýný umuyordu. Oysa votkayý bir dikiþte içip bi
Seryojka gürültüyle yutkunup iyice ayýldý. Sonra kapýnýn önüne yan gelip oturdu, esneyip g
e baþladý.
- Ýçince ateþ yutmuþ gibi oluyor insan!..
Seryojka'nýn votkayý bir yudumda yuvarlayýþýna þaþýp kalan Vasili:
- Sen de öyle bir içiyorsun ki birader! diye baðýrdý.
Serseri, kýzýl saçlarýyla kaplý baþýný sallayýp ýslak býyýklarýný avuçlarýyla sývazladý, tu
- Öyleyimdir... dedi. Öyleyimdir kardeþ! Hedefe her zaman kestirmeden giderim. Saða sola
sapmadan yuvarlanýp gideceksin, gerisine kulak asma! Düþeceðin yerin önemi yoktur! Dünyaný
cak deðilsin nasýl olsa...
Vasili, asýl amacýna sezdirmeden yaklaþmak için:
- Kafkasya'ya gitmek istiyordun hani? diye sordu.
- Caným ne zaman isterse, o zaman gideceðim. Aklýma esti mi, dosdoðru, burnumun doðrultusu
na çekip giderim! Ya istediðime kavuþurum ya da kafam kýrýlýr... Her þey bu kadar basit iþt
- Öyle ya... Kafanla yaþamýyorsun ki zaten...
Seryojka, Vasili'ye yan yan bakarak, alayla:
- Sevsinler senin kafacýðýný! dedi. Bucakta kaç kamçý yedin bakayým?
Vasili, sesini çýkarmadan Seryojka'ya baktý.
- Hükümet sizi dövüp serseme çevirmekle çok iyi ediyor... Gülerim halinize! Ne iþe yarar þu
kafan? Ha? Hangi yaraya merhem olur? Sen ne düþünebilirsin ki? Hiçbir þey! (Serseri, böbürl
böbürlene konuþuyordu.) Ama ben, aklýma esti mi çekip giderim! Tamam mý hemþerim! Herhalde
nden çok daha ötelere varýrým.
Vasili:
- Ona ne þüphe! diye gülümsedi. Sibirya'ya kadar yolun var...
Seryojka candan bir kahkaha attý.
Vasili, umduðunun tersine, onun sarhoþ olmadýðýný gördükçe çileden çýkýyordu. Bir bardak vo
e de kýyamýyordu. Seryojka ayýkken aðzýndan laf alýnmazdý... Neyse ki serseri kendiliðinden
da yetiþti:
- Bakýyorum Malva'yý sormuyorsun?
Vasili aldýrmaz görünerek:
- Soracak ne var? dedi ve içi bir önseziyle titredi.
- Pazar günü burada deðildi... Bugünlerde neler yaptýðýný bir sorsana... Seni moruk seni!..
tan çatlýyorsun deðil mi?
Vasili, umursamýyormuþ gibi elini salladý:
- Öylesi çok! dedi.
Seryojka aðzýný çarpýtarak:
- Öylesi çok! diye Vasili'yi taklit etti. Eþek hoþaftan ne anlar... Sizi gidi kart ayýlar
sizi...
Vasili alay ediyor görünerek:
- Ne diye övüp duruyorsun onu? dedi. Bizi baþgöz etmeye mi niyetlisin yoksa. Eðer öyleyse,
iz çoktan baþgöz olmuþuz!..
Seryojka Vasili'yi süzerek sustu. Sonra elini onun omzuna koydu; düþünceli bir tavýrla:
- Seninle yatýp kalktýðýný biliyorum, dedi. Engel olmak istemedim buna, gereði yoktu... Fak
t þimdi þu senin Yakov asýlýp duruyor Malva'ya. Adamakýllý patakla o oðlaný! Anladýn mý? Yo
ataklayacaðým... Ýyi bir köylüsün sen... Hayvanýn tekisin... Sana engel olmadým, bunu unutm
Vasili boðuk bir sesle:
- Bak hele! Yoksa sen de mi onun peþindesin? diye sordu.
- Bana bak; eðer onun peþinde olsam, hepinizi yolumun üstünden silip süpürürdüm; tamam mý!.
onu alýp da ne yapacaðým?
Vasili kuþkuyla:
- Öyleyse bu iþe ne karýþýyorsun? diye sordu.
Seryojka, bu basit soru karþýsýnda þaþýrýp kalmýþtý.
Gözlerini iri iri açtý, Vasili'ye bakýp güldü:
- Niye mi karýþýyorum? Bilmem... Yiðit bir kadýn... Dobra dobra... Hoþuma gidiyor iþte... B
i de... Acýyorum ona... Ne bileyim...
Vasili onu kuþkuyla dinliyor, fakat Seryojka'nýn içtenlikle konuþtuðunu da seziyordu.
- El deðmemiþ kýz olsa da acýsan, neyse ne... Acýyacak ne var onda!
Seryojka susuyor, denizin uzaklarýnda geniþ bir ay çizerek burnunu kýyýya çeviren sandala b
kýyordu. gözlerini iri iri açmýþ, yüzünü çocukça bir saflýk bürümüþtü.
Vasili bunu görüp yumuþadý.
- Çok iyi bir kadýn olduðunda haklýsýn... Fakat daldan dala konar!.. Yakov ha? Ben ona had
dini bildiririm! Ýt oðlu ite bak!
Seryojka:
- Hoþlanmýyorum o çocuktan... diye düþüncesini belirtti.
Vasili sakalýný sývazlayarak diþlerinin arasýndan:
- Malva'ya sýrnaþýyor mu gerçekten? diye sordu.
Seryojka kesinlikle:
- Kara kedi gibi aranýza girecek; söylemedi deme! diye karþýlýk verdi.
Doðan günün ýþýklarý denizin enginliklerinde pembe bir yelpaze gibi alevlendi. Dalgalarýn g
rýþan zayýf bir ses kopup geldi sandaldan:
- Çekiiin!..
Seryojka:
- Hey! Davranýn çocuklar! Halat baþýna! diye baðýrdý.
Az sonra hepsi de kendi yerlerini almýþlardý. Denizden esnek bir halat uzanýyordu kýyýya. B
lýkçýlar bunu omuzlarýndaki kayýþlara dolayarak ýkýna sýkýna kýyýya doðru çekmeye baþladýla
Aðýn öteki ucunu da dalgalarýn üzerinde kayarak yaklaþan sandal kýyýya doðru sürüklüyordu.
Görkemli, parlak bir güneþ yükseliyordu denizin üstünde.
Vasili, Seryojka'ya:
- Yakov'u görürsen söyle, yarýn buraya gelsin, dedi.
Seryojka:
- Olur, diye karþýlýk verdi.
Sandal kýyýya yanaþtý. Çevirmedekiler de kýyýya atlayarak aðýn kendi taraflarýna düþen ucun
ar. Ýki grup yavaþ yavaþ birbirine yaklaþýyor; þamandýralar suyun üzerinde sýçrayarak düzgü
re görünümü alýyorlardý.
Ayný gün, akþamýn ilerlemiþ saatlerinde, dalyandaki ýrgatlar akþam yemeklerini yerken, Malv
orgun ve düþünceli, ters çevrilmiþ ýskarta bir kayýðýn üzerine oturmuþ, karanlýklar içindek
iyordu. Orada, uzakta bir alev parýltýsý vardý. Malva, Vasili'nin yaktýðý ateþ olduðunu bil
bunun. Ateþ, denizin karanlýk enginliklerinde yolunu þaþýrmýþ yapayalnýz bir yolcu gibi, bi
v alev tutuþuyor, bir gücünü yitirmiþçesine sönükleþiyordu. Dalgalarýn dinmek bilmez uðultu
gün titreyen bu sonsuzluklara gömülü noktacýða bakmak Malva'yý hüzünlendiriyordu.
Arkadan Seryojka'nýn sesi geldi:
- Ne yapýyorsun burada?
Malva baþýný çevirmeden:
- Sana ne? diye sordu.
- Merak...
Adam sustu. Kadýna bakarak bir sigara sardý, ateþledi ve o da kayýðýn arka tarafýna oturdu.
nra dostça:
- Tuhaf kadýnsýn, dedi. Kimi zaman herkesten kaçarsýn, kimi zaman da önüne gelene tav olurs
n...
Kadýn kayýtsýzca sordu:
- Sana mý tav oldum?
- Bana deðil, Yakov'a.
- Kýskanýyor musun yoksa?
Seryojka elini Malva'nýn omzuna vurarak:
- Hým... dedi. Soracaðým þeye dürüstçe karþýlýk verir misin?
Kadýn sýrtýný dönmüþ oturuyordu. Seryojka yüzünü göremiyordu onun. Bu soru üzerine, kýsaca:
- Sor, dedi.
- Vasili'yi býraktýn mý? Ha?
Malva biraz sustuktan sonra:
- Bilmiyorum, dedi. Hem, sana ne bundan?
- Ýþte öyle...
- Ona kýzgýným.
- Niye?
- Beni dövdü.
- Nee?.. O ha? Sen de buna göz yumdun demek? Vay canýna!
Seryojka þaþýp kalmýþtý. Kadýnýn yüzünü yandan gözlüyor, alaylý alaylý cýk cýk yapýp duruyo
Malva içtenlikle:
- Ýstesem, dövdürmezdim kendimi, dedi.
- Niye dövdürdün öyleyse?
- Dövsün istedim.
Seryojka sigarasýnýn dumanlarýný kadýnýn üstüne doðru alaylý alaylý üfledi.
- Demek adamakýllý tutkunsun o hýrboya? Ýþe bak! Senin bu gibi þeylere kapýlacaðýný hiç san
Malva, dumanlarý eliyle uzaklaþtýrýrken, yine kayýtsýzlýkla:
- Hiçbirinizi sevmiyorum, dedi.
- Yalan söylüyorsun!
Malva öyle bir tavýrla:
- Niye yalan söyleyeyim? diye sordu ki; Seryojka gerçekten de onun yalan söylemesi için
bir sebep bulunmadýðýný anladý.
Ciddi bir tavýrla:
- Eðer sevmiyorsan, ne diye seni dövmesine izin veriyorsun? dedi.
- Sanki ben biliyor muyum bunu. Hem, söyler misin, ne diye askýntý olup duruyorsun ban
a?
Seryojka:
- Allah Allah!.. diyerek baþýný salladý.
Ýkisi de uzun süre sustular.
Gece yaklaþýyordu. Bulutlar gökyüzünde aðýr aðýr kýmýldýyor, gölgeleri denize düþüyordu. Da
uðultusu sürüp gidiyordu.
Burundaki ateþ sönmüþtü. Fakat Malva hâlâ oraya bakýyordu. Seryojka da Malva'ya dikmiþti gö
Bir ara:
- Baksana! dedi. Ne istediðini biliyor musun sen?
Malva içini çekerek:
- Ah bir bilsem! diye mýrýldandý.
Seryojka, kararlý bir sesle:
- Bilmiyorsun demek... dedi. Ýþte bu çok kötü! Ben her zaman ne istediðimi bilirim! (Sonra
esini yumuþatarak...) Ama çoðu kez caným hiç bir þey istemez... diye sözlerini sürdürdü.
Malva düþünceler içinde:
- Her zaman bir þeyler isterim ben... dedi. Ama ne istediðimi bilmem... Kimi zaman b
ir sandala atlayýp denize açýlmak gelir içimden! Uzaklara, uzaklara gitmek... Ýnsanlarýn yü
r daha hiç görmemek... Kimi zaman da karþýma ilk çýkan adamý baþtan çýkarmak, kul köle etme
Sonra da eðlenirim onunla. Kimi zaman herkese, en çok da kendime karþý bir acýma duygusu u
yanýr içimde. Kimi zaman da bütün dünyayý yok etmek, sonra da korkunç bir ölümle ölmek iste
ve sevinç duygularý yüreðimde çarpýþýp durur... Ama insanlar kütük gibidirler hep.
Seryojka:
- Ýnsanlar iðrençtir, diyerek Malva'ya katýldý. Bakýyorum ne kedisin, ne balýksýn, ne de ku
a yine de öteki kadýnlarda olmayan bir þey var sende...
Malva:
- Ýyi ki öyle! diye güldü.
Soldaki kum tepelerinin ardýndan, kocaman, yumuþak bir ay çýkarak, denizi gümüþ renkli ýþýn
lattý. Sonra parlak gökkubbenin üzerinde usul usul kayarak yýldýzlarýn ýþýltýsýný sönükleþt
kucakladý onlarý.
Malva gülerek:
- Biliyor musun, ara sýra ne geliyor aklýma? dedi. Geceleyin þu barakalardan birini tu
tuþtursak, amma da þenlik olur ha!
Seryojka hayran hayran:
- Bak hele! diye baðýrdý. (Sonra elini kadýnýn omzuna vurarak.) Ne diyeceðim bak... dedi. Ý
bir oyun oynamak için, ister misin bir akýl vereyim sana?
Malva ilgiyle:
- Ne aklýymýþ? diye sordu.
- Yakov nasýl? Kýzýþtý mý iyice?
Kadýn gülerek:
- Yanýp tutuþuyor! diye karþýlýk verdi.
- Babasýyla kapýþtýrsana onu! Hey anam! Ne matrak olur be!.. Ayýlar gibi birbirlerine gire
rler... Biraz moruðu kýþkýrt, biraz da ötekini... Sonra onlarý baþbaþa býrakýr; kenara çeki
ersin, ha?
Malva dönüp adama baktý. Seryojka'nýn ayýþýðýnda daha az pütürlü görünen yüzü; saf, azýcýk
mýþtý. Bu tunçlaþmýþ çehrede hiçbir kötülük duygusundan iz yoktu.
Kadýn yine de kuþkuyla sordu:
- Niçin sevmiyorsun onlarý?
- Ben mi?.. Vasili'yle hiçbir alýp vereceðim yok. Ýyi bir köylüdür o. Fakat Yakov haytanýn
Biliyor musun, aslýnda köylü milletinden hiç hoþlanmam ben! Canlarý cehenneme! Bir dokunsa
bin ah iþitirsin! Yalan! Gerçekte karýnlarý tok, sýrtlarý pektir!.. Onlar için her þey yap
r belediyeleri var, topraklarý, hayvanlarý var... Bir zamanlar bir belediye doktorun
un arabacýsýydým, her Allahýn günü köylülerle birlikteydim... Sonra yýllarca oradan oraya s
m. Köyün birine gidip azýcýk ekmek iste de göreyim; kýçýna tekmeyi yapýþtýrýverirler. Üstel
rdý arkasý gelmez: Kimsin? Nesin? Pasaportun nerde? vb. vb... Onlardan yediðim dayaðýn had
di hesabý yok... Gözünün yaþýna bakmaz, at hýrsýzý diye yapýþýrlar yakana... Týkarlar içeri
var, hem de geçinemiyoruz diye sýzlanýrlar. Bir de beni düþün... Neyim var þu yeryüzünde?..
Seryojka'yý ilgiyle dinleyen Malva:
- Sen köylü deðil misin yoksa? diye sözünü kesti onun.
Seryojka bir çeþit gururla:
- Kentliyim ben! dedi. Ugliç kentindenim.
Malva düþünceli düþünceli:
- Ben de Pavliça'daným, diye mýrýldandý.
- Beni hiç kimse korumaz! Ama köylüler öyle mi ya?.. Pekâlâ yaþayýp gidiyor þeytanlar! Bele
i var, her þeyleri var...
Malva:
- Bu belediye dediðin þey nedir? diye sordu.
- Ne midir? Þeytan bilir onun ne olduðunu! Köylüleri yöneten bir kuruluþ iþte... Caný cehen
.. Biz kendi iþimize gelelim þimdi. Þunlarý dalaþtýrsana! Ha, ne dersin? Nasýl olsa bir köt
dövüþtükleriyle kalýrlar!.. Vasili seni dövmüþtü ya; býrak oðlu senin öcünü alsýn ondan.
Malva:
- Öyle mi dersin? diye güldü. Fena fikir deðil hani...
- Bir düþün... Senin yüzünden insanlar kýran kýrana birbirlerine girecekler! Bunu seyretmek
olmaz mý? Senin bir çift sözün üzerine!.. Dilini bir iki kez döndürüvereceksin, olup bitece
Seryojka kadýnýn bu iþteki rolünü ballandýra ballandýra, uzun uzun anlattý. Hem iþin alayýn
de ciddiydi. Sonunda:
- Ah, güzel bir kadýn olmalýymýþým ben!.. Dünyayý birbirine katardým vallahi!.. diye baðýra
tamamladý; baþýný avuçlarý içine alýp sýktý, gözlerini kýsýp sustu.
Ayrýldýklarýnda ay tam tepedeydi. Onlar gidince gecenin güzelliði daha bir belirdi. Þimdi a
gümüþ renkli ýþýklarýyla kaplý sonsuz ve görkemli deniz, bir de yýldýzlarla dolu parlak gö
gökyüzünün dýþýnda; kum tepeleri, bodur bir söðüt fundalýðý ve kaba saba yontulmuþ kocaman
msalýn üstünde yatan iki tane de uzun ve kirli baraka vardý. Fakat bütün bunlar, denizin eþ
güzelliði karþýsýnda zavallý, deðersiz þeyler olarak kalýyor; yýldýzlar onlara bakarak soð
lardý.
Babayla oðul karþý karþýya oturmuþ, votka içiyorlardý. Votkayý oðlan getirmiþti. Hem babasý
sýkýlmamak, hem de onu yumuþatmak için yapmýþtý bunu. Seryojka, Yekov'u fitlemiþ; babasýný
alva'ya içerlediðini, kadýný öldüresiye dövmekle tehdit ettiðini, Malva'nýn Yakov'a bu yüzd
adýðýný söylemiþti. Sonra alay etmiþ:
- Yaptýðýn numaralarý baban çok fena ödetecek sana! demiþti. Kulaklarýný çekip bir arþýn bo
isi mi hiç görünme gözüne!
Bu hiç sevmediði kýzýl saçlý adamýn alaylarý Yakov'un içinde babasýna karþý derin bir nefre
da ona kimi zaman ayartýcý, kimi zaman hüzünlü gözlerle bakarak delikanlýyý çileden çýkarý
Ýþte böylece Yakov, yolunu týkayan bir kaya parçasý gibi görmeye baþlamýþtý babasýný. Öyle
ne üzerinden atlayabilirsin, ne de çevresinden dolanýp geçebilirsin.
Fakat þimdi, babasýndan hiç de korkmadýðýný hissediyor; onun asýk suratýna ve kötü kötü bak
dine güvenen bir tavýrla, sanki "Haydi, elini sür de göreyim!" dercesine bakýyordu.
Ýkinci bardaklarý da yuvarladýklarý halde, balýkçýlýk üzerine birkaç önemsiz söz dýþýnda, d
uþmamýþlardý daha. Ýçlerinde birbirlerine karþý damla damla bir kin birikiyor, ikisi de az
bunun patlak vereceðini hissediyorlardý.
Rüzgâr barakanýn hasýrlarýný hýþýrdatýyor; aðaç kabuklarý birbirine çarpýp týkýrdýyor; sýrý
du sanki. Hepsi ürkek seslerdi bunlarýn. Kararsýz ve belli belirsiz bir þeyler isteyen u
zak bir fýsýltýyý andýrýyorlardý.
Vasili asýk bir yüzle:
- Seryojka içiyor mu hep? diye sordu.
Oðul, bardaklarý yeniden doldururken:
- Ýçiyor, diye karþýlýk verdi. Her akþam sarhoþ.
- Mahvolacak... Ýþte baþýboþ hayatýn sonu!.. Senin olacaðýn da iþte bu...
Yakov kýsaca:
- Ben öyle olmayacaðým! diye karþýlýk verdi.
Vasili kaþlarýný çatarak:
- Olmayacaksýn demek! dedi. Ben ne dediðimi bilirim... Kaç zamandýr buradasýn? Üç ayý geçti
eyse dönme zamanýn geldi, deðil mi? Kaç para biriktirebildin bakalým?
Bardaðýndaki votkayý hýrsla bir dikiþte yuvarladý ve sakalýný öyle sert bir hareketle sývaz
leri geri sallandý.
Yakov çok yerinde olarak:
- Bu kadar kýsa zamanda kaç para kazandým ki, biriktireyim? diye karþýlýk verdi.
- Öyleyse ne diye sürtüp duruyorsun?.. Çekip gitsene köye!
Yakov sessizce gülümsedi.
Oðlunun susmasý karþýsýnda çileden çýkan Vasili, gözdaðý verircesine:
- Aðzýný eðip bükme! diye baðýrdý. Karþýnda baban konuþuyor! Sýrýtacak ne var? Bana bak! Se
a baþladýn! Ben adamýn aðzýna gem takmayý bilirim ama...
Yakov bardaðýný votkayla doldurup içti. Bu gereksiz sataþmalara içerliyor, fakat babasýný b
amak için dilinin ucuna gelen sözleri tutmaya çalýþýyordu. Onun öfkeyle parlayan bakýþlarýn
da ürkmüþtü.
Oðlunun yalnýz kendi bardaðýný doldurup yuvarladýðýný gören Vasili büsbütün çileden çýktý.
- Baban sana eve git diyor, sen buna sýrýtarak karþýlýk veriyorsun ha? Bu cumartesi hesabýn
esecek, dosdoðru köyün yolunu tutacaksýn! Anladýn mý?
Yakov sertçe:
- Gitmeyeceðim! dedi ve baþýný öfkeyle dikeltti.
Vasili:
- Bak hele sen! diye haykýrdý, elleriyle fýçýya abanarak doðruldu. Ulan sen benim sözlerimi
iyor musun, iþitmiyor musun? Sen babana nasýl çemkirirsin, köpek!.. Çektiðim sopalarý unutt
mu yoksa? Ha, unuttun mu?
Dudaklarý titriyor, yüzü seðiriyordu. Þakaklarýndaki damarlar kabarmýþtý.
Yakov babasýna bakmadan, hafif bir sesle:
- Ben hiçbir þeyi unutmadým, dedi. Sen her þeyi hatýrlýyor musun acaba?
- Sen bana akýl öðretemezsin! Senin beynini patlatýrým!
Yakov babasýnýn havaya kalkan elinden sakýndý, diþlerini sýkarak:
- Dokunma bana... dedi. Burasý köy deðil...
- Sus! Ben her yerde senin babaným!..
Yakov aðýr aðýr yerinden kalkarken, gülümseyerek:
- Bucaktaki gibi beni kamçýlayamazsýn burada, dedi. Burasý bucak deðil...
Vasili'nin gözleri kan çanaðýna dönmüþtü. Yumruklarýný sýkmýþ, boynunu ileriye uzatmýþ, vot
kýzgýn kýzgýn soluyarak oðlunun karþýsýna dikilmiþti. Yakov geriye sýçradý, kendisine vurma
abasýnýn her hareketini dikkatle izlemeye baþladý. Sakin görünmesine raðmen, sucuk gibi ter
ordu... Masa diye kullanýlan fýçý vardý aralarýnda.
Vasili, sýçramaya hazýrlanan bir kedi gibi sýrtýný kamburlaþtýrarak:
- Demek kamçýlayamam ha? diye hýrýldadý.
- Burada herkes eþit... Ýkimiz de iþçiyiz...
- Nee?
- Ne olmuþ? Niye saldýrýyorsun üzerime? Anlamadýðýmý mý sanýyorsun? Önce sen baþladýn...
Vasili böðürdü ve kolunu birdenbire öyle bir savurdu ki Yakov kendini koruyamadý. Yumruðu b
emiþti. Sendeledi, bir yumruk daha savurmaya hazýrlanan babasýnýn öfkeden canavarlaþmýþ sur
akarak diþlerini gýcýrdattý. Yumruklarýný sýkarak:
- Dur, yoksa kötü olacak! diye baðýrdý.
- Göstereceðim sana!
- Býrak beni diyorum!
- Babana?.. Babana karþý geliyorsun ha?..
Baraka dar geliyordu. Çuvallar, yere devrilen fýçýnýn altýndaki kütük ayaklarýna dolaþýyord
Yakov sapsarý, ter içinde, iþlerini sýkmýþ, gözleri kurt gibi parlayarak, kendini yumruklar
savuna savuna babasýnýn önünde aðýr aðýr geriliyordu. Gözünü kan bürüyen Vasili, körlemesin
. Ansýzýn tuhaf bir öfke nöbetine tutulmuþ, azgýn bir domuza dönmüþtü.
Yakov sakin, fakat korkutucu bir tavýrla:
- Dur! Yeter artýk! Dur! dedi.
Vasili hýrýldaya hýrýldaya saldýrýyor, fakat savurduðu yumruklar oðlunun yumruklarýna çarpý
e.
Kendisinin daha çevik olduðunu anlayan Yakov:
- Hele hele... Vay anasýný... diyerek babasýný kýþkýrtýyordu.
- Bekle... Dur...
Yakov yana sýçradý, denize doðru koþmaya baþladý.
Vasili de baþýný öne eðip kollarýný ileri doðru uzatarak onun peþi sýra atýldý. Fakat ayaðý
yun kuma yuvarlandý. Ellerini yere bastýrdý, çabucak dizlerinin üstüne doðrulup oturdu. Ada
lý bitkin düþmüþtü. Güçsüzlüðünü kavramanýn ve onur kýrýklýðýnýn acýsýyla kederli kederli u
Boynunu Yakov'a uzattý, titreyen dudaklarýndan köpükler saçarak:
- Lanet olsun sana! diye hýrýldadý.
Yakov sandala dayanmýþ, acýyan baþýný eliyle ovuþturuyor; keskin gözlerle babasýna bakýyord
yenlerinden biri yýrtýlmýþ, sarkýyordu. Yakasý da paralanmýþtý. Terli, beyaz göðsü, yaðlan
parýl parýl parlýyordu. Babasýna karþý içinde bir hoþgörü duygusu uyanmýþtý þimdi. Kendini
ordu. Adam perperiþan, zavallý bir durumda kuma oturmuþ, yumruklarýný sallayarak oðlunu teh
it ediyordu. Bunu gören Yakov, güçlülerin güçsüzler karþýsýndaki o aþaðýlayýcý, küçümser ta
- Lanet olsun sana! Yüz bin kere lanet olsun!..
Vasili'nin gýrtlaðýndan öylesine þiddetli bir lanet haykýrýþý kopmuþtu ki, Yakov ister iste
nizin uzaklarýna, dalyana baktý. Bir an için, bu zavallý haykýrýþ oralardan duyulurmuþ gibi
i ona.
Fakat dalgalardan, güneþten baþka bir þey yoktu görünürde. Yakov o zaman bir tükrük fýrlata
- Baðýr!.. dedi. Zararý kime? Kendine... Madem iþ buraya vardý, bak ne diyeceðim sana...
Vasili:
- Sus!.. diye haykýrdý. Defol karþýmdan, defol!..
Yakov, babasýnýn davranýþlarýný gözden kaçýrmaksýzýn sözlerini sürdürdü:
- Köye gitmeyeceðim... Kýþý burada geçireceðim... Burasý benim için çok daha iyi. Aptal deð
um bunu. Burada hayat çok daha kolay... Köyde olsak, köle gibi kullanýrdýn beni; ama artýk
eçmiþ ola!
Ýþaret parmaðýný sallayarak babasýna gözdaðý verdi, güldü. Yeniden gözü dönen Vasili sýçray
k geçirerek Yakov'a doðru koþtu. Hýrýltýlý bir sesle:
- Babana! Babana ha? Öldüreceðim seni!.. diye baðýrýyordu.
Fakat o gözü öfkeden dünyayý görmez bir halde sandalýn yanýna vardýðýnda, Yakov uzaklardayd
yeni havada sallana sallana koþuyordu.
Vasili küreði Yakov'un arkasýndan fýrlattý, tutturamadý. Yeniden bitkin düþerek yüzükoyun y
sandalýn bordasýný týrnaklarýyla kazýya kazýya oðluna baktý. Öteki, uzaktan baðýrýyordu:
- Utan, utan! Saçýn sakalýn aðardý, hâlâ bir kadýn için kuduruyorsun... Allah seni ýslah et
köye dönecek sanma... Sen git oraya... Burada yapacak iþin kalmadý...
Vasili, oðlunun baðýrýþýný da bastýran bir sesle uludu:
- Yakov! Sus Yakov! Öldüreceðim seni!.. Defol! Defol!
Delikanlý döndü; aðýr aðýr uzaklaþýp gitti.
Vasili bomboþ, anlamsýz gözlerle oðlunun arkasýndan baktý. Yakov, uzaklaþtýkça kýsalýyor; a
gömülüyordu sanki... Önce beline kadar, sonra omuzlarýna kadar gömüldü... En sonra da baþý
iðinin ardýnda görünmez oldu. Yok olup gitti... Fakat az sonra, kaybolduðu yerin biraz ötes
nde, yeniden ortaya çýktý bu baþ. Sonra omuzlar, sonra bütün vücut göründü... Yakov biraz d
di... Babasýna doðru döndü, baðýrarak bir þeyler söyledi. Vasili bu baðýrýþa:
- Lanet olsun sana! Lanet olsun, lanet olsun! diye haykýrarak karþýlýk verdi.
Öteki, elini salladý; yeniden yola koyularak bir baþka kum tepesi ardýnda gözden kayboldu.
Vasili uzun süre, sandala yaslanmaktan sýrtý sýzlayýncaya kadar oðlunun arkasýndan baktý. S
bitkin bir halde ayaða kalktý, kemiklerinin sýzýltýsýndan bir an için sendeledi. Kuþaðý, ko
arýna kadar çýkmýþtý. Parmaklarýný güçlükle kýmýldatarak onu çözdü, gözlerine kadar yaklaþt
rakaya doðru yürürken kumun üzerinde bir oyuða raslayarak durdu, burasýnýn düþtüðü yer oldu
dim yakalardým onu diye düþündü.
Baraka darmadaðýnýktý. Gözleriyle araþtýrdýðý votka þiþesini çuvallarýn arasýnda buldu, eði
a sýkýca yerleþmiþti. Vasili onu aðýr aðýr çýkardý, þiþeyi kafasýna dikmek istedi. Fakat ca
ne çarpýyor; votka, aðzýnýn kýyýlarýndan sakalýna ve göðsüne dökülüyordu.
Baþý uðulduyor, yüreði sýkýþýyor, sýrtý sýzým sýzým sýzlýyordu.
Yüksek bir sesle:
- Ýþim bitmiþ benim, yaþlanmýþým! diyerek barakanýn giriþindeki kumlarýn üstüne çöktü.
Deniz uzayýp gidiyordu karþýsýnda. Dalgalar her zamanki gibi gürültüyle gülüp oynaþýyorlard
n uzun suya baktý; oðlunun özlemle söylediði sözler geldi aklýna.
"- Ah, bütün bu su toprak olsaydý! Ekilip sürülebilseydi!"
Köylünün içi acýyla burkuldu. göðsünü þiddetle oðuþturdu; çevresine baktý, derin bir ah çek
yük altýndaymýþçasýna kamburlaþmýþtý. Gelip bir þey týkanmýþtý boðazýna; boðulacak gibi ol
karak istavroz çýkardý. Benliðini kaplayan zalim bir düþünce, onu aðýrlýðý altýnda eziyordu
... On beþ yýldýr kahrýný çeken namuslu, çilekeþ karýsýný bir sürtük uðruna yüzüstü býrakmý
andýrýyordu onu iþte! Evet, Tanrý büyüktü!
Oðlu ona hakaret etmiþ, babalýk onurunu ayaklar altýna almýþtý... Hem de ne için? Aþaðýlýk
na!.. Böyle bir oðul, yaþamasa daha iyiydi. Peki, ya onun, ihtiyar bir adamýn, çoluðunu çoc
unutarak bir orospuyla düþüp kalkmasý günah deðil miydi?..
Ýþte Tanrý'nýn kutsal öfkesine uðramýþ; öz oðlunun eliyle bulmuþtu cezasýný... Tanrý büyükt
Vasili iki büklüm oturmuþ, istavroz çýkarýyor; kirpiklerinde birikerek görmesine engel olan
aþlarýný akýtmak için sýk sýk gözlerini kýrpýþtýrýyordu.
Güneþ denize doðru alçalýyordu. Günün kýzýl ýþýklarý gökyüzünde yavaþ yavaþ sönmeye baþlamý
köylünün yaþlar içindeki yüzünü okþuyordu. Vasili derin bir piþmanlýk içinde, uyuyup kalýnc
öylece oturdu.
Yakov babasýyla kavgalarýnýn ertesi günü, dalyandan otuz mil ötede mersin balýðý avlamak iç
rup ýrgatla birlikte, gemi yedeðindeki bir mavnayla denize açýlmýþtý. Beþ gün sonra, bir ye
le, tek baþýna geri dönüyordu. Yiyecek getirmesi için yollamýþlardý onu. Dalyana öðleden so
rýn dinlenme saatinde vardý. Hava korkunç sýcaktý. Yakov seke seke barakalara doðru yürürke
elerini giymediði için sövüp sayýyordu kendine. Kýzgýn kum ayaklarýný yakýyor, balýk pullar
klerinden de sakýnmasý gerekiyordu. Sandala dönmeye üþeniyordu. Bir an önce bir þeyler yiyi
alva'yý görmek için sabýrsýzlanýyordu. Denizde geçirdiði sýkýcý günler arasýnda sýk sýk Mal
ini, neler konuþtuklarýný merak ediyordu þimdi... Adam Malva'yý dövmüþ müydü acaba? Dövmüþ
z yola gelirdi hiç deðilse! Çok oynak, çok baþýna buyruktu çünkü...
Dalyan sessiz ve tenhaydý. Barakalarýn pencereleri açýktý. Barakalar, bu kocaman tahta san
dýklar da sýcaktan bunalýyor gibiydiler. Kahyanýn, barakalarýn arasýnda gizlenmiþ gibi dura
azýhanesinde bir çocuk, avazý çýktýðý kadar baðýrýyor; fýçýlarýn oradan fýsýr fýsýr birtaký
Yakov cesaretle o yana doðru yürüdü. Malva'nýn sesini duyar gibi olmuþtu çünkü. Fakat fýçýl
a aradaki boþluða bakýnca hemen geri çekildi, kaþlarýný çatarak durdu.
Fýçýlarýn gölgesinde, kýzýl saçlý Seryojka, ellerini ensesinde kenetlemiþ, sýrtüstü yatýyor
ili, öte yanýnda Malva oturmuþtu.
Yakov: Babamýn ne iþi var burada? diye düþündü. Yoksa kadýna daha yakýn olmak için kendini
mý aldýrttý? Þeytan herif! Anam bir bilse bunlarý!.. Gitmeli mi yanlarýna? Yoksa burada mý
malý?
Seryojka:
- Demek böyle! dedi. Elveda demeye geldin ha? Eh, ne yapalým! Git, topraðýný eþele bakalým.
Yakov sevinçle gözlerini kýrpýþtýrdý.
Sonra babasýnýn sesi geldi kulaðýna:
- Evet, gidiyorum artýk...
Delikanlý o zaman cesaretle ilerleyerek:
- Merhaba! dedi.
Babasý ona þöyle bir bakýp öte yana döndü. Malva kaþýný bile oynatmadý. Sadece Seryojka, ay
r sesle:
- Aþýk Yakov da uzak ülkelerden döndü iþte! dedi.
Sonra her zamanki sesiyle:
- Koyun postu yüzer gibi, bu oðlanýn derisini yüzüp davul yapmalý! diye ekledi.
Malva sessizce gülümsedi.
Yakov otururken:
- Çok sýcak, dedi.
Vasili, oðluna yeniden göz atarak:
- Ben de seni bekliyordum Yakov, diye söze baþladý.
Babasýnýn sesi her zamankinden daha yumuþakmýþ gibi geldi Yakov'a. Yüzünde de alýþýlmadýk,
ifade vardý.
Yakov:
- Yiyecek almaya geldim... dedi. Sonra Seryojka'dan bir sarýmlýk tütün istedi.
Seryojka kýmýldamadan:
- Aptallara verecek tütünüm yok benim, dedi.
Parmaðýyla kumlarý karýþtýran Vasili, dokunaklý bir sesle:
- Yakov, ben eve dönüyorum... diye mýrýldandý.
Oðlu saf saf babasýnýn yüzüne bakarak:
- Ya, öyle mi? diye sordu.
- Ya sen... Sen burada mý kalýyorsun?
- Evet, ben kalýyorum... Ýkimiz birden evde ne yapalým?
- Ýyi ya... Bir diyeceðim yok... Nasýl istersen... Bebek deðilsin ki... Yalnýz bir þeyi...
klýndan çýkarma... Þunun þurasýnda az bir ömrüm kaldý benim... Yaþamasýna biraz daha yaþarý
t nasýl çalýþacaðýmý bilemiyorum... Topraktan soðudum galiba... Diyeceðim þu: Orada bir ana
aklýndan çýkarma...
Güçlükle konuþtuðu belli oluyor, sözleri diþlerinin arasýnda takýlýp kalýyordu sanki. Sakal
lleri tir tir titriyordu.
Malva gözlerini Vasili'ye dikmiþti. Seryojka gözlerinden birini kýrpýþtýrýyor, ötekisiyle d
Yakov'a bakýyordu. Yakov sevinçten uçacak gibiydi. Fakat bunun anlaþýlmasýndan çekiniyor, g
i ayaklarýnda susuyordu.
- Ananý unutma sakýn... Onun tek oðlu olduðunu aklýndan çýkarma...
Yakov ezilip büzülerek:
- Niye söylüyorsun bunu? dedi. Ben de biliyorum.
Babasý, oðluna kuþkuyla bakarak:
- Biliyorsan ne âlâ!.. diye sözlerini sürdürdü. Ben de unutmayasýn diye söylüyorum iþte...
Vasili içini çekti. Birkaç dakika dördü de sustu. Sonra Malva söze baþladý.
- Birazdan iþbaþý çaný çalacaktýr.
Vasili ayaða kalkarak:
- Eh, ben gideyim artýk!.. dedi.
Ötekiler de kalktýlar.
- Allahaýsmarladýk Seryojka... Volga taraflarýna yolun düþerse, belki uðrarsýn ha?.. Simbir
kasabasýnda Mazlo köyü dersin; Nikolo Lýykovski bucaðýna baðlý...
Seryojka:
- Pekâlâ! diyerek onun elini sýktý ve kýzýl tüylerle kaplý, damar damar pençesinin içinde b
süre tuttu, Vasili'nin asýk ve kederli yüzüne gülümseyerek baktý.
Vasili:
- Nikolo Lýykovski büyük bir bucaktýr... diye açýklamada bulundu. Adýný duymayan yoktur. Bi
onun dört verst ötesinde...
- Tabii, tabii... Kýsmet olur, çýkýp gelirim bakarsýn...
- Allahaýsmarladýk!
- Güle güle, iyi adam!
Vasili, kadýnýn yüzüne bakmadan, boðuk bir sesle:
- Allahaýsmarladýk Malva! dedi.
Malva gömleðinin yeniyle, hiç acele etmeden dudaklarýný sildi; sonra beyaz ellerini adamýn
muzlarýna koydu; ciddi bir tavýrla ve sessizce, onun yanaklarýyla dudaklarýný üçer kere öpt
Vasili bozularak anlaþýlmaz bir þeyler mýrýldandý. Yakov yüzündeki gülümsemeyi gizlemek içi
ryojka tembel tembel esneyerek gökyüzüne baktý ve:
- Sýcaktan bunalacaksýn, dedi.
- Zararý yok... Eh, allahaýsmarladýk Yakov!
- Güle güle!
Karþý karþýya duruyor, ne yapacaklarýný bilemiyorlardý. Bir anda ve tekdüze bir biçimde hav
n "Allahaýsmarladýk" sözü, Yakov'un yüreðinde babasýna karþý sýcak bir duygu uyandýrmýþtý.
lirteceðini bilemiyordu. Onu Malva'nýn yaptýðý gibi kucaklamalý mý, yoksa Seryojka gibi eli
mi sýkmalýydý sadece? Oðlunun kararsýzlýðý Vasili'yi incitiyor, biraz da utanca benzer bir
uyordu onun karþýsýnda. Burundaki olay ve Malva'nýn deminki öpücükleri uyandýrmýþtý bu duyg
Sonunda:
- Eh, ananý unutma!.. dedi.
Yakov tatlý bir gülümsemeyle:
- Unutur muyum hiç! diye baðýrdý. Sen gönlünü ferah tut... Çocuk deðilim ben...
Vasili baþýný sallayarak:
- Eh, böyle iþte!.. dedi. Hadi, saðlýcakla kalýn; beni de kemlikle anmayýn... Seryojka, ten
ereyi yeþil sandalýn kýç altýna, kuma gömdüm.
Yakov hemen:
- Tencereden ona ne? diye sordu:
Vasili:
- Yerime o geçti þimdi... Voli bekçisi oldu! diye karþýlýk verdi.
Yakov, Seryojka'ya baktý, Malva'ya göz attý ve bakýþlarýndaki sevinç parýltýsýný gizlemek i
- Hoþça kalýn kardeþler, ben gidiyorum artýk!
Vasili onlarý selamlayýp yola koyuldu. Malva da arkasýndan yürüdü:
- Seni geçireyim biraz...
Seryojka yeniden kuma uzandý, Malva'nýn arkasýndan gitmek isteyen Yakov'un ayaðýný yakaladý
- Hop dedik! Nereye?
Yakov kurtulmaya çalýþarak:
- Býrak beni! diye homurdandý.
Seryojka onun öteki ayaðýný da yakaladý.
- Otur bakalým aþaðý...
- Off! Þakanýn sýrasý mý?
- Þaka etmiyorum... Otur aþaðý!
Yakov diþlerini sýkarak durdu.
- Ne istiyorsun?
- Bekle! Kes sesini! Düþünüyorum þimdi, sonra söylerim.
Delikanlýya sert, korkutucu bir bakýþ fýrlatýnca, Yakov sesini kesti...
Malva'yla Vasili bir süre sessizce yürüdüler. Kadýn ikide bir, yandan adamýn yüzüne bakýyor
nde tuhaf ýþýltýlar dolaþýyordu. Vasili ise yüzünden düþen bin parça, susuyordu. Ayaklarý k
erliyorlardý bu yüzden.
- Vasili!
- Ne var?
Kadýna bir an bakýp baþýný hemen öte yana çevirdi.
Malva sakin, pürüzsüz bir sesle:
- Biliyor musun, dedi; Yakov'la seni, ben düþürdüm birbirinize... Hem de bile bile... Be
lki de kavgasýz gürültüsüz yaþayýp giderdiniz burada...
Vasili bir süre karþýlýk vermedi; sonra:
- Niçin yaptýn bunu? diye sordu.
- Bilmem... Yaptým iþte!
Gülümseyerek omuzlarýný silkti.
Adam öfkeyle:
- Ýyi halt ettin! dedi. Senden de bu beklenir!
Malva ses çýkarmadý.
- Mahvedeceksin oðlaný! Canýna okuyacaksýn! Tüh! Cadýsýn sen, cadý, Tanrý'dan korkmuyorsun.
mak nedir bilmiyorsun... Nedir bu yaptýklarýn?
Kadýn:
- Ne yapmalýyým dersin? diye sordu.
Sesinde ne bir kaygý, ne bir keder belirtisi vardý.
Vasili kýzýp köpürerek:
- Ne mi yapmalýsýn? Þu sorduðun þeye bak!.. diye baðýrdý.
Kadýný bir yumrukta yere sermek, göðsünü ve suratýný çizmelerinin altýnda çiðneyip ezmek iç
stek duydu. Yumruklarýný sýkarak geriye baktý.
Orada, fýçýlarýn yanýnda, Yakov'la seryojka'nýn görüntüleri kýmýldýyordu. Ýkisi de onlardan
- Defol git! Bir yerini kýracaðým yoksa!..
Malva'nýn yüzüne eðilmiþ, neredeyse fýsýltý denebilecek bir sesle sövüyordu. Gözleri kan ça
tir titriyordu. Kadýnýn baþörtüsünün altýndan taþan saçlarýný kavramamak için, ellerini gü
du.
Malva kýlýný bile kýpýrdatmadan, yeþil gözleriyle, sakin sakin ona bakýyordu.
- Öldürsem yeridir seni!.. Bekle... Bir gün belaný bulacaksýn nasýl olsa...
Kadýn gülümsedi. Bir süre sustu. Sonra derin derin içini çekerek umursamaz bir tavýrla:
- Eh, yeter artýk, hadi saðlýcakla kal! dedi ve birdenbire geriye dönerek yürüyüp gitti. Va
i onun arkasýndan homurdanýyor, diþlerini gýcýrdatýyordu. Malva, Vasili'nin kum üzerindeki
derin ayak izlerine basmaya çalýþarak dalyana doðru ilerliyor; ayaklarýyla bu izleri sili
yordu. Böylece aðýr aðýr, fýçýlarýn yanýna kadar geldi.
Seryojka:
- Uðurladýn mý onu? diye sordu.
Malva baþýný evet anlamýnda sallayarak Seryojka'nýn yanýna oturdu. Yakov, sadece kendisinin
iþittiði bir þeyler mýrýldanýyormuþçasýna dudaklarýný kýmýldatarak Malva'ya bakýp tatlý tat
Seryojka, bir þarkýnýn sözleriyle tekrarladý sorusunu:
- Onu uðurlarken için yandý mý?
Malva baþýyla denizi iþaret edip bir baþka soruyla karþýlýk verdi:
- Ne zaman gidiyorsun oraya, buruna?
- Akþamüstü.
- Ben de geleceðim...
- Çok güzel! Buna sevindim iþte...
Yakov kararlý bir tavýrla:
- Ben de geleceðim! dedi.
Seryojka gözlerini kýrpýþtýrarak:
- Seni çaðýran var mý? diye sordu.
Ölgün bir çan sesi havayý titreterek ýrgatlara iþ baþýný duyurdu. Çabuk çabuk, birbiri arka
aðýlan bu sesler, dalgalarýn neþeli hýþýrtýsý içinde kayboldular. Yakov küstah bir tavýrla
rak:
- Beni o çaðýrýyor! dedi.
Malva þaþýrarak:
- Ben mi? diye sordu. Seninle ne alýp vereceðim var benim?
Seryojka ayaða kalktý, sert bir sesle:
- Açýk konuþalým Yakov! dedi. Eðer ona asýlacak olursan, dayaktan gebertirim seni! Hele par
aðýnýn ucunu bile dokundurmaya kalkarsan, kendini sinek gibi ölmüþ bil! Bir vuruþta toz ede
seni! Mesele benim için bu kadar basit!
Yüzü, görünüþü ve Yakov'un gýrtlaðýna doðru uzanan damar damar elleri, Seryojka'nýn hiç de
riyordu.
Yakov bir adým gerileyerek ezik bir sesle:
- Dur bakalým! Bir de ona soralým!.. diyecek oldu.
Seryojka:
- Kes sesini ulan! diye karþýlýk verdi. Kuzu eti yemek senin gibi itlere mi kaldý? Yalay
asýn diye bir parça kemik verirlerse, kuyruðunu kýsýp teþekkür et! Anladýn mý? Salak!
Yakov, Malva'ya baktý. Kadýn, yeþil gözlerinde alaycý, küçümseyici bir gülümsemeyle Yakov'u
yojka'ya öyle yaltaklanarak sokuldu ki, delikanlý ter içinde kaldý. Onu orada býrakarak, y
an yana uzaklaþtýlar. Yakov, kahkahalarýný iþitti az sonra. Sað ayaðýný hýrsla yere vurdu,
arak öylece kalakaldý.
Uzaklarda, sarý ve ölgün kum tepeciklerinin ötesinde; küçük, karanlýk bir insan görüntüsü k
li, güçlü bir deniz güneþin altýnda parýl parýl yanýyor; solundaysa, ufkun sonuna kadar, te
verici bir çöl uzayýp gidiyordu. Yakov bu yalnýz adama baktý, baktý, sonra onur kýrýklýðý v
buðulanan gözlerini kýrpýþtýrdý, elleriyle hýzlý hýzlý göðsünü oðuþturdu.
Dalyanda çalýþma kýzýþmýþtý.
Malva'nýn göðüsten gelen, ayartýcý sesi çýnladý:
- Kim aldý benim býçaðýmý?..
Dalgalar gürüldüyor, güneþ parlýyor, deniz gülüyordu...
1897

BOZKIRDA
Canýmýz ölesiye sýkkýn, kurtlar gibi aç ve bütün dünyaya öfkeli, Perekop'tan çýktýk. Bütün
k ya da kazanabilmek için elimizden geleni yapmýþ, fakat sonunda ikisini de baþaramayacaðým
aklýmýz kesince daha ileriye gitmeye karar vermiþtik. Ama nereye? Daha ileriye olsun
da...
Çoktandýr yürüdüðümüz bu hayat yolunda ne pahasýna olursa olsun daha ileriye gitmeye hazýrd
imizin ayrý ayrý, sessizce verdiði bu karar, aç gözlerimizdeki keskin parýltýlardan açýkça
u.
Üç kiþiydik. Kerson'da, Dinyeper kýyýsýnda bir meyhanede tanýþmýþtýk kýsa bir süre önce.
Birinci arkadaþ, demiryolu taburunun askerlerindendi. Sonradan -söylediðine göre- yol us
tasý olmuþ. Kýzýl saçlý, iri yarý bir adamdý. Külrengi gözlerinin soðuk bir bakýþý vardý. A
apishane yaþayýþý üzerine geniþ bilgi sahibiydi.
Bizim gibiler geçmiþlerinden söz etmeyi pek sevmezler. Her zaman az çok bir nedeni vardýr
bunun. Bu yüzden birbirimize inanýyor, hiç deðilse inanmýþ görünüyorduk. Çünkü aslýnda kend
ktu pek.
Ýnce dudaklarý her zaman kuþkuyla büzülmüþ, ufak tefek, kuru bir adam olan ikinci arkadaþ,
va Üniversitesi'nin eski öðrencilerinden olduðunu söyleyince, ben ve asker gerçek sanmýþtýk
Aslýnda, bir zamanlar, öðrenci mi, polis hafiyesi mi, yoksa hýrsýz mý olduðu umurumuzda deð
Tanýþtýðýmýzda bizimle ayný tabakadan olduðunu bilmemiz yetiyordu. Açtý. Kentlerde polisin
müjiklerin özel ilgisinden tedirgin oluyor; kovalanmýþ, aç bir canavar gibi hem onlardan,
hem ötekilerden nefret ediyor; herkese, her þeye karþý evrensel bir kin besliyordu. Ayný y
olun yolcusuyduk yani.
Üçüncü bendim. Küçük yaþlardan beri çok alçakgönüllüyümdür. Erdemlerimden söz etmeyeceðim b
n de eksiklerime deðinmeyeceðim. Yalnýz, kiþiliðim üzerine bir yargýya varabilmemiz bakýmýn
darýný söyleyeyim: Kendimi ötekilerden daha iyi buluyordum. Bugün de ayný kanýdayým.
Böylece Perekop'tan çýktýk; bir çobana raslarýz umuduyla ilerlemeye baþladýk. Onlardan her
ekmek istenebilir. Bu konuda yolcularý geri çevirdikleri pek görülmemiþtir.
Askerle ben yan yana yürüyorduk. "Öðrenci" arkamýzdan geliyordu. Zamanýnda ceket olduðu bel
bir þey sarkýyordu omuzlarýndan. Sýfýr numara traþlý, sivri, fýrlak kafasýna geniþ bir þapk
Renk renk yamalarla kaplý boz renkli bir pantolon bacaklarýný sýký sýký sarýyordu. Yolda bu
ir çizme koncunu elbisesinin astarýndan kopardýðý parçalarla çýplak ayaklarýna baðlamýþtý.
bu þeylerle dünyanýn tozunu kaldýrarak sessizce yürüyor; yeþilimsi küçük gözleri kývýlcýmla
Al basmadan bir gömlek vardý askerin sýrtýnda. Kerson'dan "elceðiziyle" aldýðýný söylüyordu
üstüne de kalýn, pamuklu bir yelek geçirmiþti. Ordu yönetmenliðince "sað kaþýnýn üstüne ka
belirsiz bir asker kasketi vardý baþýnda. Bacaklarýnda geniþ bir Ukrayna þalvarý sallanýyor
alýnayaktý.
Ben de onlar gibi giyimli ve yalýnayaktým.
Bozkýr, dört bir yana göz alabildiðine uzayýp gidiyor; mavi, kýzgýn ve bulutsuz gökkubbenin
a engin geniþlikte, yuvarlak, kara bir tabak gibi yatýyordu. Onu geniþ bir çizgiyle kese
n boz renkli, tozlu yol, ayaklarýmýzý yakýyordu. Arada bir, kýsa ve sivri saplarý, tuhaf bi
biçimde, askerin çoktandýr ustura deðmemiþ yüzünü andýran yeni biçilmiþ ekin tarlalarýna r
er kýsýkça, kalýn bir sesle þarký söyleyerek gidiyordu:
"Ve senin kutsal pazarýný ilahilerle kutluyoruz..."
Ordudayken kýþla kilisesinde zangoç gibi bir þeymiþ. Sayýsýz ilahiler, manzumeler biliyor;
ense, canýmýz konuþmak istemediði zamanlarda bu bilgisini hep kötüye kullanýyordu.
Karþýmýzda, ufukta, kýyýlarý yumuþak çizgili, mordan pembeye kadar renk renk birtakým görün
.
"Öðrenci":
- Bunlar Kýrým daðlarý olmalý, dedi.
- Daðlar! (Asker baðýrdý.) Dostum, sen daðlarý görmekte acele ettin. Onlar bulut... Baksana
müyor musun?.. Sanki sütlaç...
Bulutlarýn sütlaç olmalarýndaki güzelliði düþündüm.
Asker:
- Kör þeytan! diye küfür sallayarak tükürdü. Bir tek canlý varlýða olsun raslayabilseydik!
oynuyor... Bu gidiþle kýþýn ayýlarýn yaptýðý gibi kendi pençelerimizi emmek zorunda kalacað
"Öðrenci" üst perdeden:
- Ýnsanlarýn bulunduðu yerlerden geçmemiz gerektiðini söylemiþtim, dedi.
Asker öfkelendi:
- Söylemiþtim!.. Sadece söylemek için bilgi edinmiþsin zaten. Ýnsanlarýn bulunduðu yer hani
n bilir nerde?
"Öðrenci" dudaklarýný büzerek sustu. Güneþ batýyor; bulutlar çeþit çeþit, sözle anlatýlamaz
ir toprak ve tuz kokusu geldi burnumuza.
Bu kuru, lezzetli koku, iþtahýmýzý büsbütün kamçýladý. Midemiz kemiriliyordu. Tuhaf, tatsýz
du bu. Sanki vücudumuzun özsularý çekiliyor, buharlaþýyor; kaslarýmýz gevþeyip pörsüyordu.
uru kesilmiþti. Güçlükle yutkunuyorduk. Baþýmýz dönüyor, gözlerimizin önünde kara lekeler u
eler kimi zaman üstünde dumanlar tüten bir et parçasý ya da bir somun oluveriyor; hayal güc
"geçmiþin bu dilsiz görüntülerini" kendilerine özgü kokularla donatýyor, iþte o zaman midel
bir býçakla oyuluyordu sanki.
Yine de duygularýmýzý birbirimize ileterek, bir yerde bir koyun sürüsü görürüz ya da Ermeni
yemiþ götüren bir Tatar arabasýnýn keskin gýcýrtýsýný iþitiriz umuduyla gözlerimizi dört a
yürüyorduk.
Fakat bozkýr bomboþ uzayýp gidiyordu. Bir gün önce üçümüz bir buçuk iki kiloluk bir çavdar
eþ tane karpuz yemiþtik. Fakat kýrk verst yol almýþtýk bunun üstüne. Giderimiz gelirimize u
deðildi yani ve Perekop'un pazar yerinde uyumaya çekilmiþken, midelerimiz kazýnarak uyan
mýþtýk.
"Öðrenci" pek yerinde olarak, geceleyin uyuyacaðýmýza bir þeyler... yapmamýzý önermiþti. Fa
bir toplumda mülkiyet hakkýný zedeleyecek tasarýlardan yüksek sesle söz etmek yakýþýk alma
unu geçelim. Doðruluktan ayrýlmak istemem; kabalýk iþime gelmez. Yaþadýðýmýz þu yüksek uyg
insan ruhlarýnýn gitgide yumuþadýðýný bilenlerdenim. Komþusunun boðazýna düpedüz onu boðmak
ir kimse bile, elden geldiðince kurallara uyarak, incelikle yapmaya çalýþýyor bunu. Ýnsan a
lakýndaki bu ilerlemeyi kendi boðazýmýn geçirdiði bir deneyden biliyorum. Sevinerek belirte
im ki, dünyamýzda her þey geliþmekte, yetkinleþmekte. Hapishanelerin, meyhanelerin, genele
vlerin yýldan yýla çoðalmasý bunu yeterince kanýtlamýyor mu?
Kuruyan tükrüklerimizi yutarak, midelerimizdeki sancýyý dostça konuþmalarla bastýrmaya çalý
bozkýrda, batan günün kýzýlýmtrak ýþýklarý içinde yürüyorduk. Güneþ, renk renk bezediði yum
iriyor; arkamýzdan ve yanlardan göðe doðru yükselen mavimsi bir sis, asýk yüzlü ufuklarý da
u.
Asker yol üstünden bir aðaç parçasý alarak:
- Kardeþçikler, ateþ yakmak için çalý çýrpý toplayýn, dedi. Geceyi bozkýrda geçirmek zorund
ayvan tersi, dal parçasý, ne bulursanýz alýn.
Yolun iki yanýna daðýldýk. Kuru ot ve yanabilecek ne varsa toplamaya koyulduk. Yere her
eðiliþimizde yüzükoyun kapaklanývermek, kara ve yaðlý topraðý yemek, yemek, týka basa yemek
racýkta uyuyakalmak için dayanýlmaz bir istek uyanýyordu içimizde. Varsýn sonsuz bir uyku o
sundu bu; umurumuzda deðildi. Yemek, çiðnemek, sýcak ve koyu bir yiyeceðin aðzýmýzdan geçer
yup darlaþmýþ yemek borularýmýzdan aktýðýný, bir þeyler emmek tutkusuyla kýzýþan midelerimi
tmekten baþka bir þey istediðimiz yoktu.
Asker:
- Hiç deðlise kök mök bulabilseydik... diye içini çekti. Birtakým yenilebilir kökler vardýr
Fakat sürülmüþ kara toprakta hiçbir kök yoktu. Güney gecesi hýzla bastýrýyordu. Daha güneþi
, koyu mavi gökyüzünde yýldýzlar parlamaya baþlamýþtý bile. Çevremizde gölgeler yoðunlaþýyo
aklýðý gitgide daralýyordu...
"Öðrenci" usulca:
- Kardeþçikler, diye fýsýldadý; orada, solda bir adam yatýyor...
Asker kuþkuyla:
- Ne adamý? diye homurdandý. Adamýn orada ne iþi var?
- Ne bileyim, git de sor. Bozkýra yerleþtiðine göre muhakkak ekmeði de vardýr.
Yolun solunda, yüz yüz elli metre ötede yükselen karanlýk tümseðin, bir insan olduðunu anca
i"nin yeþil, keskin gözleri seçebilirdi. Asker baktý, kararlý bir tükürük fýrlatarak:
- Oraya gidiyoruz! dedi.
Sürülmüþ tarladaki toprak keseklerini çabuk çabuk geçerek karaltýya doðru yaklaþmaya baþlad
ren yiyecek ümidi, açlýðýmýzý büsbütün keskinleþtiriyordu. Oldukça yaklaþtýðýmýz halde tüms
Asker bozuk bir sesle, hepimizin aklýndan geçen þeyi söyledi:
- Belki de insan deðildir.
Fakat tam bu sýrada kuþkularýmýz daðýldý. Karaltýnýn kýmýldadýðýný, yükseldiðini gördük. Bi
duruyordu þimdi. Kolunu bize doðru uzattý; boðuk, titrek bir sesle baðýrdý:
- Yaklaþma, yakarým!
Puslu havada kýsa, kuru bir þakýrtý iþitildi.
Zýnk diye durduk. Bu düþmanca karþýlamadan ötürü sersemlemiþtik. Birkaç dakika sustuk.
Asker hýnçla:
- Al-çak herif! diye homurdandý.
"Öðrenci" düþünceli düþünceli:
- Hým... dedi. Silah taþýdýðýna göre kulaðý kesiklerden olmalý.
Asker:
- Hey! diye baðýrdý.
Bir þeye karar verdiði belliydi.
Adam kýmýldamadan öylece duruyor, ses etmiyordu.
- Hey, oradaki! Sana dokunmayacaðýz... Varsa ekmek ver bize... Haydi, kardeþ... Ýsa aþkýna!
. Allah belaný versin, alçak namussuz!..
Bu son sözleri býyýklarý arasýndan söylemiþti.
Adam hâlâ susuyordu.
Asker sesinde bir hýrçýnlýk ve ümitsizlik titremesiyle yeniden söze baþladý:
- Ýþittin mi? Ekmek istiyoruz! Yanýna gelmeyeceðiz... Sen oradan fýrlat...
Adam kýsaca:
- Olur, dedi.
"Benim sevgili kardeþlerim" diye baþlayan, en kutsal, en temiz duygularla dolu bir söy
lev, bizi bu boðuk ve kýsa "Olur!" sözcüðü kadar coþturamaz, duygulandýramazdý.
Asker tatlý tatlý gülümseyerek:
- Bizden korkma iyi adam, diye söze giriþti...
Adam en azýndan yirmi adým ötemizde olduðu için bu gülümsemeyi görmüyordu.
- Bizler zararsýz kimseleriz! Rusya'dan Kuban'a gidiyoruz... Yolda paramýzý düþürdük... Azý
ndi... Ýþte, iki gündür kursaðýmýza bir þey girmedi...
Ýyi adam, kolunu sallayarak:
- Tut! diye seslendi.
Havada kara bir toprak göründü, az ötemize, tarlaya düþtü. "Öðrenci" onun peþinden atýldý.
- Þunu da tut! Hepsi bu kadar...
"Öðrenci" bu ilginç sadakalarý toplayýp getirdiðinde, bir buçuk kilo kadar bayat buðday ekm
ahip olduðumuzu gördük. Ekmek kuru ve pisti. Bayat somun, tazesinden daha doyurucudur.
Nemi azdýr çünkü.
- Al sana... Al sana... Al sana...
Asker büyük bir özenle paylarýmýzý daðýtýyordu.
- Dur, olmadý... Bilgin! Seninkinden bir lokma daha koparayým, onunki az oldu...
"Öðrenci", ekmeðinden on beþ yirmi gramlýk bir parçanýn eksilmesine sessizce katlandý. Ben
mý aðzýma attým; taþý bile öðütmeye hazýr olan çenemin sýtmalý bir çabuklukla hareket etmes
aðýr aðýr çiðnemeye koyuldum. Lokmalar gýrtlaðýmdan aþaðý indikçe büyük bir zevk duyuyor;
, aðýr aðýr, sindire sindire çiðniyordum her parçayý. Sýcacýk lokmalar anlatýlmaz bir zevkl
rkasýna mideme iniyor, hemen o anda kan ve ilik oluyordu sanki. Midem doldukça yüreðim d
e tuhaf, sessiz, canlandýrýcý bir sevinçle ýsýnýyordu. Ümitsiz açlýk günlerini, arkadaþlarý
bütün benliðimle yaþadýðým dakikalarýn zevkine kaptýrmýþtým.
Fakat avucumdaki son ekmek kýrýntýsýný da aðzýma atýnca ölesiye aç olduðumu hissettim.
Karþýma oturup eliyle midesini oðuþturan asker:
- O namussuzda yað ya da et var... diye homurdandý.
"Öðrenci":
- Hiç kuþku yok, dedi. Ekmeðe et kokusu sinmiþti... Sonra mutlaka ekmeði de vardýr. Tabanca
olmasaydý...
Bu son sözü sessizce eklemiþti.
- Kimdir acaba? Neyin nesi?
- Bizlerden olmalý...
Asker:
- Köpeðin biri! diye kestirip attý.
Birbirimize deðecek kadar yakýn oturmuþ, silahlý velinimetimizin bulunduðu yere bakýyorduk.
Orada ne bir ses, ne de bir kýpýrtý vardý.
Gece karanlýk güçlerini çevremize yýðýyordu. Bozkýr bir ölüm sessizliðine gömülmüþtü. Birbi
duk. Bir tarla faresinin kederli ýslýðý duyuluyordu arada bir... Yýldýzlar, gökyüzünün bu c
baþýmýzýn üstünde parlýyordu. Biz açtýk.
Bu olaðanüstü sayýlabilecek gecede yanýmdaki arkadaþlardan ne iyi, ne de kötü olmadýðýmý öv
nlara kalkýp adamýn üstüne gitmeyi öneren ben oldum. Dokunmayacaktýk ona; sadece nesi var,
esi yok yiyecektik. Ateþ ederse, varsýn etsindi. Vursa vursa birimizi vururdu. Sonra
tabancý kurþunuyla kolay kolay ölmezdi adam.
Asker ayaða fýrlayarak:
- Gidiyoruz, dedi.
"Öðrenci" daha aðýrdan aldý.
Koþarcasýna ilerlemeye baþladýk, "Öðrenci" arkamýzdan geliyordu.
Asker ona:
- Hey arkadaþ! diye azarlayan bir sesle baðýrdý.
Karþýdan boðuk bir homurtu ve keskin bir mekanizma þakýrtýsý geldi. Bir ateþ parladý, kuru
lama iþitildi.
Asker sevinçle:
- Iska! diye baðýrarak bir sýçrayýþta adamýn yanýna vardý. Þeytan herif! Þimdi gösteririm s
"Öðrenci" çýkýna atýldý.
"Þeytan herif"se demin diz çökmüþken þimdi sýrtüstü yuvarlanmýþ, kollarýný açmýþ, hýrýldýyo
Ona bir tekme savurmaya hazýrlanan asker bu durum karþýsýnda þaþýrarak:
- Bu da nesi? diye baðýrdý. Herif kendi kendini mi vurdu yoksa? Hey! Ne oldun? Kurþun ke
ndine mi deðdi?
"Öðrenci"nin sesi sevinçle çýnladý:
- Et var, çörek var, ekmek var... Her þey var kardeþcikler!
Asker:
- Hýh, canýn cehenneme, geber... diye baðýrdý. Yemek baþýna!
Ben adamýn elinden tabancayý aldým. Hýrýltýyý kesmiþti. Kýpýrdamadan yatýyordu þimdi. Bir f
amluda.
Yeniden yemeðe oturduk. Sessizce yedik, yedik... Adam çýt çýkarmadan, öylece yatýyordu. Onu
ilgilendiðimiz yoktu.
Ansýzýn hýrýltýlý, titrek bir ses yükseldi:
- Aziz kardeþcikler! Bunu gerçekten de ekmek için yaptýnýz, öyle mi?..
Tüylerimiz ürpererek baktýk. "Öðrenci"nin lokmasý boðazýnda kalmýþtý. Ýki büklüm olup öksür
Asker, aðzý yemekle doluyken sövüp saymaya koyuldu:
- Köpek soylu! Kuru kütük gibi ikiye ayýrmalý seni! Derini mi yüzeceðiz sandýn? Ne iþimize
Mundar! Domuz suratlý! Þuna bak! Eline silah almýþ, insanlara ateþ ediyor! Melun!
Söverken bir yandan da atýþtýrdýðý için sözlerinin etkisi azalýyordu.
"Öðrenci" uðursuz bir sesle:
- Bekle, yemeðimiz bitsin de seninle öyle hesaplaþacaðýz, diye homurdandý.
O zaman gecenin karanlýðýnda ürkütücü, ulumaya benzer hýçkýrýklar yükseldi.
- Kardeþçikler... Bilir miydim?... Korkumdan ateþ ettim... Afon'dan Smolensk'e gidiyor
dum... Tanrým... Sýtmam tuttu... Güneþ battý mý vay halime!.. Afon'dan sýtma yüzünden ayrýl
ngozluk yapýyordum orada... Ben maragozum... Karým bekliyor... Ýki küçük kýzým... Üç dört y
ini görmedim... Kardeþçikler... Hepsini yiyin...
"Öðrenci":
- Kaygýlanma, yiyeceðiz... dedi.
- Tanrým! Sizin zararsýz, iyi insanlar olduðunuzu bilsem... ateþ eder miydim? Kardeþçikler.
. Allahýn bozkýrý... Gece... Haksýz mýyým?
Bunlarý söylerken bir yandan da aðlýyordu. Titrek, ürkek bir sesle uluyordu daha doðrusu.
Asker horgörüyle:
- Þuna bak, zýrlýyor! dedi.
"Öðrenci":
- Yanýnda para olmalý, diye aklýndan geçeni belirtti.
Asker göz kýrptý, ona bakýp güldü:
- Kavrayýþlý adamsýn... Neyse, haydi ateþ yakýp uyuyalým artýk.
"Öðrenci":
- Ne olacak? diye sordu.
- Caný cehenneme! Ne yapalým, yakalým mý adamý?
"Öðrenci" sivri kafasýný sallayarak:
- Fena olmazdý! dedi.
Marangozu iniltileriyle baþbaþa býrakýp topladýðýmýz çalý çýrpýyý almaya gittik. Taþýyýp ge
a sessizce ateþin baþýna oturduk. Yalýmlar gecenin karanlýðýnda usul usul tütüyor, bulunduð
aydýnlatabiliyordu sadece. Bir öðünlük daha yiyeceðimiz vardý, ama gözlerimiz kapanmaya ba
Marangoz:
- Kardeþçikler, diye seslendi.
Üç adým ötemizde yatýyor, sanýrým zaman zaman bir þeyler mýrýldanýyordu.
Asker:
- Ne var? dedi.
- Oraya... ateþin yanýna gelebilir miyim? Ölümüm yaklaþtý... Kemiklerim kýrýlýyor... Tanrým
mayacak mýyým?..
"Öðrenci":
- Sürün gel... diye kararýný bildirdi.
Marangoz kolunu ya da bacaðýný yitirmekten korkuyormuþçasýna aðýr aðýr sürünerek ateþe yakl
skelet gibi zayýf bir adamdý. Tir tir titriyor; çektiði acý, iri, bulanýk gözlerinden açýkç
rdu. Yüzü kasýlmýþtý. Bu kemikli yüz, ateþin aydýnlýðýnda bile balmumu gibi sapsarýydý. Uzu
ateþe uzattý; eklem yerlerinden uyuþuk uyuþuk, aðýr aðýr bükülen kemikli parmaklarýný çýtla
ister istemez içi bulanýyor, bakmak istemiyordu insan.
Asker asýk bir yüzle:
- Bu durumda ne diye yayan gidiyorsun? dedi. Paran çok mu deðerli, ha?
- Denizden gitme demiþlerdi... Kýrým'dan git, hava alýrsýn. Ama yürüyemez oldum... Öleceðim
er! Bozkýrda bir baþýma öleceðim... Kurtlara kuþlara yem olacaðým... Kimse ne olduðumu bilm
.. Karým... kýzlarým boþ yere bekleyecek... Yazmýþtým onlara... Kemiklerimi bozkýr yaðmuru
... Tanrým, Tanrým!
Yaralý bir kurt gibi kederle uluyordu.
Askerin tepesi attý; ayaða fýrlayarak:
- Ee, yettin artýk þeytan! diye baðýrdý. Ne zýrlýyorsun? Seni mi dinleyeceðiz? Gebereceksen
r! Ama kes sesini!.
Ben:
- Yatalým, dedim. Sen de ateþin yanýnda kalmak istiyorsan, ulumayý kes... Yettin artýk...
Asker vahþi bir sesle:
- Ýþittin mi? dedi. Öyleyse söyleneni yap. Bize bir lokma ekmek fýrlattýn, sonra da kurþun
diye çevrende pervane olacaðýmýzý mý sanýyorsun? Pis þeytan! Bizim yerimizde baþkalarý ols
se!
Sustu, sýrtüstü topraða uzandý.
"Öðrenci" daha önce yatmýþtý. Marangoz korka korka ateþin yanýnda tor top oldu, gözlerini a
dikip sustu. Diþlerinin çatýrtýsýný iþitiyordum. "Öðrenci" de kývrýlmýþ, solumda yatýyordu
umuþ olmalý. Asker, ellerini ensesinde kenetlemiþ, göðe bakarken:
- Ne gece, deðil mi? dedi. Gökyüzü deðil de yorgan sanki. Dostum, bu baþýboþ hayatý seviyor
Soðukla, açlýkla baþbaþasýn; ama özgürsün... Karýþanýn görüþenin yok... Ýstersen kendi kaf
ne yapýyorsun demez. Çok açlýk çektim þu günlerde. Aklýmdan çok kötü þeyler geçti... Ama þ
rum... Yýldýzlar göz kýrpýyor bana... "Lakutin" diyorlar; "dünyayý dolaþ, kimseye kulak asm
Her þey daha iyi olacak..." Hey! Marangoz! Ya sen, senden ne haber? Bana kýzma, gönlünü fe
rah tut... Ekmeðini yediysek ne olmuþ yani... Senin ekmeðin vardý, bizim yoktu, biz de s
eninkini yedik... Hani sen de az vahþilerden deðilsin ha! Gözünü kýrpmadan ateþ ediyorsun..
urþunun insana zarar verdiðini bilmiyor musun yoksa? Az önce çok kýzmýþtým. Yere yuvarlanma
yaptýðýn densizlikten ötürü iyi bir kötek atacaktým sana! Neyse, ekmek için de kaygýlanma.
kop'tan alýrsýn... Parasýz adama benzemiyorsun... Sýtmaya tutulalý çok oldu mu? Ha?
Askerin kalýn sesiyle hasta marangozun titrek sesi uzun süre uðuldayýp durdu kulaklarýmda.
Gece gitgide karararak yeryüzüne abanýyor; ciðerlerim taze, serin bir havayla doluyordu
.
Ateþten ölçülü bir aydýnlýk, canlandýrýcý bir ýsý yayýlýyor; gözlerim kapanýyordu...
...........
- Kalk! Canlan, gidiyoruz!
Gözlerimi korkuyla açtým, kolumu sýkýca kavrayan askerin de yardýmýyla hýzla sýçrayýp doðru
- Haydi, sallanma! Yürü!
Yüzü sert ve kaygýlýydý. Çevreme bakýndým. Henüz doðmakta olan güneþin pembe ýþýnlarý maran
uruyordu. Aðzý aralýktý. Yuvalarýndan fýrlamýþ gözlerinin camsý bakýþlarýnda büyük bir kork
inin önü parçalanmýþtý. Yatýþýnda bir iðretilik vardý. "Öðrenci" görünürlerde yoktu.
- Ne o, bakakaldýn! Haydi diyorum!
Dokunaklý bir sesle bunu söylerken bir yandan da kolumu çekiyordu.
Sabah serinliðinde titreyerek:
- Ölmüþ mü? diye sordum.
Asker:
- Hiç kuþkun olmasýn, diye karþýlýk verdi. Seni boðsalar sen de ölürsün!..
- Ne? diye baðýrdým. Boðmuþlar mý? Yoksa "Öðrenci" mi?
- Baþka kim olacak? Sen mi boðdun? Yoksa ben mi? Ýþte... Okumuþ adam... Sen herifin iþini b
tir, sonra da bizi ölüyle baþbaþa býrakýp tabanlarý yaðla... Eðer bunu bilsem, dün öldürürd
r vuruþta öldürürdüm. Þakaðýna yumruðu indirdiðim gibi, dünyadan bir alçak eksilirdi! Yaptý
mi? Þimdi öylesine yürümeliyiz ki, hiçbir insan gözü bizi bozkýrda görmesin. Anladýn mý? Bu
bulacak, boðularak soyulduðunu göreceklerdir. Sonra bizim gibileri sýkýþtýrmaya baþlarlar.
reden geliyorsun? Geceyi nerede geçirdin? Bizde onun bir þeyi yok gerçi... Fakat dur h
ele... Tabancasý koynunda. Þu iþe bak!
- At onu! diye askere akýl verdim.
Düþünceli düþünceli:
- Atmak mý? dedi. Fakat deðerli bir þey... Belki de yakalayamazlar bizi... Yok, atmaya
caðým... Bunu marangozdan aldýðýmýzý kim bilecek? Atmayacaðým... Üç ruble eder. Kurþunu da
urþunu sevgili dostumuzun kulaðýna öyle bir keyifle boþaltýrdým ki! Köpek! Kaç para götürdü
elun!..
Ben:
- Marangozun kýzlarý ne olacak þimdi?.. dedim.
- Kýzlar mý? Hangi kýzlar? Ha, bunun kýzlarý mý? Hiç kaygýlanma... Büyüyecekler ve bize var
r... Onlarý býrak þimdi... Kardeþ, haydi gidiyoruz... Nerden gidelim?
- Bilmem... Hepsi bir...
- Hepsinin bir olduðunu ben de biliyorum... Saðdan gidelim. Deniz o yanda olmalý.
Yola koyulduk.
Bir ara geriye baktým. Uzakta, bozkýrda bir tümsek yükseliyor; üzerine gün ýþýklarý vuruyor
- Ne bakýyorsun? Hortladý mý yoksa? Korkma, yetiþemez bize... Okumuþlar becerikli olur, iþi
i saðlama baðlamýþtýr... Hýh, arkadaþa bak! Ýyi ekti bizi! Eh, kardeþ (baþýný kederle salla
zuluyor, yýldan yýla bozuluyor!..
Issýz bozkýr, sabah güneþiyle pýrýl pýrýl, dört bir yana uzayýp gidiyor, ufukta gökyüzünün
irleþiyordu. Bu özgür topraðýn üzerinde, mavi gökkubbeyle örtülü bu engin geniþlikte, haksý
leceðini düþünemezdi insan.
Arkadaþým bir sigara sararken:
- Karným da bir acýktý ki kardeþ! dedi.
- Bugün ne yiyeceðiz, nerede, nasýl?
Bilmece!..
.............
Bana hastanede bu hikayeyi anlatan koðuþ arkadaþým:
Ýþte böyleyken böyle, dedi. Sonradan çok dost olduk bu askerle. Birlikte Kars'a kadar gitt
ik. Görmüþ geçirmiþ, yaman bir delikanlýydý. Tam bir serseriydi. Saygý duyardým ona. Birlik
. Küçük Asya'ya kadar gittik. Orada yitirdik birbirimizi...
Ben:
- Marangozu arada bir düþündüðünüz oluyor mu? diye sordum.
- Gördüðünüz gibi, dedi. Anlattým iþte...
- Þey... Yani bir þey hissediyor musunuz?
- Ne hissedebilirim? Siz nasýl benim baþýma gelen þeyden sorumlu deðilseniz, ben de onun b
aþýna gelenden sorumlu deðilim. Hiç kimse hiçbir þeyden sorumlu deðil, çünkü hepimiz aynýyý
1897

You might also like