You are on page 1of 177

2008

GİRİŞİMCİLİK
RAPORU
2008
GİRİŞİMCİLİK
RAPORU
Doç. Dr. İbrahim Öztürk
İGİAD Girişimcilik Raporu 2008, Doç. Dr. İbrahim Öztürk tarafından İGİAD için hazırlanmıştır.

Doç.Dr. İbrahim Öztürk, raporun hazırlanmasındaki katkılarından ötürü,


Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğrencilerinden
Serhat Akay, Buket İşler, Galip Özsoy, Alex Rahmatoulin, Batuhan
Şimşek ve Salih Emre Uraz’a teşekkür eder.

İGİA D YAYINLARI : 8
RA PO RLA R: 1

© İGİAD § İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği

2008 Girişimcilik Raporu


İstanbul 2008
ISBN978-975-6303-07-8

Yayın Editörü: Ahmet Yaşar § ayasar@igiad.com

Mizanpaj Uygulama: Murat Tunoğlu § murat@pointgraf.com


Yayına Hazırlık: Pointgraf § info@pointgraf.com
Baskı ve Cilt: Kahraman Mücellit

İGİAD § İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği


Defterdar Mh. Otakçılar Cd., No: 62
Eyüp İş Merkezi, K: 4, D: 103
Eyüp 34050 İstanbul
Tel: +90 212 544 96 00 Pbx
Faks: +90 212 544 96 76
E-Posta: info@igiad.com

www.igiad.com
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5 3.2.2 Fİnansal Reformlar  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38


3.2.3 Alt Yapı Reformları   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 39
ÖZET  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7 3.3 TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42

GİRİŞ NEDEN BİR GİRİŞİMCİLİK RAPORU?İGİAD PERSPEKTİFİ  . . . . . . 13 4• TÜRKİYE MAKRO EKONOMİK İSTİKRARIN NERESİNDE?  .. . . . . . . . . . 45
1 REKABET GÜCÜNÜN BİLEŞENLERİ DEĞİŞİRKEN 4.1 KRİZ SONRASI KALKINMADA MODEL TERCİHİ   .. . . . . . . . . . . . . . . . 45
GİRİŞİMCİLİK  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13 4.1.1 Pİyasaya Uyumlu Reformların Gereğİ  .. . . . . . 46
2 GİRİŞİMCİLİĞİN BU TOPRAKLARDAKİ KARŞILIĞI  . . . . . . . . . . . . . . . . . 14 4.1.2 Pİyasa Kurumlarının İkamesİ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
3 KAPİTALİST GİRİŞİMCİLİĞİN AŞIRILIKLARI VE İGİAD’IN 4.1.3 Pİyasa Ekonomİsİ ve Arkasındakİ Kültür  . . 47
ARAYIŞI  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15 4.2 KRİZ SONRASINDA MAKRO EKONOMİK İSTİKRAR
4 TÜRKİYE’DE MEVCUT GİRİŞİMCİLİK PROFİLİ VE ARAYIŞI  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47
ÇALIŞMANIN KAPSAMI   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16 4.2.1 Büyüme  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48
5 GİRİŞİMCİLİĞİN VERİMLİ ÇEVRE ŞARTLARI  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18 4.2.2 Büyümenİn Kaynakları  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49
6 ÇALIŞMANIN BÖLÜMLERİ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20

5• TÜRKİYE EKONOMİSİ BURADAN NEREYE?  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 85


1• GİRİŞİM VE GİRİŞİMCİLİK  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 5.1 EKONOMİDE KATILIKLARI ESNETMEK İÇİN YENİ YOL
1.1 KAVRAMLAR VE TANIMLAR   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 HARİTASI  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86
1.2 GİRİŞİMCİLİĞİN EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMEYE 5.1.1 Ucuz Emek Ve Doğal Kaynak Güdümlü
KATKISI   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 Kalkınma Aşaması  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86
1.3 GİRİŞİMCİ BAŞARISINDA TEMEL UNSURLAR  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22 5.1.2 Yatırım Güdümlü İkincİ Aşama  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87
1.4 GİRİŞİMCİLİK KÜLTÜRÜ VE ÇEŞİTLERİ   . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25 5.1.3 Buluş Güdümlü Üçüncü Aşama  .. . . . . . . . . . . . . . . . . 87
1.5 EKONOMİK KRİZ VE BÜYÜME ORTAMINDA GİRİŞİMCİLİK  .. . 27 5.2 REKABETÇİLİĞİN BİLEŞENLERİNDE DEĞİŞİM: MAKRO
EKONOMİDEN MİKRO EKONOMİYE GEÇİŞ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 88
2• TÜRKİYE’DE GİRİŞİMCİLİK   .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29 5.3 GİRİŞİMCİLİĞİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER VE İKİNCİ
NESİL REFORMLAR  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
2.1 GELİŞİMİ, DÖNÜŞÜMÜ VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM  . . . . . . . . . 29
5.3.1 Emek, Toplam Faktör ve Kurumsal
2.2 DEVLET ELİYLE GİRİŞİMCİLİK TECRÜBESİ: 1923-1980  . . . . . . 30
Verimlilik Alanındaki Eksiklikler  . . . . . . . . . . . . . . . . 97
2.3 1980’LERDE İLKESİZ LİBERALİZMİN ALTIN ÇAĞI VE
5.3.2 Ar-Ge ve Teknoloji ve Rekabetçilik  . . . . . . . . . . . . 98
GİRİŞİMCİLİĞİN ÇÖKÜŞÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 32
5.4 MÂLÎ DİSİPLİN VE MÂLÎ DİSİPLİNE YÖNELİK
2.4 TÜRKİYE UYGULAMASINDAN GİRİŞİMCİLİK DERSLERİ  .. . . . . 33
REFORMLAR  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 100
5.5 EMEK PİYASALARINDAKİ KATILIMLAR VE İSTİHDAM
3• TÜRKİYE EKONOMİSİNİN DÖNÜŞÜMÜ 2002-2007  .. . . . . . . . . . . . . . . . 35 VERGİLERİ   .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 101
3.1 ŞUBAT 2001 KRİZİ   .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35 5.6 ALT YAPI HİZMETLERİNİN PAHALILIĞI  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 102
3.2 KRİZ ÖNCESİ VE SONRASINDA REFORM TAKVİMİ  .. . . . . . . . . . . . 36
3.2.1 MalÎ Reformlar  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38 6• YÜKSELEN VE GERİLEYEN SEKTÖRLER  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 105
2 3
6.1 YENİLİKÇİLİK, BÜYÜME VE İHRACAT İLİŞKİSİ  .. . . . . . . . . . . . . . . . 105 6.8 PERAKENDE SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 136
6.2 SANAYİ SEKTÖRÜ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 109 6.8.1 Türkiye’de Perakende Sektörünün
6.2.1 Mevcut Durum  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 109 Büyüklüğü ve Büyüme Beklentileri  . . . . . . . . . . . 136
6.2.2 Üretim  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 110 6.8.2 Gıda Perakendeciliği  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 137
6.2.3 Sanayi Sektörüne Yönelik Yatırım 6.8.3 Gıda Dışı Perakendecİlİk  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 139
Teşvikleri  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111 6.8.4 Modern Perakende Sektörünün Türk
6.2.4 Sektörün Güçlü, Zayıf Yönleri ve Sektöre Ekonomİsİne Etkİlerİ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 140
Yönelİk Tehdİtler  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 112 6.8.5 Perakendecİlİkte Sorunlar ve Çözüm
6.2.5 Sanayi Sektöründe Fırsatlar  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113 Önerİlerİ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 141
6.3 MAKİNE SEKTÖRÜ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 113 6.9 BİLİŞİM SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 143
6.3.1 Makİne Sektöründe Tİcaret Eğİlİmlerİ  . . . 114 6.10 SAĞLIK SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 148
6.3.2 Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerileri  .115 6.11 TURİZM SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 151
6.4 KİMYA SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 116 6.12 LOJİSTİK SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155
6.5 İNŞAAT SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 119 6.12.1 Mevcut Durum  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155
6.5.1 Mevcut Durum  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 120 6.12.2 Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerİlerİ  1. 57
6.5.2 Sektöre yönelik yabancı yatırımlar   . . . . . . . 121
6.5.3 İnşaatın Etkilediği Diğer Sektörler  . . . . . . . . 122 7• BİR GİRİŞİMCİLİK FİDANLIĞI OLARAK KOBİ’LERDE BİR
6.5.4 İpotekli Konut ve İnşaat Sektörü  . . . . . . . . . . . . 123 DURUM TESPİTİ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 159
6.5.5 Dış Müteahhitlik  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124 7.1 KOBİ’LERİN EKONOMİDEKİ YERİ VE ÖNEMİ  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 159
6.5.6 İnşaat Sektöründe Sorunlar ve Bazı 7.2 SON YILLARDAKİ GELİŞMELER  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 161
Çözüm Önerileri  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 124 7.3 KOBİ’LERDE VERİMLİLİK  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 162
6.6 TEKSTİL SEKTÖRÜ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 125 7.4 KREDİ VE TEŞVİKLER  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 162
6.6.1 Sorunlar   .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 126 7.5 KOBİ’LERİN DEĞER ZİNCİRİNE MONTE EDİLMESİ  . . . . . . . . . . . 164
6.6.2 Çözüm önerileri  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127 7.6 KOBİ’LER İÇİN BAZI SONUÇ VE ÖNERİLER  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 165
6.7 GIDA SANAYİİ  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 128
6.7.1 İşletme Sayısı, Mevcut Kapasite ve SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 167
Kullanımı  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 128
6.7.2 Gıda Sektöründe Üretim  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 129
KAYNAKÇA  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 175
6.7.3 Gıda Sektöründe Dış Ticaret  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 130
6.7.4 Yurtiçi Talep  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 132
6.7.5 Gıda Sanayİnde Fİyat Hareketlerİ  .. . . . . . . . . . . 133
6.7.6 Gıda Sanayinin Güçlü Yönleri  . . . . . . . . . . . . . . . . . . 134
6.7.7 Gıda Sanayinin Zayıf Yönleri  . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 134
6.7.8 Gıda Sanayi için Tehditler  .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 135
6.7.9 Gıda Sanayinin Önündeki Fırsatlar  .. . . . . . . . 135
SUNUŞ

İGİAD’ın iş ahlâkının yanısıra çalışmalar yürüttüğü girişimcilik alanı, tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizde de önemini korumaya devam etmektedir. Sosyal ve ekonomik tarihimize
yakından bakıldığında kökü çok eskilere dayanan bir girişimcilik anlayışına sahip oldu-
ğumuz görülür. Bu anlayış kendine özgü hususiyetler içermektedir. Zira girişimcilik an-
layışımızı şekillendiren ve ona farklı derinlikler katan medeniyet değerlerimiz ve ahlâkî
prensiplerimiz olduğunu belirtmek gerekir.
Ülkemiz, birçok bakımdan hızla gelişmekte ve kabuk değiştirmektedir. Bu değişim süre-
cinde ticari ilişkilerimizin mahiyeti de değişmekte; farklı unsurlar, aktörler ve paramet-
reler devreye girmektedir. Ticaretin şekli, araçları ve yapısı da bu değişimden nasibini
almıştır. Ticari ilişkilerimiz, birçok unsurun bir arada gözetilmesini gerektiren ilişki biçim-
lerinin ve yöntemlerin farkındalığını gerektirmektedir. Tüm bu değişim sürecinde değiş-
mez olarak kalan husus ise ticaretin özüdür. İGİAD Girişimcilik Raporu, var olan değişim-
leri ve ticari faaliyetlerdeki söz konusu temel amaçları göz ardı etmeyen ve diğer yandan
da girişimciliğin bize has özelliklerinin altını çizen bir yaklaşımı önermektedir.
Elinizdeki rapor, mevcut sistem, politika, çevre ve değerler manzumesinden bağımsız bir
girişimcilik anlayışının doğru ve yeterli bir anlayış olmadığını vurgulamakta ve girişimci-
liği insan, eşya ve tabiat arasında kurulmuş doğal dengenin ticari faaliyetlerdeki bir yan-
sıması olarak görmektedir. İGİAD’ın “ahlâklı girişimcilik” vurgusu, sözü edilen uyumlu ve
dengeli ekonomi anlayışının bir ürünüdür. Bu anlayış hak, adalet, dürüstlük ve değerleri
önceleyen bir ekonomi anlayışıdır. Ticari girişimlerimizde hakkı merkeze alan ve daya-
nışmanın önemine vurgu yapan İGİAD, “ahlâkî olmayan bir iş meşru değildir” prensibini
ticari girişimlerde gözetilmesi gereken önemli bir kıstas olarak görmektedir.
Girişimcilere rehberlik yapma ve model sunma düşüncemizin bir sonucu olarak hazırla-
nan Girişimcilik Raporu ile İGİAD, girişim ve girişimcilik kavramlarının doğru bir zemin-
de tartışılmasına ön ayak olmayı ve mevcut girişimcilik anlayışımızın kodlarını doğru
okumaya yardımcı olmayı amaçlamaktadır. Bu, aynı zamanda girişimcilik açısından eko-
nomimizin geldiği durumu ve girişimcilik karnesindeki notumuzu da görmemizi sağ-
layacaktır. Diğer yandan, Türkiye ekonomisinin gelişmesinde ve ilerlemesinde önemli
roller üstlenmiş olan KOBİ’lerin ve müteşebbislerin güçlendirilmesi için mevcut engel-
lerin kaldırılması meselesi her geçen gün daha da önemli hale gelmektedir. Girişimcilik
Raporu’nun en temel amaçlarından birisi de mevcut engelleri doğru ve tutarlı bir şekilde
4 5 tespit etmek ve çözüm önerileri konusunda “ortak aklı” harekete geçirmektir.
Günümüzde girişimcilik, yeni düşüncelere ve yeniliklere açık girişimcilerin vizyonuyla şekillene-
cektir. Ülkemiz, yeni pazarlara ve yeni iş alanlarına güçlü bir şekilde girebilen, müşterek girişimci-
liği doğru bir şekilde gerçekleştirmiş, dış pazarlara açılmış, güçlü ortaklıklar gerçekleştirerek bü-
yüme sağlamış ve ahlâkî değerlerine bağlı girişimcilerin çabalarıyla daha da güçlenecektir.
Ahilik ve Lonca Teşkilatı örneğinde olduğu gibi ticari geleneğinde girişimciliğe kurumsal kimlik
kazandırmış bir anlayışın temsilcileri olarak bugün bizlere daha çok iş düşmektedir. İGİAD Girişim-
cilik Raporu’nun bu alandaki kaynak boşluğunu doldurma çabalarına katkı sağlamasını ümit eder,
raporun tüm girişimcilerimiz için anlamlı bir rehber olmasını dilerim.

ŞÜKRÜ ALKAN
İGİAD Yönetim Kurulu Başkanı
ÖZET

Girişimciliğin tarihi aslında piyasa ekonomisinin tarihi demektir. Bu nedenle girişimcilik,


risk alma, yenilikleri yakalama, fırsatı değerlendirme ve tüm bunların hayata geçirilme
süreci olarak anlam kazanıyor. Girişimci davranışları içinde bulundukları sistemin para-
metreleri tarafından şekillendiriliyor. Ancak girişimcilik adına bu yüzyılda ortaya atılan bir
takım alternatifler kaynak israfına ve verimsizliklere de yol açıyor. Küresel ısınma, alarm
veren çevre, tatminsiz insan, pervasızca yüklenilen tabi kaynaklar, sinekten yağ çıkartma
operasyonuna döndürülen kârlılık arayışlarının insanı, tabiatı ve gelecek nesli doğrudan
tehdit eder hale geldiğini gösteriyor. Bu noktada derneğin kuruluş amacını da kapsayan
iş ahlâkının önemi gündeme geliyor. Sürdürülebilir kalkınma ve barışçıl bir dünyanın
tesis edilebilmesini ve insan-eşya-tabiat arasındaki ahengin korunmasını temin edecek
tarzda ticari faaliyet gösteren bir girişimcinin iki temel prensibe sahip olması gerekiyor:
Bir yandan kâr ve karlılık ararken, bu arayışını çok daha kuşatıcı olan toplumsal doku ve
insanî öncelikler ve tabiatın dengeleriyle uyumlu hale getirmek zarureti duyulur.
Günümüzde rekabet gücünün bileşenlerinde meydana gelen büyük değişim, girişimci-
nin önemini emsalsiz bir şekilde artırıyor. Daha önceleri bir ülkenin mukayeseli üstün-
lüklerini ve bunun beraberinde getirdiği rekabet gücünü (i) iş bölümü ve uzmanlaşma,
(ii) sahip olduğu yeraltı ve yerüstü tabii kaynaklar ve (iii) ulusal tasarrufların düzeyinin
belirlediği varsayılmakta idi. Vurgu daha çok üretim eksenli idi. Günümüzdeki gelişmeler
bu unsurları yok saymamızı gerektirmese de önemlerinin azalmasına neden oldu. Bu
dönemde rekabette ağırlık teknoloji paradigmalarına, toplumsal organizasyonlara ve
yönetişim kapasitesine kayarken, bu da diğer faktörlerin yanı sıra, girişimcinin önemini
daha da artırıyor.
Bu çalışma ile İGİAD sivil toplum alanında kendine ait bir fark oluşturmaya çalışıyor. Giri-
şim ve girişimci denildiğinde şirketler konunun merkezine yerleşiyor. Eldeki çalışmanın
esas ilgi sahası, şirketleri çevreleyen dış alem. Zira Türkiye’de girişimciliği güdük bırakan
6 7
temel kırılmanın meydana geldiği katman ve dolayısı ile ilk düzelmelerin olması gerektiği alan
burası. Günümüzde Türkiye’de girişimciliğin kalitesinin benzer ve önde giden birçok ülkenin ge-
risinde kaldığını gösteren birçok parametre var. Yenilikçilik, patent başvurusu, Ar-Ge harcaması
ve bunun alt bileşenleri, rekabetçilik endeksindeki sıra, dış ticaret dengesi, ihraç ve ithal malla-
rının katma değer açısından nitelik mukayesesi, açılan ve kapanan şirket sayısı, nesilden nesile
başarıyla devredilen şirket sayısı gibi birçok gösterge tanımlamak mümkün. Bütün bu ve benzeri
değişkeni kuşatmak üzere, bir ülkede sermaye birikiminin mevcut yapısı girişimciliğin kalitesini
ve düzeyini çok yakından yansıtan bir veri olarak alınabilir. Örneğin Amerikan finans çevrelerinin
dergisi olarak bilinen “Forbes Magazine” tarafından 2008 yılında açıklanan dünyanın milyarderleri
listesindeki 1142 kişi arasında Türkiye’den 35 kişi yer almıştır. 2006 yılında bu sayı 25 kadardı.
Türkiye’den “milyar dolarlık servet sahibi” listesine giren işadamlarının toplam serveti 50 milyar
doları bulmazken, listede en zengin on işadamı listesine giren üç Hintli işadamının servetinin
toplamı tam 130 milyar dolar etmektedir. En zengin birinci sıradaki kişi, 62, ikinci 60 ve üçüncü
sıradaki Bill Gates’in ise 58 milyar dolarlık bir servete sahip olduğu tahmin ediliyor. En zengin ilk
300 girişimci arasında Türkiye’den üç kişi girebilirken, en büyük ilk 300 şirket arasında Türkiye’den
girebilen bir tek Türk şirketi bile yok. Bir başka ifadeyle dünya klasmanında rüştünü ispatlamış bir
adet bile şirket ve marka yok iken, listede zenginlerin yer alması ülkemizdeki çarpıklığı işaret edi-
yor. Bu noktada geleceğin girişimcilik alanlarının şunlar olması bekleniyor: İletişim teknolojileri,
inşaat, enerji ve finansal sektörler.

Bir ülkede girişimciliğin gelişmesi için daha çok girişimcinin ortaya çıkması için üstesinden gelin-
mesi gelen konuların başlıkları şöyle:
• Makroekonomik istikrar ve dengenin temini.
• Rekabet ve iyi yönetişim ortamının sağlanması.
• Piyasaya giriş ve çıkış serbestisinin sağlanması.
• Risk ve ödül arasında denge kurulması gereği.
• Finansmana erişim kolaylığı.
• Piyasa esnekliklerinin temini.
• Düzenleyici ortamın kalitesinin artırılması.
• Vergilendirmenin adil, basit, tabana yayılmış ver düşük olması.
• Nitelikli işgücüne erişim.
• Firmalar arası işbirliğinin tesisi.
• Girişimcinin kapasitesinin artırılması.

Başarılı bir girişimcilik için de kişisel faktörler şu şekilde sıralanabilir:


• Üretim aşamasında, ürünün/hizmetin üretimiyle ilgili teknik bilgiler ve girişimle ilgili yasal
mevzuat hakkında bilgi sahibi olması.
• Çalışanlar ve yöneticiler arasında motivasyon sağlayabilecek yöneticilik yeteneklerine sahip
olması.
• Çalışanlarının eylemlerini girişimin ortak hedefine yönlendirebilmesi, bu hedefe ulaşmada or-
taya çıkabilecek motivasyon sorunlarına çözüm bulabilmesi önemlidir. Zira girişimin başarısı,
çalışanların girişimin amacını gerçekleştirecek yönde eylemlerde bulunmaları ile sağlanabilir.
• Yine, amaçlara ulaşmak için sistematik bir inceleme yaparak hedeflerin somut kriterlerle ta-
nımlanmış ve sıralanmış olması bir hayli önemlidir. Keza iş süreci boyunca hangi
aşamada bulunduğunu saptamak için, belirlenen hedeflerin neresinde olunduğu ve
hangi ölçüde başarı gerçekleştirildiği sık sık değerlendirilmeli
• Hedefler gerçeğe çevrilebilecek stratejileri üretebilmek amacıyla sürekli yaratıcı ol-
malı, faaliyet gösterilen alandaki gelişmeler sürekli takip etmeli.
• Ulaşılması herkes için mümkün olmayan bilgi, fikir ve düşüncelere kolaylıkla ulaşa-
bilmelidir. Bunun için bilgiye ulaşılabilecek insan ve kurumlarla gelişmiş bir iletişim
ağına sahip olmalı.
• Zamanı en verimli şekilde yönetmek için planlamalar yapmalı.
• Sorumluluk alma yetisine ve risk alabilme cesaretine sahip olmalıdır. Riskleri paylaş-
tırmak ve girişimin hedeflerini kolaylaştırması için başkalarını ikna edebilme özelliği-
ne sahip olmalı.
• Sürekli kendini geliştirme arzusunda olmalı, yeniliklere uzak kalmamalıdır.
• Girişimcilik faaliyetlerinde temel amaç kar etmektir, fakat girişimci faaliyetlerinin za-
rar etme riskini de üstlenmelidir. Bu bağlamda girişimcilik sağlam bir risk alma bece-
risi olarak da tanımlanabilir.
• Bir girişime başlamadan önce, geleceğe yönelik olarak yükselen ve gerileyen sektör
analizlerinin yapılması, arz ve talebin ne yönde gelişeceğini belirlenmesi de önemli.
• Girişimcinin hedeflediği gelir, işin sermaye yapısına bağlı olarak değişim gösterir.

Diğer yandan girişimcinin kriz dönemlerini göz önünde bulundurarak önceden kaynak-
lar ayırmak suretiyle, girişimine sigorta niteliğinde önlemler alması, bu dönemlerin atla-
tılmasında büyük önem taşıyor.
Girişimcinin, tedbir almasını gerektiren başlıca hususlar şunlar:
• Çeşitli nedenlere bağlı olarak meydana gelecek ülkedeki ekonomik durgunluğa bağlı
olarak nakit akışında meydana gelebilecek aksamalar.
• Piyasadaki fiyat istikrarsızlığının beraberinde getirdiği mâlî kaynak sıkıntıları.
• Türkiye gibi uzun süre yüksek enflasyonist bir ortamda yaşamaya alışan kişilerin dü-
şük enflasyon ortamına geçişte karşılaşacağı davranış ve strateji problemleri.
• Artan girdi maliyetlerine bağlı olarak işletme giderlerinin artması.
• Devlete, özel kuruluşlara ya da kişilere olan borçların karşılanması konusunda yaşa-
nabilecek zorluklar.
• Girişimi olumsuz etkileyecek hukukî düzenlemeler ve mevzuat değişiklikleri.
• Faaliyet gösterilen ülkeyi de etkilemesi muhtemel uluslararası ekonomik krizler

Türkiye’de Girişimciliğin Tarihi


Türkiye, 1980 yılından bu yana dışa açık, ihracata dayalı bir liberal ekonomi anlayışıyla
ekonomisini yönetmeye ve bu ideal doğrultusunda kurumlarını oluşturmaya çalışmıştır.
Ancak bu ilk defa denemiş bir model değil. 1980’den 1923’e kadar geriye gidip Cumhu-
riyet tarihine baktığımızda, iktisat politikalarının devletçilikten liberalizme kadar çeşitli
iktisadî modeller arasında gelip gittiği gözlemi yapılabilir. Türkiye’de girişimciliğin tarihi-
ne bakıldığında başka ülkelerde olduğu gibi, ülkemizdeki seyrinin devletin uyguladığı
8 9
ekonomi politikalarından bağımsız olmadığı görülüyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye’de girişimcili-
ğin tarihi girişimciler ve devlet arasındaki ilişkinin tarihiyle de yakından alakalı.
Girişimciliğin gelişimi bağlamında 1923’ten günümüze kadar öne çıkmış 5 ana dönemden söz
etmek mümkündür:
• 1923-1929 arasında “özel girişimciliğe teşvik”,
• 1930-1946 arasında “devletçilik ve yansımaları”,
• 1946-1960 “liberal ekonomiye geçiş”,
• 1960-1980 “planlı ekonomi denemesi” ve de
• 1980’den günümüze dek “dışa açık liberal ekonomi”yi sayabiliriz
Kısaca bu dönemlerin genel özelliklerinden bahsetmek gerekirse, 1923-1929 arasında uygula-
nan politikalarda milli bir burjuvazi inşa etmek ve sermaye birikimini bu yolla temin etmek üzere
genel olarak özel girişimciliği ön plan çıkartan oluşumlara yer verildi. Öte yandan bu yıllardaki
girişimciliğin kimler tarafından gerçekleştirildiğine bakıldığında devletin yüksek kademelerinde
çalışan bürokratların bunu üstlendikleri görülüyor. Dolayısı ile Türkiye’nin ilk girişimcileri devletin
içinden gelen bürokratlar olagelmiştir. Hatta dönemin hakim karakterine uygun olarak Türkiye’de
de özel sektöre ve rekabetçi anlayışa zaman zaman hışımla yaklaşanların olduğu da belirlendi.
1950-1960 arası, çok partili siyasi hayata, ekonomide de serbest piyasa uygulamalarına geçiş an-
lamında kritik bir dönem. Ancak, dönemin başında liberal ekonomiye yönelik, piyasa ve özel sek-
tör yanlısı vaatler sunulmuşsa da (de jure), gerçekte (de facto) karışık devlet müdahaleleriyle piya-
sayı daraltan ve bu müdahalelerde sürekli değişikliğe giderek iş dünyasını zor durumda bırakan
bir ekonomi yönetimi anlayışı sergilendi. 1960-1980 dönemi ise “planlı ekonomi denemesinin”
yapıldığı yıllar. Ancak 70’li yıllarda popülist politikalar, yaşanan ideolojik kavgalar, petrol şokları,
Türkiye’nin Kıbrıs Çıkartması ve ardından gelen ekonomik ambargo gibi nedenlerle dış ödemeler
dengesi, enflasyon ve işsizlikle kendini gösteren ekonomik darboğazlar, askerî darbeler ve de-
rin siyasi istikrarsızlıklar iş dünyasının performansını düşürdü. 1980 başında 24 Ocak Kararlarıyla
başlayan süreç ise geçmişten bir kopuşu da ifade etmek üzere yeni bir döneme işaret etmektedir.
1980 askerî darbesinin ardından kurulan hükümetin piyasa ekonomisi yönelimi, o günden bugü-
ne Türkiye’nin ekonomi politikasını planlı ve ithal ikameci modelden dışa açık liberal ekonomiye
doğrulttu. Oysa Türkiye’nin kayıp on yılı olarak kayıtlara geçen 1990’larda her hangi açıdan ele
alınırsa alınsın tam ortam adeta bir girişimcilik mezarlığı olarak tanımlanabilir. 1990’lı yılar boyun-
ca bütün şirketlerin yıllık karlarının % 70’lere varan kısmı düzenli olarak “faaliyet dışı gelirlerden”
oluşmaya başladı yani kısır faiz ekonomisi.

Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmelere (KOBİ) ilişkin tespitler:


Türkiye’deki küçük ve orta büyüklükteki işletme sayısı 1.720.598 olup, işletmelerin sektörel da-
ğılımlarına bakıldığında en büyük payı % 46,19 ile ticaret sektörünün oluşturduğu görülüyor.
İmalat sektöründe ise toplam işletmelerin %14,35’ini oluşturan 246.899 firma yer alıyor. Hizmet
sektöründeki işletmeler KOBİ kapsamında değerlendirilmiyor. Burada, mikro ölçekli olarak tanım-
lanan 1 ila 9 işçi çalıştıran işletmelerin, toplam imalat sanayi işletmelerin %89,12’sini oluşturarak
en yüksek paya sahip oldukları ortaya çıkıyor.
Sermaye ve ciro yetersizliği, optimum ölçek ekonomilerine sahip olmama, kurumsal yapılanma-
daki eksiklikler, düşük verimlilik, varolan kaynaklardan yararlanabilmek için gerekli şartları karşıla-
makta çekilen zorluklar, finansman maliyetlerinin yüksekliği ve teminat göstermede çekilen zor-
luklar KOBİ’ler bağlamında takip edilmesi gereken temel sorun alanlar olarak göze çarpıyor. Dışa
açılma bağlamında ise bilhassa 2002-2006 döneminde ihracata dayalı atılımın katman
katman yayılması KOBİ’lere de önemli bir motivasyon getirdi. KOBİ’lerin halen istihdama
olan katkısı % 60 civarında. İstihdamdaki payın %77’ler düzeyinden buraya gerilemiş
olması aslında bu işletmelerde de yüksek katma değerli ürünlerin bir ölçüde arttığını
ortaya koyuyor.

Bu şartlar altında KOBİ’lere yönelik olarak bir dizi tavsiye sunmak mümkündür:
• KOBİ’ler kümelenme modelinde olduğu gibi merkezi ve optimal bir tedarik sistemi ile
üretim girdilerini ve ham maddelerini daha ucuza temin edebilirler ve bu avantajı kâr
marjlarını artırmada kullanabilirler.
• KOBİ’ler mühendislik hizmetini bünyelerine daha fazla sindirip en az bir mühendis
istihdam edebilirler ve kalifiye işgücü kullanıp verimliliklerini artırabilirler.
• Ortak Ar-Ge ve yenilikçilik alt yapısı kurdukları taktirde tasarım ve özgün ürün yapmak
ve daha fazla rekabet gücüne sahip olmak ayrıcalığı kazanabilirler. KOBİ desteklerin-
den rasyonel bir biçimde yararlanarak katma değeri yüksek ürünler üretebilirler.
• Yönetim ve organizasyon yapılarını değiştirmek üzere ortak danışmanlık havuzların-
dan yararlanabilirler. Böylece geleneksel yapıdan çağdaş bir yapıya geçmeleri müm-
kün olabilir.
• Kredi olanaklarının artırılmasında makro düzeyde girişimde bulunmaları, bağlı ol-
dukları örgütler kanalıyla mümkün olabilecektir. Böylece bankaları ve finansman ku-
ruluşlarını zorlayabilirler.
• Son tahlilde ise KOBİ’lerin gerçek anlamda üretici olmaları ve sanayi yatırımlarına yö-
nelik rasyonel kaynakları kullanmaları, ulusal çıkarlara yönelik bir sanayileşme politi-
kası ile mümkün görünmektedir.

Sonuç ve değerlendirmeye gelince


• Günümüzde rekabette ağırlık teknoloji paradigmalarına, toplumsal organizasyonla-
ra ve yönetişim kapasitesine kaymış, bu noktada karşımıza devletlerin ve toplumların
bu imkânlardan yararlanabilme kapasiteleri çıktı.
• Öte yandan günümüzün en belirgin vasfı, süreklilik ve hız kazanmış olan değişimin
beraberinde getirdiği yaygın riskler ve belirsizliklerdir.
• Bu şartlar altında girişimcilik yeni düşüncelere ve yeniliklere açık ve gelecekte olabi-
lecek değişimleri öngörebilecek kapasitede kişilerin vizyonuyla şekillenmekte.
• Girişimci, belirsizlik altında karar alabilen, kararlı ve azimli, güçlü sezgi sahibi, iyi göz-
lemci, hayal gücü yüksek, kaynaklara ulaşabilecek ilişkiler ağına sahip, çok yönlü dü-
şünebilen, ikna gücüne sahip olan, bağımsız düşünebilen, esnek, yaratıcı, kendine
güvenen bir kişilikler olmak zorunda.
• 2008 yılındaki Dünya Ekonomik forum’unun Davos’taki zirvesine de damgasını vur-
duğu üzere işbirlikçi yenilikçilik alanlarına olan ilgi tam da müşterek girişimciliğin yıl-
dızının parladığını gösterdi.
• Şirket dışında gün geçtikçe daha çok firma kendisi ile tedarikçileri, dağıtıcıları, müş-
terileri ve rakip firmaları ayıran dış bariyerleri de azaltmaktadır. Üreticiler ulaştırma
zamanını ve depolama maliyetlerini azaltmak için tedarikçilere, dağıtıcılara ve pera-
10 11
kendecilere giderek daha yakın çalışmaktadır. Yeni pazar eğilimlerini belirlemek ve ürün kali-
tesini artırmak için müşterilerle üreticiler yakınlaşırken, eski rakipler de yeni iş fırsatlarından
istifade etmek için birbirine yakınlaşmaktadır.
• Türkiye’nin küresel bütünleşme çağında karşılaştığı en büyük tehditlerin başında hala sağlam
bir girişimci sınıfı oturtamamış olması gelmektedir.
• Girişimcilik üzerinde devletin sürekli müdahaleciliğinin ve bu meyanda diğer ekonomik poli-
tikaların derin etkileri olduğu anlaşılıyor.
• 2007 yılı sonu itibariyle, önemli bir girişimcilik unsuru olarak ekonomide makro ekonomik
dengenin büyük ölçüde tesis edildiği görülmektedir. Bu aşamada büyüme, fiyat istikrarı ve
finansal istikrar üç önemli girişimcilik göstergesi olarak öne çıkmaktadır.
• Gerileyen sektörlerden yükselen sektörlere geçiş: Türkiye’nin girişimcilik sektörleri ağırlıklı ola-
rak fiyat rekabeti yapılan ve kar marjlarının giderek azaldığı geleneksel düşük katma değerli
sektörlerden oluşmaktadır.
• Rekabetçi ekonomiye doğrudan yabancı sermaye katkısı: Gerek mevcut tasarruf-yatırım açığı-
nın finansmanı, gerekse yukarıda sözü edilen yenilikçilik ve verimlilik ekonomisi yoluyla yüksek
katma değer elde edip yüksek kar marjlarıyla sermaye birikimini tesis etmek için Türkiye’nin
muhakkak surette bir doğrudan yabancı sermaye girişine ihtiyacı vardır.
• Fark oluşturarak cazibe merkezi olma: Bundan sonra doğrudan yabancı sermayenin “yeşil alan
yatırımlarına” kaydırılabilmesi için dünya sistem içinde Türkiye’nin belirgin bir “fark oluşturma”
kapasitesi ön plana çıkmaktadır.
• Krize girişimci davranışları: Bütün bu beklentilere rağmen 2007 yılı ve sonrasında içeride ve
dünyada ekonomilerde yanşamaktan olan süreçler fırsat kollamaktan ziyade muhafazakar
stratejileri gerektirmektedir.

Ayrıntılı bir değerlendirme ve sonuç kısmının yer aldığı girişimcilik raporu, yedi bölümden oluşu-
yor. Birinci bölümünde girişimcilik üzerine temel kavram ve gözlemler, ikinci bölümde Türkiye’de
girişimciliğin gelişimi üçüncü bölümde ise Türkiye’de girişimciliği yok ettiği düşünülen genel eko-
nomik ortamın değişimi ele alındı. Bu bölümde ağırlık daha çok 2001 krizi sonrasında kaydedilen
gelişmelere verilmekte, temel reformlara değinilmekte, ekonomideki kurumsallaşma çalışmaları
dikkate sunuldu. Dördüncü bölümde kaydedilen gelişmelerden sonra Türkiye’de şirketleri kuşa-
tan makroekonomik istikrarın ne ölçüde ikame edilebildiği incelenirken, başarılan hususlar kadar
aynı zamanda sürecin yan etkileri de irdelendi. Beşinci bölümde ekonomide yaşanmakta olan son
yıllardaki sıkıntılar mercek altına alınarak dönüşüm sürecinin nerede ve neden zorlandığı ve bu
meyanda yapılması gereken ikinci nesil reform çalışmaları ön plan çıkartıldı. Altıncı bölümde, bir
önceki bölümde ele alınan yükselen ve gerileyen sektörler incelemesi bağlamında bundan sonra
girişimciliğin ne yönde kanalize olması gerektiği yolunda bazı ipuçları elde edilmeye çalışıldı. Ye-
dinci ve son bölümde ise bir girişimci fidanlığı olarak bilinen Küçük ve Orta Boy İşletmeler (KOBİ)
ele alınarak eldeki çalışma açısından bir durum tespiti yapılmaya ve bazı öneriler getirilmeye ça-
lışıldı.
GİRİŞ
NEDEN BİR GİRİŞİMCİLİK RAPORU?
İGİAD PERSPEKTİFİ

P 1
REKABET GÜCÜNÜN BİLEŞENLERİ DEĞİŞİRKEN
GİRİŞİMCİLİK

Piyasa ekonomisinin tarihi aslında girişimcinin tarihidir. Zira piyasanın taşıyıcı gücü gi-
rişimcidir. Zamana ve mekana göre bireyci ya da cemaatçi vurgu öne çıkmış olsa da,
günümüzde esas olan bireysel girişimciliktir. Nitekim merkezi planlama ve faşizm dene-
yimlerinde olduğu gibi bu gerçeği reddederek piyasa karşıtı birtakım karşı alternatifleri
ikame etmeğe çalışan “piyasa dışı” modeller de denenmiştir. Ancak bu modeller, içermiş
olabileceği bir takım iyi niyetlere rağmen, vaatlerini yerine getirememiş, tersine mal ve
hizmet üretiminde kaynak israfına ve yüksek mübadele maliyetlerine sebep olup sonun-
da büyük bir hayal kırıklığı ile ortalıktan çekilmiştir.
Çeşitli düzeylerde yönlendirilmiş ve denetlenmiş de olsa, piyasa mekanizması üretimin,
dağıtımın ve bölüşümün ana mihveri olduğu sürece girişimci geleceğin de kahramanı
olmaya devam edecektir.
Günümüzde rekabet gücünün bileşenlerinde meydana gelen büyük değişim, girişim-
cinin önemini emsalsiz bir şekilde artırmaktadır. Daha önceleri bir ülkenin mukayeseli
üstünlüklerini ve bunun beraberinde getirdiği rekabet gücünü (i) iş bölümü ve uzman-
laşma, (ii) sahip olduğu yeraltı ve yerüstü tabii kaynaklar ve (iii) ulusal tasarrufların düze-
yinin belirlediği varsayılmakta idi. Burada vurgu daha çok üretim eksenli idi. Bu yüzden
J.B. Say gibi bazı iktisatçılar “yeter ki üret, alıcısı çıkacaktır” (Say Yasası) demekte idi. Oysa
günümüzde köprünün altından çok sular aktı.
Günümüzdeki gelişmeler bu unsurları yok saymamızı gerektirmese de önemlerinin azal-
12 13 masına neden olmuştur. Şöyle ki; üretim paradigmasının küreselleşmesiyle uzmanlaşma
ve iş bölümü; serbest ticaret ve rekabet sayesinde doğal kaynakların tahditleri ve nihayet dünya-
daki fonların fazlalığı nedeniyle de ulusal tasarrufların eksikliğinin telafi edilebileceği bir dönem
yaşanmaktadır.
İşte tam da burada karşımıza devletlerin ve toplumların bu imkânlardan yararlanabilme kapasite-
leri çıkmaktadır. Bu bağlamda günümüzde rekabette ağırlık teknoloji paradigmalarına, toplumsal
organizasyonlara ve yönetişim kapasitesine kaymakta, bu da diğer faktörlerin yanı sıra, girişimci-
nin önemini daha da artırmaktadır.
Bu meyanda günümüzde girişimcilik kavramı daha çok risk alma, yenilikleri yakalama, fırsatları
değerlendirme ve tüm bunların hayata geçirilme süreci olarak anlamlandırılmaya başlanmıştır.
Konuyla ilgili kalıcı katkılar sunan J. Schumpeter’e göre girişimcinin fonksiyonu, yeni bir buluşla
veya yeni bir mal üreterek ya da eski bir malı denenmemiş teknolojileri kullanarak yeni bir yön-
temle üretmek suretiyle üretim sürecine yeni bir bakış açısı sağlamaktır. İşte kapitalizme atfedilen
“yaratıcı yıkıcılık” teriminin bir ayağında rekabet, diğer ayağında da risk alma kabiliyetine bağlı bu
girişimcilik öğeleri vardır. Neticede Adam Smith’in “görünmez eli” ile Schumper’ın “yaratıcı yıkıcı-
lığının” baş aktörü girişimcidir.

2
GİRİŞİMCİLİĞİN BU TOPRAKLARDAKİ KARŞILIĞI

İslam Peygamberinin bizatihi kendisi ve eşi bir girişimcidir. Peygamber, yeri geldiğinde “bu işleri
piyasada pazarlık tayin eder” diyerek serbest piyasa modelini işaret ederken, bir yandan da sürekli
denetim mekanizmasını çalıştırarak piyasanın piyasa güçlerine bırakılmayacak kadar önemli bir
düzenleme alanı olduğunu da göstermiştir.
Tarihte kaydedilen ve “şirket hukukunun temeli” olarak görülebilecek olan uygulamalarla (Muda-
raba) daha sonradan Batıda ortaya çıkacak olan Commenda tipi ortaklığa örnek oluşturmuştur.
İslamiyet’in kaynağı olan Kur’an-ı Kerim, helal ve alın terine dayalı rızkı elde etmek üzere arzın
Müslümanların önüne amade kılındığından bahsetmektedir. Nitekim İslam Endülüs’ten Aceme,
Anadolu ve Asya’ya tüccarlar aracılığı ile taşınmıştır. Denebilirki dünya tarihinde ilk küreselleşme
deneyimi en zor devirde Müslüman tüccarlar sayesinde yaşanmıştır.
Selçuklu ve Osmanlılar döneminde de girişimciliğin yeni örnekleri sergilenmiştir. Selçuklular tica-
reti ve üretimi de kapsamak üzere Ahilik ve Lonca teşkilatları ile egemenlik coğrafyalarını girişim-
cilik için adil, öngörülebilir ve planlanabilir bir alana çevirmiştir. Osmanlı bütün ticaret yollarını
denetim altına almış, Vakıf Medeniyeti ile egemenlik coğrafyasının her köşesi mal ve hizmet akı-
şının göreceli olarak canlı tutulduğu bir istikrar adasına döndürülmüş, piyasanın temel kurumları,
devletle-piyasa arasındaki karşılıklı sinerji ortamı tesis edilmiştir.
Müslüman toplumlarda sermaye birikiminin, girişimciliğin ve kapitalist bir birikim modelinin ku-
rulmasının önündeki en büyük engelin bizatihi İslamiyet’teki Riba (faiz) yasağı olduğunu öne sü-
ren birçok çalışma vardır. Ancak bundan daha da derinde olmak üzere Max Weber’le başlayan bir
ekol, zaten tasarruf yatırım üzerinden bir sermaye birikimi rejimi olan kapitalist sanayileşmenin
ancak Batı’da mümkün olduğunu iddia etmiştir. Weber yaklaşımının merkezine Avrupa’nın tasar-
ruf saikini vurgulayan Protestan Ahlâkı’na sahip olmasını öne çıkartmaktadır. Weber’e göre, İslam
dahil, Doğu’daki diğer dini öğretilerin burada zikredilen “bir lokma bir hırka” anlayışını reddeden
dünyevi boyutunun ağır basması nedeniyle, söz konusu kapitalist birikim rejiminin batı-dışı top-
lumlarda gerçekleşmeyecektir.
Aradan geçen sürede Weber’in yanıldığını gösteren Asya’da birçok başarılı sanayileşme
modelleri ortaya çıktığı gibi, Türkiye ve Malezya gibi örnekler de Weber’in aleyhine delil
olarak belirginleşmektedir. Öte yandan tek başına riba yasağının sermaye birikiminin
önünü keseceği iddiası da anlamlı durmamaktadır. Sermaye birikimi rejiminin tek bir
türü olduğu ve bunun böyle kalacağı iddiası bilimsel bir yaklaşımdan ziyade modern
bir “mit” veya “inanç” olsa gerektir. Keza faiz paranın fırsat maliyetini ölçen tek etkin ve
adil bir araç olarak lanse etmekte tarih dışıdır. Bir başka ifadeyle, yerli değerleri hareke-
te geçirerek farklı araç ve avadanlık içinde bir ülkenin veya medeniyet havzasının yeni
girişimcilik, ortaklıklar ve sermaye birikimi süreçleri tayin etmesi mümkün ve esasen ge-
reklidir.
Bize göre, Peygamberi tüccar olan, “veren elin alan elden daha üstün olduğunu” söyle-
yerek emeği, girişimciliği ve kazanmayı yücelten, bunu yaparken de şükretmeyi ve infak
etmeyi öğreten bir dinin mensuplarının günümüz Türkiye’sindeki girişimcilik karnesi ta-
rihteki gerçeklikten kopmuş durumdadır.

3
KAPİTALİST GİRİŞİMCİLİĞİN AŞIRILIKLARI VE
İGİAD’IN ARAYIŞI

İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği (İGİAD) eldeki bu raporla başlayarak, yukarıda bah-
sedilen eksen kaymasıyla daha yakından yüzleşmek niyetindedir. Bu raporda daha çok
konunun sıcak veya nispeten konjonktür boyutu ele alınacak, katmanlar derinleştikçe
ise kaybolan değerlerin devamında izi daha belirgin olarak sürülebilecektir.
Buraya kadar ki vurgudan da açıkça anlaşılacağı üzere girişimciliğin içinde büyüyüp şe-
killendiği bir çok uzun vadeli unsurları vardır. “At sahibine göre kişner” diye bir atasözü
vardır. Girişimci de içinde bulunduğu sistemin ana unsurları tarafından şekillendirilmek-
tedir. Bunların bir kısmı kişinin kendine bağlı olmakla beraber, kuşatıcı olarak girişimcili-
ği belirleyen unsurlar arasında siyasi ve iktisadî sistemin karakteri, tarih-dil-din gibi me-
deniyet değerleri ve nihayet coğrafya gibi faktörler başta gelmektedir. Örneğin karmaşık
birtakım tarihsel süreçler nedeniyle Batı Avrupa bireysel girişimciliği, Doğu ise daha çok
cemaatçi veya dayanışmacı girişimciliği ön plana çıkartmıştır. Yine tarihsel süreçlerde
şirket hukuku, ortaklıklar ve sermaye birikimi gibi konulara farklı bakışlar olmuş, bu da
farklı iktisadî yapılara ve kalkınma düzeylerine yol açmıştır.
Yazının başında piyasadan kopuk ve girişimciliği ihmal eden yapıların verimsizlik ve ha-
yal kırıklıklarıyla ortalıktan çekildiği ifade edilmişti. Hazır söz sistem, çevre ve girişimci
noktasına gelmişken yeni bir soru daha sormanın sırasıdır: Bu yüzyılda ortaya çıkan al-
ternatif birtakım açılımlar kaynak israfı ve verimsizliklere neden olurken, günümüzde
hakim paradigma olan piyasa ekonomisinde benzer verimsizlikler ve israf başka boyut-
larıyla müşahede ediliyor değil mi?
Hem de fazlasıyla! Örneğin küresel ısınma, alarm veren çevre, tatminsiz insan, pervasızca
yüklenilen mahdut tabii kaynaklar, adeta sinekten yağ çıkartma operasyonuna döndü-
rülen kârlılık arayışları vs. gibi daha birçok alarm veren gösterge, ekonominin insan ve
toplumdan çoktan koptuğunu, bırakın verimsizliği, insanı, tabiatı ve gelecek nesli doğ-
rudan tehdit eder hale geldiğini göstermektedir.
14 15
Tabii burada “verimlilik” denen kavramdan ne anlaşıldığı son derece önemli olmaktadır. Günü-
müzde neo-klasik iktisatın ve bunun arkasındaki ayak bağını bile görmeye engel olan “kısa vadeci”
materyalist yaklaşım tarzı, verimliliği kısa vadede her yolu mubah görerek karını azamileştirmek
olarak tanımlanmaktadır. Oysa uzun vadede insan ve tabiat arasındaki bağları yozlaştıran, insanı
kendine, yani emeğine ve manevi değerlerine yabancılaştıran bir verimlilik anlayışı sürdürülebilir
değildir.
Ancak burada suç bizatihi girişimcide değil, girişimciyi kuşatan sistem, çevre, yani değerler man-
zumesinde aranmalıdır. Örneğin dini bütün bir girişimcinin neden atom bombasını icat etmediği
sorusu kolay kolay kimsenin aklına gelmez. Uyuşturucu ticaretinin tümüyle ortadan kaldırıldığı
bir ortam için de kimse “neden bu sektörde girişimcilik eksik kalmıştır” demeyi aklından geçirme-
yebilir. Hatta dükkanına giren bir müşteriyi henüz siftah etmemiş komşu dükkana yönlendiren bir
esnafın davranışı da kolaycı bir yaklaşımla “akıl dışılığa” hamledilemez. Belli ki burada bir yandan
girişimciliği şekillendiren medeniyet değerlerinden, ahlâk dünyasından ve değerler manzume-
sinden bahsedilirken, öte yandan son tahlilde rızkını kovalarken kâr elde etmeyi de hedefleyen
bir “kişilikten” bahsetmekteyiz.
O halde sürdürülebilir kalkınma ve barışçıl bir dünyanın tesis edilebilmesini ve insan-eşya-tabiat
arasındaki ahengin korunmasını temin edecek tarzdaki bir girişimcinin iki temel prensibi olacak-
tır: bir yandan kâr ve karlılık ararken, bu arayışını çok daha kuşatıcı olan toplumsal doku ve insanî
öncelikler ve tabiatın dengeleriyle uyumlu hale getirmek zarureti duyacaktır. Başka bir ifadeyle
Mubah olan her şeyi deneyecektir ancak her yolu mubah görmeyecektir.
Böylece iktisadî faaliyet toplum içinde, toplum için yapılan bir uğraşıya dönecek. Bununda önemli
sonuçları olacaktır. Her şeyden önce bu girişimci tipi, insanı eşyanın peşinden sürükleyen, tüke-
tim beygirine çeviren, kendisini de kısa vadeli amansız bir kâr arayışına kilitleyen konumda olma-
yacaktır. Tersine, insanı yücelten ve önceleyen, bunu yaptığı ölçüde de toplumun geleceğinde
kendine yer bulacak olan, yaptığı iktisadî faaliyeti inanç ve değerler manzumesinin bir parçası
haline getiren ve böylece zamanlar arası (intertemporal) tatmin fonksiyonunu azamileştiren bir
işadamı, bir girişimci tipolojisi ortaya çıkmış olacaktır.
Burada açıkçası yeni bir “iş ahlâkından” bahsedilmektedir. Ancak, insanlığı dibe doğru bir yarışın
parçası haline getirmeyi şimdilik başarı hanesine kaydettirmiş olan kapitalizmin egemenlik alanı-
nın tam da ortasından geçerken, burada dile getirilen arayış şimdilik hayali bulunabilir.
Hayalsiz yarın olmaz. Ayrıca burada kurgulanan ahlâkî olanın tarihte karşılığı vardır. İnsanlığın ta-
rihinin Hegelci bir diyalektikle, önceden sonu tanımlanmış materyalist ve lâdini bir çizgide devam
etmediğini tarihten biliyoruz. İnsanın ontolojik ve epistemolojik gen haritasının bilinçsizce ve
biteviye tahrip edilmesi durumunda, yani insan fıtratının direnç katsayısının yeterince zorlandı-
ğında buna neden olan düzenin kendi yok oluşunu (entropi) hazırladığını ve bunun enkazından
yeni umutların filizlenebileceğini biliyoruz. Eğer antropoloji denen modern bilim dalının yegane
görevi yerin alt katmanlarındaki kemikleri biriktirip, tasnif edip müzelerde sergilemek değilse, o
halde tarihe gömülmüş insanlık hikayelerinin semavi dinlerin temel kitaplarına da yansıyan kıssa-
larından birtakım dersler de çıkartmak gerekmektedir.

4
TÜRKİYE’DE MEVCUT GİRİŞİMCİLİK PROFİLİ VE
ÇALIŞMANIN KAPSAMI

Girişim ve girişimci denildiğinde şirketler konunun merkezine yerleşmektedir. Burada şirketlerin


içi, şirketleri çevreleyen dış alem ve bu iki alan arasında mekik dokuyan girişimci yer almakta-
dır. Bu çalışmada bir girişim veya teşebbüs olarak şirketlerin içi şimdilik ilgi sahamızın
kısmen kenarında kalmaktadır. Eldeki çalışmanın esas ilgi sahası, şirketleri çevreleyen
dış alemdir. Zira Türkiye’de girişimciliği güdük bırakan temel kırılmanın meydana gel-
diği katman ve dolayısı ile ilk düzelmelerin olması gerektiği alan burasıdır. Bu meyanda
günümüzün şikayet edilen modern paradigmasının içinde de olsa, geldiğimiz aşamada
Türkiye’de girişimcilik ortamının bir durum tespiti yapılmaya ve bir takım öneriler sunul-
maya çalışılmaktadır.
Günümüzde Türkiye’de girişimciliğin kalitesinin benzer ve önde giden birçok ülkenin
gerisinde kaldığını gösteren birçok parametre vardır. Yenilikçilik, patent başvurusu, Ar-
Ge harcaması ve bunun alt bileşenleri, rekabetçilik endeksindeki sıra, dış ticaret dengesi,
ihraç ve ithal mallarının katma değer açısından nitelik mukayesesi, açılan ve kapanan
şirket sayısı, nesilden nesile başarıyla devredilen şirket sayısı gibi birçok gösterge tanım-
lamak mümkündür.
Bütün bu ve benzeri değişkeni kuşatmak üzere, bir ülkede sermaye birikiminin mevcut
yapısı girişimciliğin kalitesini ve düzeyini çok yakından yansıtan bir veri olarak alınabilir.
Örneğin Amerikan finans çevrelerinin dergisi olarak bilinen “Forbes Magazine” tarafından
2008 yılında açıklanan dünyanın milyarderleri listesindeki 1142 kişi arasında Türkiye’den
35 kişi yer almıştır. 2006 yılında bu sayı 25 kadardı. Türkiye’den “milyar dolarlık servet sa-
hibi” listesine giren işadamlarının toplam serveti 50 milyar doları bulmazken, en zengin
on işadamı listesine giren üç Hintli işadamının servetinin toplamı tam 130 milyar dolar
etmektedir. En zengin birinci sıradaki kişi, 62, ikinci 60 ve üçüncü sıradaki Bill Gates’in ise
58 milyar dolarlık bir servete sahip olduğu tahmin edilmektedir. Türkiye’nin zenginleri,
bu en zenginler listesine ancak 247. sıradan girerken, ilk 300 isim arasında Türkiye’den
sadece üç isim yer alabilmetedir.
Oysa Türkiye dünyanın en büyük 17. ekonomisi durumundadır. Türkiye İstatistik Kurumu
(TÜİK)’in revize milli gelir rakamları, 2007 yılı itibariyle Türkiye’nin milli gelirinin 650 mil-
yar doları aştığını göstermektedir. Kişi başı geliri 9300 doları aşan Türkiye artık “üst orta
gelir grubuna” dahil bir ülke konumundadır. Nüfusu ise 70 milyondur. Böyle bir ülkenin
35 adet milyarder çıkarmasını eleştirmek değil, tam tersine daha çok ve her birinin daha
zengin olmasını beklemek gerekirdi. Ancak yine de listeye girebilmek hasebiyle teselli
bulurken, olayı sıkıntılı ve Türkiye’nin girişimcilik kalitesi açısından endişe verici hale so-
kan gerçek ise başkadır.
Şöyle ki en zengin ilk 300 kişi arasına Türkiye’den üç işadamı girebilirken, en büyük ilk
300 şirket arasında tek Türk şirketi bile yoktur. Fortune dergisinin 2006 yılı verilerine göre,
en büyük 500 şirket arasında Koç Holding sıralamaya ancak 348. sıradan dahil olmuştur.
Bir başka ifadeyle dünya klasmanında rüştünü ispatlamış bir adet bile şirket ve marka
yok iken, Türkiyeden üç zenginin libteye girebilmesi ülkemizdeki çarpıklığı işaret etmek-
tedir.
Bütün bunlara rağmen bu verilerden yola çıkarak hiç olmazsa geleceğin girişimcilik
alanlarına yönelik bir işaret olabilir diye, yukarıda zikredilen üç girişimcinin hangi sek-
törlerde faaliyet gösterdiğine bakmak faydalı olabilir. Bunlardan birincisi iletişim tekno-
lojileri alanında, diğeri inşaat ve enerji, üçüncüsü ise daha çok finansal sektörde faaliyet
göstermektedir. Yani bunlardan ikisi hizmet, diğeri ise Türkiye’nin küresel ligde temsilini
sağlamak potansiyeline sahip olan ve devletin kucağına sığınmak yerine, küresel reka-
bet ortamında rekabet ederek büyümeyi başarmış olan inşaat alanında yer almaktadır.
16 17
Bir başka olumlu gelişme de bir sene arayla zenginler listesine giren girişimci sayısının artmış
olması. Acaba bütün bu gelişmeler bize Türkiye’de girişimcilik ortamının son yıllarda ne yönde
geliştiğini göstermektedir? Acaba geçmişte kaçırılan sermaye birikimi şansının bundan sonra te-
lafi edilmesi diye bir süreç başlamış mıdır?

5
GİRİŞİMCİLİĞİN VERİMLİ ÇEVRE ŞARTLARI

Kalkınma literatüründe girişimciliği etkileyen birçok husustan bahsedilmektedir. Girişimci son


tahlilde risk alıp, kar elde etmeye çalışan kişi olduğuna göre, girişimciliği etkileyen hususları tespit
ve tayin etmek çok zor olmasa gerektir.
• Mülkiyet hakları rejimini sağlam ve şeffaf olduğunu gösteren yasal ve kurumsal zemin, olması
gerekenlerin başında gelmektedir.
• Kâr elde etmeyi mümkün kılan bir mimarinin ekonomiye hakim olması gerekmektedir. Zira
kârlılık sadece girişimcinin şahsi gayretlerinin sonunda başarılan bir olgu değildir. Bu meyan-
da üretim ekonomisinin önünü açmak üzere, yapısal dönüşümün sağlanması ve makro eko-
nomik istikrarın temin edilmesi gerekmektedir.
• Yapısal anlamda, (i) emek piyasalarındaki katılıkların yok edilmesi, (ii) vergi yapısının üretimi ve
istihdamı cezalandırıcı mahiyetten çıkartılması, (iii) piyasa giriş çıkışların daha şeffaf ve serbest
olması, (iv) icra-iflas kanunlarının rekabeti engellemeyecek şekilde oluşturulması, (v) ticaret
kanunlarının girişimciliği, ortaklığı ve rekabeti destekler mahiyette olması, (vi) devletin piya-
salardaki rekabeti bozacak şekilde kaynaklar ve piyasalar üzerinde baskı yapmasının önüne
geçilmesi, (vii) ulaşım, iletişim, enerji, sağlık ve eğitim sektörlerini de kapsamak üzere kaliteli
ve olabildiğince rekabetçi fiyatlardan hizmet veren alt yapı hizmetlerinin ikame edilmiş olması
gerekmektedir.
Bunlardan pozitif dışsallığı yüksek olan ve kamusal mal mahiyetinde olan eğitim, sağlık ve
ulaşım sektöründe mümkün olduğu kadar özel sektör devreye sokulurken, bunun mümkün
olmadığı durumlarda ise yine özel sektörle sinerji içerisinde olarak kamu sektörünün devreye
girmesi gerekmektedir.
• Kıt kaynakların ve girişimciliğin olabildiğince gerileyen verimsiz sektörlerden çıkarak yüksek
katma değerli sektörlere yönelmesini temin etmek üzere verimlilik odaklı ve performans bağ-
lantılı teşviklerin ihdas edilmesi önem kazanmaktadır.
• Yine elde edilen kârların tüketim odaklı kısa vadeli hedefler yerine, stratejik ve uzun vadeli sek-
törlerde yeniden yatırıma aktarılması için piyasa uyumlu destek ve denetim mekanizmasının
birlikte devreye sokulması gerekmektedir.
• Ülkede üretilecek katma değerin olabildiğince yerli kaynaklarla finansmanı sağlanması sure-
tiyle oluşturulan katma değerin zenginlik, gelir, istihdam ve refah kaynağı olarak olabildiğince
ülke içinde tutulması temel öncelik olmalıdır.
• Girişimciliğin geliştiği bütün ülkelerin ortak özelliği olarak makro ekonomik dengenin uzun
yıllar boyunca korunmuş olduğu gerçeği not edilmelidir. Gerçekten de girişimciliğin şartların-
dan birisi de işadamını kuşatan belirsizlik ortamının yok edilip, öngörülebilirliğin artırılmasıdır.
Örneğin piyasa, kur ve faiz gibi temel risklerin yüksek ve öngörülemediği ortamda uzun vadeli
bir girişimciliğin gelişmesi beklenemez.
Bu meyanda fiyat istikrarının sağlanmış olması, bütçe ve cari açıktan oluşan iç ve dış açıkları-
nın istikrarı bozmayacak ve sürdürülebilir bir düzeyde tutulması, ülkenin toplam borç
stokunun (özel artı kamu) ekonomide istikrarı bozmayacak seviyelere çekilmiş olma-
sı gerekmektedir. Bilhassa uzun vadede enflasyon ile sürdürülebilir büyüme arasında
ters orantılı bir ilişki olduğu unutulmamalıdır. Bu meyanda kısa vadeli durgunluklara
karşı piyasaları hareketlendirmenin bir gereği olarak takip edilecek genişleyici birta-
kım para politikalarının ötesinde, enflasyondan büyüme ve istihdam oluşturması yö-
nünde bir beklentiye girilmemesi gereği, girişimciliği kökten etkileyen bir veri olarak
kaydedilmelidir. Sağlam para, önemli bir girişimcilik aracı olup, enflasyonist ortamda
paranın satın alma, mübadele ve değer biriktirme şeklinde tanımlanan klasik fonksi-
yonları ortadan kalkmaktadır.
Benzer bir şekilde, 1980’lerden sonra Türkiye’nin artan oranlarda sığındığı bir uygu-
lama olarak, sanayinin korunup kollanması ve rekabetçi üstünlük temin edilmesi için
suni kur politikalarına yaslanılmamalı, bilhassa devalüasyonlar çıkış yolu olarak gö-
rülmemelidir.
Yine fonlama maliyetlerini ilgilendiren faiz oranlarının rekabetçi düzeylere çekilmiş
olması son derece önemlidir. Bunu temin etmek üzere dış alemdeki fon kaynaklarının
tüketimi tetikleyecek şekilde değil de, daha çok üretim ekonomisinin önünü açacak
şekilde ülkeye çekilmesi ve elbette bundan daha da ideali olarak tasarruf oranlarının,
ülkenin değerleri ve kültürel atlası ile uyumlu yeni tasarruf araçlarınında yardımıyla
yükseltilmesi gerekmektedir.
• Girişimciliğin toplumsal bir zemine oturtulması da yapısal reformlar ve makro eko-
nomik istikrar unsurları gibi önemlidir. Bu anlamda artan ve gelişen girişimcilik faa-
liyetlerinin yüksek ihtidam, gelir ve refah olarak topluma dönüyor oluşunun garanti
edilmesi gerekir. Günümüzde de birçok sorun nedeniyle gündeme geldiği üzere, bir-
çok durumda piyasaların, piyasa güçlerinden korunması ve kollanması gerekmekte-
dir. Zira kısa vadeli hesaplar piyasalarda şaşılık oluşturmakta ve günümüzde ABD’de
konut sektöründe yaşandığı üzere, uzun vadede ulusal zenginliği erozyona uğratan
verimsizliklere neden olmaktadır. Bu meyanda piyasa aktörlerinin sergilediği kârlılık
odaklı davranışların otomatik olarak daha adil bir gelir dağılımına ve daha yüksek
bir istihdama dönüşmeyeceği hesaba katılmalıdır. Açıkçası burada, emeğin ve top-
lumsal alanda mahrum kalan ve mağdur olan kesimlerin korunup kollanması, emek
yoğun sektörlerin verililiğinin artırılması suretiyle ayakta kalmasının temin edilmesi
de hesaba katılmalıdır.
Türkiye’de şirketlerin %99’u küçük ve orta boy işletme (KOBİ) statüsündedir. İmalat sana-
yi KOBİ’leri üzerine yapılan çalışmalar ise bunların da %90’ının 1-9 kişi çalıştırdığına işaret
etmektedir. Ayrıca şirketler ister büyük, isterse küçük olsun, böyle bir ortamda girişim-
cilik fidanlığı olarak bilinen KOBİ’lerde sermayenin korunması ve şirketlerin kalıcılığının
sağlanması gereği önem kazanmaktadır.
Türkiye’de verimlilik ve rekabet gücü artışı denildiğinde otomatik olarak akla ücretle-
rin bastırılması gelmektedir. Bu da sosyal barışı zedeler mahiyetedir. Nitekim 2001 krizi
sonrasında yaşanan süreçte, işgören-emekçi kesimin alım gücü reel bazda pek iyileş-
memiş, 2007 yılı sonunda dahi reel ücretler 2001 seviyelerinin sadece birazcık üzerinde
seyretmektedir. Oysa kalkınma tarihi bize içeride iş görenlerin sürekli fakir bırakıldığı bir
ülkenin zenginleşme imkânının olmadığını göstermektedir. Zira son tahlilde bir ülke iç
piyasasının da katkısıyla gelişecektir. Fakir bırakılmış bir halktan oluşan iç piyasada kat-
ma değeri ve kar marjı yüksek mal ve hizmetler üreterek satma imkânı olmayacaktır.
18 19
Bu bağlamda toplumun ortak bir gemi olarak görülerek, adil bir bölüşümün, hakkaniyete dayalı
bir işveren-işgören ortamının oluşturulması sosyal barış açısından son derece önemlidir. Bu felsefi
duruşun bir gereği olarak İGİAD, bir zorlama unsuru olarak değil, ancak bir ahlâkî hassasiyet ola-
rak üyelerini bağlamak üzere her yıl “Asgari Geçim Ücreti” (AGÜ) tespit etmektedir. Örneğin İGİAD
2008 yılı için iki çocuklu bir ailenin, İstanbul’da asgarî olarak geçimini sağlayabilmesi için gerekli
olan ücret seviyesini 1.095 YTL olarak tespit etmiştir.1

6
ÇALIŞMANIN BÖLÜMLERİ

Eldeki çalışma yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümünde girişimcilik üzerine temel kavram
ve gözlemler, ikinci bölümde Türkiye’de girişimciliğin gelişimi üçüncü bölümde ise Türkiye’de gi-
rişimciliği yok ettiği düşünülen genel ekonomik ortamın değişimi ele alınmaktadır. Bu bölümde
ağırlık daha çok 2001 krizi sonrasında kaydedilen gelişmelere verilmekte, temel reformlara deği-
nilmekte ve ekonomideki kurumsallaşma çalışmaları dikkate sunulmaktadır.
Dördüncü bölümde, kaydedilen gelişmelerden sonra Türkiye’de şirketleri kuşatan makroekono-
mik istikrarın ne ölçüde ikame edilebildiği incelenmekte, başarılan hususlar kadar aynı zaman-
da sürecin yan etkileri de irdelenmektedir. Beşinci bölümde, ekonomide yaşanmakta olan son
yıllardaki sıkıntılar mercek altına alınarak dönüşüm sürecinin nerede ve neden zorlandığı ve bu
meyanda yapılması gereken ikinci nesil reform çalışmaları ön plan çıkartılmaktadır.
Altıncı bölümde, bir önceki bölümde ele alınan yükselen ve gerileyen sektörler incelemesi bağla-
mında bundan sonra girişimciliğin ne yönde kanalize olması gerektiği yolunda bazı ipuçları elde
edilmeye çalışılmaktadır. Yedinci ve son bölümde ise bir girişimci fidanlığı olarak bilinen KOBİ’ler
ele alınarak eldeki çalışma açısından bir durum tespiti yapılmaya ve bazı öneriler getirilmeye ça-
lışılmaktadır.

1
İGİAD bünyesinde faaliyet gösteren Asgarî Geçim Ücreti (AGÜ) tespit komisyonu, her yıl, Aralık ayında bir araştırma yapa-
rak İstanbul şartlarında iki çocuklu bir ailenin geçinebilmesi için gerekli olan ücreti tespit etmektedir. Araştırma, bir ailenin;
gıda (kahvaltılık, sebze ve meyve, et ürünleri, bakliyat, ekmek, çay/şeker/yağ), kira, elektrik, su, yakıt, mutfak tüpü, haber-
leşme, ulaşım, eğitim, giyim, ilaç, ev eşyası ve temizlik harcamalarını içeren bir ortalama toplam gideri esas almaktadır.
Bunu tespit etmek üzere 2008 yılı için çeşitli sektörlerden iş görenlerle yapılan anket çalışması esas alınmıştır.
1•
GİRİŞİM VE GİRİŞİMCİLİK

G
Günümüzde rekabet gücünün bileşenleri değişim sürecindedir. Daha önceleri rekabet gücü-
nü uzmanlaşma, doğal kaynaklar ve ulusal tasarruf düzeyinin belirlediği vurgusu ön planda
idi. Günümüzdeki gelişmeler ise bu unsurların öneminin arka plana kaymasına neden ol-
maktadır. Şöyle ki; üretim paradigmasının küreselleşmesiyle uzmanlaşma; serbest ticaret
ve rekabet sayesinde doğal kaynaklar ve nihayet dünyadaki kaynak fazlalığı nedeniyle de
ulusal tasarrufların eksikliğinin telafi edilebileceği bir dönem yaşanmaktadır.
Ancak burada karşımıza devletlerin ve toplumların bu imkânlardan yararlanabilme ka-
pasiteleri çıkmaktadır. Bu bağlamda günümüzde rekabette ağırlık teknoloji paradigmaları-
na, toplumsal organizasyonlara ve yönetişim kapasitesine kaymaktadır. Böyle bir ortamda
bir ülkedeki girişimcilik ortamının ve girişimciliğin kalitesi en büyük mukayeseli üstün-
lük alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

1.1
KAVRAMLAR VE TANIMLAR

Girişim, girişimcilerin ticari faaliyetlerini geliştirmek için kurdukları; belirli bir yasal, finan-
sal, örgütsel ve ekonomik özelliğe sahip olan ekonomik birimlerdir. Öte yandan girişimci
toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri; araştırma, planlama, örgütlenme ve koor-
dinasyon süreçleriyle; bilgi, deneyim ve finansman kaynaklarını kullanarak kuran kişidir.
Buna göre girişimci emek, teknoloji, sermaye ve doğal kaynaklar olarak sayılan üretim
faktörlerini en güncel teknik yöntem ve bilgilerle analiz edip bir araya getirerek mal veya
hizmet üreten birey olarak ön plana çıkmaktadır.
Bunlara ilaveten günümüzde girişimcilik kavramı daha çok risk alma, yenilikleri yakala-
20 21 ma, fırsatları değerlendirme ve tüm bunların hayata geçirilme süreci olarak anlamlandırıl-
maya başlanmıştır. Bu meyanda hem şirket açma süreci, hem de yenilikler yapma süreci girişim-
cilik kapsamına girmektedir. Dolayısıyla yenilik yapmakla birlikte şirket kuruluşlarının bir girişim-
cilik göstergesi olarak kabul edilebileceği düşünülmektedir. Konuyla ilgili kalıcı katkılar sunan J.
Schumpeter’e göre girişimcinin fonksiyonu, yeni bir buluşla veya yeni bir mal üreterek ya da eski
bir malı denenmemiş teknolojileri kullanarak yeni bir yöntemle üretmek suretiyle üretim sürecine
yeni bir bakış açısı sağlamaktır. İşte kapitalizme atfedilen “yaratıcı yıkıcılık” teriminin bir ayağında
rekabet, diğer ayağında da risk alma kabiliyetine bağlı bu girişimcilik öğeleri vardır.
Sonuç olarak girişimcilik yeni düşüncelere ve yenilikle açık ve gelecekte olabilecek değişimleri
öngörebilecek kapasitede kişilerin vizyonuyla şekillenir. Girişimci belirsizlik altında karar alabilen,
kararlı ve azimli, güçlü sezgi sahibi, iyi gözlemci, hayal gücü yüksek, kaynaklara ulaşabilecek iliş-
kiler ağına sahip, çok yönlü düşünebilen, ikna gücüne sahip olan, bağımsız düşünebilen, esnek,
yaratıcı, kendine güvenen bir kişilik olarak şekillenmektedir.

1.2
GİRİŞİMCİLİĞİN EKONOMİK VE SOSYAL GELİŞMEYE KATKISI

Girişimciliğin ekonomik gelişmede önemli bir faktör olduğu birçok araştırmada vurgulanan bir
husustur. Girişimcilik, işletmeciliğin ve toplumun yapısında bir değişimi başlatır ve geliştirir. Bu
değişim büyümeyi ve üretimi artırır. Bu değişim ve gelişmeyi kolaylaştıran anahtar yenilikçiliktir.
Yenilikçilik; hem pazar için yeni mal ve hizmetlerin geliştirilmesini sağlamakta, hem de kurulacak
yeni işletmelere yatırım ilgisini tetiklemektedir.
Girişimci yeni düşüncelerin oluşturulması, yayılması ve uygulamasını hızlandırır. Ayrıca yeni en-
düstrilerin doğmasına yol açar. Yeni teknolojileri kullanan sektörlerde verimliliği artırır ve hızla bü-
yüyen sektörler üzerinden ekonomik büyümeyi hızlandırır. Dolayısıyla girişimci ekonomik faaliyet-
lerin düzenlenmesinde, istihdam oluşturulmasında ve üretim faaliyetlerinde anahtar faktördür.
Üretim kaynaklarını yeni bir tarzda birleştirerek kullanılmayan üretim faktörlerinin kullanılmasını
sağladığından girişimci, ekonomik kaynakların düşük üretkenlik alanlarından yüksek alanlara akta-
rılma sürecinde baş aktördür. Bütün bu açılardan bakıldığında girişimcilik soysal fayda oluşturma-
nın temel alanı olarak öne çıkmaktadır.

1.3
GİRİŞİMCİ BAŞARISINDA TEMEL UNSURLAR

Girişimciliğin ortaya çıkmasına neden olan temel güdülerin neler olduğu konusunda eskiden beri
sürüp gelen tartışmalar vardır. Klasik iktisat anlayışına göre bireysel çıkarların en üst seviyeye çı-
karılması girişimciliği ateşleyen en önemli güdüdür. Yani ekonomik fayda ve kar elde etme isteği
girişimciliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Girişimciliğin ortaya çıkışında kişilik ve çevre fak-
törlerinden hangisinin daha belirleyici olduğu da bir diğer tartışma alanıdır. Kişilik üzerinde duran
yaklaşımlar girişimcinin sahip olduğu kişisel özellikleri ele almıştır. Girişimci kişilikle ilgili en çok
araştırılan özellikler; başarma ihtiyacı, risk almak ve denetim odağıdır. Girişimciliğin ortaya çıkışıy-
la ilgili çevreyi öne çıkaran yaklaşımlar ise girişimcilerin ortaya çıkmasında pazar mekanizmaları ve
devlet/hükümet politikalarının etkili olduğunu vurgulamıştır. Gelişmiş ülkelerde pazar mekaniz-
maları girişimci sınıfın ortaya çıkışında etkili iken; gelişmemiş ülkelerde, girişimciliğin gelişmesi
hükümet politikalarının belirlediği ekonomik güdülere bağlıdır.
Girişimciliği değişik açılardan inceleyen farklı yaklaşımların yanında bu mevcut yakla-
şımlardan yola çıkarak bir senteze ulaşmaya çalışan incelemeler bulunmaktadır. Kişiliğin
girişimciliği etkileyen önemli bir faktör olduğu; ancak kişiliğin diğer faktörlerle birlik-
te düşünüldüğünde girişimciliği anlamaya yardımcı olacağı belirtilmektedir. Girişimci
davranışlarını, o dönemdeki oyunun kuralları ve ekonomideki ödül yapısı büyük ölçüde
belirlemiştir. Örneğin, kaynakların az olduğu ortamlarda girişimci davranışları fırsatların
belirlenmesi ve takibi biçimindedir. Bunun sonucu olarak, fırsatlara yönelmiş kişilerde
büyüyen pazarları belirlemek ve yeni bir işi başlatmak niyeti oldukça baskındır.
Girişimciliğin kişiye ve çevreye bağlı unsurları olduğu yukarıda ifade edildi. Bu çalışma-
nın amacı, girişimciliğin daha çok çevresel faktörler bağlamında nasıl geliştiğini, neler
bağlı olduğunu ve 2001 yılından beri Türkiye’de yaşanmakta olan değişimin sonucunda
girişimcilik açısından nasıl bir ortamın oluştuğunu ortaya koymaktadır.
Dış çevre açısından ele alındığında, bir ülkede daha çok girişimci çıkartmak veya girişim-
ciliği ön plana çıkartmak için aşağıdaki hususların önemli olduğu vurgulanabilir:
a) Makroekonomik istikrar ve dengenin temini: Makro ekonomik ortamdan kasıt, fi-
yat istikrarı, dengeli bir bütçe ve dış ödemeler dengesi, adil bir gelir dağılımı, yüksek istih-
dam ve düşük issizlik ortamının tesis edilmesidir. Makroekonomik dengesizlik; üretimde,
kıt kaynakların tahsis edilmesinde ve gelir dağılımında sorunların olması, belirsizliğin ve
öngörülemezliğin yaygın oluşudur. Bu yüzden kalıcı bir şekilde varlığını sürdüren makro
ekonomik dengesizlik ortamında derinlemesine bir girişimcilik ortamının oluşması, böy-
lece üretim sorununun çözülmesi ve sermaye birikiminin sağlanması imkânsızdır.
b) Rekabet ve iyi yönetişim ortamının sağlanması: “İyi yönetişim” olarak tanımlanan
mülkiyet hakları rejimi kurulmuş, şeffaf, adil ve tarafsız bir hukukî ortam temin edilmiş
olmalıdır. Ancak makroekonomik istikrara nazaran bu ikinci hususun öne çıkabileceği
de görülmektedir.
c) Piyasaya giriş ve çıkış serbestisinin sağlanması: Piyasalar kadın, erkek herkse açık
olmalı ve ayrımcılık yok edilmiş olmalıdır. ta gözlenen mali, cezai ve bürokratik engel-
lerin caydırıcı olmaktan çıkartılmış olmalısı gerekmektedir. Böylece karlılığın yüksek
olduğu alanlara girişte engeller olmayacağı gibi, etkin olmayan şirketlerin de piyasada
zaman ve kaynak israfına nenen olacak şekilde varlığını sürdürmesi zarureti de ortadan
kalkacaktır.
d) Risk ve ödül arasında denge kurulması gereği: Yukarıda girişimciliğin belirsizlik
içerdiği ve risk almayı zaruri kıldığı ifade edildi. Buna rağmen risk almak, kumar oynamak
gibi bir anlama gelmemektedir. Bu meyanda bir ülkedeki siyasi ve iktisadî düzen kural-
sız, iş ahlâkı geri plana itilmiş, kural ve kaideleri ötelenmiş bir vahşi kapitalizme emanet
edildiği ölçüde girişimcilik rasyonel akılla üstlenilecek bir sosyal ve iktisadî davranış ol-
maktan çıkacaktır. Getiri ihtimali kadar muhtemel risklerin belli olmadığı bir ortamda
girişimcilik ölür, yapılan girişimcilik ise “garantili” alanlara kayarak ki bu tür ortamların
tipik özelliği lobicilik ve rantiyeciliktir.
e) Finansmana erişim kolaylığı: Finansmana erişim, büyümenin olmazsa olmaz ko-
şuludur; fakat risk sermayesi piyasasının gelişmemiş olması ve bankaların riskli kredi-
ler vermekten giderek daha fazla kaçınması, girişimci fidanlığı olarak bilinen pek çok
KOBİ’nin finansman güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır. Bu meyanda girişimcinin
kolaylıkla ulaşabileceği ve yeterince çeşitlendirilmiş, sürekliliği sağlanmış, ucuz finansal
kaynakların varlığı, artırılmalıdır.
22 23
Başarılı bir girişimcilik için kişisel faktörler
• Üretim aşamasında, ürünün/hizmetin üretimiyle ilgili teknik bilgi-
ler ve girişimle ilgili yasal mevzuat hakkında bilgi sahibi olması.
• Çalışanlar ve yöneticiler arasında motivasyon sağlayabilecek yöne-
ticilik yeteneklerine sahip olması,
• Çalışanlarının eylemlerini girişimin ortak hedefine yönlendirebil-
mesi, bu hedefe ulaşmada ortaya çıkabilecek motivasyon sorunla-
rına çözüm bulabilmesi önemlidir. Zira girişimin başarısı, çalışanla-
rın girişimin amacını gerçekleştirecek yönde eylemlerde bulunma-
ları ile sağlanabilir.
• Yine amaçlara ulaşmak için sistematik bir inceleme yaparak hedef-
lerin somut kriterlerle tanımlanmış ve sıralanmış olması bir hayli
önemlidir. Keza iş süreci boyunca hangi aşamada bulunduğunu
saptamak için, belirlenene hedeflerin neresinde olunduğu ve han-
gi ölçüde başarılı olunduğunun değerlendirmesinin sık sık yapma-
lısı da esastır.
• Hedefler gerçeğe çevrilebilecek stratejileri üretebilmek amacıyla
sürekli yaratıcı olmalı, alanındaki gelişmeleri sürekli takip etmeli-
dir.
• Ulaşması herkes için mümkün olmayan bilgi, fikir ve düşüncelere
kolaylıkla ulaşabilmelidir. Bunun için bilgiye ulaşılabilecek insan ve
kurumlarla gelişmiş bir iletişim ağına sahip olmalıdır.
• Zamanı en verimli şekilde yönetmek için planlamalar yapmalıdır.
• Sorumluluk alma yetisine ve risk alabilme cesaretine sahip olma-
lıdır. Riskleri paylaştırmak ve girişimin hedeflerini kolaylaştırması
için başkalarını ikna edebilme özelliğine sahip olmalıdır.
• Sürekli kendini geliştirme arzusunda olmalı, yeniliklere uzak kal-
mamalıdır.
• Girişimcilik faaliyetlerinde temel amaç kar etmektir, fakat girişimci
faaliyetlerinin zarar etme riskini de üstlenmelidir. Bu bağlamda gi-
rişimcilik sağlam bir risk alma becerisi olarak da tanımlanabilir.
• Bir girişime başlamadan önce, geleceğe yönelik olarak yükselen
ve gerileyen sektör analizlerinin yapılması, arz ve talebin ne yönde
gelişeceğini belirlenmesi de önemlidir.
• Girişimcinin hedeflediği gelir, işin sermaye yapısına bağlı olarak
değişim gösterir.

f) Piyasa esnekliklerinin temini: Piyasalar yeterince esnek ve rekabetçi, bunların arasında etkin
bir akışkanlık ve iletişimin sağlanmış olması gerekmektedir.
g) Düzenleyici ortamın kalitesinin artırılması: İdari düzenlemelerin iyileştirilmesi yönünde
gösterilen çabalara rağmen, Türkiye dahil olmak üzere bir çok ülkede işletmeler bürokrasinin iş-
letme yönetimi açısından hala büyük bir engel teşkil ettiğine dikkat çekmektedirler.
h) Vergilendirmenin adil, basit, tabana yayılmış ver düşük olması: Makroekonomik
ortamı bozuk olan ülkelerde işletmeler çareyi kayıt dışına kaçmakta bulmaktadırlar. Bu
meyanda vergiler bilhassa ön plana çıkmaktadır. Kaliteli ve adil yönetişimi hayata ge-
çirerek üretim ve ticaretten yani gelir üzerinden vergi toplama kapasitesini kaybeden
devletlerde tarih boyunca vergi bir sömürü ve toplumun üretken gücünü iğdiş eden bir
“salmaya” dönmektedir. Meşhur İslam Filozofu İbn-i Haldun’a göre buna mahal verme-
mek için klasik iktisatçıların daha sonra tespit edeceği gelir ve ikame etkisiyle, minimal
devlet ilkelerini gündeme getirmektedir. Mukaddime adlı eserinde konuyla ilgili olarak
devletin vergi oranlarını artırmakla vergi gelirlerini arttıramayacağını, çünkü vergi yükü
artınca vatandaşların çalışma ve kazanma arzularının azalacağını ifade etmektedir. Ver-
giler artınca pazarlara kesat gelir, teşebbüs şevki kaybolur, en acısı da bu hal ümranın
çözüldüğünü ve çökmekte olduğunu ilan eder. Bunun zararı ise hanedanlığa ait olur.
Bu vaziyet devlet izmihlale uğrayana kadar devam eder. Haldun’un 1100 yıllarında orta-
ya koyduğu bu gerçeği 1980’li yıllarda ABD’de Ronald Reagan’a danışmanlık yapan Art
Laffer savunmuş (Laffer Eğrisi) ve böylece “üretim ekonomisinin geliştirilmesi için vergi
oranlarının düşürülmesi gerekir” tezini Başkan’a kabul ettirmiştir.
i) Nitelikli işgücüne erişim: İşgücü piyasasındaki darboğazlar büyümeye engel olmakta-
dır. İşçilerin becerilerini artırmaya yönelik çabaların yoğunlaştırılması gerekmektedir. Böy-
lece girişimciliğin önündeki en büyük engel olan emek-iş uyumsuzluğu da azaltılmış ola-
caktır. Bu hususun eksik kaldığı ülkelerde “işsizlik ve mesleksizlik” bir arada yaşanmaktadır.
Buna göre şirketler nitelikli beşeri sermaye istihdamındaki açığı kapatamazken, var olan
insanlar da kaliteli bir hayatı idame ettirecek kadar gelir getiren bir iş bulamamaktadır.
j) Firmalar arası işbirliğinin tesisi: Büyük ve küçük ölçekli işletmeler arasındaki ittifak-
lar, yenilikçi ekonomide gerekli esnekliği ve daha büyük pazarları ele geçirmek için kritik
ölçeği kazanmak bakımından giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Büyük ölçekli iş-
letmeler yeni pazarlara, teknolojiye ve yeniliklere erişim sağlamakta, küçük ölçekli işlet-
meler ise finans, bilgi ve iletişim ağlarından daha kolay yararlanabilmektedir.
k) Girişimcinin kapasitesinin artırılması: Girişimcinin yeterli zaman, azim, cesaret ve
ikda kabiliyetine sahip olması gerekmektedir. Ancak bunun için de işletmelerin bilgiden
ve uluslararası fırsatlardan yararlanmalarına yardımcı olmak gerekmektedir. Girişimci-
lerin iç pazarın sunduğu imkânlardan yararlanmaları ve acımasız rekabet koşullarına
uyum sağlayabilmeleri için yenilikler yapmaya ve uluslararasılaşmaya teşvik edilmeleri
gerekmektedir. Bunun için işletmelerin; bilgiye, eğitime ve birinci kalitede destek hiz-
metlerine erişimleri sağlanmalıdır.

1.4
GİRİŞİMCİLİK KÜLTÜRÜ VE ÇEŞİTLERİ

Ancak kişinin karakterine bağlı mahiyeti olmakla beraber, girişimciliğin öğrenilen ve te-
varüs edilen son derece önemli bir boyutu daha vardır. Bu yüzden modern toplumlarda
girişimciliğin bu boyutuna vurgu yapılması çok daha muteberdir. Girişimciliğin kültürle
çok yakından ilişkisi vardır. Gerçekten de bazı kültürler girişimciliği, yani risk almayı, bi-
reysel davranışları, kaybederek, tecrübelerden öğrenmeyi teşvik ederken, bazı kültürler
istikrara çok fazla değer verip, düzeni değiştirecek, alışılmış kalıpların dışına çıkmayı te-
tikleyecek ortalama dışı davranışları hoş görmez ve bastırmak ister.
24 25
Bunu çözmek üzere Türkiye’de de nihayet başlatıldığı üzere, değişimin büyük bir devingenlikle
devam ettiği günümüz şartlarında girişimcilik insanlara küçük yaşlarda öğretilmeli ve girişimci
davranışlar teşvik edilmelidir. Bu meyanda ülkeler, eğitim-öğretim süreçlerini buna göre yapılan-
dırmalı, kişilere risk ve sorumluluk almayı özendiren, merak unsurunu kamçılayan bir biçime ka-
vuşturmalıdır.
İlaveten girişimcilik kültürünün topluma yerleştirilebilmesi için, bireylere düşündüklerini uygula-
maya koyabilmeleri için gerekli donanım ve finansmanın sağlanması gerekmektedir. Bu kültürün
oluşabilmesi için eğitimciler, genel girişimci davranışlarının somut deneyimlerle kazandırılması-
na gayret göstermelidir. Bu konuda özellikle üniversite yönetimleri ve akademik kadrolarına da
önemli görevler düşmektedir.
Kültürle de ilgili olmak üzere girişimciliğin farkı bileşenlerini bir araya getirmek ve çalışır kılmak
mümkündür. Bu gözlem bizi aşağıdaki gibi girişimcilik tipleri konusunda düşünmeye itmekte-
dir. Klasik iktisat girişim (şirket) üzerinde pek durmaz. Bunu “veri” olarak alır ve diğer sonuçlarıy-
la ilgilenir. Klasik iktisatçılar matematiksel modellerin açıklığına ve tutarlılığına odaklanırken bu
modellerin gerçek dünyayı adil ve doğru olarak yansıtıp yansıtmadığı ile fazla ilgilenmemekte-
dir. Aslında, kaynakların uygun dağılımı gibi durağan işlevsel problemler haricinde pek bir şeyle
ilgilenmezler. Buna mukabil, Avusturya okuluna mensup Joseph Schumpeter, üretime teknik ve
durağan bir işlem gibi değil sosyal ve dinamik bir olgu olarak yaklaşıp, merkezinde girişimcinin
olduğu bir kurumsal yenilenme ve büyüme teorisi geliştirmiştir. Israel M. Kirzner ise iktisatçıların
girişimsel bir teori geliştirmedeki başarısızlığını, ekonomik büyümenin motorunun merkezi plan-
lama olduğu yönündeki kuvvetli inançlarına bağlamaktadır.
Girişimcilik kavramı statik değil, kapitalizmle birlikte değişen dinamik bir kavram olup, süreç bi-
reysel girişimcilikten müşterek girişimcilik yönünde gelişmiştir. 2008 yılındaki Dünya Ekonomik
Forum’unun Davos’taki zirvesine de damgasını vurduğu üzere işbirlikçi yenilikçilik alanlarına olan
ilgi tam da müşterek girişimciliğin yıldızının parladığını göstermektedir.
Yeni iş fırsatlarının keşfi ve içselleştirilmesi, yani girişimcilik, pazar bilgisi ile teknik bilginin entegre
edilmesi meselesidir. Bu mesele, kapitalizmin üç ana evresinde farklı aktörler tarafından gerçek-
leştirilmiştir. Bireysel kapitalizmde bireysel mal sahipleri yada ortaklar tarafından, kurumsal kapi-
talizm döneminde profesyonel yöneticiler tarafından, günümüzdeki ağ (network) kapitalizminde
ise girişimsel ağlar tarafından müşterek olarak gerçekleştirilmektedir.
Genel olarak ABD’deki serbest piyasa modelinin birinci türden bir kültürel ortamın ürünü olduğu
ifade edilir. İkinci türe örnek olarak ise genel olarak doğu toplumları örnek verilmektedir. Ancak
Japonya gibi önemli sanayileşme ve kalkınma örnekleri ile sonradan ortaya çıkan Asya’daki diğer
kalkınma vak’aları bize girişimciliğin tek bir çeşidinin olmadığını, içinde bulunulan kültürel orta-
ma uygun girişimcilik hikayelerinin geliştirilebileceğini göstermektedir.
Müşterek (ortak) girişimcilik mevzusu ise daha çok bu ağ kapitalizminde ön plana çıkmaktadır.
Burada bireysel kapitalizmin esnekliği ve kişiselliği ile kurumsal kapitalizmin profesyonel yönetim,
kitlesel üretimin getirdiği kârlar ve finansman olanakları gibi avantajlar bir araya getirilmektedir.
Bu gün çok sayıda büyük ve küçük şirketler gittikçe müşterek (ortak) bir girişime dönüşmekte-
dirler. Açıkçası burada maksat; bu şirketlerin, iş fırsatlarının keşfedilmesi ve değerlendirilmesi için
gerekli bilgilerin paylaşımındaki risk ve ödülleri paylaşmaktır. Örümcek ağına benzer bu yapı, işte
bunun için gerekli olan iletişim, teşvikler ve ilişkileri sağlayan kurumların tamamıdır. Ortak girişi-
min üyeleri birbirleriyle direk iletişim kurarak, iş fırsatlarının keşif ve değerlendirilmesi için gerekli
teknik bilgiyi ve pazar bilgisini çabucak birleştirirler. Girişimsel ağlar olarak tanımlanan bu yapı-
larda yatırımcılar, üreticiler, dağıtıcılar, perakendeciler ve müşteriler stratejik bir ittifakın içinde yer
almaktadır. Kurumsal ittifaklar aynı zamanda şirketlere yeni pazarlara ve özellikle yeni
doğan piyasalara girişteki riskleri paylaşma imkânı verir.
Mesela araba şirketleri yeni arabalar tasarlamak, geliştirmek ve üretmek için birçok te-
darikçi şirket ile teknik ittifaklar oluşturur. Yine bilgisayar ve haberleşme şirketleri cep
telefonları gibi yeni ürünler geliştirmek için ittifaklar kurar. Keza internet perakendecileri
dağıtıcılarla ittifak yapar. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak bu teamülü gös-
termek için şu örnek yeterli olacaktır: Bilgi Teknolojileri (BT) sanayisinde tüm dünyada
1984 yılında 196 olan şirket ittifakı sayısı, 1994 yılında 4358’e yükselmiştir. Zaten bu it-
tifaklar, özellikle küreselleşmeden en çok etkilenen bilgisayar, iletişim ve elektronik alet
sanayinde görülmektedir.1
Müşterek girişimcilik denildiğinde konuyu kurum içi ve kurum dışında olmak üzere iki
aşamada ele almak gerekmektedir. Firma içinden başlamak gerekirse, günümüzde fir-
malar, sahipleri ile yöneticileri ve yöneticiler ile işçileri birbirinden ayıran iç engelleri
azaltmaktadır. Karar alma yetkileri yüksek yönetimden işçi gruplarına kadar kaymakta-
dır. Bunu temin etmeden Japon işletmeciliği son derece isabetli örnekler sunmaktadır.
Bilhassa toplam kalite yönetimin konusunda işletme içindeki müşterek girişimcilik ön
plana çıkmaktadır. Bu meyanda çalışanların çoğuna prim ve hisse seçenekleri (opsiyon)
verilmekte, doğrudan yönetimsel kontroller yerine sağlam bir kurumsal vizyonun önemi
vurgulanmakta ve böylece her çalışan giderek bir girişimciye dönüşmektedir.
Öte yandan gün geçtikçe daha çok firma kendisi ile tedarikçileri, dağıtıcıları, müşterileri
ve rakip firmaları ayıran dış bariyerleri de azaltmaktadır. Üreticiler ulaştırma zamanını
ve depolama maliyetlerini azaltmak için tedarikçilere, dağıtıcılara ve perakendecilere
giderek daha yakın çalışmaktadır. Yeni pazar eğilimlerini belirlemek ve ürün kalitesini
artırmak için müşterilerle üreticiler yakınlaşırken, eski rakipler de yeni iş fırsatlarından
istifade etmek için birbirine yakınlaşmaktadır.
Müşterek girişimcilik denildiğinde konsorsiyumların kurulması ve çeşitli düzeylerde or-
taklıklara gidilmesi ilk akla gelendir. Her şeyden önce her sektör bireysel yada müşterek
girişimciliğe elverişli olmadığı gibi bunu gerektirmeyebilirdir. Bir diğer ifade ile bazı sek-
törlerde müşterek, bazı sektörlerde ise bireysel girişimcilik öne çıkabilir. Örneğim sabit
maliyetlerin çok yüksek, ele edilecek ürünün pozitif dışsallığı ve/veya kamusal mal mahi-
yeti arttıkça bu tür sektörlerde müşterek girişimciliğin mutlaka ön plana çıkartılması ge-
reği vardır. Bu sektörlerde ortak laboratuar kurulması, ortak yatırımların yapılması, ortak
ürün geliştirilmesi son derece gerekli olmaktadır.

1.5
EKONOMİK KRİZ VE BÜYÜME ORTAMINDA GİRİŞİMCİLİK

Temel olarak ekonomide üç sorunun hal yoluna konulmuş olması her hangi bir ekono-
mik sitemin başarısını göstermektedir. Bunlar; üretim, dağıtım ve bölüşüm sorunlarının
halledilmesidir. Serbest girişimlerin ve bunun arkasındaki girişimcilik hikâyelerini artması,
üretim ve etkin dağıtım sorunun biricik yolu gibi gözükmektedir. Bölüşüm konusunda ise
piyasa normlarının yeterli neticeyi vermediği ve kamusal düzenlemelerin önemli olduğu
bilinmektedir. Girişimlerin artması, kaynakların ekonomik verimliliği düşük alanlardan, ve-
1
Panos Mourdoukoutas, Collective Entrepreneurship in a Globalizing Economy, Greenwood Publishing Company,
26 27 1999, 73-90.
rimliliği yüksek alanlara kaymasında en önemli faktörlerden biridir. Girişimcilerin getirdiği yenilikçi
ve yaratıcı düşünceler, ülke ekonomisinde yeni sektörlerin doğmasına sebep olarak ekonomik bü-
yümenin lokomotifi olmaktadır.
Öte yandan, ekonomik büyüme ile ülkelerin rekabet gücünün artması, buna bağlı olarak istih-
dam yaratılması, girişimciler için elverişli ekonomik ortamın oluşturulmasında önemli bir etkiye
sahiptir. Girişimcilerin karşılaşabileceği risklerin azaltılması, kar etme potansiyellerinin artırılması
sürdürülebilir bir büyüme ve kalkınma ile mümkündür.
Ekonomik büyüme, yeni iş kollarının ve sektörlerin yaratılabilmesi için kullanılabilecek yeni kay-
nakları ve riskleri düşük bir ekonomik ortamı beraberinde getirdiği için girişimciliğin gelişmesin-
de en önemli unsurlardan biridir. Bu haliyle büyümenin kendisi de bir girişimcilik faaliyeti olarak
düşünülebilir.
Ekonomik kriz dönemleri, girişimciye alacaklarını tahsil etmek yolunda ve ürettiği mal veya hiz-
meti pazarlayabilme konusunda çok önemli sıkıntılar yaşatmaktadır. Bu da girişimciyi maliyetleri-
ni ve borçlarını karşılayamayacak duruma getirip, işletmeyi iflas etme tehlikesiyle karşı karşıya bı-
rakabilmektedir. Kriz dönemlerinde, normal dönemlerin aksine girişimci risklerini yönetebilmek
için maliyetlerini azaltma yoluna gitmelidir. Ancak reklâm ve pazarlama gibi faaliyetlerde aşırı
ölçüde kısıntıya gidilmesi anlayışı, kriz dönemlerinde sektördeki rakip firmalara avantaj sağlaya-
bilmektedir. Bunun için girişimci, başarılı bir kriz yönetim stratejisi oluşturarak kendisi için potan-
siyel tehlike sayılabilecek unsurlarla mücadele yöntemlerini belirlemeli ve bunları önceliklerine
göre uygulamaya koymalıdır.
Diğer yandan girişimcinin kriz dönemlerini göz önünde bulundurarak önceden kaynaklar ayır-
mak suretiyle, girişimine sigorta niteliğinde önlemler alması, bu dönemlerin atlatılmasında bü-
yük önem taşımaktadır. Girişimcinin, tedbir almasını gerektiren başlıca hususlar şunlardır:
• Çeşitli nedenlere bağlı olarak meydana gelecek ülkedeki ekonomik durgunluğa bağlı olarak
nakit akışında meydana gelebilecek aksamalar.
• Piyasadaki fiyat istikrarsızlığının beraberinde getirdiği mâlî kaynak sıkıntıları.
• Türkiye gibi uzun süre yüksek enflasyonist bir ortamda yaşamaya alışan kişilerin düşük enflas-
yon ortamına geçişte karşılaşacağı davranış ve strateji problemleri.
• Artan girdi maliyetlerine bağlı olarak işletme giderlerinin artması.
• Devlete, özel kuruluşlara ya da kişilere olan borçların karşılanması konusunda yaşanabilecek
zorluklar.
• Girişimi olumsuz etkileyecek hukukî düzenlemeler ve mevzuat değişiklikleri.
• Faaliyet gösterilen ülkeyi de etkilemesi muhtemel uluslararası ekonomik krizler.
2•
TÜRKİYE’DE GİRİŞİMCİLİK

G 2.1
GELİŞİMİ, DÖNÜŞÜMÜ VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUM

Günümüzde derinleşen küresel rekabet ortamında girişimcilik faaliyetlerinin geliştirilmesi


ve bu amaç için sağlanan teşvikler genel olarak her ülkenin ekonomi politikalarında baş
sırada yer almaktadır. Türkiye’de de bu doğrultuda uzun yıllardan beri en azından kâğıt
üzerinde karşılığı olan birçok çaba sarf edilmiştir. Çalışmanın bu bölümünde önce çok kısa-
ca 1920’li yıllardan beri günümüze kadarki dönemin girişimcilik açısından temel kilometre
taşları tespit edilecek, ardından da kriz sonrasındaki gelişmeler ele alınacaktır.
Türkiye, 1980 yılından bu yana dışa açık, ihracata dayalı bir liberal ekonomi anlayışıyla
ekonomisini yönetmeye ve bu ideal doğrultusunda kurumlarını oluşturmaya çalışmış-
tır. Ancak bu ilk defa denemiş bir model değildir. 1980’den 1923’e kadar geriye gidip
Cumhuriyet tarihine baktığımızda, iktisat politikalarının devletçilikten liberalizme kadar
çeşitli iktisadî modeller arasında gelip gittiği gözlemi yapılabilir.
Türkiye’de girişimciliğin tarihine bakıldığında başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de
girişimciliğin seyrinin devletin uyguladığı ekonomi politikalarından bağımsız olmadığı
görülmektedir. Bir başka ifadeyle, Türkiye’de girişimciliğin tarihi girişimciler ve devlet
arasındaki ilişkinin tarihiyle de yakından alakalıdır. Girişimciliğin gelişimi bağlamında
1923’ten günümüze kadar öne çıkmış 5 ana dönemden söz etmek mümkündür:
• 1923-1929 arasında “özel girişimciliğe teşvik”,
• 1930-1946 arasında “devletçilik ve yansımaları”,
• 1946-1960 “liberal ekonomiye geçiş”,
• 1960-1980 “planlı ekonomi denemesi” ve de
28 29 • 1980’den günümüze dek “dışa açık liberal ekonomi”yi sayabiliriz.
2.2
DEVLET ELİYLE GİRİŞİMCİLİK TECRÜBESİ: 1923-1980

Kısaca bu dönemlerin genel özelliklerinden bahsetmek gerekirse, 1923-1929 arasında uygulanan


politikalarda milli bir burjuvazi inşa etmek ve sermaye birikimini bu yolla temin etmek üzere genel
olarak özel girişimciliği ön plan çıkartan oluşumlara yer verilmiştir. Aslında 1923-1929 döneminde
oluşturulan politikalar, 1908-1918 dönemi arasında Osmanlı Devleti’nin ekonomi politikaların-
da belirleyici rol oynamış olan İttihat ve Terakki Fırkası’nın “girişimcilik” anlayışının devamı olarak
görülebilir. Zira bu anlayışın temelinde de takip edilen sanayi politikalarıyla ulusal unsurlardan
oluşmuş bir girişimci burjuva sınıfı oluşturmaktı.1 Nitekim 1913’te yerli üretimi arttırmaya yönelik
konulmuş olan Teşvik-i Sanayii Kanunu’nun 1927’ye kadar yürürlükte kalması da bunu göster-
mektedir. Keza Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ekonomi politikalarının vurgusu da özel girişimciliği
teşvik etmeye yönelik olmuş, 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresi’nde serbest piyasa koşullarının
oluşumunu sağlayacak kurum ve mülkiyet rejiminin kurularak milli girişimcilere yönelik özendiri-
ci teşviklerin verilmesi üzerindeki ilkeler benimsenmiştir.2
Öte yandan bu yıllardaki girişimciliğin kimler tarafından gerçekleştirildiğine bakıldığında dev-
letin yüksek kademelerinde çalışan bürokratların bunu üstlendikleri görülmektedir. Dolayısı ile
Türkiye’nin ilk girişimcileri devletin içinden gelen bürokratlar olagelmiştir. Tabiatıyla bunların
piyasa disiplini anlayışı, girişimciliğin esası olan risk alma, fırsat kollama gibi hassaları gelişmiş
değildi. İçerisinde yetiştikleri kültür, bireysel girişimciliği değil, Ziya Gökalp’in öncülüğünü yaptı-
ğı Durkhaim’ci bir cemaatçiliği esas alıyordu. Bu “işadamı tipi”, Schumpeter’in bahsettiği “yaratıcı
yıkıcılıktan” (creative destruction) çok uzak olup, istikrarı ve statükoyu yüceltmektedir. Değişimin
önüne durağanlığı koyan bu zihni kurgunun zaman içinde atalete, içe kapanmaya ve rant kolla-
ma sürecine dönüşmesi beklenmelidir ki, olan da budur.
1930-1946 döneminde ise 1929 yılındaki Büyük Buhran nedeniyle Türkiye’de de devletin piyasa-
daki rolü öne çıkmış, izlenen katı devletçi anlayış sıklıkla kamu müdahalesini öngören bir ekono-
mi anlayışını ortaya çıkarmıştır. Bu yıllarda “devletçilik” anlayışı çerçevesinde devlet, büyük ölçüde
üretimi gerçekleştiren, ulaşım, bankacılık ve finans alanında etkin, gerektiğinde piyasaya doğru-
dan müdahale eden, fiyatlar üzerinde kontrol sağlayan bir role bürünmüştür.
Öte yandan bu yaklaşımın dönemin dünyadaki hakim eğilimleriyle örtüştüğü görülmektedir. Zira
dünyada bu dönem ABD’de Yeni Yaklaşım (New Deal) ile müdahalecilik yönünde kendini göste-
rirken, Almanya, İtalya ve Japonya bu yolun sonunda faşizme, Rusya ise Beş yıllık Sanayi Politika-
larıyla iyice merkeziyetçiliğe kaymıştır. İktisat literatüründe de neo-klasik iktisadın yerini, müda-
haleciliğin teorik gerekçesini açılayan Keynezyen iktisat almıştır.
Hatta dönemin hakim karakterine uygun olarak Türkiye’de de özel sektöre ve rekabetçi anlayışa
zaman zaman hışımla yaklaşanların olduğu da görülmüştür.3 Kuşkusuz bu yaklaşım ilişkilere de
yansımıştır. Ancak Buğra’nın da çok iyi ortaya koyduğu gibi, bu gerilimlerin bizi özel sektörün
devletin müdahalesinin varlığına karşı olduğu düşüncesine götürmesi hatalı olacaktır. O dönem-
de işadamlarının rahatsızlığı devletin müdahalesinden ziyade, bu müdahalelerin sınırının nerede

1
Ellen Kay Trimberger, Revolution from Above: Military Bureaucrats and Development in Japan, Turkey, Egypt, and Peru, New
Jersey: Transaction Boks, 1978, 4. Bölüm.
2
İşadamı ve devlet arasındaki ilişkilerin incelenmesi için bkz. Ayşe Buğra, “Political Sources of Uncertanity in Business Life”,
Conference on the Dynamics of States and Societies in the Middle East, Kahire, 1989; Ayşe Buğra, 1990, “The Turkish Company
as a Social Institution”, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve İdari Bilimler Dergisi, 4/1, 35-51, Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1995.
3
Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Ankara: Pozitif Yayınları, 2004.
başlayıp nerede bittiğine dair yaşadıkları belirsizlik ve endişeden kaynaklanmaktaydı.4
Dönemle ilgili bir başka önemli ayrıntı da, küçük sanayicilere yönelik olumsuz politika-
larla ilgilidir. Sanayide rekabetin gereksiz ve soğuk olduğu görüşünden hareketle, reka-
betin koşullarını geliştirebilecek uygulamalara gidilmekten ziyade onu sınırlandırmaya
yönelik önlemler tartışılmış ve bu kararlar da büyük işadamları tarafından kabul ve des-
tek görmüştür.5
1930’ların ortalarından sonra ise ilişkilerde nispi bir düzelme olmuş ve 1939’da uygu-
lanması öngörülmüş İkinci Kalkınma Planı’nda bu düzelmenin meyveleri alınmak isten-
miştir. Ancak 2.Dünya Savaşı’nın patlak vermesi süreci kesintiye uğratmıştır. 1940’larda
savaşın da etkisiyle, ekonomide görülen sıkıntılardan ötürü devletin müdahalesi artmış,
özel sektörün içinden bazı kesimlerin ihtikardan faydalanıp vurgunculukla para ka-
zanması ilişkileri yeniden gerginleştirmiştir. Bu süreç yine 1940’lı yılların sonuna doğ-
ru yerini daha olumlu ilişkilere bırakmıştır. Her ne kadar 1946 yılında başlamış olsa da,
1950-1960 arası, çok partili siyasi hayata, ekonomide de serbest piyasa uygulamalarına
geçiş anlamında kritik bir dönemdir. Dönemin başında liberal ekonomiye yönelik, piyasa
ve özel sektör yanlısı vaatler sunulmuşsa da (de jure), gerçekte (de facto) karışık dev-
let müdahaleleriyle piyasayı daraltan ve bu müdahalelerde sürekli değişikliğe giderek
iş dünyasını zor durumda bırakan bir ekonomi yönetimi anlayışı sergilenmiştir. Ancak
bu müdahalelere rağmen özel sektörü geliştirmeye yönelik daha önceki dönemlere kı-
yasla çok daha önemli adımlar atılmıştır. Örneğin 1950’de Sınai Kalkınma Bankası’nın
kurulması, sağlanacak kredilerle özel sektörü geliştirmeyi hedeflemiştir. Bu, uygulamada
yaşanan sıkıntılara rağmen girişimcilik tarihimizdeki önemli adımlardan biri olarak kabul
edilebilir. Ancak bu dönemde özel sektörü geliştirmeye yönelik uygulanan politikala-
rın neticesinde “girişimci ruhundan” ziyade yine o bildik “(ihti)kâr ruhu” ortaya çıkmıştır.
Bunun nedeni, devletin özel sektöre yönelik bir stratejik planlamadan uzak durması ve
sistematik olmaktan uzak müdahaleler rantiye faaliyetleri için uygun bir ortam oluştur-
muş olmasıdır. Böylece ideal ve verimli olabilecek bir girişimci profilinin ortaya çıkmadı-
ğı görülmektedir.6
1960-1980 dönemi ise “planlı ekonomi denemesinin” yapıldığı yıllardır. Sanayi politika-
sının temel omurgasını “İthal İkameciliğin” oluşturduğu bu dönemde, Devlet Planlama
Teşkilatı’nın (DPT) kurulması ve daha sonra da bu sürecin öncülüğünü üstlenmesiyle
“planlama” uygulanmaya çalışılmıştır. Ancak 70’li yıllarda popülist politikalar, yaşanan
ideolojik kavgalar, petrol şokları, Türkiye’nin Kıbrıs Çıkartması ve ardından gelen ekono-
mik ambargo gibi nedenlerle dış ödemeler dengesi, enflasyon ve işsizlikle kendini gös-
teren ekonomik darboğazlar, askerî darbeler ve derin siyasi istikrarsızlıklar iş dünyasının
performansını düşürmüştür.
Göreceli olarak farklı olsa da, daha önceki dönemlerde devletin ve özel sektörün eko-
nomideki koordinatlarıyla ilgili belirsizlikler devam etmiştir. Hem planlamanın getirdiği
bürokratik yükümlülüklerin karmaşıklığı, hem de özel sektör ile devlet kademeleri ara-
sında bilgi akışının verimli sağlanamamasından ötürü bu yıllarda da girişimcilik kalitesi
beklenen yine güdük kalmıştır. 7

4
Buğra, Devlet ve İşadamları, 1995, 150.
5
Age., 153
6
İlkay Sunar, State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1974,
5-8.
30 31 7
Buğra, 1995.
1971 yılında Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜSİAD) kurulması, girişimcilik tarihi-
mizde öne çıkan durumlardan birisidir. Özellikle yoğun siyasal çalkantıların yaşandığı böylesi bir
dönemde, bu örgütlenme ile iş dünyası hem kendi sınıf çıkarları korumayı, hem önceki dönem-
lerde toplum nezdinde bozulan meşruiyetini geliştirmeyi amaçlanmıştır. Bu meyanda TÜSİAD’ın
varlık nedeni Türkiye’yi dışarı açmak, içeride rekabeti yoğunlaştırmak ve uzun vadede sağlıklı bir
girişimcilik ortamı kurmaktan çok uzaktır. Temel amaç; içeride kaynak kullandırmaya dayalı, dışa-
rıda ise korumacılığı öner çıkartan İthal İkameci modelde kaynak kapma ve devletim korumasına
mazhar olma bağlamında daha örgütlü bir mücadele etmektir.

2.3
1980’LERDE İLKESİZ LİBERALİZMİN ALTIN ÇAĞI VE GİRİŞİMCİLİĞİN
ÇÖKÜŞÜ
1980 başında 24 Ocak Kararlarıyla başlayan süreç ise geçmişten bir kopuşu da ifade etmek üzere
yeni bir döneme işaret etmektedir. Bu süreç, IMF’nin veya dış baskıların tesirinden ziyade eko-
nomik zaruretten kaynaklamıştır.8 1980 askerî darbesinin ardından kurulan hükümetin piyasa
ekonomisi yönelimi, o günden bugüne Türkiye’nin ekonomi politikasını planlı ve ithal ikameci
modelden dışa açık liberal ekonomiye doğrultmuştur. Finansal sermayenin önündeki engellerin
kaldırılması, ülkenin doğrudan yabancı sermayeye açık hale getirilmesi, ithalat üzerindeki kotala-
rın kaldırılması, ihracat temelli bir büyüme perspektifi çizilmesi gibi unsurlar, dışa açık liberal bir
ekonomiden beklenebilecek özelliklerdir.
Özel sektöre yönelik geliştirici adımların başında dışa açılmayla beraber gelen ticaret serbestisi
gelmektedir. Dışa açılmanın getirdiği en önemli avantajlardan biri, dış rekabetin disiplinine edici
etkisini kullanarak yerli firmaları ihracatlarını artırmaya yöneltmekti. 1980’lerde devlet tarafından
ihracat teşvikleri kuşkusuz o zamanlarda özel sektörü desteklemeye yönelik atılmış önemli adım-
lardandı. Ancak her ne kadar görünürde olumlu bir adım olsa da, uygulamada ve kurumsal işle-
yişte yaşanan sıkıntılardan ötürü bu teşvikler de yaygın bir rant kapısı haline dönmüştür.
Başarılı kalkınma örnekleri olarak bilinen ülkelerin özelliği, bu ülkelerde şirket davranışlarının uzun
vadeli stratejik hedefler doğrultusunda şekillendirilebilmiş olmasıdır. Bunun şattı ise belirsizliğin
azaltılması, istikrarın sağlanması, desteklerin yanına muhakkak disiplinin de ilave edilmesi, başarı
ve performans kriterlerinin belirlenmesi ve bunların denetlenmesi, başarılı bir kamuoyu iletişimi,
kısa vadeli kazanç ve tüketim alanlarının daraltılarak bunların yerine uzun vadeli davranışları mo-
tive eden ortamın ikame edilmiş olmasıdır.9
Oysa Türkiye’nin kayıp on yılı olarak kayıtlara geçen 1990’larda her hangi açıdan ele alınırsa alınsın
tam ortam adeta bir girişimcilik mezarlığı olarak tanımlanabilir. Bu ortamda tabiatıyla uzun vadeli
değil şaşı bakan şirket yapılarının yükseldiği için Türkiye sermaye biriktiren ve dünya sitemine bir
takım sektörlere markalaşarak ve yüksek katma değerle eklemlenme şansını tümüyle kaybetmiş
oldu. Bu dönemde sağlam bir girişimcilik için şart olan siyasi ve iktisadî istikrar kurulamadı, daha
sonra inceleneceği üzere, çöken kamu maliyesi nedeniyle harcama öncelikleri pozitif dışsallığı
yüksek eğitim, sağlık, Ar-Ge, iletişim, ulaşım gibi temel sektörlerin aleyhine gelişti.
Tersine, kamu sektörünün kartopu gibi artan borçlanma gereğini yerine getirmek için özel sektör
tasarrufları kamunun finansmanına yönlendirilirken, oldukça küçük kalan fon piyasaları üzerinde
kurulan kamu baskısı nedeniyle özel sektör yatırımları dışlandı ve girişimci davranışları kısa vade-
8
Dönemin karakterini anlamak üzere bkz., Ziya Öniş, “Inflation and Import-substituting Industrialization: An Interpretation
of the Turkish Case”, State and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective, İkinci Baskı, İstanbul: Bo-
ğaziçi University Press, 1999, 31-43.
9
Chalmers Johnsonh, “Asya’da Ne Oldu?”, The Nation, 23 Şubat 1998.
ci spekülatif rantiye hareketlerine teslim edildi. 1990’lı yıllar boyunca bütün şirketlerin
yıllık karlarının % 70’lere varan kısmı düzenli olarak “faaliyet dışı gelirlerden” oluşmaya
başladı. Bunun anlamı kısır faiz ekonomisidir. Ayrıca sistsem üzerinde oluşturulan anti-
demokratik baskı mekanizmaları nedeniyle piyasa ekonomisinin kurumları çalıştırılma-
dığından, girişimci ile siyasetçi ve sivil-askerî bürokrasi arasında tam bir yandaş kapita-
lizmi harekete geçirildi. Yatırım ve üretimin güdük kaldığı bu ortamda, istihdam ve gelir
oluşturulamadığı, ilaveten kamunun tercih ettiği enflasyonist finansman politikaları ne-
deniyle de gelir dağılımı ağır bir şekilde bozuldu. Kısa vadeciliğin şaşılığı içindeki ayak
bağını göremeyen şirketler küresel değişim sektirirken, sermaye biriktirme, verimlilik ve
katma değerli sektörlere yatırım yapma şansı kalmadı.
Girişimciliğin kalitesi açısından değerlendirildiğinde kuşkusuz piyasa koşullarının hakim
olduğu bir ortamın, özellikle küçük ve orta ölçekli şirketlerin piyasada hayat bulabileceği,
başkalarıyla açıkça rekabet edebileceği, yeni pazar imkanlarını hızlıca değerlendirebildi-
ği en ideal ortam olduğu söylenebilir. Ancak Türkiye’de bu ortamın kurumlarının doğru
dürüst oluşturulması büyük oranda Şubat 2001 ekonomik krizinden sonrasına kalmış,
1980’den bu yana Türkiye’nin liberal ekonomiyle olan teması pek parlak olmamıştır.10
Özel sektörü geliştirmeye yönelik atılan adımlar yeni rant kapıları yaratmaktan geri kal-
mamış ve politikaların arzulanan sonucu vermeyerek nihayet sistem 2001 yılında eko-
nomide ve siyasal alanda yönetme erkini ve meşruiyetini kaybetmiş bir şekilde iflas
etmiştir.11

2.4
TÜRKİYE UYGULAMASINDAN GİRİŞİMCİLİK DERSLERİ
1923–2001 arasında ortaya çıkan ve girişimciliğin sağlıklı ve verimli temeller üzerine
oturtulmasını geciktiren ortamın bize öğrettiği bir takım dersler vardır. Herşeyden önce
ekonomi politikalarının girişimcilerin tavrını derinden belirlediği çıkartılacak ilk sonuç-
tur. Türkiye’de iktisadî politika tercihlerinin belirli bir felsefeden yoksun oluşu ve adeta
bir deneme tahtasına çevrilmesi, stratejik planlamadan uzak olması, ekonomiye olan
yaklaşımın aşırı pragmatik oluşu temel sıkıntılar olarak belirginleşmektedir. Özellikle bu
tercihlerin belirlenmesi süreci girişimcilik faaliyetlerinin yasal ve toplumsal çerçevesinin
bulanıklaşmasına neden olmuştur. İşadamı devletin rant dağıtan ideolojik-pragmatist
yapısına, rant kollayan karşı bir pozisyon alarak uyum sağlamış, yani devletin mülke,
demokrasiye yaptığı dozu kaçan müdahalelerinden ziyade bunun dışındaki uygulanan
iktisat politikalarının zamanlaması, sınırları ve bileşimi gibi alanlardaki belirsizliklerden
rahatsızlık duymuştur.
Bu meyanda devlet kademelerinde belirlenen ekonomi politika tercihlerinin olması ge-
rektiği gibi kurumsallaştırılamamış olması da dikkat çeken başka bir gözlemdir. Örneğin,
devlet ve iş dünyası arasında ortak bir kalkınma stratejisinin kurulması da yetersiz kal-
mıştır. 1960 yılında kurulan DPT’nin bu amaca hizmet etmesi ve yatırım ortamındaki be-
lirsizlikleri azaltması beklenirken tam tersine hükümetlerin elinde bir araca dönüşmüş ve
işlerliğini tam olarak yerine getirememiştir. Bu durum aynı yıllarda Güneydoğu Asya gibi
ülkelerde de yoğun bir şekilde denenmiş olan planlı kalkınma ve bunun kurumlarından

10
Mustafa Acar, Piyasa, Devlet ve Müdahale, Ankara: Orion Yayınları, 2005.
11
Bu bağlamda eleştirel bir bakış için bkz. Ahmet İnsel, Düzen ve Kalkınma Sürecinde Türkiye: Kalkınma Sürecinde
Devletin Rolü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 1996, 112; Fikret Başkaya, Paradigmanın İflâsı: Resmi İdeolojinin Eleştiri-
32 33 sine Giriş, 6. Baskı, İstanbul: Doz Yayınları, 1997.
çok farklıdır.12 Kurumsallaşmadaki sıkıntının başka bir örneği 1980 sonrasında bulanabilir. İhracatı
teşvik etmeye yönelik devlet tarafından atılan adımların doğru mekanizmalardan uzak olması ve
sıklıkla değiştirilmesi, bu teşviklerin üretime değil ranta zemin sağlamasına neden olmuş, kuşku-
suz bu durum iş ahlâkı açısından değerlendirildiğinde girişimcilik profiline gölge düşürmüştür.
Ekonomi politikalarının içerisinde girişimciliğin hukukî temelinin oturmamışlığı da önemli bir so-
run olmuştur. 1982’ye kadar mülkiyetin hukukî temellerinin zayıf olması, iktidardaki hükümetlere
aşırı güçler veren ve bu yüzden müdahale alanlarının sınırını belirginleştirmeyen hukukî düzenle-
meler, hükümetin gerektiğinde hukukî çerçeveyi göz ardı edebilmeleri, politika uygulamasından
kaynaklanan sorunların çözümü için hukukî yollara başvurulmaması girişimciliğin hukukî altyapı-
sındaki önemli boşluklardır.13 Bu boşluklardan kaynaklanan pürüzler, “iş başarısının herşeyden öte
politik ve bürokratik karar süreçlerini etkilemekten geçtiği düşüncesiyle” bütünlük oluşturmuştur.
Bu durumun işadamları tarafından içselleştirilmesi ve sorun çözümünde hukukî yollardan uzak
mekanizmaları tercih etmeleri iş ahlâkı açısından olumsuz bir profil çizmelerinin bir diğer nedeni
olmuştur. Dolayısı ile devletin tercih ettiği duruşun, Türkiye’de iş ahlâkını çürüten bir mahiyet arz ettiği
açıkça ortaya çıkmaktadır.

12
Ziya Öniş, “The State Planning Organization Versus MITI”, Boğaziçi University Japan and Turkey Symposium, İstanbul, 1992;
Yongping  Wu,  “Rethinking the Taiwanese Developmental State”, The China Quarterly, 177, 2004, 91-114.
13
Buğra, 158
3•
TÜRKİYE EKONOMİSİNİN DÖNÜŞÜMÜ 2002-2007

B Bu bölümde Türkiye’de girişimciliği derinden etkilemiş olan ve yukarıda tartışılan süreç-


lerin, 2001 krizi sonrasında ne yönde geliştiği incelenmektedir. Burada önce ekonomi-
nin içinde bulunduğu yapısal süreç incelenmekte, ardından makro ekonomik istikrarın
temin edilmesinde hangi aşamada olunduğu ortaya konulmaktadır.

2001 yılı ve sonrasındaki gelişmelere damgasını vuran ekonomik krizin doğrudan birta-
kım ekonomik gerekçeleri vardır. Bunlardan bir tanesinin 1999 yılı sonrasında uygulanan
sabit kur çıpası olduğu konusunda yaygın bir kabul vardır.1 Sıcak paranın adeta bir saldırı
halini aldığı bir ortamda, modelin öngörülerinin tersine bir şekilde TL aşırı değerlenmiş,
cari işlemler açığı hızla büyümüş, uluslararası ortamın da bozulması neticesinde 2000
yılı Kasım ayı sonunda ekonomide mâlî bir kriz ortaya çıkmıştır. Bu süreçte sistem düze-
yindeki şeffaflık ve denetim eksiklikleri de son derece derinleşmiş, finansal sektördeki
zararlar ve ahlâkî zafiyetler büyük boyutlara ulaşmıştır.2
3.1
ŞUBAT 2001 KRİZİ

1
Benimsenen modelin para politikası ayağını oluşturan kur çıpasının mimarisi şu şekilde idi: Sabit kur çıpası
bir kur sepetine dayanıyordu. Bu sepet 1 ABD doları + 0,77 EURO bileşiminden oluşuyordu. Bu sepetin Türk
Lirasına göre 2000 yılı sonuna dek düzenli olarak yıllık yüzde 20 oranında değer kaybetmesi öngörülmüştür.
Bu çerçevede Merkez Bankası, Net İç Varlıklar (NİV) kısıtlamasına tabi tutulmuş ve buna göre sadece döviz girişi
karşılığında likidite oluşturmak üzere görevlendirilmiştir. Bir başka ifadeyle, Merkez Bankası bir nevi Para Kurulu
görevini üstlenmiştir. Ancak bu arada bağımsız para politikası gütme ve herhangi bir raydan çıkma ihtimaline
karşı müdahale edebilme imkân ve esnekliği, IMF ile imzalanan bu anlaşma gereği dondurulmuştur. Bkz. İbra-
him Öztürk, Doğu Asya Tecrübesi Işığında Türkiye-IMF İlişkileri, İstanbul: MÜSİAD Yayınları, 2004.
2
Ziya Öniş, “Domestic Politics Versus Global Dynamics: Towards a Political Economy of the 2000 and 2001 Fi-
nancial Crises in Turkey”. Turkish Studies, 4/2, 2003; Ziya Öniş ve Barry Rubin (editörler) içinde yeniden basımı,
34 35 Turkey’s Economy in Crisis. London: Frank Cass.
Bunun bir likidite krizimi mi, yoksa yapısal bir kriz mi olduğu çokça tartışılan konulardandır.3 Bize
göre doğrusu, bu ikisinin birlikte olduğudur. Buna rağmen sözkonusu süreç derinleşerek devam
ederken Merkez Bankası (MB) kur modeline müdahale edebilse ve likidite sıkıntısının bu kadar
derinleşmesini beklemeseydi, 1999 yılından beri zaten reformlar belli düzeyde yapılmakta ol-
duğundan, sistemin kur ayarlaması ile krize girmeden nispeten yumuşak bir geçişle yoluna de-
vam etmesi mümkün olabilirdi. Bu meyanda MB’nın IMF ile yapılan anlaşmalara olan anlaşılması
imkânsız “sadakati” de oldukça ilginç bir deneyimdir. Gerçekten de MB’nin başlangıçta sürecin kö-
tüleşmesini seyretmiş olması, ardından da ortamın bozulmasına paralel olarak kur çapasını terk
ederek zamanında makul bir devalüasyona gitmemiş olması önemli bir yanlışlık olmuştur.
İkinci olarak, başta kamu bankaları olmak üzere bankacılık sektörünün içinde bulunduğu sağlık-
sız yapı krizin bir başka önemli nedeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada bankacılık siteminde-
ki açık pozisyonlar, batık kredi sorunu, likidite yetersizliği, grup içi kredilendirme uygulamaları ve
risk yönetim teknik ve denetimlerinin uygulanmamış olması gibi birçok sorundan bahsedilebilir.
Üçüncü olarak, halktan sürekli gizlenen “devletin kayıt dışılığı” sorunu bu krizde ciddi bir şekilde
karşımıza çıkmıştır. Bu kayıt dışılık yerine göre “Susurluk Skandalı”, yerine göre kamu bankalarında
miktarı 20-30 milyar dolarlı bir aralıkta telaffuz edilen “görev zararı” olarak karşımıza çıkmıştır. Bu
bankaların görev zararlarının zamanında karşılanamaması sürecin arkasındaki en önemli olum-
suzluk olmuştur. Bilindiği üzere Türkiye’nin kalkınmasında önemli katkıları bulunan kamu banka-
larının Türk bankacılık sistemindeki payı o dönemde çok yüksek bir düzeyde seyrettiğinden, mâlî
yapılarının bozulmuş olması ve etkinsizlikleri bütün sistemde mübadele maliyetlerini artırmış ve
sistemin etkin aracılık fonksiyonunu işlevsizleştirmiştir.
Kriz sonrasında ise (Şubat 2001 krizinden sonra) ekonomik program bir nevi dalgalı kura geçiş
yapılarak kaldığı yerden devam ettirilmiştir. Ayrıca piyasaların daha etkin ve verimli çalışmasını
amaçlayan reform süreci de hızlanarak sürdürülmüştür. Bu çerçevede, kısa vadede kamu açıkları-
nın azaltılabilmesi, orta vadede ise ekonomik ve mâlî istikrarın kalıcılığı ile büyüme ve verimlilik
artışının temin edilebilmesi için Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı adı altında yapısal reform süre-
ci hızlandırılmıştır.

3.2
KRİZ ÖNCESİ VE SONRASINDA REFORM TAKVİMİ

Geriye doğru bakıldığında alınan acil tedbirlere, dışarıdan sağlanan mâlî kaynaklara ve kredibili-
teye paralel olarak bu reformların 2002 yılı sonu itibariyle netice vermeye başladığı, 2007 yılı sonu
itibariyle de bu reform listesinde büyük mesafeler katedildiği görülmektedir. Buna rağmen listede
hala başarılamayan önemli başlıklar da vardır. Örneğin tarım reformu daha başlangıçta olan bir
süreçtir ve bunun uzun bir zaman alması gerektiği açıktır. Yine sosyal güvenlik ve kamu yönetimi
reformu henüz başarılamamıştır. Bu iki reformdan sosyal güvenlik reformu yargı, kamu yönetim
reformu ise dönemin Cumhurbaşkanı tarafından engellenmiştir. Bunlardan sosyal güvenlik refor-
munun 2008 yılında uygulamaya girmesi için çalışmalar devam etmektedir. Yine geciken vergi re-
formu ile Türk Ticaret Kanunu’nu reformunun 2008 yılında uygulamaya girmesi beklenmektedir.
Bunları çok kısaca açmak gerekirse, Kamu Sektörü Reformu Çerçeve Yasası devletin üniter yapı-
sına dair Anayasa hükümleriyle çeliştiği gerekçesiyle Temmuz 2004 yılında Cumhurbaşkanınca
veto edilmiştir. Oysa bu kanun, reform sürecinin ana unsuru olarak tasarlanmıştı. Zira kanun özel-
3
Hakan Tunç, “The Lost Gamble: The 2000 and 2001 Turkish Financial Crisis in Comparative Perspective”, Ziya Öniş ve Barry
Rubin (editörler), Turkey’s Economy in Crisis, London: Frank Cass, 2003, 31-52.
likle, görev ve yetkilerin merkezi ve yerel idareler arasında yeniden bölüştürülmesini;
idari yapıların rasyonel hale getirilmesini; idarenin vatandaşlara karşı daha duyarlı ve
şeffaf olmasını sağlamak amacını güdüyordu.

Kriz Sonrasındaki 2001 Yılı Reformları


3 Mayıs 2001 tarihinde IMF’ye sunulan Niyet Mektubu’nda tanımlanan
reform programının dört ana unsuru ve bunların alt bileşenleri aşağıdaki
gibi özetlenebilir.
1• Dalgalı kura geçiş
2• Ekonomiyi güçlendirici yapısal reformların derinleştirilmesi
2.1. Bankacılık reformları
• Kamu ve TMSF bankalarının yeniden yapılandırılması
• Özel bankaların sermaye yapılarının güçlendirilmesi
• Bankacılık mevzuatı ve denetiminin güçlendirilmesi
2.2. Malî şeffaflığı artırıcı düzenlemeler
• Bütçe ve bütçe dışı fonların ortadan kaldırılması
• Maliye hesapları konusunda meclisin denetiminin ve şeffaflığın güç-
lendirilmesi
• Kamu İhale Kanunu
• Yolsuzluğa karşı mücadele adımları

2.3. Özel sektörün rolünün artırılması


• Türk Telekom, Tüpraş, THY, Erdemir, Tekel gibi kamu şirketlerinin özel-
leştirilmesinin altyapısının oluşturulması
• Şeker, tütün, havayolları ve doğal gaz piyasalarının serbestleştirilmesi
ve bu sektörlerdeki tekellerdeki kamu hisselerinin özelleştirilmesi
• Elektrik üretim ve dağıtım tesislerinin özelleştirilmesi
• Doğrudan yabancı yatırımları teşvik edici kalan tedbirlerin alınması
3• Makroekonomik istikrar politikaları
3.1. Maliye politikalarının daha da sıkılaştırılması
• Harcama kısıcı ve vergi artırıcı tedbirlerle FDF’nın GSMH’nın yüzde
6,55’ine çekilmesi
• Borç idaresinin merkezileştirilmesi; vadelerin uzatılması; borçlanma
kaynaklarının çeşitlendirilmesi
3.2. Bir süreç dahilinde enflasyon hedeflemesine geçilmesi
• Herhangi bir kur hedefinin ortadan kaldırılması
• Ara dönemde parasal büyüklüklerin hedeflenmesi
4• Enflasyon karşıtı politikalarla uyumlu gelir politikaları

36 37
Sosyal güvenlik reformunun belkemiğini oluşturan düzenlemeler de Anayasa Mahkemesi tarafın-
dan iptal edilmiştir. Bilindiği üzere 2007 yılı nüfus sayımlarına göre Türkiye’nin nüfusu 70 milyonu
biraz aşmış ve yaş ortalaması ise 28’in altına düşmüştür. Sosyal güvenlik sistemi açısından bunun
anlamı, sistemden yararlananların düşük, katkıda bulunanların ise fazla olmuş olması gerektiği-
dir. Türkiye’nin önündeki bu demografik fırsat penceresine rağmen, Türkiye’de sosyal güvenlik
açıkları 2005 yılından beri GSMH’nın %5’ini aşmış durumdadır. Bu şartlar altında Türkiye’nin yaş
ortalamasının artmasıyla ülke ekonomisinin bu yükün altında kalması kaçınılmaz olacaktır. Böyle-
ce son iki yasanın engellenmesinde karşımıza çıkan zihniyetin, bir bürokratik direnişi temsil ettiği
rahatlıkla ifade edilebilir.

3.2.1
MalÎ Reformlar
Bilindiği üzere 2001 yılı öncesinde kamu harcamalarındaki verimsizlikler, makroekonomik den-
geleri ve istikrar içinde sağlıklı bir büyüme sürecini tehdit eder hale gelmişti. Bu nedenle mâlî
ve para piyasasına yönelik reformlar 2001 sonrasındaki reformların belkemiğini oluşturmuştur.
Oldukça bozulmuş olan kamu sektörü dengelerini düzene koymak amacını güden Kamu Finans-
manı ve Borç Yönetimi Kanunu, kamu (borç) yönetiminde şeffaflığın ve etkililiğin artırılmasını
sağlamayı amaçlamıştır. Bu meyanda yapılan reformlar özellikle stratejik planlama gerekleri, acil
durum planlaması, borç ve borçlanma limitleri, performansa dayalı bütçelendirme, yıllık faaliyet
raporları ve muhasebe denetim komisyonları kurulması gibi unsurları getirmiştir.
Öte yandan, halktan toplanan kaynakların nasıl kullanıldığının topluma izah edilebilmesi için şef-
faflık ve hesap verilebilirlik ilkelerinin gereği olarak Sayıştay’ın bütçe denetimi konusundaki etkin-
liği artırılmıştır. Yine yasal düzenlemelerde vatandaşların yerel hizmetlerin yerine getirilmesine
gönüllü olarak katılımına imkân sağlayan hükümler de bulunmaktadır.
Merkezî bütçeyi temel mâlî araç haline getiren süreçte kamu hesaplarına ilişkin şeffaflık ve vergi
idaresinin verimliliği öne çıkartılmıştır. Bu meyanda kamu ihaleleri, mâlî yönetim ve mâlî kontrole
ilişkin mevzuatın uluslararası standartlara uygun hale getirilmesi için kamu ihale kurumu ile borç
ve risk yönetimi birimleri ihdas edilmiştir. Ayrıca, daha önce bütçe dışı olan fonlar, kamu sektörüne
dahil edilmiş ve devlet bankalarının görev zararları gibi devlet düzeyinde ki “kayıt dışı” mâlî işlemler
daha şeffaf bir hale getirilmiştir. Burada özel sektörde olduğu kadar, devletin kayıt dışılığının da
önüne geçilmeye çalışıldığı ifade edilebilir. Bu meyanda destekleme fiyat istikrar fonu gibi yarı büt-
çesel faaliyetlere ilişkin altmış bütçe dışı fonun sayısı beşe indirilmiştir. Kamu iç mâlî denetimine
ilişkin yeni bir bütçe yönetim ve denetim kanunu 2005 yılı başında yürürlüğe girmiştir.
Son olarak 2006 yılı ve sonrası için üç yılık bütçe uygulaması, kat edilen mesafeyi de gösteren
önemli bir aşama olmuştur.

3.2.2
Fİnansal Reformlar
Son altı yıl içinde bankacılık sektörünün düzenlenmesi ve denetlenmesinde de dikkate değer bir
iyileşme kaydedilmiştir. Bunlar içinde Merkez Bankası özerkliğinin derinleştirilmesi ve sağlamlaş-
tırılmış olması ile finansal piyasalara getirilen uluslar arası standartlara uygun yapı ve etkin dene-
timler başlıca kazanımlar olmuştur. Bu meyanda 1999 yılında yeni Bankacılık Kanununun kabulü
ve 2000 yılında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)’nun tesis edilmesiyle baş-
layan süreç, krizden sonra derinleştirilerek BDDK’nın bağımsızlığı teyit edilmiş ve sorumlulukları
genişletilmiştir.
Muhasebe standartlarına ilişkin olarak 2002 yılında çıkarılan düzenleme ile Türkiye,
Uluslararası Muhasebecilik Standartları (IAS) ile uyumlu hale getirilmiştir. Muhasebe
standartları, risk yönetimi, iç denetim, batık kredi karşılıkları, sermaye yeterlilik oranları,
öz kaynakların ölçülmesi ve değerlendirilmesine ilişkin yönetmelikler uluslararası stan-
dartlara uydurulmuştur. Ayrıca, bankaların kurulması ve işletilmesine dair yönetmelikler
değiştirilmiş ve finans sektöründe birleşme ve devralmalara yönelik teşvikler kabul edil-
miştir.
Yine Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren kanun ile kamu bankalarının yeniden yapı-
landırılmaları ve özelleştirilmelerine imkân verecek hukukî alt yapı hazırlanmıştır. Yapılan
düzenleme ile kamu bankaları sektördeki diğer bankalar gibi sadece Bankalar Kanunu
ve Ticaret Kanunu hükümlerine tabi kılınarak disiplin altına alınmışlardır. Bu düzenle-
mede kamu bankalarına bedeli önceden karşılanmaksızın görevler verilemeyeceği hükmü
getirilerek yeni görev zararlarının ortaya çıkmasının önüne geçilmiştir. Ancak geçmiş olum-
suzlukların kapatılması amacıyla bu bankaların nakit ve tahvil verilmek suretiyle bugüne
kadar oluşmuş bütün görev zararları tasfiye edilmiştir. Bankaların ödenmiş sermayeleri
artırılarak sermaye yeterlilik oranları da mevzuata uygun düzeylere çıkartılmıştır.
Fiili olarak bakıldığında bankaların sermaye yeterlilik oranlarının hem Türkiye hem de
uluslararası standartların çok üzerinde gerçekleştiği ve kriz sonrasında genel olarak %20
’nin üzerinde kaldığı görülmektedir. Bu durum, bir yandan bankaların maliyetlerini artı-
rırken, 2007 yılı sonunda başlayan ve 2008 yılında derinleşme istidadı gösteren küresel
ve içerideki risklere karşı Türk finans sisteminin güçlü kalmasını temin etmiştir.

3.2.3
Alt Yapı Reformları
a) İletişim sektörü: Ekonomik etkinliğin tam olarak sağlanamadığı alanlardan diğer iki-
si de iletişim ve ulaşım sektörü alt yapısında ortaya çıkmıştır. Oysa yeni iş imkânlarının
oluşturulmasında ve tüketiciye daha kaliteli ve ucuz iletişim ve ulaşım hizmetinin su-
nulmasında bu sektörün verimliliğin ve rekabetin artırılması esastır. İçerideki ekonomik
etkinliği artıracak bu iki sektördeki reformlar sayesinde yabancı sermayenin hem bu
sektöre hem de ekonominin diğer sektörlerine daha etkin olarak çekilebilmesi umul-
muştur. Bunlardan iletişim sektöründe hem yabancı sermaye girişi gerçekleşmiş, hem
de rekabet ortamı yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır. Ancak rekabet konusunda halen
birtakım sıkıntılar devam etmektedir. Örneğin halen sabit telefon, kablolu televizyon
ve internet altyapısı sektörlerinde özelleştirme sonrasında da Türk Telekom’un tekeli
devam etmektedir. Yine sektörde numara taşınabilirliği sağlanabilmiş değildir. Sektö-
rün tekelci bir yapı içerisinde olması tüketicilerin kaliteli ürüne ulaşamamasına ve var
olan hizmetlerin dünya uygulamaları ile karşılaştırıldığında daha pahalıya mal olmasına
neden olmaktadır. Buna rağmen bilhassa cep telefonu sektöründe hızlı bir özel sektör
gelişimi görülmektedir. Esasen bu rekabetin diğer alt hizmetlerine de yaygınlaştırılması
süreci başlamıştır.
b) Ulaşım sektörü: Öte yandan ulaşım sektöründe deniz, demir ve hava yolu ulaşımı-
na yönelik olarak bir atılım dönemi yaşanmıştır. Karayollarında “bölünmüş yol” olarak
bilinen ayrılmış yol altyapısının tesisine yönelik olarak son yıllarda büyük atılımlar sağ-
lanmıştır. Bilhassa Doğu Karadeniz Sahil yolu ile Güneydoğu Anadolu’nun ulaşım ağına
yapılan ilave yatırımlar büyük önem taşımaktadır. En büyük sıkıntı kaynaklarından biri
38 39 olan demiryolu taşımacılığında ise büyük bir dönüşümün alt yapısı hazırlanmış, demir-
yollarının modernizasyonu hızlandırılmış, hızlı tren seferi temel birkaç hatta başlama aşamasına
kadar getirilmiştir. Demiryollarının özelleştirilmesiyle bu alanda yeni bir hareketliliğin yaşanması
mümkün hale gelmiştir. Havacılık ulaşımında ise sektör başarıyla rekabete açılmış, öngörülen bir-
çok performans kriteri zamanından önce aşılmıştır.
Ulaşım ve haberleşme sektörüne yönelik alt yapı reformlar, düzenlemeleri ve özelleştirmeleri son-
rasında sektörde büyük bir hareketlilik yaşanmış, son yıllarda Türkiye’de kaydedilen büyümenin
en büyük kaynaklarından biri haline gelmiştir (Şekil-1, Tablo-2). Ulaşım ve haberleşeme sektörü,
inşaat sektörüyle beraber, sanayi ve ticaret sektörlerinden sonra ekonominin yeni ve yükselen
lokomotif iki sektörü haline gelmiştir.

Şekil 1. Ekonomide Büyümenin Kaynakları

GSYİH Büyümesine Sektörel Bazda Katkı


( 1998 - 2007, yüzde puan )

Ulaştırma - Haberleşme
6
Ticaret

Sanayi
4
Tarım

2
İnşaat

Mali Kuruluşlar

-2
2002

2003

2004

2005

2006

2007

-4

Kaynak: TÜK, 2007 yılı 3. çeyrek itibarıyla

c) Enerji Sektörü: Aynı şekilde enerji sektörüne yönelik olarak da Türkiye ilk defa bir Enerji Strateji
Belgesi’ne sahip olmuş buna göre bir yol haritası oluşturmuştur. Strateji belgesi Türkiye’nin enerji
arz güvenliğine odaklanmaktadır. Bu meyanda iki amaç eşanlı olarak güdülmektedir. Birincisi yerli
alternatif kaynakların piyasa ekonomisi mantığına göre tümüyle ortaya konulması, diğer ise ener-
ji geçiş güzergahı olmak. Bunun bir gereği olarak sektöre yönelik çalışmalar alt yapının tahkim
edilmesi ve piyasa ile uyumlu hale getirilerek etkinliğinin artırılması amacına yönelik olarak ele
alınmaktadır.
Piyasa şartlarına geçişin bir gereği olarak özelleştirme süreci başlamıştır. Burada esas kriter sürekli
büyüyen ekonominin temel girdisi olarak Türkiye’nin enerji ihtiyacının kesintisiz ve ucuz temin
edilebilmesidir. Petro-kimya sektörüyle başlayan enerji alanındaki özelleştirmelerin elektrik üre-
tim ve dağıtımının devreye girmesiyle derinleştirilmesi hedeflenmektedir. Tüpraş’la devam eden
sürecin Petkim’le derinleştirilmesine çalışılırken, Tüpraş’ın özelleştirilmesi sonrasında Türkiye’de
petrokimya sektörüne yönelik büyük bir yatırım ilgisi oluşmuştur. Bunun 2008 yılı ve sonrasında
sonuçlanması ve rekabetin derinleşmesi beklenmektedir.
Enerji sektörünün özelleştirilmesi siyasi, stratejik ve toplumsal sonuçları olacak mahiyettedir. Sek-
törün özelleştirilmesi sürecinde belirlenen temel üç kriter vardır. Bunlar; mali, tecrübî ve teknik
yeterlilik kıstaslarıdır. Sektör Türkiye’de bu güne kadar kamu tekeli olarak sürdürüldü-
ğünden, yerli şirketlerin bu kriterleri karşılama ihtimali yok denecek gibidir. Öte yandan
halka dayalı yerli bir sermayenin de süreçte yer alması stratejik ve iktisadî bir zaruret
olarak görülmelidir. Bunun için yerli şirketlerin kendi aralarında birleşmeleri, stratejik
ortaklıklara gitmeleri ve/veya yabancılarla ortak konsorsiyumlara girişmeleri gerektiği
ifade edilmeli, kamunun bu sürecin etkinlikle organize edilmesinde devreye girmiş ol-
ması gerekmektedir. Hükümet’in bu konuda yerli şirketleri böyle bir projeye etkinlikle
hazırlama çabası içinde olduğu dikkat çekmektedir.

Tablo 1. Türkiye, AB, ABD ve Japonya’da


Genel Devlet Yatırımları (Kamu Sabit Sermaye
Yatırımlarının GSYİH İçindeki Payı (Yüzde)

ÜLKELER 2001 2002 2003 2004 2005 2006


AB - 15 Ort. 2,8 2,8 2,8 2,7 2,7 2,7

AB - 25 Ort. 2,9 3,1 3,1 3,0 3,0 3,1

Luksemburg 4,3 4,8 4,6 4,4 4,7 4,7

Yunanistan 3,9 3,7 4,1 4,2 3,5 3,1

İrlanda 4,2 4,2 3,8 3,6 3,4 3,7

İspanya 3,3 3,5 3,6 3,4 3,6 3,6

Portekiz 3,9 3,5 3,1 3,0 3,1 2,9

Polanya 3,4 3,4 3,3 3,4 3,1 4,0

ABD 2,7 2,8 2,7 2,6 3,2 3,3

Japonya 5,0 4,8 4,3 3,9 3,7 3,5

Türkiye 4,7 4,6 3,6 3,1 3,8 3,9

Kaynak: DPT Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), 2007 Yılı Programı

Burada yapılması gereken ikinci bir uyarı daha vardır. Dünya Bankası ve IMF ile yapı-
lan ve sektörün piyasa uyumu ve etkinliğini amaçlayan anlaşmalar ile Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu stratejik ihtiyaçların pek örtüşmediği değerlendirmesi yapılmaktadır. Örneğin
Türkiye’de piyasayı bozduğu gerekçesiyle kamunun bu sektöre yönelik olarak büyük ve
kalıcı yatırım yapmasının önü büyük ölçüde kapatılmıştır. Bunun gelişen süreç içinde
rekabet ortamında piyasa şartlarında özel sektörce yapılması uygun görülmektedir. Ni-
tekim ekonomik faaliyetlerin özel sektöre devredilmesi mantığının bir gereği ve sonucu
olarak Türkiye’de kamunun GSMH içinde sabit sermaye yatırımlarına aktardığı kaynakla-
rın göreceli olarak azaldığı dikkat çekmektedir.
Tablo-1’de, Türkiye’de kamu kesiminin AB ve ABD ile yapılan mukayesede sabit sermaye
yatırımlarında sürekli kan kaybettiği gösterilmektedir. AB ve ABD’nin olgun ve oturmuş
piyasa ekonomisi olduğu ve Türkiye’nin daha gelişme aşamasında olduğu dikkate alın-
dığında Türkiye’nin sabit sermaye yatırımlarına ayırdığı kamu kaynaklarının bu ülkeler-
den çok daha ileri düzeyde olmuş olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
40 41
3.3
TARIM SEKTÖRÜNÜN DÖNÜŞÜMÜ
Tarım sektöründeki düzenlemeler ile tarımsal verimlilik, kırsal kalkınma ve daha etkin bir destekle-
me politikasının temin edilmesi amaçlanmıştır. Türkiye’nin Tarım Strateji Belgesi ve Kırsal Kalkınma
Strateji Belgeleri, tarım sektörünün Türkiye’nin hedeflenen gelişme patikası doğrultusunda dönüşü-
münün önünün nasıl açılacağının birer yol haritası mahiyetindedir. Bu belgelerde kuşkusuz AB’nin
Ortak Tarım Politikaları ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün tarım müzakereleri süreci de gözetilmek-
tedir.
Desteklemeler konusuna gelince, burada tarım sektörünün makroekonomik dengeler üzerinde
olumsuz etkilerini en aza indirmek suretiyle etkin olarak desteklenmesi amaçlanmaktadır. Bilin-
diği üzere geçmişteki fiyat garantisi ile destekleme alımları, girdi ve kredi desteği uygulamaları
temel amaçlara ulaşmayı temin edemediği gibi bu politikalar sonucunda kamu finansmanı üze-
rinde büyük bir mâlî yük ortaya çıkmıştır. Bütün bu gelişmeler nedeni ile günümüzde destekleme
kapsamına giren tarımsal üretimin yeniden düzenlenmesi gereği doğmuştur. Temelde tarımsal
üretimi piyasa koşullarına getirerek üretimin etkinliğini ve verimliliğini artırmayı hedefleyen son
yıllardaki reformlar sayesinde tarımsal kesimin gelir düzeyinin artırılması ve kamu maliyesi üze-
rinde önemli bir yük oluşturan ve siyasi bir araç olarak görülen destekleme politikalarının sona
ermesi, böylece kamuda mâlî disiplinin sağlanması amaçlanmaktadır.

Şekil 2. Yıllara Göre Toplam Tarım Destekleri

Yıllara Göre Toplam


Tarım Destekleri 3
( milyar )

0
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007

Kaynak: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (TKB).

Uygulamada ise “tarımsal toprağın büyüklüğünü” esas alan Doğrudan Gelir Desteği sistemi be-
nimsenerek toprakların birleştirilmesi yoluyla tarımda ölçek ekonomilerinin yakalanması he-
deflenmiştir. Toprağın bölünmesinin önüne geçilmesini hedefleyen Miras Hukuku’nun çıkartıl-
masıyla bu politika örtüşmüştür. Ancak desteğin sadece toprak sahiplerine verilmesi sonucunu
beraberinde getiren bu uygulama ile üretici ile toprak sahibi birbirinden ayrıştırılmış, toprakta
üretim olsa da olmasa da toprak sahibi desteği alırken, toprak üzerinde ekim yapanlar fakirleşme
sürecine girmiştir. Bu nedenle 2008 yılından başlamak üzere tarımda doğrudan gelir desteğinden
ürün bazlı desteklere geçilmiştir. Bu süreç esasen devlerin genel olarak teşvikleri verimlilik ekse-
nine oturma çabalarıyla da örtüşmektedir. Zira böylece destek ürünü üretene ve ürünün
verimliliğine bağlı hale gelmektedir. Bu yöntemin başarıyla uygulanması durumunda,
Türkiye’nin stratejik birtakım tarım ürünlerindeki açığının kapatılması da mümkün olabi-
lecektir. Tarım sektörünün dönüşümü bağlamında sektöre verilen kredilerde son yıllarda
büyük artışlar meydana gelmiştir (Şekil-2).

Derinleşmekte olan küresel ısınma da dikkate alınarak Türkiye’de tarım sektörüne stra-
tejik sektör değeri verildiği görülmektedir. Ancak uygulamaların henüz bunu yansıtır bir
kıvama taşınamadığı da dikkat çekmektedir. Tarım sektörünün ürettiği katma değer yıl-
lara göre artarken, GSMH içindeki payı ekonomini dönüşümüne paralel olarak gerilemiş
ve 2006 ve 2007 yıllarında %10’un altına düşmüştür (Tablo-2). Aynı şekilde tarımdaki
istihdamın toplam istihdam içindeki payı da 2006 yılı sonunda %28, 2007 yılı sonunda
ise %26’ya kadar gerilemiştir. GSMH’nın payının ilk gelecek on yıl içinde GSMH payının
%5’in, istihdamın toplam istihdam içindeki payının ise %15’in altına düşmesi beklen-
mektedir.

Tablo 2. GSMH ve Tarım Sektörü Katma Değeri (Milyar YTL)

2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006


Cari fiyatlar 17,5 121,5 32,1 42,1 48,3 49,9 53,0

Sabit, 1987 fiyatları 15,9 14,9 15,9 15,5 15,8 16,7 17,2

GSMH, Cari fiyatlar 125,5 176,4 275,0 356,6 428,9 486,4 575,7

Sabit, 1987 fiyatları 119,1 107,7 116,3 123,1 135,3 145,6 154,3

Kaynak : TÜİK.

42 43
4•
TÜRKİYE MAKRO EKONOMİK İSTİKRARIN NERESİNDE?

D Daha önce makro ekonomik istikrar ile başta fiyat istikrarının temin edilmesi ile istih-
dam, dış denge, üretim dağıtım ve bölüşüm gibi sorunların kastedildiği açıklanmıştı. Bil-
hassa Asya’da başarılı bir şekilde sanayileşen ülkelerin makro ekonomik istikrardan ka-
lıcı olarak fedakârlık etmediği ve bunun üzerine ilave katkılar koydukları bilinmektedir.1
Tersinden bakacak olursak, Türkiye’nin kalkınmışlığın temel göstergelerinde ve girişim-
cilik kalitesinde bilhassa 1990’lı yılları neredeyse tümüyle kaybetmesinin önemli bir ne-
denini de makroekonomik istikrarın kaybedilmesi olduğu bilinmektedir. Bu bölümde,
2001 krizi sonrasında kaydedilen makro ekonomik göstergeler incelenecek ve bu alanda
Türkiye’nin istikrarın neresinde olduğu tartışılacaktır.

4.1
KRİZ SONRASI KALKINMADA MODEL TERCİHİ
2001 yılının başında yaşanan derin ekonomik kriz, mâlî yapının ve genelde ekonominin
eski model içinde kalınarak ve kendi imkânlarıyla düzeltilmesini imkânsız kılmaktaydı.
Bunun için hem modelin değiştirilmesi gereği, hem de dış kaynak desteği had safhaday-
dı. Türkiye benzer bir şekilde 1970’li yılların sonunda derin bir mâlî iflasla karşılaşmış ve
başarısız olan ithal ikameci politikaları ve buna dayalı sanayileşme stratejilerini büyük
oranda terk etme sürecine girmiştir. Türkiye 1980 sonrasında uluslararası kuruluşların da
desteğini alarak yoluna yeni bir model ile devam etmek zorunda kalmıştı. Yeni model
serbest piyasaya dayalı dışa açık büyüme modeli idi.
Herhangi bir ekonomik sistemin başarısı üretim sorununu ortadan kaldırmasına, bunu
teminen kıt kaynakları en etkin bir şekilde ilgili sektör ve kullanım alanlarına tahsis ede-

44 45 1
Yılmaz Akyüz (ed.), East Asian Development: New Perspectives, London: Frank Cass, 1999, 1-33.
bilmesine ve sonuçta ortaya çıkan ulusal katma değeri millet fertleri arasında eşitlikçi veya ada-
letle dağıtabilmiş olmasına bağlıdır. Bir başka ifadeyle başarı üretim, dağıtım ve bölüşüm sorun-
larının halledilmesi demektir.2
Bütün bunları en büyük etkinlikle sağlayacağı konusunda serbest piyasa vurgusu 1980 sonrasın-
da öne çıkmıştır. Aslında ampirik olarak bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kaydedilen
başarılı kalkınma örnekleri içerisinde, 1980 sonrasında artarak etkili olan neo-liberal politikaların
geçerli olmadığı görülmektedir. Önce Japon kalkınması, ardından ise G. Kore ve Tayvan başta
olmak üzere Asya Kaplanları olarak bilenen diğer Asya ülkeleri yönlendirilmiş piyasa modelinin
çeşitli bileşimlerini takip etmişlerdir.3 Bunlardan Japonya gibi saf piyasa modeline, Tayvan gibi
aşırı müdahaleciliğe en yakın duran ülkeler de dahil olmak üzere “yönlendirme” esas olmuştur.
Buna rağmen, bu kalkınma modellerinin başarıyla uygulandığı dünya sistemi 1980’lerle beraber
zayıflamış, soğuk savaşın bitmesiyle de 1990 sonrasında iyice ortalıktan çekilmiştir.
Öte yandan Türkiye de 1980 öncesinde kısmen Asya modellerine benzer modelleri takip etmiş-
tir. Ancak, uygulama zafiyetleri; siyasal istikrarsızlıklar ve ideolojik kırılmalarla gelen veya bütün
bunlara neden olan askerî darbeler; Türkiye’nin Kıbrıs gibi meselelerde Batı ülkeleri ile çatışmaya
girmesi ve nihayet ardı ardına gelen 1970’lerdeki petrol şokları nedeniyle başarılı olamamıştır. Bir
başka ifadeyle, dünyada sistemin elverişli olduğu dönemi Türkiye değerlendirememiş ve gerekli
kalkınmayı gerçekleştirme fırsatını kaçırmıştır. Dolayısı ile Türkiye’nin 1980 sonrasında yoluna “pi-
yasa ekonomisi” paradigması çerçevesinde devam etmesi gerekmiştir. Bu zaruri tercih de dünya-
daki yükselen eğilimlere uygun düşmüştür.
Kalkınma tecrübesinin öğrettiği derslere bakılırsa, başarılı bir şekilde çalışan piyasa ekonomisi
inşa etmek için üç temel unsur gerekmektedir. Bunlar piyasaya giden ekonomik reformlar aracı-
lığı ile fiyat mekanizmasının oturtulmuş olması, piyasa ekonomisinin çalışmasını temin edecek
kurumların hızla inşa edilmesi ve piyasa kültürünün ikamesinden ibarettir.4

4.1.1
Pİyasaya Uyumlu Reformların Gereğİ
Ticari ve finansal serbestiyi getiren reformlar, özelleştirmeler yoluyla devletin küçültülmesi ve
iktisadî faaliyetin piyasa aktörlerine devredilmesi birinci gruptaki ihtiyaçlar manzumesine girer.
Türkiye’nin fiyat mekanizmasını oturtacak bu türden reformları ancak kısmen başardığı, bilhassa
özelleştirmede büyük zaman ve fırsat kayıpları yaşadığı, yapılan düzenlemelerin de zamanlama-
sında, sıralamasında ve dozunda dengeyi tutturamadığı yolundaki kanaatler yaygındır.5

4.1.2
Pİyasa Kurumlarının İkamesİ
Öte yandan rekabet kurumunun ihdas edilmesi ve çalıştırılması, Merkez Bankasının otonomisinin
sağlanması, sermaye piyasalarında, devletin harcamalarında ve ihalelerde etkin ve şeffaf denetimin
sağlanmasını temin edecek kurumların oluşturulması ise etkin piyasa ekonomisinin gerekli kıldığı
kurumsal düzenlemelere girmektedir. Türkiye’nin 1980–2001 yılları arasında bütün bunların çok azı-

2
Erinç Yeldan, Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim, Büyüme, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.
3
World Bank, “The Making of the East Asia Miracle, Policy”, Research Bulletin, August-October, 4/4 1993.
4
Niels Hermes, “New Explanations of the Economic Success of East Asia: Lessons for developing and Eastern European
countries”, June, CDS Research Report No. 3, 1997.
5
Tosun Aricanli ve Dani Rodrik (Ed.), The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment and Sustainability, London: Palgrave
Macmillan, 1990; Ziya Öniş, “ Turgut Özal and his Economic Legacy: Turkish NeoLiberalism in Critical Perspective”. Middle
Eastern Studies, 40/4, 2004
nı yapabildiği, geç kaldığı, kağıt üzerinde ihdas etmiş olsa da bunların fiiliyatta çalıştırılma-
dığı bilinmektedir. Bütün bunların 1994, 1999 ve 2001 yıllarındaki üç derin ekonomik kriz
sonrasında AB ve IMF gibi dışsal tesirler altında hayata geçirildiği görülmektedir.

4.1.3
Pİyasa Ekonomİsİ ve Arkasındakİ Kültür
Son olarak piyasa kültürü politikaların netice vermesi ve kurumların çalışması için gerek-
li olan bireysel ve toplumsal zihniyete tekabül etmektedir. Reformlar ve kurumların çatı-
sının çatılması başka ülkelerden öğrenilebilirken, kültür ithal edilemez. Ayrıca toplumlar
sıçramaz, tekamül eder. Ani devir dayımların olması durumunda toplumun bütün ke-
simlerinin buna ayak uydurması mümkün olmaz, kopmalar başlar, kaybedenler artar ve
neticede dönüşümün sağlıklı devamı tehlikeye girebilir. Buna göre kültür zaman içinde
o topluma has yerli muharriklerin harekete geçirilmesiyle, deneme yanılma ve yaparak
öğrenme süreçlerinde elde edilecek uzun vadeli bir birikim ve dönüşüme işaret eder.
Türkiye’nin 1980 sonrasında benimsediği dışa açılma tecrübesinde bu üç ayaktan ilk iki-
si sürekli aksamış, reformlar netice vermemiş ve yaşanan krizler sıklaşıp derinleşmiştir.
Türkiye’deki bu aksamanın nedeni “piyasa ekonomisi” denen olgu olmadığı gibi, bunun
nedenini kolaycı bir mantık ile küreselleşme gibi dışsal faktörlere indirgemek de zor gö-
zükmektedir. Bunun nedeni, Türk devletine hakim olan dışlayıcı, değişimi reddeden, dışa
kapalı ideolojik katılık ve bunun beraberinde getirdiği zorunlu yandaşlar kapitalizmidir.6
Bu yapı, literatürde “vahşi kapitalizm” olarak da bilinmekte ve piyasa ekonomisinin kurum
ve kaidelerini pragmatist ve tutarsız bir şekilde istismar etmeye dayanmaktadır. 2001 Kri-
zi sonrasında yukarıda aktarılan üçlü sacayağının ilk iki ayağı büyük oranda ikame edil-
mişken, kriz sonrasında gelen yoğun reform, değişim, dışa açılma ve rekabet nedeniyle
Türk toplumunun bir şaşkınlık yaşadığı ve kültürel uyumsuzluk sergilediği görülmekte-
dir. Bu aşamada karşımıza temelde piyasa ve küresel koşullarla uyum sağlama kapasitesi
yüksek olan “girişimcilik” sorunu ve bunun geliştirilmesi sorunsalı çıkmaktadır.

4.2
KRİZ SONRASINDA MAKRO EKONOMİK İSTİKRAR ARAYIŞI

Bu başlık altında girişimciliğin temel koşullarından biri olan ve sağlıklı bir fiyat mekaniz-
masını mümkün kılan makro ekonomik istikrar arayışı alanındaki gelişmeler tartışılmak-
tadır.
Tablo-3 Türkiye’nin 2003 sonrasındaki, Tablo-4 ise göreceli olarak daha uzun vadeli se-
çilmiş bazı ekonomik göstergelerdeki gelişmeleri tespit etmektedir. Uzun vadeli olarak
bakıldığında 2001 yılı sonunda Türkiye’yi benzer ülkelere göre riskli ülke sınıfına sokan
veriler şunlardı: Düşük büyüme hızı, yüksek düzeyli kronik enflasyon ve sürdürülmesi
imkânsız ve kontrolden çıkan bütçe açıkları, aşırı yüksek reel faizler.

6
İbrahim Öztürk, “Bir Ulusalcı Söylem Olarak 28 Şubat Süreci ve Sonuçları”, 28 Şubat: Post-modern Bir Darbenin
46 47 Sosyal ve Siyasal Analizi, İstanbul: Birey Yayınları, 2006.
Tablo 3. Temel Makroekonomik Göstergeler

2003 2004 2005 2006 2007


GSMH (Milyar YTL) 356,7 428,9 485,1 575 (1) 632

GSMH (Sabit Fiyatlarlarla, YTL) 116,3 123,1 135,3 145,6 --

GSMH (Milyar Dolar) 237,7 301,5 357,7 400 (1) 430

Kişi Başı Gelir (Dolar) 3383 4172 4964 5600 (1)5850

Büyüme Oranı 5,9 9,9 5,5 6 (2) 4,5

Bütçe Açığı /GSMH (%) -11,3 -7,1 -2 -0,7 (2) -2,3

FDF/GSMH (%) 5,2 6,1 7,4 7,7 (2) 4

Cari açık/GSMH (%) -3,3 -5,2 -6,2 -7,9 (2) -7,2

Enflasyon (TÜFE, Yıl sonu) 18,4 9,32 7,72 8,15 8,39

İç Borç Nominal Faizi(%, Bileşik) 45 25,7 16,9 18,2 (3)16,5

İç Borçlanmanın Reel Faizi (%) 11,9 9,5 7,9 7,7 (3) 8,7

Faiz Harcamaları (Milyar YTL) 58,6 56,4 45,6 45,9 (2) 50

Faiz Harc./Toplam Gelir (%) 58,5 51 33,9 26,8 (2) 27,1

Faiz Harcaması/Toplam Harc. 41,8 40,3 31,6 26,2 (2) 24,1

Faiz Gideri/Vergi Geliri (%) 70 63 43 33 (2) 32

Faiz Harc./ GSMH (%) 16,4 13,2 9,4 8 (2) 7,6

(1) hedef, (2) yazarın tahmini, (3) Eylül 2007 itibariyle.

4.2.1
Büyüme
Yukarıda açıklanan kriz ortamında bir dizi reform yapılmış ve buna paralel olarak uluslararası ku-
ruluşların da maddi desteği ile hızla krizden çıkış sürecine girilmiştir. Bu reformların neticesinde
2002 sonu itibariyle ekonomi tekrar büyüme sürecine girmiş, bütçe açıkları ve enflasyon hızla
düşmeye başlamıştır. Bu kazanımlara rağmen, krizin sorumlusu olarak görülen dönemin siyasal
iradesi (Koalisyon hükümeti) 3 Kasım 2002 seçimleri sonucunda tasfiye edilmiş, güçlü bir tek parti
hükümeti iş başına gelmiştir. Elde edilen siyasi istikrar, sağlanan büyük dış destek, AB reformları-
nın oluşturduğu olumlu beklentilerin de etkisiyle ekonomik istikrar daha da pekişmiştir.
2002 yılından beri kaydedilen büyüme ortalama olarak % 6,7’yi (Tablo-4), birikimli olarak da %
45’leri aşmıştır. Bu büyüme performansı sayesinde 2001 yılı sonunda sabit fiyatlarla (1987) 107,7
milyar YTL’ye kadar düşen GSMH, 2006 yılı sonunda 145 milyar YTL’yi aşmış, 2007 yılı sonunda ise
155 milyar YTL’yi aşacağı beklenmektedir (Tablo-2).7 Kişi başı gelir ise 2001 yılı sonunda gerilediği
2100 dolar civarından, 2007 yılı sonunda 5850 dolara kadar çıkmıştır.8

7
Burada kur ve enflasyon etkisini dışarda bırakmak için GSMH rakamları sabit fiyatlarla ifade edilmektedir.
8
Bu yüksek veride sürekli düşmekte olan dolar kurunun %25 lere varan bir katkısı vardır. Ayrıca AB normları gereği Milli
gelir hesaplama yöntemlerinde yapılacak değişikliklerin sonucunda milli gelir ve kişi başına düşen gelirin anlamlı ölçüde
sıçraması beklenmektedir.
Tablo 4. Ekonomide Uzun Dönemli Eğilimler(%)

1990-2001 2002-2007- Q3
Enflasyon 74 14

Büyüme 3 6,7

Yatırım büyüme oranı 3,1 14,2

Sanayi üretimi büyüme oranı 3,8 7,4

Kapasite kullanım oranı 75,8 79,8

Tarım dışı istihdam 2,6 3,8

İhracat artış hızı (dolar) 8,8 23,2

İhracat artış hızı (reel) 9,4 14,5

4.2.2
Büyümenİn Kaynakları
Büyümenin kaynakları geleceğin refahı açısından son derece kritiktir. Bir ülkenin gele-
cekteki refah artışı verimliliğe dayalı sabit sermaye yatırımlarının uzun süre sürdürülebil-
mesine bağlıdır. Ayrıca, oluşturulan bu zenginliğin içeride kalabilmesi için de teknoloji-
nin zaman içinde yerlileştirilmesi, büyümenin borçla değil ulusal tasarruflarla gerçekleş-
tirilmesi ve büyük oranda cari açık verilmemesi gerekmektedir.

Şekil 3. Yatırım ve Tüketim Harcamaları (puan)


Reel, % değişim, 2001 - 2007 3. Çeyrek

160
149,3

120

80

40
38,9
Özel Sektör
26,8
21,8
Kamu Sektörü
0
Yatırım Tüketim

Kaynak: Merkez Bankası

a) Büyümede Üretim ve Yatırım Katkısı: İster özel, isterse kamu sektörü olsun, burada
büyümenin daha çok yatırımlara dayandığının not edilmesi gerekmektedir. Yatırımla-
48 49 rın ve sanayinin büyüme oranı ile kapasite kullanım oranlarındaki artış, 1990-2001 ve
2002-2007 arasında mukayeseli olarak Tablo-4’te verilmektedir. Bu üç değişkenden yatırım ar-
tış oranı yaklaşık 4,5 kat, sanayi üretim artışı yaklaşık 2 kat olmuş, kapasite kullanım oranları da
%75 bandından %80 bandına yaklaşmıştır. Keza, Şekil-3’de gösterildiği üzere, 2001-2007 arasında
özel sektör yatırımları reel bazda % 150, kamu yatırımları ise yüzde 27 oranında artış göstermiştir.
Aynı dönemde tüketimdeki artış oranı reel bazda özel kesimde yüzde 39, kamuda ise yüzde 22
oranında kalmıştır. Buna göre, son yıllardaki süreçte tüketim harcamalarının yatırım harcamalarının
bir hayli gerisinde kaldığı ve büyümenin yatırım eksenli olarak geliştiği burada yapılması gereken ilk
gözlemdir.
Hem yatırım, hem de tüketim harcamalarında özel sektör ve kamu sektörü arasındaki büyük per-
formans farkı da ayrıca dikkat çekmektedir. Daha sonra inceleneceği üzere, kamu kesimi 2002
sonrasında bütün ağırlığını mâlî disiplini ikame ederek, istikrarı ve girişimciliğin alt yapısını onar-
maya hasrettiğinden, özellikle tüketim, ancak genel olarak da üretim ve yatırım alanından çekil-
miş ve kaynakları elden geldiği ölçüde piyasada özel kesimin kullanımına terk etmeye çalışmıştır.
Nitekim, Şekil-4’ten görüldüğü üzere, Türkiye’nin “kayıp on yılı” olan 1990’lı yıllarda büyüme sa-
dece çok düşük değil (1993-2002 ortalama büyüme oranı % 2,6), aynı zamanda bu büyümede
özel sektörün neredeyse hiçbir katkısı da yoktur. Oysa 2002 ve sonrasındaki büyüme hamlesinde
ağırlık büyük oranda özel sektöre geçmiştir.

Şekil 4. Büyümede Özel ve Kamu Sektörü Katkısı (puan)


(Reel, % değişim, 2001-2007 3. Çeyrek)

10 %
9,9

8
6,6
7,6
7,3

6 6,0
5,9 4,6 4,4
3,9

2,6
2,6
2

Toplam Büyümede
0,2 Özel Sektör Katkısı
0
1993-2002 Ort.

2003 - 2006 Ort.


2003

2004

2005

2006

Kaynak: Hazine müsteşarlığı

Nitekim özel kesimin sabit sermaye yatırım performansı 2002 yılından sonra hızla iyileşmiştir.
2002 yılında 31,3 milyar YTL ( 20,6 milyar dolar) düzeyindeki özel kesim yatırımları, 2006 yılı so-
nunda 100 milyar YTL (67 milyar dolar)’ye yaklaşmıştır (Şekil-5). Örneğin 2002-2006 arasında özel
sektörün sabit sermaye yatırımları makine- teçhizat sektöründe reel bazda yüzde 224, bina inşa-
atında yüzde 68 ve bu genel bazda da yüzde 154 oranında artış kaydetmiştir. Nitekim Şekil-6’da
mi gösterildiği üzere, Türkiye’de son yıllarda sanayi üretimi ile büyüme arasında yakın ilişki vardır.
Şekil 5. Özel Kesim Sabit Sermaye Yatırımları
120

100
96,3

80
74,6
66,9
60 60,7
45,5 55,4
42,4
40 40,6
31,3
23,6 Milyar YTL
20,3 27,2
20 20,6 17,4
Milyar $

Reel Artış Hızı


0
-5,3
2002 2003 2004 2005 2006
-20

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

Şekil 6. Büyüme- Sanayi Üretimi İlişkisi


20

15

TAHMİN
10

-5

-10 GSYH

Sanayi Üretimi
-15
1990 1992 1994 1996 1998 1998 2000 2002 2004 2006 2008 2010

Kaynak: TÜİK, MB.

b) Büyümede Verimlilik Katkısı: Uzun süreli olarak ve istikrar içinde sürdürülen kaliteli
yatırımların zaman içinde uzun vadeli sürdürülebilir büyüme haddini ve verimliliği artır-
ması beklenir. Şekil-7’de imalat sanayindeki verimlilik artışını ifade eden rakamlar, aynı
zamanda büyümenin artan oranlarda verimlilik artışına dayandığını da göstermektedir.
1997 yılını baz alan çalışmada, 2001 yılında 117 düzeyinde olan imalat sanayindeki ve-
rimlilik düzeyi, 2007 yılının üçüncü çeyreği itibariyle 168 düzeyine çıkmıştır.
50 51
Şekil 7. İmalat Sanayinde Verimlilik (%)
( Çalışan Saat Başına, yıllık ortalama, 1997 = 100 )

180

170 167,9
165,4

160
155,0

150
146,3

140
136,2

130 127,1

120 117,1

110

100
2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007
Kaynak: TÜİK

Şekil 8. Üretim Faktörlerinin Büyümeye Katkısı


(Çalışılan Saat Başına, yıllık ortalama, 1997=100)

80

73,2
70

60

50 51,7

42
40

30

23,5
20
Sermaye

10 Emek
6,3
3,3 TFV (Toplam Faktör Verimliliği)
10
1990 - 2000 2001 - 2005

Kaynak :DPT (*) Toplam Faktör Verimliliği

Tablo-5’de başlıca OECD ülkelerinde büyüme performansı ve buna üretim faktörlerinin yaptığı
katkı gösterilmektedir. 1970-2003 arasındaki dönemde Türkiye’nin büyüme performansının di-
ğer OECD ülkelerinin gerisine kalmadığı, hatta en önde gittiği görülmekle birlikte, Türkiye’nin
kalkınma düzeyinin bu ülkelerin çok gerisinde olması ve nüfus artış hızı dikkate alındığında, ara-
daki farkı kapatabilmesi için atbaşı giden büyümenin istenen başarı kriterini yakalamaktan uzak
olduğu ifade edilmelidir.
Tablo 5. Bazı OECD Ülkelerinde Büyümenin Kaynakları %

Dönem Milli Gelir Sermaye Birikiminin Toplam Faktör


ÜLKELER İstihdamın Katkısı
Aralığı Artışı Katkısı Verimliliğinin Katkısı
ABD 1970-2000 3,06 33,8 40,5 25,1

Kanada 1970-2000 3,21 30,4 49 18,7

Japonya 1970-2000 3,45 62,2 12,2 26

Belçika 1970-2000 2,56 36,8 5,8 57

Danimarka 1970-2000 2,49 23,5 14,4 61,7

Finlandiya 1970-2000 3,1 30 0,4 69,3

Fransa 1970-2000 2,62 44,7 -8 63,2

Almanya 1992-2000 1,71 52,7 -15,9 64,2

İtalya 1980-2000 1,55 55,4 9,5 35,3

İsveç 1979-2000 2,18 29,9 4,9 63,5

1972-2000 4,12 69,2 19,5 11,3


Türkiye
1972-2003 3,88 68 17,9 14,1

Kaynak: Dr. Şeref SAYGILI, Cengiz CİHAN, Zafer Ali YAVAN, Sunum,
“Eğitim ve Sürdürülebilir Büyüme”, 17 Haziran 2005, İstanbul.

Olaya şimdiki konumuz olan verimlilik açısından bakıldığında ise sorun daha da derin-
leşmektedir. Şöyle ki, sözkonusu dönemde Türkiye’nin büyümesi daha çok sermaye gi-
rişlerine bağlı kalırken, geleceğin zenginliği ve ekonominin artan rekabetçiliği açısından
önemli olan Toplam Faktör Verimliliğinin (TFV) diğer ülkelerden açık ara geri kaldığı gö-
rülmektedir. Türkiye’nin bu meyanda 1990’lı yıllarda kaçırdığı fırsatları ortaya koymak
üzere Şekil-8’deki verilere bakıldığında ise durum daha da netleşmektedir. 1990-2001
arasında 100 birimlik üretimde sermayenin payı 73,2; emeğin payı 23,5 iken, TFV’nin
payı dramatik bir şekilde %3,3 ile yok mesabesine gerilemiştir.
Tarihsel olarak TFV’deki bu büyük erozyonun ise 2001-2005 arasında sıçrama şeklinde
arttığı görülmektedir. Başta sermaye olmak üzere emeğin çıktı içindeki payı hızla azalır-
ken, bu azalmaların yerini TFV’nin aldığı ve 100 birimlik üretimdeki payının 42’ye çıktı-
ğı görülmektedir. TFV’nin gelişmiş AB ülkelerindeki düzeyi ise %70’ler mesabesindedir.
Sonuç itibariyle gerek kısmi emek verimliliğinde, gerekse TFV kaydedilen bu gelişme-
lerden sonra, Türkiye’nin verimlilik göstergeleri AB ve ABD gibi gelişmiş sanayi ülkeleri-
nin önüne geçmiştir (Şekil-9). Bu büyüme performansı Türkiye’yi dünyadaki en yüksek
oranda büyüyen ülkeler grubuna sokmaktadır. Son yıllarda Türkiye’den daha yüksek bü-
yüme kaydeden büyük ölçekli ülkeler sadece Çin ve Hindistan’dır. Türkiye bu atılımı ile
sadece benzer diğer “yükselen piyasa ekonomileriyle” at başı bir yarışı sürdürmüş değil,
OECD’nin Türkiye ile ilgili olarak yayınladığı Ekim 2006 değerlendirmesinde de tespit et-
tiği üzere, aynı zamanda AB ile arasındaki kalkınma açığını da ilk defa kapatma eğilimine
girmiştir. Burada yapılması gereken ikinci temel gözlem, verimlilik artışına dayalı büyüme
sürecinin sonunda Türkiye yakın tarihte ilk defa AB ve ABD’ye yakınsama sürecine girmiş ol-
duğudur.
52 53
Şekil 9. Türkiye’nin Mukayeseli Verimlilik Performansı

Türkiye 5,1

AB -10 1,9

ABD 1,3

-1,4 Genişleme Öncesi AB -15

-2,0 AB -25

-3 -2 -1 0 1 2 3 4 5 6

Kaynak: TCMB.

İkinci olarak büyümenin kaynaklarına sektörler bazında bakmak gerekirse, yıllık bazdaki konjonk-
türle ilgili gelişmeler bir tarafa bırakıldığında, ekonomide hizmet sektörünün büyümede loko-
motif görevi gördüğü, bunu sanayi sektörünün izlediği, 2005 yılının başından itibaren de inşaat
sektörünün büyük bir atak yaparak devreye girdiği görülmektedir. Son yıllarda inşaat sektörü ile
at başı giderek devreye giren diğer bir lokomotif sektör de haberleşme-ulaşım sektörüdür. Son
olarak 2003 yılından beri göreceli bir kalkış sürecinde olan tarım sektörünün ise 2007 yılında ilk
defa keskin bir daralma sürecine girdiği görülmektedir (Şekil-10). Bunda en büyük etki küresel
ısınmadır.

Şekil 10. Çeyrekler İtibariyle Büyüme


Oranları ve Sektörlerin Katkısı (%)

Sektörlere Göre Katkı Puan ( % )


15

10

0
2002/1

2002/2

2002/3

2002/4

2003/1

2003/2

2003/3

2003/4

2004/1

2004/2

2004/3

2004/4

2005/1

2005/2

2005/3

2005/4

2006/1

2006/2

2006/3

2006/4

2007/1

2007/2

2007/3

-5

Tarım İnşaat

Hizmetler GSYİH

Kaynak: TÜİK.

Sonuç olarak Türkiye’nin içinden geçtiği yapısal dönüşüm sürecinin, yatırımların mahiyetine
yansımaya başladığı ifade edilebilir. Bilindiği üzere Türkiye dışa açık bir ekonomide, hızla küre-
sel piyasalara entegre olmaktadır. Bu nedenle derinleşen küresel rekabet şartları altında ayakta
kalabilmek için Türkiye’nin mukayeseli ve rekabetçi üstünlüklerini yeniden tanımlaması
ve piyasa koşullarında bu sektörlerde yarışabilmesinin şartlarını ortaya koyması gerek-
mektedir. Bu meyanda Türkiye’nin yol haritasını belirleyen temel çapalardan biri de AB
ile yürütülen tam üyelik müzakereleridir. Türkiye’nin bu geçiş sürecini tamamlamasına
paralel olarak işçilik, çevre, sağlık, güvenlik, eğitim, Ar-Ge maliyetlerinin artacağı bek-
lenmelidir.
Türkiye’nin AB sürecinde yoluna devam ederken, daha yüksek hayat standartlarını he-
deflemesi gerektiği halde, üretim paradigmasını ve rekabetçilik stratejilerini niteliksiz ve
ucuz emek girdisine dayalı sektörlere ve toplumsal barış açısından adil olmayan reel üc-
retleri bastırmaya dayandırması büyük bir şaşılık ve kısa vadecilik olacaktır.
Türkiye yol haritasını AB’ne göre çizdiği şu devranda, sanayicinin kafası sürekli Çin stan-
dartlarına takılmış ise, bu yolun yakın gelecekte kilitleneceği açıktır. Hele hele yolun tam
ortasında iken, sanayicinin rekabette zorlandığı şu sıralarda hükümeti eski oyuna geri
dönmeye zorlamak kabul edilebilir bir hata olmayacaktır. Zira tarihten öğrendiğimiz
temel ders, hiçbir ülkenin yüksek enflasyon, devalüasyon ve bastırılan reel ücretlerle
kalkınmış ülkeler arasına giremeyeceğidir. Bunun olumlu örnekleri sanayileşmiş ülkeler,
olumsuz örneği ise bizatihi Türkiye’dir.
Bir sonraki bölümde örnekleri inceleneceği üzere, Türkiye nihayet küresel rekabet iklimi-
ne girmiştir. Böyle bir ortamda katma değeri düşük sektörler büyük bir daralma sürecine
girerken, yeni ekonomi bağlamında önemli ve yüksek katma değere dayalı birçok sek-
törde büyüme ivmesi yaşanmaktadır. Son yıllarda büyümenin motor gücü özel sektör
olduğundan, önemli bir girişimcilik damarı olarak büyüme ile yatırımlar arasındaki ilişki-
yi de özel sektör ağırlıklı olarak sürdürmek isabetli olacaktır.
c) Büyüme, bütçe açıkları ve borç dinamiklerindeki iyileşme: Türkiye’de son yıllarda
kaydedilen yüksek büyümenin geçmişten bir farkı da büyüme sürecinde eskiden oldu-
ğu gibi kamu açıklarının artmamış olması, tam tersine hem bütçe açıklarının, hem de
kamu borç yükünün payının milli gelir içinde sürekli olarak gerilemiş olmasıdır.
Bilindiği üzere, 2001 öncesinde başlayan mâlî sistemdeki kötüleşme krizle birlikte adeta
bir çöküşe dönüşmüştür. Bütçe açıklarının GSMH’nın yüzde 16,5’ine çıktığı kriz yılı so-
nunda, açıkların birikmiş hali olan kamu borç stokunun GSMH’ya oranı da brüt olarak
yüzde 107’ye çıkmıştı. Sırf borç faizlerinin GSMH’dan aldığı payın yine GSMH’nın yüzde
23’ünü bulduğu bu dönemde, bir ara reel faizler % 30’ları aşmış, bütün vergi gelirleri
sadece borç servisini (ana para artı faiz) karşılamaya yetmez duruma düşmüştür. Bütçe
açığındaki ve borç stokundaki bozulma Türkiye’yi benzer ülkeler arasında bir hayli riskli
konuma yerleştirmiştir (Şekil-11) görüldüğü üzere, kriz ortamında Türkiye’nin hem büt-
çe açığı, hem de kamu borç stoku benzer ülkelerin açık ara önüne geçmiştir. Ancak yine
Şekil-11’den takip edileceği üzere, bütçe açıklarının kapatılmasına paralel olarak kamu
kesimi borçlanma gereği (KKBG) ve kamu borç stokunun GSMH’daki payı hızla gerile-
yerek 2006 yılı sonu itibariyle KKBG’i ilk defa eksiye düşmüş, borç yükü de GSMH’nın
%45’lerine kadar gerilemiştir.
Bu sonuçta büyümenin özel sektörün kaynaklı gerçekleşmiş olması ve kamu kesiminin
takip ettiği ve daha çok bir IMF kriteri olarak konulmuş olan, prensipte milli gelirin yüzde
6,5’ine tekabül eden faiz dışı fazlaya (FDF) dayanan büyük mâlî disiplin başta gelmekte-
dir. Özelleştirme uygulamaları da bu sürece büyük katkı sağlamıştır. Buna paralel olarak,
hızlı bir düzelme yaşanan Konsolide Bütçe Dengesi 2006 yılında kapanma eşiğine kadar
54 55
iyileştikten sonra 2007 yılında göreceli olarak bozulmuştur. Bu bozulmanın arkasında şu dina-
mikler yatmaktadır: (i) çifte seçimler, (ii) terör olayları nedeniyle askerî harcamaların artması, (iii)
ekonomi göreceli olarak daraldığı için vergi kayıplarının artması, (iv) yatırım iklimini geliştirmek
üzere hükümetin kurumlar vergisinde, dar gelirli kesimi ve durgun iç piyasayı düşünerek gıda
dahil olmak üzere birçok kalemde ÖTV ve KDV gidi adaletsizlik kaynağı olan dolaylı vergileri dü-
şürmesi, (v) nihayet vergi iadesinin ve bu muvacehede KDV fişinin toplanmasına son verilmesi.
Bütün bunların sonucunda 2007 yılında bütçe açıklarının GSMH’nın tahminen yüze 2,3’üne ka-
dar göreceli olarak kötüleştiği anlaşılmaktadır. 2008 yılının ilk ayında açıklanan bütçe verileri ise
kamu kesiminin tekrar sağlam bir mâlî disipline döneceği sinyallerini vermiştir.
Bu arada yukarıda bahsedilen ve mâlî disiplini temel göstergesi olarak sunulan FDF rakamlarının
muhtemelen dünya iktisat tarihine geçecek kadar yüksek seviyelerde gerçekleştiğinin altı çizil-
melidir. İç dengedeki düzelmeye, bütçe ve borç dinamiklerinin iyileşmesine, ekonomik istikrar ve
para politikası üzerindeki maliye baskısının hafiflemesine yaptığı olumlu katkı nedeniyle destek-
lenmesi gereken yüksek FDF verme uygulaması, bütçe kalemleri içindeki fiziki ve beşeri yatırım
harcamalarının kısılmasına sebep olduğu için Türkiye açısından uzun vadede maliyetleri artırıcı
ve uluslararası rekabet gücünü düşürücü etkilere neden olduğundan da zararlıdır.

Şekil 11. Yükselen Piyasalarda Bütçe Açığı ve


Kamu Borç Yükü (GSMH’ya oran, %)

9
6 Bütçe Açığı/ GSYH ( % )
3 Türkiye
0
Polanya
-3
-6 Rusya

-9
Brezilya
-12
Arjantin
-15
-18 Meksika
-21
1996 1998 2000 2002 2004

160
Brüt Dış Borç
Stoku / GSYH ( % )
120
Türkiye

Polanya
80
Rusya

40 Brezilya

Arjantin

0 Meksika
1996 1998 2000 2002 2004

Kaynak: Hazine istatistikleri, DPT, Uluslararası Ekonomik Göstergeler,


IMF Statistics’den yazar tarafından derlenmiştir.
Kamu kesimi, takip ettiği mâlî disiplin sayesinde açıklarını azaltıp, kamu kesimi borçlan-
ma gereğini sıfırın altına taşıyarak pozitif tasarruf sürecine girerken, hala devam eden
tasarruf açığı nedeniyle içerideki fonların pahalılığı özel sektörü yurt dışı finansmana
yöneltmeye devam etmektedir. Bunun sonucunda özel kesimin tasarrufu düşerken, bu
kesimin dış borçları ve ülkenin de cari açığı artmaktadır. Bir başka ifadeyle, kamu eliy-
le oluşturulan ve genelde verimsiz alanlara yapılan harcamaların neticesinde oluşan iç
açıklar azalırken, özel sektör aracılığı ile daha çok verimlilik artıcı üretime yönelik alanla-
ra yapılan harcamalar ve bunun finansmanı nedeniyle bu kez de dış açık ortaya çıkmıştır.
Yapısal sorunlar ortadan kaldırılarak dengesizlikler giderilinceye kadar, dışa açık bir eko-
nomide iç ve dış açıktan birinin tercih edilmesi kaçınılmazdır. O halde, iç açıklara dayalı
ancak yine kamunun dış ve iç borçlanması yoluyla finanse edilen ve daha çok tüketim
eksenli gelişen büyüme yerine, özel sektör borçlarına ve daha çok üretime dayalı dış
açıkların tercih edildiği bu yeni süreç daha tercihe şayandır.
d) Büyüme ve fiyat istikrarı: Son yıllarda kaydedilen büyümeyi geçmişten ayıran önemli
bir başka olgu da ekonominin genelinde ve sanayide kaydedilen son derece yüksek bü-
yüme ve yatırım hamlesine rağmen Türkiye’de hem faiz oranlarının, hem de enflasyonun
büyük bir hızla düşmüş olmasıdır. Gerçekten de yukarıda ayrıntılı incelenen büyüme ata-
ğına ve sanayi üretim endeksi 100’den 150’leri aşmış olmasına rağmen, enflasyon 2001
yılındaki yüzde 70 bandından, 2007 yılı sonunda yüzde 8,4 bandına, Hazine’nin piyasa-
dan sağladığı fonların faiz oranları da 2001 yılı sonunda ulaştığı yüzde 190 bandından
2007 yılı sonunda yüzde 16,6 seviyesine kadar gerilemiştir (Şekil-12).

Şekil 12. Sanayi Üretimi, Faiz ve Enflasyon


Oranları (1999-2007(*)

250

200

150 Sanayi Üretimi

100

50

Faiz Oranları Yıl Sonu % 16.6


Enflasyon
0 Yıl Sonu % 8.39

Nisan 98 Ağustos 99 Ocak 01 Mayıs 02 Ekim 03 Şubat 05 Temmuz 06 Kasım 07

(*) Faiz: Hazine piyasa borçlanma faiz oranları, yıllık bileşik, Enflasyon, TÜFE.

Kaynak: Merkez Bankası ve TÜİK:

56 57
Esasen parasalcı iktisatçıların önerdiği gibi olaya uzun vadeli olarak bakıldığında Türkiye’nin
1970’li yıllardan beri yaşadığı tecrübeler, sürdürülebilir büyüme ile enflasyonun ters yönde geliş-
tiğini göstermiştir. Genişleyici para politikası konjonktür dalgalanmalarına karşı kısa vadeli istikrar
sağlayıcı bir araç olarak işlev görse de, uzun vadede enflasyonist politikalar uzun dönemli büyü-
me patikasını sürekli aşağı çekmektedir (Şekil-13, A ve B).

Şekil 13. Türkiye’de Enflasyonla Büyüme


Arasındaki Uzun Vadeli İlişkiler (%)

2002-06 14,8
7,2

1990-01 74,8
3,2

49,6
1980-89
4

24,1 TÜFE ( % )
1970-79
4,8
BÜYÜME ( % )
0 10 20 30 40 50 60 70 80

B Enflasyon 9.5
(Sol Eksen)
75

7.5
55

5.5
35 Büyüme
(Sağ Eksen)

15 3.5

-5 1.5
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006

Kaynak: TCMB

Enflasyon, yani fiyat istikrarsızlığı girişimciliği yok eden en önemli faktörlerden biridir. Bilindiği üzere
paranın üç fonksiyonu vardır. Bunlar, (i) iktisadî faaliyet sürecinde mübadele aracı olması, (ii) değer
biriktirme yani tasarruf aracı olması ve (iii) ölçü birimi olmasıdır. Uzun süreli yüksek düzeyde karar
kılan kronik enflasyon paranın bütün bu fonksiyonlarını erozyona uğratır. Bu nedenledir ki, 2001
yılında Türkiye’de bankalardaki tasarruf mevduatlarının %75’i yabancı para, ancak geri kalan %25’lik
bir kısmı yerli para cinsinden tutulmakta idi.
Keza, Türk parasının sadece değer biriktirme aracı olmaktan değil aynı zamanda mübadele ara-
cı olmaktan da çıkması nedeniyle Türkiye’de kontratlar artan oranlarda yabancı para cinsinden
yapılmakta idi. Örneğin ev sahiplerinin evlerini artan oranlarda döviz cinsinden kiraya verdiği,
depozitonun ise muhakkak döviz cinsinden istediği görülmekte idi. Egemenlik göstergesi olan
paranın ölçme, değişim ve değer biriktirme aracı olarak ekonominin arkasından çekildiği bir or-
tamda, zaman içinde reel ekonominin çökmesi de kaçınılmaz olur. Zira paranın bu hale gelmiş
olması bir neden değil, reel ekonomideki dengesizliklerin bir sonucudur.
Türkiye’de kaydedilen yüksek büyümeye rağmen enflasyonda meydana gelen büyük
orandaki düşüşün arkasındaki dinamikler kısaca şunlardır:
(i) Bütçe açıklarının gerilemesi: Türkiye’de enflasyonu tetikleyen en önemli husus bütçe
açıklarıdır. Sürdürülen mâlî disiplin sayesinde kamu sektörü borçlanma gereği ortadan
kalkarken, buna paralel olarak kamu borç stoku gerilemekte (Şekil-14) , bunun tetiklediği
enflasyon da düşmektedir.

Şekil 14. Kamu Sektörü Borçlanma Gereği ve TÜFE

GSYH’ya oran % Yüzde, yıldan yıla


18 135

16 120
TÜFE (Sağ Eksen)
14 105

12 90

10 75

8 60

6 45

4 30

2 15

0 0
1975

1977

1979

1981

1983

1985

1987

1989

1991

1993

1995

1997

1999

2001

2003

2005

2007
Kaynak: Maliye ve Hazine verirlinden.

(ii) Verimlilik ekonomisi: Büyüme sürecinde enflasyonu düşüren en büyük katkı kuşku-
suz yukarıda incelenen verimlilik artışlarıdır (Şekil-15).

Şekil 15. GSYH ve İmalat Sanayinde Verimlilik


(çalışılan saat başına yıllık hareketli ortalama, 1997 Ç1=100)

190

180

170
Verimlilik
160

150

140

130

120
GSYİH
110

100

90
1997Ç1
1997Ç3
1998Ç1
1998Ç3
1999Ç1
1999Ç3
2000Ç1
2000Ç3
2001Ç1
2001Ç3
2002Ç1
2002Ç3
2003Ç1
2003Ç3
2004Ç1
2004Ç3
2005Ç1
2005Ç3
2006Ç1
2006Ç3
2007Ç1

58 59 Kaynak: TÜİK.
(iii) Reel Ücretlerin bastırılması: Türkiye’de üretim ve verimlilik endeksi hızla yükselirken reel
ücretlerin özel sektörde sürekli geriletildiği Şekil-16’da açıkça gösterilmektedir. Enflasyonu düşü-
rücü etkisi nedeniyle olumlu bulunan bu gelişme, toplumsal refah açısından bu aşamada kaygı
oluşturmaya devam etmektedir. Özellikle reel ücret endeksinin daha 2001 yılı kriz düzeyine ancak
ulaşmış olması, son yıllarda kaydedilen katma refah artışından emekçi kesimin adil bir şekilde
yararlanamadığını göstermektedir.

Şekil 16. İmalat Sanayinde Verimlilik ve Reel Ücret

170 115

160 Verimlilik Endeksi


105
(Sol Eksen)

150
95

140 Reel Ücret Endeksi


(Sağ Eksen) 85
130
75
120

65
110
Reel Birim Ücret Endeksi
(Sağ Eksen) 55
100

90 45
1998Ç4
1999Ç2
1999Ç4
2000Ç2
2000Ç4
2001Ç2
2001Ç4
2002Ç2
2002Ç4
2003Ç2
2003Ç4
2004Ç2
2004Ç4
2005Ç2
2005Ç4
2006Ç2
2006Ç4
2007Ç2

Şekil 17. Özel Sektör Yatırımı ve Kredi Kullanımı


(çalışılan saat başına,yıllık hareketli ortalama)
Milyar ABD Doları

45
44
Milyar YTL

41 42

38 39

35 36
32 33
29 Özel Sektör Yatırım Harcamaları 30
(Sağ Eksen, Sabit Fiyatlarla)
26
27
23
24
20
21
17
14 18
Uzun Vadeli Kredi Kullanımı
11 (Sol Eksen) 15

8 12
2001Ç1

2001Ç3

2002Ç1

2002Ç3

2003Ç1

2003Ç3

2004Ç1

2004Ç3

2005Ç1

2005Ç3

2006Ç1

2006Ç3

2007Ç1

2007Ç3

Kaynak: TCMB.
(iv) Büyümenin finansman maliyeti ve faizler: Konuyla ilintili olarak yüksek büyüme
sürecinde özel sektör kaynaklı olarak gerçekleşen ve daha çok yatırımların sürüklediği
(Şekil-17) büyük fon talebine ve ihtiyacına rağmen kısa vadeli borçlanma faiz oranların-
da kaydedilen düşüş oldukça ilgi çekicidir. Bilindiği üzere geçmişten beri süregelen ve
halen azalarak da olsa devam eden faiz oranlarının ulaştığı yüksek düzey, kamu açıkları
nedeniyle piyasada oluşturulan dışlama etkisinin (crowding out) bir sonucudur. Bu ne-
denledir ki; bütçe açığının azalması faizlerin de aşağı yöndeki seyrini mümkün kılmıştır.
Öte yandan özel sektörün açıklarını finanse edebilmek üzere, iktisadî ve siyasi istikrarın
ve yapılan reformların oluşturduğu pozitif iklime paralel olarak elverişli olan uluslararası
piyasaların devreye girmiş olması son drece kritik bir katkı olarak görülmelidir.
(v) Dezenflasyon sürecinde başarılı beklenti idaresi: Bilindiği üzere enflasyon üze-
rinde etkisi bir hayli yüksek olan toplu iş sözleşmelerindeki ücret artışlarını kapsayan
kontratlar, geri doğru oluşan olumsuz beklentilerin etkisini yansıtmakta idi. Geriye doğ-
ru olan beklentilerin kırılması ve paydaşların geleceğe odaklanması ancak oluşturulan
büyük güven ve kredibilite artışı ile mümkün olabilmiştir.
(vi) Enflasyonda dış alem faktörü: İlaveten dış alem faktörlerinin enflasyonun düşmesine
yapığı katkı başlangıçta daha çok olumlu, son yıllarda ise daha çok olumsuz yönde geliş-
mektedir. Türkiye’de kur ve enflasyon arasındaki bağıntının zayıflaması, ekonomini yapısal
dönüşümü soncunda üretimin ve ihracatın ithalat bağımlılığının azaltılabilmesine bağlıdır.
Aksi takdirde Türkiye’de enflasyonla kur hareketlerinin birbirinden kopması zordur.

Şekil 18. Büyüme Sürecinde Faiz ve Kur

28 200
Tahmin
24

150
20

16
100
12
Kısa vadeli
Döviz kuru (sol)
faizler (sağ)
08
50
04

0 0
1995 1997 1999 2001 2003 2005 2007 2009 2011

DPT: Para Piyasalarındaki Gelişmeler, TCMB: reel kur endeksindeki gelişmeler

Şekil-18’de gösterildiği üzere, 1994 krizi sonrasında Türk Lirası ABD dolarına karşı büyük
oranda değer kaybetmiştir. Bunun ardından oluşan suni ve geçici rekabet etkisi nede-
niyle dış ticarette göreceli bir düzelme süreci yaşanmıştır. Ancak bunun gerçek anlamı
sorunları ötelemektir. Ancak Türk lirasının hızla değerlenme sürecine girmesiyle de- ba-
şak faktörleri de etkisiyle- 1999 ve 2001 krizleri gelmiş, Türk Lirasının değer kaybetme
60 61 süreci bir kez daha en üst düzeye çıkmıştır. Krizden sonraki süreçte Türk Lirası topar-
lanmaya başlamış, makro ekonomik dengelerin oturmasına paralel olarak atılan altı sıfır da bu
güveni desteklemiştir. Değerlenen ve güçlenen YTL, yatırım hamlesinin yapıldığı bir dönemde
ithalatın nispeten ucuza gelmesine, fiyatı her geçen yıl artan petrol ve enerji ithalatının cari açık
ve maliyetler üzerinde oluşturacağı baskıya ise fren olmuştur.

Tablo 6. Cari Açık ve Finansmanı (1999-2007, milyar dolar)


Yıllara Göre Cari İşlemler Dengesi ve Bunun
Finansmanı ( milyon dolar )

YILLIK
2004 2005 2006 2007 % DEĞİ-
ŞİM
1. Cari İşlemler Dengesi -15, 604 22,603 -32,193 -37,996 18%

A. Mal ve Hizmet Dengesi - 11,094 -18,258 -27,494 -33,428 22%

Mallar -23, 878 -33,530 -41,324 -47,498 15%

Hizmetler 12,784 15,272 13,830 14,070 2%

Turizm 13,364 15,280 14,110 15,227 8%

B. Gelir Dengesi -5.637 -5,799 -6,607 -6,794 3%

C. Cari Transferler 1,127 1,454 1,908 2,226 17%

2. Net Hata Noksan 2,267 2,116 -149 -415 179%

I. Toplam Finansman (1+2 -13,337 -20,487 -32,342 -38,411 19%

II. Toplam Finansman (A+B+C) 13,337 20,487 32,342 38,411 19%

A. Sermaye Hareketleri (net) 23,644 44,029 53,260 53,900 1%

Doğrudan Yatırımlar 1,988 8,723 18,984 19,766 4%

Pörtföy Yatırımları 8,023 13,437 7,373 717 -90%

Hukümetin Yurtdışı,Tahvil İhtiyacı 1,959 3,417 3,334 923 -72%

Yabancıların Hisse Senedi Alımı 1,427 5,669 1,939 5,138 165%

Yabancıların DİBS Alımı 6,025 5,934 6,129 -3,281 -154%

Krediler (IMF kredileri hariç) 13,818 20,466 25,143 37,017 47%

Genel Hükümet -1,163 -2,165 -712 82 -112%

Bankalar 5,708 9,248 5,814 5,340 -8%

Diğer Sektörler 9,273 13,383 20,014 31,595 58%

Mevduat de diğ. 0 1,403 1,760 -3,600 -305%

B. IMF Kredileri -3,518 -5,353 -4,511 -3,983 -12%

Merkez Bankası -4,414 -2,881 0 0 a.d.

Genel Hükümet 896 -2,472 -4,511 -3,983 -12%

C. Rezerv Değişimi ( -artış) -6,789 -18,189 -16,407 -11,506 -30%

Bankaların Döviz Varlıkları -5,965 -342 -10,293 -3,474 -66%

Resmi İRezervler -824 -17,847 -6,114 -8.032 31%

Kaynak: TCMB.
Şekil-18’deki son 17 senelik verilere bakarak, faizler çok yüksek olduğu halde (1995-2001)
Türk parasının buna zıt yönde hızla değer kaybettiğine; tersine olarak da 2002 sonrasın-
da faizler hızla düşerken, Türk lirasının buna rağmen hızla değer kazanmış olduğu am-
pirik olgusuna dikkat çekmek gerekmektedir. Bunun anlamı, Türk lirasının değerini tek
başına faizlerin belirlemediğidir.
e) Büyüme ve Dış Açık: Daha önce ifade edildiği üzere, Türkiye’de geçmişten beri sü-
regelen iç açıklar ortadan kaldırılırken, 2001 krizi sonrasındaki büyüme hamlesi tarihte
emsali görülmemiş bir dış açığa neden olmaktadır. Cari açık 2006 yılı sonunda GSMH’nın
%7,8’ine çıktıktan sonra, 2007 yılında da % 7,5 gibi bir düzeyde gerçekleşmesi beklen-
mektedir. Cari açığın 2001 sonrasındaki hızlı tırmanışını açıklayan çeşitli görüşler vardır.
(i) Cari açıkta yüksek faiz-düşük kur tartışması: İlk olarak bir “yüksek faiz, düşük kur
politikasının izlendiği ve cari açığın bunun sonucu olduğu görüşü vardır. Şöyle ki, içe-
rideki yüksek faizler nedeniyle içeriye aşırı sermaye akımı olmakta, bu da Türk lirasının
değerini artırdığı için süreç ithal malların cazibesini tetiklemekte ve dış ticaret açıkları
üzerinden cari açık ortaya çıkmaktadır.
Burada yapılması gereken ilk tespit, Türk parasının değerlenmesi, cari açığın ortaya
çıkması ve içeriye olan büyük sermaye akışının nedeninin, tek başına “izlenen yüksek
faiz politikası” olmadığıdır. Türkiye’de hem borçlanma hem de politika faiz oranları hala
benzer ülkelere göre oldukça yüksektir. Ancak Türkiye’deki bu durumu kendi içinde ele
almak ve isabetsiz mukayeselere gitmemek gerekmektedir. Türkiye’de yüksek faiz politi-
kası değil, bir dezenflasyon politikası izlenmektedir. Kısa vadeli faizler de bu süreçte MB
tarafından kullanılan başlıca araçlardan biridir.
Bu arada Türkiye’de fiyat istikrarının elde edilmesinde faiz aracının tek başına sorunu
çözme kudretine haiz olmadığı, 2006 ve 2007 yıllarında açıkça görülmüştür. Buna rağ-
men kısa vadeli faiz oranlarının enflasyondan kopuk bir şekilde ele alınması imkânsızdır.
Nitekim 2006 yılının ortasından beri şiddetli bir direnç bölgesine giren enflasyonun tek-
rar kontrol altına alınabilmesinde özel nihai tüketim harcamalarının 2007 yılının tümüde
çok gerilemiş olmasının önemli bir katkısı olduğu muhakkaktır. Bu da ancak MB’nın uy-
gulamaya koyduğu daraltıcı para politikasıyla mümkün olmuştur.
CİH şu dört dengeden oluşmaktadır: (i) Mal ticareti dengesi (dış ticaret dengesi), (ii) hiz-
met ticareti dengesi, (iii) yatırım gelirleri dengesi ve (iv) cari transferler dengesi. Bunlar-
dan mal ticareti dengesi sürekli ve artan oranlarda açık vermektedir. Ticaret açıkları 2006
yılında 40, 2007 yılında ise 60 milyar doları aşmıştır. Cari açığın nedeni de büyük oranda
bu kalemdir.
Türkiye’nin dış ticaret açığını teorik olarak temel makroekonomik denge formülüyle aşa-
ğıdaki gibi açıklamak mümkündür.
(X - M) = (S - I) + (T - G) Burada, (X - M) ticaret dengesini, (S - I) özel kesim dengesi yada
tasarruf-yatırım açığını, (T - G) ise kamu dengesini yada bütçe açığını ifade etmektedir.
Burada kurgulanan ilişkiye göre dış ticaret açığına/fazlasına neden olan husus, kamu
dengesi ve özel kesim, kısaca ulusal açıklardır. Eğer bir ülkede bu iki unsurun toplamı
açık veriyorsa, ÖD’de de buna eşit düzeyde bir açık oluşacaktır. Daha önce açıklandığı
üzere, son yıllarda Türkiye’de bütçe açıkları (T – G) azalırken, tasarruf-yatırım (S - I) açığı
azalmamakta, hatta artmaya devam etmektedir (Şekil-19).

62 63
Şekil 19. Türkiye’de Tasarruf-Yatırım Hareketleri (GSYH’ya oran, %)

30 Yurtiçi Tasarruflar ve Yatırımlar


( GSMH’ya oranı, yüzde )

25
25,4 24,9 24,4
23,8
22,6
20,0 20,0 19,3 20,2
20 17,5 18,2 17,3
16,0

15,1
15

10
2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007

30

25

20 B
C
15

10

5 D

-5 Kamu Tas.
Özel Tas.
-10 Kamu Yat.
Özel Yat.
-15
1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

Kaynak: TCMB Başkanı Sunum, 24 Aralık 2007.

Şekil-19’dan takip edileceği üzere, 2001 krizinde özel kesimde tasarruf-yatırım dengesi pozitif
olup (B bölgesi), özel kesim bu tarihte oldukça bozulan ve negatif olan kamu açıklarını (A bölgesi)
kapatmıştır. Ancak sürecin devamında gelişmeler tersine dönmüş, 2001 yılından sonra yapılan
reformlara ve sürdürülen mâlî disipline paralel olarak 2006 yılının sonunda kamu kesiminde den-
ge kurulma aşmasına gelirken (D bölgesi), özel kesimde makas gittikçe kötüleşerek açık en üst
düzeye çıkmıştır (C bölgesi).
2007 yılında da özel sektördeki açık artmaya devam ederken, daha önce tartışılan nedenlerden
ötürü buna kamu kesiminde tekrar göreceli olarak artmaya başlayan açıklar da ilave olmuştur.
Gerçekten de 2007 yılında tasarruf-yatırım açığı GSMH’nın yüzde 7,7’si mesabesinde gerçekleş-
miştir. 2007 yılındaki bütçe açığının da GSMH’nın yaklaşık yüzde 2,3’ü mesabesinde gerçekleşme-
si beklenmektedir. Bu iki açığın toplamı yüzde 10 etmektedir. Nitekim 2007 yılında 50 milyarın
üzerinde gerçekleşen ticaret açıklarının, GSMH’nın %10’unu aşacağı anlaşılmaktadır. Kısaca ifade
etmek gerekirse, Türkiye’nin cari açığı (dış açık) bir açıdan bakıldığında iç açıkların toplamının bir
sonucudur.
Bu analize göre Türkiye’de cari açığı kapatmak için önce bütçe açıklarını yok edip, tasar-
rufa geçmek, özel kesim açıklarını da ortadan kaldırıp pozitif tasarrufa geçmek gerekir.
Kamu kesiminde bu süreç yavaş yavaş rayına oturmaktadır. Bilhassa Sosyal Güvenlik Sis-
teminin reformuyla uzun vadede kamu açıklarının en önemli nedenlerinden biri daha
makul düzeye geriletilmiş olacaktır.
Ancak özel sektör açıkları için kısa sürede bunu öngörmek kolay değildir. Bunun için
hane halkı ile şirketlerin davranışlarının uzun vadede değiştirilmesi gerekmektedir. Asya
ülkelerinin sanayileşmesinde –bilhassa Japonya, G.Kore, Tayvan- GSYH’nın yüzde 35’leri
düzeyinde gerçekleşen ulusal tasarruf oranı ve buna yakın düzeyde gerçekleşen yatırım-
ların sürükleyici etkisi bilinmektedir.9 Asya’da tasarrufun ana kaynağı ise kamu kesimi ve
hane halkı değil, şirketlerdir. Bu ülkelerde hane halkını tasarrufa, şirketleri de hem tasar-
rufa hem de bu tasarrufu uzun süre devam eden yüksek düzeydeki yatırımlara kanalize
eden, yani uzun vadeli girişimcilik ortamını dizayn eden “kalkınmacı devlet” tir. Tablo-
7’de gösterildiği üzere, Türkiye’nin geçmişinde ne böyle bir ulusal tasarruf ne de yatırım
performansı kaydedilebilmiştir.

Tablo 7. Türkiye’de Uzun Vadeli Tasarruf-Yatırım Hareketleri

1976-1980 1981-1985 1986-1990 1991-1995 1996-2000 2001-2004

Ulusal tasarruf/GSMH, % 18.8 18.6 23.4 22.2 20.6 19.5

Toplam sabit sermaye yatırımı/GSMH, % 24.2 19.7 23.7 24.4 24.1 17.9

Özel sabit sermaye yatırımı/GSMH, % 15.4 11.1 15.0 18.1 17.9 12.3

Kamu sabit sermaye yatırımı/GSMH, % 8.8 8.6 8.7 6.3 6.2 5.6

Kaynak: DPT, Uluslararası Ekonomik Göstergeler, 2006.

Öte yandan yeri gelmişken not edilmelidir ki; günümüzde Asya ülkelerine benzer bir
tarzda, kamu kesiminin piyasa uyumlu olarak Türkiye’de devreye girmesi ve özel şirket-
lerin davranışlarını uzun vadeli girişimcilik doğrultusunda etkilemesi kolay değildir. Ulus
devletin etkisinin azaldığı, iktisadî sınırların ve korumacılığın ortadan kalktığı, küresel-
leşmenin ileri düzeye ulaştığı, bu meyanda Türkiye’nin DTÖ ve AB kuralları ile kendini
uluslar üstü mekanizmalara bağladığı bir ortamda Asya’dakine benzer bir “kalkınmacı
devlet” argümanının artık mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu meyanda Türkiye’nin
ulusal tasarruflarını artırmada daha farklı mekanizmaları düşünmesi ve denemesi gerek-
mektedir. Bu sorun, Türkiye’de sağlam bir girişimciliğin tesis dilmesi açısından fevkalade
önemlidir.
(iii) Cari açıkta, üretimde dışa bağımlılık sorunu: Üçüncü bir görüşe göre ise Türkiye’nin
cari açığının sadece iç açıkların otomatik bir sonucu olduğunu iddia etmek zordur. 2001
yılındaki kriz ortamında bastırılan özel kesim talebinin kriz sonrasında hızla canlanması
ve aynı şekilde hareketlenen yatırım ivmesi de cari açığın önemli bir tetikleyici unsuru
olarak belirginleşmektedir.

64 65 9
Akyüz, a.g.e., 1-33.
Tüketimi harekete geçirmede banka kredilerinin kriz sonrasında tüketicilere (konut, taşıt ve ihti-
yaç kredileri) yönlenmesi ve bu tür kredilerin çok büyük bir hızla gelişmesi 2002 yılı sonrasında
da özel talebin canlı kalmasına sebep olmuştur. Bu dönemdeki yoğun sermaye girişinin etkisiyle
Türk Lirasının reel olarak değerlenmesi (DPT’nin hesapladığı reel kur endeksi 2002 ile 2005 ara-
sında yüzde 30 oranında değer kazandı) ticarete konu malların nispi fiyatlarının düşmesini sağla-
yarak iç tüketimi destekleyici etki yapmıştır. Bunlara ilave olarak, 2002 sonrasında borsa ve gay-
rimenkul piyasalarındaki yükselmenin servet etkisinin de özel tüketim ve o kanalla ithalat ve cari
açığı yükseltici etkisinin olduğu söylenebilir. Öte yandan, özel şirketlerin yatırım talebindeki artış,
yatırım malları ithalat talebini yükselterek; petrol fiyatlarındaki artış da enerji ithalat maliyetlerini
yükselterek cari açığın yükselmesinde rol oynamıştır.
Artan yatırım malları talebinin AB müzakere süreciyle ilişkili olduğu görüşünden hareketle bazı ikti-
satçılar cari açığın AB sürecinin bir sonucu olduğunu savunmaktadır. Seçilmiş ülkelerin son üç yıldaki
cari dengelerine göz atıldığında gelişmişlik düzeyleri Türkiye’ye yakın olan ancak AB sürecinin dışın-
daki ülkelerin (örneğin Brezilya, Arjantin, Malezya) düzenli olarak cari fazla verdikleri, buna karşılık
AB ile bütünleşme sürecinde olan ülkelerin yüksek cari açık verdikleri görülmektedir. Buna karşılık,
önceki genişlemeler sırasındaki tecrübelere bakıldığında, özellikle İspanya ve Portekiz gibi ülkelerin
cari fazla ya da küçük açıklar verdikleri görülmektedir. Ayrıca Türkiye’nin AB sürecindeki belirsizlikler
ve üyeliğe kabul edilen ülkeler ile arasındaki ekonomik ve sosyal yapı farklılıkları sebebiyle, AB süre-
ciyle cari dengedeki bozulma arasında birebir ve zorunlu bir ilişki olduğu görüşünü zayıflatmakta ve
büyüyen cari açığa politika tepkisi verilmesi gereği yolundaki görüşler güçlendirmektedir.10
Türkiye’nin yapısal olarak üretim sisteminin, üretimde ve ihracatta ithalata olan bağımlılığını gös-
termek üzere Şekil-20 verilmektedir. Şekilde dışa bağımlılığın en yüksek olduğu sektörler göste-
rilmektedir. Görüldüğü üzere elektrik, makine, kimya, metal eşya sektörleri %70’e varan oranlarda
dışa bağımlıdır. Burada bir de söz konusu bağımlılığa neden olanın, yerliden ziyade yabancı ser-
mayeli kuruluşlar olduğu gösterilmektedir. İşte bu veri de son derece önemli bir duruma işaret
etmektedir. Yabancılar ürünlerini dünyanın dört bir yanından tedarik etikleri ve çoğu kez yine
kendi kontrollerinde olan değer zincirinden tedarik etmektedirler. Burada amaç, daha ektin bir
yabancı sermaye stratejisi oluşturmak ve üretim-yatırım ortamını uygun hale getirerek bu tedarik
zincirini içeriye kaydırmak olmalıdır.
Bu aşamada gündeme getirilmesi gereken kritik tartışma, büyük bir hızla gelişen ve büyüyen iç
pazarda rakip olarak veya ortak olarak karşı karşıya gelen yerli ve yabancı sermayenin oluşturulan
katma değeri hangi zeminde nasıl paylaşacaklarıdır. Bilindiği üzere yabancı sermayenin iç piyasa-
dan gerçekleştirdiği kar transferi toplumda dikkat çekmekte, memnuniyetsizlikle karşılanmakta-
dır. Acaba bu durum nasıl anlaşılmalıdır?
Farazi bir örnek üzerinden devam etmek gerekirse, içeride oluşturulan 100 birim değerindeki bir
katma değere yerli ve yabancı ne kalitede bir katkıda bulunursa, bunun sürecin sonundaki bölü-
şüme de yansıması kaçınılmaz olacaktır. Katkının mahiyeti kuşkusuz sektörüne göre değişmekte-
dir. Yerli katkının yüksek olduğu sektörler, Türkiye’nin fiyat rekabetine girdiği, ucuz emeğe ve dü-
şük katma değere dayalı olan yerli sektörler iken, çağdaş sanayilerde yerli katkı şimdilik dramatik
boyutlarda düşük kalmaktadır.
Netice itibariyle Türkiye kendine hedef olarak yüksek katma değerli dinamik sektörler aldığına
göre, bu sektörlerde katkısını artırmasına paralel olarak refah düzeyi de içeride artmış olacaktır.
Bir genelleme yapmak gerekirse, şimdilik Türkiye aylık ücreti 450 YTL olan niteliği düşük olan bir
emek, arsa, iç pazar, lokal bilgi katkısı ile devreye girerken, yabancı girişimci sermaye, teknoloji,

Murat Yülek, “Türkiye Ekonomisi 2001-2006 ve Sonrası: Arka Plan, Trendler ve Riskler, Türkiye’nin Dönemsel Değişimine
10

Genel Bir Bakış”, MÜSİAD-Ankara Şubesi Raporu, 2007, 37-46.


know-how, küresel değer zinciri, marka ve yönetim kapasitesi gibi katkı parametrele-
riyle devreye girmektedir. Türkiye’nin 2008 ve sonrasına yönelik uzun vadeli ikinci nesil
reform çabalarıyla şimdilik yabancının yaptığı katkıyı artan oranlara iç piyasalara taşıya-
bilmesi gerekmektedir.

Şekil 20. İmalat Sanayinde İthalat Bağımlılığı:


Yabancı Sendromu (2007)

80

70

60

50

40

30

20
YERLİ
10
YABANCI
0
Elektrikli Metal Kimya Makine Karayolları Tekstil Gıda Metal Disi
Makineler Eşya Sanayi Ulaştırma

Kaynak: Zafer Yükseler ve Ercan Türkan, Türkiye’nin Üretim


ve Dış Ticaret Yapısında Değişim, TÜSİAD, Şubat 2008.

Bu durum Türkiye’nin üretim ve dış ticaret rakamlarından da açıkça görülebilir. OECD’nin


teknoloji yoğunluğuna göre yaptığı son bir sınıflandırmaya göre, Türkiye’de yüksek, orta
ve düşük teknolojili sanayilerin imalat sanayi katma değerindeki payı 2001 yılı itibariyle
sırasıyla % 25.4, % 35.7 ve % 38.9 olurken, bu sektörlerin istihdam payları ise % 20.9, %
22.3 ve % 56.8 olarak gerçekleşmiştir.11 Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye hala düşük
teknolojili sektörlerin yoğun olduğu ve düşük katma değerlerin üretildiği bir ülke konu-
mundadır.
Süreci dış ticarette ele aldığımızda da benzer bir yapıyla karşılaşılmaktadır. Esasen
Türkiye’nin dış ticaretindeki teknoloji yoğunluğuna bakıldığında son yıllarda nispi bir
iyileşme görülmektedir. Bu gelişmede ise içeriye giren üretime yönelik yabancı serma-
ye yatırımlarının katkısı vardır. Buna rağmen Türkiye’de hala düşük teknoloji ürünlerinin
ihracatının, toplam ihracattaki payı 2001 yılı itibariyle % 47.9, düşük teknoloji ürünleri it-
halatının toplam ithalattaki payı ise % 15.2’dir. Aynı oranlar yüksek teknoloji ürünlerinde
neredeyse tersine dönmekte ve ihracatta % 28.7 ithalatta ise % 60.9 olmaktadır.12
Keza Türkiye’nin dışa açılımında öncü konumdaki ihracatçı sektörlerini verimlilik açısın-
dan değerlendirdiğimizde; karşılaştırmalı avantaja sahip olanlardan aynı zamanda ve-
rimliliği de yüksek sektörlerin toplam imalat sanayi ihracatının % 19’unu oluştururken,
düşük verimliliğe sahip sektörlerin % 46’sını oluşturduğu görülmektedir. Bu kez karşı-
laştırmalı dezavantaja sahip olan sektörlerden aynı zamanda verimliliği yüksek olanlar
sektörlerin toplam imalat sanayi ihracatının % 16’sını, düşük verimliliğe sahip sektörlerin

11
Oktay Küçükkiremitçi, Dış Ticaretteki Rekabet Gücüne Göre Sanayi Sektörünün Değerlendirilmesi, Türkiye Kal-
kınma Bankası AŞ, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü, 2006.
12
Utku Utkulu, Türkiye’nin Dış ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,
66 67 2005.
ise % 14’ünü oluşturduğu görülmektedir. Buradan, imalat sanayi ihracatımızın yarıdan fazlasının
düşük verimlilikle üretim yapan sektörler tarafından gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.13
(iv) Dış ticaret açığının mahiyeti: Cari açığın arkasındaki temel mekanizma 2007 yılında 60 mil-
yar doları ticaret açıklarının olduğu bilinmektedir. Ticaret açıklarını tetikleyen unsurların içinde
üretimde dışa bağımlılık ve bazı sektörlerde düşük kurun ara malı ithalatı tetiklemesini yattığı
ifade edilmektedir. Ancak esas sorunun Türkiye ekonomisinin düşük katma değerli üretim eko-
nomisinden tedricen daha yüksek katma değerli sektörlere geçiş yapması bu aşamada ilgili sek-
törlerde bulunan yabancı sermayeni etkisiyle de ithalatın şimdilik yüksek düzeyde gerçekleşiyor
oluşudur. Dış ticaret açıklarının önüne geçmede bu meyanda daha gerçekçi ve istikrarlı kur etkili
olacak iken, esas yapılması gereken, üretim ekonomisinin önündeki engellerin kaldırılarak temel
sektörlerdeki ithalat bağımlılığının önüne geçmektir. Bir başka ifadeyle, dış ticaret açıkları bir ta-
kım para ve maliye politikalarıyla değil, yapısal dönüşüm reformlarıyla ve nispeten orta-uzun va-
dede azaltılabilecek bir olgu olarak belirginleşmektedir.
Bu meyanda Tablo-8’de Türkiye’nin dış ticaretinde kilit role sahip olan ihracat ve bunların muadili
olan ithalat kalemleri üzerinden bir arama yapılmaktadır.
Görüldüğü üzere Türkiye’nin 2007 yılındaki 63 milyar dolarlık dış ticaret açığının yaklaşık 42 mil-
yar dolarlık kısmı (%66,6) bu ilk 20 fasıldaki kalemde ortaya çıkmıştır. Açık verilen kalemlerin için-
de nükleer reaktörler ve aksamları; demir çelik; elektrikli makine ve aksamları; mineral yakıtlar ve
yağlar (akaryakıt); plastik mamuller; inciler; alüminyum ve pamuk başta gelmektedir.
Bunlardan başlıca kalemleri burada kısaca ele almak gidişatı anlamak açısından faydalı olacaktır.
1- Akaryakıt ve petrole dayalı plastik mamuller 63 milyar dolarlık dış ticaret açığının tek başına ya-
rıdan fazlasını oluşturmaktadır. Nitekim Şekil-21’de gösterildiği üzere enerji ithalatının cari açığa
yaptığı katkı kabaca tam yarı yarıyadır. Ne var ki; bu sektöre yönelik olarak söz konusu ürünlerin
fiyatlarının düşmesini ve varsa yerli petrol kaynaklarını bulup devreye sokulmasını beklemekten
başka yapılacak bir şey yoktur. Bu meyanda (i) yerli kaynakların araştırılması konusunda Türkiye
son yıllarda büyük emekler harcamakta olup, sırf araştırmalar için 500 milyon dolarlık dev bir
harcama yapılmıştır.

Şekil 21. Cari İşlemler Açığında Enerji Sektör Etkisi


(2002 – 2007,2Q, GSYH’ya oranı, %)

-9
-8,2

-7,5

-8

-7
-6,3

-6
-5,2

-5
-4,1
-3,7

-3,4

-3,7

-4
-3,3
-2,4

-3

-2 ENERJİ FİYAT ETKİSİ


HARİÇ CARİ
-0,8
-0,8

-1 AÇIK / GSYİH
CARİ AÇIK / GSYİH
0
2002 2003 2004 2005 2005 2007
2003-2007 döneminde enerji fiyat artışlarının cari işlemler üzerine etkisi, 2002 yılı fiyatları sabit tutularak hesaplanmıştır.

Kaynak: TCMB.
13
MPM 4. Verimlilik Raporu 2005.
Tablo 8. Başlıca İhracat ve Karşılık Gelen İthalat Fasılları

İHRACAT İTHALAT DENGE DEĞİŞİM (%)


2006 2007 2006 2007 2006 2007 2006 2007
Motorlu kara taşıtları, traktör,
11.8 15.9 11.4 12.3 0,4 3.5 33,8 8,7
bisiklet, motosiklet ve diğer
Nükleer reaktörler,kazan;makine ve
6.56 8.7 18.9 22.5 -12.4 -13.8 34,2 18,9
cihazlar,aletler, parçaları
Demir ve çelik 6.2 8.3 11.5 16.1 -5.2 -7.8 33,1 40,3
Örme giyim eşyası ve
6.9 8.0 0,3 0,5 6.5 7.4 15,6 43,8
aksesuarları
Elektrikli makine ve cihazlar,
6.30 7.4 10.8 13.2 -4.5 -5.8 17,3 22,1
aksam ve parçaları
Örülmemiş giyim
4.7 5.4 0,5 0,8 4.1 4.5 15,6 47,9
eşyası ve aksesuarları
Mineral yakıtlar,mineral yağlar ve
3.5 5.1 28.8 33.8 -25.2 -28.7 44,3 17,4
müstahsalları,mumlar
Demir veya çelikten eşya 3.3 4.1 1.4 1.8 1.8 2.2 23,9 23,2
Plastik ve plastikten mamul eşya 2.26 2.8 6.9 8.6 -4.7 -5.8 27,4 25,5
Yenilen meyvalar,kabuklu
yemişler,turunçgil ve kavun 2.3 2.6 0,2 0,2 2.1 2.4 11,8 32,6
kabuğu
İnciler,kıymetli taş ve metal
1.8 2.6 4.4 5.9 -2.5 -3.2 43,8 34,0
mamulleri,madeni paralar
Mensucattan mamul diğer
1.9 2.1 0,08 0,1 1.8 1.9 9,8 43,8
eşya,kullanılmış eşya,paçavralar
Gemiler,suda yüzen taşıt ve araçlar 1.3 1.8 0,3 0,7 1.0 1.1 30,0 124,2
Alüminyum ve alüminyum eşya 1.2 1.6 1.7 2.3 -0,5 -0,7 31,0 30,9
Pamuk 1.3 1.6 2.0 2.8 -0,7 -1.2 20,4 35,4
Kauçuk ve kauçuktan eşya
1.2 1.5 1.5 1.8 -0,3 -0,2 33,2 20,4

Mobilyalar,aydınlatma,reklam
1.1 1.4 0,7 0,9 0,3 0,4 34,1 34,8
lambaları,prefabrik yapılar
Tuz,kükürt,toprak ve taşlar,alçılar
1.1 1.4 0,3 0,3 0,7 1.0 25,7 1,3
ve çimento
Sebze,meyve,bitki parçaları,sert
1.1 1.3 0,05 0,07 1.0 1.2 17,3 35
kabuklu yemiş konserveleri
Dokumaya elverişli suni ve sentetik
1.0 1.2 1.2 1.5 -0,1 -0,3 21,5 30,7
lifler
Toplam 67.4 85.5 103.8 127.3 -36.3 -41.7 26,7 22,6
Genel 85.5 107.1 139.5 169.9 -54.0 -62.8 25,3 21,8

Genel içindeki payı (%) 78,9 79,8 74,4 74,9

Kaynak: Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerinden derlenmiştir.

(ii) Ayrıca Türkiye yurt dışında arama ve işletme faaliyetlerine ortak olarak içeriye kay-
nak aktarmak için çaba sarf etmektedir. (iii) Yine ithalatı yapılan petrole bağlı ham ve
ara maddeleri içeride işleyip dışarı ihraç etme konusunda da bir çaba vardır. Son yıllar-
da petrolden üretilen ürün ihracatında gözle görülür bir artış kaydedildiği tablodan da
görülmektedir (2007 yılında 5 milyar dolar). (iv) Petro-kimya sektörüne yapılmak üzere
harekete geçen yabancı sermayenin de bu konuda Türkiye’ye döviz katkısı sağlayaca-
68 69
ğı beklenmelidir. Bütün bunlara rağmen öngörülebilir gelecekte bu mamullerdeki açığın büyük
oranda kapatılması şansı yoktur.
2- Yine başlıca dış ticaret kalemlerinden olan otomotiv sektöründe Türkiye 2007 yılında ilk defa
fazla verir hale gelmiştir. Bu gelişmenin devamının gelmesi durumunda bu önemli sektörde kritik
bir eşiğin aşılması şartıyla gelindiği anlaşılmaktadır. Son yıllarda sektöre yönelik olarak sürdürülen
yatırım hamlesi ve yan sanayinin örgütlenmesi ile beraber, üretime iç piyasanın yaptığı katkının
arttığı ve bu sektörün net döviz kazandırmanın eşiğine geldiği görülmektedir. Yine de 2007 yı-
lındaki bu gelişmenin Türkiye ekonomisinde 2006 yılının ortasından beri süre gelen özel nihai
tüketim harcamalarındaki hızlı gerileme nedeniyle olduğu dikkate alınmalı ve sektörün net ihra-
catçı kimliği kazanması için mevcut gayretlere ilaveten, daha etkin bir üretim ve yatırım ikliminin
ikamesi için çalışılmalıdır.
3- Türkiye’nin yerli sektörlerinden olan tekstil ve konfeksiyon sektörü Türkiye’ye net döviz kazandı-
ran nadir sektörlerden biri olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada daha sonra sektörel analizler
bölümünde de inceleneceği üzere, Türkiye bu iki sektörde birden küresel oyuncu olma imtiyazını
elinde bulunduran ilk on ülkeden biridir. Son yıllarda bu sektörlerin ihracat hacmi fiziksel olarak
az da olsa düşerken, ihracat miktarı değer olarak artmaktadır. Bunun arkasında sektörün daha
yüksek katma değer elde edilmesi yönündeki yeniden yapılandırılması konusunda sürdürülen
çabalar vardır.
4- Öte yandan Türkiye’nin dış ticaret açığına şimdi olumsuz ancak gelecekte olumlu katkı yapma
potansiyeli olan sektörlerin başında demir çelik ve makine sektörü gelmektedir. Makine sektö-
ründe atılıma 1990’lı yılların başında başlamıştır. Türkiye’de ilk defa makine sektöründe detaylı
sayılabilecek bir envanter çalışması yapılmıştır. Orta Anadolu Makine İhracatçı Birliği’nin yaptı-
ğı envanter çalışmasına göre bu sektördeki durum, aslında diğer sektörleri de kapsamak üzere
Türkiye’deki genel dağınıklığı yansıttığı anlaşılmaktadır. Sektör çok parçalı ve dağınık, böylece
organize olmaktan ve optimum ölçek ekonomilerine sahip olmaktan uzaktır. Sektörde yetişmiş
insan açığı had safhada, bilinç düzeyi çok düşük ve dış piyasalardan ve sektörün teknolojilerinden
kopuk olduğu anlaşılmaktadır.
Bütün bu aleyhteki gelişmelere rağmen Türkiye’de ihracatın artış hızının, 2007 yılının ikinci ayın-
dan itibaren ithalat artış hızının üzerine çıktığı görülmektedir (Şekil-22).

Şekil 22. İthalat-İhracat Eğilimleri


(Ocak 2006 – Ekim 2007, yıllık yüzde değişim)

26
24
22
ithalat
20
18
16
14 ihracat
12
10
01 - 06
02 - 06
03 - 06
04 - 06
05 - 06
06 - 06
07 - 06
08 - 06
09 - 06
10 - 06
11 - 06
12 - 06
01 - 07
02 - 07
03 - 07
04 - 07
05 - 07
06 - 07
07 - 07
08 - 07
09 - 07
10 - 07

Kaynak: Dış Ticaret Müsteşarlığı verilerinden hesaplanmıştır


2007 yılında ihracat % 25,3 oranında artarken, ithalat ise % 23 düzeyinde gerçekleşmiş,
bu gelişmeye paralel olarak dış ticaret açığındaki artış % 16,6 düzeyinde kalmıştır. Esasen
2007 yılında cari açığın sadece %18 oranında artarak 38 milyar dolar olarak gerçekleşmiş
olması da göreceli bir başarı olarak görülmelidir. Zira 2002 yılından sonra cari açıktaki
artış oranı ilk defa 2007 yılında %40’ın altına sarkmıştır. Türk lirasının “aşırı değerlendiği”
bir ortamda 2007 yılında kaydedilen bu başarının arkasında ekonomideki büyümenin
% 4,5 civarına gerilemesi ile, enflasyon mücadelesi nedeniyle iç piyasalarda tüketimin
bastırıldığı bir ortamda üreticinin çıkışı ihracatta bulmuş olması vardır. Bu nedenle söz
konusu gelişmenin kalıcı biri iyileşmeye veya sanayinin rekabetçi üstünlüklerinin arttığı-
nı gösteren yapısal bir değişime işaret ettiği henüz ifade edilemez.
Buna rağmen, birikimli olarak dış ticaret ve cari açıktaki artış devam ediyor olmakla bir-
likte, 2003 yılından beri hem dış ticaret açığının artış hızında, hem de buna bağlı olarak
cari açığın artış hızında gözle görülür bir yavaşlamanın olması, sürecin belli bir istikrara
doğru gittiğini, ilk başlangıçtaki yatırım açlığının doyum noktasında ulaşmasına paralel
olarak, üretim ekonomisi ortamının da derinleşmesiyle cari açık ve dış ticaret açığının
makul bir seviyeye gerileyeceği yönünde güçlü sinyaller olarak görülmelidir. Yine de
2010 yılı sonuna kadar cari açığın %6-7 aralığından daha aşağı düşmesi pek muhtemel
görülmemektedir.

Tablo 9. Cari Açık ve Dış Ticaret Açığının Değişim Yönü

2003 2004 2005 2006 2007

Cari Açık (Milyar dolar) -8,0 -15,5 -22,6 -32,1 -37,9

Cari Açık /GSMH (%) -2,9 -5,2 -6,4 7,8 7,5

Artış oranı (%) 430 94,1 44,9 42,4 18

Ticaret açığı artış oranı(%) 43 46 26 25 16

O halde cari açığın sürdürülebilirliği konusu önemli bir tartışma konusu olarak bir kez
daha karşımıza çıkmaktadır.
f) Dış Denge ve Sermaye Girişleri: Türkiye’de bir yandan cari açık büyürken, bir yan-
dan da sermaye girişleri hızlanmıştır. Nitekim Türkiye’de ortaya çıkan cari açık ve bu açı-
ğın finansman gereği ile, fiili olarak içeriye giren sermaye arasındaki makas açılmakta-
dır. Şekil-23’de gösterildiği üzere cari açık hızını kaybederek artmaya devam ederken,
finansman kaleminde ifade edilen toplam sermaye girişi miktarı bundan çok daha fazla
artmaktadır. Bu miktar 2006 yılında yaklaşık 43, 2007 yılında ise 50,4 milyar dolar olmuş-
tur. Demek ki içeriye giren sermaye miktarı cari açıkla birebir ilişkili olmayıp, daha önce
ifade edildiği gibi çok daha karmaşık bir mekanizma devrededir.
Öte yandan içeriye fazladan giren bu sermaye ise ulusal rezervleri artırmaktadır. Bilindiği
üzere ulusal rezervlerin artması ekonominin bir kriz ortamına karşı likiditesini artırarak
sigorta işlevi gördüğü için faydalı, bu rezervi biriktirip adeta kasaya kilitleyip tutmak
70 71
maliyetli bir uygulama olduğu için de toplumun refahına aykırı bir tutumdur. Türkiye’deki ulusal
rezervlerin milli gelire oranı yüzde 15 civarında bulunmaktadır. Bu düzey, hem benzer gelişmekte
olan ülkelere, hem de gelişmiş ülkelere nazaran oldukça yüksektir. Bu oran gelişmiş ülkelerde or-
talama olarak milli gelirlerinin yüzde 3’ü civarında seyretmektedir. Buradan yola çıkarak yapılması
gereken bir tespit de şudur:

Şekil 23. Cari Açık ve Finansmanındaki Gelişmeler (1999-2007)

CARİ AÇIK FİNANSMAN


DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMI DİĞER KALEMLER ( UZUN VADELİ )
PORTFÖY YATIRIMLARI ( KISA VADELI)

60000
50000
40000
30000
20000
10000
0
-10000
-20000
-30000
-40000
-50000
1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007

Kaynak: TCMB ödemeler dengesi verilerinden.

Mâlî disiplini sağlama ve borç yükünü hafifletmek üzere FDF aracılığı ile iç dengeler muhafaza
edilmekte, rezerv biriktirme suretiyle de dış dengeler istikrarda tutulmaya çalışılmaktadır. Bu ikisini
toplamının milli gelire oranı yüzde 20’leri aşmaktadır. Böylece istikrar programı takip etmenin ve
dışa açılmanın risklerini idare edebilmenin toplumsal maliyeti çok acı bir şekilde ödenmektedir.
Cari açığın sürdürülebilirliği ve kırılganlığı bağlamında cari finansman kalemlerinin kalitesine
bakmak gerekirse; ilk gözlem içeriye giren sermayenin (50,4 milyar dolar) yaklaşık %60’ının borç
oluşturan, %40’ının ise borç oluşturmayan cinsten olduğudur. Burada borç oluşturmayan ka-
lem ile sıcak para cinsinden olmayan kalemlere ayrıca dikkat çekmek gerekmektedir. Örneğin
2007 yılındaki 38 milyar dolarlık cari açığın yaklaşık 20 milyar doları doğrudan yabancı sermaye
yatırımları tarafından finanse edilmiştir. Böylece cari açığın % 52,6 gibi muazzam bir kısmı borç
oluşturmayan kalıcı sermaye girişleriyle finanse edilmiştir. Bu oldukça önemli bir gelişmedir. Zira
cari açık bir yandan sıcak paranın, bir yandan da borç oluşturan sermaye girişlerinin etkisinden
çıkmaktadır. Bu meyanda son yıllarda Türkiye’ye gelmekte olan yabancı sermayenin mahiyetinin
de kısaca incelenmesi yerinde olacaktır.
g) Türkiye’ye Yabancı Sermaye Girişleri: Türkiye’ye giren yabancı sermaye son yılarda büyük
bir ivme ile artmaktadır. Bu sermayenin içinde dikkati çeken kalemler uzun vade krediler ile doğ-
rudan yabancı sermaye yatırımlarıdır (DYSY). Bu iki kalemdeki gelişmeler yukarıda Şekil-23’te
özetlenmiştir. Türkiye’nin sanayileşmiş ülkelerle olan gelişmişlik farkını kapatması (catch up) ve
AB standartlarına yakınsaması (convergence) açısından yabancı sermayenin potansiyel katkısı ön
plana çıkmaktadır. Gerçekten de bu aşamada sahip olduğu bilgisi, deneyimi, piyasa gücü, tekno-
lojisi ve tasarruf açığına yapacağı katkı mucibince yabancı sermaye girişi desteklenmelidir.
Esasen son yıllarda Türkiye geçmiş dönemle mukayese edilemeyecek kadar büyük bir
sermaye hacmini içeriye çekebilmiştir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü
(UNCTAD) tarafından yayınlanan 2007 Dünya Yatırım Raporuna Göre, Türkiye 20,1 milyar
dolarla en fazla uluslararası yatırım çeken ülkeler arasında 16. sırada yer almış, dünyadaki
toplam sermaye içindeki payını da ilk defa yüzde 1,5’e kadar çıkarmıştır. Böylece Türkiye
ortaya çıkan cari açığın finansmanını yüzde 50’leri aşan oranda kalıcı sermaye girişleriyle
sağlarken, yabancı sermaye girişlerini büyümenin motor gücü haline getirebilme şansı-
nı yakalamış gibidir. Yabancı sermayenin önemi, ülkeye kalıcı bir know-how, teknoloji ve
öğrenme etkisi gibi pozitif dışsallıkları taşıyabilmesinde aranmalıdır.
Buna rağmen 2003-2007 arasında oldukça uygun olan uluslararası ortamın gelecekte
nasıl ve ne yönde değişeceği çok belli olmadığından, bu yapı şimdilik bağımlı bir bü-
yüme etkisi oluşturmuş gözükmektedir. Bu nedenle Türkiye’ye yabancı sermaye girişi
devam ederken, bir yandan da kuşkucu yaklaşımlar derinleşmektedir. Bu noktadan ha-
reketle, çeşitli kurum ve kişiler kendi açılarından bir yabancı sermaye stratejisi üzerinde
kafa yormaktadır.
Türkiye son yıllardaki atılımlarıyla bu pastadan etkin bir şekilde payını alır hale gelmiş
olmakla beraber, Türkiye’ye gelen sermayenin ağırlıklı olarak satınalma ve birleşmeler
şeklinde olduğu dikkat çekmektedir. Bir başka ifadeyle içeri giren sermayenin yeni yatı-
rımlara yönelmediği görülmektedir. Bu girişler ise daha çok hizmet sektöründe anmak-
ta, ancak son yıllarda yavaş da olsa imalat sanayine doğru bir kayış gözlemlenmektedir.
Örneğin finansal sektöre olan sermaye girişleri 2005 yılında hızlanmış ve 2006 ve 2007
yılarında zirveye çıkmıştır. Bu yıllarda sırasıyla 4 milyar, 6,9 milyar ve 11,4 milyar dolar
sermaye girişi gerçekleşmiştir. Ancak imalat sanayine olan sermaye girişleri de kısmen
hareketlenerek 2006 yılında 1,8, 2007 yılında ise 4 milyar doları aşmıştır. İmalat sanayin-
de ise sermaye girişleri daha çok kimya ve gıda sektöründe gerçekleşmiştir. Son olarak
gayrı menkul ve ulaşım-haberleşme sektörlerine olan sermaye girişlerinin de yükselme
eğiliminde olduğu görülmektedir (Tablo-10).
Bundan sonra Türkiye’de DYSY’nın enerji, ulaşım, sağlık, turizm alanlarına yönelmesi
beklenebilir. Geleceğe yönelik olarak da yaşanmakta olan sürecin “yeşil alan yatırımla-
rına” kaydırılabilmesi için dünya sitsem içinde Türkiye’nin belirgin bir “fark oluşturma”
kapasitesi ön plana çıkmaktadır.
Yüksek büyüme ve alım gücü sürekli artan, genç çalışabilir ve tüketebilir bir nüfusa sa-
hip olması Türkiye’nin en büyük “farkı” olmakla birlikte, bunlar gerekli ancak tek başına
yeterli değildir.
Fark oluşturma sürecinin bir parçası ve gereği olarak Türkiye’nin bir yandan AB sürecini
ve dezenflasyon çabalarını sürdürmesi, öte yandan da piyasa giden yolları açacak olan
kurumsallaşmanın derinleştirilmesi ve ikinci nesil reformları tamamlaması gerekmek-
tedir. Zira kurumsallaşma, hızlı büyüme, makroekonomik istikrar ve yatırım ortamının
iyileşmesi anlamına gelmektedir. Keza, dinamik rekabetçi üstünlüklere göre sektörel mi-
marinin belirlenmesi ve bir sanayi stratejisinin tanımlanması gereği de vurgulanmalıdır.
Bu meyanda her sektörde en iyi olma şansı olmayan Türkiye’nin bazı alanlarda dünyanın
en iyisi olmaya çalışarak cazibe merkezi olmayı hedeflemesi gerekmektedir. Son yıllarda-
ki tecrübelere göre, otomobil, elektronik, makine ve teçhizat, tekstil, mobilya, enerji gibi
sektörlerin önemli olduğu anlaşılmaktadır.14

14
Erhan Aslanoğlu, “Türkiye’nin Yabancı Sermaye Çekmede Etkinlik Arayışları”, İbrahim Öztürk (ed.), Türkiye’nin
72 73 Küreselleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (3 Cilt), İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2008,.
Tablo 10. Doğrudan Uluslararası Yatırım Girişlerinin
Sektörlere Göre Dağılımı (Milyon $)

Sektörler 2002 2003 2004 2005 2006 2007


Tarım -- 1 4 5 5 2
Balıkçılık -- -- 2 2 1 3
Madencilik 2 14 75 40 122 341
İmalat Sanayii 110 448 214 788 1.868 4.199
  Gıda ve İçecek sektörü 14 249 78 68 609 758
  Tekstil 10 8 14 183 26 233
  Kimyasal Ürünler 9 9 39 174 602 1.103
  Makine ve Teçhizat 13 17 8 13 54 47
  Elektrikli Optik Aletler 2 4 2 13 53 98
  Motorlu Kara Taşıtı 33 145 35 106 63 65
  Diğer İmalat 19 14 38 227 461 1.895
Elektrik, Gaz ve Su 68 86 69 4 112 555
İnşaat 3 8 23 80 222 260
Toptan ve Perakende Ticaret, 89 92 103 68 1.167 181
Ulaştırma, Haberleşme ve
1 2 639 3.285 6.700 1.119
Depolama
Mali Aracı Kuruluşların Faa-
260 51 69 4.018 6.956 11.409
liyetleri
Gayrimenkul Kiralama ve İş
0 6 3 29 99 905
Faaliyetleri
Sağlık İşleri ve Sosyal
5 23 53 74 265 178
Hizmetler
Toplam 622 745 1.291 8.538 17.645 19.190
Geçici Veriler, Kaynak: T.C. Merkez Bankası

Ancak burada yabancı sermayenin çekilmesi kadar, idaresi ve kaliteli bir şekilde yönlendirilmesi
gibi bir gündeme de işaret etmek gerekmektedir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki; enflasyon,
döviz kurları, kişi başına düşen GSYİH, emek gücü, faiz oranları ve ekonominin dışa açıklığı gibi
makroekonomik göstergelerin yanı sıra, kurumsal faktörler de doğrudan yabancı yatırımlar üze-
rinde önemli bir etkiye sahiptir. 15
DYSY’dan beklenen neticeyi devşirmek için gerekli hususlar kısaca şu şekilde sıralanabilir: (i) Eko-
nomik ve politik risk düşük olmalı, (ii) istikrarlı bir hükümet olmalı, (iii) uluslar arası tahkime açık,
yani şeffaf, demokratik, sağlam bir fikri ve mülkiyet hakları rejimi olmalı, (iv) yolsuzluk oranları dü-
şük olmalı, (v) bürokrasinin kapasitesi yüksek ve yapıcı bir zihniyete sahip olmalı, (vi) yaptırım me-
kanizmaları etkin işlemeli, (vii) yargının işleyişine güven duyulmalı, (viii) rekabeti sağlamaya yöne-
15
Akyan Candermir, Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarını Etkileyen Faktörler: Bir Uygulama (2 cilt), İstanbul:
Yased, 2006; Devrim Dumludağ, “Yabancı Sermayenin Kalitesi ve Kurumların Etkisi”, İbrahim Öztürk (ed.), Türkiye’nin Küre-
selleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (3 Cilt), İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2008.
lik politikalar mevcut işlevsel olmalıdır. Kurumlarını bu tür bir yapıya uygun düzenlemeye
çalışan hükümetlerin gelecekte hem daha fazla DYSY çekmeleri, hem de bunu ülkenin
genel kalkınma stratejisi doğrultusunda gerçekleştirmeleri mümkün görünmektedir.
h) Büyüme, İşsizlik ve İstihdam İlişkisi: Büyümeden en büyük beklenti iş ve istihdam
aracılığı ile kalıcı bir gelirin oluşturulmasıdır. Esasen bir toplumda gelir dağılımı adale-
tinin sağlanması da ancak bu ekonominin sürekli bir şekilde istihdam oluşturmasıyla
mümkündür. Genel olarak bakıldığında Türk ekonomisinin istihdam alanları oluşturma
açısından yaşadığı problemlerin, 2001 sonrasında da devam ettiği görülmektedir. Zira
2001–2006 döneminde nüfus yılda ortalama yüzde 1,5 hızla büyürken, toplam istihdam
ortalama olarak ancak yüzde 0,5 hızla büyüyebilmiştir. Örneğin 2006 yılında istihdamın
büyüme oranı %1,3 iken GSMH’nın büyüme oranı %6 düzeyinde gerçekleşmiştir. Buna
göre 2006 yılında, her bir puanlık büyümenin istihdamda sadece 0,2 oranında bir artışa
yol açtığı tahmin edilmektedir. Türkiye ekonomisinde 2002-2007 döneminde kaydedilen
%47’lik birikimli büyümeye karşın, istihdamdaki artış oranı %3,7 seviyesinde kalmıştır.
Türkiye’de toplam nüfusun ancak yüzde 22’si istihdam edilirken (eksik istihdam dahil),
diğer ülkelerde bu oran yüzde 45’ler civarına çıkmaktadır (Tablo-11).

Tablo 11. Birikimli Büyüme ve


İstihdamdaki Artış (2002-2006)

İstihdam İstihdamdaki GSMH’daki 1 Puanlık Büyümenin


(Bin Kişi) Değişim (%) Değişim (%) Etkisi (%)
2002 21 354 -0,8 7,9 -0,01

2003 21 147 -1,0 5,9 -0,17

2004 21 791 3,0 9,9 0,3

2005 22 046 1,2 7,6 0,16

2006 22 330 1,3 6,0 0,22

Kaynak: Anka Ajansı

Bu aşamada ekonomide istihdam ve işsizlikle ilgili gerçeğin kavranabilmesi için tarım


ve tarım dışı istihdam ile kamu sektörü-özel sektör ayrımının yapılması gerekmektedir.
Türkiye’de tarım dışı istihdam artmakta, tarım dışı işsizlik oranı ise yavaş da olsa düşmek-
tedir (Tablo-12) .

Tablo 12. İşsizlik ve İstihdamdaki Gelişmeler

2002 2003 2004 2005 2006 (*)2007 (*)2006


İşsizlik oranı (%) 10,3 10,5 10,3 10,3 9,9 (**) 10,1
Tarım Dışı İstihdam (milyon kişi) 13,9 14 14,4 15,6 16,2 16,6 16,1
Tarım İstihdamı 7,5 7,2 7,4 6,5 6,1 6,2 6,2
Toplam İstihdam 21,4 21,1 21,8 22 22,3 22,8 22,3

74 75 (*) Ocak-Eylül ortalaması, Kaynak: TÜİK ve Hazine


Her şeyden önce 2001 krizi ile birlikte Türkiye’de ortaya çıkan işsizlik rakamlarının –ki bunlar ancak
ölçülebilen resmi işsizlik oranları olup, ayrıca bölgesel, sektörel farklılıkları da yansıtmamaktadır-
gerilemediği görülmektedir. Ancak bunun anlamı, kaydedilen büyümenin istihdam oluşturmadı-
ğı değildir. Tersine, Türkiye son yıllarda büyümesine paralel olarak istihdam oluşturmakta, ancak
bu yeterli olmamakta, başka nedenlerden ötürü de işsizlik gerilememektedir.

Şekil 24. Genel ve Tarım Dışı İşsizlik

15

14

13 Tarım Dışı İşsizlik

12
Toplam İşsizlik
11

10

6
2002Ç1
2002Ç2
2002Ç3
2002Ç4
2003Ç1
2003Ç2
2003Ç3
2003Ç4
2004Ç1
2004Ç2
2004Ç3
2004Ç4
2005Ç1
2005Ç2
2005Ç3
2005Ç4
2006Ç1
2006Ç2
2006Ç3
2006Ç4
2007Ç1
2007Ç2
2007Ç3
Kaynak: TÜİK

Şekil 25. Sektörler İtibarıyla İstihdam


(2002 3.çeyrek – 2007 3.çeyrek, birikimli yüzde değişim)

40
35,9

21,4
20
12,5

Tarım 29
0
İnşaat Hizmetler Sanayi Toplam

-20 -24,3

Kaynak: TCMB

Bu gelişmede iki temel unsur etkili olmaktadır. Birincisi kriz sonrasında Türkiye’nin kamunun ağır-
lıklı olduğu ekonomiden özel sektörün ağırlıklı olduğu ekonomiye geçmesi ve özel kesimin de
küresel rekabette ayakta kalabilmek için bütün konsantrasyonunu verimlilik artışına ve emek ta-
sarrufuna yönlendirmiş olmasıdır. Verimlilik artışı ve büyüme konusu daha önce ele alınmıştı.
İkicisi de AB ile başlatılan nihai üyelik müzakere süreci de ekonominin yapısal dönüşümüne hız
kazandırmış, tarımın istihdamdaki ve GSMH içindeki payı hızla gerilemeye başlamıştır. 2007 yılı
sonu itibariyle tarımın istihdamdaki payı 2002 yılındaki %34’ler seviyesinden, %26’lar seviyesine
kadar gerilemiştir. Türkiye’nin bu oranı, AB’ne henüz üye olmamış olan 1980 başlarındaki
Yunanistan, Portekiz ve İspanya’nın o dönemdeki oranları civarındadır. Tarımın GSMH
içindeki payı da yine 2002 yılı başında % 14’lerden, 2007 yılı sonunda %9’un altına sark-
mıştır.
2002 yılından bugüne tarım sektöründen tarım dışı sektörlere hızlı bir geçiş gerçekleş-
mektedir. Nitekim tarım istihdamında son dört yıl içinde birikimli olarak % 24,3 oranında
azalma görülmüştür. Sanayi sektöründe istihdam edilen kişi sayısı ise % 12,5 oranında
bir artış göstermiştir. Bu süreç ve tarımdan çözülen insanların şehirlere akımı şimdilik
devam edecektir. Tarımdaki bu kişiler aslında daha önceden de işsiz idiler ancak bu gö-
rünmemekte idi ve gelir dağılımı da tarımsal kesimde bu yüzden çok bozuktu.
Netice itibariyle yaşanmakta olan süreç yanlış değil, ancak hızlı bir şekilde bastırdığı için
tarım kesiminden açığa çıkan kişiler iş piyasasına girmekte ve ekonominin de bunu is-
tihdam etme kapasitesi yetersiz kalmaktadır. Ekonominin istihdam oluşturma kapasitesi
yeterli olsa bile, yeterli bir meslekî eğitim vermek suretiyle iş gücünün aktif olarak değiş-
tirilmesi sağlanamadığı için, mesleksizlik nedeniyle geleneksel kesimden gelen insanla-
rın istihdam edilmesi imkânsızlaşmaktadır.
Son yıllarda istihdamın sektörel dönüşümünde hizmet sektörü istihdam dostu olarak
öne çıkmış, toplam istihdam içindeki payı en yüksek seviyede gerçekleşmiştir. Yine inşa-
at sektörünün toplam istihdam içindeki payı 2007 yılı Eylül ayı itibarıyla % 6,3 gibi düşük
bir düzeyde de olsa, sektörde büyümenin hızlandığı dönemlerde hızlı istihdam artışları
görülmektedir (Şekil-25). Ayrıca bu sürecin devamı da beklenmektedir.
Geldiğimiz aşamada ekonomideki büyüme hızının dışarıdaki ve içerideki gelişmelere
paralel olarak azalmasıyla işsizlik rakamları tekrar başını yukarıya çevirmiş, 2007 yılı so-
nunda %10,1 düzeyine, yani tekrar çift haneye çıkmıştır. Türkiye genelinde işsiz sayısı
geçen yılın aynı dönemine göre 85 bin kişi artarak 2 milyon 350 bin kişiye yükselmiş,
işgücüne katılım oranı ise yüzde 46,9 olarak hesaplanmıştır. Kasım 2007 döneminde is-
tihdam edilenlerin yüzde 25’i tarım, yüzde 20.6’sı sanayi, yüzde 6’sı inşaat, yüzde 48.4’ü
ise hizmetler sektöründe yer almıştır.
Geldiğimiz aşamada Türk ekonomisinde verimlilik ve istihdam arayışlarının birbirleriyle
çatışır bir noktaya kanalize olmaması, bu iki ihtiyacın birbirini dengeler mahiyette ge-
lişmesi gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, Türkiye’nin kalıcı bir büyüme trendini yaka-
layabilmesi için istihdam ve emek verimliliği artışlarının bir arada gerçekleşmesi gerek-
mektedir. Mevcut istihdam oranlarında, Türkiye’nin, gelişmiş ülkelerdeki kişi başına gelir
seviyelerine ulaşabilmesi için teknik olarak gerçekleştirilmesi imkânsız verim seviyele-
rine çıkması gerektiği aşikardır. Bir başka deyişle, kalıcı bir gelir artış trendinin yakala-
nabilmesi için istihdamın büyük bir hızla artırılması gerekmektedir. Sosyal faktörler de
hesaba katıldığında, bu aşamada istihdam artışının verimlilik artışından daha öncelikli
hale geldiği de söylenebilir.16
Gerçekten de Türkiye’de tarım dışı istihdamın nüfusa oranının (halen % 22) 5 sene içinde,
Kore’deki seviye olan yüzde 43’e yükseltilebilmesi için mevcuda ilave olarak yaklaşık 16
milyon kişiye iş sahası açılması gerekmektedir. Bu, mevcut tarım dışı istihdamın iki katına
çıkarılması manasına gelmektedir. Oysa Türk ekonomisi geçtiğimiz 6 yıl içinde tarım dışı
sektörlerde 3 milyon civarında yeni istihdam oluşturabilmiştir. Ayrıca yukarıda bahsedil-
diği üzere istihdamın niteliği, şiddetlenen küresel rekabet altında nicelikten daha önem-

76 77 16
Murat Yülek, a.g.e., 37.
li bir faktör haline gelmiştir. Çin, Hindistan ve onları takip ederek dünya ekonomisi ile bütünleşen
Asya ekonomileri, diğer ülkelerin katma değeri düşük sahalarda rekabet etme gücünü imkânsız
hale getirmektedir.
Bu ülkelerle aynı mal gruplarında ihtisaslaşan ülkelerin uzun vadede ücretlerinin bu ülkelere ya-
kınsaması gerekeceği için, bu tür bir rekabete girmenin hem getireceği katma değer, hem de
iktisadî getirisi de düşük olacaktır. Bir başka deyişle, Türk şirketlerinin ihtisaslaşacağı sahaları doğ-
ru seçmesi ve devletin de onlara beşeri ve fiziksel altyapı açısından gerekli desteği vermesi kritik
bir başarı faktörü olarak ortaya çıkmaktadır.
j) Gelir Dağılımındaki Gelişmeler: Son yıllarda gelir dağılımındaki düzelme belirginleşmiştir.
TÜİK’in AB istatistik kurumu Eurostat ile uyumlu hale getirerek sürdürdüğü çalışmalarının konuy-
la ilgili sonuncusu 2005’te yapılmıştır. Hane halkını harcanabilir gelire göre tasnif eden ve %20
’lik dilimlere ayıran bu çalışmaya göre, gelirden en az pay alan, yani nüfusun en fakir ilk %20’lik
diliminin Türkiye genelinde toplam gelirden aldığı pay, 2004’ten 2005 yılına küçük de olsa bir
artış kaydetmiştir. En zengin %20’lik beşinci dilimin toplam gelirden aldığı pay ise gözle görülür
bir şekilde gerilemiştir. Nüfusun en zengin %5’lik dilimi ile en fakir %5’lik dilimi arasında 2001 yılı
sonunda yaklaşık 12 kat olan gelir farkının, yaklaşık 7,5 katına kadar gerilediği anlaşılmaktadır.
Nitekim bu eğilim Gini-katsayısı ile de desteklenmektedir. Gerçekten de, 2002 yılında 0.44 olan
bu katsayı, 2005 yılı dahil olmak üzere bütün dönem boyunca tedricen düşmüş, yani gelir dağı-
lımındaki bozulma, ekonomideki büyümeye paralel olarak düzelme eğilimine girmiş, eşitsizlik
katsayısı 2005 yılı sonunda 0,38 oranında gerçekleşmiştir (Tablo-13).

Tablo 13. Türkiye’de Gelir Dağılımındaki Gelişmeler (1987-2006)

1. %20 2. %20 3. %20 4. %20 5. %20 Gini Katsayısı


1987 5.2 9.6 14.1 21.2 49.9 0.43

1994 4.9 8.6 12.6 19 54.9 0.49

2002 5.3 9.8 14.0 20.8 50.1 0.44

2003 6.0 10.3 14.5 20.9 48.3 0.42

2004 6.0 10.7 15.2 21.9 46.2 0.40

2006 6.1 11.1 15.8 22.6 44.4 0.38

Kamuoyundaki popüler algılama ile burada zikredilen resmi veriler arasındaki farkın açıklanması
gerekmektedir. Gerçekçi bir şekilde ele alındığında, emek yoğun sektörlerin sürekli olarak ge-
rilemesi, reel ücretlerin erozyona uğramış olması, işsizliğin yüzde 10 civarında yüksek seviyede
devam ediyor olması gibi nedenlerle 2001 krizi sonrasında gelir dağılımının düzeldiği yolundaki
haberler şaşırtıcı gelmektedir.
Ancak Türkiye’de gelir dağılımını bozan esas dinamikler dikkate alındığında, bu düzelmenin şaşır-
tıcı olmadığı rahatlıkla anlaşılmaktadır. Şöyle ki;
1. Kriz sonrasında beş yılı aşkın bir süredir ekonomide yüksek düzeyde bir reel büyüme sağlanmış-
tır. Bu büyümenin kaynaklarına bakıldığında, büyümenin tüketim ve kamu harcamalarına değil,
daha çok yatırım ve verimlilik artışlarına dayandığı görülmektedir. Bu büyüme, hızlanan yapısal
dönüşüm nedeniyle işsizlik oranlarında ülke genelinde büyük bir düşüş sağlayamamış olsa da
belli bir istihdam artışına yol açtığı da görülmektedir. Bu nedenle, kişi başı gelirin 2300
dolardan 5500 doları bulduğu süreçte, gelir dağılımın düzelmiş olması anlaşılabilirdir.
2. Türkiye’de gelir dağılımının bozulmasına neden olan diğer iki önemli değişken de enf-
lasyon ve faiz oranlarının yüksek olmasıdır. Enflasyon, düşük ve sabit gelirli kesimden,
zengin ve finansal varlıkları yüksek olan kesim lehine bir gelir transferi anlamına gelmek-
tedir. Aynı şekilde yüksek faizler aracılığı ile de toplumda varlıklı dar bir kesimin, artan
oranlarda devlet borçlanma senetlerinin reel geliriyle fonlandığı, gelir dağılımın bu yolla
da bozulduğu bilinmektedir. İşte son yıllarda hem enflasyonun, hem de reel faiz oranları-
nın tek haneli rakamlara düşürülmüş olması nedeniyle gelir dağılımında bir düzelmenin
olmuş olması beklenmelidir. Gerçekten de 2001 yılında faiz harcamalarının GSMH’dan
aldığı pay %20’nin üzerinde iken bu oran 2006 yılı sonrasında %8’in altına düşmüş, enf-
lasyon da 2004 yılından beri tek haneli rakamlarda seyretmiştir.
Bir yandan enflasyonda bu düşüş kaydedilirken, diğer yandan toplumun çeşitli kesimle-
rine yönelik olarak kamudaki ücret artışları enflasyon oranının altında kalmamıştır. Hazi-
ne Müsteşarlığınca hazırlanan verilere göre (Şekil-26) 2002 yılının sonunda 2007 yılının
Mart ayı arasında tüketici fiyatları ortalama olarak %56 oranında artmıştır. Buna karşılık
toplumda geliri en düşük olan kesime en yüksek, geliri en yüksek olan kesime de yine
enflasyonun altında kalmamak üzere, en düşük ücret artışları yapılmak suretiyle bir yan-
dan toplumu enflasyona ezdirmeme, öte yandan gelir dağılımı adaletsizliğini göreceli
olarak düzeltme çabası güdülmüştür.

Şekil 26. Maaşlar ve Ücret Artarı


Enflasyon (Birikimli, 2002-2007)

(%) 2002 Aralık - 2007 Mart Dönemi Maaş ve Ücret Artışları


160
2002 Aralık – 2007 Mart Dönemi
140 TÜFE artışı: %56
120

100

80

60

40

20

0
En Düşük

Ortalama

En Yüksek

Kamu İşçi
Ücretleri

Net Asgari
Ücret

En Düşük

Ortalama

En Düşük

Ortalama

En Düşük

Ortalama

Memur Maaşları SSK Bağ-Kur Memur


Emekli Aylıkları

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

3. Keza 2001 krizi sonucunda GSMH’nın %17’sine kadar çıkan bütçe açıkları, bunun pa-
ralelinde gelen kamu kesimi borçlanma gereğindeki artışlar ve bu yolda yapılan bütçe
transferleri de hızla azaltılmış, 2006 yılı sonunda KKBG sıfırın altına, bütçe açığı ise %1’in
altına düşürülmüştür. DPT’nin de 2007 yılındaki tespitlerine yansıdığı üzere, kriz son-
78 79
rasında uygulanan sıkı maliye politikalarına rağmen özellikle eğitim ve sağlık gibi sosyal devlet
harcamalarında görünen artış gelir dağılımı üzerinde olumlu etki yapmıştır.
Esasen kamunun ekonomideki ağırlığının azalmasına paralel olarak son yıllarda bütçenin büyü-
me oranı, GSMH’nın büyüme oranının altında kalmaktadır. Buna göre 2002-2006 arasında büt-
çe esnekliği birden küçük kalmış, yani GSMH’daki 100 birimlik bir artışa bütçenin 100 birimden
daha küçük bir artışla cevap verebildiği görülmüştür. Ancak bu gerileme toplumsal barış ve re-
fah açısından katlanılamaz bir “geri çekilme” anlamına geliyorsa, bunun sınırının ne olacağı ve
eleştirisinin de yapılması gerekir. Sosyal devletin gerileyip gerilemediği açısından ele alındığında
bütçe harcamalarının ne yönde değiştiğine, daha doğrusu bütçedeki bu küçülmenin hangi kesi-
min lehine veya aleyhine geliştiğine bakılması gerekmektedir. Tablo-14’de harcamaların esnekliği
gösterilmektedir.
Burada verilen soysal harcama kalemlerinin 2002-2005 arasındaki esnekliğine bakıldığında, bilhas-
sa 2004 ve 2005 yıllarında esneklik katsayısının arttığı, faizin esneklik katsayısının ise büyük bir dü-
şüş gösterdiği görülmektedir. Buna göre, bütçede büyük bir tasarruf yapıldığı, ancak bu tasarrufun
ağırlıklı olarak faiz harcamalarındaki gerilemeden karşılandığı görülmektedir. Buna karşılık, eğitim,
sağlık, adalet, savunma, yatırım harcamaları ve bilimsel faaliyetler için yapılan destek ve harcamalar
reel olarak anlamlı düzeyde arttığı görülmektedir.
5.Türkiye’de rekabet ortamı ilk defa bu kadar kızışmış, ilk defa dışa açılmadan beklenen kar marj-
larının azalması olgusu yaşanmaya başlanmıştır. Düşen veya geçmişe göre ifade etmek gerekirse
çok daha yavaş artan fiyatlar nedeniyle reel bir refah etkisi ortaya çıkmaktadır.

Tablo 14. Sosyal Harcamaların Bütçe Harcama Esneklikleri

2002 2003 2004 2005


Savunma 1,09 0,71 1 2,25

Adalet-Emniyet 1,38 1,24 8,75 3,25

Eğitim 1,4 1,43 2,5 3,5

Sağlık 1,6 1,05 4,25 12

Faiz giderleri 0,62 0,62 -0,37 -4,75

Yatırım Harcamaları 1,57 0,19 1,5 3,25

Kaynak: DPT, Maliye Bakanlığı.

6. Yine devalüasyonlar içeride halkın alım gücünü düşürmek gelir dağılımını da, döviz yatırımcısı-
nın lehine bozmakta idi. Son yıllarda güçlü TL nedeniyle halkın alım gücü artmaktadır.
7. Yoksulluk araştırmasının sonuçları: Gelir dağılımı adaletinde ne durumda olduğumuzu yansıtan
önemli bir araştırma da TÜİK’in Yoksulluk araştırmasıdır. Son yıllarda yoksulluk ve gelir dağılımı
adaletindeki gelişmeleri anlamak için uygulanmakta olan istikrar programının da bunlarla birlikte
ele alınması elzemdir. Zira 2001 yılında Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini
geçirdi. Krizden sonra da bunun altından kalkmak ve oluşan hasarı gidermek üzere ağır bir istikrar
programı uygulana gelmektedir. İstikrar programları kısaca sistemi tekrardan çalışır duruma getir-
meyi amaçlar ve özellikle finansal sektörden işe başlar. Türkiye 2002 yılından beri kriz öncesinde
olduğu gibi kriz sonrasında da IMF’nin yakın denetimi altında yoluna devam etmektedir.
Son yıllarda ise IMF baskısı kısmen azalmış olmakla birlikte devam etmektedir.
Hem kriz ortamında, hem de kriz sonrasında uygulanan istikrar programıyla gelen derin
yapısal dönüşüm sürecinde elbette kazançlı çıkanlar ve kaybedenler olmaktadır. İlave-
ten kayıplara karşı toplumun farklı kesimlerinin kendini koruma kapasitesi bir hayli eşit-
siz dağılırken, krizi fırsatlara çevirebilenler de vardır.
2002 sonunda iktidara gelen AK Parti hükümeti, kendinden önceki koalisyon hüküme-
tinin uyguladığı ekonomik mimariyi büyük oranda devam ettirdi. Daha önce tartışıldığı
üzere, bu mimari dalgalı kura, büyümenin motor gücü olarak özel sektöre ve daha çok
da verimlilik artışları ile sıkı mâlî disipline (mili gelirin % 6,5’i kadar bir faiz dışı fazlaya)
dayalı olarak gelişti. Hükümetin IMF programına “sadakati” makro ekonomik dengelerin
düzeltilmesi anlamında takdir görürken, bunun acı bedeli olarak toplumun bu progra-
mın altında ezildiği tezi de sürekli gündemde tutulmaktadır.
2007 yılının Aralık ayının son haftasında yayınlanan TÜİK’in yoksulluk çalışması ise bu gö-
rüşleri doğrulamamaktadır. Sürece önce fert, ardından haneler planında bakılabilir. TÜİK’in
yoksulluk araştırmasında “açlık” ve “yoksulluk sınırı” diye iki temel kriter kullanılmaktadır.
Bunlardan birinci kriter sadece gıda harcamalarını içerirken, ikincisi gıda ve gıda dışı harca-
maları içermekte olup, çalışmadaki temel bulgular Tablo-15’de özetlenmektedir.

Tablo 15. Türkiye Yoksulluk Araştırması,


Yoksul Fert Oranı (%)

2002 2003 2004 2005 2006


Gıda yoksulluğu (açlık) 1,35 1,29 1,29 0,87 0,74

Yoksulluk (gıda+gıda dışı) 26,96 28,12 25,60 20,50 17,81

Kişi başı günlük 1 $’ın altı 0,20 0,01 0,02 0,01 0,00

Kişi başı günlük 2.15 $’ın altı 3,04 2,39 2,49 1,55 1,41

Kişi başı günlük 4.3 $’ın altı 30,30 23,75 20,89 16,36 13,33

Göreli yoksulluk 14,74 15,51 14,18 16,16 14,50

Kaynak: TÜİK, 26 Aralık 2007, Haber bülteni

Çalışmaya göre 2006 yılında Türkiye’de fertlerin % 0.74’ü (539 bin kişi) açlık sınırının, %
17.81’i de yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Buna karşın kişi başı günlük harcaması
(satınalma gücü paritesine göre) 1 Doların altında kalan fert Türkiye’de artık kalmamış.
Bu oldukça kritik bir gelişmedir. Aynı kriterler açısından 4 kişilik bir hane ele alındığın-
da (aylık bazda) açlık sınırının 205 YTL, yoksulluk sınırının ise 549 YTL olduğu hesaplan-
maktadır. Sendikalar ise çeşitli sivil toplum örgütleri ise bu rakamı şiddetle reddetmekte,
kendi alternatif ölçümlerini ortay koymaktadırlar. Hatta İktisadî Girişim ve Ahlâk Derneği
(İGİAD) gibi “işverenler”, ortaya oldukça ilgi çekici bir fark koyarak, her yıl bir Asgari Ge-
çim Ücreti açıklamaktadır. Dernek, üyesi olan işadamlarını bunun altında ücret ödemek-
ten ahlâkî olarak men etmeye çalışmaktadır. Bu elbette cebri değil, ahlâkî bir standart. Ve
80 81 bu miktar 2008 yılında iki çocuklu bir aile için 1095 YTL olarak tespit edilmiştir.
Konuya burada devletin resmi rakamları ile devam etmek gerekirse, 2005 yılında % 0.87 olarak tah-
min edilen açlık sınırının altında yaşayan fert oranının 2006 yılında % 0.74’e, yoksul fert oranının da
% 20.5’den % 17.81’e düştüğü anlaşılmaktadır. Öte yandan yoksullukta kırsal ve kentsel ayrımının
bir hayli derinleştiği de dikkatlerden kaçmamaktadır. Nitekim kırsal yerleşim yerlerinde yaşayanlar-
da yoksulluk oranı % 31.98 iken, kentsel yerlerde yaşayanların yoksulluk oranı % 9.31’dir.
Ayrıca yoksulluk hane büyükçe artmaktadır. 2006 yılında 3 veya 4 kişiden oluşan hanelerde bulu-
nan fertlerin yoksulluk oranı % 8.49, 7 iken, daha fazla olan hanelerde fertlerin yoksulluk oranı %
42.98’e çıkmaktadır. Kısaca “bağımlılık oranı” dediğimiz, az sayıda çalışanın çok sayıda çalışmayanı
beslemesinden dolayı, ailenin geneli yoksullaşmaktadır.
Yine ücretli-maaşlı çalışanların yoksullukta yevmiyelilerden çok daha şanslı olduğu da dikkat çek-
mektedir. Bu oran % 6’e, % 28.63 gibi oldukça çarpık bir yapıya sahiptir. Kendi hesabına çalışanla-
rın yoksulluk oranı % 22.06, ücretsiz aile işçisi olanların ise % 32.
En yüksek yoksulluk riskine sahip olan tarım sektöründe ise durum tedricen toparlanıyor. Tarımda-
ki kişilerin yoksulluk oranı 2005 yılında % 37.24 iken, 2006 yılında % 33.86 olarak tahmin edilmek-
tedir. Bunun nedeni tarımdaki büyük göz olgusudur. İnsanlar şehre göçünce geri kalan tarımsal
artık daha az kişiye bölünmektedir. Bu da refah artışlı demektir. Tabii yine tarımda verimlilik artışı,
örgütlenme bilincinin gelişmeye başlaması, sözleşmeli tarımın yaygınlaşması, ölçeklerin artması,
destekler gibi diğer faktörler de yavaş yavaş devreye girmektedir. 2007 yılında tarım sektörüne 5
milyar YTL’den fazla destek sağlanmıştır. Göreceli olarak sanayi sektöründe yaşayanlar tarımdan,
hizmetler sektöründekiler ise sanayiden daha iyi konumda bulunmaktadırlar. Çalışanlarda 2006
yılında yoksulluk oranı sanayide % 10, hizmet sektöründe % 7 oranındadır.
Son olarak yoksulluk üzerinde eğitimin derin etkisi görülmektedir. Okuryazar olmayanlarda yok-
sulluk oranı % 34 ile en üst seviyeye çıkarken, ilkokul mezunlarında oran % 14.19, lise ve den-
gi meslek okulları mezunlarında % 5.2, yüksekokul, fakülte ve üstü mezuniyete sahip fertlerde
ise sadece % 1.01 olmuştur. Görüldüğü üzere yoksulluğu azaltmanın yolu nitelikli emekten, yani
meslekî eğitimden geçmektedir.
Bütün bu verilere göre; Türkiye’de 2002 yılından beri yoksulluk göstergelerinin düzelme yönünde
geliştiği görülmektedir. Ekonominin oldukça hızla büyüdüğü, yapısal dönüşümün derin olduğu ve
istikrar programının uygulandığı bir ortamda bu başarının nedeni; bütçe açıklarındaki, kamu borç
stokundaki, faiz ve enflasyon oranlarındaki azalmalar; üretim ve verimlilik endeksindeki artışlar ve
buna bağlı kaydedilen büyüme ve refah artışı gibi makro ekonomik gelişmeler ile Hükümetin uy-
gulamadaki oluşturduğu farktır. Bilhassa sağlık ve eğitim harcamalarındaki artış, eğitime ve sağlık
hizmetlerine olan ulaşılabilirlik, yoksul kesime yapılan doğrudan ve dolaylı ayni ve nakdi yardım,
yoksul kesimler lehine yapılan göreceli yüksek ücret düzenlemeleri burada zikredilmelidir.
Ancak kaydedilen bu göreceli düzelmenin devam etmesi için;
(i) Tarımsal dönüşümün daha etkin olarak idare edilmesi,
(ii) Reformlardan kaybeden dar ve sabit gelirli toplumsal kesimlerin durumunun iyileştirilmesi
için soysal desteklerin daha etkin hale gelmesi,
(iii) Meslekî eğitim reformunun tamamlanması, bu meyanda emeğin dönüştürülmesi açısından
meslekî eğitim kurslarının açılması,
(iv) Kadınlara karşı ideolojik ve cinsiyet ayrımının giderilmesi,
(v) Eğitimdeki fırsat eşitliğinin sağlanması ve ülkeye yayılması,
(vi) Rekabetçiliğin artık ücretlerin bastırılmasında değil, verimlilik artışında aranması, büyümenin
yeterince istihdam oluşturmasına özen gösterilmesi,
(vii) İstihdam dostu sektörler ve istihdam deposu olarak biline KOBİ’lerin güçlendirilmesi
gerekmektedir.
k) Bir Girişimcilik Göstergesi Olarak Açılan ve Kapanan Şirket Sayısı
Türkiye’de girişimciliğin ne yönde değişip geliştiğini gösteren bir diğer önemli gösterge
de açılan ve kapanan şirketler sayısıdır. Türkiye ekonomisinde yapısal değişimin dinami-
ği hızlanıp kapsamı genişleyip derinleştikçe, bir yandan yükselen ve gerileyen sektörler
kavramı ile, öte yandan bu sektördeki yeri, sıralaması ve büyüklüğü değişen şirketler
kavramı ile çok daha sık karşılaşılacaktır.
Bu gelişmenin nedeni, ekonominin yapısal olarak derin bir dönüşüme girilmiş olması,
ekonominin iyice dışa açılması ve küresel rekabetin dolu-dizgin içeriye taşınmış olma-
sıdır. Bu arada ekonominin dışa açılması zannedildiği gibi rekabeti kendiliğinden getir-
meyebilir, birçok sektör yabancı etkisine girmiş ve eksik rekabet içinde yoluna devam
ediyor olabilir. Çimento sektörü ve perakende zincir mağazalar buna örnek gösterile-
bilir. Hatta bu rekabet tüketicinin lehine bir şekilde gelişmiş olsa da, piyasa kontrolünü
ele geçiren şirketlerin arka plandaki tedarikçi şirketleri, üreticiyi yaşayamaz ve karlılığını
kaybeder hale düşürebilir.
Ancak burada yükselen ve gerileyen şirket ve sektörler ile ilgili olarak ifade edilmesi ge-
reken bir başka husus da üretimin coğrafî alanının, örgütlenmesinin, teknolojisinin çok
hızla değiştiği ve buna ayak uyduran sektörlerin ve şirketlerin hızla yukarılara tırmanaca-
ğıdır. Örneğin 1917’de Forbes Dergisi’nin yayınladığı en büyük 100 şirketin günümüzde
sadece 18 tanesinin yaşadığı, bunların da son 70 yılda Amerika’da borsa endeksinin orta-
lama performansının altında kaldığı tespit edilmiştir. Benzer şekilde G. Kore’de de 1995
yılında ilk 100’e giren şirketlerden 93’ü artık 2006 yılında o listede yer almıyordu.17
Örneğin aynı kıran kırana rekabet süreci İstanbul Sanayi Odası (ISO)’nun yayınladığı
Türkiye’nin en büyük ilk ve ikinci 500 şirketine de yansımış durumdadır. Bilhassa ikinci
500 büyük şirkette olanlar seyyaliyeti daha net yansıtmaktadır. Örneğin 2006 yılındaki
listede 330 ve hatta 360 sıra birden atlayan şirketler var. Hatta ikinci 500’e 109 şirketin
ilk kez girdiği açıklandı. İlk 500’den ise 51 şirket ikinci 500 listesine düşmüştür. Bunun
anlamı, artık rekabet liginde kimsenin yerinin garanti olmadığıdır. Buna olumlu yönden
bakmak gerekirse, bu meydan okumanın farkında olup gereğini yerine getiren küçük
işletmelerin de makus talihini kırıp ikinci, hatta ilk beş yüz içine girebileceği gerçeğidir.
İyi idare edilmesi durumunda serbest piyasa ekonomisinin ve beraberinde getirdiği re-
kabetin bereketi, kıt kaynakların verimsiz sektörlerde yığılıp kalmasını önleyerek üretim-
de ve kaynak tahsisinde etkinliği sağlamış olmasıdır.
Bu açıdan bakınca, son beş senede hangi şirketlerin büyüdüğü, hangilerinin küçüldüğü
önem arz etmektedir. Burada verimliliğini artıran şirketler büyürken, artıramayanların
küçüldüğü ilk dikkat çeken husustur. Örneğin, tekstil ve ayakkabı sektörü küçülürken,
iletişim ve makine sektörleri büyüyenler arasında yer almıştır.
Bu arada ikinci 500’ün yüzde 30’unu tekstil, giyim, deri ve ayakkabı sektörü oluşturmak-
tadır. Tekstil ve giyim son yıllarda sendeledikten sonra şimdilerde -olumsuz kur koşulla-
rına rağmen- işte bu verimlilik, markalaşma, alternatif piyasalara açılma, hız, esneklik ve
kalite faktörlerine bağlı olarak adeta küllerinden yeniden ayağa kalkmaktadır.

82 83 17
Tom Peters, 2006, Türkiye Birinci İnovasyon Kongresi Sunumu, Turkishtime Dergisi.
Bu perspektifi akılda tutarak son yıllarda açılan ve kapanan şirket sayılarına bakmak yararlı ola-
caktır. TÜİK’in 2007 yılının Ocak-Kasım dönemine ait birikimli olarak açıkladığı açılan ve kapanan
şirket sayısı, ekonomiye giren ve çıkan sermaye miktarını ve bunların yer aldığı iktisadî faaliyet
kolları Tablo-16’da verilmektedir. Buna göre 2006 yılının ilk on bir ayında 48 646 şirket kurulmuş-
ken, bu rakam 2007 yılının aynı döneminde 51 568’e çıkmıştır. Kapanan şirket sayısı ise 8300’den 8
800’e çıkmıştır. Buna göre, açılan şirketler % 6,4, kapanan şirketler ise % 6,1 oranında artmıştır. Bir
başka açıdan bakıldığında ise 2006 ve 2007 yıllarında arka arkaya her bir kapanan şirkete karşılık
ekonomide 5,8 şirket kurulmuştur.

Tablo 16. Açılan ve Kapanan Şirketler ve Kooperatiflerin


İktisadî Faaliyet Kollarına Göre Sayıları, (Ocak-Kasım 2007)

2006 2007 Değişim oranı


İktisadî faaliyet kolları Kurulan Kapanan Kurulan Kapanan Kurulan Kapanan

Genel Toplam 48 460 8 306 51 568 8 814 6,4 6,1

Tarım, avcılık ve ormancılık 541 39 737 56 36,2 43,6

Madencilik ve taşocakçılığı 458 38 650 30 41,9 -21,1

İmalat 9 551 2 070 9 854 2 203 3,2 6,4

İnşaat 7 386 1 310 7 567 1 248 2,5 -4,7

Toptan ve perakende ticaret; motosiklet


ve motorlu araçlar ile kişisel eşyalar ve ev 14 378 2 671 15 211 2 955 5,8 10,6
eşyalarının onarımı
Otel ve lokantalar 1 588 146 1 792 179 12,8 22,6

Ulaştırma, depolama ve haberleşme 3 909 582 3 830 574 -2,0 -1,4

Mali-aracı kuruluşların faaliyetleri 671 196 700 230 4,3 17,3

Gayrimenkul, kiralama ve iş faaliyetleri 6 484 730 6 701 762 3,3 4,4

Eğitim 1 079 64 1 257 78 16,5 21,9

Sağlık işleri ve sosyal hizmetler 1 139 348 1 280 375 12,4 7,8

Diger sosyal, toplumsal ve kişisel hizmet 812 84 876 94 7,9 11,9


faaliyetleri

TÜİK, Kurulan ve Kapanan Şirketler, Kasım 2007

Bira daha geriye gitmek gerekirse, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)un verilerine göre 2005
yılında 95.306, 2006 yılının tamamında ise 104.740 şirket kurulmuştur. Kurulan şirketlerdeki ar-
tış oranı yaklaşık %10’dur. 2005 ve 2006 yıllarındaki kapana şirket sayıları ise sırasıyla 28.724 ve
34.777 olarak verilmektedir. Kapanan şirketlerdeki artış oranı ise % 21 civarında gerçekleşmiştir.
2005 yılında her bir kapanan şirkete karşılık 3,3, 2006 yılında ise 3 şirket açılmıştır.
Sermaye bazında ele alındığında 2007 yılının ilk 11 ayında yaklaşık 40 milyar YTL’lik bir sermaye
azalması yaşanırken, yaklaşık 150 milyar liralık taze sermaye girişi kaydedilmiştir. Bunun büyük
kısmı imalat, gayr-ı menkul, inşaat, toptan ticaret ve ulaştırma-haberleşme sektöründe kaydedil-
miştir. Aynı sıralama kurulan şirket sayısında da benzerlik arz etmektedir.
5•
TÜRKİYE EKONOMİSİ BURADAN NEREYE?

B
Bir önceki bölümde Türkiye ekonomisinin 2001 yılından sonra tecrübe ettiği yapısal re-
form süreci ve buna paralel olarak geçirdiği dönüşümün temel makro ekonomik göster-
gelere nasıl yansıdığı tartışıldı. Sağlam girişimciliğin alt yapı taşlarından biri de makro
ekonomik istikrar olduğundan dolayı, ekonominin uzun vadeli dönüşümü, sağlam bir
üretim ekonomisini inşası ve uzun vadeli stratejik hesaplar yapabilen yarışmacı bir giri-
şimcilik için böylece son derece önemli bir mesafe alınmış olduğu gösterildi.
Geldiğimiz aşamada ekonomide ortaya çıkan birtakım çok önemli yan etkier vardır. Bun-
ların başında (i) son üç yıldır direnç bölgesine giren ve bütün tedbirlere rağmen düşürü-
lemeyen enflasyon, (ii) 2007 yılında artış hızı yavaşlamakla birlikte mutlak değer olarak
artmaya devam eden enflasyon, (iii) zaten çok yavaş gerileyen ancak son iki yılda yeterli
düzeyde gerçekleşmeyen büyüme nedeniyle tekrar artış sürecine giren işsizlik verileri
ile (iv) içerideki yetersiz ulusal tasarruflar başta gelmektedir. Bu sorunlar, ekonominin
2002 yılından beri ilerlediği patikanın sıkıştığını, buradan itibaren yeni bir yol vurmanın
gereğine işaret etmektedir.
Elde edilmek istenen neticeler şunlardır:
(i) Yüzde 7-8 arasında gerçekleşecek bir büyüme patikası,
(ii) buna rağmen kamu mâlî dengelerinin korunması,
(iii) büyümeyi kalıcı kılınmış bir fiyat istikrarı içinde gerçekleştirmek,
(iv) büyümenin oluşturduğu katma değeri içeride tutmak anlamında cari açığın GSMH’nin
%3’ünü geçmeyecek şekilde kontrol atında tutulması,
(v) büyümenin istihdama yansıması,
(vi) yüksek düzeyde gerçekleşecek olan yatırım hamlesinin olabildiğince iç kaynaklarla
finanse edilebilmesi,
84 85
(vii) eğitim, Ar-Ge, ticarileştirilmiş icatlar üzerinden verimliliğe dayalı bir sanayi yapısının inşa edil-
miş olması.
Önümüzdeki yıllarda büyüme sürecinin, 2002-2006 dönemine oranla daha çok dış talep ile des-
teklenerek devam ettirilmesi gündeme gelecektir. Küreselleşmenin ulaşmış olduğu düzeyde, ül-
kelerin, yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme süreci yakalamaları, dış talep koşullarından yeterli
ölçüde yararlanmalarını gerektirmektedir. Ekonominin, iç talep ile dış talep arasında daha dengeli
bir büyüme hattına taşınabilmesi için, ürün ve hizmetlerin dış pazarlarda daha rekabetçi bir konu-
ma kavuşması gerekmektedir. Son yıllarda, dünya ekonomisinde çok dikkat çeken bir gelişme de,
sanayi için ticaretteki hızlı yükseliştir. Bir başka ifadeyle, ihracat yapmak için ithalat yapmak, sa-
dece Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Türkiye’nin dış talepten daha fazla yaralanmasının bek-
lendiği bu dönemde, önemli olan sektörlerimizin rekabetçiliğini azaltan faktörlerin doğru teşhis
edilerek ortadan kaldırılmasıdır. Bu anlayışla tasarlanacak olan sanayi stratejisi, 1970’lerin ithal
ikameci sanayileşme politikalarından çok farklı bir içeriğe sahip olmak zorundadır. Türkiye’nin ih-
racat ürünlerinde çeşitlenme sağlamak ve rekabet gücünü artırmak amaçlanmalıdır.

5.1
EKONOMİDE KATILIKLARI ESNETMEK İÇİN YENİ YOL HARİTASI

Uzun vadeli kalkınma hedefleri için “yönlendirilmiş bir çıkış stratejisi” ile mevcut istikrar tabanlı
programdan çıkarak verimlilik ve istihdam merkezli bir üretim ekonomisine geçmek için öncelikli
olarak hala kamu kesimine düşen önemli görevlerin olduğunu ifade etmek gerekir. Bu görevler
daha çok alt yapı, denetim ve yönlendirme başlıkları altında toplanabilir.
Ünlü yönetim bilimci Michael Porter “ulusal refah miras alınmaz, üretilir” derken, kamu-özel kesim
arasında inşa edilecek olan bir sinerji ile Porter’in “rekabetçi elmas” anaforunda zikrettiği zengin-
liğin kaynaklarının harekete geçirilmesi kastedilmektedir.
Türkiye’de 2002 yılından beri çalışmalarını sürdüren ancak son yıllardaki etkinliği daha da artan
Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu (YÖİK) bu amacı gütmektedir. Bu meyanda üzerinde dur-
mamız gerekenlerden birisi kaynaklardır. Son yıllarda eğitim sisteminde meydana gelen büyük
çöküş nedeniyle insan kaynağı ile makro ekonomik istikrarsızlık nedeniyle gündemden düşen
araştırma ve enformasyon altyapısı bu meyanda başta gelen kaynaklardır. İkinci olarak buluşlara
yatırım yapan bir iş ortamı oluşturmak gerekmektedir. Bunun için Asya ülkelerindekine benzer
bir şekilde uzun vadeli bir strateji ile şirketlerin davranışlarını kaliteli girişimcilik yönünde değiştir-
mek ve geliştirmek gerekmektedir. Üçüncü olarak kalkınmayı sürüklemek üzere muhakkak kalite
standartları artırılmış talepkâr bir yerel pazarın ikame edilmesi şarttır. Bunun temel şartı ise fiyat
istikrarının kalıcı olarak tesis edilmiş olmasıdır. Dördüncü olarak da büyüme sürecinde oluşturu-
lan katma değerin içeride kalması, yani yeterli rekabet gücüne sahip bir üretim yapısı tesis etmek
üzere destek sanayilerinin varlığının temin edilmesi gerekmektedir. Ekonominin bu tür bir donanı-
ma kavuşturulması, iç içe geçmiş olan üç aşamalı bir rekabetçilik stratejisi gerektirmektedir.

5.1.1
Ucuz Emek Ve Doğal Kaynak Güdümlü Kalkınma Aşaması
Bu aşamada ülkelerin rekabetçi avantajını düşük maliyetli emek yoğun sektörler ve doğal kaynak-
lar belirler. Bu aşamadaki bir ülkede; ihraç malları sayıca az, katma değeri düşük; uluslararası piya-
sada aracılara olan bağımlılık yüksek; kâr marjları düşüktür. Böyle bir aşamadaki ülkede rekabet
gücü fiyatlar ile ticaret hadlerindeki dalgalanmalara açıktır. Dahası teknolojiye erişim ithalata, tak-
lit etmeye ve doğrudan yabancı yatırımlara bağlıdır. Böyle bir aşamada stratejiler ülkede
“yatırım ortamının” iyileştirilmesini hedefler ve ekonominin kıt kaynakları ulusal rekabeti
artıracak alanlara kaydırılmaya çalışılır. Bunun için piyasa reformları çok önemlidir. Böyle
bir ülkede bilhassa sağlık ve eğitim olmak üzere alt yapı yatırımları bitirilmelidir. Büyük
bölgesel farklılıkları ve sektörel dengesizlikleri olan Türkiye ekonomisi bazı alanlarda bu
süreci geride bırakmışken, birçok alanda halen bu sürecin içinden geçmektedir.

5.1.2
Yatırım Güdümlü İkincİ Aşama
Türkiye 2006 yılının sonunda beri bu aşamayı geride bırakarak yatırım güdümlü ikin-
ci aşamaya geçmenin sancılarını çekmektedir. Geldiğimiz aşamada Türkiye’de üretim
temel mallardan imalat sanayine kaymıştır. Bu, benzer ülkelere nazaran Türkiye’nin bir
artısıdır. Bunun bir gereği olarak ülkemizin rekabetçi avantajı üretkenlik ve yüksek kat-
ma değerli karmaşık ürünlerin üretim ve ihracına kaydırması gerekmektedir. Bu süreç
bilhassa yabancı sermayenin etkisi altındaki imalat sanayinde gözlemlenmektedir. An-
cak yaygın bir eleştiriden yola çıkarak ifade edilmelidir ki; küresel entegrasyon sürecinde
ülkemizin, “onlar ortak, biz pazar” olgusundan kurtarılması için yerli şirketlerin kapasitesi
güçlendirilerek küresel değer zincirinde ulusal payın artırılması ve ithal teknolojilerde
iyileştirmelere gidilmesi stratejik bir hedef olarak belirlenmelidir. Bu meyanda yabancı-
larla “çözüm ortaklıklarına” dayalı yatırımlar gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde yabancı
sermayeli şirketler içeride de küreselleşirken, yerli şirketler iyice izole olup süreçlerden
kopabilir, iç piyasaya yönelip kendi aralarında öldürücü rekabete girebilir, yabancı ser-
mayeye tedarikçi konumuna gerileyebilirler.
Türkiye’nin ikinci nesil reformları yaparak bu aşamayı deruhte etmesi gereken kritik bir
süreçten geçilmektedir.

5.1.3
Buluş Güdümlü Üçüncü Aşama
Buluş güdümlü üçüncü ve son aşamada ülkenin rekabetçi avantajı, buluşlar yapabilme-
sinde ve küresel teknolojinin sınırlarını zorlayan mal ve hizmetler üretebilmesinde yatar.
Bu son aşamada strateji, teknolojinin yayılması ve buluş için etkin bir ulusal ortamın
oluşturulması üzerine odaklanmalı, ağırlık destek kurumlarına ve özel sektörde üret-
kenliği özendiren teşviklere verilmeli; şirketlerin kendilerine özgü stratejiler geliştirmesi
özendirilmeli ve hizmet ihracatı kapasitesinin geliştirilmesi öncelikli amaç olmalıdır.
Esasen Türkiye’de şimdilerde bu sürecin de bir kenarından tutmak gereği fark edilmiş ol-
makla beraber, hizmet sektörü ürünlerinin ihracatı bağlamında halen edilgen ve büyük
bir “açık pazar” durumundadır. İthal ikameci dönemden kalan birinci aşamanın içerdiği
çarpıklıklar ve ikinci aşamanın büyük oranda tamamlanmamış ve içselleştirilmemiş ol-
ması nedeniyle Türkiye’de üçüncü aşamaya sıçrama yapılamamaktadır. Gerçekçi olmak
gerekirse Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle bu aşamaya girmesi oldukça zor gözüküyor.
Bunun için Türkiye’nin mevcut küresel sermayeyi, teknolojiyi ve bilgi havuzunu ülkeye
taşıması gerekmektedir. Yabancı sermaye yatırımlarının ülkeyi üs edinmesi için bu konu-
da atılan adımlara yenilerin eklenmesi, istikrarın uzun zamana yayılması ve sürdürülmesi
ve mutlaka etkin bir yabancı sermaye stratejisinin geliştirilmelisi gerekmektedir. Bu sü-
reçten murat, Türkiye’nin rekabetçi avantajının geliştirilmesidir.
86 87
Şekil 27. Yabancı Sermaye ve İçerideki Etkileşim Süreci

Yabancı Şirketler-İç Piyasa-Hükümet Etkileşimi


Ağırlayan Ülke

ÇUŞ
Ana Ana Şirketin
Şirketler Temsilcisi
Sermaye
Teknoloji
Tecrübe Hükümet Politika
ve Düzenlemeleri
* ÇUŞ: Çokuluslu Şirketler
Yatay ve Emeğin
Düşey Eğitimi
Bağlantılar

Yerli Şirket ve
Çalışanlar

Sonuç olarak bütün bu süreçler Türkiye’de bir “stratejiye” istinat etmeli, uzmanlaşmanın önemin-
den hareketle bu, yüksek katma değer üretme potansiyeli bulunan sektörleri hedef almalıdır.
Sektörel tercihler bir defa yapıldığında, gerekli stratejiler de buna uygun olarak şekillenecektir.
Bu sektörlerde rekabetçi avantaj sadece şirketlerin değil hükümetlerin de sorunu olmalıdır. Bu da
güçlü, şeffaf ve denetlenebilir bir kamu-özel sektör sinerjisi ile her kesimini içinde yer alacağı bir
ulusal mukavele gerektirmektedir. Bu süreçte yerli-yabancı sermaye-hükümet arasında oluşturul-
ması gereken etkileşim yukarıdaki şemada basitleştirilmektedir. Yabancı sermaye şirketlerin yeni
ve Türkiye’nin ufkunu açacak yatırımlara yönelmesinde bu sürecin kavranması gerekmektedir.
Yabancı sermaye sermaye, teknoloj ve tecrübe getirirken, hükümetin politikaları öncelikli olarak
alt yapı, beşeri sermaye yatırımları, sağlık, güvenlik, rekabet hukuku, mülkiyet haklarının güçlen-
dirilmesi, vergisel ve bürokratik alt yapının geliştirilmesi gibi alanlara kaydırılmalıdır. Bilhassa yerli
ve yabancı şirketler arasındaki yatay ve düşey bağlantıların sağlanmasına çalışılmalıdır.

5.2
REKABETÇİLİĞİN BİLEŞENLERİNDE DEĞİŞİM:
MAKRO EKONOMİDEN MİKRO EKONOMİYE GEÇİŞ

Rekabetçilik genel olarak, bir ülkenin verimliliğini belirleyen kurumların, politikaların ve faktörle-
rin tümü olarak tanımlanmaktadır. Tablo-17’de görüldüğü üzere, rekabetçilik endeksini belirleyen
12 unsur söz konusu olup bunlar; kurumlar, altyapı, makroekonomik istikrar, sağlık ve temel eği-
tim; yüksek öğrenim ve eğitim, piyasa verimliliği, emek verimliliği, finans piyasalarının gelişmişli-
ği, teknolojik hazırlık, pazar büyüklüğü, genel iş ortamı gelişmişliği ve yenilikçilikten ibarettir.
Günümüzde rekabet gücünün bileşenleri değişim sürecindedir. Daha önceleri rekabet gücünü uz-
manlaşma, doğal kaynaklar ve ulusal tasarrufların genel düzeyinin belirlediği vurgusu ön planda idi.
Günümüzdeki gelişmeler bu unsurların öneminin arka plana kaymasına neden olmaktadır. Şöyle ki;
(i) Üretim paradigmasının küreselleşmesiyle uzmanlaşma;
(ii) Serbest ticaret ve rekabet sayesinde doğal kaynaklar;
(iii) Dünyadaki kaynak fazlalığı nedeniyle de ulusal tasarrufların eksikliğinin telafi edilebileceği
bir dönem yaşanmaktadır.
Tablo 17. Rekabetçiliğin 12 Basamağı

Temel Gereklilikler
Kurumlar

Altyapı Üretim Faktörlerine Dayalı Ekonomiler İçin Anahtar

Makroekonomik İstikrar

Sağlık ve Temel Eğitim

Verimlilik Artırıcı Unsurlar


Yüksek Öğrenim ve Eğitim

Pazar Verimliliği

İşçi Pazarı Verimliliği Verimliliğe Dayalı Ekonomiler İçin Anahtar

Finans Pazarı Gelişmişliği

Teknolojik Hazırlık

Pazar Boyutu
İcad ve Gelişmişlik Fak-
törleri
İş Hayatı Gelişmişliği İcatlara Dayalı Ekonomiler İçin Anahtar

İnnovasyon

Kaynak:WEF, Global Competitiveness Index 2007-2008 1.

Buna göre devletlerin ve toplumların bu imkânlardan yararlanabilme kapasiteleri ön


plana çıkmaktadır. Bu bağlamda günümüzde rekabette ağırlık teknoloji paradigmalarına,
toplumsal organizasyonlara ve yönetişim kapasitesine kaymaktadır. Bu gelişmelere para-
lel olarak da rekabet gücünde vurgu makro ekonomik unsurlardan, mikro ekonomik un-
surlara kaymaktadır. Ancak burada makro ekonomik unsurların önemsiz olduğu değil,
gerekli ancak yeterli olmadığına işaret edilmektedir. Bu iki unsuru birleştirerek, makro
ekonominin mikro alt yapısının koptuğu bir ortamda sürdürülebilir büyümenin yakala-
namayacağı ifade edilebilir. Zira salt makro ekonomik politikalar ile dış kaynakları içeriye
çekerek finansman sorununu çözmeye ve bu yolla gelir artışı sağlamaya çalışmak sürdü-
rülebilir bir patika değildir.
2002 yılından beri Türkiye bütün ağırlığını isabetli bir şekilde büyüme rekabet gücünü
artırmaya teksif etmiştir. Bu ise daha çok makroekonomik parametreler tarafından ta-
nımlanmaktadır. Bilhassa istikrar programlarının uygulandığı dönemlerde temel ekono-
mik oranların düzeltilmesi için daha çok dış kaynak girdisine dayalı biraz da kontrolsüz
bir büyüme sağlanır. Aslında GSMH’daki bu büyüme genellikle mikro ekonomik göster-
gelerin gerektirdiği (iş ortamı rekabet endeksi-IRE) gerçek düzeyin üstündedir. Bu, eko-
nominin potansiyelini aştığını ve bu düzeyin er veya geç bir düzeltme ile geri gideceği
beklenebilir. Bu nedenle, biran önce mikro ekonomik rekabet gücünün artırılması sure-
tiyle ekonominin potansiyel üretim düzeyinin artırılması gerekir. Bu durumda GSMH po-
tansiyelin altında olacağından ekonominin uzun vadeli büyüme alanı açılmış olacaktır.
1
World Economic Forum, The Global Competetiveness index. 2007-2008.
88 89 http://www.weforum.org/pdf/Global_Competitiveness_Reports/Reports/gcr_2007/
Bu meyanda ulusal ekonomilere kalıcı rekabetçi avantajlar kazandırmak üzere bir yandan da ağırlık
mikro ekonomik rekabet gücüne kaydırılmaktadır. Gerçekten de ülkelerarası gelir farklılıklarının yüz-
de 20’si makroekonomik koşullardan, yüzde 80’i ise mikro ekonomik etkinsizliklerden kaynaklandığı
tespit dilmiştir. Ancak makro alandaki dengesizlikler daha görünür ve gözlemlenebilir olduğundan
dikkat buraya kaymaktadır. Oysa mikro ekonomik reformlar olmadan sürdürülen makro ekonomik
reformların ve özelleştirmenin tek başına olumlu sonuç vermesi imkan dahilinde değildir.
Mikro ekonomik rekabet endeksinin geliştirilmesi açısından girdi faktörlerinin kalitesi, rekabet
düzeyi, firma işletim sistemleri ve yönetim stratejilerindeki gelişmeler, iç pazar talebinin kalitesi
ve yan sanayinin varlığı öne çıkmaktadır. OECD’nin çalışmalarına göre, 2004-2005 yıllarında Türki-
ye Makroekonomik Rekabet Gücü’nde ülkeler arasında 66, İş Ortamı Rekabet Gücü kategoride ise
51. sırada yer almaktadır. Düne kadar merkezi plan ekonomisi tecrübesini yaşayan birçok ülkenin
Türkiye’nin çok üzerinde kaldığı görülmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin sadece kriz ortamından
çıktığı, ancak uluslar arası standartlara göre “normalleşmesi” için gidecek çok uzun bir yolunun
olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, 1990’lı yıllarda uygulanan istikrar programlarına rağmen,
normal vergilerin dışında kamu politikalarının etkinsizliğinden doğan ilave maliyetler üreticiye
yüzde 38-40 oranında ilave bir yük getirmekte idi. Halen de büyük oranda devam eden bu mali-
yetlerin bilhassa uluslararası rekabette büyük dezavantajlar getirdiği bilinmektedir.
Esasen bazı ortamlarda makroekonomik istikrarın ikamesi mikro ekonomik etkinlik açısından olum-
suz yan etkiler de üretebilmektedir. Yüksek fiyatlar, faizler ve vergiler bu yan etkilerin başında gel-
mektedir. İşte mikro düzeydeki reformlar verimlilik, rekabetçilik, etkinlik gibi alanlarda oluşturduğu
gelişmeler nedeniyle tüketici ve genel olarak toplum refahını artırıcı yönde etkide bulunacaktır.
Bilindiği üzere imalat sanayi, genel olarak tarım ve hizmetler sektöründen daha yüksek bir ve-
rimliliğe sahiptir. Bu kesimde verimliliğin artması, hem istihdam edilen emeğin verimliliğinin
artmasına ve teknolojinin gelişmesine, hem de pozitif dışsallıkların diğer sektörlere yayılmasına
katkıda bulunacaktır. Teknoloji yoğunluğu ile emek üretkenliği arasında tespit edilen doğrusal
ilişki ve sektörler arasındaki ön ve arka bağlantılar nedeniyle ortaya çıkan dışsallık sayesinde tarım
ve hizmetler sektörünün verimliliğinin de artması sağlanmış olacaktır. Bu nedenle mikro iktisadî
alanda sürdürülen reformların, regülasyonların, yönlendirme ve teşviklerin ağırlıklı olarak imalat
sanayine yoğunlaştırılması gerekmektedir.
Türkiye’nin ihracatında verimliliği düşük malların paylarının oldukça yüksek olduğu dikkat çek-
mektedir. 2000 yılında düşük-orta teknoloji grubuna giren sanayilerin imalat sanayi içindeki kat-
ma değer payı yüzde 66 civarında iken, orta teknolojilerin payı yüzde 28’lerde, yüksek teknolo-
jilerin payı da yüzde 10’lar düzeyinde gerçekleşmiştir. “Kayıp on yıl” olarak adlandırılan 1990’lar
sonrasında teknoloji kategorisinde eksilmeler kaydedilirken, orta teknoloji kategorisi de yerinde
saymıştır. Aralarındaki büyük üretkenlik farklarına rağmen Türk imalat sektöründe düşük-teknoloji
sanayilerinin ağırlığını koruması imalat sanayinde üretkenlik artışlını sınırlandırmaktadır.
İhracatın ve ithalatın imalat sanayi üretkenliğine olan etkisinin bu aşamada devreye sokulması
konunun mahiyetinin daha da netleştirecektir. Taymaz ve Suiçmez’in MPM için yaptıkları çalışma-
ya göre, 1980-2000 arasında ihracatın imalat sanayi üzerindeki verimlilik artıcı etkisi sürekli olarak
eksi düzeyde gerçekleşmiştir.2 Bunun anlamı, ihraç edilen ürünlerin verimlilik düzeyinin genel
olarak üretilen imalat sanayi mal ve hizmetlerinin üretkenlik düzeyinden daha düşük kaldığıdır.
Bu bulgulara göre ihracat yapan kesimlerin üretkenliği, yapmayan kesimlerin verimliliğinin sa-
dece yüzde 63’ü kadardır. İthalatın etkisinin ise 1990’lı yılların başına kadar olumlu, daha sonra-
sında ise olumsuz yönde geliştiği vurgulanmaktadır. Bunun anlamı, Türkiye’nin artan oranlarda

2
Erol Taymaz ve Halit Suiçmez, Verimlilik Raporu: Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, Ankara: MPM, 2005.
düşük katma değerli mal ithal eder hale gelmekte olduğudur. Yeni katma değer ilave
etme sürecinin gittikçe azalması, söz konusu kategorilerde ithalatın artık yurt içi üretimi
ikame eden bir niteliğe dönüştüğünü göstermektedir. Burada bahsedilen nedensellik
sürecinde ithal ürünlere yönelmek, imalat sanayinde verimliliğinin düşmesine neden
olmaktadır. Bütün bunların sonucunda, Türkiye’nin düşük üretkenliğe sahip ürünlerde
uzmanlaştığı anlaşılmaktadır.
Genel olarak ele alındığında üretkenlik artışının en yüksek olduğu sanayiler “mühendislik
sanayileri” olarak sivrilmektedir. Bunların içinde elektrik ve elektrikli makineler başta gel-
mektedir. Üretim araçları sektörünün de verimlilik artışına müsait olduğu görülmektedir.
Öte yandan Türkiye’de sektörlerin verimlilik katkısı kadar istihdam katkısının da ön plana
çıkartılması gerekmektedir. Verimlilik artışının sürdürülebilir olması, istihdam katkısıyla
yakından ilişkilidir. Bu nedenle çalışmalar önce üretkenliğin ve istihdam oluşturma ka-
pasitesinin yüksek olduğu alanlara kaydırılmalıdır. 1982-2000 arasını kapsayan çalışma-
larda bu sektörler kimyasal ürünler, ulaşım araçları, elektrik makineleri, meslekî cihazlar,
metal eşya ve tekstil olarak belirginleşmiştir.
Üretkenliği arttığı halde istihdam payı azalan sektörler ise ana kimya, lastik, demir-çelik,
makine, demir dışı metal ve diğer gıda sektörleridir. Bunların ihracat katkısının ise yüksek
olduğu görülmektedir. Bu sektörlerdeki üretim ve ihracat artışının, istihdama katkısının
düşük kalacağı sonucu çıkartılabilir.
Bütün bunlardan sonra dış ticaret açıklarının giderilmesi için anlaşılması gereken durum
şudur: Türkiye’ye net döviz getirisi sağlayan geleneksel sanayiler gerilemektedir. Zira bu
sanayilerin emek yoğun kısmı büyük oranda göç etmektedirler. Tekstil ve konfeksiyon
sektörü bu sektörlerin başında gelmektedir. Geri kalan diğer başlıca ihracat sektörleri
daha çok sermaye yoğun sektörler olup, bu sektörlerde Türkiye ciddi manada ticari açık-
lar vermektedir. Bu sektörlere yönelik olarak elbette girdi maliyetlerinde, vergi yükle-
rinde ve kurlarda dünya düzeyine paralel iyileştirmeler gerekmektedir. Ancak yapılması
gerekenler bunlarla sınırlı değildir. Türkiye’nin ihracatındaki başlıca güçlü ve zayıf yönler
Tablo-18’de sunulmuştur.
Zayıf yönlerin telafisi, güçlü yönlerin de geliştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu sektör-
lerde Türkiye’nin önünü açacak olan gelişme, yukarıda tartışıldığı üzere verimlilik patla-
masına dayalı katma değer artışı olacaktır. Verimlilik artışının kaynağı da bundan sonra
(emek tasarrufu ve ücretlerin bastırılmasından ziyade) yeniliklere, buluş ve icatlara da-
yanmaktır. Türkiye’de rekabetçilik ne yönde gelişmekte, mevcut durum nasıl bir manzara
arz etmektedir.
Geldiğimiz aşamada Türkiye’nin bir yandan makro ekonomik veya büyüme rekabetçi-
lik endeksini, öte yandan iş rekabetçilik endeksini iyileştirme yolunda eşanlı ve sürekli
adımlar atması gerekmektedir. Bu güne kadar makro ekonomik istikrar vurgusu mikro
alanın önüne geçmiş olmakla birlikte iki alanda da gelişmeler kaydedilmektedir. Örne-
ğin para politikası, enflasyonla mücadele ederek tüm ekonominin ve ihracat sektörü-
nün rekabet gücünü kalıcı bir biçimde artırmaktadır. Rekabet gücünü belirleyen diğer
önemli unsurlar olan bürokraside verimlilik, vergi yapısı, altyapı kalitesi, fiyat rekabeti
ile niteliksel ve yapısal unsurlarda da gelişme kaydedilmelidir. Tablo-19’da 2003 ve 2007
yıllarında Türkiye’de rekabeti en olumsuz etkileyen unsurlar üzerindeki iş aleminin gö-
rüşleri yer almaktadır. Burada en önemli makro ekonomik değişken olan enflasyonun şi-
kayet konusu olmaktan çıkma sürecine girerken, mikro ekonomik engellerin üst sıralara
90 91 tırmanmaktadır.
Tablo 18. Türkiye’nin Üretim ve İhracatının Güçlü ve Zayıf Yanları

GÜÇLÜ YANLARI
İhracatın bir ticaret şekli olduğunun Dinamik, genç ve tecrübeli nüfus
anlaşılması yapısı
Üretim potansiyeli Coğrafi konum
Girişimci insan sayısındaki zenginlik Tarımsal ürün üretim potansiyeli
AB ile Gümrük Birliği içinde yer alması Tarım ürünleri çeşitliliği
Ekonomide atılım yapma
İç pazarın büyüklüğü
zorunluluğu
Ekonomik büyüme ihtiyacı
ZAYIF YANLARI
FİNANSMAN ÜRETİM
Kaynak, finansman eksikliği Girdi maliyetlerinin yüksekliği
Ar-Ge fonlarının yetersizliği Verimlilik bilincinin eksikliği
Güçlü mâlî sektörün olmaması Sektörel bağımlılık
PAZARLAMA Plansız üretim
Bilgi ve iletişim eksikliği Üretimde verimsizlik
Standardizasyon eksikliği Maliyet yüksekliği
Pazarlama eksikliği Spesifik üründe ihtisaslaşamama
Tanıtım faaliyetlerinin eksikliği ALTYAPI
Lojistik avantajımızı giderek
Olumsuz Türkiye ve Türk malı imajı
yitirmek
Yurtdışı tanıtım yetersizliği Altyapı yetersizliği
Dış Pazar şartlarını öğrenmedeki yavaşlık Bürokratik engeller
AB pazarına bağımlılık Organizasyon bozukluğu
İhracat Koordinasyon Kurulu
Ülkemizdeki fuar enflasyonu
yokluğu
TEKNOLOJİ Bürokrasi
Know-how eksikliği Yanlış yasal düzenlemeler
Hantal, verimsiz devlet
Teknoloji üretememek
organizasyonu
Teknolojide dışa bağımlılık DİĞER
Ar-Ge çalışmalarında eksiklik Motivasyon bozukluğu
Bilgi paylaşımı verimsizliği Düşünce yapısındaki yetersizlikler
Teknoloji kullanımı yetersizliği Yabancı dil eğitim eksikliği
Bilgi eksikliği POLİTİKALAR
Teknolojik altyapı eksikliği Kur politikaları
Yüksek reel faizler
Kaynak: İhracat Stratejik Planı 2004-2006, DTM (Revize 2. Baskı)
Tablo 19. Türkiye’de Rekabeti Olumsuz Etkileyen Unsurlar

2003 2007
1 Enflasyon Verimsiz Bürokrasi

2 Siyasi İstikrarsızlık Vergi Düzenlemeleri

3 Politika İstikrarsızlık Politika İstikrarsızlığı

4 Finansman Sağlama Vergi Oranları

5 Verimsiz Bürokrasi Finansman Sağlama

6 Vergi Oranları Yetersiz Altyapı

7 Yolsuzluk-Rüşvet Yetersiz Eğitilmiş İşgücü

8 Vergi Düzenlemeleri Yolsuzluk-Rüşvet

9 Yetersiz Altyapı Enflasyon

10 Kısıtlayıcı İşgücü Düz. Kısıtlayıcı İşgücü Düz.

11 Yetersiz Çalışma Etiği Siyasi İstikrarsızlık

12 Yetersiz Eğitilmiş İşgücü Döviz Kuru Düzenlemeleri

13 Döviz Kuru Düzenlemeleri Yetersiz Çalışma Etiği

14 Suç ve Hırsızlık Suç ve Hırszıklık

Kaynak: TCMB.

Gerçekten de bu kazanımlar sayesinde Türkiye son yılarda rekabetçilik gücünü en çok


artıran ülkeler kategorisinde başta gelmektedir (Şekil-28 A ve B).
Son yıllarda bu iki alanda kaydedilen gelişmelerden sonra Türkiye Küresel Rekabet
Endeksi’nde 2006-2007 yıllarında toplam 18 basamak yukarı çıkmış, 131 ülke içinde 53.
sırada yer almıştır. Bu durum, temelinde fiyat istikrarının olduğu makroekonomik istikra-
rın büyüme ve rekabet gücü için ne derece önemli olduğunu göstermektedir. İş dünyası
rekabetçilik endeksinde ise Türkiye temel gerekliliklerde 63., verimlilik artırıcı faktörlerde
51., yenilikçilikte 48. sırada yer almaktadır. 2003 yılından beri sıralamada yer alan aynı
93 ülke arasında Türkiye 2003 yılında 52., 2004 yılında 50. ve 2005 yılında 47. sırada yer
almıştır. İş Dünyası Rekabetçilik Endeksini Şirket Operasyonları ve Strateji ile Ülkedeki İş
Ortamının Kalite bileşenleri oluşturmaktadır. Burada vurgulanması gereken husus, Şir-
ket Operasyonları ve Strateji bileşeninde Türkiye’nin gösterdiği göreli iyi performanstır.
2005 yılında Türkiye Şirket Operasyonları ve Strateji bileşeninde 37. sırada yer almıştır.
Bu, şirketlerimizin rekabetçiliğini ve ülke rekabetçiliğine katkılarını yansıtır.
Ülkedeki iş ortamının kalitesi hakkında Dünya Bankası’nın “Doing Business in 2006” baş-
lıklı raporunda da ilginç gözlem ve göstergelere yer verilmektedir. İş ortamının kalitesi
yükseldikçe hem İş Dünyası Rekabetçilik Endeksi’ndeki sıralamamız yükselecek hem de
ortamın iyileşmesi Şirket Operasyonları ve Strateji bileşenini de olumlu yönde etkileye-
cektir.
92 93
Şekil 28. Dünya Rekabetçilik Gücündeki Gelişmeler ve Türkiye’nin Yeri

Türkiye
Hırvatistan
Tunus
Filipinler
İsveç
G.Kore
Norveç
Meksika
İspanya
Japonya
Almanya Artan
A 0 5 10 15 20 25

Çek Cumh.
Avustralya
Azalan

ABD
Rusya Fed
United
Polonya
Fransa
G.Afrika
Brezilya
Arjantin
-25 -20 -15 -10 -5 0

140 B 131
Katılan Ülke Sayısı 125
120 117
Türkiyenin Sıralaması
102 104
100

80
80 75 71
65 65 66
59 59 59
60 53 53 54 53
48 49
40 42 40 44 40
36
40

20

0
1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

2007

Kaynak (Panel A için): WEF Global Competitiveness Report, 2006-2007 (Birikimli)


Kaynak (Panel B için) : World Economic Forum, The Global Competitiveness Report 2007-2008
Tablo 20. Rekabetçilik Endeksi
Bileşenlerinde Türkiye’nin Durumu

Sıralama
Dünya Rekabetçilik Endeksi (131 ülke) Skor (7)
Dünya Rekabetçilik Endeksi 2007-2008 53 4.25
Dünya Rekabetçilik Endeksi 2006-2007, (122
58 4.14
ülke)
Alt Endeks A: Temel Gereklilikler 63 4.44
1.Basamak: Kurumlar 55 4.13
2. Basamak: Altyapı 59 3.68
3. Basamak: Makroekonomik İstikrar 83 4.66
4. Basamak: Sağlık ve Temel Eğitim 77 5.31
Alt Endeks B: Verimlilik Artırıcılar 51 4.16
5. Basamak: Yüksek Öğrenim ve Eğitim 60 4.05
6. Basamak: Pazar Verimliliği 43 4.54
7. Basamak: İşçi Pazarı Verimliliği 126 3.6
8. Basamak: Finans Pazarı Gelişmişliği 61 4.4
9. Basamak: Teknolojik Hazırlık 53 3.39
10. Basamak: Pazar Boyutu 18 4.97
Alt Endeks C: İnnovasyon ve Gelişmişlik
48 3.9
Faktörleri
11. Basamak: İş Hayatı Gelişmişliği 41 4.45
12. Basamak: İnovasyon 53 3.36
İş Hayatı Rekabetçilik Endeksi, 2007-2008 46
Şirket Operasyonları ve Stratejileri Gelişmişliği 41
Ulusal İş Çevresi Kalitesi 48
*The Global Competetiveness Report, Country/Economy
Analysis. http://www.gcr.weforum.org, 2007-2008.

5.3
GİRİŞİMCİLİĞİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER VE İKİNCİ NESİL
REFORMLAR
Buraya kadar Türkiye’nin son yıllarda makroekonomik istikrarı temin ederek ve gerçekleş-
tirdiği yapısal reformlar ile rekabetçilik ve verimlilik merdivenlerinde hatırı sayılır bir tır-
manma sürecine girdiği gösterildi. Ancak bu nispi iyileşmeye rağmen yine de Türkiye’nin
ancak ilk 50-60 ülke arasına girebildiği gerçeği önümüzde durmaktadır. Aşağıda bir yan-
dan girişimciliğin önündeki engeller sıralanırken, diğer yandan gerekli çözüm önerileri
tartışılacaktır.
94 95
İkinci Nesil Reformlar İçin Sorunlar Haritası Kamu Maliyesi
• Maliye politikası henüz yeterince şeffaflaşmamış ve hesap verebilirlik yeterince benimsenmemiştir.
• 5018 sayılı kamu mali yönetimi ve kontrol kanununun getirdiği orta vadeli harcama programı,stratejik plan-
lama, sonuç ve performans odaklı mali yönetim uygulamalarının benimsenmesi gibi düzenlemeler uygula-
mada yetersiz kalmaktadır.
• Yüksek düzeydeki sosyal güvenlik açığı önemli bir risk unsurdur.
• Yerel yönetimlerin mali disiplin içinde hareket etmelerini sağlayacak düzenlemeler yeterli değildir.
Finansmana Erişim
• Şirketler kesimi bankacılık kesiminden yeterince finansman sağlayamamaktadır. Gerek mevzuatla ilgili, ge-
rekse bankaların geçmişine yönelik kredi bilgilerine ulaşmalarında sorunlar bulunmaktadır.
• Krediler üzerindeki aracılık maliyetleri yüksektir.
• Türkiye’ye gelen yabancı fon akışlarının sürdürülebildiğinde ve yurt içi tasarruflarının düzeyinde sorunlar
bulunmaktadır.
İstihdam ve Sosyal Destek Çerçevesi
• İşgücü piyasası düzenlemeleri hem yüksek maliyet getirdikleri hem de iş ve emek dostu olarak tasarlanma-
dıkları için istihdamın önünde büyük bir engeldir.
• İşgücünün hem eğitim hem de sahip olduğu beceri seti, Türkiye’nin rekabet halinde olduğu ülkelerden çok
geridedir. İşgücünün beceri düzeyi şirketlerimizin taleplerini karşılamaktadır.
• Mevcut sosyal destek stratejisi dönüşüm sürecinden olumsuz etkilenenlerin korunması için yeterli değildir.
Yoksulluk ve bölgesel gelir farklılığını azaltmaya yönelik politikalarda eksiklikler bulunmaktadır.
Teknoloji ve Yenilik
• Bilişim teknolojileri, telekominikasyon ve lojistik gibi, şirketlerimizin daha yüksek katma değer yaratabilmesi
için önemli girdi hizmetleri sağlayan sektörler, rekabetçi ve maliyetleri düşürecek şekilde yapılanmıştır.
• AR – GE için ayrılan kaynaklar ihtiyaçlarra cevap vermemektedir. Teknolojik yenilenmeyi destekleyen kuru-
luşların çalışmalaırnın düzenlenmesinde ve kaynakların daha etkin kullanılmasında özel sektör temsilcileri
yeterince sürece dahil olamamaktadır.
• KOBİ’ler kalite ve standartlar konusunda Avrupa Birliği seviyesinin uzağındadır. AB ile olan dış ticarette fir-
malarımız sertifikasyon konusunda önemli sorunlarla karşılaşmaktadır. Türkiye’deki ölçüm ve değerlendirme
merkezlerinin AB mevzuatına uyumsuzluğu KOBİ’lerin rekabet gücünü olumsuz etkilemektedir.

Sanayi Politikası
• Yerli tedarikçilerin rekabet gücünde önemli problemler bulunamktadır. İthal ara girdilere olan bağımlılık
uzun vadede rekabet gücünü ve dolayısıyla büyüme potansiyelini düşürmektedir.
• Sanayi politikası çerçevesinde Türkiye henüz değer zinciri analizi ve kümelenme yaklaşımına dayalı politika-
ları uygulamaya geçememiştir.
• Enerji sektörünün mevcut yapısı ve serbestleşmedeki eksiklikler kesiminin verimliliğinin artmasının önünde
engeledir. Enerji fiyatlarının yüksekliği ve kaynakların çeşitlendirilmesinde sorunlar bulunmaktadır.
Hukuk Sistemi
• Şirket kapama süreci hala çok uzundur.
• Teknolojik yenilik yapma kapasitesinin arzu edilen seviylerde olmamasının önemli bir nedeni fikri mülkiyet
haklaırnın korunmasında yaşanan problemlerdir. Fikri mülkiyet hakları yasasının Avrupa Komisyonu’nun il-
gili direktiflerindeki esaslarla uyumsuzlukları bulunmaktadır.
• Yargı sistemindeki uyuşmazlılar, hızlı veetkin biçimde çözülememektedir.
• Türk Ticaret Kanunu küresel ekonomide rekabet etmeyi amaçlayan özel sektörün ihtiyaçlarına cevap vere-
memektedir.
Kamu Yönetimi
• Vergi mevzuatındaki karmaşıklık ve kuraldan çok keyfiyete bağlılık, kayıtdışı sorununun derinleşmekte, ada-
letsiz bir vergi sistemi yaratmaktadır.
• Şirket giriş – çıkışlarının kolaylaştırılması yönünde atılan adımlara rağmen, şirket kurmak Türkiye’de hala
yüksek maliyetlidir. Özellikle yerel idarelerden alınması gereken ruhsat ve lisans sayısı çok fazladır.
• Yerelleşme yönünde atılan adımlar yetersizdir. Bölgesel kalkınma ajansları yeterince işlerlik kazanmamıştır.
• Kamuda yönetim kalitesinin artırabilmesi için etki analizi ve benzeri iyi yönetişim ilkeleri henüz yeterince
benimsenmemiştir.
• Bağımsız kurumlar modern bir piyasa ekonomisinin altyapısını oluşturabilecek düzeyde güçlü değildir. Bu
kurumlarla ekonomi yönetimi arasındaki önemli koordinasyon sorunları bulunmaktadır
5.3.1
Emek, Toplam Faktör ve Kurumsal Verimlilik Alanındaki
Eksiklikler
Bunun neden böyle olduğunu göstermek üzere işgücü verimliliğinde, toplam faktör ve-
rimliliğinde ve kurumsal kalite unsurlarında Türkiye’nin ne kadar zaman kaybettiği Şe-
kil-29 ve 30’da gösterilmektedir. İşgücü verimliliğinde Türkiye’nin bilhassa 1990’lı yıllarda
Doğu Asya ülkelerinden neredeyse tümüyle koptuğu görülmektedir. Aynı şekilde top-
lam faktör verimliliğinde de Türkiye 1990’ları tümüyle kaybetmiştir. Mukayeseli olarak
kurumsal kalite unsurlarındaki verimliliğe bakıldığında ise Türkiye hükümetin etkinliğin-
de, kamunun piyasalara yönelik gerçekleştirdiği düzenleyici kalitede, yasal zeminin sağ-
lıklı bir şekilde inşa edilmesinde, kirlenmenin kontrolünde ve siyasi istikrarın temininde
Çin ve Hindistan gibi örnek alınamayacak ülkelerden daha iyi olsa da, OECD ülkelerinin
ortalamasından çok daha geri bir düzeye düştüğü görülmektedir.
Neticede bu ve benzeri rekabet gücünde son yıllarda kaydedilen ve yukarıda verilen
gelişmelere rağmen rekabet gücünde belli başlı ülkelerin gerisinde ve ancak ilk 60 ülke
içerisinde yer alabildiği bilinmektedir.

Şekil 29. Dönemlere Göre Mukayaseli İşgücü


Verimliliği ( Ortalama Artış Hızı )

2,0 1,79
1,3 1,4 1,45
1,5 1,2
1,0
0,6
0,5
1960-80
0,0
-0,2 1980-90
-0,5
-1,0
1990-2003
-0,77
-1,5
-2,0
-2,5 -2,3
Doğu Asya Güney Amerika Türkiye

Kaynak: Dani Rodrik, Türkiye İçin Sanayi Politikaları, TÜSİAD-Koç


Üniversitesi, Ekonomik Araştırmalar Forumu, 25 Aralık, İstanbul.

Şekil 30. Mukayeseli Kurumsal Kalite Endeksi

2
1,67
1,57 1,54
1,5 1,38

1 0,85 OECD
Türkiye
0,5
0,23 0,21 0,17 Çin
0,08 0,06
0 Hindistan
-0,01 0,04
-0,19 -0,21
-0,5 -0,4 -0,53 -0,65
-0,37
-1 -0,84
hükümetin düzenlemenin Yasal zemin Yolsuzluğun siyasi istikrar
etkinliği etkinliği kalitesi kontrolü

96 97 Kaynak: Rodrik, a.g.e.


5.3.2
Ar-Ge ve Teknoloji ve Rekabetçilik
Girişimciliği etkileyen bir başka unsur da teknoloji ve bu kavramın çevresinde ele alınabilecek
olan diğer alanlardaki gelişmelerdir. Şekil-31’de teknoloji ve rekabet gücünün artırılması arasın-
daki ilişki gösterilmektedir. Arkasında Ar-Ge olan teknoloji süreçleriyle beraber verimlilik ve kalite
artışları devam edecek, üretim ve katma değer artışı bu yolla sağlanacaktır. Rekabet gücünün
armasıyla sonuçlanacak bu süreçte, Türkiye’nin küresel değer zincirinde yer alması, piyasa payını
artırması ve bu yolla döviz fazlalığı elde etmesi, ticari açığını kapatması mümkün olacaktır.
Teknoloji alanında beklenen gelişmelerin elde edilmesi ancak piyasa ile uyumlu yani ticarileştiri-
lebilir mahiyette bir Ar-Ge ve yenilikçilik ortamının kurulmasıyla mümkün olacaktır. Türkiye esa-
sen son yıllarda bu alana geçmişe nazaran çok büyük bir kaynak tahsis etmiştir. Ülkemizde 2002
yılında GSMH’nin binde 6’sı düzeyinde olan Ar-Ge harcamaları, bu oran 2006 yılında GSYİH’nın
yüzde 0,79’una, 2007 yılında ise yüzde 1’ine çıkmıştır. Buna rağmen bu çok yetersiz bir düzeydir.

Şekil 31. Teknoloji, Ar-Ge ve Rekabet İlişkisi

AR-GE Harcamaları/GSYİH (%)


0 0,5 1 1,5 2 2,5 3 3,5
1
ABD

10

Almanya Japonya
Ulusal Rekabet Gücü

20

İspanya
30

G. Kore
40 Yunanistan Macaristan

50
Rusya
Türkiye
60

Teknoloji Rekabet İlişkisi

Araştırma,
Geliştirme Teknoloji

Karlılık, Verimlilik,
Ticaret Fazlası Kalite

Küresel
Pazar Payı Üretim

Rekabet Gücü
Hal böyle olunca Türkiye’de Ar-Ge’nin GSYİH’dan aldığı pay diğer ülkelerin çok geri-
sinde kalmaktadır. Şekil-31’de gösterildiği gibi, Ar-Ge harcamalarıyla rekabetçilik gücü
arasında doğrudan ilişki olup, diğer faktörler sabitken, bu alanda en çok kaynak tahsis
eden ülkelerin, rekabetçilik endeksinde de başta geldiği görülmektedir. Aslında Ar-Ge
ve Türkiye için artık stratejik bir değer ifade eden yenilikçilik ekonomisine geçiş arasında
Türkiye’nin yeri Şekil-33’te gösterilmektedir. Yenilikçilik ekonomisinde lider ülke grubu,
ortalama düzeyde performans gösteren ülkeler grubu, sınıf atlamaya çalışan ülkeler gru-
bu ve şimdilik yarıştan kopmuş ülkeler grubu vardır. 2005 yılı verilerine göre yenilikçilik
ekonomisinde yarıştan kopan ülkelerin içine bile girebilmiş değil, adeta yenilikçilik eko-
nomisinin süpürme alanının tümüyle dışında kaldığı görülmektedir.

Şekil 32. Ar-Ge Desteklerinin GSYİH’ya Oranı (1990-2005)

0,9
0,79
0,8
0,63 0,64 0,72
0,67 0,67
0,7
0,61

0,6 0,53
0,49 0,49 0,5
0,45
0,5 0,44
0,36 0,38
0,4

0,3 0,32

0,2

0,1

0
1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005

Kaynak: TÜBİTAK

Şekil 33. Yenilikçilik Ekonomisinde Türkiye Klasman Dışı

Lider Ülkeler

Ortalama Performans
Gösterenler

Sınıf Atlamaya Çalışanlar

Yarışın Gerisinde Kalanlar

Kaynak: European Innovation Scoreboard, 2005.

98 99
Bu durumun farkında olan Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ya oranının 2013 yılında yüzde
2’ye çıkarılması hedeflenmiştir. GSYİH ‘nın 2013 yılında 800 milyar dolar olması halinde 16 milyar
dolarlık Ar-Ge yatırımının yapılacağı anlaşılmaktadır. Ayrıca tahsis edilen kaynakların artırılması-
nın dışında, bir de teşvik sistemi buna uygun olarak değiştirilmektedir. Buna göre teşviklerin proje
bazlı ve verimlilik eksenli olarak verilebilmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılmaktadır.
Bu meyanda Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi amacıyla 2023 yılı sonuna kadar bu alanda ça-
lışanlara kurumlar ve gelir vergisi indirimi, prim desteği sağlanmasının yanı sıra 100 bin YTL’ye
kadar tekno-girişim sermaye desteği verilmesini düzenleyen yasa TBMM’de kabul edildi. Yeni ya-
sanın getirdiği teşvikler kısaca şu umdeleri içermektedir:
• Ar-Ge faaliyetlerinin teşvikinde, en az 50 kişilik Ar-Ge personeli çalıştırma şartı aranacak.
• Ar-Ge’yi teşvik etmek amacıyla Kurumlar ve Gelir Vergisi yasaları uyarınca daha önce mükellef-
lere tanınan Ar-Ge harcamalarındaki yüzde 40’lık matrah indirimi yüzde 100’e çıkarılacak.
• Ar-Ge ve yenilik projeleri ile rekabet öncesi işbirliği projelerine ilişkin yapılacak Ar-Ge harca-
malarının tamamı 500’den fazla Ar-Ge personeli çalıştıran işletmelerin her yıl, bir yıl önceye
göre ek olarak yaptıkları Ar-Ge harcamalarının yarısı vergi matrahından düşülecek. Bu gider
amortisman yoluyla daha sonraki yıllarda vergi matrahından indirilecek.
• Ayrıca Ar-Ge projelerinden daha sonraki yıllarda vazgeçilmesi veya projenin tamamlanama-
ması halinde ise Ar-Ge faaliyeti kapsamında aktifleştirilmiş olan tutarlar ile gayri maddi haklara
yönelik olmayan harcamalar, doğrudan gider yazılacak.
• Ar-Ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanan gelir vergisinin yüzde 80’i, doktoralı olan
personelde ise söz konusu meblağı yüzde 90’ı alınmayacak.
• Ar-Ge personelinin ücretleri üzerinden hesaplanacak sigorta priminin işveren tarafından
ödenmesi gereken miktarın yarısı 5 yıl süreyle bütçeden karşılanacak.
• Yenilik ve Ar-Ge faaliyetleriyle ilgili düzenlenecek kâğıtlardan Damga Vergisi alınmayacak.
• Teknoloji alanında sahip olduğu orijinal fikri hayata geçirmek isteyen ve teknik alanda eğitim
görenlere, teminat aranmaksızın 100 bin YTL’ye kadar tekno-girişim sermaye desteği verilecek.
Son olarak Türk Patent Enstitüsü’nün kurumsal yapısını daha da güçlendirerek proje başvuru
sayısının artırılmasına, patentli buluşların da ticarileştirilmesine gayret edilecektir. Bunun için
Türkiye’de bir de Patent Değerlendirme Ajansı’nın kurulması çalışmalarına hız verilmiştir.

5.4
MÂLÎ DİSİPLİN VE MÂLÎ DİSİPLİNE YÖNELİK REFORMLAR
Mâlî disiplin faiz dışı fazladan ibaret olmayıp, mâlî uyumun kalitesinin gerek enflasyonla mücadele,
gerekse yüksek büyüme hızının kalıcılığı açısından iyileştirilmesi de gerekmektedir. Bilindiği üzere
ekonomide kamu ağırlığının artması, özel sektörün kullanılabilir gelirlerini azaltmakta, yatırıma yö-
nelebilecek kaynaklar üzerinde baskı oluşturmaktadır. Önümüzdeki dönemde özel sektör odaklı bir
büyümenin sürdürülebilirliği için kamu gelirlerinin ve kamu harcamalarının kalitesinin artırılması
gerekmektedir. Bu doğrultuda kamu kesiminin verimliliği artırılmalı, uygulanan vergi politikalarının
özel sektör üzerindeki etkileri göz önünde tutulmalıdır. Kamu maliyesinin diğer ayağını yerel yöne-
timler oluşturmaktadır. Yerel yönetimlerin harcamalarının takibi şeffaf bir yapıya kavuşmalıdır.
Yapısal reformlar da sürdürülebilir ve yüksek büyüme oranlarına ulaşmayı mümkün kılacaktır. Bu
çerçevede etkin işleyen ve finansal yönden sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sisteminin kurulma-
sı büyük önem taşımaktadır. Sosyal güvenlik sisteminin açıkları son iki senedir GSYİH’nın %5’ini
aşmaktadır. Reformun yapılmaması halinde açıkların 2020 yılından önce GSYİH’nın
%10’una çıkma ihtimali vardır. Bu ise mâlî yapının taşıyabileceği bir yük değildir. Bilhassa
bu günden itibaren 30-40 sene kadar süreceği tahmin edilen ve genç nüfusa dayalı olan
Türkiye’nin demografik fırsat penceresinin olumsuz yönde değişme birlikte açığın artma
eğilimi daha da artabilecektir. Bu meyanda reform hem kaçınılmaz hem de artık ertele-
nemez bir hal almıştır.

5.5
Emek Piyasalarındaki KatılıMlar ve
İstihdam Vergileri
Türkiye’de hem genel vergi hem de istihdam vergisi yükü çok yüksektir. Şekil-34’te gö-
rüldüğü üzere, Türkiye’deki istihdam vergisi yükü hem OECD ortalamasından, hem de
Türkiye’nin bir çok alanda kendileriyle rekabet ettiği Portekiz, İspanya, Yunanistan, Slo-
vakya, G. Kore ve Meksika gibi ülkelerden yüksektir.
Tablo-21’de 2007 yılındaki asgari ücretin işveren olan maliyeti gösterilmektedir. Görül-
düğü üzere emekçiye verilen net asgari ücretin 350 YTL olduğu bir asgari ücret düzeyin-
de, bunun işveren maliyeti tam 594 YTL olmaktadır. Kesintilerin net asgari ücrete oranı
da halen %70’ler oranında bulunmaktadır. Genel olarak bakıldığında sağlıklı bir vergi
sistemi çerçevesinde vergi tabanının genişletilmesi ve kayıt dışı ekonominin kayıt altına
alınması hayati önem taşımaktadır. İşgücü piyasasına ilişkin düzenlemeler de sürdürüle-
bilir büyümeye ve kalıcı istihdam artısına katkıda bulunacaktır.

Şekil 34. İşgücü Maliyeti Olarak İstihdam


Vergilerinde Türkiye’nin Yeri

İstihdam Vergileri
(İşgücü maliyetinin yüzdesi olarak, 2006)
Belçika
Almanya
Macaristan
Fransa
Avusturya
İsveç
İtalya
Hollanda
Finlandiya
Polonya
Türkiye
Çek Cum.
Danimarka
Yunanistan
İspanya
Slovak Cum.
Norveç
OECD ort.
Lüksemburg
Portekiz
İngiltere
Kanada
İsviçre
ABD
Japonya
İzlanda
Avusturalya
İrlanda
Yeni Zellenda
Kore
Meksika

0 10 20 30 40 50 60

100 101
Tablo 21. Asgari Ücret, Kesintiler ve Maliyet
(YTL) (2007 yılı itibariyle)

1 Asgari ücret (16 yaşından büyükler için) 488.70.


2 SSK primi işçi hissesi (1*%14) 68.42
3 İşsizlik sigortası işçi hissesi(1*%1) 4.89
4 Gelir vergisi matrahı(1-(2+3)) 415.39
5 Gelir vergisi(4*0,15) 62.31
6 Damga vergisi(1*%0,6) 2.93
7 Kesintiler toplamı(2+3+5+6) 138.55
8 Net asgari ücret(1-7) 350.15
9 SSK primi işveren hissesi(1*%19,5) 96.30
10 İşsizlik sigortası primi işveren hissesi(1*%2) 9.77
11 İşverenin toplam prim yükü (9+10) 106.07
12 Asgari ücretin işverene maliyeti(1+11) 593.77
13 İşçi+İşveren kesinti toplamı 243.62
14 Kesintilerin(13)net asgari ücrete(8)oranı(%) 69.58

Bu çerçevede, istihdam artısını kolaylaştıracak politikaların izlenmesi, üretim sürecinin uluslarara-


sı rekabet düzeyine çıkarılması ve istihdam vergilerinin azaltılması, işgücü talebine uygun eğitim-
li ve vasıflı işgücüne yönelik eğitim planlaması gereklidir.
Bunun kadar önemli olan bir başak husus ta iş emek piyasaları ile iş piyasaları arasındaki büyük
uyumsuzluktur. Aranan emek ile var olan niteliksiz emek arasındaki makas açılmaktadır. Uzun
vadeli nitelikli, yani rekabetçi ve katma değeri yüksek sanayileşmenin önündeki en büyük en-
gellerin başında bu “mesleksizlik” gelmektedir. Bilhassa taşradan şehre yönelik büyük göçün de
etkisiyle her yıl ortaya çıkan 750 bin civarındaki işsizin büyük bir hızla dönüştürülmesi ve iş piya-
salarına adapte edilmeleri gerekmektedir Bu yönde büyük bir ulusal kampanyanın başlatılması
şarttır. Zira kaybedilen uzun yıllardan sonra böyle büyük bir dönüşümün sadece kamu sektörü
tarafından ve makul bir sürede başarılma ihtimali söz konusu bile değildir. Bu meyanda eğitim
sektörünün biran evvel yeniden yapılandırılması ve özel sermaye ve girişimciliğin bu sektöre de
yönlendirilmesi gerekmektedir. Halen yüzde 2 gibi son derece yok mesabesinde bulunan eğitim
sektöründeki özel girişimcilik payı, önümüzdeki 10 sene zarfında %10-15 civarına çekilmelidir.
Bunun için sektörlerin birleşerek kendi eleman açıklarını kapatmak üzere özel teknik eğitim ve
meslek liseleri kurmaları halinde yüzde 100 teşvik verilmesi isabetli olacaktır.

5.6
ALT YAPI HİZMETLERİNİN PAHALILIĞI
OECD’nin ve Ekim 2006 tarihli ve en son olarak da Dünya Bankası-TEPAV’ın Türkiye için yaptığı
Türkiye Yatırım Ortamı Değerlendirmesi (Kasım 2007)’ne göre, Türkiye’nin enerji, ulaşım, iletişim,
lojistik sektörlerinde maliyetler mukayeseli olarak oldukça yüksek kalmaktadır. Bu sektörlerden
enerji sektöründe piyasa uyumlu bir fiyatlandırma stratejisi ile özelleştirmeni tamamlanması, an-
cak bütün bunlara paralel olarak da bu sektörlerde yeni yatırımların önünün açılması ve
rekabetin artırılması gereği vardır. Şekil-35’te sanayide kullanılmakta olan enerji maliyet-
lerinin Türkiye’de mukayeseli olarak yüksek olduğu gösterilmektedir.

Şekil 35. Sanayide Kullanılan Elektrik Birim Ücretleri (2006)


(Kilovat saat ücreti, vergi dahil, ABD doları)

İrlanda
Portekiz
Avusturya
Macaristan
Türkiye
Meksika
Slovakya
Çek Cumhuriyeti
İspanya
İsviçre
Polonya
Güney Kore
ABD
Tayvan
Norveç
Yeni Zellanda
Fransa
Kazakistan

0,00 0,05 0,10

Bu yüzden, arz yönlü politikalar racalığı ile enflasyonu düşürme gündemi muvacehesin-
de Merkez Bankası tarafından da tespit edildiği üzere, enerji piyasasının özelleştirilmesi,
arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve arz güvenliğinin sağlanması sürdürülebilir ve yük-
sek büyüme hızına ulaşmak için büyük önem taşımaktadır. Özelleştirme öncesinde ise
piyasa şartlarının tesis edilmiş olması, bunun bir gereği olarak piyasa uyumlu bir fiyat-
landırmanın başlatılması gereği de vardır. Elektrikte maliyet temelli otomatik fiyatlama-
ya geçilmesi halinde hem arz güvenliği hem de fiyat istikrarı üzerindeki riskler azaltılmış
olacaktır.

102 103
6•
YÜKSELEN VE GERİLEYEN SEKTÖRLER

T 6.1
YENİLİKÇİLİK, BÜYÜME VE İHRACAT İLİŞKİSİ
Türkiye’de son yıllarda yükselen ve gerileyen sektörleri birçok değişkene bakarak anla-
mak mümkündür. Büyüme ve verimlilik rakamları, üretim ve ihracat performansı, açılan
ve kapanan şirket sayıları, kârlılıktaki değişmeler gibi birçok değişken sektörlerin gele-
ceğine ışık tutmaktadır. Şekil-36 ve 37’de bu değişkenlerden ihracat ve büyüme perfor-
mansına göre yapılan çalışmalardan elde edilen neticeler gösterilmektedir.
Şekil-36.’daki veriler aynı zamanda büyüme ile verimlilik ve yenilikçilik arasındaki ilişkiyi
göstermektedir. Son yıllarda Türkiye’de en çok yenilik yapan sektörlerin büyümede önde
gittikleri açıkça görülmektedir. Bu meyanda son yılların yükselen sektörleri arasında büro
makineleri ve bilgisayar, motorlu kara taşıtları, televizyon ve haberleşme cihazları, makine
ve teçhizat başta gelmektedir. Tam tersinden bakıldığında ise, yenilikçilikte en sonda gelen
sektörlerin büyüyemediği de anlaşılmaktadır. Bu anlamda rekabetçilik yarışında sürekli geri-
leyen sektörlerin başında ise tütün, giyim eşyası, deriden mamul eşyalar, tekstil, gıda-içecek,
mobilya imalatı, kısmen basım-yayım, metal ürünleri, kağıtçılık sektörü dikkat çekmektedir.
Sektörel verimlilik ve büyüme eksenli olarak burada dikkat çeken sektörleri unutma-
dan bu sektörlerle ihracat performansı arasında bir örtüşmenin olup olmadığı ise Şekil-
37’den takip edilebilir. Burada dünya payında ihracat payı halen nispî olarak yüksek oldu-
ğu halde ihracat artışı performansı bir hayli yetersiz olan sektörlerin Türkiye’nin yukarıda
sayılan geleneksek sektörleri olduğu görülmektedir. Tekstil, hazır giyim ve sebze meyve
şimdilik bu kategoride bulunmaktadır. Ancak şimdilik dünya piyasalarında payı oldukça
düşük kalmakla birlikte ihracat performansı hızla artan yükselen sektörler taşıt araçları,
demir çelik, Telekom ve ses cihazları, elektrikli makineler ve metal ürünleri olmuştur. Bu
104 105 verilerden hareketle iki gözlem daha yapmak yerinde olacaktır. birincisi büyüme ve ih-
racat performansının büyük oranda yenilikçiliğe ve/veya verimliliğe bağlı olduğu, ikincisi de bu
türden sektörlerin artan oranlarda yabancı sermayeye girişlerine ve bu kanalla yüksek ithalat gi-
rişlerine bağımlı olduğudur (Bkz. Şekil-20). O halde Türkiye’de yüksek katma değerli ve rekabetçi
sektörleri şimdilik büyük oranda yabancı sermaye temsil etmektedir.

Şekil 36. Ekonominin Dönüşümü ve Yükselen Sektörler

45%

40% Büro makinaları ve


bilgisayar
35%
Motorlu kara taşıtı
30% Televizyon ve
haberleşme cihazları
25%
B.Y.S. makina ve teçhizat
imalatı
20%
Ortalama büyüme

Tıbbi, hassas ve optik aletler


Plastik ve kauçuk
15%
Mobilya hariç ağaç ve
mantar ürünleri Metal ürünleri imalatı Kimyasal madde
10% Diğer mineral ürünler
Basım ve yayım B.Y.S. elektrikli makina ve
Kağıt ürünleri
Ana metal sanayii cihazlar
5%
Gıda ve içecek
Deri, çanta, ayakkabı Mobilya imalatı
0%
Giyim eşyası Tekstil
10 15 Tütün 20 25 30 35 40 45 50 55 60
-5%
Yenilik yapan firmaların oranı (%)

Kaynak: TÜİK, 2007


Kaynak: Dünya Bankası-TEPAV, 2007, Turkey Investmen Climate Assessment.

Şekil 37. İhracat Performansına Göre Yükselen Sektörler

60%
Yükselen Sektörler Yıldız Sektörler

50%
Taşıt Araçları
İhracat büyüme hızı (2000-2005, %)

40%

Telekom ve ses Demir-çelik


cihazları ( TV)
30%

Tekstil Sebze-meyve
20% Hazır giyim
Elektrikli Metal ürünleri
makineler
10%

Geleneksel Sektörler
0%
0% 1% 2% 3% 4% 5% 6%

Dünya ihracatındaki pazar payımız (2005,%)

Kaynak: Dünya Ticaret Örgütü

Bu vesile ile bir girişimci için önemli olan husus gelecekte hangi tür sektörlere ilgi duyabileceği,
hangilerinden çıkmasının gerekebileceğidir. Bu anlamda belli ölçüde yönlendirici olabilecek sek-
törel analiz Tablo-22’de sunulmaktadır.
Tablo 22. Rekabet Gücü Yüksek, Sınırda ve
Düşük Sektörler (Seçilmiş Örnekler)

Rekabet Gücü Yüksek Rekabet Gücü Sınırda Rekabet Gücü Düşük


Makarna vb. Unlu mamuller İnşaat kerestesi Motosiklet

İşlenmiş sebze ve meyveler Tank, sarnıç ve metal muhafazalar Elektrik ampulü ve lambaları

Giyim dışındaki hazır tekstil Diğer kağıt ve mukavva ürünleri Silah ve mühimmat

Giyim eşyası (kürk hariç) Süt ürünleri Çatal bıçak takımı, el aletleri

Trikotaj(örme) ürünleri Plastik ürünleri Ateşe dayanıklı seramik ürünleri

Alkolsüz içecekler, maden Bitkisel ve hayvansal


Rafine edilmiş petrol ürünleri
ve memba suları sıvı ve katı yağlar

Demir çelik dışındaki


Kakao, çikolata ve şekerleme Akümülatör, pil ve batarya
ana metal sanayi

Pompa, kompresör,
Halı ve kilim Tarım ve orman makineleri
musluk ve vana

Kuyumculuk ve ilgili maddeler Gemi Plak, kaset vb.

Gıda, içecek ve tütün


Demir dışı metal cevherleri Gazete, dergi ve süreli yayınlar
işleyen makineler

TV ve raydo alıcıları Motorlu kara taşıtları ve motorları Takım tezgâhları

Kimya ve gübre sanayinde


Bisiklet ve sakat taşıyıcıları Diğer genel amaçlı makineler
kullanılan mineraller

Öğütülmüş tahıl ürünleri Tahta plak, levha, pano ve tahtalar Oyun ve oyuncak

Motorlu kara taşıtlarının Sanayi fırını, ocak ve


Cam ve cam ürünleri
motor parça ve aksesuarları ocak ateşleyiciler

Elektrik motoru, jeneratör,


Tütün ürünleri Buhar kazanı
transformatörler

İç ve dış lastik Elektrik Spor malzemeleri

Eğlence ve sportif Tıpta ve eczacılıkta kullanılan


Kereste ve parke
amaçlı tekneler kimyasal ve bitkisel ürünler

Ayakkabı Suni ve sentetik elyaf Kâğıt hamuru

Sentetik kauçuk ve
Mobilya Basım
plastik hammaddeler

Sabun, deterjan, Rayda ve televizyon


Hava ve uzay taşıtları
temizlik maddeleri vericileri, telefon

Bavul, el çantası Saat

Tekstil ve deri işlemede


Demir-çelik ana sanayi
kullanılan makineler

Ham petrol ve doğalgaz

Demir cevheri

Kaynak: Oktay Küçükkiremitçi, Dış Ticaretteki Rekabet Gücüne


Göre Sanayi Sektörünün Değerlendirilmesi, TSKB, 2005.
106 107
Tablodaki verilerle yukarıda incelenen sektörel başarıl ve başarısızlıklar arasındaki yakın ilişki dik-
kat çekmektedir. Şöyle ki;
• Tekstil, giyim eşyası ve deri islemede kullanılan makineler,
• Büro muhasebe ve bilgi isleme makineleri,
• Radyo ve televizyon vericileri ile telefon, telgraf teçhizatı,
• Diğer özel ve genel amaçlı makineler,
• Takım tezgâhları,
• Ölçme, kontrol, test, seyrüsefer vb. amaçlı alet ve cihazlar,
• Tıbbi ve cerrahi teçhizat, ortopedik araçlar,
• Başka yerde sınıflandırılmamış elektrikli teçhizat,
sektörlerinin, 11 yıllık dönemde toplam dış ticaret açığı yaklaşık 100 milyar USD civarındadır. Bu
sektörlerin genel olarak sabit sermaye yatırımları ile ilgili olduğu düşünüldüğünde, imalat sana-
yinin üretim kapasitesini belirlemekte etkili oldukları ifade edilebilir. Ayrıca, bu sektörlerin ge-
nellikle ileri teknoloji içeren ve/veya teknolojik gelişmeleri yakından izleyen sektörler olduğu ka-
bul edildiğinde, Türk sanayi sektörü bu nitelikteki sektörlerde rekabet gücüne sahip değildir. Bu
durum, üretim kapasitesinin artırılması, ürün kalitesinin geliştirilmesi, yüksek teknolojiye sahip
makine-ekipman kullanarak verimliliğin artırılması gibi özellikle imalat sanayi malları için rekabet
gücü kazandırabilecek konularda, ülke sanayini dışa bağımlı hale getirmektedir. Bu durumun bir
neticesi olarak da, Türk sanayi sektörünün (özelde imalat sanayi) büyüme potansiyeli gösterebil-
mesi için, dış ticaret açığının ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Tablo 23. Sektörel Üretkenlik ve İstihdam Artışı, 1982-2000


Göreli üretkenliği
Azalan Sektörler Artan Sektörler
Artan Sektörler

352 Diğer kimyasal ürünler ( 36 / 2,60 )


384 Ulaşım Araçları ( 75 / 1,41 )
383 Elektrik makinaları ( 60 / 1,21 )
356 Diğer plastik ürünler ( 30 / 0,97 )
342 Basım - yayın ( 16 / 1.2 ) 390 Diğer imalat sanayii ( 9 / 0. 95 )
332 Mobilya ( 16 / 0.6 ) 385 Meslekî Cihazlar ( 8 / 0. 92 )
324 Ayakkabı ( 9 / 0. 45 ) 381 Metal Eşya ( 61 / 0. 80 )
İstihdam Payı

322 Giyim ( 98 / 0. 43 ) 321 Tekstil ( 274 / 0.60 )


Azalan Sektörler

354 Petrol ve kömür ( 5 / 3. 51 ) 351 Ana Kimyasal ( 20 / 7 1.9 )


türevleri
( 11 / 2. 78 ) 355 Lastik ( 12 / 1,59 )
513 İçki
( 19 / 1,89 ) 371 Demir - çelik ( 47 / 1.26 )
314 Tütün
( 14 / 1,63 ) 341 Kağıt ( 18 / 1.12 )
362 Cam
( 50 / 1,12 ) 382 Makina ( 53 / 0. 99 )
369 Çimento, kireç, kil
( 115 / 0.94 ) 361 Çanak - çömlek ( 10 / 0.98 )
311 Gıda
372 Demir dışı metal ( 13 / 0. 96 )
331 Ağaç ( 12 / 0. 86 )
323 Deri ( 6 / 0. 53 )

Not: Parantez içindeki ilk sayı 2000 yılı istihdamını (bin kişi), ikinci sayı da 2000 yılı
imalat sanayi ortalamasına göre üretkenliğini göstermektedir.
Kaynak: Erol Taymaz ve Halit Suiçmez, Türkiye’ de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, Nisan, 2005,
Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışma metni 2005/4, http ://www.tek.org.tr.
Son olarak işsizliğin yüksek olduğu ülkemizde istihdam artırıcı sektörler de verimlilik sek-
törleri gibi önem arz etmektedir. Ancak, konunun soysal boyutu önemli olmakla birlikte,
bireysel bir girişimci rekabet edebilirliği sürekli gerileyen istihdam artıran sektörleri dikkate
alamaz. İstihdam katkısı yüksek olduğu halde buna ilaveten verimlilik artışı da tatmin edici
düzeyde olması gerekmektedir. Bu türden bir inceleme de Tablo-23’te sunulmaktadır.
İstihdamdaki payı artarken, verimliliği de artan sektörler Tabloda birinci satır, ikinci sü-
tunda gösterilmektedir. Girişimci ise bu tabloda hangi yerde bulunduğuna ve gelecekte
nerede olması gerektiğine karar vermek durumundadır.

6.2
SANAYİ SEKTÖRÜ

Ülkelerin ekonomik göstergelerine etki eden en önemli unsurlardan birisi de, ülkedeki
sanayi sektörünün durumudur. Türkiye’de sanayi sektörü son yıllarda, istikrar ve güven
ortamının tahsis edilmesiyle artan yatırımlarla hızlı bir gelişme sürecine girmiştir. Geliş-
miş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomik farklılıkta en önemli kriterler-
den birisi de, gelişmiş olan ülkelerin sanayi ağırlıklı, gelişmekte olan ülkelerin ise tarıma
dayalı yapıya sahip olmasıdır. Ülkelerin sanayi ağırlıklı ekonomik modele geçtikçe, gizli
işsizlik oranlarının azaldığı, tasarruf eğilimlerinin ve eğitilmiş insan gücünün arttığı, kısa-
cası refah düzeylerinin iyileştiği görülmüştür. Ancak ülkemize bakıldığında halen tarımın
ekonomik göstergelerde büyük yer tuttuğunu ve tarım sektöründe nüfus artış hızının
dünya ortalamasının üzerinde olduğu söylenebilir. Sanayi sektörü ülkemizde gelişmekte
olan fakat halen gerçek potansiyelinin altında olan bir sektördür. Sektörün gelişmesinde
teşvik, finansmana erişim, eğitim, istihdam, teknoloji ve Ar-Ge politikaları büyük önem
taşımaktadır.

6.2.1
Mevcut Durum
Türkiye’de sanayileşmeyi en iyi şekilde değerlendirebileceğimiz 2 gösterge; sanayi sek-
törünün GSMH ve ihracat içindeki paylarıdır. Sektörün GSMH içindeki payı 1998’de %
20,9’dan 2007 yılı itibariyle %24.6’ya çıkmıştır. 2001 yılında Türkiye’de meydana gelen
ekonomik krizin, sektör payını olumsuz yönde etkilemese de, gelişme hızında ani bir dü-
şüşe neden olduğu söylenebilir. 2002 yılından sonra GSMH içerisindeki sanayi üretimine
bağlı hızlı artışın sebeplerinden birisi, seçimlerden sonra ekonomik ve politik beklentile-
re bağlı olarak, yerli ve yabancı yatırımcılarda oluşan güven duygusudur.
Öte yandan, bir ülkenin sanayileşmesini anlamak için en önemli göstergelerden biri de
ihracatın artması ve ihracat ürünleri içerisindeki sanayi ürünleri payının çoğalmasıdır.
Türkiye ihracatının büyük kısmının imalat sanayi sektörü ürünleriyle gerçekleştiği bilin-
mektedir. Özellikle 2001 ekonomik krizinden sonra, imalat sanayisinin Türkiye ihracatı
içerisindeki payı hızla artmış ve 2007 yılında ülkemiz ihracatının %94.4’ü imalat sanayi
ürünleriyle gerçekleşmiştir (Şekil-38). Türkiye’nin uzun yıllar tarım ürünleri ihracatıyla
gerçekleşen dış ticareti için bu rakam, çok olumlu bir gelişmeye işaret etmektedir.
Sektördeki hızlı büyüme ve gelişmeyi göstermesi bakımından ülkemizde 1992 ve 2002
yılında yapılmış olan genel sanayi ve işyeri sayımı verilerine bakmak son derece faydalı
108 109
olacaktır. Tablo-24’te, 1992 ve 2002 yıllarındaki imalat sanayisinde faaliyet gösteren işyeri ve ça-
lışan sayıları gösterilmektedir. Görüleceği üzere sektörde 1992 yılında 196,659 olan işyeri sayısı
%35 gibi büyük bir artışla on yılda 272,482 adete ulaşmıştır. Sektörün gelişimini gösteren bir di-
ğer kriter ise, sektörde istihdam edilen iş gücündeki %70’e varan artıştır. Bu artışlardan da anlaşı-
lacağı gibi sektöre, son yıllarda büyük bir girişimci ve istihdam akışı bulunmaktadır. Sektöre olan
rağbet her geçen yıl artmaktadır.

Şekil 38. Türkiye İhracatı İçinde İmalat Sanayisi’nin Payı (2000-2007):


%
94,3 94,4
95
93,9
93,7 93,8
93,5
94

93 % Yüzde
92,0
91,9
92

91

90 Yıllar
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007

Kaynak: TÜİK

Tablo 24. Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımlarına


Göre İmalat Sanayi (1992-2002):

Sayım Yılı İktisadî faaliyet kolu İşyeri sayısı Çalışanların yıllık ortalama sayısı

1992 İMALAT SANAYİ 196,659 1,528,215

2002 İMALAT SANAYİ 272,482 2,183,286

Kaynak: TÜİK

6.2.2
Üretim
Türkiye’deki sanayi sektörünün üretim özelliklerini incelemek için bakılması gereken en önemli
göstergelerden biri, her yıl TUİK tarafından yayınlanan, sektörde kamu kesimi ve özel sektöre ait
ve kümülatif gelişme verilerinden oluşan Sanayi Üretim Endeksi’dir. Aşağıdaki grafik 2000’den
2006’ya yedi yıllık dönemde ülkemizdeki sanayi üretim miktarlarındaki gelişmeyi göstermekte-
dir. 1997 (=100) yılı baz alınarak yapılan araştırmaya göre, şekil 4’ten de anlaşılacağı gibi 2000
yılından bugüne, sanayi sektöründeki üretim oranlarında özel sektörün payının, kamu kesimine
oranla çok daha hızlı bir gelişme göstermiştir. 1997 yılına göre devlet sektörünün sanayi üretimin-
deki artış oranı %0.3 iken, özel sektörde %46.4 olmuştur. Bunda, sanayi sektöründe artan özelleş-
tirmelerin etkisi olsa da, sektörde son yıllarda girişimciler için uygun yatırım ortamının oluşması
da en büyük etkenlerden biridir.
Diğer yandan, 2001 ekonomik kriziyle beraber devlet eliyle yapılan sanayi üretimi en
düşük seviyesini görmüştür. 1997 yılına göre toplam üretim artış oranı %36.8 olmuş, her
ne kadar inişli çıkışlı bir yönelim gözlense de büyük bir gelişme sağlanmıştır.

Şekil 39. Sanayi Üretim Endeksi (2000-2006)

% Sanayi Üretim Endeksi ( 1997 = 100)


160 146,4
138,2 136,8
140 131,2 129,6
123,7
116,3
120 105,3 112,0
104,8
102,1 93,2 102,5 100,3
95,8 95,5 97,0
93,8
100 89,7 89,6 92,4

80

60

40

20

0 Yıllar
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Devlet Özel Toplam

Kaynak: TÜİK

6.2.3
Sanayi Sektörüne Yönelik Yatırım Teşvikleri
Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından, 2002-2006 yılları arasında yatırım yapacak
firmalara verilen ve çeşitli vergilerden muafiyet kazanmasını sağlayan yatırım teşvik bel-
gelerinin sayısı ve toplam yatırım miktarları Tablo-25’de verilmektedir. Bu veriler, sektöre
yatırım yapan girişimcilerin sayısındaki ve ihracattaki sanayi ürünlerinin payındaki hızlı ar-
tışı açıkça göstermektedir. Yatırım teşvik belgesi alan firmalarda son yıllardaki düşüş dikkat
çekmektedir. Bunun nedeni, Teşvik Mevzuatı’nda 2004 yılında yapılan değişikliktir. Buna
göre, teşvik belgeleri ilk zamanlarda vergiden %100’e varan oranlarda muafiyet sağlarken,
yapılan son değişiklikle firmalara teşvik belgesine gerek duyulmaksızın, yapılan yatırım-
larda %40’a varan yatırım indirimleri sağlanması yoluna gidilmiştir. Böylece girişimciliğin
kalitesini geliştirmek üzere daha şeffaf ve daha basit bir uygulamaya geçilmiştir.

Tablo 25. İmalat Sanayi Yatırım Teşvikleri (2002-2006):

Yıllar Belge Sayısı (Adet) Toplam Yatırım (YTL.)


2002 1,955 8,987,427,197
2003 2,559 12,428,296,006
2004 2,558 13,388,813,377
2005 2,305 12,991,461,018
2006 1,615 11,989,730,203

110 111 Kaynak: T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı


6.2.4
Sektörün Güçlü, Zayıf Yönleri ve
Sektöre Yönelİk Tehdİtler
Yaşanmakta olan olumsuz kur şartlarına, girdi maliyetlerindeki olumsuzluklara ve derinleşen kü-
resel rekabete rağmen, makro ekonomik göstergeler ve yapısal reformlardaki olumlu gelişmelere
paralel olarak, sektörde rekabetçilik kabiliyetinin arttığı görülmektedir. Sektörde kapasite kulla-
nım oranlarının sürekli artması, bu alanda potansiyelin daha verimli kullanıldığı yönünde iyi bir
işarettir.
Yine bütün eksiklerine rağmen sanayi sektörünü besleyen güçlü bir yan sanayinin varlığından
bahsedilebilir. Yan sanayinin kalite ve rekabetçiliğinin artmasına paralel olarak içeride sanayinin
oluşturduğu katma değer artacak, dış ticaret açığına da olumlu yönde yansıyacaktır.
Keza son yıllarda Türkiye’de uluslararası kalite sistem yönetimlerinin daha sık uygulanmaya başla-
ması ve gelişen Ar-Ge potansiyelinin etkisini de yavaş yavaş hissedilmeye başlamıştır.
Sektördeki teknoloji yatırımlarının ve eğitimli iş gücünün giderek artması da önemli avantajlar-
dan biridir.
Sektörün sıkıntıları arasında ise Türkiye’nin hala bir ulusal sanayi stratejisinin olmaması baş köşe-
deki yerini korumaktadır. Türkiye derinleşen küresel rekabet ve uzmanlık şartlarında artık feda et-
mek zorunda ve güçlendirmek durumunda olduğu sektörleri tayin etmek zorundadır. Çağa uygun
yüksek katma değer oluşturan rekabetçi sektörleri güçlendirirken, ucuz emek girdisine dayalı ve
sadece fiyat rekabeti ile ayakta kalmaya çalışan, kısaca “fukaralık sektörleri” olarak tanımlanacak
alanlardan çekilmek zorundadır. Emek yoğun sektörler için de daha kaliteli emek girdisine dayalı
alt sektörleri öne çıkartacak şekilde bir ayrıştırma yapılması şarttır. Bu meyanda Sanayi Bakanlığı
2008 yılı ve sonrası için sağlam bir envanter çalışması oluşturma girişimlerine başlamıştır. Böylece
Türkiye’nin bir sanayi röntgeni çekilmiş ve sağlam teşhislere dayalı stratejik bir yol haritası oluş-
turması mümkün olacaktır.
İkinci temel sıkıntı ise yine ana sanayi ve yan sanayi kolları arasındaki irtibat yeterli ölçüde sağla-
nabilmiş değildir. Bu meyanda Türkiye’deki organize sanayi bölgelerinin yeniden ihya edilmesi ve
sürecin bir çağdaş kümelenme yönünde şekillendirilmesi gerekmektedir.
Üçüncü sorun sermaye birikiminin sağlanamamış ve şirketleşme kültürünün tam oturmamış ol-
masıdır. Sermaye birikimi, ülke halkının tasarruf eğilimlerinin artması yönünde bilinçlenmesiyle
çözümlenebilir. Doğu Asya’daki gelişmiş ülkeler ile kıyaslandığında, Türkiye’nin tasarruf oranları-
nın son derece düşük olduğu daha önce bu çalışmada gösterilmişti.
Öte yandan şirketleşme anlayışının hem oluşabilmesi hem de oturabilmesi için toplu iş görme
bilincinin geliştirilmesi, ticaret kanunun güncel ihtiyaçlara göre yenilenmesi, kamunun ekonomi
ve kaynaklar üzerindeki baskınlığının azaltılması, düzenleme ve denetimin etkin hale getirilerek
sermaye birikim yolunda şirket davranışlarının uzun vadeli olarak değiştirilmesi gerekmektedir.
Diğer yandan sektörün en büyük sorunlarından biri de yabancı yatırımdan istenen verimin alınamı-
yor oluşudur. Çünkü sanayi sektörüne yabancı yatırımcı girişi, yeni firmaların kurulması değil, hazır
firmaların satın alınması ve/veya birleşmeler şeklinde olmaktadır. Yabancı yatırımcıyı daha verim-
li yatırımlara yönlendirebilmek için devlet teşvikleri artırılmalı, reel faizlerin aşırı yükselmemesine
dikkat edilmelidir. Bunların yanında ülkedeki ekonomik istikrarın korunmasına dikkat edilmeli, ya-
tırımcılar için güven ortamı tahsis edilmelidir. Kısacası, bütün bunları da içermek üzere daha önce
mahiyeti tartışılan şekilde yatırım ortamını geliştirici yapısal düzenlemelere devam edilmeli, aynı
şekilde etkin bir denetleme ve yönlendirme mekanizması kurulmalıdır.
Keza satış vergileri, reel faizler ve girdi maliyetleri ülkemizde sektörde faaliyet gösteren
firmalar için olumsuz durumlar oluşturmaya devam etmektedir.
Ülkemizde yatırım/ihracat teşviklerinin yetersizliği ve markalaşma konusundaki eksiklik-
ler de sektörün zayıf yönlerini oluşturmaktadır.
Sanayi sektörünün GSMH içindeki payının gelişme hızından da anlaşılacağı gibi sektörü
doyuma ulaşmış görünen yapısı sektör için en büyük tehditlerden biridir. Bunu aşmak
için arz yönlü reform ve tedbirlerle Türkiye’nin potansiyel büyüme seviyesinin yukarı çe-
kilmesi gerekmektedir.
Bunun yanında rekabet ortamının düşürdüğü kar marjları yatırımlardaki yüksek sabit
giderler, Çin’deki kapasite fazlalığı ve maliyet avantajları sektör için tehlike arz eden so-
runlardandır.
Türk Lira’sındaki değerlenme eğiliminin de %70’i ihracat üzerine çalışan sanayi sektörün-
deki firmaları zor durumda bırakmaktadır.

6.2.5
Sanayi Sektöründe Fırsatlar
Günümüzde sanayi sektöründe, üretim-tüketim yapıları, şirket organizasyonlardaki ya-
pısal değişimler; istihdamın niteliği ve finansman kaynakları hızla değişim göstermeye
başlamıştır. Bu değişime ayak uydurabilen ve yenilikleri kopmadan takip edecek, ça-
ğın girişimcilik ruhunu yakalamış yatırımcılar için Türkiye önemli fırsatlar sunmaktadır.
Türkiye’de 2013 yılında GSMH’nın 800 milyar dolar, kişi başına düşen gelirin 10 bin dolar
olması beklenmektedir. 2007 yılı sayımlarına göre Türkiye’nin nüfusu 70 milyonu aşmış,
yaş ortalaması ise 30’larda bulunmaktadır. Buna göre Türkiye’nin önünde 30-40 senelik
bir demografik fırsat penceresi bulunmaktadır. Nüfusun tüketim eğilimi yüksek, ayrıca
kişi başı gelir arttıkça çok daha yeni sektörlerde talep patlamasının olması muhtemeldir.
Bu anlayışla beraber girişimcilik daha çok müşteri odaklı hale gelmekte ve hizmet sektö-
rüne kaymaktadır. Böylece bu hizmetler temelinde sektöre girmek isteyenler için yüksek
kârlı iş imkânları oluşmaktadır
Ayrıca ülkemizde hızlı bir şekilde gelişen sanayi sektöründe Ar-Ge harcamalarının ve tek-
noloji yatırımlarının da önemi artmıştır. Bu da teknolojik alanda, kalite kontrol ve akre-
ditasyon alanlarında hizmet sağlayacak firmalar için büyük fırsatların doğmasına neden
olacaktır.

6.3
MAKİNE SEKTÖRÜ
Makineler, imalat sanayilerinin en temel ve vazgeçilmez unsurudur. Makine yatırımları
da, imalat sanayisi içerisinde özel bir öneme sahip olup, dünyada ve ülkemiz sanayi-
sindeki tüm sektörlerin temel ihtiyacını ve en büyük girdisini oluşturmaktadır. İmalat
sanayisi içerisinde, makine imalat sanayinin payı hem ülkelerin gelişme sürecinde, hem
günümüzde gelişmiş ülkelerde artmaktadır. Otomotiv, Otomotiv Yan Sanayi, Savunma
Sanayi, Tekstil Sanayi, Elektronik Sanayi, İşlenmiş Gıda Sanayi, Mobilya Sanayi, Mücevher
Sanayi, Bio-medikal Sanayi ve Tarım gibi birçok sektörün, imalat yapabilmesi ve ürün
112 113 üretebilmesi makinelerle mümkün olmaktadır.
Makine sektörü gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de emek yoğun karakterini korumaktadır.
Zira çok az sayıda makine tipi hariç, seri imalat teknikleri bu sektörde uygulanamamaktadır. Son
yıllarda dünyada müşteri istekleri doğrultusunda makine imalatına yönelme eğilimi söz konu-
sudur. Ek bir mühendislik çalışması gerektiren bu talepler, batı ülkelerinde fiyatların artmasına
sebep olmaktadır. Ülkemizde ise işçilik yanında, mühendislik hizmetlerinin de nispeten ucuz ol-
ması, makine imalatçı firmalarının rekabet şansını arttırmakta olup, bu üstünlüğün yakın gele-
cekte de devam edeceği görülmektedir. Müşteri istekleri doğrultusunda imalatta, mühendislik
ve işçilik ücretlerinin düşük olmasının yanı sıra, oldukça emek yoğun olan bu üretim konularında
firmaların teknolojik birikimleri rekabete nispeten imkân verecek düzeydedir. Bu olumlu yapı, ül-
kemiz makine imalatçısının, bazı batı firmaları ile gerektiğinde işbirliği yaparak üçüncü ülkelerde
tesislerin yenilenmesi veya yeni yatırımların gerçekleştirilmesi şansını da artırmaktadır. Bütün bu
gerekçelerle DPT 2005 yılında sektörü stratejik sektör olarak ilan etmiştir.
Ülkemiz imalat sanayinde özellikle Otomotiv, Tekstil, Beyaz Eşya ve Gıda Sektörlerine devlet ta-
rafından önem verilmiş ve değişik teşvik ve yardımlarla büyümeleri sağlanmıştır. Bu sayede özel-
likle bu sektörler ülkemiz imalat sanayisinin lokomotifi durumuna gelmiştir. Fakat bu ve bunun
gibi pek çok sektörün en büyük ithal girdisini hala makine alımları oluşturmaktadır. Oysa bir ülke,
makine sanayisini geliştirmeden, dışarıdan makine, makine aksamı, yedek parça, servis ve eğitim
hizmetleri temin etmek suretiyle gerçek bir üretim ekonomisini tesis edemez. Bir ülkenin kal-
kınmışlığı, Takım Tezgahı kullanımı ve üretimi ile ne kadar ilgili olduğu Japonya, İspanya, İtalya
ve İsviçre gibi gelişiş ülkelerden takip edilebilir. Bu ülkeler çok büyük ve kalifiye Makine İmalat
Sektörleri oluşturmuşlar ve bu sayede diğer tüm imalat sektörlerini çok üst seviyelere taşıyabil-
mişlerdir. Örneğin Almanya, Takım Tezgahı İmalatı sayesinde Dünya Otomotiv Sanayinde; İtalya,
Tekstil, Ayakkabı ve Mobilya İmalat Makineları sayesinde, Dünya Tekstil ve Mobilya Sektörlerinde
en üst sıralarda yer almışlardır.1
Bu yüzden ülkemizin makine sanayinin gelişmesi, diğer sanayi kollarımızın da gelişmesine katkıda
bulunacaktır. Aynı zamanda sektörler en büyük girdileri olan makineleri daha düşük bedellerle ala-
bilecek, imalat model değişikliklerini, esnek üretim imkânlarını daha kısa sürede ve daha az mali-
yetlerle yapabilecek, makine imalat sektörünün gelişmesiyle ihtiyaç duyulacak servis, yedek parça,
modernizasyon, eğitim ve diğer maliyetler daha uygun bedellerle ülkemizden karşılanabilecektir.

6.3.1
Makİne Sektöründe Tİcaret Eğİlİmlerİ
Dünya makine sanayi ihracatının büyük bir bölümü gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirilmek-
tedir. Dünya makine sektör ithalatında en büyük ithalatçı ülke ABD’dir. Japonya son yıllarda üçün-
cü ülkelerden gelen yoğun baskılar sonucunda makine ve ekipman ithalatını artırmaya yönelik
ve ithalatı kolaylaştırıcı çeşitli önlemler geliştirmekte ve bu konudaki ithalatı sürekli artış eğilimi
göstermektedir.
Türkiye’de makine imalat sanayi sektörü, teknoloji açısından yeterli düzeyde olmayıp, henüz ge-
lişmekte olan bir sektördür. Son yıllarda sektördeki üretimde gözle görülen büyüme, bir yandan
yeni yatırımlar ancak daha çok da mevcut kapasitelerin etkin kullanımıyla mümkün olmuştur. Ha-
mur makinesi, deri işleme makinesi, basım-cilt makineleri, beton hazırlama makinesi, konkasör,
loder-trakskavatör, tuğla-briket makinesi, yem makinesi, yazar kasa, terazi-baskül, pompa, komp-
resör, klima, forklift, rulman, vana-valf gibi cihazlarda yüksek oranda üretim artışı olmuştur.

1
İbrahim Öztürk (ed.), AB Müzakere Sürecine doğru Türkiye Ekonomisi: Bölgesel- Sektörel Sorunlar ve Çözüm Önerileri, İstan-
bul: MÜSİAD Yayınları, 2005.
Gerek ülkemizde, gerekse dünyada yaşanan krizlere rağmen makine sanayi ihracatı yıllar
itibariyle artma eğilimi olan bir sektördür. 1995 yılında 691 milyon dolar olan Türkiye’nin
makine ihracatı, 2001 yılında 1,7 milyar dolara ve 2002 yılında ise 2,1 milyar dolara yük-
selmiştir. 2002 yılında Makine İmalat Sanayi Sektör İhracatının, toplam ihracat içindeki
payı da sadece % 6,05 olarak gerçekleşmiştir. Oysa 2007 yılı verilerine göre Türkiye’nin
makine ithalatı 13,2 milyar dolar, ihracatı ise 7,4 milyar dolara çıkmıştır. Böylece 2007
yılında makine ihracatının toplam ihracattan aldığı pay da % 6,5’e kadar yükselmiştir.
Ticaret açığı ise 2006 yılında 4,5, 2007 yılında ise 5,8 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
Oysa daha 2003 yılında ithalat, ihracatın tam 3.5 misli daha fazla idi. Buna göre geçen
süre sektörün lehine değerlendirildiği ifade edilebilir.
Türkiye’nin makine sanayi sektörü ihracatının büyük bir kısmı Avrupa Birliği ülkelerine
yönelik olup, ağırlıklı olarak Almanya, ABD, İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya, Cezayir,
Belçika-Lüksemburg, Rusya Federasyonu, Hollanda, İran, Yunanistan, Romanya, İsrail,
Bulgaristan, Mısır, Azarbeycan, Avusturya, Tunus, KKTC, Suriye, BAE (Birleşik Arap Emir-
likleri), Özbekistan ve Kazakistan’a yapılmaktadır.
Makine sektörü ihracatında en önemli kalemler motorlar ve aks parçaları, buzdolapla-
rı ve dondurucular, inşaat ve maden makineleri metal ve ağaç işleme makineleri, ça-
maşır makineleri, tarım alet ve makineleri, hava, vakum, sıvı pompa ve kompresörleri,
muslukçu-borucu eşyası ve rulmanlardan, transmisyon milleri-kolonlardan, contalardan
oluşan makine elemanlarıdır.
Makine imalat sektöründe ülkemize giren doğrudan uluslararası yatırım miktarındaki
artıştan da istifade etmek suretiyle sektörün yıllık büyüme performansı %35 seviyesi-
ne çıkartılabilir ve bu durumda sektörün ihracatı 2010 yılında 20 milyar doların üzerine
taşınabilir, sektördeki ticaret açığı daha azaltılabilir. Sektörün önde gelen kuruluşu olan
Orta Anadolu Makine İhracatçı Birliği’nin bu amaç doğrultusunda devletten beklediği iki
temel katkı ucuz arsa üretimi ve ara eleman tedarikinin sağlanmasıdır.

6.3.2
Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerileri
Tüm sektörlerin temel ihtiyacı olan makinelerin ülkemizde üretilmesi yönünde yapılacak
çalışmalar ülke ekonomisi açısından geri dönüşü yüksek olan yatırımlardır. Ülkemizde
devlet tarafından desteklenerek büyümeleri sağlanan birçok sektör için en önemli ma-
liyet kalemlerinden biri ithal makinelerdir. Bu durum sanayileşmenin önünde önemli bir
engel teşkil etmektedir. Dolayısıyla makine sanayisinin devletçe desteklenmesi elzemdir.
KOBİ ağırlıklı bir sektör olan Makine İmalatı için en önemli sorun sermaye yetersizliğidir.
Yüksek altyapı maliyetleri nedeniyle başlangıçta yüksek bir sabit sermaye yatırımı gerek-
tiren makine sektörü için düşük faizli ve uzun vadeli kredi imkanlarının devlet tarafından
sağlanması gerekir. Ayrıca krediler için teminat mektubu haricinde garanti sistemlerinin
kurulmasıyla yatırımcıların önü açılmalıdır.
Sektörün gelişmesinin önündeki diğer bir engel de nitelikli işgücü eksikliğidir. Gelişmiş
ülkelerin aksine ülkemiz eğitim sistemi sanayinin ara eleman ihtiyacını karşılayacak şe-
kilde tasarlanmamıştır. Meslekî eğitim veren liselerin sayısının artırılmasına ve mevcut
olanların daha kaliteli hale getirilmesine, yalnız makine imalatı için değil tüm sektörler
için şiddetle ihtiyaç vardır. Ayrıca, sertifikaya yönelik eğitimin yaygınlaştırılması da ara
114 115 eleman ihtiyacını karşılama konusunda yardımcı olabilir.
Devletin üzerine düşen bir diğer vazife de makine imalat sektörümüzü dünya ile rekabet nokta-
sında geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmaktır. Özellikle Çin ile fiyat bazında rekabet etmek müm-
kün olmadığı için kalite ve yenilikler yoluyla mücadele etmek gerekir. Bu meyanda fabrikalarda esnek
üretime uygun bir yapının sağlanması, markalaşma ve AG-GE faaliyetleri sonucu Yüksek Teknoloji-
Patent üretimi konularında yoğunlaşma gereği vardır. Esasen bu konuda çok geri kalmış durumda
olan Türkiye’de son yıllarda son derece umut veren bir “farkındalığın” ortay çıktığı görülmektedir.
Önceleri şirketler fiyat, esneklik, kalite, zamanında gerçekleştirme ve yenilikçilik gibi alanlarda ino-
vasyonu en sona koyarken, 2005 yılından beri teknoloji, kalite ve fiyattan sonra en önemli rekabet-
çi unsur olarak değerlendirilmektedir. Aynı şekilde hükümetin de son yılarda attığı adımlar dikkate
alındığında yenilikçiliğin ve teknolojinin artık bir toplumsal veya kamusal mal olarak gündemimi-
zin bir parçası haline geldiği ifade edilebilir. Bu, büyük bir zihni gelişmedir.
Ar-Ge desteklerinin bu noktada devreye girmesi de diğer önemli bir noktadır. Ancak, TÜBİTAK
ve KOSGEB gibi kuruluşların bütçesini artırmak tek başına yeterli değildir. Ayrılan bu fonların iş-
letmecilerce rahatça kullanılması sağlanmalı; bu kuruluşlar sanayi ile yakınlaşmalı ve böylece sa-
nayinin durumu devlet tarafından yakinen bilinerek uygun tedbirler, destekler, yardımlar anında
sağlanmalıdır. Ayrıca şirketlerin kaynak alabilme ve etkin kullanabilme kapasitesinin geliştirilmesi
de önemli bir sorun alanı olarak durmaktadır. Bu meyanda devlet destekleri bir yana; şirketlerin
de dünya ile rekabet edebilmek hususunda neler yapması gerektiği konusunda bilinçli olması ge-
rekir. Günümüz kapitalizminde şirketlerin hiyerarşiyi en aza indirerek yenilikçiliğe imkan tanıyan
ve girişimciliğe prim veren bir yapıya bürünmesi gerekmektedir.
Bunun yanında rakip şirketlerle arasındaki dış bariyerleri de azaltarak onlarla işbirliği yolunu seç-
mesi gerekmektedir. Bu sayede bir ağ içerisinde işbirliği yapan şirketler rekabet gücünü artır-
makta, daha büyük işlere el atabilmekte ve aralarındaki bilgi paylaşımı sayesinde iş fırsatlarını
hemen keşfederek değerlendirebilmektedir. Bu mesele özellikle makine sektörü için hayati önem
taşımaktadır.
Ülkemiz imalat sanayisinin rekabetçiliğini azaltan bir husus da kayıt dışılıktır. Kayıt dışılığın sağla-
dığı mâlî avantajlardan yararlanan şirketler karşısında kayıt içi şirketler haksız rekabete uğramak-
tadır. Kayıt dışı şirketler toplam faktör üretkenliklerindeki düşüklüğü bu şekilde sağladıkları mâlî
avantajla kapatabilmekte ve yaşamlarını sürdürebilmektedir. Halbuki olması gereken bu şirketle-
rin elenmesi; kayıt içi şirketlerin pazar paylarını geliştirerek büyümeleri ve sektörün rekabetçiliği-
ni artırmasıdır .

6.4
KİMYA SEKTÖRÜ

Tarım ilaçlarından, beşeri ilaç sanayine, deriden tekstile, deterjanlar ve temizleyici malzemeler-
den kozmetiğe dek uzanan geniş bir yelpazede faaliyet gösteren kimya sektörü, imalat sanayinin
başlıca kalemlerinden olup, otomotiv, tekstil, deri ürünleri ve kağıt ürünleri sektörlerine önemli
girdiler sağlamaktadır. Önemli bir girdi tedarikçisi olmasından ötürü sektör içindeki gelişmeler
diğer sektörlerin performanslarını da önemli ölçüde etkilemektedir.
Sektör 2002’den bu yana gerçekleştirdiği ihracat artışıyla ve sıfırdan yeni yabancı sermaye yatırı-
mı çekmesiyle dikkat çekmektedir. Özellikle AB müktesebatı çerçevesinde girdiği dönüşüm süreci
ve dünya pazarlarındaki değişimler sayesinde sektörün uzun vadeli bir büyüme gerçekleştirebile-
ceğini söylemek mümkündür.
Kimya sanayi üretimi içinde önde gelen sektörler, petrokimyasallar, gübreler, ilaçlar, sentetik elyaf
ve iplikler, sabun ve deterjanlar ile boyalar olarak sayılabilir. Toplam üretim içinde petrokimyasal-
ların payı % 30, gübrelerin payı ise % 25’dir. Sektörde yaklaşık 8000 (plastik işleme ve ka-
uçuk işleme dahil) firma faaliyette bulunmaktadır. Bunların 95 adedi büyük ölçekli, 208’i
orta, diğerleri ise küçük ölçekli firmalardır. Bu firmaların çoğu İstanbul, İzmir, Kocaeli,
Adana, Gaziantep ve Ankara’da faaliyet göstermektedir. 2
Dış ticaretteki gelişmelere bakıldığında da sektörün Türkiye’nin genel ihracat rakamları
içindeki payının 2002’de %7.6 düzeyinden, 2007 yılında %11,3’e yükseldiği görülmekte-
dir. Değer olarak da 2002’de 2,6 milyar dolardan 2007 sonunda 10,4 milyar dolara çık-
mıştır (Şekil-40, 41).

Şekil 40. Kimya Sektörü İhracat Rakamları


(Milyar Dolar, 1993-2006)
9

7
Milyar Dolar

0 Yıllar
1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

Kimya sektörü ihracat rakamları

Kaynak: İMMİB

Şekil 41. Kimya Sektörü İhracatı’nın Genel İhracat İçindeki Payı

2006 10,24%
2005 9,19%
2004 7,95%
2003 7,59%
2002 7,60%
2001 6,97%
Kimyevi maddeler
Yıllar

2000 6,78%
ve mamullerin
1999 6,56% ihracatının Türkiye
toplam ihracatı
1998 6,50% içindeki payı
1997 5,20%

1996 5,60%
1995 5,20%
1994 5,30%
1993 5,10%
Pay

Kaynak: İMMİB

116 117 2
Öztürk, a.g.e.
Sektörün artan performansında petrol fiyatlarında yaşanan büyük artışın katkısı vardır. İhraca-
tın değerindeki artışın, miktar artışın üzerinde seyretmesi nitelikli kimyasal ihracatında yaşanan
yükselme ile petrol fiyatlarında kaydedilen önemli artış oranlarına bağlanabilir.3 Bununla beraber
bu artışa katkıda bulunan alt sektörlere baktığımızda, 2005 yılı için mineral yakıtlar, plastik ve ma-
mulleriyle sabunluk ve temizlik ürünlerini üreten alt-sektörlerin öne çıktığı görülmektedir.4
Ayrıca 2002- 2006 yılları arasında Türkiye’ye giren doğrudan uluslararası yatırımların katkısı da
vardır. Bu tarihlerde sektörler göre incelendiğinde 2002’de kimya sektörüne 9 milyon dolar olan
yatırım girdisi gerçekleşirken, 2006 yılı sonu itibariyle bu rakam 602 milyon dolara ulaşmış, ima-
lat sektörüne gelen yabancı doğrudan yatırımların genel toplamı içindeki payı da 2002 yılındaki
yüzde 2 düzeyinden yüzde 32 düzeyine kadar çıkmıştır. 2007 Ocak-Eylül rakamlarına bakıldığında
ise daha Eylül ayına kadar gelen yatırımın 896 milyon dolar düzeyinde olduğu ve bu olağanüstü
yatırımın son beş sene içinde görülen en yüksek yatırım düzeyi olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tablo 26. İmalat ve Kimya Sanayilerinde Doğrudan


Yabancı Sermaye Yatırımı (Milyon Dolar)

2002 2003 2004 2005 2006 2006(*) 2007(*)


İmalat sanayi 110 448 214 788 1,868 1,214 2,81

Kimya sektörü 9 9 39 174 602 305 896

Toplamdaki payı (%) 8.18 2.01 18.22 22.08 32.23 25.12 31.89

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı, TCMB (*) Ocak-Eylül

2002 yılından bu yana makroekonomik dengelerde sağlanan iyileşmenin yatırım ortamına getir-
diği olumlu hava, kimya sektörüne gelecek yatırımların artmasına da imkan sağlamıştır. Özellikle
bu sektörün teknoloji ve sermaye yoğun nitelikli olması, gelen yatırımların da büyük çapta bu
kategoride olmasını sağlamıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, kimya sektörünün son yıllarda özellikle doğrudan yabancı sabit
sermayenin hızlı artışının da katkısıyla gösterdiği başarılı performansın sınırları olduğu ve başarılı
sürecin davamı için diğer sektörlerde olduğu gibi bu sektöre yönelik yatırım ortamını iyileştirme
çabalarının derinleştirilmesi gerektiği ifade edilmelidir.
Sektöre yönelik sorunlar rekabet, Ar-Ge, yatırım, çevre teşvikleri ve AB ile uyum alanında ortaya
çıkmaktadır. Enerji maliyetlerinin yüksekliği ve endüstriyel artıkların yönetimiyle ilgili yaşanan
sorunlar sektörün yabancı rakipleriyle rekabet edebilmesini zorlaştırmaktadır. Bununla beraber,
sektörün yoğunluklu olarak ithalat yapmasının dış ticaret üzerine getirdiği baskılardan ötürü sabit
yatırımın arttırılması gerekmektedir. Hammadde kaynaklarına, pazarlara ve limanlara yakın kimya
organize sanayi bölgelerinin kurulması kimya sanayinde yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının
arttırılmasında önemli bir unsur olarak görülmektedir. Bu organize bölgelerin yenilik üretmede
ve şirketlerin bilgi paylaşımını etkinleştirmesi, sektöre yeni bir dinamik katacaktır.

3
İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği (İMMİB),
http://www.immib.org.tr/KIMYA/stat.asp
4
İMMİB, http://www.immib.org.tr/KIMYA/stat.asp
Çevre alanında yönetmelikte belirtilen teşviklerin uygulanmaması, AB uyum çalışma-
larında ortaya çıkabilecek maliyetler ve uygulama sorunları ile Ar-Ge/üniversite-iş dün-
yası ortaklığındaki yetersizlikler sektör üzerindeki sorunlar yükünü arttıran diğer temel
konulardır.5
AB ile uyum çalışmalarının getireceği değişiklikler sektöre gelecekte farklı bir yön kata-
caktır. Bu süreçte çıkacak sorunlar göz önüne alındığında, iki temel sorunun sanayici-
leri beklediği görülmektedir. Bunun birincisi işçi sağlığı ve işyeri güvenliğiyle ilgiliyken,
ikincisi çevre alanındaki düzenlemelerle ilgili yaşanacak sorunlardır. REACH (Registrati-
on, Evaluation and Authorisation of Chemicals / Kimyasalların Kaydı, Değerlendirilmesi
ve İzni) adı verilen direktif, üretim ve çevresel atıkların çevreye zararlarını asgari düzeye
indirmeyi amaçlamakta ve bunun için çeşitli kural ve yönetmelikleri bünyesinde barın-
dırmakta ve bu direktife kayıtlı şirketlerin belirtilen düzenlemelere uymalarını zorunlu
kılmaktadır.
Ancak oldukça çeşitli düzenlemelerin sanayicilerimiz tarafından yürürlüğe sokulabilme-
si ve direktifin kıstaslarına uyum sağlayabilmek için büyük bir sorumlulukla çalışmaları
gerekmektedir. Bu süreçte ortaya çıkabilecek mâlî yükümlülüklerin giderilmesi ve ye-
terliliği kanıtlanmış donanımlı personel istihdamının sağlanması da çözülmesi gereken
konular arasında yer almaktadır.6 Sektörün aşması gereken bu önemli uyum sürecinin
başarılı geçmesi, AB pazarına daha fazla açılma imkanını getirecek ve bu imkan sayesin-
de sektörde uzun vadede yüksek getiri ve verim artışı sağlanabilecektir.
Kimya sektörünün kısa ve orta vadede yenilikleri yakalayabilecek alt sektörlerinden
boya, ilaç ve gübre sektörlerindeki büyüme potansiyelleri sektördeki girişimcilik akti-
vitelerini tetikleyecektir. Boya sektöründe otomotiv sektöründeki gelişmelere paralel
olarak otomobil boyaları üretiminin artması beklenmektedir.7 İlaç sektörüne baktığımız-
daysa özellikle 2015 yılında dünyada milyar dolarlar seviyesinde satan birtakım ürünle-
rin patent korumalarının sona ermesi, 2008–2009 yılından itibaren ‘Biosimilar” ürünlerin
AB pazarlarına girecek olması ve dünya pazarının büyümesi Türkiye’deki ilaç sektörünün
lehine gelişebilecek fırsatlar sunmaktadır.8 Gübre sanayinde de yeni fırsatlar doğabilir.
Özellikle, ülkemizin en büyük projelerinden biri olan GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi)
ile 1,7 milyon hektarlık tarım alanının da ortaya çıkması, gübre sanayinde yeni yatırım
ihtiyacını daha da artırmıştır.9

6.5
İNŞAAT SEKTÖRÜ

Avrupa Birliliği ile uyum sürecinde olan Türkiye’de zamanla gayrimenkul alanında bek-
lenen değerlenmelerden dolayı inşaat sektörü, gerek yabancı yatırımcıların gerekse
Türkiye’deki KOBİlerin ve büyük yatırımcıların öncelik verdiği alanlardan birisi olmuştur.
Gerek oluşturmuş olduğu istihdam gerekse inşaatla ilgili diğer sektörleri de büyük öl-

5
Türk Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD), http://www.tksd.org.tr/5s_5c.asp
6
İMMİB, http://www.immib.org.tr/KIMYA/index.asp
7
Öztürk, a.g.e
8
Serdar Alphan, “Küreselleşen Dünya Pazarı ve Türk İlaç Endüstrisi”, TKSD, 2006,
http://www.tksd.org.tr/sunumlar.asp
118 119 9
Öztürk, a.g.e.
çüde etkilediğinden, inşaat sektörü Türkiye’nin önemli ve lokomotifi sayılabilecek sektörlerinin
başında gelmektedir. İnşaattaki bir atılımın büyümeye yapacağı olumlu etki göz önüne alındı-
ğında, Türkiye’nin geçmişten günümüze inşaata bu kadar önem vermesinin nedeni ortaya çıka-
caktır. Sektörün arka ve ön beslemeleri dikkate alındığında doğrudan ve dolaylı yollardan döviz
girdisine ve istihdama büyük bir katkı yaptığı görülmektedir. Aynı şekilde ihracatın yüzde 12’sine
damgasını vuran sektörün ithalat içindeki oranı sadece yüzde 3,4 civarında kalmaktadır. Dünya-
daki ilk 225 inşaat firması arasında 22 tane Türk firması yer almaktadır. Bu sayı Türkiye’yi ABD ve
Çin’in ardından üçüncü sıraya oturtmaktadır. Avrupa’da da en büyük 3. inşaat firması Türklere
aittir. Bir başka ifadeyle, Libya’da +50 derecede, Sibirya’da ise -50’de çalışan Türk inşaatçıları kü-
resel düzeyde ilk Türk markaları olmak yolundadırlar. Burada serbest piyasada risk alabilen ve
rekabetten korkmayan yapılanmanın önemi ortaya çıkmaktadır. Ben buna ‘Delta 100’ diyorum.
İnşaat malzemeleri konusuna gelince, burada da dünya markası olabilecek kurumlar var. 2007’de
dış müteahhitlik gelirimiz 20 milyar dolara ulaşmış. Oysaki çok uzak değil, 2001’de 2,1 milyar dolar
kadardı. Bu, bize katma değer getirecektir. Ayrıca Türkiye’yi de kapsayan konularda Avrupa İnşaat
Malzemeleri Dernekleri karar veriyorken, onların aldığı kararlara gözlemci olmak yerine aktif olma
kararı verdik ve yönetimlerine de girdik

6.5.1
Mevcut Durum
Şekil-42’den görüldüğü üzere 1998’den 2006’ya kadar olan süreçte inşaat sektörü % 900 gibi sı-
radışı bir performans sergilemiştir. Türkiye ekonomisi, 2001 krizi sonrasında 2004 yılı sonrasında
konut talebinden kaynaklanan bir büyüme sürecine girmiştir. İnşaat sektörü 2004–2006 yılları ara-
sında büyüme trendi içinde olmasına rağmen, gelişme hızı bakımından 90’lı yılları yakalayamamış,
GSMH içindeki payını da sadece %5 civarlarında ancak sürdürebilmiştir. 2001 krizi sonrası Türkiye
ekonomisi çeşitli düzenlemeler sonucu büyüme trendi içine girmiştir. Bu büyümenin inşaat sektö-
rüne yansıması 2005 yılına tekabül etmektedir. 2005 yılında sektörde yaşanan bu büyümeye ne-
den olan en büyük etkenin, konut projelerinde yaşanan artış olduğu düşünülmektedir. Bu konut
projelerindeki artışı büyük ölçüde 2007 yılı sonunda 250 bin konut hedefi ile TOKİ sağlamıştır. TOKİ
bu büyük proje ile inşaat sektörüne yani pazarlama ve reklam teknikleri, yeni çalışma prensipleri
getirmiş, inşaat sektörünü büyük ölçüde canlandırmıştır.

Şekil 42. İnşaat Sanayinin GSMH’daki Katma


Değeri (milyon $, 1998-2006)
35 000,0
30 575,9
30 000,0

25 000,0
21 311,8
20 000,0
15 380,7
15 000,0 12 662,0
11 398,7
9 240,9
10 000,0
6 483,1
3 124,6 4 362,0
5 000,0

0
1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Yıllar
Kaynak: Hazine Müsteşarlığı
Konut sektörü 2007 yılında ekonomini göreceli olarak soğutulması nedeniyle daralma
sürecine girmiştir. Yılın ilk çeyreğinde % 16,5, ikinci çeyreğinde 15,7 oranında büyüyen
sektör, üçüncü çeyrekte sadece % 5,4 büyümüş, ilk dokuz aylık büyüme de böylece
%11,3 düzeyinde kalmıştır.

Şekil 43. İnşaat Sektörü Değerleri (%, 1998-2006)

%
100,0
sektör payları gelişme hızı
79,2
80,0

60,0
48,6
39,6 42,5 43,5
38,6
40,0
23,4
21,5
20,0 11,1
5,8 5,6 5,2 5,2 4,1 4,4 5,3
3,5 3,6
0,0
yıllar
1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Kaynak: Hazine Müsteşarlığı

Hemen ifade etmek gerekir ki bu sonuçta enflasyonu kontrol altına almak için bilhassa
daraltıcı para politikası neticesinde 2007 yılında sıfıra yakın düzeyde büyümüş olan özel
nihai tüketim harcamalarındaki düşüşün etkisi çok büyüktür. Ancak bu durum geçicidir.
Zira Türkiye’nin artan ve şehirleşen nüfusunun konut ihtiyacı, büyüyen sanayi kollarının
ihtiyaçlar, yurt dışından gelen büyük fonların planladıkları projeler, yasalaşan ipotekli
konut kredisi sistemi nedeniyle konut sektöründeki büyümenin konjonktürel gelişme-
lerin ötesinde büyümeye devam edeceği tahmin edilebilir. Sektörün önümüzdeki 10–15
yıllık periyotta hızlı büyüyen ve GSMH’ye olan katkısını katlayarak arttıran bir sektör ha-
line dönüşeceği tahmini yapılabilir.

6.5.2
Sektöre yönelik yabancı yatırımlar
Avrupa Birliği sürecinde başta finans ve servis sektörleri olmak üzere, inşaat ve gayri-
menkul sektörleri doğrudan yabancı sermayenin etkisi altına girmektedir. Bu süreçte
Türkiye’de beklenen gayrimenkul değerlenmesinden dolayı hem konut ve gayrimenku-
le talep artacak, hem de bu nedenle likiditeye ihtiyaç duyulacaktır. Şekil-44’te gelecekte
konut ihtiyacının ne yönde değişeceğine dair yapılan uzman projeksiyonları verilmek-
tedir. Buna göre 2009 ve 2010 yıllarında zirveye çıkacak olan konut ihtiyacı ve talebinin,
bu düzeyde olmasa da en azından 2015 yılına kadar yüksek seyrini sürdüreceği görül-
mektedir.
Bu durum yabancı yatırımcıların Türkiye’de cazip fırsatlar yakalamasına imkan sağlaya-
caktır. Bu nedenledir ki 20’nin üzerinde yabancı kaynaklı yatırım şirketleri Türkiye’deki
gayrimenkul piyasasını incelemektedir. Şekil-45’te görüldüğü gibi Türkiye’deki inşaat
sektörüne gelen doğrudan uluslararası yatırım katlayarak artmıştır. Bunun önümüzdeki
120 121 bir kaç sene içinde yabancı yatırım fonlarının Türkiye’deki fırsatları daha yakından tanı-
ması ile beraber giderek artacağını ve bununla beraber Türkiye’deki inşaat sektörü ile doğrudan
ve dolaylı yönden ilişkili olan diğer sektörleri de etkileyeceğini öngörebiliriz.

Şekil 44. Konut İhtiyacı 2015 Projeksiyonu (bin, 2006-2015)

bin
740
730
720
710
700
690
680
670
660
650
640 yıllar
2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015

Kaynak: Turkish Yatırım

Nitekim Ak Yatırım’ın bir toplantısına Dubai’den katılan Eta Star Property Developers şirketi yak-
laşık 500 milyon dolarlık bir yatırımı hedeflediklerini belirtmiştir. Aynı şekilde HSBC’nin 5 milyar
avroluk yatırım planlamasında öne çıkan ülkelerin Rusya ve Türkiye olduğunu belirtmiştir. Yaban-
cıların Türkiye’de özellikle alışveriş merkezi ve ofis tarzındaki yapılara ilgi gösterdikleri ve bu ko-
nuda proje geliştirdikleri görülmektedir.

Şekil 45. İnşaat Sektörüne Doğrudan Yabancı Yatırım Girişi ( Milyon YTL)

Milyon$
300 278
246
250

200
161
150
80
100
23
50 8
3
0 yıllar
2002 2003 2004 2005 2006 2006 2007
ocak- ocak-
eylül eylül

Kaynak: TUİK

6.5.3
İnşaatın Etkilediği Diğer Sektörler
İnşaat sektörünün doğrudan etkilediği sektörlerin başında çimento, hazır beton, demir-çelik, in-
şaat malzemeleri, yalıtım, çatı, seramik, dekorasyon, boya, kireç gibi sektörler gelmektedir. Bu
sektörler arasında kireç haricindeki diğer sektörler inşaattaki büyümeden olumlu yönde etkilen-
mişlerdir. İnşaatta görülen bazı yenilikler ve gelişmelerle beraber kirecin yerini diğer alternatif
malzemelerin alması kireç sektörünün gerilemesine neden olmuştur. Bu ifade buraya
yeni dönemin karakterine işaret etmek üzere alınmıştır. Yeni dönemde girişimci yenilik-
lerin bir yandan iyi bir takipçisi olmalı, diğer yanda bizatihi yenilikçiliğin lideri konumuna
geçmelidir.
Çimento sektörü, 2002 yılında Türkiye çimento üreticilerinin Irak pazarına girmesi ile çi-
mento ihracatını çok büyük ölçüde arttırmıştır. 2004 ve 2005 yıllarında Irak’taki yeniden
yapılandırma çalışmaları sonucunda 2005 yılı sonunda Irak çimento ihracatı toplam çi-
mento ihracatının üçte biri haline gelmiştir. Bu durumu çok önceden görebilen yaban-
cıların çimento sektörüne duydukları büyük ilgi bilinmektedir. Türkiye çimento pazarı-
nın Orta Doğu’daki ilişkilerinin daha da kuvvetleneceği tahmin edilebilir. Ancak Irak’ta
Orascom tarafında inşa edilmekte olan çimento fabrikasının faaliyete geçmesiyle 2007
sonrasında Irak çimento pazarı göreceli olarak gerileyebilecektir.
İnşaatlarda gittikçe artan çelik kullanımı ile beraber demir-çelik sektöründe de büyüme
gözlenmektedir. Türkiye’de yeni yapılmaya başlanan, proje halinde olan gökdelenler ve
endüstriyel tesislerle beraber çelik kullanımı artmaktadır. Türkiye’deki inşaat sektöründe
görülen gelişme ve modernleşmeye uygun olarak yalıtım, seramik, boya sektörleri de
Ar-Ge çalışmalarının sonucu olarak ciddi bir atılım içine girmişlerdir. Yeni piyasaya çıkan
ürünler hem ihracatı arttırmış, hem de iç pazarda daha kaliteli ve ucuz maliyetli ürünler
kullanılmasına olanak sağlamıştır.
Türkiye’de özellikle yükselen sektörlerin başında gelen PVC pencere sistemleri de inşa-
at sektörünün etkilediği sektörlerdendir. Hatta Türk PVC pencere sektörü Amerika ve
Çin’den sonra 280 bin ton gibi yüksek bir meblağa ulaşarak, dünyada 3. sıraya yerleşmiş,
dünyanın hemen hemen her ülkesine ihracat yapar konuma gelmiştir.

6.5.4
İpotekli Konut ve İnşaat Sektörü
Genellikle gelişmiş ülkelerde görülen ipotekli konut (mortgage) sistemi Türkiye’de de
2007 yılında yasallaşmıştır. İpotekli konut sistemi (İKS) temel olarak alınan evin, bir kısmı-
nın banka tarafından uzun vadelere bölünerek kişiye almış olduğu evi ipotek göstermesi
karşılığında sağlanan gayrimenkul finansman sistemidir. Ancak bu sistemin Türkiye’ye
geç gelmesinin ve şu an itibarı ile etkisini kayda değer bir biçimde hissedilememesinin
nedeni Türkiye’de uygulanan yüksek faiz oranı, geçmişte yaşanan krizler ve Türkiye’nin
ekonomisini yeni yeni kararlı hale geliyor olmasıdır.
Şekil-47’de gösterildiği üzere, Türkiye’de hissedilen ekonomik istikrar ile beraber konut
kredilerinde de gözle görülür bir değişme yaşanmıştır. Gittikçe artan konut kredilerinin
tüketici kredileri içindeki oranı Türkiye’deki inşaat talebini de canlı tutmuştur. İKS birkaç
sene sonra tam anlamı ile uygulanması ile beraber inşaat sektörüne yönelik olan talep-
lerin artacağı öngörülebilir. Türkiye’de konut kredilerinin GSMH’ye oranı % 4,5 civarında
seyrederken, diğer gelişmiş ülkelere baktığımızda ise, bu oran Avrupa Birliği’nde % 39
ABD’de ise % 53’tür. 2007 yazında ABD’de yaşanan ipotekli konut krizinin etkilerinin ol-
dukça büyük olmasının nedenlerinin başında bu oranlar gelmektedir. İKS’nin olumsuz
etkilerinden bir tanesi de konut piyasasında yaşanan aşırı talebin konut fiyatlarını şişir-
mesidir. Bu durum borçlunun krediyi geri ödeyememesi durumunda ipotek edilen evin
satış fiyatının borç miktarından daha az olmasından dolayı finans piyasalarında likidite
daralmasına yol açar. Bu durum da finans piyasalarını zor durumda bırakmaktadır.
122 123
Şekil 46. Konut Kredisi (Bin YTL, 2003-2007/2)
BİN YTL
60.000.000

50.000.000

40.000.000

30.000.000

20.000.000

10.000.000

0
2003 2004 2005 2006 2007/ II

YILLAR
Konut Kredileri Toplam Tüketici Kredileri

Kaynak: Türkiye Katılım Bankaları Birliği 2007

Turkish Yatırım’ın Aralık 2006 yılında yapmış olduğu öngörüde Türkiye’nin İKS’nin1-2 senede daha
uygulanabilir bir hale gelmesi ile beraber 2009 yılında konut talebin yeniden canlanacağını tah-
min etmektedir.

6.5.5
Dış Müteahhitlik
Son senelerde Türkiye’nin ihracat hedeflemesine katkı sağlayabilecek hizmetlerden bir tanesi de
dış müteahhitlik hizmetleridir. Dış müteahhitlik hizmetleri özellikle Rusya ve Arabistan’da artan
inşaat talebi ile beraber Türk firmalarının bu ülkelere giderek yatırım yapmalarının sonucunda son
senelerde artış göstermiştir. Bu hizmetlerin başında yurt dışında yapılan hava alanı, otel, alışveriş
merkezi inşaatları yer almaktadır. Ancak bu konuya devlet tarafından destek verilmesi ve teşvik
edilmesi ile beraber şu anki hacminden 2-3 kat daha fazla olacağı tahmin edilmektedir. Ancak bu
sektör için küçük çaplı yatırımcıların dışında daha büyük şirketler daha etkin olabilmektedir.

6.5.6
İnşaat Sektöründe Sorunlar ve Bazı Çözüm Önerileri
a) Bürokratik engeller: Ruhsat alma, inşaata başlama, inşaatı teslim alma süreçlerinde yaşanan
çok sayıda ve imza ihtiyacı inşaatın hızını kesmektedir. Bu da hız ve zaman kaybına neden olmak-
tadır. Bu duruma uygulamasını giderek artması hedeflenen e-devlet projesi ile ve belediyelerde
daha aktif çalışan mekanizma ile giderilebilir.
b) İşçi problemi: İnşaat sektörü yapı itibarı ile vasıfsız işçilere istihdam edebilmesine karşın, kalifi-
ye eleman sıkıntısı çekmektedir. Bu durum meslek liselerinden ara elemen temini ile giderilebilir.
Bu durumu ise eğitim sisteminde beklenen reform ile gerçekleştirebiliriz. Çoğu inşaat sektörünün
geçici ve mevsimlik işçi çalıştırmasından kaynaklanan haksız rekabet ortamı bazı şirketleri zor
durumda bırakmaktadır. Mevsimlik ve geçici işçiler sigortalı olarak çalışmadığından bazı şirketler
bu durumdan çıkar elde etmektedirler. Bu durumu da yüksek SSK primlerinin daha makul bir
seviyeye çekilmesi ile çözebiliriz.
c) Maliyet artışları: Son senelerde bazı çimento fabrikalarının özelleştirilmesi ile beraber oligo-
pol, yani rekabet dışı bir yapı sergileyen çimento sektöründen sağlanan hazır beton ve çimento
fiyatlarındaki artışlar sektörü olumsuz etkilemiştir. Bunun çözümünü daha etkin bir yasal düzen-
leme ve rekabet kurumunun bu durumu daha ayrıntılı incelemesi ile sağlayabiliriz. Bir
başka maliyeti arttıran unsur olan harç ve vergi problemi de inşaat sektörünün önünü
tıkamaktadır. Ruhsat alım sırasında ödenen yüksek harçlar inşaat kullanım alanı izni sıra-
sında ödenen vergiler yatırımcılar için büyük bir yük oluşturmaktadır. Bu durum ise harç
ve vergilerin asgari bir düzeye düşürülmesi ve harç ve vergileri düzenleyen kurumların
bir çatı altına toplanması ile çözülebilir.

6.6
TEKSTİL SEKTÖRÜ

Türkiye’nin ihracat ve üretim bakımından öncelik verdiği sektörlerin başında gelen teks-
til sektörü, 1980’lerden bu yana Türkiye’nin gerek Avrupa Birliği ile gerekse Amerika ve
diğer gelişmiş ülkelerle ilişkilerinin artmasından dolayı kayda değer bir gelişme göster-
miştir. Günümüzde ise; dış ticaretteki payı, toplam üretim hacmi, Türk ekonomisine kat-
tığı değer göz önüne alındığında, tekstilin Türk ekonomisinde ne derece önemli bir yere
sahip olduğu anlaşılabilir.
Sektör hâlihazırda dünya pazarlarında ihtiyacın yaklaşık % 4’ünü tek başına karşılamak-
ta ve net ihracatçı konumunu sürdürmektedir. Öte yandan, Türk tekstil ve konfeksiyon
sektörü Türkiye ekonomisi içerisinde mevcut önemini korumakla birlikte, yıllar itibariy-
le özellikle dış ticaretteki payının azaldığını ve sektörün yeni rekabet ortamından çok
büyük bir hasar almadan çıkmak için çabaladığı görülmektedir.10 Bu meyanda önceleri
hammadde ve emeğe dayalı temeller özerine oturtulan tekstil sektörü; teknolojideki
hızlı gelişme, küreselleşme ve artan rekabet ortamıyla gelen dönüşüm süreci ile beraber
yeni temellerini tasarım, marka, teknoloji üzerine oturtmaya çalışmaktadır.
Örneğin son yıllarda tekstil sektörü ihracatı miktar endeksinin fiyat endeksinin gerisinde
kalmış olmasında bu olumlu sürecin etkisi vardır. Gerçekten de yapılan yenilikçilik yatı-
rımlarına paralel olarak organik kumaşlar, nano teknoloji yöntemi ile üretilen leke tut-
mayan, ütü istemeyen, selüliti önleyen, koku yayan giysiler sektörde pay sahibi olmaya
başlamıştır. Bunun yanında AB’ye girme sürecinde olan Türkiye, Avrupa standartlarında
ve çevreye zararsız “ekolojik tekstil” malı üretimi çalışmalarına hız vermektedir. Bu amaç-
la üretilmeye başlanan organik tekstil ürünlerinin, katma değeri yüksek olması ve son
zamanlarda moda dünyasında da çokça tercih ediliyor olması Türkiye’nin dünyada kay-
betmiş olduğu pazar payını tekrar elde edip, bu pazar payını katlayıp rekabet gücünü
arttırmasına imkan sağlayabilir.
Ayrıca Türkiye’nin organik pamuk üretiminde %40’lık bir pazar payına sahip olması, bu
alanda rekabet gücüne katkı sağlayan faktörlerin başında gelmektedir. Türkiye’nin se-
nelerdir özlemini çektiği yurt dışında bir marka yaratma tutkusunu da bu fırsatlardan
maksimum derecede faydalanarak gidermesi mümkündür. Bu sektörün Türkiye ekono-
misine yaratacağı istihdam, tarım sektöründe azalan verimlilik şartlarını tersine çevirme-
si yukarıda saydığımız faydaların yanı sıra diğer önemli ve göz ardı edilemeyeceğimiz
yararlarındandır.
Hazır giyim ve konfeksiyon sektörünün üretimi ve ihracatı yıldan yıla artarak 2006 yılında
19,9, kesin olmayan rakamlara göre 2007 yılında da 21,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiş-

10
Güler Aras, 2008, “Emek Yoğun Sektörlerin Geleceği: Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü”, İbrahim Öztürk (ed.)
124 125 Türkiye’nin Küreselleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (Üç Cilt), İTO, İstanbul.
tir. Sektörün toplam ihracat içindeki payı yıllar içinde tedricen azalarak 2007 yılında %22’lere kadar
gerilemiştir. Sektör ihracat gelirleri içindeki en yüksek payına % 37 ile 1999 yılında ulaşmıştı.

6.6.1
Sorunlar
Sektörün içeriden ve dışarıdan kaynaklanan birçok sorunu vardır. Bunlar kısaca şu şekilde özetle-
nebilir: Bilhassa Gümrük Birliği sonrasında yapılan aşırı yatırımın neden olduğu kapasite fazlalığı;
firmaların öz sermayelerinin yetersizliği, finansmanın ise kısa vadeli ve pahalı olması; sanayide
kullanılan enerjinin rakip ülkelerden pahalı olması; işçiliğin giderek pahalı hale gelmesi, pamuk
başta olmak üzere istikrarlı hammadde fiyatlarının oluşamaması; yurt dışı pazarlarda dağıtım ka-
nallarına sahip olamama, hem tekstil, hem de hazır giyimde moda ve marka oluşturma konu-
sundaki başarısızlık; Ar-Ge ye yeterince önem verilmemesi; teknik ve kalifiye eleman gereği için
eğitim konusunda sektörün büyümesine paralel bir gelişme olmaması; sektörde kayıt dışılığın
artması ve bunun da haksız rekabete yol açması; gümrük kapılarının sayıca fazla, yetişmiş eleman
ve ekipman açısından yetersiz kalması. Tek bir ifadeyle özetlemek gerekirse, sorunlar geçmişteki
plansız büyüme ve yatırımlar, maliyet artışları, pazarlama ve markalaşamama sorunları ile kotala-
rın kalkması ve Çin faktörüdür.

Tablo 27. Tekstil ve Giyim Sektöründe Dönüşüm

1996 2000 2004 2005 2006 2007


T&G ihracat, milyon $ 8,648 10,031 17,338 18,668 19,441 22,596

T&G ithalat, milyon $ 2,073 2,119 4,388 4,668 5,189 6,681

T&G dış ticaret fazlası, milyon $ 6,573 7,912 12,951 14 14,252 15,915

T&G ihracatı / Top. ihracat*, % 37,7 36,5 28,1 26,4 23,9 22,4

T&G ithalatı / Top. ithalat*, % 5,5 4,7 5,5 5,1 4,9 5,1

İthalat / İhracat oranı, % 24 21,1 25,3 25 26,7 29,6


T&G dış ticaret fazlası / 10,8 10,9 9,2 8,6 7,6 6,9
Top. dış ticaret hacmi*, %
Üretim endeksi (Tekstil)**   96,7 105,1 92,6 91,7 93,7

İşgücü verimliliği endeksi (Tekstil)**   116,6 132 127,4 134,6 136,2

İşgücü verimliliği endeksi (Giyim)**   131,5 141,6 135,8 146,2 154,9

İşgücü verimliliği endeksi (Özel imalatl)**   118 147,4 155,8 166,7 170,3

* Enerji ve altın hariç **Endeksler 1997=100 bazlıdır.

Kaynak: Zafer Yükseler, Ercan Türkan, Türkiye’nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında
Dönüşüm: Küresel Yönelimler ve Yansımalar, TÜSİAD, İstanbul, 2008.

Bu sorunlardan yola çıkarak geleceğe yönelik bir takım stratejiler çıkartılmaktadır. 2005 yılında
Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olması, benzer gelişmişlik düzeyine sahip diğer ülkelerin de
sektörde artan oranda yer alması, Türkiye gibi ülkelere AB gibi ülkelerde tanınan ayrı-
calıkların 2008 yılından itibaren diğer DTÖ üyesi ülkeler için de geçerli olmasıyla bera-
ber, bilhassa sektörün emek yoğun ve standart mal kısımlarındaki küresel rekabetin çok
daha derinleşeceği açıktır. Bu nedenle, fark ve katma değer oluşturan, hızlı, dinamik ve
yüksek kalitede mal üretebilen ülkelerin bu yarışta rahatlayacağı ve öne çıkacağı tahmin
edilebilir.
Zorlanacak olsa da Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün hala birçok avantajı olduğu
ancak bunların bir kısmının geçici olduğu unutulmamalıdır. Örneğin sektörün temel gir-
dilerinden biri olan pamuğu Türkiye kendisi üretmekle beraber, son yıllarda pamuk it-
halatı ihracatının üzerine çıkmış ve pamuktaki dış açık tedricen artar hale gelmiştir. Yine
halen ülkemizde işçilik maliyetleri AB’den çok daha düşüktür. Ancak, AB Türkiye ile emek
maliyeti üzerinden değil, marka ve katma değer üzerinden rekabet ettiği için maliyet
unsuru bu ülkelerle olan rekabette geçerli bir argüman değildir. Öte yandan emek mali-
yetleri üzerinden kendileriyle rekabet edilen Çin, Doğu Avrupa, G. Kore ve Kuzey Afrika
gibi ülkeler, hem siyasi sistemleri hem de gelişmişlik düzeyleri itibariyle Türkiye’den daha
düşük emek maliyetine sahip olabilecek durumdadırlar.
Nitekim Türkiye’de emek ücretlerinin bastırılması politikalarının sınırına gelindiğinden ve
bu nedenle son yıllarda yapılan asgari ücret düzenlemeleriyle bu avantaj hızla Türkiye’den
rakip ülkelere kaymaktadır. Türkiye’nin enerji maliyetleri açısından sektöre önemli bir
avantaj sunamadığı görülmektedir. Bilindiği üzere bilhassa tekstil makinelerinin kullanı-
mının yoğun olduğu iplik ve dokumada enerji maliyetleri daha ağırlıktadır.

6.6.2
Çözüm önerileri
Buradan hareketle sektörde maliyet avantajı konusuna odaklanmak ve fiyat rekabetine
girişmek yerine, maliyet dışı avantajlara odaklanmak daha isabetli olacaktır. Bu çalışma-
da daha önceki bölümde gösterildiği üzere, genel olarak Türkiye’de Ar-Ge’ ye ayrılan kay-
naklar ve Ar-Ge’ye verilen önem yetersiz kaldığından, Türkiye’nin geç kaldığı bu sürecin
telafisi oldukça zor geçmektedir. Bu süreci kolaylaştırmak için hükümet tarafından başla-
tılan ve dünyada devlet tarafından marka oluşturmaya yönelik ilk program olan “Turqu-
ality” hayata geçirilmiştir. Turquality programı, bünyesinde bulunan farklı sektörlerden
oluşan 54 markayı desteklemektedir. Desteklenen bu markalardan 20 tanesinin tekstil
sektörüne ait oluşması, sektöre verilen önemin açık bir göstergesidir.
Sektör bu açıdan doğal oluşmuş avantajlara sahip olmanın (hammadde, pazara yakınlık
gibi) yanısıra, kendi performansının göstergesi olan bazı üstünlüklere de sahip bulun-
maktadır. Sektörün, maliyet dışı rekabet üstünlükleri; başlıca alım gücü olan AB pazarına
yakınlık, hızlı teslimat, kolay iletişim, sektörün gelişmiş ve çok yönlü olması, değişime es-
nek üretim yapısı, ürün çeşitliliği, liberal para/kambiyo rejimi, eğitimli yönetici, girişimci
ve pazarlama elemanları, yoğunluğun İstanbul’da olması (tercih edilen şehir), koleksiyon
hazırlama, iletişim ve haberleşmede yeterli altyapıya sahip olma, standardizasyon, gö-
receli çevre bilinci11.
• Ürün Çeşitlendirmesi, kalite, moda ve marka yaratma: Marka yaratmak ve tutun-
durmak sektörün en önemli hedefi olmalıdır. Rekabette sadece maliyete odaklanmak
orta ve uzun vadede sektör için zararlı olabilecektir. Oysa marka yaratmak ve tutundur-

126 127 11
Aras, a.g.e.
mak uzun vadeli bir çözüm yoludur. Özellikle Çin gibi “önüne geçilemez” rakipler karşısında en et-
kili rekabet şeklini moda ve marka bilincinin geliştirilmesidir. Ayrıca, ürün çeşitlemesi konusunda
yeterince önem verilmeli kaliteli teknik tekstil ürünleri geliştirilmelidir.
• Kapasite-Teknoloji-Verimlilik: Sektör, kapasite arttırmak yerine verimlilik artışı ile teknolojik
yenileme ve geliştirme üzerine odaklanmalıdır. Konfeksiyon emek-yoğun bir sanayi dalı olmaktan
kurtulmalı ve teknolojik değişim gerçekleştirilebilmelidir.
• Uzun vadeli sektörel rekabet stratejisi: Stratejik ticaret modeli oluşturulmalıdır. Bu sadece
günübirlik hedef pazar ve ülkelerle sınırlı kalmamalıdır. Uzun vadeli planlama yapılması halinde,
bu tür durumlar için sadece acil eylem planı oluşturulması yeterli olacaktır.
• Krizi fırsata dönüştürmek: Krizlerin fırsatları beraberine getirdiği unutulmamalı ve bu koşullar
aynı zamanda fırsat olarak değerlendirilmelidir.
• Bilinç kazandırma ve bilgilendirme: Sektördeki firmalar içinde bulunduğu ortamı, koşulları
ve rakipleri çok iyi değerlendirebilmelidir. Bu bilinçte olmak doğru kararlar alabilmek için gerek-
lidir. Sektördeki gelişmeler ile ilgili sürekli bilgi paylaşımı ve birlik içinde hareket edebilme ortamı
oluşturulmalıdır.
• Yeni pazarlar bulma ve yeni pazarlama teknikleri: Yeni pazarlama politikaları geliştirilmelidir.
Hedef pazarın, müşteri gruplarının seçiminde ve fiyatlama politikalarında yeni stratejiler belir-
lenmelidir. Elektronik ticaret gibi pazarlama yöntemlerinden bütün firmaların etkin yararlanması
sağlanmalıdır.
• Entegrasyonlar: Birlikte hareket etmek ve zayıfları güçlendirmek hedefe ulaşmak için en önemli
faktörlerden birisidir. Çok sayıda KOBİ ölçeğinde firmanın bulunduğu sektörde firmaları aynı çatı
altında toplayacak modeller bulunmalıdır. Firmalar arası birleşmeler ve entegrasyonun yanında
sektörde entegre tesislere de önem verilmelidir.12

6.7
GIDA SANAYİİ

Türkiye’de artan nüfusun yeterli, dengeli ve sağlıklı beslenmesi, tarımsal üretimin uygun şekilde
değerlendirilmesine bağlıdır. Tarımsal üretimin artan oranda sanayide değerlendirilerek tüketi-
ciye sunulması için gıda sanayisinin yapısını sağlıklı şekilde geliştiği ve sorunların çözüldüğü bir
ortamın varlığı önemli görülmektedir. Ülkemizde sanayileşme yolunda atılan adımların başlangı-
cında, gıda sanayi işletmeleri hep önemli bir yer tutmuştur. Bununla beraber, Türkiye’de sanayileş-
me hareketinin ivme kazanmasını sağlayan gıda sanayi, kalkınma planları ve yıllık programlardaki
hedefler doğrultusunda gelişme göstermiş, zaman içerisinde kamu kimliğinden sıyrılarak özel
kesim ağırlıklı bir yapı haline gelmiş, verimlilik ve kârlılığın önem kazandığı bir ortamda ekonomi-
nin önemli bir sektörü olmuştur.

6.7.1
İşletme Sayısı, Mevcut Kapasite ve Kullanımı
Çeşitli kayıt ve kaynaklara göre gıda alanında faaliyet gösteren işyeri sayısı farklılık göstermek-
tedir. Ancak, gıda sanayi, tarıma dayalı bir sanayi dalı olarak Türkiye ekonomisinde önemli bir

Güler Aras, 2006, Avrupa Birliği ve Dünya Piyasalarında Türk Tekstil Sektörünün Rekabet Yeteneği: Finansal Açıdan Bir
12

Yaklaşım, İTKİB Yayınları, İstanbul.


yere sahiptir. DPT verilerine göre imalat sanayi içinde gıda sanayi, üretim değeri ola-
rak %18-20’lik bir paya sahiptir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel
Müdürlüğü verilerine göre 1994-2000 yılları arasında gıda sanayi işyeri sayısı 22.243’ten
27543’e çıkmıştır. Sektörün dağınıklığı ve yaygın kayıtdışılık nedeniyle kesin işletme sa-
yınsının belli olmadığı sektörde bazı çalışmalara göre 40 bin civarında işletme vardır.
İşletme sayısı itibariyle bakıldığında sanayinin %65’ini un ve unlu mamuller, %11’ini
süt ve süt mamulleri, %12’sini meyve-sebze işleme, %3,5’ini bitkisel yağ ve margarin,
%3’ünü şekerli mamuller, %1’ini et mamulleri ve %4,5’lik kısmını tasnif dışı gıdalar, alkol-
süz içecekler ve su ürünleri sanayinin oluşturduğu görülmektedir. Ancak işletme sayısına
göre yapılan bu tasnif sektör hakkında çok güvenilir bilgiler vermemektedir. Örneğin un
ve unlu mamuller, süt ve mamulleri, meyve-sebze işleme gibi alt sektörlerdeki oranların
yüksek olması, halkın tüketim alışkanlıklarının yanı sıra gelişmiş teknoloji uygulamayan
(değirmen, mandıra v.b.) işletmelerin sayısal fazlalığından kaynaklanmaktadır.
2004 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye’de gıda sanayinde yıllık ortalama kapasite kullanım
oranı (KKO) %71’dir. Yıllar itibariyle değişiklik göstermekle birlikte genel eğilim olarak
KKO %70’ler civarındadır. Oysa Türkiye’de son yıllarda imalat sanayinde KKO %80 civarın-
da seyretmektedir. İşletme sayılarının fazla olduğu et ve süt işletme, un ve bitkisel yağlar
gibi sektörlerde kapasite kullanımı %50’nin de altında kalmaktadır. Kapasite kullanımı-
nın düşük olmasında, mevsimsel dalgalanmalara bağlı kullanım dışı kalan kapasiteler,
ihracata yönelik gelişme politikası paralelinde yeni, ancak uzun vadeli ve istikrarlı olma-
yan ihracat pazarlarına yönelinmesi, alt sektörlerin önemli bir kısmında, işlenen ürün
miktarının yıllara göre değişiklik göstermesi ve bazı alt sektörlerde uygun hammadde
teminindeki güçlükler etkili olmaktadır.

6.7.2
Gıda Sektöründe Üretim
Türkiye’de gıda sanayine ait üretim değerlerinin gelişimi ve yıllık artış değerleri Tablo-
28’de verilmiştir. Buna göre 1999-2005 yılları arasında gıda sanayi üretim değeri itiba-
riyle reel bazda birikimli olarak %24 (yıllık ortalama %3,6) oranında artmıştır. Buna göre
gıda sanayinin büyüme oranı ekonominin genel büyüme oranının atında kalmıştır. Sek-
törde en yüksek büyüme % 95 ile su ürünleri sanayi ve %47 ile süt ve mamulleri sana-
yinde gerçekleşirken, en düşük artış ise %4 ile bitkisel yağ sektöründe kaydedilmiştir.
Türkiye’nin bitkisel yağ sektöründe büyük bir açığı varken ve bu konuda önemli bir döviz
kaybı yaşanırken, bitkisel yağ sektöründe yaşanan bu düşük performans oldukça dikkat
çekmektedir. Gıda sanayi üretim değeri içinde tahıl ve nişasta mamulleri sanayi en yük-
sek değeri almaktadır. Bunu süt ve et mamulleri sanayi izlemektedir.
Gıda sanayi üretim değerinin yıllık artışlar itibariyle değişimine bakıldığında; 2001 yılın-
da toplamda bir azalış söz konusu olmuştur. Bu yılki değişim dışında Türkiye gıda sanayi
üretim değerindeki eğilim, artış yönündedir. Alt dallar itibariyle değişime bakıldığında;
zeytindeki artışın zeytinyağı üretimine yansıması nedeniyle bitkisel yağ sanayinde bir
yıl artış onu takip eden yıl ise azalma söz konusudur. Sanayi alt dalları içinde 2000-2005
yılları arasında üretim değerinde en yüksek artış, yem sanayinde görülmektedir. Son yıl-
larda ise su ürünleri sanayi üretim değeri artmaktadır.
Tüm sanayi dallarında olduğu gibi, gıda sanayi için de önemli olan üretilen ürünün pa-
zarlanmasıdır. Gıda sanayi ürünleri iç tüketimde kullanılmakla birlikte, ihracat da önem
128 129
taşımaktadır. Ancak sanayinin büyüme ve gelişiminin sağlanmasında üretimin dış pazarlarda
daha fazla değerlendirilmesi önemlidir.

Tablo 28. Gıda Sanayinde Üretim Değeri


(Milyar TL, 1998 Yılı Fiyatlarıyla )

        Yıllar           Yıllık Artış (%)    

MALLAR 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2000 2001 2002 2003 2004 2005

Mezbaha Ürünleri 943.586  1.004.686  787.390 892.514  905.137 1.078.098  1.153.330  6,5%  -21,6%  13,4%  1,4% 19,1%  7,0% 
Sanayii

Süt ve Mamulleri 809.465  906.593  914.537  964.232  1.040.291  1.107.771  1.187.067  12,0%  0,9%  5,4%  7,9%  6,5%  7,2% 
Sanayii

Su Ürünleri 64.613  67.375 91.415  97.880  106.080  109.090  126.040  4,3%  35,7%  7,1%  8,4%  2,8%  15,5% 
Mamülleri Sanayii

Tahıl ve Nişasta
Mamülleri Sanayii 2.551.238  2.592.462  2.640.893  2.687.430  2.788.291  2.885.010  2.992.304  1,6% 1,9%  1,8%  3,8%  3,5%  3,7% 

Meyve Sebze İşletme 510.970  534.339  574.553  592.590  652.907  691.075  716.669  4,6  7,5  3,1  10,2  5,8  3,7 
Sanayii

Bitkisel Yağ Sanayii 491.124 392.201 435.174 386.876 475.402 439.899 510.518 -20,1% 11,0% -11,1% 22,9% -7,5% 16,1%

Şeker, Şekerli Mam. 752.247  870.334  711.915  825.965  787.553  859.685  859.950  15,7%  -18,2%  16,0%  -4,7%  9,2%  0,0% 
Sanayii ve Diğerleri

Yem Sanayii 284.695 314.273 243.890 244.361 275.361 325.501 377.393 10,4% -22,4% 0,2% 12,7% 18,2% 15,9%

TOPLAM 6.407.938 6.682.263 6.399.767 6.691.848 7.031.022 7.496.129 7.923.271 4,3% -4,2% 4,6% 5,1% 6,6% 5,7%

Kaynak: TÜİK, DPT: Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Gıda


Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2007.

6.7.3
Gıda Sektöründe Dış Ticaret
a) İthalat: Türkiye’de gıda sanayi ithalat değerindeki değişim ve bu değişimin yıllara göre yansı-
maları Tablo-29’da verilmiştir. 1999-2005 yılları arasında gıda sanayinde ithalat değeri reel baz-
da ortalama olarak %62 (yıllık ortalama %8,3) oranında artış göstermiştir. Gıda sanayinde üretim
performansı genel olarak ekonomik büyümenin altında kalırken, sektörün ithalatının ise bunun
üzerinde kaldığı dikkat çekmektedir. İthalat değeri, krizden bir önceki yıl olan ve genel olarak
lüks tüketimin de kontrolden çıkar tarzda arttığı 2000 yılında bir önceki yıla göre %37,6 oranında
artarken, bu artış sonraki yıllarda azalmıştır. İthalat değeri en yüksek olarak bitkisel yağ, mezbaha
ürünleri ve tahıl-nişasta ürünlerinde gerçekleşirken, en düşük olarak su ürünleri ve meyve sebze
ve yem sanayinde gerçekleşmiştir.
Gıda sanayi ithalat artışında, özellikle ham madde ya da ara madde niteliğinde olan, ham deri,
don yağı, melas ve yağlı tohum küspeleri ithalatının gıda sanayi toplam ithalatı içinde önemli bir
yeri olduğu göze çarpmaktadır.
b) İhracat: Türkiye geniş ürün yelpazesi nedeniyle, gıda sektörünün bazı alanlarında önemli ihracat
değerleri ortaya çıkarmıştır. Nitekim üretilen domates salçasının yaklaşık %50-60’ı dondurulmuş
meyve ve sebzenin %90’ı, konservenin %70-80’i, meyve suyunun %15-20’si ihraç edilmektedir. Ay-
rıca un ve unlu mamuller (makarna, bisküvi v.b.) üretiminde önemli ihraç imkanları bulunmaktadır.
Uygun ekosistemi ile Türkiye, organik tarım uygulamasının sunduğu kuru üzüm, incir, kayısı olmak
üzere üretilen 30’a yakın organik ürünü ihraç edebilecek potansiyele sahiptir. 1999-2005 yılları ara-
sında gıda sanayi ihracat değerleri Tablo-30’da verilmiştir.
Tablo 29. Gıda Sanayinde İthalat Değeri
(Milyar TL, 1998 Yılı Fiyatlarıyla )

  Yıllar Yıllık Artış (%)

MALLAR 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2000 2001 2002 2003 2004 2005

Mezbaha Ürünleri 79.188  154.406  143.510 160.612 151.478 131.516  118.159  95,0%  -7,1% 11,9%  -5,7%  -13,2% -10,2%
Sanayii
Süt ve Mamulleri 15.715 9.658 5.240 8.116  11.919 13.846  13.775  -38,5%  -45,7%  54,9%  46,9%  16,2%  -0,5% 
Sanayii
Su Ürünleri 1.903  1.612  815  819  1.580  2.265  2.044  -15,3%  -49,4%  0,5%  92,9%  43,4%  -9,8% 
Mamülleri Sanayii
Tahıl ve Nişasta 20.976  40.531  41.512  52.716  71.795  72.411  81.910  93,2%  2,4%  27,0%  36,2%  0,9%  13,1% 
Mamülleri Sanayii
Meyve Sebze İşletme 6.998  7.572 6.178  7.484  7.100 8.917 11.500  8,2% -18,4%  21,1% -5,1%  62,0%  29,0% 
Sanayii

Bitkisel Yağ Sanayii 138.993 158.663 129.806 128.255 155.575 175.923 191.022 14,2% -18,2% -1,2% 21,3% 13,1% 8,6%

Şeker, Şekerli Mam. 21.750 23.746  23.604 28.793 28.366 34.552  38.417 9,2% -0,6% 22,0%  -1,5% 21,8% 11,2%
Sanayii ve Diğerleri

Yem Sanayii 4.338 2.639 5.615 8.254 8.684 10.810 11.660 -39,2% 112,8% 47,0% 5,2% 24,5% 7,9%

TOPLAM 289.861 398.827 356.280 395.049 436.497 450.240 468.487 37,6% -10,7% 10,9% 10,5% 3,1% 4,1%

Kaynak: TÜİK, DPT: Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Gıda


Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2007.

Tablo 30. Gıda Sanayinde İhracat Değeri


(Milyar TL, 1998 Yılı Fiyatlarıyla )

Yıllar Yıllık Artış (%)

MALLAR 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2000 2001 2002 2003 2004 2005

Mezbaha Ürünleri
16.503 22.227 23.482  25.279 28.570 28.659 33.110  34,7% 5,6%  7,7%  13,0% 0,3% 15,5% 
Sanayii
Süt ve Mamulleri
Sanayii 4.262  5.400  6.794  9.066  10.864  12.901  16.381  26,7% 25,8% 33,4% 19,8%  18,8% 27,0% 

Su Ürünleri
2.311 2.818 1.585  1.985  2.351  2.485  2.203  21,9% -43,8%  25,2%  18,4%  5,7%  -11,3% 
Mamülleri Sanayii
Tahıl ve Nişasta
48.570  64.286  61.320  76.940  119.351 143.662  189.754  32,4% -4,6%  25,5%  55,1%  20,4%  32,1% 
Mamülleri Sanayii
Meyve Sebze İşletme
269.833 279.905  312.770  328.025  333.465  388.797 382.165 3,7%  11,7%  4,9%  1,7% 16,6%  -1,7% 
Sanayii 

Bitkisel Yağ Sanayii 71.923 51.802 75.473 48.257 79.792 67.464 79.690 -28,0% 45,7% -36,1% 65,3% -15,5% 18,1%

Şeker, Şekerli Mam.


117.232 122.317  147.982 88.554 129.206  171.786  177.311 4,3%  21,0%  -40,2% 45,9%  33,0%  3,2%
Sanayii ve Diğerleri

Yem Sanayii 2.377 4.378 177 322 274 322 241 84,2% -96,0% 81,9% -14,9% 17,5% -25,2%

TOPLAM 533.011 553.133 629.583 578.428 703.873 816.076 880.855 3,8% 13,8% -8,1% 21,7% 15,9% 7,9%

Kaynak: TÜİK, DPT: Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Gıda


Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2007.

Buna göre gıda ihracat değerinin en yüksek olduğu gıda sanayi meyve ve sebze işleme
sanayidir. Ancak son yıllarda tahıl ve nişasta mamulleri sanayi ile şeker ve şekerli mamul-
ler sanayinde de önemli ihracat değer artışları dikkati çekmektedir. 1999-2005 yılları ara-
sında gıda sanayinde ihracat değeri sürekli artarak reel olarak %65 (yıllık ortalama %8,7)
130 131 oranında büyümüştür. Son yıllarda tahıl ve nişasta mamulleri sanayinde bu artış diğer
sanayilere göre daha yüksek gerçekleşmiştir. Özellikle, sanayide 2002 yılında azalan reel ihracat
değeri, 2003 yılı sonrasında tekrar artış göstermiştir. Son yıllarda ihracatı en çok artan gıda kalem-
leri buğday unu, makarna, bisküvi, dondurulmuş ve konserve edilmiş meyve ve sebze ürünleri,
çekirdeksiz kuru üzüm, çikolata ve kakaolu ürünlerdir.

6.7.4
Yurtiçi Talep
Gıda sanayi ürünleri yurt içi tüketimine yönelik olarak gelişme göstermiştir. Özellikle artan nüfu-
sun gıda gereksinimini karşılamak amacıyla faaliyetleri artan gıda firmalarının iç pazara yönelme-
leri ve bu pazarda farklı ürün gruplarıyla tutunma çalışmaları, gelecek faaliyetleri için önemlidir.
Bu süreçte toplumun tüketim harcamaları içinde gıdaya ayırdığı pay, sanayinin üretimini şekillen-
dirmek açısından büyük önem taşımaktadır.
TÜİK’in hane halkı tüketim harcamaları anketine göre, genel olarak Türkiye’de son yıllarda tüke-
tim harcamaları içinde konut kirasına yapılan harcamaların, gıda harcamalarına paralel gittiği,
hatta geçtiği görülmektedir. Toplumların gelir düzeyinin, beslenme alışkanlıklarının ve sosyo-
demografik yapısının gıda tüketimini şekillendirdiği bilinmektedir. Genel olarak gelir düzeyi artışı
ile toplumların temel ihtiyaç ürünlerinden lüks tüketim mallarına kaydıkları ve toplam gelirleri
içinde gıdaya daha az pay ayırdıkları bilinmektedir. Bu genel yapı göz önüne alındığında ve gıda
tüketiminin alt sektörlere göre dağılımına bakıldığında, Türkiye’de et, süt ve tahıl-nişasta ürünleri
sanayinin 1999-2005 yılları arasında en yüksek tüketim değerine sahip oldukları görülmektedir
(Tablo-31) Belirtilen yıllarda gıda tüketim değeri sürekli artış göstermiş ve reel olarak ortalama
%21 (yıllık ortalama %3,3) oranına ulaşmıştır. Buradan çıkan sonuç, toplumun gıda harcamala-
rının yeterli düzeyde atış gösteremediğidir. En yüksek reel artış %83 ile su ürünleri sanayinde ve
%44 ile süt ve mamulleri sanayinde gerçekleşmiştir.

Tablo 31. Gıda Sanayinde Yurtiçi Talep


(Milyar TL, 1998 Yılı Fiyatlarıyla )

Yıllar Yıllık Artış (%)  



MALLAR 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2000 2001 2002 2003 2004 2005
Mezbaha Ürünleri
1.035.418 1.148.236 1.060.220 1.093.847 1.094.528 1.247.829 1.298.878 10,9% -7,7% 3,2% 0,1% 14,0% 4,1%
Sanayii

Süt ve Mamulleri
828.462 922.989 919.668 972.146 1.054.476 1.120.120 1.194.612 11,4% -0,4% 5,7% 8,5% 6,2% 6,7%
Sanayii

Su Ürünleri Mamül-
104.230 98.818 91.505 104.409 149.295 169.010 191.150 -5,2% -7,4% 14,1% 43,0% 13,2% 13,1%
leri Sanayii

Tahıl ve Nişasta Ma-


2.524.644 2.553.479 2.603.222 2.634.185 2.690.800 2.753.727 2.811.480 1,1% 1,9% 1,2% 2,1% 2,3% 2,1%
mülleri Sanayii

Meyve Sebze
213.017 227.062 224.906 239.967 254.236 273.038 290.249 6,6% -0,9% 6,7% 5,9% 7,4% 6,3%
İşletme Sanayii

Bitkisel Yağ Sanayii 485.974 480.343 418.115 466.100 526.787 533.484 587.668 -1,2% -13,0% 11,5% 13,0% 1,3% 10,2%

Şeker, Şekerli Mam.


716.852 725.627 743.115 677.033 698.397 733.557 759.671 1,2% 2,4% -8,9% 3,2% 5,0% 3,6%
Sanayii ve Diğerler

Yem Sanayii 284.511 313.396 244.701 245.536 277.233 327.068 379.114 10,2% -21,9% 0,3% 12,9% 18,0% 15,9%

TOPLAM 6.193.108 6.469.950 6.305.452 6.433.223 6.745.752 7.157.833 7.512.822 4,5% -2,5% 2,0% 4,9% 6,1% 5,0%

Kaynak: TÜİK, DPT: Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013), Gıda


Sanayi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2007.
6.7.5
Gıda Sanayİnde Fİyat Hareketlerİ
Türkiye’de genel fiyat düzeyindeki değişimler ve bu değişimlerin sektörler, gıda sanayinin
içinde bulunduğu gıda sanayi ve gıda sanayine hammadde veren tarım sektörü fiyatla-
rındaki gelişmeler 2004 yılına kadar genel fiyatlar endeksine paralel gitmiştir. Ancak, gıda
sanayine hammadde veren tarımsal ürün fiyatlarındaki artışlar, 2000-2004 yılları arasında
2001 yılı hariç gıda ürünleri fiyat artışlarının üzerinde gerçekleşmiştir. Genel olarak gıda
ve içecek ürünleri fiyatları artış eğilimindedir. Düşük oranlarda olmakla beraber özellik-
le son yılda kümes hayvan eti, çekirdeksiz kuru üzüm ve malt gibi ürünlerin fiyatlarında
azalma görülmüştür. Bilhassa 2006 ve 2007 yıllarında gıda sektörünün fiyat artışlarının
hem Türkiye’de hem de dünyada enflasyonist baskıları körüklediği görülmektedir. Bunun
arkasında en büyük etken küresel ısınma gelmektedir. Şekil-48 ve Şekil-49’da, Türkiye’de
gıda sektörü fiyat artışlarını ile enflasyon (TÜFE) arasındaki ilişki gösterilmektedir.

Şekil 47. İşlenmemiş ve İşlenmiş Gıda Fiyatları


(Ocak 2006-Kasım 2007, Yıllık % değişim)
25

20
İşlenmemiş Gıda

15

10

İşlenmemiş
5 Gıda
Gıda ve alkölsüz
içecekler dışı TÜFE

0
01-06

03-06

05-06

07-06

09-06

11-06

01-07

03-07

05-07

07-07

09-07

11-07

Şekil 48. Gıda ve Gıda Dışı TÜFE


(Ocak 2006-Kasım 2007, Yıllık % değişim)
16

14 Gıda ve alkölsüz içecekler

12

10

6 Gıda ve alkölsüz
içecekler dışı TÜFE
4

0
01-04
03-04
05-04
07-04
09-04
11-04
01-05
03-05
05-05
07-05
09-05
11-05
01-06
03-06
05-06
07-06
09-06
11-06
01-07
03-07
05-07
07-07
09-07
11-07

132 133 Kaynak: TCMB, Enflasyon Raporları, 2007.


6.7.6
Gıda Sanayinin Güçlü Yönleri
• Türkiye’de gıda sanayi, tarımsal hammadde varlığı ve çeşitliliği bakımından dışa bağımlı olma-
yan potansiyele sahiptir.
• Gelişen alt yapı çerçevesinde teknoloji ve bilgi birikimini takip eden ve ileri ülkelerdeki geliş-
melere adaptasyonun istendiği bir yapı söz konusudur.
• Sanayinin üretim potansiyeli ve ürün çeşitliğinde izlenen teknolojik gelişmeler nedeniyle iler-
lemeleri bulunmaktadır.
• Dünyada sulanabilir alanlar son sınırına gelmişken, ülkemizde bu açıdan hala kullanılamayan
arazi varlığı mevcuttur. Önemli bir yatırım olan GAP’ın tamamlanmasıyla sulanabilir arazi var-
lığı büyük ölçüde artacaktır.
• Coğrafi konum ve pazar açısından da sanayi avantajlara sahiptir. Özellikle AB, Ortadoğu ve
Rusya önemli pazarlardır.
• Sanayinin dış satım potansiyeli bulunmaktadır. Bu potansiyel yükseltilebilir. Özellikle bazı gıda
alt dallarında bu oran yüksektir ve bu yönüyle AB ülkeleri ile rekabet edilebilir bir düzey yaka-
lanmıştır.
• Türkiye gıda sanayi dinamik bir yapıya sahiptir. İşgücü temini kolaylığı ve yetişmiş genç nüfus
varlığı önemli bir şanstır.
• Gıda ürünlerinin tüketime özellikle de insan tüketimine yönelik oluşu ve vazgeçilmez nitelik
taşımaları nedeniyle sanayide yatırımları özellikle de son yıllarda yabancı sermaye girişini ar-
tırmıştır.
• Katma değeri yüksek ürünler üreten gıda sanayi, tüketim ve satın alma davranışlarındaki deği-
şimlere hızlı olarak yanıt vererek dinamik yapısını korumaktadır.
• Girişimci ruh ve son yıllarda işletme yönetiminde gelişmeler vardır.
• Gıda mevzuatı alanında teknik anlamda uyumun sağlanması sanayi için rekabette avantajlar
yaratacaktır.

6.7.7
Gıda Sanayinin Zayıf Yönleri
• Sanayinin en önemli sorunların başında, yeterli kalitede ve homojen hammadde temin etme
bulunmaktadır.
• Sektörde küçük ve orta ölçekli işletme yoğunluğu ve yetersiz sermaye yapısı hakimdir.
• İşletme dayanışma hareketi ve yeterli güç birlikteliği sağlayamama sektörün zayıf yanını oluş-
turmaktadır. Bu durum düşük kapasite kullanımına yol açmakta ve ürün maliyetini yükselt-
mektedir.
• Yetersiz denetim ve kayıt dışılığın neden olduğu haksız rekabet söz konusudur.
• Vergi oranları yüksek ve orantısızdır.
• Yüksek üretim maliyeti ile özellikle uluslar arası rekabette sorunlar yaşanmaktadır.
• Tüketici bilincinin tam olarak oluşmaması ve tüketici gelir düzeyindeki dağılım dengesizliği,
gıda ürünlerine talebin niteliğini ve niceliğini etkileyerek, üretim kapasitesini olumsuz etkile-
mektedir.
• Gıda sanayi ile bilimsel araştırma kurumları arasında sorun çözümü, yeni teknolojiler
ve ürün geliştirmeye yönelik yeterli işbirliği bulunmamaktadır.
• Üniversite-sanayi işbirliğinden yararlanmama ve yetersiz Ar-Ge kültürü sektörde yay-
gındır.
• DTÖ ve AB uygulamaları ve uyum sürecinde sektörün uyması gereken kotalar ve üre-
tim azalmaları sanayi için sorun olabilecektir.
• Gıda üretiminde asgari teknik ve hijyenik koşullara uyumda sorunlar devam etmek-
tedir.
• Sanayinin gelişimi için ara eleman eksikleri vardır, eğitim ve uzmanlaşa açısından
olumlu bir yapı söz konusun değildir.
• İşletmelerde genel olarak gıda güvenliği ve kalite yönetim sistemi uygulamaları tat-
min edici düzeyde değildir.

6.7.8
Gıda Sanayi için Tehditler
• Gıda sanayi işletmelerinde ara eleman eksikliği devam etmektedir.
• Küresel rekabet ve uluslar arası anlaşmalar, sektörün dış ticaret politikalarının etkile-
mektedir.
• Sürekli değişen ve istikrarsız tarım politikaları ile gıda sanayi geleceğe güvenli bakama-
maktadır.
• Ekonomik istikrarın bozulması ve kriz senaryoları sektör için önemli bir tehdittir.
• İç pazar yetersizliği ve dış satım belirsizliği sanayi üretimini tehdit etmektedir.
• Gıda alt dallarının bölgesel dağılım dengesizliğinin kırsal alanlara yansıması vardır.

6.7.9
Gıda Sanayinin Önündeki Fırsatlar
• AB’ye uyum amacı ile çıkartılan kanun ve buna bağlı uygulamalar bulunması.
• Sözleşmeli tarımsal üretim uygulamaları ile sanayi-tarım ilişkilerinin artırılması.
• Türkiye’de yetiştirilen organik ya da ekolojik ürünlerin yaygınlığı ile sanayide değer-
lendirilme olanakları vardır.
• Yabancı sermaye ilgisi ve uluslar arası işbirliğinin geliştirilmesi yoluyla sanayinin dün-
ya gıda piyasalarına entegrasyon şansı artmaktadır.
• Gelişmiş kalite yönetim sistemlerine yöneli (ISO, HACCP, iyi tarım uygulamaları v.b.)
• Ürün geliştirme ve teknolojik yenileme faaliyetleri sanayiyi geliştirmektedir.
• Gelişen promosyon teknikleri ve iyileşen piyasa koşullarına bağlı olarak artan tüketici
talebi önemlidir.
• Yeni pazarlama teknikleri (e-ticaret gibi) ve müşteri odaklı pazar stratejileri ile ürünle-
re yeni ve hızlı pazar alanları ortaya çıkartmaktadır.
• Bilgiye erişim kolaylığı ve iletişim olanakları, sanayinin gelişimini artıracaktır.
• Bilim ve araştırma kuruluşlarıyla artan işbirliği ve bu konuda isteklilik vardır.
• Ar-Ge, yurt dışı pazarlarda tutundurma ve markalaşma için destek ve teşvikler hakkında
134 135 gıda ihracatçılarını bilgilendirmeye yönelik çalışmaların artırılması gelişme için fırsattır.
6.8
PERAKENDE SEKTÖRÜ

Son yıllarda büyük bir gelime ivmesi yakalayan Türk perakende sektörü geleneksel perakendeci-
likten, modern (organize, profesyonel ve kurumsallaşmış) perakendeciliğe doğru önemli bir de-
ğişimin eşiğindedir. Söz konusu bu değişim toplumun genelini etkilediği gibi tüm ekonomiyi de
etkilemektedir. Ekonomi üzerindeki etkileri açısından, sektördeki bu değişim hem zirai hem
de sınai üretim modellerinin yanı sıra dağıtım ve istihdam konularında da kendini hisset-
tirmeye başlamıştır. Toplum üzerindeki etkileri açısından ele alındığında ise perakende sektö-
ründe genel olarak hijyen, güvenlik ve kalite standartları daha yaygın hale gelmektedir. Bunun ve
rekabetin getireceği avantajları kavramaya başlayan tüketiciler, öncesine göre bu konuda daha
fazla hassas olmakta ve daha seçici davranmaktadırlar. Dolayısıyla, tedarik ve tüketim modellerin-
deki bu değişim, günlük hayatta da benzeri görülmemiş bir değişimin öncüsü olmaktadır.

6.8.1
Türkiye’de Perakende Sektörünün Büyüklüğü ve Büyüme
Beklentileri
Elde edilen verilere göre, Türk perakende sektörünün (gıda ve gıda dışı) cirosu 2006 yılında 139,6
milyar ABD Doları olarak gerçekleşmiş ve 2010’a kadar sektörün 199 milyar ABD Doları’na ulaşması
beklenmektedir. Sadece bu bilgi bile, perakende sektörünün Türk ekonomisi üzerindeki potansiyel
ve fiili etkisinin açık bir göstergesidir. Bugün Türk perakende sektörünün yaklaşık %65 ‘inin gele-
neksel perakende ve %35’inin modern perakende sektörüne ait olduğu bilinmektedir. Buna göre,
modern perakende sektörünün büyüklüğü yaklaşık olarak 47,9 milyar ABD Doları olarak hesapla-
nabilir.
AB ülkeleriyle Türkiye’deki modern perakendecilik karşılaştırıldığında, günümüzde Türk peraken-
de sektörü yaklaşık %65 oranındaki geleneksel perakende pazar payıyla, 1970’lerin Avrupa pera-
kende pazarına çok benzemektedir. Buna karşın, AB’de modern perakendeciliğin payı her geçen
gün artmış, 1980’de %51’e ulaşmış ve 2002 yılında %83 olarak gerçekleşmiştir (Şekil-50).

Şekil 49. AB’de Modern ve Geleneksel Perakendecilik (1980-2002)


100%

80%
51%
59% 69% 72% 73% 75% 76% 78% 79% 80% 81% 82% 83% 83% 83%
60%

40%

20% 49%
41% 31% 28% 27% 25% 24% 22% 21% 20% 19% 18% 17% 17% 17%

0%
1980 1985 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002

Modern Perakendeciler Geleneksel Perakendeciler

Kaynak: Türkiye Ekonomi ve Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV).


AB ülkelerinde her bir milyon nüfusa ortalama 15 hipermarket ve 150 süpermarket düşer-
ken, bu rakam Türkiye’de henüz 3 hipermarket ve 17 süpermarket civarındadır. Buna rağ-
men Türkiye’de de perakendecilik sektöründe büyük mağazaların perakende ticaretteki
payı hızla artmaktadır. Örneğin 1996 yılında Türkiye genelinde 41 adet olan hipermarket
sayısı 2006 yılında 160’a, 1275 adet olan süpermarket sayısı ise 5545’e ulaşmıştır. 37’si İs-
tanbul, 13’ü Ankara, 8’i İzmir’de olmak üzere faaliyete geçen çok amaçlı bölgesel alış-veriş
merkezlerinin sayısı ise 70’i aşmıştır. Aynı dönemde, sadece bakkal ve küçük marketlerin
toplam sayısı da yüzde 23 azalarak 175.121’den 135.473’e gerilemiştir.13 Geleneksel işlet-
mecilerin modernleşme yönünde teşvik edilmesi ve kendilerine yol gösterilmesi halinde
onlar da devam etmekte olan bu büyümeye tam olarak katılabileceklerdir.
Organize perakendecilerin yüksek kalite, bol seçenek, garantili ve müşteri odaklı hizmet,
daha düşük fiyat ve promosyon kampanyaları yoluyla daha fazla müşteri çekme konu-
sundaki çabaları, modern ticaretin büyümesini hızlandırmakta ve süreç geleneksel pera-
kendeciliğin aleyhine olarak gelişmektedir. Organize perakendeciler, müzakere güçleri-
nin ve kendilerinin son kullanıcılara daha düşük fiyatlar teklif etmesine imkân sağlayacak
şekilde doğrudan üreticiden satın alımlarının verdiği avantajları kullanmaktadır.

6.8.2
Gıda Perakendeciliği
Perakendecilikten kasıt hem dünyada hem de Türkiye’de gıda sektöründe yönelik olanıdır.
Zira yapılan birçok çalışmaya göre her 10 firmadan 8-9’unun gıda perakendeciliği alanında
faaliyet gösterdiğini göstermektedir.
Perakendecilik sektöründeki büyüme trendine bakılacak olursa, 2001 yılından 2005’e
kadar, gıda perakendecileri arasında hipermarketlerin pazar payları ve süpermarketler
ile indirim mağazalarının pazar payları hızla büyümüştür. Son yıllarda, özellikle indirim
mağazaları ve süpermarketlerin pazar paylarındaki yükseliş eğilimi göze çarpmaktadır.
Bu eğilim, başta eve yakın olması ve alışveriş için daha az zaman gerekmesi gibi kolay-
lıklarından kaynaklanmaktadır. Bakkallar ise, pazar paylarındaki düşüş eğilimine rağmen
hala en yüksek paya sahiptir (Şekil-52, Tablo-32).

Şekil 50. Türkiye’de Organize ve Geleneksel Perakendecilik

Geleneksel Organize
80%

60%

40%

20%

0%
1995 2000 2005 2010 (T)

13
1990’lardan itibaren Türkiye organize perakende piyasasında sırasıyla Migros, Tansas, Gima, Carrefoursa,
136 137 Metro, Real, Tesco-Kipa ve BIM. AC Nielsen-Türkiye verileri, 2005; AMPD, 2006.
Türkiye’de perakende sektörü içinde son zamanlarda hipermarketler en gözde yatırımlar haline
gelmiştir. Türkiye’nin belli başlı iki büyük holdingi Sabancı ve Koç yoğun biçimde bu sektörle ilgi-
lenmekle beraber, en son olarak yüzde 50,8’i yabancı sermayeli bir kuruluşa satılan Migros’un ile be-
raber sektörde yabancı etkisi belirgin hale gelmiştir. Bilindiği üzere yakın geçmişte Migros, Tansaş’ın
%70 hissesini satın alarak toplam 518 mağazayı, Carrefour ise Gima’nın %60 hissesini kontrol eder
hale gelmişti. Piyasanın en büyük oyuncusu olan Migros üzerinden tüp gıda perakendeciliğinde
yabancı etkisi %12’den fazla artmış oldu. Yine Sabancı Holding’e bağlı Fransız merkezli Carrefour,
piyasada yüzde 14’lük bir paya sahip. Alman Metro’nun pazardaki payı yüzde 8 ve İngiltere merkezli
Tesco’nun yüzde 4. Yine sektörün en büyüklerinden olan BİM’de de yabancı ortaklık bulunmaktadır.
Öte yandan perakendecilik sektöründeki yabancı payının tam olarak açıklığa kavuştuğu söylene-
mez. Çeşitli nedenlerle ve yolarda yabancı payının tespit edilmesinin önüne geçilmektedir. Ancak
bilinenler muvacehesinde en büyük altı perakende şirketinden, tamamı Türk sermayesine ait sade-
ce Kiler kalmıştır. Geri kalan zincirlerin ortakları ya da Borsa’daki hisselerinin önemli kısmı yabancıla-
rın elinde bulunmaktadır. Metro ve Tesco ise tamamı yabancı sermayenin olan iki firmadır.14

Tablo 32. Türkiye’de Gıda Perakendeciliğinde Pazar Payları (%)

2001 2002 2003 2004 2005


Hipermarketler 2,8 2,9 2,9 3,1 3,2
Süpermarketler 19,3 19,8 20,8 23,1 24,2
İndirim Mağazaları 3,2 3,7 4,0 5,0 5,6
Marketler 1,1 1,1 1,1 1,0 1,0
Bakkallar 47,4 46,4 45,3 43,1 42,0
Şarküteriler 16,8 16,8 16,7 16,0 15,6
Diğer 9,4 9,3 9,2 8,7 8,4
Toplam 100 100 100 100 100

Kaynak : AMPO

Şekil 51. Gıda Perakendeciliğinde Hipermarket Dağılımı (2008 Ocak)

%3
%4
%8
% 36

% 13

% 14
Diğer
% 22

14
Zaman, (Çevrimiçi, 26 Şubat 2008) http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=652128
Anlaşılan odur ki; pazarlık gücünü güçlendirme, daha iyi ölçek ekonomilerine erişme ve
daha büyük tüketici kesimine ulaşma gibi sebeplerle perakende zincirlerinde bundan
sonra da satınalma, birleşme gibi yollarla hızlı konsolidasyon süreci devam edecektir.

6.8.3
Gıda Dışı Perakendecİlİk
Dayanıklı, yarı dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları harcamaları özel nihai tüketim
harcaması içinde oldukça fazla pay almaktadır (Tablo-33). Özellikle dayanıklı tüketim
mallarının payı 2002 yılındaki %15’lik seviyeden 2006 yılında yaklaşık %21’e erişmiştir.

Tablo 33. Özel Nihai Tüketim Harcamalarının


Bileşimi (Sabit Fiyatlarla, GSMH payı,%)

2001 2002 2003 2004 2005 2006


Gıda ve İçki 37 37 36 34 34 33

Dayanıklı Tüketim Malları 15 15 18 20 22 21


Yarı dayanıklı ve dayanıksız Tüketim 15 15 14 16 16 18
Malları
Enerji, Ulaştırma Haberleşme 14 14 14 12 11 11

Hizmetler 10 10 10 10 10 10

Konut Saipliği 9 9 9 8 7 7

Toplam Özel Nihal Tüketim 100 100 100 100 100 100

Kaynak: TCMB

Gıda dışı perakendeciliğe olan ilginin artmasının nedenleri şöyle özetlenebilir:


Kişi başına milli geliri 2007 yılı itibariyle yaklaşık 5.700 ABD Dolar ve nüfusu 70 milyon
civarında olan Türkiye, perakendeciler için çok büyük bir pazardır. Hızlı büyüme ve gele-
cek vadeden ekonomik görünüm, perakendeciliği yatırım yapılacak en çekici sektörler-
den birisi haline getirmiştir. Türkiye’nin geçen beş yılda çok büyük ekonomik, politik ve
toplumsal değişimler geçirdiğini ve AB’ye katılım müzakereleri sürecinde daha da fazla
değişimler geçireceğinin dikkate aldığımızda, Türk perakende sektöründe ciddi bir po-
tansiyelin mevcut olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ekonomi büyüdükçe daha fazla Türk ailesi orta sınıf yaşam standardı sürdürecek seviye-
ye ulaşacak ve bu durum, muhtemel olarak, 2010 yılına kadar daha eşit bir gelir dağılımı
yapısına yol açacaktır. Giderek artan genç ve orta gelirli nüfustan kaynaklanan büyüme
potansiyeli ve gelişmeye açık pazar koşulları yatırımcıları perakende sektörüne yatırım
yapmaya çeken anan etkendir. Ülkenin üretim faktörleri, demografik özellikleri, yaşam
ve tüketim alışkanlıklarının bileşimindeki olumlu değişikliklerin yanı sıra, harcanabilir
gelirdeki artış da perakende sektörü ile ilgili beklentileri en üst düzeye getirmiştir ve
138 139 getirmeye devam da edecektir.
Perakendeciliği cazip hale getiren daha somut unsurlar ise kısaca aşağıdaki gibi özetlenebilir.
• Bir, tüketicilerin gıda dışı kalemlerde daha fazla harcama yapma eğilimi.
• İki, tüketicilerin refah seviyesinin yükselmesi.
• Üç, yabancı kökenli gıda dışı perakendecilerin Türk pazarına yönelik ilgisinin artması,
• Dört, kentleşme oranındaki artış,
• Beş, demografik dinamikler,
• Altı, birikmiş konut talebi ve faiz oranlarındaki keskin düşüş sonucu inşaat sektöründeki can-
lanma gibi dinamiklerin tesiri altında piyasa büyümekte, bu da gıda dışı perakendeciliği daha
çekici kılmaktadır.
IKEA, Praktiker ve Bauhaus gibi yabancı işletmeciler, faaliyetlerini genişletmeye çalışmakta ve yer-
li oyuncular da sektördeki bu büyümeden faydalanabilmek için yeni mağazalar açarak zincirlerini
genişletmektedirler. Öte yandan, büyük mağazalar ve giysi-ayakkabı mağazaları; genç nüfus, tü-
ketici davranışlarındaki değişim ve artan refah düzeyi nedeniyle büyüme aşamasındadır. Elverişli
makro ekonomik ortamın olumlu etkileri sonucu, gıda dışı kalemlere artan tüketici talebi, pazara
yeni giren Debenhams, Next, Berschka, Harvey Nichols vb. gibi birçok marka için Türkiye pazarını
çekici kılmaktadır. Yeni girişlerin ötesinde, Boyner, YKM, Zara, Mango, Sarar, Ipekyol, Park Bravo,
Yargıcı, LCW, Koton gibi Türk pazarında faaliyet gösteren şirketler, farklı noktalarda açtıkları yeni
mağazalar ve uyguladıkları pazarlama stratejileri ile rakipleriyle rekabet etmektedirler.

6.8.4
Modern Perakende Sektörünün
Türk Ekonomİsİne Etkİlerİ
Türkiye büyük, gelişen ve genç bir nüfusa sahiptir. Her yıl yaklaşık 750,000 genç insan işgücüne
katılmakta ve birçok insan tarım sektörünü terk ederek diğer alanlarda iş aramaktadır. İmalat sa-
nayinin ise giderek verimliliğin iyileştirilmesine ağırlık vermesinden dolayı, bu sektörün büyüme
hızının gerektirdiği ölçüde yeni istihdam fırsatları oluşturmadığı bir gerçektir.
Perakendecik sektörü bu anlamda önemli bir potansiyel sunmaktadır. İlk olarak sektör ekonomi-
ye yaklaşık 6.7 milyar dolar tutarında bir katma değer oluşturmakta ve yine yaklaşık olarak 2,5
milyon kişiyi istihdam etmektedir ki buna göre perakende sektörünün tüm ekonomi üzerindeki
etkisi, toplam Türkiye üretiminin %3,5’i ve istihdamın ise %12’si olacaktır. Bu rakamlar perakende
sektörünün Türk ekonomisi üzerindeki ağırlığını açıkça gözler önüne sermektedir.
İkinci olarak sektörün istihdam katkısı gelmektedir. Türkiye, son dört yılda kaydedilen pozitif eko-
nomik büyüme oranlarına rağmen, 2007 yılını da yüzde 10’un üzerinde bir resmi işsizlik oranıyla
kapadı. Dolayısıyla, bu zor geçiş döneminde, modern perakende sektörünün hâlihazırda yaklaşık
300,000 kişiyi istihdam etmesi ve potansiyel işgücüne ilave istihdam, eğitim, sosyal güvence ve
uzmanlaşma fırsatları sunması önemlidir.
Üçüncü olarak sektörün ekonominin diğer sektörlerini tetikleme gücüdür. Sektördeki büyüme, in-
şaat, güvenlik, tesis yönetimi, lojistik, gıda işletme ve çeşitli altyapı yatırımlarının ve sektörlerinin de
gelişmesini sağlamaktadır. Modern perakende sektöründeki büyümenin imalatçılar ve üreticilerin
yanı sıra derecelendirme, ambalajlama, nakliye, depolama, güvenlik, eğitim, bilgi işlem, mimari, ma-
ğaza tasarım, tesis yönetimi ve altyapı hizmetlerinin üzerinde de olumlu etkileri vardır. Bu gelişme-
ler doğrultusunda, beş yıl içinde Türkiye’de modern perakende sektöründe en az 150,000 – 200,000
yeni istihdamın daha oluşacağı tahmin edilmektedir.
Dört, sektör kayıtdışı ile mücadeleye önemli bir katkıda bulunmaktadır. Kayıt dışı ekono-
minin büyüklüğü Türkiye ekonomisi için diğer önemli bir sorundur. Bazı resmi raporlara
göre, kayıt dışı ekonominin GSMH’nin %30 ile %50 oluşturduğu tahmin edilmektedir.
Bu durum, sadece ekonomide haksız rekabete değil, çok büyük vergi kaçağına da yol
açmaktadır. Modern perakende sektörü, doğası gereği tüm işlemlerin kayıtlara alınma-
sını temel kural olarak benimsediğinden dolayı, söz konusu vergi kaçağına karşı net bir
çözüm sunmaktadır.
Beş, perakende sektörünün KOBİ ölçeğindeki tedarikçiler üzerindeki etkileri de dikkate
alınması gereken bir başka noktadır. Sektör KOBİ’lere pazar erişimi ve büyük hacimlerde
satış yapabilme imkanları sunmaktadır. Modern perakendecilerin, tedarikçilerinden sürek-
li olarak daha iyi koşullar talep etmelerinden dolayı KOBİ’ler üzerinde aşırı baskı uyguladık-
ları bilinmektedir. Ancak bu baskının KOBİ’leri yerel ve küresel pazarlardaki rekabet şartla-
rına uygun bir yapılamaya zorladığı da kabul edilmelidir. Burada hem fiyat, hem standart
hem de kalite ayarlaması gibi olumlu neticeler elde edilmektedir.

6.8.5
Perakendecİlİkte Sorunlar ve Çözüm Önerİlerİ
Türkiye ekonomisi son 6 yılda 2002 – 2007 döneminde birikimli olarak % 47 oranında
büyürken, organize perakendecilik sektörü bunun yaklaşık 3 katı büyümüştür. Ama
geleneksel esnaf kesimini temsil edenlerin pazar payı gerilemiştir. Özellikle çarşı-pazar
esnafı gibi kesimlerde satış ve pazar kaybı yaşanmaktadır. Ayrıca büyük mağazalar ile
onlara tedarik sağlayan üreticilerin mağduriyetine yol açan sıkıntılar da acil çözüm bek-
lemektedir.
Üyeleri ülke çapında tabana yayılmış olan Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜ-
SİAD) ve sivil toplum kuruluşu alanında “fark oluşturan” İktisadî Gelişim ve İş Ahlâkı Der-
neği (İGİAD) gibi sivil toplum kuruluşları, Büyük Mağazalar Kanun Tasarısı’nın TBMM’de
kanunlaştırılarak, “Adil ve kuralları belirlenmiş bir rekabet alanı’nın oluşturulması” yö-
nünde irade beyan etmektedirler.
Gerçekten de Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanan 24 Şubat 2006 tarihinde
Başbakanlığa sunulan ve yasalaşması beklenen “Büyük Mağazalar Kanunu Tasarısı Tasla-
ğı”. Taslağın temel amacı, perakendeciliği dolayısıyla büyük mağazacılık alanını düzen-
lemek, yaratılan haksız rekabeti bir an önce durdurmaktır.Tasarıda girişimcinin, esnaf-
sanatkârın, KOBİ’lerin ve tüketicilerin korunmasını içeren ve büyük mağazacılık alanını
düzenleme amaçlanmaktadır. Tasarıda da belirtildiği gibi sektördeki sorunların çözümü
için; hipermarketlerin ortadan kaldırılmasını değil, sadece aynı rekabet koşullarının ol-
duğu bir yapılanma beklenmektedir.15
Denetimsiz bir piyasa ekonomisi olmaz. Nitekim Avrupa Birliği Rekabet Hukukunda bü-
yük mağaza ve hipermarket çizgisinde hiçbir isletmenin rakiplerini yok edecek kadar
güçlü olmasına izin verilmemektedir. Büyük mağazacılık gelişim sürecinde yaşanan so-
runlar gelişmiş ülkelerde hukukî düzenlemelerle giderilmektedir. Kendi ülkelerinde bu
kadar sıkı rekabet şartlarına tabi olan, çevre-insan hak ve önceliklerine saygı mecburiye-
tinde bırakılan yabancı sermayenin “çevre” ülkelerde bu kısıtlamalardan kurtulmak için
aşırı bir lobicilik yaptığı bilinmektedir. Türkiye’de de uzun zamandan beri toplumun ve

15
İzmir Esnaf ve Sanatkar Odaları Birliği, “Büyük Mağazaların Ekonomik ve Sosyal Yasama Etkileri” Panel Sonuç
140 141 Bildirgesi, http://www.iesob.org.tr, 08.01.2007.
hükümetin gündeminde olan Hipermarketler yasasının bir türlü hayata geçirilemediği görülmek-
tedir. Adil, şeffaf ve hesap verebilir bir ortam oluşturup , eşit kuralara göre çalışan bir sektöre geçil-
memesi durumunda sermaye fazlalığı ile bakir piyasalar kapatma yarışına girmiş olan oyuncuların
rekabeti ile basa çıkmak imkansız olacaktır. Yaşanan küresel tehlikenin, kısa gelecekte kuyumcu-
luktan, mobilya perakendeciliğine, konfeksiyondan, araba kiralamaya kadar, tüm perakende dal-
larında kendini gösterecek, sorunun şimdilik küçük esnafın problemi olarak görünse de, gelecekte
bu problemin ülkenin problemi olabileceği anlaşılmaktadır.16 Sektördeki sorunların çözümü ve
önünü açılması için aşağıdaki öneriler yapılmaktadır:
1. Ülkemizde büyük mağazaların kurulması için önceden yer ayrılmamış olması nedeniyle bunlar
şehirciliğe ve çevreye uygun olmayan arsa ve mekanlarda faaliyet yapmaktadırlar. Büyük mağa-
zaların kuruluş esası, şehir dokusuna ve kentsel işleyişe uygun olarak belirlenmeli, hiç olmazsa
bundan sonra meskun alanlar dışındaki imar planlarında belirlenmiş yerlerde olmalıdır.
2. Hipermarketlerin birçok alanda tüketici lehine imkânlar getirdiği yukarıda ifade edilmişti. An-
cak bunun otomatik olarak kendiliğinden gerçekleşme ihtimali olmadığı gibi tam tersine so-
nuçlar da verebilmektedir. Hipermarketler arasında yaşanan aşırı rekabet de aslında kaliteyi
arttırmayabilir. Dünyada Ar-Ge faaliyetleri ile kalite arttırılırken ve rekabet bu yönde olurken;
iyi düzenlenmemesi durumunda hipermarketler üreticiye rakip hipermarkete göre daha düşük
fiyat sunmakla yetinip, kaliteden fedakârlık yapabilirler.
3. Satın alım bedelinin altında zararına satış yapılamayacağı hükme bağlanmalıdır.
4. İGİAD’ın bir önerisi olarak, yasal düzenlemeleri yapılarak Anadolu’nun otantik sanatlarını ya-
şatmak ve ticari değerini artırmak üzere bu ürünlerin sergilenmesi ve satışının yapılabilmesi
amacıyla büyük alış merkezlerinin belli büyüklükte ve belli standartlara haiz yerlerinde mekan
tahsis edilmelidir. Böylece gelenekse sektörlerin ve esnafın sanatkarane faaliyet alanlarının ve
geleneksel iş kollarının korunması temin edilecektir.
5. Büyük miktarlarda alımın verdiği pazarlık gücü nedeniyle tedarikçiyi iflas konumuna düşüre-
cek istismarların önlenmesine yönelik olarak büyük mağazaların alım yaptıkları tedarikçilere
yapacakları ödemeler belirli bir takvime (azami 60 gün) bağlanmalıdır.
6. Çalışma saatleri “sabah 09:00-akşam 21:00 arasında” olmalı, “haftada azami 6 gün çalışma - 1
gün tatil” yapılmalıdır.
7. Tersi durumda üreticilerin markalaşma imkânı kalmayacağından, büyük mağazaların, kendi
markalarını tedarikçiye yaptırmalarında, o ürün cirosunun yüzde 20’sini geçmeme şartı geti-
rilmelidir..
8. Sergi parası, raf parası, anons parası vs. gibi astronomik ödemelerin tedarikçilerden talep edil-
memesi sağlanmalıdır.
9. Perakendeciler de KOBİ kapsamına alınmalı, böylece KOSGEB desteklerinden yararlanmaları
sağlanmalıdır.
10. Geleneksel perakendeciler-esnaf da yeni şartlara uymak mecburiyetinde olduğunu görmeli.
Birleşerek ölçekleri büyütmek, yeni işleri yakalamak, yenilikler geliştirmek, yeni ürün-dizayn-
tasarım ve satış teknikleri geliştirmek gibi uygulamalar devreye alınmalıdır.
11. Esnaf birlikleri ve mahalli yönetimler belirli hafta ya da günlerde “Alışveriş Festivali”, “Esnafla
Dayanışma” gibi etkinlikler düzenleyebilirler.
12. 3000 m2 üzerinde olan market ve alış veriş merkezlerinde, ibadet için uygun büyüklükte bir
mekân tahsis edilmesi zorunlu hale getirilmelidir.

16
Ayni eser.
13. Perakendeye gelen yabancı sermayeye karşı temkinli olunmalıdır. Bu konuda diğer
bazı ülkelerdekine benzer şekilde asgari yatırım tutarı ve istihdam miktarı gibi belirli
kriterler getirilebilir. Çünkü perakende sektörüne gelen yabancı yatırımın sermayesi
düşük, ama yüksek kârlılık, hızlı büyüme ve nakit para girişi gibi çok cazip avantajları
bulunmaktadır. Bu konuda yerel marketlerin de birleşmesi çok önemli ve elzemdir.
14. Perakende sektöründe yaşanabilecek muhtemel tekelleşmelerin önüne geçilmelidir.
Bu konuyla ilgili olarak Rekabet Kurulu da gerekli tedbir ve önlemleri almalıdır.17

6.9
BİLİŞİM SEKTÖRÜ

Bu çalışmada, yukarıda Ar-Ge, teknolojik buluş ve icatların günümüzde ekonomik ya-


pıda sağlayacağı katma değer artışı ve rekabetçi üstünlükler yeterince tartışılmıştı. Gü-
nümüzde yatırımların olağanüstü bir hızla arttığı, her geçen gün yeni atılımların ger-
çekleştiği ve rekabet sıralamalarında üst sıraları kapmak için şirketlerin iletişim ve bilgi
teknolojilerine yatırım yapmak zorunda olduğu bir küresel ekonomi tarafından kuşatıl-
mış durumdayız. Yalnızca girdi maliyetlerinin azaltılmasını gözeterek oluşturulan reka-
bet politikalarının sınırlılığı şirketler için önemli bir engel oluşturmaktadır. Bu engelin
aşılmasında gelişen bilgi ve iletişim (bilişim) teknolojilerine yatırım yapmak da hayati bir
önem arz etmektedir.
Gelecekte verimliliği arttırma temeline dayanan, gerek ticari buluşları ortaya çıkaran,
gerekse yeni teknolojilerin kullanımını teşvik eden bir rekabet çerçevesini benimseyen
şirketler küresel ekonomi içerisinde varlığını sürdürebileceklerdir. Bilgi akışını hızlandı-
ran ve bu anlamda çeşitli riskleri ortadan kaldıran bu teknolojiler sayesinde şirketler bü-
yümelerini çok daha verimli bir şekilde gerçekleştirebiliyorlar.
Yalnızca şirketler bazında değil, ülke ekonomisine sağladığı katkılar açısından da bilişim
sektörünün önemi gelişmekte olan ülkeler açısından vurgulanmaktadır.18 Bu yatırımla-
rı öncelik sırasına taşımayan gelişmekte olan ülkelerin uzun vadede gelişmiş ülkelerin
seviyelerine varabilmeleri çok zor görünmektedir. Bilişim teknolojilerinin, şirketlerin ve-
rimliliklerini arttırmaktan öte çok daha büyük katkısı insan kaynağına sağladığı olumlu
dışsallıklardadır. Toplumsal anlamda düşünüldüğünde bu teknolojilerin toplumu birer
bilgi toplumuna dönüştürebilme potansiyeli yüksektir. Bu potansiyel, bu tür yatırımların
bilgiye ulaşım maliyetlerini büyük bir oranda düşürmesiyle ortaya çıkmaktadır. Küresel-
leşme çağında bilgi ekonomisine yönelik bir büyüme stratejisi, gelişmekte olan ülkeler
tarafından göz ardı edilmemelidir.19
Bilişim teknolojilerine yatırımların önemli bir olumlu etkisi de kamu kesiminde görülebilir.
Bunun bir örneğini e-devlet uygulamalarında görebilmek mümkündür. Elektronik servis-
lerin kullanıma sokulmasıyla hem devletin vatandaşa sunduğu hizmetlerin kalitesi artmış
ve maliyetler azaltılmıştır, hem de “etkin devlet ve yönetişim” prensipleri açısından devlet
ile halk arasındaki mesafe daralmış, etkin temas kurulmuş olacaktır. Bürokratik süreçlerin
azaltılması, bilgi akışının verimliliğinin artması ve denetimin daha sağlam temeller üze-
rinde gerçekleşmesi, bu tür yatırımların kamu kesimine sağladığı başlıca yararlardandır.

Bu önerilerin bir kısmı MÜSİAD tarafından bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklana perakendecilik sektö-
17

rün koruyup geliştirmeyi amaçlayan duyurudan alınmıştır.


18
Hazine Müsteşarlığı, http://www.treasury.gov.tr/telekom_web.pdf
142 143 19
George Von Krogh, Kazuo İchiro ve Ikujiro Nonaka, Bilginin Üretimi, İstanbul: Dışbank Kitapları, 2000.
2001’den bu yana bilgi ve iletişim teknolojilerinin önemi ve bu önem doğrultusunda artan yatı-
rımlar Türkiye’de de yansımalarını bulmuş; o zamandan günümüze büyük çapta gerçekleştirilen
yasal değişiklikler ve yatırım ortamının iyileştirilmesi sayesinde sektör geleceğin büyüme vaat
eden en önemli sektörlerinden biri haline gelmiştir.
Bilişim sektörünün en önemli iki ayağından biri olan telekomünikasyon sektörüdür.1998 yılından
itibaren özellikle telekomünikasyon düzenlemeleri açısından sağlanan gelişmeler, piyasada reka-
beti sağlama ve denetleme rolünü üstlenmesi için 2000 yılında Telekomünikasyon Kurumu’nun
kurulması ve kurulduğu tarihten bugüne dek çoğu altyapı yatırımını ve iletişim ağlarının kontro-
lünü elinde barındıran ve piyasada tekel olan Türk Telekom A.Ş’nin 2003-2005 yıllarında aşama
aşama özelleştirilmesi ve 2004 yılında sektörün rekabete açılmasıyla Türkiye pazarına yeni bir so-
luk gelmiştir.
2001 yılında 9,1 milyar dolar olan ülke geneli içindeki pazar payı, 2006 yılında 20,7 milyar dolara,
GSMH içinde bilişim sektörünün payı yüzde 7,4’ten, yüzde 8,2’ye çıkmıştır (Şekil-52). Bilişim sektör
hacminin ileriki yıllarda pazara girecek yeni yerli/yabancı şirketlerin yatırımları sayesinde artması
beklenmektedir. Sektörün, girişimciliğe açık ve kendini sürekli yenilemek/geliştirmek üzere kuru-
lu yapısı sayesinde uzun vadede yüksek bir sürdürülebilir büyüme hızına erişebileceğini söyleye-
biliriz.
Bilişim sektöründeki büyümenin bir başka yansıması da “E-dönüşüm” projesi. Bu projenin alt bi-
leşenlerini e-ticaret, e-eğitim, e-sağlık, e-bankacılık ve e-devlet gibi temel başlıklar oluşturmakta-
dır. Bu hizmetlerin kullanımının arttırılmasının en önemli koşullarından biri Türkiye’deki internet
kullanım yoğunluğunu arttırmaktan geçmektedir. 2000 yılında her 1000 kişiden sadece 37’si in-
terneti kullanırken, 2005’te bu sayı yüksek bir artışla 222’ye kadar çıkmıştır (Şekil-53).
Kamu kesimindeki hizmetleri elektronik ortama geçirme ile daha verimli ve uyumlu kılmak, yöne-
tişim süreçlerini düzenlemek, Türkiye’deki uygulamaları AB standartlarına çekebilmek amacıyla
yoğun bir çaba gösterilmektedir. Bu dönüşümün gerçekleştirilmesi için kamu sektöründe bilişim
yatırımlarına 2003 yılında Kamu Bilgi ve İletişim Yatırımları’nın toplam tutarı yaklaşık 380 milyon
A.B.D dolarıyken, 2007’de yaklaşık 555 milyon A.B.D dolarına yükselmiştir.20

Şekil 52. Türkiye’de Bilişim Sektörü (Milyar Dolar, 2001-2006)

25

IT
20
4,5
Telekom
3,9
15
3,5
Milyar USD

2,9
10
2,6 16,2
2,2
13,8
11,8
5
6,9 7,6 8,6

Yıllar
0
2001 2002 2003 2004 2005 2006

Kaynak: Interpro

20
Daha ayrıntılı bilgi için bkz. http://www.bilgitoplumu.gov.tr/yatirim/2007KamuBITYatirimlari.pdf
Şekil 53. Türkiye’de İnternet Kullanımı
(Her 1000 kişide, 2001-2005)

250

200
Kişi Sayısı
150

100

50

0 Yıllar
2001 2002 2003 2004 2005

Kaynak: WDI

Telekomünikasyon sektöründe görülen olumlu gelişmelerin aynısını Bilgi Teknolo-


jileri ayağı için söyleyebilmek mümkün değildir. 2005 yılında bilgi teknolojileri sektö-
rünün GSYİH’ya oranı yüzde 0,8 iken, bu oran OECD ortalaması olan %2,9’un oldukça
altındadır.21 Bu durum, hem bu iki sektör arasındaki performans farkı olduğunu, hem de
bu iki alana yönelik farklı politikaların geliştirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Şekil 54. Türkiye’de Bilgi ve İletişim Teknolojileri


Giderleri (% GSYİH, 2001-2006)

8.4

8.2

7.8
%GDP

7.6

7.4

7.2

6.8 Yıllar
2001 2002 2003 2004 2005 2006

Kaynak: WDI

Telekomünikasyon sektöründe kaydedilmiş başarıların varlığı sektörde halihazırda


devam eden sorunların aşıldığı anlamına gelmemelidir. Öne çıkan sorunlardan ilki bu
sektördeki çeşitli hizmet alanlarında ve altyapılarda etkin bir rekabetin sağlanamamış
olması ve bundan ötürü alternatif hizmetlerin ortaya çıkmasında sıkıntı yaşanmasıdır.

DPT, 200, 2002-2007 Dönemi Kamu Bilgi ve İletişim Teknolojisi Yatırımları, http://www.bilgitoplumu.gov.tr/
21

144 145 btstrateji/Strateji_Belgesi.pdf


Özellikle lisans dağıtım süreçlerinin AB’den farklı olması, rekabet düzeyinin etkinliğini önemli
ölçüde azaltmaktadır.22 İkincisi ise hizmetler üzerindeki ağır vergi yükü ve geniş bant erişim alt-
yapılarının gerektiği kadar yaygın olmamasıdır.23 Genişbant erişim maliyetlerinin diğer ülkelere
kıyasla oldukça yüksek oluşu önemli bir sorundur (Şekil-55).

Şekil 55. Genişbant Erişim Maliyetlerinin Kişi


Başı Ortalama Gelire Oranı (%, 2005)
6,00%

5,00%

4,00%

3,00%

2,00%

1,00%

0,00%
Lüksemburg
ABD
Hollanda
İngiltere
Fransa
İsviçre
Avusturya
Almanya
Kanada
Finlandiya
Norveç
Kore
İrlanda
İsveç
Japonya
Belçika
İzlanda
İtalya
Slovakya
Yunanistan
Danimarka
İspanya
Portekiz
Macaristan
Polonya
Meksika
Türkiye
Kaynak: DPT, DPT, http://www.bilgitoplumu.gov.tr/btstrateji/Strateji_Belgesi.
pdf sayfasından doğrudan alınmıştır.OECD Communication Outlook 2005

Bilgi teknolojileri sektörüne bakıldığında yaşanan sorunlar genelde finansal güç, yetkinlik, de-
neyim ve ölçek boyutlarında ortaya çıkmaktadır. Şirketlerin yaş ortalaması penceresinden ba-
kıldığında en büyük 20 firmanın henüz yaş ortalamasının 13 olması ve pazarın yeterince geniş
olmaması, teknik bilgi ve uzmanlığın geliştirilmesi açısından engeller oluşturmaktadır. Bununla
beraber dış pazarlara yeterince açılamama ve rekabet politikalarının genelde yenilikçi çözümlere
odaklanmaktan uzak, daha çok fiyata dayalı bir yapı arz etmesi de bilgi teknolojileri sektörünün
diğer önemli sorunlarındandır.24
Telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri sektörünün sorunları yan yana konduğunda, iki tarafın-
da etkin rekabet konusunda sorunlar yaşadığı ortaya çıkmaktadır. Özellikle telekomünikasyon
piyasasındaki tekelciliğin son yıllarda kırılması rekabeti etkinleştirmek için en önemli adımlardan
biridir ancak yeterli değildir. Düzenleyici ve yasal çerçevenin piyasa öncüllerinin birtakım rekabet
dışı hareketlerini sınırlayacak ve yeni şirket girişlerini kolaylaştıran, tahmin edilebilir ve adil bir
yapıya kavuşturulmasına ihtiyaç vardır.25
Bilişim sektörünün geleceğine bakıldığında çok büyük bir genişleme potansiyeli olduğu açıktır.
DPT’nin 2010 Bilgi Toplumu Stratejisi 2006-2010 metninde belirtilen hedeflerin (Tablo-35) ileride
hem telekomünikasyon ama özellikle bilgi teknolojileri sektöründe büyük bir talep yaratacağı or-
tadadır. Bilişim sektörünü toplumun her katmanına ve hayatın her alanında, eğlenceden, iş dün-

22
İzak Atiyas, 2005, Competition and Regulation in the Turkish Telecommunications Industry, TEPAV.
http://www.tepav.org.tr/tur/admin/dosyabul/upload/CompetitionandRegulation.pdf
23
DPT, http://www.bilgitoplumu.gov.tr/btstrateji/Strateji_Belgesi.pdf
24
DPT, http://www.bilgitoplumu.gov.tr/btstrateji/Strateji_Belgesi.pdf
25
Atiyas, a.g.e.
yasına, özel hizmet sektörlerinden, kamu hizmet alanlarının yönetimine, vatandaş odaklı
hizmet dönüşümünden sosyal dönüşüme kadar çok geniş bir alanda kadar öngörülen
dönüşüm sayesinde piyasada halihazırda devam eden bilişim rüzgarının artarak devam
edeceği tartışmasız bir gerçektir.

Tablo 34. Sektörün Bugünü ve Gelecek Hedefleri

Mevcut Durum (2006 yılı) Hedef (2010)


İç Pazar Büyüklüğü  

Paket yazılım (milyon ABD$) 390 1,267

Hizmetler (milyon ABD$) 574 1,525

Bilgi teknolojileri donanımı (milyon ABD$) 2,086 6,368

İhracat Büyüklüğü  

Paket Yazılım 30 161

Hizmetler (milyon ABD$) 40 215

Bilgi teknolojileri donanımı (milyon ABD$) 10 31

Oranlar  

Bilgi teknolojileri GSYİH içindeki payı 0.8 2.2

Yazılım ve hizmet ihracatının yazılım ve hizmet pazarına oranı (%) 7.3 13.5

Tablo 35. Bilişim Sektöründe Temel Göstergeler

Mevcut Durum(%) Hedef(%)


İnternet Kullanıcısı Bireyler 14 51

Genişbant İnternet Abone Yoğunluğu 2 12.5

Çevrimiçi Bankacılık Yapan Bireyler 1.2 39

Çevrimiçi Alışveriş Yapan Bireyler 2.1 33

e-Devlet Hizmetlerini Kullanan Bireyler 5.9 35

İnternete Bağlı Bilgisayar Bulunan Haneler 7 48

Bilgisayarı Olan İşletme Oranı 61 95

Genişbant İnternet erişimine sahip işletme oranı 20 70

e-Ticaret satışlarının toplam ciroya oranı 0-3 15

Elektronik kanallar üzerinden sunulan hizmet yüzdesi Ölçülememektedir 70

Elektronik kanallar üzerinden gerçekleşen işlemlerin yüzdesi Ölçülememektedir 33

Yıllık kamu cari giderinde sağlanacak tasarruf _ 9

Elektronik ortamda yapılan kamu alımları yüzdesi _ 90

146 147 Kaynak: DPT


Sektörün hem kendi mevcut durumunu hem de sektör ürünlerine olan talebin mevcut durum ve
hedeflerinin gösterildiği tabloya bakıldığında daha önce söz edilen artarak devam edecek bilişim
sektörü rüzgarının gücü ile ilgili fikir sahibi olmak mümkündür. Toplumun ve özel/kamu sektörü-
nün her alanını dönüştürecek olan bu rüzgarın güçlü esmesini sağlamak için sektör yeniliklerinin
genişletilmesi, insan kaynaklarının geliştirilmesi, telekomünikasyon sektöründe rekabetçi orta-
mın genişletilmesi ve geliştirilmesi, iletişim hizmetlerinde vergi düzenlenmesi, iletişim altyapı-
larının genişletilmesi, Ar-Ge çalışmalarına özel destek getirilmesi ve bu çalışmaların akademik
yayınlar içerisinde kabul edilerek üniversite-Ar-Ge arasındaki bağın kuvvetlendirilmesi, bu alan-
daki ihracatın arttırılması ve talebin genişletilmesi esastır. Bu politikaların mutlak surette devlet
politikalarıyla beraber özel sektörle bir işbirliği içerisinde, bir koalisyonla sağlanması şarttır.
Özel sektörün bu alandaki dinamizme göre kendisine gerektiğinde yeni bir yön vermesi, gerek bu
sektörün içinde yer alarak üretime katkıda bulunması ve dünyadaki bilişim sektörünün içindeki
büyüklüğünü arttırması, gerekse bu sektörün yarattığı ürünleri doğrudan kendi işleyişine aktara-
rak daha verimli ve hızlı bir yapıya kavuşarak etkin bir şekilde rekabet edebilmesi gerekmektedir.
Bu adımları atabilmesi de doğrudan hem devletle beraber hem de kendi içerisinde stratejik plan-
lama yapması ve planlara uygun adımlar atmasıyla birebir ilgilidir.

6.10
SAĞLIK SEKTÖRÜ

Uzun yıllar boyunca sağlık konusunda geri kalmış olan ülkemiz, Avrupa Birliği’ne girme çalışma-
ları sonucunda son yıllarda sağlık sektöründe önemli adımlar atmıştır. Özellikle 2001 krizi sonra-
sında sağlık bakanlığı bütçesinde gözle görülür artışlar olmuştur. Tablo-36’da de görüldüğü gibi
Sağlık Bakanlığı bütçesinin genel bütçeye oranı 2001 yılında 2.65 iken kriz nedeniyle 2.41’e düşen
bu oran 2002’den sonra düzenli bir şekilde artmış ve 2006 yılında %.39’a ulaşmıştır.

Tablo 36. Sağlık Hizmetleriyle İlgili Belli


Başlı Büyüklükler (2000-2006)

Genel Bütçe Sağlık Bak. Bütçesi Sağlık Bak. Bütçesi’nin


YIL
(milyon YTL) (milyon YTL) genel bütçeye oranı (%)
2002 97.831.000.000 2.355.447.691 2.41

2003 146.805.170.000 3.570.054.000 2.43

2004 149.858.129.000 4.787.751.000 3.19

2005 153.928.792.910 5.462.974.750 3.55

2006 170.156.782.052 7.477.471.000 4,39

Kaynak: Sağlık Bankalığı, TÜİK.

Öte yandan Sağlık Bakanlığı’nın bütçesindeki artış olayın sadece bir boyutunu göstermektedir.
Bunun yanında yapılan sağlık harcamalarının GSMH’ya oranının 1990’dan 2005’ya kadar gösterdi-
ği büyük artış, sağlık sektöründeki büyümenin diğer bir göstergesidir (Şekil-58). 1990 yılında % 3,6
olan bu oran 2005 yılının sonunda 2 katın üzerinde bir artış göstererek % 7,6 düzeyine ulaşmıştır.
2005 yılında Türkiye yaptığı bu sağlık harcamalarıyla 30 OECD ortalamasının bir hayli
gerisinde kalarak ancak 23. sırada yer almışken, Türkiye 2005 sonunda bu farkı azaltmış
olmasına rağmen hala ortalama seviyeye ulaşamamıştır. Bu durum sağlık sektöründeki
büyümenin gelecek yıllarda da devam edeceğinin bir göstergesi kabul edilebilir.
Son yıllarda Türk ekonomisindeki makroekonomik ortamın daha güvenilir hale gelme-
si ve sağlık sektörünün devamlı büyümesi, sektöre yabancı sermaye girişini arttırmıştır.
2006 yılı sonunda 260 milyon dolar olarak gerçekleşen ve aslında daha yeni yeni baş-
layan yabancı sermaye girişindeki bu artış aynı zamanda sağlık sektörünün büyümeye
açık olduğunun da bir göstergesi sayılabilir.

Şekil 56. Bazı OECD Ülkelerinde Sağlık


Harcamalarının GSYH’deki Payı (%)
1990 2005
%
18

16 15,3

14
11,9
12
10,3
9,1
10
8,3 9
7,6 7,5 8 8,2
7,2
8 6,9
6 6,1 6 6,5
6
4,3
3,6
4

0
Türkiye

Kore

İrlanda

Japonya

İsveç

Belçika

İspanya

Amerika

Ortalama

Türkiye sağlık sistemindeki büyümeye işaret olabilecek diğer bir faktör de kişi başına dü-
şen ilaç tüketimidir. Bazı Avrupa ülkeleri ve gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye
bu bakımdan oldukça gerilerde kalmaktadır. Yıllık ilaç tüketimi Amerika’da 846 dolar,
Japonya’da 529 dolar iken Türkiye’de bu rakam sadece 95 dolar seviyesinde kalmıştır.
Türkiye ilaç sektöründe büyük oranda dışa bağımlı bir pazar konumundadır. Ankara Ti-
caret Odası (ATO) ve Tıp Kurumu’nun birlikte hazırladığı ‘İlaçtaki Ur: Dışa Bağımlılık’ adlı
raporundaki tespitlere göre; Türkiye’nin 2004 yılında ilaç ve diğer eczacılık ürünleri ithalatı
2,5 milyar dolara ulaşırken, ilaçta ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 10’un da altına
düşerek bu alandaki ticaret açığı 2 milyar dolara çıkmıştır. AB ülkeleri ise ilaç ticaretinde
yılda 40 milyar avro fazla vermektedir. Uluslararası ilaç şirketleri Türkiye’deki ilaç pazarının
yüzde 60’ından fazlasını elinde tutarken, sektörde yaşanan hızlı tekelleşme ise pazarın re-
kabetçi yapısını bozmaktadır. Uluslararası şirketlerin patent, veri koruması ve veri imtiyazı
gibi avantajları nedeniyle ithal edilen ilaçlar içeride pahalıya satılabilmektedir.
2006 yılında Türkiye’de 9.5 milyar YTL değerinde 1.2 milyar kutu reçeteli ilaç satışı yapıl-
mış, buna göre ilaç pazarında %11, 5 bir büyüme kaydedilmiştir. 1990 yılında 15 yaş altı
nüfusun toplam nüfusa oranı %35, 65 yaş ve üzerindekiler ise %4,2 iken, 1996 yılında
bu rakamlar %31,7 ve %4,8 olmuştur. 2025 yılında da 15 yaş altındaki nüfusun %22,9
ve 65 yaş ve üzeri nüfusun %9,0 olması beklenmektedir. Bu rakamlar göstermektedir ki,
148 149
sağlık hizmetlerinde yapılan iyileştirmeler sonucu Türkiye’nin nüfusu giderek yaşlanmaktadır ve
21. yüzyılda sunulacak sağlık hizmetlerinin bu doğrultuda değişmesi gerekmektedir. Ortalama
insan ömrünün uzaması, gerek ilaç kullanım miktarlarını gerekse doktora başvurma oranlarını
arttıracağından, sağlık sektörü açısından gelişmiş ülkelerle aramızdaki bu büyük farkın gelecek
yıllarda kapanması beklenmektedir.

Şekil 57. Kişi Başına İlaç Tüketimi – 2005


(Fabrika Satış Fiyatı – dolar)

ABD 846

Japonya 529

Fransa 501

Belçika 451

Kanada 419

Yunanistan 396

Almanya 385

Portekiz 369

İspanya 352

İtalya 341

Avustralya 327

İngiltere 326

Hollanda 265

Polonya 121

Türkiye* 95

0 200 400 600 800 1000

Sektörün büyümesinin önünde bazı engeller de söz konusudur. Türkiye’de her 1000 kişiye ortala-
ma 1,5 doktor düşmektedir. Bu durum dünya standartları ile karşılaştırıldığında Türkiye’nin son sı-
ralarda yer aldığını göstermektedir. Hatta OECD ülkeleri arasında yapılan araştırmalarda da Türki-
ye 1,5 doktor oranı ile son sırada yer almaktadır. Sağlık personeli ve hekim yetersizliği, Türkiye’de
sağlık sektörünün büyümesinin önündeki en büyük engeldir. Doktor sayısının azlığı hasta bakı-
mının yetersiz olduğunun, düşük verimle çalışıldığının bir göstergesi olabilir. Buradan yola çıka-
rak sektörün kapasitesinin tam olarak kullanılmadığını söyleyebiliriz. Bu sorun karşısında devlet
bir takım düzenlemelere başvurmuştur. Sağlık hizmetlerinin etkili, verimli ve hakkaniyete uygun
bir şekilde organizasyonu, finansmanının sağlanması ve sunulması amacıyla Sağlık Bakanlığı ta-
rafından hazırlanan ‘’Sağlıkta Dönüşüm Raporu’’ sağlık sektörünün geleceği bakımından önemli
sinyaller vermiştir. Raporun temel amacı, Dünya Sağlık Teşkilatının “21. Yüzyılda Herkese Sağlık”
politikasını, Avrupa Birliği tarafından açıklanan “Katılım Ortaklığı Belgesi” ve ülkemiz tarafından
hazırlanan “Ulusal Program” doğrultusunda Türk Sağlık Mevzuatı’nın, Avrupa Birliği Sağlık Mevzu-
atı ile uyumlu hale getirilmesi ihtiyacını ve diğer uluslar arası deneyimleri de dikkate almaktadır.
Önümüzdeki yıllarda, yönetimsel verimliliğin artırılması, sürekli sağlık profesyoneli gelişimi, has-
tayı merkeze alan entegre bakım anlayışı gibi sağlık sektöründe yer alan kuruluşların maliyetleri
düşürmeye yönelik gerçekleştirmeleri gereken temel esaslar vardır. Bunun yanında teknolojinin
kullanılmasına yönelik çalışmalar yapmaları da bir zorunluluk olarak görülmektedir 26.

26
www.cisco.com/web/TR, 2007.
6.11
TURİZM SEKTÖRÜ

Bacasız fabrika olarak tanımlanan Turizm sektörü günümüzün yükselen sektörlerinin


içinde başta gelmektedir. Ülkelerin turizme gösterdikleri ilgi kısaca aşağıdaki nedenler-
den dolayıdır:
• Turizm ülkelerin döviz girdisini arttırmakta ve böylece ödemeler dengesine katkı
sağlamaktadır.
• Emek yoğun bir sektör olması sebebiyle geniş bir alanda istihdam sağlayarak işsizliği
azaltmaktadır.
• Devletler için yeni vergi alanları oluşturmaktadır.
• Beraberinde gıda, inşaat ve daha birçok sektörün gelişimine katkıda bulunmaktadır.
• Sektörün talebi her gecen gün artmaktadır.
• Gelişim maliyetlerinin diğer sektörlere göre daha düşük olması.
• Ülkeyi tanıtıcı etkisi.
• Talep sahibi olan turistin malın bulunduğu yere kadar gelmesi.
Nitekim Dünya Turizm Örgütü (UNWTO)’ nun verilerine göre tüm dünyada turizm sektö-
rü uluslar arası turist sayısı itibariyle 2005 den itibaren 43 milyon’luk bir artış göstererek
846 milyon uluslararası turist sayısına ulaşmıştır. 2006 yılı itibariyle bir önceki yıla göre
uluslararası turist sayısı %5,4’lük bir artış kaydetmiş ve beklentileri aşmıştır. Şekil-60’ta
gösterildiği üzere, sadece turist sayısı artmamakta, aynı zamanda turizm ekonomisi de
yıllık bazda 700 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulamış bulunmaktadır. En son 2006 yılında
uluslararası turistlerden elde edilen gelir dünya çapında 57 milyar dolarlık artışla 733
milyar doları bulmuştur. Tüm dünya, ülke ve turizm bölgelerinde artış yaşanmıştır ve
bu da turizm sektörünün ne kadar büyük bir hızla büyüdüğünü göstermektedir. Gelen
turistler yoğunlukla barınma, yiyecek ve içecek, yerel ulaşım, eğlence ve alışverişe para
harcamaktadır. Buna göre bu alanlara yönelik hizmetlerde kalite ve katma değer artırıl-
dıkça elde edilecek gelir artabilecektir.

Şekil 58. Yıllara Göre Dünyada Turist Sayısı ve Turizm Gelirleri

900

800

700

600

500

400

300
Gelen Turist Sayısı (Milyon
200
Elde Edilen Gelir (Milyar ABD Doları)
100

0
1990

1991

1992

1993

1994

1995

1996

1997

1998

1999

2000

2001

2002

2003

2004

2005

2006

150 151 Kaynak: World Tourism organisation, 2006


Türkiye’de turizm sektöründeki gelişmelere gelecek olursak, tabii güzelliklerinin yanı sıra, tarihi ve
kültürel zenginlikleri ile de tam bir turizm cenneti olan Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu’nun son
yayınlanan raporuna göre Turizm rekabetçilik endeksinde 4.31 puan ile 52. sırada yer almaktadır.
Bu potansiyeli ile Türkiye’nin endekste İzlanda, Finlandiya, Malta, Katar gibi ülkelerin gerisinde
kalmış olması sektörde bir şeylerin yanlış gittiğini göstermektedir. Özellikle Türkiye ile aynı sıra-
larda olması beklenebilecek olan komşumuz Yunanistan’ın 24. sırada yer alması bir potansiyelini
gerçekten nasıl kullanılamadığını açıkça göstermektedir27 .

Tablo 37. Türkiye’nin Dünya Turizmindeki Yeri

Gelen Turist Sayısı

Sıra Milyon Değişim%

2005 2006* 05/04 06*/05


1 Fransa 75.9 79.1 1.0 4.2
2 İspanya 55.9 58.5 6.6 4.5
3 ABD 49.2 51.1 6.8 3.8
4 Çin 46.8 49.6 12.1 6.0
5 İtalya 36.5 41.1 -1.5 12.4
6 İngiltere 28.0 30.7 9.2 9.3
7 Almanya 21.5 23.6 6.8 9.6
8 Meksika 21.9 21.4 6.3 -2.6
9 Avusturya 20.0 20.3 3.0 1.5
10 Rusya Federasyonu 19.9 20.2 0.2 1.3

Elde Edilen Gelir


ABD $

Sıra Milyon Değişim%

2005 2006* 05/04 06*/05


1 ABD 81.8 85.7 9.7 4.8
2 İspanya 48.0 51.1 6.0 6.6.
3 Fransa 42.3 42.9 3.5 1.5
4 İtalya 35.4 38.1 -0.7 7.7
5 Çin 29.3 33.9 13.8 15.9
6 İngiltere 30.7 33.7 8.7 9.8
7 Aymanya 29.2 32.8 5.4 12.3
8 Avustralya 16.9 17.8 11.0 5.8
9 Türkiye 18.2 16.9 14.2 -7.2
10 Avusturya 16.0 16.7 2.8 4.0

Kaynak: World Toruism Organisation ( UNWTO, 2007. * Tahmin

27
www.weforum.org, 2007-2008.
Türkiye sahip olduğu büyük potansiyeline rağmen dünyada turizm ekonomisinde he-
nüz lider ülkelerden biri haline gelebilmiş değildir. Tablo-37’de en çok turist çekebilen
ilk on ülke ile en çok turizm geliri elde eden ilk on ülke verilmektedir. Buradan açıkça gö-
rüleceği üzere Türkiye henüz en çok turist çeken ilk on ülke arasında bulunmamaktadır.
Ancak son yıllarda turist sayısında kaydedilen artış ivmesinin devam etmesi durumunda
birkaç sene içinde Türkiye’nin ilk on ülke arasında gireceği tahmin edilebilir.
Sektörde kaydedilen bu büyük hamleye rağmen bunun 2002 yılından beri kaydedilen
genel ekonomik performansın altında kaldığı görülmektedir. Son yıllara % 7 civarında
reel bir hızla büyüyen Türkiye ekonomisinde turizmin oransal olarak GSMH, ihracat ve
ithalatı karşılamadaki performansının atbaşı gitmediği görülmektedir. Şöyle ki; turizm
gelirlerinin GSMH’dan aldığı pay ilk defa 2003 yılında %2’nin üzerine çıkmış, 2005 yılın-
dan beri de %3 barajını zorlamaya başlamıştır. Aynı şekilde turizm gelirlerinin ihracat
gelirlerine oranı da

Tablo 38. Türkiye’nin Başlıca Turizm İstatistikleri

Gelen Çıkan
Gelir Gider Denge
Turist Vatandaş
Yıl Milyar $ Milyon Milyar $ Milyon Milyar $

1996 5, 9 8 614 085 1, 2 4 260 701 4, 6

1997 8, 0 9 689 004 1, 7 4 632 876 6, 3

1998 7, 8 9 752 697 1, 7 4 601 349 6, 0

1999 5, 2 7 487 285 1, 4 4 758 211 3, 7

2000 7, 6 10 428 153 1, 7 5 284 336 5, 9

2001 10, 0 11 618 969 1, 7 4 856 143 8, 3

2002 11, 9 13 256 028 1, 8 5 131 071 10, 0

2003 13, 2 14 029 558 2, 1 5 928 454 11, 0

2004 15, 8 17 516 908 2, 5 7 299 458 13, 3

2005 18, 1 21 124 886 2, 8 8 246 056 15, 2

2006 16, 8 19 819 833 2, 7 8 274 793 14, 1

Kaynak: TÜİK, DTM, Merkez Bankası kaynaklarından yazar tarafından derlenmiştir.

Son yıllarda girilen hızlı yapısal dönüşüm sürecinde Türk ekonomisinin genel trendi hem
hizmet ve hem de sanayi sektörlerinde üretimin ve talebin genişlemesi yönündedir. Bu
nedenle turizm, ekonominin genel trendine uygun olarak gelişmektedir. Türkiye’nin ge-
leneksel tarım ve sanayi ürünleri ihracatından, gerekli döviz gereksinimini bütünüyle ka-
patacak bir gelişme beklemek, kısa ve orta vadede gerçekleşmesi zordur. İşçi dövizleri ve
dış finansman girdileri ise her zaman istenen boyutlara ulaşamamakta, hatta işçi döviz
gelirler artık anlamsız düzeylere gerilemiştir. Bundan dolayı aktif dış turizmin, Türkiye
152 153
için önemli döviz girdisi sağlayabileceği görülmektedir. Çünkü turizmde bir ülkenin mal ve hiz-
metlerini müşterinin ülkesine kadar göndermek zorunluluğu yoktur. Böylelikle, ihracı mümkün
olmayan servet ve hizmetler bir döviz kaynağı haline getirilebilmektedir.
Bu meyanda döviz eldesi, katma değer yaratma, istihdama ve gelire katkısı, diğer sektörlere yö-
nelik ileri ve geri beslemeleri, Türkiye’ye vizyon olması ve imaj yaratması gibi birbirinden değerli
bir çok kriter bir araya getirildiğinde, Türkiye’nin bu sektöre Kalkınmada Milli Öncelikli sektörler
bağlamında yaklaşması gerektiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca, turizm sektöründe son derece kısıtlı olan yabancı sermaye girişlerinin artırılması için de
gerekli çaba gösterilmelidir. Yatırımlar için gerekli olan fonların azlığı, kitle turizminde tecrübe
sahibi kurumlardan yararlanma gereksinimi, risk paylaşımını sağlama ihtiyacı gibi nedenlerle tu-
rizmde yabancı sermaye konusunun kritik bir önemi vardır.
“Turizm konusunda hukukî anlamda bağlayıcılığı olan bir Topluluk politikası olmamasına rağ-
men, AB müktesebatı içinde son derece önemli bir yeri olan turizme ilişkin düzenlemeler, yöner-
geler, kararlar ve tavsiyeler Türk Turizm sektörüne çeşitli alanlarda yeni yükümlülükler getirecek-
tir. AB’nin özellikle tüketicilerin korunması, bilgi teknolojileri, çevre ve sürdürülebilir gelişme ile
ilgili politikalarına Türkiye’nin uyumu, aynı zamanda Türk turizm sektörünün Avrupa Birliği turizm
sektörüne uyumunu kolaylaştıracağını belirtmek yerinde olur” 28. Dolayısıyla, turizm sektöründe
faaliyet gösteren kuruluşların Avrupa Birliği standartlarında hizmet vermeyi bir hedef haline ge-
tirmesi gerekmektedir; hatta gelecek yıllarda yaşamını sürdürebilmesi açısından bu standartlar
bir zorunluluk olarak düşünülmelidir.
Turizm sektöründeki kuruluşların geleceği açısından bir diğer önemli konu da genişleme süreçle-
ridir. Sektördeki diğer şirketleri satın alma ya da şirket evliliği yoluyla pazar payını artırmak, yani
yatay bir genişleme stratejisi izlemek yeterli olmayabilir. Bunun yanında, özellikle seyahat acente-
leriyle otel işletmelerinin birleşmesi yoluyla izlenecek dikey genişleme stratejileri bu kuruluşlara
önemli avantajlar getirecektir.Türkiye’nin turizm açısından dünya ile rekabeti noktasında, diğer ül-
kelere nazaran hangi alanlarda mukayeseli üstünlüklere sahip olduğu belirlenerek bu alanlardaki
yatırımların artırılması akılcı bir davranış olacaktır. Turizm denince akla ilk gelen yaz turizmiyle be-
raber turizmin birçok çeşidi vardır özellikle ülkemizdeki turizm çeşitleri şöyle sıralanabilir; Sağlık
ve Termal Turizmi , Kış Turizmi, Yayla Turizmi, Mağara Turizmi, Av Turizmi,Kongre Turizmi, Dağcılık,
Gençlik Turizmi, Yat Turizmi,İnanç Turizmi, Akarsu-Rafting Turizmi, Su Altı Dalış, Hava Sporları.
TUİK’in vatandaş giriş anketlerine göre ülkemize giren turist sayısında düzenli bir artışı görülür-
ken, giriş nedeni olarak, bazı alanlarda düşüşler gözlenmektedir. Özellikle, giriş nedeni olarak kül-
türü gösteren turist sayısındaki azalma dikkat çekicidir. 2003 yılında 67 bin kişi seviyesinde olan
bu rakam 2006’da yaklaşık 30 bin kişiye düşmüştür. Ülkemizin tarihi ve kültürel zenginlikleri ve çe-
şitliliği düşünüldüğünde kültür turizmi açısından büyük bir potansiyelin mevcut olduğu aşikardır.
Bu potansiyelin yeterince kullanılamıyor olması, tanıtımdaki yetersizliğe ve dünyada ve özellikle
Avrupa’da var olan bozuk imajımıza dayanıyor. Bu konuda devlete olduğu kadar sektörde faaliyet
gösteren kuruluşlara da görevler düşmektedir. Zira, ülkemizde konaklayan turistlere gösterilen
muamele ve verilen hizmetin kalitesi, imajımızı etkileyen önemli bir faktördür. Kültür turizminin
yanı sıra eğlence, spor, sağlık, dağ ve yayla turizmine ilişkin çalışmalar da yaygınlaştırılmalıdır.
Sonuç itibariyle Türkiye’de turizm sektörünün alması gereken mesafe ve büyük bir potansiyel var-
dır. Sektörde stratejik bir yol haritasının çıkartılması ve yeterli bir girişimciliği çekilmesiyle beraber
büyük bir katma değer, istihdam, gelir ve döviz alanının olduğu görülmektedir.

28
www.tursab.org.tr, 2004.
6.12
LOJİSTİK SEKTÖRÜ

Lojistik, müşteri taleplerini karşılamak amacıyla, hammaddenin üretildiği noktadan, son


ürünün tüketildiği noktaya kadar olan tedarik zinciri içindeki malzemelerin hareketinin
çift yönlü olarak depolanması, planlanması, uygulanması ve kontrol edilmesi anlamına
gelmektedir. Lojistik, bir ülkenin dağıtım etkinliği ve enerji maliyetlerini de etkilediği için
önemli ekonomik parametrelerden biridir. Son yıllarda ülkelerin dış ticaretlerindeki artış,
lojistik hizmetlerine olan talebi de yükseltmeye başlamıştır.
Bilindiği üzere, mal ve hizmet maliyetlerinde en büyük etkenlerden birisi de taşıma mali-
yetleridir. Lojistik sektörünün verimliliği, birçok sektöre doğrudan etki yaparak ülke eko-
nomisinin rekabet gücünü artıran unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir.
Türkiye jeo-stratejik konumu itibariyle, üç büyük kıtanın ortasında ulaşım ve dağıtım
hizmetleri için dünyanın lojistik merkezlerinden birisidir. Son yıllarda taşımacılık hizmet-
lerine olan hızlı talep artışı, lojistik sektörünü sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en hızlı
gelişen sektörlerinden birisi haline getirmiştir.

6.12.1
Mevcut Durum
Şekil-59 ve 60’dan da anlaşılacağı üzere, lojistik sektörünün de içinde bulunduğu ulaştır-
ma ve haberleşme sektörünün GSMH içindeki payı 1998’den günümüze hızla artmıştır.
Ayrıca bu sektörün GSMH içindeki oranında da son yıllarda az da olsa bir artış dikkati
çekmektedir. Verilerden de anlaşılacağı gibi sektör son yıllarda ülkemizde gelişme trendi
yakalamış, iş oluşturma ve büyüme potansiyeli açısından öne çıkan sektörlerden birisi
olma yolunda ilerlemektedir.

Şekil 59. Ulaştırma ve Haberleşme Sektörünün GSMH Katkısı


90,000
80,903
80,000
71,655
70,000
62,009
60,000
53,846
50,000
41,821
40,000
28,159
30,000
17,646
20,000
7,103 10,868
10,000

0
1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Milyon $

Kaynak: TUİK

154 155
Şekil 60. Ulaştırma ve Haberleşme Sektöründe Büyüme (%)

% 90
76,7
80

70
62,4
59,6
60
53,0
48,5
50

40
28,8
30

20 16,0 15,2 15,6 12,9


13,3 13,9 14,0 15,2 15,1 14,5 14,7 14,1
10

0
1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006

Yıllar
Sektör Payları Gelişme Hızı, %

Kaynak: TUİK

Lojistik, ülkedeki ekonomik gidişattan doğrudan etkilenen bir sektördür. Ekonomik göstergelerin
iyiye gittiği dönemde iş hacminin arttığı; durgunluk ve kriz dönemlerinde ise lojistik hizmetle-
rine talebin azaldığı ve sektörün daraldığı görülmüştür. Türkiye ekonomisinin kırılganlığı ve dış
piyasalardan çabuk etkilenen yapısı, lojistik sektörünü de olumsuz etkilemektedir. 2001 yılındaki
ekonomik krizden sonra ülkemizde ekonomik alanda atılan kararlı adımlar sonucunda, ülkemizin
dış ticaret hacminin dünyayla paralel olarak artması, lojistik sektörünü olumlu yönde etkilemiştir.
Yıllara göre bakılırsa, ithalatın her zaman ihracatı bastırdığı açıktır. Lojistik sektörü, ülkemiz ihraca-
tı için daha verimli kullanıldığı takdirde ihracatın ithalatı karşılama oranının yükselmesi mümkün
olacaktır.
Ülkemizde taşımacılık; karayolu, demiryolu, havayolu, denizyolu ve boru hattı taşımacılığı olmak
üzere belli başlı alanlara ayrılır. TUİK verilerine bakıldığında, Türkiye dış ticaretinin %86’sı deniz-
yolu taşımacılığıyla gerçekleşmektedir. Bunu %11.9 ile karayolu taşımacılığı izlemektedir. Yurtiçi
taşımacılık verilerine bakıldığında ise %94.4 ile karayolu taşımacılığı baskın bir şekilde ilk sırada-
dır. Bunda, terminal noktalarındaki yatırım maliyetlerinin düşük olması etkilidir. Ancak ağırlık ve
boyut konusundaki sınırlamalar; kötü hava koşulları ve trafik problemleri, karayolu taşımacılığın-
da sorunlar yaratabilmektedir. Ayrıca kara yolu taşımacılığı deniz ve demir yolcu taşımacılığına
göre çok daha pahalıdır.
Denizyolu taşımacılığı ise ilk yatırımı karayoluna oranla daha pahalıya malolmasına rağmen, de-
ğişken maliyetlerinin oldukça az olması nedeniyle avantajlıdır. Öte yandan demiryolu taşımacı-
lığının yatırım maliyetleri bir hayli yüksek olduğundan, ülkemizde bu yöntem, genellikle devlet
tarafından kurulmuş ve işletilmiştir. İklim koşullarından daha az etkilenmesi ve harcanan enerji
miktarlarının daha düşük olması nedeniyle demiryolu taşımacılığı oldukça cazip bir yöntemdir.
Hava yolu taşımacılığının ülkemizde daha az tercih edilir olmasının başlıca nedeni ise yatırım
maliyetlerinin ve işletme giderlerinin yüksek olmasıdır. Ancak sağladığı hız avantajı nedeniyle,
depolama maliyetlerini azaltmaktadır. Ancak son yıllarda hava yolu taşımacılığı bilhassa yolcu
taşımacılığında büyük bir ivme kazanmış, taşınan yolcu hacmi, elde edilen gelir ve hizmet kalitesi
artmış, buna rağmen rekabet sayesinde fiyatlar bir hayli gerilemiştir. Boru hattı taşımacılığı ise
doğalgaz, ham petrol, petrol ürünleri ve buna benzer sıvı ya da gazların taşınmasında
kullanılmaktadır. Sabit maliyetlerinin oldukça fazla olması nedeniyle özel işletmeler ta-
rafından tercih edilen bir yatırım yöntemi değildir. Devlet tarafından kurulur ve işletilir.

6.12.2
Sektörün Sorunları ve Çözüm Önerİlerİ
Ülkemizde lojistik ve taşımacılık sektörünün önde gelen kuruluşlarından biri olan Ulusla-
rarası Taşımacılık ve Lojistik Hizmet Üretenleri Derneği’ne (ÜTİKAD) göre sektörün tem-
silcileri tarafından dile getirilen bazı sorunlar vardır.
Vize geçiş ve gümrük sorunları, gümrük kapılarında beklemelere neden olarak, lojistik
sektöründe iş yapan firmaları zaman kaybına uğratmaktadır. Sektörün temsilcileri mev-
cut gümrük ve serbest bölge mevzuatının AB müktesebatı ile uyumlu hale getirilmesini
istemektedir. Gümrük bölgelerindeki iş süreçlerinin, belge ve döküman akışlarının basit
hale getirilmesi ve hızlandırılması ile gümrük kapılarında beklemelerin en aza indirgen-
mesi mümkün olabilir.
Sektörün büyümesi önündeki en önemli engellerden biri deniz, hava, kara ve demir-
yolları arasındaki irtibatın kopukluğudur. Maliyet, güvenlik, hız ve coğrafî koşul para-
metreleri dikkate alınarak transit taşımacılığın önü açılmalıdır. Türkiye özellikle Orta Asya
devletleri ile yüksek miktarlarda ticaret yapmaktadır. Bu ülkelerle olan demiryolu ağının
geliştirilmesi, yurtiçi ve yurtdışı taşımacılığının etkin bir biçimde birbirine bağlanması
için önem taşımaktadır. Bu konuda Türkiye-Gürcistan-Orta Asya Cumhuriyetleri arasında
atılan adımlar son derece önemlidir.
Demiryolu hatları üzerinde özel sektöre ait trenlerin işletilmesi için gereken hukukî dü-
zenlemeler yapılması, demiryolu taşımacılığının gelişmesi için hayati önem taşımakta-
dır.
Hükümetlerin geçtiğimiz yıllar boyunca, lojistik ve taşımacılık sektörüne gereken önemi
vermemesi sektörün gerçek potansiyelini yakalamasına engel olmuştur. Gerekli sektörel
planlamaların acilen yapılması ve ülkemizin lojistiğe yönelik üstünlüklerinin uluslarası
düzeyde tanıtım ve pazarlamasına gerekli önemin verilmesi ihtiyacı vardır. Bu konuda
yavaş işleyen ve engel çıkaran bürokrasi sorununa çözüm bulunmalıdır.
Öte yandan, denizcilik taşıma bedeli olan navlun artışları, Uzakdoğu ihracatçılarına karşı
ülkemiz üretici ve ihracatçısının rekabet gücünü azaltmaktadır. İhracatçılarımızın reka-
bet gücünü artırabilmesi için navlun artışlarının makul düzeyde kalması sağlanmalıdır.
Sektörün gelişimine katkıda bulunabilecek bir diğer strateji ise dış yatırımların desteklen-
mesidir. Lojistik alanına yatırım yapacak şirketlere devlet gereken kolaylığı sağlayıp destek-
lemeli, bu konuda uluslararası şirket birleşmeleri ve işbirliğini teşvik etmelidir. Dış kaynak
kullanımının artabilmesi için ülkedeki ekonomik istikrarın sürekliliğinin korunması gerek-
mektedir. Bu bağlamda sektörde iş yapan firmaların kurumsal çerçeveye oturtulabilmesi
için gereken yasal düzenlemeler yapılmalı, kurallar koyulmalıdır.
Öte yandan, sektörde yer alan ve KOBİ tanımına giren şirketlerin, devletin ve Avrupa
Birliği’nin KOBİ kapsamındaki teşviklerinden daha fazla yararlanmasının sağlanması, bu
sektöre yatırım yapmayı düşünen girişimciler için bu sektörü cazibe merkezi haline ge-
tirmede önem taşımaktadır.
156 157
7•
BİR GİRİŞİMCİLİK FİDANLIĞI OLARAK KOBİ’LERDE BİR
DURUM TESPİTİ

2 2001 krizi sonrasında Türkiye’de hızlı bir yapısal dönüşüm ve bunun beraberinde getir-
diği bir dışa açılma söz konusudur. Bu süreçte rekabet de son derece yoğunlaşmış, tek-
nolojik gelişmelere paralel olarak ürün devrelerinin ömrü azalmış, rekabette öne geçe-
bilmek için bazı sektörlerde ilk başlangıç yada sabit sermaye maliyetleri bir hayli artmış
veya bilgi teknolojilerinde olduğu gibi çok daha az kaynak harcayarak büyük neticeler
elde etmek mümkün olmuştur. Son yıllarda büyümenin kaynağı büyük bir ağırlıkla ve-
rimlilik noktasına kaymıştır.
Böyle bir ortamda üretimde, istihdam ve gelir oluşturmada, hatta sürdürülebilir bir ih-
racat hamlesinin arkasındaki mekanizma olarak varlığı kritik değer ifade eden KOBİ’leri
güçlendirilmesi ve rekabette ayakta kalabilmelerinin sağlanması son derece önemli hale
gelmiştir. Bu meyanda KOBİ’lerin her şeyden önce “farkındalıklarının” ve fırsatları içsel-
leştirebilmeleri yönündeki “kabiliyetlerinin” artırılması, bu sürecin sonunda da kaynak
yapısının güçlendirilmesi, dışa dönük üretim yapan rekabetçi sektörlerle ile ortak değer
zincirinin içine katmak suretiyle ayakta kalmalarının sağlanması mümkün olacaktır.

7.1
KOBİ’LERİN EKONOMİDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

KOBİ; “ikiyüzelli kişiden az yıllık çalışan istihdam eden ve yıllık net satış hâsılatı ya da
mâlî bilançosu yirmi beş milyon Yeni Türk Lirasını aşmayan, yönetmelikte mikro işletme,
küçük işletme ve orta büyüklükteki işletme olarak sınıflandırılan ekonomik birimlerdir.”1

1
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 28/7/2005 tarihli ve 5674 sayılı yazısı üzerine, 3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Ba-
kanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 19/10/2005
158 159 tarihli kararı 4. madde
Bu tanım genel olup, KOBİ kavramı daha çok göreli bir büyüklüğü ifade eder. Bu büyüklük; sa-
nayileşme düzeyine, pazarın büyüklüğüne, işletmelerin çalışmalarına, sürdürdükleri iş kollarına
ve kullanılan üretim tekniklerine bağlı olarak ülkeler arasında değişiklikler göstermektedir. Hatta
büyüklük ölçüsü aynı ülkede bölgeler arasında ve iş kollarına göre de değişebilmektedir.2
Türkiye’deki işletme sayısı 1.720.598 olup, işletmelerin sektörel dağılımlarına bakıldığında en bü-
yük payı % 46,19 ile ticaret sektörünün oluşturduğu görülmektedir. İmalat sektöründe ise toplam
işletmelerin %14,35’ini oluşturan 246.899 firma yer almaktadır (Tablo-39).
Bilindiği üzere hizmet sektöründeki işletmeler KOBİ kapsamında değerlendirilmemektedir. İçle-
rinde KOBİ’lerin de yer aldığı imalat sanayindeki işletmelerin ölçeklerine göre dağılımı Tablo-40’ta
verilmektedir. Burada, mikro ölçekli olarak tanımlanan 1 ila 9 işçi çalıştıran işletmelerin, toplam
imalat sanayi işletmelerin %89,12’sini oluşturarak en yüksek paya sahip oldukları görülmektedir.3
İmalat sanayindeki işletmelerin ölçeklerine göre dağılımına (Tablo-40) göre de, mikro ölçekli ola-
rak tanımlanan 1 ila 9 işçi çalıştıran işletmelerin, toplam işletmelerin %89.12’sini oluşturarak en
yüksek paya sahip oldukları görülmektedir.

Tablo 39. İşletmelerin Sektörel Dağılımı

Sektörler İşletme Sayısı % Çalışan Sayısı %


Ticaret 794.715 46,19 2.048.2644 32,38

İmalat 246.899 14,35 2.043.815 32,31

Ulaştırma, Depolama, Haberleşme 244.490 14,21 500.104 7,91

Otel ve Lokantalar 163.112 9,48 526.845 8,33

Diğer Sosyal, Toplumsal ve Kişisel Hizmet Faaliyetleri 90.919 5,28 213.400 3,37

Gayrimenkul, Kiralama ve İş Faaliyetleri 90.473 5,26 325.697 5,15

İnşaat 35.702 2,07 229.400 3,63

Sağlık İşleri ve Sosyal Hizmetler 31.546 1,83 99.966 1,58

Mali Aracı Kuruluşların Faaliyetleri 13.538 0,79 123.178 1,95

Eğitim Hizmetleri 5.692 0,33 76.435 1,21

Madencilik ve Taşocakçılığı 1.809 0,11 80.341 1,27

Elektrik, Gaz, Su Dağıtımı 1.703 0,10 57.591 0,91

Toplam 1.720.598 100,00 6.325.036 100,00

Kaynak: TÜİK, 2003

2
Dünya Gazetesi, http://www.dunyagazetesi.com.tr/news_display.asp?upsale_id=332321&referrer=rss
3
KOBİ, Strateji Ve Eylem Planı, 2007-2009, KOSGEB, Ocak, 2007.
Tablo 40. İmalat Sanayindeki İşletmelerin
Ölçeklerine Göre Dağılımı

Çalışan Sayısı İşletme Sayısı %


Sadece işletme sahibi 1.509 0,61
1–9 220.030 89,12
10 – 49 20.325 8,24
50 – 99 2.453 0,99
100 – 150 946 0,38
151 – 250 719 0,29
250 + 917 0,37
Toplam 246.899 100,00
Kaynak: TÜİK, 2003

7.2
SON YILLARDAKİ GELİŞMELER

Sermaye ve ciro yetersizliği, optimum ölçek ekonomilerine sahip olmama, kurumsal


yapılanmadaki eksiklikler, düşük verimlilik, varolan kaynaklardan yararlanabilmek için
gerekli şartları karşılamakta çekilen zorluklar, finansman maliyetlerinin yüksekliği ve te-
minat göstermede çekilen zorluklar KOBİ’ler bağlamında takip edilmesi gereken temel
sorun alanlarıdır..4
Yapılan diğer birçok çalışmaya ilaveten, TMMOB Makine Mühendisleri Odası tarafından
yapılan “İmalat Sektörü İle Makine İmalat Alt Sektöründe Kobi’lerin Yeri ve Önemi” konu-
lu rapor, geldiğimiz aşamada KOBİ’lerin son bir fotoğrafını çekmede ilave katkılar sağla-
maktadır. Bilindiği üzere 2001 ekonomik krizi tüm işletmeler gibi KOBİ’leri de derinden
sarsmış, üretim ve istihdam hacimleri düşmüş, finansman kaynakları daralmış, aldıkları
kredilerde ödeme güçlüğü yaşanmış, devalüasyon nedeniyle ithal girdi fiyatlarındaki
artışlar tedarik sorunlarını gündeme getirmiş, sonuçta büyük miktarda KOBİ işletmesi
kapanmıştır.
2002 yılı sonlarından itibaren toparlanan KOBİ’ler, ekonominin yapısal dönüşümü ve
küresel rekabetin de etkisiyle bir yeniden yapılanma sürecine girmiş, geldiğimiz aşa-
mada ihracat, ithalat ve katma değerden aldıkları payda anlamlı derecede iyileşmeler
kaydedilmiş, buna karşın istihdamdaki paylarında bir gerileme kaydedilmiş, kayıt dışılık
durumların ise pek bir iyileşme gözlemlenmemiştir. 2006 yılı itibariyle KOBİ’lerin toplam
katma değerlerden aldıkları pay % 28 düzeyine kadar çıkmıştır.
Dışa açılma bağlamında ise bilhassa 2002-2006 döneminde ihracata dayalı atılımın kat-
man katman yayılması KOBİ’lere de önemli bir motivasyon getirmiştir. Nitekim 2001
yılında KOBİ’lerin ihracattaki payı % 7 iken bu oran 2004 yılında % 9’a, 2006’da ise %
11’e kadar çıkmıştır. Türkiye’nin ihracat atılımının devamının gelmesi arka plandaki KOBİ
4
KOBİ özel ihtisas komisyon raporu 2007-2013.
160 161
bağının güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır. Esasen bu görece artışa rağmen KOBİ’lerin hala
ihracattan yeteri kadar pay aldıkları söylenemez. Örneğin bu oran Hindistan’da % 40, Japonya’da
38, İtalya’da ise % 29’dur.
Yine bu olumlu sürece rağmen ihracat için giderek artan oranda girdi (hammadde ve ara mal) it-
halatı yapma gereği ortaya çıkmıştır. KOBİ ithalatının toplamdaki payı 2001 yılında % 9 iken 2006
yılında % 16’ya kadar çıkmıştır. Bunda kur koşulları, küresel rekabet, Türkiye’nin artık hammadde
ithal eder bir sanayileşme seviyesine gelmiş olması ve yapısal olarak şimdilik üretimde ithal girdi
bağımlılığının devam ediyor olması önemli katkılar yapmaktadır.
KOBİ’lerin halen istihdama olan katkısı % 60 civarındadır. İstihdamdaki payın %77’ler düzeyinden
buraya gerilemiş olması aslında bu işletmelerde de yüksek katma değerli ürünlerin bir ölçüde art-
tığını ortaya koymaktadır. Ancak bu artışta, işçiliğin payı daha fazla, verimliliğin payının ise daha
düşük olması nedeniyle kârlılık oranlarında anlamlı bir artış kaydedilememektedir. Bu durum ço-
ğunluğu KOBİ statüsündeki işletmelerden oluşan İSO’nun yayınladığı İkinci Enbüyük 500 Sanayi
Kuruluşu listesine de yansımaktadır.

7.3
KOBİ’LERDE VERİMLİLİK

Türkiye’de şirketlerin verimlilik ekonomisinden ne kadar uzak olduğu ve bunun nedenleri bu ça-
lışmada daha önce açıklanmıştı. Son yıllarda ise yatırım artışlarına, bunun kalitesine ve sektörüne
bağlı olarak, bilhassa doğrudan yabancı sermaye yatırımı eksenli ve hatta ithalatın sürüklediği bir
verimlilik artışı yaşanmaktadır. Sürecin daha alt düzeylerdeki KOBİ’lere kadar inmesi için uzun bir
zaman ve çok emek gerektiği anlaşılmaktadır.
Esasen 2002 yılından beri KOBİ’lerde de verimlilik bir ölçüde artmış olmakla beraber, KOBİ’lerin
hala işgücünü etkin kullandığını ifade etmek zordur. Bilhassa kalifiye eleman ve mühendis istih-
damı gittikçe gerilemekte, KOBİ’ler adeta “kaliteden kaçarak” düşük katma değer alanlarında ka-
yıt dışı kalarak ve fiyat rekabeti yaparak yaşamaya çalışmaktadır. Son yıllarda KOBİ’lere yönelik ar-
tan destek ve özendirici araçlara karşın, teknolojik düzey yeterince yükselmemiş, Ar-Ge alt yapısı
gelişmemiştir. Başka bir ifadeyle de KOBİ’lerin oluşan fırsatları takip etmek, yakalamak ve bunları
zamanında etkinlikle içselleştirmek konusunda ciddi kapasite ve kabiliyet sıkıntıları vardır.

7.4
KREDİ VE TEŞVİKLER

Türkiye’deki KOBİ’lerin % 90’ının mikro ölçekte, yani 9 kişiden daha az çalışanı olduğu yukarıda
ifade edilmişti. Bu derecedeki küçük ölçekler, şirketlerin kapasitesini düşüren önemli bir amildir.
Nitekim mikro ölçekli KOBİ’lerin verimliliğini, uzun vadeli büyümelerini sağlayacak kurumsal, be-
şeri ve finansal kaynaklardan istifade edemedikleri görülmektedir.
Mikro ölçekli KOBİ’ler bu kaynaklardan istifade edemediklerinden, artan rekabet karşısında ayak-
ta kalabilmek için kayıt dışı yollara başvurmakta, böylece dış finansman ve kamu teşviklerine de
ulaşamamaktadırlar. Gerçekten de son beş yılda KOBİ’ler yatırımlarının % 40’ını öz kaynaklardan, %
35’ini kısa vadeli ve geri kalan % 25’ini orta/uzun vadeli kredilerden sağladıkları görülmektedir.
Her şeye rağmen son yıllarda çeşitli kanallardan KOBİ’lerin kaynak sorununun çözüm için anlamlı
ölçüde kaynak da oluşturulmuştur. Bu mecralardan biri KOSGEB destekleridir. 2001 kri-
zi sonrasında KOBİ’lere yönelik KOSGEB kredileri Tablo-41’de gösterilmektedir. Bilhassa
2004 yılında en yüksek düzeye çıkan kredi kullandırma performansının 2006 ve 2007
yıllarında son derece azaldığı görülmektedir.

Tablo 41. KOSGEB Destekleri

Proje Adedi Milyon YTL


2003 14.710 25,3
2004 21.488 103,5
2005 4811 43,1
2006 2405 13,5
2007 1130 5,7
Toplam 44.544 148

Kaynak: KOSGEB.

Bunların yanı sıra Avrupa Birliği fonları da KOBİ’ler için önemli bir finansman kaynağıdır.
Mesela AB’nin 2007-2013 yıllarını kapsayan AB 7. Çerçeve Programı dahilinde toplamda
53.2 milyar avroluk bir destek programı mevcuttur. Türkiye’nin de katkıda bulunduğu bu
kaynaklardan yerli şirketlerin pek faydalanamadığı görülmektedir.
Bir diğer finansman kaynağı da TUBİTAK tarafından oluşturulan ve Ar-Ge’ yi geliştirmeye
yönelik olan teknoloji ve yenilik geliştirme programıdır. Bu proje 1996-2006 yılları arasın-
da 1,3 milyar dolarlık bir Ar-Ge hacmi oluşturmasına karşın ödenen toplam destek tutarı
421 milyon dolarla sınırlı kalmıştır. Ayrıca bu projeden genelde büyük ölçekli firmaların
yararlandığı da bilinmektedir. Bunun nedeni ise proje geliştirmeye ayrılan kaynak ve ge-
rekli kalifiye elemanın KOBİ’lerde bulunmamasıdır.
Görüldüğü üzere son yıllarda gerek KOSGEB ve gerekse başka yollardan KOBİ’lere ulaş-
ma oranı ve kullanılabilir kaynaklar bir hayli artmıştır. Nitekim, KOBİ’ler toplam krediler-
den 2001 yılında % 3-4 aralığında değişen oranlarda pay alırken, 2006 yılı sonunda bu
oran % 25’e kadar çıkmıştır. Yeterli olmasa da bu tarihi bir gelişmedir. Mukayeseli olarak
bakıldığında ise KOBİ’lerin toplam kredilerden aldıkları pay ABD’de % 43, Japonya’da %
51, G. Kore’de % 48, Fransa’da % 49,7, İtalya’da % 39,6 ve Yunanistan’da % 26 olmaktadır.
Türkiye bu tabloda hala en alt sıralarda yer almaktadır.
Türkiye’de son yıllarda kaydedilen olumlu gelişmelerde ticari bankaların büyük bir ivme
ile KOBİ bankacılığına yönelmeleri önemli olmuştur. Daha önceleri KOBİ’lere kredi ver-
menin riskleri dile getirilirken, gelişmelere paralel olarak kredi vermeni faydaları da öne
çıkmaya başlamıştır. Ger.ekten de son yıllarda yapılan gözlemlere göre KOBİ’ler büyük
işletmelere kıyasla borcuna daha sadık davranmaktadır. Ayrıca bankalar KOBİ’lere yö-
nelerek hem riski dağıtıp hem de tahsilat oranını yükseltebilmektedirler. Bilindiği üzere
bankalar raporlamalarında artan oranlarda BASEL I ve BASEL II kriterlerini kullanmakta-
162 163
dırlar. Bu çerçevede küçük kredilerin risk ağırlığı daha düşük olacağı için bankalar bilançolarında
daha az karşılık ayırmak zorunda kalmaktadırlar. Ayrıca Türkiye’deki işletmelerin yaklaşık yüzde
99’u KOBİ olmasına rağmen kredilerden aldığı payın hala oldukça düşük olması, bankalara yeni
açılım fırsatları sağlamaktadır. Esasen KOBİ’lerde başlayan kurumsallaşma çabaları da bankalara
bu imkânı vermeye başlamıştır.
Bütün bunlara rağmen durum 1-9 kişi arasında işçi çalıştıran ve KOBİ’lerin %90’ını teşkil eden bir
çok mikro ölçekli işletme için tam da bu kadar olumlu değildir. Zira bunların çoğu büyük oranda
özkaynak veya kısa vadeli kredilerle, yenileme yatırımı veya darboğaz giderme yatırımı yapmak-
tadır. Son yıllarda yalnızca KOBİ kredisi tahsis eden bankaların varlığına rağmen KOBİ’lerin önemli
yatırımlara giremedikleri gözlenmektedir. Bu durum KOBİ’lerin “teknolojik” değişimini ve kurum-
sallaşma çabalarını önleyen bir mahiyet arz etmektedir.
Yukarıda ifade edildiği gibi, bu aşamada kaynakların varlığından ziyade ulaşılabilirliği gündeme gel-
mektedir. Bu bağlamda (i) kayıt dışı çalışan KOBİ sayısının yüksekliği, (ii) KOBİ’lerin bilançolarının tu-
tarsız ve muhasebe kayıtlarının yetersizliği, (iii) krediler için istenilen garanti ve teminatları sağlaya-
maması, (iv) çok sayıda ve dağınık olan KOBİ’lere yönelik kredilerde istihbarat maliyetinin yüksekliği,
(v) geleneksel yapılardaki KOBİ işyerlerinin bankalara güven vermemesi, (vi) KOBİ’lerin tedarikçilere
ve müşterilerine borçlanmasının daha kolay olması gibi hususlar KOBİ’lerin kredi pastasından aldığı
payın artmasını engellemektedir. Bu durumda finansman kaynakları sınırlı, kısıtlı ve oynak olan, gü-
venilir bilanço değerleri vermeyen KOBİ’lerin kurumsallaşması da mümkün olamamaktadır.
KOBİ’lerin kaynakların varlığından ziyade varolan kaynaklara ulaşmalarına bir örnek vermek gere-
kirse, örneğin Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Halk Bankası, KOSGEB, TESK ve 16 sanayi ve ticaret
odasının ortaklığıyla 1999’da kurulan KOBİ AŞ, ekonomiye katkı sağlayacak projelerin sermaye
ve yönetim desteğiyle hayata geçirilmesi amacıyla kurulmuştur. Ortak olmak ve böylece tahsis
edilen desteklerden istifade etmek üzere 2006’da 298, 2007 yılında ise 247 şirket başvuruda bu-
lundu. Bunlardan 141’i bilgilendirmeden öteye geçme başarısını gösterememiştir. Geri kalan 11’i
2008 yılı başı itibariyle beklemede iken, 11 başvurunun değerlendirmesi devam etmekte idi. 82
şirket ise değerlendirmeden sonra gerekli standartları sağlayamadığı için reddedilmiş durumda-
dır. Gelen projelerden 2006 yılında biriyle, 2007 yılında ise sadece ikisi ile ortaklık yapılabildiği
bildirilmiştir. Reddedilen 82 projede yatırım kriterlerine ve stratejilerine uygunsuzluk, sıfırdan ya-
tırım ve niyet mektubu üzerindeki anlaşmazlıklar sebebiyle girişimciye olumsuz cevap verilmiştir.
Burada ilginç olan husus, KOBİ AŞ’nin ortak bulup yararlandırmak için her ilden ortalama 60 kuru-
luşa ulaşmış olmasına rağmen sonuçta ortaya çıkan bu verimsizliktir.

7.5
KOBİ’LERİN DEĞER ZİNCİRİNE MONTE EDİLMESİ

Esasen yukarıda incelen durum şaşırtıcı bulunmamalıdır. Zira %90’ının mikro işletme büyüklüğü-
ne sahip olduğu KOBİ’lerin eleman, kaynak, bilgi, görgü, kapasite sıkıntısı içinde olacağında kuşku
yoktur. Esas olan, ekonomik ortamın ayarlanması suretiyle KOBİ’lerin verimli, dışa dönük ve reka-
betçi şirketlerle ortak değer zincirine sokularak sağlıklı olarak tanımlanmış bir tedarik zinciri içe-
risinde yaşamasına ortam ve imkân hazırlamaktır. Aksi takdirde herkes için eşit imkân ve ortamın
oluşturulması tek başına KOBİ’leri kurtaracak neticeleri beraberinde getirmeyecektir. Bu sorunun
farkında olunduğu içindir ki; AB’ne uyum çalışmalarının bir parçası olarak 2007–2009 dönemine
yönelik olarak KOSGEB tarafından KOBİ Stratejisi ve Eylem Planı hazırlanmış olup, KOBİ’lerin ve-
rimliliklerini, istihdama katkılarını, katma değer içindeki paylarını ve uluslararası rekabet güçlerini
artırmayı hedeflemektedir.
Gerçekten de bu strateji yerindedir. Zira küresel rekabet KOBİ’lerin ana şirketlerle olan
ilişkilerini ve katma değer yapısını etkilemektedir. KOBİ’ler genellikle ürettikleri malın iç
pazardaki talebini, rakiplerini, bu ürünlerin pazar payını ve gelecekteki trendini bilmeden
imalat yapmaktadırlar. Keza ürünlerinin ithalat ve ihracatı, dünya pazarındaki durumu
da yeterli ölçüde açık değildir. Bir yerde el yordamıyla hareket etmekte ve karar alma sü-
reçlerini sağlam zemine oturtmamaktadırlar. Teknik bilgileri ve teknolojik düzeyi düşük,
kullanılan beşeri sermayenin niteliği yetersizdir. Keza, kalite-maliyet optimizasyonu da
genel olarak uygulamamaktadır. Ayrıca yönetim ve organizasyon zaafları da yaygındır.
Küresel rekabet güçleri bu nedenlerden dolayı düşüktür. Bu durumda KOBİ’ler içeride ve
dışarıda büyük şirketlerle tedarikçilik ilişkisine girmekte, böylece rekabet zincirinin ern
zayıf halkasını oluşturmaktadırlar. KOBİ’ler çoğunlukla fason iş yapan işletmeler olunca,
“ucuz işgücü” avantajını kullanarak ayakta kalmaya çalışmakta, bu durum da işletmelerin
son derece kaygan ve sürdürülemez bir zeminde rekabet ettiğini göstermektedir.
Gerçekten de sipariş ana şirketin belirlediği “norm ve fiyat” direktiflerine göre yapılıp tes-
lim edilmekte olup, ana firmalar giderek kârları düşürmekte ve tedarikçi firmaları düşük
kâr marjları ile çalışmaya zorlamaktadır. Küçük firmaların pazarlık şansı düşüktür. Zira ye-
dekte başka ülkelerin KOBİ’leri, alternatif olarak beklemektedir. Bu “fason işletme” man-
tığının geleneksel tablosudur. Ayrıca ülkedeki politik ve ekonomik kriz ve dalgalanmalar
da ana şirketin siparişi iptal etme riskini gündeme getirmektedir. Bu durum KOBİ’lerin en
önemli sorunlarından biri olarak derinleşmektedir.

7.6
KOBİ’LER İÇİN BAZI SONUÇ VE ÖNERİLER

Bu şartlar altında KOBİ’lere yönelik olarak bir dizi tavsiye sunmak mümkündür.
• KOBİ'ler kümelenme modelinde olduğu gibi merkezi ve optimal bir tedarik sistemi ile
üretim girdilerini ve ham maddelerini daha ucuza temin edebilirler ve bu avantajı kâr
marjlarını artırmada kullanabilirler.
• KOBİ'ler mühendislik hizmetini bünyelerine daha fazla sindirip en az bir mühendis
istihdam edebilirler ve kalifiye işgücü kullanıp verimliliklerini artırabilirler.
• Ortak Ar-Ge ve yenilikçilik alt yapısı kurdukları taktirde tasarım ve özgün ürün yapmak
ve daha fazla rekabet gücüne sahip olmak ayrıcalığı kazanabilirler. KOBİ desteklerin-
den rasyonel bir biçimde yararlanarak katma değeri yüksek ürünler üretebilirler.
• Yönetim ve organizasyon yapılarını değiştirmek üzere ortak danışmanlık havuzların-
dan yararlanabilirler. Böylece geleneksel yapıdan çağdaş bir yapıya geçmeleri müm-
kün olabilir.
• Kredi olanaklarının artırılmasında makro düzeyde girişimde bulunmaları, bağlı ol-
dukları örgütler kanalıyla mümkün olabilecektir. Böylece bankaları ve finansman ku-
ruluşlarını zorlayabilirler.
• Son tahlilde ise KOBİ'lerin gerçek anlamda üretici olmaları ve sanayi yatırımlarına yö-
nelik rasyonel kaynakları kullanmaları, ulusal çıkarlara yönelik bir sanayileşme politi-
kası ile mümkün görünmektedir.
164 165
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER

G
Günümüzde milletlerin rekabetçi üstünlüğünü ve zenginliğini verimlilik ekonomisinde
bulundukları seviye tayin etmektedir. Bu gelişme rekabet gücünün “klasik” sayılabilecek
bileşenlerinde köklü değişikler meydana getirmiştir. Daha önceleri bir ülkenin muka-
yeseli üstünlüklerini ve bunun beraberinde getirdiği rekabet gücünü (i) İş bölümü ve
uzmanlaşma, (ii) Ülkelerin sahip olduğu yer altı ve yerüstü tabii kaynaklar ve (iii) Ulusal
tasarrufların düzeyinin belirlediği varsayılmakta idi. Bu meyanda vurgu daha çok üretim
eksenli olup, bu yüzden bazı iktisatçılar “yeter ki üret, nasıl olsa alıcısı çıkacaktır” demekte
idi. Günümüzdeki gelişmeler bu unsurları yok saymamızı gerektirmese de, önemlerinin
azalmasına neden oldu. Şöyle ki; (i) üretim paradigmasının küreselleşmesiyle uzman-
laşma ve iş bölümü, (ii) serbest ticaret ve rekabet sayesinde doğal kaynakların tahditleri
ve (iii) nihayet dünyadaki fonların fazlalığı nedeniyle de ulusal tasarrufların eksikliğinin
telafi edilebileceği bir dönem yaşanmaktadır. Bu gelişmelerden sonra günümüzde re-
kabette ağırlık teknoloji paradigmalarına, toplumsal organizasyonlara ve yönetişim
kapasitesine kaymış, bu noktada karşımıza devletlerin ve toplumların bu imkânlardan
yararlanabilme kapasiteleri çıkmıştır.
Öte yandan günümüzün en belirgin vasfı, süreklilik ve hız kazanmış olan değişimin bera-
berinde getirdiği yaygın riskler ve belirsizliklerdir. İşte belirsizlik ve risk ortamında, onlar-
ca parametreyi ucu ucuna denk getirip küresel iş organizasyonları yapmak girişimciliğin
kazandığı mahiyeti ortaya koymaktadır. Bu şartlar altında girişimcilik yeni düşüncelere
ve yeniliklere açık ve gelecekte olabilecek değişimleri öngörebilecek kapasitede kişilerin
vizyonuyla şekillenmektedir.
Girişimci, belirsizlik altında karar alabilen, kararlı ve azimli, güçlü sezgi sahibi, iyi gözlem-
ci, hayal gücü yüksek, kaynaklara ulaşabilecek ilişkiler ağına sahip, çok yönlü düşünebi-
len, ikna gücüne sahip olan, bağımsız düşünebilen, esnek, yaratıcı, kendine güvenen bir
kişilik olarak şekillenmektedir. Yeni iş fırsatlarının keşfi ve içselleştirilmesi yolunda pazar
166 167
bilgisi ile teknik bilginin birleştirilmesini ifade eden girişimcilik kapitalizmin üç ana evresinde farklı
aktörler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bireysel kapitalizmde bireysel mal sahipleri ya da ortaklar
tarafından, kurumsal kapitalizm döneminde profesyonel yöneticiler tarafından, günümüzdeki ağ
(network) kapitalizminde ise girişimcilik ağları tarafından müşterek olarak gerçekleştirilmektedir.
Batı Avrupa daha çok bireysel, Asya ise dayanışmacı girişimciliğe yatkındır.
2008 yılındaki Dünya Ekonomik Forum’unun Davos’taki zirvesine de damgasını vurduğu üzere
işbirlikçi yenilikçilik alanlarına olan ilgi tam da müşterek girişimciliğin yıldızının parladığını gös-
termektedir. Bu gün çok sayıda büyük ve küçük şirket gittikçe müşterek (ortak) bir girişime dö-
nüşmektedir. Bundan maksat; bu şirketlerin, iş fırsatlarının keşfedilmesi ve değerlendirilmesi için
gerekli bilgilerin paylaşımındaki risk ve ödülleri paylaşmak arzusudur. Ortak girişimin üyeleri
birbirleriyle direk iletişim kurarak, iş fırsatlarının keşif ve değerlendirilmesi için gerekli teknik ve
pazar bilgisini çabucak birleştirirler. Girişimsel ağlar olarak tanımlanan bu yapılarda yatırımcılar,
üreticiler, dağıtıcılar, perakendeciler ve müşteriler stratejik bir ittifakın içinde yer almaktadır. Ku-
rumsal ittifaklar aynı zamanda şirketlere yeni pazarlara ve özellikle yeni doğan piyasalara girişteki
riskleri paylaşma imkânı verir. Şirket içinde bilhassa toplam kalite yönetimi konusunda işletme
içindeki müşterek girişimcilik ön plana çıkmaktadır. Bu meyanda çalışanların çoğuna prim ve his-
se seçenekleri (opsiyon) verilmekte, doğrudan yönetimsel kontroller yerine, sağlam bir kurumsal
vizyonun önemi vurgulanmakta ve böylece her çalışan giderek bir girişimciye dönüşmektedir.
Şirket dışında ise gün geçtikçe daha çok firma kendisi ile tedarikçileri, dağıtıcıları, müşterileri ve
rakip firmaları ayıran dış bariyerleri de azaltmaktadır. Üreticiler ulaştırma zamanını ve depolama
maliyetlerini azaltmak için tedarikçilere, dağıtıcılara ve perakendecilere giderek daha yakın çalış-
maktadır. Yeni pazar eğilimlerini belirlemek ve ürün kalitesini artırmak için müşterilerle üreticiler
yakınlaşırken, eski rakipler de yeni iş fırsatlarından istifade etmek için birbirine yakınlaşmaktadır.
Müşterek girişimcilik denildiğinde konsorsiyumların kurulması ve çeşitli düzeylerde ortaklıklara
gidilmesi ilk akla gelendir. Her şeyden önce her sektör bireysel ya da müşterek girişimciliğe el-
verişli olmadığı gibi bunu gerektirmeyebilirdir. Bir diğer ifade ile bazı sektörlerde müşterek, bazı
sektörlerde ise bireysel girişimcilik öne çıkabilir. Örneğin sabit maliyetlerin çok yüksek, ele edile-
cek ürünün pozitif dışsallığı ve/veya kamusal mal mahiyeti arttıkça bu tür sektörlerde müşterek
girişimciliğin mutlaka ön plana çıkartılması gereği vardır. Bu sektörlerde ortak laboratuar kurul-
ması, ortak yatırımların yapılması, ortak ürün geliştirilmesi son derece gerekli olmaktadır.
Türkiye’nin küresel bütünleşme çağında karşılaştığı en büyük tehditlerin başında hala sağlam bir
girişimci sınıfı oturtamamış olması gelmektedir. Türkiye uygulaması girişimciliğin neden güdük
kaldığı konusunda aşağıdaki gibi birtakım dersler sunmaktadır:
Tarihsel olarak bakıldığında girişimciliğin gelişmesi ve sermaye birikimi konusunda bir din olarak
İslamiyet’ten kaynaklanan sorun olmadığı gibi, tersine, hem felsefi değerler seti olarak, hem de
fiili olarak uygulamada teşvik edilmiştir.
Girişimcilik üzerinde devletin sürekli müdahaleciliğinin ve bu meyanda diğer ekonomik politika-
ların derin etkileri olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye’de iktisadi politika tercihlerinin belirli bir felse-
feden yoksun oluşu ve adeta bir deneme tahtasına çevrilmesi, stratejik planlamadan uzak olması,
ekonomiye olan yaklaşımın aşırı pragmatik oluşu temel sıkıntılar olarak belirginleşmektedir.
Özellikle bu tercihlerin belirlenmesi süreci, girişimcilik faaliyetlerinin yasal ve toplumsal çerçeve-
sinin bulanıklaşmasına neden olmuştur. İşadamı devletin rant dağıtan ideolojik-pragmatist ya-
pısına, rant kollayan karşı bir pozisyon alarak uyum sağlamış, yani devletin mülke, demokrasiye
yaptığı dozu kaçan müdahalelerinden ziyade, bunun dışındaki uygulanan iktisat politikalarının
zamanlaması, sınırları ve bileşimi gibi alanlardaki belirsizliklerden rahatsızlık duymuştur.
Bu ortamdan kaynaklanan pürüzler, “iş başarısının her şeyden önce politik ve bürokratik
karar süreçlerini etkilemekten geçtiği düşüncesini” beslemiştir. Bu durumun işadamları
tarafından içselleştirilmesi ve sorun çözümünde hukuki yollardan uzak mekanizmaları
tercih etmeleri iş ahlâkı açısından olumsuz bir profil çizmelerinin bir diğer nedeni olmuş-
tur. Dolayısı ile devletin tercih ettiği duruşun, Türkiye’de iş ahlâkını çürüten bir mahiyet arz
ettiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Girişimciliğin nasıl bir ortamda gelişeceği veya geri kalacağı konusunda yapılan çalışma-
lardan önemli birtakım sonuçlar çıkmaktadır. Bunlar kısaca aşağıdaki gibidir:
Makroekonomik istikrar ve dengenin temini: Makro ekonomik ortamdan kasıt, fiyat
istikrarı, dengeli bir bütçe ve dış ödemeler dengesi, adil bir gelir dağılımı, yüksek istih-
dam ve düşük issizlik ortamının tesis edilmesidir. Makroekonomik dengesizlik; üretimde,
kıt kaynakların tahsis edilmesinde ve gelir dağılımında sorunların olması, belirsizliğin ve
öngörülemezliğin yaygın oluşudur. Bu yüzden kalıcı bir şekilde varlığını sürdüren makro
ekonomik dengesizlik ortamında derinlemesine bir girişimcilik ortamının oluşması, böy-
lece üretim sorununun çözülmesi ve sermaye birikiminin sağlanması imkânsızdır.
Rekabet ve iyi yönetişim ortamının sağlanması: “İyi yönetişim” olarak tanımlanan
mülkiyet hakları rejimi kurulmuş, şeffaf, adil ve tarafsız bir hukuki ortam temin edilmiş
olmalıdır.
Piyasaya giriş ve çıkış serbestisinin sağlanması: Piyasalar kadın, erkek herkese açık ol-
malı ve ayrımcılık yok edilmiş olmalı, icra ve iflas kanunları şeffaf ve kolaylaştırıcı olmalıdır.
Risk ve ödül arasında denge kurulması gereği: Getiri ihtimali kadar muhtemel riskle-
rin belli olmadığı bir ortamda girişimcilik ölür, yapılan girişimcilik ise “garantili” alanlara
kayar, ki bu tür ortamların tipik özelliği lobicilik ve rantiyeciliktir.
Finansmana erişim kolaylığı: Girişimcililik zorunlu olarak gerekli finansman kaynakları-
na sahip olmayı gerektirmemektedir. Bu yüzden finansmana erişim, girişimciliğin olmaz-
sa olmaz koşuludur. Fakat risk sermayesi piyasasının gelişmemiş olması ve bankaların
riskli krediler vermekten giderek daha fazla kaçınması, girişimci fidanlığı olarak bilinen
pek çok KOBİ’nin finansman güçlükleri yaşamasına neden olmaktadır. Bu meyanda giri-
şimcinin kolaylıkla ulaşabileceği ve yeterince çeşitlendirilmiş, sürekliliği sağlanmış, ucuz
finansal kaynaklarının varlığı önem kazanmaktadır.
Piyasa esnekliklerinin temini: Piyasalar yeterince esnek ve rekabetçi, bunların arasın-
da etkin bir akışkanlık ve iletişimin sağlanmış olması gerekmektedir.
Düzenleyici ortamın kalitesinin artırılması: İdari düzenlemelerin iyileştirilmesi yö-
nünde gösterilen çabalara rağmen, Türkiye dâhil olmak üzere bir çok ülkede işletmeler
bürokratik engellerle mücadele etmektedirler.
Vergilendirmenin adil, basit, tabana yayılmış ve düşük olması: Makroekonomik
ortamı bozuk olan ülkelerde işletmeler çareyi kayıt dışına kaçmakta bulmaktadırlar. Bu
meyanda vergiler bilhassa ön plana çıkmaktadır.
Nitelikli işgücüne erişim: İşgücü piyasasındaki darboğazlar büyümeye engel olmaktadır.
İşçilerin becerilerini artırmaya yönelik çabaların yoğunlaştırılması gerekmektedir. Böylece
girişimciliğin önündeki en büyük engel olan emek-iş uyumsuzluğu da azaltılmış olacaktır.
Bu hususun eksik kaldığı ülkelerde “işsizlik ve mesleksizlik” bir arada yaşanmaktadır. Buna
göre şirketler nitelikli beşeri sermaye istihdamındaki açığı kapatamazken, var olan insan-
168 169 lar da kaliteli bir hayatı idame ettirecek kadar gelir getiren bir iş bulamamaktadır.
Firmalar arası işbirliğinin tesisi: Büyük ve küçük ölçekli işletmeler arasındaki ittifaklar, yenilikçi
ekonomide gerekli esnekliği ve daha büyük pazarları ele geçirmek için kritik ölçeği kazanmak
bakımından giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Büyük ölçekli işletmeler yeni pazarlara, tek-
nolojiye ve yeniliklere erişim sağlamakta, küçük ölçekli işletmeler ise finans, bilgi ve iletişim ağla-
rından daha kolay yararlanabilmektedir.
Eldeki çalışma bir teşebbüs alanı olarak şirketlerin iç yapısıyla ve bizatihi girişimcinin kendisiyle
doğrudan ilgilenmemektedir. Bu çalışmada yukarıda sıralanan ve daha çok şirketin dış çevresini
ilgilendiren konular ele alınmıştır. Zira Türkiye’de girişimciliğin geri kalmasının arkasındaki temel
unsur dış çevre ile ilgilidir. Bu cümleden olarak, bilhassa 2001 krizi sonrasında kaydedilen dış alem
faktörlerindeki gelişmelerin nasıl bir girişimcilik ortamı oluşturduğu, mevcut sıkıntıların neler ol-
duğu ve bunların ne tür çözümlerinin olabileceği konularına odaklanılmıştır. 2007 yılı sonu itiba-
riyle, önemli bir girişimcilik unsuru olarak ekonomide makro ekonomik dengenin büyük ölçüde
tesis edildiği görülmektedir. Bu aşamada büyüme, fiyat istikrarı ve finansal istikrar üç önemli giri-
şimcilik göstergesi olarak öne çıkmaktadır.
Sürdürülebilir büyümeye doğru: Bu bağlamda altı senedir aralıksız ve yüksek sayılacak düzey-
de bir büyüme sağlanmış, sürdürülebilir büyüme yolunda önemli adımlar atılmıştır. Revize edilen
GSMH rakamlarına göre milli gelir 2006 yılı sonunda 524 milyar doları aşmış, 2007 yılı sonu iti-
bariyle ise 600 milyar doları aşması beklenmektedir. Kişi başı başına düşen GSMH da 7500 doları
aşmıştır. Büyüyen milli gelirin ve kişi başına düşen gelirin artmasını iç piyasada aktif olarak alım
gücüne yansımasıyla girişimcilik iştahının artacağı ifade edilmelidir.
Fiyat istikrarı: Gerek büyümenin sürdürülebilirliği ve gerekse iç pazarın derinliğinin yüksek alım
gücüne dönüşmesi ise büyük oranda fiyat istikrarının sağlanmasına bağlıdır. Fiyat istikrarının
sağlanması konusunda son yıllarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, 1990-2001 arasında ortalama
olarak yüzde 74 bandında seyreden yüksek ve kronik tüketici enflasyonu, 2004 yılından beri tek
haneli rakamlarda kontrol altına alınmıştır. Ancak yapısal sorunlardaki katılık ve dünyada yaşa-
nan arz şoklarının etkisiyle, enflasyonda bir direnç bölgesine girildiği görülmekte, 2006 ve 2007
yıllarında olmak üzere son iki senedir enflasyon hedefi tutturulamamıştır. Buna rağmen Türkiye
2007 yılında, 2006 yılına göre enflasyonu düşürmeyi başaran ender ülkelerinden biri ve bunların
da başında gelmektedir. Merkez Bankası verilerine göre, 60 ülkede 2007 yılında ortalama olarak
enflasyon 2 puana yakın artış gösterirken, Türkiye’de 1,3 puan gerilemiştir.
Arz yönlü reformların da tam devreye girmemiş olması nedeniyle enflasyonla mücadele halen
talep cephesinde sürdürüldüğünden, ekonomide göreceli bir yavaşlama yaşanmakta, bu da iç
piyasaları olumsuz etkilemektedir. Buna rağmen bu sıkışıklığın geçici olarak görülmesi ve girişim-
ciliği uzun vadede en olumsuz etkileyen enflasyonla mücadelenin sekteye uğratılmaması gerek-
mektedir. Zira uzun vadede büyüme ile enflasyon ters yönde hareket etmektedir.
Enflasyon ön görülebilirliğin, uzun vadeli stratejiler geliştirmenin, sağlıklı ölçme, değerlendirme
ve dolayısı ile risk almanın önündeki en büyük engel olduğundan, sağlam girişimciliği ve kıt kay-
nakların etkin dağılımı da engellemektedir. Böyle ortamlarda uzun vade perspektifi kaybolmakta,
ortama kısa vadecilik hakim olmakta, bu da yenilikçi, uzun vadeli risk almaya dayanan girişimcilik
ortamını yok etmektedir.
Büyümenin finansmanı ve finansal istikrar: Finansal istikrarın dört ayağı bulunmaktadır. Bun-
lar hanehalkı, reel sektör, bankacılık sektörü ve kamu sektörüdür. Girişimciliğin bir gereği de uzun
vadeli ve uygun maliyetli finansman kaynaklarına kolayca erişebilmektir. Türkiye’de çoktan kont-
rolden çıkan bütçe açıkları (2001 yılı sonunda GSYH’ya oranı %16,5) ve bunların birikiminden olu-
şan yüksek kamu borç yükü (2001 yılı sonu itibariyle GSYH’ya oranı % 97), yetersiz fon arzıyla bir-
leşince artan fonlama maliyetleri nedeniyle Türkiye’de girişimcilik piyasadan dışlanmış,
üretim ve üretim kültürü zaman içinde gerilemiştir. İş hayatına hakim olan bu aşırı kısa
vadecilik ise girişimciliğin en büyük engeli olarak belirginleşmiştir. Gerçekten de sözü
edilen ortamda bankacılık sistemine yatan mevduatların ortalama vadesi ağırlıklı olarak
3 ayın altına düşmüş, bankaların aktiflerinin %70’e varan kısmı Hazine bonolarından ve
devlet tahvillerinden oluşan menkul kıymetlere kaymış, kredilerin varlıklar içindeki payı
% 20’lere gerilemiş, bunun %60’a varan kısmı ise kısa vadeli kredilerden oluşmuştur.
2007 sonu itibariyle ise hem kamu, hem de özel kesim borç stokunun milli gelirden al-
dığı pay hızla düşerek büyük bir kırılganlık göstergesi olmaktan çıkmıştır. 2007 yılı so-
nunda toplam borç stokunun milli gelire oranı %50’nin altına, kamu borç yükünün milli
gelire oranı ise % 40’ın altına sarkmıştır. 2007 yılı sonunda kamu borç yükü döndürme
oranı (roll over) da 2001 yılında ulaştığı %97’lik seviyeden, %70’lerin altına çekilebilmiş,
buna göre her yıl artan oranlarda bir kaynak girişimcinin kullanabilmesi için piyasalarda
bırakılmıştır.
Bütün bu gelişmelere paralel olarak kamu kesimi borçlanma gereği negatife dönmüş,
ve kamu kesimi az da olsa tasarruf yapabilir hale gelmiştir. Buna rağmen, 2002 ve sonra-
sında kaydedilen büyüme performansının motor gücü olan özel sektör tasarrufları hızla
gerilediğinden, ortaya çıkan ve GSYH’nın yaklaşık %8’i civarında gerçekleşen tasarruf-
yatırım açığının daha uygun vade ve maliyetli ülke dışı kaynaklardan finanse edilmesi
gerekmiştir.
Tasarruf-Yatırım açığının finansman kalitesi: Revize edilen milli gelir rakamlarına
göre GSMH’nın yüzde 5,8’i oranında gerçekleşen 38 milyar dolarlık cari açığın 19 milyar
doları aşan bir kısmı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından karşılanırken, yine içeri-
ye giren uzun vadeli kredilerin miktarı da 38 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Portföy
yatırımı olarak bilinen sıcak paranın ise 2007 yılında bir milyar doların altına sarktığı gö-
rülmektedir.
Buradan yola çıkarak son yıllardaki tasarruf-yatırım açığının arttığı, ancak ortaya çıkan
bu açığın artan oranlarda kalıcı olarak park eden doğrudan yabancı sermaye yatırımla-
rından karşılandığı, ayrıca sıcak paranın oranının da büyük bir hızla gerilediği görülmek-
tedir.
Dış açığın kapatılması: Türkiye’nin cari açığının kapatılması temelde bir yandan dış ti-
caret açığının düşürülmesi, diğer yandan ise turizm gelirlerinin artırılmasıyla mümkün
olacaktır. Dış ticaret açığının kapatılması ise bir yandan genel manada yatırım ortamının
kalitesinin artırılmasına bağlıyken, öte yandan sektörler bazında açık verilen alanlara
yönelik uzun soluklu, piyasa uyumlu ve performansa dayalı bir dönüşüm stratejisi ge-
liştirilmelidir.

Günümüzdeki açığın büyük bir kısmı enerji ve emtia ithalatından kaynaklanmaktadır.


Bu konuda sözkonusu mamullerin fiyatlarının düşmesini beklemek ve çok uzun vadede
alternatiflerin geliştirilmesini beklemekten başka çare yoktur. Ancak diğer sektörlerde-
ki sorunlara daha planlı yaklaşarak sorunu ortadan kaldırmak mümkündür. Örneğin (i)
tekstil, giyim eşyası ve deri islemede kullanılan makineler, (ii) büro muhasebe ve bilgi
isleme makineleri, (iii) radyo ve televizyon vericileri ile telefon, telgraf teçhizatı, (iv) diğer
özel ve genel amaçlı makineler, (v) takım tezgâhları, (vi) ölçme, kontrol, test, seyrüsefer
170 171 vb. amaçlı alet ve cihazlar, (vii) tıbbi ve cerrahi teçhizat, ortopedik araçlar, (viii) başka
yerde sınıflandırılmamış elektrikli teçhizat sektörlerinin, 11 yıllık dönemde toplam dış ticaret açığı
yaklaşık 100 milyar USD civarındadır.
Bu sektörlerin genel olarak sabit sermaye yatırımları ile ilgili olduğu düşünüldüğünde, imalat sa-
nayinin üretim kapasitesini belirlemekte etkili oldukları ifade edilebilir. Ayrıca, bu sektörlerin ge-
nellikle ileri teknoloji içeren ve/veya teknolojik gelişmeleri yakından izleyen sektörler olduğu ka-
bul edildiğinde, Türk sanayi sektörü bu nitelikteki sektörlerde rekabet gücüne sahip değildir. Bu
durum, üretim kapasitesinin artırılması, ürün kalitesinin geliştirilmesi, yüksek teknolojiye sahip
makine-ekipman kullanarak verimliliğin artırılması gibi özellikle imalat sanayi malları için rekabet
gücü kazandırabilecek konularda, ülke sanayini dışa bağımlı hale getirmektedir. Bu durumun bir
neticesi olarak da, Türk sanayi sektörünün (özelde imalat sanayi) büyüme potansiyeli gösterebil-
mesi için, dış ticaret açığının ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelmektedir.
Ancak otomotiv ve gemi inşa sanayi sektörlerinde son yıllarda yakalanan olumlu ivmenin hem
derinleştirilmesi hem de diğer sektörlere yayılması gerekmektedir. Bu sektörler arasında demir
çelikte yassı demir ve paslanmaz çelik üretimi ile makine ve elektrik-elektronik başta gelmekte-
dir. Bu sürecin başarılı olması için üretim ekonomisinin önünü tıkayan kamu kaynaklı vergisel ve
bürokratik sorunların, alt yapı eksikliklerinin, mesleki eğitim yetersizliklerinin giderilmesi gerek-
mektedir.
Gerileyen sektörlerden yükselen sektörlere geçiş: Türkiye’nin girişimcilik sektörleri ağırlıklı
olarak fiyat rekabeti yapılan ve kar marjlarının giderek azaldığı geleneksel düşük katma değerli
sektörlerden oluşmaktadır. Bilhassa son yıllarda DTÖ bünyesine katılan Çin gibi aktörlerden ve
rekabeti kızıştıran gelişmelerden sonra Türkiye’nin bu sektörlerden gerekli olanları boşaltarak
yüksek katma değerli dinamik sektörlere kayması gerekmektedir.
Ancak Türkiye bu konuda son derece geri kalmış durumdadır. Verimlilik ekonomisinin bir gös-
tergesi olan yenilikçilik performansında Türkiye dünyada klasman altında kalmaktadır. Verimlilik,
ürün çeşitliliği ve inovasyon alanında dünya standartlarını yakalamak ancak uzun vadeli stratejik
bir mimari gerektirmekte olup, kamu-özel sektörü arasındaki etkin bir sinerjiye ihtiyaç vardır. Bu
meyanda Yatırım Ortamını İyileştirme Kurulu (YÖİK) in etkinlikle devreye sokulmuş olması son
derece isabetlidir.
Türkiye’de makro ekonomik rekabet şartları son yıllarda büyük bir iyileşme sürecine girmiştir. Bu
gelişmeler ilk başta büyümeyi tetiklediği için olumlu olmakla birlikte, sürdürülebilir büyüme pla-
tosunun yakalanması ancak alt katmanlardaki yapısal katılıkların giderilmesi, girişimcilik kültür ve
ortamının geliştirilip derinleştirilmesiyle mümkün olacaktır.
Rekabetçi ekonomiye doğrudan yabancı sermaye katkısı: Gerek mevcut tasarruf-yatırım açı-
ğının finansmanı, gerekse yukarıda sözü edilen yenilikçilik ve verimlilik ekonomisi yoluyla yük-
sek katma değer elde edip yüksek kar marjlarıyla sermaye birikimini tesis etmek için Türkiye’nin
muhakkak surette bir doğrudan yabancı sermaye girişine ihtiyacı vardır. Zira Türkiye’nin sorunu
sadece finansman kaynağı değil, aynı zamanda bilgi ve gördü (know how) eldesi, teknoloji trans-
feri, küresel değer zincirine dahil olmaktır. Bu sürede yabancı sermayeden istifade etmenin yolları
vardır ve bu hususlar teşvik edilmelidir. Başlangıçta yabancı sermayeli işletmeleri birçok girdiyi
küresel alandaki kendi değer zincirinden ithal etmek yoluna gideceğinden, ticari açığı artırıcı ma-
hiyette gelişecektir. Ancak yerli girdilerin rekabetçi şartlarda temini gerçekleştikçe, yerli katma
değer artacak bu açık da kapanma sürecine girecektir.
Fark oluşturarak cazibe merkezi olma: Bundan sonra doğrudan yabancı sermayenin “yeşil alan
yatırımlarına” kaydırılabilmesi için dünya sistem içinde Türkiye’nin belirgin bir “fark oluşturma”
kapasitesi ön plana çıkmaktadır. Yüksek büyüme ve alım gücü sürekli artan, genç çalışabilir ve
tüketebilir bir nüfusa sahip olması Türkiye’nin en büyük “farkı” olmakla birlikte, bunlar
gerekli ancak tek başına yeterli değildir.
Fark oluşturma sürecinin bir parçası ve gereği olarak Türkiye’nin bir yandan AB sürecini
ve dezenflasyon çabalarını sürdürmesi, öte yandan da piyasa giden yolları açacak olan
kurumsallaşmanın derinleştirilmesi ve ikinci nesil reformları tamamlaması gerekmek-
tedir. Zira kurumsallaşma, hızlı büyüme, makroekonomik istikrar ve yatırım ortamının
iyileşmesi anlamına gelmektedir. Keza, dinamik rekabetçi üstünlüklere göre sektörel mi-
marinin belirlenmesi ve bir sanayi stratejisinin tanımlanması gereği de vurgulanmalıdır.
Bu meyanda her sektörde en iyi olma şansı olmayan Türkiye’nin bazı alanlarda dünyanın
en iyisi olmaya çalışarak cazibe merkezi olmayı hedeflemesi gerekmektedir. Son yıllar-
daki tecrübelere göre, otomobil, elektronik, makine ve teçhizat, tekstil, mobilya, enerji
gibi sektörlerin önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak burada yabancı sermayenin çekilmesi kadar, idaresi ve kaliteli bir şekilde yönlen-
dirilmesi gibi bir gündeme de işaret etmek gerekmektedir. Yapılan çalışmalar göster-
mektedir ki; enflasyon, döviz kurları, kişi başına düşen GSYİH, emek gücü, faiz oranları ve
ekonominin dışa açıklığı gibi makroekonomik göstergelerin yanı sıra, kurumsal faktörler
de doğrudan yabancı yatırımlar üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.
Doğrudan yabancı sermayeden beklenen neticeyi devşirmek için gerekli hususlar kısaca
şu şekilde sıralanabilir: (i) Ekonomik ve politik risk düşük olmalı, (ii) istikrarlı bir hükümet
olmalı, (iii) uluslar arası tahkime açık, yani şeffaf, demokratik, sağlam bir fikri ve mülkiyet
hakları rejimi olmalı, (iv) yolsuzluk oranları düşük olmalı, (v) bürokrasinin kapasitesi yük-
sek ve yapıcı bir zihniyete sahip olmalı, (vi) yaptırım mekanizmaları etkin işlemeli, (vii)
yargının işleyişine güven duyulmalı, (viii) rekabeti sağlamaya yönelik politikalar mevcut
işlevsel olmalıdır. Kurumlarını bu tür bir yapıya uygun düzenlemeye çalışan hükümetle-
rin gelecekte hem daha fazla doğrudan yabancı yatırım çekmeleri, hem de bunu ülkenin
genel kalkınma stratejisi doğrultusunda gerçekleştirmeleri mümkün görünmektedir.
İkinci nesil reformlarının sonuçları: İkinci nesil reformların yapılması ile beraber eği-
tim, Ar-Ge, ticarileştirilmiş icatlar üzerinden verimliliğe dayalı bir sanayi yapısının inşa
edilmiş olması gerçekleşeceğinden (i) yüzde 7-8 arasında gerçekleşecek bir büyüme pa-
tikası elde edilecek, (ii) buna rağmen kamu mali dengelerinin korunacak, (iii) büyüme
kalıcı bir fiyat istikrarı içinde gerçekleşecek, (iv) büyümenin oluşturduğu katma değe-
ri içeride tutmak anlamında cari açığın GSMH’nin %3’ünü geçmeyecek şekilde kontrol
atında tutulması sözkonusu olacak, (v) bu sayede yüksek düzeyde gerçekleşecek olan
yatırım hamlesinin olabildiğince iç kaynaklarla finanse edilebilmesi sağlanmış olacak,
(vi) büyümenin istihdama yansıması daha etkin ve görünür olacaktır.
Krize girişimci davranışları: Bütün bu beklentilere rağmen 2007 yılı ve sonrasında içe-
ride ve dünyada ekonomilerde yaşanmakta olan süreçler fırsat kollamaktan ziyade mu-
hafazakar stratejileri gerektirmektedir.
Kriz ve riskli ortamlarda girişimcinin dikkate alması gereken hususlar şunlardır:
1. Çeşitli nedenlerle ortaya çıkacak ekonomik durgunluğa bağlı olarak nakit akı-
şında meydana gelebilecek aksamalara dikkat etmek,
2. Piyasadaki fiyat istikrarsızlığının beraberinde getirdiği mali kaynak sıkıntılarına
hazırlıklı olmak,
3. Türkiye gibi uzun süre yüksek enflasyonist bir ortamda yaşamaya alışan kişilerin
172 173
düşük enflasyon ortamına geçişte karşılaşacağı davranış ve strateji problemlerini kavra-
ması,
4. Artan girdi maliyetlerine bağlı olarak işletme giderlerinin artacağını bilmesi ve gerekli
tedbirleri alması,
5. Devlete, özel kuruluşlara ya da kişilere olan borçların karşılanması konusunda yaşanabi-
lecek (ani kur hareketleri, değişken faiz vs. gibi) zorlukların takibi,
6. Girişimi olumsuz etkileyecek hukuki düzenlemeler ve mevzuat değişikliklerinin yakından
takibi,
7. Faaliyet gösterilen ülkeyi de etkilemesi muhtemel uluslararası ekonomik krizlerin sonuç-
larının iyi bilinmesi gerekmektedir.
KAYNAKÇA

Acar, Mustafa. Piyasa, Devlet ve Müdahale, Ankara: Orion Yayınları, 2005.


Akyüz, Yılmaz (ed.). East Asian Development: New Perspectives, London: Frank Cass, 1999, 1-33.
Alphan, Serdar. “Küreselleşen Dünya Pazarı ve Türk İlaç Endüstrisi”, İstanbul: TKSD, 2006.
Aras, Güler. Avrupa Birliği ve Dünya Piyasalarında Türk Tekstil Sektörünün Rekabet Yeteneği: Finansal Açıdan
Bir Yaklaşım, İstanbul: İTKİB Yayınları, 2006.
Aras, Güler. “Emek Yoğun Sektörlerin Geleceği: Tekstil ve Konfeksiyon Sektörü”, İbrahim Öztürk (ed.)
Türkiye’nin Küreselleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (Üç Cilt), İstanbul: İTO, 2008.
Aricanli, Tosun and Rodrik, Dani (Ed.). The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment and Sustainability,
London: Palgrave Macmillan, 1990.
Aslanoğlu, Erhan. “Türkiye’nin Yabancı Sermaye Çekmede Etkinlik Arayışları”, İbrahim Öztürk (ed.),
Türkiye’nin Küreselleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (3 Cilt), İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2008,
Atay, Falih Rıfkı. Çankaya, İstanbul: Pozitif Yayınları, 2004.
Atiyas, İzak. Competition and Regulation in the Turkish Telecommunications Industry, Ankara: TEPAV, 2005.
Başkaya, Fikret. Paradigmanın İflâsı: Resmi İdeolojinin Eleştirisine Giriş, 6. Baskı, İstanbul: Doz, 1997.
Buğra, Ayşe. “Political Sources of Uncertainty in Business Life”, Conference on the Dynamics of States and
Societies in the Middle East, Kahire,1989.
Buğra, Ayşe. “The Turkish Company as a Social Institution”, Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi ve İdari Bilimler
Dergisi, 4, 1, 1990, 35-51.
Buğra, Ayşe. Devlet ve İşadamları, İstanbul: İletişim Yayınları, 1995.
Candemir, Akyan. Türkiye’de Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarını Etkileyen Faktörler: Bir Uygulama (2
cilt), İstanbul: Yased, 2006.
Dumludağ, Devrim. “Yabancı Sermayenin Kalitesi ve Kurumların Etkisi”, İbrahim Öztürk (ed.), Türkiye’nin
Küreselleşmesi: Fırsatlar ve Tehditler (3 Cilt), İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2008.
Hermes, Niels. “New Explanations of the Economic Success of East Asia: Lessons for Developing and Eas-
tern European Countries”, CDS Research Report, 3, 1997.
İnsel, Ahmet. Düzen ve Kalkınma Sürecinde Türkiye: Kalkınma Sürecinde Devletin Rolü, İstanbul: Ayrıntı Ya-
yınları, 1996, 112.
Johnsonh, Chalmers. “Asya’da Ne Oldu?”, The Nation, 23 Şubat 1998.
Küçükkiremitçi, Oktay. Dış Ticaretteki Rekabet Gücüne Göre Sanayi Sektörünün Değerlendirilmesi, Türkiye
Kalkınma Bankası AŞ, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü, 2006.
Mourdoukoutas, Panos. Collective Entrepreneurship in a Globalizing Economy, Westport, CT: Greenwood
Publishing Group, 1999, 73-90.
Öniş, Ziya. “Inflation and Import-substituting Industrialization: An Interpretation of the Turkish Case”, Sta-
te and Market: The Political Economy of Turkey in Comparative Perspective, İkinci Baskı, İstanbul: Boğaziçi
University Press, 1999, 31-43.
174 175
Öniş, Ziya. “Turgut Özal and his Economic Legacy: Turkish NeoLiberalism in Critical Perspective”, Middle
Eastern Studies, 40, 4, 2004.
Öniş, Ziya. “Domestic Politics Versus Global Dynamics: Towards a Political Economy of the 2000 and 2001
Financial Crises in Turkey”, Turkish Studies, 4, 2, Öniş, Ziya and Rubin, Barry (editörler) içinde yeniden bası-
mı, Turkey’s Economy in Crisis, London, Frank Cass. 2003.
Öztürk, İbrahim (ed.). AB Müzakere Sürecine doğru Türkiye Ekonomisi: Bölgesel- Sektörel Sorunlar ve Çözüm
Önerileri, İstanbul: MÜSİAD Yayınları, 2005,
Öztürk, İbrahim. Doğu Asya Tecrübesi Işığında Türkiye-IMF İlişkileri, İstanbul: MÜSİAD Yayınları, 2004.
Öztürk, İbrahim. “Bir Ulusalcı Söylem Olarak 28 Şubat Süreci ve Sonuçları”, 28 Şubat: Post-modern Bir Dar-
benin Sosyal ve Siyasal Analizi, İstanbul: Birey Yayınları, 2006.
Sunar, İlkay. State and Society in the Politics of Turkey’s Development, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi,
1974, 5-8.
Taymaz, Erol ve Suiçmez, Halit. Verimlilik Raporu: Türkiye’de Verimlilik, Büyüme ve Kriz, Ankara: Türkiye Eko-
nomi Kurumu, 2005.
Trimberger, Ellen Kay. Revolution from Above: Military Bureaucrats and Development in Japan, Turkey, Egypt,
and Peru, New Jersey: Transaction Boks, 1978, 4. Bölüm.
Tunç, Hakan. “The Lost Gamble: The 2000 and 2001 Turkish Financial Crisis in Comparative Perspective”,
Ziya Öniş and Barry Rubin (editörler), Turkey’s Economy in Crisis. London: Frank Cass, 2003, 31-52.
Utkulu, Utku. Türkiye’nin Dış Ticareti ve Değişen Mukayeseli Üstünlükler, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Ya-
yınları, 2005.
Von Krogh, George. İchiro, Kazuo ve Nonaka, Ikujiro. Bilginin Üretimi, İstanbul: Dışbank Kitapları, 2000.
Wu, Yongping. “Rethinking the Taiwanese Developmental State”, The China Quarterly, 177, 2004, 91-114.
Yeldan, Erinç. Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi: Bölüşüm, Birikim, Büyüme, İstanbul: İletişim Yayın-
ları, 2001
Yükseler, Zafer ve Türkan, Ercan. Türkiye’nin Üretim ve Dış Ticaret Yapısında Dönüşüm: Küresel Yönelimler ve
Yansımalar, İstanbul: TÜSİAD Yayınları, 2008.
Yülek, Murat. “Türkiye Ekonomisi 2001-2006 ve Sonrası: Arka Plan, Trendler ve Riskler, Türkiye’nin Dönem-
sel Değişimine Genel Bir Bakış”, MÜSİAD-Ankara Şubesi Raporu, 2007, 37-46.

Yararlanılan Bazı Kurumlar:


İktisadî Girişim ve İş Ahlâkı Derneği (İGİAD)
İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği (İMMİB)
İzmir Esnaf ve Sanatkar Odaları Birliği
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)
TC. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)
TC. Hazine Müsteşarlığı
TC. Merkez Bankası
TC. Millî Prodüktivite Merkezi, (MPM)
Türkiye Ekonomi ve Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)
Türk Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD).
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)
Türkiye İhracatçılar Birliği (TİM)
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
Türkiye Seyahat Acentaları Birliği, (TÜRSAB)
World Bank, 1993, The Making of the East Asia Miracle, Policy Research Bulletin, August-October Volume 4,
Number 4.
World Economic Forum, The Global Competetiveness index. 2007-2008.

You might also like