You are on page 1of 310

21 EYLÜL KOMPLOSUNA

KARŞI YAZILAR
21 EYLÜL KOMPLOSUNA
KARŞI YAZILAR
SOSYALİST DEMOKRASİ BROŞÜR DİZİSİ
BİRİNCİ BASKI
İSTANBUL 2011
İÇİNDEKİLER

BİR
İDDİANAMENİN OTOPSİSİ
9-26

11 Sibel Özbudun - Temel Demirer: “İddianame”nin Otopsisi:


Yalanlar, Yalancılar ve Gerçek
19 Rıdvan Turan: Devrimci Karargah İddianamesini Anlama
Kılavuzu
23 Tuncay Yılmaz: Devrimci ‘Karargah’

İKİ
SOSYALİSTLERE KOMPLO TEZGAHI
27-46

29 Rıdvan Turan: AKP’nin ‘Güç Kirliliği’ ve Sosyalistlere Komplo


Tezgahı
33 21 Eylül Komplosu: 21. Yüzyılın Dreyfus Davası
37 21 Eylül Komplosu ve Sosyalistler
41 Tuncay Yılmaz: Sıra Kimde?
43 Buzağı Arama Operasyonu

ÜÇ
21 EYLÜL’DE HUKUK KATLEDİLDİ
47-64

49 Av. Gülizar Tuncer: Özel Yetkili Mahkemeler Kaldırılmalıdır


51 Sosyalistleri İtibarsızlaştırma Operasyonu
55 Av. Özlem Gümüştaş: Her ‘Dava’nın Gelişimi Seçimimize
Bağlıdır
60 Av. Şengül Özdemir: 21 Eylül’de Hukuk Katledildi
DÖRT
KARŞI YAZILAR
65-309

67 A. Altınörs: Dayanışmanın Gücüyle


70 Afşin Demir: Komplolara İnat Birlik Yolumuzdan
Dönmeyeceğiz Enternasyonalist Çizgimizden Taviz
Vermeyeceğiz
77 Ahmet Abakay: Demokrasi Ya Vardır Ya Yoktur
79 Ahmet Saymadi: “Pardon” Geliyorum Diyor!
83 Akın Birdal: Onların Enternasyonalist Dayanışması Er Geç
Türkiye’ye Kardeşliği Getirecek
84 TBMM Başkanlığı’na
89 Alper Taş: Demokrasi ve Özgürlükleri Birlikte Savunmalıyız
90 12 Eylül Zihniyeti
91 Aziz Çelik: Solu Kriminalize Etme Girişimleri
93 Büşra Ersanlı: Bertaraf Etme Kampanyası
95 Çakır Ceyhan Süvari: Neoliberal Sahtekarlık
97 Dursun Yıldız: Zindanlarınıza Güvenmeyin
99 Ender Helvacıoğlu: ‘Korku İmparatorluğu’nun ‘Bilimsel’
Temeli!
104 Eren Keskin: Çivisi Çıktı
107 Ersin Önsel: Terörizm
111 Kapitalizm Tarih Boyunca Hep ‘Flu’ Mu Yansıdı?
117 Ertuğrul Kayserilioğlu: Medya 21 Eylül’de Sınıfta Kaldı
122 Ertuğrul Kürkçü: Sosyalistleri Kişiliksizleştirme Komplosu
126 Fehmi Bayraktaroğlu: Açık Mektup - 1
128 Açık Mektup - 2
132 Ferhat Tunç: Maskeler Düşüyor
134 Figen Yüksekdağ: Sırayı Bozmak
137 KanıksamayacAğız Direneceğiz!
139 Gülfer Akkaya: Dört Ay Geçti, Tutuklu SDP ve TÖP’lülere
İddianame Yok
142 15 Yıllık Yabancı
145 Tek Kişilik Kış
150 Gülsüm Kav: Sıra Size De Gelecek
153 Hakan Gülseven: Beş Vakit Namaz, Beş Vakit Yalan!
156 Hakan Koçak: Sosyalistlere Yönelik Komplolara Karşı
Dayanışma Zamanı
158 Hakan Öztürk: Martıları Tutukladınız
160 Kaideyi Bozmayın
163 Havan Topunu AKP Kullanıyor
166 Hakan Tahmaz: Ne Dediniz, Değişim mi?
169 Halit Elçi: ‘Korku İmparatorluğu’na Teslim Olmayacağız
172 21 Eylül Komplosunu Boşa Çıkaracağız
178 Haluk Yurtsever: Son Operasyon: Seçmeli Caydırıcılık Saldırısı
182 Hüseyin Gevher: SDP ve TÖP’lüler Serbest Bırakılmalı
184 İlknur Birol: İktidarın Korktuğunu Başına Getirmeliyiz
187 Kamil Tekin Sürek: Yargısal Linç
192 Levent Tüzel: Muhalifleri Sindirme
193 Kenan Kalyon: Hanefi Avcı Vakası Üzerine Notlar...
200 M. Özlem: Sıkıntı Yok
204 Sıra Kimde?
210 Mahir Sayın: Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselİşi
215 Mehmet Özgen: Komplo Tüm Sosyalistleredir
217 Mehmet Saltoğlu: AKP Artık ‘Devlet Benim’ Diyor
223 Mehmet Yücel: Sözkonusu Siyasetse
226 Metin Yeğin: Kapatılmak ve Özgürleşmek Üzerine Bir Methiye
230 Mukaddes Erdoğdu Çelik: Siyasi Davalara Karşı Mücadele
234 Nurettin Aldemir: Sıra Kimde?
236 Sevim Belli: Tırpan Atılıyor
238 Seyfi Öngider: Silahsız Kuvvetler İş Başında
242 Sibel Özbudun: AKP’nin “Şeytan Üçgeni”
244 AKP’nin Derin Devleti
247 Sibel Uzun: Bumerang
249 Adalı’nın Türküsü Susmayacak
252 Her Dönemeçte Birleşik Güç
256 Suat Bozkuş: Demokrasi mi? Sivil Faşizm mi?
259 Sultan Seçik: Her İşte Bir Hayır Var Mı?
264 Sungur Savran: Şaşkın Düzenin Gedikleri
267 Evcilleştirme
270 Temel Demirer: Bizim İflahımız Kesilmez; Çünkü Biz
Komünistiz!
279 Onları Tanırım
289 Teslim Töre: Sinsi Düşman
291 Tuncer Bakırhan: AKP Saldırganlığı
294 Vedat Türkali: Bu Çocukların Böyle Feda Edilmesinden Nefret
Duyuyorum
298 Xwe Metin Ayçiçek: Bir TC Klasiği: SDP’ye Yeniçeri Baskını
301 Yavuz Önen: Gün Demokrasi ve İnsan Hakları İçin Dayanışma
Günüdür
303 Yücel Demirer: Bir Bayağılığın Arkasında Yatan
306 Zafer Aydın: Yeni Rejim Eski Zihniyet...

KARŞI MESAJLAR

68 Adil Okay 71 Ahmet Telli 72 Ali Balkız


73 Ali Erol 75 Altan Erkekli 81 Ayhan Bilgen
92 Bilge Contepe 94 Bülent Uluer 96 Cahide Sarı
98 Eriş Bilaloğlu 133 Fikret Başkaya
135 Filiz Kalaycı - Murat Vargün - Halil İbrahim Vargün
151 Hacı Orman 181 Hüsnü Öndül
183 İlkay Akkaya 185 İsmail Beşikçi 188 Kamer Gonca
189 Kazım Öz 190 Kemal Yılmaz 191 Kuvvet Lordoğlu
205 Mehmet Özer 211 Mehmet Türkay 218 Metin Bakkalcı
229 Onur Hamzaoğlu 232 Öztürk Türkdoğan 250 Sait Çetinoğlu
251 Sami Evren 253 Selçuk Kozağaçlı 254 Sezai Sarıoğlu
261 Sinan Çiftyürek 272 Şenol Morgül 286 Tayfun İşçi
302 Yılmaz Demiral 304 Yüksel Akkaya  307 Zeki Demirkubuz
308 Zübeyde Kılıç
BİR
İDDİANAMENİN OTOPSİSİ
SİBEL ÖZBUDUN - TEMEL DEMİRER
“İDDİANAME”NİN OTOPSİSİ:
YALANLAR, YALANCILAR VE GERÇEK

“Bugün üzgünüm
Ama yarın
Yarın bu dünya böyle kalmaz.”*

İki şeyin altını özenle çizerek başlayalım.


Yazmamız gereken, yazmaktan başka açarımızın olmadığı bu
yazıyı “yalanlar, yalancılar” konusunda kaleme alırken; bunun da
“iddianame” denilen şey için nihayetinde bir “otopsi” olduğunun
altını çizmeli… Bu birincisi…
“Narke”, Yunanca bir sözcük. “Narkoz”, “Narkotik” gibi söz-
cüklerin kökünü oluşturuyor ve derin uyku, uyuşma anlamına ge-
liyor…
“Egemen hukuk(suzluk)” denilen şeyin bir yalan olması yanın-
da; “yargı bağımsızlığı” söylenceleri de dahil olmak üzere, “Narke”
sözcüğüyle, yani uyuşturma ile doğrudan ilişkili olduğundan şüp-
he etmiyoruz; bu da ikincisi…

“İDDİANAME”

Elimizin altında, karşımızda “iddianame” denen bir şey var; Ka-


dir Altınışık (34960) imzalı ve tam 130 sayfa…
Rıdvan Turan’ın, “İddianame o denli fantastik ki, bir çırpıda
anlayıvermek öyle her babayiğidin harcı değil”; Tuncay Yılmaz’ın,
“İnsan yazarken neresinden başlasa şaşırıyor,” diye betimledikleri
evrak, yani 2011/48 nolu “iddianame” asılsız beyanlara dayalı bir
komplo senaryosu.
“Senaryo” dedik; belirtmeden geçmeyeyim: Üçüncü sınıf bile değil…
Söz konusu senaryo ile SDP, TÖP yöneticileri ve Sosyalist
Parti’den Mahir Sayın gibi onlarca devrimci, aydın, sosyalist de ya

* Necati Cumalı.

11
tutuklanmış, ya da tutuklanma tehdidiyle yüzyüze kalmıştır.
Bu komplo ile radikal sosyalist hareketin tepesinde Demokles’in
kılıcı sallanmaktadır.
Devrimci Karargâh davası ile ilişkilendirilmek istenen, ancak
hiçbir aklî ve somut delile dayanmayan “iddianame”de “Ahmet
Türk’e yönelik yumruklu saldırıyı protesto etme”nin, “Newroz’a,
“IMF protestosuna katılma”nın Devrimci Karargâh örgütüne üye-
liğin kanıtı olarak gösterildiğinden söz edersek; varın gerisini siz
düşünün! (Geçerken belirtelim: her ikimiz de, Ahmet Türk’e yönelik yum-
ruklu saldırıyı protesto ettik, Ankara’daki Newroz ve İstanbul/ Taksim’deki
IMF protestosuna katıldık; ne olmuş yani?)
Bundan başka SDP ve TÖP yöneticilerinin, legal Demokrasi İçin
Birlik Hareketi toplantılarına katılmaları bile “suç” olarak sunulu-
yor!
Aslı sorulursa bu; yalancıların yalanlarıyla, radikal sosyalist-
lere karşı tezgâhlanmış (AKP patentli) bir komplodur; STV Haber
Bülteni’ni, ‘Zaman Gazetesi’ni andıran yapısıdır…
Söz konusu evrakı sınır tanımaz bir kriminalizasyon
mantık(sızlığ)ı biçimlendirirken; saçmalamalar ve iftiralar da işin
cabasıdır…

SAÇMALAMALAR, İFTİRALAR

21 Eylül 2010’da evleri basılarak gözaltına alınan kardeşlerimiz,


dört günlük sorgu sürecinin ardından tutuklandılar. Önce Silivri’ye
kondular, şimdi de Tekirdağ F Tipi’ndeler…
Tutuklu olan olmayan, ismi bir şekilde bu dosyaya giren herkesi
Devrimci Karargâh Örgütü “üyesi” olmakla suçlayan, dört buçuk
ay sonra açıklanan 130 sayfalık ve 40 ek klasörlük iddianame için
söylenecek tek şey “zorlama yalan(lar)” yani saçmalamalar ve ifti-
ralar olabilir…
Çünkü Joseph Roux’nun, “İftira nedir? Çıkarını gözeten, önyar-
gılı bir yargıcın, sanığın yokluğunda, kapalı kapılar ardında, savun-
masını bile almadan vardığı ‘suçlu’ yargısı”; Henry Fielding’in, “İf-
tira kılıçtan da acımasız bir silahtır,” diye betimler onu. Ve “iftira”
deyip geçmeyin; hele ki “delili”, sadece polis fezlekeleriyse…
“Saçmalamalar”a gelince; mesela telefondaki espriler, “iddiana-

12
me” denilen şeyde “kanıt” olabilir!
Örneğin SDP’lilerin günlük görüşmelerinin teknik takibe alındı-
ğı “iddianame”de, Mahir Sayın ile Tuncay Yılmaz arasında geçen
telefon görüşmesi ve görüşmede yapılan “Burası devrimci karargâh
yaa” esprisi dahi “örgüt konuşması” sayılabilmiştir!
Mahir Sayın’ın, “Bir acayip örgüt davası”* diye mahkûm ettiği
şey saçma değilse, nedir?!
Örnek çok; tıpkı “biz” gibi…

BİR PARANTEZ…

İnsanın kendinden söz etmesi çok zor; ancak “zaruri” olunca


yapacak bir şey yok…
Örneğin Kadir Altınışık’ın “iddiamesi”nin 47’inci sayfasında:
“Şüpheli Günay KUBİLAY’ın ikametinde yapılan aramada elde edi-
len 120 GB’lik Seagate marka dijital malzemenin yapılan inceleme-
sinde; 7.000’den fazla ofis belgesinin bulunduğu, çok sayıda belge-
nin Temel DEMİRER ve Sibel ÖZBUDUN imzası ile yazıldığı”;
65’inci sayfasında: “Şüpheli Sultan Seçik KUBİLAY’ın ikametin-
de yapılan aramada elde edilen 120 GB’lik Seagate marka dijital
malzemenin yapılan incelemesinde; 7.000’den fazla ofis belgesinin
bulunduğu, çok sayıda belgenin Temel DEMİRER ve Sibel ÖZBU-
DUN imzası ile yazıldığı”;
95’inci sayfasında: “Partizan yolu (16 Haziran) TKP-Kıvılcım
ve Dev-Sol darbeci kanat birlikte hareket ediyorlar. 16 Haziran-
dan Serdar KAYA, Mehmet YILMAZER ve Temel DEMİRER birlikte
dergi-kitap çıkarıyorlar. ‘BİLİNÇ VE EYLEM’, Su Yayınlarından ki-
taplaştırılmıştır. 2005-2006 yıllarında bu yazılar vardır. Dolayısıyla
bu gruplar hep birlikte Devrimci Karargâh içindedirler”;
96’ıncı sayfasında: “SON TEZGÂH’ın beyanlarında geçen Meh-
met YILMAZER ve Temel DEMİRER’e ait dijital malzemeler içerisin-
de ‘m.Yılmaz’ ve ‘TDEMİRER’ isimli belgelerin bulunması hususu
birlikte değerlendirildiğinde şüpheli Selda BASUSTA’nın yasadışı
DEVRİMCİ KARARGÂH terör örgütü ve örgüt mensupları ile irti-
batlı olduğu ve Örgüt üyesi olduğu kanaatine varılmıştır,” ibareleri
* Mahir Sayın, “Bir Acayip Örgüt Davası”, Kızılcık, No: 40, Güz 2010-Kış
2011, s.36-39.

13
geçiyor…
“İddaname”de hangi amaçla vurgulandığı anlaşılamasa’ “müp-
hem” gibi görünse de altı çizilmek istenen: Sibel Özbudun ile Temel
Demirer’in de Devrimci Karargâh “mensubu oldukları”(?!) gibi bir
şey galiba…
Çünkü bunun bir öncesi de var!
I. no’lu Devrimci Karargâh “iddianame”sinin 27/04/1009 tarihli
“Devrimci Karargâh Operasyonu Genel Değerlendirme Raporu”nun
40’ıncı sayfasındaki Devrimci Karargâh “örgüt şeması”nın üç da-
lından (en solda Bedreddini Hareket, ortada “Devrimci Sol Örgüt”
var…) en sağındaki “16 Haziran Hareketi” alt başlığında sıralanan
isimlerin 3. sırasinda Temel Demirel yer alıyor…
Yine “Bilgi Alma Tutanağı”daki Terörle Mücadele Şube
Müdürlüğü’nün 18/01/2009 tarihinde “Son Tezgâh” kod adlı
“Gizli Tanık”ın (yani itirafçının!) 43’üncü sayfada başlayan yalanla-
rının 44’üncü sayfasında: “Partizan Yolu (16 Haziran) TKP-Kıvılcım
ve Dev-Sol darbeci kanat birlikte hareket ediyorlar. 16 Haziran-
dan Serdar KAYA, Mehmet YILMAZER ve Temel DEMİRER birlikte
dergi-kitap çıkarıyorlar… Dolayısıyla bu gruplar hep birlikte Dev-
rimci Karargâh içindedirler…” denilmişti…
Bunların yanında “Gizli Tanık İfadesinde Geçen ‘Devrimci
Karargâh’ Terör Örgütü ile İlgili Tespit Tutanağı”nın 122’inci sayfa-
sında Temel Demirer’in adı geçerken; “12-14-15-18-20 no’lu klasör-
ler” ile “Ana Dosya”da da “örgüt yöneticisi (?) Temel Demirer ile
“teorisyen” Sibel Özbudun’dan söz ediliyor…
Kanıt ne? “Gizli Tanık”ın (yani itirafçının!) yalanları!
Saçmalamalar ve iftiralar bunlar!
Kardeşlerim de bu mantık(sızlık)la ve Hanefi Avcı ile “birlikte”
yargılanıyorlar!

O BİR “AVCI”

Onun için Nuray Mert, “Her şeyden önce, siyasal-kişisel bir muhasebe
söz konusu, zaman içinde, “devletin Avcısı” olmayı nasıl sorguladığını
anlatıyor. Ben bu muhasebenin “samimi” olduğu kanaati edindim,” dese
de; bu kanaati paylaşmak mümkün değil!
Avcı bir işkenceci; bu özelliği onun kariyerinin ayrılmaz parçası!

14
“Ben bir ‘efsane’ydim” patolojisiyle, “32 yıllık meslek hayatımın
her olayı, her konusu bir kitaba, bir filme konu olacakken, tüm ya-
şadıklarımı ve hayatımı bir kitaba sığdırabilmem mümkün değil,”
diyen O, “işkence ettiklerine imrenen” bir işkenceci olarak bilinçal-
tını şu satırlara yansıtıyor:
“İnançları ve idealleri uğruna çalışan, bu uğurda fedakârlık gös-
teren, her şeylerini bırakıp legal örgüt mensubu olan insanlara eski-
den beri aşırı saygı duyardım…”
“Neden”i de şöyle “gerekçe”lendiriyor kendince Avcı: “Çev-
remde gördüğüm devlet memurları üç beş kurus rüşvet almak için
haksız ve hukuksuz davranışlara girişip vicdanlarını satarken; her
şeyi para için yapan ama kendilerini vatansever olarak tanıtan maf-
ya mensubu organize suç şebekeleri birkaç kuruş için namuslarını
ayaklar altına alarak cana kıyıp, insanlara eziyet ederken; ülkenin
ve benim düşmanım olduklarını düşünerek karşı olduğum illegal
örgüt mensupları kendi idealleri uğruna her fedakârlığı yapıyor-
du.”
“Soru(n)” dediği şeyi, onca yaşanmışlık ardından “böyle” tarif
ederek diyor ki:
“Simonlaşmayacaktım. Yanlışı kim yaparsa yapsın karşı çıka-
caktım; suç işleyenlere kendi tarafımdan insanlar, kendi arkadaş-
larım bile olsa veya ne kadar güçlü olursa olsun, bedeli ne olursa
olsun, karşı duracaktım…”
“Yıllar yılları kovaladı, olaylar olayları… Bir süre sonra, top-
lumsal yaşam için yıllarca düşmanca gördüğüm grup, düşünce ve
örgütlerin aslında sağlıklı bir demokrasinin olmazsa olmazı olduk-
larını; modern bir toplum için asıl tehlikenin, bunların aksine her
muhalefeti yok etmeye odaklanmış benim savunduğum değerler
olduğunu anladım. Bunun acısını derinlerden yaşadım…”*
Dediğimiz gibi, ne derse desin, O bir Avcı…
O Avcı ki, “iddianame”de “Devrimci Karargâh örgütüne yar-
dım, yataklık”tan yargılanırken; ‘Son Tezgâh’ adı verilen gizli ta-
nığın Devrimci Karargâh terör örgütü ile ilgili verdiği ifade de yer
aldı.
Bir an düşünün Avrupa Parlamentosu Milletvekili Marietje
* Hanefi Avcı, Haliç’te Yaşayan Simonlar-Dün Devlet Bugün Cemaat, Ango-
ra Yay., 2010, s. 10-11-18-8.

15
Schaake’nin, Adalet Bakanlığı’na başvurarak, yüz yüze görüşme
izni istediği Hanefi Avcı, Ergenekon için Devrimci Karargâh’a “yar-
dım yataklık” edecekmiş…
Bu ve Avcı’nın “değiştiği” yollu “iddia” da olsa olsa, bir turşulu bak-
lava tarifi kadar “mantıki”dir; tıpkı “Yetmez ama Evet”çilerin demokrat
ilan ettiği AKP gibi…

AKP’NİN -VERİLİ- TABLOSU

Yalancıların komplolarından, yalanlarına uzanan bu tablonun


mimarı, elbette AKP…
‘The Economist’ dergisinin ‘2010 Yılı Demokrasi Endeksi’ ra-
porunda Türkiye, -bırakın “tam demokrasi” olmayı!- “kusurlu de-
mokrasiler” denen kategoriye bile sokulmuyor, “melez rejimler”
başlığı altında yer alıyordu.
13 Ocak 2011’de ‘Freedom House’ adlı düşünce kuruluşunun
yayınladığı ‘Dünyada Özgürlük 2011’ araştırmada da 193 ülke için-
de Türkiye, “kısmen özgür” kategorisinde yer alıyor.
Sezgin Tanrıkulu’na göre, “AKP’nin sekiz yıllık iktidarı boyun-
ca, toplam 116 faili meçhul cinayet işlendi, yargısız infaz, dur ihtarı,
rasgele ateş açma sonucunda 367 kişi hayatını kaybetti. Gözaltında
ya da cezaevinde 370 ölüm olayı meydana geldi.
Kan oluk oluk akmaya devam ediyor, acılara sürekli yenileri ek-
leniyor; 8 yılda çatışmalarda 2 bin 262 kişi yaşamını yitirdi, 8 bin 710
kişi işkenceden geçirildi, 87 bin 513 kişi gözaltına alındı. 671 yayın
yasaklandı.”
Dört bir yandan mantar gibi toplu mezarlar fışkırıyorken; hangi
“ileri demokrasi”den söz ediyorsunuz?
Kuşku yok; su götürmez şu: Tuz da koktu!
- Örneğin Kars Ağır Ceza Mahkemesi, 2009 yılında gözaltında
Tahsin Orman adlı Digorlu bir köylünün işkence görmesine ilişkin
“İşkencenin hayvani bir uygulama olduğu” şeklinde demeç veren
eski DEP Milletvekili Mahmut Alınak’a 14 ay 17 gün hapis cezası
verdi…
- Şanlıurfa’nın Bozova İlçesi’ne bağlı Küpeli Köyü’nde köylüleri
yüzüstü yere yatırıp sopayla döven astsubay sadece 740 TL para
cezasına çarptırıldı…

16
- Polis memuru Vahit Karşılıyan, Altındağ’da Soner Çankal’ın
öldürülmesi olayıyla ilgili yargılandığı Ankara 4. Ağır Ceza
Mahkemesi’ndeki davada, “taksirle öldürme” suçundan 6 ay 20
gün hapis cezası verildi…
- 12 Haziran 1980’de İnciraltı Öğrenci Yurdu’nda kalan 5 öğren-
cinin katledilmesine yönelik, 30 yıl sonra yapılan suç duyurularıyla
ilgili takipsizlik kararı verildi…
- Mehmet Ağar’ın Susurluk çetesine yardım ettiği iddiasıyla
yargılandığı davanın duruşmasında karar beklenirken, mahkeme
heyet değişti, duruşma ertelendi…

“YETMEZ” Mİ?!

Türkiye’de siyaset “sivil” (denilen!) otoriterliğe savruluyor.


Değişen hiçbir şey olmadı, olmayacak.
Yargının AKP patentli yürütmenin denetimine devredilmesi yö-
nündeki adımlar, yeni bir anayasa vaat eden genel seçimlere yüzde
on barajı ile gidilmesi konusundaki ısrar, Kürt meselesinde milli-
yetçi siyaset anlayışına geri dönüş, gösteri, ifade özgürlüğü, mu-
halefete tahammülsüzlük, vb’leri siyasetin “demokratikleştiği”nin
değil, otoriterleştiğinin ifadesi…
Burada altı çizilmesi gereken “Yetmez ama evet”çilerin, tüm
bunları ısrarla görmezden gelmesi, en iyi ihtimalle lafı dolandırma-
sı, “darbe” tehdidi dışında hiçbir meseleyi ciddiye almaması.
Dahası, “Muhayyel bir demokratik gelecek” beklentisiyle,
AKP’nin otoriter siyasetlerini doğrudan veya dolaylı desteklemele-
ri…
KCK’dan Devrimci Karargâh tezgâhına ya da 3 Mart 2011 sa-
bahı Ahmet Şık, Nedim Şener ve Yalçın Küçük ile diğer gazeteci
ve yazarların gözaltına alınmalarına; AKP’ce “bizler”e biçilen deli
gömleğinin ne olduğunu -bir kez daha!- ortaya koydu…
Hâlâ mı “Yetmez ama Evet”?
Ahmet Şık, Nedim Şener kitap yazdı, gazetecilik yaptı…
Muhalefet etti…
Bunlar ağır suçlar değil mi?
Sakın ola kimse “Bunlar Erdoğan’ın talimatıyla olan şeyler de-
ğil,” deme zırvasına sarılmasın!

17
Her şey Ahmet Şık’ın “Dokunan yanar” haykırışında altını çiz-
diği üzeredir.
Artık, “Yetmez ama Evet”çiler dışında herkes hedeftir; yani
“Bilgisayardan kurtarılan belge”ler(?!) ile zindanlara kapatılmaya
adaydır…
“Gerekçe(sizlik)” bu denli saçma ve aptalca da olsa…
Radikal sosyalistlere yönelik 21 Eylül 2010 (ve benzeri) komp-
lolardan KCK veya Devrimci Karargâh çuvalına doldurma
harekâtlarına ilişkin sınır tanımaz mantıksızlığa olup bitmeyene ne
diyorsunuz “Yetmez ama Evet”çiler…
Şimdi Neyzen Tevfik Kolaylı’nın, “Türkü yine o türkü, saz-
larda el değişti/ Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti”;
Mevlana’nın, “Bozuk düzen, çürümüş bir köktür./ Çürümüş bir
ağaç meyve vermez,” dizelerinin altını bir kez daha çizerek soralım:
Bu cadı avının, Ergenekon’dan farklı ne?

KARDEŞLERİM(İZ)E

İçeridekiler, kardeşlerim(iz), komploların da, yalancıların da,


yalanlarıyla yerle yeksan olacağı bir yere gidiyoruz. Çünkü mumu
söndüren rüzgâr, yangını alevlendirir; malum devrimcilerin hayal
gücü henüz “var olmayan” şeyleri görme yeteneğidir…
Hepimize C. F. Meyer’in, “Ahlâkın temeli, özgürlüktür”; Ber-
nard Shaw’ın, “Siz var olan şeyleri görür ve şöyle dersiniz: Neden?
Ama ben var olmayan şeyleri hayal ederim ve derim ki: Neden ol-
masın?” sözünü anımsatan bir gelecek eşikte…
İçeridekiler, kardeşlerim(iz), “Les montagnes ne se rencontrent pas,
mais les hommes se rencontrent / Dağlar kavuşmazlar, fakat insanlar
kavuşurlar”; mutlaka görüşeceğiz, kucaklaşacağız, yeniden alan-
larda buluşacağız…
Hem de ‘Mecelle’ Madde: 11’in, “Zaruretler, memnu olan şeyi
mubah kılar” ve yine ‘Mecelle’ Madde: 39’un, “Mani, zail oldukta
memnu avdet eder,” saptamalarını yaşama geçirmemiz gerektiğini
anımsatarak…

6 Mart 2011 22:23:33, Ankara.


Sosyalist Demokrasi, 6 Nisan 2011, n° 104

18
RIDVAN TURAN
DEVRİMCİ KARARGAH İDDİANAMESİNİ
ANLAMA KILAVUZU

Devrimci Karargah iddianamesini okuyunca bir “anlama kıla-


vuzu” yazmaya karar verdim. İddianame o denli fantastik ki, bir
çırpıda anlayıvermek öyle her babayiğidin harcı değil.
İnsan haklı olarak toplamda yüzlerce yılla yargılanınca daha so-
mut ve anlaşılır bir iddianame bekliyor doğrusu. Bizim iddianame
ise evlere şenlik. Polis fezlekesi olduğu gibi iddianameye dönüştü-
rülmüş. Somut deliller yerine bol miktarda varsayıma ve imaya yer
verilmiş. Gerçi emek verenlerin hakkını da yemiş olmayayım. Ör-
neğin katıldığım basın açıklamaları, şenlikler, partiye gidiş gelişim
hatta parti üyeleriyle irtibatım delillerle ispat edilmiş. Ama daha
ileri gidilemediği, örneğin Devrimci Karargah üyesi olduğum ka-
nıtlanamadığı yerde de ima ve varsayımlara yer verilmiş. Bu metod
herkes için teker teker kullanılmış. Böylece iddianame daha baştan
kanıtlara dayalı olarak iddia edilenlerle, hissiyatlara dayalı olarak
ima edilenler arasında şizofrenik bir yarılma ile malul olmuş.
İddianame adı altında, birbiriyle ilgisiz pek çok olgu birbirine
acemice eklenerek iç tutarlılığı olmayan bir metin oluşturulmuş. Bu
“özenli” çalışma esnasında da –ne kadar çok atılırsa o kadar çok
tutturulabilir felsefesinden hareketle– çember mümkün mertebe
geniş tutulmuş. Ortalıkta ne kadar sosyalist parti, platform, örgüt
ya da kişi varsa tümü Devrimci Karargah ile bir biçimde ilişkili
gösterilmiş. Böylesine karmaşık bir vazifeyi layıkıyla yerine geti-
rebilmek için de zorunlu olarak kurgulara, imalara, genellemelere
başvurulmuş. Farklı yapboz parçaları birbirine eklenemeyince, par-
çalar istenildiği gibi kesilmiş, törpülenmiş ve zorla birleştirilmiş. Yi-
ne de kalan boşluklar da gizli tanık ve itirafçı beyanatlarıyla, hukuki
geçerliliği olmayan mülakatlarla doldurulmuş. Ortaya anlamlı bir

19
yapboz resmi çıkmamış belki ama, teknik olarak başarılı bulunmuş
olacak ki, böylesi bir garabet mahkemece kabul edilmiş.
İddianame esas olarak SDP’nin Devrimci Karargah’ın yasal alan-
daki uzantısı olduğu savı üzerine kuruluyor. SDP ve TÖP üyelerine
yönelik iddialar ise bu eksende yapılıyor. Ancak bu iddialar sözde
delillerle “uygun” hale getirilmeye çalışılırken, “hayatın olağan akı-
şıyla uygunsuzluğu” görmezden geliniyor. Hiçbir yasadışı silahlı
örgütün, SDP gibi tüm faaliyetleri adli ve idari denetime açık yasal
bir parti içinde gizlenme yolunu seçmeyeceği, bu durumun “haya-
tın olağan akışına aykırı” olduğu hiç hesaba katılmıyor.
İddianamede Devrimci Karargah’ın teknolojiyi çok iyi kullanan
tecrübeli bir örgüt olduğundan bahsediliyor. Bir adım ilerde SDP-
Devrimci Karargah ilişkisinin anlatıldığı kısımda ise, zımnen ör-
gütün silahlı eylemleri sonrası gelip Taksim’in merkezindeki SDP
binasında gizlendiği iddia edilmiş oluyor. Sizce bu iddiada aklın
izanın zerresi var mı?
Ancak yine de, Orhan Yılmazkaya’nın bilgisayarından çıktığı
iddia edilen, kim tarafından, ne zaman, hangi bilgisayarda yazıldığı
bilinmeyen, içerik olarak Bedreddini Hareket’in SDP’ye katılmasını
değerlendirdiği anlaşılan (dahası içinde Devrimci Karargah adı hiç
geçmeyen) “SDP’de olmamızın anlamı üzerine” adlı belge SDP ile
Devrimci Karargah ilişkisinin en somut kanıtı olarak sunuluyor.
Dahası SDP’nin ve Sosyalist Demokrasi gazetesinin internet si-
tesinden herkesin kolaylıkla indirebileceği gazete yazıları, toplan-
tı tutanakları, parti kararlarının Yılmazkaya’nın bilgisayarında da
bulunduğu iddiası SDP ile Devrimci Karargah arasındaki ilişkinin
doğrudan kanıtı olarak gösteriliyor.
Yine Yılmazkaya’nın yargısız infaz edilişinin ardından Gazi Ma-
hallesinde 20 civarında kurumun organize ettiği basın açıklamasına
SDP ve TÖP üyelerinin katıldığı iddiası ve bu etkinliğin Sosyalist De-
mokrasi gazetesinde haberleştirilerek yayınlanması SDP-Devrimci
Karargah ilişkisinin kanıtı olarak sunuluyor.
Dayanaksız iddialarla bir yere varılamayacağı anlaşılmış olacak
ki, iddianame kurnazca genellemelerle devam ediyor. Devrimci
Karargah’ın “Kürt özgürlük çizgisiyle birleşik bir yapı oluşturma”
diye özetlenen siyasi çizgisi ile “Demokrasi İçin Birlik Hareketi”
(Çatı Partisi) çalışmalarının fikri düzeyde paralel olduğu söylene-

20
rek, buradan hareketle DBH bileşenlerinin (buradan da hareketle
SDP ve TÖP çalışanlarının) Devrimci Karargah üyesi olması gerek-
tiği genellemesi yapılıyor. Benzer biçimde sol birlik tartışmalarına
ilişkin Devrimci Karargah’ın bildirilerinde yaptığı bazı değerlendir-
melerden hareketle birlik görüşmeleri yapan SDP ve TÖP mensupla-
rının Devrimci Karargah üyesi olduklarına da yine bir genellemeyle
ulaşılıyor. Yani açıkça “kanıta gerek yok, fikirler arasında benzerlik
varsa siz de Devrimci Karargah üyesisiniz” denmiş oluyor.
Bir an iddia makamının, Türkiye’deki onlarca siyasi yapının
benzer tezlere ve yaklaşımlara sahip olduğunu bilmediğini düşün-
sek de, gerçeklere Aristo’cu bir mantıkla ulaşmaya çalışması en ha-
fif deyimle komik oluyor. En azından iddianamede bol bol faydala-
nılan google arama motoru bu konuda da kullanılabilirdi!
Genellemelerin ardından da imalar başlıyor. Örneğin benim
Newroz mitinglerine, Ahmet Türk’e yapılan saldırıyı protesto gös-
terisine ya da IMF protestolarına katılmamın siyasi “suçlara” meyil-
li olduğum kanaati oluşturmak için iddianameye konulduğu açıkça
görülebiliyor. Bu imalar, evimde ele geçen “komünist fikir adam-
larının eserleri” ile destekleniyor. Hele siyasi hayatının önemli bir
bölümünü gizli savaş aygıtlarıyla, Ergenekon ve benzeri örgütlerle
mücadeleyle geçiren ve defalarca koğuşturmaya uğrayan SDP’ye
Ergenekon’la ilişkili imasında bulunmak, iddianameyi hazırlayan-
ların bilisizliğine muazzam bir örnek teşkil ediyor.
TÖP sözcüsü Tuncay Yılmaz’ın fiziki takip sonucunda SDP’ye
geldiğinin anlaşılması, Necdet Adalı ve Ceylan Önkol’a ilişkin ba-
sın açıklamalarına katılması ve Mahir Sayın ile yaptığı matrak tele-
fon görüşmesi benzer mantıkla Devrimci Karargah üyeliğine delil
olarak sunuluyor.
Tarihe geçecek bir acar hafiyelik örneği olarak benimle yardım-
cılarım, MYK ve PM üyelerimiz arasındaki irtibatın delillerle kanıt-
lanması karşısında ise insanın tüm suçlamaları kabul edesi geliyor!
Özensizlik, ciddiyetsizlik ve temelsizlik iddianamenin her yanın-
dan akıyor. Hatta sıklıkla yalana başvuruluyor. SDP Genel Başkan
yardımcısı Günay Kubilay’la ilgisi olmayan materyaller evinden
çıkmış gibi iddianameye yansıtılıyor.
Bu yazdıklarım özetin özeti bile değil.
Bol tekrarlı 130 sayfalık iddianamenin tutarsızlığı karşısında

21
tekrarsız 530 sayfa cevap yazılabilir. Komedi gibi bir iddianame ile
bizler yüzlerce yılla yargılanıyoruz. Dahası benzer nitelikteki iddi-
anamelerle yüzlerce yıla mahkum edilenler var. Bu ülkedeki adalet
mekanizması ne yazık ki böyle işliyor.
Bizi 314/2’den (silahlı terör örgütü üyeliği) yargılayan iddiana-
me esas olarak baştan sona bir 141/142 (komünizm propagandası)
iddianamesi özelliği gösteriyor.
Bu ülkede yasalar değişse de kafalar değişmiyor.
Atılan demokrasi nutuklarına rağmen “zarf” değişiyor, “maz-
ruf” aynı kalıyor.
O nedenle bu iddianameyi anlamak ve anlamlandırmak için re-
ferans kaynağınız demokrasi ve hukuk normları olmamalı. O min-
valden bakıldığında anlaşılabilecek bir şey inanın ki yok.
Siyaset olmalı, hem de en çirkefleşmiş, balçık kıvamına gelmiş,
“çamur at izi kalsın” türünden bir burjuva siyaset!
Oradan bakıldığında, bu iddianamenin özelde SDP ve TÖP’ü,
genelde ise tüm sosyalistleri gayrımeşru göstermek için yapılmış
kriminal bir mühendislik çalışması olduğu görülebilir.
Sosyalistlerin mücadelesinin, neden işkenceci bir polis şefiyle
süren hesaplaşmaya bulaştırılmaya çalışıldığı anlaşılabilir.
Ve nihayet yargının nasıl hukukun değil de polisin gözünden
bakarak hareket ettiği görülebilir.
Son olarak bu iddianameye imza atanlara sesleniyorum:
Biz her şeyin farkındayız, burada yargılanmak istenen işçi sınıfı
ve ezilen halkların haklı mücadelesidir. Demokrasi ve özgürlükler-
dir.
Ama yağma yok, buna gücünüz yetmeyecek!
Devrimci Karargah üyesi olmadığımızı siz de çok iyi biliyorsu-
nuz.
Tutarsız, dayanaksız, genellemelerle ve imalarla dolu düzmece
suçlamaları bir kenara bırakın. Ciddi olun!
Çünkü bilin ki yaptığınız suçtur.
Hem de insanlığın ortak kazanımlarına, hukuka ve demokrasi-
ye karşı işlenen bir suç!

Birgün, 24 Şubat 2011

22
TUNCAY YILMAZ
DEVRİMCİ ‘KARARGAH’

21 Eylül 2010’da evlerimiz basılarak gözaltına alınmış, dört


günlük sorgu sürecinin ardından tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne
konmuştuk. Şimdi Tekirdağ F Tipine yerleştirildik. Dört buçuk
ay sonra iddianame açıklandı: Tutuklu olan olmayan, ismi bir şe-
kilde bu dosyaya giren herkes Devrimci Karargah Örgütü üyesi
olmakla suçlanıyor. Açıklanan 130 sayfa ve 40 ek klasörlük id-
dianame o kadar zorlama ki, insan yazarken neresinden başlasa
şaşırıyor.
İddianamenin ruhunu veren yaklaşımı aktarabilmek için kü-
çük bir alıntıyla başlayacağım: “Devrimci Karargah terör örgü-
tünün en kısa anlamda stratejisinin; ‘Türkiye Devrimci Hareke-
tini birleştirme ve Devrimci bir çatı altında toplama’ sloganını
kullanarak terör ve şiddeti devam ettirme olduğu değerlendiril-
miştir.”
Sosyalistlerin birliğini savunan tüm yapılar ve bireyler, potan-
siyel bir ‘Devrimci Karargah’ üyesi. Oysa ÖDP’sinden TKP’sine,
EHP’sinden ESP’sine herkes sosyalistlerin birliğini savunmuyor
mu bu memlekette? Birlik işinin şakası yok, “Terör örgütüyle ay-
nı stratejiyi benimsediğiniz” tespit ediliverir.
İddianameye ruhunu veren ikinci eksen “Kürtler ve sosya-
listlerin birliği” tehlikesi. Mümkün olan her yere “Çatı Partisi”,
“Demokrasi İçin Birlik Hareketi (DBH)” meselesini katarak ne
kadar “tehlikeli” bir yönelim içerisinde olduğumuz ve Devrimci
Karargah’ın bu yönlü stratejisiyle üst üste düştüğümüz ispatlan-
maya çalışılmış: “Kürt özgürlük çizgisiyle birlikte Türkiye sos-
yalizminde egemenliğini sürdüren oportünizme ve reformizme
alternatif devrimci bir yol çizme görevinde BİRLEŞİK BİR ÖRGÜT-

23
SEL YAPI OLUŞTURMAK şeklinde belirlediği stratejisinin gereği
olarak Demokrasi İçin Birlik Hareketi (Çatı Partisi) içerisinde fa-
aliyet yürüttükleri belirlenmiştir.”
Öcalan’ın önerisi!
2008’in Aralık ayında birçok sosyalist, demokrat, liberal,
aydın ve siyasi yapılanmanın çağrısıyla ortak bir “çatı partisi”
oluşturmak için yan yana gelenler meğer Devrimci Karargah’ın
stratejisi doğrultusunda hareket ediyormuş. Bu iddiayı renklen-
dirmek için ikinci bir alıntı yapalım. DBH’nın 21 Şubat 2010’da
Ankara’da düzenlediği “Demokratik Çözüm, Demokratik Tür-
kiye” sempozyumuna Abdullah Öcalan’ın avukatları aracılığıy-
la gönderdiği mesaja dayanarak: “Abdullah Öcalan’ın önerisiy-
le bir çatı partisinin kurulması, bu yapı içerisinde her grubun
kendisini ifade etmesinin güç birliğine gidilmesi kararlaştırıldı.”
2008 Aralık ayında oluşturulan “Çatı Partisi Girişimi-DBH”, Şu-
bat 2010’da Öcalan’ın gönderdiği mesajla kurulmuş meğer!
İddianamenin üçüncü ve en zayıf ekseni Ergenekon bağlan-
tısı. Dava Ergenekon’la ilişkilendirmek için o kadar zorlanmış
ki, Ergenekoncu Doğu Perinçek’in “Karargah Evleri”, “Devrimci
Karargah Evlerine” dönmüş. Ergenekon tutuklamaları için “Yet-
mez! Fırat’ın doğusundaki Ergenekoncuları da, 12 Eylülcüleri
de tutuklayın” diye Silivri’ye gidip basın açıklaması yapanlar
(bizzat ben de bunlardan biriyim), Ergenekon’la ilişkili olmak-
tan tutuklular. Oysa TÖP’ün de SDP’nin de hem eski statükonun,
hem AKP’nin yeni statükosunun Ergenekonuna, kontrgerillası-
na karşı politik mücadele veren siyasi yapılanmalardan olduğu
aşikârdır.
İddianamenin dördüncü ve son ekseni ise IMF ve Dünya
Bankası karşıtı eylemlere katılmak, TEKEL işçilerinin direnişine
destek vermek. 6 Ekim 2009 tarihinde DİSK, KESK, TMMOB’un
çağrısıyla İstanbul’da gerçekleştirilen Dünya Bankası toplantıla-
rını protesto etmek için yapılan basın açıklamasına tüm sosya-
list, emek dostu kurumlar gibi TÖP ve SDP de katılmıştı. Ancak
basın açıklamaları sonrasında ortaya çıkan olayları bu yapılara
ve bizlere fatura etmeye çalışmak inandırıcılıktan çok uzak.
Tutuklanmamızdan bir buçuk yıl önce başlatılan teknik ve
fiziki takipte elde edilen tüm veriler, evlerimizin, bürolarımızın

24
aranması sonucu el koyulan tüm materyaller bu dört eksenin
filtresinden geçirilerek işlenmiş. Yetmediği noktada iftiralara,
gizli tanıklara “verdirilen” ifadelere başvurulmuş. Tüm bu açık-
lamaya rağmen sunulan maddi delillerle isnat edilen suç arasın-
da somut bir tek bağlantı kurulamamış. Bir buçuk yıl dinlenen
telefonumdan iddianameye koyabildikleri tek delil Mahir Sayın
ile Tekel eylemleri sırasında yaptığım konuşma.
“Tuncay: Siz neredesiniz… Mahir: Maydanoz’dayız, gel.
Tuncay: Maydanoz’dasınız ha… Mahir: Burası Devrimci Ka-
rargah yaa… “ şeklinde devam eden konuşmaya iddianamenin
yorumu şöyle: “Şeklinde görüşmelerin geçtiği şifreli yapılan ko-
nuşmalarında Devrimci Karargah örgütünün isminin zikredildi-
ği görülmüştür.”
Daha neler yaptık neler
Maydanozun 78 günlük Tekel direnişinin çadırlarının yanı
başındaki “Maydanoz Kafe” olduğunu, Tekel işçilerini ziyarete
giden devrimcilerin, sosyalistlerin, işçilerin kışın soğuğundan
korunmak için bu kafede toplandıklarını, Mahir Sayın’ın bu min-
valde bir espri yaptığını anlatmak ağrına gidiyor insanın. Ayrıca
takip ettikleri, kafelerde, restoranlarda, sokakta resimlerini çek-
tikleri Orhan Yılmazkaya ‘nın evinin dışında yakalanabilecekken
yargısız infazla ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek için
18 siyasi parti ve demokratik kitle örgütünün birlikte düzenledi-
ği basın açıklamasına katılmak iddianamede savunulabilen tek
maddi delil neredeyse. Aynı iddianamede bizzat benim Başba-
kan Erdoğan’ın meclis kürsüsünden istismar amaçlı ismini zik-
rettiği Necdet Adalı ve 11 yaşında havan topuyla parçalanarak
hayatını kaybeden Ceylan Önkol’la ilgili basın açıklamalarına
katıldığımı tespit ediyor. Bu tespite yenilerini ekleyeyim: Hrant
Dink’in de cenaze törenine katıldım, Eyüp Baş’ın yürüyüşüne
de, devlet güçleri tarafından katledilen Kenan Burak’ın, Kemal
Türkler’in anma toplantılarına da katıldım. Daha onlarca yürü-
yüş, açıklama sayabilirim katıldığım, konuşma yaptığım. Ne za-
mandan beri basın açıklamasına katılmak örgüt üyeliği için delil
sayılıyor? Sizin ileri demokrasiniz de, geri demokrasiniz de aynı!
Bizim başka beklentimiz yoktu, ancak bu dava öyle bir beklen-
tisi olanın da çok dikkatli takip etmesi gereken bir dava olacak

25
görünen.
TÖP ve SDP’ye operasyon kararını alanlar, bu iddianameyi
hazırlayanlar bizler üzerinden sosyalistlerin demokratik alan-
daki çalışmalarını yasaklamak, kriminalize etmek istiyorlar. Bu
kez olmayacak. Sosyalistler, demokratlar oynanan oyunu gördü,
ortaklaşa yürütülen “Sıra Kimde” kampanyasıyla çoktan “sıra-
yı bozdular”. 13-15 Nisan’daki davamızda “ileri demokrasinin”
öncekinin makyajlı hali olduğunu açığa çıkartacağız.

Radikal 2, 27 Şubat 2011

26
İKİ
SOSYALİSTLERE KOMPLO TEZGAHI
“Özgürlük ve Adalet İçin Sırayı Bozuyoruz” Etkinliği, İstanbul Kadıköy Caferağa Spor Salonu, 21 Ocak 2011
RIDVAN TURAN
AKP’NİN ‘GÜÇ KİRLİLİĞİ’ VE
SOSYALİSTLERE KOMPLO TEZGAHI

Başbakan Kızılcahamam konuşmasında BDP’ye (mealen) “Si-


lahları bırakın gelin, görelim kaç oy alacağınızı. Yakarım yıka-
rımla alınmış oyun bir meşruiyeti yoktur” dedi. Bu bir dil sürç-
mesi değilse, ki (Başbakan’ın son aylarda politik üslubunu gide-
rek sertleştirdiğine bakılırsa) değil, ciddi analize ihtiyaç gösteren
bir saptama olduğu ortada.
Başbakan özenle kurgulanmış bu cümleyi sarf ederken esasta
ne demek istiyor?
BDP’nin silahlı bir örgüt olmadığını cümle alem bildiğine
göre Başbakan’ın ağzından çıkan cümlenin bir başka derinliği
olmalı.
Başbakan bu talihsiz söylemiyle BDP ile PKK’yi eşitliyor. Böy-
lece iki şey yapmaya çalışıyor. Birincil olarak BDP’nin mevcut
tutum alışıyla sorunun çözümünde bir taraf olarak görülmeye-
ceğini hatta (“terör örgütü” ile devlet görüşmez söylemine bağlı
olarak) PKK ile eşitlediği BDP ile de bu verili koşullarda görü-
şülemeyeceği mesajını veriyor. İkincil olarak da BDP ile PKK’yi
eşitlediği için BDP Eşbaşkanlarından vekillere kadar herkese
“milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle kendinizi güvende his-
setmeyin, bir sabah ansızın gelebiliriz’’ mesajını veriyor.
Siyasal sürecin bu denli hassas olduğu bir dönemde,
Başbakan’ın külhani bir tarza ve meydan okuyucu bir üsluba
sahip olması ve ülkenin en temel meselesinde saldırganlaşması,
bir beyin ameliyatının etkilerine olmasa da, sağlam bir akıl tutul-
masına işaret ediyor gibi. Başbakan böyle konuşursa maazallah
‘’bağımsız’’ yargı durumdan vazife çıkarmaz mı?
Gerçi bu akıl tutulması yeni değil.

29
Bu akıl tutulmasının en somut göstergelerinden birisi bu KCK
operasyonunun kendisi. Başkası mı salık verdi, yoksa Başbakan
kendi mi icat etti bilinmez ama, bu operasyonların var olan tüm
sorunları derinleştirdiği açık seçik görülüyor.

MUHALEFETİ UMURSAMIYOR

AKP’nin iktidarını stabilize ettiği, daha bir güç kazandığı 22


Temmuz seçimlerinden bugüne aksi iddia edilse de bir sorun
çözme yöntemi olarak “muhalefeti takmama”, “vurdurup git-
me” taktiğinin pek çok örneği mevcut. Örneğin, AKP açısından
HSYK seçimleri tüm tartışmalı yanlarına rağmen başarılar zin-
cirinin referandumdan sonraki ilk halkası olarak görülüyor ve
alkışlanıyor. Parti kademelerinde eski HSYK’yi haklı olarak bir
kast olarak gören HSYK’nin kürsülerin temsilcisi olmasını savu-
nanların, bakanlığın yan kuruluşu gibi çalışacak yeni HSYK’ye
itirazları duyulmuyor. Birkaç gün önce TV’de izlediğimiz H.
Çelik’in bu tabloyu savunuşundaki saldırganlığı ve gayretkeşli-
ği sokaktaki insanın dün demokrasi adına savunulanlar bugün
neden inkar ediliyor itirazını hiç önemsemediklerini gösteriyor.
AKP kendi statükosunu egemen kıldıkça, seçim ya da referan-
dum gibi kritik süreçlerde verdiği sözleri unutuyor. Bu onun
bastığı zemini hızla eritiyor.. Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan
muhtırası ve 367 rezaleti günlerindeki çıkışı bugün eriyen zemin
nedeniyle geriliyor.
Bu bir siyasi özgüven göstergesi mi, yoksa bitişin başlangıcı
mı?
AKP güç kazandıkça ve özgüven sahibi oldukça memnuniyet
üretemiyor ama kendi anti-tezini üretiyor.
Güce sahip olanın her şeye sahip olacağı türden bir siyasal
pragmatizme, hedefe ulaşmak için her yolu mübah gören bir
Makyavelizm ile hareket ediyor. AKP her adımında gayrimeşru
bir bataklığa saplanıyor. Meşruiyetin kaynağını icraatlarında ve
kitleleri ikna yeteneğinde değil, şu anda parlamentoda, bürokra-
side vb. elde ettiği güçte görüyor. Egemenlerin, egemenliklerini
önce adalet, ardından meşruiyet zeminlerini kaybettikten sonra
kaybedeceklerini belli ki akıl hocaları onlara anlatmamış.

30
KAPILAR KIRILDI

21 Eylül sabahının kör karanlığında, kırılan kapılardan içeri


giren özel harekat polisleri işte AKP’nin ürettiği bu adaletsiz ve
gayrimeşru zemine ayaklarını basmışlardı. Sosyalist Demokrasi
Partisi ve Toplumsal Özgürlük Platformu gibi sosyalist kamu-
oyunca ne yapmaya çalıştıkları, ne savundukları bilinen örgüt-
lerin/platformların yöneticilerinin, sözcülerinin ait olmadıkları
bir örgüte üyelikle suçlanmaları ve hayatını devrimcilerle müca-
deleye adamış bir polis şefinin de suç ortağı olarak gösterilmesi,
hükümetinin siyasi meşruiyetle işinin olmadığını, esas meseleyi
muarızlarını tasfiye etmek olarak gördüğünü gösteriyor.
Başbakan bizlerin siyasi düşüncelerimiz nedeniyle cezaevle-
rine doldurulduğu bir ortamda rahatça demokrasi ve özgürlük
nutukları atabiliyor. Referandum öncesinde yaşadıkları hukuk-
suzluklar nedeniyle idam edilen Necdet Adalı ve Erdal Eren gi-
bi devrimciler için tüh vah eder gözyaşı dökerken, referandum
sonrası onların yoldaşlarına aynı hukuksuzluklarla cezaevlerini
reva görüyor.
Bu kadar düzmeceden, tezgahtan, ikiyüzlülükten meşruiyet
ürer mi?
SDP içinde Devrimci Karargah adlı silahlı bir örgüt varmış.
SDP’den 3 yıl önce ayrıldığı halde Mahir Sayın bu örgütün şe-
fiymiş ve Hanefi Avcı’nın yardımıyla yurtdışına kaçmış. Meş-
ruiyeti falan geçtik ama, bu tezgahı hazırlayanlar (bu arada gizli
tanığımızın adı da ‘’ son tezgah’’mış ) en azından 3. sınıf bir film
senaryosunun iç tutarlılığı kadar bir tutarlılığa ulaşmış olsalar-
dı... Gizli bir silahlı örgütü içinde saklayan, her an ilgili kurumla-
rın denetimine açık ve tüm faaliyetleri meydanda bir yasal parti.
Ve içinde ne olduğu dışarıdan görünen o partide gizlenen bir
gizli örgüt. Hayatın olağan akışına uygun mu bunlar? Dünyayı
kurtaran adam fikri bile daha tutarlı değil mi?
Kaldı ki, Mahir Sayın nasıl bencil bir liderdir ki aldığı haberi
kimseciklere duyurmamış, kendi kaçarken elemanlarını kendi
kaderlerine terk etmiş. El insaf yani!..
Mülakat adlı sorguda tarafıma Müfettiş Kluzo edasıyla yö-
neltilen genel başkan yardımcılarımı tanıyıp tanımadığım yo-

31
lundaki sorular, tanıdığımı söyleyince de sorgucuların “aha da
yakaladık işte” refleksleri. Evlere şenlik…

SOSYALİSTLERİ BÖLÜYOR

Tüm bunlar sebepsiz değil, bir anlamı var elbette.


Büyük medya kuruluşlarının gündemi olmasa da, epey
bir süredir AKP sosyalistlere yönelik bölmeyi, parçalamayı,
AKP’lileştirmeyi, başaramasa da tasfiye etmeyi amaçlayan bir
mühendislik çalışmasına başlamış durumda. Kimine teşekkür
ederken kimini cezaevlerine doldurması bu yarılmayı güçlen-
dirmek içindir.
Özel olarak SDP ve TÖP’ün sosyalist solda yeni bir merkez
oluşturma projeleri, gerek içerdiği devrimci potansiyel nedeniy-
le gerekse de Kürtlere yakın durma politikası nedeniyle engel-
lenmeye çalışılıyor. Referandum sürecinde küçük sosyalist ya-
pıların dahi politik tutumlarını önemseyen ve manipüle etmeye
çalışan AKP’nin böylesi bir projeye kayıtsız kalacağını beklemek
saflık olur. AKP, CHP’nin solunda bir muhalefet hele hele kitle-
sel sosyalist bir muhalefet olmasını istemiyor. CHP’nin “muha-
lefeti” ise defalarca gördüğümüz üzere AKP’ye aşı gibi geliyor.
Onu güçlendiriyor, bağışıklığını arttırıyor.
AKP, örneğin, Kürt sorununda batıda çözümü dayatacak,
Kürtlere dost bir gücün, bir odağın oluşmasını istemiyor. Kürtler
yalnız kalsın istiyor.

BAŞÖRTÜSÜNE ÖZGÜRLÜK

Başörtüsü sorununu kişisel hak ve özgürlükler bağlamında


mütalaa eden ve bu çerçevede sorunun özgürlükçü çözümünden
yana olan, ancak özgürlükleri en radikal biçimde savunacak, bu
anlamda AKP’yi de açmaza alacak bir sosyalist odağın oluşma-
sını istemiyor. Çünkü başörtüsü sorununun çözümsüzlüğünden
AKP siyasal güç elde ediyor.
Aleviler din derslerinin seçmeli olması mücadelesinde sosya-
list bir müttefike sahip olmasın istiyor.
Ve sonuçta işçiler boğaz tokluğuna çalışmaya devam etsinler,

32
var olana itiraz etmesinler istiyor.
AKP, Kürdün başında savaşın, Müslümanın başında Kemalist-
Laik zorbalığının, Alevinin başında zorla kabul ettirmeye çalı-
şılan Sünni İslam’ın, işçisinin başında neo-liberal politikaların
Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam etmesini istiyor. AKP,
kendi gücünü bu gerilim noktalarından alıyor.
Bu gerilim noktalarını ustaca kullanarak Müslüman, demok-
rat ve özgürlükçü illüzyon yaratıyor.
Bu kesimleri özgürlükçü ve demokratik bir zeminde ancak
sosyalistler birleştirebileceği için ruşeym halindeki projelerin ve
adımların dahi engellenmesini sağlamaya çalışıyor.
Bu yüzden SDP ve TÖP’ten başlayan ve kısa sürede tüm sos-
yalistlere yayılacak bir tasfiye dalgasını adım adım örgütlüyor.
Tarihsel olarak meşruiyeti tükenmiş fakat siyasal olarak hala
ciddi oy alabilen AKP, elde ettiği “muharebe” başarılarıyla yeni
bir başlangıca doğru hızla ilerliyor. Sonun başlangıcına!
Komplolardan medet umuyor, giderek bir meşruiyet bunalı-
mına giriyor, adalet taleplerini görmezden geliyor, gayrimeşru-
laştıkça öfkelenmeye, bağırıp çağırmaya başlıyor.
Biri AKP’ye 16. yüzyılın ikinci yarısından sonraki Osmanlı
İmparatorluğu tarihini incelemesini önermeli. Orada kendi ikti-
darlarının geleceğine ilişkin verileri bulacaklardır.
Hak, hukuk ve adalet yoksa en yüksek tepeye tırmanırken,
tırmanmış ne kadar debdebeli ise iniş de o denli mahvedici ola-
caktır. Benden söylemesi.
Günlük, 5 Kasım 2010

21 EYLÜL KOMPLOSU: 21. YÜZYILIN DREYFUS DAVASI

21 Eylül 2010 Salı günü, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)


Genel Başkanı olarak şahsımın, genel başkan yardımcılarımızın,
genel merkez yöneticilerimizin, Toplumsal Özgürlük Platformu
(TÖP) sözcülerinin, Red ve Bilim ve Gelecek dergisi editörlerinin
gözaltına alınmaları ve ardından tutuklanmalarıyla başlayan sü-
reç 21. yüzyılın Dreyfus davasıdır.
Davanın kurgulanışı, sözde delillerin toplanışı, telefon kayıt-

33
larının derlenişi; bu davayı şimdiden hukuk tarihimizde özgün
bir yere yerleştirmiştir. Bu özgünlük olumsuz anlamda bir öz-
günlüktür.
Gözaltına alınışımız, kapıların kırılması, evlerin otomatik si-
lahlı, kar maskeli polislerce basılması, Emniyette bir türlü ne ile
suçlandığımızı öğrenememiş olmamız, kameralı mülakatlar ve
daha birçok hukuksuzluk; başbakanın iddialarının aksine, ül-
kenin demokratik ve hukuki açıdan ne halde olduğunu gözler
önüne seriyor. Tutuklanmamızın sebebini hâlâ bilmiyoruz. Avu-
katlarımız dava dosyasını, dosya hakkındaki gizlilik kararı ne-
deniyle bir türlü göremiyorlar. Bu nasıl bir demokrasi ve hukuk
anlayışıdır ki kendimizi savunma hakkımız olmadan, hakkımız-
da hiçbir somut iddia ve delil bulunmadan tutuklanabiliyoruz.
İşi gücü belli olan, kurulu bir düzeni olan insanlar, hiçbir bi-
çimde kaçma olasılığı olmadığı halde kolayca tutuklanabiliyor-
lar. Yasal siyasi faaliyet sürdüren (siyasi partiler yasasına göre
kurulmuş ve idari denetime her an açık olan bir partide çalışan),
kaç-göç bir durumu olmayan sosyalistlerin evi gecenin bir yarısı
neden timlerce basılır? Neden gelip ifade vermekten imtina et-
meyecek insanlar yasadışı bir örgüt üyesi süsü verilerek derdest
edilirler?
Yaşadığımız tecrübe, Türkiye’nin demokrasi standartlarında
bir ilerleme olmadığının, insanların hâlâ düzmece iddialarla tu-
tuklandığının açık kanıtıdır. Değişen yalnızca iktidarın sahiple-
ridir. Dünün “mazlumları” bugünün zalimleri olmuşlardır. 28
Şubat’tan bugüne kendilerini bu ülkenin asli sahibi olarak gören
askeri vesayetçilerin karşısındaki “mazlumlar”, bugün bize zul-
medenler oldular. Son cumhurbaşkanlığı seçimi, 367 rezaleti ve
genel seçimlerden sahip olduğu mazlum imajı sayesinde ciddi
güç ve prestij elde eden AKP şimdi elde ettiği prestij ve gücün
sarhoşluğuyla sosyalistlere saldırıyor. AKP bugün kendini dev-
letin yeni sahibi olarak görüyor. İktidarının uygulama alanların-
da hiçbir hukuki engeli tanımıyor. Tarihin tanıklık ettiğini AKP
de iyi bilmelidir ki, adaletin olmadığı yerde iktidarlar da gelip
geçicidir.
Ülkenin demokratik standartlarının yükseldiğini iddia eden-
ler, 28 Şubat andıçlarına rengini veren zihniyetle bugünün 21 Ey-

34
lül komplosunu planlayan zihniyet arasında ne fark olduğunu
açıklamalıdırlar. Görülecektir ki, anlayış aynı, kişiler farklıdır.
Referandum sürecinde Necdet Adalı’ya, Erdal Eren’e yapılan
haksızlıklardan bahseden başbakan, bizim tutuklanmamız sonu-
cunu doğuran komplo hakkındaki soruya “durup dururken yol-
dan geçen birilerini almıyorlar” cevabını verebiliyor. Dün için
hamaset yapan başbakan, bugün Adalı’nın yoldaşlarına yapılan
haksızlığı görmezden geliyor, dünün darbecilerinin yaptığı ha-
tayı bugün o tekrarlıyor. Geçmişin hatalarıyla yüzleşmek iyidir
ama daha iyisi bugün o hataları tekrar etmemektir.
Hatırlayınız, başbakan referandumda evet sonucunun çık-
masını, daha demokratik bir sürecin kapılarının açılması olarak
sunmuş, bu çerçevede de soldan ve demokratik çevrelerden
azımsanamayacak bir destek almıştı. Bugün bu saiklerle AKP’ye
destek verenlerin cevaplaması gereken devasa bir soru ortaya
çıkmıştır. AKP’nin elde ettiği güç tekeli, bir tür “güç kirliliği”ne
dönüşmüşken, düzmece iddialarla sosyalistlere karşı bir sürek
avı başlatılmışken; üstelik kendini hukukla bağlamaksızın beş
benzemezden düzmece bir “illegal örgüt” imal etmeye kalkarak
ülke nasıl demokratikleştirilebilir? AKP’ye destek verenler açı-
sından bu denli ciddi bir adaletsizlik bir sorun teşkil etmemekte
midir?
RP, FP ve AKP’ye yapılanlara karşı duranların aynı hukuk-
suzluğun sosyalistlere yapıldığı durumda takınacakları tutum,
tarihsel öneme sahip ve unutulmaz olacaktır. Sorunun bir di-
ğer yanı, bazı basın organlarının bu konudaki neşriyatlarıdır.
Zaman, Vakit gibi gazetelerde yazılan, Kanal 7, STV, KanalTürk
gibi kanallarda yayınlanan programlarda ileri sürülen iddialar,
açık bir biçimde “içerden” bazı enformasyonlara bağlı olarak
yapılmaktadır. Avukatlarımızdan esirgenen iddialar, bu medya
organlarından esirgenmemekte, dahası komplonun basın ayağı
olarak bu kuruluşlar kullanılmakta, desteklenmektedir. Yaratı-
lan medya kirliliği, kişilik haklarımıza bir saldırı olmasının dı-
şında, yargıyı da etkileme özelliğine sahiptir.
Herkesin iyi bilmesi gereken bir şey var: Biz sosyalistler, ce-
zaevlerinin, tutuklamaların, işkencelerin ne anlama geldiğini iyi
biliriz. İdeallerimiz için bunlara katlanmayı da zul görmeyiz.

35
Ancak savaşın da, düşmanlığın da bir hukuku, bir ahlakı olma-
lıdır. Ömürlerinin yarısından çoğunu demokrasi ve sosyalizm
mücadelesine adayanları, Avcı gibi yaşamını devrimcilere karşı
mücadeleyle geçirmiş bir polis şefiyle aynı kareye koymaları en
azından bu “savaş hukuku”nun ihlalidir. Ahlak dışıdır. Sistem
içi kavganın bir tarafı olan Avcı ile şahsımın, genel merkez yöne-
ticilerimin ve TÖP sözcüsü arkadaşlarımın ortak bir senaryoda,
ne olduğunu, kimlerden oluştuğunu bilmediğimiz bir örgütte
birleştirilmesi, Sosyalist Parti danışmanı olan Mahir Sayın’ın ör-
gütün yöneticisi olarak lanse edilmesi, komik olmasının yanın-
da, çocukların dahi inanmayacağı bir düzmecedir.
Üzerimizde tezgahlanan komplo ile açık siyasal faaliyetimi-
zin yasadışı faaliyetmiş gibi gösterilmesi amaçlanmaktadır. Sor-
gu sürecinde tarafımıza yönlendirilen sorular bu amacı açıkça
göstermektedir. Kürt sorununa duyarlı yapılarla açık alanda
örgütlenen ve toplantı ve kararlarını kamuoyuyla paylaşan De-
mokrasi için Birlik Hareketi’nin (DBH) adeta illegal bir örgüt gibi
gösterilmeye çalışılması (DBH ile ilişkimizin, toplantılarına gidip
gitmediğimizin, DBH’nin Öcalan’ın önerisiyle kurulup kurul-
madığı yolunda garip soruların sorulması) bir hazırlık soruştur-
masından çok verilmiş bir kararın figüranları haline getirilmek
istendiğimizi kanıtlamaktadır.
Henüz bilmediğimiz iddianamede hangi gizli tanık ifadesine
yer verileceğini, hangi zorlama ilişkilerin kurulacağını ve iddia-
name hazırlanana dek adeta bir ceza haline dönüşmüş tutuklu-
luk sürecinin sekiz ay mı, bir yıl mı, yoksa daha fazla mı olaca-
ğını hepimiz hukuk ve adalet adına göreceğiz. Ancak bugünden
kesin olan şey, sosyalistlere yönelik yeni bir saldırı dalgasının
başladığıdır. Bu yeni saldırı dalgasının ilk adımı olarak sosya-
list solun birlikçi ve Kürt sorununda duyarlı kesiminin devlet
içi kavgada hedef haline gelmiş bir polis şefiyle ilişkilendirilerek
tasfiye edilmesi ve onurumuza el uzatılması planlanmıştır.
Bu komplo, eninde sonunda boşa çıkarılacaktır. Kamuoyu
bilmelidir ki, Sosyalist Demokrasi Partisi, yasal alanda mücadele
eden sosyalist bir partidir. Ne yasadışı örgütle ne de polis şefiy-
le en ufak bir ilişkisi vardır. Ve bugün kendine demokrat diyen
tüm insanlar, bir tercihle karşı karşıyadırlar. Demokratlık anda-

36
ki değil, sürecin tümündeki tutumla alakalıdır. Ve yeni süreçte
demokratlığın önemli bir kıstası 21 Eylül komplosu ve çağdaş
Dreyfus davası karşısında takınılacak tutum olacaktır.
Herkesin adalet ve demokrasi algısını göreceğiz. Bakalım, RP,
FP, AKP’ye gösterilen adil ve demokratik tutum sosyalistlere de
gösterilebilecek mi?
Evrensel, 27 Ekim 2010

21 EYLÜL KOMPLOSU VE SOSYALİSTLER

Kürt sorununun çözümüne ilişkin umutların güçlendiği bir


dönemden geçiyoruz. Doğal olarak hiçbir savaş sonsuza dek
sürmez. Kürt sorunu da er ya da geç elbete çözüme ulaşacaktır.
Ancak içinden geçtiğimiz sürecin ikili bir karakter arz ettiğini ve
barış vektörünün savaş ve çatışma vektöründen daha kuvvetli
olmadığını tespit etmeliyiz. Sorunun çözümüne ilişkin umutvari
bir durum söz konusu olsa da hükümetinin soruna yaklaşımının
bu zamana kadarki geleneksel yaklaşımlardan ciddi düzeyde bir
kopuş sağlayamadığı ortadadır. Süreç ikili bir karaktere sahiptir.
Hükümet bir yandan BDP ile görüşür, sorunun siyasal planda ele
alınmasına ilişkin işaretler verirken diğer yandan arkadan dola-
narak Suriye başta olmak üzere bölgesel güçlerle PKK’ye karşı
ortak operasyon tezgahlamaya çalışıyor. Bir yandan demokrasi-
den, silah kullanmamak suretiyle görüş açıklama ve siyaset yap-
ma özgürlüğünden bahsederken diğer yandan yeni KCK operas-
yonlarına imza atıyor. Türkiye’de enternasyonalist sosyalistlere
komplolar ve tutuklama kampanyaları düzenliyor.
Dışarıdan bakıldığında tüm bunların bir arada olmasının bir
çelişki olduğu düşünülebilir. Oysa ortada çelişkili bir durum
yoktur. Tersine tüm bu zalimlerin bir iç tutarlılığı vardır. Bu çe-
lişkili gibi görünen tablonun bütünü AKP’nin Kürt sorununu na-
sıl çözmek istediğine ilişkin veriler sunmaktadır.
AKP, Kürt sorununun çözümünden yanadır ama demokra-
tik bir çözümden yana değildir. Tablonun bütünü değerlendi-
rildiğinde ortaya çıkan sonuç budur. Eylemsizlik sürecinde ol-
duğu halde TSK’nin PKK’ye yönelik devam eden operasyonları,

37
Günlük, 13 Ekim 2010
KCK’ye yönelik operasyon ve tutuklama dalgası, Kürt halkının
örgütlü gücünü tasfiye etmeyi amaçlıyor. Yeni Kürt sorununun
AKP çözümü, Kürt halkının örgütlerinin çözülmesi esasına da-
yanıyor.
Buraya kadar yeni ve özgün bir durumdan bahsetmediğimiz
düşünülebilir. Oysa yeni ve özgün bir durum vardır. Yeni ve
özgün durum, Kürt özgürlük mücadelesini yalnızlaştırmak için
kendilerini stratejik bir ittifak bağıyla Kürt özgürlük mücadelesi-
ne bağlı olarak gören Türkiyeli enternasyonalist sosyalistlere de
saldırı dalgasının başlatılmış olmasıdır. Kürt sorunu hem Kürt
halkı açısından hem de hükümet açısından oldukça hassas bir
dönemden geçiyor. AKP, arzu ettiği çözüme ulaşabilmek için
her ihtimali değerlendiriyor ve hiçbir gücü ihmal etmek istemi-
yor. Bu nedenle, gücü ve etkisi sınırlı da olsa enternasyonalist
sosyalistlerin etkilerini ihmal etmek istemiyor ve bize karşı da
bir tasfiye operasyonu olarak 21 Eylül komplosunu hazırlıyor.
Soruna bu açıdan yaklaştığımızda SDP ve TÖP’ e yönelik olarak
hazırlanan 21 Eylül komplosunun mantık itibariyle KCK operas-
yonlarından çok da farklı olmadığını görmüş olacağız. AKP Kürt
halkının özgürlük mücadelesini zayıflatmak adına Kürt halkının
dostlarına pervasızca saldırıyor.
Eylül komplosunun bir diğer önemli nedeni de SDP ve TÖP
tarafından başlatılan birlik sürecinin enternasyonalist sosya-
listlerin en geniş parti birliğini yaratmaya aday oluşudur. Bu
komployu hazırlayanlar, Türkiye cenahından Kürt sorununu
temel bir sorun olarak gören kitlesel, sosyalist bir partinin ku-

38
ruluşunu engellemek istemektedirler. Dahası, Demokrasi İçin
Birlik Hareketi’ni (DBH) yasadışı ilan ederek onu tasfiye etmek
istemektedirler. Bu işe de SDP ve TÖP’e yönelik operasyonlarla
başlamış durumdadırlar.
Bizlerin Devrimci Karargah üyesi olduğumuz yolundaki id-
dia ise yukarıdaki gerekçelerin üzerini örtmek için tezgahlanmış
bir komplodur. Zaten sorgu sürecinde de hemen hemen hiçbiri-
mize adı geçen örgüte ilişkin soru sorulmadı. Bize sorulan soru-
lar Kürt sorununun çözümü hakkında nasıl bir yol önerdiğimiz,
DBH’ye nasıl baktığımız, toplantılarına katılıp katılmadığımız,
DBH’nin Öcalan’ın önerisiyle kurulup kurulmadığı, SDP-TÖP
birliğinden muradımızın ne olduğu biçimindeydi. Net olarak
gördük ki, mesele illegal bir örgüte üye olma meselesi değil. Bize
bu komployu hazırlayanlar işlerini şansa bırakmak istemiyorlar.
Bu nedenle daha yıkıcı bir darbe vurmak adına bizleri işkenceci
bir polis şefiyle aynı senaryoya dahil etmek istiyorlar. Yani aynı
zamanda onurlarımıza da saldırmak istiyorlar. Hiçbir somut de-
lil olmaksızın devrimcileri ait olmadıkları bir örgüte bağlamaya,
polis şefini de aynı kefeye yerleştirmeye çalışıyorlar.
Görünen o ki, sosyalistlere yönelik bu saldırı dalgası burada
kalmayacak, giderek genişleyecek. Hükümet başta DBH’yi oluş-
turan sosyalistler olmak üzere tüm sosyalistleri hedef tahtasına
yerleştirmiş durumdadır. Bu tablodan çıkaracağımız sonuç top-
yekün saldırıya karşı topyekün direnişi örgütlemek olmalıdır.
Eğer bu saldırı bu cephede durdurulmazsa sosyalistler ve Kürt
özgürlük mücadelesi adına önemli bir dönem daha kaybedilmiş
olacaktır. Saldırıya karşı cevap, saldırının hukuki değil, siyasi
bir komplo olduğu gerçeği üzerinden verilmeli ve politik olarak
saldırının geldiği yer olan sosyalist hareketle Kürt özgürlük mü-
cadelesi arasındaki ilişkiyi daha da güçlendirerek saldırıya karşı
konulmalıdır. Ayrılıklar değil, ortaklıklar öne çıkarılarak birlikçi
bir bakışla saldırıya cevap üretilmelidir.
21 Eylül komplosu boşa çıkarıldığında elde edilen kazanım
hepimizin olacaktır.
Bugün oligarşinin ahlaksız bir komplosuyla cezaevlerine dol-
durulmuş olsak da Kürt halkının dostları olarak bizler biliyoruz
ki, başarı iki halk arasındaki kardeşlik köprüsünün ve mücadele

39
ortaklığının geliştirilmesinden geçmektedir. Kriz anları devrimci
çıkış olanaklarını içinde barındırır. Oligarşinin Kürt halkını yal-
nız bırakma, kurumlarını tasfiye etme ve sosyalist hareketi yeni
bir tasfiye sürecine uğratma çabalarına karşı direneceğiz. Ve biz
çok iyi biliyoruz ki beraber başaracağız.
Günlük, 13 Ekim 2010

40
TUNCAY YILMAZ
SIRA KİMDE?

Yazının başlığı 21 Eylül 2010 şafağında evlerimizin kapıları


vurula kırıla açılıp gözaltına alınmamız ve sonrasında tutuklan-
mamızın ardından devrimci, demokratik ve yurtsever kamuo-
yunun yürüttüğü kampanyanın ismi.
Dostlarımızın oldukça yaratıcı bir biçimde koydukları kam-
panya ismi, bizlere bu komployu düzenleyenlerin düşünce sis-
tematiğini daha ilk başta açığa çıkartıveriyor. Bu komplo ilk de-
ğildi ve son da olmayacak! Bu operasyonun düğmesine basanlar
rastgele değil, belirli bir hedef ve sırayla hareket etmekteler.
Nitekim kampanyayla ilgili görsel malzemeleri hazırlarken
de oynanan oyunu ilmek ilmek çözmeye devam etmiş arkadaş-
larımız. Halen Diyarbakır’da devam etmekte olan KCK davasının
tüm vicdanlara kazınmış fotoğrafı olan elleri kelepçeli arkadaş-
larımızın yanına bizlerin fotoğraflarını da eklemişler. “İşte AKP
Demokrasisi” başlığının altına “BDP’liler, Halkevciler, ESP’liler,
SDP’liler ve TÖP’lüler… SIRA KİMDE?” diyerek tablonun önemli
bir kısmını tek bir pankarta sığdırmışlar.
Tutuklanan 13 kişiden 6’sı Genel Başkan dahil olmak üzere
SDP üyesi. Resimde aralarında bulunduğum 3’ü Toplumsal Öz-
gürlük Platformu sözcü ve üyeleri. 1 kişi Red dergisi yazarı, 1
kişi Bilim ve Gelecek dergisi editörü, 1 kişi de 70 yaşında eski bir
sendikacı. Hepimiz “Devrimci Karargah” örgütü üyesi olmak
iddiasıyla tutuklandık.
Hiçbirimizin ne evinde, ne birbuçuk yıldır teknik takip al-
tında tutulan telefon görüşmelerimizde “Devrimci Karargah”a
ilişkin en ufak bir delile rastlanmamışken sadece gizli tanık ve
itirafçı ifadelerine dayanarak bizleri tutuklamalarının arkasında

41
yatan gerçeklik ne peki?
Operasyonun hedefini en iyi görebildiğimiz yer bizlere soru-
lan sorular oldu. Dosyamız üzerinde gizlilik kararı olduğundan
hakkımızdaki suçlamaları bilmiyoruz dahi.
SDP ve Toplumsal Özgürlükçülere yöneltilen soruların iki ek-
seni vardı: Birincisi, Demokrasi İçin Birlik Hareketi, yani Kürt
Hareketiyle oluşturmaya çalıştığımız stratejik ittifak; ikincisi ise
TÖP, SDP ve SBH’nin başlatmış olduğu Sosyalist Yeniden Yapı-
lanma perspektifli birlik ve kuruluş süreciydi.
Hepimizin bilgisayarlarından, defterlerinden, notlarından
bol miktarda çıkan “belgeler” ağırlıklı olarak bu iki konuya iliş-
kin. İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin demokratların ortak mü-
cadelesini sağlayacak bir “demokrasi cephesinin” ve bunun içe-
risinde sosyalist bir perspektifle kendini yeniden inşa etmekte
olan Devrimci Kolektif Özne’nin inşasına ilişkin istemedikleri
kadar doküman bulabilirler bizden aldıkları belgeler arasında.
Ama “Devrimci Karargah”a ilişkin tek bir belge dahi bulamaz-
lar/bulamadılar.
“Yeni statüko”nun “ileri demokrasisi” bizleri yaptıklarımızla
köşeye sıkıştıramadığından, yapmadıklarımızla suçlayarak kri-
minalize etmeye çalışmaktadır.
Sermayenin AKP eliyle kurduğu yeni statüko, SDP ve TÖP’e
yönelik gerçekleştirdiği operasyonla iki mesaj veriyor demokra-
tik kamuoyuna:
1) Sermayenin ulusalcı ya da liberal kanatlarına angaje olma-
mış, sosyalizmin ve sosyalist hareketin deneyimlerinden dersler
çıkarmış, işçi sınıfının, kadınların, Kürtlerin, ekoloji hareketleri-
nin, inanç özgürlüğü mücadelesi verenlerin devrimci ve demok-
ratik mücadelesini kendisine rehber edinmiş birleşik bir komü-
nist odak yaratmaya kalkmayın!
2) Kürt Halkının büyük bedeller ödeyerek ortaya çıkardığı
“özgürlük hareketiyle”, Türkiyeli işçilerin, emekçilerin ve tüm
ezilenlerin ortak bir demokrasi programı etrafında toplanmasını
sağlayacak kararlı, stratejik bir ilişkilenmeye yeltenmeyin! Eğer
bunları yaparsanız sizin yasal, meşru çalışma yapmanıza bak-
maz, yolunu bulur cezaevine tıkarız.
Devrimci, demokrat ve yurtsever dostlarımız, “yeni statüko-

42
nun ve demokrasi anlayışının” sonuçlarının nerelere kadar uza-
nabileceğini çok iyi gördüklerinden, ve tabii ki devrimci daya-
nışma duygularıyla soruyorlar: Sıra Kimde?
Günlük, 2 Kasım 2010

BUZAĞI ARAMA OPERASYONU

Her operasyona, darbe girişimine bir isim takmak artık gele-


nek oldu. Biz de kendi operasyonumuza bir isim takmasak bo-
yumuz kısa kalırdı! 21 Eylül 2010 şafağında, kar maskeli, uzun
namlulu silahları olan Terörle Mücadele polisleri kapımı döve
kıra açıp ikiz kulelerin yıkılması emrini vermiş örgüt üyelerini
yakalamış edasıyla evimi talan ederken başladı aslında operas-
yona isim arayışım.
Uzaktan kumanda olabilecek cep telefonlarıma, pC4 işlemcili
bilgisayarıma ve de yanlışlıkla 5x1 ses sisteminin kumandasına
el koyup evin en tehlikeli bölümü olan kütüphaneye giriştikle-
rinde saat 06.00’ydı. O ara, aramaya şahit olması için yatağından
çıkartılıp getirilen komşunun gözleriyle karşı karşıya geldim
ve tamam dedim kendi kendime, operasyonun ismini buldum,
“Mahmur Gözler Operasyonu”.
Evden topladıkları bir dünya “el yazması” not, içerisinde tüm
“enternasyonal” bağlantılarımı açığa çıkartacak yeterlikte film
ve müzik CD-DVD’si (yazık oldu Baba I-II-III ve Aşk Tarifi’ne)
aralarında bölücü ayraçlar olan kitap ve dergilerle dört gün kal-
mak üzere götürüldüğüm Terörle Mücadele Şubesi nezaretinde
yeniden düşündüm operasyonun ismini.
Özellikle Ersen ve Dadaşlar’daki Ersen’in ikiz kardeşi olması
kuvvetle muhtemel olan sorgucunun (pardon, sorgu değil “ka-
meralı mülakat”) Devrimci Karargâh Örgütüyle ilişkimi (!) açığa
çıkartmak için sorduğu sorular ve attığı zarflar, yeni bir isim ara-
yışına sürükledi beni. Zira “Mahmur Gözler” ismi pek incelikli
olmasa da bir gözlem yeteneğini barındırıyordu içerisinde. Hüc-
redeki diğer arkadaşlarla (17 kişi davet edilmişti bu buluşmaya)
tuvalete, hastaneye, tükürük testine, el yazısı örneği vermeye
(bu arada biri sol elimle yazdıklarımı bulup yok etsin lütfen, ne

43
zavallıymış meğer sol elim) gidip gelirken yapabildiğim küçük
sohbetlerde yavaş yavaş belirmeye başlamıştı zihnimde operas-
yonun ismi.

KAMERA ŞAKASI MI?

İlk ışık “İstanbul’u düdüklüyorum ne demek” sorusuyla


yandı aslında. “X şahsıyla yaptığınız görüşmede, gemide oldu-
ğu belirlenen şahıs size ‘İstanbul’u düdüklüyorum’ derken ne
mesajı vermeye çalışıyordu?” O an bir gitti geldi kafam. Kamera
şakası olabilirdi bu, ama çüş yani dört gün sürmez ki bir şaka!
Hem, silahlarını da gördüm, hepsi gerçekti. Şaka gibiydi ancak
buz gibi gerçekti. Gemi kaptanı olan bir arkadaşımın İstanbul
Boğazı’ndan her geçişinde geminin düdüğüne asılıp beni araya-
rak “Neredesin, İstanbul’u düdüklüyorum, duyuyor musun?”
sorusunu ne demek istiyor diye soruyorlardı bana. Daha kendi-
mi toparlayamadan sevgilimin Antalya’daki Saint Pier kilise ge-
zisi dönüşü “Hacı oldum” lafından kıllanıp art arda sordukları
“çapraz” sorular, iyice sersemletti beni. Ama son vuruşu Mahir
Sayın sorusuyla yaptılar. Ankara’da 78 gün süren Tekel işçile-
rinin direnişini ziyarete gittiğimizde kalabalıkta kaybettiğim
Mahir Sayın’ı telefonla aramışım ve “Neredesin abi, bir görüşe-
lim” demişim. Sayın hayatının hatasını yapmış ve “Devrimcile-
rin karargâhındayım, gel istersen” demiş. Gülme ses efektleri ve
ardından “Orası neresi abi, bilmiyorum” cevabına “Çadırların
yanında Maydanoz Kafe diye bir yer var, ordayız, tüm devrim-
ciler, sendikacılar burada” diye bir açıklama yapmış Mahir Sayın
ama nafile: “Türk polisi yakalar.” Hele bir de Terörle Mücadele
timindense, üstüne üstlük Hoca Efendi’nin nefesini de arkasına
almışsa “yakalamakla” bırakmaz bir de “yakar” adamı...

KEMAL AMCA

Tekrar hücreye nasıl geldiğimi hatırlamıyorum. Hayatımın


bir bölümünü cezaevinde geçirmeme neden olacak bu sorgula-
manın Pentagon-NASA işbirliğiyle geliştirilmiş yeni bir teknik
olabileceğini düşünürken, Kemal amcanın sesiyle kendime gel-

44
dim. Aynı koridorda çapraz hücrede kalıyordu Kemal amca. 69
yaşında, eski sendikacı. Kalp var, şeker var, komünist de bir yü-
reği var ama o ayrı! Ağız dolusu homurdanırken kapandı demir
kapı üzerine. Hayırdır Kemal amca ne oldu der demez bastı küf-
rü. Eski arkadaşlarıyla telefonda konuşmuş. Sormuş neredesi-
niz, Kadıköy’e gelin de görüşelim diye. Onlar da Maltepedeyiz,
gelemeyiz bu saatte demiş. Hay sizin Maltepe’nizi diye basmış
inceden Kemal amca, “Ulan karargah yaptınız oraları” demiş
ardından başına gelecekleri bilmeyerek. Süper teknolojik, cev-
val TEM polisi klas bir Ctrl+F hareketiyle bulduğu “karargah”
kelimesini bold ve italik yapıp en ciddi yüz ifadesiyle sormuş
Kemal amcaya “Devrimci Karargâhla ilişkiniz nedir, örgüte ne
zaman katıldınız, kim aracı oldu?” diye. Operasyonda bizimle
birlikte alınan ancak Silivri’ye kadar bizimle sürüklenmeyip sav-
cılıktan serbest bırakılan bilgisayar mühendisi Önder kardeş ise
her hafta yaptıkları halı saha maçını kast ederek “Ekşın (aksion)
var mı bu akşam, kaçta olacak” sorusuyla bonus kazanmış sorgu
ekibinden. “Ekşın derken neyi kast ettin, soru sorduğun kişi kim
ve o saatte neler yaptınız?”
Bu arada anladım ki Tekel işçilerinin 4C eylemleri polisler
tarafından C4 diye algılanmış ve potansiyel takip kelimeleri içe-
risine alınmış. Sosyalist Demokrasi Partisi genel başkanı Rıdvan
Turan’ın genel başkan yardımcısıyla yaptığı telefon görüşmesin-
de “Şu an çadırdayım, az sonra çıkarım buradan. Bir saat sonra
görüşelim” sözleri tabii ki terör uzmanı polislerimizin teknik ta-
kibine takılmış ve hak ettiği soruyu kazanmış. “Bulunduğunuz
çadır ne çadırıdır, nerededir ve siz orada ne yapmaktasınız?”
Buyur buradan yak.
“Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?” masumluğu
katılarak hemen hepimize sorulan “Senin için Marx mı önde gelir
Şeyh Bedrettin mi?” sorusu ise polisin edindiği siyasal gelişme-
nin en parlak örneklerinden. Ellerinde bir resim ve isim listesi,
SDP parti meclisi üyesi arkadaşa aralarında parti genel başkanı,
genel başkan yardımcıları, MYK üyelerinin de olduğu insanları
tanıyıp tanımadığı, tanıyorsa nereden tanıdığı gibi soruları da
ihmal etmemişler tabii.
1-1,5 yıl yoğun emek harcanarak toplanmış bilgiler, dinlen-

45
miş telefonlar, yapılmış teknik takipler sonucunda sentezlenerek
her birimiz için hazırlanmış 70-80 sayfalık ifade dosyasındaki so-
ruları dinlerken (dinlerken diyorum çünkü hiçbirimiz emniyette
ifade vermedik) insan ister istemez alan araştırması yapan şirket-
lerin anket çalışmasında gibi hissediyor kendini. Şimdi diyorsun
kendi kendine, beş tane kart çıkartacak, siyah-beyaz-sarı-mavi
ve kırmızı kartlar ve soracak “Bu kartlardan hangisi size daha
çekici geliyor?” Kırmızı dersen hapı yuttun! İşte somut bağ...
Metris cezaevinden özel güvenlikli Silivri 4 Nolu cezaevine
sevk edilirken küçücük bir ring arabasının içerisinde 13 kişi bir-
likte koyduk operasyonun ismini. Bu operasyonun ismi olsa olsa
ÖABAO, “Öküz Altında Buzağı Arama Operasyonu” olabilirdi...
Et fiyatları da bu kadar artmışken bu operasyondan kurtulabile-
ne aşkolsun.
Silivri Özel Güvenlikli 4 Nolu L Tipi Cezaevi
Radikal 2, 17 Ekim 2010

46
ÜÇ
21 EYLÜL’DE HUKUK KATLEDİLDİ
AKP Ankara İl Binasına Yürüyüş, Ankara, 9 Ekim 2010
Av. GÜLİZAR TUNCER
ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER KALDIRILMALIDIR!

Yargının içinde bulunduğu hal artık bağımsızlık, tarafsızlık


ve siyasallaşma tartışmalarıyla açıklanamayacak boyutta vahim
bir durum sergiliyor. Her türlü hukuksuzluğun yaşandığı genel
yargının konumu bir yana, özel yetkilerle donanmış, olağanüstü
nitelikteki ağır ceza mahkemeleri artık bir siyasi merci niteliği
taşımaktadır. Bu mahkemeler, yargının muhalif güçlere yönelik
baskı ve gözdağı mekanizmasına dönüştürüldüğünün ve siyasi
mücadele aracı olarak kullanıldığının en çarpıcı göstergesidir.
Bugünkü haliyle devletin kendisinin bir suç örgütüne dönüş-
tüğü; kolluk güçlerinin olağanüstü yetkilerle donatılıp rahatlık-
la adam öldürebildiği, istediği zaman istediği yere gidip baskın
yapabilme, arama, elkoyma yetkisine sahip olduğu, herkesin her
türlü iletişim-teknik takip araçlarıyla izlenip gözetlenerek ya-
şamlarının alt üst edildiği bir ülkede, özel yetkili mahkemelerin
özel yetkili savcılarının da özel yetkilerini kullanarak, her türlü
hukuka aykırılığı gerçekleştirip herkesi ‘sanık’ statüsüne soka-
bilmesi normal hale gelmiştir.
Bu nedenle, her türlü hak ve özgürlük mücadelesini devletin
güvenliği ve statükonun korunması uğruna yok eden bir yar-
gıdan ve resmi ideolojinin sınırlarına sıkı sıkıya bağlı hakim ve
savcılardan adalet beklemek boşunadır. 12 Eylül zihniyetinin de-
vamı niteliğinde olup, uygulamalarıyla 12 Eylül hukukunu dahi
aratır hale gelen özel yetkili mahkemeler, artık özellikle illegal
örgütler ve silahlı eylemlerde bulunanlara değil, legal alanda
ve demokratik zeminde faaliyet yürütmeye çalışanlara da yaşa-
ma hakkı tanımıyor. Her dönem yakın tehlike olarak gördükleri
Kürtler başta olmak üzere, sol adına hareket eden bütün siyasi

49
parti, dernek, platform, sendika vb. kurumlar Özel Yetkili Ağır
Ceza Mahkemeleri’nin hedefinde.
Son dönem yargılamalarına egemen olan anlayışla, artık her
şeyin ‘suç’ sayılıp ‘terör eylemi’ olarak nitelendirildiği, ‘muhte-
mel suç’ ve ‘muhtemel suçlular’ yaratılarak, suçlamalara daya-
nak yapılan istihbarat verilerinin iddianamelere kadar yansıtıl-
dığı, insanların cezalandırılma amacıyla tutuklanıp cezaevlerine
konulduğu ve bununla yetinilmeyip uydurma delillere dayanı-
larak haklarında mahkumiyet kararı verildiği bir dönemdeyiz.
Hukuka aykırı, anti demokratik düzenlemelerle, siyasal suçlarda
farklı yargılama kurallarını uygulayan bu mahkemeler, TCK ve
TMK’daki son değişikliklerle birlikte her şeyin bir gizlilik perdesi
altında yürütüldüğü, iddia ve ‘delil’leriyle birlikte adeta bir mu-
ammaya dönüştürülen davalar yaratmaya başladılar. Hazırlık
soruşturmasının bütünüyle polisin inisiyatifine terk edilerek her
türlü hukuksuzluğa ve keyfiliğe olanak sağlandığı, ‘gizlilik kara-
rı’ adı altında savunma ve adil yargılanma hakkının bütünüyle
ortadan kaldırıldığı, her türlü tahrifata açık dijital verilerle inter-
net çıkışlarının ve tabii ki -kim oldukları hatta var olup olmadık-
ları bile belli olmayan- ‘gizli tanık’ların dava dosyalarının temel
delillerini oluşturduğu bir süreçte hukuktan bahsedilemez.
Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yargılama pratiğine
uygun biçimde, SDP ve TÖP yöneticileri ile Bilim ve Gelecek, Red
ve Demokratik Dönüşüm dergisi çalışanları ile bir sendikacının
da aralarında olduğu toplam 17 kişinin haksız biçimde gözaltına
alınıp, medya aracılığıyla yürütülen teşhir ve karalama kampan-
yası ile baştan mahkum edilmeleri de bu genel tablonun içinde
değerlendirilmelidir. Ancak insanların hiç ilgileri olmayan ve
silahlı eylemlerle adını duyuran yasadışı bir örgütle ilişkilendi-
rilmeleri bir yana, ‘Devrimci Karargah’ adı altında yürütülen
operasyonların başlangıcından itibaren Ergenekon ve Jitem’le
bağlantılı gösterilmesi ve son operasyondaki Hanefi Avcı ilişki-
siyle artık sınırlar aşılmıştır. Kendilerine ait ne kadar kirlilik var-
sa sosyalistlere ve ezilenlerden yana mücadele edenlere yıkmaya
çalışanlar, yarattıkları şiddetli dezenformasyon ve kara propa-
gandayla solu değersizleştirmeye, topluma da “ legal-illegal,
silahlı-silahsız bütün soldan uzak durun” mesajını vermeye çalı-

50
şıyorlar ki esas tehlikeli olan budur.
Bu nedenle, yasal zeminde faaliyet yürüten siyasi parti ve
kurumlara kendilerini ifade etme, toplantı ve gösteri yapabilme,
örgütlenme, siyasal faaliyette bulunma hakkı dahi tanımayan,
aynı şekilde Kürt siyasetçileri sırf Kürt oldukları ve siyasal faali-
yette bulunma, anadillerinde savunma haklarını kullanmak iste-
dikleri için içerde rehin tutan bu yargı anlayışına karşı herkesin
mücadele etmesi gerekiyor. Yıllardır Sıkıyönetim Mahkemeleri,
Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahke-
meleri biçiminde varlığını sürdüren, olağanüstü yargı yetkisine
sahip, doğal yargıç ilkesinin ortadan kaldırıldığı, savunmanın iş-
levsizleştirildiği, hukuk dışı yargılamaların yapıldığı özel yetkili
siyasal mahkemelerin artık vadesi dolmuştur.
SDP-TÖP için yürütülen kampanyaların KCK operasyonuna
karşı yürütülen kampanyayla birlikte yürütülmesi ve devamında
da Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin, TCK, CİK ve CMK’daki
antidemokratik hükümler ile Terörle Mücadele Yasası’nın kaldı-
rılması için mücadele edilmesi gerekiyor. Tıpkı 1970’lerde Dev-
let Güvenlik Mahkemeleri’ne karşı yürütülen kampanyalarda
olduğu gibi Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’yle ilgili olarak
da toplumun tüm kesimlerini içine alacak geniş kampanyalar
yürütülmeli ve bu mahkemelerin yalnızca Kürtler ve sol muhalif
güçler için değil, ezilen, sömürülen, sistemle sorunu olan herkes
için bir tehlike oluşturduğu anlatılmalıdır.
Günlük, 29 Ocak 2010

SOSYALİSTLERİ İTİBARSIZLAŞTIRMA OPERASYONU

AKP iktidarı demokrasicilik oynuyor ve bir demokrasi şalı


altında darbelere, komplolara karşıyız diyor; ancak her türlü sal-
dırıyı yapıyor.
Daha önce KCK operasyonu adı altında Kürtlere bir operas-
yon düzenlendiler. Şimdi de onlara destek veren sosyalistlere,
ezilenlere, emekten yana olan güçlere karşı bu tarz bir saldırı
içindeler. Tamamen açık alanda siyasi mücadele yürüttükleri
halde müvekkillerimiz, Devrimci Karargah üyesi oldukları, PKK

51
kamplarında eğitim gördükleri ve PKK’ye lojistik destek verdik-
leri iddia edilerek tutuklandı. Devrimci Karargah örgütünün
PKK’ye yakın bir örgüt olarak niteleniyor olması, kurulan bu iliş-
kiyle Kürt sorunununda duyarlı olan ve Kürt hareketi ile ittifak
içinde olan siyasetlerin hedef alındığını gösteriyor.
Devrimci Karargah’la bağlantı kurulmasının ayrıca iki ne-
deni var. Birincisi, yeni ve bilinmezi çok olan bir örgüt olması.
Bir diğer boyutu ise uzun süredir silahlı bir eylemin sol içinde
görülmemesi. Devrimci Karargah, adını silahlı eylemlerle du-
yurdu; Selimiye saldırısı, AKP’ye yönelik eylem, Bostancı’daki
çatışma. Özellikle Bostancı’da yaşanan çatışmanın direniş boyu-
tu var. Silahlı bir militan direniş gösterdi ve bu durum devrimci
kamuoyunda moral etkisi yarattı. Bu, etkinin kırılmak istenmesi
diğer boyutu. İki yıldır Devrimci Karargah adı altında operas-
yonlar sürüyor. Daha önceki operasyonlarda da Ergenekon’la ve
JİTEM’le bağdaştırmaya çalışıyorlardı. Bu operasyonda da Ha-
nefi Avcı üzerinden Ergenekon’la bağlama çalışmaları var. En
fazla kirlenmeyi ise son operasyonlarda yaşadık. Devletin ver-
mek istediği mesaj açık: Legal-illegal alanda kendini sol olarak
tanımlayan bütün güçler, derin devletle ilişkilendirerek, itibar-
sızlaştırma operasyonuna uğratılıyor. Sol, kirletilerek bir umut
olmaktan çıkarılmaya çalışılıyor.
Bir de sistem içinde Ergenekoncular, askerler, Fettullahçılar
ve AKP iktidarı olarak süren iktidar savaşı var. Bu çatışmalar
içinde yargı kamplara ayrılmış ve ne söyleniyorsa onu yapıyor.
Hazırlık sürecinden itibaren yaşanalar ise bunun en açık göster-
gesi. Emniyet güçleri tarafından silahlı, çelik yelekli, özel timler
tarafından insanların evleri basılıyor, kapıları kırılıyor. Örneğin
SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan onbir yıldır yasal bir siyasal
mücadele veriyor aynı zaman da hekimlik mesleğini sürdürü-
yor. Kısaca adresi açık olan bir insan. Ona ya da diğer müvekkil-
lerimize tebligat yapılsa, gidip ifade verebilirlerdi. Diğer taraf-
tan, elleri kelepçeli vaziyette mahkeme çıkartılıyorlar. Bu durum
KCK operasyonlarında da yaşandı. Amaç, teşhir etmek ve kamu-
oyunda peşinen suçlu olarak yansıtmak.
Teşhir olayı en çok basın aracılığıyla yapıldı. Yalan- yanlış
bilgiler basına sızdı. Şiddetli bir dezenformasyon yaratıldı. Dos-

52
yaya gizlilik kararı koyuyorlar, avukatlardan dosyaları gizliyor-
lar; fakat bakıyoruz ki tüm bilgiler medyanın elinde, televizyon
haberlerinde konu oluyor.
Yargı, maddi ve hukuki koşul oluşmadığı halde tutuklama
kararı veriyor. Bu tarz davalarda yargılanan insanlara, ne za-
man örgüte girdikleri, örgüt içinde görevleri, gerçekleşen eylem-
lerle ilgili sorular sorulur; fakat bu davada ise bu sorulara hiç
yer verilmiyor. Necdet Kılıç’ın Örgüt üyesi olduğu iddiaları ve
Hanefi Avcı’nın örgüte yardım ettiği iddalarının hiçbiri müvek-
killerime sorulmuyor. Örgütle ilgili sorulan iki soru var “Orhan
Yılmazkaya’yı tanıyor musun?” ve “Gazi Mahallesi’nde yapılan
basın açıklamasına katıldın mı?”. Tabii, Gazi Mahallesi’nde ya-
pılan anma açıklamasına müvekkillerim katıldığını belirtiyor.
Yani Orhan Yılmazkaya’nın da yaşama hakkı vardı ve Devrimci
Karargahla ilgili aylardır yürütülen bir soruşturma var. Bu so-
ruşturma sürecinde Orhan Yılmazkaya sağ yakalanabilirdi; fa-
kat devlet oraya özellikle onu öldürmek için gittiğini gösterdi.
Buanlamda yaşama hakkını tüm sosyalist kamuoyu sahiplenir
ve yargısız infaza karşı çıkar.
Önemli bir dezenformasyon ise dosya ile ilgili yaşanıyor. Ha-
nefi Avcı’nın kendisinin şikayetçi olduğu bir dava dosyası var,
hazırlık numarası 1860. Bu dosyanın bizim dosyamız olduğu ve
Hanifi Avcı’nın bu dosyayı Necdet Kılıç’a verdiği iddia ediliyor;
fakat bizim dava dosyamız 1868 numaralı dosya. Tabi bu bilinçli
bir biçimde yapılıyor. Sözde Hanefi Avcı Necdet Kılıç’ı aramış
ve Necdet Kılıç da Mahir Sayın’ı aramış, O da yurt dışına kaçmış.
Tümüyle çarpıtma ve yalan üzerine kurgulanmış bir dosya.
Dosya şu an hazırlık aşamasında ve savcı Kadir Altınışık’ın
elinde. Gizlilik kararı olduğu için mahkeme süreci henüz belir-
siz. Hazırlık aşamasında, ortada toplanacak bir delil yok. Sadece
telefon görüşmeleri ve teknik takip olayı var. Telefon görüşmele-
ri, günlük konuşmalardan ibaret. Teknik takipse tam bir komedi.
Üç kişi: Rıdvan Turan, Ecevit Piroğlu ve İbrahim Turgut’a soru-
lan “şu tarihte bir araya gelip yemek yemişsiniz” sorusundan
ibaret.
Biz, tüm bunlar olurken savcılık, emniyet ve basın hakkında
suç duyurusunda bulunduk. Özellikle basınla ilgili yayın dur-

53
durma talebimiz oldu. Tutukluk haline itiraz ettik; fakat ret edil-
di. Her ay tutukluluk incelemesi yapılıyor. Biz, her ay tahliye
talebimizi yineleyeceğiz. Davanın 9. Ağır Ceza Mahkemesine
gelme ihtimali yüksek. Sonuçta tahliye durumu olabilir; fakat bu
uzun bir zamana yayılacak gibi görünüyor.
Yaşananlar son dönem yargılamalarda sıkça yaşanıyor. Tüm
açık alanda siyaset yapan; parti, sendika, dergi vb. yapılanma-
ların illegal örgütlerle ilişkisi olduğu iddia edilerek mahkum
edilmeye çalışılıyor. Yapılan her eylem bu çerçevede değerlendi-
riliyor. Yaşanan operasyon hukuki yönünden çok siyasi yönüyle
incelenmeli. Bu operasyonlarla insanların siyasi faaliyet biçim-
leriyle oynamak isteniyor. Legal alanda siyaset hakkı engellen-
meye çalışılıyor. Topyekun bir saldırı var karşımızda. Yapılması
gereken topyekun bir duruş örgütlemek, ortak bir karşı duruş
sergilemektir.
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

54
Av. ÖZLEM GÜMÜŞTAŞ
HER ‘DAVA’NIN GELİŞİMİ SEÇİMİMİZE BAĞLIDIR

KESK binaları ve yöneticilerinin evleri bir sabah vakti “aran-


dı”. Sendikacılar “yakalandı”, yasadışı örgüte üye oldukları, ma-
li destek sundukları gerekçeleri ile “sorgulandı”, “tutuklandı”.
DTP’li belediye başkanları, parti yöneticileri sabaha karşı ev-
lerinde “yakalandı”, plastik kelepçelerle adliyeye sevk edildi,
sorgulandı, tutuklandı. Polis, Savcılık denetimi ve mahkeme izni
ile parti binalarını, belediye binalarını dinledi, izledi.
Referanduma 2 gün kala ESP üye ve yöneticileri gözaltına
alındı. “Boykotun aktifleşeceği” gerekçesiyle “Emniyet güçleri
düğmeye basmışlar”dı.
Erzurum’daki “özel yetkili” savcı, Erzincan Cumhuriyet
Başsavcısı İlhan Cihaner’i gözaltına almak üzere adliyeye geldi.
Savcıyı “yakaladı”, odasında “arama” yaptı ve “gözaltına” aldı.
Erzurum özel yetkili 2. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimi Başsavcı
hakkında “tutuklama” kararı verdi. HSYK Erzurum özel yetkili
savcısı Osman Şanal ve diğer üç savcının “özel yetkileri”ni kal-
dırdı. Yargıtay ve Danıştay, HSYK kararının hukuka uygun oldu-
ğunu açıkladı. Adalet Bakanı çok kızdı.
Cami ve cemevlerine dönük bombalamalar ve yargısız infaz
planlarının olduğu Balyoz soruşturmasında emekli ve muvazzaf
askerler gözaltına alındı, tutuklama istemi ile sevk edildikleri öz
el yetkili mahkeme “eylemlerin düşünce aşamasında kaldığı”
gerekçesi ile tutuklama istemini reddetti. Soruşturma sırasında
İstanbul özel yetkili 10. Ağır Ceza Mahkemesi; 102 şüpheli hak-
kında “yakalama kararı” verdi. Karara itirazları değerlendiren
üst mahkeme, “tutuklama tedbirdir, esas olan tutuksuz yargıla-

* Ezilenlerin Hukuk Bürosu

55
madır... Şüphelilerin tamamı sabit ikametgah sahibidir ve kaç-
ma, delilleri karartma şüphesi altında değildir” dedi, yakalama
kararını kaldırdı.
SDP ve TÖP üyeleri evlerinde “yakalandı”, parti binalarında
“aramalar” yapıldı, “çeşitli dokümanlar” “ele geçirildi”. İstan-
bul Emniyet Müdürlüğü bir video hazırlamıştı, bunu tüm ulusal
basınla “paylaşmayı” görev bildi. SDP ve TÖP üyeleri saatlerce
“sorgulandı”, “örgüt üyesi oldukları” gerekçesi ile “tutuklan-
dı”.
Olabilir mi diye sormayın. Türkiye’de her şey olur. Bütün
bunları yapabilirler mi? Ama yapıldı. Yasalar buna elverişli mi?
Herkes birbiriyle kavga ediyor ama mevcut “ceza mevzuatı”
yapmak istedikleri her şeye elverişli. Elverişli çünkü; yorumla-
nabilen ve yoruma göre uygulanabilen yasalar yazdılar, yaptı-
lar.
Siz bu tabloyu nasıl yorumlarsanız yorumlayın... Somut ve
katlanılması zor olan; belediye başkanları, bir partinin genel
başkanı, sendikacılar, gazeteciler, hukukçular, insan hakları sa-
vunucuları, yurtseverler, sosyalistler “tutukludur”. Önümüzde
duran tek gerçek budur.
Son yıllarda 12 Eylül hukukunu ve sürecini aratmayacak şe-
kilde toplumun ezilen kesimlerinin hak ve taleplerini dile getiren
meşru ve yasal kurumlara yönelik operasyonlar ve olağandışı
yargılamalar sistematikleştiriliyor. Bu olgu; “küresel olağanüs-
tü hal hukuku” veya “düşman savaşçı hukuku” olarak adlan-
dırılan, hukuk açısından kazanılmış tüm teminat ilkelerini ihlal
eden; ceza mevzuatındaki değişiklikler, TMY ve uygulamasının
bir sonucudur. Bu uygulamaların ve bu tür soruşturma ve yar-
gılamaların temel felsefesinde “özgürlük düşman şey, güvenlik
temel şey” anlayışı yatmaktadır. Yönetilenlerin, ezilen ve sömü-
rülen sınıfların, kimlikleri tanınmak istenmeyen azınlık ve etnik
grupların mevcut sisteme sessizce boyun eğmesi anlayışı vardır.
Tüm dünyada dayatılmak istenen; sessizce boyun eğenlere ‘yurt-
taşlık yasaları’, hak ve özgürlük arayanlara ise ‘düşman savaşçı’
ögesinin yerleştirildiği ‘terörle mücadele yasaları’dır. Yasaların
teminatı altında kurulan demokratik kuruluşlara, toplumsal ya-
şamın olmazsa olmazı parti ve örgütlere “gizli örgüt” iddiasıyla

56
suni davalar açılmakta, siyasi saiklere bağlanmış hukuki saldır-
ganlık örgütlenmektedir. “Yasadışılık” tespitine, hukuk kriterle-
rinden uzak, soyutlama ve kıyas yoluyla ulaşılmakta, eylemden
çok düşünce ve kimlikler cezalandırılmaktadır.
Yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu (TCK), Ceza Muha-
kemesi Kanunu (CMK), Terörle Mücadele Yasası (TMY) ve uygu-
laması ile ortaya çıkan bu sorunları yine bu ceza adalet sistemi
ve mevzuatı içinde kalarak çözemeyiz.
Çağlar boyu verilen mücadeleler ve ceza yargılamasında olu-
şan gelişmeler sonucu, ceza yargılamasının amacı cezalandırma
olmaktan çıkmış; gerçeğin araştırılması ve sanık haklarının temi-
nat altına alınması ağırlıklı bir niteliğe dönüşmüştür. Yani, artık
hukuk ilkeleri çerçevesinde soruşturma yürütülecek, hukuka uy-
gun delillerle dürüst yargılanma ilkeleri ihlal edilmeden maddi
gerçek ortaya çıkarılacaktır. Özellikle siyasi davalarda bu kural
daha da yaşamsal hale gelmektedir. Çünkü, yargılama diyalekti-
ği en çok siyasal davalarda zorlanır. “Hegel’in otorite teşkil eden
fikrine rağmen insanlar devletin içinde olduğu kadar devletin
dışında da yaşarlar” (Spit). Siyasal davaların soruşturmalarında
önsel olarak bu ilke zedelenir. Bu tür soruşturmalarda daha baş-
langıçta isnat edilen suçun neden ibaret olduğu ayrıntılarıyla ve
gerekçeleriyle şüpheliye bildirilmek istenmez. İletişimin denet-
lenmesi, izleme, arama, gözaltına alma, tutuklama tedbirlerin-
de ‘makul şüphe’ standardından vazgeçilir, siyasi hesaplarla bir
“suçlu” yaratma psikolojisine giren siyasi iktidar ve polis basit
bir şüphe veya yorumlama ile bu tedbirlere başvurur. Hukuken
aranması şart olan “kusurlu irade + tipe uygun fiil” kriterini
besleyecek delil aranmaz, çıkarsamalardan temellenen soruştur-
malarla sansasyonel davalar yolu açılır, hayali örgüt üyelikleri
suçlaması üretilir.
Uygulamanın en önemli sonucu ve sorunu, tutuklamadır.
CMK 100. ve devamındaki maddelerde düzenlenmiş olan “tu-
tuklama” tedbiri yeniden düzenlenmelidir. Bu madde herhan-
gi bir soruşturmada “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olgular”ın var olup olmadığının takdiri sırasında özgürlüğü is-
tisna, tutuklamayı kural olarak uygulamaktadır. TCK’nun “Dev-
let Güvenliğine Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenen “yasa-

57
dışı örgüt kurmak, yönetmek, üyesi olmak” vd.maddeleri ge-
rekçesiyle yürütülen herhangi bir soruşturmanın subjesi haline
gelmek, otomatik olarak tutuklama nedeni olmaktadır. Madde
düzenlemesi ve uygulama nedeniyle tedbir olan tutuklama, ce-
zalandırma aracına dönüştürülmüştür. Kasım 2009 tarihi itiba-
riyle cezaevi nüfusu 117 bin 61 kişidir ve bu nüfusun 60 bin 175
kişisi “tutuklu”dur. Yargılama süreçlerinin uzunluğu nedeniyle
tutukluluk hali cezanın infazına dönüşmektedir.
Daha önemli yasal sorun ise, CMK 250, 251 ve 252 inci madde-
lerdeki, “Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme” hakkındaki düzenle-
medir. Bu maddelerle, yürürlükten kaldırılan ‘Devlet Güvenlik
Mahkemeleri’ne ceza mevzuatının değiştirildiği 1 Haziran 2005
tarihinden itibaren yeniden yasallık sağlanmıştır. DGM’ler “özel
yetkili savcılar” ve “özel yetkili mahkemeler”le sürmektedir. Bu
yasal düzenlemeyle, hukuk ilkeleri ikiye ayrılmış, yargıda çift
başlılık yaratılmış, olağanüstü soruşturma ve yargılamalar ce-
za adalet sistemi içine yerleştirilmiştir. Bu mahkemeler eşitlik
ve doğal yargıç ilkesine, ayrımcılık yasağına aykırıdır. Herkes,
“olağan mahkemeler” tarafından yargılanma ve kanunlar önün-
de eşit olma hakkına sahiptir. TMY ve “Özel yetkili mahkemeler”
eliyle oluşturulan ‘öteki’ ceza sistemi, toplum içinde birinin iyi
diğerinin kötü kabul edildiği ve buna göre yasalar üretilerek, bu
anlayışa göre hukukun uygulandığı düşman ceza hukuku ya-
ratmaktadır. Herşeyden önce yargıdaki bu çifte standarda son
verilmesi gerekmektedir.
Bugün yaşanılan sorunların asıl düğümü 12 Eylül hukukun-
dadır. Türk yargı ve ceza adalet sistemi; darbe düzeni ve anla-
yışının devamında yarar görenlerin, temel hak ve özgürlüklerin
kullanımını kırmızı çizgilerle sınırlandıranların, Anayasa’dan
önce Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni düzenleyenlerin siyasal
tercihlerinin sonucudur. Gelecek de öyle! Bu nedenle “yargıla-
ma” sanıklardan ibaret olmadığı gibi “savunma” da salondan
ibaret değil, demokratik muhalefetin tüm bileşenlerinin müdahil
olduğu bir eylemdir.
“Bir dava, kaderin kurduğu bir tuzak değildir. Bütün geli-
şimi, sanığın seçimine bağlıdır. Başka hiçbir yerde bir insanın
eline, bir araya gelmiş bu kadar gücü yenmek için bu kadar çok
Evrensel, 28 Eylül 2010
şans verilmez. Orada sadece silahlarını atan silahsızdır. Dendi
ki; iktidarsız ihtiras suçtur; cesaretsiz felaket de öyle.” (Verges –
Savunma Saldırıyor)
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99
Av. ŞENGÜL ÖZDEMİR
12 EYLÜL’DE HUKUK KATLEDİLDİ

1) Soruşturmayı yürüten İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle


Mücadele Şubesi’nde görevli polisler ve soruşturma Savcısı tarafından,
dava dosyasının gizlilik kararı ihlal edilmiştir.

Soruşturmanın yürütüldüğü dosya ile ilgili, Terörle Mücade-


le Şube Müdürlüğü’nün talebi üzerine, avukatların soruşturma
dosyasını inceleyebilmesi ve evraklardan örnek almasının kısıt-
lanması, ayrıca gözaltına alınanların 24 saat avukatlarıyla görüş-
melerinin engellenmesi yönünde Mahkemece karar alınmıştır.
Avukatların hazır bulunup altına imza attıkları ifade tutanakları
bile kendilerine verilmezken, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda
ifadelerin alınması sırasında, basında, gözaltına alınan müvek-
killerimizin kişilik haklarını rencide eden, hakaret ve iftira içeren
çarşaf çarşaf haberler çıkmaya başlamıştır.
Yazılı ve görsel medyada yer alan tüm bu yayınların temelin-
de İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi yet-
kililerinin verdiği bilgiler ile yine onlara ait kamera görüntüleri
bulunmaktadır. Hatta İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mü-
cadele Şubesi yetkilileri tarafından özel olarak bu konuda kısa
film çalışmaları yapılmış, fon müziği eşliğinde silahların havada
uçuştuğu klipler hazırlanıp medyaya servis edilmiştir.
Avukatlardan gizlenen emniyet ifadesi vb. dava dosyasına ait
çeşitli belgelerin televizyon kanallarında gazeteciler tarafından
okunması, basında çıkan haberlerde yer alması, gizlilik kararının
ihlal edildiğini açıkça göstermektedir.
Haklarında henüz dava dahi açılmamış müvekkillerimizle
ilgili olarak, soruşturması ‘gizli’ olarak yürütülen bir dosya kap-

60
samında yapılan bu yayınlar, gizlilik kararının ihlali olduğu gibi
aynı zamanda yargıyı yönlendirme ve adil yargılamayı etkile-
meye teşebbüs suçlarının işlendiğinin de açık göstergesidir.

2) Medya tarafından yargı yönlendirilmeye çalışılmış, yapılan ya-


yınlarla müvekkillerimize karşı iftira ve hakaret suçu işlenmiş, müvek-
killerimizin kişilik hakları ihlal edilmiştir.

Ev, işyeri ve parti binalarının basıldığı ve müvekkillerimizin


gözaltına alındığı 21.09.2010 tarihinden itibaren çeşitli televizyon
kanallarında, gazete ve dergiler ile internet sitelerinde, gözaltına
alınan müvekkillerimizle ilgili olarak, üyesi ve sözcüsü olduk-
ları yasal parti ve platformlarla hiçbir ilişkisi olmayan Devrimci
Karargâh örgütü ile bağlantıları varmış gibi haberler yapılmış,
hepsi de yasal ve meşru zeminlerde siyasi faaliyet yürüten mü-
vekkillerimiz hiçbir alakaları olmadıkları halde örgütün üyesi
olarak gösterilmişlerdir.
Siyasi Partiler Yasası’na göre kurulup bu çerçevede faaliyet
yürüten, dolayısıyla her türlü idari ve yargısal denetime açık, ya-
sal bir parti olan Sosyalist Demokrasi Partisi yönetici ve üyeleri
ile yine yasal ve meşru zeminde faaliyet yürüten Toplumsal Öz-
gürlük Platformu sözcü ve üyeleri, yapılan bu haberlerle silahlı
eylemlerde bulunan bir örgütün üyeleri olarak kamuoyuna tanı-
tılmış ve bir kısmının örgüt kamplarında askeri eğitim gördükle-
ri, bir kısmının da değişik eylemlerde yönlendiricilik yaptığı hat-
ta gasp ve soygun eylemlerine katıldıkları şeklindeki iddialarla
operasyon bir karalama kampanyasına dönüştürülmüştür. Yapı-
lan haberler sonucu gözaltına alınan müvekkillerimiz kamuoyu-
na “suçlu” olarak gösterilmiş ve gerçeğe aykırı, asılsız haberlerle
çeşitli suçlamalara konu edilmişlerdir. Belirtildiği şekilde haka-
ret ve iftira içeren yayınların yapılmış olması suç olduğu gibi ay-
nı zamanda müvekkillerimizin kişilik haklarının da ihlalidir.

3) Yakalama, arama ve el koyma işlemleri hukuka aykırı olarak ya-


pılmıştır.

Soruşturma kapsamında yürütülen operasyon nedeniyle gö-

61
zaltına alınan müvekkillerimizin, sabaha karşı evleri ve işyerle-
ri basılmış, bazılarının evlerine kapıları kırılarak girilmiş, evler
onlarca çelik yelekli, maskeli ve silahlı polis eşliğinde aranmış,
eşyalar dağıtılmıştır.
Gözaltına alınan SDP Genel Başkanı, yardımcıları ve parti
meclisi üyeleri ile Toplumsal Özgürlük Platformu sözcülerinin
hepsi yasal zeminde siyaset yapan, açık alanda çalışan kişilerdir.
Gözaltına alınanların neredeyse tamamı yıllardır oturdukları
ikametgâhlarında gözaltına alınmışlardır. Bu şahıslar, operas-
yon öncesinde tebligat yapılıp savcılığa veya ilgili mahkemeye
çağrılmış olsalardı rahatlıkla ifadeleri alınabilecek kişilerdir.
Yakalama ve arama işlemlerinin tamamıyla hukuka aykırı
koşullarda gerçekleşmesi sonucu gözaltına alınanlar kadar aile-
leri de mağdur edilmiştir.
Ayrıca el koyma işlemleri sırasında dijital verilerle ilgili ye-
dekleme yapılıp bir örneğinin de müvekkillerimize verilmesi ya-
sal bir gereklilik iken, dijital verilere herhangi bir yedekleme iş-
lemi yapılmadan el konulması bir diğer hukuka aykırı işlemdir.

4) Müvekkillerimizin savunma hakkı kısıtlanmış, adil yargılanma


hakları ihlal edilmiştir.

Hukuka aykırı biçimde gerçekleşen bu yakalama ve deva-


mındaki gözaltı işlemleri sırasında müvekkillerimiz 24 saat avu-
katlarıyla görüştürülmemişlerdir.
Gizlilik kararı gerekçe gösterilerek dosya kapsamı konu-
sunda hiçbir bilgi ve belge verilmediği gibi gizlilik kararının
gerekçesi dahi gözaltına alınan müvekkillerimize ve avukatları-
na bildirilmemiştir. Böylelikle soruşturma kapsamındaki hiçbir
bilgi ve belge kendilerine verilmeden, dosyayı inceleme imkanı
bulamadan emniyette, savcılık ve sorgu hâkimliği aşamasında
avukatların müvekkillerine hukuki yardımda bulunma olanağı
ellerinden alınmış ve savunmayı tümüyle devre dışı bırakan bu
yaklaşım nedeniyle ciddi sorunlar yaşanmıştır.
İlk günden itibaren yürütülen ve bir karalama kampanyası-
na dönüştürülen yayınlarla “masumiyet karinesi” ihlal edilerek
müvekkillerimiz kamuoyuna “suçlu” olarak gösterilmiş ve ger-

62
çeğe aykırı, asılsız haberlerle çeşitli suçlamalara konu edilmişler-
dir. Bu durum aynı zamanda Anayasada ve Avrupa İnsan Hak-
ları Sözleşmesi’nde ifadesini bulan “adil yargılanma hakkı”nın
ihlalidir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına da
aykırıdır.

5) Tutuklama kararları hukuka aykırıdır.

Bilindiği gibi ceza yargılama hukukunda tutuksuz yargılama


esastır ve tutuklama kararı ancak istisnai durumlarda ve bir zo-
runluluk varsa verilir ve neden dolayı bu önleme başvurulduğu
da mahkeme kararında açıkça belirtilir. Ancak söz konusu olay-
da verilen tutuklama kararları keyfidir ve herhangi bir gerekçe-
ye dayandırılmamıştır.
Tutuklanan müvekkillerimizle ilgili olarak sorgu hâkimliğince
“üzerine yüklenen silahlı terör örgütüne üye olma, suçunu iş-
ledikleri hususunda kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren
olguların bulunması, şüphelilerin kaçma ihtimali, şüpheliler
hakkında adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz
kalacağı göz önüne alınarak CMK’nun 100 ve devamı maddeleri
gereğince” denilerek müvekkillerimizin tutuklanmalarına karar
verilmiştir.
Ancak dosya kapsamına göre tutuklamanın şartları oluşma-
mıştır. Tutuklama gerekçelerinden olan ‘kuvvetli suç şüphesinin
varlığını gösteren olguların bulunduğu’ gerekçesi hukuki temel-
den yoksundur. Soruşturma dosyasında, tutuklananların nere-
deyse tamamıyla ilgili somut hiçbir delil bulunmamaktadır.
Kuvvetli suç şüphesi gösteren olgular bulunması gerekçesin-
de yer alan “olgular”ın neler olduğu da gerekçede açıklanmamış-
tır. Söz konusu kararda belirtilen CMK 100 ve devamı maddesine
dayanılarak tutuklama nedenlerinin var olduğu gerekçesi de ka-
bul edilemeyecek bir gerekçedir. CMK 100/3 md. Baktığımızda,
“aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeple-
rinin varlığı halinde, tutuklama nedeni varsayılabilir” şeklinde
bir düzenleme mevcuttur. Cümlenin en son kelimesinde yer alan
“varsayılabilir” ifadesini “varsayılır” şeklinde anlayan mahke-
me bu değerlendirme ile “şüphelileri” baştan itibaren “suçlu”

63
görmüş ve önyargılı davranmıştır.
Tutuklama kararı verirken “Adli kontrol uygulamasının ye-
tersiz kalacağı anlaşıldığından” gerekçesi de yerinde değildir.
Zira sabit ikametgâh ve iş sahibi müvekkillerimizin dosya kap-
samındaki delilleri karatma veya etki etme durumları da söz
konusu olmadığından ve duruşmalara katılımları da müdafileri
tarafından sağlanabilecekken adli kontrol uygulamasına karar
verilmemiş olması da büyük bir haksızlıktır. Bu nedenle yaka-
lama işlemiyle birlikte soruşturma aşamasının başından tutuk-
lama kararına kadar yapılan işlemlerin hukuka aykırı olduğu
ortadadır.
Ayrıca tutuklama kararları masumiyet karinesinin de açık ih-
lali anlamındadır.

6) İfade alma sırasında ve sorgu hâkimliğinde müvekkillerimize psi-


kolojik baskı yapılmıştır.

İfade sırasında İfade Alma Yönetmeliği’nin ilgili hükümleri


gerekçe gösterilerek, avukatların ve kendilerinin rızası olma-
dığı halde, bazı müvekkillerimizin kamera kaydı yapılmıştır.
Keza hiçbir alakaları olmadığı halde Devrimci Karargâh örgütü
üyesi olmakla suçlanan kişilerin ifadelerinin alındığı odada tam
karşılarına gelecek biçimde Bostancı’daki çatışmada öldürülen
Başkomiser Semih Balaban’ın fotoğrafı asılarak psikolojik baskı
ortamı yaratılmıştır.
Ayrıca sorgu hâkimliğindeki duruşma salonunda terörle
mücadele polisleri ifade sırasında salonda yer almış, avukatlar
tarafından terörle mücadele polislerinin sorgu sırasında bulun-
masının psikolojik baskı oluşturacağı beyan edilmesine rağmen
sorgu hâkimliğince polislerin dışarı çıkarılması talebi reddedile-
rek sorgu böyle bir ortamda gerçekleşmiştir.

Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

64
DÖRT
KARŞI YAZILAR
KARŞI MESAJLAR
Cumhuriyet, 27 Ekim 2010
A. ALTINÖRS
DAYANIŞMANIN GÜCÜYLE

AKP’nin referanduma sunduğu anayasa değişikliği paketinin


geçmesiyle, bir tür demokratikleşme yaşanacağı yalanlarına biat
eden ‘solcular’ oldu. Onlar Erdoğan’ın referandum ertesi yaptığı
konuşmasında, “Pakete destek veren devrimci solculara teşek-
kür ediyorum” sözleriyle takdis edildiler. Göğüslerine, ömür
boyu taşıyacakları utanç madalyası, Erdoğan tarafından takıl-
dı. Aynı Erdoğan, boykot taktiğiyle AKP Hükümetine direnişi
örgütleyen ilerici, demokratik ve sosyalist akımlara ise terör ve
komployla yanıt verdi.
Referanduma iki gün kala ESP ve BDP’ye yönelik saldırılar-
la başlayan gözaltı tutuklama saldırısı, referandumun ardından
SDP ve TÖP’le sürdü. “Devrimci Karargah” operasyonu adı altın-
da SDP Genel Başkanı, TÖP sözcüleri ve üyeleri tutuklandı. AKP
Hükümeti ve siyasi polis, bu saldırıyla hem SDP’nin fiili meşru
mücadeleye açılan politika yapma tarzını kırmaya, hem SDP ve
TÖP arasında geliştirilen mücadeleci birlik eğilimini bozmaya,
hem de bu iki bileşenin şahsında Boykot Cephesi’ni darbeleme-
ye yöneldi. Bu, kuşkusuz sadece AKP’nin değil, bir bütün olarak
sistem güçlerinin Boykot Cephesi’ni bir tehdit olarak algıladığı-
nın sinyaliydi.
AKP ve Gülen cemaati, kendilerini rahatsız eden kitabının in-
tikamını almak ve devrimcileri işkenceci katillerle irtibatlı gös-
termek için Hanefi Avcı’yı da bu komplonun içine dahil ettiler.
Kuşkusuz güneş balçıkla sıvanmaz ve siyasi polisin bu kara pro-
pagandası da boşa çıkartılacaktır.
AKP Hükümetinin çıkardığı “Terörle Mücadele Yasası” teme-
linde geliştirdiği polis saldırıları giderek genişleyen halkalarla

67
ADİL OKAY nefi Avcı’yı bertaraf etmek, di-
BURJUVA HUKUKU BİLE ğer yandan devrimci harekete
İŞLEMİYOR bir darbe vurmak ve bu darbe
ile Kürt ulusal kurtuluş mücade-
lesini yalnızlaştırmak.
Türkiye’de yine at izi ile it
Televizyonda Tamil Şayyar
izi birbirine karıştı. ‘Demokrat’
ve Doğu Ergil gibi kimi gazete-
geçinen kimi gazeteciler, poli-
ci ve ‘aydınların’ konuyla ilgili
tikacılar, ‘aydınlar’ bu dumanlı
açıklamaları yüz kızartıcı. SDP
havada AKP’yi destekliyor. An-
gibi köklü-tarihi bir sosyalist
cak bu cenahın ne KCK operas-
geleneği olan bir partiyi, Hanefi
yonu adı altında yüzlerce seçil-
Avcı ile özdeşleştirmek abesle
miş Kürt siyasetçinin zindanlara
iştigaldir.
tıkılması ne de en son SDP ve
AKP’nin tehlike gördüğü her
TÖP’e yönelik komplolara karşı
sol örgütü ‘Devrimci Karargah’
sesleri çıkmadı.
ile ilişkilendirmesi, her muhalif
SDP ve TÖP’e yönelik operas-
Kürt’ü de PKK’li ilan etmesi bi-
yon Türkiye’de ‘burjuva huku-
linen bir uygulamadır.
kunun bile işlemediğini bir kez
Türkiye halkları bu filmi daha
daha ortaya koydu. Yan yana
önce de görmüştür. Her cümle-
gelmeleri eşyanın tabiatına ay-
si yalan kokan bu senaryo, bu
kırı isimler bir çuvala konarak
komplo AKP’nin ve Fethullah-
devrimciler hakkında karalama
çıların elini yakacaktır. SDP ve
kampanyası başlatıldı.
TÖP’e yönelik bu karalama kam-
AKP emir erleri (Savcılar,
panyası ve fiziki saldırı bertaraf
Emniyet, yayın kuruluşları) bir
edilecektir. Tetikçi gazeteciler de
taşla birkaç kuş vurduklarını sa-
ömür boyu alınlarında kara bir
nıyorlar. Amaçları: Bir yandan
lekeyle dolaşacaktır.
Fethullah ‘hocalarına’ laf eden
Sosyalist Demokrasi,
eski istihbaratçı ? işkenceci Ha- 7 Ekim 2010, n°98

tüm tutarlı demokrat, ilerici, antifaşist, Kürt yurtseveri, devrimci


kesimleri içine alıyor. 2006’da ilk kapsamlı uygulaması “Gaye”
saldırısıyla yaşanan Toplumla Mücadele Yasası’nın hedefi gi-
derek genişliyor. “KCK operasyonu” adı altında Kürt belediye
başkanları ve politikacıları dalgalar halinde gözaltına alındı ve
tutuklandı. ‘Taşları yerinden oynatan’ Kürt çocukları kitleler ha-
linde hapishaneye atıldı. KESK Genel Merkezi basıldı ve pek çok
KESK yöneticisi tutuklandı. TAYAD’lı aileler tecride karşı müca-

68
delelerinden ve hasta tutsak Güler Zere’nin özgürlüğünü kazan-
ma mücadelesinden dolayı tutuklandı.
Polis, dün uyguladığı işkenceyle delil üretme yöntemini bu-
gün esas olarak dinlemelerle ve belge üreterek sağlamaya çalı-
şıyor. Emniyet gözaltına alıyor, ACM’ler polis fezlekesine daya-
narak tutukluyor, ceza veriyor. Ev baskınları devlet/polis terö-
rünün yeni uygulama sahası haline geliyor. Evi, işi, adresi belli
olan insanlar gece yarısı helikopterler eşliğinde ağır silahlarla
basılıyor, her baskında emekçi semtleri kuşatılıyor. AKP Hükü-
meti, polis devletinin yasal dayanaklarını oluşturuyor.
Gelinen noktada, “özel yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri” ve
Toplumla Mücadele Yasası geniş kesimler nezdinde teşhir ol-
maya başlamıştır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile, ACM’lerin
yetkilerinin çokluğundan şikayet ediyor, “DGM’lerde sadece
insanlar değişti, üniformalar çıktı. Özünde bir şey değişmedi”
diyor. Hedefe bu faşist mahkeme ve yasayı oturtan bir “Politik
tutsaklara özgürlük” kampanyasının zamanıdır. “TMY iptal
edilsin, özel yetkili ACM’ler kapatılsın” talebi etrafında bütün
ilerici, devrimci, sosyalist çevreler birleşebilir. Tüm kesimler
devlet terörüne karşı ortak bir cephe açabilir. Tek tek davalarla
ilgili kampanyalar ortaklaştırılabilir. AKP Hükümetinin estirdiği
faşist terör dalgası ancak dayanışmanın gücüyle geriletilebilir.
Devrim ve sosyalizm için, ulusal özgürlük ve ulusal demokra-
tik haklar için mücadelenin politik meşruluğu ancak bu yoldan
perçinlenebilir. SDP’ye yönelik saldırının ardından gelişen daya-
nışma, böyle bir ortak kampanyanın kaldıracı yapılabilirse, ka-
zanan işçi ve ezilenler olacaktır.
Atılım, 2 Ekim 2010, n° 38

69
AFŞİN DEMİR
KOMPLOLARA İNAT BİRLİK YOLUMUZDAN
DÖNMEYECEĞİZ, ENTERNASYONALİST ÇİZGİMİZDEN
TAVİZ VERMEYECEĞİZ

21 Eylül sabahı oligarşinin kolluk kuvvetlerince, Sosyalist


Demokrasi Partisi ve Toplumsal Özgürlük Platformu üye ve
temsilcileri başta olmak üzere, komünistlere karşı başlatılan
komplo hakkında Partimiz Merkez Yürütme Kurulu’nun yaptığı
ilk açıklama, bunun AKP tarafından komünistlere karşı sahneye
konan yeni bir “Reichstag Yangını Davası” olduğu yönündeydi.
Aradan geçen zaman zarfında komplonun aldığı boyutlar, bu
saptamanın sıradan bir siyasi refleks olmanın çok ötesinde bir
gerçekliğe tekabül ettiğini açık biçimde ortaya koymaktadır.
Sosyalist Demokrasi Partisi’nin siyasal hattını ve mücadele
pratiğini takip eden herkesçe bilindiği üzere; AKP’nin yükselişe
geçmesi ve iktidar olması sonrasında burjuva siyasetine damga
vuran bütün gerilim ve kavgaların merkezinde bir yanda askeri-
sivil bürokrasi ve bunların vesayeti altında palazlanmış gele-
neksel tekelci sermayenin, diğer yanda İslami sermayenin saf
tuttuğu bir sınıf içi mücadelenin yer aldığı tespitinden hareketle
Partimiz, oligarşi içinde cereyan eden bu kavganın taraflarından
herhangi birinin kuyruğuna takılmayı mutlak surette reddetmiş,
egemenler arasındaki sınıfsal çelişkilerden proletaryanın, Kürt
halkının ve diğer ezilenlerin menfaatine azami biçimde yararlan-
ma taktiklerini gücü oranında hayata geçirmiştir.
Bugün karşı karşıya kaldığımız 21 Eylül Komplosundan ha-
reketle Partimizin bilhassa Hrant Dink davasında ve Ergenekon
yargılamaları sırasında izlediği siyasi hat, Şemdinli olayı sonrası
“Paşa Paşa Yargılanacaksınız” başlığı altında yürüttüğü anti-
militarist anti-faşist kampanyalar, hükümetin Kürt açılımını ilk
telaffuz ettiği süreçte gerçekleştirdiği Kürt Sorununda Demokra-

70
AHMET TELLİ lar düzenleyerek kitlelerle sos-
“ZULMÜN ARTSIN” yalist örgütlerin arasına girme
düşüncesindedir. Böylece kitle-
lerin moral gücünü, heyecanını
engelleyebileceğini sanmaktadır.
Halk arasında bir söz var-
Zulmü bu yüzdendir, adaletsiz-
dır: “Zulmün artsın!” Haksız-
liği ve haksızlığı bu yüzdendir.
lığı, adaletsizliği pervasızlık
Oysa bu ülkede sosyalizm bilgisi
düzeyine çıkarmış olanlar için
ve bilinci nice zulümlerle, işken-
söylenen bu sözün ardındaki
celerle sınanmıştır. Boşunadır
gerçek şudur: Baskıyı, zulmü bu
bunca gayretleri.
derece arttıran sistem, kişi, kendi
Evet, egemen kendi sonunu
sonunu görmüştür. Egemenliği-
görmüştür ki, zulmü artırmak-
ni bir süre daha sürdürebilmek
tadır. İşte o yüzden “zulmün
için yapar bu zulmü.
artsın” diyorum ben de.
Şöyle de söyleyebilirim: İşçi
SDP ve TÖP bu sınavdan da
gençlik, öğrenci gençlik hızla
alnının akıyla çıkacak ama ege-
sosyalist örgütlerin, partilerin ça-
men iktidar bir kez daha tarihin
tısı altında buluşuyor ve önemli
bağışlamayacağı bir sayfa yaz-
bir gövde oluşturuyor. İtaatsiz-
maya devam edecektir.
lik dalga dalga büyüyor. Git-
Sosyalist Demokrasi,
tikçe biriken bu kitle, iktidarın 20 Kasım 2010, n°100
gözünü korkutmuştur. Komplo-

tik Çözüm İçin Ankara Yürüyüşü, Anayasa değişikliği referan-


dumunda “hayır”cı cephe içinde yer almayıp boykot taktiğini
benimsemesi ve benzeri eylemler, kimi kesimlerce müstehzi bi-
çimde eleştiri konusu edilmekte, siyaseti anti-AKP’cilikten ibaret
bir düzlemde ele almayışımızın kaçınılmaz bedelini bugün öde-
mekte olduğumuz ileri sürülmektedir.
Partimiz başta olmak üzere, komünistlere karşı başlatılan son
saldırı dalgasının Fetullah Gülen cemaatinin emniyet ve yargı
içerisindeki uzantılarınca yürütüldüğü, keza karşı karşıya oldu-
ğumuz aşağılık karalama ve iftira kampanyasının merkezinde
aynı cemaatin kontrolü altındaki medya kuruluşları ve gaze-
tecilerin durduğu, bu trajikomik komplodan amaçlananın son
kertede AKP’nin mutlak hegemonyası önünde engel olabilecek
her türlü muhalefetin tasfiye edilmesi olduğu tartışma götürmez

71
ALİ BALKIZ demokrasi, özgürlük, eşitlik,
SİLKİNDİKÇE DÖKÜLÜYOR söylev ve söylemlerine karşın;
kurulabilecek tuzakların, örüle-
Okumayan, düşünmeyen, so- bilecek çorapların haddi hesabı
ru sormayan, merak etmeyen, olmaz.
itiraz etmeyen bir toplum ya- Bunun adına; “Silkelendikçe
ratmak istiyor olabilirler, pirinç Dökülmek”, “Çırpındıkça Bat-
üreteni, buğday üretenin, tütün mak”, “Maskelendikçe Gözük-
üreteni, çay üretenin karşısına mek” denir.
çıkarmak isteyebilirler. Kürt- Ya da “Şapka Düştü Kel Gö-
Türk’le, Alevi-Sünni ile düşman züktü” deyişimizdir bunun adı.
olsun isteyebilirler. Sosyalist Demokrasi Partisi’nin
Halk bir araya gelirse, gelebi- değerli yöneticilerine “Demok-
lirse eğer; ne olabileceğini bilir- rat” maskeli faşistlerin gerçek
ler çünkü. yüzlerini gösterdikleri için ne
Bu nedenledir ki; nerede bir denli teşekkür etsek azdır.
halk örgütlenmesi var, ki o; der- Tarih; yargılayanların yargı-
nek, vakıf, sendika, oda ya da landıkları, tersine çevrilmiş du-
partidir, o yapıyı düşman bel- ruşmaların tanığıdır. Sevgili Rıd-
lerler. van Turan ve “cürümleri”nden
İşin içinde bir de; “Sosyalist” beklediğimiz budur.
ve “Demokrasi” sıfatlarını taşı- Hiçbir “gece” yok ki; “sabah”ı
yan bir parti var ise eğer; önce olmasın. Her “sabah”ın bir dili
vardır, geceyi anlatır.
* Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sosyalist Demokrasi,
Başkanı 7 Ekim 2010, n°98

gerçeklerdir.
Ancak durumu apaçık ortada olan bu gerçeklerden ibaret
zannederek, “AKP karşıtlığı uğruna ulusalcı-ergenekoncu cena-
ha yakın durmakta beis görmeyen siyasi hattın doğrulandığı”,
“SDP’nin temsilcilerinden olduğu enternasyonalist komünist
çizginin ise yanlışlandığı” sonucuna varmak fevkalade sığ ve
temelsiz bir yaklaşımdır. Marx’ın dediği gibi, “Eğer şeylerin dış
görünümleri ile özleri doğrudan örtüşseydi, tüm bilim gereksiz
olurdu”.
Gelinen aşama itibarı ile operasyon, kendisi de bir cemaat-
çi olan ve menfaat çatışması nedeniyle Fetullah Gülen cemaa-

72
ALİ EROL dan gelen tutuklamalarda kendi-
ni gösteren sosyalistleri düşman
BU ABLUKA DAĞITILACAK
bellemiş devlet geleneği, sözüm
ona devleti demokratikleştiren
Solculara ve muhaliflere yöne- yeni siyasi aktörler tarafından
lik klasik devlet geleneği devam sahipleniliyor.
ediyor. Yüz yıllık devlet gelene- Geleneğin devralınması emni-
ği, sosyalistlere ve onların politik yet güçlerinin hoyratlığında da
mücadelelerine, sırf öyle olduk- yansımasını buluyor ve baştan
ları için her daim suçlulaştırma suçlu ilan edilen yasal mücadele
politikasıyla karşılık vermiştir. veren solculara yönelik gözal-
Yasal zeminde mücadele edip tılar dezenforme edilerek polis
politika yapsalar bile devlet, sol- bültenleri hazırlanıyor. Polis
culara karşı kendi yasalarını çiğ- bültenlerini olduğu gibi yayınla-
nemekten, gerektiğinde komplo makta beis görmeyen medya ile
kurmaktan geri durmamıştır. abluka tamamlanıyor.
Devletin 80 yıllık geleneğinin Bütün bunları biliyoruz.
aşıldığı, baskıcı bürokratik siste- Bildiğimiz ve tüm bu baskı-
min değiştiği ve haliyle devletin lara rağmen umudumuzu yitir-
demokratikleştiğinin söylendiği mediğimiz gerçek ise aynı dev-
bir süreçte klasik devlet reflek- letin yüz yıldır uğraştığı halde
sinin devam ettiği görülüyor. dezenforme edemediği eşitlik ve
İki yasal kuruluş olan Sosyalist özgürlük mücadelesidir. Bu ab-
Demokrasi Partisi ve Toplumsal luka mutlaka dağıtılacak!”
Özgürlük Platformu üyelerine Sosyalist Demokrasi,
yönelik polis baskını ve ardın- 7 Ekim 2010, n°98

tine karşı tavır alan işkenceci polis şefi Hanefi Avcı’nın dahil
edilmesi sonucu sansasyonel boyutlar almışsa da, bu saldırının
esas hedefinin SDP ve TÖP’ün temsil ettiği, Kürt ulusal hareke-
ti ile Türkiye sosyalist hareketinin stratejik ittifakını savunan
enternasyonalist-komünist hattın tasfiyesi olduğunun altı daha
kalın çizgilerle çizilmelidir. Zira polis tarafından basına servis
edilen bilgilerden, Hanefi Avcı’nın teknik takibe alınma tarihi-
nin, komünistlere karşı takibin başladığı tarihten çok sonra ol-
duğu anlaşılmaktadır. Bir taşla birden fazla kuş vurma gayret-
keşlikleri ve fantezi dünyalarının genişliği iyi bilinen Fetullahçı
polis ve yargı mensuplarının, Hanefi Avcı’yı da tasfiye sürecine

73
dahil etmiş olmaları, operasyonun asıl hedefinin komünistler ol-
duğu gerçeğini unutturmamalıdır.
Bu itibarla, öncelikle enterne edilmek istenenlerin neden re-
ferandumda “hayır” cephesinde yer alan ve siyasi faaliyetinin
neredeyse bütününü anti-AKP’ciliğe hasredenler değil de, SDP
ve TÖP gibi boykot çizgisini benimseyen yapılar olduğu sorusu,
partimize müstehzi eleştiriler yöneltenler tarafından görmezden
gelinmektedir. Bu sorunun cevabı, emperyalizmin ve Türkiye
oligarşisinin konjonktürel yönelim ve pazarlıklarında aranmalı-
dır.
Komünistlere karşı gerçekleştirilen 21 Eylül operasyonunun
yalnızca bir gün öncesinde, Ankara’da, PKK’nin referandum ön-
cesi başlattığı ve hükümetin adım atmaması halinde sona erdi-
receğini açıkladığı eylemsizlik kararının bitmesine saatler kala
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki programını
yarıda keserek katıldığı “sürpriz” bir Güvenlik Zirvesi gerçek-
leştirilmesi, zirvede MİT müsteşarı Hakan Fidan yerine Müsteşar
Yardımcısı Afet Güven’in hazır bulunması, zira o esnada Hakan
Fidan’ın ABD’de CIA ile görüşme halinde olduğunun ortaya çık-
ması tesadüf olarak görülebilir mi?
Söz konusu zirveyi müteakip hükümetin Kürt açılımı konu-
sundaki adımlarını sıklaştıracağı yönünde sinyaller vermesi, ke-
za Öcalan ile yoğun bir görüşme trafiğinin başlatılması, komü-
nistlere karşı gerçekleştirilen tutuklamaların hiç de tesadüfî ni-
telikte olmadığını, AKP’nin Kürt sorununda ABD ile mutabakat
halinde bir takım adımlar atarken yeni bir Habur sendromu ile
karşılaşmamak adına tedbir olarak cephe gerisini temizlemeyi
hedeflediğini açıkça ortaya koymuyor mu?
Milliyetçi-faşist histerinin doruğa çıkmasına kesin gözle bakı-
lan böyle bir konjonktürde, Fırat’ın batısı BDP’den ve ona yakın
duran enternasyonalist komünistlerden arındırılmaya çalışıl-
maktadır. Partimize karşı başlatılan komplonun hemen öncesi
ve hemen sonrasında metropollerde “KCK operasyonu” adı al-
tında Kürt siyasetçilere karşı gerçekleştirilen gözaltı ve tutukla-
ma terörü de bunu teyit etmektedir.
Öte yandan, komplonun ABD emperyalizminin ve işbirlik-
çi Türkiye oligarşisinin konjonktürel yönelimleri ile bağlantılı

74
ALTAN ERKEKLİ rüşleri ne olursa olsun hayatın
HERKES İÇİN DEMOKRASİ içindedir. Sivil toplumun geli-
şebilmesi siyasi partilerin yaşam
içinde özgürce yer alması gere-
Özgürlüklerin tam olarak ya- kir. Bir ülkenin saygınlığını ko-
şanamadığı bir ülkede bunların ruması için bunlara tahammül
olması çok da anormal değil. etmesi gereklidir.Venedik kri-
Yargı bağımsızlığının, hukukun terlerini uygulayacağız diyerek
üstünlüğünün, tam demokra- yola çıkanlar özgürlükleri yal-
sinin olmadığı bir ülkede ya- nızca kendileri için istemekten
şamak zorunda kalıyoruz. Bu vazgeçsinler.Tam bağımsız bir
hayatı insanlara zindan eden bir demokrasi için siyasi partileri
yaşam algısı yaratıyor. Siyasal çalışmalarını özgürce yürütme-
iktidar özgürlükleri anayasal lidirler. Böyle bir olayın yaşan-
güvenceye kavuşturmak yerine, maması gerekiyor. Herkes için
bu ihtiyacı sadece kendi ihtiyaç demokrasi, herkes için hukuk
duyduğu düzenlemeleri yapa- diyorum. Yapılan hukuksuz uy-
cak referandumlarla geçiştiri- gulamayı da kınıyorum.
yor. Bunları yaşamak bir sanatçı
olarak mutsuzluk veriyor. Par- Sosyalist Demokrasi,
tiler demokrasinin vazgeçilmez 7 Ekim 2010, n°98
unsurlarıdır. Siyasi partiler gö-

böylesi bir nesnel arka plana sahip olması, AKP’nin ve Fetullah


Gülen cemaatinin öznel rollerini hafife almamızı veya yok say-
mamızı gerektirmez. Son Yüksek Askeri Şura kararları ve refe-
randum sonrası ortaya çıkan tablo, AKP’nin devletle özdeşleşme
sürecinde –henüz tamamlanmış olmasa da- önemli mesafe katet-
tiğini göstermektedir. AKP, 2002 yılının AKP’si olmaktan çoktan
çıkmıştır. Askeri vesayet gerekçe gösterilerek kusursuzluk/so-
rumsuzluk atfedilen AKP, Dolmabahçe mutabakatından bu yana
hegemonya mücadelesinde arayı açmış, cemaatin polis-yargı-
medya üçgenindeki sağlam desteği sayesinde iktidarını konso-
lide etmiştir. Gelinen nokta itibarı ile AKP “ileri demokrasi” va-
azlarıyla işçi sınıfını ve emekçi halkı uyuşturarak, koçbaşı olarak
da cemaati kullanarak, kendisine muhalif tüm unsurları tasfiye
etmekte, kendi diktatoryasını inşa etmektedir.
Bu bağlamda, komünistlere karşı ABD-AKP-Fetullah işbirliği

75
ile sahnelenen bu iğrenç komployu, yeni bir Reichstag Yangını
Davası olarak adlandırmamız, “Takunyalı Führer” türünden
manasız bir analoji kurma çabası veya anakronizm değildir. ABD
başta olmak üzere emperyalizm, sosyalist sisteme, komünistlere,
işçi önderlerine, aydınlara karşı mücadele konusunda Nazilere
çok şey borçludur. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in kara
propaganda ve itibarsızlaştırma taktikleri bütün dünyada anti-
komünist istihbarat örgütlerinin başucu kitabı konumundadır.
Türk polis teşkilatı ve yargı mensupları içinde on yıllardır
dal budak saran Fetullahçı örgütlenme, zihin bulandırıcı kara
propaganda yöntemlerini uygulamakta en az Ergenekoncular
kadar, belki de onlardan daha fazla mahir olduğunu ardı ardına
gerçekleştirdiği dinleme ve kaset operasyonlarıyla kanıtlamıştır.
Bugün de komünistlere karşı başlatılan itibarsızlaştırma ve iftira
kampanyasında, en ilkel provokasyon unsurlarını dahi seferber
etmekten, bir toplumsal linç zemini üretmekten çekinmemekte-
dir.
Yeni bir Reichstag Yangını Davası tespiti yapmak, ona uygun
mücadele araçlarını da inşa etme görevi ile karşı karşıya bulun-
mak anlamına gelir. Genel Başkanımız Rıdvan Turan başta ol-
mak üzere tüm tutsak yoldaşlarımızın, yargılama sürecinde Di-
mitrov gibi devleşeceklerinden, üzerlerine atılan yalan ve iftira
çamurunu iddia makamının ve komplo tezgahlayanların surat-
larına birer birer çarpacaklarından hiçbir şüphemiz yok.
Bizlerin önünde ertelenemez bir görev olarak duran ise,
ideolojik-politik çizgimizden taviz vermeksizin, mevzilerimizi
terk etmeksizin; çoğulcu, enternasyonalist, devrimci bir birle-
şik komünist partisini kurma yolunda birlik çalışmalarımıza hız
kesmeden devam etmek ve komplocu ABD-AKP-Fetullah üçge-
nine karşı en geniş anti-emperyalist anti-oligarşik demokratik
cepheyi süratle inşa etmektir.
sosyalistdemokrasigazete.net, 8 Ekim 2010

76
AHMET ABAKAY
DEMOKRASİ YA VARDIR YA YOKTUR

Demokrasi, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü ,temel


hak ve özgürlükler gibi kavramlar sıradan sözcükler değildir.Bu
kavramlar uğruna dünyada da ülkemizde de yüzyıllar boyunca
ciddi mücadeleler verilmiş, bedeller ödenmiş, sadece kişiler de-
ğil, kuşaklar üzerinde de ağır baskılar, işkenceler, sindirme ope-
rasyonları yapılmıştır. Acıları, zulümleri içeren bu mücadeleler
sonunda belli kazanımlar elde edilmiştir. Genel anlamda “de-
mokratikleşme” olarak adlandırdığımız bu süreçte ülkemizde
de ağır bedeller ödenerek bugünlere gelinmiştir.
Başbakan Erdoğan başta olmak üzere, Türkiye’de 8 yıldan
beri iktidarda olan AKP hükümeti sözcüleri   demokratikleşme-
yi, demokrasiyi, insan haklarını, düşünce ifade özgürlüğünü  çok
telaffuz etmelerine karşın, gerçek hayatta bunun karşılığı olma-
dığını çok sayıda somut örnekle görüyoruz. Ve anlıyoruz ki bu
sözcükler sadece iktidarını devam ettirmek, muhalefeti sindir-
mek için kullanılan, “laf olsun” diye söylenen, salt propaganda
ve oy çalmaya yönelik çıkışlardır.
“Demokrasi” aldatmaca konusu olmaz. Seçim Propagandala-
rına meze yapılamaz. Ya vardır ya yoktur. Son olarak 18 Eylül’de
yaşanan ve cezaevlerindeki tecrit uygulamalarının eleştirildiği
tutuklu ve hükümlü ailelerinin TAYAD öncülüğünde yaptığı ey-
lemler, Ankara’ya yürüyüş sırasında emniyet güçlerinin şiddet
kullanarak bunu engellemesi, çok sayıda  kişiyi gözaltına alması
önemlidir.
Aynı süreçte 21 Eylül’de evleri basılarak gözaltına alınan
Sosyalist Demokrasi  Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan, TÖP
* Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı

77
sözcüleri ve SDP üyelerinin cezaevlerine doldurulması karşısın-
da demokrasi, insan hakları sözleri ya da nutuklarının hiçbir ge-
çerliliği, inandırıcılığı olmadığı görülüyor. Yasal partilerin hak-
sızlıklara karşı  yaptıkları yasal eylemlerinin; zor kullanılarak
dağıtılması ancak ve ancak darbe dönemlerinde, olağanüstü hal
uygulamalarının olduğu dönemlerde çok gördüğümüz, yaşadı-
ğımız olgulardı.
Ne yazık ki, bu haksızlıklar, uygulanan baskılar iktidar yan-
daşı medya organlarında yasal eylemde bulunanlara karşı hak-
sız saldırılar olarak ortaya çıktı. Objektif habercilikten, yayıncı-
lıktan uzak, gerçeği tahrif eden, baskı uygulayan iktidarın basın
bürosu ve memurları gibi çalıştılar.
Bugün Türkiye’de 45 kişi  basın, düşünce, ifade özgürlüğünü
kullandıkları, yazdıkları, konuştukları için tutuklu bulunuyor.
Ayrıca gazeteci, yazarlar için 700’den fazla dava mahkemeler-
de devam ediyor. Bu tutuklulara şimdi SDP Genel Başkanı, yöne-
ticileri, üyeleri de eklenmiştir. Bu manzaranın Türkiye için içeri-
de ve uluslararası camiada itibar kaybına yol açtığı tartışılmaz.
Gazeteci ve yazarlara, yasal partilerin yasal eylemlerine yö-
nelik bu baskıların, tutuklamaların son bulması Türkiye’de de-
mokratikleşmenin hayata geçmesinin  en önemli ölçütlerinden
biri olacaktır.
Bekleyip göreceğiz.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n°98

78
AHMET SAYMADİ
”PARDON” GELİYORUM DİYOR!

‘’Pardon’’ diye bir film vardı bilmem hatırlar mısınız? Ferhan


Şensoy’un filmi, yanlışlıkla işlemediği bir suçtan mahkûm olan
ve yıllarca hapis yattıktan sonra, suçsuz olduğu anlaşılıp serbest
bırakılan birinin hikâyesi anlatılıyordu.
Serbest bırakılma anında devlet görevlisinin ‘Pardon’ keli-
mesi olaya devletin bakışını özetliyordu aslında. Ömür hırsızı
devlet, istediği zaman, istediği insanı alır, yıllarca hapislerde
çürütürdü ve bir ‘pardon’ ile salıverirdi.
Bir Pardon vakası ile uzun zamandır karşı karşıyayız! Tutuk-
lu yargılanan insanların yargılama süresinin çok uzun sürmesi
ve kimi zaman hapiste kaldıkları sürenin alacakları cezayı bile
geçmesi üzerine, kamuoyunda ciddi bir tepki oluşmuştu.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) hazırla-
dığı ‘Tutuklama Raporu’ gerçekleri gözler önüne serdi. AKP’nin
iktidarda olduğu son yedi yılda, cezaevlerindeki tutuklu sayısı-
nın hükümlü sayısını aştığını ortaya koyan bir belgeydi bu.
Tutuklu sayısının artmasının başlıca sebeplerinden biri 2005
yılında değiştirilen Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun tutukluluk
sürelerini düzenleyen 102. maddesinin yürürlüğe giriş tarihinin
gecikmesiydi. Maddenin yürürlük tarihi 1 Nisan 208 olarak be-
lirlenmiş, daha sonra 5739 sayılı kanunla maddenin yürürlük ta-
rihi 31 Aralık 2010 olarak değiştirilmişti.
TBB’nin Raporunda, 2004 yılından bu yana cezaevindeki tu-
tuklular ile hükümlüler arasındaki oran giderek farklılaştığı ve
son yedi yılda cezaevlerindeki toplam tutuklu sayısının 338 bin
520, hükümlü sayısı ise 266 bin 986 olduğu belirtiliyordu.
Çoğu zaman keyfi olarak uygulanan tutuklu yargılama ka-

79
TBMM Önü, Ankara, 21 Aralık 2010
rarı, son yıllarda mahkemeler tarafından çokça başvurulan bir
yöntem olmuştu. Oysa dünya standartlarında durum çok fark-
lıydı. Tutuklu ve hükümlü oranları “üçte bir tutuklu, üçte iki hü-
kümlü” olarak belirlenmişti.
CMK’nın 102. maddesi ile birlikte değerlendirilen 252. mad-
desi ile ‘Kanunda öngörülen tutuklama süresi, devletin güven-
liğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine ve milli savun-
maya karşı suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlarda iki kat olarak
uygulanır’ ifadesi yer alıyor. Yargıtay 9. dairesiyse, CMK’nın 102.
maddesine ilişkin ‘süre Tartışması’na noktayı koydu ve tutuklu-
luğun örgütlü suçlarda 10, diğer suçlarda 5 yılı aşamayacağına
hükmetti.
AKP son yıllarda, Ergenekon, KCK ve Devrimci Karargâh da-
vaları ile binlerce insanı tutuklamış durumda. Maddenin uygu-
lanması ile ilgili esas tartışma bu davalarla ilgili olmasına rağ-
men bu davalarda tahliye yok denecek kadar az.
AKP istediği zaman istediğini insanları bu davalarla ilişkilen-
direrek tutukluyor ve kimin hangi sebeple alındığı ise meçhul.

80
AYHAN BİLGEN lüğün devam ettiği bir ortamda
SİYASAL BASKI yaşıyoruz. Daha önce Ergenekon
MEKANİZMASI KURULUYOR davasında adı anılarak konu ile
bağlantısı kurulmaya çalışılan
bir örgüt gerekçe gösterilerek
Bu operasyonu “yargı ba- Ergenekon örgütlenmelerine en
ğımsız ne yapalım” mantığı ile çok tepki gösteren çevreler tu-
izah etmek siyasal sorumluluk tuklanıyor.
üstlenmekten kaçınmaktır. Gü- Hanefi Avcı üzerinden yapı-
venlik bürokrasisinin kendisi- lan spekülasyonlar da dikkate
ne karşı sorumlu olduğu siyasi alındığında, açıkça bir siyasal
irade görmezlikten gelinerek baskı mekanizması kurulmaya
bu nitelikteki operasyonlar izah çalışıldığı görülebilir.
edilemez. Sosyalist Demokrasi,
İfade ve örgütlenme özgürlü- 7 Ekim 2010, n°98
ğü konusunda tahammülsüz-

Hepimizin gözü önünde, asılsız iddialarla BDP’li belediye baş-


kanları, BDP’li yöneticiler ve üyeler, SDP genel başkanı ve yö-
neticileri, ESP üyeleri, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüleri,
Halkevleri üyeleri tutuklandı.
Tutuklu yargılama aynı zamanda AKP’nin siyasi muarızları-
nı etkisiz hale getirmek için sık sık kullandığı bir yöntem haline
gelmiş durumda. Davalar ile ilgili iddianameler bile aylar sonra
hazırlanıyor. Eğer bu insanların tutuklanmalarını gerektirecek
kadar ciddi deliller varsa, neden iddianameler hızlıca hazırlan-
mıyor? Bu durum; acaba önce tutuklayıp sonra kılıf mı uyduru-
luyor diye düşünmemize sebep oluyor. Nihayetinde hazırlanan
iddianameler de böyle düşünmemize imkân sağlayacak saçma-
lıklarla dolu.
AKP yaptığı birçok işlemde olduğu gibi CMK’nın 102. mad-
desinin uygulamasında da birçok hukuksuzluğa imza atıyor ve
toplum vicdanını yaralıyor. Bunlar da yetmezmiş gibi, yaptığı
değişikliği de karşımıza çok farklı bir şey gibi sunuyor.
Aslında tutukluluk süresi uzatılırken, kısaltılmış gibi göster-
meye çalışıyorlar. Tabi salıverilmeler AKP’nin çıkarları doğrul-
tusunda gerçekleşiyor. Bu bir nevi adı konulmamış af gibi. Teca-

81
vüz, gasp, taciz, cinayet gibi suçlardan yargılanan ve yargılaması
bir türlü sona erdirilemeyen birçok suçlu salıveriliyor.
Bu madde, AKP’nin elinde, seçimler öncesi hem bir siyasi affa
hem de, kendisi için zararlı gördüğü muhaliflerine karşı bir teh-
dide dönüştü.
Hizbullah sanıklarının yargılandığı dava 10 yılda bitirilmedi-
ği için, 188 cinayetle suçlanan ve yakın tarihin en kanlı örgütüne
üye 17 sanık serbest bırakıldı. Serbest bırakılanlar, yazar Kon-
ca Kuriş’in ve eski DEP milletvekili Mehmet Sincar’ın öldürül-
mesi eylemlerinden de yargılanıyordu. Hizbullah Ana Davası
olarak bilinen davada Tahliye edilen Hizbullahçılar arasında
Hizbullah’ın askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ve beyin takı-
mından Edip Gümüş ile Rıfat Demir’de var.
Beş yılı aşkın süredir cezaevinde olan ve adları onlarca ci-
nayetle anılan Sedat ve Vedat Şahin kardeşlerden Sedat Şahin
ve aynı davada tutuklu olan Oktay Öztürk de tahliye edilenler
arasında. Sedat Şahin’in üç kez uygulanmak üzere, “taammüden
adam öldürmeye azmettirmek” suçundan müebbet ağır hapis
cezasına çarptırılması isteniyordu. “Uyuşturucu kaçakçılığı yap-
tığı” iddiasıyla tutuklu yargılanan Urfi Çetinkaya’nın sağ kolu
olarak bilinen Enver Sarı’da serbest bırakıldı.
Tahliye edilmeyenler de var... Diyarbakır’da 12 yıldır tutuklu
Süleyman Kaya ve Faruk Menekşe raporlu olmalarına rağmen 30
Aralık’ta zorla hâkim karşısına çıkarılıp ömür boyu hapse çarp-
tırıldı. Bu manzara, yangından mal kaçırır gibi yargılama bize
tanıdık... Alelacele yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren’den
ve yaşı küçültülerek idam edilen Seyit Rıza’dan biliyoruz biz, bu
kanunların kimlere ve neye göre değiştiğini...
Yarın herhangi birimizin adını bile hiç duymadığımız bir ör-
güte üyelikten tutuklanmayacağımızı kim garanti edebilir? Ada-
let bir ‘şafak vakti operasyonu’ ile kapımızı çalmaya muktedir
görünüyor.
Bianet, 5 Ocak 2011

82
AKIN BİRDAL
ONLARIN ENTERNASYONALİST DAYANIŞMASI ER GEÇ
TÜRKİYE’YE KARDEŞLİĞİ GETİRECEK

Buyurun efendim. (BDP sıralarından alkışlar)


AKIN BİRDAL (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öneri üzerine usulen, aleyhte Barış ve Demokrasi Partisi adına söz
almış bulunuyorum ama güncel konu üzerine ve sürece ilişkin gö-
rüşlerimizi size sunacağız. Saygıyla hepinizi selamlıyorum.
Bugün yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine sınır
ötesi bir operasyon için, tezkere için izin alınacak ve bu getiriliyor.
Daha önceki 2 kez getirilmişti. Biz Demokratik Toplum Partisi ola-
rak ve daha sonra da Barış ve Demokrasi Partisi olarak bu tezkere-
nin izin verilmesine karşı çıkmıştık çünkü sorunların demokratik,
barışçıl çözümünü, insan haklarına dayalı ve demokrasiye bağlı,
farklı olanların bir arada yaşamasını esas alan bir yaklaşımın dik-
kate alınarak kalıcı çözüm olacağını söylemiştik. Ama ne yazık ki
azınlıkta oluşumuz, bu karşı çıkış gerekçelerimizi değerli milletve-
killeri düşünmeye, dikkate almaya değer bulmadılar ve tezkereye
izin verdiler.
Şimdi, yeniden, üçüncü kez sınır ötesi operasyonu için çatışma,
şiddet, savaş ve yeni acılara ve gözyaşlarına yol açacak yeni bir tez-
kerenin izni isteniyor.
Şimdi, bu tezkere, Kürt sorununun demokratik, barışçıl çözümsüz-
lüğünde bir inattır. Bu tezkerede bu kadar ısrarlı olunması doğrusu
uluslararası konsepte boyun mu eğiliyor, diye insanın aklına geliyor.
Yine, küresel dünyada Orta Doğu politikaları açısından sorunun
gerçekten Türkiye’ye biçilen rolünü mü yerine getiriyor da bu konu-
da, tezkere konusunda inat mı ediyor, diye insanın aklına geliyor.
Bu tezkerenin militarizmin her nedenle üzerinde birtakım tar-

* Tutanaklardan TBMM Genel Kurulunda Konuşma Metni, 12 Ekim 2010

83
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET mu sözcüleri Tuncay Yılmaz ve
MECLİSİ BAŞKANLIĞI’NA* Oğuzhan Kayserilioğlu da aynı
operasyondan dolayı gözaltına
Bugün sabaha karşı Sosyalist alınmışlardır. Adı geçen kişiler
Demokrasi Partisi İstanbul İl Baş- yasal bir partinin yöneticileridir.
kanlığı polis tarafından basılmış- İşleri, evleri bellidir. Anayasa
tır. Eş zamanlı olarak ta partinin değişikliği ile beraber demokra-
Genel Başkanı Rıdvan Turan ile sinin yerleştiği söylemine karşın
yöneticileri Ecevit Piroğlu, Ulaş yapılan bu baskın sol, sosyalist
Bayraktaroğlu, İbrahim Turgut yapılara düşmanlığın sürdüğü-
ve Özgür Kalafat evlerinin kapı- nün bir göstergesidir. Aldığımız
sı kırılarak gözaltına alınmıştır. bilgilere göre operasyon “Dev-
Sosyalist Demokrasi Partisi ile rimci Karargah” isimli yapı ile
birleşme görüşmelerini sürdü- ilişkilendirilmiştir ve gözaltına
ren Toplumsal Özgürlük Platfor- alınanlar avukatları ile görüştü-
rülmemektedir.
* Diyarbakır Milletvekili Akın
Bu çerçevede konuyla ilgili
Birdal’ın 21 Eylül 2010’da İçişleri
Bakanının yazılı olarak yanıtlaması olarak;
talebiyle verdiği soru önergesinin 1 - Sosyalist Demokrasi Partisi
tam metni. ve Toplumsal Özgürlük Platfor-

tışmalar oluyorsa da -ki biz buna elbette ki anlam veriyoruz- 1980


faşist darbe anayasasının ardından getirilen militarist, vesayetçi sis-
temin hâlâ otoritesini ve onun muktedir olduğunu mu acaba akla
getiriyor, diye de insan düşünmeden edemiyor.
Bu tezkere, barış ister gibi görünüp, sorunların demokratik çö-
zümünü ister gibi görünüp, savaş konusunda, şiddet ve askerî çö-
zümde ısrarı ve kışkırtıcılığı mı akla getiriyor?
Bu tezkere, zenginlerin daha çok savaş rantını artırırken yok-
sulları daha yoksullaştırıcı neoliberal, kapitalist bir tercihin sonucu
mudur, diye akla getiriyor.
Bu, Kürt halkının siyasi, toplumsal iradesini dışlayıcı ve halkı
yalnızlaştırıcı bir tezkere olduğunu biz defalarca söyledik.
Birinci tezkereyle ikinci tezkere sonrası kaç kişi yaşamını yi-
tirmiştir, kaç asker öldürülmüştür, kaç PKK’li öldürülmüştür, kaç
asker, PKK’li ve sivil mayın patlamasında yaşamını yitirmiştir?
Bunların acaba parti grupları olarak bir araştırmasını yaptık mı ya
da bunun çetelesi çıkarıldı mı? Bu konuda bilgimiz var mı? Varsa

84
mu üyelerine ve İstanbul İl baş- munun sürdürdüğü birleşme
kanlığına yapılan operasyonla- görüşmeleri bu operasyonun
rın gerekçesi nedir? bir gerekçesini mi oluşturmak-
2 - Yasal siyasal faaliyet yü- tadır?
rüten bir partinin Genel Başka- 6 - “Devrimci Karargah” isim-
nının ve yöneticilerinin sabaha li yapıya ilişkin operasyonlar 18
karşı evlerinin kapılarının kırı- ay önce yapılmış ve şu anda ko-
larak gözaltına alınması hangi nu yargının sorumluluğundadır.
yasal gerekçeye dayanmakta- Dolayısıyla hangi gerekçe ile bu
dır? operasyon “Devrimci Karargah”
3 - Gözaltında tutulanlar han- ile ilişkilendirilmektedir?
gi gerekçe ile avukatları ile gö- 7 - Referandum sonucunun
rüştürülmemektedir? evet çıkması ile beraber Hükü-
4 - Yapılan baskınlar rutin gö- metin sıkça kullandığı “daha
zaltı ve arama işleminin ötesinde demokratik bir ülke ve hukukun
“hücre evi” baskını şeklinde ya- üstünlüğü” söylemi ile yapılan-
pılmıştır. Böyle davranılmasının lar çelişmemekte midir?
gerekçesi nedir? 8 - Bu uygulamaları, demok-
5 - Sosyalist Demokrasi Partisi rasi ve hukuk devleti anlayışı ile
ile Toplumsal Özgürlük Platfor- açıklamak olanaklı mıdır?

yeniden izin verilecek tezkerenin karşılığının ne olacağını bile bile


de el kaldırılması gerçekten demokratik bir irade açısından, vicdan
açısından sorgulamaya değer değil midir? Şimdi, ayrıca tabii bu sa-
vaşın, çatışmanın Türkiye ekonomisine de kaça mal olduğu, neye
mal olduğunun da herhâlde bir bilançosunu bize çıkarırlar ilgililer.
Şimdi, bu soruların yanıtını kim verecek sayın milletvekilleri? El-
bette ki bu tezkereye izin verenlerin vermesi gerekir ya da bu savaş
tezkeresine el kaldıranların yanıt vermesi gerekir. Şiddet, çatışma
ve savaştaki inadın Kürt sorununu çözümsüzlüğüne götürdüğü
herkesçe bilinmektedir.
Şimdi, bakın birkaç gün sonra yaklaşık bir buçuk yıl önce başla-
yan bir operasyonun duruşması var. 18 Ekimde, KCK adı altında ve
Diyarbakır’da başlayacak bir duruşma var. Şimdi, örneğin kimi gü-
venlik güçleri gözetim altına alındığı zaman kimileri arıyorlar, eşle-
rini ya da kendilerini arayarak “geçmiş olsun” diyorlar. Acaba kimi
kamu görevlileri ya da güvenlik görevlileri uğradığı hukuksuzluk
olarak değerlendirilerek aranıyorsa demokrasinin olmazsa olmazı

85
olan siyasi parti yöneticilerinin on sekiz aydır özgürlüklerinden
yoksun bırakılmış olması o siyasetçileri ya da demokrasi anlayışı
sahiplerini rahatsız etmiyor mu? Bugüne değin doğrusu aranma-
mışızdır ve bu sürece ilişkin kimse de bizden bilgi sormamıştır ne
oluyor, ne bitiyor diye. Hiç değilse 18 Ekimdeki KCK adı altında,
aralarında seçilmişlerin olduğu, Demokratik Toplum Kongresi’nin
Eş Başkanı, belediye başkanlarımız, İnsan Hakları Derneğimizin
Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanımız Avukat
Muharrem Erbey’in olduğu ve başka emek örgütlerinin, sendika-
ların, sivil toplum örgütlerinin, yani bilgi becerisini emekçi halkıyla
birlikte birleştirmiş ve çözümü onlarla birlikte arayan demokratik
kitle örgütü yöneticilerinin özgürlüklerinden yoksun bırakılmış ol-
masına, gelin ayın 18’inde birlikte tanıklık edelim.
Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı da söyledi, gerçekten bu herkes
için söz konusu. Bunu bu çatı altında defalarca söyledik, insan hak-
ları konusunda bir çifte standardımız yok. Gerçekten kim neyle
suçlanıyorsa bir an önce adil, bağımsız yargının önüne çıkarılmalı,
herkes savunma hakkını kullanmalı, yargılanma hakkını kullanma-
lı ve suçluysa yasaların gereği yerine getirilmeli, eğer suçsuzsa da
evine, işine, hayata geri gönderilmeli. Bu Silivri’de de böyle ve işte,
bizim Diyarbakır’da da, Maraş’ta da, Çorum’da da, Şırnak’ta da,
Urfa’da da böyle.
Şimdi, tabii, Silivri deyince, orada da özgürlüğünden yoksun
bırakılmış, “Geciken adalet adalet değil.” anlayışında elbette ki
insanlar var, ama Silivri deyince, şimdi Silivri’ye, oraya başkala-
rı da gönderildi. Yaklaşık bir buçuk yıl önce Devrimci Karargâh
adı altında -ki o operasyon sırasında tanık olunan yargısız infazı
bu Genel Kurula taşımıştık- Bostancı’da Orhan Yılmazkaya diye
Devrimci Karargâh’ın lideri olduğu söylenen biri evde kıstırıldı ve
güvenlik güçlerinin ateşiyle öldürüldü. O ara, tabii, on beş yaşında
Diyarbakırlı bir çalışan çocuk da yaşamını yitirdi ve onun da hangi
kurşunla, kimin açtığı ateşle öldürüldüğüne dair sorumuz bugüne
değin yanıtsız kaldı. Ki daha önce yargısız infazlara tanık olunmuş-
tur çok, ama ne yazık ki yaşatan değil öldüren bir devlet anlayışını,
despotik, baskıcı, yasakçı ve korku üreten bir devlet anlayışını sür-
dürmekte ısrar ediyoruz.
Örneğin Sayın Başbakan, referandum çalışmalarında, otuz yıl

86
Sabahat Tuncel, Bengi Yıldız ve Akın Birdal,
Silivri Cezaevinde SDP’li ve TÖP’lü tutsakları ziyaret, 8 Ekim 2010

önce bu sisteme itiraz eden ve sonra darağacına gönderilen Nec-


det Adalı ve yaşı da bir yıl büyütülerek idam edilen Erdal Eren için
gözyaşlarını sunarken, o duygusal retoriği sürdürürken, kendi dö-
nemlerinde örneğin, üç ay önce -ki, iki gün sonra onun da duruş-
ması var Eskişehir’de, halkın da böyle gözünden kaçırarak- Uğur
Ceylan’da. Ceylan Önkol’da bunları yaşıyoruz. Şimdi, Şerzan Kurt,
üniversiteli bir genç. Kimin? Güvenlik güçlerinin açtığı ateşle öldü-
rüldü. Onun için bir şey söylemiyorlar ya da iki yıl önce Dicle Üni-
versitesinde Aydın Erdem, onun için bir şey söylenmiyor.
Şimdi, Orhan Yılmazkaya sağ ele geçirilip Devrimci Karargâh’a
ilişkin kimin ilişkisi var, yok öğrenilip soruşturma gerçekten sağlıklı
yürütülebilecekken öldürdüler. Nasıl ki, Kürt muhalefetini KCK adı
altında bir operasyonla etkisizleştirmeye ve iradeyi halktan yalnız-
laştırmaya ve koparmaya çalışıyorlarsa şimdi Devrimci Karargâh
adı altında da Türkiye’nin devrimci demokrat, sol, sosyalist güçle-
rini ve onların muhalefetini etkisizleştirmeye çalışıyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakın şimdi, geçtiğimiz
günlerde, 21 Eylülde yeni bir operasyon oldu.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Birdal, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

87
AKIN BİRDAL (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan. Teşek-
kür ederim.
Devrimci Karargâh’la ilişkilendirilerek -ki, daha önce biz telefon
konuşmaları, çay içmeleri nedeniyle gazeteci arkadaşlarımızın bu
davadan alıkonup bir yıl sonra bırakıldıklarına tanık olduk- şim-
di Sosyalist Demokrasi Partisi, Toplumsal Özgürlük Platformu,
demokratik siyaset yapan, gerçekten insan hakları için, demokrasi
için, emek için, barış ve özgürlük için ve kardeşlik için mücadele
eden bir siyasi partinin ve bir platformun yöneticileri de sabaha
karşı kapıları kırılarak derdest içeri alınmıştır.
Bakın, örneğin, sosyalistlerin, solun birliğinden mi kaygı duy-
maktadırlar ya da boykot cephesinde Kürt siyasi hareketiyle yan
yana olmuş olması mı cezalandırılmaktadır ya da Demokrasi İçin
Birlik Hareketi, yani Türkiye’de ezilenlerin ve emekçilerin birliği
yolunda bir çatı hareketinin, bir birlik hareketinin buluşmasından
mı kaygı duyulmaktadır?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür cümlenizi alayım Sayın Birdal.
AKIN BİRDAL (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bitiri-
yorum, son cümlemi söylüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi şuna dikkatinizi çek-
mek istiyoruz:
Birincisi; KCK adı altında gerçekten Kürt halkını onun iradesin-
den uzaklaştırmak ve yalnızlaştırmak isteyen ya da başka bir de-
yimle tasfiye hareketinin getireceği hiçbir şey yok.
İkincisi; onlarla birlikte demokrasi, barış, eşitlik ve özgürlük
mücadelesi yürüten emek ve demokrasi güçlerini Kürt siyasi ha-
reketinden, onların özgürlüğünden yoksun bırakarak, cezaevlerine
tıkarak yine bu halkı ve iradesini yalnızlaştıracaklarını sanıyorlarsa
bu da sonuç vermeyecek. Çünkü onların enternasyonalist, halkların
kardeşliği, işçilerin birliği yolundaki dayanışması mutlaka er geç bu
Türkiye’ye demokrasiyi, barışı, hukukun üstünlüğünü ve kardeşli-
ği getirecektir. Bunda hiçbir kuşkumuz yoktur. Bu umutla hepinizi
saygıyla selamlıyor ve bu tezkereye bir kez artık izin vermemenizi
diliyoruz.
Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

88
ALPER TAŞ
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLERİ BİRLİKTE
SAVUNMALIYIZ

Referandumun ardından AKP’nin ‘ileri demokrasiye’ geçildiği-


ni ‘müjdelemesinin’ hemen ardından sosyalistlere yönelik bir ‘cadı
avı’ başlatıldı. Bu cadı avı ile AKP kendisine karşı olan herkesi sus-
turmakla birlikte ‘itibarsızlaştırmaya-gözden düşürmeye’ çalışıyor.
Polis tarafından hazırlanan ve hızla cemaat medyasınca yaygınlaşan
iddialarla ‘suç da ceza da’ kesilerek demokrasi ve hukuk da ortadan
kaldırılıyor. Totaliter-faşizan yöntemlerin devreye sokulduğu bu
uygulamalarla kimseye kendini savunma hakkı tanınmıyor.
Kendisi gibi olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi
konuşmayan herkes üzerinde bir baskı ve korku imparatorluğu
kurmayı amaçlayan AKP tüm bunları da ‘demokrasi ve özgürlük-
ler’ adına yaptığını ileri sürüyor. Oysa yaşanan gerçekler AKP’nin
gerçek baskıcı-otoriter yüzünü ortaya koymaktadır.
Son dönemde gençlik üzerinde kurulmaya çalışılan baskı da bu-
nun bir parçasıdır. YÖK eliyle ‘güvenlik ve özgürlük’ adına polisin
üniversitelerin içine yerleşmesinin önünün açılmasının ardından
üniversiteler polis-idare-özel güvenlik üçgeninde şiddet sarmalının
içine sokuldu. Neredeyse her gün üniversite öğrencileri gözaltına
alınıyor, haklarında soruşturma açılıyor, tutuklanıyor.
Dolmabahçe’de yaşanan polis şiddeti ve ardından AKP ve yan-
daş medya eliyle yürütülen linç kampanyası gençlere dönük yeni
bir operasyon zemininin hazırlandığını gösteriyor. Muhalefet ede-
nin kim olduğuna bakılmaksınız kimi zaman HES’lere karşı suyu-
na ve toprağına sahip çıkan köylüler; kimi zaman emeğini savunan
TEKEL işçileri; kimi zaman kimliğini ve dilini savunan Kürtler; kimi
zaman parasız eğitim isteyen üniversite öğrencileri ‘terörizmle’ kod-
lanarak saldırıya uğruyor.
AKP, açık baskı yöntemlerinin yanı sıra inceltilmiş baskı yöntem-
* Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı

89
ALPER TAŞ
listleri de ‘Devrimci Karargah’
12 EYLÜL ZİHNİYETİ
çuvalının içerisine doldurarak
boğmaya çalışıyor. Egemenlerin
AKP’nin anayasa değişikliği- kendi iç hesaplaşmalarını sos-
nin ardından ‘ileri demokrasi’ yalist kesimlerin üzerinden sür-
ve ‘özgürlüklerin geliştirilmesi’ dürerek, sosyalistleri de bunun
diye sunduğu sürecin yeni baskı parçası kılınmaya çalışılması bu-
ve sindirme operasyonu anlamı- rada da Hanefi Avcı üzerinden
na geldiği SDP ve TÖP’e yapılan gerçekleştirilmek istenmektedir.
operasyonla göründü. Bir parti- Cemaat yayınlarından yürütülen
nin Genel Başkanı, MYK üyeleri bu düzmece operasyon yalnızca
ve bir Platformun sözcüleri po- AKP’nin gerçek yüzünü bir kez
lis baskını ile gözaltına alınarak daha ortaya koymuştur. 
tutuklandı. AKP, sözde 12 Eylül SDP Genel Başkanı Rıdvan Tu-
ile hesaplaşıyoruz derken 12 Ey- ran ve MYK üyeleri ile TÖP söz-
lül yöntemlerinin kullanarak bu cüleri, Bilim ve Gelecek Dergisi
zihniyeti sürdürmektedir. ve Red Dergisi çalışanları derhal
Hitlervari bir propaganda serbest bırakılmalı, bu kara pro-
yöntemi ile  kendisine karşı olan pagandaya son verilmelidir.
tüm kesimleri itibarsızlaşma ça- Sosyalist Demokrasi,
bası içerisinde olan AKP, sosya- 7 Ekim 2010, n°98

lerini de hayata geçirerek, baskıcı devlet geleneğinden kendisini ay-


rıştırdığı yanılsaması yaratmakla birlikte asıl olarak eskinin bütün
baskıcı kurumlarını kendi kontrolüne alarak yukarıdan aşağıya ken-
di rengi ve sesinin hakim olduğu bir ülke yaratıyor. ‘Kötü devletten
iyi devlete geçiş’, ‘statükodan demokrasi geçiş’ tartışmaları içinde
görülüyor ki olup biten yalnızca egemen sınıflar içerisindeki güç de-
ğişiminden başka bir şey değil.
AKP eliyle geliştirilen bu baskılara ve cadı avına karşı birlikte
direnmek ve karşı koymaktan başka şansımız yok. Buna karşı de-
mokrasi ve özgürlükleri savunmak için öncelikle yapmamız gere-
ken birbirimize sahip çıkmak ve devrimci dayanışmayı yükseltmek
olmalıdır. Düzmece iddialarla bir hukuksuzluk örneği olarak tutuk-
lanan SDP’li ve TÖP’lü yoldaşlarımızın da bir an önce özgürlüklerine
kavuşmaları için sesimizi birlikte yükseltmeye devam edeceğiz.
Günlük, 24 Aralık 2010

90
AZİZ ÇELİK
SOLU KRİMİNALİZE ETME GİRİŞİMLERİ

12 Eylül ve sıkıyönetim dönemlerinden tanık olduğumuz uy-


gulamalarla yüz yüzeyiz. Demokratik siyaset zemininde müca-
dele yürüten çeşitli sol parti, çevre ve kişilere yönelik operasyon-
lar ve hükümet yandaşı basında yürütülen gayri ahlaki ve yasa-
ları hiçe sayan iftira kampanyaları “demokratikleşme ve sivil-
leşme” iddialarının ne kadar kof olduğunu ortaya koymaktadır.
“Beyaz bir sıkıyönetim” ile yüz yüzeyiz. Hukuk devletinin en
temel ilkesi olan masumiyet karinesi açıkça ihlal edilmektedir.
Soruşturmanın gizliliği ilkesi hiçe sayılmaktadır. Suçlanan in-
sanların avukatlarının görmediği bilgi ve belgeler yandaş basın
organlarına sistemli olarak servis edilmektedir. Tıpkı 12 Eylül
TRT’sinin yaptığı gibi kolluk kuvvetleri ile açık işbirliği halinde
bazı medya organları insanları daha yargılanmadan suçlu ilan
etmektedir. Adil yargılanma hakkı ve kişisel yaşamın dokunul-
mazlığı ilkesi açıkça ihlal edilmektedir. Hiçbir ahlaki ve siyasi
ilke tanımayan sansasyonel iftira kampanyaları ile sol kriminali-
ze edilmek istenmektedir.
Potansiyel bir suçlu gibi muhalifler dinlenmekte ve izlen-
mektedir.Yaygın bir dinleme ağı sayesinde muhaliflerin nere-
deyse bütün konuşmaları dinlenmekte ve bunların sonucunda
akıllara durgunluk veren senaryolar üretilmektedir. Tutuklama
bir tedbir olmaktan çıkmış bir cezalandırılma mekanizmasına
dönüşmüştür. Tutukluluk süreleri cezaya dönüşmektedir. Bu
kampanya ve operasyonlar ile demokratik siyasetin ve hukuk
devletinin en temel ilkeleri ihlal edilmektedir. Bu kampanyanın
amacı muhalif potansiyeli barındıranları kriminalize etmektir.
Her muhalif yasadışı kampanyanın potansiyel hedefi durumun-

91
BİLGE CONTEPE tuklusu tahliye edilene dek, bu
AKIL VE HUKUKDIŞI dostlarıma isnat edilen tüm suç-
OPERASYON ları onurla üstlendiğimi sizlerin
aracılığıyla duyuruyorum. Bu
ülkede devrimci sosyalistlerin
Değerli Dostlar, çalışmalarını karalama ve gay-
Sosyalist Demokrasi Partisi ve rımeşru bir zemine itme çabala-
Toplumsal Özgürlük Platformu rına karşı duruşunuzu destekli-
yöneticilerine yönelik, bütün yorum.
temel hakları hiçe sayan akıl ve Dostlukla.
hukukdışı operasyonu nefretle Sosyalist Demokrasi,
kınıyor, operasyonun son tu- 7 Ekim 2010, n°98

dadır. Demokratikleşme ve sivilleşme kavramlarını ağızlarından


düşürmeyenler demokrasinin, hukuk devletinin dahası yasa
devletin en temel ilkelerini ayaklar altına almaktadır.
Demokratik siyaset zemini, söz, eylem ve örgütlenme özgürlü-
ğü sistemli bir saldırı ile yüz yüzedir. Demokrasiyi, söz, eylem ve
örgütlenme özgürlüğünü, adil yargılanma hakkını savunan her-
kes bu McCarthy dalgasına karşı sesini yükseltmek zorundadır.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n°98

Günlük, 22 Eylül 2010

92
BÜŞRA ERSANLI
BERTARAF ETME KAMPANYASI

Son hafta içinde yapılan SDP ve TÖP tutuklamaları genel bir


“bertaraf” etme kampanyasının parçası olarak değerlendirilebi-
lir. Özellikle birbirleriyle ilişkileri olmayan yerli ve yersiz olarak
Ergenekon ile ilişkilendirilmeye çalışılan tutuklama furyası için-
de kaynatılan bir olay görünümü vermektedir.
Bu denli kolaylıkla somut delilleri olmadan/açıklanmadan
baskın ve tutuklama yapmak iki şeye işaret ediyor. Birincisi
Türkiye’de anti-komünizmin hala çok güçlü olması, ikincisi de
BDP ile dayanışması olan veya bu potansiyeli taşıyan kesimleri
mümkün olduğunca devre dışı bırakmak ve yıldırmak.
Komünizm ve sosyalizm aleyhtarlığının resmi düzeyde, yar-
gı düzeyinde, iktidar düzeyinde ve birçok merkez sağ ve sol par-
tide bu denli güçlü oluşu özellikle bu tür adli haksızlıkların art-
masının arkasındaki nedenler içinde önemli bir nedendir. Ayrıca
yargının bağımsız olmadığının başka bir göstergesidir.
Referandumdan sonra böyle bir hareket boykot seçeneğini
uygun gören tüm partililere uygulanabilir. Kanımca bu tür tu-
tuklamalar rastgele görünümü verilerek ve özellikle tüm halkın
reddedeceği olaylarla ve görüntülerle karalanarak devam ede-
bilir. 
Böyle bir ortamda sosyalist ve sosyal demokrat parti ve sivil
toplum örgütlerinin çok daha ciddi ilkeli ve kalıcı bir dayanışma
içinde olması gereği sadece bir umut olmaktan çıkmalıdır.
Muhafazakar/liberal  iktidar yanlısı kesimlerin muhafaza-
karlığın temel ilkelerinden ziyade rekabetçi rant ve gasp piyasa
yöntemleriyle hareket ettikleri ve bu piyasanın işleyişini eleşti-
ren örgütlü birimleri anayasa çalışmalarının dışında tutmak iste-

93
BÜLENT ULUER Polisin kendi içindeki vuruş-
BEN MAHİR’İ TANIRIM maya kurban ararken Mahir’i
yanlış buldular.
Ben Mahir’i tanırım… SDP’li gençler görüşleri ne
Mahir Sayın Türkiye Sosyalist olursa olsun inançlarıyla sos-
Hareketine, “Sosyalist Demok- yalizm mücadelesinin neferle-
rasiyi, Kadın Sorununu” yerleş- ridirler ve onlar bizden sonraki
tiren en önemli teorisyendir. neslin onurunun devamıdırlar.
Mahir Sayın, sosyalist, dev- Onların da katiline âşık olacak
rimci, sol, işçi adıyla olan örgüt- bir ilişkiye gireceklerine hiç
lerde olabilir; ama sosyalizmde inanmıyorum.
bile orduyu savunmayan, or- Onları çok seviyorum…
duyu çağrıştıran hiçbir örgütün Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
içinde olamaz.

yeceği de unutulmamalıdır.
Yeni bir anayasa için uzlaşma ümitleri çok cılız olan bugünkü
koşullarda, bu olumsuz atmosferi ancak güçlü bir sol örgütlü-
lük/dayanışma değiştirebilir.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n°98

Taraf, 22 Eylül 2010

94
ÇAKIR CEYHAN SÜVARİ
NEOLİBERAL SAHTEKARLIK

Yirmi altı anayasa maddesi için referanduma gidildiğinde


“yetmez ama evet”çiler neredeyse devrim arifesinde olduğumu-
zu ilan edeceklerdi. Onlara göre ülkede güzel şeyler oluyordu:
Darbeci askerlerden hesap soruluyor, faali meçhuller aydınlatılı-
yor, açılımlar yapılıyordu. Üstelik tüm bunlar İslamcı neo-liberal
AKP eliyle gerçekleştiriliyordu. Referandum sonrası muzaffer
hükümet lideri “okyanus ötesi”nden “yetmez ama evet”çilere
varıncaya kadar tüm destekçilerine teşekkür ederken artık bü-
tün sorunlarımızın çözüleceğini de “müjdeliyordu”.
Ülke, “evet”çiler ve “hayır”cılar arasında düzeyi düşük tribün
çekişmesini izlemeye mecbur bırakılmışken, üçüncü bir seçenek
sunan ve “şere de ehven-i şere de hayır” diyen bir ses iki kesi-
mi de rahatsız etmiştir. Birbirine düşman ve uzlaşmaz görünen
“hayır”cı ve “evet”çi cephenin boykotu destekleyen sosyalistler
karşısında geliştirdikleri düşmanca tavır aslında her iki kesimin
nihai olarak aynı amaca hizmet ettiklerinin en açık kanıtıdır. Ni-
tekim referandumdan hemen sonra 21 Eylül günü boykot cephe-
sinde yer alan SDP ve TÖP’e yönelik gerçekleştirilen operasyon,
asıl çelişkinin rejimin sürdürücüleri olan neo-liberal “evet”çi ve
militarist “hayır”cı cephe arasında değil, boykota omuz veren
sosyalistler ve sermaye kesimi arasında olduğunu bir kez daha
göstermiştir. Neo-liberalizmin nimetlerinden bahseden ve hü-
kümetten devrim bekleyen “yetmez ama evet”çilerin, devrimci
sosyalistlere yönelik tüm bu saldırılar karşısındaki suskunlukla-
rı gerçekte kime hizmet ettiklerinin sessiz itirafı olmuştur. İnsan-
ların, militarizm ya da neo-liberalizm arasında seçim yapmaya
zorlandığı bir ortamda, hem militarizme hem de neo-liberalizme
karşı geliştirdikleri onurlu mücadeleleriyle her zaman üçüncü

95
CAHİDE SARI mek istendiği bir yerde muhalif
UMUT DAYANIŞMADA ve devrimci kesimlere yönelik
saldırıların asıl nedeni büyük bir
Neoliberal politikalarla top- açıklıkla ortadadır. Çözümün
lumsal hayatın yıkıma uğratıl- tam da tüm bu sorunların dü-
maya çalışıldığı,  yoksulların, ğümlendiği yerden ve mağdur-
emekçilerin, işsizlerin, kadınla- ların haklı öfkesinden yeniden
rın, farklı dillere, etnik kökenle- ve yılmadan çoğalacağına dair
re ve inançlara sahip insanların umudumuz, dayanışma ile bü-
hayatlarının güvencesizleştiril- yümektedir.
Sosyalist Demokrasi,
* Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçile- 7 Ekim 2010, n°98
ri Sendikası uzmanı

bir yolun/seçeneğin var olduğunu haykıran ve bundan dolayı


sermayenin canını sıkan SDP ve TÖP’e yönelik gerçekleştirilen
operasyonu ve tutuklamaları kınıyorum. Söz konusu tutuklama-
lar neo-liberalizmin sahtekâr ve kendine demokrat yüzünü bir
kez daha ortaya koymuştur.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n°98

Günlük, 25 Eylül 2010

96
DURSUN YILDIZ
ZİNDANLARINIZA GÜVENMEYİN!

21 Eylül 2010 günü evleri basılarak gözaltına alındıktan sonra


tutuklanan SDP ve TÖP yöneticileri aylardır mahkemeye çıkarıl-
madılar. Halkların kardeşliği şiarının teorik ve pratik gereklerini
yerine getirme çabasında ilerleyen, devrimci, sosyalist dostları-
mıza sistem tarafından büyük bir komplo düzenlendi.
Yıllardır devrimcilere, sosyalistlere işkence yapan geçmişi
kirli, eli kanlı birilerinin iftiralarıyla devrimci, sosyalist dostları-
mız Silivri’de rehin tutulmaktadır. KCK davasında Kürt yurtse-
verlere oynanan oyunun bir başka versiyonu Türkiyeli devrim-
cilere uygulandı. Görülüyor ki tekelci oligarşik sistem Türk-Kürt
kardeşliğini engellemek istiyor. Bu nedenle Türkiye emekçileri-
nin ve devrimcilerinin elini kolunu bağlamak istiyor.
Türkiye tarihini incelediğimizde, Bizans ve Osmanlı’dan ka-
lan envai çeşit oyunlarla karşılaşmak mümkündür. Geçmişte
Türkiye İşçi Partisi, Kürtlerin varlığından söz edince kapatıldı.
Kürt sorununu dillendiren İbrahim Kaypakkaya işkenceyle kat-
ledildi. Türk-Kürt kardeşliğini savunan Denizler idam edildi.
Hem Kürtlerden söz etmek hem de sosyalist olmak, devletin si-
nir uçlarına dokunuyor.
Mevcut sistem Kürtlere, emekçilere, Alevilere ve diğer çev-
relere karşıdır. Onları tümden yok sayar. Kürt sorunu başta ol-
mak üzere, Alevi sorunlarından, emek sorunlarından ve de çö-
züm yollarından söz eden herkes sistemin amentüsünü bozmuş
olacaktır. Kardeşlik ve barış propagandasından, vebadan korkar
gibi korkan mevcut hükümet, devrimcilerin ve sosyalistlerin
yükselen sesini boğmak istiyor. Metropollerde gelişen devrimci
kalkışma iktidarı ürkütmeye yetiyor.

* Barış ve Demokrasi Partisi İstanbul İl Eşbaşkan Yardımcısı

97
ERİŞ BİLALOĞLU nasıl da 12 Eylül’ün her anlam-
EN İYİ YANIT da tıpatıp aynısı olduklarını -bir
ORTAKLAŞMAK kez daha- kanıtlayan bir ope-
rasyona “imza” attılar. Kapıları
Türkiye Temmuz’un ikinci ya- kırarak saldırdılar. Bu saldırının
rısından başlayarak referandum özelliği üçüncü AKP dönemi ön-
propaganda sürecini yaşadı. Bu cesi sol/sosyalistlerin bu ülke-
süreçte Başbakan, 12 Eylül’ün nin bütün ezilenleriyle birleşe-
Necdet Adalı’nın idamı ile baş- bilme potansiyeli olan mücadele
layan devrimci, sol, sosyalistlere umutlarına/süreçlerine yönelik
yönelik saldırılarını da propa- olmasıdır.
ganda malzemesi olarak kullan- Verilebilecek en iyi yanıt ise
dı. Oysa AKP 12 Eylül’ün ürünü seçimlere yönelik görünür, et-
bir partiyidi, tıpkı başkanı gibi. kin, ortak bir süreci şekillendir-
Referandumun hemen ardından mekten geçmektedir.
Sosyalist Demokrasi,
* Türk Tabipleri Birliği Merkez Kon- 7 Ekim 2010, n°98
seyi Başkanı

Hain korkak olur derler, gerçekten doğrudur. Egemen sta-


tükocu siyasal iktidar zindanlara güvenerek, korkularını gider-
miş oluyor. Bence nafile. Hiçbir kelepçe, hiçbir demir parmaklık
mevcut düzenin garantisi olamaz. Tarih boyunca nice zindan-
lar yıkılmış, nice kelepçeler parçalanmıştır. Spartaküsler, Kemal
Pirler, Mazlum Doğanlar var olduğu sürece daha nice tahtlar ve
saraylar yıkılır. Pir Sultan’ın deyimiyle bozuk çark düzen tutmaz
ve tutması da mümkün değildir.
SDP ve TÖP’lü kardeşlerimizin özgürlük sevdaları ve şiarla-
rı, dağlarda ve sokaklarda yankılanıyor. Biz dışarıdakiler olarak
onlara güven katacağız, seslerine ses olacağız. Eminiz ve inanı-
yoruz ki bir gün mutlaka dağlarımıza bahar gelecektir. Geçmişi-
mizle onur duyacağız o gün. Ve yine o zaman başları öne eğik
utanıp sıkılanlar kim olabilir dersiniz? Balkonda oturup olup
biteni seyredenler, at gözlüğü takanlar, deve kuşu gibi başını ku-
ma gömenler, cellatlarına aşık olanlar ve daha niceleri, utanacak-
lardır ve belki de maskeyle dolaşacaklardır. Kim bilir?
Günlük, 16 Ocak 2011

98
ENDER HELVACIOĞLU
KORKU İMPARATORLUĞU’NUN ‘BİLİMSEL’ TEMELİ!

Bilim ve Gelecek dergisinin idari işlerini yürüten, aynı zaman-


da editörlüğünü yapan Baha Okar arkadaşımız, 21 Eylül sabahı
04.00’de Emniyet güçleri tarafından evi basılarak gözaltına alın-
dı. Okar, 4 günlük gözaltı süresinin sonunda 25 Eylül sabahı tu-
tuklanarak cezaevine gönderildi.
Baha Okar, kamuoyuna “Devrimci Karargâh” diye sunulan
bir operasyonun bünyesinde başka 12 kişi ile birlikte tutuklan-
dı. Sorgusu sırasında kendisine şu suçlamalar yöneltilmiş: 1,5 yıl
kadar önce İstanbul-Bostancı’da çıkan çatışmada öldürülen bir
Devrimci Karargâh üyesinin evinde Okar’ın tek bir adet parmak
izine rastlandığı; bir PKK itirafçısının Okar’ın 2005 yılında Kuzey
Irak’taki PKK kamplarında kaldığını söylediği; Okar’ın annesine
ait olduğu iddia edilen bir telefondan şu anda Ergenekon davası-
nın sanığı olan bir Ulusal Kanal çalışanının defalarca arandığı…
Bir televizyon reklamından esinlenerek söyleyelim: Vay, vay,
vay, vay, suçlara bak! Bizim Baha hem Devrimci Karargâhçı, hem
PKK’cı, hem de Ergenekoncu! Artık hangisinden tutturursan!
Avukatının aktardığına göre Baha Okar bütün bu iddialara
bildik sakin tavrıyla yanıt vermiş. Söz konusu kişilerin (öldürü-
len Devrimci Karargâhçı, PKK itirafçısı, Ulusal Kanal çalışanı)
hiçbirini tanımadığını, 2005 yılının her gününde nerede olduğu-
nu rahatlıkla kanıtlayacağını (tanıklardan bazıları da ben ve di-
ğer Bilim ve Gelecek çalışanları, eğer Baha geceleri Kuzey Irak’a
ışınlanmıyorsa!), söz konusu telefon numarasıyla hiçbir ilgisinin
olmadığını, annesinin telefonunun belli olduğunu, parmak izi-
nin ise eğer doğruysa tamamen tesadüf olacağını, bunun zaten
sadece bir adet parmak izinden söz edilmesinden de anlaşılabi-

99
leceğini bir bir anlatmış. Fakat savcı yine de Baha Okar’ı tutuk-
lama ihtiyacı hissetti.
Sevgili arkadaşımız Baha Okar bilinmedik bir kişi değil. Bi-
lim ve Gelecek dergisinin neredeyse çıkışından bugüne dek ça-
lışanı. Derginin önce teknik ve grafik işlerini, sonra bütün idari
işlerini ve ek olarak editörlüğünü yaptı. Dergimizin birçok dos-
yasında, makalesinde ve sürekli bölümünde imzası var. Bilim
ve Gelecek’in okurları ve yazarları tarafından bilinen, olumlu
insani nitelikleriyle çok sevilen, ülkemizin bilim ve yayıncılık ca-
miasının tanıdığı bir şahsiyet. Yeri yurdu, yaptığı ettiği, yazdığı
çizdiği ortada olan bir kişi. Bu kadar illegal örgütün üyeliğini,
hem de kimseye çaktırmadan nasıl becerdi, hayret ki hayret! Ta-
bi aslında bunu beceren Baha değil, bu iddiaları öne süren veya
ciddiye alan bildik savcıların beyinleri!
***
Ülkemizde hâlâ devam eden bazı davalarda da tanık oldu-
ğumuz bu tür iddiaların nasıl üretilebildiğini, ne tür beyinlerin
ve nasıl bir düşünüş biçiminin ürünü olabileceklerini -bu kez de
Baha’nın davasının özelinde- düşünürken birdenbire kafamda
bir ışık çaktı. Evet, evet, bu tür iddialar son derece bilimsel! Ne-
den?
Biz yıllar önce Bilim ve Ütopya dergisini çıkarırken bir çeviri
makale yayınlamıştık. Başlığı: “Onu tanıyan birini tanıyan biri-
ni tanıyan birini tanıyorsunuz” (Bilim ve Ütopya, Sayı: 55, Ocak
1999, s.40-42). O dönem yayınladığımızda da çok ilgimi çektiğini
anımsadığım makalenin özeti şu: “Dünyadaki herhangi iki in-
san en çok 6 tanışıklık halkasından oluşan bir zincirle birbirine
bağlıdır.” Aslında 6 halka pek görülmüş bir şey de değil; çünkü
dünyada bu kadar alakasız iki kişi bulmak zor. Çoğu kişiye 2-3
tanışıklık halkası ile ulaşabilirsiniz. Örneğin benim Atatürk ile
aramda sadece 1 halka var. Stalin ve Mao Zedung ile de sadece
1. Yazmaya korkuyorum (!) ama Öcalan’la da 1. Neyse ki Sayın
Başbakanımızla ve ünlü kanaat önderimiz Fethullah Hoca’yla da
1. Hitler biraz uzak, onunla aramda 2 halka var. Lenin’le de 2.
Çoğu Ergenekon sanığıyla aramda halka bile yok. Usame Bin La-
din veya Çakal Carlos’a da sanırım 2, bilemedin 3 halkayla ula-

100
şırım! Aslında bu tür tanınmış insanlara ulaşmak herkes için çok
kolay. Ama herhalde bir Amazon yerlisine veya Avustralyalı bir
Aborjin’e veya bir Eskimo’ya da 3-4 tanışıklık halkasıyla ulaşa-
bilirim. Şöyle bir düşünün, sizin için de aynı durum söz konusu.
Ve tabi Baha için de…
İşte sayın savcılar bu bilimsel gerçeğe dayanıyorlar. Sanırım
iddianameleri bu bilimsel “Tanışıklık Halkaları Teorisi”nden
esinlenerek hazırlıyorlar. Soruyorlar: Şunu tanıyor musun? Ya-
nıt doğal olarak: Yok kardeşim, tanımıyorum. Tanıyorsun, tanı-
yorsun; onu tanımasan bile onu tanıyan birini tanıyorsun; olma-
dı, onu tanıyan birini tanıyan birini tanıyorsun. Vallahi haklılar!
Bu yöntemle Türkiye’de yaşayan herkes, taş çatlasa 3 halkayla
herhangi bir illegal örgüt üyesi yapılabilir! Tabi bu halkalar par-
mak izleri, telefon konuşmaları, msn sohbetleri veya fotoğraf-
larla, hiçbiri yoksa düzmece ifadelerle kanıtlanabilir! Gülmeyin;
gidin bu tür davaların iddianamelerini inceleyin, bütün bunları
göreceksiniz.
Komedi, değil mi? Hiç de değil. Çıplak bir gerçek. Sevgili Baha
arkadaşımız cezaevinde yatıyor. Yaşamına yok yere el konmuş
durumda. Bundan daha büyük bir gerçek var mı? Komedilerin
trajediler yarattığı bir ülkeyiz biz! Ah, Aziz Nesin yaşasaydı, kim
bilir ne öyküler üretirdi bu yaşananlarla.
***
Gelelim şu parmak izi meselesine. Buradan yola çıkarak da
çok esaslı olasılık teorileri geliştirilebilir. Hiç düşündünüz mü,
kimlerin evinde parmak iziniz olabilir? Aklınıza hayalinize gel-
meyecek kişilerin evinde parmak iziniz bulunabilir. Veya tersi:
Aklınıza hayalinize gelmeyecek kişilerin parmak izleri sizin evi-
nizde bulunabilir.
Diyelim ki, bir kitabevinden veya bir marketten bir kitap, bir
CD veya bir DVD aldınız. O kitap, CD veya DVD’ye daha önce
kim bilir kimler dokundu. İşte onların hepsinin parmak izleri
şu anda sizin evinizdedir! Veya sizin kitabevinde veya markette
alışveriş yaparken dokunduğunuz ama almadığınız onlarca ki-
tabı, CD’yi daha sonra alan birinin evine artık sizin parmak iziniz
girmiş bulunmaktadır! Hele bir de yayıncıysanız, her ay yüzler-
ce kişiye dergi yolluyorsanız, kitabeviniz varsa ve gelenlere ki-

101
tap satıyorsanız, parmak izinizin bulunduğu ev sayısı geometrik
seri biçiminde artacaktır.
Diyelim ki, kalabalık bir caddede yürümeye çalışıyorsunuz,
dolu bir otobüste veya minibüste kendinize alan açmaya uğra-
şıyorsunuz, tıklım tıklım dolu olan bir konserde veya maçtası-
nız… Kim bilir kaç kişiye dokundunuz veya kaç kişi size dokun-
du. Hepsinin montunda, ceketinde parmak iziniz vardır artık.
Ve onların parmak izleri de sizin montunuzda ve ceketinizde.
Montlar ve ceketler öyle sık sık da yıkanmaz; dolayısıyla parmak
izleri evinizin demirbaşı olacaktır.
Ya paralar? Cebinizdeki paralarda kim bilir kimlerin parmak
izi vardır? O paralar aracılığıyla sizin parmak iziniz kim bilir
kimlerin cebine girivermiştir? Daha böyle pek çok aracı buluna-
bilir. Ama bildik savcılar için bundan âlâ kanıt mı olur?
“Parmak İzi Teorisi”, “Tanışıklık Halkaları Teorisi”nden bile
daha etkili olabilir. Çünkü insan tanımadığı insanlar (veya on-
ların eşyaları) üzerinde de parmak izi bırakabilir. Bunun olasılı-
ğını hesaplamak neredeyse olanaksız, çünkü kaotik bir durum.
Ama parmak izi halkaları kurulursa, sanırım en fazla denilen
sayı 6’dan az olacaktır.
Tabi burada kritik mesele kaç tane parmak izinin bulunduğu.
Örneğin bir evde 10 ayrı yerde parmak iziniz çıkarsa, bu, o eve
girdiğinizin ve zaman geçirdiğinizin bir kanıtı olabilir. Ama tek
bir tane parmak izi saptanmışsa, işte o zaman yukarıdaki teori
gündeme gelecektir.
Bu parmak izi “kanıtı”ndan kurtulmak için tek çare yaz-kış
eldivenle dolaşmak. Yani bir tür paranoyak olmak. Ama asıl pa-
ranoyak olan siz misiniz, yoksa bu tür olguları kanıt sayıp in-
sanların hayatlarını kesintiye uğratma hakkını kendinde gören
savcılar mı?
Kaldı ki sorun parmak izi bırakmamakla bitmiyor ki. Ya te-
lefon konuşmaları, msn yazışmaları, e-postalar vb.? Bunlara ne
çare bulacaksınız? Günde kaç kişiyle telefonda konuşuyorsunuz,
kaç kişiye e-posta çekiyorsunuz, msn veya facebook’ta sohbet
ediyorsunuz? Bunların hepsi tespit edilebilir ve halkaların kanıt-
larıymış gibi sunulabilir.
Telefonda ne konuştuğunuz, msn’de ne yazdığınız da önem-

102
li. Örneğin “dergiler geldi mi?” dediniz. Ya bu “dergi” sözcüğü
“silah”ın kodu olmasın?! Sizin “dergi” derken aslında silahlar-
dan söz etmediğinizi nereden bilsin savcı!?
Yetmedi. Biri sizin hakkınızda yalan ifade verebilir; verme-
se bile verdirtirler. Yalancının söylediğini kanıtlama gereği yok,
ama sizin yalanın yalan olduğunu kanıtlama derdiniz var! Ya-
lancının mumu yatsıya kadar yanar, ama yatsıya kadar içerde
yatarsınız. İşte Baha Okar arkadaşımız cezaevinde yatıyor… Ai-
lesinden, sevdiklerinden, yaşamdan, işinden gücünden koparıl-
dı, hem de yok yere…
***
Bu yazıda işi biraz şakaya vurduk, durumun acayipliğini, hu-
kuksuzluğun, yalanın dolanın, iftiranın boyutunu anlatabilmek
için. Bütün bunlar şaka değil gerçek; bir Türkiye gerçeği. Ülkemi-
zin AKP marifetiyle sokulduğu, Referandum sonrası gemi iyice
azıya alan bir hattın uygulamaları bunlar. Gelecek sayılarımızda
bu konuyu ayrıntılarıyla tartışacağız. Bu sayımızın kapak dosya-
sı: “Ölü Aydınlar Ülkesi”; en değerli beyinlerimizin nasıl karanlık
cinayetlerle katledildiğini, böylece nasıl bir korku toplumu yara-
tıldığını anlatıyoruz. Şimdi artık yöntemler çeşitlendi. Yukarda
anlattığımız yöntemlerle ülkemiz bir “korku imparatorluğu”na,
paranoyak bir topluma dönüştürülüyor. Genel bir yılgınlık ikli-
mi yerleştirilmeye çalışılıyor. Bunun adı “faşizm”dir! Bize düşen
bu gidişata direnmek, elbirliğiyle rüzgârı tersine çevirmek.
Bütün gücümüzle haykırıyoruz: Baha Okar’a özgürlük!
Türkiye’ye özgürlük!
28 Eylül 2010
Bilim ve Gelecek, Ekim 2010, n° 80

103
EREN KESKİN
ÇİVİSİ ÇIKTI

“Çivisi çıktı” diye bir tabir vardır ya, Türkiye’nin içinde bu-
lunduğu durumu tam da böyle tanımlayabiliriz.
Yıllarca, topluma dayatılan yalanlar, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin kuruluşunun bir devrim olduğu, Türkiye’nin sınıfsız
bir toplum olduğu, Mustafa Kemal’in Türkiye’ye demokrasi ge-
tirdiği, Kürtlere, Ermenilere ve coğrafyada yapılan tüm kimlik-
lere hep eşit davranıldığı yalanları bir bir bomba gibi patlayarak
parçalanmakta.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “kanlı bir soykırımla” beslene-
rek kurulmuştur.
Bugüne kadar bize dayatarak öğretilen resmi ideoloji, resmi
tarih koskoca bir yalandır.
Ve bu yalanlar imparatorluğu, coğrafyada yaşayan ne yazık
ki %90 insanı teslim almıştır. Geride kalan %10’un her türlü be-
deli göze alarak dile getirmeye çalıştığı gerçekler ise bir bir orta-
ya çıkmaktadır.
Yaşadığımız coğrafyada, devletin bir görünen bir de görün-
meyen yüzü vardır. Ve esas belirleyici olan bu “görünmeyen
devlet”tir.
“Görünmeyen devlet”in, “görünmeyen adamları” vardır.
Bunlar, askerin, polisin, siyasettin ve yaşamın tüm alanlarında
değişik kimliklerle ortaya çıkarlar. Ve toplumu her türlü yön-
temle kandırarak, yönetmeye devam ederler.
İşte bu günlerde topluma adeta bir kahraman olarak sunulan
Hanefi Avcı da böyle adamlardan biridir.
Hanefi Avcı’nın, Kürdistan’da savaşın en kirli dönemlerinde
üst düzeyde görevde olduğu unutulmamalıdır. Hanefi Avcı’nın,

104
Galatasaray Meydanı, İstanbul, 9 Ekim 2010
sevgili Vedat Aydın da dahil birçok insanımızın acımasızca kat-
ledilmesinde rolü büyüktür.
Yıllar önceydi. Necdet Menzir İstanbul Emniyet Müdürüydü.
O dönem, o kadar çok yargısız infaz işledi ki, biz İnsan Hak-
ları Derneği’nde “yargısız infazlara karşı komisyon” kurmak
zorunda kaldık. Hemen her gün yargısız cinayetler işleniyordu.
Ve bizler olayı haber alır almaz infaz yerine gidiyorduk. Hiçbir
zaman hafızalarımızdan silinmeyecek korkunç görüntülerle kar-
şılaşıyorduk.
Hiç unutmuyorum, İstanbul Kadıköy’de bir evde katledilen
tiyatro sanatçısı Ayşe Gülen’in çocukluk fotoğrafları da dahil,
tüm fotoğrafları duvara dizilmiş ve fotoğraflar da kurşunlan-
mıştı. Böylesine acımasız cinayetlerin sorumlusu olan Necdet
Menzir’in üstündeki kişi Hanefi Avcı’ydı. Hanefi Avcı o dönem
istihbaratın en tepesindeki adamdı.
Sonra ne oldu? Bir gün Hanefi Avcı, bir iki işkence olayı ne-
deniyle özür diledi ve medyada yer aldı. Ondan sonra da bazı
kesimlerce adeta “kahraman” ilan edildi.
Her gizli teşkilatta olduğu gibi, suçlar yavaş yavaş ortaya çık-
maya başlayınca teşkilatın içinde iktidar savaşları başlar. Ve bu

105
nedenle, Hanefi Avcı bugün cezaevinde. Ve hepimiz biliyoruz ki
çok yakın bir sürede cezaevinden çıkacak.
Şahsen benim için Hanefi Avcı’nın cezaevinde olmasının hiç-
bir önemi yok.
Beni asıl ilgilendiren bu iktidar savaşında kurban edilmeye
çalışılan SDP’liler.
SDP, Kurtuluş geleneğinin bir kısmının kurduğu legal bir
parti.
Benim açımdan Kurtuluş geleneğinin şöyle bir önemi vardır;
bana göre Türkiye solu içinde Kürdistan sorununa en doğru ba-
kan örgüttür.
Ve başlarına gelen bu inanılmaz olayın asıl nedeni de budur.
SDP, her zaman sistem karşıtı olmuş, militarizme karşı tavır
takınmış, hep Kürt halkının yanında olmuş bir siyasi partidir.
Herşeyden önce, kamuoyundan bildiğimiz kadarıyla ki, böy-
le bir örgüt varsa eğer, Devrimci Karargah Örgütü ile SDP’nin
siyasi bakışları, perspektifleri yan yana gelemeyecek kadar fark-
lıdır.
Evet, beni sadece onlar ilgilendiriyor. Yıllarca yan yana mü-
cadele ettiğimiz, birlikte gözaltına alınıp dayaklar yediğimiz,
hepsini yakından tanıdığımız arkadaşlarımıza yapılan affedil-
mez yanlışlık ilgilendiriyor.
4.Ekim.2010
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

106
ERSİN ÖNSEL
TERÖRİZM

Sosyal gerçeklikleri onlarca yıl sonra “sözde” kabullenenler,


yürütme erkine sahip oluşlarından aldıkları güçle siyaset arena-
sında bu gün oldukça mağrur bir hali yansıtmaktadırlar. Söy-
lemler odur ki AKP, dünya mali formuna süratle uyum sağlayıp,
emperyalizme biat edişle taçlandırdığı iktidar olma konumunu,
tarifi imkânsız bir riyakârlığın dünyasıyla hayata geçirme azmi
gayreti ve coşkusu içine girmiş bulunmaktadır.
Yaşanan konjonktürde ezilenlere ve emekçi sınıflara tarihen
sosyal bir özeleştiri veriyormuşçasına “duygusal, insani, dra-
matik” görünümlere bürünüp, halkımızın karşısına çıkan ve bu
hallerin üzerinden toplumsal politika yapmak isteyen oligarşi-
nin yeni kanadı “Çağdaş Hürriyet ve İtilafçılar”, bu günlerde
üçüncü sınıf aktörleriyle kokuşmuş bir devlet oyununu sahnele-
meye uğraşmaktadırlar.
Devlet deneyiminde birikimli, tarihler boyunca emekçilere ve
halklara karşı sayısız komplonun ve provokasyonun “yaratıcı”
sı, İTİHATÇI-KEMALİST öncülleri ise, kendilerine çok yararlana-
cakları bir yığın deneyimi miras olarak bırakıp, şimdilik devlet
sahnesinden kısmen de olsa geri çekilmiş durumdadırlar.
İşçi sınıfı ve ezilen halklara ve onların devrimcilerine, sosya-
listlerine, demokratlarına gün yüzü göstermeyenler, tarihen he-
sabı görülmeyeceğini sandıkları bir düzenin keyfini sürdürmeye
devam etmektedirler. Sömürgen sınıf konumlarıyla uzun bir ta-
rih yazan, çağın bu organize asker-sivil egemen sınıfı, bilindiği
üzere henüz yakın tarihin belleklerimizden silinmemiş sayısız
siyasi provokatif vakalarıyla ve estirdikleri terör dolu günlerle
varlıklarını tekrar tekrar oligarşinin yeni “yandaş” kanadına

107
sunmada örnek olmuşlardır. Bu pratikleriyle “devletin demir
yumruğunun kadife eldiven içerisinde nasıl sunulacağının sayı-
sız örnekleri daima terörizm markalı olup, oligarşinin yeni bur-
juvazisine “değerli” bir armağanıdır.
Sayelerinde; gün gelmiş, bu egemen sınıf ittifakının, altı ayda
koca bir ulusu tarih sahnesinden silme amacına yönelik büyük
provokasyonunun dayanılmaz vahşetini yaşamışızdır. İttihat ve
Terakkinin hayata geçirdiği Ermeni tehcirinin ve “o yürüyüşte-
ki” vahşetin, yok edişin unutulmayan kara lekesi ve terörü dün-
ya ölçeğinde halklar arasında muazzam bir nefrete neden olmuş,
ayrıca da hiçbir resmi tarihin unutturamadığı gayrı insani şoven
bir kalıcılaşmaya yol açmıştır.
Gün gelmiş Karadenizin sularını TKP’nin yiğit önderi Musta-
fa Suphi ve arkadaşları “Onbeşler”e mezar yaparken, dönemin
egemen önderliği bu barış ve destek heyetine unutulmayacak bir
provokasyonla terörünü uygulamış ve TKP’li yoldaşları dünya-
nın gözü önünde katledip, kendi halkının belleğinden de silmiş-
tir.
Gün gelmiş, halkların şehirlerini, kasabalarını yangın yerine
döndüren devletin dehşet dolu provokasyonlarını görmüşüz-
dür. Yahudi topluluğu üzerinden uluslararası itibar kazanmak
düşüncesiyle dünyaya Yahudi toplumunu kurtarmak için ta İs-
panyalardan kendilerine kucak açtığımızı söyleyen egemen bur-
juvazi, bir halkın bu hazin hikâyesini yıllardır söyleyip durmuş,
akabinde utanmadan uygulanan büyük terör dalgasıyla anlatı-
lan öykünün kahramanlarını, Yahudi topluluğunu perişan etme-
de bir sakınca görmediğini cihana göstermiştir. Eylemini bu bi-
çimde sonlandırmayan egemen sınıf, aynı halkı Kırklareli’nden,
Çanakkale’den, Edirne’den kovup yok edişinin acı öyküsünü
kısa bir sürede dezenformasyonla unutturma başarısını da gös-
termesini bilmiştir.
Gün gelmiş, başta Şehri -İstanbul olmak üzere İzmir ve
Ankara’da bir hazan mevsiminin 6-7 Eylül’ünde panik, talan,
korku içinde ortalık kana bulanmış, azınlık halklar topluluğu in-
sanlıklarından çıkarılmış, estirilen devlet organizeli terör ile mal-
larına ve canlarına kastedilmiştir. Binlerce Rum, Ermeni, Yahudi
vatandaş büyük göçlere zorlanmak amacıyla eylemler günlerce

108
sürdürülmüştür.
Gün gelmiş Alevi topluluklara, Türk İslam sentezi üzerinden
yükselen iktidarların planlı kanlı terör saldırılarıyla ve İslamofo-
bi faşistlerin öncülüğünde ağır zararlar verilmiş, yüzlercesi hun-
harca katledilerek, geride utanç dolu bir tarih bırakılmıştır.
Gün gelmiş, 30 yıl boyunca kirli bir savaş kesintisiz sürdürül-
müş, inkâr ve asimilasyona dayandırılan şiddet politikalarının
merkeze alınışı temelinde Kürt halkı üzerindeki İnsanlık tarihin-
de örneğine az rastlanılabilir dramlar yaşatılmış, on binlerce faili
belli cinayet açıkça işlenerek, bölge ve şehirler sivil halkın me-
zarlarına dönüştürülmüştür. Burjuvazi bütün bu provakasyon-
larına hazırlanırken mevcut ortamı terörize ederek işine giriş-
miş, yasama yürütme yargı cephesinin görünmeyen ittifakı her
defasında olduğu gibi başarılı eşgüdümlerle toplumu serseme
döndürmüş, yağmur gibi bir dezenformasyon harekatı ile top-
lum asimile edilmeye çalışılarak yeniden kalıba dökülmüştür.
Terjrizm bu somut olgularla ezilen sınıflar ve emekçi halkların
yaşamından hiçbir dönem çıkıp gitmemiştir. Cumhuriyetin ku-
ruluşuyla birlikte tek parti döneminin hemen başında Terörizm
ile beslenen İstiklal Mahkemeleri ortalığı kasıp kavurmuş, tek
bir muhalif kalmamacasına Kemalizm iktidarını perçinlemiştir.
1950 yıllarıyla birlikte bu defa da “Çok partili demokrasi şiarıy-
la” yürüyüş devam ettirilmiştir. 1960 askeri darbesiyle başlayan
süreç sayısız sivil ve askeri cuntaların tozu dumana kattığı bir
ülke olarak bugün 2010’lara dayandığında 12 Eylül 1980 askeri
faşist diktatörlüğünün bütün kurum ve kuralları aynen kendini
muhafaza ederek, baştan sona bir terör devleti yapılanmasıyla
yaşamlarımızdaki mevkilerin orta yerinde konumlanmıştır.
Devlet hala karmakarışık ve demokratik hukuk devleti adı
altında şaibeli bir tarzda varlığını toplumun ezilmesi üzerinden
terörle devam ettirmektedir.
Bütün bu tarihsel hatırlatmaların amacının, tarihin sınıflar
mücadelesi ve iktidar olma biçimlerini göstermek ve terörizm
uygulamalarının asıl adresinin devlet olduğunun bir kez daha
anlaşılmasına katkı koymaktır. Aynı zamanda da iktidar erki-
nin bu dengeyi tutturabilmesinin yolunun kapitalist devletlerin
sistematik bir terör organizasyonundan vazgeçemeyişinin kaçı-

109
nılmaz olarak altının çizilmesidir. Yukarıda sözü geçen bütün
olguların zamanla nasıl açığa çıktığını ve baş aktörün ise devlet
terörünün bir sonucu olarak cisimleştiğini görmekteyiz.
21 Eylül 2010 tarihinde SOSYALİST DEMOKRASİ PARTİSİ ve
TOPLUMSAL ÖZGÜRLÜK PLATFORMU’NA yapılan saldırı, ge-
rekçelendirilirken, müthiş bir zorlama herkes tarafından anla-
şılabiliyordu. Devlet bu tip uygulamaları defalarca gerçekleştir-
miş şaibeli durum artık kanıksanan bir olgu oluvermişti. İlgili
olay işbirlikçi medyaya servis edilirken görülen tablo TERÖRİZM
üzerinden yola çıkan kendi içinde sayısız çelişkiler taşıyan koca
bir provokasyona dönüşüyordu. Terörle yatıp terörle kalkanlar
işkenceci sürüleriyle teşkilatlar oluşturanlar, yıllardır demokrasi
ve özgürlükler için mücadele veren SDP ve TÖP’e bu hain saldırı-
yı terörizm suçlaması üzerinden yapabiliyorlardı. Hiçbir şekilde
inandırıcılığı olmayan bu saldırı geleceğin önlenmesini geciktir-
mek adına provakatif bir saldırı olduğu gibi, senaryolaştırılan
bir terör ortamıyla da oldukça manidardır.
Bölgede yılların mücadelesi sonucunda barış ve özgürlük
hareketi tüm dengeleri alt üst ederken, Batıda da kaçınılmaz ola-
rak emekçi sınıfları yeni ufuklara yelken açtıracak Türkiye sos-
yalist hareketinin birliği, başta Türkiye burjuvazisi olmak üzere
oligarşinin bileşenlerini tedirgin etmiştir.
Egemenler, kendilerine muhalif güçlerin sönümlendirilmesi
ve mas edilmeleri konularında oldukça deneyimli bir geçmişe
ve örgütlenmeye sahiptir. Hal böyle iken giderek ve sistematik
biçimde bu güne dek pek görülmemiş bir kapsayıcılıkla Türkiye
devrimcilerinin sosyalistlerinin geliştirdiği emekçi sınıflar ve
ezilen halklarca çekim merkezi haline gelebilecek örgütlenmeler
oligarşinin hesaplarını çıkmaza sokmaktadır.
Barışla birlikte yeni bir açılımın stratejisi masaya yatırılırken
toplumda mevzilenmiş tüm sınıf ve katmanların hesapları fark-
lılık arz etmektedir. ”Sömürünün ebedi kılınması ”esasına daya-
nan egemen erk, toplumsal muhalefete varacak yığınsal çıkışlar
konusunda tedbirlerini bu günlerden almanın hazırlığı içeri-
sindedir. Toplumsal fay hatlarının kırılmasında Ortaya konulan
ve zaman içerisinde bir mücadelenin sonucu olarak cisimlenen
Kürt sorunu, Kemalizm,öncü savaş tezleri, kadın sorunu, enter-

110
nasyonalist devrimci anlayış, sınıf dayanışması temeli üzerinde
çoğulcu sosyalist parti anlayışları ve bunun gerçekleşmesi yo-
lunda sonuna kadar ısrarcı olma bilinci ve eylemi SOSYALİST
DEMOKRASİ PARTİSİNİ ve bu anlayışlardaki diğer kardeş parti
ve platformlarını öne geçirmiştir.
Bize dair özet birkaç cümle söyleyecek olursak, içinde bu-
lunduğumuz bu tarihsel kesit, yıllarca ısrarlı bir titizlikle ve sıkı
bir mücadeleyle ortaya çıkartılan, sönümlendirilemeyen, ileriye
açık olguların toplamını savunan hattımızdır. Bu platform çok
geniş demokratik cepheli toplumsal güçlerden takviye edilmeyi
beklemektedir.
Varlığımızla, görüşlerimizle, sosyalist demokrasimizle oli-
garşi bizden rahatsızdır. Burjuvaziye “sol”dan destek sağlayan
örgütlenmeler o derece süratle hayatiyetlerini kaybetmektedir ki
liberal yapılanmalar bile bu “sol”u ayakta tutamamaktadır. Yol-
daşlarımızı sadece devrimci ve sosyalist oluşları üzerinden ay-
larca tutuklu bırakıp cezalandırmayı kararlaştıranlar yığınların
özgürlük ve demokrasi çıkışları karşısında bakalım hangi halleri
takınacaklardır. Tarihin sahnesinden sadece uygun adımlarla
yürüyen askeri kıtalar geçmez. Emeğin kurtuluşu uğrunda öz-
gürlükler ve demokrasi için verilen mücadeleler , yeni bir yü-
rüyüş tarzını ve hayatın yolunu er geç önümüze serecektir. Bu
böyle biline…
sosyalistdemokrasigazete.net, 13 Kasım 2010

KAPİTALİZM TARİH BOYUNCA


HEP ‘FLU’ MU YANSIDI?

KAPİTALİZM yaşamlarımıza iktidarları boyunca hep “FLU” mu


yansıdı? Evet diyerek başlarsak söze, pek de yanlış yapmayız
sanırım. Tarihi boyunca savımızı doğrulayan sayısız kanıtlarla
bu kapalı görünümlü dört yüz yıllık KAPİTALİZM artık bu gün,
beşeri laboratuarlarda daha mikroskobik şekilde “Büyük insan-
lığın” önünde ayrımlanıyor. Şu bir gerçek ki bir sosyal ve siyasal
fenomen olarak orta yerde duran Kapitalizm, müthiş bir SÖMÜRÜ

111
ve YABANCILAŞTIRMA organizasyonu olarak tarihi boyunca ezi-
len halklara ve sömürülen sınıfların yaşamlarına fark edilmemek
gayretiyle sürekli “FLU” görünümlerle yansıdı ve sistem kendisi-
ni bu konularda tekrar, tekrar görünmez olarak” ispat etti”.
Görülmesi , anlaşılması zor olan bir olgu biçiminde yansı-
yan, çağın siyasal VEBASI olarak kendisini tespit ettiğimiz KA-
PİTALİZM, hayatiyetini ve başatlığını tüm dayanılmazlığıyla
sürdürüyor. Kirli katil ruhların sıradanlığına alıştırılan yığınlar
şizofrenik ordular halinde ve toplumsal güçler biçiminde yerle-
rini almış bulunmaktadırlar.Sistem tarafından kutuplardan, ek-
vatora, denizlerden, atmosfere kadar boyutsuz bir yıkımla karşı
karşıyayız. İnsani içeriklerimizin özünün durmaksızın boşaltıl-
dığını, bütün etik değerlerimizin yerle bir edildiğini, yaşıyor ve
biliyoruz. Berhava edilen hayatlarımızın acısını ve nesilden nesi-
le geçişini çaresizlikle içimize gömmüş bulunmaktayız.
KAPİTALİZM tarafından sunulan bu gayri insani hayat tarzı
o derece süratle yayılmakta ki karşı konulması için oluşturulan
ÖRGÜTLÜLÜĞÜMÜZ, gerekli reflekslerimiz, saldırılara çaresiz ka-
lıyor, yetişemiyor, önleyici etkisini gösteremiyor. Sayısız para-
metrelerle dayatılan bu maddi yaşam tarzı, her türden insan ak-
lını çelmeye, yığınlar halinde yabancılaştırılmış varlıkları oluş-
turmaya devam ediyor.
Dünya ölçeğinde KAPİTALİZM siyasi örgütlülüğünü sürdürür-
ken, 19-20.yüz yıllarla birlikte Osmanlı imparatorluğu bünyesin-
de de ilk siyasi parti organizasyonlarını görmeye başlıyoruz. İt-
tihat ve Terakki fırkası, Hürriyet ve itilaf fırkası, halaskar zabitan
gurubu, Osmanlı ahrar fırkası, Milli meşrutiyet fırkası,Radikal
avam fırkası, Osmanlı sosyalist fırkası gibi partiler bunların en
önemlileri olarak siyasi hayatlarımızda yerlerini almış bulunu-
yorlardı.

MODERN HAYATLARIMIZDAKİ İTTİHAT VE TERAKKİ–


KEMALİZM AMA BU SEFER HÜRRİYET VE İTİLAF DA VAR

Yüz küsur yıllık siyasal, sosyal ve ekonomik tarihimiz içinde;


imparatorluk toprakları bünyesinde Kapitalizmin rüşeym döne-
minin siyasal parti organizasyonu olarak İTTİHAT ve TERAKKİ

112
büyük bir öneme sahiptir.
Yapılanmasının ve onun devam eden geleneğinin tüm top-
lumsal sınıflardan ama özellikle emekçi sınıf ve ezilen halklar-
dan neler götürdüğünü, halkların başına ne tür gaileler açtı-
ğını birlikte gördük ve yaşadık. Sözü edilen bu siyasi partinin
Köklerindeki,Jakobenlik, ruhundaki her türlü düşüklük,melanet
ve desiseyi gözlemledik. İmparatorluk halklarına verdiği muaz-
zam yıkımlara şahit olduk. Bu siyasi organizasyonun CUMHURİ-
YET ile birlikte ki idamecisi bilindiği üzere CHP’dir. Oligarşik ya-
pılanmanın kanatlarından en güçlü olanı oluşturan KEMALİZM
ve onun partisi CHP, bulunulan konjonktür de hangi sınıf ve
katmanlar üzerinde yükseleceğini, hangi programlarla oligarşi
içinde emperyalizme hizmette kusur edemeyeceğini bile hesap-
layamayacak bir hale düşmüştür.Modern zamanların burjuva
kültürüyle bile donanmayı 90 yıldır beceremeyen bir halde si-
yaset arenasında başıboş bir mayın gibi hamisi EMPERYALİZME
hizmet edememenin sancılarıyla yaşamaktadır.Devleti devlet
yapan güçler ayrımının bütün ayakları büyük bir deprem içeri-
sinde oligarşinin yeni bloklarına yenilip teslim olmuştur.Darbeci
gelenekçiliğini,ırkçı şoven tek dil ,tek ulus baskınlığını,ulusalcı
tek kültüre biat eden tarzlarını konjonktüre göre yeniden düzen-
leyebilme becerisini gösteremeyerek yenik düşen CHP ERGENE-
KON KALESİNE sığınmış bir durumdadır. Emperyalizm ise bu
yeni misyonuyla İslam soslu burjuvaziyi tercih edip, ayakta al-
kışlamaktadır.
Evet on beş yıldan beri yeni bir “GÜNEŞ” doğuyor ufukla-
rımızda bu “HÜRRİYET ve İTİLAF GÜNEŞİ”dir. Yüz küsur yıldır
egemen sınıfların kanatlarını oluşturan yüklendikleri misyon-
larına göre cumhuriyete kadar sarkarak gelen bu “yeni” siyasi
organizasyon, Dün merkezde İTTİHAT VE TERAKKİNİN MUHA-
LEFETİYKEN bugün merkezde AKP olarak, iktidar olarak, oluş-
tuğu ve büründüğü yeni burjuvalığıyla en görkemli günlerini
yaşıyor. Artık Kemalizm yenilmiş,devlet yarı yarıya HÜRRİYET
VE İTİLAF misyonunun eline geçmiştir. Kemalizmin temsil ettiği
devlet eliyle palazlandırılıp oluşturulan burjuvazinin karşısına
yeni bir burjuvazi olarak, İslam sosuyla, Anadolu “yeşil serma-
yesiyle donanan AKP”, allanıp pullanarak çıkıvermiştir.

113
Bir yandan Emperyalizmin ORTADOĞUDA stratejik anlam-
daki uzun ve orta erimli konumlanışının, planları yapılırken, içe
ve dışa karşı belirli dengeleri kurmaya aday yeni burjuvazi ağır
ve kurumsallaşan gövdesiyle kendisini göstermektedir. KÜRT,
ARAP, ACEM halkların sarmaladığı coğrafyada en büyük ortak
payda sömürünün FULULAŞTIRILMASINA büyük katkı koya-
cak olan MÜSLÜMANLIK olgusudur. Bu altüst oluşan süreçlerde
işler karışmış görünse de, Emperyalizme karşı “anti” bir duruş
görüntüde yer alsa bile bu her zamanki “fluluğun” yeni bir ver-
siyonudur.
Sınıflar mücadelesinin ve özgürlük mücadelesinin yılmaz
savaşçıları bu arenada üzerlerine atılan kalın katmanlarla hiçe
sayılma durumuna getirilirken, dezenformasyon tüm toplumu
ablukaya almış gibidir. Bu” yeni burjuvazi” İttihatçılığın aksak-
lıklarını, provokasyonlarını , darbeciliklerini bünyesinde taşır-
ken aynı zamanda yüzyılın rövanşını alma aşamasında HÜR-
RİYET VE İTİLAFÇILIĞIN bütün şark kurnazlıklarını da ortama
koymayı becermiştir. Ancak devlet yeniden reorganizasyona
tabi kılınırken bunca tarihsel deneyime rağmen burjuvazi şaşkın
bir sapıtma ve programsızlığı da yansıtmaktadır. Şark kurnazlığı
pek sökmemiş, özgürlük mücadelesi ve devrimci dikleniş ege-
menleri şimdiden bocalar hale getirmiştir.
Çarpık sosyal kombinezonların kendine has İSLAMİ-TÜRK
kültürüyle yoğrulmuş yeni burjuvazi baltalarını taşlara vura,
vura yol kat etmeye çalışmaktadır. Sosyalistlerin, devrimcilerin
tarihsel süreçte savundukları ve ortaya getirdikleri sayısız sosyal
argüman yeni burjuvazi tarafından çalıntı malları gibi araklanıp
piyasaya sürülmüş,halklar büyük bir sahtekarlıkla ve bu “dev-
rimci literatürle” aldatılmaya devam edilmiştir.
Başta Kürt sorunu olmak üzere Demokrasi, özgürlük, eşitlik,
çevre bilinci, kadın sorunu gibi sosyal çelişkiler son otuz yıldır
sosyalistler ve devrimciler tarafından sürekli gündemde tutul-
maya çalışılan, üzerinde mücadeleler yürütülen olgular olarak
bilinmektedir Ancak ne hikmetse tarih içinde burjuvazi tarafın-
dan sürekli reddedilen insanlığımızın sosyal projeleri ve başat
olguları bu günlerde yeni burjuvazi tarafından “BENİMSENİR”
olmuştur.

114
Elindeki büyük olanaklarla sömürü çarkının var olan uluslar
arası entegrasyonunu en üst düzeye çıkarma hazırlıklarını sür-
düren “yeni” burjuvazi ORTADOĞUDA yüklendiği misyonuyla
bu hazırlıklarını son aşamaya getirmiş durumda olup, ALAMETİ
FARİKA OLARAK da “AKP” markasıyla bizzat Emperyalizm ta-
rafından tescil edilmiştir.

21 EYLÜL 2010 SOSYALİST DEMOKRASİ PARTİSİ VE TÖP


TUTUKLAMALARI TARİHİ BİR VİRAJDIR

Bir takım aklı evvellerin, devlet tarafından üfürülmeye aday


bir avuç insan gibi gördükleri enternasyonalist devrimciler bu
günlerde sadece devletin hain provokasyonlarıyla uğraşmıyor,
aynı zamanda sırtını devlet destekli yeni burjuvaziye dayamış
her hal ve koşulda hacıyatmaz gibi “ayakta duran” şarlatanlar-
la da uğraşmak konumundadırlar. Tarihte öyle vakalar vardır
ki işin “KRİPTON”unu oluşturur. Marks ve Engels koca bir sis-
temi tarihin en büyük sosyal depremi ile yerle bir ederken, bir
avuçtular; Bolşevikler, büyük Ekim devriminin kapılarını dünya
insanlığına açarken bir avuçtular, Küba’nın özgürlük savaşçıları
Maestra (Sierra) dağlarında KÜBA devrimini yaratırken bir avuç-
tular, Özgürlük savaşçıları yeni bir ulusun uyuyan bütün kimlik-
lerini onurluca gün yüzüne çıkartırken bir avuçtular. Asıl sorun
bakıp görmek ve değiştirmeye devrimciler gibi yaklaşmaktır.
SDP ve TÖP işte böyle bir “kripton”luğa aday görüldüğü için
devletin hain provokasyonlarına uğramış ve aynı zamanda da
utanmaz işbirlikçiliğiyle “çakma” sosyalistlerin atış menziline
girmiştir.

TÜM PARTİLİ YOLDAŞLAR

Devrimciler; ezilen sınıfların ve halkların kurtuluşu için mü-


cadele yürütürken yazdıkları ve yaşadıkları tarihin ittifaklarını
iyi bilirler. Emperyalizmin temel düşman olduğunu bir dem
unutmaksızın bu saldırıyı BERHAVA etmeye hazırlanmak, en
geniş sol güçlerle demokrasi cephesini oluşturmak bilinci ile ha-
reket etmek zorundayız. Biz devrimciler sistem içindeki oligarşi-

115
nin herhangi bir kanadına dolayımlı katkı verecek argümanlara
yaslanmayı hiçbir dönem denemediğimiz gibi, onlarla geçici it-
tifaklar kurmayı akıllarımızdan dahi geçirmedik. Devrimcilerin
ENTERNASYONALİST SINIF BAKIŞININ harareti Ergenekonculu-
ğu, Fetullahçılığı, ulusalcılığı ve bil cümle tatlısu devrimciliğini
eritmeye yeter. İttifaklarımız, bir avuç kalsak bile bu şaibeli güç-
lerden medet ummayı reddeder. SDP’nin Ergenekon ve Fetul-
lahçılık mihrakları karşısında taraf olmak üstünden bir politika
tarzı asla olamaz
SOSYALİST DEMOKRASİ PARTİSİ ve onun geleneği, sosyalist
demokrasi anlayışı içinde tüm sömürülen ve ezilen halkların
kurtuluş mücadelesini Enternasyonalist bir anlayış ve dayanış-
ma içerisinde başarıya götürmektir. Bu çizgi ne Liberalizmin
aldatıcı, çarptırıcı sahte çarklarıyla, Ne ulusalcı anlayışların içi
boş antiemperyalizmleriyle, ne Kemalizmi sol literatüründen bir
türlü çıkarıp bir kenara koyamayan “solcularıyla” ittifaklar kur-
ma işi değildir. Onun için anlayana diyoruz ki 21 EYLÜL SDP VE
TÖP TUTUKLAMALARI Türkiye sosyalist hareketi tarihinde çok
önemli bir köşe taşıdır. Bu sese kulak vermeyenler, duruşlarıyla
kimliklerini koruyamayanlar, özgüçlerini küçümsemeyi uzlaşı
sayanlar, kendi sağındaki güçlerden sürekli medet ummayı tek
çıkar yol bilenler her zamanki gibi tarih yazamayacaklardır.
Sosyalist Demokrasi Partisi Genel başkanı sevgili RIDVAN TU-
RAN, Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkan Yardımcısı sev-
gili GÜNAY KUBİLAY, Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkan
Yardımcısı sevgili ECEVİT PİROĞLU, Sosyalist Demokrasi Partisi
Merkez Yürütme Kurulu Üyesi sevgili ULAŞ BAYRAKTAROĞLU,
Sosyalist Demokrasi Partisi Üyesi sevgili ÖZGÜR CAFER KALA-
FAT ve TÖP’lü yoldaşlar ve diğer tutuklu arkadaşlar, tümünüzü
devrimci yüreklerimizle, hasretle kucaklar, mücadelenizi ayakta
alkışlarken kalplerimizin dışarıda ve içerde birlikte atışını tüm
dünyaya ilan ederiz.
sosyalistdemokrasigazete.net, 14 Ekim 2010

116
ERTUĞRUL KAYSERİLİOĞLU
MEDYA 21 EYLÜL’DE SINIFTA KALDI

Enternasyonalist sola karşı 21 Eylül 2010 günü uygulamaya


konan komploda yalnızca hukuk tanımazlıkla yetinilmemiş,
operasyonun bir diğer ayağı olarak “kullanılan” medyada da
gazeteciliğin en temel ilkeleri ayaklar altına alınmıştır. Ana akım
medya, her zamanki özensiz ve kolaycı tutumuyla operasyona
dolaylı olarak destek verirken, özellikle Samanyolu ve Zaman
gibi medya organları haysiyet cellâtlığına soyunmuştur.
Bilindiği gibi, gerek hukukta gerekse haberciliğin kuralları
arasında “masumiyet karinesi” çok özel bir yer tutar. Bu kari-
ne genel olarak, bir insanın, suçu ispatlanmadığı sürece masum
olarak kabul edilmesi gereğini işaret eder. Kaldı ki, kimi zaman,
suçun ispatlanmış olması bile tartışma konusudur. Düşünce öz-
gürlüğünün olmadığı bir ülkede, salt bir düşüncesini ifade ettiği
için yargılanarak “suçu sabit görülen” bir insan, evrensel hukuk
çerçevesinde ne kadar suçludur, ne kadar masumdur? Bu ve
benzeri sorular, haberciliği, olaylar ve insanlar ile arasına belli
bir mesafe koymaya zorunlu kılar. Bu nedenle gazeteciler, yo-
rum ya da analiz yaparken değil ama “haber” verirken, çerçevesi
gazetecilik ilkeleri tarafından belirlenmiş bazı kurallara uymakla
yükümlüdür.

GAZETECİLİĞİN ÇİĞNENEN İLKELERİ

Gazeteciliğin “masumiyet karinesi” kadar önemli bir diğer


ilkesi de haberin, olayın bütün boyutlarıyla, yani farklı tarafların
bakış açılarını da yansıtacak biçimde kurgulanması gereğidir.
Tek bir tarafın sunuşuyla ya da algılayışıyla verilen bir haber,

117
haber değil propagandadır çünkü. Bu noktada gazetecilerin
özellikle dikkat etmesi gereken denge, resmi ve sivil olan arasın-
da kurulandır. Medyadan beklenen, bir olayın bütün taraflarına
eşit mesafede konumlanması ama spesifik olarak da resmi dil ve
söyleme mümkün olduğunca mesafeli durmasıdır.
Kendisine hedef olarak belli çıkar gruplarına hizmet etmeyi
değil halkın haber alma hakkına katkıda bulunmayı belirleyen
bir basın yayın organı, anılan bu ilkelere uygun davranmaya ça-
lışır ve bunu başardığı oranda da saygınlığı ve kamuoyu nezdin-
deki etkisi pekişir. Ne yazık ki Türkiye’de basının hali, çizilen bu
“ideal” tablodan fersah fersah uzak bir görünüm sergilemekte-
dir. Son olarak 21 Eylül komplosunda da görüldüğü üzere, gerek
yazılı gerekse görsel medya bir kez daha sınıfta kalmıştır. Bir kıs-
mı bilinçli olarak polisin halkla ilişkiler ajansı gibi çalışırken, bir
diğer bölümü ise ilkesiz ve özensiz yaklaşımıyla, sanki gerçekten
ortada bir “Devrimci Karargah operasyonu” varmış propagan-
dasına alet olmuşlardır.

HABERLEŞTİRME SÜRECİ NASIL İŞLİYOR?

Daha çok mal ya da hizmet satmak, dolayısıyla daha çok kar


etmek isteyen bir şirket... Veya topluma belli bir konuda mesaj
vermek ve onu istediği biçimde yönlendirmek isteyen resmi bir
kurum... Hiç fark etmiyor, her ikisi de herhangi bir somut olay
konusunda bir basın bülteni ile mesajını topluma iletir. Bu bül-
ten, ister istemez, söz konusu olayla ilgili o kurumun, kuruluşun
ya da şirketin bakış açısını yansıtan, topluma vermek istediği
mesajlarla örülü bir metin olarak şekillenir. Normalde bir gaze-
tecinin bu gerçeği bilmesi ve bültenle arasına bir mesafe koya-
rak, o metindeki haber olabilecek unsurları süzerek, mümkün
olduğunca nesnel bir dille topluma aktarması gerekir.
Ancak, Türkiye gibi burjuva demokrasisinin “bile” oluşama-
dığı, kurumsallaşamadığı ülkelerde süreç böyle işlemez. Gazete-
ci, önüne gelen basın bültenine, çalıştığı kurumun ideolojik ko-
numuna göre yaklaşır ve o metnin içinden aynı ideolojik konuma
ters düşmeyecek mesajları seçerek yayına koyar. Bu bağlamda
işleyen bir başka önemli süreç de medyada gün geçtikçe ağırla-

118
şan sömürü ve ucuz emek koşulları nedeniyle ilkesiz, özensiz ve
kolaycı haberleştirme sürecidir. Yani gazeteci önüne gelen, örne-
ğin bir polis bültenini, yeterli dikkat ve duyarlılığı göstermeden
olduğu gibi kullanır. Oysa o gazetecinin o bülteni “olduğu gibi”
kullanması bile başlı başına bir politik tavırdır ama kimi zaman
bunun farkına dahi varılmaz!

GERÇEKTEN DEVRİMCİ KARARGÂH OPERASYONU MU?

Medya, 21 Eylül 2010 günü sabah 5 sularında üç kentte birden


başlayan komployu, “Devrimci Karargah operasyonu” diye yan-
sıttı. Üstelik de ürküten iddialar ve görüntüler eşliğinde! Normal
vatandaş bir kenara, bu görüntüleri izleyen bir demokrata bile,
“Devrimci Karargah örgütüne baskın yapılmış” dedirtecek bir
haber üslubu kullanılmıştı. Oysa ortada ne Devrimci Karargah
vardı ne de bu örgüte yönelik bir operasyon!
Gözaltı operasyonu başlar başlamaz, başta AKP ve Fetul-
lah Gülen cemaatinin yayın organları olmak üzere medyada,
Emniyet’ten servis edildiği ve psikolojik harekat uzmanlarınca
önceden hazırlandığı apaçık ortada olan haber paketleri gazete
sayfalarında, internet sitelerinde ve TV kanallarında boy gös-
terdi. Arkadaşlarımız daha gözaltındayken, avukatlarıyla bile
henüz görüşememiş ve üstelik de dosyadaki gizlilik kararı sürü-
yorken, Emniyet kendini yargının yerine koydu ve masumiyet
karinesini çiğneyerek, aksiyon filmlerini hatırlatacak bir tarzda
montajlanmış videoları medyaya servis etti.
Gözaltına alınan TÖP ile SDP üye ve yöneticileri 24 Eylül
Cuma günü Adliye’ye götürüldü. Arkadaşlarımızın savcılığa
ifade vermekte olduğu saatlerde ise Emniyet Müdürlüğü’nce ha-
zırlanan 6,5 dakikalık bir video resmen basına servis edildi. Söz
konusu video ilk olarak Fetullah Gülen cemaatine yakınlığıyla
bilinen samanyoluhaber.com sitesinde, daha sonra ise devlet ka-
nalı TRT ve diğer ulusal televizyon kanallarında “Emniyet’ten
Şok Görüntüler” başlığı ile yayımlandı.
Emniyet tarafından hazırlanan bu videoda ve ona dayalı ola-
rak verilen haberlerde, TÖP ve SDP üyeleri 2008’de AKP il binası-
nın bombalanması gibi birçok olayla ilgiliymiş gibi gösterilmeye

119
Ankara, 27 Eylül 2010
çalışıldı. 1 Mayıs mitingleri, NATO ve IMF’yi protesto eylemleri
ve benzeri farklı zaman ve mekanlarda gerçekleşen birbirinden
bağımsız olaylar, silahlı eylemlerle bir araya getirilerek, arka-
daşlarımıza asılsız suçlar yakıştırıldı ve yasa dışı birçok olayın
sorumluları olarak gösterilmeye çalışıldı.
Bu haberlerde çizilen tabloyla, tümüyle yasal ve meşru ze-
minlerde faaliyet gösteren TÖP ile SDP yönetici ve üyeleri, illegal
bir örgüt olan Devrimci Karargah’la bağlantılandırıldı ve bu me-
saj bir kitlesel beyin yıkama operasyonu halinde sürekli tekrar
edildi.
AKP yanlısı Bugün, Yeni Şafak, Star ve Samanyolu TV gibi
basın/yayın organlarında ortaya atılan asılsız iddia ve iftiralar
bununla da sınırlı kalmadı; tutuklananlar hakkında ahlaksızca
iftiralara varan bir karalama ve dezenformasyon kampanya-
sı yürütüldü. Bu psikolojik harekat haberlerinde ayrıca yakın
zamanda bir kitap çıkararak geçmişte yandaşı olduğu Fetullah
Gülen cemaatinin devlet içindeki örgütlenmesini deşifre eden
işkenceci polis şefi Hanefi Avcı’yla söz konusu sosyalist örgütler

120
ilişkilendirilmeye çalışıldı.
24 Eylül Cuma günü belki de Türkiye basın tarihinde bir ilk
daha yaşandı. Arkadaşlarımızın savcılık ifadelerinin ardından
sorgu hakimi daha ifadeleri almaya başlamamışken, AKP / Fe-
tullah yanlısı medya, “gözaltındakilerin tutuklandığı” haberleri-
ni geçmeye başladı. Nitekim bu haberler yayımlandıktan yakla-
şık 12 saat sonra gözaltındakiler, Devrimci Karargah yönetici ve
üyesi olma iddiasıyla tutuklanacaktı.

MEDYA SUÇ İŞLEDİ

Sonuç olarak, gözaltına alınan arkadaşlarımız hakkında ya-


pılan ve bir iftira kampanyasına dönüştürülen bu yayınlarla
“masumiyet karinesi” ihlal edilerek arkadaşlarımız kamuoyuna
birer “suçlu” olarak gösterilmiştir.
Polisin medyaya dağıttığı kasetteki görüntüler yoluyla, adeta
yargılama peşinen yapılmış ve kararlar verilmiştir. Selimiye’deki
1. Ordu merkezine yönelik füze saldırısı girişimine ve Bostancı’da
Orhan Yılmazkaya’nın girdiği çatışmaya ilişkin görüntüler... AKP
İstanbul İl Başkanlığı’nın bombalanması... Ardından 13 arkada-
şımızın evlerine yapılan polis baskınlarından kareler... Bu arada,
molotof kokteyli atan yüzleri maskeli göstericiler... Derken bu
insanların elleri kelepçeli olarak mahkemeye getirilişleri... Tüm
bunlar aynı haberin içinde gösterilerek, arkadaşlarımız gerçeğe
aykırı bir biçimde topluma tanıtılmıştır.
Özellikle hükümet yanlısı medya, savcılık tarafından verilen
gizlilik kararı dolayısıyla avukatların dahi dosya kapsamındaki
hiçbir bilgi ve belgeye ulaşamadığı bir ortamda, arkadaşlarımız
hakkında kişilik haklarını yok sayan, tamamen hakaret ve iftira-
ya dayalı yayınlar yapmış olmakla açıkça suç işlemiştir!
28 Ekim 2010
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

121
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
SOSYALİSTLERİ KİŞİLİKSİZLEŞTİRME KOMPLOSU

Buradaki esas bağlantı AKP hükümetinin sadece kendi hege-


monyasını sağlamlaştırmakla yetinmeyip öte yandan devlete de
yeni bir şekil verme, hepimizin bildiği, kendi öngördüğü tasa-
rımı mevcut devlet içine yerleştirme yaklaşımı iledir. Bunun en
önemli iki ayağını, güvenlik aygıtının iki önemli cephesi oluş-
turuyor. Ordu ve MİT, öbürü de Emniyet. MİT büyük ölçüde
AKP’nin öngördüğü biçimde düzenlendi, Silahlı Kuvvetler tam
öyle değilse bile bir adım geriye doğru çekildi eski hakimiyet
noktasından. Şu an AKP’nin asıl düzenleyici aygıtı Emniyet. Bu
Emniyet vasıtasıyla AKP muhaliflerini ve olası muhaliflerini hi-
zaya sokuyor.
Bunu mutlaka tutuklamalar yoluyla yapması gerekmiyor.
Mesela, dinleme kayıtları, görüntüleri, kaynağı belli olmayan,
nereden ortaya çıktığı bilinmeyen ve ansızın internette gördü-
ğümüz bir dizi kayıt. Bunların hepsinin politik sonuçları oluyor.
İşte bir partinin genel başkanı devriliyor ve yerine başkası ge-
tiriliyor vs. Şimdi bunların hepsinin AKP hükümeti tarafından
yapıldığını tahmin etmiyorum ama mücadelenin esas olarak bu
alana yığılmış olduğu ve açık politik mücadele yerine konspiras-
yon, konspirasyonun başlıca aygıtı olarak da emniyetin çeşitli
birimlerinin medya ile kurduğu ilişkilerin geçtiği açık. Bu açıdan
doğrusu şu an için Fettullah Gülen cemaatinin kilit rol oynadığı-
nı ben de düşünüyorum. Böyle düşünmemiz için mutlaka Erge-
nekoncu olmamız gerekmiyor.
Çünkü medya, Emniyet, hükümet, çeşitli sermaye grupları
arasında dolaysız bir bağ kurabilecek bir esneklikte, bunların
* Ertuğrul Kürkçü’nün 21 Eylül komplosuna ilişkin görüşleri söyleşi biçimin-
de alındı. Başlık Sosyalist Demokrasi tarafından eklendi.

122
hepsini kucaklayan hiçbir devlet yapısı ya da başka bir resmi ya-
pı yok. Bunun gayri resmi bir yapı olması kaçınılmaz ya da bu
gereklidir. Öte yandan bu gayri resmi yapının bunların hepsi-
nin üzerinde bir hâkimiyetinin, bir nüfuzunun olması icap eder.
O zaman ister istemez bu genişlikte ve bu nüfuzda başka hiçbir
yapı olmadığını görünce bizim bunları Fettullah Gülen’le ilişki-
lendirmemiz kaçınılmazdır. Bu gerçektir, reeldir ve somut bir
durum olarak karşı karşıyayız.
Şimdi bu hem AKP’yle beraber hem ondan ayrı. AKP’yle be-
raber, çünkü esas olarak AKP’nin iktidarı muhafaza etmesine
bağlı bu cemaatin varlığı ve gücü, ama öbür taraftan da kendi-
ne özgü bir tasavvuru ve hesabı olduğunu düşünmek için de
pek çok sebep var. Ben o nedenle bugün Türkiye’de iki yönlü
bir hâkimiyet mücadelesinin sürdüğünü söylüyorum. Bir tanesi
AKP’nin yekpare olarak bir tek parti devletine ulaşma çabalarıyla
ile AKP içindeki bu Gülen cemaatinin de bütün bu gidişata kendi
damgasını vurma eğilimi. Çünkü AKP’ye baktığımızda mesela
Tayyip Erdoğan’ın dinciliği hâlâ bir bakıma milli görüş dinciliği
iken Fettullah Gülen’in dinciliği daha çok bir çeşit sermaye din-
ciliği. Ya da emperyalizmin çıkarlarına çok yumuşak bir biçimde
uydurulmuş ve dünyevi işlerle çok fazla alakadar bir dincilik.
Bu durumun bizim arkadaşlarımıza yapılan hukuksuz uygu-
lamayla bağlantısı ise Hanefi Avcı ve sosyalistleri kişiliksizleş-
tirmek için bir komplo olmasıdır. Yoksa işin aslına baktığımızda
bu kişilerin hiçbir alakası yoktur. Bu kişilerin arasında hiçbir bağ
olmadığını bilmeyen kimse yok. Bugüne kadar Ergenekon dava-
sında bile bu kadar infial doğmadı, burada böyle bir şey yaşandı.
Çünkü aslında Hanefi Avcı da cemaat içinden gelen bir insan,
burada yükseldi ve işlerini burada gördü. Fakat sonunda öyle
bir noktaya geldi ki Avcı cemaate karşı bir itiraz yükseltti.
O zaman onun da bertaraf edilmesi için, devlet, Hanefi Avcı’yı
en hassas yerlerinden vurdu. İşte bunlardan birincisi bir kadınla
olan ilişkisi (yani eşinden başka bir kadının mevcudiyeti), ikinci-
si de Necdet Kılıç’la olan ilişkisinden diğer arkadaşlarımızın da
sürecin içine sokulmaları. Aslında Devrimci Karargah bağlantısı
Emniyet tarafından, tasrif edilmeyen ya da bir şekilde “harcan-
ması” düşünülen sosyalistlerin Devrimci Karargah’la kriminali-

123
ze edilmesi için en uygun şey olarak görülüyor. Çünkü Devrim-
ci Karargah o kadar üyelikleri ve yapısı bilinmeyen, belirsiz bir
örgüt ki; mesela deseler ki ‘Mahir Sayın PKK’dir, Günay Kubilay
PKK’dir’, bunun böyle olmadığını biliriz. Ya da dense ki ‘Mahir
Sayın ve Günay Kubilay Dev-Sol’dur, HPG’dir’ yine olmaz. Ama
Devrimci Karargah o kadar belirsiz bir çerçeve oluşturuyor ki
herkesi bunun içine koyabiliyorlar.
Şimdi herkes kendini kurtaracak, böyle bir durumla karşı
karşıyayız.Ben buna izin vermememiz gerektiğini düşünüyo-
rum. Burada birbirimiz hakkında olumlu ya da olumsuz şeyler
düşünmemizden bağımsız olarak, buna maruz kalan bizim en
uzağımızdaki politik hareket bile olsaydı, burada sola karşı gi-
rişilmiş bir komplonun gayrimeşru biçimde icraatına sessiz kal-
mak yarın hepimiz için, aynı süreçler çalışacağı için kabul edile-
mezdir. O yüzden buna karşı çıkmamız, bunları geri çevirmemiz
gerekir. Bizim açımızdan çok önemli: Biz, öte yandan bu ope-
rasyona maruz kalan arkadaşlarımız, hepimiz ortak tavır aldık,
referandumu boykot ettik, bir 3. cephe olduk ve emekçilerin ve
ezilenlerin boykot cephesinin kurulması çağrısında bulunduk.
Bence eğer DBH ve BDP ile ilişkileri içersinde de düşünecek
olursak bugün Türkiye’deki en eleştirel, en düzen karşıtı eleştiri
yapan odağın varlığının korunması bizim için birinci derecede
önemli şeydir ve bu tutuklamalar burayı haksız yere tehdit edi-
yor. Zaten bunun gerçek zemini yok. Kriminalize edilmesi için
bir suçla ilişkilendirilmesi lazım, ortada bir suç yok.
Bu yüzden hep beraber hareket etmeli ve seçimlere az bir za-
man kala üçüncü bir cephe yaratmalıyız. CHP, AKP ve MHP itti-
fakı etrafında konumlanmış olan yeni düzen içi ilişkilerin karşı-
sına bir başka cepheyi çıkartmamız tarihi bir önemdir. Bu çerçe-
vede hükümet, bu gücün yaratabileceği bütün demokratizasyon
imkanlarını da bir şekilde bertaraf etmek için kendi açısından
bütün imkanları kullanabiliyor. Şimdi 12 Eylülle giden süreçte
katliamlar, komplolar, cinayetler bunların soruşturulması önem-
li. Ama ben kaygılıyım açıkçası Ergenekon kovuşturması için.
Ergenekon kovuşturmasında darbe yapma ihtimali ve imkanı
olan bütün generaller dışarıda veya hastanede ama elerinde hiç-
bir silahlı güç olmayan siviller cezaevinde yatmaktadırlar.

124
Bu komplolar açığa çıkartılacakmış gibi yapılarak aslında bir
şey açığa çıkmayacağı için de kaygılıyım. Fakat neticede ne ola-
cak? Denilecek ki işte hükümet gördüğünüz gibi komploların
üzerine gitti. İşte memleketi demokratize etti. Bence demokratiz-
min iki tane örgüsü var: Birincisi ifade ve örgütlenme özgürlü-
ğünün önünde hiçbir engel olmaması ama bugün bunun önün-
de ne kadar engel olduğunu görmekteyiz. İkincisi ise devletin
yurttaşlarla savaşmıyor olması tam tersine yurttaşlar tarafından
sorgulanıyor olması gerekir. Oysa bugün savaş devam ediyor.
Nihayet sermayenin karşında emeğin haklarının herhangi bir
biçimde genişlemediğini referandum sonrasında görüyoruz. Bi-
zim bu nedenle bu demokratizm aldatmacasını da teşhir etmek
için birlik olmamız gerekiyor. Bizzat bu operasyonun kendisi de
bu demokratizm aldatmacasının patladığı yerdir çünkü bunun
kanıtı olarak onlarca insan gözaltına alınmış ve belki de bunun
devamı gelecek. Basın toplantısında da söylemiştim, bu refe-
randumu soldan onaylayan arkadaşlarımıza yani ‘yetmez ama
evet’çilere sormak zorundayız: ‘Bu kadarı yeter mi?’ artık bu hü-
kümete tavır almak için. Mesela liberaller, Ali Bayramoğlu gibi
isimler, tavır alırken DSİP gibi hareketlerin hala sessiz kalmasını
veya görünür bir tutum içinde olmamasını sıkıntı verici olarak
görüyorum ama biz bunlara takılmadan esas meseleyle uğraş-
maya devam etmeliyiz. Esas mesele, AKP’nin tek parti hegemon-
yasına meydan okumak ikincisi bu Fethullah Gülen cemaatinin
AKP ve özellikle Emniyet içindeki faaliyetlerini deşifre etmek ve
özgürlükler için mücadeleye devam etmek.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

125
FEHMİ BAYRAKTAROĞLU
AÇIK MEKTUP - 1

PARTİLİ (SDP) DOSTLARA, YOLDAŞLARA AÇIK MEKTUP

Partiyle (SDP) ilgili son politik gelişmeler üzerine birkaç açık


mektup yazmaya karar verdim. “Neden açık mektup var?” diye
sorulursa, bu aralar içinde olduğum ruh halimi en iyi bu form-
la dile getirebilirim diye düşündüm. Ve bunu, ruh halimi özel-
likle paylaşmak istiyorum. Çünkü böyle yapmamın, hepimizin
ve mücadelemizin işine yarayacağına düşünüyorum. Bu yazıya
başlamadan bir gün önce Silivri Cezaevi’nde ziyarette, avukat
görüşündeydim. Oğlum Ulaş Bayraktaroğlu’nu, SDP Başkanı
Rıdvan Turan’ı ve Genel Başkan Yardımcısı Ecevit Piroğlu’nu
gördüm, konuştum.
Açıkça yazayım; onların yanına gitmeden önce ve giderken
psikolojim son derece bozuktu. Bunun yürütülen operasyonla
veya ileri sürülen adli suçlamalarla bir ilgisi yok. Tam tersine, bu
konularda düşüncem çok açık! Bunun nedeni esas olarak yıllar
boyunca giderek kötüleşen beden sağlığım ve ona bağlı olarak
sinir sisteminin dayanıklılığının azalması sanırım. Daha önceki
yıllarda daha iyi dayandım birçok şeye. Birçok şeye şimdilerde
eskiden olduğu gibi göğüs geremiyorum. Adeta “hasta düşüyo-
rum!” desem yeridir. Bunu daha önce ve ilk olarak 3-4 yıl kadar
önce Ankara’da, evlat gibi sevdiğim partili bir genç gözaltına alı-
nıp tutuklandığında yaşamıştım. Ben Cengiz’in görüşüne gidene
kadar, yıllar boyunca birçok siyasi insanın görüşüne avukat ola-
rak gitmiştim. Hatta yaklaşık 6 yıl boyunca bizzat oğlumun gö-
rüşüne gitmiştim, ama hiç F tipi cezaevi görmemiştim. Bir kere
(en başta) cezaevinin güvenlik koşullarına bağlı olarak yapılmış
düzenlemelerde, avukatların da katlanmak zorunda bırakıldığı
bu koşullar daha baştan yeterince sinir bozucu. Bunlar çok ya-

126
zıldı ve eleştirildi, ama yetkililerce yasal ya da fiili hiç bir dü-
zenleme yapılmadı. Bunu geçiyorum. İçeri girdiğimde Cengiz’i
yanıma getirdiklerinde boynunda bir kart asılıydı ve üzerinde
‘PKK’li’ yazıyordu. “Cengiz bu ne oğlum?” dediğimde “Ben de
bilmiyorum abi. İçeri koyarlarken bunu boynuma astılar.” de-
di. Gardiyanı çağırıp sordum. “ İdareye sorun avukat bey, on-
lar bilir.” dedi. İdareye çıktığımda odadaki memurlardan birisi
“Bu nedir?” diye sorduğunda “Ne fark eder ki.” dedi. Ben de
Cengiz’in SDP il üyesi ve il yöneticisi olduğunu, işlediği iddia
edilen suçu da (bir mitingdeki konuşmada söyledikleri) il yöne-
ticisiyken yaptığını, böyle bir uygulama yapamayacaklarını söy-
ledim. Sonuçta “yanlışları” düzelttiler. Ama bütün bu işler bir
sürü gerginliğe, tartışmaya, sinir bozukluğuna, tansiyonumun
ve şekerimin oynamasına neden oldu. Görüşten çıktığımda adeta
titriyor ve ağlıyordum. Uzatmayayım sonuçta birkaç gün sonra
doktora gidip ilaç tedavisine başlamak zorunda kaldım. Bilenler
bilir, benim gibi bedensel sağlık sorunları olanların psikolojileri-
nin bozulmasından sonra düzelmeleri uzun zaman alıyor. Ama
mücadelemizin zorunlulukları açısından BUNLAR GERÇEKTEN
DERT DEĞİL! Demirden korkan trene binmez. Bunların hepsi
olacak, bunu biliyorum. Yıllar boyu da yaşadım, yaşadık zaten.
Ama bu anlattığım olaydan 4-5 sene geçtikten; ben en başta sağ-
lık nedenlerimden fiili siyasi koşturmayı bıraktıktan ve bedensel
çalışmayı da bırakıp dinlenerek yaşamaya başladıktan sonra; bu
olaylar olduğunda yeniden adeta kilitleneceğimi, psikolojimin
bu kadar bozulabileceğini düşünmemiştim. HER ŞEY ADETA O
ESKİ ZAMANLARDAKİ GİBİ GERİ GELDİ VE BENİ OLDUĞUM YE-
RE ÇİVİLEDİ VE KİLİTLEDİ. Sonuçta, ben oğlumun ve arkadaş-
larının görüşünü bedenimi sürükleyerek 15-20 gün sonra daha
yeni gidebildim. Bu satırları da oğlumun İstanbul’daki evinde
yatağımın içinde dinlenirken yazıyorum.
Dostlar, yoldaşlar şimdi bunları neden yazdığıma geliyorum.
Ama önceden bu açıklamaları yaptım ki diyeceklerimi doğru an-
layın! Şimdi, SDP’li kardeşler ve parti dostları; ben, biri kendi oğ-
lum olmak üzere, bu acayip (!) suçlamalardan tutuklanıp hapse
konulan SDP’li arkadaşlardan üçünü ziyarette gördüm. (Görüş
zamanı ancak bu arkadaşlara yetti.). Gördüğüm; inanın bir ta-

127
nesi oğlum diye söylemiyorum; ONLARIN HEPSİ BAŞLARI DİK,
KENDİLERİNDEN VE HAKLILIKLARINDAN EMİN, KOÇ GİBİ YA-
TIYORLAR! “KAPLAN KAFESTE DE KAPLANDIR” yani... Ben de
eski bir avukatım. Ve şu ana kadarki olan biteni birlikte hukuk
açısından da değerlendirdik. Hepimizin tespiti partimizin bu
güne kadar açıkladığı gerçeklerin haklı ve yerinde olduğu. Dava
görülürken bunun açık seçik ortaya çıkacağı. ZATEN BUNLARIN
BÖYLE OLDUĞUNU BİLEN MALUM YAYIN ORGANLARI DA, TV
VE BASIN YANİ, BU YÜZDEN BU KADAR YIRTINARAK YAYGA-
RA KOPARTIYORLAR. Ve tuhaf olan ve gerçekten zoruma giden
bütün bunlar değil; çünkü bunların böyle yaşanacağını dene-
yimlerimle, bugüne kadar gördüklerimizle biliyorum, biliyoruz.
Zoruma giden; tıpkı bizim gibi bütün bunların farkında olan ve
ona göre davranmaları gereken bir takım demokrat, devrimci (!)
zevatın, SİNİK (hadi böyle adlandırmayayım) ve ÇAPSIZ davra-
nışları... Bunu ayrı bir açık mektupta bir kere daha yazacağım.
Şimdilik bir kere daha söyleyeyim AK YÜZ, KARA YÜZ ŞİMDİ
BELLİ OLUYOR İŞTE. Son olarak arayıp soran; geçmiş olsun di-
leyen dostlara selam ve sevgiler. Biraz da onlar sayesinde daha
güçlü ayakta durmayı başarıyoruz. Bir selama, geçmiş olsuna
bile yürekleri yetmeyenlere ise mesajımdır: ETRAFLARINDAKİ,
EVLERİNDEKİ BÜTÜN AYNALARI KALDIRSINLAR. HANGİ YÜZ-
LE KENDİ SURATLARIYLA YÜZLEŞECEKLER Kİ?
sosyalistdemokrasigazete.net, 20 Ekim 2010

AÇIK MEKTUP - 2

GÖRSEL VE YAZILI MEDYA ARACILIĞI İLE HERKESE AÇIK


MEKTUP: ASIL TERÖRİST KİM, GERÇEK TERÖRİST NE?

Kısa bir süre önce yazıp yolladığım ilk açık mektubu okuyan-
lar ve üzerinde düşünenler, bu mektupla ne yapmak istediğimi
iyi niyetle düşününce fark etmişlerdir: Güdümlü yayın organları
aracılığı ile olan-bitenleri izleyenlere; SDP’li arkadaşlar -ve diğer-
leri de- bir çeşit ÖCÜ gibi; terör örgütü üyesi vb. diye tanıtıldılar.
Oysa bu insanlar; açıkça savundukları sosyalist siyasi fikirleri

128
doğrultusunda; kurdukları, yöneticisi oldukları siyasi partide
(SDP) açık siyasi faaliyet yürüten veya kalan diğerleri için, sos-
yalizme sempati duyan insanlardı. Bunların yanında; tıpkı her-
kes, HEPİMİZ GİBİ bir hayatları, evleri, aileleri, kiminin okulları,
yaptıkları bir işleri, normal sürdürdükleri bir gündelik hayatları
vardı. Ve güdümlü medyanın canla-başla çarpıttığı gibi, terörist-
liği çağrıştıran bir hayatları yoktu. Sadece, devrimci idealler ve
bu karşı yayınlarla TERÖRİSTLİK(!) diye çarpıtılarak verilen, yan-
sıtılan bir siyasi faaliyetleri, mücadeleleri vardı.
Bu operasyon ve suçlama ile önce ve esnasında bu insanların
gündelik yaşamları ve faaliyetleri –teknik fenni ile- TERÖRİZE
edildi. Örneğin, benim oğlum; yakınları ile evinde uyurken, ka-
pısı sabahın köründe tekmelerle kırılıp içeriye girildi (sanırım,
başka bazı ev ve mekanlara da…) her yer, alt üst edildi. “Şüpheli
malzeme” diye, gündelik hayata dair, birçok sıradan eşya alınıp,
götürüldü. Örneğin; üzerinde, içinde ne olduğu basılı orijinal
baskılı zarfın içinde olan bir sürü film CD’si gibi. Ben şu birkaç
gün, oğlumu ziyaret ederken o evde kaldım. Sanırım uğraşmaya
üşendikleri için, çocukların film arşivlerinden onlarca CD’yi al-
mışlar, onlarcasını da olduğu gibi bırakmışlar. Eğer suç unsuru
bir şey var mı diye bakacaklarsa, neden hepsi değil de bir kısmı?
Sakın, seyretmek istedikleri filmleri seyretmek için olmasın? De-
ğilse, niye böyle? Bu örnekteki gibi, anlamlı bir izahı olmayan
daha bir dizi uygulama ve garip sorularla dolu bir sorgu süreci;
çocuklarla konuştuğumdan ve tutanaklardan bu çıkıyor. Uzat-
mamak için hepsini tek-tek yazmıyorum, anlatmıyorum. Ama
çok ”anlamlı” bulduğum bir tanesini örnek vermeden edeme-
yeceğim: Sorgu süreci, izlenmesi, dinlenmesi yapılmış, yüzlerce
telefon görüşmesinin soruları ile dolu imiş. Bir tanesi, bir kaptan
arkadaşlarının boğazdan geçerken geminin düdüğünü öttür-
dükten sonra; arkadaşlarına telefonda söylediği “İstanbul’u dü-
dükledim!” sözüyle ilgili sormuşlar, “bununla ne demek istedi,
neyin şifresi?” !!!
Daha bunun gibi onlarca örnek var; bunların bir kısmı da, bu
örnekte olduğu gibi, görünüşte komik. Zaman-zaman sorguyu
yönetenlerin de güldükleri gibi. Ama, bu olaylar HİÇ KOMİK DE-
ĞİL! Bu gülmeler bana, “İşte sizi böyle bir komedi ile bile topar-

129
Adliye Önü, İstanbul, 30 Eylül 2010
lar, götürür içeri tıkarız” demenin alayı, gülmesi gibi geliyor! Ve
de öyle oldu sonuçta değil mi? Ama güdümlü medya aracılığı ile
halka yansıtılan görüntü, hiç de böyle değil! Dikkat ediliyorsa,
yazımın bu noktasına kadar; bu olaylara ilişkin dava dosyasının
üzerindeki gizlilik kararını ihlal edebilecek; davalıların ve vekil-
lerinin ellerinde bulunan evrakın, tutanakların vb. içerdiklerinin
dışında olan bir konuyla; dava içeriğiyle ilgili iddia ve bilgi, ma-
teryal, belgelere ilişkin hiçbir iddiaya değinmedim. Bunu, hem
yasal usul ve kurallara dikkat etmek için yapıyorum; hem de
yargılanma süreci neyin ne ve neden öyle veya böyle olduğunu
konuşup-tartışmak için daha çok fırsat olacak. Hem de bu arada
geçen sürede; herkes, her taraf, neyi neden ve nasıl yaptığını da-
ha bir sakin kafayla değerlendirecektir. Elbette, bu operasyonu
yürütenler de dahil, bu dediğime…
Şimdi toparlarsam; bu davada ortada terör örgütü falan yok;
şiddet kullanarak (kapıları kırmak vb) yürütülen bir operasyon-
la, yandaş medyanın da yoğun propagandası ile terörize edilen,
bu doğrultuda enforme edilen bir kamuoyu var. Bu yöntemlerle
kamuoyu öyle bir şartlandırılıyor ki; böylece, bırakın sıradan in-
sanları, fikirdaşların bile kafaları karışıyor, duruş ve tutumları

130
bulanıyor! İŞTE ASIL TERÖR TAM DA BUDUR. ASIL TERÖRİSTLER,
bu çarpıtılmış haberleri yapanlardır ve onlara –üstelik de üzerin-
de gizlilik ibaresi olan bir dosyadan- bu bilgi ve belgeleri onlara
verenler terör yaşatmaktadırlar!!! Şimdi bu mektubun başlığın-
da, “kamuoyuna” demeyi sevmediğim ve doğru da bulmadığım
için; “HERKESE” hitabını kullanmıştım. Bu “herkes” in içinde
siyasi yelpazedeki herkesten, bu operasyonu düzenleyen ve uy-
gulayan herkes de var tabii.
Ama, bu mektuplar; partinin (SDP) internet sitesinde yayım-
landığı için; ağırlıklı okurları, üyelerinden, sempati duyanlarına
kadar SDP’liler, diğer sosyalist siyasetlerden bir kısım insanlar,
bu yayınları takiple görevliler ve taraflar hariç, çok sınırlı sayıda
bir okur sayısına hitap ediyorum, ediyoruz. KARŞI PROPAGAN-
DA araçları ise, onlarca gazete, tv kanalı ve yazar-yayımcıları ile;
çok daha geniş bir halk topluluğunu “enforme” ediyor. Daha
doğrusu, bu yoldan TERÖRİZE EDİYOR, ŞARTLANDIRIYOR, YÖN-
LENDİRİYOR, KORKUTUYOR VB, VB…
Şimdi sözüm yakın düşündüğümüz herkese; zaten çok sınırlı
olan gücümüzle bu halka gerçekleri, derdimizi anlatmak istiyor-
sak;
1- ARTIK AYRIYI GAYRIYI BIRAKIP, ZORUNLULUKLARIMIZ
İÇİN SAHİDEN BİRLİKTE DURMAYI BECERMELİ, BUNUN ARAÇ-
LARINI YARATMALIYIZ; ÇÜNKÜ ZATEN EGEMENLER, TERSİNİ
YAPMAK İÇİN BÜTÜN BUNLARI YAPIYORLAR,
2- FARKLILIKLARIMIZIN DEĞİL BENZERLİKLERİMİZİN, OR-
TAK İHTİYAÇLARIMIZIN PEŞİNDEN KOŞMALIYIZ,
3- HER TÜRDEN HATALARIMIZI SAKLAMAYA, GÖZLERDEN
UZAK TUTUP, İNSANLARA UNUTTURMAYA DEĞİL; ONLARI AR-
TIK BİR DAHA YAPMAMAK ÜZERE YAŞAMIMIZDAN VE MÜCA-
DELEMİZDEN ÇIKARMAYA, UZAKLAŞTIRMAYA BAKMALIYIZ.
YOKSA, HAREKETE GEÇİRMEK İSTEDİĞİMİZ İNSANLAR, GİDE-
REK BİZDEN VE FAALİYETİMİZDEN UZAKLAŞIRLAR!!!
sosyalistdemokrasigazete.net, 24 Ekim 2010

131
FERHAT TUNÇ
MASKELER DÜŞÜYOR

Türkiye’de özellikle son dönemlerde yaşanılanlar tipik bir


Türk işi olarak ortaya çıkıyor. Bu memlekette her an gündemler
değişebilir, tüm gerçekler ters düz edilerek servis edilebilir. Ege-
menlerin Türkiye’nin ilerici kesimlerine dönük saldırılarını en
fazla artırdığı dönemin Türkiye’ de demokrasi ve özgürlüklerin
en fazla geliştiğinin iddia edildiği dönemlere denk gelmesi çok
şaşırtıcı olmasa gerek.
Referandum sırasında başbakan referandumun özgürlük-
leri büyüteceğini, demokrasinin gelişeceğini söylüyordu. Çok
geçmeden nasıl gelişeceğini gördük: Ferhat Tunç barış istediği
için yargılanıyor, Ragıp Zarakolu kitap bastığı için yargılanıyor,
Dersim’de ormanlar yanmaya devam ediyor, işçi sınıfına dö-
nük saldırılar sürüyor, hapishanelerde insanlar ölmeye devam
ediyor ve son olarak da Türkiye’nin devrimci güçlerine dönük
saldırı dalgası gelişti. Görüldüğü gibi başbakan yalakaları, libe-
raller ve umudu Tayyip olmuş solcuların çok savundukları AKP
tipi özgürlük gelişiyor.
Bu saldırı dalgalarını nasıl okumalı? Saldırıya uğrayan güçle-
rin ortak özellikleri nelerdir? İyi bakmak ve anlamak gerekiyor.
Türkiye egemenleri, Kürt sorunun çözümü noktasında ya-
şadığı tıkanmayı saldırılarla aşmaya çalışıyor. Demokratik Kürt
hareketinin barış ve Türkiyelileşme hedefleri ilerleme kaydettik-
çe egemenlerin de yönelimleri değişiyor. Bunun için de strateji
olarak Kürt hareketi ile birlikte olmaya, onlara omuz vermeye
çalışan tüm güçlere saldırıyor. Şahsıma açılan davada suçlama,
barışı savunmam, diğer yargılamalarda konu; Kürt sorunu SDP,
TÖP üyesi arkadaşların, Dönüşüm, Bilim Gelecek ve Red dergisi

132
yazarı arkadaşların tutuklanma
FİKRET BAŞKAYA
sebebi de Kürt halkı ile olan bağ-
larıdır. DEVLET TEZGAHI
MANİPÜLASYON
SDP ve TÖP operasyonu ile
verilmek istenen mesaj “Kürtler-
le dayanışmayın, onları yalnız SDP ve TÖP şahsında tüm
bırakın” mesajıdır. Uzun süredir devrimci sosyalistlere yö-
Kürtlerle dayanışmayı strateji neltilen provokatif saldırı ve
olarak benimseyen sosyalistlere devlet tezgâhı manipülasyo-
nu şiddetle kınıyor ve sizler-
dönük bu saldırılar genel olarak
le dostça dayanışma duygu-
sosyalist harekete verilen gözda- larımı ifade ediyorum.
ğıdır. Gerçekle alakası olmayan, Sosyalist Demokrasi,
düzmece ifadelerle sosyalistlerin 7 Ekim 2010, n°98
tutuklanması başka türlü izah
edilemez
SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan ile diğer arkadaşların ke-
lepçeli görüntüleri ile Kürt belediye başkanlarının kelepçeli gö-
rüntüleri arasında fark yoktur.
Tüm bu gelişmelerin Türkiyeli ilerici güçlere yüklediği görev-
leri unutmamak gerekiyor. Saldırılara karşı devrimcilerin birlik
olması, dayanışma içerisinde olması gereklidir. Saldırı dalgasını
püskürtmenin yegâne yolu birlik ve dayanışmadır.
Tüm ilerici güçler, sosyalistlere dönük bu saldırılara karşı
sessiz kalmamalı, sessizlik saldırıların sürmesine sebep olacak-
tır. O yüzden de farklı düşünsek dahi saldırıların genel olarak
sosyalistlere, Kürt halkı ile dayanışmaya, kardeşlik ve barışa
dönük olduğunu unutmamalıyız. Özcesi bugün birlik ve daya-
nışma günüdür. Saldırılara karşı topyekûn birlik, günümüzün
görevidir.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

133
FİGEN YÜKSEKDAĞ
SIRAYI BOZMAK

SDP ve TÖP’e yönelik tutuklama saldırısının üzerinden iki ayı


aşkın bir süre geçti. Geçen bu süre boyunca kamuoyu, bu tür
saldırıları kanıksamakla kanıksamamak arasında gidip geldi. Bir
taraftan birleşik politik bir sahiplenme, diğer taraftan da sonuç
alma pratiğinin belli bir sınıra gelip dayanması... Galiba şimdi o
sınırdayız. Bu sınır geçildiğinde, toplumun politik özgürlüklere
dönük devlet saldırıları, gözaltı-tutuklama terörü karşısındaki
kanıksama eşiği de aşılmış olacak.
21 Eylül gözaltı ve tutuklamalarından sonra çeşitli siyasi
parti, platform ve kitle örgütlerince oluşturulan “Sıra kimde”
inisiyatifi, gelinen sınıra işaret etmek bakımından önemli ve
çarpıcı bir soru sordu. Aslında durum tam da, herkese “sıra
kimde” derirtecek bir aşamaya geldi. 2004’te bugün olduğu gibi
“AB’ye uyum” ve demokratikleşme borazanlarını çalarak hayata
geçirilen TCK ve TMK’daki faşist restorasyonun sonuçları, sıra
atlamadan sosyalist, devrimci ve Kürt yurtsever siyasi merkez-
lere tutuklama, tasfiye ve tecrit etme saldırısı olarak dönüyor.
Demokratik alanın bütününü içine alacak biçimde yayılan ve
sistematikleşen bir saldırı bu. Öncelikli olarakta AKP hüküme-
ti eliyle yürütülüyor. Bu, yüzlerce klasör dava dosyasından bir
incir çekirdeği dolduramasalar da alternatif emek ve özgürlük
siyasetini kriminalize etme, en önemli yanıyla da bir rehin alma
siyasetidir. Kara ve kirli bir AKP siyasetidir. Bugün SDP-TÖP tu-
tukluları da Diyarbakır’da yargılanan Kürt siyasi tutukluları da
aynı rehin alma siyasetinin hedefi olmuştur. ESP’de 2006’dan bu
yana sistematik olarak bu tip saldırıların hedefi oluyor.

* Ezilenlerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı

134
Av. FİLİZ KALAYCI larla savunmanlık yapmamızı
Av. MURAT VARGÜN engellemeye çalışmıştır. İnsan
Av. HALİL İBRAHİM VARGÜN hakları mücadelesinde yürüt-
KOMPLONUN AMACINI tüğümüz faaliyetlerin terör faa-
BİLİYORUZ liyeti olduğunu iddia etmiş, 10
yıla kadar hapis cezası istemiş,
Derneklerin, siyasi partilerin bizlerden Av. Filiz Kalaycı’yı 8
basıldığı, onar onar insanların ay tutuklu yargılamıştır. Eski-
gözaltına alındığı, aylarca hak- den yargısız infaz, kaybetme ve
kındaki iddiaları bilmeden tu- işkence ile sindirilmeye çalışılan
tuklu kaldığı, yıllarca tutuklu kişi ve kurumlar bugün yargı
yargılandığı bir süreçte; demok- kıskacında “ehlileştirilmeye”
ratikleşiyoruz yalanına, iktidar çalışılıyor. Dışarıda kalanları ise
yalakalarına, körleri sağırları oy- vergilerimizle alınmış trilyonluk
nayanlara karşı sesimizi yükselt- teknik cihazlarla 24 saat dinle-
menin zamanıdır. SDP ve TÖP’e yerek, takip ederek, dışarıyı,
yönelik çirkin komplonun arka- büyük bir hapishaneye çevir-
sındaki amaçları biliyoruz. İkti- mişlerdir. Hepimize giydirilme-
dar bilinç bulanıklığı yaratarak, ye çalışılan bu “deli gömleğini”
komplolar kurarak gerçeklerin yırtmanın zamanıdır. Hayır de-
üzerini örtemez. Çünkü gerçek- menin ve konuşmanın zamanı-
ler devrimcidir. Hiçbir yalan ve dır. Dayanışmayı yükseltmenin
tahakküm onu engelleyemez. ve birlikte mücadele etmenin
Muhalif kurum ve kişilerin sus- zamanıdır.
turulmaya çalışıldığı bir süreçte Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
iktidar odakları aynı komplo-

Toplamda baktığımızda, Kürt halk hareketinin politik ira-


desine ve Kürt sorununun çözümünde sosyalist bir irade geliş-
tirmeye yönelen politik merkezlere yönelen bir saldırı hareketi
görüyoruz. Ama bu sadece buz dağının görünen yüzü. AKP, bu
merkezlere yönelmeyi öncelikli görse de, başka bir taraftan karşı-
sında sıraya dizilmiş ve sistematik saldırı aşamalarında kaygıyla
sıranın kendisine gelmesini bekleyen bir muhalefet istiyor. Onun
gibi düşünmeyen ve davranmayan her siyasi odak -özellikle de
sol odaklar- bu kaygı ve politik baskı ortamında hareketsizleş-
meye, tutumlarında silikleşmeye-ikirciklenmeye, en nihayetinde

135
de politik tasfiyeye itiliyor.
İşte tam da burada, “sıra kimde” sorusuna verdiğiniz yanıt
önemlidir. Ya emniyetsiz bir bekleyiş ve kaygının sonucunda
“sıra bizde” diyeceksiniz ya da sırayı bozacaksınız. Zaten siste-
matik saldırıları durdurmakta, diğer bir deyişle sıranın dışına
çıkmakta, devrimci-sol siyasette sıra dışı bir hamle yapmakta
ancak böyle bir tutumla mümkündür.
Bugün için bu politik tutum ve hamlenin iki önemli yönü var-
dır. Birincisi, tutukluları içerde ve dışarda sahiplenerek, haksız
tutuklama durumuna son verecek ve onları dışarıya çıkaracak bir
hareketin örgütlenmesidir. Sol-sosyalisit hareket SDP-TÖP, KCK
ve benzeri davalarda, tutuklu siyasetçi arkadaşlarımızı cezaevle-
rinden koparıp alacak bir başarıya ihtiyaç duyuyor. Bu bize da-
yatılan sıranın bozulması bakımından da oldukça önemlidir. De-
mek ki, öncelikle somut bir saldırıya somut bir yanıt vermek ve
buradan bir başarı kaydetmek zorundayız. Tutukluların serbest
bırakılması mücadelesi, bir dönemin saldırı konsepti karşısında
güç ve inisiyatif kazanmak bakımından da, direnişçi ve somut
kazanıma kilitlenmiş bir siyaset tarzının gelişimi bakımından da
kilit noktada duruyor.
İkinci olarak, SDP ve TÖP’e dönük saldırı bize bir kez daha
göstermiştir ki, devlet siyaseti ve terörü, emekçi sol, yurtsever
Kürt ve sosyalist hareketin birleşik mücadele zemin ve olanakla-
rını dağıtmayı hedefliyor. Öyleyse, bu tür saldırıların dağılmaya
değil, daha güçlü olarak birleşmeye, birleştirmeye yarayacağı-
nı göstermeliyiz. Bugün için saldırılara verilecek yanıtın ikinci
önemli halkası da budur. Önümüzde, bir cephe görüş açısıyla
birleşik mücadele olanaklarının güçlü zeminde realize edilebi-
leceği bir süreç var. Bugün bizim için bir saldırıdan güçlenerek
çıkmak, aynı zamanda birleşerek çıkmak anlamına gelir. Şimdi
de birleşerek yeni bir güç kurmanın, yaklaşan seçimleri de kap-
sayacak biçimde emek, barış ve özgürlükler alanından ezilenleri
bütünleyebilecek bir siyasi merkez yaratmanın zamanıdır. Sırayı
bozmak ve ezilenlerin düzenden bağımsız politik iradesini ya-
şamda cisimleştirmekte böyle mümkündür.
Günlük, 5 Aralık 2010

136
KANIKSAMAYACAĞIZ DİRENECEĞİZ!

Hepimizi ilgilendiren bu saldırganlığa karşı birleşik karşı


koyuşu örgütlemek güncel bir görevdir. Geçici, anlık tepki ve
reflekslerle yetinilmemelidir. TMY yasasının kaldırılması ve Özel
Yetkili mahkemelerin kapatılması somut talepler olarak ileri sü-
rülmelidir. Bu tür saldırılara karşı sürekliliği olan örgütlenmele-
re de gidilebilir. Bu saldırganlığı kanıksamamak önemlidir. Öy-
leyse bugün, birlik, dayanışma ve gelişkin mücadele biçimleriyle
zenginleştirilmiş bir duruşla saldırganlığa karşı koymalıyız.
AKP Hükümeti demokratikleşiyoruz yalanı eşliğinde sos-
yalist, yurtsever ve ilerici güçlere yönelik gözaltı ve tutuklama
saldırılarını sürdürüyor. Tam bir keyfiyet içinde sürdürülen bu
saldırılar sistematik bir hal kazandı. Evi, işi, yaptıkları belli olan
insanlar, helikopter, silahlar ve yüzlerce polis eşliğinde evleri
basılarak gözaltına alınıyor. Aynı şekilde kurumlar basılıyor.
Mahalleler ablukaya alınıyor. Gözaltılar tam bir devlet terörüne,
sindirme ve yıldırma saldırısına dönüşüyor.
Gözaltı ve tutuklama saldırısının son hedefi SDP ve Toplum-
sal Özgürlük Platformu oldu. SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan,
Toplumsal Özgürlük Platformu temsilcisi Oğuz Kayserilioğlu’yla
birlikte 13 arkadaşımız tutuklandı. Bu saldırı ve tutuklamaları şi-
detle kınıyoruz. SDP ve TÖP’lü siper yoldaşlarımızla dayanışma
içerisinde olacağız. Toplumsal muhalefetin önemli ve mücadele-
ci bileşenleri olan, referandumda da Boykot Cephesinde birlikte
çalıştığımız SDP ve TÖP’e yapılan saldırıyı, partimizede yapılmış
bir saldırı olarak görüyoruz.
Gözaltı ve tutuklamaların tam bir komplo çerçevesinde yürü-
tüldüğü ortadadır. Tutuklamalar ve gündemleştirilen gerekçeler
bu komployu ele vermektedir. İşkenceci bir polis şefinin isminin
sosyalistlerle yan yana konulması, AKP ve polis komploculuğu-
nun ulaştığı düzeyi görmek bakımından ibretliktir. AKP Hükü-
meti ve polisi en alakasız ve en aşağılık gerekçelerle, ilericilere,
sosyalistlere saldırıyı bir alışkanlık haline getirmiştir. Bu komp-
locu yöntemlerle kamuoyunda ilerici ve sosyalist güçlere dair
şüphe yaratmayı da ihmal etmemektedir.
Tutuklama saldırısı siyasi olarak boykot iradesini hedefle-

137
mektedir. Referandum günü partimize yönelik benzer gözaltılar
yaşandı. Keza, aynı süreçte BDP’ye yönelik yaygın tutuklamalar
oldu. Son olarak ise SDP ve TÖP benzer bir tutuklama saldırı-
sı yöneldi. Bu saldırılar tesadüfi değildir. Sistematik olmasının
yanında özel olarak boykotta kendisini gösteren birleşik siyasi
iradeyedir.
AKP Hükümeti tasfiye saldırganlığında derinleşiyor. Bir ta-
raftan açılımdan söz ediyor, diğer taraftan BDP üye ve yöneticile-
rini tutukluyor. Bir taraftan çözümden söz ediyor, diğer taraftan
savaş teskeresini uzatmaya çalışıyor, askeri saldırganlığını sür-
dürüyor. Bir taraftan dmokrasiden söz ediyor, diğer taraftan de-
mokratik güçlere sistematik olarak saldırıyor. Bütün bunlar AKP
Hükümetinin tasfiyeci saldırganlığının bir parçası ve devamıdır.
Diri, devrimci ve mücadeleci güçlerin sindirilmesi, elimine edil-
mesi, çalışamaz hale getirilmesi yönelimi, tasfiyeci saldırganlı-
ğın bir parçasıdır. AKP sadece kendisi ve temsil ettiği güçler için
demokrasi istemektedir. Kendisine muhalif hiçbir güce taham-
mülü yoktur.
Polis devleti uygulamalarının ve tutuklamaların yasal daya-
nağı TMY yasasıdır. TMY, toplumla mücadele yasasıdır ve çıka-
rıldığı günden itibaren bu işlevi görmektedir. TMY’nin bu işlevi
DGM bozması Özel Yetkili Mahkemeler tarafından tamamlan-
maktadır. Cumhurbaşkanı A. Gül bile, DGM’lerin sadece ünifor-
masının çıkarıldığını itiraf etmiştir.
Hepimizi ilgilendiren bu saldırganlığa karşı birleşik karşı
koyuşu örgütlemek güncel bir görevdir. Geçici, anlık tepki ve
reflekslerle yetinilmemelidir. TMY yasasının kaldırılması ve Özel
Yetkili mahkemelerin kapatılması somut talepler olarak ileri sü-
rülmelidir. Bu tür saldırılara karşı sürekliliği olan örgütlenmele-
re de gidilebilir.
Bu saldırganlığı kanıksamamak önemlidir. Öyleyse bugün,
birlik, dayanışma ve gelişkin mücadele biçimleriyle zenginleş-
tirilmiş bir duruşla saldırganlığa karşı koymalıyız. Bu konuda
partimiz üzerine düşen görevi yerine getirmeye her zaman ha-
zırdır.
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

138
GÜLFER AKKAYA
DÖRT AY GEÇTİ, TUTUKLU SDP VE TÖP’LÜLERE
İDDİANAME YOK

Üç ay bitti, dördüncü ayındayız 21 Eylül’de sosyalistlere yö-


nelik yapılan komplonun. Dile kolay tam dördüncü ay. AKP’nin
ileri demokrasi cumhuriyetinde 17 sosyalist insan, demokratik
alanda mücadele sürdürürken “Devrimci Karargahçı” oldukla-
rı yalanıyla önce evleri basılıp gözaltına alındılar, sonra 13 kişi
tutuklandılar ve işkenceci emniyet müdürü Hanefi Avcı ile aynı
davada yargılanacaklar.
Kendini demokratik alanda sosyalist mücadele verir sanır-
ken, hoop yasadışı silahlı örgüt üyeliğinden tutuklu buluyorsun.
Nerden nereye... AKP ve Gülen ikilisi bir taşla birçok kuş vurma-
yı hedeflerken, uydurulan komplo senaryosu o kadar sırıttı ki,
hükümet ve okyanus ötesindeki hesap topluma uymadı desek
yeridir.
Yargılanmasına yargılanacaklar da ne hikmetse dördüncü
ayına giren bu komplo davanın hala iddianamesi yok, neden
hapis yattıklarını bilmeyen 13 kişi hala Silivri Cezaevinde keyfi
olarak bekletilmekte, onların yakınları, dostları, akrabaları, yol-
daşları, eşleri, sevgilileri olan bizlerin endişeli bekleyişi ise arta-
rak devam etmekte.
Endişelenmeyip de ne yapacağız? Hiçbir gerekçe açıklanma-
dan dört ay hapis yatırtan ve daha ne kadar yatacakları muha-
taplarından sır gibi saklanan bir adalet sistemi karşısında başka
nasıl hissedilir ki? Ekim ayında Cumhurbaşkanı bile tutukluluk
sürelerinin uzunluğundan, geciken adaletin adalet olmadığın-
dan bahsetmedi mi? Ama ne gam! On beş yıla yakın süredir
davası süren ama bu yılları cezaevinde yatarak geçiren tutuk-
luların varlığını duyunca küçük dilinizi yutacak gibi olmuyor

139
musunuz?
Adaletsizlik, haksızlığa uğramış olmak duygusu çok ağır bir
hal. İnsanın kendini teselli edemediği bir durum. Ne kendinizin,
ne de bir başkasının sözleri size ulaşmıyor. Biz tutuklu yakınla-
rının hali tam olarak böyle. Peki ya özgürlükleri devlet şerriyle
ellerinden alınanlar, içerde tutulanlar, acaba onlar ne düşünü-
yor, ne hissediyor?
Hepimizin ihtiyacı olan hukuk şimdilerde şöyle işliyor. Evi-
nizi basıyorlar, sizi alıyorlar, tutukluyorlar, neden tutuklu oldu-
ğunuzu bilme hakkınız yok. Avukatınız da dahil kimseye bir şey
söylenmiyor, dosyada gizlilik oluyor. Yandaş medyaya bu gizli-
lik yok. Onlara bilgiler yollanıyor emniyet tarafından, onlar da
yalan dolan haberleri çarşaf çarşaf yazıyorlar, yayınlıyorlar.
Basın etiği metiği, hak getire. İddianame ne zaman istenirse o
zaman yazılıyor. On sekiz ay boyunca yazılmamış iddianameler
var. Sonra yine ne zaman istenirse o zaman mahkeme tarihi belli
oluyor. Uzun lafın kısası, başınıza es kaza bir şey geldiğinde en
az altı ay iddianame yazılacak diye, yaşananlardan öğrendiği-
miz kadarıyla “en hızlı” üç ay içinde dava açılacak diye toplam
dokuz ay zaten kafadan yatıyorsunuz.
İlk davada bırakılan şanslı kişilerden değilseniz artık Allah
kerim, sonraya yeni bir dava, ondan sonra diğer dava diye süreç
devam ediyor. Bu davalar serisi ise ömrünüzden çalınan birkaç
yıla ya da daha fazlasına tekabül ediyor.

KOĞUŞ FATURASI 105 LİRA

Bazen kendimi tutuklanan arkadaşlarımızın yerine koyuyo-


rum. Düşünsenize, hakkınızda somut bir tek delil bile yokken
apar topar hapse atılıyorsunuz. Sadece özgürlüğünüz değil, ken-
dinizi savunma hakkınız dahi elinizden alınıyor, ömrünüzden
ömür çalınıyor.
Halbuki, hukuken tutuklanmanız için çok özel bir iki gerek-
çe varmış, bunlar da zaten o kadar istisnai durumlar ki herke-
se uygulanmıyormuş. Oysa yaşadıklarımız öyle mi? Şu anda
Türkiye’deki cezaevleri gırtlağına dek dolu.
Binlerce insan tıpkı bizim arkadaşlarımız gibi, keyfi bir şe-

140
kilde hapse tıkılıyorlar. Tutuklamaların politik nedeni bir süre
ayak altında dolaşmasınlar iken, hukuki neden ise hukukun iş-
lememesi. Bir tür hukuksuzluk hali. Yani adaletsiz işleyen bir
adalet mekanizması. Ama bunlar tesadüf değil, özellikle böyle
ayarlanmış ki “ders olsun.”
Üstelik bu süreçte uğradığımız adaletsizlik bunlarla da sınır-
lı değil. Yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan arkadaşlarımızın
bir kısmı işlerinden oldular, işyerlerini kapattılar. Geçimlerini
kendileri değil, yakınları, akrabaları, arkadaşları sağlıyor. Bu da
yetmezmiş gibi cezaevinde kaldıkları için fatura ödüyorlar. Bil-
diğiniz elektrik faturası. İlk fatura 75 lira iken, İkincisi 105 lira.
Evet, yanlış duymadınız. 105 lira. Bu rakamı evinize gelen fa-
turayla karşılaştırmanızı rica ediyorum. İçerde çamaşır, bulaşık
makinesi yok. Bilgisayar, teyp, radyo yok. Olan radyolar pille
çalışıyor. Evlere gelmeyen faturalar cezaevi koğuşuna geliyor.
Bu nasıl oluyor? Bitmedi, tutuklulara içme suyu da verilmiyor.
Musluktan su içmiyorsanız o zaman suyu da satın alacaksınız.
Hem insanları haksız yere tutuklayacaksınız, hem maddi ka-
zançlarını sonlandıracaksınız ya da azaltacaksınız, hem tutuk-
luyken -hükümlü bile değil ki hükümlü de olsa yine de devlet
cezaevindeki insanların ihtiyaçlarını karşılamak zorunda- yüklü
faturalar ödeteceksiniz. Böyle adalet olur mu? Bir kere daha ha-
tırlatmakta fayda var sanırım. Devlet cezaevindeki kişilerin her
türlü durumundan bizzat kendisi sorumludur. Tutuklu ve hü-
kümlü olan herkesin tüm ihtiyaçları yakınları tarafından değil,
devlet tarafından karşılanır.
Adalet Bakanlığı kendisine bizlerin vergilerinden oluşan büt-
çeyle sadece cezaevi yapılmadığının sanırım farkındadır. Ya da
sadece memur ve çalışanlara maaş verilmediğinin. O bütçe aynı
zamanda tutuklu ve hükümlülerin de ihtiyaçlarını kapsamalıdır,
kapsamaktadır.
Talebimiz cezaevlerindeki faturalı uygulamaların derhal son
bulması ve şimdiye dek tutuklulara ödetilen faturaların karşılı-
ğının iade edilmesidir.

141
ARKADAŞLARIMIZ SERBEST BIRAKILSIN

Türkiye’deki adalet mekanizmasının daha adil işlemesi için


yalnız kendi yakınlarımız için değil, benzer durumdaki tüm tu-
tuklular için daha hızlı ilerleyen bir adalet sistemi istiyoruz. İd-
dianamenin hızla yazılmamasının keyfi, hukuksuz bir uygulama
olduğu açıktır. Deniyor ki iddianame altı ay içinde yazılmalıdır.
Öyle bile olsa altı ay sanıldığından çok daha uzun bir süredir.
İnsan yaşayınca daha iyi anlıyor.
Ve sakın ola kimse bizlerin başına gelenin kendisinden uzak
olduğunu sanmasın. Artık evinizin polislerce basılması, sonra-
sında tutuklanmanız için iddia edilen “suçu” işlemiş olmanıza
gerek yok. Sadece iktidara muhalif olmanız yeterli. Gerisi çorap
söküğü.
Bizler bir an evvel siyasi komployla tutuklanan arkadaşla-
rımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Arkadaşlarımız-
la 2011’de camların ardında, telefonların aracılığıyla değil, can
cana sohbet etmek, dokunmak, gülmek ve bu süreci unutmak
istiyoruz.
Bianet, 11 Ocak 2011

15 YILLIK YABANCI

Kapıdaki görevliye soruyorum, bayramda ben de açık görüş


yapabilir miyim diye. Yok, siz yapamazsınız diyor. Neden diyo-
rum. Siz yabancısınız diyor
21 Eylül sabah saat 05.00’te evlerimiz basılıp, birlikte yaşadı-
ğımız insanlar alakalarının olmadığı bir örgütün üyesi oldukları
gerekçesiyle tutuklanıp Silivri Cezaevine konalı, neredeyse iki
ay oldu. AKP’nin ileri demokrasisi, seçimlere giderken elini güç-
lendirmek, seçimlerden güçlü çıkmak için vargücüyle çalışıyor.
AKP ilk kurulduğunda muhafazakâr demokrattı. Referandumla
nitel sıçrama yaşayarak ileri demokrat oldu. Şimdinin ileri de-
mokratları polisiye ve hukuki bir tezgahla sosyalistleri yaptığı
işten değil, uzaktan yakından ilgileri olmayan başka bir örgüt
dolayısıyla etkisizleştirmeye çalıştılar.

142
Hep söyledik, bu komplo son bulana kadar söylemeye devam
edeceğiz. 21 Eylül sabahı evleri basılan sosyalistler Karargahçı ol-
dukları için değil, sosyalistlerin birliği için çabaladıkları ve Kürt
halkıyla dayanışmada inat ettikleri için tutuklandılar. Gerisi laf-ı
güzaf. Zira bir güç haline gelen sosyalistler ve Kürtlerle ortak
duruş, önümüzdeki seçimlerde AKP için hakikaten korkutucu
bir birlik. Sosyalistlerin parçalı halde girdikleri referandumda bu
gerçek, en açık haliyle kendini göstermişti. Bugün tüm sosyalist-
lerin üzerine düşen bu devrimci görevi, daha kararlı bir şekilde
üstlenmek ve üçüncü cepheyi örebilmek. Demokrasinin AKP’ye,
devrimciliğin CHP’ye bırakılamayacak kadar hepimiz için elzem
olduğunu unutmamamız gerek.
AKP’nin 21 Eylül operasyonu ardından içerdekiler ekibini her
Perşembe sabahı ziyarete giden bir dışarıdakiler ekibi de oluştu.
Bu ekipte bebekten yaşlıya her tür insan var. Bebek olan Rıdvan
Turan’ın kızı Ada. Nasıl sevimli, saçları daha saç değil, tüy. Ku-
caktan kucağa dolaşıyor. Daha bir yaşında yok. Annesi anlatı-
yor, evde baba dediklerinde Ada elini kulağına götürüyormuş.
Kapalı görüşler telefonla yapılıyor ya, oradan kalmış... Annesi
haklı olarak kaygılı. Babasını böyle anımsasın istemiyor.
Görüşmeciler ekibinin yaşlılarını anneler oluşturuyor. En
yaşlı anne Oğuzhan Kayserilioğlunun annesi. 85 yaşında. Herkes
Ocak ayında bırakılacak diye bekliyor. “Daha fazlasına dayana-
mam” diyor. Bacaklarından ameliyat olmuş, platin takmışlar.
Kontrol noktalarında geçerken zart zart diye bağırtıyor aletleri.
Her defasında eteklerini kaldırıp bakıyorlar. Ameliyat izlerini
görünce tamam deyip etekleri salıyorlar aşağı.
Bir de Rıdvan Turan ve Ulaş Bayraktaroğlu’nun anneleri var.
Yeri geliyor şaka yapıyorlar, bizlere takılıyorlar. Bir tezgahla ceza-
evine konulan çocuklarını yalnız bırakmıyorlar, o yaşta ve o koşul-
larda her hafta çocuklarını görmek, seslerini duymak, onlara güç
vermek için inadına geliyorlar görüşe. Diğer ziyaretçiler eş, sevgili,
nişanlı, arkadaş ve yoldaşlar... En ballılar aile-akraba olanlar. Eniş-
teden baldıza, yeğenden kuzene hepsi, bayramlarda açık görüş
hakkına sahip. Benim gibi arkadaş kadrosundan ziyarete gelenler,
bayramlarda açık görüş yapamıyor. Tek açık görüş hakkımız ayın
ilk perşembesi yapılan açık görüşler. O da 1 saat 15 dakikacık.

143
SİZ YABANCISINIZ

29 Ekim açık görüşünden faydalanamayan ben kurban bay-


ramı için umutlanıyorum. Her şey olan AKP, aynı zamanda dinci
de olduğu için dini bayramda daha “demokrattır” diye. Kapıda-
ki görevliye soruyorum. Bayramda ben de açık görüş yapabilir
miyim diye. Yok, siz yapamazsınız diyor. Neden diyorum. Siz
yabancısınız diyor. Cevap yüzüme çarpıyor. 15 yıldır Tuncay
Yılmaz ile yaşıyorum ve yabancıyım, öyle mi diye soruyorum. O
da şaşırıyor. Durumun garipliğini fark ediyor ve gülümsüyor.
15 yıldır Tuncay’la yaşayan ben her cevaba hazırım da, ya-
bancısınız cevabına hazır değilim. Böylece AKP’nin riyakâr,
toplumdan, hayattan uzak, soğuk muhafazakâr yüzüyle karşı-
laşıyorum. Muhafazakâr demokratlık bu değilse ne? Hani ileri
demokrat olmuşlardı?
Nikahlı olmayan ama bir erkekle yaşayan nice kadın var. Be-
nim gibi evlilik karşıtları, imam nikahlılar, metresler, ikinci ve
hatta üçüncü dördüncü kadınlar, sevgililer... Demek hiçbirimi-
zin bırakın mal mülk paylaşımını, açık görüş dahi yapma hak-
kımız yok. Düşünüyorum, mesela çocukları olan imam nikahlı
kadınlar cezaevi kapısında ne yapacaklar? O çocuklar da mı ya-
bancı sayılacak?
Erkeklerin yazdıkları kanunların nasıl onların
muhafazakârlığını, çifte standartçı ahlakçılığını devam ettirdi-
ğini, biz kadınların mağduriyetine, kararlarına, yaşamdaki du-
ruşlarına nasıl ilgisiz ve karşı olduklarını defalarca düşündüm.
Bu durum hayatlarımızı her alanda çepeçevre saran bu erkekçe
yasaların bizlerin onlara itiraz ettiğimiz noktalarda nasıl bir ce-
zalandırmaya dönüştüğünün ispatı değilse nedir? Nikahsız mı
yaşıyorsun, o zaman yabancısın diyor, en temel insani hakları-
mızı ihlal ediyorlar. Temas etme, yan yana oturma, arada cam
olmadan bakışma hakkımızı...
Evlerimizi silahlarla basıp biçare bir şekilde kurdukları tez-
gah için delil arayanlar, şahsi eşyalarımıza el koyarken, nikahlı
nikahsız ayrımı yapmadan kişilik haklarımızı çiğnerken, aynı
“ileri demokrat tavırlarını” hayatın diğer alanlarından esirgeme-
sini çok iyi biliyorlar.

144
Onların kanunlarıyla uzaktan yakından alakası olmayan, bi-
zimki gibi kanunsuz birliktelikleri yaşama hakkı için mücadele
etmek boynumuzun borcu. 15 yıllık yabancı olarak inanıyorum
ki, bizim inadımız engin çıkacak.
Radikal 2, 21 Kasım 2010

‘TEK KİŞİLİK KIŞ’

SDP ve TÖP’lülere yönelik operasyondan hem duygusal hem


de “örgütsel” olarak etkilendim. “Kış iki kişiliktir” diyordu ge-
çenlerde Ece Temelkuran, “Bir kişiyle üstesinden gelinmez kı-
şın.” Benim bu kışım öyle görünüyor ki tek kişilik olacak.
Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben beşinci kez cezaevine ziya-
rete gitmiş olacağım. Ve beşinci kez, camın öte yanındaki hayat
arkadaşım-dostum-sevgilimle konuşmak için elimi kapalı görüş
telefonuna doğru uzatırken, “Benim burada işim ne, karşımdaki
insan neden tutsak” diye soracağım.
On beş yıl boyunca yan yana olduğum, dokunup kokladığım,
uzun uzun sohbet ettiğim insanla şimdi neden başkalarının göl-
gesi, dinlemesi, izlemesi altında, daha kahredici olanı müsaadesi
çerçevesinde, görüşmek zorunda kaldığımı sorgulayacağım.
Siz bu yazıyı okurken ben, insanın dünyadaki en büyük
mahreminden, kendisinden bahsetmek zorunda kalmasının ay-
nı zamanda politik olduğu “cesaretiyle”, şahsımın/şahsımızın
uğradığı haksızlığa dikkatlerinizi çekebilmeyi umut ediyor ola-
cağım.

SİLAHLI POLİSLER EV BASKININDA

Bir sabah saat beşte kapınız polis tarafından kırılıp/zorlanıp,


savcılıktan çıkartılan arama, bulma, yakalama emriyle üstünüze
çeşitli büyüklükte ve türde silahlarla onlarca polis yürüdüğün-
de, ne kadar demokratik bir ülkede yaşadığınızı görmüş oluyor-
sunuz.
Demokratik alanda siyaset yapan, kamuoyunca bilinen, parti
yöneticisi, platform sözcüsü olan ve demokratik siyaset sınır-

145
ları çerçevesinde
İstanbul’un göbe-
ğinde gerçekleştir-
dikleri eylemlerde
polisle sürekli ir-
tibat halinde olan
sosyalist insanların,
evleri basılarak sav-
cılık özel izniyle,
daha gözaltına alın-
Birgün, 15 Aralık 2010

mamışken gözaltı
sürelerinin dört
gün olacağı bilgi-
siyle evlerinden
alınmalarına tanık
oluyorsunuz. Oysa
yasal gözaltı süresi
iki gün.
Operasyonun başı olan komisere sordum, “Her gün ortalıkta
dolaşan insanların evlerine baskın düzenlemek yerine emniyete
çağırsaydınız, gelmezler miydi?” diye.
Evimiz didik didik arandı. Sık aralarla komiserin telefonu çal-
dı ve karşı tarafın soruları komiser tarafından “temiz” kelimesiy-
le yanıtlandı. Elbette “temiz” olan evimizden çuvallarca eşyamız
emniyete götürülmekten kurtulamadı. Bol miktarda kitap, film
ve müzik CD’leri götürüldü.
Üstelik arama, bulma, yakalama izninde yer almayan şahsım
da payına düşeni aldı. El yazılarımla dolu eski defterlerim, öykü,
roman ve şiir taslaklarım, bilgisayarım, müzik dinleme aletlerim,
telefon defterim ve nice eşyam çuvallara doldurulup götürüldü.
Elleri boş gerisin geri gitmiş olacaklar ki çıkarlarken parmak
izi ekibi sorumlusuna eğilerek “Burada mutlaka bir şey bul” di-
ye fısıldadı polisin biri. “Ne bulabilir ki?” sorum, yanıt oldu.
Uzaktan yakından alakalarının olmadığı yasadışı örgüt do-
layısıyla gözaltına alınan yakınlarımız için, dört günlük gözaltı
sonrasında Beşiktaş Adliyesi önünde kaygılı bekleyişimiz sürer-
ken, yüzün üstünde insan, öğreniyoruz tezgahın hası nasıl ku-

146
147
Birgün, 15 Aralık 2010
rulurmuş.
Bu kez “Devrimci Karargahçılar’la birlikte çay içtin”, “kitapta
parmak izin var” gibi örgüt üyeliğini ispat eden devasa deliller
yok, ama şimdilerde moda olduğu üzere birkaç gizli tanığın ifa-
desi var.
Hükümete yakın basın organlarının canhıraş haberleri, aynı
basın organlarına emniyetin dağıttığı kes yapıştır -çamur at izi
kalsın video görüntüleri ve mahkeme kararından 12 saat önce
çıkan “tutuklandılar” haberleri var.
Tezgâh sadece sosyalistlerin tutuklanması maksadıyla dü-
zenlenmemişti. Toplum nezdindeki itibarlarına da yönelikti. Ka-
ralama, dezenformasyon gibi hedefleri vardı.
Zaman gazetesi, adliye önünde olduğumuz gün Hanefi Avcı
ve Necdet Kılıç hakkında ilk haberini yapmıştı bile.
Şamil Tayyar ise Star gazetesindeki köşesinde Kurtuluş gele-
neğinden olan Necdet Kılıç’ı Doktor Hikmet Kıvılcımlı geleneği-
ne sahip Toplumsal Özgürlükçü yapıvermişti. “Avcı Haliç’te mi
karargahta mı avlandı” adlı 24 Eylül 2010 tarihli (yani operasyo-
nun 3. günü) yazısında Necdet Kılıç için Toplumsal Özgürlük
yazarlarından diyordu.
Tenezzül edip Toplumsal Özgürlük sitesine bile girmemiş.
Ne diyelim, bu kadar güvenilirler. Hala düzeltilmeyen bu hatayı
yapmasına yazıyı aceleden yazması mı, söz konusu kişiler sos-
yalist olunca ne yazarsan yaz ruh halinin “özgürlüğü” mü neden
oldu, bilinmez.

DİNCİ FAŞİZM

Gözaltına alınanlara, gözaltında bulundukları süre boyunca


üyesi oldukları iddia edilen örgüte dair soruların nerdeyse hiç
sorulmadığı, telefon dinlemelerinde suç unsurlarına rastlanma-
dığı bu akıllara zarar komplo, ancak dezenformasyonla yol ala-
bilirdi.
Gerek emniyet müdürlüğü yetkilileri, gerek hükümete yakın
yayın organları yukarıda bahsettiğim yayınlar aracılığıyla hafta-
larca bu kişilerin masumiyet karinelerini ayaklar altına alarak,
karalama kampanyasını yürüttüler, suç işlediler.

148
Vakit Gazetesi, yazarı olan ve bir kız çocuğunu taciz ettiği için
hâlâ yargılanan Hüseyin Üzmez’i cevvalce sahiplenmiş, altından
kalkamayacaklarını görünce Gülmez’i gazeteden uğurlamak zo-
runda kalmış, iş sosyalistlere çamur atmaya gelince, ahlakçı ke-
silerek riyakar bir tonda hepimize bir kere daha en yandaş med-
yanın kim olduğunu göstermiş oldu.
Bu komplo, muhafazakar demokrat olan AKP’nin demokra-
sisinin ne olduğunu göstermesi açısından önemli. 12 Eylül ile
savaştığını iddia eden, kendisi o 12 Eylül’ün ürünü olan kendine
demokrat AKP ve Fetullah Gülen, bir süredir topluma pervasızca
kendi eylül zulümlerini yaşatmakta.
KCK operasyonları, 21 Eylül operasyonu, devrimcilere, mu-
haliflere karşı yapılan saldırılar AKP’nin ve Fetullah Gülen’in
kendi eylülünün göstergesidir. Ne oldu? Gitti 12 Eylül faşizmi,
geldi dinci faşizm.
Tayyip Erdoğan, “Yoldan geçenler alınmadı ya” dedi. Bu
gidişle yoldan geçen kalmayacak. Boşuna değil Diyarbakırlı-
lara, Diyarbakır cezaevini yıkıp yenisini yapacağız demesi ve
Avrupa’nın en büyük adliyesinin İstanbul’un orta yerine dikil-
mesi.

İKİ KİŞİLİK KIŞ

İnsan onuru ve insanın duyguları iyi ki var. İyi ki onurumuz


ve duygularımız yaratılmak istenen korku imparatorluğuna rağ-
men hiç ehlileşmiyor. İyi ki başka bir canı kendi canımızdan da-
ha çok sevebiliyoruz, başka bir canla yoldaş olabiliyoruz.
Bu operasyonla ben hem duygusal hem de “örgütsel” olarak
etkilendim. “Kış iki kişiliktir” diyordu geçenlerde Ece Temelku-
ran TV programında. “Bir kişiyle üstesinden gelinmez kışın” di-
ye ekliyordu.
Benim bu kışım öyle görünüyor ki tek kişilik olacak. Umuyo-
rum ve diliyorum ki, kış bu ülkede bir daha başka hiç kimse için
tek kişilik olmasın. Daha güzel günler için, daha sıcak kışlar için
birbirimize sahip çıkmaktan başka bir yol bilmiyorum.
Bianet, 25 Ekim 2010

149
GÜLSÜM KAV
SIRA SİZE DE GELECEK

Şimdi siz, size hiç sıra gelmeyecek sanıyorsunuz.


Hep ezilenler ve ömrünü ezilenler için yaşayanlar baskı gö-
recek değil mi?
Ölüm kokan maden ocakları, tersaneler,
İşkence kokan emniyet müdürlükleri, cezaevleri,
Yalan kokan, kara çalma kokan adliyeler,
Cehennem gibi hastaneler, okullar hep bize düşecek, siz hep
saraylarda kalacaksınız öyle mi?
Dünya hep böyle dönecek sanıyorsunuz.
Aldanıyorsunuz.
Kapitalizmin haklı çıktığını sandığı bu havalarda aldanmanız
kolay. Her yaptığınıza alkış tutanlar, “yetmese de evet” diyenler
de aldanmanıza yardımcı oluyor.
Şimdi biz, gerçeği ararken parçalanmış yüzlerimizle, size ger-
çeği açıklıyoruz; sıra asıl size gelecek.
Kulübelerle barışıp, saraylarla savaş ede ede gelenler, bu
yolda hayatları ve yüzleri değişenler, sizin o saraylarınızı zapt
edeceğiz.
Ve o zaman biz, sizi gerçekten ait olduğunuz örgüt davalarıy-
la yargılayacağız.
Ömrünü bir davaya bağlayan her devrimci, kendi davasıy-
la yargılanmak ister ve bununla onur duyar. Siz şimdi, sıra size
geldiğinde, sizde bulunmayacak olanı; bu onurumuzu kıskanı-
yorsunuz. Devrimcilerden onuru almaya çalışıyor, bu kadar al-
çalıyorsunuz.
BDP’li, SDP’li, TÖP’lü yoldaşlarımızı, cezaevlerindeki Türk ve
Kürt devrimcileri onurundan ayıramazsınız.

150
HACI ORMAN jiminde ancak bu kadar olabili-
YAN YANA KOL KOLAYIZ yor demek ki! Fakat bunu kabul
edemeyiz. SDP ve TÖP’le omuz
omuzayız. Bu saldırılara kar-
Sosyalist Demokrasi Par- şı kol  kola, yan yanayız. Başta
tisi ile Toplumsal   Özgürlük Genel Başkan Rıdvan Turan,
Platformu’na yönelik gözaltı ve sözcüler Oğuzhan Kayserilioğlu
tutuklamalar, devletin antide- ile Tuncay Yılmaz olmak üze-
mokratik saldırı alışkanlığının re, bütün arkadaşlarımıza geç-
fütursuz bir örneğidir.  SDP  ve miş olsun diyor, en kısa sürede
TÖP’ün Ergenekon bağlantılı ol- özgürlüklerine kavuşmalarını
duğunu ileri sürmek ise, gülünç diliyorum. Bu fiziki terör ile psi-
ve bayağı bir kara propaganda kolojik savaş yöntemlerine  baş-
olmaktan başka bir şey değil- vurmaktan çekinmeyen İçişleri
dir. Başbakanın son zamanlar- Bakanlığı ve Emniyet Müdürlü-
da ağzından düşürmediği “ileri ğü yetkilileri pervasızlıklarının
demokrasi” Çılgın Türkler re- hesabını vermelidir. 
Sosyalist Demokrasi,
* BEKSAV YK Başkanı 7 Ekim 2010, n°98

Çaresizsiniz.
Alçaksınız ve sizin alçaklık listeniz, insanlık suçlarınız gide-
rek kabarıyor.
Senelerdir hükümet eden AKP, hele senin verilecek hesabın
gün be gün artıyor.
Darbe tehditlerinin kendine yönelen kadarını savuşturmak
dışında, halklarımıza karşı sürekli suçlusun.
Ve bizim, sizin gibi düzmece iddianamelere hiç ihtiyacımız
yok. Sadece bir bir sayacağız; Tuzla’yı, Karadon madenini, iş-
sizliği, yoksulluğu, kadınların öldürüldüğü sokakları, evleri,
devrimcilerin can verdiği cezaevlerini, Diyarbakır’ı, Hakkari’yi,
oyun oynarken ölen çocuk bedenlerini sayacağız.
İşsiz sayısı kadar yükselmiş olan güvencesiz çalışanların sa-
yısını da sayacağız,
Kürt halkının her gün kaldırdığı cenazeleri de. Sizi o sayı ka-
dar yargılayacağız.
Adil olacağız yani. Sizin gibi yapmayacağız.
Siz bizi korkutamazsınız. Sıra size gelene kadar, doğru bil-

151
Evrensel, 23 Eylül 2010
diğimizi yapmaktan bir an bile tereddüt etmeyeceğiz. Siz şimdi
bizim üzerimizde yeni planlar yapadurun.
Sıra asıl size gelecek.Çünkü tarihteki Spartaküs biziz. Ve bi-
zim geleneğimiz sizin topunuzun tarihinden daha köklü.
Emekçi Hareket, 30 Ekim 2010

152
HAKAN GÜLSEVEN
BEŞ VAKİT NAMAZ, BEŞ VAKİT YALAN!

Düzmece ‘Devrimci Karargah’ operasyonunun, alelacele,


karikatür gibi yapılma gerekçesi aşağı yukarı belli odu. Hane-
fi Avcı’nın kitabı üzerine Hanefi Avcı’yı da dahil edecekleri bir
salata hazırlamışlar, evde ne varsa içine tıkıştırmışlar. Devrimci
Karargah savaşçısı Orhan Yılmazkaya’nın Gazi Mahallesi’ndeki
anmasında –ki binlerle insan vardı- görüntülenmiş birileri... Bi-
rileri o birileriyle aynı partideymiş… Birilerinin üzerine ifade
varmış… mış… mış…
Neticede 13 tutuklama çıktı. Soruşturmanın düzmece ve
alelacele olduğu o kadar belli ki, pokerde ‘beş benzemez’ tabir
edilen kimseleri yan yana koyup herkesi ‘terörist’ yapmak için
klip bile hazırlamış emniyet teşkilatımız. Yazarımız Hakan Soy-
temiz; SDP’nin Genel Başkanı Rıdvan Turan, yine senelerdir SDP
ve öncüllerinden tanıdığımız Ecevit ve Ulaş; TÖP’ten Oğuzhan
Ağabey ve Tuncay; ODTÜ’den ve sonrasından yakın arkadaşım
Bilim ve Gelecek Editörü Baha Okar… Bu isimlerin hepsi değer-
li sosyalistlerdir ve fakat farklı farklı şeyler savunurlar. Kimisi
birbirini şahsen tanımaz bile… Mesela biz son referandumda
‘Hayır’ oyu verilmesini savunduk ve aramızda bunu ilk telaffuz
eden Hakan Soytemiz’di. Yanılmıyorsam Baha da referandumda
‘Hayır’ı savunuyordu. SDP ve TÖP’ün tercihi ise ‘Boykot’tu. Ya-
ni, bana birisi, “13 isim seç, bunları terörist ilan edip bir örgütten
yargılayacağız,”dese, en son aklıma gelecek şey, bu kadar ah-
makça bir kombinasyon yapmak olabilirdi!..
Anlaşılan o ki, günde beş vakit abdest alıp namaz kıldık-
tan sonra, o abdestli elleri ve ‘engin gönül’leriyle röntgenleme,
düzmece iddialar hazırlama falan gibi işlere başlayan Simon

153
Evrensel, 26 Eylül 2010

Emmi’lerin derslerine daha iyi çalışmaları lazım… Bizim alışık


olmadığımız işler bu işler. Hakikaten insanın midesi bulanı-
yor…
Cemaat medyası bir de Hanefi Avcı’yı tıkıştırdı ya bu operas-
yona, insanın tebrik edesi geliyor. 12 Eylül döneminde devrimci-
leri katleden Mersin Emniyeti’nin mümessili bu zat meğer ney-
miş de haberimiz yokmuş! Yahu, şu Simon kitabındaki iddialar
için soruşturma başlatmak hiçbir savcının aklına gelmiyor mu

154
da, Hanefi Avcı’yı alelacele bir devrimci ‘örgüt’ davasına dahil
etmeye çalışıyorlar? İnternette takip ediyorum, cemaat medyası-
nın ardından ‘yetmez ama evet’ sempatizanları da hemen başla-
mış sanal alemde devrimci hareketle ‘ergenekon’ arasında ilişki
senaryolarına.
Boşuna uğraşmayın, o kadarını beceremezsiniz…
Senaryo çok açık: Ufukurasgiller, Baskınorangiller, Ronigil-
ler, Bobigiller gibi cemaat solcuları ‘düzenin solu’ olarak kapıya
bağlanmış vaziyette havlayacak; devrimciler ise polisiye bir va-
ka düzeyine indirgenerek imha edilecek…
Devrimci hareketlere Hanefi Avcı’yı ya da benzerlerini bulaş-
tırmaya çalışarak güvenilirliklerini yok etmeye çalışacaklar. Ya-
ni her türlü dezenformasyona ve her türlü komploya hazırlıklı
olmamız gerekiyor…
Elbette bu senaryoya pabuç bırakmayız. Onlar bizim gözal-
tına alındıktan sonra, “Aslında ben Amerikancıyım,” diye ne-
damet getiren ‘ulusalcı’ çöpler gibi davranacağımızı düşünüyor
olabilirler. Halbuki biz bu topraklarda onyıllardır onca saldırıya
direndik; onca işkencelerden, kaçırmalardan, faili meçhullerden,
mahpusluklardan başımız dik çıktık; soyumuzu tüketemediler!
Yazarımız Hakan Soytemiz’in ‘DGM’ye girerkenki haline her-
kes baksın… “Bu nedir ki?!” diyor, onu tanıyan herkesin alaca-
ğı bir selam yolluyor. Kaldığı adrese uzun namlulu silahlar ve
kameralarla girdikleri anda da, “Hangi kanal?!” diyecek kadar
nüktedandı zaten!.. Bizim insan malzememiz budur; soyumuz
temizdir!..
Şimdi de yapılması gereken açıktır. Bir araya gelip, bu aşa-
ğılık komplolara karşı direneceğiz. Üstelik çıplak gövdemizle
değil; işçilerin, emekçilerin talepleriyle dikileceğiz karşılarına.
Günde beş vakit abdest alıp, beş vakit namaz kılıp, beş vakit
yalan söyleyenleri, yoksul Müslüman halkımıza teşhir ede ede
ilerleyeceğiz.
Bütün devrimci hareketlerin boynunun borcudur şimdi bir-
leşmek, bir olmak, iri olmak, diri olmak…
Red, 26 Eylül 2010

155
HAKAN KOÇAK
SOSYALİSTLERE YÖNELİK KOMPLOLARA KARŞI
DAYANIŞMA ZAMANI

İnsan olan bitene gülmek istiyor. Evet trajik sonuçları olma-


sa güleceğiz bu saçmalıklar zincirine; bir polis şefiyle birbirin-
den farklı çizgideki bir grup sosyalistin oluşturduğu şu ucube
“karargah” davasına. Memleketin 1940’ları, 50’leri yaşayan sos-
yalistleri için ne kadar tanıdık, bildik bayağı komplolar bunlar.
Malum 6-7 Eylül Olaylarını da çıkaran dönemin komünistleri
idi. Şimdi hepbirlikte gülüyoruz değil mi? Ama olaylardan bir-
kaç gün sonra toparlanıp içeri tıkılanlar o zaman gülemiyorlardı
elbet. Tıpkı geçtiğimiz günlerde malum bazı medya organları-
nın sipariş yayınları eşliğinde teşhir edilerek hapse tıkılanlar gi-
bi. Onlar da gülemiyorlardır bu traji-komik duruma herhalde.
Yakın Türkiye tarihi, solculara yönelik sayısız katliam, suikast
ve faili meçhulun yanısıra bir komplolar tarihidir de ne yazıkki.
Ama yıl 2010 ve insan bu memlekette hala bu kadar ucuz numa-
ralarla, bayağı yöntemlerle siyaset yapılmasını, solcuların tasfiye
edilmeye çalışılmasını kabullenemiyor, bir yandan öfkelenirken
bir yandan bu seviye düşüklüğü karşısında şaşırmaktan kendini
alıkoyamıyor.
Ama biz nasıl düşünürsek düşünelim, nasıl hissedersek his-
sedelim bazı kafalar şu çok bildik “çamur at izi kalsın” taktiğin-
den daha parlak formüller geliştiremiyor veya bu yöntemin her
zaman çalışacağına inanıyor. Tabii bu operasyon çok daha kar-
maşık nitelikte, birçok amacı birden gerçekleştirmeye yönelmiş,
bu belli. Ama taa Ergenekon davasının başından beri gördük ki
sosyalist solu bir şekilde karalamak, kıymetsizleştirmek, siya-
seten hareketsizleştirmek yönünde ısrarcı bir gayret var. Tüm
bu operasyondaki tutarsızlıklar, saçmalıklar çok yazıldı, çizildi,

156
bunlara ekleyecek fazla bir şey yok. Ama kanımızca bu gayretle-
rin geçici sonuçlar dışında nihai bir başarı elde etme şansı da yok.
Çünkü sosyalistlerin durdukları yer, toplumsal ve siyasal meş-
ruiyet zeminleri, etik, insani ilkelerden hareketle yürüttükleri
çabaların çamurlar içinde kaybedilmesi mümkün değil. Çünkü
sosyalist olmak-hele de bu ülkede- zaten çamura batmama sana-
tıdır. Onun içindir ki tüm niceliksel zayıflığına karşın Türkiye’de
sosyalistlerin toplumsal vicdanda, bellekte ve yaşamda kapla-
dıkları alan hiç de azımsanmayacak boyuttadır. Onlar çamura
batmadıkları, batırılamadıkları için hala ve herşeye karşın varlar
siyasette. “O kafaların” bunu hiç unutmamaları gerek.
Bazılarını sosyalist siyasetten ve emek mücadelelerinden ta-
nıdığım haysiyetli insanların özgürlüklerinin bu kirli komployla
ellerinden alınmasına çok öfkeliyim. Şu anda bu toplumun geniş
kesimlerinin vicdanı gibi benimkisi de bu durumu kabullenemi-
yor. Yıllardır darmadağın mücadele eden sol güçlerin bu vesi-
leyle güçlü bir dayanışma içine girmesini umut ediyorum. Mem-
lekete demokrasi geldi/geliyor masalına inanan, hatta bunu tüm
yaşananları göre göre yeniden üreten solcuların artık akıllarını
başlarına toplayacaklarını da umut ediyorum. Artık giderek net-
leşiyor. Gelen demokrasi filan değil olsa olsa farklı türden bir
baskı rejimi. Şimdi dayanışmanın ve uyanık olmanın zamanı.
Şimdi demokrasi ve özgürlükten sözedebilmenin ölçüsü komplo
kurbanı sosyalistlere sahip çıkmak. Bu ara dilimde dolaşan dize-
leri onların da duyabileceği bir sesle söyleyelim isterim hepbir-
likte: “Senin sesin yenilgi tanımaz, bu abluka dağılacak”
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

157
HAKAN ÖZTÜRK
MARTILARI TUTUKLADINIZ

Onlar genç bir insan olarak devrimcilikle tanıştıklarında, ön-


ceki kuşağın hepsi cezaevindeydi.
Kendi kendilerine çalan bir davulla zurnaydılar. Hudayina-
bittiler. Ama bir kere bitti mi kökü kurutulamayan ayrık otu cin-
sinden.
Sosyalizmin şen şarkılarını içlerine çekmeden, ağabey ve ab-
lalarının işkence anılarında kendini saklayan iniltiyi dinlediler.
İlk teorik kitapları “Adressiz Sorgular”dı, “Sanık Ayağa
Kalk’tı.
Sırf bir insana böyle azgınca işkence yapılabilen bir dünyayı
ortadan kaldırmak üzere yemin ettiler, yumruklarını sıktılar.
Mor külhaniydiler. “Köklerini kazıdık” dedikçe televizyon-
lar, kendilerini hınçla en dibe ekiliyorlardı.
12 Eylül en çok onları yetim bırakmıştı.
Ama alıştılar, ama öğrendiler isyana davet eden bildirilerin
imlasını yavaş yavaş.
Korksalar da kaçmıyorlardı artık köpeklerden.
Sokaklarda, gecekondularda, kampuslarda kontrolsüz konu-
şuyor, ufak ufak ilişmeye başlayan poliste susuyorlardı.
Onlar 12 Eylül sonrası kıyıların martılarıydılar.
Eğer denizde nasip yoksa balıkçıların kasasından çalmayı öğ-
renmişlerdi.
Bedenlerindeki ağrı sızı için bir of demeyi ayıp sayarlardı
ama sosyalizm diye bildikleri diyarlar 1989’da viran olunca, ilk
kez belleri büküldü.
Öküz ölünce bıçak çekenler çoğalmıştı. Ama olsun, dediler en
kötü olan en olanaklı olandı.

158
“Ne oldu?” sorusunun yükü omuzlarındaydı. Yükü bırakan-
lar çoğaldıkça, ipler daha fazla kesti onları.
İpleri bırakanlara mı üzülselerdi, daha fazla kesildiklerine
mi?
Carlos Santana, Cohen ve Bernardo Bertolucci’nin Budizm’e
gönül verdiklerini duydular.
1900 bir, 1900 iki ve Konformist’ten sonra Budizm ha. Yazık-
lar olsun.
Cem Karaca, Özal’ın elini öpmüştü. Gör akan o yaşları…
Onlar hayallerinde kalan geçkin artistlere aşık az sayıda ço-
cuktular.
Ama cellatlarına ve kendilerine aşık değillerdi.
Kendileriyle barışık da değillerdi. Onlar da sosyalizmin diya-
rının neden viran olduğu üzerine düşünüyorlardı. Kendilerine
vasiyet edilmiş sloganları gökyüzüne kaldırılmış, bir bebek gibi
taşıyorlardı ama bir yandan da hipotetiktiler.
Kendileriyle barışık değil, iç savaşıktılar.
Lise, üniversite böyle geçti.
Dersleri toparlamak için örgütü bırakmadılar. Sosyalizmi do-
çentlik tezi sanmadılar asla.
Eylemlere “hafta sonu ne yapak” tarzı katılmadılar. PKK’ye,
PeKaKa diyen Taraf köşe yazarlarını şovenizmin esas eleştiricisi
görmediler.
Hiçbir zaman kusurlarını fazilet saymadılar. Ayıplarını ört-
mek için yalan konuşmadılar.
Onlar, sosyalizm hayal kırıklığı yarattığı tehlikeli şehirlerde
yaşamaya kalkışmış martılardı.
Fetullahçı ibişler, sizler o çocukları tutukladınız 21 Eylül
komplosuyla bir sabah.
Şunu aklınıza koyun.
Onlar 90’ların ve 2000’lerin devrimcileridir. Gül kurutur,
huysuz çocuk emzirirler.
Genç diye aldanmayın sakın. İki cihan harbi görmüş gibidir
hepsi. (Bazı Büyüklerimiz de gerçekten eski topraktır, hepsine
saygılarımı sunarım. Onlar ayrı ilim gerektirir.)
Az suyla çok yol almasını bilirler. Teyemmümle namaza alı-
şıklardır. Haberiniz ola.

159
2000’lerin devrimcilerine ne yapacağınızı bilememenin şaş-
kınlığını görüyorum hepinizde. Yargısız infaz düşünseniz (me-
taforik anlamda değil ama) olmuyor. Korkutsak deseniz kork-
muyor. Terörist deseniz uymuyor.
Liberalleştirelim gel deseniz gelmiyor, teşekkür kabul etmi-
yor. Oy verdirseniz boykot ediyor.
Kırk kere tembih etseniz kapıcı çocuklarıyla oynuyor, Kürt
çocuklarıyla ağacaçıkıyor. Eve IMF’yi davet etseniz demliği de-
viriyor.
1 Mayıs’ta Taksim’e karakol kursanız, karakoldan kaçıyor…
Devletin ekmeğine, suyuna, yanmayan kaloriferine yazık.
Boşu boşuna tutukladınız SDP’li ve TÖP’lü kardeşlerimizi.
Göreceksiniz bu da çare değil.
Çok beceriksizsiniz. Penguen gibi gözüküyorsunuz. Karar-
gah kelimesini gördüğünüz her yerde “Bu devrimci karargah
mı?” diye sorgu olmaz. İnsan hayatı boyunca 300 bin kere “ka-
rargah” der. Her insan der.
Tutuklamalarınıza bir gerekçe bulmaya bile tenezzül etmi-
yormuşsunuz duyduğuma göre.
Sizden önceki ağabeyleriniz de böyleydi. Sandalyeden düştü
öldü derlerdi, kendini kapıya astı…
İşkenceyle öldürdükleri insanlarla ilgili doğru dürüst bir
ölüm gerekçesi bile sunmuyorlardı.
Ama ne oldu, yıkıldı gitti Likya. Sizin de zulmünüz bu kadar
çok ve temelsiz olsun ki çabuk yıkılın.
Emekçi Hareket, 18 Ekim 2010

KAİDEYİ BOZMAYIN

Gizlice çekilmiş görüntüleri ifşa edilerek Deniz Baykal’a karşı


sonuç alan bir komplo yapılmış olması kötü bir eğilimi yükselt-
ti.
Deniz Baykal’ın görüntülerinin gizlice çekilmiş olması sorun
olmadı.
Görüntülerin Baykal’ın kesinlikle özel kalması gereken haya-
tına dair olması sorun olmadı.

160
Askeri müdahale tehdidinin imkanıyla siyaset yapmaya kal-
kıştığı yani siyasetin meşru sınırlarının dışına çıktığı için eleşti-
rilen Baykal’a tamamen siyaset dışı bir yolla saldırılmış olması
sorun olmadı.
Herkes çok fazla Kurtlar Vadisi izliyordu ve oradaki gibi bir
senaryo kimseyi fazla rahatsız etmedi.
Baykal’ın müstehcen görüntülerini görmüştük. Daha ne ge-
rekirdi ki?
O da öyle yakalanmasaydı yani.
Bunun siyasetle ne alakası var?
Hiç ama önemli değil.
Cin şişeden çıktı. Siyasetin dışındaki alçakça bir yol çok geniş
bir şekilde açılmış oldu.
Deniz Baykal’ın bu metotla etkisiz hale getirilmesini CHP de
kabul etmese iyi olurdu diyeceğim ama maalesef bu işin altında
CHP’lilerin olduğu konuşuluyor.
Hakikaten küçük Amerika olmuş durumdayız. Amerika’nın
yine tekniğini değil ama ahlaksızlığını alıverdik.
Memlekette ana muhalefet partisinin genel başkanına bu ya-
pılabiliyorsa geri kalanımızın vay haline.
Bu durum karşısında sürekli askeri müdahale ile yani siyaset
dışı faktörlerle tehdit edildiğini söyleyerek şikayet eden Tayyip
Erdoğan ne yaptı? Bu komployu benimsedi. Görüntülerin içeriği
hakkında görüş belirtmeye başladı. Bundan yararlandı.
Ama kendisi siyaset dışı faktörlerin mağduruydu güya.
Baykal’ın siyaset dışı faktörlerle mağlup edilmesini canı gö-
nülden onayladı.
Genel olarak başbakanın, siyaset yapanların ve toplumun du-
rumu bu. Ortalığı Kurtlar Vadisi’ndeki gibi yönetmek isteyenle-
rin yararlandığı zemin de bu.
Bu zeminden Fetullahçılar yararlanmaz mı?
Yararlanır tabii ki. Neden yararlanmasın?
Aynı familyadan olan Erdoğan’ın Baykal’a yönelik komploya
ilişkin tutumu ortada.
Fetullahçılar, Sosyalist Demokrasi Partili ve Toplumsal Öz-
gürlükçü arkadaşlarımıza da aynı ana fikirle davranıyor.
Bu defa, “Pensilvanya’dan gelen samimi üzüntü telefonları”

161
da yok dikkat edilirse.
SDP genel başkanının önüne alıp bir CD’de toplanmış görün-
tülerini koyuyorlar.
Bu sefer de görüntüleri titizlikle hazırlamışlar.
Ne var görüntülerde? Devrimci Karargah örgütünün eylem-
leri.
Başka ne var? Gayet normal basın açıklamaları ve eylem gö-
rüntüleri.
Her partinin yaptığı eylemler.
Sayın AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sosyalist
Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan’a kendi siyaseti
dışındaki unsurlarla hücum edemezsiniz. Buna hakkınız yok.
SDP Genel Başkanı’nın silahlı bir örgütle elbette ki ilişkisi
yoktur.
SDP’nin kendi siyaseti ve eylemleri hukuk çerçevesinde is-
tendiği kadar tartışma konusu edilebilir ama başka bir örgütün
eylemlerinin görüntüsü devreye sokulamaz.
Her şeyin bir kaidesi var. Kimse kaideleri bozmaya kalkış-
masın.
Otuz senedir Kürt halkına karşı bozulmuş kaidelerin bedelini
ödüyoruz.
Güvencesiz hale getirilen TEKEL işçilerinin yanında yer aldık-
ları için kızılıyor aslında SDP ve TÖP’e.
Kürt halkının, genç liselilerin, kadınların yanında yer aldık-
ları için kızılıyor.
Vicdansız, egoist ve liberallerin dünyasında örgütlü mücade-
le yürüttükleri için kızılıyor.
Onlar kendileriyle çelişenlerden dostluk temenni etmiyorlar.
Hiçbir kavgada ağlayıp sızladıkları da görülmedi daha.
Tek istedikleri hile yapılmadan dövüşülmesidir.
Ortalığa asılsız CD’ler atıp müstehcen görüntüler yaratmaya
çalışmak ise müstekrehtir.
Günlük, 5 Ekim 2010

162
HAVAN TOPUNU AKP KULLANIYOR

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ismini anıp ağladığı Nec-


det Adalı var ya... İşte en son gerçekleştirilen operasyonlarla tu-
tuklanan Sosyalist Demokrasi Partisi’nden insanlar onun vefalı
arkadaşlarıdır.
Recep Bey, Necdet Adalı sadece haksız yere idam edilmiş biri
değildi.
Necdet Adalı, fikir sahibi olan bir insandı.
Necdet Adalı, sizin daha yeni idrak etmeye çalıştığınız Kürt
meselesini, on yıllar önce, o gencecik yaşında kavrayabilmiş bi-
risiydi.
Necdet Adalı, sizin gibi sadece kendisi için değil, halkı için
demokrasi istemeyi ahlak edinmiş birisiydi.
Tutuklattığın SDP’liler işte o Necdet Adalı’nın öz kardeşleri-
dir.
Bir de Hikmet Kıvılcımlı diye büyük bir çınar var.
Belki danışmanların bilgi vermediler henüz sana.
O, kimse daha bir sorun olarak kavrayamıyorken, Kürt me-
selesini 1930’larda kavramsallaştırmış birisidir. Danışmanlardan
üç-beş önemli isim ezberlemek değil ama bak. Kavramsallaştır-
mak.
Öyle birisidir ki Hikmet Kıvılcımlı, emin ol bir tane ‘kalın’
kitabını okusan sen bile değişirsin.
İşte Toplumsal Özgürlükçüler onun yolunun yolcusudurlar.
Onları tutuklattın.
Red, Dönüşüm, Bilim ve Gelecek dergilerinde çalışan insan-
ları da tutuklattın sen.
Referandum sonrasında 12 Eylül’den kurtulacağımızı toplu-
ma müjdelerken, herkese tam bir 12 Eylül senaryosu yaşattın.
Efendim, Devrimci Karargah örgütü ile ilişkisi olma ihtimali
olanlar SDP’ye üyeymiş.
Bu ne temelsiz bir suçlamadır.
SDP demokratik bir örgüttür. Programatik görüşlerini kabul
ettiğini söyleyen herkes SDP’ye üye olabilir. SDP ne yapacak?
Üye olmak isteyen insanlarla ilgili mahkeme mi kuracak? Sizin
kanunsuz bir şekilde herkese yaptığınız gibi evini-telefonlarını

163
İHD Genel Merkezi, Ankara, 23 Eylül 2010
mı dinleyecek, başka nereyle ilişkisi var diye?
Hadi bazı üyeleri Devrimci Karargah’la ilişkili olmakla suç-
ladınız, peki partinin genel başkanı Rıdvan Turan kardeşimizi
neyle suçluyorsunuz? O aynı zamanda başka örgüte de mi baş-
kan?
Ey Tayyip Erdoğan partimi kapatacaklar diye yaygarayı ba-
sıyordun. Şimdi bir başka partiye saldırıp genel başkanını tutuk-
lattırıyorsun.
İşte senin riyakar demokrasin budur.
12 Eylül’den beter olmak budur.
Önceden solcular-sosyalistler hiç değil ise kendi içinde yer al-
dıkları örgütlerden, yaptıkları eylemlerden yargılanırlardı. Şim-
di bu ‘kazanımımızı’ da kaybettik.
Yasal partinin, yasla dergi çalışanlarının önüne getirip havan
topunu koyuyorlar.
‘Söyle bakalım bunu niye yaptın?’
Buyur buradan yak.
İnsanların katıldığı mitingleri yasadışı ilan ediyorsan, et.

164
İnsanların yaptığı basın açıklamalarını yasaklıyorsan, yasak-
la.
İnsanların yaptığı konuşmaları mahkemeye vereceksen, ver.
Ama havan topunu önüne koyup ‘bunla ilişkin ne?’ demek
saçmalıktır.
Sen Sosyalist Demokrasi Partisi’nin genel başkanına bunu so-
ramazsın.
Sen Toplumsal Özgürlük Platformu’nun sözcüsüne bunu so-
ramazsın.
Buna hakkın yok.
Eğer bu yapılabiliyorsa, o havan topundan kimsenin kaçabil-
me şansı yoktur.
Asıl AKP hükümeti o havan topuyla herkesi vurabilir ve vu-
ruyor.
Asıl o havan topunu kullanan AKP hükümeti.
Asıl biz ona soruyoruz: ‘Bu havan topu ne?’
Yeni öğrendik ki, bu sefer de Sosyalist Parti’nin adana il örgü-
tüne ses bombası atılmış.
Adana’da bomba atan değil, bomba atılan yine biziz.
Bize havan topunu, bombayı soranların hiç uzağa gitmesine
gerek yok.
Bomba Sosyalist Parti’nin içinde değil, kapısının önünde.
Bizde havan topu yok ama kapımızın önünde bombalar var.
Günlük, 28 Eylül 2010

165
HAKAN TAHMAZ
NE DEDİNİZ, DEĞİŞİM Mİ?

Bu operasyon, hukukun ne derece keyfiyet içerdiğini, de-


mokratik zeminin ve siyasetin ne derece karmaşık bir durumda
olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu operasyonla bu zemindeki
aktörlerin oyunu kuralına göre oynamadıkları bir kez daha tescil
edildi.
12 Eylül’de yapılan anayasa referandumunun sonuçlarına
bakarak Türkiye’de değişim sürecinin hızlanacağı hevesine ka-
pılanların, Hanefi Avcı operasyonundan sonra bu iddialarını
gözden geçirmelerinde yarar var. Aksi durumda insanlar bu id-
dia sahiplerinin akıl sağlığından kuşkuya kapılacaklar.
Çünkü referandumun galibi bir anlamda Fettullah Gü-
len cemaati. Referandum gecesi AKP lideri ve Başbakan R. T.
Erdoğan’ın Gülen’e desteğinden dolayı teşekkür etmesi, AKP
içersindeki koalisyon dengesinin cemaat lehine bozulmasının
işaretidir. Bunun kendini açıktan hissettirdiği alanlar ise polis ve
yargıdır. Zaten AKP içi, koalisyon çatışmasının, dışa vurulduğu
alanlar buralardı. Bilindiği gibi Gülen, uzun dönemdir bu iki
alanda güçlenmeye çalışıyordu. Bunda başarılı oldu. Bu durum
cemaatın hükümeti teslim alması ve bu alanlarda istediği gibi at
koşturmasına yol açmıştır.
Cemaat fütursuzlaştı
Hanefi Avcı’yı, malum kitabı yazmaya iten en önemli etken-
lerden biri de bu çatışmada Gülen cemaatinin kazanmasıydı za-
ten. Bu nedenledir ki, sosyalistlerle, devrimcilerle; işkenceci ve
solcu avcısı eski istihbaratçıyı aynı örgüt mensubu olarak göste-
recek kadar fütursuzlaşma cesaretini gösterebiliyorlar.
Gözlerini o derece karartmışlar ki, 40 yıllık Mahir Sayın’ı ve

166
Birgün, 22 Eylül 2010
SDP’nin genç Genel Başkanı Rıdan Turan’ı işkencesiyle ve istih-
baratçılığıyla ün salmış Avcı’yla aynı kuyuya atmaya çalışacak
kadar aptallaşabiliyorlar.
O derece fütursuzlaştılar ki, bizzati kendi hukuklarını ayak-
lar altına alarak, sosyalistleri mahkum etmeye çalışıyorlar. O de-
rece fütursuzlaştılar ki, kendilerine ihanet ettiğini düşündükleri
Hanefi Avcı’dan intikam almak için sosyalistleri “kullanmakta”
kaçınmıyorlar.
Bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyorlar. Bir taraftan sosyalistle-
ri çetrefilli ilişkiler içinde göstererek toplum nezdinde karalama
kampanyası yürütüyorlar. Bu nedenle bir solcunun işkenceci-
siyle barışık hayat yaşaması gibi tuhaf ve anlaşılması imkansız
durumu sürekli işliyorlar.
Bu operasyon, hukukun ne derece keyfiyet içerdiğini, de-
mokratik zeminin ve siyasetin ne derece karmaşık bir durumda

167
olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu operasyonla bu zemindeki
aktörlerin oyunu kuralına göre oynamadıkları bir kez daha tescil
edildi. Demokratik siyaset zemininin ihtiyaçlarına göre davranış
sergileyememek hukuksuzluğu ortaya çıkarıyor. Demokratik
zemini darlaştırıyor. Bu bakımdan da Avcı operasyonundan çı-
karılması gerek sonuçlar bulunuyor.
Hukuksuzluğa karşı mücadele
Şimdi bu hukuksuzluğun ve fütursuzlaşmanın nasıl durdu-
rulabileceği daha fazla önem kazandı. Özellikle de bu konuda
sol liberallerin takınacağı tutum Türkiye’nin geleceği açısından
oldukça önemlidir. Çünkü kuralsızlığın kural haline gelmesinin
güçlü bir eğilim olarak ortaya çıktığı koşullarda, buna itiraz et-
mekten, çeşitli nedenlerle imtina edilmez, değişimin gerçek di-
namiğinin zayıflatılmasına göz yummaktır. Bu tutum egemen si-
yasete biat etmek veya en hafif deyimle rıza göstermek gibi ağır
ve izahı mümkün olmayan bir tutum olur.
Son operasyon, Ergenekon soruşturmasıyla başlayan süreçte
yeni bir kırılmanın ipuçlarını verdi. Ergenekon soruşturmasına
destek verenlerin kendilerini sorgulamasına yol açtı. Hukukun
ve yargının ne derece siyasal olduğunun görülmesine ve sorgu-
lanmasına da yol açtı.Bunun doğru sonuçlara ulaşması operas-
yonlara karşı doğru direniş çizgisinin geliştirilmesiyle mümkün-
dür.
Bu açıdan yapılabilecek oldukça fazla şey olduğu akıllardan
çıkarılmamalıdır. Geleceği kazanmak savıyla, bugünü geçiştire-
cek taktikler geliştirmek ya da tarihe iz bırakmak adına “sol ço-
cukluk hastalığına” kapılmak, yapılabilecek en büyük yanlışlık
olur.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

168
HALİT ELÇİ
‘KORKU İMPARATORLUĞU’NA TESLİM OLMAYACAĞIZ

Bir sabah, saat 5 sularında kapınız çalınıyor. Uyku sersem-


liğiyle kapıyı açıyorsunuz ve karşınızda size doğrultulmuş si-
lahlar, kar maskeli adamlar görüyorsunuz. Adamlar önce sizi
“etkisiz hale” getirdikten sonra büyük bir hızla gürültüler ve
homurtular (evet, homurtu şeklinde sesler) çıkararak eve dağılı-
yor. Uyumakta olan insanlar gürültünün etkisiyle uyandıkların-
da, tepelerinde kendilerine yöneltilmiş silahlarıyla kar maskeli
adamları görüyorlar. “Kim bu adamlar? Neler oluyor?” demeye
fırsat bulamadan yere yatırılıyorsunuz, sertçe üzeriniz aranıyor.
Bir süre sonra Amerikan aksiyon filmlerinden çıkmışa ben-
zeyen bu insan mı, robot mu olduğu anlaşılmayan yaratıklar,
yerlerine daha insan görünümlü birilerini bırakarak evi terk edi-
yorlar. Bu kez başka bir eziyet başlıyor. Ev, köşe bucak, didik di-
dik aranıyor. Önce bilgisayarlarınız, ardından kameralarınız, ses
kayıt cihazlarınız “ele geçiriliyor”. Evinizin duvarları, kapıları,
masaları (parmak izi aramasında kullanılan) spreyle sıkılan bo-
ya benzeri bir maddeyle kirletiliyor. İç çamaşırı çekmecelerinize,
çocukluk/gençlik fotoğraflarınızın olduğu kutulara el atılıyor;
bebeğinizin yattığı oda ve eşyaları dahil bütün odalar sıkı bir
aramadan geçiriliyor; yıllardır satır satır yazıp sakladığınız def-
terleriniz, notlarınız, şiirleriniz “suç kanıtı” olarak götürülmek
üzere resmi kayıtlara geçiriliyor.
***
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Rıdvan Tu-
ran, Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) sözcüleri Oğuzhan
Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz ile bu iki siyasi örgütün yönetici
ve üyeleri; yanı sıra aralarında çeşitli yasal yayınların çalışanları

169
ve 70 yaşındaki eski bir sendikacının bulunduğu toplam 17 kişi,
muhtarlık kayıtlarında bulunan ikametgah adreslerinde gözal-
tına alındı ve 4 günlük gözaltı süresinden sonra kelepçelenerek
Adliye’ye götürüldü. 17 kişiden ikisi savcılık tarafından, ikisi de
mahkeme tarafından serbest bırakılırken, 13 kişi tutuklanarak
hapse kondu.

BİR TAŞLA BİRKAÇ KUŞ

Yasal bir partinin genel başkanının, açık siyasi faaliyet yü-


rüten, adresleri, işyerleri belli olan bu insanların evleri neden
sabahın saat 5’inde kar maskeli, çelik yelekli kişiler tarafından
basılır? Bütün faaliyetlerini açık alanda yürüten, kendi siyasi
hareketlerinde yöneticilik ve aktif militanlık yapmış olan bu in-
sanlar, yaşamları boyunca savundukları ideolojik-politik görüş-
leriyle hiçbir ilgilisi olmayan illegal bir örgütün üyesi olmakla
nasıl suçlanabilir?
Bunun tek bir adı vardır: Komplo. Cumhurbaşkanlığı seçi-
minden 12 Eylül Referandumuna kadar çeşitli hamlelerle artık
statükocu güçler karşısında üstün duruma geçen ve “devletle-
şen” AKP ile özellikle onun içindeki Fethullahçı yapılanmanın
bir komplosudur bu.
Daha önce AKP ve Cemaatle ilişkili olduğu görülen Hanefi
Avcı’nın son dönemlerde (egemen güçler arasındaki) diğer ka-
nada yanaştığı ve “Haliçte Yaşayan Simonlar” kitabıyla saldı-
rıya (ya da kimine göre savunmaya) geçtiği biliniyor. Cemaat
yayınları bundan sonra Avcı’ya karşı harekete geçmiş ve özel
yaşamına varana kadar zayıf noktalarından vurulmaya çalışıl-
mıştı. Sorguda sorulan sorulardan ve (gizlilik kararı nedeniyle)
sınırlı ölçüde edinilen dosya bilgilerinden anlaşıldığına göre TÖP
ve SDP’ye yönelik operasyonun hazırlıklarının başlangıcı 1,5 yıl
öncesine kadar gidiyor. Bundan da anlaşılıyor ki, Emniyet’teki
Cemaatçi yapılanma, Avcı’ya yönelik kampanyaya, onu TÖP-
SDP operasyonu üzerinden illegal bir sol örgütle ilişkilendirerek
yıpratma/baskı kurma hamlesiyle katıldı.
Sosyalist ve demokratik güçlere yönelik gözaltı/tutuklama/
mahkumiyet dalgaları son 1 yıldır giderek yoğunlaşıyor. 1700

170
kişilik KCK davasının yanı sıra ESP’ye yönelik dalgalar halinde
operasyonlar yapılıyor; Halkevleri ve Sosyalist Parti üyelerine,
Odak dergisi okurlarına, TAYAD’lılara yönelik tutuklamalar bir-
birini izliyor. Yakın zamanda kimi gençler sırf Kızıldere şehitle-
rini andıkları için mahkum edildiler.
TÖP ve SDP’ye yöneltilen saldırı ise, genel hedeflerin yanı sı-
ra, bu iki yapının bir birlik sürecini başlatmış olmasının ve Kürt
halk hareketiyle geleneksel yakın ilişkilerinin yaratabileceği po-
tansiyel tehlikeye yönelik olarak görülebilir.

SALDIRI HEPİMİZE

Oğuzhan Kayserilioğlu, Rıdvan Turan, Tuncay Yılmaz, Gü-


nay Kubilay… Sol kamuoyu bu kişileri yakından tanıyor. Onlar
siyasi görüşlerini sokaklarda, meydanlarda, kürsülerde açıkça
savundular. Kendi örgütlerinin dışında bir illegal örgütün üyesi
oldukları şeklindeki iddia, böylesine ağır sonuçları olmasa, ko-
mik bulunabilirdi ancak. Ancak bu arkadaşlarımız polisin hazır-
ladığı senaryo doğrultusunda mahkeme tarafından tutuklandı.
Ortada büyük bir yalan var. Bu yaşananlar, AKP’nin “ileri
demokrasi”sinde bundan sonra neler olabileceğinin bir göster-
gesidir.
Bundan böyle herkes, yukarıdaki baskın sahneleriyle karşı-
laşabilir. Her sosyalist, her demokrat, her aydın ve sanatçı, bin-
lerce saatlik telefon dinlemelerine, şuradan buradan derlenmiş
uydurma delillere, itirafçı ifadelerine dayanılarak, uyduruk bir
senaryoyla, siyasi görüşleriyle en ufak bir ilgisi olmayan bir ör-
gütün üyesi olarak tutuklanabilir ve ortalama 1 yıl hiç mahke-
meye çıkarılmadan, yani savunma yapma imkanı bulamadan
hapiste tutulabilir. Siyasi iktidar sadece gözaltı/tutuklama/
mahkumiyetle değil, elindeki muazzam medya olanaklarıyla,
psikolojik harekat uzmanlarınca hazırlanmış kara propaganda/
dezenformasyon içeren haber paketleriyle adınızı kirletebilir.
Bu saldırı hepimizedir. Bu saldırı tüm muhalifleredir. Yaratı-
lan psikolojik ortam, insanların telefonda sıradan konuları konu-
şurken bile kendisini kontrol etmesine, hiç olmadık yere kaygılar
duymasına neden oluyor. Çünkü “suçlanmak” için “suçlu” ol-

171
manız gerekmiyor. Birileri, sırf sizi kendi çıkarlarına aykırı gö-
rüşler savundunuz diye hapse atabiliyor ve kamuoyu nezdinde
“suçlu” olarak gösterebiliyor.
Bu Korku İmparatorluğu kurma planını bozmak elimizde.
TÖP ve SDP’ye yönelik saldırıya karşı sosyalist ve muhalif güç-
lerin gösterdiği güçlü dayanışma, ardından başlayan kampanya
sürecinde ve protesto eylemlerinde gerçekleşen geniş katılım
umut vericidir. Egemenlerin yaratmak istediği korku bulutlarını
ancak tüm sosyalizm ve demokrasi güçlerinin ortak aklı ve gü-
cüyle dağıtabiliriz.
Birgün, 28 Ekim 2010

21 EYLÜL KOMPLOSUNU BOŞA ÇIKARACAĞIZ

21 Eylül sabahı Toplumsal Özgürlük Platformu (TÖP) ve Sos-


yalist Demokrasi Partisi (SDP) yönetici ve üyelerinin evleri, SDP
binaları kar maskeli, çelik yelekli kolluk kuvvetleri tarafından
basıldı. Yoldaşlarımız, polisin senaryosu çerçevesinde alınan ki-
mi başka kişilerle birlikte tutuklandı.
Bu operasyon, baştan sona bir komplodur. Burjuvazi kendi
hukukunu hiçe saymış ve tamamen düzmece bir senaryo uydu-
rarak yoldaşlarımızı hapse atmıştır. Yoldaşlarımız, uzun yıllar
içinde mücadele ettikleri siyasi hareketlerinin faaliyetlerinden
dolayı değil, Devrimci Karargah adlı örgütün üyesi olmakla
suçlanarak tutuklandı. Bunun düpedüz bir yalan olduğu açık-
tır. Gerek TÖP gerekse SDP’nin tarihlerinden bu yana izledikle-
ri ideolojik-politik çizginin sözkonusu örgütün çizgisiyle hiçbir
ilişkisinin ve yakınlığının olmadığı da politikayı az çok izleyen
herkes tarafından net biçimde bilinmektedir.
Ama bu büyük yalan, yaygın medyada ve özellikle AKP’ye
yakın ve Fethullahçı çeteye ait TV kanalları, internet siteleri ve
gazetelerde, yanı sıra yaygın medyada binbir türlü yalan ve çar-
pıtmayla karıştırılarak sunuldu; tam bir psikolojik harekat yürü-
tüldü. Daha savcılık sorguları tamamlanmadan (Mahkeme kara-
rının açıklanmasından yaklaşık 12 saat önce) Fethullahçı medya-
da yoldaşlarımızın tutuklandığı haberleri çıktı. Keza Emniyet’in

172
servis ettiği bir video, yaygın medyada günlerce yayımlandı.
Gözaltı süresinde bu operasyona ilginç bir isim eklendi. Geç-
tiğimiz haftalarda bir kitap yayımlayarak devlet içindeki Fethul-
lahçı örgütlenmeyi anlatan, kendisi de yakın zamana kadar bu
cemaatin ve AKP’nin yandaşı olarak tanınan, devletin ve Emni-
yet teşkilatının önemli isimlerinden olan -yakın zamana kadar-
Eskişehir Emniyet Müdürlüğü yapan, hayatını devrimcilere ve
Kürtlere karşı işkence, baskı ve yıkım operasyonlarıyla geçirmiş
olan Hanefi Avcı, medyada, operasyonda gözaltına alınan bir
kişi (Necdet Kılıç) üzerinden Devrimci Karargah’a yardımcı ol-
makla suçlandı. Ardından da gözaltına alınıp tutuklandı. Bu öy-
lesine büyük bir saçmalıktı ki, bu senaryonun yazarları burjuva
medyanın yazarlarını, yorumcularını bile buna inandıramadılar.
Avcının kirli adının yoldaşlarımızla birlikte anılması her ne ka-
dar incitici olsa da, onun sözkonusu örgütle ilişki içinde olduğu
suçlaması, bu davanın mantıksızlığını, saçmalığını ve hukuk dı-
şılığını gösterme bakımından iyi bir göstergedir.
Belli ki bu operasyonun yapılmasına karar veren karanlık
güçler, bir taşla birkaç kuş vurmak istiyorlar. Bir yandan komü-
nist güçlere darbe vururken, diğer yandan kendi iç hesaplaşma-
ları için bu davadan yararlanmayı amaçlıyorlar.

21 EYLÜL KOMPLOSU NEDEN YAPILDI?

Bu operasyonun siyasi sorumluluğu kuşkusuz AKP Hükü-


metine aittir. AKP iktidarı içinde de Fethullah Gülen uluslara-
rası çetesinin bu operasyonda özel olarak öne çıktığı görülüyor.
Cemaatin devlet içindeki ilişkilerini (kendi çıkarına uyduğu
ölçüde) deşifre eden Hanefi Avcı’nın ezilmesi amacına yönelik
olarak TÖP ve SDP’ye yapılan operasyondan yararlanılmıştır.
Ancak TÖP ve SDP’ye yönelik düzenlenen bu komplo, çok daha
geniş bir resmin bir parçasını oluşturmaktadır.
AKP, egemen sınıf içindeki iktidar mücadelesinde asıl olarak
gücünü Anadolu sermayesinden alan ama genel olarak tekelci
sermayeyi temsil eden bir parti olarak yer almaktadır. AKP Hü-
kümeti, Ordu ve genel olarak “devlet sınıfı” ile köklü bir çatış-
maya girmiyor ama arkasını dayadığı küresel ve yerel burjuvazi-

173
den aldığı güçle devlet iktidarını ele geçirmek için hamle üstüne
hamle yapıyor. AKP önce hükümet oldu, sonra cumhurbaşkan-
lığı makamını ele geçirdi, sonra YÖK’e hakim oldu, son Askeri
Şura’da Ordu’nun içine müdahale etti ve en son 12 Eylül referan-
dumu ile yargı kurumunda önemli mevziler kazandı.
İktidar mücadelesi sürmekte, statükocu güçler de çeşitli ham-
leler yapmakta, eski güçlerine kavuşmaları mümkün olmasa
da konumlarını korumaya çalışmaktadırlar. (Örneğin, Hanefi
Avcı’nın egemen sınıf içinde taraf değiştirmesinin nedeni henüz
açık değilse de, bu kişi yayımladığı kitapla birlikte statükocula-
rın cephesinden bir hamle yapmıştır.) Ancak artık AKP/burjuva-
zi iktidar mücadelesinde üstün duruma geçmiştir ve üstte güreş-
mektedir. AKP, hükümet olmaktan iktidar olmaya geçmekte ve
“devletleşmektedir.” Devlet reflekslerini üstlenmektedir. TÖP ve
SDP’ye yönelik saldırıda bu refleksin önemli bir payının olduğu
görülüyor.
Sermaye sınıfının AKP eliyle yürüttüğü iktidarlaşma çabası,
aynı zamanda egemen sınıfın toplumu/devleti mevcut dünya ve
Türkiye koşullarına, kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak yeni-
den örgütleme, biçimlendirme girişimidir. Devlet, Avrupa’daki
devletlere benzer biçimde, emekçileri ve ezilenleri yönetmede
şiddeti geri plana iterken, “kontrol”ü ön plana çıkaracak şekilde
yeniden örgütlenmektedir. (Elbette devlet şiddet tekelini elin-
de tutma konusunda “hassas” olmaya devam edecek ve kont-
rolün yetmediği noktalarda acımasız şiddetini kullanmaktan
kaçınmayacaktır.) Bu, Türkiye koşullarında bir bakıma “asker
devleti”nden, “polis devleti”ne geçiş demektir. Gözaltında artık
işkenceye fazlaca gerek görülmemektedir. Çünkü teknik olanak-
lar sayesinde insanlar öylesine sıkı biçimde kontrol edilmekte ki,
telefon dinlemeleri, şehirlerin bütün caddelerini hatta sokakla-
rını 24 saat kaydeden kameralar, banka kartları, ulaşım kartları
(bilet yerine), hastane kayıtları, vergi kayıtları vb. onlarca yolla
hedef alınan kişinin özel/genel hayatının bütün ayrıntılarına
ulaşılabilmekte ve bunlardan arzu edilen her türlü “suç kanıtı”
sağlanabilmektedir.
Kurulmakta olan yeni siyasi düzen, liberallerin/sol-
liberallerin pompaladığı hayallere uygun biçimde “demokratik”

174
bir düzen değildir. Hele Erdoğan’ın referandum sonrasında söy-
lediği gibi “ileri demokratik düzen” hiç değildir. Tersine, yuka-
rıda anlatıldığı gibi genel olarak bireyi, özel olarak işçi ve emek-
çileri ve ezilenleri en rafine “bilimsel ve teknik” yöntemlerle tam
denetime sokmayı, felç etmeyi amaçlayan otoriter, “modern ge-
rici” bir polis düzeni kurulmaktadır.
AKP eliyle yürütülen bu devletin/toplumun yeniden örgüt-
lenmesi girişimi, küresel sermayenin dünyayı yeniden biçimlen-
dirme amacına ve ABD’nin bölgede Türkiye’ye yeni bir misyon
verme politikasıyla da uyum içindedir. Türkiye, ABD’nin hima-
yesi altında kendi bölgesinin (Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu)
liderliğine soyunmaktadır.
Bu durumda Türkiye’nin emekçi ve ezilenlerinin kontrol al-
tında tutulması daha da önem kazanmaktadır.

NEDEN SDP ve TÖP?

TÖP ve SDP’ye yönelik saldırının temel nedenlerinden biri, bu


iki yapının Kürt halk hareketiyle dayanışma içinde olmaları ve
iki halkın mücadele birliğini ısrarla ve kesintisiz biçimde uzun
zamandır savunmaları, bu görüşlerini samimiyetle hayata geçir-
meleridir. İki yapı, Türkiye’nin emekçi ve ezilenleriyle Kürt hal-
kının birliğini savunan Demokrasi İçin Birlik Hareketi’nin oluş-
ması ve yürümesinde oldukça etkin roller üstlenmiştir. Bunun
ötesinde de her türlü dayanışma ve ortak mücadele deneyimini
yaşamıştır. 21 Eylül komplosunda tutuklanan Rıdvan Turan ve
Tuncay Yılmaz, 2009 Mart yerel seçimlerinde Demokratik Top-
lum Partisi listesinden İstanbul Sancaktepe ve Sarıyer ilçelerinde
belediye başkan adayı olmuştur.
AKP Hükümeti ve derin devlet Türkiyeli sosyalistlerin Kürt
halkıyla bağ kurmasından son derece rahatsızdır. Bu bağı kur-
makta ısrarlı davranan sosyalistler bu nedenle hedef tahtasına
konmaktadır. Türkiyeli sosyalistler henüz bir toplumsal güç ol-
mamalarına rağmen, potansiyel bir tehlike olarak görülmekte-
dir. Bu durum, özellikle Kürt sorununda kimi adımların hazır-
lıklarının yapıldığı bugünlerde önem arz etmektedir.
TÖP ve SDP’ye vurarak hem bu yapılara hem de Kürt Özgür-

175
lük Hareketiyle dostluk ve dayanışma içindeki diğer sosyalist
güçlere, “Kürtlerden uzak durun” mesajı verilmektedir. Kürtler
ile sosyalistlerin bağını kopararak, Özgürlük Hareketinin batı-
daki bağları ve meşruiyeti zayıflatılmak isteniyor. Ayrıca siyasi
iktidar, bu ilişkinin ulusal cephe niteliğindeki Kürt hareketi için-
deki emekçi/sosyalist damarı güçlendirdiğini, liberal eğilimleri
ise zayıflattığını fark etmekte, bunu önlemeye çalışmaktadır.
İşte bu gibi nedenlerle TÖP ve SDP’ye saldırılmıştır. Ayrıca
DBH bileşeni güçlerden Sosyalist Parti’nin MYK danışmanı Ma-
hir Sayın’a yönelik soruşturma açılması ve Demokrasi ve Özgür-
lük Hareketi üyesi (aynı zamanda BDP İstanbul YK üyesi) Yaman
Yıldız’ın evinin basılması da bu görüşü güçlendirmektedir.
21 Eylül komplosunun bir diğer nedeni, SDP ve TÖP’ün bir
örgütsel birlik sürecini başlatması ve bu yönde bir etki alanı ya-
ratmasıdır. Gerek TÖP gerekse SDP son dönemlerde enerjik ve
militan bir mücadele hattı izlemekte, ortak eylemlilikleriyle de
dikkat çekmektedir. Ortak mücadele alanları üzerinde güçleri-
ni birleştirmeye başlayan SDP ve TÖP’e Sosyalist Birlik Hareketi
(SBH) de katılmıştır. Ayrıca birlik zemini olarak görülen alandan
pek çok birey ve grup da sürece katılma eğilimine girmiştir. Tür-
kiyeli enternasyonalist sosyalistlerin güçlü bir kolektif devrim-
ci özne yaratma olasılığı, siyasi iktidarı rahatsız etmiş ve daha
başlangıcında bu birliği yapabiliyorsa dağıtma, yapamıyorsa hiç
olmazsa sınırlandırma amacıyla saldırmaya itmiştir.

SALDIRI TÜM MUHALİF GÜÇLERE

TÖP ve SDP’ye yönelik bu saldırının bu iki yapıya ilişkin özel


nedenleri olsa da, aynı zamanda bu saldırı tüm sosyalist ve yurt-
sever güçlere yapılan saldırının bir parçasını oluşturmaktadır.
2009 baharından bu yana Kürt halkının seçilmiş belediye baş-
kanları ve meclis üyelerine, politik temsilcilerine yönelik dalga
dalga yürütülen KCK operasyonları çerçevesinde 1700 kişi halen
tutuklu bulunmaktadır. Son günlerde bu operasyonun yeni dal-
gasıyla Urfa’da onlarca Kürt siyasetçi gözaltına alınmıştır.
Türkiyeli sosyalist güçlere yönelik gözaltı/tutuklama/mah-
kumiyet saldırıları da hız kesmeden sürmektedir. Ezilenlerin

176
Sosyalist Partisi’ne yönelik operasyonlar dalgalar halinde de-
vam etmektedir. En son geçtiğimiz haftalarda yeni bir gözaltı/
tutuklama operasyonu yapılmıştır. Son aylarda Halkevleri üye-
lerine, Odak dergisi okurlarına, TAYAD üyelerine yönelik bu tür
operasyonlar yapılmıştır.
Diğer sosyalist ve yurtsever güçlere yapılanların yanı sıra
TÖP ve SDP’ye yönelik bu operasyon, AKP Hükümeti tarafından
muhalif olarak görülen tüm sosyalistlerin, demokratların, hatta
emek örgütlerinin uydurma senaryolarla suçlanarak kriminalize
edilebileceğini, yönetici ve üyelerinin asılsız iddialarla yıllarca
hapiste tutulabileceğini göstermiştir. Saldırı hepimizedir; sadece
TÖP ve SDP’ye değil, sadece sosyalist ve yurtsever güçlere değil,
tüm muhalifleredir.
Düşman bize bir darbe vurdu. Gerilemeyeceğiz. Düşmanın
saldırısından dersler çıkaracağız; hata ve eksiklerimizi açık yü-
reklilikle tespit edip bunları en kısa zamanda aşacağız. Bu saldı-
rıya, meşru mücadele zemininde işçi ve emekçilerle, ezilenlerle
daha sıkı bağlar kurarak, kitleler içindeki mevzilerimizi güçlen-
direrek, ideolojik-politik hattımızı hayata geçirerek, birlik/yeni-
den kuruluş sürecini derinleştirerek ve Kürt halkının mücadele-
siyle dayanışmamızı yükselterek cevap vereceğiz.
Bir yandan komünist çizgimizin gerektirdiği görevleri ye-
rine getirirken, diğer yandan yoldaşlarımızı düşmanın elinden
koparıp almak için bütün gücümüzle mücadele edeceğiz. AKP
Hükümeti ve emrindekilerin tezgahladığı komployu halkımıza
ve dünyaya teşhir etmek için -en geniş demokrasi ve sosyalizm
güçleriyle birlikte- bütün gücümüzle çalışacağız.
Gün, daha büyük bir enerji ve kararlılıkla ileri atılma günü-
dür.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

177
HALUK YURTSEVER
SON OPERASYON: SEÇMELİ CAYDIRICILIK SALDIRISI

AKP/Fethullah bloku bu operasyonla, bir taşla birden fazla


kuş vurmayı hedefledi: Hanefi Avcı üzerinden Fethullahçılığa
ihanet ve karşıtlığın cezasız kalmayacağını göstermek; sosyalist
hareketin “suç” ve “terör” kavramlarıyla algılanması operasyon-
larına yeni bir halka eklemek ...
12 Eylül 2010’dan bu yana Türkiye’de olup biten her şey AKP/
Fethullah blokunun güçler dengesini, bağlaşıklarını gözeten seç-
meli bir dost-düşman ayırımı temelinde, devlet içindeki tırman-
ma ve yıpratma savaşını yeni bir evreye taşıdığını gösteriyor.
Yüzde 58’i (aslında yüzde 41.85*), totaliter ve korporatif dev-
let/toplum örgütlenmesinin pistonu yapmaya çalışıyorlar. Bu şey-
tan akıllı, din taciri blokun başarısı, tek parti diktatörlüğüne gidişi
“demokratikleşme” , “askeri vesayet rejiminin sonu” “Kürt soru-
nunda açılım” olarak gösterebilmesi; “ehveni şer”e razı, “güçlü”ye
biat etmeye teşne kalabalıkların gözünde meşruluk algısı yarata-
bilmesidir. Liberallerin, genel olarak “yetmez ama evet”çilerin bu
algının oluşumunda oynadıkları rol kritik ve ibret vericidir.
*
Türkiye’de İslamcı hareketin tarihsel ve temel misyonunu
İslamiyeti kapitalizmle barıştırmak olarak özetlemek hiç yanlış
olmaz. Şimdi, dünya kapitalizminin çok daha kritik ve kaotik bir
geçiş döneminde, Fethullahçılık eliyle Türkiye üzerinden İslami-

* Referandum sonuçlarını “yüzde 58 evet, yüzde 42 hayır” olarak almak, si-


yasal değerlendirmeleri bu rakamlara göre yapmak ve yorumlamak doğru olmu-
yor. Doğrusu, tüm seçmenleri esas almak, o esas üzerinden evet, hayır, geçersiz
katılmayan/boykot oylarını hesaplamaktır. O hesaba göre sonuç şöyle oluyor:
% 41,85 “Evet”; % 30,46 “Hayır”; % 1,39 “Geçersiz”; % 26,29 “Katılmayanlar”.
“Aktif evet” yüzde 42 bile değil.

178
yetin ABD’yle barıştırılması, ABD’ye eklemlenmesi aşamasında-
yız. Fethullahçılık ayrıca, Kürtleri aşağıdan, cami ve “imamlar”
üzerinden düzene bağlamanın etkili bir aracı olarak da işlevsel
görünüyor. Fethullah hareketinin bugünkü gücü esas olarak bu
misyon ve görevlendirmelerden geliyor.
Fethullahçılığı meşru, saygın, etkili kılmak yalnız ABD’nin ve
AKP’nin değil, sermayenin ihtiyacıdır. Bunu, referandumda “ha-
yır” oyu kullanarak ya da sandığa gitmeyerek karşı çıkan yüzde
56.75’e kabul ettirmenin göründüğü kadar kolay olmadığını ise
en iyi kendileri biliyorlar.
*
Hanefi Avcı’nın kitabı Fethullahçılık karşıtı bir hamleydi. He-
pimizin bildiği, çok yinelenen nedenlerle etkili oldu. Fethullah-
çılığın meşruluğuna önemli bir darbe vurdu. Bu hamleye karşı
kitabı önemsizleştirme çabaları tutmayınca, liberal döneklerden
biri herkesten önce davranarak, Fethullahçı “imam”ların polis ve
silahlı kuvvetler içindeki varlığının “normal” bir yurttaşlık du-
rumu olduğunu öne sürerek Fethullahçılığın meşruluk algısında
çıtayı yükseltti. Ardından “hoca efendi”yi güzelleyen medya zi-
yareti gerçekleşti. Bunlar etkili oldu ama yetmedi. Meşruluğun
en ikna edici kanıtı her zaman “güç”tür. Hanefi Avcı’yı içeri tık-
manın milyonlarca sözcükten daha ikna edici bir güç gösterisi
olduğu, “bize dokunana dünyayı zindan ederiz” iletisinin özel-
likle de Avcı’yı izlemesi olası çevrelere tebliğ edildiği açıktır.
*
Nedenlerini tam olarak bilemiyoruz. Ama ortada kanıtları son
derece zayıf, tel tel dökülen “çakma” bir operasyon olduğunu gö-
rebiliyoruz. Operasyonun bilgisine, dava dosyasına birinci elden
vakıf olan hukukçular, üyeleri operasyon kapsamına alınan Sos-
yalist Demokrasi Partisi, Toplumsal Özgürlük Platformu, Bilim ve
Gelecek ve Red sözcüsü arkadaşlar tertibi daha şimdiden aydınlat-
mış, deşifre etmiş durumdalar. Hanefi Avcı’nın eski “işkencecisi”
olduğu kişi üzerinden “terör örgütüne yardım ve yataklık” ettiği
iddiasının iler tutar yanı olmadığı daha şimdiden ortaya çıkmıştır.
Siyasal bir çözümleme için ise birkaç noktanın altını çizmek
gerekiyor.

179
*
Operasyonun merkezinde devrimci, illegal bir örgüt olan
Devrimci Karargâh var. Bu örgütün web sitesinde bu operasyon
açısından anlamlı sayılabilecek siyasal tutum açıklamaları yer
alıyor: “Fethullah Gülen’i bir din adamı değil, ABD ajanı olarak
görüyoruz.” “Türkiye’de başarıya ulaşan tüm askeri darbeler,
NATO’nun, ABD’nin bilgisi, onayı ve yönlendirmesiyle muvaz-
zaf subaylar tarafından yapıldı.” “Kürt özgürlük hareketiyle si-
per yoldaşıyız.”
Bilindiği gibi, Devrimci Karargâh ile ilgili olarak daha önce de
benzer tipte, bu örgütün mensubu olduğu iddia edilen kişilere
herhangi bir nedenle değen birçok kişinin içine katıldığı operas-
yonlar yapılmış, “Ergenekon” bağlantısı iddiaları öne sürülmüş,
bunlardan 34 sanıktan yalnızca 4’ünün tutuklu kalması örneğin-
de de görüldüğü gibi fazla bir şey çıkmamıştı. Daha ilginç olan,
24 Mart 2009’da örgütün web sitesinde “Fethullahçı medya karşı
devrimin saldırı borazanını çaldı” dendikten sonra, kendilerinin
Ergenekon davası ile ilişkilendirilmesini şöyle açıklamasıdır: “…
etkinliği ‘bilinmez’ bir devrimci örgütü” “Ergenekonla ilişkilen-
dirmeye ihtiyaçları vardır. Akıllarınca Devrimci Karargâh kim-
liğini ‘şişirerek’ bu zeminde kullanmak istemektedirler.” Bu son
derece soğukkanlı, bugünkü operasyona da ışık tutan bir sapta-
madır. Söz konusu kimliğin, birden çok nedenle yönelinen he-
deflere uygun bulunarak şişirilmeye devam edildiği anlaşılıyor.
*
AKP/Fethullah bloku bu operasyonla, bir taşla birden fazla
kuş vurmayı hedefledi: Fethullah karşıtlarını seçmeli şiddet-
le sindirmek; Hanefi Avcı üzerinden Fethullahçılığa ihanet ve
karşıtlığın cezasız kalmayacağını göstermek; sosyalist hareketin
“suç” ve “terör” kavramlarıyla algılanması operasyonlarına ye-
ni bir halka eklemek; “Kürt açılımı”nı Kürt özgürlük hareketini
tecrit ve tasfiye ekseninde gerçekleştirmeye uygun toplumsal
psikolojik ortamın hazırlanmasına katkı yapmak.
Türkiye’nin bugününde, aktif düzen ve rejim, hatta AKP kar-
şıtlarının kişisel hak ve özgürlüklerinin hiçbir hukuksal, yasal
güvencesi yoktur.

180
HÜSNÜ ÖNDÜL gürlükleri ihlal edilmektedir.
MÜCADELEYE DEVAM Yukarıda bahsettiğim hak ve öz-
ETMEK gürlükler Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin sırasıyla 5, 6, 8, 10
SDP’lilere ve Toplumsal Öz- ve 11. maddelerine karşılık gel-
gürlük Platformu sözcülerine ve mektedir. Türkiye bu Sözleşme-
okurlarına yönelik yargı baskısı- nin 1954 yılından beri tarafıdır.
nı protesto ediyorum. Türkiye’de Türkiye’nin altına imza attığı
muhalifler her dönemde benzer bu Sözleşmenin hükümlerine
gerekçelerle gözaltı, tutuklama tam 56 yıldır uymadığının ta-
ve yargılama muamelelerinin nığı, gözaltı merkezlerinin hüc-
muhatabı olmaktadır. releri, hapishanelerin koğuş ve
Türkiye’de ne yazık ki, kişi hücreleri ve mahkeme salonları
özgürlüğü ve güvenliği hakkı, ve dava dosyalarıdır.
adil yargılanma hakkı soruştur- 56 yılın onbinlerce düşünce
ma ve kovuşturma makamları suçlusudur. Yine de umudu diri
tarafından ihlal edilmektedir. tutmak ve insan hakları ve de-
Bireylerin özel hayatlarının do- mokratik standartların yüksel-
kunulmazlığına ve haberleşme tilmesi, ve yaşama geçmesi için
özgürlüklerine saygı gösteril- mücadeleye devam etmek lazım.
memekte ve keyfi müdahaleler Haklar ve özgürlükler böyle ka-
yapılmaktadır. zanılıyor çünkü. Emekle...
Muhalif düşüncelerin ifade Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
özgürlükleri ve örgütlenme öz-

“Özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” eski DGM’lerin “sivilleşti-


rilmiş” devamıdır. Terörle Mücadele Yasası ve Ceza Yasası’ndaki
bu özel mahkeme ve yargılamayla ilgili hükümler çerçevesinde bir
yurttaşın 6 yıl mahkum olmadan tutuklu kalması yasaldır!
Yalnızca bu tek örnek bile, mücadelenin ve dayanışmanın
yükseltilmesi gereken bir temel hak ve özgürlükler gündemimiz
olduğunu açık seçik gösteriyor. Özel yetkili mahkemelerin ve
Terörle Mücadele Yasası’nın kaldırılması başta olmak üzere bu
başlıklarda hakkıyla mücadele etmek AKP’nin ve liberallerin iki
yüzlülüklerini göstermenin, haklı talepleri sömürmelerini engel-
lemenin de en etkili yöntemidir.
2 Ekim 2010
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

181
HÜSEYİN GEVHER
SDP ve TÖP’LÜLER SERBEST BIRAKILMALI

21 Eylülde gerçekleştirilen bir operasyonla SDP Genel Başka-


nı Dr. Rıdvan Turan ve TÖP Sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu ile
birlikte 17 sosyalist ‘’Devrimci Karargah’’ örgütüyle ilişkilendi-
rilerek gözaltına alınmış, 4 gün sonra da 13 sosyalist tutuklan-
mıştır. Yasal ve meşru bir parti ile birlikte, bir platformun tüm
demokratik kamuoyunca bilinen genel başkanı ve sözcüsünün
de aralarında bulunduğu yöneticilerinin, illegal bir örgütle ilişki-
lendirilerek tutuklanmaları bu operasyonun siyasal bir komplo
olduğunu göstermektedir.
12 Eylül Referandumunun ardından yeni ve daha demokra-
tik bir döneme girildiğini vaaz eden iktidar sözcülerinin ilk icra-
tı olan bu komplo ile; farklı halklar, inançlar, kültürler mozaiği
olan ortak ülkemiz Türkiye’de gerçek anlamda özgürlük ve de-
mokrasi mücadelesi veren tüm dinamiklere yönelecek saldırıla-
rın işareti verilmiştir.
Hükümet olmaktan iktidar olmaya doğru hayli yol kateden
AKP, iktdarını pekiştrmek için, rejim içi seçeneklere altarnatif;
halkların, emekçilerin ve tüm ezilenlerin demokratik birlik se-
çeneğinden yana tavrını kristalize etmiş SDP ve TÖP’ü yasadışı
ve kirli gösterme çabasıyla toplumdan yalıtma ve tasfiye etme
yoluna başvurmuştur. SDP ve TÖP’e adlarıyla değil, hiç alaka-
larının olmadığı bir başka örgüt adıyla saldırılmış ve Sosyalist
Parti MYK Danışmanı Mahir Sayın da bu saldırı halkasının içine
alınmıştır.
Evet, bu neviden saldırılar ne ilktir, ne de son olacaktır. Nite-
kim, önceleri ESP’ye, HALKEVLERİ’ne, daha dün de BDP’ye sal-
dırılmıştır. Birikmiş, katmerleşmiş sorunlar yumağı Türkiye’de
* 78’liler Girişimi Ankara Sözcüsü

182
İLKAY AKKAYA Şaka gibi. Ama iki yıldan beri
ŞAKA GİBİ... tam da bu gerçeküstü senaryo
ile insanların hayatı üzerinde bir
Mantıklı bir açıklaması olma- oyun oynanıyor. BDP ve KCK
yan operasyonlardan biri ile da- operasyonları, KESK’e yönelik
ha karşı karşıyayız. Süreç şöyle operasyonlar, tutuklu yakınla-
işliyor sanıyorum: öncelikle mu- rına ve F tiplerindeki tutuklu
haliflerin, gıcık olduklarının bir ve hükümlülere yapılanlara
listesini yapıyorlar, bu kişileri baktığımızda toplumun muha-
derdest edebilmek için takibe lefetsizleştirilmesi için büyük
alıyorlar. bir uygulama yapıldığı açıktır.
Tutuklanması için bir neden Toplumu kilitlemek istedikler
bulamadıklarını da ‘Devrimci türban ve laiklik ekseninde kör
Karargah’ adlı örgüte üye olma dövüşü devam ederken, hem
gerekçesiyle gözaltına alıyorlar, kendi iç hesaplaşmalarını halle-
hapsediyorlar.’Son Tezgah’ adlı dip hem de gerçek bir muhalefet
gizli tanıkları, ifadeleriyle tüm örgütlemeye çalışanların sesini
gizli ilişkileri faş ediyor. Gözal- kesmeye çalışıyorlar.
tına aldıkları parti başkanına, Bu hukuksuzluğa karşı çıkmak
partinin başkan yardımcısını ne- hepimizin görevi. Sıranın kimde
reden tanıdığı vb. sorular sorup olduğu da belli; hepimizde.
dumura uğratıyorlar. Sosyalist Demokrasi,
20 Kasım 2010, n° 100

ulusal ve toplumsal baskıdan, sömürüden kurtuluş için, içiçe


girmiş, ortaklaşmış olan sorunlara karşı birleşik devrimci duruş-
la dikilinmediği sürece bu saldırılar birbirini izleyecektir.
Bu bağlam içinde bugün ortak görevimiz; hem SDP ve TÖP’e
karşı gerçekleştirilen komployu boşa çıkarmak, hem Kürt Soru-
nu gibi daha kapsamlı ulusal ve toplumsal sorunların çözümü
için birleşik devrimci mücadeleyi ete kemiğe büründürme işine
yoğunlaşmaktır.
Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98

183
İLKNUR BİROL
İKTİDARIN KORKTUĞUNU BAŞINA GETİRMELİYİZ

AKP’nin ileri demokrasisi “Ya bizdensiniz ya terörist” parola-


sıyla hayata geçiriliyor. Bu ülkede sesini çıkaran, itiraz eden, sor-
gulayan, hakkını isteyen herkes yetkileri sınırsızlaştırılan kolluk
güçlerinin, her komplonun mubah olduğu özel yetkili mahke-
melerinin, terörle mücadele yasalarının hedefi haline getiriliyor.
AKP’nin kendisinin yoluna çıkan herkesi atmayı planladığı cadı
kazanlarının altına “yandaş” basın yayın organlarınca odun atı-
lıyor. AKP’li olmayan, AKP’nin ileri demokrasi yalanlarına pabuç
bırakmayan herkese ama herkese göz dağı veriliyor.
Son olarak aralarında SDP ve TÖP üyelerinin, Bilim ve Gele-
cek ile RED dergisi yazarlarının hedef alındığı operasyon, ikti-
darın gözü dönmüş saldırganlığının sarsıcı bir örneği olmuştur.
Operasyona hedef olan sosyalist kurumların defalarca anlattığı
gerçekleri, kara propaganda cihazının nasıl işlediğini, göstere
göstere yapılan komployu burada tekrarlamaya gerek yok. An-
cak komplonun göstere göstere, gözümüzün içine soka soka ya-
pılmasıyla topluma ve bizlere verilmek istenen mesajın da altını
çizmek gerekiyor: Önce Ergenekon operasyonunda rejimin eski
bekçilerine, kontrgerilla eskilerine ve ilgili ilgisiz pek çok düzen
içi muhalif unsura uygulanan yöntemler genelleşmektedir. KCK
operasyonlarında ilk olarak karşımıza çıkan bu gerçek, son ope-
rasyonla tescillenmiştir.
Verilen mesaj şudur: Neoliberal saldırganlığa karşı hakkını
istersen, eşitlik dersen bir şekilde “terörist” ilan edilirsin. Kürt-
lerin eşit yurttaşlık haklarından bahsedersen, kardeşlik dersen,
barış dersen “bölücü” olman işten değil. İktidar ve şürekasına

* Halkevleri Genel Başkanı

184
İSMAİL BEŞİKÇİ ken, evrensel ilkelerden hareket
HUKUKSUZLUK etmekte bu ilkeleri savunmakta-
dır. Türkiye’de Kürtçe eğitime
Türkiye’de yargı hukuksuzluk karşı çıkarken ise, bu temel ilke-
üretiyor. Bunun temel nedeni leri bilmezlikten, görmezlikten
Kürt sorunudur. Kürtlerin, Kürt gelmekte, Kürtlerin temel hakla-
toplumu olmaktan doğan hakla- rını hiçe saymaktadır. Bu sadece
rını görmezlikten gelmek, baskı Başbakan’da görülen ve izlenen
altında tutmak devlet politikası bir tutum değildir. Üniversitenin,
olunca yargı da bu politikanın yüksek yargının, basının ve sivil
icra organlarından biri olarak toplum örgütlerini önemli bir ke-
faaliyet yürütmektedir. Yargı siminin düşüncesini ve eylemini
toplumsal meşruiyete hiç önem de bu çerçevede değerlendirmek
vermemektedir, toplumsal meş- gerekir. Bu iki zıt tutumun aynı
ruiyeti hiç dikkate almamakta- kişide, aynı zamanda, birlikte ya-
dır. Resmi ideolojinin bilgisiy- şıyor olması Türk siyasal haya-
le, yönlendirmesiyle hareket tının, Türk düşün bilim ve sanat
etmektedir. Bu tutumun ancak hayatının önemli bir yönüdür.
çok yaygın düşün yasaklarıy- Bütün bunlardan dolayı,
la birlikte yürütüldüğü açık bir Türkiye’de demokrasiyi kurup
gerçekliktir. Düşün yasaklarının, geliştirebilmek için “Türk-Kürt
resmi ideolojinin siyasal sistemin eşittir” anlayışını yaşama ge-
en önemli kurumu olduğu bir çirmek önemli olmalıdır . Kürt
yerde demokrasiyi kurmak ve sorununda, çözümden çok so-
geliştirmek ise mümkün değil- runun temel niteliği üzerinde
dir. durmak, çözümden bağımsız
Kürtlerin Kürt toplumu olmak- olarak sorunun temel niteliğini
tan doğan haklarının baskı altın- irdelemek gerekir. Bunu için de
da tutulması, bütün kurumları özgür eleştiriyi kurumlaştırmak,
çifte standartlı yapmıştır. Başta çifte standartlı düşünceleri, dav-
devlet bürokrasisi, üniversite, ranışları eleştirmek, bu eleştiriyi
yüksek yargı, basın, pek çok sivil sürekli hale getirmek vazgeçil-
toplum örgütü çifte standartlı- mez olmalıdır.
dır. Başbakan, Almanya’da “Asi- Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n° 98
milasyon insanlık suçudur” der-

göre özgürlük ve demokrasi istemeye ise zaten gerek bile yok.


Demokrasi lazımsa onu da AKP getirir, “iktidara teslim ol, onun

185
çizgisini onayla, ileri demokrasiyi kazan”.
Artık yeter! Bu palavralarla kimseyi kandıramazlar. Devrim-
cilerin adının gözyaşları içerisinde “ileri demokrasi” adı altın-
da kullanılmaya çalışıldığı referandum sürecinden 11 gün son-
ra Samsunlu Halkevci gençler Mahir Çayan’ı anmaktan, Deniz
Gezmiş resmi asmaktan yargılandı. Aynı gün sosyalistlere yö-
nelik saldırı dalgasına tanıklık ettik. Bu operasyondan iki gün
sonra Kızıldere anması yapan 21 kişi Adana’da 10’ar ay hapis
cezası aldı. Ve bu hafta içi Kürt sorununda çözüm rüzgarları es-
tirilirken KCK operasyonları yine başladı. Tüm bunlardan sonra
bizlere AKP’nin “eksik olmakla, yetersiz olmakla beraber ‘‘ileri
demokrasisi’’nden bahsedenlere yanıtımız net olmalıdır: Hadi
oradan, sen yoluna, biz yolumuza!
Referandum gecesi Basketbol maçında kendisini yuhalayan
seyircilerin izini süren bir iktidarın haklarını isteyen herkese,
emekçilere, sosyalistlere, Kürtlere, Alevilere yönelik saldırgan-
lığının çıtasının yükselmesi beklenemeyecek bir gelişme değil-
dir. Bu saldırılar aynı zamanda zaafın göstergesidir. AKP iktidarı
sürekli olarak korku içindedir. Bu korku boşuna değildir. Gü-
vencesizleştirilen emeğin, tüm sosyal hakları sermaye birikimi-
nin kar hırsına kurban edilen halkın, yaşam kaynağı derelerinin
önü daha fazla kar uğruna kesilen köylülerin parça parça parıl-
dayan isyanlarının bu kirli düzeni değiştirecek bir güç halinde
birleşmesidir. Korkunun nedeni Kürt halkının yoksul emekçi
dinamizminin açılım sahtekarlıklarıyla aldatılamamasıdır. Kor-
kunun nedeni Alevilerin tüm manipülasyonlara rağmen gerici
projelere eklemlenememesidir.
İktidar korku içinde saldırıyorken, komplonun mahkemeleri-
ne yüzlerinden gülümsemeyi, dillerinden sosyalizmi eksik etme-
den çıkan dostlarımızı selamlıyoruz. Söz veriyoruz dostlar söz:
Korktuklarını başlarına getireceğiz!
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

186
KAMİL TEKİN SÜREK
YARGISAL LİNÇ

Türkiye’de yargının adil, tarafsız, haktan yana olduğuna dair


her zaman kuşkular var olmuştur. Bir burjuva iktidarın, baskı
aygıtının en önemli unsurlarından birinin aksi durumda olma-
sı da mümkün değildir. Fakat bizdeki yargı çoğu zaman, en il-
kel burjuva yargı sistemlerine dahi rahmet okutmuştur. İşkence
üzerine bina edilen iddianamelerle açılan davalar ve göstermelik
bir yargılama ile verilen ağır cezalar, hatta idamlar... Yasaların
kişilere göre yorumlanması ve uygulanması... Zanlının önce
basın yoluyla mahkûm edilmesi ve basın yoluyla kamuoyunda
oluşturulan kanaatin mahkeme hükmü haline getirilmesi... Kişi-
ye ya da gruplara göre mahkemeler vs. vs.
Son yıllarda 12 Eylül günlerindeki ve 90’lı yıllardaki kadar
işkence vakalarına rastlanmıyor. Güya, artık teknik yöntemlerle
delil toplanarak davalar açılıyor, yargılamalar delillere dayan-
dırılıyor.
Delillerin toplanma yöntemi ayrı bir konu. Son yılların yargı
alanında en çok tartışılan konularından da biri. Türkiye’ de her-
kes artık telefonlarının dinlendiğini, internet iletişiminin denet-
lendiğini, hareketlerin kameralarla kaydedildiğini düşünüyor.
Yaygın anlatım biçimiyle; “Büyük Birader hepimizi gözetliyor”.
Polis istihbaratında yeni bir dönemi, tekniğin kullanılması
dönemini, başlatmakla övünen Emniyet Müdürü Hanefi Avcı
Haliç’te Yaşayan Simonlar isimli kitabın da teknik takibin nasıl
yasalara, hukuka aykırı olarak sistemli bir biçimde Emniyet, jan-
darma, vd devlet kurumları tarafından yapıldığını uzun uzadı-
ya anlatıyor.

* Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı

187
KAMER GONCA rahmet okuturcasına baskı ve
şiddet uygulayarak bugüne gel-
Mevcut düzen, AKP eli ile di.
uluslararası sermaye ve ABD nin Kürt hareketine yönelik tu-
istemleri doğrultusunda kendini tum, işçi eylemlerine ve toplum-
yeniden düzenlemeye çalışıyor. sal muhalefete karşı tahammül-
Esas olarak İslami sermaye süzlük ve gaddarlık bunun en
ya da Anadolu sermayesi denen güzel kanıtıdır.
sermayenin siyasi temsilcisi ola- Son olarak SDP ve TÖP’ün,
rak ABD’nin ve emperyalizmin gerekçeleri kendinden menkul
onayını alan AKP iktidara yer- operasyonun asıl nedeni bu güç-
leşmek üzere, kendini toplum- lerin referandumda aktif olarak
sal ilişkilerde ve devlet katında boykot tavrı ve Kürt ulusal de-
yeniden örgütleyip yerleşmeye mokratik muhalefeti ile stratejik
çalışırken , bir yandan düzenin ortaklık öngörüp bu konuda sa-
yerleşik merkez güçleri ile uz- mimi ve tutarlı bir pratik tutum
laşma ve çatışma içinde olurken, almalarıdır… gerisi yalandır …
diğer yandan da kendi geleceği bu haksız ve mesnetsiz operas-
ve esas olarak düzen için tehli- yona karşı tüm devrimci çevre-
keli olan güçlere karşı (ki bun- lerin ortak tavrı olması gerekir.
lar Kürt muhalefeti, devrimci Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
ve sosyalist güçlerdir) 12 Eylüle

KCK ve Devrimci Karargâh davaları emniyet ve yargının kul-


landığı yeni yöntemin iki örnek davası. Bu davalardaki karakte-
ristik öğeler aynı.
Hükümet siyasi bir rakibini ya da muhalifini etkisiz ya da
güçsüz duruma düşürmek, önceki bütün hükümetlerin yaptığı
gibi ülke esenliği ve bütünlüğüne karşı bir düşman tesis ederek
bu düşmanı tasfiye ettiğini ve vatanı koruma ve kurtarma işle-
vini eksiksiz yerine getirdiğini halka göstermek vb için bir siyasi
gruba yönelik operasyon kararı alıyor.
Hükümet, Emniyet ve yargı koordineli çalışıyor. Artık bura-
da, yargının yürütmeden bağımsızlığı, kolluk gücünün yargıya
tabi olması gibi hukuki argümanlar ortadan kalkıyor. Hepsi, her
şey siyasi iradeye tabi oluyor ve bu irade sonucu belirleyecek
bütün gelişmeleri baştan planlayarak bir hukuksal operasyonu
gerçekleştiriyor.

188
Operasyonu başlatan ira-
KAZIM ÖZ
de, muhataplarının siyasi
ve kriminal niteliğine karar
SDP ve TÖP’e dönük bu ope-
veriyor ve bu karara uygun
rasyonlar ve saldırılar; aslında
deliller elde etmek, kanaat
bu yapıların doğru bir şekil-
oluşturmak üzere emniyeti de çalışmaya devam etmeleri,
kullanıyor. Emniyet, hedefin özellikle de Kürt hareketi ile
yakın, uzak çevresini teknik kurdukları dayanışma ilişkisini
takibe alıyor. Binlerce insa- güçlü bir ittifaka çevirmeleri du-
nın telefonu dinleniyor, adım rumunda toplumun umudu ha-
adım takip ediliyor, kamera- line geleceklerine işarettir. Bizler
larla her davranışı tespit edi- Kürt sanatçıları olarak yapılan
liyor, internet iletişimi kont- bu saldırıları kınıyor onlarla bir-
rol altına alınıyor, hakkında likte olduğumuzu iletiyoruz.
Sosyalist Demokrasi,
arşiv araştırması yapılıyor. Bu 7 Ekim 2010, n°98
aşamadan sonra sıraya basın
giriyor. Emniyet ve yargıdan
basına aktarılan bilgilerle kamuoyunda bir kanaat oluşturulma-
ya çalışılıyor. Telefon kayıtları, video görüntüleri yazılı ve görsel
medyada yayınlanmaya başlanıyor. Elbette, bire bin katarak, ya-
yınlanan bilginin açıkça göstermediği hususlarda yorumlar ya-
parak birileri baştan suçlu ediliyor, kamuoyu nezdinde mahkum
ediliyor. Yargısal linç kampanyası devreye sokuluyor.
İlerici, demokrat basının ensesinden nefesini ayırmayan sav-
cılar, bu tür yayınları yasalara, hukuka aykırı olmasına rağmen
görmezden geliyor. Mağdurlarının şikâyetlerini reddediyor.
Halk, daha iddianame hazırlanmadan gözaltına alınanların
şu ya da bu terör örgütü üyesi olduğuna ikna edilmeye çalışılı-
yor.
Sonra yedi bin sayfalık iddianameler, yüzlerce klasörlük dos-
yalar gündeme geliyor. Burada da teknik iğdiş ediliyor. İnter-
netten indirilen bilgiler, fotokopiler, gazete kupürleri, bilgisayar
ortamında elde edilmiş sahte belgeler, bir dava dosyası içinde ya
da iddianamede belki de onlarca kez tekrar tekrar kullanılmış
belge ve deliller...
Yüzlerce klasörlük evrakı delil ve dosya diye hakimlerin önü-
ne getiriyorlar. Hakimlerin on binlerce sayfayı bulan bele ve ev-

189
KEMAL YILMAZ rin, bilim insanlarının, gençlerin,
TEK PANZEHİR SOSYALİZM siyasi partilerin, seçilmiş Kürt
siyasetçilerin uydurma senar-
yolarla toplama kamplarına dol-
Kapitalizmin ve onun iktidar-
durulması da aynıdır. SDP’ye
larının tartışmasız tek panzehiri
yapılana da şaşırmamak gerekir.
sosyalizmdir. Emek, demokrasi
Sermayenin iktidarları rollerini
ve sosyalizm mücadelesi veren-
yerine getiriyor. Bize düşen ku-
ler ve bu enerjiyi barındıran her
ru bir kınama değil emek ve de-
kesim doğal olarak bu düzenin
mokrasi güçlerini daha fazla ör-
hedefindedir. Emeğinin kav-
gütlemek, daha fazla mücadele
gasını veren işçilere uygulanan
ve dayanışmadır. Yoksa sıra çok
vahşet neyse muhalif gazetecile-
yakında herkese gelecektir.
* Sağlık Ve Sosyal Hizmet Emekçile- Sosyalist Demokrasi,
ri Sendikası Genel Sekreteri 7 Ekim 2010, n°98

rakları, yani delilleri birkaç saat içinde incelemesi ve önüne geti-


rilen şüpheliler hakkında tutuklu ya da tutuksuz yargılanmasına
karar vermesi bekleniyor. Hakimler de kendilerinden bekleneni
yapıyor. On bin sayfalık belge ve dokümanları bir saat içinde
inceleyip, delil durumlarını ve isnat edilen suçun ağırlığını tak-
dir edip şüphelileri tutukluyor. Fakat, tutuklama konusunda bir
saat içinde yapılan işlem, yargılamanın başlaması ve seyri esna-
sında yıllara varan uzun sürelerde bir daha yapılamıyor, yani sa-
nıkların hakkındaki deliller ve sanıklar arasındaki ilişkiler yargı-
lama sürecinde yıllarca hakimler tarafından incelenip bir karara
varılamıyor. Hakim ve savcıların tutuklama aşamasında birkaç
saat içinde inceledikleri devasa dosyalar iddianame hazırlamak
için bir, iki senede incelenip davalar açılabiliyor. Sanıkların sor-
gulanması ve tek tek delil durumlarının incelenmesi de benzer
süreleri alıyor.
Daha birkaç gün önce AİHM’deki Türkiye’li yargıcın “Türki-
ye’ de 14 senedir tutuklu yargılanan insanlar var” diye adeta is-
yan çığlığı atması, yukarıdaki tutuklama ve yargılama sürelerine
iyi bir örnek olarak tarih tutanaklarına geçiyor.
Yargı, delillerin yasaya aykırı toplanması konusunda sağır,
hiçbir itirazı dikkate almıyor. Sahte delil mefhumunu aklına ge-

190
KUVVET LORDOĞLU rın olması tahammülsüzlüğün
tipik göstergesidir aynı zaman-
SDP genel başkanı ve yöne- da.
ticilerinin terör örgütüne üye En kısa zamanda tutuklanan
olmak gibi bir suçla gözaltına yöneticilerin serbest bırakılma-
alınmaları genel baskı yaratma sını ve hazırlanan komplonun
sürecinin bir örneği olarak kar- ortaya çıkarılmasını talep ediyo-
şımıza çıkıyor. rum.
Liberal görüntünün ardından Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
bu tutuklamaların ve gözaltıla-

tirmeyi dahi zül sayıyor. Siyasi iradenin ve ona bağlı emniyetin


yaptığı iş ve eylemler nasıl sahte, hukuka aykırı vs. olabilir? As-
lında hukuk ve yasa onlar değil mi? Yargının bakış açısı sanki
böyle.
KCK davasında yargılanan kişilerin hemen hemen tamamı
BDP üyesi, yöneticisi, Belediye başkanı, yerel yönetim organla-
rına seçilmiş insanlar.
Devrimci karargah davasına dahil edilmiş SDP, TÖP, SP, SEH
vd parti ve örgütlerin ye ve taraftarları da öyle. Bu kişilerde par-
tilerinin başkan, merkez yöneticisi vb. görevlerde bulunuyorlar.
Çoğunu yıllardan beri tanıyoruz. Açık siyaset alanında çalı-
şan ve çalışmaları herkes tarafından takip edilebilecek insanlar.
Birinin bir diğeriyle telefonla görüşmesi, bir kahvede birlikte
çay içmesi, yolda karşılaşıp konuşması, bir panel ya da konfe-
ransta birlikte olması; yasadışı örgüt ilişkisi olarak tanımlanıyor
davalarda. Gençliklerinden itibaren bütün yaşamı boyunca dev-
rimci siyasi çalışmanın içinde olana kişiler “derin Devlet” ile iliş-
kilendirilmek isteniyor. Yasadışı delil, medya ve yargı yoluyla
lincin yanı sıra bir iftira kampanyası da yürütülüyor.
Siyasi iktidarın, emniyet, medya ve yargı eliyle uyguladığı
yukarıdaki yöntemlerle bir “terör örgüt”üne dahil edilemeyecek
kişi yoktur. Herkesi bu yöntemlerle terörist ilan edebilir, yargı-
layabilir ve mahkum edebilirsiniz. Yapılanların “6-7 Eylül olay-
larını , Marmara gemisinin batırılmasını, AKM’nin yakılmasını
komünistler yaptı” iftirasından bir farkı yoktur.

191
LEVENT TÜZEL gelen eski emniyet müdürü ile
MUHALİFLERİ SİNDİRME birlikte anılması hukuksuzluğu
bir yana hükümetin, halkın söz
basın ve örgütlenme özgürlü-
SDP ve TÖP yöneticilerine ya-
ğünü ihlal eden bir anlayışının
pılan operasyon ve tutuklama-
ürünüdür. 
lar AKP hükümetinin vaadettiği
Artık her şeyiyle yürütme
düzenin ve demokrasi anlayışı-
gücünün kontrolünde süren ve
nın ne olduğunu göstermiştir.
siyasi mülahazalarla hareket et-
Anayasa değişikliği referan-
tiği ortada olan bu “terör” yar-
dumunu değişim, 12 Eylül ile
gılamalarının, hükümetin mu-
hesaplaşma ve demokratikleşme
haliflerini sindirmeye dönük bir
iddialarıyla halka sunan AKP
hukuk yaratma ve uygulaması
hükümetinin, yeniden yapılan-
olduğu görülmektedir.
dırdığı devlet ve yönetim anla-
Muhalif güçleri fiilen cezalan-
yışı, SDP ve TÖP yöneticilerine
dırma anlamına gelen bu yargıla-
dönük hukuksuz, komplo çağ-
maya son verilmesi, tutuklanan-
rışımları barındıran bir yargıla-
ların serbest bırakılması, sadece
mada da ortaya çıkmıştır.
bir hukuksuzluğu gidermekten
Sansasyonel bir tarzda toplu-
öte ülkemizin demokratikleşme
ma sunulan ve psikolojik hare-
mücadelesinin bir talebi olarak
kat çağrıştıran bu yargılamada
da partimizce ifade edilmekte-
toplum önünde yasal ve meşru
dir. Aksi takdirde AKP hükü-
bir çalışma içinde olan bu siya-
metinin tüm emek ve demokrasi
si çevre ve güçlerin “Devrimci
güçlerine, Türkiye toplumuna
Karargah” örgütüyle zorlama
dayattığı anti demokratik düzen
ilişkilendirilmeye çalışılması, gi-
kökleşerek karşımıza konula-
derek hükümetin hedefi haline
caktır.
Sosyalist Demokrasi,
* Emek Partisi Genel Başkanı 7 Ekim 2010, n°98

Siyasi iktidarın söz konusu komplolarını boşa çıkarmanın


yolu; hukuki mücadele ile birlikte siyasi mücadele de yürütmek-
ten geçiyor. Emek ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesi
bu komploları da etkisiz kılacaktır. Komplocuları açığa çıkarıp,
mahkûm edecektir.
Birgün, 24 Kasım 2010

192
KENAN KALYON
HANEFİ AVCI VAKASI ÜZERİNE NOTLAR...

Türkiye’nin süratle değişen gündem sıralamasında şimdi çok


gerilere düşmüş olsa da, kendini solda addeden kimilerinin dahi
methiye kabilinden ve ‘’hafıza-ı beşer nisyan ile malüldür’’ deyi-
şini doğrularcasına “efsanevi” sıfatını layık gördükleri polis şefi
ve istihbaratçı Hanefi Avcı’nın çıkışının ve yok satarcasına rağbet
gören “Haliç’te Yaşayan Simonlar’’ başlıklı kitabının, süre giden
rejim içi kutuplaşma ve kavgalarda yeni bir girdi, yeni bir veri ve
kefelerden birine konan yeni bir ağırlık olduğuna hiç şüphe yok.
Şimdi “kurban” olmaktan yakınan Avcı, bir karşı hamleyle der-
dest edilmiş, cemaatin “okyanus ötesindeki” imamı azamı onun
hakkında vurun boynunu dercesine “Allah taksiratını affetsin”
fetvası vermiş olabilir.
Ama laf ve kitap ortaya düşüp dolaşıma girdi, Avcı, gerekli
gördüğü yetkili makamlara, kitabında yer alan bilgilerden çok da-
ha fazlasını içeren dilekçelerle başvurdu ve tutuklanmasının he-
men öncesinde, Genelkurmay Askeri Savcılığına cemaatin ordu
içindeki yapılanması ve sorumlu imamı hakkında dağarcığında-
ki bilgileri aktardı bir kere. Bütün bunlar yok hükmünde sayıla-
maz artık. Diyalektiğe nazire yaparcasına, şu sıralar avcı/kurban
arafında gezinen Avcı’nın, müdebbir bir istihbaratçı olarak, bazı
bilgileri gerektiğinde ifşa etmek veya bir pazarlık kartı olarak kul-
lanmak amacıyla herkesten esirgemesi yahut sadece en güvenilir
sırdaşlarının uhdesinde yedeklemesi ihtimali de cabası.

OLAYIN KENDİSİ KANIT

Sosyalist solu ve Kürt hareketini kovuşturmayı kariyeri bo-

193
yunca ihtiraslı bir uğraşa dönüştürmüş, kitabının da delalet
ettiği gibi son derece “işkolik” bir polis şefinin yasadışı bir sol
örgüte yardım ve yatakçılıktan cezaevine tıkılması, şahsi çerçe-
vede ironinin, olay daha geniş bir kadraja yerleştirildiğinde ise
skandalın ta kendisi olabilir. Ancak, Türkiye’deki rejim içi tepiş-
melerin sert siyasal mantığından bakıldığında, Mavi Marmara
soğukluğunun ardından, referandum sürecinde muhabbet taze-
leyen hükümet-cemaat ittifakı, Hanefi Avcı’nın çıkışına bir güç
gösterisiyle cevap vermeye, onun sözcülüğüne soyunduğu em-
niyet içindeki unsurları simgesel bir vuruşla sindirmeye, mukte-
dirliğini herkesin gözüne çakmaya ve en iyi savunma saldırıdır
anlayışıyla davranmaya mecbur ve mahkûmdu.
Ama bu mecburiyetin yol açtığı garipliğe bakın ki, Sosya-
list Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgürlük Platformu
(TÖP) mensubu sosyalistlerle Avcı’yı aynı kareye yerleştiren, sı-
fır inandırıcılıkta, her açıdan kabalık kokan bir tertip ve fesatla
sergilenen bu güç gösterisinin kendisi, Avcı’nın iddiasını doğ-
rulayan yeni ve çok çarpıcı bir kanıta dönüştü. Hükümete des-
teklerini sürdüren Ali Bayramoğlu gibi liberallerin kafasını ka-
rıştıran, AKP katarından çoktan inmiş Cüneyt Ülsever gibilerini
ise, tutuklanan sosyalistleri unutup Avcı’ya sahip çıkan bir kısım
“solcu” ile birlikte eylemli tepkiye sevk eden işte bu durumdu.
Avcı’nın iddiası özü itibarıyla şudur: Emniyette, özellikle de
emniyetin istihbarat ve operasyon birimlerinde, MİT’te, orduda
ve yargıda, her birinin başında birer sektör imamının bulundu-
ğu, kendi hiyerarşisine sahip cemaat yapılanmaları mevcuttur.
Bunlar kendi aralarındaki bağlantılarla devlet içinde ayrı bir
irade ve kuşatıcı bir şebeke oluşturmaktadırlar. Kendi dolaysız
hâkimiyet alanını genişletmek için her yolu mubah gören, ken-
dinden olmayanlara tezgâhlar kuran, seçmeli hedeflerine vurur-
ken kendine bağlı medya ağlarını da bir propaganda aygıtı gibi
seferber edebilen bir şebekedir bu.

BİRAZCIK CARL SCHMİTT

Carl Schmitt adı bazılarımıza yabancı olabilir. Bu yüzden,


önce kısa ve tanıtıcı bir not: Bu zatı muhterem, Nazi iktidarını

194
haklılaştıran, müzakereciliğin, mutabakatçılığın, normatifliğin,
liberalizmin ve parlamenter demokrasinin azılı düşmanı olan bir
siyaset ve hukuk kuramcısı; başka hiçbir onamaya ve gönderme-
ye ihtiyaç duymaksızın meşruiyetini kendisinden alan bir ege-
menlik halini hukuki terimlere dökmüş bir “kararcı.” Schmitt’in
bugünün Türkiye”si için de açıklayıcı olabilecek kilit kavramla-
rından biri olağanüstü veya “istisnai” haldir.
Schmitt’e göre; adına layık egemen, olağanüstü hali veya bu-
nalımı yönetebilen, bunalımın çeşitli uğraklarında kendisinden
menkul kararlar verebilen, kuvvetler ayrılığı gibi ilkeleri bir bu-
dalalık olarak gören ve kendini önceden verili bağlayıcı bir ya-
sallıkla sınırlamayan kişi veya tüzel kişiliktir.
Carl Schmitt’in ruhunun bugünün Türkiye’sinde gezindiği-
ni söylemek abartı olmasa gerek. Lakin, çok önemli bir tadilat
ve uyarlamayla birlikte: Günümüz Türkiye’sinde “kararcılık”,
demokrasi şalı altında, sözüm ona “sivil siyaset” alanını geniş-
letme iddiasıyla, özünde “kararcı” olan çeşitli icraatları gerekli
kılıf ve kisvelere büründürmeyi ihmal etmeden; bu demektir ki,
kitabına uydurmanın daha incelikli yöntemleriyle, hukuku si-
yasallaştırmanın daha uzmanlaşmış ve özgün biçimleriyle icra
edilmektedir. Bütün gafillerin hilafına, Avcı’nın kitabında bir di-
zi örneğini verdiği emniyet içi ayak kaydırmalar, üzerinde özel
olarak durduğu Yücel Aşkın ve İlhan Cihaner vakaları bir yana,
KCK davası ve en son “Devrimci Karargâh” soruşturması buram
buram “kararcılık” kokmuyor mu?

BİRAZCIK KARL MARX

Louis Bonaparte darbesini irdelediği ünlü çalışmasında, Karl


Marx, aynı zamanda burjuva devletin sınıf mücadelelerinin ba-
sıncı ve hâkim sınıf hiziplerinin itiş kakışları arasında durmak-
sızın daha da yetkinleşmesini anlatır bize. Devlet yetkinleştikçe
toplumun gözeneklerini tıkayan devasa bir askeri-bürokratik
aygıta, gittikçe azmanlaşan asalak bir ura dönüşür. Bu sürecin
her evresinde yürütme daha başına buyruk hale gelir. Bu, burju-
vazinin çeşitli hiziplerinin bu aygıtı ele geçirme mücadelelerini
de kızıştıran bir durumdur aynı zamanda.

195
“Haliç’te Yaşayan Simonlar” devletin yetkinleşmesinin tek
bir kurum üzerinden, polis teşkilatı penceresinden bir anlatımı
olarak da okunabilir. Avcı, kitabında yasadışı örgütler karşısın-
daki yetersizliklerini, donanım, uzmanlaşma, izleme ve dinleme
teknikleri, taktik yenilik ve bu örgütleri daha yakından tanıma
açısından zamanla nasıl aştıklarına dair bir dizi veri sunuyor.
Hatta öyle ki, yazar, yeri geldikçe karşılaştırmalar yapıyor ve
mücadele halinde oldukları örgütlerin gıpta ettiği çeşitli üstün-
lüklerini övmekten geri durmuyor.
Şüphesiz, devletin yetkinleşmesi daha bütünsel, derece de-
rece bütün kurumlara, devlet-toplum ilişkilerinin her düzeyine
yayılan ve aynı zamanda yeni kurumların ihdasını gerektiren
bir süreç. Okul, fabrika, emek süreçleri, sokak ve mekansal stra-
tejiler de bu yetkinleşmeden kendi nasiplerini kesinlikle alırlar.
Sınıf mücadeleleri ve derinleşen işbölümü bu süreçte bir bakıma
mahmuz işlevi görür. Bu bütünsellik içinde emniyet, bir tür ba-
rometre ve mızrak başı olarak görülebilir.

BİRAZCIK FOCAULT VE NEGRİ

“Disiplin toplumundan denetim toplumuna geçiş,” A.


Negri’nin günümüz kapitalist toplumlarını betimlemek amacıy-
la kimi Fransız düşünürlerinden, özellikle de M. Fuocault’dan
esinlenerek kullandığı bir tabir. Bu geçiş üç tipik gösterge üze-
rinden izlenebilir: Bio-politika, polis teşkilatının evrimi veya da-
ha doğrusu, bütün toplumun polisiye faaliyetlerin nesnesi ha-
line gelmesi, bunun uzantısı olarak bizzat ordunun da gitgide
polisleşmesi ve her şeyin görülüp izlenmesi anlamında panopti-
kon gözetleme. Başka bir ışıktan bakıldığında, Avcı’nın kitabı bu
geçişin bir öyküsü olarak da okunabilir. Elektronik izleme, din-
leme, denetim ve takip ağının kurucularından biri olan Avcı’nın
bu yönde emniyetin kat ettiği ilerlemeleri “mucize” olarak ad-
landırması, tam böyle bir bağlama oturuyor.
Şimdi dönüp yaratıcılarından birini de vurmuş olsa bile, bu
mucizenin getirileri saymakla bitmez. Tabiri caizse, artık bütün
evler camdan, bütün perdeler çekili, bütün özel ilişkiler ve mah-
remiyet alanları yolgeçen hanı ve her an ifşaata açık, bütün top-

196
lum bir BBG evi, devletin optiğinden her şey ayan beyan ve her
şey saydam. Hal böyleyse, yeraltını da artık bir kedi-fare oyunu-
na dönüşmüş sayabiliriz.
Avcı’nın durduğu yerden bakarsanız, bu durum neredeyse
devletin nihai ve mutlak bir zaferi. Ama devletin bir akrep gibi
kendi kendisini sokmaması için, bu zaferin yasalarla sınırlanma-
sı gerekiyor, o kadar. Gelgelelim, kendi başarımlarının büyüsü-
ne ve esrimesine kapılmış istihbaratçımız yanılıyor. Kitabında
hayranlıkla anlattığı, Diyarbakır Cezaevinde istihbaratı alınan
ama bütün aramalara rağmen bir türlü bulunamayan tünel olayı
yanıldığının bir karinesi aslında.
Hiç kimse, hiçbir yeni tedbir ve buluş, ezilen dünyanın ya-
ratıcılığına, yenilikçiliğine, kurnazlığına, çalışılacak zayıf yan
bulma ve engel aşma arayışlarına sınır çekemez. Bu, ezilenle-
re fıtraten bahşedilmiş Allah vergisi bir meleke değil, edinilen
bir yetenek. Varoluş koşullarının, her daim risklerle boğuşarak
ayakta kalmanın ve çoğu kez sırat köprüsü halleri yaşamanın
ezilen dünyayı iteklediği bir doğrultu.
“Efsanevi” istihbaratçımıza bir hatırlatma daha: Birçok Mar-
xist araştırmacının işaret ettiği gibi, burjuva devletin ilerleyen
teknik hassasiyeti, aynı zamanda müdahale edilebilir bir aşırı
bağımlılık ve kırılganlık demek…

YAZARLIK VE POLİSLİK

Hanefi Avcı kitabının girişinde, polislikten sıyrılıp sözcüğün


gerçek anlamında yazar olmaya karar vermiş biri izlenimini ve-
riyor. Karşımızda biyolojik olarak kendini 35-40’ında, ama çe-
kilen acıların, yaşanan iç fırtınaların ve bir bütün olarak dene-
yim yükünün “kemal” yaşı olarak 150’sinde hisseden karmaşık
bir kişilik vardır. Avcı, simgesel evreninin ve değerler manzu-
mesinin çöküşünü ve halen sürmekte olan iç hesaplaşmalarını
Türkiye’nin bir tarihsel kesitiyle sarmalayarak, belirli bir olay
örgüsü ile ve otobiyografi türünün elverdiği sınırlar içinde se-
rimleme vaadinde bulunur adeta.
Ama girişten hemen sonra bu vaat, ne hikmetse unutuluverir.
Karşımızda zırhlarını kuşanmış, tartarak konuşan, bazı yerler-

197
İlkay Akkaya, “Sırayı Bozuyoruz” Etkinliği, 21 Ocak 2011
de iyiden iyiye ketum bir polis şefi vardır bu kez. Kitaba adını
vermiş olan “Simon” dahi, karakter şöyle dursun, bir tip bile
olamaz. Avcı’nın manevi bunalımından bir çırpıda sıyrılmasının
basit bir vesilesinden başka bir şey değildir o. Bize sunulan po-
lisiye serüvenler dizisinde ise kimi anlamlı suskunluk bölgeleri
var. Örneğin Mersin Siyasi Şubede olup bitenlerin hızla geçiş-
tirilmesi ve kendisini JİTEM’le buluşturan itirafçıların sevk ve
idaresine ise hiç değinilmemesi gibi. İnsanın polisten bu kadar
yazar olurmuş diyesi geliyor.

HANEFİ AVCI’NIN DERDİ

Hanefi Avcı’nın çıkışının gerisinde karmaşık ve komploculuk


kokan nedenler aramak yersiz. Çokça iddia edildiğinin aksine, o
cemaatin saf değiştiren bir ihanetçisi de değil. Bu tescilli işken-
ceci, emniyette bir ekolün savunucusu ve temsilcisi sayılırsa her
şey daha basitleşir. Bu ekol sadece teknik yeniliklere öncülük et-
memiş, zamanında işkenceyi de “en yüksek verim” esası üzerin-
den daha sistematik, daha yoğun, daha çok türlü ve bu anlamda

198
daha “rasyonel” hale getirmiştir. Farklı emniyet müdürlükle-
rinin muamelesinden geçtikten sonra Avcı ve ekibi tarafından
sorgulanan herkes, aradaki farkın canlı tanığıdır. Bu satırların
yazarı da bunlardan biridir.
Ama rasyonalite Avcı ve onun gibi düşünenler açısından ge-
nel, yönlendirici ve mesleki bir bir ilke veya tutumdur. Kendile-
rini teknik yenilikler peşinde koşmaya sevk eden de aynı yakla-
şımdır. Avcı, siyasi görüşleri “iş”e ve işin gereklerine bulaştır-
mamanın, “iş yaparken” indoktrine olmanın, profesyonelliğin,
kadro seçiminde ve atamalarda liyakat ölçütünden sapmamanın
ısrarlı bir savunucudur. Onun, bir yanılsamanın ifadesi olsa da
“devletin ideolojisi olmamalıdır” demesinin, çeşitli emniyetçiler
hakkında kanaat belirtirken yukarıdaki ölçütleri kullanmasının
nedeni budur. Kitabın çeşitli yerlerine serpiştirilmiş rejim eleşti-
rileri de aynı mantıktan besleniyor.
Zamanlamasını ve hesaplarını doğru yapıp yapmadığı, çı-
kışından bir “kelebek etkisi” bekleyip beklemediği ayrı bahis;
ama onun emniyetteki cemaat yapılanmasıyla açık bir çatışmaya
girmeyi göze almasının “sırrı” da buradadır. Kitabında bunun
bolca kanıtı var.
Hal böyleyken, solda sıkça rastladığı gibi, işkenceciliğinin
altını çizmekle yetinip Avcı’nın ifşaatlarının içerimleriyle ilgi-
lenmemek, farklı düzeyleri birbirine karıştıran gayri siyasi bir
tutum. Hakeza, bu ifşaatları “devletin hangi sermeye hizbi tara-
fından ele geçirildiğinin ne önemi var” kayıtsızlığı ile karşılamak
da öyle. Unutmayalım; sürüp gitmekte olan bir rejim ve devlet
biçimi çekişmesidir, basit bir ele geçirme değil.
Ekmek ve Özgürlük, Kasım-Aralık 2010

199
M. ÖZLEM
SIKINTI YOK

Rivayet odur ki ‘’Sıkıntı Yok’’, SDP yöneticileri arasında kulla-


nılan bir şifreymiş. Muhtemelen tam bir komedi ürünü olan ‘’Son
Tezgah’’ın tezgahı kurabilmek için sığındığı zorlamayı aşan bir
yorum. Malum olduğu üzere 21 Eylül sabahında genel başkan
Rıdvan Turan, MYK ve PM üyeleri, İstanbul il ve ilçe binalarını
hedef alan ve ‘’Devrimci Karargah’’la ilişkilendirilen operasyon
sonucunda TÖP’lü ve SDP’li on arkadaşımız gözaltına alınmıştır.
Gene malum olunduğu üzere komediyi andıran soruşturma ve
mahkeme süreci sonucunda dokuz arkadaşımız tutuklanmış ve
cezaevine yollanmıştır. Devrim ve devrimcilikle uğraşan herke-
sin muhtemel mola yerlerinden biridir cezaevleri. Bir ceza değil,
yaptığımız işlerin olası karşılıklarından biri olarak algılanmalı-
dır. Gözaltı ve cezaevleri devrimle uğraşanlar için çok sıra dışı
gündemler değildir.
Cezaevine dokuz yönetici düzeyinde yoldaşını bırakan ha-
reketin yapması gereken en başat görev ‘’on’’ları cezaevine ko-
yarak süreci akamete uğratmak, siyasal faaliyeti durdurmak,
örgütlülüğü dağıtıp yılgınlığı hakim kılmak isteyen oligarşinin
planlarını boşa düşürmek olmalıdır. Bu yönelim kaçınılmaz ola-
rak yarıda kalan görevlerin tamamlanması, boşalan yerlerin tah-
kim edilmesi ve mevzilerin korunması görevini karşımıza diker.
Bu bağlamda öncelikle birlik sürecinin başarıyla sonucuna ulaş-
tırılması acil ve zaruri bir durum olarak öne çıkmaktadır. TÖP ve
SDP’liler SBH’la beraber bu görevi yerine getirmelidir. Cezaevi
sürecinin önümüze diktiği bir başka görev parti faaliyetinin ak-
samadan yürümesini sağlayacak tedbirlerin alınmasıdır. Tutuk-
lu yargılananlar SDP’nin ve TÖP’ün tutsaklarıdır. Şimdi hızla tu-

200
tukluların boşalttığı organlar doldurulmalı, görevleri üstlenecek
kadrosal tahkimatlar yapılmalı ve işe koyulmalıdır.
Cezaevi sürecinin önümüze diktiği bir başka görev ise bir
yandan içerdekilerin özgürlüğüne kavuşması için yoğunlaştırıl-
mış bir faaliyet gösterirken diğer yandan kazanılmış mevzilerin
korunması ve siyasal faaliyetin kesintisiz sürdürülmesi için or-
taya yoğun bir emek koymaktır. Sakin olmak süreci Devrimci
faaliyetin olağanlığı içinde kavramak ve siyasal görevleri kesin-
tiye uğratmamak önemlidir. Mantığın politikaya olan hakimi-
yetini elden bırakmadan kampanyayı en geniş zemine yayacak
mütevazi bir duruş ve meşru bir zemin kurgulamaktır. Kabul
edilmelidir ki bu ne ilk ne de son saldırıdır. Sıraladığımız üçlü
görev dizini yürüttüğümüz faaliyetin yürüme ve gelişmesine
paralel olarak standartlaşacak bir görev dizinidir. Tutsakların
özgürlüğü yönünde yürütülecek çalışma siyasal faaliyette bir
daralmaya, kazanılmış mevzilerin terk edilmesine yol açacak
bir sapmaya dönüşmemelidir. Zira tutsakların özgürlüğü için
yapılacak en anlamlı işlerden birisi birlik sürecinin başarıyla so-
nuçlandırılmasıdır. Kabul edilmelidir ki birlik sürecinin başarısı
alanlarda yürütülecek mücadelenin, bu mücadelenin kazanımla-
rının yükselmesine paraleldir.
Tutsaklık siyasal faaliyetin ödediği bir bedeldir. Bedel ona
değecek kazanımlara denk gelmelidir. İçeriye dokuz yoldaşını
veren hareket, bu bedelin kazanımlarını toplama göreviyle yüz
yüzedir. Bu her şeyden önce içerdekilere karşı bir görevdir. Oli-
garşinin medya üzerinde yürüttüğü anti-propagandayı tersine
çevirmeyi temel yollarının başında mevzilerin tutulması bu alan-
lardaki faaliyetin doruk noktasına çıkarılması gerekir. Herkes
dünden daha azimli daha kararlı ve daha planlı bir şekilde alan-
larına dönmeli ve dört koldan faaliyete asılmalıdır. Gücümüz bu
alanlarda yürütülen faaliyetten gelmektedir. Alan faaliyeti aynı
zamanda bize kitlelerle buluşma ve cepheyi genişletme imkanını
sunarken bir başka yönden tutsakların özgürlüğü için yürüttü-
ğümüz faaliyetin değişik alanlara yayılmasına ve görünür hale
gelmesini de sağlayacaktır. Mevzilerin zayıflatılmasına ve alan
çalışmasının daralmasına yol açabilecek her yönelim içerdekile-
rin tutsaklığına bizim cephemizden katkı olacaktır.

201
TÖP ve SDP saflarını hedef alan saldırının politik analizi doğal
olarak bu politik yönelimi karşısına alan bir siyasal perspektifin
tespitini zorunlu kılar. Bu politik analiz aynı zamanda bir yanıy-
la yürütmekte olduğumuz siyasal hattın ana parametrelerinin
yeniden hatırlanması ve genişletilmesini dayatırken bir başka
yanıyla siyasal faaliyetin sürekliliğine ilişkin tedbirlerin de alın-
masını gerektirir.
Operasyonu ele alırken yapılış zamanlaması ve yönelimleri
operasyonun mahiyetine dair önemli ipuçlarını ele vermekte-
dir. Kısa yoldan tarif edecek olursak operasyonların SDP ve TÖP
yöneticilerini hedef almış olması ve hatta emniyetle tarikatın
kendi iç çatışmalarını bu operasyon üzerinden yürütmeye çalı-
şıyor olması tesadüfi değildir. SDP ve TÖP’ün yürüttüğü SBH’ı
da kapsayan birlik görüşmeleri bu oluşumların referandum sü-
recinde boykot taktiğiyle cisimleşen enternasyonalist devrimci
politik tutum alışları operasyonun onlara yönelmesine sebep ol-
muştur. SDP ve TÖP politikalarında cisimleşen enternasyonalist
çizginin politik dışa vurumu bir yanıyla enternasyonalist dev-
rimci öznenin oluşturulmasını hedef alan birlik çalışmalarıyla
belirginleşirken diğer yanıyla Kürt özgürlük hareketiyle stratejik
ittifakı cisimleştiren çatı partisi projesiyle şekil almıştır. Oligar-
şinin, emperyalizmin bilgisi ve onayı dahilinde ABD ile omuz
omuza yürürlüğe koyduğu Kürt sorununa yönelik yeni konsept
sürecin sonuçlarına müdahale edebilecek sosyalist güçlerin de
devreden çıkarılmasını gerektirmektedir. Saflarımıza yönelik
operasyonun ana ayaklarından birini izlediğimiz politik hattın
doğruluğu oluşturmaktadır. Siyasal hattın doğruluğunu belirgin
hale getiren temel unsur bu hattın militan ve direngen bir müca-
deleyle pratiğe dökülüyor olmasıdır. Oligarşi hem içine girdiği
iç çatışmalı süreçte hem Kürt hareketinin direngen tavrı karşısın-
da yenilgiye dönüşen stratejisinde yeni yönelimlerini inşa ettiği
konseptte en fazla rahatsız eden doğru siyasal hattan beslenen
militan mücadeledir. Mahkeme sürecinde medyaya servis edilen
görüntüler operasyonun bizim sokak ayağımızı kesmeyi önemli
bir amaç olarak gördüğünü göstermektedir. Oligarşinin bu plan-
larını boşa düşürme görevi bize aittir.
Siyasal hattın doğruluğu bu siyasal hattın yeniden gözden ge-

202
çirilmesini de gerektirmektedir. Gerek TÖP’ün gerekse SDP’nin
mücadele tarafında doğrulanan siyasal hattı enternasyonalist
çizginin sınıfsal bir temelde oligarşinin kendisini ve yönelimleri-
ni karşısına alarak yürütülmesi olarak özetleyebiliriz. Bu hat sola
egemen olan ulusalcı ve liberal çizginin karşısındaki devrimci
proletarya enternasyonalizminin somut ifadesidir.
SDP ve TÖP’e yöneltilen operasyon Hanefi Avcı kimliği üze-
rinden emniyet ve tarikat içi çatışmanın parçası haline getiril-
mesi bu çatışmanın doğallığında tarikat ve hükümet medyasının
bütün rezillikleriyle saldırı kampanyası yürütmesi politik yöne-
limimizi zedelememelidir. Kabul edilmelidir ki liberal ya da tari-
kat medyası kendi karşıtı bütün güçleri Ergenekon’la ilişkilendi-
rerek servis etmektedir. Ergenekon başlığı altında yürütülen ça-
tışma ise son döneme damgasını vuran oligarşi içi mücadelenin
görünümlerinden birisidir. Ulusalcı ya da liberal sol referandum
sürecinde açıkça cisimleştiği üzere oligarşi içi çatışmada oligar-
şik güçlere eklemlenme görünümündedir. SDP ve TÖP oligarşi
içi çatışmayı enternasyonalist bir kanaldan sınıf perspektifiyle
yaklaşarak çatışmanın kendisine karşı taraf olmayı tercih etmiş-
lerdir. Bu bağlamda oligarşinin bizi Ergenekoncu cepheyle iliş-
kilendirme çabalarına kesinlikle boşluk bırakılmamalıdır. Ulu-
salcı yönelimin politik sloganı Anti-AKP’ciliktir. SDP ve TÖP’ün
adının ulusalcılıkla yan yana anılması bile küfürdür. İdeolojik
söylemimizi kurarken hükümetin uygulamalarıyla mücadele
ederken devletin oligarşik karakteri ve sınıfsal özü gözden ka-
çırılmamalıdır. Biz medyanın, polisin ve yargının tarikatçı ya da
Kemalist olanına değil oligarşinin kendisine ve bütün kurumla-
rına karşıyız. Şeytanların arasından şimdiye kadar şeytan seçme-
dik bundan sonra da seçmeyeceğiz.
Önderlerimizi ve yoldaşlarımızı tutuklayanlar, adımızı Ha-
nefi Avcı’nın, Ergenekoncuların yanına yazarak bizi karalamaya
çalışanlar bu yöntemle siyasal faaliyetimizi kesintiye uğratmak
isteyenler yanıldıklarını kısa sürede anlayacaklar. Geleneğimiz,
bu geleneğin yaslandığı teorik zemin, bu zeminden beslenen
politik pratik içinden mücadeleye yön verecek yeni önderler ve
kadrolar çıkaracak, boşluğa izin vermeyecek derinliktedir. Dost-
larımız ve bizi dost belleyenler içleri rahat uyumalıdır. Biz bu

203
saldırıları önceden görecek ve gerekli tedbirleri alacak öngörüye
sahibiz. Ne SDP ne Dev-Genç ne Dev-Lis ve ne de sınıf içinde yü-
rüttüğümüz faaliyetimiz hiçbir kesintiye uğramamıştır. Şifremiz
değil ama artık bir sloganımız: SIKINTI YOK!
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

SIRA KİMDE?

SDP ve TÖP üzerinden başlatılan operasyonun gündeme ge-


tirdiği bir slogan ‘sıra kimde?’ Slogan kendi diyalektiğinde bir
tahlili de bağrında taşıyor. Sloganla dile getirilen tahlil ya da
yapılan vurgu bitmiş tamamlanmış bir durumu değil, başla-
mış, devam eden ve sürecek bir süreci izah ediyor. Doğallığında
TÖP’ü ve SDP’yi hedef alan ayakları havada ve giderek içi boşal-
tılan operasyonun ‘Devrimci Karargâh’ başlığı altında genişle-
yerek yayılan ve herkesi kapsayabilecek bir yönelime evirileceği
tespitidir. Operasyonu böyle algılamak kaçınılmaz bir şekilde
bizi konjonktürün ulusal ve uluslararası ilişkileri boyutlarını
kavramaya girift bağlarını görmeye çalışmaya ve bu bağlamda
sürece daha bütünsel bakmaya zorlamaktadır. Kısa vadede AKP
hükümetinin yönelimleri olarak açıklanabilecek saldırı bu derin
ilişkiler ekseninde emperyalizmin ve sermayenin yönelimleri
temelinde ele alınmalıdır. Yine kaçınılmaz olarak operasyonun
diğer sol güçlere Kürt özgürlük hareketine yönelen boyutlarını
görmek bu bağlamda oligarşi içi çatışmayı operasyon düzlemin-
de yeniden gündeme getirmek gerekmektedir.
AKP hükümeti ve onunla bağlantılı bir şekilde Hanefi Avcı
düzleminde Gülen cemaatini yoğun bir şekilde gündeme otur-
muş olması Hanefi Avcı kimliği üzerinden cemaat ve devlet içi
çatışmanın yürütülüyor olması bu çatışma doğrultusunda yan-
daş medyanın yoğun bombardımanı bizi AKP ve Gülen cema-
atiyle karşı karşıya gelmeye zorlamaktadır. Doğallığında gün-
cel saldırının hükümet ve cemaat kaynaklı yürütülüyor olması
savunmayı savunmanın politik zeminini politik zeminin dile
getiriliş tarzını yani söylemini bu iki güce karşı şekillendirmesi
meselenin bütünsel ve uluslararası ilişkilerini görmezden gel-

204
MEHMET ÖZER bırakmadılar. Bu egemenleri çıl-
GÖĞSÜMÜZÜN ÜSTÜNDE gına çevirdi. Kendi hukukunu
BİR KİMLİĞİMİZ VAR: bile hiçe sayarak, çiğneyerek,
SDP’LİYİZ SDP’ye ve onun şahsında sos-
yalistlere karşı giriştiği saldırıyı
boşa çıkarmak için SDP kimli-
Sosyalist Demokrasi Partisine
ğini yakamıza takarak bir adım
saldırarak aslında bize saldırdı-
daha öne çıkıyoruz. Boşalan saf-
lar. Düşlerimize, geleceğimize
ları doldurarak daha yakın du-
saldırıdır. Bu pusu hepimiz için-
ruyoruz. Dayanışma bilincimiz,
dir. Fiziki olarak engelleyeme-
halklarımıza olan bağlılığımız,
diği sosyalist mücadeleyi, yalan
sosyalizme olan inancımız ve
çarklarını çevirerek yoksulların
yoldaşlarımıza olan güvenle bu
gelecekten sosyalistlerden umut
yalan çarkını kıracağız.
kesmesini sağlamaya çalışıyor.
Bu da bizim sözümüz.
Tüm baskılara rağmen yoksullar,
Yaşasın Dayanışma
işçiler, kadınlar, aydınlar sosya-
Varolsun Yoldaşlar.
listlerin düzenin çürük çarkına
Sosyalist Demokrasi,
çomak sokma çağrısını yanıtsız 7 Ekim 2010, n°98

memize yol açmamalıdır. Aynı şekilde son dönem politikalar-


da ağırlığını hissettiren politik söyleme damgasını vuran ve bir
nevi ayar çizgisi haline gelen AKP-Ergenekoncu kamplaşmasını
zemin oluşturacak her çeşit yönelimden uzak durulmalıdır. Biri
diğerine tercih edinilmemelidir. Bu yönelimden ve olası başka
yanlışa düşme eğilimlerinden bizi esas olarak koruyan şey sınıf
devlet ve emperyalizm meselesine dair Marksist gelenek ve teo-
rik birikimlerimizdir.
ABD emperyalizminin Roma dönemiyle kristalize olan yeni
yöneliminin başlıklarından birini küresel ölçekte ve özellikle Or-
tadoğu ve Hazar havzasında kendi politikalarıyla uyumlu hü-
kümetler ve devlet yapıları oluşturmak kurgusu belirlemektedir.
Bu kurguya ABD’nin askeri hegemonyasını destekleyecek bölge-
sel güç odakları şekillendirme planı eşlik etmektedir. Bu planın
hayata geçirilmesinde pek çok aracın yanı sıra Soros ve Gülen
kimlikleri de eşlik etmektedir. Ukrayna’dan Gürcistan’a bütün
renkli ‘devrimleri’ İran dahil bir çok hükümete karşı muhalefet
eylemlerini destekleyen ’STK’ların arkasında Soros vakfının de-

205
rin bağlarının bulunduğu gündelik basının sıradan haberlerine
düşecek oranda ortalığa saçılmıştır. Aynı şekilde hazar havza-
sındaki Türkî cumhuriyetlerin nerdeyse tamamında Gülen ce-
maatinin okullar vb. kurumlar üzerinden hükümetlere hükü-
met politikalarına ve bu politikalara muhalefet edenlere şekil
vermeye çalışan yoğun çabaları bilinmektedir. Azerbaycan dan
Özbekistan’a suikastlarla ve hükümet karşıtı ayaklanma girişim-
leriyle bir anılan gülen cemaatinin rolü Soros vakfının Hıristiyan
dünyasında oynadığı rolün İslami motiflerle yeniden üretilme-
sinden başka bir şey değildir. Diyebiliriz ki ABD Ortadoğu ve
Hazar havzasında denetim sağlamanın yeni yolunu kendine
uyumlu hükümetler devlet yapıları ve toplumsal formasyonlar
oluşturmakta bulmuştur. Bu süreç bütün bölge hükümetlerini ve
devletleri kapsayarak derinleşecektir. Çevre ülkeler bu bağlam-
da Kırgızistan da olduğu gibi sürekli bir iç kargaşa tehdidiyle
yüz yüzedir.
ABD bu noktada TC’ye ikincil bir misyon daha biçmiştir. Bu
misyonun bir ayağını Şii İran’ın yalnızlaştırılarak etkisiz hale
getirilmesi ve emperyalizmle uyumlu şekillenme planına boyun
eğmeye zorlanması oluştururken bir başka ayağını İsrail’i sar-
malayan Müslüman ülkelere ve halk kitlelerine batı ile uyumlu
emperyalizmi içselleştirmiş bir örnek ve önderlik şekillendiril-
mesi oluşturmaktadır. Bu misyon emperyalizmin yeni dönem
yönelimlerinin yanı sıra misyonun kendisinden kaynaklanan
sebeplerle Türkiye deki devlet yapısının ve toplumsal formas-
yonun yeniden şekillenmesini zorunlu kılmaktadır. Sermayenin
akışkanlığının önündeki ve ticaretin frenlendiği bütün korumacı
ulusal duvarların yıkılmasını uluslararası sermayenin bütün ül-
kelerin ekonomilerinin hiçbir engelle karşılaşmadan müdahale
etmesini hedefleyen ekonomik yönelim emperyalizmin yeniden
paylaşım süreciyle çakışınca ulusalcı her çeşit devlet yapısını ve
yönelimlerin tasfiyesini zorunlu hale getirmiştir. Bir yandan Ha-
zar ve Ortadoğu petrol ve doğalgaz yataklarını diğer yandan bu
enerji kaynaklarının dünyaya servisini sağlayan geçiş hatlarını
denetleme ve güvence altına alma çabası öte yandan yeni palaz-
lanan Çin ve Hint ekonomilerini ayrıca enerji kaynakları üzerin-
deki tekeli nedeniyle Rusya’yı denetleme çabası ABD ye bölgede

206
daha etkin ve daha aktif hareket etme müttefiklerinin hızlı ve
istikrarlı davranmasını sağlama yükümlülüğünü getirmiştir.
Bölge ülkelerini hedef alan bu yeniden yapılandırma çabasının
bölgede eksen ülke olmayı hedefleyen ve bu hedefi emperyaliz-
min kendisine biçtiği misyonlarla çakışan kendisine böylesine
bir görev verilen TC devletini de kapsaması kadar doğal bir ge-
lişim olamaz.
Emperyalizmin bu yönelimlerinin Türk sermayesinin TC
devletine yönelik yeniden yapılandırma projesiyle ve aynı za-
manda ortaya çıkan yeni sermaye grubunu AKP önderliğinde
oligarşik yapıya dâhil olma yönelimiyle çakışması karmaşık iliş-
kileri daha karmalık hale getirmiş fakat oligarşi içi çatışmayı da
anlaşılır kılmıştır. Kürt özgürlük hareketi bir yanıyla ABD’nin
emperyalizmle güdümlü yeniden yapılandırma projesine bir
başka yanıyla TC sermayesini toplumsal formasyonu ve devle-
ti yeniden yapılandırma projesine karşı en ciddi en engeli oluş-
turuyor olması özgürlük hareketini karşısına alan Bağdat Erbil
Ankara Washington trafiğini anlaşılır kılmaktadır. Türkiye’de
yapılmakta olan bir yanıyla oligarşi içi çatışmanın farklı iki bo-
yutunun çözümlenmesidir. Bu yana rengini veren olgulardan
birincisi Müsiad kavramsallaştırması altında büyüyen Anadolu
pazarını eline geçiren ve devlet ihaleleriyle iyice palazlanan yeşil
sermayenin oligarşik yapıya dâhil edilmesi mücadelesidir. İkin-
ci renk ise Tüsiad ve İslami sermayenin devlet aygıtını yeniden
biçimlendirme denetim altına alma çabasıdır. Bu çabanın ikinci
ayağını toplumsal formasyonu yeniden inşası diyebiliriz ki bu
süreç 28 Şubatta başlamıştır.
28 Şubat bir yanıyla oligarşi içindeki iç çatışmaya bir cevap
anlamını taşırken bir başka yanıyla toplumsal dokunun serma-
yenin ve emperyalizmin isterlerin doğrultusunda yeniden inşa
edilmesi anlamına gelmekteydi. Bu bağlamda sol muhalefet F tipi
saldırılarıyla etkisizleştirilip sistem içine geri çekilmeye zorlanır-
ken Kürt özgürlük hareketi Osman Öcalan çizgisiyle benzer bir
yönelime kanalize edilmeye çalışılmıştır. KÖH bu yönelimi kısa
sürede tasfiye etme becerisini gösterirken Türkiye sosyalist hare-
keti F tipi saldırılarının yol açtığı tahribatı daha uzun bir zamanda
giderme yönelimine girmiştir. F tipi saldırılarıyla başlayan süreç

207
sosyalist hareketle günümüz politik yönelimlerine damgasını vu-
ran güçlü bir çatlamanın oluşmasına yol açmıştır. Bu çatlamalar-
dan birini o dönem demokratik Avrupa söylemi üzerinden şekil-
lenen liberal çizgi oluştururken bir başka yönünü emperyalizm
yönelimlerinden beslenerek daha fazla ulusalcılıkta arayan çizgi
oluşturmuştur. Bu iki kanadın karşısında o günün koşullarına
daha zayıf görünen devrimci enternasyonal çizgi ayakta kalma
ve alan genişletme çabasına girişmiştir. Geldiğimiz noktada ser-
maye hükümetlerinin emperyalist politikalarla uyumlu ekono-
mik yönelimleri gelir uçurumun derinleşmesine yoksulluğun art-
masına ve bütün eşlik eden bir şekilde işsizliğin yaygınlaşmasına
yol açarak halk kitlelerinin devletle bağın zayıflamasına sebep
olmuştur. Bugün hala AKP’nin çok yüksek bir oy oranına sahip
oluyor olmasının sebebi politik-ekonomik yönelimlerinin halk
kitleleri tarafından kabul ediliyor olması değil karşısında sistemi
karşısına alan politik bir sol gücün bulunmamasıdır. Operasyonu
gündeme getiren tam da böylesi bir süreçtir.
Bir yanıyla Kürt hareketini etkisiz hale getirmek için dalga
dalga geliştirilen KCK operasyonları sürerken saldırının başka bir
versiyonu Türkiye sosyalistlerini hedef alan ‘Devrimci Karargâh’
operasyonu ile adlandırılmıştır. Operasyona yol veren toplum-
sal gelişmeler ekonomik krizin tetiklediği işçi hareketindeki can-
lanmalar özellikle güvencesiz işçilerin artan örgütlenme istekleri
ve mücadele deneyimleri varoşları saran sınıfsal öfke ve bütün
bunların sisteme karşı önderlik arayışının giderek belirgin hale
gelmesidir. SDP’nin uzun süredir yürüttüğü militan faaliyet sa-
hip olduğu enternasyonalist devrimci çizgi ve son olarak boykot
sürecinde cisimleşen sistem karşıtı politik yönelimleri onu görü-
nür kılmış bu görünürlük TÖP’le yürütülen birlikte mücadele ve
birleşme çizgisiyle daha belirginleşmiştir. SDP’ye yönelen polis
operasyonu esas olarak bu belirginliği flulaştırmaya yöneliktir.
Flulaşma sadece partinin sokaktan çekilmesini sağlamayı hedef-
lememektedir. Aynı şekilde uzun süredir yaşam tarafından sına-
narak doğrulanmış politik çizgisini de hedef almaktadır.
AKP hükümeti bir yanıyla uluslararası emperyalist politi-
kaları Türkiye deki uygulayıcısı olarak karşımızda dururken
diğer yanıyla devlet içi yeniden yapılandırma projesinin başat

208
gücü ve yürütücüsü olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zaman-
da Anadolu’da hâkimiyet kuran tekelci yeşil sermayenin siya-
si temsilciliğini de üstlenmiş durumdadır. Bu noktada politik
söylemin hükümete ve uygulamalarına bu uygulamaların arka
plandaki taşıyıcısı gülen cemaatine yöneliyor olması hükümetin
ve cemaatin emperyalizm ve sermayeyle sınıfsal bağlarını göz-
den kaçırmamıza meyil vermemelidir. Partiye yönelen saldırı bir
bütün olarak emperyalizmin yönelimleriyle uyumludur. Aynı
şekilde oligarşi içi çatışmanın yansımalarından birisidir. Ve yine
aynı zamanda bütünsel olarak tekelci sermayenin ortaklaşa yö-
nelimidir. Ne Ergenekon’un ne de tek başına Fetullah Gülen’in
operasyonudur. Bu bağlamda söylemimizi hükümetle karşı
karşıya kurgularken bu söylemi saldırıya uğrayan dost güçleri
kapsayacak şekilde genişletmeli ve oligarşi içi çatışmaya taraf
görüntüsü verebilecek vurgulardan kaçınmalıyız.
‘Sıra Kimde? ‘ başlığıyla tariflenen kampanya tarif etmeye çiz-
diğimiz bütünsel görünüm içinde tüm solu Kürt özgürlük hare-
ketini, demokrasi, barış ve emek güçlerini hedef alan bütünsel bir
saldırının geri püskürtülmesine yönelik bir kampanyadır. SDP ve
TÖP’ü korumaya yönelik değil politik ve ideolojik olarak sol sos-
yalist söylemi, duruşu ve muhalefeti korumaya yöneliktir.
Durdurulamazsa genişleme potansiyeline sahip bir saldırıdır.
Bu operasyonun geriye püskürtülebilmesinin koşullarında birini
benzer bir operasyonu KCK başlığı altında yiyen Kürt özgürlük
hareketiyle yan yana gelmek oluştururken diğerini tüm sol sos-
yalist emek ve demokrasi güçlerinin bu cepheye dahil edilmesi
oluşturmaktadır. Saldırı çok kapsamlı ve uzun solukludur. Di-
reniş kapsamlı ve uzun soluklu olmalıdır. SDP bir yandan sahip
olduğu teorik ve politik çizgiyi koruyup derinleştirirken diğer
yandan sistem içine ötelenme çabalarına bütün gücüyle diremeli
gerçekleşmesi için yoğun emek harcanan birlik sürecini muradı-
na erdirmeli ve en geniş cepheyi oluşturacak esnek bir dil ve söy-
lem geliştirmelidir. Bütün bunların yapılabilmesinin ön koşulu
hızla örgütsel tahkimatlarını sağlamasından ve önce kendi yakın
çevresinin birlikteliğini sağlamasından geçmektedir.
sosyalistdemokrasigazete.net, 5 Ekim 2010

209
MAHİR SAYIN
ARTURO Uİ’NİN ÖNLENEBİLİR YÜKSELİŞİ

Ama yetti artık! Bu kadar da alay edilmeyi hak etmiyoruz.


Nedir bu rezalet? Devrimcilere karşı kullandıkları ne idüğü be-
lirsiz gizli tanığın adını bile “son tezgah” koyacak kadar işi eğ-
lenceye almış durumdalar. Erbakan’ı tepeleyecekler, beni bulu-
yorlar. Avcı’yı tepeleyecekler yine beni buluyorlar. Ama benim
başıma bela olanlar da birbirlerinin belalısı. Biri Ergenekoncu
diğeri Cemaatçi. Gerçi hepsinin patronu ABD ama herhalde ben
de ABD için bu kadar önemli değilimdir.
28 Şubat sürecinde Çevik Bir, Cengiz Çandar, Mehmet Ali
Birand, Akın Birdal’ın yanında beni de andıçladı. Fehmi Koru
benim için “Devletin sırlarını ortalığa yayarsan başına gelenlere
şaşma! Dua et ki yurtdışındaymışsın!” diye yazdı. Gerçi şimdi de
“Öcalan’dan derlediğim devlet sırları”na hiç “şaşırmamam” kar-
şısında bana bir mim koymuş olduğunu anlatarak, beni Ergene-
kon şaibesi altına sokmaya çalışıyor. Bütün operasyonun da “har-
canan arkadaşlarını kurtarmak, kendisinin iyi aile babası imajını
korumak” üzere “Akbabanın Üç Günü”nden ödünç alarak Ha-
nefi Avcı’nın tezgahlamış olduğunu anlatıyor: Avcı, ben ve DK,
Avcı’nın bu intikam oyunu için Ergenekon çatısı altında biraraya
gelmiş oluyoruz. Bu kadar keskin zekanın küpünü çatlatmaması
mümkün değil. İzleyelim göreceğiz çatlaktan gelen sızıntıyı.
O fırtına, Akın Birdal’ın ölümcül yaralanması ve diğerlerinin
de nispeten ufak tefek sıyrıklar almasıyla atlatıldı. Ben bir on yıl
daha yurtdışında kalmak zorunda oldum; Çevik Bir artık insan
içine çıkamıyor. Bu tezgahı başımıza saranların akıbeti de ben-
zer olur inşallah! Ama ben bir on yıl daha yurtdışında kalmak
istemiyorum.

210
MEHMET TÜRKAY yapılan operasyon geleceğe dö-
APOLETSİZ FAŞİZM nük sistemik kaygılara dayan-
OPERASYONA BAŞLADI maktadır. Faşizm sadece apo-
letleriyle gelmez. Liberalizm ile
muhafazakarlığın karışımı bir
Türkiye bir kırılma sürecinin
sivil faşizm sosyalistlere karşı
ortasında, bir resmi ideoloji ve
önlemlerini bu operasyonla baş-
pratik tasfiye edilirken iktidarı
latmış görünmektedir. Burjuva
paylaşan muhafazakar-liberal
demokrasisini bile aratacak bu
koalisyon kendi resmi ideolojisi-
ve benzeri operasyonlara karşı
ni de kurmak ve tahkim etmek
bir arada durmak, davranmak
adına epey yol aldı. Bu tahkimat
sosyalistlere güç verecektir.
bugüne yönelik olduğu kadar
Haksız yere tutuklanan “hak-
geleceği de kapsayacak nitelik-
lı” arkadaşlara selamlarımı ileti-
tedir ve bu sürecin karşısında
yor ve bu hukuksuzluğu protes-
duracak olanlar da güçlü yada
to ediyorum.
güçsüz olsunlar her zaman sos-
Sosyalist Demokrasi,
yalistler olmuştur. 21 Eylül’de 28 Ekim 2010, n°99

HİÇBİR YERE KAÇMADIM

14 Eylül günü Sabiha Gökçen’den üzerinde Mahir Sayın ya-


zan İsviçre kimliğimle 25 yıldır yaşadığım Basel’e geldim. Mem-
leketimde artık turistim ya! Üzerinden bir hafta geçti ki, SDP ve
TÖP’lülere Devrimci Karargah Örgütü (DK) dolayısıyla geniş bir
operasyon gerçekleştirildiği ve benim de DK’nın reisi/üst düzey
yöneticisi olarak aranmakta olduğum, cemaat yanlısı gazete,
TV ve internet sitelerinde yayınlandı. Ama ne yazık ki, operas-
yonun yapılacağını “yasak aşk videolarını çekip şantaj yoluyla
örgüte hizmete mecbur kıldığımız” Hanefi Avcı’dan, örgüt ele-
manlarımız Necdet Kılıç ve Doğan Fırtına aracılığıyla öğrenmiş
olduğum için örgütün asıl sırlarıyla birlikte elden kaçırılmıştım!
Örgüt lideri firardaydı!
Avcı’nın kitabı 20 Ağustos’ta çıkmış. Kitapta yer aldığına
göre bana göndereceği “kaç” enformasyonuna çoktan ulaşmış.
Kitabı bir ayda yazsa, demek ki en az bir ay önce. Yani en az 20
Temmuz’dan beri takip altındayım.

211
14 Ağustos günü Yunanistan’ın Sisam adasına gidip geliyo-
rum ama ne giderken ne gelirken bana gümrükte dur diyen yok.
19 Ağustos’ta İzmir’de düzenlenen panelde konuşuyorum. 2
Eylül tarihinde Pegasus’tan Basel’e bilet alıyorum: “Kaçacağım
artık, besbelli!” ama yine sesini çıkaran yok. Uyandırmamak ve
kalan ilişkileri de ele geçirmek için olabilir tabii. O zaman daha
yakından takibe alıp gerçekten kaçmaya kalkıştığım anda yaka-
lamak en akıllıcası olur.
Ama bunu yapan memurları görevi ihmalden cezalandırmak
gerekir. Çünkü Avcı’nın bu haberi iletmesinden sonra, ömrü
mücadeleyle geçmiş bir insan bir yolunu bulur ve ortadan kay-
bolur. Ama ben Antakya, İzmir, Sisam, İstanbul fink atıyorum.
Ya Yunanistan’a gittiğimde geri gelmesem? Kuş uçtu işte! Ama
ben güvenliyim ki, geliyorum. Ya da dünyadan haberim yok.
Ve nihayet o sıkı takip altındayken S. Gökçen’den polisin
gözleri önünde uçup gidiyorum.
Neden bana karşı bu kadar iyiler? Acaba Avcı’dan başka biz-
zat operasyonu yürütenler arasında da adamlarım olmasın? Er-
genekon oraya da uzanmış olabilir! Başka türlüsü mümkün mü?
Bu ne demek oluyor? Ne olacak? İddianamede yer aldığı gibi
hepimizle alay edercesine “son tezgah” işliyor. Ne için işliyor?

BİR TAŞLA BİRKAÇ KUŞ!

Birincisi Avcı artık, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı vs’ye


verdiği dilekçelerle Cemaatin tasfiye eylemine müdahale etmiş
durumda. Bakanlığa yasadışı dinlemeler dolayısıyla kitabından
tam dokuz ay önce şikayette bulunuyor ve dert çıkaracağını gös-
teriyor. Ama bakanlıktan tık yok.
Avcı bunu neden yapar, şu andaki durum açısından beni hiç
ilgilendirmez. Ergenekon davasına bakan savcıları görevden al-
dırmak için mi ya da bilemeyeceğim bambaşka bir amacı mı var?
O kısmı Cemaat avukatlarını ilgilendiriyor. Şu tezgahtan bir çı-
kalım tabii onlarla da ilgileneceğiz. Ergenekon’la mücadele Ce-
maatin değil, esas bizim işimiz. Onlar sadece Ergenekon’la yer
değiştirmek derdinde olabilirler.
Nesnel olarak Cemaat önüne geleni dinliyor ve Emniyet başta

212
Günlük, 25 Eylül 2010
olmak üzere muhtelif kurumlarda tasfiye için gerekli girişimleri
gerçekleştiriyor. H. Avcı dilekçesi ve bilahare de kitabıyla bunu
kamuoyuna mal etti. Anlattıklarının nesnelliğini, yani Emniyet’te
Gülen cemaatinin yaygın ilişkilerinin olduğunu ve Emniyet için-
de ciddi çatışmaların cereyan ettiğini Taraf’ın “Öcalan’ı asıp işi
bitirme” merakındaki “demokrat” polis yazarları Önder Aytaç
ve Emre(ullah) Uslu, “emniyette ne zaman çatışma olmamış ki?”
diyerek sıradanlaştırarak anlattılar. Yine Ali Bayramoğlu, Gülen
cemaatinin emniyetteki masum yaygın varlığını ve çatışmaları
izah etti.
Bu çatışmalar neden oluyor? Kimler arasında cereyan ediyor?
Gülen cemaati bu çatışmalarda nerede duruyor? Cemaat/tarikat
demek mutlak itaat ilişkilerinin işlediği gizli cemiyet demektir.
Nasıl oluyor da devlet memurları böyle mutlak itaatin olduğu
gizli bir cemiyete üye olabiliyorlar? Bunun neresi normal ve ma-
sum? Gidip bir legal partiye üye olsunlar bakalım neler olacak?
Bu soruların yanıtları işte Avcı’da. Ve onda çok daha fazla
bilginin de olduğunu daha önce sürdürdükleri ilişkiler dolayı-
sıyla biliyorlar. Onun için ona şimdilik Silivri bilahare Edirneka-
pı ya da Karacaahmet diye uyarıda bulunuyorlar. Bakalım Avcı
bu tehditlere ne yanıt verecek?
İkincisi de bu “son tezgah” döndürülürken, “yeni anayasa
yapacağım” diye liberalleri peşine takmış olan iktidarın hazırla-
dığı yepyeni tezgahlar. Anayasa seçim sonrasına atıldı. Öcalan’la
güya görüşmeler yapılıyor ama Başbakan “anadil, özerlik; geçin

213
bunları!” diyor. Bu nasıl “açılım” dediğinde her şey tıkandıysa,
barış dediğinde de savaş çıkacak anlamına geliyor. 1994’ün top-
yekun savaş koşullarına ilerliyoruz. Tansu Çiller filmi yeni koşul-
larda sanki yeniden çekiliyor. İşte bunun için bu “son tezgah”ın
içerisine enternasyonalist sosyalistler dahil edilip tasfiye edilmek
isteniyor. Tasfiye edilmeliler ki, Kürtlere karşı geliştirilecek sal-
dırıda vah edenleri olmasın! Bu burada kalmaz. Saldırı müttefik-
lerinden başladı, Kürtlerin kendilerine doğru ilerliyor. Oradan
nerelere sıçrayacağını görmek için de 1994’e bakalım. Referan-
dum öncesinde bu noktaya gelinmişti. Bir manevrayla Öcalan’ın
Tayyip Erdoğan’a bir şans daha tanıması sağlandı. Ama o da ön-
ceki şanslar gibi bir an için kullanılıp harcandı.

TEZGAH BU TEZGAH!

Avcı tutukevinden gönderdiği mektupta isnat edilen şifre,


kripto cihazı, sevgilisini gizleme derdi, bana “kaç” haberini ilet-
tiği iddia edilen Necdet Kılıç ile olan ilişkiler konusuna itiraz
edilemez açıklamalar getiriyor ve tüm suç isnatlarının nasıl te-
melsiz olduğunu anlatıyor.
Brecht, Hitler faşizminin yükselişini anlatmak için New
York’lu gangster Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’ni kaleme
almıştı. Şimdi Arturo Ui New York değil, Pensylvania’da yük-
selişte. Kanser gibi girdiği alanda etkisi görülmeden yayılıyor.
Metastaz evresinde ise kemoterapi de artık işe yaramayacak.
Radikal 2, 10 Ekim 2010

214
MEHMET ÖZGEN
KOMPLO TÜM SOSYALİSTLEREDİR

Referandum öncesi Birgün gazetesinde yayınlanan bir ya-


zımda, bu referandumun diktatörlük için bir kaldıraç olacağı-
nı yazmıştım. Çünkü karşı karşıya geldiğimiz şey, sermayenin
eski ve yeni bileşenleri arasındaki çatışmanın referandumla
safları netleştirip bir başka aşamaya geçecek olmasından ibaret
değildi yalnızca. “Mesele, sivilleşme-demokratikleşme aldatma-
casıyla, bu çatışmayı İslami bir rejimle/faşist bir düzenle aşma
meselesi”ydi. Bu yöndeki ilk önemli işaret sonraki günlerde or-
taya çıktı. Başkanlık sistemini gündeme getirdiler. Görünen o ki,
çatışma bunun etrafında şekillenecek. İslami rejim mimarisi bu
iskele üzerinden örülecek. ABD emperyalizminin, Büyük Orta-
doğu Projesinin Türkiye ayağı böylece ete-kemiğe bürünüyor.
Bu proje, bilindiği gibi, NATO’nun da baş tehdit olarak tanımla-
dığı radikal islama karşı “ılımlı İslam modelini” geliştirme stra-
tejisiydi.
Ergenekon davasında halka karşı işlenen suçların bir tekinin
bile hesabı sorulmazken, sivilleşme ve demokratikleşmenin, 12
Eylül faşizminin sorumlularından hesap sorulacağının bir al-
datmaca, faşist bir demagoji olduğu belliydi. Şimdi SDP, SP ve
TÖP’e yönelik komplo bunu daha da netleştiriliyor. Komplo,
devleti yeniden -İslami surette- biçimlendirmenin deşifrasyo-
nunu perdelemek amacıyla, artık bir komplo merkezi olarak iş
gören Pensilvanya’daki cemaat karargahından verilen direktif-
lerle tezgahlandı. Muhafazakar-milliyetçi ve üstelik eski işken-
ceci bir emniyetçiden, MacCartyci bir senaryo ile devrimci örgüt
üyesi yaratmanın başka bir izahı yok. Çünkü Hanefi Avcı’nın
kitabı, siyasal islamcıların gelecekteki devletlerinin mevcut olan

215
Cumhuriyet, 24 Ekim 2010
içindeki illegal-nüvelerini deşifre ediyor. Sadece cemaatin değil,
arkasındaki ABD emperyalizminin tekerine de çomak sokmuş
oluyor.
Bu yüzden, SDP, SP ve TÖP üzerinden tüm sosyalistlere yöne-
lik bu komployu iyi okumak gerekir. Amaç sadece H. Avcı’nın
susturulması değildir. Eğer bu komplo, iktidarın Kuzey Irak’ta
bir üs açma niyeti ile birlikte okunursa, ABD emperyalizmi ve
Kürt gericileriyle birlikte Kürt özgürlük hareketine ve onun
müttefiklerine yönelik daha geniş ve boyutlu bir saldırının işaret
fişeği olduğunu görebiliriz. Bu yüzden bu komploya karşı saf
tutmak bütün sosyalistlerin görevidir.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

216
MEHMET SALTOĞLU
AKP ARTIK ‘DEVLET BENİM’ DİYOR

AKP tek başına hükümran olmak istiyor. Tüm toplumsal


kuvvetlere “yanıma gel, gelmezsen yok olursun” diyor. Tehdit-
le, korku politikalarıyla, her türlü komplolarla “ya sev ya da öl”
diyor.
TC devletinin yeni versiyonu AKP, artık devlet benim, ben
devletim, güç bende diyor.
Artık TC devleti benden sorulur, derin devleti ben kurarım,
“demokrasiyi” de, gerekirse komünizmi de ben getiririm diyor.
İstediğime istediğimi yaparım. Çamuru atarım. Gücünüz yeti-
yorsa temizleyin diyor. Bir taraftan halk desteğini yitiriyor, sal-
dırganlaşıyor. Diğer taraftan devlet gücünü kullanarak “impara-
torluk” yaratmaya çalışıyor.
Eski, statükocu, Kemalist devletin yıpranmış, kullanılamaz
kurumlarını tasfiye ederken sömürü sistemini sürekli hale geti-
recek, baskı, şiddet ve korku toplumunun başka bir versiyonunu
kuruyor.
Hedef belli, yanına aldığı liberal, aydın kesimler dışında ger-
çek demokrasiyi isteyen, radikal tavır ve çözüm üretmeye çalı-
şan herkes. Tüm devrimci demokrasi ve sosyalist güçler.
90 yıllık cumhuriyet tarihinde ilk yıllarda CHP
“imparatorluğu”ndan sonra ilk defa onu da aşan bir yerden
AKP (ekonomik olarak güçlü, siyasallaşmış cemaatler topluluğu)
“imparatorluğunu” kuruyor. Hem de bunu 2002 yılından beri
halka verdikleri hiçbir sözü tutmayan, söylediklerinin arkasında
durmayan bir parti olarak gerçekleştiriyor.
AKP, bu gücü nereden alıyor? Önce tüm aldatmacalarıyla hal-
kın desteğinden aldı. Sonra ABD’ye ve AB’ye sadakat göstererek

217
METİN BAKKALCI istisnai bir önlemden çıkıp bir
cezalandırma aracı haline gel-
Her türlü faaliyetini herkesin diğini uzun zamandır vurgula-
gözü önünde ve devletin dene- maktayız. İkametgâhı belli ve
timindeki yasal zeminde ger- delilleri karartma ihtimali artık
çekleştiren bir siyasal parti olan ortadan kalkmış olan bu kişile-
Sosyalist Demokrasi Partisi’nin rin, kabul edilemez bir kampan-
(SDP) Genel Başkanı Rıd- ya ile tutuklanmış olmaları mu-
van Turan’ın da dahil olduğu halefeti susturma girişimi olarak
SDP’nin ve Toplumsal Özgürlük görülmelidir. Bu nedenle bu
Platformu’nun (TÖP) yetkili ve kişilerin bir an önce tutukluluk
üyelerinin tutuklanmış olması, hallerine son verilerek, serbest
örgütlenme ve ifade özgürlüğü- bırakılmaları gerekmektedir.
nün ve siyaset yapma hakkının Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
ihlal edilmesidir. Tutuklamanın

sağladı. Şimdi de polis, savcı, hakim ve devletin diğer kurumları-


na yerleştirdiği kadrolardan alacak. Artık tüm güç onda olacak.
Bugün gelinen noktayı, komplo ve saldırılarını daha iyi anla-
mak için 2002’den beri uygulanan politikalara ve değişime kısa-
ca bakmak yeterlidir.
AKP, 2002 yılından önce anti ABD’ci, Ortadoğu’da İsrail’e
karşı, söylemleriyle halkın ulusal ve dini duygularını okşayarak,
sömürerek iktidara geldi. Ama ne yaptı? Gazze’de öldürülen
binlerce insan ve çocuk için sahte gözyaşları dökerken, İsrail’in
Ortadoğu’daki zorbalıklarına mahalle kabadayısı edasıyla sözde
tavır alırken İsrail’e karşı hiçbir fiili yaptırım uygula(ya)madı.
Gazze’yi bombalayan uçaklar Konya’dan kalktı. İsrail’le hiçbir
anlaşmayı iptal etmedi. İsrail’le kavgaları ABD emperyalizminin
bölgede bir numaralı ortağı olma kavgasıydı. Bölgede ABD ya-
nında önemli güç ben olacağım kavgasıydı. Bu gayretlerini halk-
tan gizleyerek Gazze’de ölenler için timsah göz yaşları dökerek
gerçekleri halktan gizledi.
AKP, seçim meydanlarında benim işçim, memurum, emek-
lim…diye başlayan sözlerinde iş güvencesi sözü verdi. Uygu-
ladıkları yeni liberal ekonomi politikalarıyla işsiz sayısı (resmi
rakamlar %14 diyor) %20’lere dayandı. Özelleştirmelerle, 4/b,

218
4/c ile çalışanların önemli bir kesiminin iş güvencelerini ortadan
kaldıran uygulamalar yaptı. Hangi tarikatın müritlerinin güven-
ce altına alındığını, iş imkanlarının kimlere sağlandığını biliyo-
ruz. İşçi, çiftçi, memur, emekli umurlarında olmadı. Utanmadan
özelleştirmeleri, 4/b, 4/c’leri halk için yaptıklarını anlatmaya
çalıştı. Tekel işçileri ön kesmese bir çok iş kolunda çalışanların iş
güvenceleri ellerinden alınmaya devam edilecekti. Halen yürür-
lükte olan 4/b ve 4/c uygulamalarının sadece hızı kesildi. Sekiz
yıldır uygulanan ekonomi politikanın işçi, memur, emeklinin
lehine olmadığı, cemaatlerinin, müritlerinin kapitalist işletmeler
kurmasını, sermayedar olmasını sağladığı görüldü. Önümüzdeki
genel seçim çalışmalarında halkın karşısına çıkıp işçisi, memuru,
emeklisi için ne söyleyecek. Söyleyeceği demagoji ve yalandan
başka bir şey değildir.
AKP, demokrasi havarisi kesildi. Ülkenin ne kadar sorunu
varsa, Kürt sorunu da dahil çözeceğini söyledi. Açılımlar yaptı.
Kürt açılımı, Alevi açılımı, Demokrasi açılımı adı altında yıllar-
ca toplumsal dinamikleri oyaladı. Umut yarattı. Hiçbir toplum
kesimini dikkate almadan, kendi perspektifleri doğrultusunda
içi boş açılımlar, sorunların muhatapları tarafından sahiplenilip,
“ciddiyseniz gelin taleplerimiz doğrultusunda çözümleri birlikte
üretelim” dediklerinde anında çark edip açılımlarına “milli birlik
projesidir” dedi. Amaçlarının Kürt sorununu çözmek olmadığı,
Kürt hareketini tasfiye etmek ve Kürt bölgelerinde cemaatleri-
nin etkisini arttırmak olduğu, Alevi sorununu çözmek olmadığı,
ulusalcı zemine yığılmış Alevileri kendilerine çekmek için poli-
tik bir manevra olduğu ortaya çıktı. Demokratik açılımlarının da
ne olduğu yapılan anayasa değişikliği ve referandumla ortaya
çıktı. Bu değişikliklerin 12 Eylül anayasasının bir devamı ve dev-
letin kurumlarında polis teşkilatında, yargıda ellerini daha da
güçlendirme girişimi olduğu anlaşıldı. Demokratik çözüm bek-
leyen temel meselelerde samimi olmadığı görüldü.
AKP 2002’den beri elde ettiği gücü halk için kullanmayı aklı-
nın ucundan bile geçirmemiştir. Hiçbir zaman bu zihniyette ol-
mamıştır. Ama bu coğrafyada yaşayan halkların çözüme kavuş-
turulması gereken ciddi sorunlarının olduğunu çok iyi biliyor
ve bu sorunların sadece lafını ederek, halkı kandırarak gücünü

219
sürdürmeye çalışıyor. Tek derdi var. O da devleti temsil ettiği
cemaatleri üzerinden yeniden yapılandırmak. Demokratlığı da,
halkçılığı da bu amaç için kullandı. Ve tüm komplo ve yalanla-
rıyla bu amacını gizledi.
Anayasa referandumu da diğer bir aldatmacaydı. Demokra-
tikleşme, ileri demokrasi adı altında 12 Eylül anayasasının de-
vamını sağladı. Aldatmaca bununla bitmedi. Anayasa değişik-
liği referandumunda oylamaya katılanların %58’i Evet, %42’si
Hayır dedi. Bu sonucu AKP ve yandaş medyası büyük başarı
olarak ilan etti. Oy kullananlar üzerinden ortaya çıkan bu ya-
sal tablonun arkasında gerçek durum farklıydı. Bu durum AKP
ve yandaş medya tarafından gizlendi. Referandum sonuçlarını
2007 genel seçim sonuçlarıyla kıyaslayarak bakıldığında gerçek
tablo ortaya çıkmaktadır. YSK’nın açıklamasına göre referan-
dumda toplam seçmen sayısı yurtdışı, cezaevleri dahil yuvarlak
52 milyondur. Evet oylarının toplamı 21,8 milyon, yüzdesi de
41,9’dur. Hayır oylarının toplamı 15,9 milyon yüzdesi 30,5’dir.
Sandığa gitmeyenlerin toplamı 13,7 milyondur. Yüzdesi 26,3 ol-
muştur. 2007 genel seçimlerde AKP ve Selamet Partisinin aldığı
toplam oy %49, CHP, MHP ve diğer hayır diyen partilerin topla-
mı da %41,5’dir. DTP ile “Biz de Varız, Birlikte Başaracağız” plat-
formlarıyla devrimci, sosyalist güçlerin aldığı oy ise %5,3’dür.
Bu sonuçlarla değerlendirildiğinde referandumdan kim başarılı
çıkmıştır? Boykot cephesi dışında ne Evet, ne de Hayır başarı-
lı olamamıştır. Her konuda olduğu gibi referandumun yasa ile
belirtilen sonuçları dışında AKP, CHP ve MHP’nin oy kayıpları
halktan gizlenmiştir. Hiçbir görsel ya da yazılı medyanın üzerin-
de durmadığı bu gerçeği AKP hepimizden daha iyi bilmektedir.
Referandum akşamı büyük başarı elde ettik aldatmacasıyla hal-
ka seslenen Erdoğan, gerçek tablo karşısında önlemler almanın
hesaplarını yapmaya başlamıştı bile…
Referandum akşamı ülkenin “ileri demokrasiye” geçtiğini
ilan eden Erdoğan 2007 genel seçimlerinin yapıldığı günün akşa-
mında halka yaptığı konuşmaya benzer bir konuşma daha yaptı.
Bu konuşmayı yaparken gerçeği gören ve bilen insanlar “eyvah
hepimizi kucaklayan, kapsayıcı bir konuşma daha, yarından son-
ra hepimiz, özellikle de boykotçular hapı yuttuk!” demiştir. Çok

220
geçmedi öyle de oldu. Halkevleri, BDP, ESP gibi demokrasiden,
sosyalizmden yana örgütlere yönelik saldırılarını referandumun
hemen sonrasında SDP, TÖP ve yasal dergi çevresinden sosyalist-
lere yöneltti. Hem de örneğine az rastlanır komplolarla…
Referandumdan 9 gün sonra, “ileri demokrasinin” ilk günle-
rinde sabah 05:00’te üç ilde 21 noktada kar maskeli, ağır silahlı
polis timleri operasyon yaptı. Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP)
Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Platformu
(TÖP) sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz, SDP
Genel Başkan Yardımcısı Günay Kubilay, SDP Genel Başkan Yar-
dımcısı Ecevit Piroğlu, SDP MYK Üyesi Ulaş Bayraktaroğlu, SDP
PM Üyesi ve İHD İstanbul Şube yöneticisi Sultan Seçik, SDP Üye-
si Özgür Cafer Kalafat, Toplumsal Özgürlük dergisi okurlarından
Semih Aydın, Demokratik Dönüşüm dergisinin yazıişleri müdürü
Özgür Aytukum, Red dergisi yazarı Hakan Soytemiz ve Bilim ve
Gelecek dergisi editörü Baha Okar’ın da aralarında bulunduğu 17
kişi evleri, işyerleri basılarak göz altına alındı.
24 Eylül’de sabah saat 04:30’a kadar süren savcı sorgulaması
ve mahkeme kararı sonucunda SDP Genel Başkanı, yardımcıları,
TÖP sözcüleri başta olmak üzere 13 kişi tutuklandı.
Adı Sosyalist Demokrasi Partisi, Toplumsal Özgürlük Plat-
formu olan, yasal zeminde mücadele veren örgütlerin genel baş-
kanı ve üst düzey yöneticilerin, adresleri, yerleri, üye oldukları
örgütleri biliniyor ve belliyken, kar maskeli ağır silahlı timlerle
sabaha karşı evleri basılarak alınmaları hangi demokrasi anla-
yışına sığar? Gerçekleri gizlemede maharetli iktidar halka yasal
zeminde demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veren örgütleri
ve mensuplarını uydurma senaryolar ve komplolarla “terörist”
olarak gösterdi. Başka türlü, açıkça ben sizin demokrasi müca-
delenizi, sosyalizm mücadelenizi engelleyeceğim diyen bir ile-
ri demokrasi olamayacağı için, tezgahlar kurulmalıydı. Daha
öncede hiç birbirine benzemez, alakasız kişileri gözaltına alıp,
tutuklayarak “Devrimci Karargah” isimli örgüte üye olmaktan
tutuklamışlardı. Yasa dışı örgüt davası olan mahkeme bir kome-
diydi. Ben silahlı mücadeleye karşıyım diyen İGD üyesi bir kişi
halen bu davadan tutuklu bulunmaktadır. Hiç birbirleriyle ala-
kası olmayan, Denizli’den İstanbul’a kız arkadaşını görmeye ge-

221
len, özel sorunlarını çözmeye çalışan öğrenci gençler “Devrimci
Karargah” örgütünün üyeleri oldular. Tarih ilk defa böyle bir
yasadışı örgüt davasına tanık oldu. Bostancı’da polis tarafından
öldürülen Orhan Yılmazkaya ile birlikte öğrendiğimiz “Dev-
rimci Karargah” polis tarafından yine sosyalistlere karşı kulla-
nılmaktadır. 12 Eylül tim ve işkencecilerine şapka çıkarttıracak
senaryo ve komplolarla, sapla saman birbirine karıştırılıp halkın
önüne aynı tepside servise sunulmaktadır. H. Avcı gibi 12 Eylül
döneminin işkencecisiyle devrimciler aynı gizli örgütte buluştu-
rulmaktadır. Bu çirkin aldatmacaya karşı demokrasi veya halkçı
anlayışlar falan değil, ahlak ve haysiyet sorgulanmalıdır.
AKP için artık temel meselelerin çözümü üzerine demagoji-
leri tükenmiş, sona doğru gidilmektedir. Toplumu değiştirecek,
dönüştürecek güçlere, devrimci demokratlara, sosyalistlere sal-
dırmaktan başka çaresi kalmamıştır. AKP önümüzdeki süreçte
devrimci demokrasi ve sosyalist güçlere karşı komplolarını art-
tıracaktır.
Saldırıların hedefi bu ülkede gerçek demokrasiden yana olan-
ların, sosyalistlerin birlik ve dayanışmasının, istedikleri kendi
dili, dini, kültürüyle yaşamak olan, özgürlük diyen Kürtler ve
diğer azınlıkların birlikte, ortak yaşayacağı demokratik bir top-
lum için demokratik birlikler kurulmasının önünü kesmektir.
AKP tek başına hükümran olmak istiyor. Tüm toplumsal
kuvvetlere “yanıma gel, gelmezsen yok olursun” diyor. Tehdit-
le, korku politikalarıyla, her türlü komplolarla “ya sev ya da öl”
diyor.
Başarılı mı? Evet başarılı. Çünkü karşısında bugün acil çö-
züm bekleyen sorunları çözme kavuşturulması noktasında ge-
ricileşmiş bir burjuvazinin devletine karşı, halk demokrasisini
gerçekleştirecek bir birleşik gücün olamamasıdır. Ya birleşik
cepheyi kurarız. Ya da kurarız. Başka çare yok. Bu noktada de-
mokrasiden, sosyalizmden yana güçlerin defalarca düşünmesi
gerekmektedir.
Tutsak SDP, TÖP ve diğer sosyalistlerin bir an önce özgürlüğe
kavuşması için mücadelemiz sürecektir.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

222
MEHMET YÜCEL
SÖZKONUSU SİYASETSE

Savaş sürüyor, kan akmaya devam ediyor. Hükümetin soru-


nu diyalog yoluyla çözmeye niyeti yok. Geçen yıl, “çözüm” der-
ken amaçladığı şeyin Kürt Özgürlük Hareketini çözmek, tasfiye
etmek olduğu daha ilk adımda anlaşılmıştı. Referandum önce-
sinde zora düştüğünde, kırmızı çizgilerini unuttu, eski pozisyo-
nundan geri adım atarak Öcalan’la müzakereyi kabul etmek zo-
runda kaldı. Son günlerdeki gelişmeler yeni girişimin de zaman
kazanmaya dönük olduğunu gösteriyor.
KCK davasındaki gelişmeler süreci etkileyebilir, ne var ki
Diyarbakır’dan yansıyan ilk izlenimler hiç de umut verici değil.
Nasıl bir dönemin eşiğinde olduğumuza bir başka işaret de,
SDP ve TÖP tevkifatı. Komplo’nun niteliği, polisin, savcı ve mah-
kemenin pervasızlığı, zor günlerle karşı karşıya olduğumuzu
gösteriyor. Devrimci hareketimiz bu tür saldırılarla ilk defa kar-
şılaşmıyor, ne ki, bu kadar mesnetsiz iddialarla bu kapsamda bir
komplo bir ilk sayılır.
*
Dert çok, durum oldukça vahim. Sosyalist Hareketimizin
içinde bulunduğu durumu kasdediyoruz. Çok derdin tek bir
çözümü olduğu söylenir. Söz konusu olan siyasetse, çözüm ör-
gütte.
Bize bir örgüt gerek! Memleketin, işçi sınıfı ve emekçi halkı-
mızın makûs talihini değiştirmek ve Kürt halkını özgürlüğe taşı-
yacak bir çözüme katkıda bulunabilmek için.
Lafı uzatmadan ifade edeyim, SDP ve TÖP’ün Birlik/Yeniden
Kuruluş girişimini bu yönde mütevazi bir adım olarak görüyo-
rum. İşçi sınıfıyla, şehir ve kır yoksulları ile emekçi kadınlarla
buluşma yeteneğine sahip bir Parti’ye ekmek, su kadar ihtiyaç

223
Evrensel, 27 Ekim 2010
var. SBH’nın bu çağrıya omuz vereceğini açıklaması ve sürece
katılması da bu anlayışın ürünü.
Burada, SBH Konferansında alınan kararı hatırlatmak isterim.
Konferans kararımız şöyle ifade edilmişti:
Bir süredir, “Sosyalist Hareketin Yeniden Yapılanması” ama-
cıyla kendi aralarında çalışma yürüten Sosyalist Demokrasi Par-
tisi ve Toplumsal Özgürlük Platformu’nun, Hareketimize yaptı-
ğı çağrıyı, 29 Ağustos 2010 tarihindeki Konferansımızda etraflıca
değerlendirdik ve aşağıdaki kararları aldık,
Karar 1: İşçi sınıfı ve emekçilerle, kadın hareketi, ekoloji ha-
reketi ve diğer toplumsal dinamiklerle buluşma yeteneği olan
birleşik bir sosyalist partinin yaratılması amacıyla, yapılan çağrı
olumlu bulunmuş ve iki hareketin başlattığı yeniden yapılanma
sürecine katılma kararı alınmıştır.
Ayrıca, Sosyalist Hareketin Yeniden Kuruluş çalışmalarına
diğer enternasyonalist sol güçlerin de katılması için çaba göste-
rilecektir.
Karar 2: Kürt Özgürlük Hareketiyle bugün Demokrasi için
Birlik Hareketi olarak somutlanan ortak mücadelenin gelişti-

224
rilmesi ve derinleştirilmesinin önemini vurgulayan Konferans
delegeleri, kurulacak birleşik sosyalist partinin bu sürece ivme
kazandıracağı inancını paylaşmış, bu bilinç ve inançla çabaları-
mızın devam etmesini kararlaştırmıştır.
*
Yeterli mi? Bu güçlerin buluşması yeterli mi? Elbette hayır.
Askeri bir kavramla ifade edecek olursak, sosyalist hareketimiz
çeşitli müfrezelere bölünmüş durumda.
Kendi halinden memnun, mutlu, Birlik/Yeniden Kuruluş so-
runu olmayan parti ve çevreler olduğunu biliyoruz, onlara bir
diyeceğimiz yok.
Sözümüz, Marksizm’den esinlenen, “işçi sınıfı sosyalizmi”
diye tanımlayabileceğimiz bir zeminde yer alan Parti ve çevre-
lere.
Bu Parti ve çevreler, 1902’de Rus Sosyal Demokrat İşçi Par-
tisi II. Kongresi’nde biraraya gelen delegasyondan (Kongrede
Lenin’in grubu Iskra’cılar yanında, Ekonomistler, Yahudi Milli-
yetçiler vb. birçok çevre mevcuttu) çok daha mütecanis (türdeş).
O Kongre’de, Büyük Ekim Devrimini yaratan Bolşevik Partisi
doğdu. İyi örneği, tarihsel olarak başarı kazanmış bir örneği ni-
çin taklit etmeyelim?
Bu anlayışla ve içinde bulunduğumuz bu kritik dönemde,
Birlik/Yeniden Kuruluş sorunu olan tüm Sosyalist Parti ve çev-
relere yalın bir sorumuz var: Bu süreçte siz niçin yoksunuz? Ni-
çin?
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

225
METİN YEĞİN
KAPATILMAK VE ÖZGÜRLEŞMEK ÜZERİNE BİR METHİYE

Bir Uruguay kitabı okumuştum. Mate çayı içiyorlardı. Şili de


ki faşist cuntayı konuşuyorlardı. Bir soba yanıyordu. Anlatmı-
yordu ama emindim. Masanın üstünde kitaplar vardı ve kitap
aralarında bildiriler. Bir Şili halkıyla dayanışma afişi asılıydı.
Elinde silahıyla faşist cuntaya direnen bir sosyalist, başkan Al-
lende fotoğrafı, altından El pueblo unido jamás será vencido!
-Birleşen halk yenilmez yazıyordu. Mate çayı el ele dolaşıyordu.
Anlatıyordu. Kapı kırılıyordu. Tüfekleri, üniformaları, üzerleri-
ne yüklenmiş emirleri ve ölümleriyle ile içeri dalıyorlardı.
Çok yıl önceydi. Henüz kendi faşist cuntamız gelmemişti.
Bir Ordu merkezinde üniforma üstüne cüppeli ve hatta sadece
üniformalı hakimler önüne çıkarmışlardı. Henüz hiç sakal tıraşı
olmamıştım. Bir kere daha büyümüştüm. Hiç konuşmamıştım. –
Polis çocuğa sorar kaç yaşındasın- yüz- Bir tokat atar polis. Kaç
yaşındasın –yüzbir-* Bu sefer tutukladılar. Bir ring arabasına at-
tılar. Araba hareket etti. ‘Biri dağlarına bahar gelmiş’i söyledi.
Onunda ellerinde kelepçe vardı. Dışarı da bahar gelmişti.
Bir Arjantin cezaeviydi. Sokaklarında isyan vardı. 2 ayda
5 devlet başkanı değiştirtmişlerdi. İkisi hükümet binasının ça-
tısından helikopterle ABD’ye kaçmıştı. Diego ile Carlos’u ziya-
ret etmeye gidiyorduk. Diego’nun elinde bir bomba patlamıştı.
Kolu kopmuştu. Kolu olmadan ve karnında büyük açık bir ya-
rayla cezaevine atıldığında, arkadaşları karnına şeker koyarak
iyileştirdiler. Şekerin iyi gelip, gelmediğini bilmiyorlardı. Başka
bir şeyleri yoktu. Sadece şekerleri vardı. İçeri bir kamera soktuk.
Yakalansaydık Türkiye de biz hep kamera ile gireriz diyecek-
* Andrzej Wajda

226
tik. Cezaevi kantininde
kaset satarlar diyecek-
tik. Kaset ne kadar diye
soracaktık. Görüşmeyi
çektik. Sokaklarda Die-

Birgün, 22 Aralık 2010


go ve Carlos için özgür-
lük kampanyası vardı.
Artık imza masalarının
arkasında Diego ve
Carlos görüşmesi oy-
nuyordu.
Pepe Mujica ile ko-
nuşuyordum. Tupomo-
ros gerilla lideri. Uru-
guay devlet başkanı. 14 yıl cezaevinde kalmıştı. Nerdeyse bu 14
yılını bir hücrede geçirmişti. Uzun süre kafasına çuval geçirilmiş
bir şekilde, başında iki nöbetçi ile yaşamıştı hücrede. Delirme-
sini beklemişlerdi. Cezaevinden çıktığında, mücadeleye devam
edeceğiz demişti. Tupomoros şehir gerilla kitaplarını cezaevinde
okumuştum. Yiyecek kamyonlarını kaçırıp halka dağıtıyorlardı.
Büyükelçileri kaçırıp arkadaşlarını özgür bıraktırma gibi özel bir
af sistemi geliştirmişlerdi. Dünya kupası final maçı sırasında
radyo istasyonunu ele geçirmişlerdi. Bildirilerini okumak için
devre arasını beklemişlerdi. Gerilla, tutsaklık ve başkan olmak
en zor hangi dönem diye sormuştum. En zoru politik olarak yok
olmak diyordu. Tecride karşı direnişi ve yitirilenleri anlattım.
Yüzüne kenara kaçırdı. İki parmağıyla, hızla göz altını sildi.
Kumandan Salvador, FRMP lideriydi. Toplama kampından,
Şili’den kaçıp Küba’ya gitmişti. Uluslar arası tugayları örgütle-
yip, Nikaragua devrimine katıldı. Pinochet’e suikast düzenledi.
–Kenarı uçurum olan bir yoldu. Dağın eteklerinde yer aldı geril-
lalar. Bir roketatar geç patladı. Pinochet’in arabasını sıyırıp, ar-
dından gelen korumalarını havaya uçurdu. Sonra ceket ve kravat
giydi gerillalar, otomobil üstüne bir tepe lambası koydular. Baş-
kanın koruması gibi oradan uzaklaştılar. Pinochet kaçtı. Halkın
adaletini ensesinde duydu.- Kumandan Salvador’un Şili de ki
Sosyalist! hükümet iadesini istiyordu. Pinochet’in yakın arkada-

227
şı medya patronu Pinochet kadar şanslı değildi. 30 yılı aştı yorul-
madın mı diye sordum. Ama cunta hala devam ediyor dedi.
İstanbul da bir İsviçreli kız benle tanıştı. Kolunda FRMP bilek-
liği vardı. Kumandan Salvador’u tanıyor musun diye sordum.
Boynuma sarıldı. Erkek arkadaşını hapishanenin avlusuna inen
bir helikopterle O kaçırmıştı.
Buanes Aires de, Uluslar arası terörizm cezaevinin bir hüc-
resinde, Leonardo Bertulazzi ile konuşuyorduk. Kızıl tugayla-
rın liderlerinden biriydi. 22 yıldır aranıyordu. Fiat fabrikasının
patronunu kaçırmak gibi bağışlanamayacak suçları vardı. Arjan-
tin de ki isyana dahil olmak için El Salvador dan motosikletle
Arjantin’e gelmişti. El Salvador Arjantin arası 7 ülke ve 20.000
kilometreydi. Hücre 2 metreye 3 metreydi. Arjantin sokağı sahip
çıktı. İtalya demokrasisi! onu alamadı. Yunanistan da Kürt, Türk
ve Yunanlı devrimcilerle birlikte kalıyorduk diye anlatıyordu.
Birbirleriyle saatlerce tartışıyorlardı ve birbirlerine o kadar çok
benziyorlardı ki diyordu. O kadar çok bize benziyordu ki…
Jose Bove Kore de anlatıyordu. En son evini bastıklarında he-
likopterlerle etrafını kuşatmışlardı. Yaşasın Avrupa demokrasi-
si! Köylüler ona Asterix diyordu. İlk duyduğumda traktörle Mc
Donaldsa girmişti. Obez kültürün ortasına küçük bir ziyaretti.
Bove ve arkadaşları GDO’lu tarlalara saldırdılar. Bedenlerimizin
kanserlerine ve küçük çiftçi yok edicilerine. Bove tecrit de yattı,
çıktı. Fransa yasa çıkarmak zorunda kaldı. GDO’ya sınırlamalar
koydu.
KCK sanıkları yargılanıyordu. Kürtçe, bilinmeyen bir dil de
konuşuyorlardı. Türkçe konuşmaları isteniyordu. Söz alıp İs-
panyolca konuşmak istedim. Madem kimse ana dilinde konuş-
turulmuyor, bende ikinci dil de konuşmalıyım diye düşündüm.
Mahkemenin adeti böyle olmalıydı. Muhtemel mahkeme beni
anlayacaktı. Çünkü ekleriyle 13.000 sayfa tutan iddianameyi 15
gün içinde okuyup kabul etmişlerdi. –Woody Allen’ın bir fil-
minde vardı. Hızlı okuma kurslarına gidiyordu. Savaş ve barışı
3 günde bitirmişti. Nasıl bir roman diye sorduklarında; sanırım
roman Rusya da geçiyor. Diyordu.-
Annem ‘Oğlum senin hiç cezaevine girmeyen arkadaşın var
mı?’ diye soruyordu.

228
Operasyon, yakalanmak,
ONUR HAMZAOĞLU
ele geçmek, ölü olarak ele
geçmek, içeri atılmak, zindan,
Dostlar,
mahpus, hapis, tutukevi, E
İnsanlık, tarihindeki yeni bir
tipi, F tipi D tipi ve daha bir-
yol ayrımında. Önümüzdeki iki
çok harf tipi cezaevi, işkence, yoldan birisi, yaşamın öznesinin
fena muamele, kastı aşan ih- insan olduğunun tercih edileceği
malden ölmek, zindanlarınız mücadele yolu diğeri de insanlı-
bize vız gelir vız, içeri tıkmak, ğın teslim alındığı paranın tapı-
dam da beraber yatmak, şar- naklarının yolu. Yenilmeyi göze
kılar, şiirler, filmler yani bi- alıp teslim olmayanların insan
zim ve egemenlerin diliyle kalabileceğini dosta, düşmana
kapatılmak. Ancak dünyanın bedelini ödemek pahasına gös-
efendisi ölüm ile karşılaştırı- terenlere selam olsun. Para tapı-
naklarının sahipleri de maşaları
labilir bir kelime zenginliği.
da güneşin bizlerle doğabilece-
Eğer söylenenler doğruysa,
ğinin korkusu ile boğulacaklar.
ölürken gözümüzün önün- Sosyalist Demokrasi,
den hayatımız bir film şeridi 7 Ekim 2010, n°98
gibi geçiyorsa, peş peşe dizi-
lecek ‘Kapatılma lügati’, bir
fener alayı gibi akacak gözümüzün önünden, ranzalar, görüş
saatleri ve mahkeme başkanları ve savcılar cüppeleriyle ki iyi ki
cüppeleriyle -ya çıplak olsaydı. Siz bu kadar yıl yargılandınız
hiç güzel hakim gördünüz mü?- ve tabiî ki biraz da faturalar,
sınavlar ve illaki mesai saatleri…Ne saçma cehennem diye bir
yer var mı sorusu…
Onlar suçlu. Onların suçlu olduğundan bir an için kuşku
duymadım. Suçlular çünkü dünyayı değiştirmek istiyorlar.
Selam olsun suçlulara! Rıdvan’a, Oğuzhan’a, Mehmet’e, tüm
tutsaklara, dünyayı değiştirecek olanlara, bu lanet olası cehenne-
mi başlarına yıkacaklara…

229
MUKADDES ERDOĞDU ÇELİK
SİYASİ DAVALARA KARŞI MÜCADELE

1991 Terörle Mücadele Yasası, komünizm korkusundan kur-


tulan emperyalist sitemin yeni imha, ezme ve işkence konsep-
tini topluma sunmaktaydı. Türkiye’de bu konsept iki özel olgu
eşliğinde ve onları hesaba katarak uygulanmaya gitti. 12 Eylül
rejiminin suyu ısınmıştı, egemen burjuvazi özellikle Batı’da reji-
min toplumsal yaralarına merhem aramaktaydı. Kürt özgürlük
hareketi ise faşist rejimin ve devlet sisteminin bütün temel un-
surlarını derin bir sarsıntı ve çözülme sürecine sokmuştu. Yasa,
uluslararası nedenleriyle birlikte bu ortamda, kendisine ön ge-
len sansür ve sürgün kararnamelerini içererek çıktı. Yasaya göre
devrimci ve komünistin adı artık terörist, Kürt yurtseverininki
ise bölücü terörist idi. Çifte kavrulmuş gibi, değil mi? Zaten Kürt
tutsaklara infaz yasasında çifte ölçü uygulandı. Devrimci ve sos-
yalist örgütlerden tutuklu ve hükümlülere tahliye olabilmek için
10 yıl, Kürt tutsaklara ise 20 yıl hapislik tabanı belirlendi, böylece
Kürt Türk ayrımı ceza sistemine alenen girdi. TMY’nin sonraki
uygulamaları da böyle oldu. Kürt özgürlük mücadelesine ka-
tılmak cinayetlerin, katliamların, faili bellilerin, köy yakma ve
boşaltmaların konusu olmaktan başka çifte ceza müddetleriyle
karşılanmak demekti.
Batı’da bu yasayla birlikte devrimci ve sosyalist güçlere yö-
nelik süreklileşen operasyonlar, uzatılan tutukluluklar ve açılan
davalar da işçi ve emekçileri mücadelelerinde örgütsüz, öndersiz
bırakmak veya hiç olmazsa örgütlü mücadelede kesintiler, istik-
rarlaşma ve dağılmalar yaratmaktır. Bırakalım bugünleri, daha
devlet olmadan devletin kurucu asker ve sivil kadrosu işe, Mus-
tafa Suphi ile 15 komünisti 1921 zemherisinde Karadeniz’de boğ-

230
Birgün, 26 Ocak 2011
durarak başlamıştır. Aynı yıl Koçgiri’de yapılan Kürt katliamı da
bu amaçla yapmıştır. Tek partili, çok partili ya da darbeli bütün
rejimlerinde Türk egemen burjuvazisi kendi hesabına devrim ve
sosyalizm mücadelesini yürütenleri, özgürlük ve eşitlik isteyenle-
ri her zaman saldırı menziline koymuştur. TMY’yla yaptığı bunla-
rın devamı ama yeni savaş konseptine uygun özel bir savaş stra-
tejisi uygulak olmuştur. Artık komünist değil de “terörist” dediği
silahlı olan ya da az çok militan eylemlere başvuran örgütlenme-
leri imhaya girişmiştir. Bu strateji yeni koşullarda devrimci ve
reformcu ayrımıydı devletin. 1991-93 arasında onlarca devrimci
militan böyle imha edildi. Batıda kayıplar, cezaevi katliamları bu
nedenle vahşet çağlarını aratmaz şekilde yapıldı. Sayısız örgüt
davası açıldı, binlerce yıllık cezalar kesildi.
Bugünkü siyasi davalar da TMY’nın bir tür uygulama alanları
ve ezici çoğunluğu ve ana gövdesi yine Kürt özgürlük hareketi-
ne dair. Yaklaşık on ay açılan KCK davası, sömürgeci burjuvazi-
nin ve faşist rejimin, devlet ve “vatanın tek”liği dayatmasının bir
alanı. Kürt özgürlük hareketinin özellikle kentsel örgütlülüğünü
yok etmek, düzenini bozmak amaçlı ve yasal mevzilerin, açık
siyaset yapma olanaklarının zorbalıkla Kürt halkının elinden
alınması girişimidir. Ayrıca eklemeliyiz ki amaç, yasal mevziler-

231
ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN odaklarına karşı işlemeye devam
SOSYALİSTLERE GÖZDAĞI etti. Hukukun üstünlüğü, adil
yargılanma hakkı, kişi güvenliği
Siyasal iktidarın yargı yolu ile ve özgürlüğü hakkı lafta kaldı.
uyguladığı baskı politikasından, Tutuklama rejiminin bu kadar
SDP başkanı ve yöneticileri ile ağır biçimde uygulanmasıyla
TÖP temsilcileri ve gazeteciler sosyalistlere gözdağı verilmeye
de nasibini aldı. Eski DGM’lerin çalışıldı. Bu haksızlıklara kar-
devamı olan özel yetkili ve gö- şı gelmek ve sesini yükseltmek
revli ağır ceza mahkemeleri ve hak mücadelesidir. Mücadeleyi
savcılıkları toplumsal muhalefet yükseltelim.
Sosyalist Demokrasi,
* İnsan Hakları Derneği Genel Baş- 7 Ekim 2010, n°98
kanı

de örgütlenme ve siyaset yapmayı, katliamlar yapılamadığında


kullanılamaz hale getirmek ve tehdit altında tutmaktır. Bir başka
amaçtan da söz edilebilir aslında. Devlet ele geçiremediği silahlı
kuvvetlerin yerine açık siyaset kadrolarını rehin tutmak, bütün
hareketi silahlı mücadele çizgisinden caydırmak için buradan da
sıkıştırmak istemektedir. Ama asıl görünen ve hissedilen gerek-
çe, Kürt halkını hergünkü mücadelesinde etkili bir yönetici güç-
ten yoksun bırakmak olmalı. HEP’ten BDP’ye neredeyse yirmi yıl
böyle geçmiştir.
10 Eylül davası, birçok bakımdan yorumlanabilir ama ege-
menler için öncelikli amacın, batıda devrimci hareketin en kayda
değer liderliğini ve devrimci eylemli siyaset tarzını etkisizleştir-
mek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kürt özgürlük davası ve
örgütlenmesiyle kurulan ilişkinin bu davada önemli bir rolü ol-
duğunu belirtmek gerekir.
SDP davası ve son operasyonlar, Batı’dan Kürt hareketine
verilmiş desteğin devletce cezalandırılması sayılmalıdır öncelik-
le. Sömürgeci rejim bu davalar dolayımıyla aynı zamanda Kürt
özgürlük mücadelesine desteğin biçimleri arasındaki farkın ce-
zalandırmalara yansıyacağını da ilan etmiş, bir tehdit savurmuş
sayılır. Devrimci Karargahı her yere bulaşştırma çabası bir yana,
devlet bu operasyon tarzı açtığı dava ile devrimci çizgide siyaset

232
yapmayı ve eylemli tarzı cezalandırmak istemiştir. Buna benzer
şekilde ESP’ye karşı açılımış çok sayıda davanın nedeni de fiili
meşru mücadele hattını cezalandırma amaçlıdır.
“Taş atan çocuklar” davaları, Türk devletinin yargı düzeninin
ama özel olarak TMY’nin, siyasi bir nitelik atfettiği her durumda
çocuk ya da hasta fark etmeden siyasi hasım çizgisi izlediğinin
en açık kanıtıdır. Çocuklar TMY’ye göre ağır cezalarda ve örgüt
üyeliğiyle yargılanmış, yıllardır hapis yatmışlardır. Son bir infaz
düzenlemesinin yalnızca bir makyaj olduğu da sürmekte olan
yargılamalarla anlaşılmıştır.
Sonuç olarak, 12 Eylül’den çıkış sürecine karşı faşist rejim ye-
ni tedbirleri devreye koyarken muhaliflerini kaçırıp kaybetmeyi
bir politika haline getirdi ve Kürt özgürlük hareketine karşı kit-
lesel bir kıyım yolu olarak uygulamıştır. 20 yıla dayanmış uygu-
lama sonunda Terörle Mücadele Yasası her seferinde mücade-
lenin eskittiği yerden yamanarak kullanılmıştır. Bugünkü siyasi
davaların açılma gerekçesi olmaya devam eden bu yasa yerinde
durdukça daha çok “terörist” mahkum çıkacak bu topraklardan.
Sadece siyasi mücadelenin asli güçlerini değil sendikacıları, işçi
eylemlerini, aydınları da çok yönlü baskı ve ceza tehditi altında
tutan bu yasaya karşı mücadele temel hak ve özgürlükler kapsa-
mındadır. Yasaya karşı mücadele toplam yasak yasa düzeniyle
hesaplaşmanın önemli bir bileşenidir. TMY, özellikle bu süreç-
te adalet arayışının en önemli bir hedefi haline gelmiştir. Yine
de TMY ve bu yasaya göre çalışmakta olan özel yetkili ağır ceza
mahkemelerinin lağvedilmesi, siyasi tutsakların kapatıldığı tec-
rit hapishanelerinin kapatılması, üçlü protokolün iptali, siyasi
davaların düşürülmesi ve siyasi tutsaklara özgürlük mücade-
leleri birlikte ele alınması gerekir. SDP operasyonu ile başlayan
“Sıra kimde?” şiarlı birleşik mücadele bu hedefleri de kapsaya-
rak yeni bir atılıma dönüşebilir.
20 yıl önce, “Susma, sustukça sıra sana gelecek” kayıplarla
mücadelenin şiarı bugün isabetli bir şekilde siyasi davalara karşı
mücadeleyi ortaklaştırmanın şiarı haline gelmiştir. Sorunlar es-
kimedikçe şiarlar da eskimiyormuş demek ki. Şimdi onu yeni-
den en geniş kitlelerin eylem şiarı haline getirmekte sıra.
Günlük, 19 Aralık 2010

233
NURETTİN ALDEMİR
SIRA KİMDE?

12 Eylül referandumunu geride bıraktık. Referandum sonuç-


larını herkes kendi penceresinden tartıştı, tartışmaya bir süre
daha devam edecek. AKP evet çıkması halinde ülkemize daha
fazla demokrasi geleceğini vaaz etti. Elde ettiği % 58 evet oyu
bu söyleme göre daha fazla demokrasinin ayak sesleri olmalıydı;
ancak gelişmeler hiç de öyle söylemiyor.
Bu ülkede insanlar barış dedikçe AKP savaş yöntemlerine
başvuruyor. AKP bir taraftan Kürtlerin temsilcileriyle görüşür-
ken bir taraftan da askeri, siyasi, bürokratik operasyonel taktik-
ler kullanıyor. Bu tehlikeli bir durumdur. Bugün, düne göre da-
ha fazla barış umudu besliyorsak bunun nedeni AKP değil barış
isteyen kesimlerin siyasi olgunluğu ve barışa olan inancıdır.
AKP referandum başarısı ile daha da pervasızlaşmış görü-
nüyor; sadece Kürtleri değil; sosyalistleri ve kendine karşı olan
herkesi cezalandırmak istiyor. AKP ülke sorunlarının çözümü ile
ilgili kimseyle uzlaşmak istemezken; cemaatlerle ittifaklarını sı-
kılaştırıyor. Cemaat AKP ittifakı sisteme, kendilerine muhalefet
eden herkese saldırıyor.
Derin devlete karşı olduğunu söyleyen, sözde Ergenekon ko-
vuşturmaları yapan Cemaat ve AKP ittifakı kendi derin devletini
yaratıyor. 12 Eylül vesayetine, askeri vesayete karşı olduğuna
herkesi inandırmaya çalışan bu ittifak siyaset, ekonomi ve sosyal
yaşam üzerinde kendi vesayetini kuruyor.
Geçtiğimiz günlerde Devrimci Karargah tanımlamasıyla Sos-
yalist Demokrasi Partisi’ne; Toplumsal Özgürlük Platformu’na
(TÖP) ve zoraki bağlantı kurularak Hanefi Avcı’ya yapılan ope-
rasyonlar AKP’nin pervasızlığını yeterince kanıtlamıyor mu?

234
Hanefi Avcı devrimci-sosyalist kamuoyunda bir dönemin iş-
kencecisi olarak bilinir. Bunu Hanefi Avcı ile ilişkilendirilen Nec-
det Kılıç da söylüyor. Necdet Kılıç ifadelerinde ‘Hanefi Avcı işken-
cecimdir.’ diyor. Avcı, Necdet Kılıç’a ait bu ifadeyi yalanlamadı.
Avcı ile Kılıç Mersin’de gelenekselleşmiş bir ‘pilav gününde’
karşılaşırlar. Avcı, Kılıç’tan ve orada bulunan diğer bazı işken-
ce mağdurlarından özür diler. Bu günden sonra Avcı ve Kılıç
arasında iletişim, hal hatır sormalar yaşanır. Bu iletişim iki insa-
nı, iddiaya göre aynı örgütte buluşturuyor. Geçmişleri, gelecek
dünya görüşleri farklı iki insanı aynı çuvala koymak inanılacak
bir şey mi?
Bu yetmiyor; Necdet Kılıç ile SDP, birlik görüşmeleri yapan
SDP ile (TÖP) ilişkilendirilerek; adını yakın geçmişte duyduğu-
muz; ölü ele geçirilen Orhan Yılmazkaya’dan başka hiç kimsenin
hiçbir ferdini tanımadığı Devrimci Karargah örgütü operasyo-
nu yapılıyor. Operasyon bağlamında Hanefi Avcı, Necdet Kılıç,
SDP, TÖP aynı davada bir arada. Bu operasyonun ardında top-
lumsal muhalefete, cemaat sözü dinlemeyenlere ağır bir gözdağı
yok mu sizce?
Hanefi Avcı ile sosyalistleri örgütsel bir formatta aynı çuvala
koymanın mümkün olmayacağını vasat bir akıl sahibi bile bi-
lir. Hanefi Avcı ile sosyalistleri aynı çuvala koymak ne kadar
mümkün değilse SDP ve TÖP’ü de Devrimci Karargah çuvalına
koymak o denli mümkün değildir. Çünkü bu kurumlar yasaldır.
Tüzük ve programlarında, mücadele yöntemlerinde silahlı mü-
cadele yoktur.
Referandum öncesi günlerde, 12 Eylül döneminin ilk siyasi
idamı olan (8 Ekim 1980) Necdet Adalı ve diğerleri için gözyaşı
döküp evet oyu dilenen Başbakan SDP ve Necdet Adalı’nın aynı
siyasi gelenekten geldiğini bilmiyor herhalde. Başbakan yaşayan
muhalifleri değil; anlaşılan ölü muhalifleri seviyor. Tanrı muha-
lifleri Başbakan’ın sevgisinden korusun!
Ey muhalifler inancınız, etnik kimliğiniz, siyasi düşünceniz
ne olursa olsun; bugünlerde kendinize lütfen şu soruyu sorun
‘Sıra kimde?’ ve hazırlıklarınıza başlayın; her ne yapacaksanız!
Eskişehir Sonhaber, 6 Ekim 2010

235
SEVİM BELLİ
TIRPAN ATILIYOR

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ülkenin rotası böyle çizil-


di: Sol sesini duyurmaya, güçlenmeye başladığında hemen bir
tırpan atılıyor, etkin operasyonlar düzenleniyor. Bu son vartada
tutuklananlar arasında birçok sol kesimin tanıdığı, değer verdiği
yoldaşlarımız var. Kendilerine “Geçmiş olsun!” diyoruz.
Bugün Türkiye’de özgürlük ve demokrasi var deniyor. Ya-
şananlar, sözü edilen “özgürlüklerin” solda duranlar için pek
de kullanılabilirliği olmadığını gösteriyor. Naziler döneminden
kalma bir anekdot vardır: birçoğumuz duymuş ya da okumu-
şuzdur. O dönemde yaşananlara hiç tepki vermemiş ancak en
sonunda kendisi de bu cinsten bir uygulamaya maruz kalmış
birinin (yanılmıyorsam bir rahibin) anlattıkları. Özeleştiri şöyle:
“Naziler önce komünistleri aldılar. Ben komünist değildim ve
ses çıkarmadım. Sonra sendikacıları götürdüler. Ben sendikacı
da değildim, sesimi çıkarmadım. Daha sonra Yahudilere sıra gel-
di. Yahudilerle bir yakınlığım yoktu, gene sustum. Bir gün beni
almaya geldiklerinde, benim için sesini çıkaracak kimse kalma-
mıştı artık!!!”
Evet, sen sana sıra gelmeden tepki göstermezsen var olduğu-
nu sandığın haklarının hiçbirini kullanamazsın. Hakların temi-
natı kitlelerdir. Üstelik de demokrasiye aykırı olan, insan hakla-
rını, toplumsal özgürlükleri baltalayan herhangi bir uygulamaya
karşı çıkmak mağdur ile dayanışmak en başta gelen bir insanlık
görevidir!
Bugün nasıl insan olmanın, enternasyonalizm ülküsüyle tüm
ezilen halklarla dayanışma ilişkileri kurmanın yöntemini ve ey-

* İşçilerin Sosyalist Partisi Genel Başkanı

236
lemini geliştirmeye çalışıyor-
sak ulusal çapta da gerekli
dayanışmayı geliştirmeliyiz.
Bütün sol ilgi, emek mücade-
lesinin dayanışmasına yön-
lendirilmelidir. Dost kurum-
lar desteklerini sunmalıdır.
Görev, dayanışarak bu saldı-
rıları durduracak mücadele
cephesini kurmak ve genişlet-
mektir.
Bu son tutuklama ope-
rasyonlarıyla devrimci sol
tasfiye edilmeye çalışılıyor.
Kürt sorununda dayanışma
vurgusunu öne çıkaran solun
hedef alındığı izlenimi olduk-
ça yaygın. Bir tarafta burju-
va medyada Kürt sorununun
çözümüne ilişkin haberlerin

Evrensel, 28 Eylül 2010


yoğunlukta olmasındaki, öte
yandan da legal solcu kuru-
luşlara karşı operasyonların
gerçekleştirilmesindeki çelişki
ilginçtir.
Dilimizde bir deyiş var-
dır: Merhametten maraz hasıl
olur! Tersi de doğru olmak ge-
rek. Diyalektik düşünecek olursak baskı ve tedhişten de birlik ve
dayanışma doğar elbette. Hem gereksinim olarak ve de zorunlu
ilke olarak: Yeter ki gereğini yapabilelim! Umulur ki yıllardır,
çeşitli nedenlerle, toparlanamayan ve beklenebilecek bir düzey-
de etkinleşmeyi gerçekleştiremeyen ülkemiz solu maruz kaldığı
bu süreçte dayanışmasını ve gücünü arttıracaktır. Kardeşleşme
köklenecektir. Ve mücadele ivme kazanacaktır.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

237
SEYFİ ÖNGİDER
SİLAHSIZ KUVVETLER İŞ BAŞINDA

Sadece Sincan’da tankları yürüterek değil esas olarak “silah-


sız kuvvetler” diye nitelendirilen medya ve bazı kitle örgütleri
kullanılarak “demokrasiye balans ayarı” yapıldığı iddia edilen
ve daha sonra bizzat uygulayıcıları tarafından “postmodern dar-
be” diye adlandırılan 28 Şubat sürecinin en çok tartışılan olayla-
rından biri, bazı gazetecilere kurulan tezgâhtı. Baş aktör zamanın
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’di. 28 Şubat’ın
beyni olan bu generalin hazırladığı bir “andıç”ta PKK’nin önde
gelen isimlerinden Şemdin Sakık’ın ifadelerinde Mehmet Ali Bi-
rand ve Cengiz Çandar’ın PKK ile işbirliği içinde olduğunu söy-
lediği iddia ediliyordu. Genelkurmay’dan gelen her şeyi oldu-
ğu gibi yayımlamakla kendisini görevli gören anaakım medya,
derhal bu iki gazeteciye tavır alacaktı. Bir süre sonra çalıştıkları
gazetelerden de kovulan bu iki gazetecinin yanı sıra andıçta is-
mi geçen Mahir Sayın’ın gazeteci kimliği yoktu ancak sosyalist
hareketin bilinen isimlerinden biriydi. O tarihte İsviçre’de yaşa-
makta olan Sayın bu andıçtan pek etkilenmedi ama yine andıçta
“Apo’nun tabancası” diye adlandırılarak hedef gösterilen İHD
Genel Başkanı Akın Birdal, silahlı saldırıya uğradı ve ölümün
eşiğinden döndü.
Bir süre sonra Sakık’ın böyle bir ifadesi olmadığı, bunların
tamamen uydurma ve o sırada yürütülmekte olan psikolojik sa-
vaşın bir parçası olarak üretildiği ortaya çıktı ama bu arada 28
Şubatçılar da hayli mesafe almış ve amaçlarına ulaşmışlardı.
Böyle yalan dolanla, psikolojik savaş yöntemleriyle yürütü-
len, “silahsız kuvvetler” aracılığıyla uygulanan bu sürecin yol
açtığı haksızlıklar, adaletsizlikler AKP gibi bir partinin doğma-

238
sında ve hızla güçlenmesinde büyük rol oynadı. Darbe süreci
sona erip rejimde bir miktar normalleşme görülünce kurulan
AKP, ilk seçimde iktidara yerleşti ve geride kalan sekiz yılda da
iktidarını iyice sağlamlaştırdı.
1997’de yaşanan 28 Şubat’ın üzerinden 13 yıl geçti ve iki
hafta önce yapılan 12 Eylül referandumundan sonra artık “ile-
ri demokrasi”ye geçtiğimizi ilan eden ve bizzat kendisi de 28
Şubat’ın mağdurlarından olan Başbakan Erdoğan’ın devri ikti-
darında 28 Şubat’ta olanlara çok benzer şeyler oluyor. Ancak 28
Şubat’ın kimi mağdurları, yeni “silahsız kuvvetler” olarak dev-
rede ve bu kez başkalarına haksızlık ve zulüm yapılmasına ara-
cılık ediyorlar...

KOD ADI “SON TEZGÂH”

Bu kez kod adı “Son tezgâh” olan gizli bir tanık bulunduğu
söyleniyor. Gerek bu tanığın ifadeleri, gerekse bir süredir ya-
pılan izlemelerin sonucunda Akın Birdal’ın “Onursal Başkanı”
olduğu Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ve Toplumsal Özgür-
lük Platformu (TÖP) yöneticileriyle birlikte ünlü polis şefi Hanefi
Avcı’nın da iliştirildiği “Devrimci Karargah Örgütü” tutukla-
maları yine PKK ile bağlantılı bir operasyon olarak sunuluyor.
28 Şubat’ın andıçlanan isimlerinden Mahir Sayın’ın yine resmin
içine yerleştirilmesiyse olayın dikkat çekici yönlerinden biri. 17
kişinin gözaltına alındığı ve 13’ünün tutuklandığı bu operasyon-
la ilgili olarak basına verilen bilgide “örgüt lideri Mahir Sayın’ın
da yurtdışına kaçtığı” belirtiliyordu. Başta 28 Şubat döneminin
mağdurlarını sahiplenen Yeni Şafak, Zaman, Vakit gazetesi, Sa-
manyolu ve Küre televizyonu gibi yayın organlarının üzerine
atladığı ve basının diğer kesimlerinin de onları referans göstere-
rek kullandığı bu “haber”, en az Hanefi Avcı “haberleri” kadar
uydurmaydı. Zamanında basına yansıdığı ve soldaki gelişmeleri
biraz takip eden herkesin de bildiği gibi, üç yıl önce meydana
gelen bir siyasi anlaşmazlık sonucunda Mahir Sayın’ın SDP ile
hiçbir ilişkisi kalmadı. Ve SDP’den ayrılanların oluşturduğu, İş-
çilerin Sosyalist Partisi ile birlikte hareket ediyor. Ayrıca halen
İsviçre vatandaşı olan Sayın’ın operasyon öncesinde İsviçre’ye

239
gidişini “örgüt lideri yurtdışına kaçtı” diye duyurmak ancak “si-
lahsız kuvvetler” mantığı ve misyonunun sonucu olabilirdi. 28
Şubat’ta hedefte Refah Partisi veya Fazilet Partisi olunca “vic-
dandan, adaletten” veya “dürüst, namuslu gazetecilik”ten söz
eden bu yayın organları şimdi hedefte SDP gibi küçük bir sol par-
ti olunca nasıl da vicdanları kararıyor, hemen “terörist örgüt”
muamelesi yapıyorlar?
Milliyetçi-muhafazakâr bir kimliği olduğu bilinen, “Benim
ömrüm sol örgütlerle mücadeleyle geçti, ben nasıl sol örgüt üye-
si olurum?” diye bas bas bağıran Hanefi Avcı’nın bu operasyona
dahil edilerek tutuklanmasının yazmış olduğu kitapla ilgisinin
olmadığını hangi vicdan sahibi söyleyebilir? Ve bu ünlü polis şe-
finin sesine kulak verilmediği bir ülkede kimin sesi duyulabilir,
kimin feryadı, adalet isteyen haykırışları yeni iktidar sahipleri-
nin sırça köşklerine kadar ulaşabilir?

MAZLUM ZALİM OLURSA

İktidar sahipleri değişse de siyasal sistemin temelde değişme-


diği, yeni sahiplerine eski biçim ve yöntemlerle hizmete devam
etmesi karşısında anlatılan demokrasi masallarına nasıl inanıla-
bilir? Örneğin, referandumda yüzde 58’in demokrasiye destek
olduğunu anlatan ve kendisi de andıçlanmış gazetecilerden biri
olan Cengiz Çandar, acaba bu olayla ilgili ne düşünüyor? Sis-
temi, onun yol açtığı haksızlıkları, zulmü eleştirerek iktidara
gelenler, devlet aygıtı içinde kendilerine aynı şekilde hizmette
kusur etmeyen kişileri ve kurumları bulunca, memnun olup on-
lar aracılığıyla yönetmeye başladıklarında, iktidardan uzaklaş-
tırdıklarının kaderini paylaşmaktan kurtulamazlar. Yani mesele
sadece YÖK falan değil, 28 Şubat sürecinde devlet aygıtı ve “sivil
toplum” nasıl çalıştıysa, nasıl işlediyse şimdi de öyle çalışmaya
ve işlemeye devam ediyor. AKP’nin “ileri demokrasi”sinin bu
alanda hiçbir şeyi değiştirmediği bu operasyonla bir kez daha
ortaya çıktı. Sadece şimdi hedefte başkaları var, zulme uğrayan-
lar sol ve “AKP karşıtı” olunca bunu hak ettikleri anlatılıyor veya
gerçekler görmezden geliniyor.
Ordunun, Silahlı Kuvvetler’in siyasetten uzaklaştırılması ve

240
Akın Birdal, Ahmet Türk, Vedat Türkali, Sevim Belli, Ertuğrul Kürkçü ve
Sırrı Süreyya Önder’in çağrısı ile Taksim Hill otelde çok sayıda aydın, yazar,
sendikacı ve siyasetçinin katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında
Ahmet Türk konuşurken, 26 Ekim 2010

kendi alanına doğru itilmesi, darbe girişimlerinden hesap sorul-


ması iyidir de onların boşalttığı alanı 28 Şubat’ta olduğu türden
bir “silahsız kuvvetler” işgal ettiğinde, temelde değişen fazla bir
şey olmaz. Sadece iktidar mevkiine geçenler değişmiş, diğer her
şey yerli yerinde duruyor demektir. AKP’nin ne kadar demokra-
tik olduğunu anlatanlar, olan bitenlere ve özellikle bu son ope-
rasyona bir de bu açıdan bakarlarsa ve hâlâ bir vicdanları varsa,
bu hakikati görebilirler.
Mazlumların iktidar mevkiine geçince zalim haline gelmesi
ilk kez olmuyor. Haksızlıkların, adaletsizliklerin bu kadar uy-
duruk gerekçelerle, bu kadar pervasızca yapılması da ilk kez
değil. Ancak ne olursa olsun mazlumun ahı da yerde kalmıyor.
28 Şubat’ın zulmü AKP’yi doğurmuş ve o AKP 28 Şubatçılardan
hesap sormuşsa AKP’nin zulmü de elbet kendisinden hesap so-
racak bir gücün doğmasına yol açacaktır.
Radikal 2, 3 Ekim 2010

241
SİBEL ÖZBUDUN
AKP’NİN “ŞEYTAN ÜÇGENİ”

“Eskiyecek her şeye


‘yeni’ derler.”*

AKP iktidarının kimi Anayasa maddelerini değiştirmek üzere


gündeme getirdiği Referandumu, bir milat kabul etme eğilimin-
deyiz, nedense…
Bilindiği üzere değişiklik paketinin ana gövdesini Anayasa
Mahkemesi ve HSYK’nın bileşimi ve yetkileri oluşturmaktaydı;
iktidar partisi, 12 Eylül Referandumu’yla onaylanan Anayasa
değişikliğiyle birlikte, bu kurumlar üzerindeki denetimi pekiş-
tirerek, belki de “laik” Cumhuriyet rejiminin “son kale”sine, hu-
kuk sistemine de nüfuz etmenin yolunu açtı.
“Laik güçler”, bu değişikliğin “Hukuk Devleti”ne doğrudan
bir saldırı, bir “suikast”, AKP’nin “gizli ajanda”sını yürürlüğe
sokmasında ileri bir adım olduğunu öne süredursunlar - ola ki
öyledir.
Ancak bu ülkenin ezilenleri, madunları ve onların yanında
yer alanlar, Kürtler, emekçiler, kadınlar, sosyalistler, devrimciler
açısından 12 Eylül Referandumuyla devreye sokulan Anayasa
değişikliğinin anlamı, ancak yakın bir zaman öncesine tarihle-
nen bir başka yasa değişikliğiyle birlikte ele alındığında gerçek
boyutlarıyla ortaya çıkıyor.
2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nda 2 Haziran
2007 tarihinde yapılan değişikliklerden söz ediyorum. Özellikle
de polisin zor ve silah kullanma yetkisini arttıran ve “zor kul-
lanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla
kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini(…)
takdir ve tayin” yetkisini bizzat kolluk gücüne bırakan madde-
den. Bu değişikliğin ardından bu ülkede devletin kolluk güçleri

* Özdemir Asaf

242
tarafından gerçekleştirilen hak ihlâllerinin zirve yaptığı ve/fakat
kovuşturulan, cezalandırılan polis sayısının ise neredeyse sıfır-
landığı biliniyor. Yasa değişikliğinin, yakın bir tarih öncesine
dek her vesilede “Kahrolsun İnsan Hakları!” sloganıyla gövde
gösterilerine kalkışan kolluk kuvvetlerinin, deyim yerindeyse
“yüreğini soğuttuğu”, onlara kanunun lafzının ötesinde bir güç/
iktidar alanı açtığı da öyle.
12 Eylül 2010 Referandumu’yla birlikte yeniden yapılandırı-
lan yargı sistemi, “AKP’nin yargıçları” kavramını elle tutulur bir
olasılık hâline getirdi. Adalet Bakanı’nın HSYK üzerinde artan
yetkisi sayesinde müdahale ettiği (ve sicil amirliğini elinde tuttu-
ğu) yargıçlar ile “AKP’nin polisleri” arasında, böylelikle “verim-
li” bir işbirliği alanı biçimlenmiş oldu.
Elbette, AKP’nin iktidara gelişinden çok önceleri de, bu ülke-
nin emniyet ve adalet örgütleri, “Devletin bekası, rejime yönelik
tehdit(ler)” vb. söz konusu olduğunda mükemmel bir uyum ser-
gilemekteydiler. Emniyet tutanaklarının -imla ve ifade bozuk-
luklarıyla birlikte- olduğu gibi savcılık iddianamesine hatta hü-
kümlere geçirilegeldiğini, bu ülkede “terör”e ilişkin herhangi bir
suçlamayla (üyelik, propaganda, övme, yardım-yataklık, vb…)
yargı önüne çıkmış herkes “bittecrübe” bilir.
Ancak PVSK’daki değişiklikler ile 12 Eylül referandumu so-
nucu yargı sisteminde gerçekleşen değişiklikler, “Devletin be-
kası ve rejim”e yönelen tehditlerin ne olduğunu tayin yetkisini
tek ve tikel bir partinin, AKP’nin eline verdi. Bir başka deyişle
“rejime yönelen tehdit(ler)” algısını biçimlendirme erki, AKP’nin
(ve gerisindeki cemaatlerin, özellikle de Fethullahçıların) eline
geçmiş oldu. [AKP ile Cemaat(ler) arasındaki olası çatlak ve ya-
rılmalar, bu yazının konusu değil…] Bu durum, -kimileri “de-
mokratikleşme”, “ileri demokrasiye geçiş”, “vesayetçi sistemin
çökertilmesi” olarak alkışlarla karşılasa da- AKP ve cemaatlerin
rövanşist reflekslerini “devlet politikası” olarak hayata geçirme
yolunun açılmasından başka bir anlam ifade etmemektedir.
Nitekim, bu mantık, örneğin “açılım söylenceleri” kapsamın-
da Kandil ve Mahmur’dan gelenleri sınır kapılarına gönderdiği
“seyyar savcılar”la karşılayarak ifadelerini alıp serbest bıraka-
cak, ardından, “açılım” duvara toslayınca -durumlarında hiçbir

243
değişiklik olmamasına karşın- “intikamını” topunu tutuklatarak
alacaktır. Ya da “kafası bozulduğunda”, BDP yöneticilerini, bi-
leklerinde plastik kelepçeler, “terör örgütünün şehir yapılanma-
sı” suçlamasıyla Diyarbakır Adliyesi önünde sıraya dizecektir.
Ya da Fethullahçılara yakınlığıyla bilinen bir polis müdürü,
Hanefi Avcı’nın, sonradan şu ya da bu nedenle cemaatle ters
düşmesi üzerine, Sosyalist Demokrasi Partisi Başkanı Rıdvan
Turan ve diğer yöneticiler, Oğuzhan Kayserilioğlu ve Toplumsal
Özgürlük Platformu mensupları ile birlikte (“yandaş medya”da
sık sık Ergenekon ile ilişkili olduğu açık ve örtük biçimde ima
edilen) “Devrimci Karargâh” örgütü operasyonu kapsamında
tutuklanıp Silivri cezaevine sevk edilmesi yine bu türden bir
“rövanş” operasyonudur… Bu arada aynı örgüt ile ilişkili olarak
daha önce tutuklananların nedense başka cezaevlerinde tutuldu-
ğunu da kaydedelim! Bitmedi, Sosyalist Parti yöneticilerinden
Mahir Sayın’ın -uyduruk telefon dinlemelerine dayanarak- Dev-
rimci Karargâh liderlerinden ilan edilmesi de cabası…
Evet, AKP iktidarı, özellikle de onun PVSK ve HSYK operas-
yonlarıyla birlikte bu ülkenin ezilenleri ve onların savunucu-
larının önünde “yandaş polis”, “yandaş medya” ve “yandaş
yargı”dan oluşan yeni bir “Bermuda Şeytan Üçgeni” açılmıştır.
Bu “Kara Delik”te kaybolmamak, ancak yan yana durabilme
ve yan yana direnebilme yetimizle mümkün olabilecektir.
1 Ocak 2011
Sosyalist Demokrasi, 4 Şubat 2011, n° 103

AKP’NİN DERİN DEVLETİ

“Yasalar her zaman malı mülkü olanlara yarar


sağlar, hiçbir şeyi olmayanlara zarar verir.”*

Walter Scott’un bir repliği vardır:


“BAYAN BERTRAM: Bu ipe sapa gelmez, abuk sabuk bir şey,
sevgilim.

* Jean-Jacques Rousseau.

244
BAY BERTRAM: Olabilir, sevgilim; ama tam bu yüzden çok iyi
bir yasadır belki de…”
İşte böyle bir “yasal mevzuat”a dayandırıldı üçüncü “Dev-
rimci Karargâh” harekâtı…
Bu kez başrol, İstanbul Emniyeti’nindi… Yasal bir sosyalist
partinin başkanının, Rıdvan Turan kardeşimin kapısına dayan-
dılar, daha şafak sökmeden. Dokuz aylık bebesinin odası dâhil
her yeri altüst ederek.
Aynı saatlerde bir başka SDP yöneticisinin evine baskında,
kapıyı kırdılar.
Ve her biri açık, yasal alanda faaliyet gösteren, büyük bölümü
SDP ve Toplumsal Özgürlük Platformu’ndan, Oğuzhan Kayseri-
lioğlu arkadaşım da dahil onyedi devrimciyi apar topar topladı-
lar evlerinden. Onüçünü tutuklamak üzere…
Çok geçmedi, adreslerine savcılık kanalıyla davetiye gönde-
rilse adliyeye gelip ifade vermekten gocunmayacak bu kişiler, fe-
na hâlde tehlikeli bir “terör örgütü”nün, adı salavatla fısıldanan
“Devrimci Karargâh”ın mensupları olarak servis edildi F-tipi
medyaya… Hani iki yılı aşkın süredir, birbiriyle uzak yakın ala-
kası olmayan pek çok insanın dalga dalga gözaltına alınıp tutuk-
landığı [kimi Che tişörtü giymekle, kimi İHD pankartı asmakla,
kimi Orhan Yılmazkaya ile bir çay içmekle, kimi telefonla gö-
rüşmekle suçlanmıştı…] ve hemen tümünün ilk duruşmalarında
salıverildiği şu “mahut” örgüt. Hani “mensupları”nın bilgisaya-
rından yazılarımız çıktığı için iddianamesinde Şeyh Bedreddin,
Korkut Boratav, Bülent Forta, Mustafa Yalçıner ve -övünmek
gibi olmasın- benim “teorisyen”i,* Temel (Demirer)’in ise “yöne-
ticilerinden biri”** olarak geçtiği… [Oysa Rıdvan Turan’ın avu-
katı, sanıklara ne emniyet ne de adliyede “Devrimci Karargâh”
ile ilgili, Orhan Yılmazkaya ile ilgili basın açıklamasına katılıp
katılmadıkları dışında bir soru sorulmadığını açıklayacaktı!]
Rastgele seçilmiş “dehşet fotoğrafları”yla birlikte: AKP İstanbul
İl Örgütü binasına atılan molotof kokteyli, İstanbul’daki kimi

* Bkz: Sibel Özbudun, “Şeyh Bedreddin’le Birlikte Nasıl Örgüt Kurduk?”,


Newroz, Yıl:3, No:120, 4 Şubat 2010.
** Bkz: Temel Demirer, “Mea Culpa/Suçlu Benim”, Newroz, Yıl:3, No:121, 11
Şubat 2010.

245
protesto gösterilerinden, aralarında SDP bayraklarının da seçildi-
ği kimi kareler, yanan bir bankomat, ters dönmüş bir araba, vb.
vb… velhasıl etkileyici bir kolaj. Ama tabii, “faili meçhul”! Molo-
tofu kim atmış, bankomatı kim yakmış, suçlanan kim, “Devrimci
Karargâh” mı, SDP’liler, TÖP’lüler mi? Ya da tüm bunların “Dev-
rimci Karargâh”la alâkâsı ne? Karışık bir iş vesselam…
Yani ertesi gün, sabık işkenceci, sabık milliyetçi-muhafazakâr,
sabık Fethullah meftunu emniyetçi Hanefi Avcı’yla ilgili haber-
ler uçuş(turul)maya başlandığında, işin encamı biraz daha netle-
şecekti: Ülkenin yeni “masonları”, Fethullahçı yapılanma, anla-
şıldığı kadarıyla Avcı’nın son kitabından pek haz etmemiş, onu
“harcamak” için gecikmeden harekete geçmişti. Gayrımeşru bir
gönül ilişkisiyle baharatlanan bir kurguyla, Karargâh’ın, bir ka-
dın aracılığıyla Hanefi Avcı’yı kontrolü altına aldığına dair ha-
berler sardı F-tipi medyayı ansızın. Bu çapraşık “rabıta”nın nasıl
kurulduğu ise akıllara seza: 12 Eylül’de işkenceden geçirilmiş bir
Kurtuluş’çu, Necdet Kılıç ile işkencecisi arasında geliştiği anlaşı-
lan garip dostluk, Necdet Kılıç’ın, Devrimci Karargâh’cı Orhan
Yılmazkaya ile ilgili basın açıklamasına katılan kimi SDP’lilerle de
ahbap olduğu “keşfi”nden hareketle, Avcı’yı Devrimci Karargâh
için çalışıyor hâle getirmeye yetmişti! Dedim ya, karışık bir iş
vesselam!
Evet, AKP hükümeti, İstanbul Emniyeti eliyle, toplumu terö-
rize, devrimci sosyalistleri kriminalize etmeye çalışıyor. Ve bu
çabasını, bir taşla birkaç kuş vurma gayretkeşliği içerisinde Ha-
nefi Avcı’yı etkisiz hâle getirme teşebbüsüyle birleştirirken, ken-
di “Derin Devlet”ini inşa etmekte olduğunu da açığa vuruyor.
Hiçbir etik kural, sınır, ilke tanımayan, dalavere ve tezviratı
biricik yöntem bellemiş bir başka “Derin (denilen) Devlet”…
Bugün SDP’lilerle, bugün TÖP’lülerle ve tutuklu diğer dev-
rimcilerle dayanışmak, artık bir “protokol” ve “diplomasi” soru-
nu olmaktan çıkmıştır.
Çünkü öyle gözüküyor ki bizler “Yeter Artık!”larımızı birleş-
tirip yükseltmedikçe bu kirli oyun, bizim bedenlerimiz üzerin-
den sürüp gidecek…
1 Ekim 2010 06:35:21, Ankara
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

246
SİBEL UZUN
BUMERANG

SDP’li, TÖP’lü arkadaşlarımız iki ayı aşan süredir tutuklular.


Bu süreci yönetenler, devrimcilerde bir yılgınlık yarattıkla-
rını düşündükleri için ancak bir kez daha zavallı durumda ka-
lıyorlar.
Tarihte ne darbeler, ne işgaller, ne idamlar, ne işkenceler, ne
tutuklamalar devrimcileri yıldıramadı... Bu haksız süreç de yıl-
dıramayacak.
Krizin acımasızlığı gittikçe artıyor. Sosyalizm savaşsız ve sö-
mürüsüz bir dünya için hepimize her zamankinden daha gerekli
bir hale geldi. Kurucuları ve yöneticileri cezaevinde olan Sosya-
list Demokrasi Partisi ve Toplumsal Özgürlük Platformu sosya-
list bir dünya için dimdik ayakta.
Mahirler’in, Denizler’in yarattığı devrimci dayanışma mira-
sını arkadaşlarımızın bir an önce özgürlüklerine kavuşması için
birleşerek sürdürüyoruz.
Tutsak arkadaşlarımız ise cezaevinde devrimci iradeleriyle
ne yapılabilecekse ortaya koyuyorlar.
Bu engeli de aşacağız hep beraber. Arkadaşlarımızın aramız-
da olmamasına alışmayacağız.
Toplumun işsizine, kadınlarına, gençlerine, sendika mücade-
lesi veren emekçilerine, Kürtler’e, Ermeniler’e koşan devrimcile-
ridir arkadaşlarımız.
Bu onuru, örgütlü bir gücü yaratarak gençlere bıkmadan yo-
rulmadan anlatanlardır arkadaşlarımız.
Toplumun en ihtiyacı olan mertebesindedir arkadaşlarımız.
Olabildiğince çabuk özgürlüklerine kavuşmaları toplum için
* Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı

247
elzemdir.
Yeri yurdu belli SDP ve TÖP’lü yöneticileri gözaltına alırken
sahtekâr bir şekilde televizyonlarda karalamak kolay oldu. Bir
çırpıda montaj, seslendirme. Sosyalist Demokrasi Partisi’nin bir
çok yerde basını ve halkımızı davet ederek yaptığı basın açıkla-
maları sanki suçmuş gibi gösterildi. Sanki çok gizlice çekilmiş,
çok titiz bir şekilde delilleri toplanmış görüntüsü verilmeye ça-
lışıldı. Gözaltılar ve tutuklamalara haklılık görüntüsü verilmeye
kalkışıldı.
Fakat iş iddianameye gelince ortaya somut bir şey konamı-
yor. İddianamenin ne zaman ortaya çıkacağı davanın ne zaman
başlayacağı belli değil.
Ne oldu? Arkadaşlarımıza bir suç uyduramadınız mı?
Nerden bulacaksınız suçu, toplumun bunca derdine koşan
bir partiyi kurmuş, yönetmiş kişilerine? Ne suç bulacaksınız?
CD’leri montajlamak, seslendirmek kolay oldu. Mahkemelerde
yüzümüze baka baka, gözlerimize baka baka karalamak zor ola-
cak değil mi?
Ne oldu? Takke kafadan düşecek gibi mi oldu? Sanki kelinizi
bilmiyoruz!
İddianameyi yazın bakalım. Hazırladığınız bu sahtekârlık
iyice kayıtlara geçsin.
Savunmalarımız, mücadelemiz mahkemelerde taşsın, sureti-
niz ne hallere girecek göreceğiz.

BÜYÜK YALANLAR

Tüm egemenlerin sonu gibi AKP’nin sonu da kendisi için pek


hayırlı olmayacak. Uyguladığı baskılar, yasaklar, tutuklamalar
onun bumerangı olacak. Bizim öfkemizle, mücadelemizle bile-
nip kendisine keskin bir şekilde geri dönecek. Gençlik mücade-
lesinde olduğu gibi.
Üniversite gençliği, 5 Aralık’ta rektörlerle toplantı yapa-
rak güya YÖK’ü değiştireceğini göstermek isteyen Erdoğan’a
Beşiktaş’ta ve İstanbul girişinde büyük bir ders verdi. Gençler,
acımasız polis saldırısına rağmen görüşleri alınmadan YÖK dü-
zeninin değiştirilemeyeceğini tüm toplumun alkışını alarak an-

248
latmayı başardı.
Geçen sene harçlarla ilgili fahiş zamlar yapmak isterken Genç-
Sen tarafından yakasından yakalanıp kenara fırlatılanlar bu sefer
korkularından en ağır polis saldırısına başvurdu.
Gözümüz gibi sakındığımız genç yoldaşlarımıza yaptığınız
bu zulmü, adım adım size nasıl ödeteceğiz göreceksiniz.
Gençleri döverek “üniversite değişimi” diyorlar. Büyük bir
yalan!
Kürtleri tutuklayarak “demokratik açılım” diyorlar. Büyük
bir yalan!
Sosyalistleri tutuklayarak “işsizliği çözüyorum” diyorlar. Bü-
yük bir yalan!
Gençler olmadan üniversitelerde en ufak bir ilerleme olamaz.
Kürtler olmadan Kürt sorunu asla çözülemez. Sosyalistler olma-
dan bu toplumun işsizliğini çözemezsiniz, işsize iş bulamazsı-
nız, krizleri durduramazsınız.
Bu nedenle arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın!
Birgün, 10 Aralık 2010

ADALI’NIN TÜRKÜSÜ SUSMAYACAK

Referandum sürecinde, boykot kararının mücadelesini ve-


rirken Necdet Adalı için ağlayan başbakana çok fena öfkelen-
dik. Demek başbakan evet oyları için Necdet Adalı’nın onurlu
ve tertemiz ismine ihtiyaç duymuştu. Bunun üzerine Sosyalist
Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan Turan arkadaşım şöyle
yazmıştı: “Bu ülkede kavgada düşen her gencin içinde bir Ada-
lı yaşar. Devrimciler kendileri gibi dövüşenlere saygı duyarlar,
dövüşmeden konuşanlara, hele ki dövüşenler adına konuşanlara
iyi gözle bakmazlar. Dövüşenler üzerinden menfaat elde etmeye
çalışanlardan ise nefret ederler.”
Rıdvan Turan çok doğru söylemişti. Onlar’ın adları ancak
egemenlere karşı kin, öfke ve nefretle anılabilir.
Onlar idama giderken egemenlere nefretini haykırdılar. İda-
ma adım adım giderken bile Türkiye devrimcilerine büyük bir
umut bıraktılar. Tüm devrim şehitleri son sözlerine, sloganlarına

249
SAİT ÇETİNOĞLU reform, realiteyi tanıma, açı-
SDP VE TÖP lım ve demokratikleşme gibi
TUTUKLAMALARI sözcükler/kavramlar dolaşıma
sokulsa arkasından baskınlar,
Gerek Osmanlı gerekse tutuklamalar ve katliamlar ta-
Abdülhamid’in yetiştirdiği son kip etmektedir. Bu bakımdan
Osmanlı paşalarınca ‘kurulan’ TC’nin reformlarına  bel  bağla-
TC’nin genetiği  reformlara uy- mak, açılımlarından ve demok-
gun değildir. Bunun sonucu ratikleşmesinden umutlu olmak
olarak da TC asla demokratik sonu hüsranla bitecek bir ah-
bir hukuk devleti olamaz. Son maklıktır. 
olarak Devrimci Karargah adlı Devrimci karargah adı altında
garabet bir soruşturma ile ilişki- açılan soruşturma ve tutuklama
lendirilerek SDP yöneticileri ve faslı bir hukuk garabeti olarak
TÖP bileşenlerine yönelik bas- TC’nin hukukdışılık tarihinde
kın ve tutuklamalar da bunun müstesna yerini alacaktır.
somut bir örneğidir. Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
Ne zaman tanzimat, ıslahat,

“Yaşasın!” diyerek başladı. “Yaşasın Halkların Kardeşliği, Yaşa-


sın İşçilerin Birliği, Yaşasın Sosyalizm Mücadelemiz...”. Bizlere
ancak başlattıkları bu umudu büyütmek düşer.
Necdet Adalı’ya ağlayan başbakan gün gelecek SDP Genel
Başkanı Rıdvan Turan’a da ağlayacak. Ezilenler ve sömürülenler
mücadelesinde Necdet Adalı’nın yolundan şaşmadığı için. Bu-
gün bu mirası büyütmeye çalışan onurlu bir insan olduğu için.
Tarihimiz dün olduğu gibi bugün de tertemiz olduğu için. SDP’li
ve TÖP’lü arkadaşlarımıza yaptıkları tutuklama son derece hak-
sız olduğu için. Arkadaşlarımız cezaevinde, bizler sokakta, ölsek
de kalsak da kurtuluşa kadar örgütlü mücadeleden vazgeçme-
yeceğimiz için.
Referandumun hemen ardından SDP’li ve TÖP’lü arkadaşla-
rımız, evleri korkunç bir şekilde basılarak, elleri kelepçelenerek,
hazırlanan komplo görüntüleri basına pompalanarak tutuklan-
dı. Gözaltına alınan ve tutuklanan arkadaşlarımıza “Devrimci
Karargah” örgütü sorusu sorulmadı bile. En çok sorulan ezilen
Kürt Halkı için yürüttükleri mücadele oldu. AKP’nin referan-

250
SAMİ EVREN mümkün değildir. Sosyalistler
BÜTÜN SOLU ETKİLER ideal ve iddialarıyla çelişecek
davranışlar içersinde olamaz. Bu
Tutuklu partililerin serbest bı- durum sadece SDP’yi değil aynı
rakılması demokratik kamuoyu- zamanda bir bütün solu olum-
nun acil talebidir. suz etkiler.
Sosyalist Demokrasi Partisi Bu nedenle gerçeklerin bir an
Genel Başkanı, yönetici ve üye- önce açığa çıkarılması, tutuklu
lerinin tutuklanması ve bir takım partililerin serbest bırakılması
karanlık ilişkiler içersinde göste- demokratik kamuoyunun acil
rilmeye çalışılmasını anlamak talebidir.
Sosyalist Demokrasi,
* Kamu Emekçileri Sendikaları Kon-
7 Ekim 2010, n°98
federasyonu Genel Başkanı

dumla kandırmaya çalıştığı adaleti işte buydu. Referandumdan


beklentisi olan eğilimlere bilhassa altını çizmek lazım. Bu adalet-
sizliğe karşı ikirciksiz bir mücadeleye ihtiyaç var.
Büyük ve tarihsel soruyu bir kez daha sormamız iyi olacak.
Madem adaletin ekmeği bu kadar önemli, onu kim pişirmeli,
dostlar, söyleyin?
6 Kasım’da alanları dolduran gençler.
Okullarındaki özel kolluk güçlerinin saldırılarına karşı, giriş
yasağını bir çırpıda yerle bir eden birleşik üniversiteli gençlik
mücadelesi.
Her Cuma Taksim’de yürüyerek katledilen kadınların hesa-
bını soran ve 25 Kasım’da meclis önünde toplanacak kadınlar.
Her Cumartesi evlatlarının katillerinden hesap soran Anne-
ler.
Mücadelesini direne direne kazanmış olan Türkan Albayrak.
Tuzla Tersaneleri’nde tek başına direnmeye devam eden
Zeynel Kızılaslan.
Hak arayışlarını sendikalarına karşı tekrar çadırlarında mü-
cadele ile devam eden TEKEL işçileri.
Mahkeme önünde nöbette, sokaklarda eylemle anadili için
mücadele eden Kürt Hareketi.
Kadıköy’de zorunlu din derslerinin kaldırılması için müca-
dele eden Aleviler.

251
Genel Başkanı Rıdvan Turan olan SDP, sözcüsü Oğuzhan
Kayserilioğlu olan TÖP, tüm bu mücadelelerin içinde örgütlü bir
şekilde yer alıyor. SDP’li ve TÖP’lü arkadaşlarımız her zaman-
kinden daha öfkeli yollarına devam ediyor.
AKP seçimlerde SDP ve TÖP gibi devrimci güçlerin barikatı ile
karşılaşacağını biliyor. Sürdürdüğü kriz, işsizlik, güvencesizlik,
artan iş cinayetleri ortamına en güçlü ve sınıfsal itirazı bu güç-
lerden alacağını da biliyor. Kürt Hareketi’nin mücadelesine bu
güçlerin omuz vermeye devam edeceğini de biliyor. Seçimden
önce bu barikatı bu şekilde kaldırabilirim diye düşündü.
Bir kez daha diğerleri gibi yanıldın AKP. Bizleri yıldırama-
dın! Barikatlarımız hâlâ sapasağlam. Arkadaşlarımızın hesabını
sormaya devam edeceğiz. Bir kez daha adaletin senin ve senin
gibilerin elinde ne hale geleceği görüldü. Adalet ancak ve ancak
üretenlerin yönettiği bir dünya ile gelecek. Bakalım başbakan,
bizlerden adalet isteyeceği gün geldiğinde referandumdaki gibi
mi ağlayacak?
Günlük, 11 Kasım 2010

HER DÖNEMEÇTE BİRLEŞİK GÜÇ

AKP referandumda çıkan evetleri cebine doldurduktan son-


ra, belli ki büyük bir sabırsızlıkla planladığı saldırıyı gerçekleş-
tiriyor. Asılsız iddialarla hesapta devrimci ve demokrat güçleri
yıldırmaya çalışıyor. ‘Darbe ile hesaplaşıyoruz’, ‘ demokrasi ge-
lecek’ başlıkları ile yaptığı reklam kampanyasının gerçek sonuç-
larını şimdi görmeye başladık.
Referandum süreci boyunca özellikle boykot cephesine ya-
pılmaya çalışılan baskılar ve yasaklamalar, Bursa’da referandum
mitinginde Akın Birdal’a yapılan saldırı,
Hemen ardından gerçek bir boykot zaferi elde etmiş
Hakkari’de yapılan saldırı ve 9 kişinin hayatını kaybetmesi,
Ezilenlerin Sosyalist Partisi’ne hukuksuz bir şekilde yapılan
operasyonlar ve tutuklamalar,
30 Mart 1972’de Kızıldere’de ölen Mahir Çayan ve arkadaşla-
rına anma gerçekleştiren ESP, Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri

252
Av. SELÇUK KOZAĞAÇLI rünümündeki bu baskı açıkça si-
TASFİYE GİRİŞİMİNE KILIF yasaldır, hukukla tek ilişkisi tas-
fiye girişimine bir kılıf bulmak
Sosyalistlere saldırıyı lanetli- olabilir. Çağdaş Hukuçular Der-
yoruz. Bu kolluk operasyonu, neği sosyalist muhalefetin, siya-
sadece özel yaşamlarımızın, sal parti kadrolarının, aydınların
mesleki veya sendikal mücade- ve mücadele eden tüm muhale-
lemizin değil bir bütün olarak fetin avukatıdır. Karalama, ka-
siyasal alanımızın da hükümet- muoyunun yanıltılması ve baskı
le doğrudan ilişkili bir kıskaca karşısında tüm gücümüzle dost-
alınmak istendiğini gösteriyor. larımızın yanındayız ve serbest
Siyasal alanımızın daraltılma- bırakılarak mücadelelerini daha
sına, muhalefetin aktif ve öncü da büyük bir gayretle sürdüre-
kadrolarının yıldırılmasına izin cekleri güne kadar biz de müca-
vermemeliyiz. Yargıç Kararı gö- deleci hukukun tüm imkanlarını
harekete geçireceğiz.
* Çağdaş Hukukçular Derneği Ge- Sosyalist Demokrasi,
nel Başkanı 7 Ekim 2010, n°98

üyeleri ile Devrimci Proleter ve Barikat dergisi okuru olan 21 kişi-


ye 10 ay hapis cezası,
Sosyalist Parti Adana İl Örgütü binasında üyeleri toplantı ha-
linde iken kapı önüne parça tesirli ses bombasının bırakılması ve
patlatılması,
Ezilenlerin Sosyalist Partisi Gaziantep il örgütünün kapısının
kırılması ve binasına izinsiz girilmesi,
Sosyalist Demokrasi Partisi Genel Başkanı Rıdvan
Turan’a, Toplumsal Özgürlük Platformu sözcüsü Oğuzhan
Kayserilioğlu’na, yöneticilerine, üyelerine, Dönüşüm Dergisi
okuruna, Red Dergisi yazı işleri sorumlusuna hukuksuz bir şe-
kilde operasyon düzenlenmesi ve tutuklanmaları,
Saldırıların sistematik, haksız, hukuksuz bir şekilde devrimci
ve demokrasi güçlerine yöneldiği açık bir şekilde ortadadır. Bu
saldırı AKP eli ile yürütülmektedir. İşsizlik, özelleştirme, ezilen
Kürt halkı, demokrasi mücadelesinde gerçek bir düşman ve he-
def olarak gördüğü devrimcilere, Kürtlere, demokratlara elinden
gelen her türlü baskı yöntemlerini uygulamaya çalışıyor.

253
SEZAİ SARIOĞLU satın aldı…
KIRILMAK AMA BİRLİKTE Bu siyasal eşikte bizim ma-
hallenin asi ve aksi çocuklarına
“Kırılmak ama birlikte/ düşen; biz’leri ele geçirdikle-
Birlikte, ama kırılmamak” rini zannedenleri ele geçirerek
(Edip Cansever) suçüstü yapmanın tarihsel so-
Devlet arkadaşımıza el koydu! rumluluğudur. Bizler dışarıdan,
Daha doğrusu, arkadaşlarım, ta- arkadaşlarımız içeriden, turfan-
rihin marangoz hatası sağ(cılar) da oligarşinin ipliğini pazara
tarafından “sol” olarak ele geçi- çıkarmak tarihen ve siyaseten
rildi. Dini bütün, pare pare pa- devrimin, devrimciliğin boynu-
ralanan o bildik iktidar şımarığı nun borcudur... Bu örgütlü kö-
medya, siyasi ve düzmece bir tülüğü, örgütlü iyiliğe çevirmek
komployu magazinleştirdi. Da- mümkündür ve tarih önümüze
hası, arkadaşlarımızın avukat- “Çıkmazın güzelliği” bahsinde
larından bile gizlenen haberleri bir fırsat sunmuştur. Savunmayı
ele geçirip(!) allayıp sağ’layıp, bırakıp hücuma geçmek, mah-
pullayıp sol’layıp kendi meş- keme sürecini ve tüm olanakla-
rebince pazarladı. Bununla da rımızı devrimin ve sosyalizmin
kalınmadı, kötülük toplumunun kürsüsü olarak kullanmak için
kötülük piyasası, dikey ve ya- düşbaşına…
tay olarak pazarlanan haberleri Sosyalist Demokrasi,
feth-u afiyetle güle(n) oynaya 7 Ekim 2010, n°98

Sosyalist Demokrasi Partisi’nin de diğer siyasi partiler gibi


alanlarda, toplantılarda seçime girmek için örgütlenen, müca-
delesini yürüten bir güç olduğu herşeyi ile ortadadır. 4. kong-
resini yapmış ve genel başkanını seçmiş bir siyasi partiye yapı-
lan haksız ve hukuksuz saldırı planı ancak ve ancak demokrasi
düşmanları tarafından yapılabilir. AKP bu dönemin demokrasi
düşmanıdır. Seçimde ve iktidarda neredeyse yüzyıllar boyunca
tek olacağı bir sistemin planlamasını yapıyor.
Asıl saldırılması gerekenler patronlardır, linçcilerdir, kadın-
ları katledenlerdir, gözaltındakileri kaybedenlerdir, işkenceciler-
dir, katliamcılardır. AKP bu güçlere hiç bir şey dememektedir,
bu güçlerle anlaşmaktadır.
Kadınlar olarak haksız bir şekilde gözaltına alınan ve asılsız

254
İstanbul, 25 Aralıkk 2010
iddialarla basında yer alan Sultan Seçik arkadaşımızı sahipleni-
yoruz. Sultan arkadaşımızın anlatımından anlıyoruz ki gözaltın-
da suçlanmakta oldukları “Devrimci Karargah” ile ilgili tek bir
soru sorulmamıştır. Fakat iletişim araçlarında üyesi oldukları
yönünde yoğun bir karalama politikası yürütülmüştür. Hiçbir
güç sosyalist kadınları, demokrasi mücadelesi veren, kurtuluş
mücadelesi veren kadınları, demokratik haklarını kullanmaktan,
örgütlenmekten alıkoyamayacak, yıldıramayacak.
Birleşik bir mücadele ihtiyacı her dönemeçte karşımıza çıkı-
yor. Saldırıları, tutuklamaları kendimize yapılmış gibi gördük.
Arkadaşlarımızın hesabını sormak için, onları kurtarmanın mü-
cadelesini vermek için kolları sıvadık. Fakat egemenlerin saldı-
rılarına çok öncelerden hazır olmak, birleşik mücadeleyi her dö-
nemeçte güçlü tutmak büyük bir ihtiyaç.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

255
SUAT BOZKUŞ
DEMOKRASİ Mİ? SİVİL FAŞİZM Mİ?

SDP Genel Başkanı Rıdvan Turan, Toplumsal Özgürlük Plat-


formu sözcüleri Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tuncay Yılmaz, SDP
Genel Başkan Yardımcıları Günay Kubilay ve Ecevit Piroğlu,
MYK üyesi Ulaş Bayraktaroğlu, SDP üyesi Özgür Cafer Kalafat,
İbrahim Turgut, Toplumsal Özgürlük Platformu üyesi Semih
Aydın hukuk dışı baskınlarla gözaltına alınıp tutuklanmış bulu-
nuyor. SP yöneticisi Mahir Sayın’ın da arandığı biliniyor. Daha
aranan kimler var, sırada kimler var bilmiyoruz.
Ama şunu iyi biliyoruz ki bu arkadaşların iddia edildiği gibi
Devrimci Karargah adlı örgütle bir ilgileri yoktur. Hepsi de uzun
yıllardır devrimci mücadelerini sürdüren ve bugün değişik le-
gal platformlarda demokrasi ve sosyalizm mücadelesi veren
arkadaşlardır. İyi bildiğimiz ikinci bir konu da bu arkadaşların
Kürt halkının özgürlük mücadelesine her zaman dost olmaları
ve Kürt halkıyla dayanışmayı ortak mücadele düzeyine çıkar-
ma çabalarıdır. SDP ve TÖP birçok devrimci örgüt ve kişilerle
birlikte son anayasa referandumunu boykot çalışmalarına aktif
olarak katılmışlar ve konunun Türkiye kamuoyuna mal olma-
sında önemli bir rol oynamışlardır. Bu çalışmaların sonucu hem
toplumda hem de sandıkta hissedilir iz bırakmıştır.
Yaklaşan seçim dönemi ve gündemin başına yerleşen yeni ve
demokratik bir anayasa ve Kürt halkının özgürlük istemlerinin
anayasal garantiye alınması mücadelesi toplumun gündeminde-
dir. Türkiye krtitik bir dönemeçtedir. Bu dönemeçte demokrasi
ve özgürlük güçleri ağır basarsa özgürlük yolu açılacaktır. Yok
kaybederse statüko kemikleşecek toplumsal-ulusal esaret rejimi
sürecektir.

256
Türkiye’nin yaşadığı bütün kritik dönemlerde öncelikle sol
ve demokrasi güçleri ezilmiştir. Son yıllarda öncelik yükselen
Kürt özgürlük güçlerinin tasfiyesine verilmektedir. Ama onunla
birlikte Kürt özgürlük mücadelesine yakın duran, Kürt halkının
özgürlük istemlerine destek olan sol-demokrat örgüt, kişi ve ku-
rumların tasfiyesi de paralel olarak yapılmaktadır.
93 konseptinin başını çeken zamanın Genelkurmay Başkanı
Doğan Güreş, “PKK düşmandır, PKK’ye düşman olmayan da
düşmandır” diyerek saldırı emrini verdikten sonra onbinlerce
insanın katledildiği, milyonlarca Kürdün göçertildiği kanlı tas-
fiye süreci başlamıştı.
Aradan yıllar geçti ama devletin tasfiyeci kafası değişme-
di. 2002 yılından beri AKP hükümetleri eliyle sürdürülmek
istenen tasfiye çabaları da halkın direnişiyle başarısız oldu.
Gerek 2007 seçimlerinde gerekse 2009 yerel seçimlerinde
Kürt Halkı özgür iradesini ortaya koydu ve tasfiyeci girişim-
leri sandıkta boğdu. En son referandum oyununu da boykot
tavrıyla bozdu. Yeni ve demokratik bir anayasa ihtiyacı gün-
deme geldi.
İşte bu kritik süreçte AKP ve devlet halkın sesini susturmak
için gene saldırıyor. İki bine yakın seçilmiş Kürt siyasetçi halen
KCK sanığı olarak zindanlarda. Bu yetmiyor ki yeni operasyon-
lar yapıyorlar. Bu da yetmiyor ki sosyalist ve demokrat kişileri,
örgütleri susturmaya çalışıyorlar. AKP hükümeti bu saldırılarıy-
la kendisine kuşkuyla bakan Kürt halkının ve sivil faşizm-sivil
vesayet endişesini dile getiren aydınların haklı olduğunu gös-
teriyor.
Bir yandan 12 Eylül ve darbelere karşıyım deyip bir yandan
da halkın elindeki en küçük demokratik kırıntıyı bile geri almaya
kalkışan AKP hükümetini ve ona hukuk dışı olarak destek veren
devlet içindeki çeteleri uyarıyoruz.
Son otuz yıldan hiç ders almadınız mı? Bu halk yaksanız da
öldürseniz de size boyun eğmeyecektir.
Ya özgür yaşam ya da ölüm diyerek direnecek ve kazanacak-
tır.
Zindanlarda direnen arkadaşlarımızı ve onlarla dayanışma
eylemleri geliştiren tüm devrimcileri sevgi ve saygıyla selamlı-

257
Evrensel, 27 Eylül 2010

yorum. Ailelerini, arkadaşlarını ve tüm halkımızı demokrasi ve


özgürlük mücadelemizi yükseltmeye çağırıyorum.
3 Ekim 2010 Pazar
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n° 99

258
SULTAN SEÇİK
HER İŞTE BİR HAYIR VAR MI?

Uzun zaman oldu yazmayalı/yazamayalı. Şimdi yıllar sonra


ve maalesef biraz tarihin zoru, biraz hayatın size sormaya bile
zahmet etmeksizin kapınıza gelip dayadığı zorunluluklarla ya-
zıyorum. ‘Her işte bir hayır vardır’ dedikleri de bu mu? Merak
ediyorum...
İsyan etmeyi, reddetmeyi, hayır demeyi yeni yeni öğrendi-
ğim 90’lı yıllarda bir sosyalist, bir Alevi kökenli, bir Kürt/Zaza,
bir Dersim ‘38 sürgünü, bir kadın ve bir genç olarak bütün ‘gü-
nahları’ sırtlayıp sırtıma henüz 22 yaşında iken çıkarıldım filistin
askısına. Annemin dediği gibi ‘Ah dili olsa o İstanbul Emniyet
Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nin...’ Dili olsa da söylese
itile kakıla koca koca adamların yumruk ve tekmeleri altında na-
sıl körüklediğini isyanımı acılarımın. Genç bir kadın, genç bir
beden ve genç bir akıl iken ben, öğrendim maaşlarını halkımın
ödediği vergilerden alanların gerçekte kimin memurları olduğu-
nu. Üstelik ironiye bakın ki Emniyetten emekli bir bekçi babanın
kızıydım ben. İşkencecilerimin saçlarımdan sürürken dedikleri-
ne göre, ‘Onların ekmeğiyle büyümüş, aslını inkar eden bir ha-
ramzade’ idim.
İstanbul, Bursa, Ankara... Birçok emniyet müdürlüğü, ilçe
emniyeti ve semt karakolunda geçen bir dizi ‘deneyim’ sonra-
sında anlamıştım ki, polis iktidarın memuru, halkın amiri idi.
İşkence münferit değil, yönetme biçimini güvencelemekte kulla-
nılan sistematik bir devlet politikası idi.
Gençtim. Kadındım. Öğrenmekteydim daha hayatı. Hep
dedim ki kendime, ‘Alışma sakın!’... Alışmamalı insan. İnsana
yabancı olan ve insanı insan olmaktan çıkaran hiçbir baskıya.

259
Cumhuriyet, 15 Ekim 2010
Alışmamaktaki ısrarım 40’ı aşkın gözaltı, sa-
yısız polis ve asker tekmesi ve copu, dökülen
saçlarım, tutmayan kollarım, kırılan burnum,
kaybettiğim dişlerim ve en sonunda gidebile-
cekleri en uç noktalardan olan şiddetli cinsel
işkenceyle tanıştırdı beni.
Şimdilerde geriye baktığımda, yolun yarı-
sını ardında bırakmış ve hâlâ sosyalist olan
bir kadın olarak diyebilirim ki hiç alışmadım
ve olağan karşılamadım yaşadıklarımı. Dev-
let, 6 Eylül 2010 tarihinde AİHM’de işkence
yapmak, soruşturmayı hukuksuz yürütmek,
yargı sürecine müdahale etmekten suçlu bu-
lunup, tarafıma tazminat ödemeye mahkum
edildiğinde, sanılanın aksine mutlu değil
acılıydım yüreğimde. Keşke dedim, keşke...
Yaşamasaydım bu kadar acıyı. Keşke, hiç ol-
masaydı işkence...
Çok değil, AİHM kararının Türk devletine iletildiğinin üzerin-
den daha iki hafta geçmemişken basıldı evim sabah beş buçukta.

260
SİNAN ÇİFTYÜREK rasi” ve “özgürlük”, sermaye ve
SDP İLE DAYANIŞMAYA siyaseti içindir! SDP operasyonu
ÇAĞIRIYORUZ ile bu bir kez daha teyit edilmiş-
tir. Başından beri Kürt/Kürdis-
“Demokrasi” ve “özgür- tan davasında enternasyonal bir
lük” söyleminin sermaye ile AKP siyaset izleyen SDP’ye yapılan
hükümet sözcülerince yoğun operasyonu ve   Genel Başkan
kullanıldığı bir süreçte; yasal, Rıdvan  Turan  ile diğer partili-
meşru bir parti olan SDP’ye ya- lerin tutuklanmasını kınıyor,
pılan bu operasyon, sermaye ve devrimci, ilerici, sosyalist güçle-
AKP hükümetinin “demokrasi” ri SDP ile dayanışma içerisinde
sınırlarının tipik göstergesidir. olmaya çağırıyoruz! Tutuklular
Demek ki kapitalizmde “demok- serbest bırakılmalıdır.
Sosyalist Demokrasi,
* Newroz Gazetesi Yazarı 7 Ekim 2010, n°98

Sevgilim/eşim Günay Kubilay ve ben bu defa üyesi olduğumuz


SDP’nin de dahil edildiği bir operasyon kapsamında gözaltına
alındık. Kar maskeli timler, kelepçe ve nezarethane yıllar önce-
sinde bıraktıklarımdı. Beklemediğim ancak pek de şaşırmadığım
bir durumdu yaşadıklarım.
Değişmemiştim çünkü. Hâlâ bir sosyalist, bir Alevi köken-
li, bir Kürt/Zaza, bir Dersim ‘38 sürgünü, bir kadındım. Bir tek
gençliğim kalmıştı geride. Ve hayat öğretti bana bir kez daha,
4 günlük gözaltı, sabaha kadar süren trajikomik bir mahkeme
sahnesinde.
Diyordu ki polisler sık sık, ‘Bakın Sultan Hanım değiştik biz.’,
‘Bakın Sultan Hanım işkence yapmıyoruz artık.’
Her sözlerinden sonra bana bakıp onaylamamı ister gibiy-
diler. Biliyorlardı, o duvarlar konuşamasa da ben konuşmaya
devam edenlerdendim hâlâ. Bir tek şey söyledim: ‘Siz değişme-
diniz, biz değiştirdik...’ Yanıtı eşime verdiler. Yanıt manidardı...
‘Kabul edersiniz ki Hocam, biz devletin memurlarıyız. Bugün
iktidarda kim varsa onu yapıyoruz. Yarın siz başa gelirseniz si-
zin dediklerinizi yaparız...’
Ben adı ‘Devrimci Karargah operasyonu’, kendi ‘devrim-
ci ve sosyalistleri komplolarla dize getirme senaryosu’ olan bir

261
tezgaha dahil edildim, birileri böyle buyurdu diye... ‘Devrimci
Karargah operasyonu’ ile yargılanmak şaşkınlığında iken, ikinci
bir şoku yaşıyorum şu günlerde. İşkence suçlusu olduğunu itiraf
etmiş biri olan Hanefi Avcı ile yan yana getirilmek kabul edile-
mez benim için. Yıllarca gördüğü işkencelerin izlerini bedeninde
taşıyan ve ömrünü işkence karşıtı bir mücadele ile ören bir kadın
olarak beni, asla yan yana gelemeyeceğim, asla affetmeyeceğim
ve asla unutmayacağım suçların suçlusu Hanefi Avcı ile aynı sa-
nık sandalyesinde yargılamak...
Olağanlaştırmak istedikleri, yan yana gelmezleri yakın göste-
rerek itibarsızlaştırmaksa, tarih de yaşanmışlıklarımız da tanık-
tır ki, kirletmeye yetmez Avcı’nın adı ile yan yana yazmaları
bizi. Biliyorum ki işkence bir insanlık suçu. Ne bireysel olarak
affedilebilir ne de zaman aşımına uğrar, işkence yaşamış olanın
gerçekliğinde.
Şimdi, yıllar sonra aldım kalemi elime yazıyorum. Her işte
bir hayır vardır da diyemiyorum nedense...
Bir sosyalist, bir Alevi kökenli, bir Kürt/Zaza, bir Dersim
‘38 sürgünü, bir kadın olarak bir kez daha not düşüyorum ta-
rihe. Dün nasıl yapmadıklarımı kabul ettirmek için işkence ile
suç yaratmasını kabul etmediysem devletin, bugün de, bir kez
daha kabul etmeyeceğim işkencesiz metotlarla, kriminalize ede-
rek oluşturulan ve kargaların bile gülmekten çenesinin ağrıdığı
yalanları.
Anlıyorum ki değişmiş yöntemi egemenlerin. İtirazlarımızla,
ödedikleri tazminatlarla yeni metotlara yönelmişler. Şimdi ge-
rekmiyor onlara işkence tezgahları. Ne de olsa var ellerinde ‘Son
Tezgah’ diye adlandırdıkları yalan bombardımanları.
Oh ne ala... Önce suçu yarat. Sonra delilleri inşa et. Daha son-
ra suçlayacağın kişileri seç. En sonunda da mahkum et. Kendimi
bir masal kahramanı gibi görüyorum nedense. Hansel ve Gratel
masalındaki gibi, 4 gün boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü
Terörle Mücadele Şubesi’nde; elimde Elif Şafak’ın ‘Baba ve Piç’
romanı, uzanıp fiber kaplamalı nezarethane yatağıma, arada bir
sigaramı tellendirdiğim, sorgusuz sualsiz bekletilirken anlamış-
tım zaten, masalın, pardon gözaltının, sonunda kaynar kazanla-
ra atıp pişirme hazırlığında olduklarını.

262
Günlük, 26 Eylül 2010
Takke düştü kel göründü dedikleri gibi; gözaltı sonrasında
bir de ne göreyim, SDP’li olmaktan da yaptıklarımdan da yar-
gılayamayınca beni, olmuşuz ‘Devrimci Karargah’, olmuşuz
‘Ergenekoncu’, olmuşuz ‘Hanefi Avcı’nın suç ortakları’ ve bu
da yetmemiş ki, biraz PKK, biraz KCK, biraz da telefon tapesi ve
malumunuz ‘gizli sanık’ sosu koyunca kazana, ne diyeyim ‘pes’
demekten başka. Tanıdık geliyor değil mi? Tıpkı bir zamanlar
habire ‘işkence var’ diye ortalığa çıkanlar gibi, şimdilerde de
‘olmayan suçları varmış gibi yaratıyorlar’ diyenleri duyuyoruz.
Zaman değişti, yöntemler de değişti...
Hatırlatmakta fayda var yine de, yalanlara suskun kalma-
maktaki inadım hâlâ değişmedi. Kadınım. Sosyalistim. Öğren-
mekteyim daha hayatı. Ve soruyorum kendime, gerçekten her
işte bir hayır var mı?
Bianet, 22 Ocak 2011

263
SUNGUR SAVRAN
ŞAŞKIN DÜZENİN GEDİKLERİ

Türkiye referandumla seçimin arasında kaskatı kesilmiş du-


ruyor. AKP referandumda elde ettiği büyük avantajı koruyabil-
mek için sanki zamanı dondurmaya çabalıyor. CHP Baykal’ın
yerine büyük halk kitlelerine pazarlanabilir olduğunu umduğu
yeni başkanına rağmen referandumda ciddi bir atılım yapa-
mamasının yarattığı düş kırıklığını aşmak için yol arıyor. Ama
mevcut bütün yeni yolları denemekten korkuyor. MHP yaşadığı
büyük hezimetin daha da büyüğünü yaşamamak için hata yap-
mama çabası içinde. Yani nedenler farklı ama kimse yerinden
kıpırdayamıyor. AKP referandum dengesi apaynı kalsın diye.
CHP kendi dengelerinin bozulmasından korktuğu için. MHP te-
pe taklak gidişi hızlandırmamak için.
Türkiye burjuvazisinin bütün temsilcileri sanki “tıp!” dendi-
ğinde herkesin olduğu yerde hiç kıpırdamadan durduğu oyunu
oynuyor. Biri ”tıp!” demiş, herkes olduğu yerde kaskatı kesilmiş,
hata yapmadan seçimin gelmesini bekliyor.
Bu donuk ve statik ortamda Kürt hareketi her geçen hafta
yepyeni siyasi ataklarla düzenin kalelerini dövüyor. Referan-
dumdan hemen sonra anadilinde eğitim boykotu. Ardından çift
dilli yaşam çıkışı. Ardından Demokratik Toplum Kongresi’nin
“demokratik özerklik” çalıştayı ve oraya sunulan bildiri. Gol
üstüne gol! Düzen güçleri kan ter içinde bu salvoları savuştur-
maya çalışıyor. Ama bütün amaçları savuşturmak olduğu için,
darmadağın oluyorlar, bu yaratıcı ataklar karşısında bataklığa
daha fazla batıp duruyorlar.

GELDİK SADEDE!

İki dilli yaşam ve demokratik özerklik tartışmaları çeyrek

264
yüzyıllık mücadele tarihinde ciddi bir yenilik taşıyor. Bugüne
kadar tartışma hep konunun başka yönleriyle iç içe geçiyordu.
“Son terörist ortadan kaldırılıncaya kadar ” edebiyatından “dış
mahreklerin Türkiye’yi karıştırması” safsatasına kadar birçok
farklı boyut ve tartışma, Kürt sorununun kendisini maskelemek
için kullanılıyordu. Kürt hareketi son dönemde yaptığı ataklarla,
gerçek Kürt sorununu halkın gözlerinin önünde gündeme yer-
leştirdi. Bir bakıma, Kürt sorunu, bütün ikincil faktörlerden arın-
dırılmış biçimde, esas özüyle, bilimsel bir arılık içinde Türkiye
toplumunun gündemine sağır edici bir gürültü ile girdi.
İşte burada Türk hakim sınıflarının temsilcisi siyasi güçler ve
onların paralı ideologları muazzam bir fikir yoksulluğu içinde
çırpınıyorlar. Sadece Başbakan Erdoğan’ın durumuna bakın ye-
ter. İki dilli yaşam tartışmasında güya bir argüman öne sürüyor,
aslında kendi kendini baştan mahkûm ediyor. Kendi siyasi kül-
türünün terimleriyle diyor ki, “kavimlere saygımız vardır, ama
ırkçılığa izin yok.” Türkçülüğe de, Kürtçülüğe de hayır. Sonra
ekliyor: “Benim milletimin tek dili Türkçedir.” Türk milliyetçi-
liğinde MHP ile rekabet etme telaşı içinde fark edemiyor kendi
kurduğu simetriyi bir an sonra kendi eliyle bozduğunu. Türkçü-
lük de yok, Kürtçülük de. Ama Türkçe mübah, Kürtçe tehdit!
İşte burada işçi sınıfı devrimcileri de Kürt dostlarımızla birlik-
te emekçi halk kitlelerine meseleyi anlatmak için büyük bir avan-
taj elde etmiş oluyor. Şimdi yüklenmemiz gerekiyor. Geçmişte
burjuvazi Kürtleri askere giden gençlerin katili gibi gösteriyor,
“terör” edebiyatına sığınıyordu. Geçmişte burjuvazi Kürt soru-
nunun emperyalist güçlerin, en başta da ABD’nin Türkiye’nin
başına ördüğü bir çorap olduğu zehrini kitlelerin zihnine zer-
kediyordu.
Oysa şimdi sorun bütün çıplaklığı ile ortadadır: İki halk, Türk
ve Kürt eşit yaşayabilecek midir? İki dil, Türkçe ve Kürtçe eşit
haklardan yararlanabilecek midir?

ÜÇÜNCÜ CEPHE’YE DOĞRU

Referandum ile seçim arasındaki Türkiye’nin ufkunda ikin-


ci önemli gelişme, bir Üçüncü Cephe’nin, bir Emek ve Özgür-

265
lük Cephesi’nin kurulmasının somut olarak gündeme girmiş
olmasıdır. Ta 1995 seçimlerinde kurulan Emek Barış Özgürlük
Bloku’ndan bu yana işçi sınıfının mücadelesini temsil eden güç-
lerle Kürt halkının temsilcisi hareketler arasında kalıcı bir cephe-
nin kurulması tartışılan ama gerçekleştirilemeyen bir konuydu.
12 Eylül referandumu, “Evet” ve “Hayır” cephelerinin her iki-
sinin de karşısında “Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephe-
si” ile bu tür bir salkımlaşmayı billurlaştırmış oldu. Şimdi ya-
pılmakta olan çalışmalar, sosyalist hareketin liberal ve ulusalcı
olmayan akımlarıyla Kürt hareketi arasında kalıcı bir mücadele
cephesinin temellerini örüyor.
Burada söz konusu olan, sadece Kürt hareketinin bazı sos-
yalist partilerle buluşması olmamalıdır. Yapılması gereken,
Türkiye’nin bütün kimyasını değiştirecek bir toplumsal ittifakın
yolunun açılmasıdır. Tekel eylemi bize, mücadele eden işçilerin
burjuvazinin şovenizm zehrinden kurtulabileceğini öğretmiştir.
Dolayısıyla, mücadele eden işçi sınıfı ile zaten mücadelenin ate-
şi içindeki Kürt halkı arasında kurulacak bir ittifak esas amaç
olmalıdır. Bu ittifak, bu Cephe burjuvazinin birbirinin boğazına
sarılmış iki cephesinin de karşısında yer alarak mücadeleyi bam-
başka bir kulvara sokacaktır.
Bu cephenin öncelikli görevlerinden biri düzenin cezaevle-
rinde çürütülmeye çalışılan tutsakların özgürlüğü için mücade-
le etmektir. Bu mücadelede ilk tutamak, “açılım” denen yalan
rüzgârının tıynetini ortaya koyan KCK davasının tutukluları ile
Hanefi Avcı denen devrimci katili ile ilişkilendirilerek cezaevi-
ne konulan SDP ve TÖP yöneticilerinin özgürlüğü için mücadele
etmektir.
Düzen, kendisine meydan okuyan siyasete düşmanlığını, 1
Ocak’tan itibaren Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun tutukluluğa
ilişkin hükmünde yürürlüğe girmiş olan değişiklikle bir kez da-
ha ortaya koymuştur. Katillere, tecavüzcülere, yüz kızartıcı suç-
lara bulaşmış olanlara konulan tutukluluk süre sınırından siyasi
örgüt mensupları yararlanamıyor. Katil en fazla beş yıl tutuklu
kalırsa, sosyalist ya da Kürt yurtseveri militan on yıl tutuklu tu-
tulabiliyor! KCK, SDP ve TÖP üyesi yoldaşlarımızı dur durak ol-
maksızın savunmalıyız. Düzen fena halde zor durumdadır. Beş

266
kişinin katilini salmıştır, tecavüzcüyü, uyuşturucu kaçakçısını
salacaktır. Ama yoldaşlarımızı tutmaktadır. Hep birlikte yükle-
nelim.
Tutuklu yoldaşlarımız, özgür kalır kalmaz, Emek ve Özgür-
lük Cephesi’nin en yetenekli, en cesur mimarları olacaktır!
Günlük, 9 Ocak 2011

EVCİLLEŞTİRME

“Açılım” politikası hortladı. Yalnız şimdi adı yok, hepsi bu.


Kimileri ortalıkta bir “bahar havası” estiğini söylüyor. Biz de
“açılım”ın yeniden gündeme geldiğini buradan çıkartıyoruz
sanılabilir. Hayır, geçtiğimiz günlerde, başta Urfa olmak üzere
çeşitli Kürt illerinde yapılan KCK operasyonlarından, BDP’lilere
yapılan taarruzdan çıkartıyoruz.
Şaşıranlar olabilir. “Açılım”ın nesi kötü ki, “hortladı” demek
uygun düşüyor ya da başladığı operasyonlardan çıkartılıyor,
denebilir. İnsanın ilk ”açılım”ı nasıl gördüğüne bağlı bu. Biz
geçen yıl “açılım” gündeme geldiğinde derhal teşhisimizi koy-
muştuk: “Açılım” politikası Kürt sorununu değil, Kürt hareke-
tini çözme politikasıydı. Eğer gerçekten bir yere “açılım” varsa,
bu, Barzani’ye doğru idi. Türkiye, Irak’taki Kürdistan bölgesini
himayesine almaya yöneliyordu. “Açılım” da, bu yöneliş içinde
Türkiye’nin kendi Kürt hareketini tasfiye ederek Kürt halkına
belirli kırıntılar vermenin adı idi.
Şimdi referandumdan sonra bir bahar havası estiği söyleniyor.
BDP ile görüşüldüğüne, Abdullah Öcalan’la bile görüşme yapıl-
makta olduğu neredeyse itiraf edildiğine göre de Kürt hareketi
artık muhatap alınıyor. O zaman bu defaki geçen “açılım”dan
farklıdır... diyebilir miyiz? Bizim cevabımız hayır.
Ama bu “hayır”ı açıklamadan önce, belirtelim ki, önümüzde-
ki dönemde, referandumun yelkenlerine doldurduğu rüzgârla,
AKP hükümeti Kürt sorununda devletin hedefleri yönünde ce-
sur adımlar atabilir. Habur’un yarattığı atmosfer dağılmıştır. Re-
ferandumda MHP’nin aldığı yenilgi AKP’nin elini rahatlatmıştır.

267
Dolayısıyla, bir süre boyunca Kürt sorununda bir “ikinci bahar”
havası esecektir. Ama Kürt hareketinin ve dostlarının, dostları
arasında da sosyalist hareketin bu “ikinci bahar” atmosferine
son derecede temkinli yaklaşması gerekir. Solun ilk “açılım” aşa-
masında olduğu gibi hükümet tarafından atılan adımları kolları
açık karşılaması, büyük yanlışlara yol açar. Bu sefer Kürtler mu-
hatap alınmadan yürünemeyeceği açıktır. Çünkü referandum
AKP’nin evetinden de fazla boykotun zaferi ile sonuçlanmıştır.
“Terör örgütünün tasfiyesi”
Her şeyden önce, cumhurbaşkanından hükümete ve AKP yö-
neticilerine kadar değişik sözcülerin kullandığı dile çok dikkat
etmek gerekiyor. Söylem “terör örgütünün tasfiyesi”dir. Hükü-
met önüne “Kürt sorununu çözme”yi koymadığını, amacın Kürt
hareketini çözmek olduğunu bu kez açık biçimde dile getiriyor.
Denebilir ki, bu söylem, milliyetçi/ulusalcı akımlara Türk tara-
fındaki tepkileri kışkırtma fırsatını vermemek içindir. Denebilir-
di. Şayet şunlar olmasaydı.
Birincisi, devlet sadece Kürt hareketi ile görüşmüyor. Aynı
zamanda ve hummalı biçimde ABD, Irak, Irak Kürdistanı ve Su-
riye yönetimleriyle de görüşüyor. Atalay-Barzani görüşmesinde
üç aşamalı bir tasfiye planında anlaşma olduğu basına sızdırılı-
yor. Suriye ile yapılan ve Türkiye tarafından 12 bakanın katıl-
dığı üst düzey toplantı sonrasında Atalay ortak operasyonun
mümkün olduğunu belirtiyor. Bakanlar Kurulu, Kuzey Irak’ta
operasyon yetkisini bir yıl daha uzatan tezkereyi meclise sevk
ediyor. Ve nihayet, en önemlisi, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde
yıllardır oluşturmak istediği “güvenlik şeridi”ne, hatta yepyeni
bir fikir olan üs talebine ABD’nin olumlu yaklaştığı basına sızdı-
rılıyor ve yalanlanmıyor.
Denebilir ki, bütün bunlar Kürt hareketini sıkıştırmak içindir.
Doğru olabilir. Ama sürecin her an sert bir savaşa dönüşmesi po-
tansiyelini de içinde taşıyor. Daha önemlisi ise şudur: Devletin
bütün yetkilileri, hükümetin liberal destekçileri de dahil olmak
üzere, açıkça Kürt sorununda adım atılabilmesi için önce silahla-
rın bırakılması gerektiğini söylemektedirler.
Öyleyse, yaşanan sürecin sınanacağı ilk noktayı saptamış bu-
lunuyoruz: zamanlama. PKK’nin silah bırakması Kürtlere belirli

268
hakların tanınması için önkoşul mu olacaktır yoksa iki süreç pa-
ralel mi yürüyecektir?
İkinci ve daha önemli sınama kriteri ise silah bırakmadan
sonra Kürt hareketinin biçimlenmesine ilişkindir. Baştan açıkça
belirtelim: Devletin amacı, varolan Kürt hareketinin yerine ev-
cil bir önderlik geçirmektir. Bir kere, en az beş yıldır, sol liberal
aydınların ve daha sonra kurumsal olarak Taraf gazetesinin de
katkıda bulunduğu bir operasyon yürütülüyor: yumuşak Kür-
dü mücadeleci Kürdün karşısına çıkarmak. Türkiye Kürtlerini
mümkün olduğunca AKP etrafında toplamak, bunun ötesinde
kalan ve bu kadar geri bir çözüme razı olmayacak milyonları
ise Kürtlerin Irak’ta kazanmış olduğu haklar dolayısıyla yüksek
prestije sahip olan Barzani doğrultusunda örgütlemek. Televiz-
yonlara bir bakın. En “liberal”, Kürt sorununda TÜSİAD doğrul-
tusunda çözüme en açık kanallarda dahi tartışma programların-
da nasıl da Kürt hareketinin dışında kalan bir avuç insan öne
çıkartılıyor. Em önemlisi, Kürt burjuvazisi ve onun lideri olarak
eski DYP Diyarbakır İl Başkanı, bugün Diyarbakır Sanayi ve Ti-
caret Odası Başkanı Salim Ensarioğlu nasıl destekleniyor. “Sivil
toplum örgütleri”nin huzura kabul edilmesi için aralarından De-
mokratik Toplum Kongresi’ni çıkartmaları isteniyor!
İşte KCK operasyonları bunun için “açılım” süreci ile çelişkili
değil, onun asli unsurlarından biridir. Kürt hareketi bütünüy-
le siyasileştiği zaman kitle çalışmasında en önemli olacak olan
kadrolar ya tasfiye edilmek isteniyor ya da mümkün olduğunca
uzun süre pasifleştirilmek ki yeni liderlikler öne fırlayabilsin.
SDP ve TÖP’e yapılan operasyon da bunun bir dalı olarak gö-
rülebilir. Yeni dönemde Kürt hareketinin bütün ağırlığıyla siya-
sete yöneleceği aşamada, Kürtlerle dayanışma içinde yürüyen,
Türk ve Kürt emekçileri arasında bir ittifakı savunan siyasi hare-
ketlerin de pasifleştirilmesi, Kürtlerin evcilleştirilmesi çabasının
bir parçası olarak kavranabilir.
Buna karşı sosyalist hareketin enternasyonalist kanadı olarak
bizler, hem Kürt halkıyla, hem de tutsak alınan sosyalist arka-
daşlarımızla dayanışmayı yükselteceğiz.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

269
TEMEL DEMİRER
BİZİM İFLAHIMIZ KESİLMEZ;
ÇÜNKÜ BİZ KOMÜNİSTİZ!

“Belirleyici olan nereye bakıldığı değil,


nereden bakıldığıdır.”*

Yine ve bir kez daha SDP-TÖP’lü yoldaşlarıma dair yazaca-


ğım. Kolay mı? Bana Oscar Wilde’ın, “Ilımlılık ölümcül bir şey-
dir... Aşırılık gibisi yoktur,” sözlerindeki içtenliği anımsatan On-
larladır kalbimin yarısı… Dosttan düşmana herkes bunu bilsin!
Tam da bu nedenle yazacaklarım, elbette bir “Lapsus Calami/
Kalem Sürçmesi” olmayacaktır; olması da mümkün değildir…
Sevgili Tuncay’ın ifadesiyle, “Bu operasyonun ismi olsa olsa
ÖABAO, ‘Öküz Altında Buzağı Arama Operasyonu’ olabilirdi...”
Öyle de oldu!
Hayatı ve geleceği, hayatımızı ve geleceğimizi yasalarıyla ya-
saklayıp, karartmaları yetmiyormuş gibi, yasalarının yetmediği
yerde de “tezgâhlar” kuruyor egemenler…
O hâlde ilk saptamamı yapıyorum; genelde zindanlardakiler,
özeldeyse Onlar hayatımızı ve geleceğimizi savundukları için
egemen(lerin) şiddet(in)e/ tezgâh(ın)a maruz kaldılar…
Onların savundukları hayat ve gelecektir; tıpkı, zindana atıla-
nın da Onlar şahsında “biz” olduğumuz gibi…
Hayır; “Onlar suçsuz” falan gibi, “ahmak”ça laflar etmeye-
ceğim; Onlar enternasyonalist komünistlerdir; bu niteliklerinin
gerektirdiği her şeyi de gözlerini kırpmadan yapacak kadar
cüretkâr ve içten insanlardır; yani kapitalizmin yabancılaştırıp,
teslim alamadığı “gibisiz” insandırlar…

YAPILAN YA DA “SUÇ”(UMUZ) NE?

İşte tam da böyle olduğu için haykırıyor o gür ve duru se-

* P. Carden.

270
siyle Doktor Başkan(ımız) Rıdvan Turan, “Yaşadığımız tecrübe,
Türkiye’nin demokrasi standartlarında bir ilerleme olmadığının,
insanların hâlâ düzmece iddialarla tutuklandığının açık kanıtı-
dır. Değişen yalnızca iktidarın sahipleridir. Dünün ‘mazlumları’
bugünün zalimleri olmuşlardır,” diye…
Evet, bu bir tezgâh…
Mesela dava avukatlarından Sinan Varlı, dosyada gizlilik ka-
rarı olduğuna dikkat çekerek savunma olarak dosyada herhangi
bir belgeyi inceleme olanağı bulamadıklarını, imza attıkları tuta-
nakları dahi alamadıkları vurgusuyla, tutuklamaların somut bir
delile dayanmadığının altını çizerek, “Bazı müvekkillerimizin 1
Mayıs mitingine, basın açıklamalarına katılmaları suç sayılıyor.
1 Mayıs mitingine katılmak suçsa bu ülkede 200 bin kişinin ör-
güt davasından yargılanması mı gerekiyor? Basındaki tutuklu-
lar, SDP ve yasal temsilciliklere ilişkin karalama kampanyasını
da protesto ediyoruz” dedi.
Yine avukat Züleyha Gülüm de Hanefi Avcı’nın tutuklanan
SDP üyeleriyle bir ilgisinin olmadığının altını özenle çizdi…
“Öküz altında buzağı aramayın”! Bizim Hanefi Avcı’yla iş-
kence tezgâhları dışında bir işimiz olmaz; ha bir tane daha ola-
bilir; onu halk mahkemesinde işkenceci bir halk düşmanı olarak
yargılayabiliriz…
“Derin” (denilen) kapitalist devlete (ve ayırt etmeden tüm
fraksiyonlarına) karşı dövüşenler aşkı ve hayatı savunan radikal
sosyalistlerdir…
SDP’lilerin, TÖP’lülerin gözlerine bakın; ne demek istediğimi
oradaki ısrarlı, gözü kara, vazgeçmeyen, gözünü budaktan esir-
gemeyen pırıltılarda görebilirsiniz…
Onlar Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın çocukları, Mahir Çayan’ın
yoldaşlarıdır…
Bizim Hanefi Avcılar’la işimiz olmaz; ya da olursa, olması ge-
rektiği gibi olur!
Bu bir tezgâhtır!
Soruşturma kapsamında gözaltına alınıp serbest bırakılan
SDP Parti Meclisi üyesi Sultan Seçik, “Eskiden sosyalistleri işken-
ceyle tutuklamaya çalışıyorlardı. Şimdi Emniyet’te kriminolojik
bir ekip kurulmuş, topluyor, torbalıyor, suç yaratıyor,” derken;

271
ŞENOL MORGÜL liğindedir. 
‘YAZIKTIR, GÜNAHTIR, Bırakın evinde konuk olmayı
KURAN ÇARPAR’ evinin sokağından bile geçme-
yecek sosyalistleri, Sosyalist Par-
İktidarın kendi içindeki ‘Fetul- tileri, muhalif aydınları, ev içi te-
lahçı Karargah’ın uzun yıllar en mizliğindeki kirli çamaşırlarına
has ve ‘faydalı’ işler yapmış aile bulaştırma gayreti içindekilere
dostlarından Hanefi Avcı’nın, ve bu durumdan; “Yapma yaa!
yaptığı ‘yaramazlıklar’ sonucu Vay be!” şaşkınlığıyla etkilenen
evden kovulup ibreti alem ce- soldaşlara, içimden şöyle demek
zalara çarptırılması için gerçek- geliyor:
leştirilen 21 Eylül operasyonu, “YAZIKTIR, GÜNAHTIR, KU-
Cumhuriyet tarihinin “Dezen- RAN ÇARPAR...”
formasyon Belgeseli” olma nite- Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98

Rıdvan Turan’ın can yoldaşı, aşkı, eşi Dilay da, “Tavrımız ceza-
landırılıyor” diye ekliyor!
Egemenlerin yaptığı tam da bu; “tavrımızı cezalandırıyor”
olmaları; yani ortada bir bir “suç” var ise eğer, o da radikal sos-
yalist olmamızdır…
Asılında mesele ya da tezgâh bu kadar basittir!

EGEMENLERİN TEZGÂHI

Aristoteles’in, “İyi, basit; kötü ise çok yönlüdür,” saptama-


sıyla da betimlenmesi mümkün olan (egemenlerin) bir tezgâhla
yüz yüzeyiz ki, bu da, Haluk Ağabeyoğlu’nun işaret ettiği gibi
“Bir Toplum Mühendisliği Projesi” manipülasyonu; yani “Emni-
yet senaryolarındaki Devrimci Karargâh ile onun içine sokulan
her devrimci kişi ve kurumun Ergenekon ile ilişkilendirilmesi
uydurması”dır…
Hayır; bir “komplo teorisi” kotarıyor; bundan “medet” umu-
yor değilim! Aslında çok farklı bakış açılarının tahlilleri de bu
noktada kesişiyor…
Örneğin “Ülkemizdeki laçka sistem, yasa uygulayıcıların o
yasayı kendi mezhebine göre ve dört bir yana çekiştirebileceği

272
inanılmaz bir elâstikiyet arzediyor. Sübjektif hukuk hüküm sü-
rüyor. Artık şu veya bu komplo teorisini çöpe atmak ve adaleti
a-d-i-l kılmak zamanıdır!” itirazını dillendiren Hadi Uluengin’e;
“30 yıllık emniyetçi, milliyetçi-maneviyatçı Hanefi Avcı komü-
nist terör örgütüne yardım ve yataklık etmek suçlarından mah-
kemece tutuklandı! Eğer bu cümleye zerre kadar itibar ediyorsa-
nız, bu yazıyı okumayın. Sizi kendi akıl ve vicdanınızla baş başa
bırakıyorum!” saptamasıyla eşlik ediyor Cüneyt Ülsever…
Sedat Ergin’in de, “Avcı’nın tutuklanmasının Türkiye’nin
gündemine getirip dayadığı ana soru: İnandırıcılık sorunu-
dur…” noktasına dikkat çektiğini hatırlatarak; asıl komplocu-
nun, “Devrimci Karargâh terör örgütüne ‘yardım ve yataklık’
suçlamasıyla tutuklanan Hanefi Avcı ile ilgili en önemli deliller
arasında telefon konuşmaları yer alıyor,”* haberlerini sistematik
olarak yayınlayan ‘Zaman’ gazetesiyle (Gülen) cemaati olduğu-
nun altını özenle ve defalarca çizelim…
Ali Akkuş’un, “Avcı’yı Tartışırken Göz Ardı Edilen Fotoğ-
raflar”; Erkan Acar’ın, “Avcı’nın Cevapsız Bıraktığı Sorular...”;
Büşra Erdal ile Mehmet Kuru’nun, “Hanefi Avcı, Terör Örgütü-
ne Yardım ve Yataklık Suçlamasıyla Tutuklandı” başlıklı yazıları
bu saptamamızı onaylayan türden rezilliklerdir.
Ve nihayet “Hayatımda muhtelif örgütlerin mensubu olmakla
birçok kez suçlandım. Hepsinde bir ciddiyet, bir yanından gerçe-
ğe dokunma vardı kuşkusuz. Ama 21 Eylül 2010 tarihinde SDP,
TÖP, Red, Dönüşüm, Bilim ve Gelecek dergilerinden insanların tu-
tuklanması sonucu benim de Devrimci Karargâh isimli örgütün
‘üst düzey yöneticisi/lideri’ olarak soruşturulmam kadar tuhaf
bir örgüt işiyle karşılaşmadım,” diyen Mahir (Sayın) ağabeyimin
işaret ettikleri…
14 Eylül 2010’da kendi pasaportuyla İsviçre’ye giden Mahir
Sayın, Devrimci Karargâh örgütüyle alâkâsı olmadığını açıklar-
ken; Ergenekoncuların yerini Fethullahçıların aldığını belirtip,
“Ortada bir operasyon var ama var olduğu iddia edilen örgütle
ilişkisi olmayan insanlar tutuklu. Bu kabul edilir bir şey değil.
Bu operasyonun hedefi Hanefi Avcı ve sosyalistlerdir… Biz ko-
* Salih Sarıkaya-Serkan Sağlam, “… ‘Yardım ve Yataklık’ın Sırrı Telefon Ka-
yıtlarında”, Zaman, 1 Ekim 2010, s.16.

273
münist, Hanefi Avcı polis! Böyle bir örgütün içindeymişiz. Bunu
yan yana getirenlerin klinik olarak akıl sağlıklarının sorgulan-
ması gerekir,” diyor.
Tezgâha ilişkin bu kadar saptamanın yettiği kanısındayım…

“AV” OLAN AVCI’NIN HİKÂYESİ

Bir yerde de “av” olan avcı’nın hikâyesini içeren söz konusu


tezgâh, egemenlerin çakallığını/ tetikçiliğini yapanların başına
ge(tiri)leni anlatıyor; hem de “İktidar ya da hükümranlık bir hiç-
tir. Fakat bugün bunu hangi devlet adamı anlıyor?” diyen Jean-
Luc Nancy’nin saptamasını doğrularcasına…
Bir sol liberalin, Ahmet İnsel’in ifadesiyle, “Muhafazakâr
dünya görüşüne sahip bir demokrat olduğunu ifade eden Ha-
nefi Avcı’nın” iddia edildiği üzere, “demokratlığı” müphem ve
meşkuk olsa da işkenceciliği tartışılmayacak kadar maruftur…
“Av” olan Avcı hakkında, Şükran Soner’in,* “Tarikatçı, din-
ci ve diğer bazı medya, Hanefi Avcı’ya niçin acımasızca saldı-
rıyor?” diyen Hikmet Çetinkaya’nın (yani “ulusal sol”cuların)
dolaylı desteklerine ilişkin olarak hatırlatmamız gereken “Hane-
fi Avcı, ‘Haliç’teki Simonlar’ı yazmadan önce, iktidar ve cemaat
çevrelerinde muteber bir kişi değil miydi?” sorusudur…
Kuşku yoktur ve açık açık itiraf etmiştir ki O; bir cemaatçi-
dir!
NTV’nin haberine göre Hanefi Avcı, dört gazeteciye gönder-
diği mektupta cemaate karşı olmadığının altını çizerek, “Gülen
ve tarikatlara karşı değilim. Yasadışı dinlemelere ve şantaja kar-
şıyım,” dedi!
Geçerken anımsatayım: Telekomünikasyon İletişim
Başkanlığı’nın, günde 70 bin telefonun kaydının alındığından
söz ettiği; ya da Hanefi Avcı’nın, 4-5 bin kişinin telefonlarını
izinsiz dinlediğini söylediği coğrafyamızda biz(ler)i, bir zaman-
lar dinleyenlerden birisi de bu adam değil miydi? Şimdi neye
karşı çıkıyor acaba; elleriyle büyütüp, beslediği canavara mı?
Bir de üstüne üstlük “derin” (denilen) devletin tetikçisidir O!

* Bkz: Şükran Soner, “Sağda Hesaplaşma...”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2010, s.15.

274
Alın size ‘Radikal’den bir haber: “… ‘Devrimci Karargâh’ so-
ruşturması kapsamında ‘örgüte yardım’ iddiasıyla tutuklanan
Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın evinde bulunan ‘sahte’ kimlik
ve pasaportlar, 23 yıllık sırrı ortaya çıkardı. Avcı, devletin ar-
şivlerinde kaydı bulunan kimlik ve pasaportları terör örgütüne
yönelik operasyon için iki kez Suriye’ye giderken kullanmış”!*
İyi mi yeter mi? Hayır yetmez, Erkan Goloğlu’nun işaret etti-
ği dahası da var ve şunları ekliyor:
“Hanefi Avcı’nın, “Hırant Dink cinayeti en ince teferruatına
kadar araştırılmış, hiçbir yanı karanlıkta kalmamıştır” sözleri de
aynı büyük aktörün veciz sözleridir.
Aydınlatılması, dibine kadar gidilmesi bu ülkenin artık na-
musu olması gereken bir cinayet için bu sözleri edebilmek, ancak
çok büyük olmakla mümkündür.
Ankaralı devrimcilerin çok iyi bildiği Necdet Menzir ve Or-
han Taşanlar da, Hanefi Avcı’nın çok değerli meslek ağbisidir.
Bilmem anlatabiliyor muyum?”
Nihayet O bir işkencecidir!
Mersin 78’liler Derneği’nin açıkladığı üzere, “Avcı’nın solla
ilişkisi ancak işkence ve katliamdan ibarettir”; tıpkı Avcı dene-
timindeki işkence tezgâhından geçen Mehmet Tepebaşı’nın an-
lattığı gibi…
Aynı konuda yine Mersin’de, 1981’de, Hanefi Avcı’nın işken-
cesine maruz kalan, 12 yaşında işkenceyle tanışan Şaban Daya-
nan, “Onu biz cemaatçi, İslâmcı olarak biliyorduk. Sorgu sırasın-
da ezan sesini duyunca işkenceyi bırakıp namaza giderdi” diye
ekliyor!
Sözü edilen dünün Avcısıdır… Bizim onunla bir işimiz ol-
maz, olamaz; onunla işi olan bu düzendir; kapitalistlerdir; cema-
atçilerdir!
İş bu nedenle TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
üyesi Akın Birdal, Silivri Cezaevi’ndeki SDP’lileri ziyareti esna-
sında, “Hanefi Avcı bir güvenlik sorumlusudur ve sosyalist ha-
reketler üzerinde adı iyi anılmaz, iyi hatırlanmaz. Şimdi onunla
arkadaşlarımızın yan yana konulmasını büyük bir haksızlık ola-
* Lütfü Karakaş, “Avcı’nın Pasaportunda 23 Yıllık Suriye Sırrı”, Radikal, 2
Ekim 2010, s.8.

275
rak görüyorum” dedi.

CEMAAT(ÇİLER)

Bu günün “av”ı Avcı hakkında bu kadar detaylı şeylerden


söz ederken, bir cemaat parantezi açmamak olur mu?
Ama önce bir saptama yapalım: Nedim Şener’in ‘Ergene-
kon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat’ kitabında polisin,
MİT’in Gülen cemaati hakkında hazırladığı raporlar yorumsuz
ve detaylı olarak yer alırken; kitabın yazarı, Fethullah Gülen
kendi hareketinin orijinal olduğunu öne sürerken, MİT Müsteşa-
rı Şenkal Atasagun’un ise, Gülen hareketinin ABD’nin yeşil ku-
şak projesinin bir parçası olduğu söylediğini aktarıyor!*
Gülen hareketinin ABD’siz düşünülemezliği çok önemlidir;
“es” geçilmemelidir” gerçeğinin altını çizip; bir de “Bir süredir
Fethullahçıyız! Tam olarak ne zamandan beri, bunu bilmek pek
mümkün değil,” diyen ‘Taraf’çı Ayşegül Şah Bozdoğan ile Berk
Efe Altınal’ın “mazeretleri” ciddiye alınmamalıdır notunu düşe-
rek, devam edelim!
Cemaat(çiler) ile “av” arasındaki ilişki, W. Shakespeare’in,
“Felaket, dost sayısını hızla azaltır,” sözlerindeki üzeredir; ancak
ne gam; dünün cemaatçisini bugün aynı şecaatle “ulusal solcu-
lar” destekleyip, arka çıkmaktadırlar…
Tam da bundan ötürüdür ki Türkiye’deki iktidar koalisyo-
nunun farklı fraksiyonları arasında bir çatışma alanı oluşturan
“Av” / “Avcı”ya Fethullah Gülen, “Allah taksiratını affetsin.
O mum uzun sürmez, sürse bile yatsıya kadar sürer ve söner”
diyerek tepki gösterirken; Avcı hakkında tutuklanmadan önce
İçişleri Bakanlığı’nın da sekiz soruşturma başlattığı ortaya çıktı.
Müfettişlere göre Avcı’nın 608 sayfalık kitabının 186 sayfasında
suç unsuru varmış!

MEDYOKRATİK MEDYA FİLMİ

“Av”/ “Avcı”nın hikâyesine, Spinoza’nın sözüyle, “Ne ağla-


* Nedim Şener, Ergenekon Belgelerinde Fethullah Gülen ve Cemaat, Güncel Yay.,
2009.

276
yın, ne gülün sadece anlayın”; yeter de artar…
Onun hikâyesi; kimilerine medyokratik (vasatın yönetimi)
medya melodramıdır ya da korku filmidir!
Aslında birbuçuk asır önce Osmanlı ahalisinin “gazete” de-
yince aklına gelen, dönemin resmî gazetesi ‘Takvim-i Vekai’ ve
bir İngiliz tarafından çıkarılan ‘Ceride-i Havadis’ten beri, coğraf-
yamızda egemen(lerin) basını resmî bir yalan ve tezvirat aygıtın-
dan başka bir şey olmamış, olamamıştır!
Özetle bugünkü “Av”/ “Avcı”nın hikâyesinin hangi versiyo-
nu öne çıkar(tılır)sa çık(tıl)sın bu film, bu tezgâh made in TC/
USA/Cemaat/AKP alâmet-i farikasıyla damgalıdır!
Bu kadar da değil; bu filmin (işlevleriyle “Yetmez Ama
Evet”çileri anımsatan!) figüranları da vardır:
İşte bir haber: Aydınlar, gazeteciler ve siyasetçiler Hanefi
Avcı’nın serbest bırakılması istedi. Eski CHP’li Bakan Ercan Ka-
rakaş ve eski milletvekili avukat Sabri Ergül, ressam Bedri Bay-
kam ve gazeteciler Cüneyt Ülsever’in ile Ahmet Hakan’ın arala-
rında bulunduğu grup 4 Ekim 2010 tarihinde İstanbul Adliyesi
önünde buluştular. Avcı için hazırlanan dilekçede, Tarık Akan,
Müjde Ar, Rutkay Aziz, gazeteciler Ahmet Hakan, Hikmet Çe-
tinkaya, Ali Bayramoğlu da vardı!

SOL! (MU?)

İyi de ya bu koordinatlar da “sol” mu?


Asılsız, mesnetsiz rüya görmeyin; artık “genel” bir sol namı-
na bildiğimiz ne varsa eridi, tükendi, yok oldu…
Yaşanan bir saflaşma; ayrıların ayrışması; aynıların birleşme-
si süreci…
Örneğin, “İktidarı ele geçirme ve koruma aracı olarak şiddete
bel bağlamayı (dolayısıyla demokrasiyi küçümsemeyi) şu veya
bu şekilde teorileştiren sol” ile yollarını ayıran Halil Berktay’ın
ifade ettiği “sol”, AKP’nin etki alanındaki “liberal sol” ve bizimle
hiçbir ilişkisi yok; tıpkı “ulusal(cı) sol” gibi…
Her ne düzeyde olursa olsun; ne liberal ne de ulusal giysilerle
rehabilite edilmiş sürdürülemez kapitalizm bizi kesmez; biz onu
yıkmaktan yanayız ve yıkacağız…

277
Hayır; sakın ola “Cumhuriyet son mevzi onu savunalım”
diyen ulusalcılar ya da Almanya’da kısmen sosyal demokrasi-
nin “sol kanadı” olarak tanımlanabilecek “demokratik solun”
sözcüsü konumundaki Andrea Nahles ve Jon Cruddas’ın, “İyi
Toplum. Demokratik Solun Projesi”ndeki önerme veya Sebasti-
an Dullien, Hansjörg Herr ile Christian Keller’in ‘İyi Kapitalizm’
başlıklı yapıtlarında ifade ettikleri yeni-solcu saçmalıkla bir
alâkâmız olduğunu bir an bile düşünmeyin…
Biz başka bir dünya istiyoruz; bunun mümkün, ve de en iyi
kapitalizmin yıkılmış/ölü kapitalizm olduğundan kesinlikle
kuşku duymuyoruz…
Onlar ister ulusalcı, ister liberal olsunlar; hemen hepsi, niha-
yetinde ücretli kapitalist köleliğin sürdürülmesini, savunuyor-
lar!
“Hâlbuki mevcut toplumsal ilişkiler, toplum, kapitalizm, hü-
kümetler, ‘iyinin’ gerçek olanaklarını sistematik olarak engelli-
yorlar ve ezilen, sömürülen insanlardaki bir başka dünyaya olan
özlemi, mevcut ilişkilerin iyileşebileceğine dair masum bir iyi
niyete indirgiyorlar. Dişleri sökülmüş bu tarz iyi özlemi, mevcut
toplumsal ilişki ve kurumların devamını süreklileştiriyor.”*
Biz onlardan değiliz!
Ya da ‘Taraf’çı Sezin Öney gibi, “Kapitalizmin, müthiş esnek
ve hemen değişip dönüşüp kusurlarını gizleyen bir sistem oldu-
ğunu unutmamak gerek. Kapitalizmin, solun tüm söylemlerini
elinden alma, bunların içini boşaltıp güzelce paketleyip yeniden
“kapitalizm” etiketiyle piyasaya sürme becerisi karşısında, solun
iflahı kesildi,” diyenlerden de değiliz!
Bizim iflahımız kesilmedi; bizim iflahımız kesilmez; çünkü
dedik ya biz komünistiz!
Behçet Çelik’in, “Bizi heyecanlandıran, duygulandıran bir
şey kalmadığı için geçmişle hesaplaşmayı bir ‘heyecan’ olarak
sürdürüyorsak, o hesabı kapatamayız?”** tümcesinde betimle-
diği bel kemiksizlerden değiliz; bu yola baş koyarken neyin ne
olduğunu; bizi nelerin bekleyebileceğini biliyorduk; tüm bunla-
* Gazi Çağlar, “… ‘Demokratik Solun’ Yeni Keşfi: İyi Kapitalizm ya da Öz-
gürlükçü Kölelik Çağrısı!”, Birgün, 20 Eylül 2010, s.10.
** Behçet Çelik, Diken Ucu, Can Yay., 2010.

278
ra karşın “eşitlikçi-özgürlük” ütopyasıyla “vira bismillah” deyip
yola düştük Spartaküs’ten Şeyh Bedreddin’e açılan yolda ilerle-
yerek…
Tam da bunun için zindanlara kapatılıyor, işkenceye çekili-
yor, katlediliyoruz…
Ama nafile; biz her yerde, nefes aldığımız sürece olduğumuz
gibi olmaktan vazgeçmeyiz…
Devrimci yenilenmenin sürekliliği içinde kopuştan yana
olanlar yaptıkları hiçbir şeye pişman olmayanlardır…
Kayıt altına alın; Paul Eluard’ın, “Günleri ve mevsimleri ha-
yallerimize göre yeniden yaratacağız” deyişindeki bir geleceğin
diyetini ödeyen Onlara yani kardeşlerime dair sizlere, Publili-
us Syrus’un, “Dürüst insanın öfkesi büyük olur”; bir de Stefan
Zweig’ın, ‘Dünün Dünyası’ndaki, “Bugünümüzle dünümüz ve
önceki günümüz arasındaki tüm köprüler yıkılmıştır... Yeni bir
dönemeçte, yeni bir bitişte ve yeni bir başlangıç çizgisindeyiz,”
sözlerini anımsatayım!
Diyeceklerimi noktalıyorum; biz hepimiz içerdeki yoldaşları-
mızdan dışarıdakilere asla pişman değiliz; ve unutmayın tam da
bunun için suların şavkıdığı bir şafak vakti sizleri müsebbibi ol-
duğunuz elem, acı, azap ve karanlıklar için pişman edeceğiz…
Tarih biz(ler)i beraat ettirecektir; ama sizleri asla!
11 Kasım 2010 12:17:27, Ankara
Sosyalist Demokrasi, 20 Kasım 2010, n° 100

ONLARI TANIRIM

“Budalanın sersemliği
her zaman zeki kimselere
bileği taşı hizmet görür.”*

Söylemek istediğim ilk şey, “Onları tanıdığım ve arkadaşları


olmaktan da müthiş onur duyduğum”dur…
SDP Genel Başkan Dr. Rıdvan Turan’ı, Bursa’da Tıbbiye öğ-

* W. Shakespeare.

279
rencisi olduğu günlerden beri tanırım; yürekli bir entelektüeldir.
29 Mart 2009 Yerel Seçimleri’nde İstanbul Sancaktepe’den DTP
belediye başkan adayıyken Onunla omuz omuza çalıştım; o ne
müthiş bahtiyarlıktı.
SDP MYK üyesi Ecevit Piroğlu’nu, İzmir’den, Özgür
Üniversite’ye geldiği günlerden tanırım; ayağı 1 Mayıs’ta kırıl-
dığında müthiş acı çekmiştim; canım ciğerimdir.
SDP MYK üyesi Ulaş Bayraktaroğlu’nu Ankara’daki öğren-
cilik günlerinden, antropolojiye özel ilgisinden, arkadaşım olan
babasından tanırım; yiğit insandır; en son Tek-el mahallesinde
kucaklamıştım Onu.
SDP PM üyesi İbrahim Turgut’u, parti üyesi Özgür Cafer
Kalafat’ı da bilirim; ucuzcu bir bol kepçe lokantasında yemek
ısmarlamıştım Onlara da; içtenlikli has insandırlar.
SDP Genel Başkan Yardımcısı Günay Kubilay’ı da ÖDP gün-
lerinden beri tanırım, sessiz, gösterişten uzak, zeki, sıkı bir mili-
tan aydındır; sıcacık gülüşüyle aklımdadır hep.
Sonra TÖP’den Oğuzhan Kayserilioğlu’nu da, 80’li yılların
Avru-pa’sından beri tanırım; sağlam bir devrimci Marksist,
deneyimli-yaratıcı bir Doktorcu’dur.
TÖP’den Tuncay Yılmaz’ı da ilk gençliğinde bir tekstil atöl-
yesinde çalıştığı günlerden beri tanırım; ne kadar da büyüdü,
gelişti…
Onlar (ismini zikredemediklerim dahil) radikal sosyalist ol-
manın gerekliliklerini, hem de bir ahlâk ve yaşam biçimi olarak
hayata geçirmekte duraksamayan dürüst insanlardır;
Onları tanımak elbette müthiş bir onurdur; ama bundan da
öte, onlarla radikal sosyalizm cephesinde omuz omuza daya-
nışma içinde olmak ise en büyük bahtiyarlığımdır; çünkü hepsi
kardeş(ler)imdir…
***
Onlar şimdi; “AKP” patentli “Cemaat” mamûlatı bir komp-
loyla karşı karşıyalar.
Söz konusu komplonun “5N 1K”sına ilişkin olarak Mihrac
Ural, ‘Cemaatin Rövanşı (Hanefi Avcı ve Şeytani Pusu)’ başlıklı
yazısında şunlara işaret ediyor:

280
“Beklenen oldu. Hanefi Avcı, ‘devrimci bir örgütle ilişkilen-
dirilerek’ tutuklandı. Bu kadarını da beklemiyorduk diye düşü-
nen varsa, Cemaat’i bilmiyorlar demektir… Cemaatten her şey
beklenir ve olur. Burası Türkiye…
Cemaat, şeytanın aklına gelmeyecek bir suçlamayla Hanefi
Avcı’yı vurdu; Devrimci Karargâh Örgütü’ne bilgi sızdırmaktan
suçlayarak tutuklattı.
Kırk akıllı bir araya gelse de böylesi bir şeytani düzenek ku-
rulamazdı. Böyle bir suçlamanın öncelikle Devrimci Karargâh
Örgütü’nce kayıtsız şartsız ret edileceği açıktır. Bu eli kanlı em-
niyetçiyle devrimcilerin bir savaşı vardı, ilişkisi değil.”
***
Bu tablo “adalet”ten yoksun bir hukuk(suzluk)tur!
François-Rene de Chateaubriand’ın, “Adalet, halkın ekmeği-
dir; halk adalete her zaman açtır”; Jules Renard’ın, “Adalet diye
bir şey vardır,… cazgır adaletsizliğin hemen arkasında”; Yevge-
ni Yevtuşenko’nun, “Adalet, hemen her zaman rötar yapan bir
trene benzer”; Ulpinnus’un, “Adaletin küçüldüğü ülkelerde, bü-
yük olan artık suçlulardır”; Montaigne’inin, “Adaletin olmadığı
yerde ahlâk da yoktur”; Phaedrus’un, “Gücün haklı çıktığı yerde
adalet bekleme,” sözleriyle betimlediği “adalet” deyip geçmeyin;
Martin Luther King’in, 1963 yılında Bermingham Cezaevi’nden
kaleme aldığı mektubundaki üzere, “Herhangi bir yerde haksız-
lık yapılıyorsa her yerde adalet tehlikede demektir.”
Bunu sadece ben demiyorum; örneğin Eflatun’un ‘Devlet’
çalışmasını oluşturan 10 kitabın I. ve VIII. kitapları “adalet” ve
“adaletli toplum” kavramı üzerine çok önemli bir tartışmaları
içerirken; Eflatun, bir toplumun adaletli olup olmadığının esas
gözlemlenme alanının, bireysel değil, devlet yönetimi ve politika
olduğunu söyler.
Haksız da değildir!
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nca (TESEV)
hâkim ve savcılardan oluşan 51 kişiyle görüşülerek hazırlanan
rapora göre, “Adaletin terazisi devletten yana”yken; Doç. Dr.
Muhammet Özekes’in, “Ülkemizde bugün hukukun her yönü
ile vicdan ve ahlâk sorunu vardır”; Gürsel Kasım’ın, “Yargı erki,

281
yasama ve yürütme erkinden ayrılmazsa özgürlük olmaz. Yasa-
ma erkiyle birleşirse toplum yaşamı ve özgürlüğü keyfi kontrole
gidebilir,” sözlerinin altı özenle çizilmelidir!
Yine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ABD seyahatine gider-
ken, “Özel yetkili mahkemeler üniformasız DGM… Tutukluluk
süreleri cezaya dönüşüyor… Yargıda gerçek anlamda reform
yapalım diye yola çıktığımızda kurumlardan itirazlar ve tav-
siyeler geldi. Sonuçta, DGM’lerde sadece insanlar değişti, üni-
formalar çıktı. Özünde bir şey değişmedi,” derken; Türk(iye)
hukuk(suzluğ)unun ne menem bir şey olduğunu itiraf da etmiş
olmuyor mu?!
Nihayet AKP’nin “Cemaat” patentli yandaş medyasından
‘Zaman’daki, ‘Yargıdaki Siyasallaşmanın Kitabını Yazdı’ başlıklı
yazısında Mükremin Albayrak da bakın ne diyor:
“Türk yargı sistemi müdahale ve baskı derdinden hiç kur-
tulmadı. Kimi dönemlerde ‘önce infaz, sonra mahkeme ve karar
oluşturma’ uygulamaları yapıldığı eleştirilerine maruz kaldı”!
Bu kadarı yeter mi? Yetmez!
Tam da bu koordinatlarda burjuva hukuk(suzluk) ve
Türk(iye) boyutu için Anatole France’ın, “Yasalar, o görkemli
eşitlikleriyle, köprü altında yatmayı, sokaklarda dilenmeyi ve
ekmek çalmayı yoksullara olduğu kadar zenginlere de yasak-
lar”; John Locke’nin, “Hukukun bittiği yerde zorbanın egemenli-
ği başlar”; Ambrose Bierce’nin, “Dava. Domuz olarak girip sosis
olarak çıktığınız bir düzenek,” haykırışlarını anımsayın…
***
Söz konusu hukuk(suzluğ)a bir de manipülasyon medyası-
nın iftiraları eşlik ediyor.
Mesela bu noktada Thomas Jefferson’un, “Bir gazetenin en
yanlışsız sayfaları ilan sayfalarıdır,” demesinde, gülmeceyle be-
zeli bir aşağılama yok mudur?
Ya da Oscar Wilde’ın, “Eskiden işkence âletleri vardı, şimdi
gazeteler var...”
Veya George Bernard Shaw’ın, “Görünen o ki, gazeteler bir
bisiklet kazası ile uygarlığın çöküşünü birbirinden ayırt edemi-
yor...” deyişi…

282
Yani medyatik yalan(lar)ın, ifti-ral(lar)ın öne çıkarıldığı
egemen(lerin) hukuk(suzluğ)un keyfiliği…
***
Bu(nlar) böyle olunca da Aristoteles’in, “Yasaların egemen
olmadığı yerde mantar gibi demagog biter”; Mark Twain’in,
“Doğru daha ayakkabılarını giyemeden, yalan dünyanın yarısını
dolaşır,” deyişlerindeki tablo, SDP ve TÖP’lülere yönelik medya
“tezgâhı”ndaki somutta olduğu gibi dikilir karşımıza…
Örneğin gözaltına alınanların henüz ifade vermekte ol-
duğu saatlerde, emniyet tarafından hazırlanan 6 buçuk da-
kikalık bir videonun basına servis edildiği ve Fetullah Gülen
cemaatine yakınlığı ile bilinen Samanyoluhaber.com sitesin-
de yayınlandığı aktarıldı. Bu görüntüler daha sonra devlet
kanalı TRT ve hükümete yakın birçok basın kuruluşuna servis
edildi!
Mesela ‘Zaman’dan Salih Karakaya, “Hanefi Avcı kitap-
ta deşifre edince örgüt lideri yurtdışına kaçtı,”* derken; Mahir
Sayın CNN’de, “Hanefi Avcı’yı tanımam, bilmem. Yurtdışına
kaçtığım yalandır. Yasal yollardan, Sabiha Gökçen’den ayrıl-
dım. İsviçre’de yaşıyorum. Hakkımdaki iddiaları çürütmek için
Türkiye’ye döneceğim,” diyor!
Dikkat edin emniyetin “iddia”sı, “hükme”/ “infaza” tahvil
ediliyor!
Mesela ‘Zaman’ gazetesi, “… ‘Dinlendim’ dediği hat Dev-
rimci Karargâh örgütü üyesine ait”…** “Hanefi Avcı’nın kefil
olduğu Devrimci Karargâh terör örgütü üyesi tutuklandı…”***
“Hanefi Avcı, örgüt üyesiyle 8 ayda 30 kez görüşmüş… Devrim-
ci Karargâh terör örgütünün, ‘operasyonel kitap’ olarak da anı-
lan ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ın yazarı Avcı’yı ‘içişleri bakanı’
yapmayı planladığı ortaya çıktı...”**** türünden bir “hüküm”/
* Salih Karakaya, “Hanefi Avcı Kitapta Deşifre Edince Örgüt Lideri Yurtdışı-
na Kaçtı”, Zaman, 25 Eylül 2010, s.15.
** “… ‘Dinlendim’ Dediği Hat Devrimci Karargâh Örgütü Üyesine Ait”, Za-
man, 23 Eylül 2010, s.17.
*** Büşra Erdal, “Hanefi Avcı’nın Kefil Olduğu Devrimci Karargâh Terör Ör-
gütü Üyesi Tutuklandı”, Zaman, 26 Eylül 2010, s.1-16.
**** “Hanefi Avcı, Örgüt Üyesiyle 8 Ayda 30 Kez Görüşmüş”, Zaman, 26 Eylül
2010, s.16.

283
“infaz” tetikçiliğini üstleniyor!
‘Star’ın Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar’ın “niyet
okumaları”ndan tutun da “yasak aşk” veya “şantaj” hikâyelerine
32 kısım tekmili birden egemen(lerin) manipülasyon medyası re-
zilliği karşımızdadır…
Mesela ‘Vakit’, “… ‘Haliç’te Yaşayan Simonlar’ kitabıyla gün-
deme gelen eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın, ir-
tibatlı olduğu tespit edilen Devrimci Karargâh terör örgütü men-
subu Necdet Kılıç’ın evinde yasak aşk yaşadığı iddia edildi,”*
derken Necdet Kılıç’ın “Devrimci Karargâh terör örgütü mensu-
bu”(!?) olduğunu, “yasak aşk” yaygaraları eşliğinde yargısızca
hükme bağlamış oluyor!
Sonra ‘Bugün’ gazetesi “Devrimci Karargâh operasyonunda
şok bir gelişme yaşandı” vurgusuyla devreye girip, “Avcı’nın
kitabında ‘arkadaşım’ dediği Necdet Kılıç çevresinde odaklanan
soruşturma, Hanefi Avcı ile örgüt arasındaki tuhaf ilişkiyi orta-
ya çıkardı. Avcı’nın yasak aşkının örgüt tarafından kaydedilme-
si sebebiyle şantaja uğramış olabileceği iddia edildi,”** diyerek
“şantaj” teorisini kotarıyor…
Ancak söz konusu kadın NTV’ye çıktığında dedikleriyle bu
yalanı da yerle yeksan ediyor…
Ya Necdet Kılıç hakkında denilenler?!
Yine ‘Zaman’dan Salih Sarıkaya’ya göre, “Terör örgütü ile
SDP üst düzey yöneticileriyle görüşmeleri tespit edilen Necdet
Kılıç, 1980 öncesi THKP-C içerisinde yer almış ve 1981 yılında
yakalanarak tutuklanmıştı. Ayrıca Kılıç’ın birçok örgüt mensu-
bu ile irtibatlı olduğu, Ecevit Piroğlu, İbrahim Turgut ve Özgür
Cafer Kalafat ile illegal kazanç elde ederek, örgüte finansman
sağladıkları öğrenildi. Kılıç, Mersin’de ‘Bahçe’ olarak ifade ettiği
yerde üst düzey örgüt mensupları, TKKKÖ Merkez Komite üyeli-
ği yapmış şahıslar, Dev-Sol kurucusu, THKP-C/Kurtuluş örgütü
kurucusu gibi şahıslarla toplantılar düzenlediği öğrenildi.”***
“Kılıç’tan çocuk pornosu çıktı. Kılıç’ın fuhuşa aracılık yaptığı ve
* “Örgüt Evinde Zina İddiası”, Vakit, 24 Eylül 2010, s.20.
** “Karargâh’ta Avcı Sürprizi”, Bugün, 24 Eylül 2010, s.13.
*** Salih Sarıkaya, “Devrimci Karargâh İrtibatı Deşifre Olan Hanefi Avcı
Genelkurmay’a Gidiyor”, Zaman, 24 Eylül 2010, s.1-4.

284
bazı kadınları çalıştırdığı da iddialar arasında,”* diyen iğrençlik;
üçüncü sınıf bile olamayan polisiye anlatıcılığına dahi parmak
ısırtamıyor…
William Shakespeare’in, “Kılıçtan da keskindir iftira,/ Bin
kat daha zehirlidir dili/ Nil’in tekmil yılanlarından,/ En hızlı
rüzgâra nal toplatır soluğu,/ Ulaşır dünyanın dört yanına,/ Sa-
pan taşı yetişmez ardından,” diye betimlediği iftiraların tutma-
yacağından kimsenin kuşkusu olmasın!
***
Ne bu komplonun ne de Hanefi Avcı hikâyelerinin SDP ve
TÖP’lü radikal sosyalistleri bağlayan bir yanı yoktur!
Bizim, “Cemaat”in de Hanefi Avı’nın da kim olduğunu unut-
ma/ unutturma ve bağışlama lüksümüz asla yok; olmadı; olma-
yacaktır da…
Hatırlanır… 1980 Temmuz’unda gözaltına alınan Ali Uygur,
Mersin Emniyet Müdürlüğü’nde sorguda öldürülmüş, önce gö-
zaltında olduğu bile kabul edilmeyen Uygur’un daha sonra “yer
gösterirken kaçtığı” açıklanmış ve cesedi kimsesizler mezarlığın-
da bulunmuştu.
Uygur’la birlikte gözaltında bulunan bazı tanıklar Hanefi
Avcı’nın onlara Uygur’un ayakkabısını göstererek “Bu ayakka-
bının sahibini tanıyor musun?” sorusunu sorduğunu söylemiş-
lerdi. Avcı, gözaltındaki diğer devrimcileri “Konuşmazsanız so-
nunuz Ali Uygur gibi olur” diyerek tehdit ediyordu.
2000’li yılların ortalarında Ali Uygur’un arkadaşlarının, ar-
kadaşlarının “kimsesiz” olmadığını kanıtlayarak mezarını yap-
tırdıklarını, Mersin 78’liler Derneği ve Ali Uygur’un kardeşi ta-
rafından Cumhuriyet Savcılığı’na yapılan suç duyurusunun ise
kabul görmediğini anımsatmadan geçmeyeyim…
1980’li yıllarda Mersin’de yaşayan pek çok kişi açısından, sa-
dece işkenceci değil aynı zamanda bir devrimcinin gözaltında
katledilmesinden, hatta cesedinin bile kaybedilmesinden birinci
derecede sorumlu olan Hanefi Avcı’nın, “Bu bir cemaat operas-
yonudur. Benim hayatım sol örgütlerle mücadeleyle geçti,” söz-

* Salih Karakaya, “Hanefi Avcı Kitapta Deşifre Edince Örgüt Lideri Yurtdışı-
na Kaçtı”, Zaman, 25 Eylül 2010, s.15.

285
TAYFUN İŞÇİ yapılan referandumu “boykot
‘DARBE KARŞITI’ AKP “edip demokratik anayasa ta-
SİVİLLERİ TOPLUYOR lebinde bulunmuşlardır. Gerek
SDP gerekse TÖP insanların linç
Darbe karşıtı olduğu ve sivil kültürü ile birbirini boğazlamaya
yönetim iddiasında bulunan teşvik edildiği bir ortamda Türk
AKP iktidara yerleştikçe emek- ve Kürtlerin eşit ve özgür ilişki
ten demokrasiden yana sivil içinde demokratik Türkiye’de
güçleri zorlama iddialarla terö- birlikte yaşaması için demokra-
rist ilan edip, bir bir zindanlara tik barışı savunmaktadırlar. Ba-
dolduruyor. rıştan yana emek ve demokrasi
Sosyalist Demokrasi Partisi güçlerine dönük bu tutuklama-
Genel Başkanı Rıdvan Turan, ların savunulacak hiçbir maddi
Genel Başkan yardımcısı Günay temeli yoktur. Yapılan bu hu-
Kubilay, Ecevit Piroğlu, MYK kuksuz uygulama AKP’nin ba-
üyesi Ulaş Bayraktaroğlu Üye rış ve demokrasi güçlerini “ber-
Özgür Cafer Kalafat , Toplumsal taraf etme” çabasıdır. Demokra-
Özgürlük Platformu Sözcüleri si güçlerine yapılan bu saldırıla-
Oğuzhan Kayserilioğlu ve Tun- rı şiddetle kınıyor, tutukluların
cay Yılmaz göz altına alınıp tu- derhal serbest bırakılmaları için,
tuklanmışlardır. tüm demokrasi güçlerinin SDP
Kamuoyunun da yakından ve TÖP ile dayanışmasının ge-
tanıdığı bu kişiler, bilindiği gi- rektiğine inanıyorum.
bi Anayasa değişikliği ile ilgili Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98

lerinin altı özenle çizilmelidir!


Onun bugünü hakkında “Avcı’nın ne zaman ve nasıl ‘dev-
rimci’ olduğunu hiç kimse asla öğrenemeyecek,” diyen Ertuğrul
Mavioğlu’nun ironisini hiçbir nedenle göz ardı edemeyiz!
Altını çiziyorum: Kardeş(ler)imin, işkenceciyle hiçbir alâkâları
söz konusu değildir, olamaz da…
***
“İyi de olan ne” mi?
“Kral çıplak” diyenler, çıplak kral tarafından “cezalandırılı-
yor”...
Örneğin gözaltına alınıp, mahkeme tarafından tutuksuz yar-
gılanmak üzere serbest bırakılan SDP PM Üyesi ve İHD İstanbul

286
Şube Yöneticisi Sultan Seçik’in, “Türkiye’nin tarihi karanlık
olaylarla doludur. O televizyonlarda kendi işledikleri cinayetleri
üzerimize yıkmaya çalışan basın”dan söz ettiği; SDP Genel Baş-
kan Yardımcısı Ekin Bodur’un, referandum sonrasında yaşanan
gözaltıların 12 Eylül cuntasını aratmayacak şekilde gerçekleştiği-
ni belirttiği; Hanefi Avcı’nın, Necdet Kılıç’ın Devrimci Karargâh
örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmasını “uydu-
ruk olay” diye nitelendirdiği düzlemde tarihsel planda bildik/
tanıdık bir senaryo ile yüz yüzeyiz yine…
Bundan 77 sene önce, genel seçimle kazandıkları iktidarı
mutlak bir diktatoryaya çevirmek ve bütün muhaliflerini yok et-
mek planlarının ilk adımı olarak Alman Parlamentosu Reichstag
binasını ateşe vermişti Naziler. Kendi elleriyle gerçekleştirdikle-
ri bu provokasyonu komünistlerin üzerine yıkmışlar; düzmece
iddialarla başlattıkları tutuklama terörüyle önce komünistleri,
sosyalistleri, aydınları, sendikacıları daha sonra da din adamla-
rı da dahil olmak üzere kendilerine karşı olan herkesi toplama
kamplarına doldurmuşlardı.
77 sene sonra dünyanın bir başka coğrafyasında, Türkiye’de
aynı senaryonun sahneye konulduğuna tanık olunmaktadır.
12 Eylül 2010 Referandumu öncesinde, toplumun her kesi-
mine demokratikleşme vaatlerini bol keseden dağıtan, “Evet
çıkması durumunda derhâl yeni anayasa çalışmalarını başlata-
cağını, ileri demokratik bir düzen tesis edeceğini iddia ederek
herkesin ağzına bir parmak bal çalan AKP; referandumdan iki
hafta sonra, muhaliflerini ezmek, mutlak iktidarını pekiştirmek
amacıyla yeni bir pasifikasyon harekâtını devre sokmuştur.
Bu bağlamda AKP’ye muhalif radikal sosyalistlere karşı,
Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’e rahmet okutacak bir de-
zenformasyon, kara çalma, iftira kampanyası sürdürülmektedir.
AKP’nin “ileri demokrasi”si, tamı tamına budur: Provokas-
yon, komplo, yalan!
Emniyet’in “servis” ettiği videoyla AKP yanlısı ‘Bugün’, ‘Yeni
Şafak’, ‘Star’ ve ‘Samanyolu TV’ gibi basın/yayın organlarında
ortaya atılan asılsız iddia ve iftiralarla da sınırlı kalınmayıp; tu-
tuklananlar hakkında “ASALA örgütüyle içli dışlı olmak”tan, “fu-
huş organizasyonu yapma”ya, “çocuk pornosu bulundurma”ya

287
varan iğrenç karalama, dezenformasyon kampanyası sürdürül-
mektedir.
Oynanan sinsi, kirli bir AKP oyundur: Solu ve toplumu sin-
dirmek ve toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek için siyaset ve
etik dışı yöntemlerden, ince tezgâhlardan medet uman bir çizgi-
yi temel faaliyet çizgisi hâline getirmiştir ki, bu da AKP’nin -ken-
di- 12 Eylül’ünü devam ettirdiğinin açık göstergesidir.
Sanırım buna “Cemaat”çiler ile “Yetmez”cileri dışında hiç
kimsenin itirazı yoktur ve olmayacaktır da!
George Clooney’in, “Son yıllarda karşı çıkışların anlamı da
etkisi de azaldı. İnsanlar muhalif davranıştan korkuyorlar, vatan
haini ilan edilmekten çekiniyorlar,” dediği koordinatlarda diye-
ceklerimi şu sözlerle bitiriyorum: “Kardeşlerim, siz orada, biz
burada yalanın egemenliğine karşı isyanı büyütüyoruz; bugün
değilse yarın bizim de sıramız gelecek… Ruhi Su’nu dediği gibi,
‘Sabahın sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar’… Kimsenin bun-
dan şüphesi olmasın!”
1 Ekim 2010 12:12:58, Ankara
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

288
TESLİM TÖRE
SİNSİ DÜŞMAN

Sosyalistlerin karşısındaki şimdiki düşmanın daha sinsi, da-


ha makyavelist, daha mıymıntı, sünepe ve sünepe olduğu kadar
da kalleş ve kahpe olduğunun bilinmesi ve bundan sonra buna
göre davranılması gerekir diye düşünüyorum.
Türkiye sosyalist hareketi hiçbir dönemde düşmansız kal-
mamıştır. Her dönemde düşmanı olmuştur, ama her dönemin
düşmanı farklı yöntemler kullanmıştır. Mustafa Suphilerin, De-
nizlerin, Mahirlerin düşmanları, katilleri farklı zamanlarda farklı
odaklar olmuştur. Ama hepsinin amacı aynı olmuştur: mücade-
leyi engellemek, imha etmek.
Yaşayarak da tanık olduğumuz kadarıyla, SDP ve TÖP üyele-
rine yönelik operasyon ve gerekçeleri, bugünkülere oranla daha
sinsice, daha kalleşçe bir yöntemle yapıldı. Bugüne kadarkiler
daha harbiden, daha doğrudan yönelimlerdi. Sosyalistlerin, sis-
tem karşıtlığı, ideolojik, politik duruşları vb. nedenlerle saldırı
yapılıyordu.
SDP ve TÖP üyelerine yönelik saldırı, sosyalistlerin işkence-
cisi, katili, ideolojik düşmanı bir kişinin bağlantısı ile yapılıyor.
Sosyalizme, sosyalistlere düşmanlarından değil de, Hanefi Avcı
ile kontaklarından dolayı saldırı yapılıyor havası veriyorlar. Dü-
ne kadar, sosyalistlere işkence yapmış, işkence sonucu devrimci-
leri katletmiş bir polis şefini (müdür), yaptığı telefon konuşması
ile bütün dini ve ideolojik inançlarından vazgeçmiş, tarikatını,
tanrısını bırakmış, ideolojik değişim yaşayarak (!) sosyalistlerin
safına geçmiş gibi gösteriyorlar.
Hanefi Avcı, sadece dinden biri değil, hem dini ideolojiye
hem de devlet ideolojisine sahip, üst düzey bir devlet güven-

289
Birgün, 7 Şubat 2011
liği bürokratı. Nasıl olmuşsa, böylesi bir kişiyi, işkence yaptığı
ve daha sonra da “özür” dilediği kişi, ikna ederek, iflah olmaz
bir devrimci yapmış! Buna kargalar bile güler. Bu kafalar dini
kirlettikleri gibi şimdi de zaten yeterince kirli olan sistemi bile
eskisinden daha beter kirletiyorlar.
Dün bunların hepsi, bir mıh çıkını gibi sosyalizme ve sosya-
listlere karşı idiler. Ergenekoncuları ötelediler, devleti kendileri
ele geçirdiler. Devleti ele geçirirken, nemalanırken, çıkar çelişki-
sine düştüler. Daha fazla tıkınmak için birbiri ile kapıştılar. Çıkar
çatışmalarında bile, iğrenç yöntemlere başvuruyorlar.
Devrimcilerin işkencecisini devrimci, sosyalistleri ise kendi
işkencecisinin işbirlikçisi gibi gösteriyorlar. Bu gibilere ne söyle-
nir ya da söylediklerim yeterli midir bilemiyorum. Ama sosya-
listlerin karşısındaki şimdiki düşmanın daha sinsi, daha makya-
velist, daha mıymıntı, sünepe ve sünepe olduğu kadar da kalleş
ve kahpe olduğunun bilinmesi ve bundan sonra buna göre dav-
ranılması gerekir diye düşünüyorum. Ve lanetliyorum.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

290
TUNCER BAKIRHAN
AKP SALDIRGANLIĞI

Bugün tek tek yapılara karşı geliştirilen bu saldırılar, yarın


tüm demokratik güçleri ve hak mücadelesi veren çevreleri he-
defleyecektir. Dolayısıyla gittikçe pervasızlaşan AKP saldırgan-
lığı karşısında her zamankinden çok birlik ve dayanışmaya ih-
tiyaç vardır.
AKP ve yedeklediği kimi çevreler, referandum sonrası ‘Yeni
Türkiye’ söylemini sıkça dile getiriyorlar. ‘Yeni Türkiye’ terimi-
ne bu kesimlerce, antidemokratik oligarşik cumhuriyetin de-
mokratik cumhuriyete dönüştüğü, özgürlüklerin önünün açıldı-
ğı, daha da önemlisi ‘düzenin değişmesini’ kapsayan bir anlam
yükleniyor.
Oysa ki, referandumla birlikte 12 Eylül darbe anayasasına ya-
pılan yama ile ne statüko aşılmış oldu, ne yargı demokratikleşti,
ne toplumsal özgürlüklerin önü açıldı, ne de bir bütün cumhu-
riyet demokratikleşti. Sadece, Türkiye halklarının yaşamakta ol-
duğu sorunların köklü çözümünü sağlayacak Demokratik Ana-
yasa talebi ötelenmek istendi. Ancak AKP’nin çok yönlü manip-
lasyon yöntemiyle hayata geçirmeye çalıştığı bu sinsi planı, boy-
kot tavrıyla boşa çıktı. Bundandır ki daha referandum sürecinde
AKP ve CHP yeni anayasa söylemini geliştirmek zorunda kaldı.
Dolayısıyla ileri sürülen ‘Yeni Türkiye’ iddialarının pratik karşı-
lığı olmayıp, ortaya çıkan durumun, sadece statüko üzerindeki
hegemonyanın büyük oranda AKP lehine el değiştirmiş olması-
dır. Bu durumla birlikte AKP’nin devlet ve statükonun partisine
dönüşmesi gerçeği daha pekişmiş oldu.
Elbette bu gücünü öncelikle halklarımızın barış, özgürlük ve

* Barış ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkan Yardımcısı

291
demokrasi taleple-
rine cevap verecek
demokratik seçe-
neğin gelişmesini
engellemek ve bu
seçeneği gelişti-
recek olan güçleri
ezmek için kulla-
nacaktır. Zaten ik-

Milliyet, 26 Eylül 2010


tidara geldiğinden
bu yana esas ola-
rak bunu yapma-
ya çalıştı. Nitekim
partimize karşı ara
vermeksizin sür-
dürdüğü politika-
lar sonucu, yüzler-
ce arkadaşımız tutuklanmış durumda. Şu ana kadar yaşananlar
fazlasıyla gösteriyor ki, AKP’nin esas amacı bağımsız, tarafsız ve
adil bir şekilde işleyen bir yargı sistemi oluşturmak ve cumhuri-
yeti demokratikleştirmek değil. Yapmak istediği, sistemin temel
dayanaklarından olan yargıyı denetimine alarak, kendi politi-
kaları önünde engel teşkil eden güçleri bertaraf etme amacıyla
kullanmaktır.
Bugün bu durumu, referandum sonrası Ezilenlerin Boykot
Cephesi bileşenlerine karşı temelsiz iddialarla geliştirilen ope-
rasyonlarda görüyoruz. Referandum süresince geliştirilen gözal-
tı ve tutuklamaların, sonrasında Devrimci Karargâh operasyonu
adı altında hiç alakası olmayan Boykot Cephesi Bileşenlerine yö-
neltilerek boyutlandırılması, tesadüfi değildir. Burada da boykot
tavrı karşısında aldığı yenilginin faturasını SDP Genel Başkanı
Rıdvan Turan ile TÖP sözcüsü Oğuzhan Kayserilioğlu’nun da
aralarında bulunduğu 13 yöneticisi tutuklanan, SDP ve TÖP gibi
oluşumlara çıkartarak, bir yandan Kürt ve Türk halkının ortak
iradesini esas alan güçlü bir seçeneğin oluşmasını sekteye uğ-
ratmak; diğer yandan Kürt halkının örgütlü yapılarını bu des-
teklerden yalıtarak yalnızlaştırmayı hedeflemektedir. Çünkü

292
özellikle bölgede gerçekleşen yüksek başarı düzeyinin, Boykot
Cephesi Bileşenleri ile önümüzdeki genel seçimlerde Türkiye
metropollerinde güçlü sonuçlar doğuracağının farkında. Halkla-
rın demokratik iradesini açığa çıkartacak bu sonuçlar, şimdiden
AKP’yi fazlasıyla rahatsız etmeye başladı. Çünkü bu irade hem
Kürt sorununun demokratik çözümünde, hem yeni bir anaya-
sa yapılması sürecinde hem de tıpkı referandumda olduğu gibi
önümüzdeki seçimlerde de gelişmelere yön verecek bir irade açı-
ğa çıkartacaktır. İşte AKP, bu operasyonlarla bu iradeyi şimdiden
dağıtmak ve boğmak istiyor.
Bu durumun önüne geçmenin ilk şartı, AKP’nin sahte değişim
söylemini deşifre edecek güçlü bir demokratik iradenin oluşma-
sıdır. Aksi takdirde bugün tek tek yapılara karşı geliştirilen bu
saldırılar, yarın tüm demokratik güçleri ve hak mücadelesi ve-
ren çevreleri hedefleyecektir. Dolayısıyla gittikçe pervasızlaşan
AKP saldırganlığı karşısında her zamankinden çok birlik ve da-
yanışmaya ihtiyaç vardır.
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

293
VEDAT TÜRKALİ
‘BU ÇOCUKLARIN BÖYLE FEDA EDİLMESİNDEN NEFRET
DUYUYORUM’

Akın Birdal, Ahmet Türk, Sevim Belli, Sırrı Süreyya Ön-


der ve Ertuğrul Kürkçü’nün çağrısıyla 26 Ekim 2010’da
İstanbul’da biraraya gelen aydın, yazar, sanatçı ve siyasetçile-
rin katıldığı kahvaltılı basın toplantısına bir video mesajıyla ka-
tılım gösteren yazar Vedat Türkali’nin 21 Eylül Komplo’suna
ilişkin görüşleri:

Şimdi benden tutuklamalarla ilgili düşüncelerimi öğrenmek


istediniz. Tabii ayrıntıları çok fazla bilemem, ben politikayla uğ-
raşmıyorum doğru düzgün. Ama olayları da izlemeye çalışıyo-
rum tabii, Ülkede neler oluyor, neler olmuyor. Ve bizim ülke-
mizde kan akıyor, kan dökülüyor. Belki görmüşsünüzdür ben
başbakana bir mektup yazdım, açıklandı bu... Mektubun ana fik-
ri şu “Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de demorasi sorunu çö-
zülmez. Demokrasi sorunu çözülmeden de Kürt sorununu çöze-
mezsiniz.” Bunu ben yıllardan beri söylüyorum bugün de bunu
tekrar ediyorum. Bana öyle geliyor ki sizin söylemlerinizden de
onu anlıyorum. Bunun arkasında Türkiye’nin temel sorunu olan
Kürt sorununu geciktirmek savsaklamak ve çıkmaza sokmak
çabası var. Böyle bir hareket Türkiye’ye zarardan başka hiçbir
şey sağlamaz. Yazık edilir, insanlarımız ölür, bir iç çıkmazında
kalkmakta devam eder.
Dün ben, bizim Yıldırım Türker’in bir yazısını* okudum, rö-
portajını... Yıldırım çok iyi bir sorgulamacıdır ve çok ince nok-
talara da değinmesini bilir. Şimdi komik bir durum, bir yandan
diyorlar ki tutukladıklarına ve ailesine, görüyorsunuz çok de-
mokratik davranıyoruz, yasadışı birşey yapmıyoruz. Ama öte
yandan işin biçimine bakıyorsunuz, sabah 5’te git kapıyı çal,
açmadılar diye, takır takır kır kapıyı sonra “çok demokratik
davrandım” de. Pes yani, olacak şey değil! Yani bu operasyon,
o kadar çok önemli bir durum ise, 1 aydan beri çoktan bunun
* “Kibar Bir 12 Eylül Üslubuyla basıldılar”, Radikal, 24 Ekim 2010.

294
gerekçelerinin kamuoyuna duyurulması gerekirdi.
Ben böyle bir hareketi lanetle karşılıyorum. İdda edilmelidir
ki, bu küçük oyunlarla hiçbir yere varamazlar, temel sorun bu-
gün Kürt sorunudur ve bu acilen çözülmelidir. Bu kan durma-
lıdır. Ve binbir bahaneyle ara yollardan, geciktirme savsaklama
yoluna gitmek, bu ülkeye ihanet etmektir. Ve süreç, bu kafalarla
yürütüldükçe hiç kimse Türkiye’ye demokrasi getirme çabasın-
da olduğunu iddia edemez. Bu gençler hemen bırakılmalıdır.
Benim gördüğüm o... Ortada ciddi birşey olsa çoktan çıkmaları
lazım.
Bir daha tekrar ediyorum, bu hareketi, bir Türk insanı olarak,
bir Türk dedesi olarak, bu çocukların böyle feda edildiği bir yol-
da yürütülmesinden nefret duyuyorum. Çirkindir, yanlıştır ve
ülke çıkarlarına tam zıt bir tutumdur bu.
Başka ne diyeyim daha ağır laf bulamadım yani, bulsam onu
da kullanacağım. Sonunda beni siz galiba bu tevkifata karıştır-
dınız, beni de alacaklar. Ne yapayım, kaderde varsa gideriz (gü-
lüyor).”
Sosyalist Demokrasi, 28 Ekim 2010, n°99

295
296
297
Radikal, 24 Ekim 2010
XWE METİN AYÇİÇEK
BİR TC KLASİĞİ: SDP’YE YENİÇERİ BASKINI

Geçen haftaki yazıya giriş cümlem şu idi: “Anayasa değişik-


liğine ilişkin referandum, beklenen sonucu verdi: Hakkari’nin
Peyanis beldesi civarında yola döşenen mayınla çoluk çocuk çok
sayıda insan katledildi. Suçlu hemen fırladı ortaya ve açıklama
yaptı: ‘Bu bir PKK eylemidir.”
12 Eylül: Referandum sonucu: Boykot’ta yatan güçlü barış ve
özgürlük dinamiğinin sergilenişi.
16 Eylül: Devletin intikamı. Boykot oylarının yüzde yüze
yakın olduğu Hakkari’nin (Colemêrg) Peyanis köyünde, yola
döşenen mayının patlatılarak sivil Kürt halkından 9 kişinin öl-
dürülmesi. “İyi çocukların” izleri silmeye bile vakit bulamadan,
refleks eylemle sahne alması.
Henüz içişleri bakanı bile açıklama yapmadan katil ortaya at-
layarak açıklama yaptı. “Bunu PKK yapmıştır” dedi.
20 Eylül: Korkuyla beklenen sevindirici karar: Eylemsizlik
kararının süresi uzatıldı.
Eh, Osmanlı geleneği kanına işlemiş bir hükümetin, her barış
girişimine karşı bir provokasyon yapmaması beklenebilir mi? Bu
kez birkaç gün beklemeyi bile gereksiz buldular.
21 Eylül: Devletin intikamı. Referandum’da “boykot” diye-
rek Kürt halkıyla omuz omuza yürüyüşünü sürdüren Sosyalist
Demokrasi Partisi’ne cemaat ocaklarında eğitilmiş yeniçeri sal-
dırısı. Partinin genel başkanı Dr. Rıdvan Turan ile birlikte 18 kişi
gözaltına alındı. Ve suçlu hemen fırladı ortaya ve “Türk tipi de-
mokratik açılım” sözcüleri SDP’ye yapılan bu baskının gerekçesi-
ni açıkladılar: “PKK ve Devrimci Karargah ile işbirliği.”
SDP İstanbul İl ve Kadıköy İlçe binalarına düzenlenen bas-

298
kında, yüzleri kar maskeli, çelik yelekli özel harekat timleri par-
ti binalarına ve kullanılan araçlara zarar verebilmek amacıyla
özellikle saldırgan davrandılar. Partinin bilgisayarları ile görsel
ve yazılı parti arşivine el koyuldu. Aynı saatlerde evlere yapılan
polis baskınlarında, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Baş-
kanı Rıdvan Turan, Genel Başkan Yardımcıları Günay Kubilay
ve Ecevit Piroğlu, MYK Üyesi Ulaş Bayraktaroğlu, Parti Meclisi
üyeleri İbrahim Turgut ve Sultan Seçik, SDP Üyesi Özgür Cafer
Kalafat ile Toplumsal Özgürlük dergisi yazarları Oğuzhan Kayse-
rilioğlu ve Tuncay Yılmaz, dergi okurlarından Semih Aydın ile
Red dergisi yazarlarından Hakan Soytemiz gözaltına alındılar.
Aynı cümleyi tekrar ederek başlayacağım bu haftaki yazıya
da: “Anayasa değişikliğine ilişkin referandum, beklenen sonucu
verdi.”
Evet’i “kardeş” ilan ederek evetçi solculara bile teşekkür eden
hükümet, “sömürgeci sistemi reddeden” boykot ve hayır’a karşı
cezalandırma yöntemine yönelmede gecikmedi. İşte demokrat
Osmanlı kimliğinin düşünce özgürlüğü anlayışı.
Ulusal ve uluslararası değişimlerin yarattığı ve sürecin da-
yattığı bir zorunluluk olarak artık kaçılamayacağı anlaşılan bir
barışa evet diyebilmenin dayanılmaz ağırlığıdır bu egemen ulus
kişiliğinde. Kibri için lanetlenen bir halkadır bu Türk halkının
boynuna takılmak istenen. Vicdanda, duyguda, bilinçte içselle-
şemeyen bir barış arayışı öncesi, barış dinamiklerini iğdiş etme,
barış güvercinlerinin kanatlarını yolma çabasıdır.
Bilinen sözdür: Katranı kaynatsan olur mu şeker? Cinsini
sevdiğim, cinsine çeker.
***
Sayın Öcalan ile “nitelikli” görüşmeler artık açıktan “müza-
kere” haline geldi. Devlet, iki on yıldır aranan “muhatap” olma
görevini nihayet kabul etti. O haddini bilmez, önünü görmez
kör kibir yani egemen ulus kişiliği direnmeye devam etse de,
Kürt Özgürlük Hareketinin gözle görülür elle tutulur başarısı,
toplumsal yaşamı bütün alanlarda “ya çözülür, ya çözülür” nok-
tasında tıkamıştır. Sömürgecilik artık sadece iki seçeneğinin kal-
dığını bilmektedir: Ya halkların ortak iradesiyle bu tıkanma ba-

299
rış ve özgürlüklerin genişletilmesiyle aşılacaktır, ya da Türkiye,
üzerinde huzur içinde ve güvenle yaşanabilir bir ülke olmaktan
çıkacaktır.
Akl-ı selim elbette birincisini seçecektir.
MİT müsteşarının yaptığı açıklama bu nedenle anlamlıdır:
“PKK, silahlı mücadele ile hak taleplerinin 21. asırda mümkün
olmadığını görmüştür. Türkiye de, meselenin, dar çerçeveli bir
güvenlik konsepti içerisinde, polisiye ve askeri tedbirlerle çözü-
lemeyeceğini anlamıştır.”
*
Sürekli yükseliş halinde olan Kürt ulusal özgürlük hareketi-
nin gelişim eğrisini yansıtan bir Festival olmadı bu yılın festiva-
li. Bunca deneyim sahibi ve olağanüstü büyüklükte emek-yoğun
bir festivalin, bana göre, bu kadar kaotik bir organizasyonla or-
taya çıkması kabul edilemez. Küçük gibi görülen olgular ama
yan yana geldiğinde hem kaynak tüketen hem de moral bozan
etkiye sahip oluyor. Örneğin, festivalin genel bütçesi içinde adı
anılacak kadar bile öneme sahip olmayacak küçücük bir harca-
ma ile en azından standların yerleşim düzenine ilişkin bir plan
basılsaydı, onca yolu tepip Avrupa’nın dört bir yanından gelen
yurtseverlerin, meydanı dört dönerek yer arama derdi ortadan
kaldırılabilirdi. Stadyumun ses düzeni “berbat” değilse de, ber-
bata yakındı. AB standartları gibi korunan çaydanlık ölçüleri bi-
raz büyük tutulabilseydi, bir bardak çay için onca insanın yarım
saat kuyrukta beklemesi çilesine son verilebilirdi. Kürt halkının,
“saygıda kusur olduğu” gibi bir algıya ulaşmasına ve bu neden-
le kurumlarını eleştirmeye yönelmesine imkan vermeyecek bir
titizlik gerekir. Bu halk bunun fazlasına layıktır.
Yıllardır festivallere gençlik katılımını gözlemlemeye çalışı-
yorum. Bu yıl, önceden de saptadığım gibi, gençlik katılımı zir-
vede idi. Dilerim gençlik eğitimine yönelik politikalar, bu büyük
hazineyi geleceğin mirasına eksiksiz katabilecek bir yeterliliği
yakalayabilir.
Yeni Özgür Politika, 24 Eylül 2010

300
YAVUZ ÖNEN
GÜN DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI İÇİN
DAYANIŞMA GÜNÜDÜR

Tüm demokrasi, insan hakları ve barıştan yana kişi ve örgüt-


leri güçlünün adaletsizliğine karşı adaletin gücünü sonuna ka-
dar savunmaya, SDP ve TÖP yöneticileri için adil ve yansız bir
yargılama talebini dile getirmeye, tutukluların salıverilmesini
talep etmeye davet ediyorum.
Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) ile Toplumsal Özgürlük
Platformu (TÖP)’nun 17 yöneticisinin gözaltına alınması ve 13
ünün tutuklanması süreci kaygı verici işaretler içermektedir.
-Legal olarak Siyasal Parti, Platform ve Dergi etrafında kendi-
lerini ifade etmekte olan yurttaşlar muhalif düşünceleri nedeniy-
le kamuoyuna terörist olarak tanıtılmaktadır.
-Bu tanıtım Samanyolu TV, Yeni Şafak, Zaman, Vakit gibi
yayın organları aracılığıyla yalan ve yanıltıcı haberlerle donatı-
larak yapılmaktadır. Bu tarz bir operasyonun adı KOMPLO’dur.
Bu komploya maruz kalanlar aynı etkinlikte kamuoyu oluştura-
cak ve gerçekleri açıklayacak olanaklara sahip değildir ve atılan
çamuru temizlemek açısından telafisi zor bir mağduriyete uğ-
ramışlardır. Adı geçen yayın organları görülmekte olan davay-
la ilgili yayın yaparken; soruşturmanın gizliliğini, suç atımında
bulunarak hukuktaki masumiyet karinesini ve söz konusu kişi-
lerin özel hayatlarının mahremiyetini açıkça ve pervasızca hiçe
sayabilmektedir. Bu tarzın, basın yayın organlarının kamuoyuna
doğru ve yansız haber verme görevi ile, basın ahlakı ile bir iliş-
kisi yoktur. Bunun da adı siyasi muhaliflere yönelik YARGISIZ
İNFAZ’dır.
-AKP Hükümetleri döneminde Ergenekon Davası, Balyoz
Operasyonu ve Kafes Eylem Planı operasyonları ve yargılama

301
YILMAZ DEMİRAL tüm güçlerimiz ve olanakları-
BU KOMPLOYA KARŞI mızla, örgütlenme ve mücade-
ÇIKMAK DEVRİMCİ BİR le anlayışlarına bakmaksızın,
GÖREVDİR komploya maruz kalan devrim-
ci güçler üzerinden ortaklaşarak
Bu operasyon tüm devrimci topyekün bir direniş hattı kur-
değerlere bir saldırıdır! Uğrun- mak; en önemli devrimci gö-
da ölmeyi göze aldığımız, bir- revlerden biri olarak önümüzde
çok yoldaşımızı yitirdiğimiz bir durmaktadır.
mücadele anlayışını ve değerler Hiçbir komplo, hiçbir güç ya-
toplamını kirletmeye yönelik- rattığımız değerleri kirletmeye
tir! Bu operasyon aynı zamanda yetmez!
devrimcilerin birliğine ve bu ne- Bu komplo boşa çıkarılacak ve
denlerle tüm devrimci güçlere sahiplerini boğacaktır!
saldırıdır! Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
Bu komploya karşı çıkmak,

süreçlerinde yaşanan hukuksuzluk ve kanunsuzluklar Devrimci


Karargah Örgütü operasyonu sürecinde de açıkça görülmekte-
dir.
- Hanefi Avcı’yı bertaraf etmek üzere kurgulanan bu senaryo
ile birkaç kuş birden vurulmak istenmekte ve siyasi muhalifler
bir şekilde ‘terör’ eylemleriyle ilişkilendirilmektedir.
Bu nedenle, Bir insan hakları savunucusu olarak;
Soruşturma aşamasında Hükümeti, yargılama aşamasında
da mahkemeleri insan haklarına dayalı hukukun üstünlüğüne
riayet etmeye, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne yönelik bu poli-
siye komployu açığa çıkarmaya,
Tüm demokrasi, insan hakları ve barıştan yana kişi ve örgüt-
leri güçlünün adaletsizliğine karşı adaletin gücünü sonuna ka-
dar savunmaya, SDP ve TÖP yöneticileri için adil ve yansız bir
yargılama talebini dile getirmeye, tutukluların salıverilmesini
talep etmeye davet ediyorum.
İstanbul, 4 Ekim 2010
Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

302
YÜCEL DEMİRER
BİR BAYAĞILIĞIN ARKASINDA YATAN

Bu ülkede sosyalistlerin karşı karşıya kaldığı baskının cum-


huriyet tarihinin başlangıcına dayanan ve günümüze dek uza-
nan derinliği ve bayağılığını anlatmak için çok çaba sarfetmek
gerekmiyor. Hangi tarihsel döneme bakılırsa bakılsın, hangi
çevreden yaşını başını almış bir devrimci ile konuşulursa konu-
şulsun bu sistemli baskının iz ve delillerini görmek olanaklı. SDP
ve TÖP’lü arkadaşların dayanaksız iddialarla tutuklanmaları ve
sosyalist çevrelerde bu cadı avı üzerinden estirilen baskı rüzgarı,
bu tarihsel ve ideolojik eğilimin bir devamı niteliğini taşımakta.
Öncelikle bu kampanyadan birinci derecede etkilenen içerde-
ki dostlara selam ve geçmiş olsun dileklerimle başlamak isterim.
Kendilerine dikkat etsinler, bizim için önemliler.
Hemen arkasından onlara yönelik tezgah haber kanallarına
düştüğünde aklıma gelen birkaç noktaya değinmek isterim.
On yıllardır, belki de yüzyıllardır demeliydim, siyaset ve
hukuk arasındaki belirlenim ilişkisine ilişkin tartışmalarda hep
kendimizi – sosyalistleri – defansif ve daima “açıklayan” bir
pozisyonda bulageldik. Ekonomik ve siyasal süreci açıklarken
kullandığımız gür tonun hukuk ve hukuksal süreçlere ilişkin
meselelerde düştüğünü gözlemişimdir. Son dönemin benim
“komitacılığa dönüş” dediğim tarz-ı siyaseti bu durumu orta-
dan kaldıracak gibi görünmekte. Artık hiçbir açıklama ve örnek
derleme çabası gerektirmeyecek bir biçimde, hukuk dediklerinin
burjuva hukuksallığını bile hiçe sayar bir biçimde keyfi bir bi-
çimde tanımlanma halleri ile karşıkarşıya bulunmaktayız. Hu-
kuk dedikleri günümüzde yalın kılıç bir siyaset yapma biçiminin
tekelinde, kapitalistlerin siyasetinin tekelinde ve bu durumun

303
YÜKSEL AKKAYA Sendikaları dize getiren ama
SINIF MÜCADELELERİ, SDP siyasal yapıları dize getiremeyen
VE TÖP sermaye, bu çabasından hiç vaz-
geçmemiş, gerek ceza politikala-
Kar alanlarının kapsamını ge- rı ile gerek başka baskı  araçları
nişletme isteği arttıkça, sömürü ile siyasal mücadelenin alanını
oranlarını  yükseltmek için yo- daraltmaya kararlılıkla devam
ğun çaba harcanmaya başlanın- etmiştir. 
ca emek ile sermaye arasında- Bu kararlılığın son eylemi
ki  mücadelenin de sertleşeceği SDP ve TÖP’ün yöneticilerini,
açıktır. Emek, bu mücadele de üyelerini “cezalandırma” isteği
sendikalar ve siyasal  partiler olmuştur. Devrimci Karargah
aracılığı ile mücadele etmek operasyonu adı altında yapılan
ister. Bu nedenle bu örgütlen- sınıf mücadelesi veren siyasal
meler işçi sınıfı açısından önem- yapılara yönelik bir alan daralt-
lidir. 12 Eylül’den sonra işçi ma politikası,  kırmızı çizgiler
sınıfının örgütlenmesi olan  sen- çekmek çabasıdır. Dün olduğu
dikalar etkisiz, güçsüz ve zayıf gibi bugün ve yarın da bu tür-
kılınmış, izleyen yıllarda reka- den  çabalar anlamsız kalacak-
betçi bir  ekonomi için uyumlu tır. Sınıf mücadelesinin sermaye
hale getirilmiştir. İşçi sınıfı adına cephesine verdiği  korku, bu tür
mücadele veren siyasal  örgüt- yıldırma, hukuksuz işlemlerle
lenmeler muazzam baskılarla etkisizleştirilemeyecek, Prome-
sindirilmeye çalışılmış, ancak te  gibi ateşi çalma isteğini sür-
bu örgütler küllerinden yeniden dürecektir.
doğmuş ve sınıf mücadelesini Sosyalist Demokrasi,
7 Ekim 2010, n°98
sürdürmeğe devam etmişlerdir. 

sosyalistler açısından teşhis ve teşhiri moderninden muhafaza-


karına, muhafazakarından liberaline “demokrat”larla yapılan
ideolojik mücadelede önemli bir yer sahip.
“Demokrasi” ve “demokrat” kavramlarının dikkatle tırnak
içine alınması gereken içinden geçtiğimiz kesitte, demokrasi
algısı sistemli ve sürekli bir tecavüz altında. Kavramı yalnızca
kendi doğruları, çıkarları ve siyasal başarı tanımı içerisinde ta-
nımlayan ve bu sınırlı çerçeve içinde tutum ve davranışlarda bu-
lunan burjuva klikleri ile mücadele yakıcı öneme sahip. Baskıcı,
ilkesiz ve kendine demokrat söylemlerin demokrasi gömleğini

304
sahiplendiği bu dönemde, devrimci-demokratik ütopyalarımızı
dillendirmenin ve sahiplenmenin, komplocunun ideolojik hege-
monya kurma projesini sarsmanın tam zamanı.
Denenen ve tutmayacağına emin olduğum komplo, bir ya-
nıyla siyasal karşıtımızın sosyalistleri onların kendilerini aldık-
larından daha çok ciddiye almalarının da kanıtı. Cumhuriyetçi,
kapitalist, muhafazakar, liberal demokrasi anlayışlarının çözüm-
leyemediği çelişkilerin orta yerinde kendimizi ciddiye almanın
ve alternatif örgütlü bir siyasal gücü bize armağan edecek mo-
dern prensi hayata geçirmenin bu komplunun bayağılığına veri-
lecek en iyi yanıt olduğunu düşünüyorum.
Sustukça sıranın hepimize geldiğini görüyorum.

Sosyalist Demokrasi, 7 Ekim 2010, n° 98

305
ZAFER AYDIN
YENİ REJİM ESKİ ZİHNİYET...

Cenaze namazını, isteyen Ağustos 2010’da yapılan Yüksek


Askeri Şûra’dan sonra, isteyen 13 Eylül 2010 günü kılmış olsun
“askeri vesayetin” sonu geldi. Uzun süredir önemli gerilimlerin
ve çatışmaların odağı olarak kabul edilen ikili iktidar durumu,
AKP’nin ve AKP’de temsil imkânı bulan sınıfların lehine çözülme
yolunda. Eski rejimin kontrol mekanizmalarında pozisyonları-
nı koruyan “kılıç artıkları” olmasına rağmen, vesayet rejiminin
kumanda ve kontrol mekanizmalarında asker hâkimiyeti nere-
deyse sıfırlandı. Devletin bekasını askerin belindeki silah ve bu
silahın gölgesinde sağlanacak nizamda arayanlar için sarsıcı olsa
da, bu durum hayırlı bir gelişme. Ancak, orta yerde demokrasi
geldi diye sevinilecek bir durum da yok. Çünkü askerin aleyhine
bozulan denge, demokrasi lehine gelişmiyor. Askerin vesayeti
bitti, askerci bürokrasinin gücü kırıldı; ne var ki vesayet rejimi,
rejimin aygıtları olduğu gibi yerli yerinde duruyor. Teşbihte ha-
ta olmasın; saha aynı, kurallar aynı, oyun aynı, değişen sadece
oyuncular!
HSYK seçimlerinde belirgin biçimde anlaşıldığı üzere,oyuna
yeni girenler eskileri aratmayacak bir performansla sahadalar.
Besbelli ki yeniler, tart edilenlerin ruh ve fikir ikizi olarak “dev-
let etme geleneğini” sürdürecekler. Bunun en kuvvetli gösterge-
lerinden birini Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, katıldığı bir
televizyon programında ortaya koydu. Cemil Çiçek Milli Güven-
lik Siyaset Belgesi’ni “devlet organlarına vizyon ve gelecek ta-
savvuru” sunan belge olarak tanımladı. Bu tanımla Cemil Çiçek,
hem giden ile gelen arasındaki zihinsel benzerliğe işaret etmiş,
hem de – tehdit unsurlarına yönelik algı değişmekle birlikte-

306
ZEKİ DEMİRKUBUZ durumu artık yadırgamıyoruz.
Böyle şeyleri duyduğumuzda
Yapılan tutuklamalar Türki- pek de şaşırmıyoruz. Maalesef
ye’de genel bir duruma işaret artık durumun değişeceğine
ediyor. Bütün hükümetler kendi dair umudumuz da azaldı. Bir-
karşıtlarını tasfiye etmek için bu şeyler yapılmazsa bu şartlarda
tür bahaneler buluyorlar. Elle- yönetilmeye devam edeceğiz.
rinde somut bir şeyler olsa da Yapılan tutuklamalar büyük bir
olmasa da hoşlanmadıklarını tu- hukuksuzluk örneğidir. Protesto
tuklamaktan geri durmuyorlar. ediyorum.
Hele Türkiye sosyalist hareketi Sosyalist Demokrasi,
geçmişten beri her zaman hukuk 7 Ekim 2010, n°98
dışı tutuluyor. Üzgünüz ama bu

yeni rejimin temelini de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin oluş-


turacağına vurgu yapmış oldu. Demek ki “ileri demokrasinin”
çerçevesi de kırmızı kitapla çizilecek, yeni rejimin kasasında da
“gizli bir anayasa” olacakmış. Referandumdan sonra , AKP’inin
daha fazla demokrasi diliyle konuşacağını bekleyenler için bu
açıklama hayal kırıklığına yol açtı mı bilinmez; ama Cemil Çiçek,
“yeni” rejimin niteliği ve işleyişi konusunda anlayana sivri sinek
saz kıvamında berrak, güçlü bir tasvir yapmış.
“Eski” ve “yeni” rejimin benzerlikleri, ortak noktaları sadece
kırmızı kitaptan hiza almalarından ibaret değil. Eski rejim gibi
yeni rejim de faili meçhullerin araştırılıp, gün yüzüne çıkarılma-
sını istemiyor. Eski rejimin bir numaralı muktediri 12 Eylül gün-
lerinde DİSK’i, Barış Derneği’ni, aydınları, sanatçıları bir çırpıda
“terörist” ilan etmişti, yeni rejimin muktediri de aynı şeyi, aynı
maharetle çevreciler için yapıyor. Eski rejimin “suç” teşhirinde
vazgeçemediği obje kitaptı, SDP ve TÖP operasyonlarının yan-
sıtılması sırasında gördük ki yeni rejimde de kitap, “suç aleti”
olarak esas yerini koruyor. Eski rejim akla zarar iddialarla örgüt
davaları açardı; Hanefi Avcı ile aynı davanın içine sokulan SDPli-
ler, TÖPlüler, bir kitapta parmak izi bulunduğu için tutuklanan
Kemal Hamzaoğlu örnektir, yeni rejim de aynı istikamette iler-
liyor. Eski rejim muhaliflerini susturmak, etkisizleştirmek için,
demir kelepçelerle kelepçeleyip, hapse atardı, Kürt siyasetçilerin

307
ZÜBEYDE KILIÇ güç geriletme olarak gören de-
YANLIŞTAN BİR AN ÖNCE rin, karanlık güçler bir kez daha
DÖNÜLMELİ devreye girmiştir. Türkiye’nin
emek, barış ve demokrasi mü-
Özellikle referandum tar- cadelesinin önemli bir parçası
tışmaları süreci ve sonrasında olan SDP’nin genel başkanı,
toplumun çok önemli bir bö- üye ve yöneticilerine yönelik
lümünün üzerinde hemfikir tutuklamalara kadar varan bu
oldukları konu özgürlükçü, akıl almaz tutumun hiçbir izahı
demokratik bir anayasa yapıl- yoktur. Görünen odur ki en te-
ması ihtiyacı olmuştur. Bu ih- mel haklar olan örgütlenme ve
tiyacın temel nedeni bu ülkeyi siyaset yapma hakkına hiç ta-
12 Eylül’ün ürünü olan baskıcı, hammül yoktur. Bilinmelidir ki
anti-demokratik, askeri vesa- bu tutum demokrasi güçlerince
yetçi anayasadan kurtarmaktır. sadece bir siyasi partiye ya da
Demokrasinin gereği de budur. örgütlenmeye değil demokrasi
Demokratikleşmeye dair seslerin ve özgürlüklere yönelik bir tu-
bu kadar güçlü çıktığı bir nokta- tum olarak değerlendirilecektir.
da, bu taleplerden rahatsızlık Bu akıl almaz yanlıştan bir an
duyan, demokratikleşmeye dair önce dönülmeli, tutuklananlar
atılan her adımı kendileri için bir derhal serbest bırakılmalıdır.
Sosyalist Demokrasi,
* Eğitim Sen Genel Başkanı 7 Ekim 2010, n°98

yargılandığı KCK tutuklamaları sırasında görüldü ki yeni rejim


aynı şeyi plastik kelepçelerle yapıyor. Eski rejim, hapis, sansür,
işten attırma yoluyla gazetecileri susturur, diğerlerine gözdağı
verirdi; hapisteki 50 gazeteci, gazeteciler hakkında hapis ve para
cezası istemiyle açılan yüzlerce dava, işten attırmalar bu alışkan-
lığının yeni rejimde sürdüğünü gösteriyor. Eski rejim çevreyi,
doğayı, tarihi tahrip ederken ne hukuk tanırdı, ne Koruma Kuru-
lu kararı; Elektrik santrali yapılmak istenilen İkizdere Vadisi’nin
Koruma Kurulunca sit alanı ilan edilmesinden sonra bu yetkiyi
Koruma Kurullarından almak üzere başlatılan çalışma gösteri-
yor ki yeni rejim de aynı yoldan yürüyor. Eski rejim, işkenceci-
sini, suça karışmış personelini “Memurin Muhakematı Kanunu”
ile koruma altına alırdı, Hrant Dink davasında soruşturulmasına
izin verilmeyen kamu görevlilerinde olduğu gibi yeni rejim “Me-

308
murlar ve Diğer kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanun”u koruma kalkanı olarak kullanıyor. Eski rejim gibi yeni
rejimde yüzde on seçim barajını “istikrarlı iktidarın” en muhkem
kalelerinden biri olarak görüyor. Anadilde eğitim, eski rejim için
kırmızı çizgiydi, yeni rejim de aynı yaklaşımı sahipleniyor.
Bunlardan söz edildiğinde kimileri eski rejimden yadigar
“münferit” kavramıyla, dikkat çekilen noktaları küçümseyip,
Başbakanın “ileri demokrasi” vaadine sarılıyorlar. Olgulara göz-
lerini kapayıp, söyleme, ajitasyona fit oluyorlar. Oysa alt alta
yazıldığında bu toplamdan demokrasi değil, 12 Eylül rejiminin
ağırlığını koruduğu, asker/sivil bürokratik oligarşinin yerine
muhafazakâr/cemaatçi oligarşinin geçerek eski rejimin otoriter
karakteri ve antidemokratik özellikleriyle sürdüğü çıkar. Fazla
söze hacet yok; Neyzen Tevfik’in mısraları değişeni değişmeyeni
gayet iyi özetliyor; “Türkü yine o türkü/ sazlarda tel değişti/
yumruk yine o yumruk/ bir varsa el değişti.”
Eski rejimin otoriter karakterini muhafaza ederek yeni reji-
mi tesis eden AKP, sanki muktedir olan kendisi değilmiş gibi
hala eski rejime yumruk sallıyor. Bu sayede mağdur ve muhalif
bir demokrasi kahramanı profili vermek, bunu da seçimlerde bir
kez daha oya tahvil etmek istiyor. Ne gariptir kendini solda ta-
nımlayan bazı kesimler de AKP’nin suretine girerek, bu çizgide
bir siyasete yatırım yapıyorlar. Yeni rejimin demokrasi dışı uy-
gulamalarını es geçerek sadece eski rejimle, eski rejimin kılıç ar-
tıklarıyla kavgayı tercih ediyorlar. Oysa böyle bir tercihin gölge
boksu yapmak dışında bir anlamı olmadığı gün gibi ortada.
Giden gitti; güncel olan, yapılması gereken, gelen rejimle,
onun antidemokratik karakteriyle, eylem ve uygulamalarıyla
mücadele etmektir. Sola düşen, AKP’ye demokrasi misyonu at-
federek, onun yetersizliklerini yeterli hale getirmek üzere gölge
boksu yapanları, boşluğa yumruk sallamakla baş başa bırakıp
bütünsel bir demokrasi programı etrafında demokrasi dinamik-
lerini harekete geçirmek olmalıdır.
Birgün, 24 Kasım 2010

309

You might also like