Professional Documents
Culture Documents
İLETİŞİM
İletişim, insan ilişkilerini düzenleyen çok önemli bir süreçtir. Cüceloğlu "İletişim;
kişiler arasında yer alan düşünce ve duygu alışverişini dile getiren bir terimdir" (Cüceloğlu,
s. 10) diyor. Böylece iletişim toplumsal varlık olan insanoğlunun yaşantısının kaçınılmaz
bir boyutunu oluşturuyor. İletişim de başarılı olan genellikle kendisine güvenen, saygılı,
işbirliği ve paylaşmaya istekli, kendisinin ve başkalarının sorunlarına dönük ve çözüm
arayıcı kişilerdir.
İnatçı bir tutumla fikirlerini savunan, kendi görüşlerinden başka doğru tanımayan,
güvensiz, korku içinde yaşayan kimseler genellikle iletişim kuramayan tipleri oluştururlar.
Başarılı iletişimin bir önemli koşulu kişiler arasında, amaç birliği sağlanmasıdır.
Amacı belli olan bir mesaj yerine daha kolay ulaşabileceği gibi, amacı gerçekleştirme
konusunda da iyi sonuç alınabilecektir.
İletişimde başarıya etki eden bir başka önemli nokta da mesajın gideceği, kişiyi
tanımak, onu kişilik yapısına uygun düşen bilgi ve gönderme yöntemini belirlemektir. Bu
arada mesajın alıcı tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı, kontrol edilmelidir. Eğer mesaj iyi
anlaşılmamışsa beklenen davranışın yerine yanlış bir davranış yer alabilir, anlam
kaybolabilir. Buna iletişim aksaklığı denmektedir. Demek ki, verici ile alıcı arasında amaç
birliği sağlanamamış, mesaj istenen anlamda gerçekleşememiştir.
1
farklılıkları hesaba katmayı unutmamalıdır. Her birey kendine özgüdür. Bu nedenle
doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini, kendi değerlerine dayanarak seçer ve benimser. "Bireyin
kendine özgü dünyası vardır. Hiçbir insanın bir başkası için doğruyu yada 'gerçeği'
saptayamayacağı, her kişinin kendine özgü bir dünyası ve gerçeği olduğu inancını
paylaşmaktayım." (Cüceloğlu, s. 15).
Konuşmaya başlama sırasında seçilen kelimelere özen gösterilmeli, bir eleştiri, bir
direktif, bir olumsuzluk ifadesiyle söze başlanılmamalıdır. Kişinin konuşma biçimi
karşısındakinin davranışını yönlendireceği için onun tepki duymasına neden olacak bir
tutumdan sakınılmalıdır.
Kişiler arası ilişkileri bozucu kelimelerden kaçınılmalı, örneğin; sevilen kişiler, ana-
baba, kardeş, eş gibi yakınlar hakkında olumsuzluk ifade eden konuşmalardan
kaçınılmalıdır.
İlişkileri yönlendirmede dil oldukça önemli bir yer tutar. İletişim becerisi
gelişmemiş kimseler saatlerce tartıştıkları halde tartışmanın başından beri benzer görüşleri
savunduklarını, ayrıldıkları tek noktanın konuyu değişik yorumlamaktan ibaret olduğunu
2
fark ederler. Bu iletişim bozukluğuna kelimelerin anlamlarının açıklığa kavuşmamış
olmasının neden olduğu bilinmektedir. Kelimeler birçok kişiler; meslek mensupları,
yetişmekte olanlarla yetişkinler, kadın-erkek, farklı yörelerde yaşayanlar için farklı
anlamlara gelebilmektedir. Bu durum farklı yorumlara, o da iletişim aksaklığına yol açar.
Buna bir de konuşmacının kişiliği eklenince o!ay kişiler arası ilişkileri bozucu bir niteliğe
dönüşebilir.
"İyi bir konuşmada kullanılan sözcükler açık ve yerinde olmalı, ifade edilmek
istenilen fikirleri tam vermelidir. Yanlış sözcüklere bir fikri ifade etmek, yanlış ve eksik
tartan bir terazide doğru tartmaya benzer. Hatta bir düşünür, 'fikirlerini tam ifade edemeyen
insanlar, düşünmeyi bilmeyenlerle aynı seviyededir.' demiştir (Akt. Osmay, 1983: 106).
Son yıllarda ülkemizde mezuniyet sonrası çalışma için yine yabancı sözcüklerin
kullanılması oldukça yaygınlaşmıştır. Aslında bu sözcükleri kullananların bir bölümünün
kullandıkları sözcüklerin anlamlarını bilmemeleri durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Bilim uzmanlığı yerine, "master" sözcüğünün tercih edilmesinin bazı karışıklıklara yol
açtığı gözlenmektedir. Bu durumu somutlaştırmak amacıyla yaşanan bir olayı inceleyelim:
Ankara'da bir lisede biyoloji öğretmeni olan Şükran, bir yandan da Hacettepe
Üniversitesi'nde Bilim Uzmanlığı eğitimini tamamlıyor. Böyle bir eğitim bir kademe
kazandırdığından ilgili Bakanlığın ilgili bölümüne başvurarak bu haktan yararlanmak
istiyor. Aradan çok uzun bir süre geçtiği halde, isteğine yanıt alamayan öğretmen durumu
araştırmak amacıyla Bakanlığa gidiyor. İlgili bir memur, incelemesini tamamladıktan sonra,
Şükran'a "Siz Bilim Uzmanlığı yapmışsınız. Biz böyle bir çalışmaya herhangi bir ilerleme
vermiyoruz. Bizim Bakanlığımız, Master derecesine bir kademe ilerlemesi veriyor, siz ise
başka bir şey yapmışsınız. Bu yüzden dilekçenize cevap alamadınız", diye yanıtlıyor.
3
Bu yanlışlığı öğretmenin açıklaması da düzeltmeye yetmediğinden Üniversiteden bu
iki sözcüğün anlamlarına ilişkin bir yazının getirilmesi zorunluluğu doğuyor.
Bu örnekte görüldüğü gibi, olay, zaman, enerji kaybına yol açan bir karmaşaya
sürüklenmiştir.
Bir pazar yerinde gözlenen bir olay kelimelerin anlamlarının yol açtığı iletişim
bozukluğuna örnek oluşturulabilir:
Müşterileriyle ilgilenmekte - olan bir satıcıya, bir başka satıcı seslenerek paket
kağıdı olup olmadığını öğrenmek istedi. Satıcı bu soruyu "Okey" diye cevapladı. Öbürü
beklemeye koyuldu. Ancak dakikalar geçtiği halde isteğinin yerine getirilmediğini görünce,
sorusunu tekrarladı. Buna oldukça sinirlenen birinci satıcı "Okey dedik ya, neden
bekliyorsun hala?" diye arkadaşına çıkıştı. Bu durum çevredekileri oldukça şaşırtmıştı.
Kullandığı kelimenin anlamını ters bilen bu satıcı arkadaşıyla iletişim kuramadığı gibi
kendisini haklı, haklı olanı haksız görme gibi ilişki bozucu bir duruma düşmekteydi.
Konuşma biçimi bazı kişilerde yoğun biçimde eleştirisel bir nitelik taşır. Osmay
gibi, bazı yazarlar "Daha az eleştiri, daha çok iş” formülüyle eleştirinin olumsuz etkisini
vurgulamaktadırlar. Böylesi bir eleştiri, sadece olumsuzlukları, eksiklikleri görmeyi ve
bunları gerekli incelikten yoksun bir biçimde sunmayı yeğleyen kişilerin seçtikleri eleştiri
türüdür. Sonucun olumsuz etkisine kesin gözüyle bakılabilir. Böyle konuşmalar insanların
istek ve zevklerini kırar ve kişilerin atılım gücünü yok edebilir. Ancak eleştiride denge
sağlanabilir. Olumlu ve olumsuz yönler birlikte ele alınabilir.
4
- Senin iyiliğin için bazı şeyler söylemek istiyorum.
- Bunu kendi kendine fark etmeni umdum; ama görüyorsun ki ben öğretmedikçe
olmayacak (Bilen, 1989: 120).
Dinleme, insan ilişkilerini yönlendiren oldukça önemli bir başka ilkedir. Dinleyen
ve anlayan kişiler, çevreleriyle uyumlu ve dengeli ilişki kurabilirler. Bu alanda
zorlanmadan başarı sağlayabilirler. Dinleme, konuşan ve anlatan için başlı başına tedavi
edici, rahatlatıcı bir niteliğe sahiptir. Ne yazık ki, insanların büyük bir çoğunluğu, dinleme
yerine konuşmayı yeğlediklerinden, insanların anlatamadıkları sorunlar günden güne
artarak, önüne geçilmez boyutlara ulaşmaktadır. İnsanları dinlerken yada öyle görünürken,
tetikte bekleyerek, sözü ele geçirmek, ondan sonra da hızlı ve aralıksız bir tempoyla
konuşmak, karşıdaki sorunlu kişiyi, büsbütün sorunun içine itmektedir.
5
Sinir sistemi, kendini korumak için, dikkati her zaman yoğun odak noktasında tutmaz.
Ancak ilginç bulduğumuz, yani bizim o anda içinde bulunduğumuz fizyolojik ve psikolojik
gereksinmelerimiz çerçevesinde anlamlı olan noktalara dikkati toplar.
Bir başka neden de, dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızını rahatlıkla
anlayabilecek bir sinir sistemine sahip olduğumuz halde, normal konuşma hızının, dakikada
ancak 100 ile 140 sözcük arasında olmasıdır. Bu demektir ki, her dakika en azından 460
sözcüklü bir zaman süresince kafamız boş kalıyor.Bütün bu zamanı insan kafası, kendine
varolan malzemeyle dolduruyor. Yani kendisi için önemli sorunlara dönüyor ve onlarla
ilgileniyor. İşte, kendini iyi dinleyici olarak eğiten kimseler, bu boş zamanı, konuşanın ne
ve niçin demek istediğini düşünerek kullanır. Kendi sorunlarına dönmezler" (Cüceloğlu,
1979: 124).
Dinleme; titizlik, dikkat ve özen üstüne kurulmalı, konuşana mümkün olan ölçüde
ilgi ve sevecenlikle yaklaşılmalı, konuşan ve dinleyen yada dinleyenler arasında iyi bir
iletişim kurulmasına çalışılmalıdır.
Ne yazık ki, dinleme ve anlama becerisi gelişmiş insanların sayısı çok azdır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, söylenenlerin asıl anlamını kavramak için çaba
harcamazlar. Yüzeysel olmaktan kurtulamazlar..
1. İyi bir dinleyici, dikkatle dinlediğinden, gerekli bilgiye sahip olur ve uygun ka-
rarlar alabilir.
6
2. Ayrılan süre içinde, 'hem konu hem de konuşmacı hakkında gerekenleri
öğrendiğinden zamandan ekonomi sağlar.
Bu denli yararları olan dinleme becerisinin artırılması, insanlar arası ilişkileri iyiye
ve güzele olumlu ve dengeliye doğru yönlendirmek açısından vazgeçilmez bir yere ve
öneme sahiptir.
2. İLETİŞİM DÜZEYLERİ
Aşağıda ele alınan temel iletişim varsayımları Amerikalı bilim adamları Paul
Watzlawick, Janet H. Beavin ve Don D. Jackson'ın (1967) Pragmatics of Human
Communİcation adlı kitabında ileri sürülmüştür. O zamandan bu yana, insan etkileşiminin
dinamiğini açıklamada, bu varsayımlar sık sık kullanılmıştır.
İletişimin ilk temel varsayımı, iletişim kurmanın zorunlu oluşundan, daha doğrusu
iletişim kuramamanın olanaksızlığından söz eder. Bu nedenle, temel iletişim
7
varsayımlarının tartışmasına onunla başlanır.
Günlük yaşamda, belirli bir sosyal çerçeve içinde yer alan insanlar, farkında
olsunlar yada olmasınlar, birbirleriyle iletişim içindedirler. İletişim kurmak için belirli bir
davranış gösterme zorunluğu yoktur. Hiçbir davranışta bulunmama da, anlamlı bir mesaj
oluşturur.
Evli bir çifti ele alarak bireysel düzeyde örnek verelim. Eşlerden biri, diğeri yokmuş
gibi, sırf kendi düşünceleri çerçevesi içinde davranmaya başlar ve "Benim ne yaptığım seni
ilgilendirmez, kendi bildiğim ve inandığım biçimde yaşamak istiyorum," derse, gerçeğe uy-
mayan, hatalı bir anlayış içinde davranmış olur.
Örneğin, Nizam Bey her Cumartesi akşamı arkadaşlarıyla buluşup kafa çekmeye
alışmış biri olsun. Nilüfer Hanım ise, her Cumartesi akşamını amca, dayı, hala ve
teyzelerinin de katıldığı geniş aile toplantısında geçirmeye alışmış biri. Bu kişilerin
evliliklerinin sağlıklı bir çizgide yol alabilmesi için, eşlerin birbiriyle konuşarak, cumartesi
8
akşamı konusundaki beklentilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir. Belki de, bu konuda
içtenlikle kabullenebilecekleri bir uzlaşmaya varacaklardır.
Şimdiye kadar söylenenler bir cümleyle özetlenirse, aynı sosyal ortam içinde yer
alan kişiler, birbiriyle sürekli iletişim içindedir; bu kişilerin iletişim kuramamaları
olanaksızdır.
9
bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi içerik düzeyine anlam veren
çerçeveyi oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.
Cümleleri aynı içeriği, fakat farklı ilişkileri ifade eder. Birinci cümlede, konuşan
kendini diğer kimseyle ya eşit, yada ondan daha güçlü gördüğünü anlarsınız. İkinci
cümlede konuşanın diğerine eşit ama resmi bir ilişki içinde, yada ondan daha güçsüz
olduğunu düşünebilirsiniz. Üçüncü cümlede ise, konuşan, diğerinin karar verme özgür-
lüğüne saygılı olduğunu belirtiyor; bu durumda, karşıdakinin, konuşandan daha güçlü
olduğunu tahmin edebilirsiniz.
Görüldüğü gibi, aynı içerik, iletişim kuran kişilerin ilişkilerinin türüne göre farklı
biçimlerde ifade edilebilir. İlişki içinde bulunan kişiler, iletişim yoluyla, durumlarını sürekli
olarak karşılıklı tanımlarlar; bu tanımlamada hemfikir oldukları sürece iletişimde aksaklık
olmaz. Kişilerin birbirlerini tanımlamalarında farklılık baş gösterdiği anda, iletişimde
aksaklıklar başlar.
Bir öğrenci hocasına, "Sen okula gidecek misin?" diye sorarsa, kendisini hocasına
ya eşit ya da ondan üstün gördüğü izlenimini verir. Bu tür bir ilişki, hem aydının hem de
halkın paylaştığı Türk kültür değerlerine ters düşer. Bu ilişkiye hocanın tepkide bulunması
beklenir; öğrencinin "terbiyesiz" "münasebetsiz" yada "saygısız" olduğu düşünülür. Bu
öğrenci, "Hocanın okula gidip gitmeyeceğini öğrenmek istedim; soru sormak suç mu?" gibi
bir savunmayla işin içinden çıkamaz. Çünkü, işlediği suç, içerik düzeyinde değildir, ilişki
düzeyindedir.
10
çoğu kere kurdukları ilişki türünün bilinçli olarak farkında değildirler ve bir aksaklık
çıkmadığı sürece de, bu böyle devam eder gider. Kişilerin ilişki içinde birbirlerini
tanımlamaları farklılaştığı zaman, yani ilişkide aksaklık olduğu zaman, ilişki konuşma
konusu olur.
"Ben senin sevgilin olmayı değil, sadece arkadaşım olarak kalmayı istiyorum!"
"Lütfen bu kadar yaklaşmayın bana, biraz daha uzakta durursanız daha memnun
olacağım!" gibi sözler, ilişki düzeyinde farklı algılamalar olduğunu ve iletişim kuran
kişilerin birbirlerini, farklı beklentiler içinde algıladıklarını gösterir.
. Şimdi ikinci temel varsayımı özet olarak bir kere daha ifade edelim: Her iletişim
faaliyetinin, bir içerik ve bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi, içerik
düzeyine anlam veren çerçeveyi oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.
11
İçerik iletişiminde, sözü mesajlar; ilişkiyle ilgili tutum ve tercihlerin anlatımında ise, sözsüz
mesajlar en etkili olurlar.
Bilim sözlü mesajlar üzerine kurulur. Her bilimin kendine özgü terminolojisi vardır.
Bu terminoloji bilinmeden, söz konusu bilgi iletişimi ve bilgi üretimi gerçekleşemez. Bu
nedenle dil, insan uygarlığının ilerlemesi ve yayılmasında en önemli araçtır. İnsan kültür ve
uygarlığının altında yatan bu güçlü araç, insan ilişkileri söz konusu olunca, oldukça sığ ve
etkisizdir. Bir bakış, dokunma, vücudun pozisyonu, duyguları daha etkili ve dolaysız ifade
eder. Omuza konan bir el, dostluk ve arkadaşlık üzerine yazılmış bir söylevden daha et-
kilidir.
İki sevgili arasındaki ilişki ne kadar sözlü mesajlarla ifade ediliyorsa, ilişkinin o
derecede zayıf olduğu düşünülür. Bir başka deyişle, "Seni çok seviyorum," "Tatlım bugün
seni özledim," biçiminde konuşan donuk yüzlü, monoton kişi, duygularını getirdiği çiçekle,
bakışıyla ve yüz ifadesiyle ifade eden kişi kadar ilişkisinde başarılı olamaz. Kısaca
söylenirse zihnin mesajı sizle, gönlün mesajı sözsüz ifade edilir.
Dördüncü temel varsayım şöyle ifade edilebilir: sözlü iletişim akıl, mantık ve
düşünceyi, sözsüz iletişim duyguları ve ilişkileri en etkili ifade etme aracıdır.
Toplumsal barış ve huzurun sağlanmasında kişiler arası iletişim çok önemli bir yer
tutmaktadır.
İletişim, kişiler arasında yer alan düşünce ve uygun alışverişi dile getiren bir
etkinliktir.
Uygun iletişim yöntemini benimseme ve bunu doğru olarak kullanma hem kişisel
ilişkilerde, hem toplumsal yaşamda çok önemlidir.
12
kullanabilmek için iletişim engellerini bilmekte yarar vardır. İnsanlar arası etkileşim ve
olumlu iletişimi engelleyen etmenleri şöyle sıralayabiliriz:
Karşı tarafın anlaması istenilen konu hakkında çok açık fikir sahibi olmak,
kendimizin ve karşımızdaki kişinin iletişim tarzını bilmek gerekir. Verilecek mesajın
dinleyene anlamlı olması için dinleyen tarafın lisan ve terimleri kullanılmalıdır. Eğer mesaj,
dinleyen tarafından alınmaz ve anlamlı olmazsa iletişimden söz edilemez.
13
Fikirlerimizi mümkün olan en basit terimlerle ifade etmeliyiz. Gerekli yerlerde
tekrarlar kullanmalıyız.
Açık ve anlamlı olabilmek için her türlü iletişim imkanını kullanmak gerekir.
(Beden duruşu, yüz ifadesi, göz bakışı, el ve beden hareketleri, ses tonları.) Düzeltici geri
iletimlerde açık ve duyarlı olmalıyız.
Ölüm hayatın bir fasılasıdır. İyi ve kötü bir olay diye ayırmak yanlıştır. Hayatın
içinde bir süreç, ölüm. Akıp giden hayatın içinde bir süreç. Ölümü bir nokta, bir duruş
14
olarak düşünmemeli bence. Hayatı dönüştüren bir süreç olarak düşünmeli. Başka bir boyuta
geçiş, başka bir aleme geçiş, başka bir yaşama biçimine geçiş.
Yokluk değil de başka bir hayata geçiş ama insanların çoğu korkuyor ölümden.
Bir diğer noktada da şu var tabii ki, biliyorsunuz son elli yıldır özellikle iletişim
bilimleri ortaya çıktı ve oldukça ilerledi. iletişim bilimlerinin ortaya çıkması insanlar arası
iletişimin kaybıyla alakalı bir şey nerede iletişim yok, orada iletişim sorunları var. Nerede
iletişim problemli, orada iletişim biliminin çalışmaları var. Hal böyle olunca insan ister
istemez bir üst noktada şöyle bir bağlantı kuruyor, insanlar ölümü düşündükleri andan
itibaren çok daha iyi iletişim kuruyorlar. İnsanlar ölüm fikrinden uzaklaştıkları andan
itibaren de iletişim bir noktada kaybolmaya başlıyor. İletişimin temeli ölümdür aslında.
Öleceğini düşünen insanların kurmuş olduğu iletişimle, asla ölümü düşünmeyen insanların
kurmuş olduğu iletişim arasında çok büyük bir fark var. Ölümü düşünenlerin toplumla
kurmuş olduğu iletişim çok daha insani, çok daha barışçıl, çok daha verimli. Öbür tarafta
ise çok daha şiddete dayalı, teröre dayalı ve sapkınlıklara dayalı iletişim söz konusu.
Demek ki her iki hali gözlemlediğimizde biz iletişimin temelinin ölüm olduğunu çok rahat
15
ifade edebiliriz.
Medya iletişimi tabii çok daha seküler bir iletişim. Daha doğrusu teknolojinin
prensiplerine göre ilerleyen bir iletişim. Böyle olunca tabii orada gösterilen dünya kişiler
arası iletişim dünyasından çok daha farklı bir dünya. Çok daha metalaşmış, çok daha fazla
anormalleşmiş, çok daha fazla değersizleştirilmiş bir dünya. O dünyada ölüm felsefesini
aramamak lazım. O dünya bizim ait olduğumuz dünyadan, ait olduğumuz gerçeklikten çok
daha başka bir gerçeklik oluşturan bir dünya medya dünyası. O yüzden medya dünyasına
anlık olarak bakmamız lazım. Oysaki ölüm bir süreç.
16
miş olursunuz. Önce bu iletişim şeklini tanımaya çalışın.
İçe dönük konuşma sisteminizi tanımak size eski olumsuz programlamayı silme
yada yerine bilinçli ve olumlu yeni yönergeler koyarak geçersiz kılmanın fırsatlarını
verecektir. Herkesin mevcut yapabildiği beceri düzeyinin geliştirilebileceği görüşündeyim.
Pasif kabullenmeyi bırakıp, proaktif düşüncelerle arzu ettiğimiz yargıları yerleştirip olmak
istediğimiz kişi olabiliriz.
Ne kadar iyi olursa olsun hiçbir fikir, eğer kullanılmazsa. iyi sonuç vermez. Bu
yüzyılın kendini geliştirme literatürünün ortaya çıkardığı en iyi düşüncelerden biri olumlu
düşünme kavramıdır. Bu kavramı hayat görüşünüzü ve kişisel gelişiminizi sağlayacak
etkide kullanmayı öğrenmekle işe başlamalısınız. İşte sizi olumlu düşünme alışkanlığına
götürecek 5 adımlık uygulama:
17
Kendinizi beğendiğiniz konuşmacının yerinde, ondan öğrendiklerinizi özümsemiş olarak
konuşuyor gibi hayal kurun.
5. Adım: Bu hayalleri zihninizde canlandırırken hepsini bir oyun gibi düşünün. Her
gün birkaç defa birkaç dakikalık sürelerle hayalinizdeki güzel konuşmaya konsantre olmak
için gözünüz kapalı ve film izliyormuş gibi hayalinizi sürdürün.
"Siz bir tek noktaya dokundunuz. fakat eser ne kadar değişti!" demiş, Brullof da şu
cevabı vermişti.
3. SÖZSÜZ İLETİŞİM
İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerini değil, yüzü, eli, kolu
ve bedeniyle yaptıklarını da "duyar"; çünkü yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedeninin
duruş tarzı, sesin tonu gibi sözsüz mesajlar kullanarak da iletişim kurulur. Karşı karşıya
gelerek kurulan kişiler arası iletişimlerde, hem sözlü, hem de sözsüz mesajlar aynı anda
kullanılır. Bu konuşmacılarda, mesaj alışverişinin ancak küçük bir bölümünü sözlü
mesajlar oluşturur. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, bedenin konumları ve sesin yükselip
alçalmasıyla gönderilen sözsüz mesajlar, iletişimde kullanılan mesajların daha büyük bir
bölümünü kapsar.
18
nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız. Bedensel belirtileri anlayabilmek için,
bu belirtilere duyarlık kazanmak gerekir. Bu bölümün amacı, sözsüz mesajlara karşı
duyarlık kazanarak, karşıdakini "söylemedikleriyle" anlamayı öğrenmektir.
Sözsüz iletişim etkilidir; duyguları belirtir; çift anlamlı iletişim olanağı yaratır ve
belirsizdir (yani yoruma açıktır). Bu özellikleri biraz, daha ayrıntılarıyla aşağıda gözden
geçirelim.
Bazı tür anlamları, özellikle duyguları, sözsüz iletişimle daha etkili ve dolaysız
biçimde ifade etme olanağı vardır. Çetin Altan'ın yazısına konu olan Tarık Bey'in
izlenimlerini hatırlayın. Tarık Bey'e yapılan davranışlar ona "Sen yoksun, mevcut değilsin,"
izlenimi vermiştir ve bu mesajlar hep sözsüz; mesajlardır. Duygu ve ilişkiyle ilgili en etkili
mesajlar, sözsüz mesajlardır.
- Yorgunum.
- Kızgınım.
19
3.1.3. Sözsüz İletişim Çift Anlamlıdır.
Çoğu kez, kişinin sözlü ve sözsüz mesajları farklı anlamlar vurgular. Sinirli olan
kişinin yüz ifadesi sesinin tonu ve bedeni kızgınlık dolu mesajlar gönderdiği halde, sözleri
bu kızgınlığı saklamaya çalışabilir. Bu kişiye, "Kızdınız mı?" diye sorduğunuzda, size
bağıra bağıra, yüzüne tükürür gibi, "Hayır, kızgın değilim! Niçin kızacak mışım?" diye
cevap 'verebilir. Ne var ki, siz onun sözlü yada sözsüz mesajlarından hangisine inanaca-
ğınızı bilirsiniz.
Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bu çelişki, her zaman yukarıdaki kadar belirgin
değildir. Her insan ara sıra olduğundan farklı görünmeye çalışır. Bu çelişkili davranışın
birçok nedenleri vardır: Bir konuşma görüşme yada tartışmada kişi gerginliğini saklamaya
çalışabilir; birinin kendi hakkında üzülmesini istemediği anlar olur, yada kendini
düşündüğünden daha cazip göstermek isteyebilir.
Örneğin,
20
yoruma sarılıp her şeyi anladığınız sonucuna varamazsınız. Yüz ifadelerini, ses tonunu,
bedenin gergin yada gevşek oluşu, duruş ve oturuş konumunu, el ve kol hareketlerini,
kişinin iç aleminin belirtileri olarak alın; ancak bunlardan çıkardığınız anlamı, bir zaman
süresi içinde başka gözlemlerinizle karşılaştırın, anında bir karar vermeyin.
1. Diğer uygulamalarda olduğu gibi, kendinize bir eş edinin. Yalnız ikinizin olduğu
bir odaya girin ve odanın karşıt duvarlarına giderek birbirinizi görebilecek biçimde yüz
yüze durun.
Alıştırmanın ilk aşamasında, rahat bir konuşma ortamı için aranızdaki mesafenin
fazla olduğunu hissetmiş olabilirsiniz. Birbirinize doğru yürürken, daha rahat bir mesafeye
yaklaştığınızı hissetmeniz beklenir; belirli bir yakınlıktan sonra, mesafe kısaldıkça yeniden
rahatsız olmaya başlamanız beklenir. Bir metre ile 30 santimetre arasındaki mesafede rahat
bir duygu içinde olmanız beklenir. Otuz santimetreden daha az mesafelerde artan
derecelerde rahatsızlık duyacağınız tahmin edilir. Bazı kimseler, kendilerini zorladıkları
halde, karşısındakine otuz santimden daha fazla yaklaşamazlar.
21
mekan, bir kimsenin çevresinde tuttuğu, görünmeyen bir çember olarak tanımlanır. Kişi, bu
çemberin ortasında bulunur. Çapı, kültürden kültüre, kişiden kişiye değişen bu çember her
toplumda Vardır. Alıştırmada rahatsızlık duymaya çalıştığımız noktada karşınızdaki, büyük
bir olasılıkla, sizin kişisel mekanınıza girmeye başlamışlar; o mekanın sınırlarından çıkınca,
yine kendinizi rahat hissetmeye başlarsınız.
Cilt temasıyla, otuz, otuz beş santimlik mesafeyi kapsar. Adından anlaşılacağı
üzere, içli dışlı olunan, duygusal bakımdan çok yakın hissedilen insanların bu bölgeye
girmelerine izin verilir. Bir kimsenin mahrem mesafeye girmesine izin verildiği zaman, o
insana güvenildiği, yakını olarak görüldüğü anlamı çıkar. Varolan koşul1arın zorunlu
sonucu olarak, otobüste, kuyrukta vb. yerlerde, bir kimsenin mahrem mesafesine
giriyorsak, gerginleşir ve onunla göz göze gelmemeye çalışırız. Bu durumlarda kişisel
mekanımıza giren kişi de büyük rahatsızlık duyar ve o da bizimle göz göze, gelmemeye
çalışır. Bu haliyle sanki, "Kişisel mekanımızı ihlal ettiğim için özür dilerim, fakat elimde
22
olmadan, durum gereği burada bulunuyorum," demek ister.
Yeni tanışan bir kadın ile erkek, duygusal bir ilişki geliştiriyorlarsa, mahrem
mesafenin farkındadırlar. Arabada yada yemek masasında oturuş mesafeleri birbirlerine
karşı ne kadar yakınlık hissettiklerine bağlı olarak gittikçe azalır yada büyür. Bizim
toplumda, ilk girişimi, genellikle erkeğin yapması beklenir: Diz dize oturma girişimi ilk
ondan gelmelidir, kadının elini avuçları içine alan odur. Kadın, duygularını bu yakınlaşma
girişimlerine ses çıkarmama yada biraz daha uzağa çekilmeyle belli eder.
Kırk santimle, seksen santim arasında değişen mesafe, Hall'ın tanımladığı ikinci
bölgeyi oluşturur. Birbirlerini tanıyan ve rahat konuşan iki insan, bu mesafede kendilerini
en rahat hisseder. Genel yerlerde birbiriyle samimi mesafe sınırları içinde duran iki insanın
iyi bir arkadaş, karı koca, nişanlı yada sözlü olduğu düşünülür. Bir partide konuşurken
biriyle bu mesafe sınırları içinde sık sık bulunuyorsanız ve bu kimse karşı cinsten biriyse,
partideki diğer kimselerin dikkatlerini üzerinize çekeceğinizden emin olabilirsiniz.
Bu bölge, seksen santimle iki metre arasında değişir. İşlerin rahatça konuşulduğu,
resmi ilişkilerin sürdürüldüğü bölge bu çemberdir. Seksen santimle, yüz on santim
arasındaki mesafede genellikle, satıcılarla müşteriler ve işyerinde beraber çalışan kişiler
arasındaki konuşmalar sürdürülür. Bir iş yerinde patron bir işçiyi çağırdığında, işçi patronu
otorite olarak görmesinin ve ona duyduğu saygının derecesine bağlı olarak, patronla
arasındaki sosyal bölgenin en uç sınırlarında durmaya çalışır.
İki metreden başlayarak uzayan kişisel mekan genel, topluma açık, tanımadığımız
kişiler içindir. Ne var ki, zorunlu koşullar nedeniyle okullarımızda öğretmenler genellikle
böyle bir mesafe kullanma zorunda kalırlar. Bu nedenle öğrenci öğretmen ilişkileri bir derece
yabancılaşmak zorundadır. Aradaki mesafe on metreyi geçtiği zaman, karşılıklı ilişki ve
iletişim daha da zorlaşır.
Kişilerin çevresindeki mekan kullanma biçimleri de, onların sosyal yeri ve mevkii
23
hakkında bir fikir verir. Odasına girdiğiniz birinin büyük bir masası varsa ve yanına
yaklaşmanız pek kolay değilse, bu kişinin sosyal mevkii ve gücü hakkında bazı tahminler
yaparsınız. Müdürün odasına girerken kapısına vururuz, oysa o bizimkine vurmadan girer.
İnsanların mevkileri büyüdükçe, kendilerine özgü kişisel mekanları da önem kazanır.
Birçok kuruluş ta müdürlerin yemek yediği yer ayrıdır. Bazı üniversitelerde öğretim
üyelerinin, memurların, hademelerin ve öğrencilerin yemekhaneleri, hatta tuvaletleri bile
ayrıdır.
- Sizin yaşamınızda kişisel mekanınız önemli bir yer tutuyor mu? Birkaç gün sizinle
başkaları arasındaki mesafeye dikkat edin. Bir durumdan diğerine bu mesafe değişiyor mu?
Aranızdaki mesafe bir kişi hakkında ne hissettiğinizin iyi bir göstergesi oluyor mu? Bu
kişiye daha yakın yada daha uzak durduğunuz zaman duygularınızda bir değişiklik oluyor .
Karşımızdaki kişiyle iletişim kurarken, ona doğru eğilmiş durumda mıyız, yoksa
ondan uzaklaşır biçimde bir eğiliş mi gösteriyoruz? Ellerimiz, kollarımız, ayaklarımız bir
yaklaşma mı, yoksa bir uzaklaşma mı ifade ediyor? Bu soruların cevabı, bedenimizin
konumuyla içinde bulunduğumuz iletişime ne gibi ek mesajlar getirdiğimizi gösterir.
Bedenin duruşunun nasıl bir mesaj oluşturduğunu anlamak için, aşağıdaki ufak deneyi
yapın:
1. İki arkadaş bulun. İkiniz sadece sizi ilgilendiren bir konuyu konuşurken, üçüncü
kişinin geldiğini ve size katılmak istediğini düşünün. Bu kimseyi görmüş olmaktan pek
memnun değilsiniz, ama ona karşı kaba davranmak da istemiyorsunuz.
24
yanınızdan uzaklaşmak zorunda kalır. Bedeniniz bu üçüncü kişiye, "Şimdi diğer
arkadaşımla konuşmak istiyorum, lütfen bizi yalnız bırak," mesajını gayet açık vermektedir.
Birine tam yüzünüzü dönmüş olmanız, o kişiyle iletişim kurmaya önem verdiğinizi, o
kişiden yüzünüzü çevirmenizse buna pek istekli olmadığınızı ifade eder. Yüzümüzü
çevirerek bir insana, onunla mahrem veya samimi mesafede olmak istemediğimizi de
söylemiş oluruz; böylece kalabalık bir asansörde temas halinde olduğumuz kimseye
bakmadan, yüzümüzü başka tarafa çevirerek bedenimizin temasını etkisiz hale getiririz.
- İnsanlar bir arada oturarak konuşurken birbirlerine nasıl bir durum gösteriyorlar,
gözlemeye çalışın. Bir grupta kim kime kendini daha yakın hissediyor? Onların oturuş ve
birbirlerine bakışlarından bunu çıkarabilir misiniz? Kendinizi gözleyin. Acaba herkese aynı
şekilde mi bakıyorsunuz, yoksa farkında olmaksızın bedeniniz bazı ayırımlar yapıyor mu?
Bedenin duruşu, sadece hangi yana eğildiği ve yüzün hangi yöne baktığıyla
sınırlanmıyor. Omuzların dik yada çökük oluşu, kolların açık yada kapalı oluşu, ayakların
açıklığı yada kapalılığı, bacakların üst üste atılmış olması, ayrık yada bitişik durması da
birer mesaj oluşturur. Psikoterapide üzerinde önemle durulan bu tür mesajlardır. Psikolog
kendinden yardım istemeye gelen hastanın sözlerden çok, bedenin ilettiği mesajlara ağırlık
verir. Omuzları çökmüş, koltuğa külçe halinde yığılmış, bacakları birbirine yapışır esasına
kapalı, sürekli önüne bakan hastasına, "Bugün kendinizi nasıl hisse diyorsunuz?" sorusunu
yönelten terapist, "Bugün kendimi çok iyi hissediyorum," biçimindeki bir cevaba pek itibar
etmeyerek, kişinin içinde bulunduğu gerçek durumu, bedenin belirttiğini düşünür.
1. Gözlerinizi bir dakika için kapatın ve sizi sıkan, üzen, ezen, utandıran bir durumu
düşünün…. Bu üzücü durumu hayalinizde iyice canlandırın. Bu durumu düşünürken,
omuzlarınızı aşağı doğru çökertin, oturduğunuz yerde biraz öne doğru eğilin, kollarınızı
öne doğru kucağınızda kavuşturun, ayaklarınızı, dizinizi ve bacaklarınızı birbirine iyice
25
yakınlaştırarak içeri çekin, yani bir tespih böceği gibi iyice kapanın. Bu durumda
duygularınıza dikkat edin. Gözünüz kapalıyken, ayakta kendinizi sanki ikinci bir kimse
olarak seyrettiğinizi düşünün; bu kapalı halinizle kendinizi iyice gözünüzün önünde
canlandırmaya çalışın. Böyle oturan bir kimse bir başkası olsa sizde nasıl bir etki
uyandırırdı acaba?
2. Şimdi kendinizi rahat ve gevşek bırakın ve mutlu, neşeli bir anınızı düşünün
omuzlarınız dik ve arkaya atılmış, kollarınız açık, arkanıza yaslanmış bir durumdasınız,
bacaklarınız ve ayaklarınız bitişik değil. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi bu halinizle
hayalinizde canlandırın. Bu oturuş size neler anlatırdı?
26
hemen inanan, saf ve dürüst erkeklerin niçin iyi birer çapkın olamadıklarını açıklamaktadır.
Karşıt cinsten biriyle daha kolay ilişki kurmak mı istiyorsunuz? Ağzın değil, bedenin
söylediklerini anlamaya çalışın!...
Dokunma duyumu, gelişme için yeme içme kadar önemlidir. XIX' uncu yüzyılın
sonlarında ve XX' inci yüzyılın başlarında yetimhanelerde ölen çocukların oranı oldukça
yüksekti. O zamanki hekimlik, bebeğin sadece biyolojik beslenmesine, temiz çevrede
bulunmasına önem veriyor, fakat çocukların psikolojik ihtiyaçlarını düşünmüyordu. Yıllar
sonra yapılmaya başlanan araştırmalar, bebeklerin gıda yoksunluğundan değil, kucağa
alınıp sevilmemekten kaynaklanan, ruhsal kökenli hastalıklardan öldüklerini ortaya
çıkarmıştır. Batı ülkelerinde bugün, yetimhanelerde bebeğin günde birçok kez kucağa alınıp
sevilmesi, onunla konuşulması yöntemi uygulanıyor. Çocukların kucağa sık sık
alınmasıyla, ölüm oranında bir düşme olduğu gözlenmiştir.
Dokunma, bir insana en kısa yoldan "Sen benim için önemlisin, seni yalnız
bırakmayacağım," mesajını verir. Hiçbir söz, bu mesajı dokunma kadar etkili olarak ifade
edemez. Bir babanın çocuğunun başını şefkat1e okşaması, kızgın birkaç sözden sonra
sevgilinin sarılması, saatlerce açıklama ve anlatımlardan daha etkilidir.
3.3.4. Giysilerimiz
Askerlikte rütbeler, onu taşıyan kişinin askeri hiyerarşi içindeki yerini gösterir.
Askerlikteki bu sistemi katı bulanlar olabilir, ne var ki sivil yaşamda da, bu tür bir
hiyerarşik düzen, örtülü bir biçimde de olsa vardır. Giydiğimiz elbiseler hakkımızda bilgi
verir.
27
meslekleri, yada gelir durumları, sosyal mevkileri, politik tutumları, dindar olup
olmadıkları hakkında bir fikir vermiyor mu? 1980'lerden önce ideolojik ayırımlar üniversite
öğrencileri arasında o denli önem kazanmıştı, "sağcı" yada "solcu" öğrenciyi giyinişinden
ayırt edile biliyordu.
İş aramaya gidildiğinde yada işe alınmak için bir görüşme yapılması gerektiğinde,
karşıdaki kişinin olumlu bir biçimde etkilenmesi istenir ve giyime özen gösterilir. Ne var
ki, bugünün toplumu, giyiniş normları bakımından oldukça çeşitlilik göstermektedir. Öyle
ki, bazen hipi kılığıyla gezmek, toplumun belirli bir kesimindeki kişilerle daha çok sosyal
yakınlaşma olanakları sağlayabilir. Herhalde öğrenilmesi gereken, giyimin karşıdakini
etkilediğini bilmek ve bu etkinin toplumun hangi kesiminde nasıl olacağını önceden
bilinçli bir biçimde saptayabilmektir.
28
tartışamamak... gibi. Voltanda, yaptığı gözlemler sonucunda lise öğrencilerinde aynı
sorunların bulunduğunu belirtmektedir (2,3).
29
kendilerine tanınmasını, toplumun kültür faaliyetlerine katılabilmeyi, sorunlarıyla
ilgilenmeyi, toplumdan soyutlanmamayı, kendi toplumuna yabancılaşmamayı ve
sorunlarına sahip çıkmayı istemektedirler(9).
30
geliştirmelerine etkisini incelediği çalışmasında, farklı kültürel öğelerin egemen olduğu
farklı toplumlarda aile yapıları ve benimsenmiş eğitim yöntemlerindeki farklılıkların,
toplumdan topluma değişen özgün kişilik çizgilerinin ortaya çıktığını açıklamaktadır.
Daha sonra yapılacak olan davranışın önceden denenmesi yada prova edilmesi
yöntemini geliştiren Friedman, Wolpe, Lazarus, Liberman, Baker, Fiedler ve Beach (1966,
1978) gibi araştırmacılar atılganlık eğitimi yöntemini geliştirmişlerdir. Bu yöntem
danışanın o davranışı kaygılanmadan yapabilmesini, uygulama sırasında kendine güveninin
artacağını, danışanın durumunun kötüye gitmeyeceğini öğrenmesini sağlar. Bu tür
atılganlık eğitimiyle, çok çekingen ve saldırgan davranışları yüzünden bireyler arası
iletişim sorunları bulunan kişilere yardım edilebileceği söylenmiştir (14).
Morgan ve Leung (1979), kendilerini yetersiz olarak kabul eden fiziksel özürlü
üniversite öğrencileri üzerinde atılganlık eğitiminin etkilerini incelemişlerdir. 18-40 yaşları
arasında 9 bayan 5 erkek olmak üzere 14 denek üzerinde çalışılmıştır. Deneysel araştırmada
ön-test, son-test kontrol grup modelinden yararlanılmıştır.
31
becerileri, benlik ve benlik saygısı düzeyi ile kendilerini yetersiz olarak kabul eden
atılganlık eğitimi verilen bireylerin sayıca arttığı denencelerin analizinden anlaşılmıştır.
Çalışmada fiziksel özürlü üniversite öğrencilerinin yeteneksizliğinin kabulünün gelişiminde
atılganlık eğitiminin etkili olabileceğini ortaya koymuştur(15).
32
çıkmayla ilgili beceriler arasında ise; başarısız olunan bir durumla başa çıkma, grup
baskısıyla başa çıkma, utanılan bir durumla başa çıkma, yalnız bırakılma ile başa çıkma
sayılabilir (18).
Baltaş ve Baltaş(1997), daha iyi insan ilişkileri ve daha iyi iletişim kurabilmek için
bedenin iyi kullanılmasının yanında, bireyin "duygusal olgunluğa" ulaşmasının gereğini
açıklamaktadırlar. Duygusal olgunluk, bireyin kendi duygularını anlaması ve yaşam
düzeyini yükseltebilecek yönde düzenlemesi, başkalarının duyguları için empati göstermesi
biçiminde tanımlanmıştır. Coleman; duygusal olgunluk kavramı yerine, kendinin farkında
olma (self awareness) ve ertelenmiş haz (delayed gratification) kavramlarını kullanmıştır.
Bu iki kavramın oluşturduğu beceriye bireyin sahip oluş derecesine göre, hayattaki
başarısının artacağı belirtilerek; bu özelliğe "duygusal akıl" adı verilmiştir. Daha sonra bu
kavram "duygusal zeka" olarak ifade edilmiştir. Bu kavram bireyin kendi duygularının
farkında olması biçiminde tanımlanmıştır(19).
Sorias (1986), toplumsal ruh sağlığının hedefi olarak, bireyin temel ihtiyaçlarını
karşılayan ve yaşamını sürdürmesini sağlayan sosyal ilişkilerin güçlendirilmesini
belirtmektedir. Ruh sağlığı üzerinde son yıllarda yapılan çalışmaların
girişkenlik(atılgan1ık) düzeyinin yüksekliğinin ruh sağlığını korumaya yarayan destek
sistemi olarak görev yaptığı, stres durumlarında fiziksel ve ruhsal çözüntüyü azaltabileceği
ifade edilmiştir.
33
Davranış modifikasyonu ilkelerine dayanan sosyal beceri yada girişkenlik
eğitiminin psikiyatrik bozukluğu olmayan bireylerin diğer insanlarla ilişkilerinin daha
doyum verici olmasını sağlamak, karşılarına çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek,
depresyon, mental gerilik, şizofreni ve kişilik bozuklukları tedavisinde yararlı olabilecek bir
yöntem olarak gösterilmiştir (20).
Çocuklarla iyi bir iletişim kurabilmek, anne-babalar için önemli bir beceridir.
Çocukları ile etkili bir iletişim ve pozitif bir ilişki kurabilen anne-babalar, anne-baba
olmaktan daha fazla keyif alabilirler. Genç yada çocuk, her aşta anne-babaları ile iyi ilişki
içinde olan bireylerin kendilerine güven duyguları gelişir, kişiler arası ilişkilerde karşılıklı
saygı duymayı öğrenirler.
Çocuklarla iyi iletişim kurmak her zaman kolayca ulaşılabilen bir hedef değildir.
Çocuklar ve anne-babaların iletişim kurma biçimleri birbirinden farklıdır. Öte yandan
iletişimin etkili olabilmesi ortama da bağlıdır. İyi bir iletişim için anne ve babalar sakin ve
huzurlu bir ortam hazırlamalıdırlar.
34
• Çocuğunuzu dikkatli ve nazik bir şekilde dinleyin.
• "Neden öyle olduğunu yada neden öyle davrandığını" sormak yerine "Ne
olduğunu" sorun.
35
iletişim kurma olasılığını azaltabilir.
Ege Üniversitesi (EÜ) İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Durmaz, yaptığı yazılı açıklamada, "Ülkemizde bir yönetim
sorunu yaşanıyor. Buna, yönetimin iletişimsizlik sorunu da diyebiliriz. Kişiler arası
iletişimde, iletişim kurulabilmesine olanak tanıyan bazı unsurlar vardır. Bunların ilki
dinlemedir. Biz ne yazık ki dinlemeyi bilmiyoruz" görüşüne yer verdi.
Ekonominin kuralları olan bir bilim, politikanın ise sanat olduğunu belirten Prof.
Dr. Durmaz, şunları kaydetti: "Politika ile bilimi birbiriyle bağdaştıramazsınız. Ekonomik
kaideler kendi kendini oluşturur. Arz-talep dengesi kendi kendine işleyen bir
mekanizmadır. Biz bunu politikayla karşılaştırarak yozlaştırıyoruz. İnsanlar arasındaki
iletişimsizlik, yaşanan ekonomik istikrarsızlıkların temelini oluşturuyor".
36
Prof. Dr. Mustafa Durmaz dinlemenin 20 altın kuralını ise şöyle sıraladı:
"Dinlemeyi iste, iyi bir dinleyici gibi davran, anlamak için dinle, tepki koy,
konuşma, konuşan insanın duygularını anla, sorular sor, dikkatini konuşana yönelt,
konuşanın yüzüne bak, gülümse, duygularını işe karıştırma, dikkatini dağıtan şeylerden
kaçın, temel noktaları kavra, iletişim sağlanması için sorumluluğu onunla paylaş, fikirlere
tepki göster, kişilere değil, kafanın içinde onunla münakaşa etme, kendinle ilgili düşünme,
konuşanı sinirlendirme, acele yargılardan kaçın, dinlemeyi eğ1enceli bir iş olarak gör."
37