You are on page 1of 37

1.

İLETİŞİM

İletişim, insan ilişkilerini düzenleyen çok önemli bir süreçtir. Cüceloğlu "İletişim;
kişiler arasında yer alan düşünce ve duygu alışverişini dile getiren bir terimdir" (Cüceloğlu,
s. 10) diyor. Böylece iletişim toplumsal varlık olan insanoğlunun yaşantısının kaçınılmaz
bir boyutunu oluşturuyor. İletişim de başarılı olan genellikle kendisine güvenen, saygılı,
işbirliği ve paylaşmaya istekli, kendisinin ve başkalarının sorunlarına dönük ve çözüm
arayıcı kişilerdir.

İnatçı bir tutumla fikirlerini savunan, kendi görüşlerinden başka doğru tanımayan,
güvensiz, korku içinde yaşayan kimseler genellikle iletişim kuramayan tipleri oluştururlar.

Dengeli ve olumlu ilişki kurabilen kişilerin duygusal güvenlik içinde oldukları


olayları-durumları gerektiği biçimde yorumlayabildikleri ve çevresindeki insanlar kadar
kendilerinin de gelişimine katkı getirme çabası gösterdikleri gerçeğinden hareketle bu
niteliklerin insan ilişkilerinin gereklerinden olduğu bilinmeli ve gerçekleştirilmelidir.

Başarılı iletişimin bir önemli koşulu kişiler arasında, amaç birliği sağlanmasıdır.
Amacı belli olan bir mesaj yerine daha kolay ulaşabileceği gibi, amacı gerçekleştirme
konusunda da iyi sonuç alınabilecektir.

İletişimde başarıya etki eden bir başka önemli nokta da mesajın gideceği, kişiyi
tanımak, onu kişilik yapısına uygun düşen bilgi ve gönderme yöntemini belirlemektir. Bu
arada mesajın alıcı tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı, kontrol edilmelidir. Eğer mesaj iyi
anlaşılmamışsa beklenen davranışın yerine yanlış bir davranış yer alabilir, anlam
kaybolabilir. Buna iletişim aksaklığı denmektedir. Demek ki, verici ile alıcı arasında amaç
birliği sağlanamamış, mesaj istenen anlamda gerçekleşememiştir.

İletişimin sağlanabilmesi ilk planda amaç birliğinin kurulmasını zorunlu


kılmaktadır. Bunu ilişkileri düzenleyici nitelikteki kuralların saptanıp hizmete sunulması
izlemelidir. Bir yerde yaşayan kişiler ortak yaşam standardına göre davranış biçimini
öğrenir ve onlara uygun yaşamaya çalışır. Bunun için bu davranış standartları belirlenip,
hizmete sunulursa iletişim kurulabilir.

Bu standartlar toplumun ortak beklentilerini dikkate almalı ancak, bireysel

1
farklılıkları hesaba katmayı unutmamalıdır. Her birey kendine özgüdür. Bu nedenle
doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini, kendi değerlerine dayanarak seçer ve benimser. "Bireyin
kendine özgü dünyası vardır. Hiçbir insanın bir başkası için doğruyu yada 'gerçeği'
saptayamayacağı, her kişinin kendine özgü bir dünyası ve gerçeği olduğu inancını
paylaşmaktayım." (Cüceloğlu, s. 15).

1.1.Konuşma Biçiminin İlişkilere Etkisi

İnsan ilişkilerini yönlendirici ilkelerden birisi konuşma biçimiyle ilgilidir.İnsanlar birbiriyle


nasıl konuşmalı ki, ilişkiler düzenli ve sağlıklı bir yol izlesin.

Konuşma biçimi insan ilişkilerini başarıya yönlendirme açısından büyük öneme


sahiptir. Kişinin konuşma yöntemi, seçtiği kelimeler, onları kullanmada gösterdiği beceri,
konuşurken takındığı jest ve mimikler, ses tonu bu alanda söylenebilecek bir çok önemli
noktalardan bazılarıdır.

Konuşmaya başlama sırasında seçilen kelimelere özen gösterilmeli, bir eleştiri, bir
direktif, bir olumsuzluk ifadesiyle söze başlanılmamalıdır. Kişinin konuşma biçimi
karşısındakinin davranışını yönlendireceği için onun tepki duymasına neden olacak bir
tutumdan sakınılmalıdır.

Kişiler arası ilişkileri bozucu kelimelerden kaçınılmalı, örneğin; sevilen kişiler, ana-
baba, kardeş, eş gibi yakınlar hakkında olumsuzluk ifade eden konuşmalardan
kaçınılmalıdır.

Nerede, ne zaman, nasıl konuşulacağını bilmek insan ilişkilerini düzenleyen temel


ilkelerdendir. Kısaca insan ilişkilerinde açık, dürüst, anlaşılır bir dil kullanma, bir bakıma
bir tür dengeli diplomasi kurup sürdürmek demektir.

Kelimeler konuşmada önemlidir, onlarla düşünür, onlarla düşündüklerimizi ifade


ederiz. Bu nedenle kelimeler iyi seçilmeli, anlam kaymasına neden olacak, yanlış anlamaya
zemin hazırlayacak kelimelerden sakınılmalıdır.

İlişkileri yönlendirmede dil oldukça önemli bir yer tutar. İletişim becerisi
gelişmemiş kimseler saatlerce tartıştıkları halde tartışmanın başından beri benzer görüşleri
savunduklarını, ayrıldıkları tek noktanın konuyu değişik yorumlamaktan ibaret olduğunu

2
fark ederler. Bu iletişim bozukluğuna kelimelerin anlamlarının açıklığa kavuşmamış
olmasının neden olduğu bilinmektedir. Kelimeler birçok kişiler; meslek mensupları,
yetişmekte olanlarla yetişkinler, kadın-erkek, farklı yörelerde yaşayanlar için farklı
anlamlara gelebilmektedir. Bu durum farklı yorumlara, o da iletişim aksaklığına yol açar.
Buna bir de konuşmacının kişiliği eklenince o!ay kişiler arası ilişkileri bozucu bir niteliğe
dönüşebilir.

"İyi bir konuşmada kullanılan sözcükler açık ve yerinde olmalı, ifade edilmek
istenilen fikirleri tam vermelidir. Yanlış sözcüklere bir fikri ifade etmek, yanlış ve eksik
tartan bir terazide doğru tartmaya benzer. Hatta bir düşünür, 'fikirlerini tam ifade edemeyen
insanlar, düşünmeyi bilmeyenlerle aynı seviyededir.' demiştir (Akt. Osmay, 1983: 106).

Bazı kimseler de konuşmasını yabancı sözcükleri ile zenginleştirmek isterler. Bu


gerekçeyle anlamını ve telaffuzunu çok iyi bilmedikleri sözcükleri kullanırlar. Modern,
inkılap, bilhassa-bilakis, master ve benzeri gibi sözcükleri örnek olarak sayabiliriz. Ancak
bu sözcüklerin söylenişini yanlış bildiği, anlamını ise hiç kavrayamadığı için hem gülünç
duruma düşmekte, hem de iletişimi aksatmaktadır. Modern diyeceği yerde moderen, inkılap
diyeceği yerde inkılap diyen bir insan iletişimde başarı sağlamakta zorlanmaktadır.

Son yıllarda ülkemizde mezuniyet sonrası çalışma için yine yabancı sözcüklerin
kullanılması oldukça yaygınlaşmıştır. Aslında bu sözcükleri kullananların bir bölümünün
kullandıkları sözcüklerin anlamlarını bilmemeleri durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Bilim uzmanlığı yerine, "master" sözcüğünün tercih edilmesinin bazı karışıklıklara yol
açtığı gözlenmektedir. Bu durumu somutlaştırmak amacıyla yaşanan bir olayı inceleyelim:

Ankara'da bir lisede biyoloji öğretmeni olan Şükran, bir yandan da Hacettepe
Üniversitesi'nde Bilim Uzmanlığı eğitimini tamamlıyor. Böyle bir eğitim bir kademe
kazandırdığından ilgili Bakanlığın ilgili bölümüne başvurarak bu haktan yararlanmak
istiyor. Aradan çok uzun bir süre geçtiği halde, isteğine yanıt alamayan öğretmen durumu
araştırmak amacıyla Bakanlığa gidiyor. İlgili bir memur, incelemesini tamamladıktan sonra,
Şükran'a "Siz Bilim Uzmanlığı yapmışsınız. Biz böyle bir çalışmaya herhangi bir ilerleme
vermiyoruz. Bizim Bakanlığımız, Master derecesine bir kademe ilerlemesi veriyor, siz ise
başka bir şey yapmışsınız. Bu yüzden dilekçenize cevap alamadınız", diye yanıtlıyor.

3
Bu yanlışlığı öğretmenin açıklaması da düzeltmeye yetmediğinden Üniversiteden bu
iki sözcüğün anlamlarına ilişkin bir yazının getirilmesi zorunluluğu doğuyor.

Bu örnekte görüldüğü gibi, olay, zaman, enerji kaybına yol açan bir karmaşaya
sürüklenmiştir.

Bir pazar yerinde gözlenen bir olay kelimelerin anlamlarının yol açtığı iletişim
bozukluğuna örnek oluşturulabilir:

Müşterileriyle ilgilenmekte - olan bir satıcıya, bir başka satıcı seslenerek paket
kağıdı olup olmadığını öğrenmek istedi. Satıcı bu soruyu "Okey" diye cevapladı. Öbürü
beklemeye koyuldu. Ancak dakikalar geçtiği halde isteğinin yerine getirilmediğini görünce,
sorusunu tekrarladı. Buna oldukça sinirlenen birinci satıcı "Okey dedik ya, neden
bekliyorsun hala?" diye arkadaşına çıkıştı. Bu durum çevredekileri oldukça şaşırtmıştı.
Kullandığı kelimenin anlamını ters bilen bu satıcı arkadaşıyla iletişim kuramadığı gibi
kendisini haklı, haklı olanı haksız görme gibi ilişki bozucu bir duruma düşmekteydi.

1.1.1. Konuşma ve Eleştiri

Konuşma biçimi bazı kişilerde yoğun biçimde eleştirisel bir nitelik taşır. Osmay
gibi, bazı yazarlar "Daha az eleştiri, daha çok iş” formülüyle eleştirinin olumsuz etkisini
vurgulamaktadırlar. Böylesi bir eleştiri, sadece olumsuzlukları, eksiklikleri görmeyi ve
bunları gerekli incelikten yoksun bir biçimde sunmayı yeğleyen kişilerin seçtikleri eleştiri
türüdür. Sonucun olumsuz etkisine kesin gözüyle bakılabilir. Böyle konuşmalar insanların
istek ve zevklerini kırar ve kişilerin atılım gücünü yok edebilir. Ancak eleştiride denge
sağlanabilir. Olumlu ve olumsuz yönler birlikte ele alınabilir.

Yerinde, yumuşak, anlayışlı ve hoşgörülü bir konuşma stiliyle sunulursa, eleştirinin


yapıcı etkisi artırılabilir. Bu türden eleştiriler, insan .ilişkilerini düzenlemeye yarar
getirebilir.

Konuşma ve eleştiri sırasında, bazı cümleler huzursuzluk konusudur ve kişiler arası


ilişkiyi bozmakta büyük etki gücüne sahiptir. Örneğin, aşağıdaki cümlelerde konuşmaya
başlamak, iletişim kurmaya çalıştığımız kişilerle ilişkilerimizi bozmaya ve onların
konuşmayı dinleme yerine, cephe almalarına neden olmaktadır.

4
- Senin iyiliğin için bazı şeyler söylemek istiyorum.

- Çok duyarlı olduğunu bildiğim için bunu söylemekten vazgeçiyorum.

- Karşılaştırmak gibi olmasın ama, kardeşim bunu daha iyi yapar.

- Bunu kendi kendine fark etmeni umdum; ama görüyorsun ki ben öğretmedikçe
olmayacak (Bilen, 1989: 120).

Kısaca söylemek gerekirse, konuşma biçiminin olumlu ve dengeli iletişimi


sağlayabilmesi, onun anlaşılır ve açık ifadeler içermesini, anlaşılması zor olan ifade
biçiminden sakınılmasını zorunlu kılar. Konuşma, mantıksal bir sıra içinde, karmaşaya
düşmeden, basit, açık ve net olmalı; ağdalı, gösterişli, aşırı el - kol hareketiyle desteklenen
konuşma biçiminden sakınılmalıdır. Konuşurken standart Türkçe kullanılmaya çalışılmalı,
mahalli şive, argo ve benzeri konuşma biçiminden kaçınılmalıdır.

Osmay'ın ifadesiyle, "Konuşma, konuların beraberce ele alınması demektir ki,


söylemekten derhal ayrılmaktadır. Moliere'in Bizi anlamışlarsa, bu iyi konuştuğumuzun bir
dillidir sözü de konuşmanın karşı tarafla olan bu beraberlik ilgisini çok güzel açıklar" (s.
103).

1.1.2. Dinlemenin ilişkilere Etkisi

Dinleme, insan ilişkilerini yönlendiren oldukça önemli bir başka ilkedir. Dinleyen
ve anlayan kişiler, çevreleriyle uyumlu ve dengeli ilişki kurabilirler. Bu alanda
zorlanmadan başarı sağlayabilirler. Dinleme, konuşan ve anlatan için başlı başına tedavi
edici, rahatlatıcı bir niteliğe sahiptir. Ne yazık ki, insanların büyük bir çoğunluğu, dinleme
yerine konuşmayı yeğlediklerinden, insanların anlatamadıkları sorunlar günden güne
artarak, önüne geçilmez boyutlara ulaşmaktadır. İnsanları dinlerken yada öyle görünürken,
tetikte bekleyerek, sözü ele geçirmek, ondan sonra da hızlı ve aralıksız bir tempoyla
konuşmak, karşıdaki sorunlu kişiyi, büsbütün sorunun içine itmektedir.

Niçin dinlemediğimiz sorusunun cevabını Cüceloğlu'nun "İnsan İnsana" kitabından


alırsak, "Bir günde duyduğumuz sözleri zamana vuracak olursak, günde beş yada altı saati
bulur. Sınıfta, evde, toplantıda, işyerinde, yolda, televizyonda, radyoda o kadar çok
konuşma var ki, bütün bunlara dikkatimizi verecek olsak, sinir sistemimiz çok yorulur.

5
Sinir sistemi, kendini korumak için, dikkati her zaman yoğun odak noktasında tutmaz.
Ancak ilginç bulduğumuz, yani bizim o anda içinde bulunduğumuz fizyolojik ve psikolojik
gereksinmelerimiz çerçevesinde anlamlı olan noktalara dikkati toplar.

Bir başka neden de, dakikada 600 kelimelik bir konuşma hızını rahatlıkla
anlayabilecek bir sinir sistemine sahip olduğumuz halde, normal konuşma hızının, dakikada
ancak 100 ile 140 sözcük arasında olmasıdır. Bu demektir ki, her dakika en azından 460
sözcüklü bir zaman süresince kafamız boş kalıyor.Bütün bu zamanı insan kafası, kendine
varolan malzemeyle dolduruyor. Yani kendisi için önemli sorunlara dönüyor ve onlarla
ilgileniyor. İşte, kendini iyi dinleyici olarak eğiten kimseler, bu boş zamanı, konuşanın ne
ve niçin demek istediğini düşünerek kullanır. Kendi sorunlarına dönmezler" (Cüceloğlu,
1979: 124).

Dinlemenin bilimsel temelini bilmek, birçok noktada dinlemeyene hoşgörüyle


yaklaşmamızı kolaylaştırabilir. Ancak bu davranışı aşırı düzeyde alışkanlığa
dönüştürenlerin neden olduğu sorunları da göz ardı etmemek gerekir. Dinleme yerine
konuşmayı yeğlemek, kişileri rahatlatmak şöyle dursun, sorunlarını kat kat artırmaktadır.
Çok hasta olduğunuz bir gün, "Nasılsınız?" diyen bir kişiye, "Hastayım." dediğiniz anda,
size "Geçmiş olsun." demeye bile bir iki saniyesini ayıramadan, kendisinin, ailesinin,
hemşehrilerinin hastalıklarını anlatmaya koyulursa. hastalığınız artacak, ateşiniz yükselecek
ve bir daha bu kişiyle böyle bir konuşmaya girmek istemeyeceksiniz.

Dinleme; titizlik, dikkat ve özen üstüne kurulmalı, konuşana mümkün olan ölçüde
ilgi ve sevecenlikle yaklaşılmalı, konuşan ve dinleyen yada dinleyenler arasında iyi bir
iletişim kurulmasına çalışılmalıdır.

Ne yazık ki, dinleme ve anlama becerisi gelişmiş insanların sayısı çok azdır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu, söylenenlerin asıl anlamını kavramak için çaba
harcamazlar. Yüzeysel olmaktan kurtulamazlar..

1.1.3. Dikkat ve Özenle Dinlemenin Belli Başlı Yararları

1. İyi bir dinleyici, dikkatle dinlediğinden, gerekli bilgiye sahip olur ve uygun ka-
rarlar alabilir.

6
2. Ayrılan süre içinde, 'hem konu hem de konuşmacı hakkında gerekenleri
öğrendiğinden zamandan ekonomi sağlar.

3.İletişimi kolaylaştırır, mesaj gönderen kişiyi, dikkatle dinleyerek mesajın


anlaşılıp, anlaşılmadığını kolayca denetleyebilir.

4. Dikkatli dinleme, konuşmacıların daha iyi konuşmasına yardım eder.

5. İyi dinleme, anlayış düzeyini yükseltir (Davis:358)

Bu denli yararları olan dinleme becerisinin artırılması, insanlar arası ilişkileri iyiye
ve güzele olumlu ve dengeliye doğru yönlendirmek açısından vazgeçilmez bir yere ve
öneme sahiptir.

Dinleme yoluyla konuşmanın hedefleri, sunduğu verileri, bilgileri ve ipuçlarını


araştırmayı sağlayacak bir düşünme sürecine kavuşturulmalıdır.

Dinleyicinin konuşanın kullandığı sözcüklerden çok öne sürdüğü fikir ve


düşünceleri izleyerek duruma getirilmesi dinlemenin kalitesini yükseltecektir.

2. İLETİŞİM DÜZEYLERİ

2.1. TEMEL İLETİŞİM VARSAYIMLARI

Aşağıda ele alınan temel iletişim varsayımları Amerikalı bilim adamları Paul
Watzlawick, Janet H. Beavin ve Don D. Jackson'ın (1967) Pragmatics of Human
Communİcation adlı kitabında ileri sürülmüştür. O zamandan bu yana, insan etkileşiminin
dinamiğini açıklamada, bu varsayımlar sık sık kullanılmıştır.

Watzlawick, Beavin ve Jackson, beş temel varsayım önermiştir. Bu beş temel


varsayım şunlardır: 1. İletişim kuramamak olanaksızdır; 2. İletişimin ilişki ve içerik
düzeyleri vardır; 3. Mesaj alışverişindeki dizisel yapının kendi başına bir anlamı vardır; 4.
Mesajlar sözlü ve sözsüz olarak iki tiptir; 5. İletişim kuran kişiler ya Eşit yada Eşit
Olmayan ilişkiler içindedir. Oldukça kapsamlı olan bu varsayımlar iletişim olaylarını
incelemek isteyen bilim adamı için temel bir çerçeve oluşturur.

İletişimin ilk temel varsayımı, iletişim kurmanın zorunlu oluşundan, daha doğrusu
iletişim kuramamanın olanaksızlığından söz eder. Bu nedenle, temel iletişim

7
varsayımlarının tartışmasına onunla başlanır.

2.1.1. İletişim Kuramamak Olanaksızdır

Watzlawick, Beavin ve Jackson "davranış"ın karşıtının bulunmadığını, başka bir


ifadeyle, "hiçbir şey yapmama”nın dahi, davranış olduğunu ifade ederler. Bu nedenle,
hareket etmek yada bir şey söylemek kadar, hareket etmemek yada susmak da bir
davranıştır ve anlamlı bir mesaj oluşturur. Bu tür gözlemlerden sonra, vardıkları sonucu bir
varsayım olarak şöyle ifade ederler: Aynı soysal ortamda birbirlerini algılayan kişilerin
iletişim kuramamaları olanaksızdır.

Bir otobüs yolculuğu yaptığınızı düşünün; kimseyle konuşmak istemiyorsunuz.


Yanınıza konuşkan yaşlı bir bayan oturuyor, uygar insan olmanın gereği hafifçe tebessüm
ettikten sonra gözlerinizi kapatıyorsunuz ve uykunuz yada baş ağrınız varmış gibi
davranıyorsunuz. Bu durumda ne yaparsanız yapın, yada yapmayın, yaptığınız yada
yapmadığınız davranışın her birinin bir anlamı vardır ve öbür kişi için bir mesaj oluşturur.
Gözlerinizi kapamanız, "uykum var - yada başım ağrıyor- sizinle konuşamam," mesajını
verir. Elinizdeki dergi yada kitabı okumaya devam etmeniz, "okuduğum kitap (dergi daha
çok ilgimi çekiyor, kitap okumayı sizinle konuşmayı yeğliyorum," mesajını verir.

Günlük yaşamda, belirli bir sosyal çerçeve içinde yer alan insanlar, farkında
olsunlar yada olmasınlar, birbirleriyle iletişim içindedirler. İletişim kurmak için belirli bir
davranış gösterme zorunluğu yoktur. Hiçbir davranışta bulunmama da, anlamlı bir mesaj
oluşturur.

Evli bir çifti ele alarak bireysel düzeyde örnek verelim. Eşlerden biri, diğeri yokmuş
gibi, sırf kendi düşünceleri çerçevesi içinde davranmaya başlar ve "Benim ne yaptığım seni
ilgilendirmez, kendi bildiğim ve inandığım biçimde yaşamak istiyorum," derse, gerçeğe uy-
mayan, hatalı bir anlayış içinde davranmış olur.

Örneğin, Nizam Bey her Cumartesi akşamı arkadaşlarıyla buluşup kafa çekmeye
alışmış biri olsun. Nilüfer Hanım ise, her Cumartesi akşamını amca, dayı, hala ve
teyzelerinin de katıldığı geniş aile toplantısında geçirmeye alışmış biri. Bu kişilerin
evliliklerinin sağlıklı bir çizgide yol alabilmesi için, eşlerin birbiriyle konuşarak, cumartesi

8
akşamı konusundaki beklentilerini açıklığa kavuşturmaları gerekir. Belki de, bu konuda
içtenlikle kabullenebilecekleri bir uzlaşmaya varacaklardır.

Nizam Bey, evlenmeden önceki davranışlarını sürdürürse, karısına, "Sen benim


yaşamımda yoksun!" mesajını, bilmeden, istemeden verir. Öte yandan, Nilüfer Hanım
kocasını cumartesi akşamlan kendi aile toplantısına götürmekte ısrar ederse, bilmeden
kocasına, "Benim daha önceki kurduğum düzene ayak uydurduğun, benim aileme ilgi
gösterdiğin sürece, seni sever ve sayarım!" mesajını verir.

Eşlerin, belirli bir ilişki içine girmiş olduklarını, birbirlerinin düşünüş ve


beklentilerini hesaba katarak davranmaları gerektiğini görebilmeleri gerekir. "Ben kendi
bildiğimi yaparım, o da kendi bildiğini yapsın" anlayışı, iletişimin temel varsayımına aykırı
düşer. Evlilik ilişkisi içinde her bir eşin davranışı, diğeri için mutlaka bir mesaj niteliği
taşır; bu nedenle, mesajı veren kişi, mesajın sorumluluğunun bilincinde olmalıdır. Aksi
halde, daha önce sözü edilen "iletişim kazaları" ortaya çıkar.

Bu varsayım, toplumsal düzeyde de geçerlidir. Türkiye' de yaşayan bir kimse, "Ben


kendi bildiğim biçimde ve kendi inandığım değerler çerçevesinde yaşayacağım, halkın
neye, niçin inandığı beni ilgilendirmez!" diyemez. Toplum değerleri, yaşam felsefesi,
etkileşim biçimi trafikte, bakkalda, yolda, okulda o kişiyi kuşatır; farkında olsun yada
olmasın, kişi toplumla sürekli ilişki içindedir.

Toplumumuz, "iletişim kazaları" sonucu "yaralanan", "sakatlanan" ve "ölenlerle”


dolu bir toplumdur. Yukarıda sözünü ettiğimiz çift iletişim konusunda bilinçlenmezse,
"yaralananlar" listesine eklenir, zamanla ya iletişim konusunda bilinçlenerek "yaralarını"
tedavi ederler, yada "umut yok., ölüme mahkum" grubuna girerler.

Şimdiye kadar söylenenler bir cümleyle özetlenirse, aynı sosyal ortam içinde yer
alan kişiler, birbiriyle sürekli iletişim içindedir; bu kişilerin iletişim kuramamaları
olanaksızdır.

2.1.2. İletişimin İlişki ve İçerik Düzeyleri Vardır

Watzlawick., Beavin ve Jackson'ın önerdikleri ikinci temel varsayım, iletişimin iki


düzeyi olduğunu vurgular. İkinci temel varsayım şudur: Her iletişim faaliyetinin bir içerik

9
bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi içerik düzeyine anlam veren
çerçeveyi oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.

(1) Sen okula gidecek misin?

(2) Siz okula gidecek misiniz?

(3) Okula gitmeyi düşünüyor musunuz?

Cümleleri aynı içeriği, fakat farklı ilişkileri ifade eder. Birinci cümlede, konuşan
kendini diğer kimseyle ya eşit, yada ondan daha güçlü gördüğünü anlarsınız. İkinci
cümlede konuşanın diğerine eşit ama resmi bir ilişki içinde, yada ondan daha güçsüz
olduğunu düşünebilirsiniz. Üçüncü cümlede ise, konuşan, diğerinin karar verme özgür-
lüğüne saygılı olduğunu belirtiyor; bu durumda, karşıdakinin, konuşandan daha güçlü
olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Görüldüğü gibi, aynı içerik, iletişim kuran kişilerin ilişkilerinin türüne göre farklı
biçimlerde ifade edilebilir. İlişki içinde bulunan kişiler, iletişim yoluyla, durumlarını sürekli
olarak karşılıklı tanımlarlar; bu tanımlamada hemfikir oldukları sürece iletişimde aksaklık
olmaz. Kişilerin birbirlerini tanımlamalarında farklılık baş gösterdiği anda, iletişimde
aksaklıklar başlar.

Bir öğrenci hocasına, "Sen okula gidecek misin?" diye sorarsa, kendisini hocasına
ya eşit ya da ondan üstün gördüğü izlenimini verir. Bu tür bir ilişki, hem aydının hem de
halkın paylaştığı Türk kültür değerlerine ters düşer. Bu ilişkiye hocanın tepkide bulunması
beklenir; öğrencinin "terbiyesiz" "münasebetsiz" yada "saygısız" olduğu düşünülür. Bu
öğrenci, "Hocanın okula gidip gitmeyeceğini öğrenmek istedim; soru sormak suç mu?" gibi
bir savunmayla işin içinden çıkamaz. Çünkü, işlediği suç, içerik düzeyinde değildir, ilişki
düzeyindedir.

Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, iletişim içindeki taraflar, birbirlerini,


beklentileri doğrultularında tanımladığı sürece, iletişim aksamadan devam eder. Bir başka
deyişle, öğrenci öğretmene saygılı ve öğretmen öğrenciye resmi davrandığı sürece, iletişim
doğal sürecinde ilerler.

İlişkiler, genellikle konuşma konusu yapılmaz, çünkü iletişimde bulunan kişiler

10
çoğu kere kurdukları ilişki türünün bilinçli olarak farkında değildirler ve bir aksaklık
çıkmadığı sürece de, bu böyle devam eder gider. Kişilerin ilişki içinde birbirlerini
tanımlamaları farklılaştığı zaman, yani ilişkide aksaklık olduğu zaman, ilişki konuşma
konusu olur.

"Ben senin hocanım, benimle böyle konuşmamalısın!"

"Ben senin sevgilin olmayı değil, sadece arkadaşım olarak kalmayı istiyorum!"

"Lütfen bu kadar yaklaşmayın bana, biraz daha uzakta durursanız daha memnun
olacağım!" gibi sözler, ilişki düzeyinde farklı algılamalar olduğunu ve iletişim kuran
kişilerin birbirlerini, farklı beklentiler içinde algıladıklarını gösterir.

İnsanlar, birbirlerine ilişkilerinden ne kadar az söz etmek ihtiyacını duyarlarsa,


ilişkileri o kadar sağlıklı ve doğaldır. İlişkide sorunlar başladığı zaman, ilişkinin türü,
konuşma konusu olmaya başlar.

İlişki düzeyi, gönderilen mesajların nasıl yorumlanacağını belirlediğinden, daha üst


düzeydedir ve teknik olarak "meta-iletişim düzeyi" olarak bilinir. "Meta" eski Yunanca
"onunla birlikte, ona dair ve onun üstünde" anlamlarına geldiğinden, bilim adamları üst
düzeydeki iletişime "meta-iletişim" adını verir. Hatırlayacağınız gibi, "Sen okula gidecek
misin?" sorusunun (iletişim içeriğinin) yorumu, öğretmen hoca ilişkisi içinde (meta-iletişim
düzeyinde) uygun düşmemiştir. Yoksa sorunun kendisi Türkçe'dir ve eşit iki arkadaş, yada
konuşanın güçlü olduğu durumlarda (uygun meta-iletişim düzeyinde) rahatlıkla
kullanılabilir ve kimseyi rahatsız etmez.

. Şimdi ikinci temel varsayımı özet olarak bir kere daha ifade edelim: Her iletişim
faaliyetinin, bir içerik ve bir de ilişki olmak üzere iki düzeyi vardır; ilişki düzeyi, içerik
düzeyine anlam veren çerçeveyi oluşturur ve bu nedenle daha üst aşamadadır.

2.1.3. Mesajlar İki Tiptir

Watzlawick, Beavin ve Jackson'm ileri sürdüğü dördüncü temel varsayım, düşünsel


ve duygusal mesajlar birbirinden ayırt eder. Söz, ister yazılı olsun ister konuşulsun,
karmaşık bir gramer yapısına göre oluşturulur ve mantıksal analizleri izin verir. Yüz ifadesi
gibi sözsüz mesajlar, gramer kurallarına göre oluşturulmaz ve mantıksal analizleri yoktur.

11
İçerik iletişiminde, sözü mesajlar; ilişkiyle ilgili tutum ve tercihlerin anlatımında ise, sözsüz
mesajlar en etkili olurlar.

Bilim sözlü mesajlar üzerine kurulur. Her bilimin kendine özgü terminolojisi vardır.
Bu terminoloji bilinmeden, söz konusu bilgi iletişimi ve bilgi üretimi gerçekleşemez. Bu
nedenle dil, insan uygarlığının ilerlemesi ve yayılmasında en önemli araçtır. İnsan kültür ve
uygarlığının altında yatan bu güçlü araç, insan ilişkileri söz konusu olunca, oldukça sığ ve
etkisizdir. Bir bakış, dokunma, vücudun pozisyonu, duyguları daha etkili ve dolaysız ifade
eder. Omuza konan bir el, dostluk ve arkadaşlık üzerine yazılmış bir söylevden daha et-
kilidir.

İki sevgili arasındaki ilişki ne kadar sözlü mesajlarla ifade ediliyorsa, ilişkinin o
derecede zayıf olduğu düşünülür. Bir başka deyişle, "Seni çok seviyorum," "Tatlım bugün
seni özledim," biçiminde konuşan donuk yüzlü, monoton kişi, duygularını getirdiği çiçekle,
bakışıyla ve yüz ifadesiyle ifade eden kişi kadar ilişkisinde başarılı olamaz. Kısaca
söylenirse zihnin mesajı sizle, gönlün mesajı sözsüz ifade edilir.

Dördüncü temel varsayım şöyle ifade edilebilir: sözlü iletişim akıl, mantık ve
düşünceyi, sözsüz iletişim duyguları ve ilişkileri en etkili ifade etme aracıdır.

İletişimde bulunan kişiler bu ilişki içinde kendilerini sürekli tanımlama içindedirler.


İlişki içinde benliğin tanımlanması, aşağıda görüleceği gibi, iletişim sürecinin temel
dinamiğini oluşturur.

2.2. ETKİLİ İLETİŞİM

Toplumsal barış ve huzurun sağlanmasında kişiler arası iletişim çok önemli bir yer
tutmaktadır.

İletişim, kişiler arasında yer alan düşünce ve uygun alışverişi dile getiren bir
etkinliktir.

Uygun iletişim yöntemini benimseme ve bunu doğru olarak kullanma hem kişisel
ilişkilerde, hem toplumsal yaşamda çok önemlidir.

Etkili iletişim yöntemini benimsemek ve bunu ilişkilerimizde doğru olarak

12
kullanabilmek için iletişim engellerini bilmekte yarar vardır. İnsanlar arası etkileşim ve
olumlu iletişimi engelleyen etmenleri şöyle sıralayabiliriz:

Kendi düşünce ve fikirlerimizi tek doğru olarak benimsemek, başkalarının fikir,


düşünce ve duygularını önemsememek ve saygı göstermemek. İnsanların birbirleriyle
yaptıkları iletişimde, televizyondaki tartışma programlarında bunu görmek mümkündür. Bir
çok insanın kendi fikirlerini tek doğru olarak anlattığını, karşısındaki insanın fikir ve
düşüncelerine değer vermediğini saygı göstermediğini görmekteyiz. Böyle bir durumda ise
kişiler arasında olumlu ve etkili iletişimden söz edilemez.

Karşımızdaki kişi yada kişileri sürekli yargılamak, eleştirmek ve suçlamak da


iletişimimizi engeller. Bu tür iletiler sonunda kişilerin kendilerini anlaşılmamış, itilmiş,
haksızlığa uğramış, daha çaresiz hissederler, karşılığında ise iletişimi keserler.

İfadelerimizde emir verme, yönlendirme eğiliminde olmak, insan davranışlarının


kabul edilmez olduğu tutum ve davranışları benimsemek de iletişimin kesilmesine neden
olabilir.

Karşımızdaki insanın iletişim tarzını bilmemek, sürekli konuşmalarımızda ahlak


dersi veren, nasihat eden ifadeler kullanmak, sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek,
konuyu saptırmak da olumlu iletişim sürdürmemizi engeller. Böyle iletiler yüzünden insan
onunla ilgilenilmediğine, duygularına saygı gösterilmediğine belki de dışlanıldığı
düşüncesine kapılır.

Uygun iletişim yöntemini benimsemek, bunu doğru olarak kullanabilmek için de


etkili iletişim yolları şunlardır:

Karşı tarafın anlaması istenilen konu hakkında çok açık fikir sahibi olmak,
kendimizin ve karşımızdaki kişinin iletişim tarzını bilmek gerekir. Verilecek mesajın
dinleyene anlamlı olması için dinleyen tarafın lisan ve terimleri kullanılmalıdır. Eğer mesaj,
dinleyen tarafından alınmaz ve anlamlı olmazsa iletişimden söz edilemez.

Kendimizi dinleyen tarafın yerine koyup, söyleyeceklerimizi o kişiye göre


ayarlamalıyız. Karşımızdaki insana değer vermeliyiz. O zaman mesajlarımızı daha rahat
iletebiliriz, dinleyen de mesajı alma gayreti gösterir.

13
Fikirlerimizi mümkün olan en basit terimlerle ifade etmeliyiz. Gerekli yerlerde
tekrarlar kullanmalıyız.

Rahatsız edici gürültüleri ortadan kaldırmalı veya azaltmalıyız. Gürültülü bir


ortamda sağlıklı bir iletişim kurmak mümkün değildir.

Açık ve anlamlı olabilmek için her türlü iletişim imkanını kullanmak gerekir.
(Beden duruşu, yüz ifadesi, göz bakışı, el ve beden hareketleri, ses tonları.) Düzeltici geri
iletimlerde açık ve duyarlı olmalıyız.

En önemlisi insanlar arası olumlu iletişimin sağlanabilmesi için; karşılıklı saygı ve


hoşgörü, fikirlere tek yönlü değil, çok yönlü bakabilmek ve karşımızdaki insana değer
vermek gereklidir. Yunus Emre'nin "Yaradılanı severim yaratandan ötürü" sözünü
yaşantımızda davranışlarımıza yansıtmalıyız.

Ayrıca iletişimde sakin olmak, duygularımıza kapılmamak ve aceleci davranmamak


çok önemlidir. Böyle davranmazsak etkili iletişim olmaz. Bu konuda nasıl davranılması
gerektiğini Peygamber Efendimiz şu hadis-i şerifi ile belirtmiştir: "Öğretiniz,
kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, içinizden biri öfkelendiği zaman sussun."

Her insan kendi sorumluluğunun bilincinde, duygu ve düşüncelerinde samimi olur,


başkalarına karşı da saygılı olursa, insanlar arası iletişim daha sağlıklı bir şekilde
sürdürülebilir. Ancak insan bencil, erdemli davranışlardan uzak, sadece kendini düşünen,
başkalarına saygısız ve değer vermeyen tutum ve davranışlar içinde olursa, iletişimden söz
etmek mümkün değildir.

2.2.1. İletişimin temeli ölümdür

İletişimin temeli ölümdür aslında. Öleceğini düşünen insanların kurmuş olduğu


iletişimle, asla ölümü düşünmeyen insanların kurmuş olduğu iletişim arasında çok büyük
bir fark vardır.

Ölümü kötü bir olay olarak kabul etmek mümkün mü?

Ölüm hayatın bir fasılasıdır. İyi ve kötü bir olay diye ayırmak yanlıştır. Hayatın
içinde bir süreç, ölüm. Akıp giden hayatın içinde bir süreç. Ölümü bir nokta, bir duruş

14
olarak düşünmemeli bence. Hayatı dönüştüren bir süreç olarak düşünmeli. Başka bir boyuta
geçiş, başka bir aleme geçiş, başka bir yaşama biçimine geçiş.

Yokluk değil de başka bir hayata geçiş ama insanların çoğu korkuyor ölümden.

Psikolojik anlamda tabiî ki ölüm insanlarda korkuyu işleten olay. İnsanların


korkmasının gayri mümkün olduğunu düşünülür. Ama ölümün de korkulmaması gerektiği
yolunda belirli bir eğitime ihtiyaç olduğu düşünülür. Bu eğitim hem kendi kültürel
kodlarımıza hem İslâmî prensiplerle ortaya çıkıyor. insanlar nasıl hayatı öğrenerek
yaşıyorlarsa, hayat tecrübesi elde ediyorlarsa tüm sonrası hayat da öğrenmeyle alakalı.
Ölümü de insanlara eğitim yoluyla bir şekilde vermek lazım bu korkuyu üzerinden
atabilmek için. Çoğu insan hayattan da korkar ama biz hayat korkusunu fazla düşünmeyiz.
Hayattan, hayatın güçlüklerinden korkabilir, başarma korkusu olabilir ama ölüm korkusunu
yenme konusunda eğitim süreci çok yeterli değil. Hayat tecrübesi konusunda insanlar çok
yaygın bir şekilde birbirleriyle iletişim kuruyorlar, birbirlerine destek oluyorlar. Ölüm
korkusu insanlar arası ilişkilerle yenilebilecek, ilimle yenilebilecek bir süreç. Ama insanlar
bu korkuyu korku olarak bırakıyorlar ve bu korkuyla yaşamayı tercih ediyorlar. Aslında
ölüm bilinse, ölümden sonraki hayatın anlamı insanlar tarafından takdir edilse bu korku da
yenilecektir.

Bir diğer noktada da şu var tabii ki, biliyorsunuz son elli yıldır özellikle iletişim
bilimleri ortaya çıktı ve oldukça ilerledi. iletişim bilimlerinin ortaya çıkması insanlar arası
iletişimin kaybıyla alakalı bir şey nerede iletişim yok, orada iletişim sorunları var. Nerede
iletişim problemli, orada iletişim biliminin çalışmaları var. Hal böyle olunca insan ister
istemez bir üst noktada şöyle bir bağlantı kuruyor, insanlar ölümü düşündükleri andan
itibaren çok daha iyi iletişim kuruyorlar. İnsanlar ölüm fikrinden uzaklaştıkları andan
itibaren de iletişim bir noktada kaybolmaya başlıyor. İletişimin temeli ölümdür aslında.
Öleceğini düşünen insanların kurmuş olduğu iletişimle, asla ölümü düşünmeyen insanların
kurmuş olduğu iletişim arasında çok büyük bir fark var. Ölümü düşünenlerin toplumla
kurmuş olduğu iletişim çok daha insani, çok daha barışçıl, çok daha verimli. Öbür tarafta
ise çok daha şiddete dayalı, teröre dayalı ve sapkınlıklara dayalı iletişim söz konusu.
Demek ki her iki hali gözlemlediğimizde biz iletişimin temelinin ölüm olduğunu çok rahat

15
ifade edebiliriz.

İletişim bilimleriyle birlikte iletişim teknolojileri de hızla ilerledi ve kitle iletişim


araçları hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldi. Ve bu iletişim araçları insanları
"iletişimin temeli" dediğiniz ölümden mümkün olduğunca uzak tutmaya çalışıyor. Bu
doğru mu?

Medya iletişimi tabii çok daha seküler bir iletişim. Daha doğrusu teknolojinin
prensiplerine göre ilerleyen bir iletişim. Böyle olunca tabii orada gösterilen dünya kişiler
arası iletişim dünyasından çok daha farklı bir dünya. Çok daha metalaşmış, çok daha fazla
anormalleşmiş, çok daha fazla değersizleştirilmiş bir dünya. O dünyada ölüm felsefesini
aramamak lazım. O dünya bizim ait olduğumuz dünyadan, ait olduğumuz gerçeklikten çok
daha başka bir gerçeklik oluşturan bir dünya medya dünyası. O yüzden medya dünyasına
anlık olarak bakmamız lazım. Oysaki ölüm bir süreç.

Ama toplumumuzdaki dejenerasyonda, iletişim kopukluklarında medyanın büyük


etkisi olduğu belirtiliyor. insanlarımız izlediklerinden etkilenerek hemen günlük hayatta
uygulamaya geçiyorlar.

Tabii ki onun etkisi, kamuoyunu oluşturması, insanların tavır ve davranışları üzerine


etkisi tartışılmaz. Yönlendirmesi, manipülasyon gücü tartışılmaz. Bir toplumun ölüm
fikrini,hayat fikrini eğer medya değiştiriyorsa zaten o toplumu sorgulamak lazım.
Medyanın vermiş olduklarını bu kadar kolay kabul eden bir toplumun prensiplerini
sorgulamak lazım.

Eğer Türkiye'yi önceleyerek söylüyorsanız bunda haklısınız. Aslında Türkiye'de


özellikle son yıllarda çok büyük bir toplumsal bunalım, çok büyük bir anomi, çok büyük bir
gizli şiddetin egemen olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye'deki toplumsal tehlikeler şu anda
gizli. Ama öyle bir gün gelecek ki, o zaman medyayı bile suçlayamaz hale geleceğiz.

2.2.2. En Çok İletişimi Kendinizle Kuruyorsunuz

"Deli miyim ben. kendi kendime konuşmam!" derken bile kendinizle


konuşuyorsunuz. Sizi güçlendiren veya zayıflatan bu düşüncelerinizi yönetmeyi kabul
etmezseniz. bu seçiminizle ömür boyu mutsuz tecrübeler yaşayacağınızı şimdiden kabul et-

16
miş olursunuz. Önce bu iletişim şeklini tanımaya çalışın.

2.2.3. Egoistlerin İyi Yanı Başkaları Hakkında Konuşmamaları

İçe dönük konuşma sisteminizi tanımak size eski olumsuz programlamayı silme
yada yerine bilinçli ve olumlu yeni yönergeler koyarak geçersiz kılmanın fırsatlarını
verecektir. Herkesin mevcut yapabildiği beceri düzeyinin geliştirilebileceği görüşündeyim.
Pasif kabullenmeyi bırakıp, proaktif düşüncelerle arzu ettiğimiz yargıları yerleştirip olmak
istediğimiz kişi olabiliriz.

Kendinizle olan iletişimde en vasattan mükemmele kadar gelişebilen 5 farklı seviye:

2.2.4. İç Konuşmalarımı Nasıl Değiştirebilirim?

Ne kadar iyi olursa olsun hiçbir fikir, eğer kullanılmazsa. iyi sonuç vermez. Bu
yüzyılın kendini geliştirme literatürünün ortaya çıkardığı en iyi düşüncelerden biri olumlu
düşünme kavramıdır. Bu kavramı hayat görüşünüzü ve kişisel gelişiminizi sağlayacak
etkide kullanmayı öğrenmekle işe başlamalısınız. İşte sizi olumlu düşünme alışkanlığına
götürecek 5 adımlık uygulama:

1. Adım: Kendiniz hakkındaki ve daha iyi konuşma yapabilmenizi engelleyeceğini


düşündüğünüz olumsuz düşüncelerinizi yazın.

2. Adım: Konuşmasını beğendiğiniz en az 3 konuşmacıyı dikkatle ve defalarca


izleyin. Televizyon kanalları, seminerler size bu fırsatı verecektir.

3. Adım: Konuşma öncesinde, konuşma sırasında yaşadığınız düşünce zaaflarınızı


(olumsuz düşüncelerinizi) bir çizgi ile ayrılmış kağıdın sol tarafına yazın. Beğendiğiniz ko-
nuşmacıların konuşurken tavır, davranış. sessiz mesaj ve etkileşimlerini yorumlayarak
beğendiğiniz yönleri maddeler halinde belirginleştirin ve onları sağ sütuna yazın Örneğin;
konuşurken insanların gözünün içine bakıyor. gülümsüyor ve duraklayarak. sesini alçaltıp
yükselterek sohbet eder gibi konuşuyor... vb. gibi.

4. Adım: Yazdıklarınızı maddeleştirerek olumsuz düşüncelerinizi, dinleyene ve size


rahatsızlık veren tavırlarınız. Maddeler halinde belirginleştirin. Her gün kendinizi ha-
yalinizde konuşma yapmanız gereken topluluk karşısında konuşuyor olarak canlandırın.

17
Kendinizi beğendiğiniz konuşmacının yerinde, ondan öğrendiklerinizi özümsemiş olarak
konuşuyor gibi hayal kurun.

5. Adım: Bu hayalleri zihninizde canlandırırken hepsini bir oyun gibi düşünün. Her
gün birkaç defa birkaç dakikalık sürelerle hayalinizdeki güzel konuşmaya konsantre olmak
için gözünüz kapalı ve film izliyormuş gibi hayalinizi sürdürün.

Bu filmin senaristi ve yönetmeni siz olduğunuz için sözleri kendi kendinize


defalarca tekrar ederek telkin etkisi oluşturun.

İnsan yapa yapa ustalaşır

Büyük Rus ressamı Brullof, bir seferinde, öğrencilerinden birinin eserinde


düzeltmeler yapmıştı. Öğrenci, bu düzeltmeyle büsbütün değişen levhaya hayretle bakmış
ve:

"Siz bir tek noktaya dokundunuz. fakat eser ne kadar değişti!" demiş, Brullof da şu
cevabı vermişti.

"Sanat, o küçük noktanın başladığı yerde başlar!"

3. SÖZSÜZ İLETİŞİM

İyi bir dinleyici, iletişim kurduğu kişinin yalnız söylediklerini değil, yüzü, eli, kolu
ve bedeniyle yaptıklarını da "duyar"; çünkü yüz ifadeleri, el ve kol hareketleri, bedeninin
duruş tarzı, sesin tonu gibi sözsüz mesajlar kullanarak da iletişim kurulur. Karşı karşıya
gelerek kurulan kişiler arası iletişimlerde, hem sözlü, hem de sözsüz mesajlar aynı anda
kullanılır. Bu konuşmacılarda, mesaj alışverişinin ancak küçük bir bölümünü sözlü
mesajlar oluşturur. Yüz ifadeleri, el kol hareketleri, bedenin konumları ve sesin yükselip
alçalmasıyla gönderilen sözsüz mesajlar, iletişimde kullanılan mesajların daha büyük bir
bölümünü kapsar.

Kimi zaman, insanların duygularını anlamak gerçekten zordur. Kendilerine


soramazsınız, çünkü ne hissettiklerini çoğunlukla söylemek istemezler; söylemek isteseler
bile, çoğu kez duygularını kendileri de pek bilmezler. Bu kişilerin karalarının içine girip ne
hissettikleri öğrenilemeyeceğine göre, yüz ifadelerine, beden belirtilerine bakarak, o anda

18
nasıl bir duygu içinde olduklarını anlamaya çalışırız. Bedensel belirtileri anlayabilmek için,
bu belirtilere duyarlık kazanmak gerekir. Bu bölümün amacı, sözsüz mesajlara karşı
duyarlık kazanarak, karşıdakini "söylemedikleriyle" anlamayı öğrenmektir.

3.1. Sözsüz iletişimin özellikleri

Sözsüz iletişim etkilidir; duyguları belirtir; çift anlamlı iletişim olanağı yaratır ve
belirsizdir (yani yoruma açıktır). Bu özellikleri biraz, daha ayrıntılarıyla aşağıda gözden
geçirelim.

3.1.1 .Sözsüz İletişim Etkilidir

Bazı tür anlamları, özellikle duyguları, sözsüz iletişimle daha etkili ve dolaysız
biçimde ifade etme olanağı vardır. Çetin Altan'ın yazısına konu olan Tarık Bey'in
izlenimlerini hatırlayın. Tarık Bey'e yapılan davranışlar ona "Sen yoksun, mevcut değilsin,"
izlenimi vermiştir ve bu mesajlar hep sözsüz; mesajlardır. Duygu ve ilişkiyle ilgili en etkili
mesajlar, sözsüz mesajlardır.

3.1.2. Sözsüz İletişim Duyguları Belirtir

Düşünceler sözlü iletişimle duygular sözsüz iletişimle en rahat ifade edilirler.

Aşağıdaki düşünce ve duyguları birer mesaj olarak oluştururken hangi türden


mesajın (yani sözlü yada sözsüz mesajın) daha uygun düşeceğini düşünün:

- Yorgunum.

- Güvenlik mahkemelerine taraftarım.

- Komşu kızını çekici buluyorum.

- Doğu Anadolu' da sanayi yatırımları yapılmalıdır.

- Kızgınım.

Yorgunluk ve kızgınlığımızı en etkili olarak sözsüz mesajlarla; komşu kızını çekici


bulmanızı hem sözlü hem sözsüz mesajlarla; güvenlik mahkemeleri ve sanayi yatırımları
konularımı en rahat olarak sözlü mesajlarla ifade edebildiğinizi göreceksiniz.

19
3.1.3. Sözsüz İletişim Çift Anlamlıdır.

Çoğu kez, kişinin sözlü ve sözsüz mesajları farklı anlamlar vurgular. Sinirli olan
kişinin yüz ifadesi sesinin tonu ve bedeni kızgınlık dolu mesajlar gönderdiği halde, sözleri
bu kızgınlığı saklamaya çalışabilir. Bu kişiye, "Kızdınız mı?" diye sorduğunuzda, size
bağıra bağıra, yüzüne tükürür gibi, "Hayır, kızgın değilim! Niçin kızacak mışım?" diye
cevap 'verebilir. Ne var ki, siz onun sözlü yada sözsüz mesajlarından hangisine inanaca-
ğınızı bilirsiniz.

Sözlü ve sözsüz mesajlar arasındaki bu çelişki, her zaman yukarıdaki kadar belirgin
değildir. Her insan ara sıra olduğundan farklı görünmeye çalışır. Bu çelişkili davranışın
birçok nedenleri vardır: Bir konuşma görüşme yada tartışmada kişi gerginliğini saklamaya
çalışabilir; birinin kendi hakkında üzülmesini istemediği anlar olur, yada kendini
düşündüğünden daha cazip göstermek isteyebilir.

Bu çelişkileri kendinde ve başkalarında yakalamasını öğrenen kişi, insan


ilişkilerinde daha güçlü bir duruma geçmeye başlar; bir iş yöneticisi, bir baba veya anne, bir
arkadaş, bir koca yada sevgili olarak, karşısındakiyle daha derin ilişkiler kurma olanağına
sahip olur.

3.1.4. Sözsüz İletişim Belirsizdir

Sözsüz iletişimde belirsizlik derecesi yüksektir. Örneğin, beraberce gülüp


eğlendiğiniz bir geziden sonra eşinizin sessizliğini nasıl yorumlarsınız? Bu sessizliğin bir
tek anlamı vardır, yoksa bunu birkaç türlü yorumlamak olanağı var mıdır?

Örneğin,

- Eşiniz yorulmuş olabilir.


- Farkında olmadan onu kızdırmış olabilirsiniz.
- Gezi bittiği için üzgün olabilir.
- Baş ağrısı yada benzeri bir rahatsızlığı olabilir.

Bu seçeneklerden hangisinin doğru olduğunu anlamak için, sözlü mesaja


başvurmanız gerekebilir. Burada anlatılmak istenen şudur: Sözsüz iletişim, bireyin gerçek
duygularını daha iyi yansıtabilir; ne var ki, değişik yorumlara açık olduğundan hemen bir

20
yoruma sarılıp her şeyi anladığınız sonucuna varamazsınız. Yüz ifadelerini, ses tonunu,
bedenin gergin yada gevşek oluşu, duruş ve oturuş konumunu, el ve kol hareketlerini,
kişinin iç aleminin belirtileri olarak alın; ancak bunlardan çıkardığınız anlamı, bir zaman
süresi içinde başka gözlemlerinizle karşılaştırın, anında bir karar vermeyin.

3.2. KİŞİLER ARASI MESAFE BİR ANLAM TAŞIR

İnsanlar, içinde bulundukları mekanı gelişigüzel kullanmazlar. Birbirlerine olan


duygulara göre, konuşurken, aralarındaki uzaklık artar yada azalır. Aşağıdaki alıştırmayı
yaparak biriyle aranızdaki mesafenin sizi nasıl etkilediğini öğrenebilirsiniz.

1. Diğer uygulamalarda olduğu gibi, kendinize bir eş edinin. Yalnız ikinizin olduğu
bir odaya girin ve odanın karşıt duvarlarına giderek birbirinizi görebilecek biçimde yüz
yüze durun.

2. Herhangi bir konuda konuşurken, örneğin, o anda duygularınızı karşınızdakine


söylerken, birbirinize doğru yavaş yavaş, yürümeye başlayın. Birbirinize giderek
yaklaştıkça duygularınızda bir değişiklik oluyor mu? Bunun farkına yarmaya çalışın.
Aranızda üç santim kalıncaya kadar birbirinize doğru yürümeye devam edin.

3. Yüz yüze bakarken, yavaş yavaş geriye doğru çekilin ve en rahat


konuşabildiğiniz mesafede durun.

4. Siz ve arkadaşınız aynı uzaklıklarda benzer duygular içine mi girdiniz? Benzerlik


ve farkların nereden gelebileceğini aranızda tartışın.

Alıştırmanın ilk aşamasında, rahat bir konuşma ortamı için aranızdaki mesafenin
fazla olduğunu hissetmiş olabilirsiniz. Birbirinize doğru yürürken, daha rahat bir mesafeye
yaklaştığınızı hissetmeniz beklenir; belirli bir yakınlıktan sonra, mesafe kısaldıkça yeniden
rahatsız olmaya başlamanız beklenir. Bir metre ile 30 santimetre arasındaki mesafede rahat
bir duygu içinde olmanız beklenir. Otuz santimetreden daha az mesafelerde artan
derecelerde rahatsızlık duyacağınız tahmin edilir. Bazı kimseler, kendilerini zorladıkları
halde, karşısındakine otuz santimden daha fazla yaklaşamazlar.

Pek samimi olmadığınız birinin çok yakınına geldiğinizde niçin rahatsız


oluyorsunuz? Bu duygunun altında yatan neden, kişisel mekan kavramıyla açıklanır. Kişisel

21
mekan, bir kimsenin çevresinde tuttuğu, görünmeyen bir çember olarak tanımlanır. Kişi, bu
çemberin ortasında bulunur. Çapı, kültürden kültüre, kişiden kişiye değişen bu çember her
toplumda Vardır. Alıştırmada rahatsızlık duymaya çalıştığımız noktada karşınızdaki, büyük
bir olasılıkla, sizin kişisel mekanınıza girmeye başlamışlar; o mekanın sınırlarından çıkınca,
yine kendinizi rahat hissetmeye başlarsınız.

Bu alıştırmayı kendinize yakın bulduğunuz biriyle yapacak olursanız, kişisel


mekanınızın bu kimse için değişik olduğunu. ve çok yakın mesafelere sokulduğu halde bile
bundan rahatsızlık duymadığınızı gözlersiniz. Ne var ki, tanımadığınız yada tanıdığınız
halde, olumsuz duygular beslediğiniz bir kimseyle aynı alıştırmayı yapacak olursanız,
kişisel mekanınızın büyüdüğünü görürsünüz. Demek ki, kişisel mekanınız bir insanı ne
kadar tanıdığınıza ve ona ne gibi duygular beslediğinize göre değişir. Bir kimseyle
konuşurken araya koyduğunuz mesafe, kendi başına bir anlam ifade eder ve kişisel meka-
nın sınırları, bir mesaj niteliğine bürünür. "Sizi kendime yakın buluyorum” mesajını, o
kimseye uyguladığınız mekanla, yalın ve dolaysız olarak güçlü bir biçimde ifade
edebilirsiniz.

Antropolog Edward T. Hall, Amerikan kültüründe kullanılan dört farklı kişisel


mekandan söz eder (Hall, 1968). Hall'a göre, bir Amerikalı bu farklı mesafelerden birini,
karşısındakine beslediği duygulara dayanarak seçer ve yine bu yolla, söz konusu kişinin
kendisi için ne tür duygular beslediğini öğrenir. Bu dört farklı mesafenin bilinmesinde yarar
olduğu için aşağıya alıyorum.

3.2.1. Mahrem mesafe

Cilt temasıyla, otuz, otuz beş santimlik mesafeyi kapsar. Adından anlaşılacağı
üzere, içli dışlı olunan, duygusal bakımdan çok yakın hissedilen insanların bu bölgeye
girmelerine izin verilir. Bir kimsenin mahrem mesafeye girmesine izin verildiği zaman, o
insana güvenildiği, yakını olarak görüldüğü anlamı çıkar. Varolan koşul1arın zorunlu
sonucu olarak, otobüste, kuyrukta vb. yerlerde, bir kimsenin mahrem mesafesine
giriyorsak, gerginleşir ve onunla göz göze gelmemeye çalışırız. Bu durumlarda kişisel
mekanımıza giren kişi de büyük rahatsızlık duyar ve o da bizimle göz göze, gelmemeye
çalışır. Bu haliyle sanki, "Kişisel mekanımızı ihlal ettiğim için özür dilerim, fakat elimde

22
olmadan, durum gereği burada bulunuyorum," demek ister.

Yeni tanışan bir kadın ile erkek, duygusal bir ilişki geliştiriyorlarsa, mahrem
mesafenin farkındadırlar. Arabada yada yemek masasında oturuş mesafeleri birbirlerine
karşı ne kadar yakınlık hissettiklerine bağlı olarak gittikçe azalır yada büyür. Bizim
toplumda, ilk girişimi, genellikle erkeğin yapması beklenir: Diz dize oturma girişimi ilk
ondan gelmelidir, kadının elini avuçları içine alan odur. Kadın, duygularını bu yakınlaşma
girişimlerine ses çıkarmama yada biraz daha uzağa çekilmeyle belli eder.

3.2.2. Kişisel, samimi mesafe

Kırk santimle, seksen santim arasında değişen mesafe, Hall'ın tanımladığı ikinci
bölgeyi oluşturur. Birbirlerini tanıyan ve rahat konuşan iki insan, bu mesafede kendilerini
en rahat hisseder. Genel yerlerde birbiriyle samimi mesafe sınırları içinde duran iki insanın
iyi bir arkadaş, karı koca, nişanlı yada sözlü olduğu düşünülür. Bir partide konuşurken
biriyle bu mesafe sınırları içinde sık sık bulunuyorsanız ve bu kimse karşı cinsten biriyse,
partideki diğer kimselerin dikkatlerini üzerinize çekeceğinizden emin olabilirsiniz.

3.2.3. Sosyal mesafe

Bu bölge, seksen santimle iki metre arasında değişir. İşlerin rahatça konuşulduğu,
resmi ilişkilerin sürdürüldüğü bölge bu çemberdir. Seksen santimle, yüz on santim
arasındaki mesafede genellikle, satıcılarla müşteriler ve işyerinde beraber çalışan kişiler
arasındaki konuşmalar sürdürülür. Bir iş yerinde patron bir işçiyi çağırdığında, işçi patronu
otorite olarak görmesinin ve ona duyduğu saygının derecesine bağlı olarak, patronla
arasındaki sosyal bölgenin en uç sınırlarında durmaya çalışır.

3.2.4. Genel topluma açık mesafe

İki metreden başlayarak uzayan kişisel mekan genel, topluma açık, tanımadığımız
kişiler içindir. Ne var ki, zorunlu koşullar nedeniyle okullarımızda öğretmenler genellikle
böyle bir mesafe kullanma zorunda kalırlar. Bu nedenle öğrenci öğretmen ilişkileri bir derece
yabancılaşmak zorundadır. Aradaki mesafe on metreyi geçtiği zaman, karşılıklı ilişki ve
iletişim daha da zorlaşır.

Kişilerin çevresindeki mekan kullanma biçimleri de, onların sosyal yeri ve mevkii

23
hakkında bir fikir verir. Odasına girdiğiniz birinin büyük bir masası varsa ve yanına
yaklaşmanız pek kolay değilse, bu kişinin sosyal mevkii ve gücü hakkında bazı tahminler
yaparsınız. Müdürün odasına girerken kapısına vururuz, oysa o bizimkine vurmadan girer.
İnsanların mevkileri büyüdükçe, kendilerine özgü kişisel mekanları da önem kazanır.
Birçok kuruluş ta müdürlerin yemek yediği yer ayrıdır. Bazı üniversitelerde öğretim
üyelerinin, memurların, hademelerin ve öğrencilerin yemekhaneleri, hatta tuvaletleri bile
ayrıdır.

- Sizin yaşamınızda kişisel mekanınız önemli bir yer tutuyor mu? Birkaç gün sizinle
başkaları arasındaki mesafeye dikkat edin. Bir durumdan diğerine bu mesafe değişiyor mu?
Aranızdaki mesafe bir kişi hakkında ne hissettiğinizin iyi bir göstergesi oluyor mu? Bu
kişiye daha yakın yada daha uzak durduğunuz zaman duygularınızda bir değişiklik oluyor .

3.3. BEDENİN DURUŞU

Karşımızdaki kişiyle iletişim kurarken, ona doğru eğilmiş durumda mıyız, yoksa
ondan uzaklaşır biçimde bir eğiliş mi gösteriyoruz? Ellerimiz, kollarımız, ayaklarımız bir
yaklaşma mı, yoksa bir uzaklaşma mı ifade ediyor? Bu soruların cevabı, bedenimizin
konumuyla içinde bulunduğumuz iletişime ne gibi ek mesajlar getirdiğimizi gösterir.
Bedenin duruşunun nasıl bir mesaj oluşturduğunu anlamak için, aşağıdaki ufak deneyi
yapın:

1. İki arkadaş bulun. İkiniz sadece sizi ilgilendiren bir konuyu konuşurken, üçüncü
kişinin geldiğini ve size katılmak istediğini düşünün. Bu kimseyi görmüş olmaktan pek
memnun değilsiniz, ama ona karşı kaba davranmak da istemiyorsunuz.

2. Söz konusu kişiye sadece beden duruşunuzu kullanarak duygularınızı belli


etmeye çalışın. Bu üçüncü kişiyle, isterseniz konuşabilirsiniz, ne var ki onun gitmesini
istediğinizi sözle değil, bedeninizle söyleyeceksiniz.

Bu deneyi yapmışsanız, yada gerçek hayatta başınıza gelmişse istenmeyen kişiye


biraz sırtınızı dönmenin, sizin onunla pek konuşmak istemediğinizi belirttiğini
görmüşsünüzdür. Sizin sohbetinizi kesen kişi, omzunuzun üzerinden sizinle konuşmaya
kalkar, fakat biraz uğraştıktan sonra kendisinin istenmeyen kişi olduğunu anlar ve

24
yanınızdan uzaklaşmak zorunda kalır. Bedeniniz bu üçüncü kişiye, "Şimdi diğer
arkadaşımla konuşmak istiyorum, lütfen bizi yalnız bırak," mesajını gayet açık vermektedir.
Birine tam yüzünüzü dönmüş olmanız, o kişiyle iletişim kurmaya önem verdiğinizi, o
kişiden yüzünüzü çevirmenizse buna pek istekli olmadığınızı ifade eder. Yüzümüzü
çevirerek bir insana, onunla mahrem veya samimi mesafede olmak istemediğimizi de
söylemiş oluruz; böylece kalabalık bir asansörde temas halinde olduğumuz kimseye
bakmadan, yüzümüzü başka tarafa çevirerek bedenimizin temasını etkisiz hale getiririz.

- İnsanlar bir arada oturarak konuşurken birbirlerine nasıl bir durum gösteriyorlar,
gözlemeye çalışın. Bir grupta kim kime kendini daha yakın hissediyor? Onların oturuş ve
birbirlerine bakışlarından bunu çıkarabilir misiniz? Kendinizi gözleyin. Acaba herkese aynı
şekilde mi bakıyorsunuz, yoksa farkında olmaksızın bedeniniz bazı ayırımlar yapıyor mu?

3.3.1. Beden Yalan Söylemez

Bedenin duruşu, sadece hangi yana eğildiği ve yüzün hangi yöne baktığıyla
sınırlanmıyor. Omuzların dik yada çökük oluşu, kolların açık yada kapalı oluşu, ayakların
açıklığı yada kapalılığı, bacakların üst üste atılmış olması, ayrık yada bitişik durması da
birer mesaj oluşturur. Psikoterapide üzerinde önemle durulan bu tür mesajlardır. Psikolog
kendinden yardım istemeye gelen hastanın sözlerden çok, bedenin ilettiği mesajlara ağırlık
verir. Omuzları çökmüş, koltuğa külçe halinde yığılmış, bacakları birbirine yapışır esasına
kapalı, sürekli önüne bakan hastasına, "Bugün kendinizi nasıl hisse diyorsunuz?" sorusunu
yönelten terapist, "Bugün kendimi çok iyi hissediyorum," biçimindeki bir cevaba pek itibar
etmeyerek, kişinin içinde bulunduğu gerçek durumu, bedenin belirttiğini düşünür.

Bedeninin duruşuyla duygular arasında nasıl bir ilişki bulunduğunu, aşağıdaki


uygulamayı yaparak kendi kendinize keşfedebilirsiniz. Bu uygulamayı yapmak için rahat
bir biçimde bir sandalye yada koltuğa oturun ve aşağıda verilen yönergeyi izleyin.

1. Gözlerinizi bir dakika için kapatın ve sizi sıkan, üzen, ezen, utandıran bir durumu
düşünün…. Bu üzücü durumu hayalinizde iyice canlandırın. Bu durumu düşünürken,
omuzlarınızı aşağı doğru çökertin, oturduğunuz yerde biraz öne doğru eğilin, kollarınızı
öne doğru kucağınızda kavuşturun, ayaklarınızı, dizinizi ve bacaklarınızı birbirine iyice

25
yakınlaştırarak içeri çekin, yani bir tespih böceği gibi iyice kapanın. Bu durumda
duygularınıza dikkat edin. Gözünüz kapalıyken, ayakta kendinizi sanki ikinci bir kimse
olarak seyrettiğinizi düşünün; bu kapalı halinizle kendinizi iyice gözünüzün önünde
canlandırmaya çalışın. Böyle oturan bir kimse bir başkası olsa sizde nasıl bir etki
uyandırırdı acaba?

2. Şimdi kendinizi rahat ve gevşek bırakın ve mutlu, neşeli bir anınızı düşünün
omuzlarınız dik ve arkaya atılmış, kollarınız açık, arkanıza yaslanmış bir durumdasınız,
bacaklarınız ve ayaklarınız bitişik değil. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi bu halinizle
hayalinizde canlandırın. Bu oturuş size neler anlatırdı?

3.3.2. Jestler El ve Kol Hareketleri

Jestler, yani el ve kol hareketleri, duyguların en güzel belirtileridir. Karşımızda


konuşan kişinin elindeki kağıdı sürekli büküp katladığını, parmaklarıyla masayı sürekli
vurduğunu ve gözlerini bakışlarımızdan hep kaçırdığını görürsek, bu kişinin bizimle
beraber olmaktan rahatsız olduğunu düşünürüz. Bu tür davranışlar, karşınızdaki ne derse
desin, onun gerçek heyecanlarını açığa vurmaktadır.

Bir kişi, kendisini kontrol etmeye çalışsa da kızgınlığını, gerginlik ve rahatsızlık


belirten hareketlerinden anlamamız mümkündür. Kızgın kişi kendini ne kadar kontrol
ederse etsin, yumruklan bir dereceye kadar sıkılıdır, kolları önündedir ve kasları gergindir.
Aynı Şekilde, bize yaklaşmak isteyen fakat şu veya bu nedenle bunu belirtmekten çekinen
kişi, bize ulaşmak, dokunmak istercesine birtakım belli belirsiz davranışlar yapar. Her şeyi
açık seçik, dürüstçe, bizden hiçbir şey saklamadan söylediklerini iddia edenlerin ellerine
bakın: Eğer söylediklerinde samimi değillerse, ellerini sanki bir perde gibi ağızlarına ve
yüzlerine kaparlar. Gözlerini inceleyin: Doğrudan yüzünüze bakamaz, gözlerini kaçırır, sık
sık kollarını göğüslerinin üzerinde kavuştururlar.

Çapkın erkekler, kadınların sözlerine değil, davranışlarına göre hareket edeceklerini


bilirler. "Sizi bir daha görebilecek miyim?" diye soran erkeğe kadın, "Bilmem, tesadüfler
denk getirirse!" şeklinde cevap verirken, akıllı erkek, kadının sözlü mesajlarına uymaz,
onun gözünün, ellerinin, bedeninin söylediklerini "işitmeye" çalışır. Belki bu, söylenene

26
hemen inanan, saf ve dürüst erkeklerin niçin iyi birer çapkın olamadıklarını açıklamaktadır.
Karşıt cinsten biriyle daha kolay ilişki kurmak mı istiyorsunuz? Ağzın değil, bedenin
söylediklerini anlamaya çalışın!...

3.3.3. Dokunma Gerekli Ve Kudretli

Dokunma duyumu, gelişme için yeme içme kadar önemlidir. XIX' uncu yüzyılın
sonlarında ve XX' inci yüzyılın başlarında yetimhanelerde ölen çocukların oranı oldukça
yüksekti. O zamanki hekimlik, bebeğin sadece biyolojik beslenmesine, temiz çevrede
bulunmasına önem veriyor, fakat çocukların psikolojik ihtiyaçlarını düşünmüyordu. Yıllar
sonra yapılmaya başlanan araştırmalar, bebeklerin gıda yoksunluğundan değil, kucağa
alınıp sevilmemekten kaynaklanan, ruhsal kökenli hastalıklardan öldüklerini ortaya
çıkarmıştır. Batı ülkelerinde bugün, yetimhanelerde bebeğin günde birçok kez kucağa alınıp
sevilmesi, onunla konuşulması yöntemi uygulanıyor. Çocukların kucağa sık sık
alınmasıyla, ölüm oranında bir düşme olduğu gözlenmiştir.

Dokunma, bir insana en kısa yoldan "Sen benim için önemlisin, seni yalnız
bırakmayacağım," mesajını verir. Hiçbir söz, bu mesajı dokunma kadar etkili olarak ifade
edemez. Bir babanın çocuğunun başını şefkat1e okşaması, kızgın birkaç sözden sonra
sevgilinin sarılması, saatlerce açıklama ve anlatımlardan daha etkilidir.

Bir hafta süreyle günlük etkileşiminizi gözden geçirin ve şu sorulara cevap


vermeye çalışın: En sık kimlere dokunuyorsunuz? Bu kimseleri tanıdığınız diğer kimselerle
karşılaştırın, en çok kimlere yakınlık duyuyor ve seviyorsunuz? Dokunmak istediğiniz
halde dokunamadığınız kimseler var mı çevrenizde? Niçin dokunamıyorsunuz?
Çocukluğunuzda bol bol kucaklandığınızı anımsıyor musunuz?

3.3.4. Giysilerimiz

Askerlikte rütbeler, onu taşıyan kişinin askeri hiyerarşi içindeki yerini gösterir.
Askerlikteki bu sistemi katı bulanlar olabilir, ne var ki sivil yaşamda da, bu tür bir
hiyerarşik düzen, örtülü bir biçimde de olsa vardır. Giydiğimiz elbiseler hakkımızda bilgi
verir.

Her gün karşılaştığınız kişileri gözünüzün önüne getirin: Giyinişleri, onların

27
meslekleri, yada gelir durumları, sosyal mevkileri, politik tutumları, dindar olup
olmadıkları hakkında bir fikir vermiyor mu? 1980'lerden önce ideolojik ayırımlar üniversite
öğrencileri arasında o denli önem kazanmıştı, "sağcı" yada "solcu" öğrenciyi giyinişinden
ayırt edile biliyordu.

Giyiniş tarzının karşısındakileri nasıl etkilediğini incelemek isteyen bir Amerikalı


üniversite öğrencisi, iki farklı biçimde giyinerek otostop yapmıştır. Haftanın Pazartesi,
Çarşamba ve Cuma günleri hipi kılığında yola çıkmış ve eliyle işaret ederek otostop
yapmak istediğini belirtmiştir. Salı, Perşembe ve Cumartesi günleri ise, ütülü pantolon,
temiz gömlek, kravat ve boyalı ayakkabı giymiş ve yine aynı işaretleri yaparak, ayrı yerde
arabalara binmeye çalışmıştır. Görmüştür ki, hipi giysileri giydiği günlerde, kendisini ancak
hipi kılıklı olan ve genellikle eski araba kullananlar, özenli giyindiği günlerde ise, daha çok
lüks otomobil kullananlar ve iyi giyimli kimseler arabalarına almışlardır.

İş aramaya gidildiğinde yada işe alınmak için bir görüşme yapılması gerektiğinde,
karşıdaki kişinin olumlu bir biçimde etkilenmesi istenir ve giyime özen gösterilir. Ne var
ki, bugünün toplumu, giyiniş normları bakımından oldukça çeşitlilik göstermektedir. Öyle
ki, bazen hipi kılığıyla gezmek, toplumun belirli bir kesimindeki kişilerle daha çok sosyal
yakınlaşma olanakları sağlayabilir. Herhalde öğrenilmesi gereken, giyimin karşıdakini
etkilediğini bilmek ve bu etkinin toplumun hangi kesiminde nasıl olacağını önceden
bilinçli bir biçimde saptayabilmektir.

4. BİREYLERİN İLETİŞİM SORUNLARI VE İLETİŞİM BECERİLERİNİN


GELİŞTİRİLMESİ

"Tüm yaşam, bir iletişim - etkileşim olayıdır. "

İletişim, bireyin birtakım semboller kullanarak karşısındakini etkileme süreci olarak

Tanımlanabilir(1). Ailede, okulda ve iş yaşamındaki iletişim sorunlarına, ülkemizde son


yıllarda yapılan araştırmalarda sıkça karşılaşılmaktadır. Baymur ve Yeşilyaprak'ın,
yaptıkları araştırmalarda lise ve üniversite öğrencilerinin iletişim yeterlikleriyle ilgili
sorunların fazla olduğu görülmektedir. Bu sorunlardan bazıları; topluluk içinde
konuşamamak, karşı cinsle arkadaşlık etmekten çekinmek, ana-baba ile sorunlarını

28
tartışamamak... gibi. Voltanda, yaptığı gözlemler sonucunda lise öğrencilerinde aynı
sorunların bulunduğunu belirtmektedir (2,3).

Mooney'in üniversite öğrencileri üzerindeki çalışmasında, öğrencilerin çok


problemli olduğu alanlardan az problemli olduğu alana doğru şöyle bir sıralama
yapılmıştır(4). Birinci sırada üniversite ile ilgili problemler, ikinci sırada başkaları ile
iletişim kurmaya ait sorunlar, üçüncü sırada gelecekle ilgili sorunlar yer almıştır.

Çulha ve Dereli'nin yaptığı araştırmada, iletişim sorunlarının ülkemizde artma


eğilimi gösterdiği vurgulanmaktadır. İletişim sorunları olarak; duygu ve düşüncelerini
açıkça söyleyememek, rahat konuşamamak, yaş ve sosyal statü olarak daha büyüklerle
rahat konuşamamak, bir arkadaş grubuna girememek, karşıt cinsle arkadaş olamamak
belirtilmektedir(5).

4.1. İletişim Becerisi Yetersizliğinin Bazı Nedenleri

Çeşitli toplumlarda olduğu gibi Türk toplumunda da iletişim becerileri yetersiz


bireyler bulunmaktadır. İnsanların bir grubu aşırı derecede çekingen, bir kısmı ise fazlaca
saldırgandır. Çekingenlik ve saldırganlık özelliklerinin tam ortasında ise sağlıklı iletişimi
anlatan, atılganlık iletişim özelliği bulunmaktadır.Atılganlık kişilik özelliği ise "başkalarını
küçük görmeden, onların haklarını yadsımadan kişinin kendi haklarını koruyabilme yolu
olarak geliştirilen bir çeşit bireyler arası ilişkiler biçimi" olarak tanımlanır(6). Ülkemizde
iletişim yetersizliğinin yada atılganlık düzeyinin düşüklüğü ile ilgili çeşitli araştırmalar
yapılmıştır.

Oskay (1981) ve Köknel'in (1986) çalışmalarında; çocuk eğitiminde ailenin ve


çevrenin çocuğun yaşına ve gelişim çağına uygun olmayan beklentilerinin olması, ailenin
bu beklentilerinin gerçekleşmesi için aşırı baskı ve dayağa varan ceza ve şiddet
yöntemlerine sıklıkla başvurması, yetişkinler arasındaki iletişim bozukluğunun temel
nedenlerinden birisi olarak açıklanmaktadır(7,8).

Toplumumuzdaki iletişim sorunlarından bir bölümü de kuşak çatışması ve kuşaklar


arası anlayış farkının büyük boyutlara ulaşmasından kaynaklanmaktadır. Ülkemizdeki genç
kuşak, düşüncelerine saygı duyulmasını, düşüncelerini anlatma, tartışma fırsatının

29
kendilerine tanınmasını, toplumun kültür faaliyetlerine katılabilmeyi, sorunlarıyla
ilgilenmeyi, toplumdan soyutlanmamayı, kendi toplumuna yabancılaşmamayı ve
sorunlarına sahip çıkmayı istemektedirler(9).

Köknel(1986), kuşak çatışmasının temel nedenini genç ve yetişkin kuşak arasındaki,


karşılıklı olarak gönderilen iletilerin çözülüp anlaşılamamasından yani iletişim
kopukluğundan kaynaklandığını vurgulamaktadır. Köknel, ailenin ve çevrenin gençle kurup
sürdürdüğü iletişimde ve verilen iletilerde çelişmelerin olduğunu ortaya koyarak bunu şöyle
açıklamaktadır. Aile bu yandan gence, "büyüdüğünü", "kendi başına karar vermesinin,
sorumluluk yüklenmesinin gerekli olduğunu" anlatır, öte yandan "aklın ermez", "sen daha
çocuksun" denilerek tüm davranışları kısıtlanır. Bu çelişkiler gence de yansımakta ve onda
da çelişkiler oluşturmaktadır.Genç istediği zaman kendini "koca adam" olarak görmekte,
bütün sorunlarını çözecek güçte olduğunu sanmaktadır.İstemediği durumlarda "ben daha
çocuğum" aklım ermez düşüncesinden hareketle sorumluluktan kaçmaktadır (10).

Kasatura'ya(1991) göre; iki insanın birbirini anlamasını engelleyen en önemli


etkenlerden biri de, savunucu iletişimdir.Bu süreç bireyin, benlik bilincini koruma
ihtiyacından çıkmıştır. Bireyin kendini savunma özelliği arttıkça iletişimdeki verimin
düştüğünü, savunma azaldıkça iletinin anlamına ve yapısına daha çok dikkat edildiği
gözlenmiştir.

Birbirinden çekinen ve aralarında olumsuz bir değerlendirme bulunan bireylerin


etkili iletişim kurabilmeleri için öncelikle güven ortamının oluşturulmasının gerekli olduğu
ifade edilmiştir. Çevresindeki insanlarla başarılı iletişim kuran yetişkinlerin kişilik özelliği
incelendiğinde, kendilerine güven duyan, duygusal ve düşünsel yönden olgunlaşmış kişiler
olduğu gözlenmiştir. Bu kişilerin bebekliklerinden itibaren güven ve sevgi dolu bir ortamda
yaşadıkları görülmüştür. Ayrıca başarılı bir iletişimde duygudaşlık, saydamlık ve etkin
dinleme özelliklerinin bulunması gerektiği söylenmektedir. Duygudaşlık (empati),
karşısındaki insanın duygularını anlama yeteneği; Saydamlık, bir insanın rol yapmaması,
içi ile dışının bir olması; etkin dinleme ise, karşısındaki bireyin söylediklerini de çözerek,
onun dünyasına girilebildiğini ve anlaşıldığının karşıya iletilmesini anlatır(11).

Tuncer (1979), ana-baba tutumlarıyla, aile yapılarının çocuğun kişilik özellikleri

30
geliştirmelerine etkisini incelediği çalışmasında, farklı kültürel öğelerin egemen olduğu
farklı toplumlarda aile yapıları ve benimsenmiş eğitim yöntemlerindeki farklılıkların,
toplumdan topluma değişen özgün kişilik çizgilerinin ortaya çıktığını açıklamaktadır.

Ülkemizin de içinde bulunduğu Doğulu ülkelerde, girişken olmayan, geleneklere


bağlı, kararsız ve aile bağları güçlü, sınırlı davranışları etkin olan bireyler yetişirken;
Amerika ve Batılı ülkelerde özgürlüğüne düşkün, para ve başarıya önem veren, gelenek ve
soyluluğa bağlı olmayan, davranışlarını belli kurallara göre düzenlemeyen, aile bağları
zayıf bireylerin toplumda genellikle çoğunlukta olduğu belirtilmektedir(12).

Geleneksel Türk eğitiminde; ailede çocuğun korunduğunu, gözetildiğini, girişkenlik


ve merakın desteklenmediğini, çocuğun içinden geçenleri açıkça söylemesinin engellendiği
vurgulanarak; okul ortamında çocuğun sıkı bir denetime sokulduğu, öğretmenin otoritesini
benimseyen, kurallara uyan çocukların ödüllendirildiği çok sayıdaki araştırmaların ortak
bulgularıdır(13). Tuncer, ülkemizdeki çocuk yetiştirme yöntemindeki önemli sorunun,
bireyler arası ilişkileri bozmadan, aile bağlarını gevşetmeden; bağımsız, kararlı ve girişken
bireyler yetiştirmek olduğunu belirtmektedir.

4.1.1. İletişim Becerilerinin Geliştirilmesi

Daha sonra yapılacak olan davranışın önceden denenmesi yada prova edilmesi
yöntemini geliştiren Friedman, Wolpe, Lazarus, Liberman, Baker, Fiedler ve Beach (1966,
1978) gibi araştırmacılar atılganlık eğitimi yöntemini geliştirmişlerdir. Bu yöntem
danışanın o davranışı kaygılanmadan yapabilmesini, uygulama sırasında kendine güveninin
artacağını, danışanın durumunun kötüye gitmeyeceğini öğrenmesini sağlar. Bu tür
atılganlık eğitimiyle, çok çekingen ve saldırgan davranışları yüzünden bireyler arası
iletişim sorunları bulunan kişilere yardım edilebileceği söylenmiştir (14).

Morgan ve Leung (1979), kendilerini yetersiz olarak kabul eden fiziksel özürlü
üniversite öğrencileri üzerinde atılganlık eğitiminin etkilerini incelemişlerdir. 18-40 yaşları
arasında 9 bayan 5 erkek olmak üzere 14 denek üzerinde çalışılmıştır. Deneysel araştırmada
ön-test, son-test kontrol grup modelinden yararlanılmıştır.

Atılganlık eğitimi gören ve görmeyen denekler karşılaştırıldığında sosyal etkileşim

31
becerileri, benlik ve benlik saygısı düzeyi ile kendilerini yetersiz olarak kabul eden
atılganlık eğitimi verilen bireylerin sayıca arttığı denencelerin analizinden anlaşılmıştır.
Çalışmada fiziksel özürlü üniversite öğrencilerinin yeteneksizliğinin kabulünün gelişiminde
atılganlık eğitiminin etkili olabileceğini ortaya koymuştur(15).

Voltan (I 980), üniversite öğrencilerinin atılganlık kişilik özelliği düzeyinin


yükseltilip yükseltilemeyeceğini incelemek amacıyla deneysel bir çalışma yapmıştır.
Atılganlık kişilik özelliğini, bireyin kaygı dışındaki olumlu ve olumsuz duygularını, birey
yada bireylere en etkili şekilde iletebilme, karşısındaki kişinin hakkına saygı göstererek
kendi hakkını koruyabilme nitelikleri olarak tanımlanmıştır(16). Bu nedenle atılgan bireyin
kurduğu iletişimin sonucunda daha sağlıklı bir uyum içerisinde olacağı söylenebilir.

Voltan, sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerden ve kırsal kesimden gelen 17- 19


yaşları arasındaki gönüllü 60 öğrenci üzerinde atılganlık eğitimi programı uygulamıştır.
Atılganlık eğitimi sonunda deney grubundaki öğrencilerin Rathus Atılganlık Envanterinden
aldıkları puanların ortalaması kontrol grubundan anlamlı düzeyde yüksek çıkmıştır(17).

Akkök (1996), ilköğretim öğrencilerinin ev ortamından çıkıp, okul ortamına


girdiklerinde onlardan yeni davranış biçimleri geliştirmeleri beklenildiğini belirterek,
bunun sonunda çocukların; kendilerine güvenleri olan, kendilerini düzgün ve güzel ifade
edebilen ve kişiler arası ilişkilerde başarılı bireyler olarak gelişmelerinin, sağlanabileceğini
açıklamıştır. İlköğretim öğrencilerine kazandırılacak beceriler aşağıdaki gibi gruplanmıştır.
İlk kazandırılacak beceriler; dinleme, konuşmayı başlatma, konuşmayı sürdürme, soru
sorma, teşekkür etme, kendini tanıtma, başkalarını tanıtma, iltifat etme, yardım isteme, bir
gruba katılma, yönerge verme, yönergelere uyma, özür dileme ve ikna etmedir. Grupla bir
iş yürütme becerileri arasında başkalarının görüşlerini anlamaya çalışma; duygulara yönelik
beceriler grubunda ise kendi duygularını anlama, duygularını ifade etme, başkalarının
duygularını anlama, karşı tarafın kızgınlığı ile başa çıkma, sevgiyi-iyi duyguları-ifade etme,
korku ile başa çıkma ve kendini ödüllendirme iletişim yeterlikleri arasında sayılabilir.
Saldırgan davranışlar ile başa çıkmaya yönelik beceriler; arasında ise izin isteme, paylaşma,
başkalarına yardım etme, uzlaşma, kızgınlığı kontrol etme, hakkını koruma ve savunma,
alay etmeyle başa çıkma, kavgadan uzak durma, yer almıştır. Stres durumlarıyla başa

32
çıkmayla ilgili beceriler arasında ise; başarısız olunan bir durumla başa çıkma, grup
baskısıyla başa çıkma, utanılan bir durumla başa çıkma, yalnız bırakılma ile başa çıkma
sayılabilir (18).

Görüldüğü gibi, ilköğretim öğrencilerine kazandırılacak becerilerin büyük


bölümünü iletişim becerileri oluşturmaktadır. Ayrıca bu çalışmada her becerinin nasıl
kazandırılacağı ile ilgili çok sayıda etkinlik bulunmaktadır.

Baltaş ve Baltaş(1997), daha iyi insan ilişkileri ve daha iyi iletişim kurabilmek için
bedenin iyi kullanılmasının yanında, bireyin "duygusal olgunluğa" ulaşmasının gereğini
açıklamaktadırlar. Duygusal olgunluk, bireyin kendi duygularını anlaması ve yaşam
düzeyini yükseltebilecek yönde düzenlemesi, başkalarının duyguları için empati göstermesi
biçiminde tanımlanmıştır. Coleman; duygusal olgunluk kavramı yerine, kendinin farkında
olma (self awareness) ve ertelenmiş haz (delayed gratification) kavramlarını kullanmıştır.
Bu iki kavramın oluşturduğu beceriye bireyin sahip oluş derecesine göre, hayattaki
başarısının artacağı belirtilerek; bu özelliğe "duygusal akıl" adı verilmiştir. Daha sonra bu
kavram "duygusal zeka" olarak ifade edilmiştir. Bu kavram bireyin kendi duygularının
farkında olması biçiminde tanımlanmıştır(19).

Sorias (1986), toplumsal ruh sağlığının hedefi olarak, bireyin temel ihtiyaçlarını
karşılayan ve yaşamını sürdürmesini sağlayan sosyal ilişkilerin güçlendirilmesini
belirtmektedir. Ruh sağlığı üzerinde son yıllarda yapılan çalışmaların
girişkenlik(atılgan1ık) düzeyinin yüksekliğinin ruh sağlığını korumaya yarayan destek
sistemi olarak görev yaptığı, stres durumlarında fiziksel ve ruhsal çözüntüyü azaltabileceği
ifade edilmiştir.

Sorias; Brady, Eisler, Miller ve Person'dan da yararlanarak bireyler arası doyum


verici iletişim biçimi olan anlatımcılık (expresiveness) ile atılganlığı içine alan sosyal
becerinin yararlarını bireyin olumsuz yada olumlu duygularını ilişki içinde olduğu birey
yada bireylere anlatabilmesini, kendi haklarını savunabilmesini, kendisine ters gelen
istekleri geri çevirebilmesini, gerektiğinde başkalarından yardım isteyebilmesinin
kolaylaştırılması şeklinde özetlemiştir.

33
Davranış modifikasyonu ilkelerine dayanan sosyal beceri yada girişkenlik
eğitiminin psikiyatrik bozukluğu olmayan bireylerin diğer insanlarla ilişkilerinin daha
doyum verici olmasını sağlamak, karşılarına çıkan fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek,
depresyon, mental gerilik, şizofreni ve kişilik bozuklukları tedavisinde yararlı olabilecek bir
yöntem olarak gösterilmiştir (20).

4.1.2. Tartışma ve Yorum

Geleneksel tarım kültüründen, modern sanayi toplumunun kültürüne geçişin


sancılarının yaşandığı ülkemizde yeterli iletişim becerilerine sahip bireylerin yetiştirilmesi
toplum ve birey açısından istenen ve beklenen bir olgudur.

Toplumumuzun sahip olduğu geleneksel kültürel öğeler, otoriter ana-baba tutumu,


baskıcı çocuk yetiştirme yöntemleri, hızlı sosyal ve kültürel değişme gibi nedenlerin
bireyler arası iletişimde çeşitli sorunlar çıkardığı söylenebilir. Bu sorunlar ise bireyin
uyumunu olumsuz yönde etkilemektedir. Geleneksel Türk eğitiminde; ailede çocuğun
korunduğunu, gözetildiğini, girişkenlik ve merakın desteklenmediğini, çocuğun içinden
geçenleri açıkça söylemesinin engellendiği vurgulanarak; okul ortamında çocuğun sıkı bir
denetime sokulduğu, öğretmenin otoritesini benimseyen, kurallara uyan çocukların
ödüllendirildiği çeşitli araştırmaların ortak bulgularıdır.

4.2. Çocuklarınızla Etkili İletişim

Çocuklarla iyi bir iletişim kurabilmek, anne-babalar için önemli bir beceridir.
Çocukları ile etkili bir iletişim ve pozitif bir ilişki kurabilen anne-babalar, anne-baba
olmaktan daha fazla keyif alabilirler. Genç yada çocuk, her aşta anne-babaları ile iyi ilişki
içinde olan bireylerin kendilerine güven duyguları gelişir, kişiler arası ilişkilerde karşılıklı
saygı duymayı öğrenirler.

Çocuklarla iyi iletişim kurmak her zaman kolayca ulaşılabilen bir hedef değildir.
Çocuklar ve anne-babaların iletişim kurma biçimleri birbirinden farklıdır. Öte yandan
iletişimin etkili olabilmesi ortama da bağlıdır. İyi bir iletişim için anne ve babalar sakin ve
huzurlu bir ortam hazırlamalıdırlar.

Bu sayfa çocuğunuzla etkili iletişim kurabilmeniz için bazı öneriler içeriyor:

34
• Çocuğunuzu dikkatli ve nazik bir şekilde dinleyin.

• Çocuğunuz konuşurken sözünü kesmeyin.

• Çocuğunuz konuşurken vereceğiniz cevabı hazırlamakla meşgul olmayın.

• Çocuğunuz konuşmasını bitirip sizden cevap isteyene kadar, düşüncenizi


söylemeyi erteleyin.

• Çocuğunuzun, ihtiyacı olduğunda onun yanında olacağınızı bilmesine izin verin.

• Çocuğunuz sizinle konuşmak istediğinde gazetenizi bırakın, televizyonu kapatın


ve dinlemeye hazır olun.

• Çocuğunuz size önemli bir şey anlatmaya çalışırken telefon konuşması


yapmaktan kaçının.

• Başkalarının yanında çocuğunuzu eleştirmeniz yada uyarmanız, çocuğunuzun


size gücenmesine ve kızgınlık duygularına neden olabilir ve size olan güven
duygusunu zedeleyebilir. Çocuğunuzla konuşurken, gerekmiyorsa başkalarını
konuşmanıza katmayın ve mümkün olduğunca çocuğunuzla yalnızken konuşun.

• Çocuğunuzla konuşurken fiziksel olarak onunla aynı seviyede olmaya dikkat


edin, tepesinden bakmak yerine eğilin ve göz hizasında iken onunla konuşun.

• Eğer, çocuğunuza kızgınsanız, onunla konuşmak için sakinleşmeyi bekleyin.


Aksi halde objektif olamayabilirsiniz.

• Çok yorgun olduğunuz zamanlarda çocuğunuzu aktif bir şekilde dinlemeniz


zorlaşacaktır. Bu nedenle çocuğunuzla konuşmak için yorgun olmadığınız
zamanları seçmeye özen gösterin.

• "Neden öyle olduğunu yada neden öyle davrandığını" sormak yerine "Ne
olduğunu" sorun.

• "Ben sözümü bitirdikten sonra konuşacaksın, senin için en iyisinin ne olduğunu


biliyorum, sadece söylediğimi yap" gibi cümleleri azaltmaya çalışın, bu tür
konuşma biçimi açık iletişimi engeller ve daha sonra çocuğunuzun sizinle açık

35
iletişim kurma olasılığını azaltabilir.

• Hakaret içiren yada aşağılayıcı sözcükler kullanmayın.

• Konunun çözümü için, çocuğunuzun adım adım bazı tedbirler planlamasına


yardım ve öncülük edin.

• Yaptıklarıyla ya da yapmadıklarıyla onu yargılamayın. Çocuğunuza, onu olduğu


gibi kabul ettiğinizi gösterin.

4.3. Dinlemenin 20 Altın Kuralı

Ege Üniversitesi (EÜ) İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü Başkan
Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Durmaz, yaptığı yazılı açıklamada, "Ülkemizde bir yönetim
sorunu yaşanıyor. Buna, yönetimin iletişimsizlik sorunu da diyebiliriz. Kişiler arası
iletişimde, iletişim kurulabilmesine olanak tanıyan bazı unsurlar vardır. Bunların ilki
dinlemedir. Biz ne yazık ki dinlemeyi bilmiyoruz" görüşüne yer verdi.

Dinlemeyi, "fiziksel, duygusal ve entelektüel girdileri bir anlam anlayışı ile


bütünleştiren süreç" olarak tanımlayan Prof. Dr. Durmaz, sağlıklı iletişimin diğer
unsurlarının ise ifade netliği ve benlik olduğunu kaydetti. Prof. Dr. Durmaz, karşılıklı
iletişimin sağlıklı olarak kurulabilmesi için, kişinin kendisine güvenmesi gerektiğinin altını
çizdi.

Yöneten-yönetilen ilişkisinde, yönetilenin sürekli şikayet ettiğini açıklayan Prof. Dr.


Durmaz, "Yönetenler de yönettiklerini ezmeye çalışıyor, o makama geçtiğinde her şeyi
unutuyor. Yönetici gücünü makamından, lider ise gücünü yeteneğinden alır. O makama
birtakım yetkiler verilmiştir. Önemli olan o yetkileri doğru olarak kullanabilmektir"
ifadelerini kullandı.

Ekonominin kuralları olan bir bilim, politikanın ise sanat olduğunu belirten Prof.
Dr. Durmaz, şunları kaydetti: "Politika ile bilimi birbiriyle bağdaştıramazsınız. Ekonomik
kaideler kendi kendini oluşturur. Arz-talep dengesi kendi kendine işleyen bir
mekanizmadır. Biz bunu politikayla karşılaştırarak yozlaştırıyoruz. İnsanlar arasındaki
iletişimsizlik, yaşanan ekonomik istikrarsızlıkların temelini oluşturuyor".

36
Prof. Dr. Mustafa Durmaz dinlemenin 20 altın kuralını ise şöyle sıraladı:

"Dinlemeyi iste, iyi bir dinleyici gibi davran, anlamak için dinle, tepki koy,
konuşma, konuşan insanın duygularını anla, sorular sor, dikkatini konuşana yönelt,
konuşanın yüzüne bak, gülümse, duygularını işe karıştırma, dikkatini dağıtan şeylerden
kaçın, temel noktaları kavra, iletişim sağlanması için sorumluluğu onunla paylaş, fikirlere
tepki göster, kişilere değil, kafanın içinde onunla münakaşa etme, kendinle ilgili düşünme,
konuşanı sinirlendirme, acele yargılardan kaçın, dinlemeyi eğ1enceli bir iş olarak gör."

37

You might also like