You are on page 1of 26

sayı 2, temmuz 2001

*VE BAKUNĠN LĠMONU YARATTI!


7 Temmuz, 2001

Biliyorsunuz Ankara sokakları memurların eylemleriyle hareketlendi


yeniden...
ġu gözyaĢartıcı bomba ne illet ĢeymiĢ be!
KardeĢiniz gaza gelip ön saflarda polis barikatını yarmaya çalıĢan
memurların arasındaydı; 20-30 kiĢi panzerlerin arasından kaykılıp
geçmiĢtik ki gözyaĢartıcı bombayla "felç edildik"... 5-10 dakka
öksürmekten, ağlamaktan boğazımız söküldü gözlerimiz kızardı-ağzımıza
doladığımız bezler hiçbi iĢe yaramadı-neyse ki "limon" diye biĢiy var -polis
gözyaĢartıcı bomba fırlatıyo- biz farklı yönlerde topluca ilerliyoz. 2 saate
yakin bir zaman mücadele ettik. Çok fazla sayıda gözaltı olduğunu
sanmıyorum ama yoldaĢlarımızdan birinin gözaltına alındığı haberini aldım
az önce (sendikadan-anarĢik). Kaç yaralı olduğunu bilmiyorum ama Star'ın
sayfasına göre 18 kiĢi diyo -ancak o saatlerde Kızılay'da bulunan herkes
gazdan etkilendi bi Ģekilde.

Ve tanrı limonu yarattı! Limon olmasaydı bu kadar direnip 1.5-2 saat


boyunca Sakarya'dan MithatpaĢa'ya, Sihhiye tarafından Necatibey'e,
Kızılay'ı tavaf edip polisle köĢe kapmaca oynamayazdık. Yine de pek
hazırlıklı değildik aslında -gözyaĢartıcı bomba atan 5 domuz falan vardı bi
ara ön saflarda ve toplu bir saldırı Ģansı bile yakalanabilirdi zorlasaydık
(gerçi onların arkasindan gelen onlarca polisi de gözardı etmemek lazım).
Ama herĢeye rağmen bence umut verici bir eylemdi...
Bu arada eylemde (ĢaĢıracaksınız ama) ön saflarda 20 kadar anarĢist de
yer aldı (ki bunun 10 kadarı sendika üyesi)-dikkate değer bir sayi!

15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü kutlandı!

Bu yıl, 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü, Ankara'da, Ankara


anarĢistleri ve Arkabahçe grubu tarafından ĠAMĠ (Ġstanbul Anti-Militarist
Ġnisiyatifi) ve ĠSKD'nin (Ġzmir SavaĢ KarĢıtları Derneği) maddi ve manevi
desteğiyle 11-13 Mayıs arasında gerçekleĢtirilen etkinliklerle kutlandı.
Etkinlikler, basına ve kamuoyuna çok geniĢ duyuru yapılmamasına rağmen
Cumhuriyet gazetesinde haber ve röportaj olarak yer aldı.

Ankara'da böylesi bir etkinlik ilk defa düzenleniyordu -bu biz Ankaralılar
açısından yararlı bir deneyim oldu. En azından "kendi baĢımıza" bir
Ģeylerin altından kalkabileceğimizi görmüĢ olduk.
Etkinliklere Ankaralılar dıĢında Ġstanbul: ĠAMĠ'den beĢ, mecmuA'dan dört;
Ġzmir: ĠSKD ve An-Fem'den beĢ arkadaĢ katıldı. Cuma akĢamı film
gösterimi yapıldı -anti-militarist kısa filmler dıĢında Ġstanbul'dan gelen
arkadaĢlar son anda yetiĢip henüz "tamamladıkları" "Ret: 1111" adlı
belgesel filmi gösterme Ģansı buldular.

Cumartesi Kaos Kültür'de cinsiyetçilik ve militarizm konulu bir panel-


söyleĢi gerçekleĢtirildi. Ġzmir'den Hilal ve AyĢegül, Ankara'dan Mehmet,
Kaos GL'den Murat dıĢında diğer arkadaĢlar da yüz yüze tartıĢma-
konuĢmanın sağlanmaya çalıĢıldığı bir ortamda konuĢma rahatlığı buldular
(içinde davrandılar).

Sonrasında Anıtpark'ta altı grubun katılımıyla bir açık hava konseri


düzenlendi. Zaman zaman Ģiddetlenen yağmur konseri planladığımız
Ģekilde gerçekleĢtirmemizi engellese de en azından "baĢlangıç" yapabildik
-böylece bizim kararımıza göre mesailerini bitirmeyi planlayan 100 kadar
polisi de hayal kırıklığına uğratmıĢ olduk. Parka gelen "bilinçli" izleyiciler
ve "yöre halkı"yla birlikte 300'e yakın bir seyirci kitlesinin bulunduğu
konser Sokak Köpekleri
müziğini bitirmeden önce (1 saat kadar bir zaman içinde) yine
yağmur nedeniyle sonlandırıldı. Yine de ısrarlıydık, "reddet diren hayır de!"
sloganları arasında yağmur altında halay çekmeden de
edemedik. Bu arada aynı gruplarla baĢka bir tarihte benzeri bir konser
yapma düĢüncemiz de saklı kaldı.

Pazar günü, Genel-ĠĢ salonunda düzenlediğimiz "yasal izne tabi" panel için
ayrılmıĢtı. Panelin konukları arasında bulunan tutsak babası bir avukat, bir
tutsak yakını ve Ankara Tabipler Odası'ndan doktor arkadaĢ Çağrı, F tipi
hücreler mücadelesi -ölüm oruçları sürecini ve devletin militarist
müdahalesini anlattılar. Teknik olanaksızlıklara rağmen "F" adlı kısa film
gösterimi yapıldı. Diğer bölümlerdeyse sırasıyla, New Jersey'den gelen
Vietnam gazisi Greg Paton Vietnam'daki kendi deneyimlerini ve anti-
militarist olma sürecini, Uğur (Yorulmaz) vicdani ret açıklaması
bağlamında kendi yaĢamsal sürecini anlattı; Ankara'dan Gülsüm TGRT'de
yayınlanan "Mehmetçik programı" konusunda yaptığı görsel çalıĢmayı
tanıttı ve karĢılıklı soru-cevap kısmından sonra panel sona erdi. Bu panelin
cumartesi düzenlenen panelden farkı (yasal izin alınmıĢ olması nedeniyle)
birkaç polis eĢliğinde ve klasik panel tarzında yürütülmek zorunda
kalınmasıydı. 13 Mayıs akĢamı bir genel değerlendirme yapıldı. Genel
olarak etkinliklerin baĢarılı olduğu ancak duyuru konusunda eksikliklerimiz
olduğu anlaĢılıyordu. Özellikle konseri duyurma konusunda daha çok
çabaya gerek vardı belki, ancak aynı gün yağan yağmur ve benzeri baĢka
konser ve etkinliklerin de olması "tanıdık-bildik" insanlar dıĢında katılımın
sınırlı kalmasının temel nedeniydi. Ayrıca bu yıl ilk kez anti-militarizm
tartıĢmalarında "vicdani ret" kavramının dıĢına çıkılabilmesi (özellikle F tipi
hücrelere devlet müdahalesi konusunda) ve Kaos'taki etkinlikle birlikte
eĢcinsel arkadaĢların da bu etkinliğe katılmasının önemi vurgulandı.
Çoğumuzun aklından geçense, Ankara'dan bir vicdani retçinin çıkmasıydı..

Karadeniz bölgesindeki anarĢistlere ve anti-otoriterlere yönelik bir


toplantı önerisi

Bizler, Otonom Eylem giriĢimi olarak 24-26 Ağustos'ta Sovyet pembe dizi
edebiyatının geleneksel mekanlarından birisi olan Soçi kentinde
düzenleyeceğimiz konferansın bir parçası olarak, Karadeniz bölgesindeki
anarĢistler ve anti-otoriterlerle birlikte bir toplantı örgütlemeyi
öneriyoruz. Otonom Eylem, 20 civarında Rus kentindeki aktif grup ve
bağlantılardan oluĢan özgürlükçü komünist bir federasyondur.
Konferansımız "Karadeniz'in temizlenmesi için BarıĢ Kervanı"nın Soçi'nin
200 km.
kuzeyindeki Novorossisk'te bitiminden 9 gün sonra baslayacak. Bu 9
günlük boĢluk kuĢkusuz her iki olayla birden ilgilenmek isteyenler
açısından birazcık uygunsuz olabilir, ancak bu tarihler arasında kalan
zamanda da tanıĢacak insanlar ve görülecek yerler bulunacağından
eminiz.

Konferansın amacı örgütlenme sürecini geliĢtirmek ve ortak eylemlilikler


planlamak olacak. Halen tartıĢacak bir dolu sorunumuz var ve bu nedenle
ne yazik ki uluslararası tartıĢmalar için yalnızca yarım gün ayirabileceğiz.
Bundan dolayı bir konferans değil sadece bir toplantı öneriyoruz. KuĢkusuz
gelen herkes için diğer tartıĢmalara katılım da açık olacak, konferans
programının dıĢında kalan etkinlik ve tartıĢmalarin da açık oldugu gibi. Söz
konusu yarım gün (5 saat) konferans günlerinin herhangi birisinde olabilir,
bunun için önerilere açığız.

Son 15 yıl Karadeniz kıyısındaki neredeyse bütün ülkelerde (Rusya,


Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna) anarĢist ve anti-otoriter
hareketin yeniden doğuĢuna veya ortaya çıkıĢına tanıklık etti. Birbirimiz
hakkında zaman zaman internet üzerinden ya da anglo-amerikan
yayınlardan bir Ģeyler okuduk, ancak doğrudan iliĢkiler neredeyse
bütünüyle eksik kaldı. Tüm bu ülkeler halen aynı yapısal uyum
programlarıyla yüzyüze bulunuyor ve yine tüm bu ülkeler petrol nakliye
rotalariyla ilgili aynı uluslararası oyunun içinde yer alıyorlar.

Petrol taĢımacılığına iliĢkin benzeri jeopolitik çıkarlar Kosova, Çeçenistan


ve Kürdistan'daki savaĢlarda önemli bir rol oynuyor. Bir sürüsü arasından
sadece bir örnek vermek gerekirse Rus anarĢistleri ve radikal
ekolojistlerinin halen inĢaat halinde olan Kazakistan-Karadeniz CPC boru
hattına karĢı kaybettiği mücadeleden söz edilebilir -kısa bir süre sonra
Novorossisk'ten yola çikan petrol tankerleri halen kapasitesinin üzerinde
bir trafiğe sahip olan Ġstanbul Boğazı'ndan geçecek, ardından da
uluslararasi kapitalist sinif için daha büyük önceliğe sahip bulunan fırtınalı
Balkanlar yoluyla (kontrolünde) boru hatti tamamlanacak.
Bu öneriyle ilgili düĢüncelerinizi öğrenmek istiyoruz ve eger bunun iyi bir
fikir olduğuna inanıyorsanız buna iliĢkin planlarınızı bekliyoruz. Söylemek
bile gereksiz; AnarĢi-grubuyla bağlantısı olan grup ve bireyler,
anarĢistlere karĢı Ģiddet kullanımına iliĢkin açık bir tutum takınmadıkları
sürece toplantıya kabul edilmeyecek.

Ne yazik ki, bu konuyla ilgili iletiĢimimizi sağlayanların bir çoğuna yaz


aylarında ulaĢamayacağız ancak yine de bu giriĢime iliĢkin tartıĢmanın
ilerleyeceğini ve dil sorunlarinin çözüleceğini düĢünüyoruz. Eğer bunun
denemeye değer bir giriĢim olduğunu düĢünüyorsanız bizimle iletiĢime
geçin;
Krasnodar kentinde: <fak-kr@mail.ru>
Novorossisk kentinde:<ger2@mail.ru>

Otonom Eylem Projesi

Cezaevleri

Cezaevlerini incelerken sorunun temel kaynağına inmemiz gerekir. Aksi


takdirde, buzdağının ancak görünen yüzüyle uğraĢmıĢ oluruz. Cezaevleri
suçluları toplumdan soyutlamak maksadıyla inĢa edilmiĢ, özel güvenlik
önlemleri (duvarlar, çelik kapılar, silahlı kolluk kuvvetleri, vb.) ile korunan,
kelimenin tam anlamı ile kaledirler. Sanırım bu bir cezaevi tanımı için
yeterlidir. Ancak açıklanması gereken bu cezaevlerinin neden yapıldığı
değil, "suçun" ne olduğudur. Eğer suçun karĢılığını bulursak, cezaevlerinin
de ortaya çıkıĢ amacını tamamen çözmüĢ oluruz.
Avcılık ve toplayıcılık döneminden sonra yerleĢik düzene geçilmesi ve
toprakların tarım alanı olarak çitle çevrilmesi, suçun baĢlangını ortaya
çıkarmıĢtır. Atalarımız özel mülkiyete geçerek, çağdaĢ anlamda "suçun"
temellerini atmıĢlardır. Bir tarafda tahıl vs. gibi metalar birikirken, öteki
tarafta henüz yerleĢik düzene geçmemiĢ, ya da daha geç geçmiĢ olan ilkel
insanlar ihtiyaçlarını avcılık-toplayıcık döneminde olduğu gibi
gidermiĢlerdir; doğada varolanları istençlerine göre kullanmıĢlardır. Ancak
doğanın insan türünün tüm ihtiyaçlarını karĢılayamadığı dönemlerde
(nüfus artıĢı, kıtlık gibi) ilkel insanlar gerekli ihtiyaçlarını, yerleĢik düzende
yaĢayan türdeĢlerinden almıĢlar, "çalmıĢlardır". Meta sahipleri kendi aile-
klan üyeleri ile birlikte önceleri bu suçluları öldürmüĢtür. Sonraki
dönemlerde esir almıĢ, çağdaĢ asalağın yani "devlet"in ortaya çıkıĢıyla
hapishanelere doldurmuĢlardır.
Tabii yukarıda yazdıklarımın çoğu varsayımdır, ancak kropotkinin "karĢılıklı
yardımlaĢma" kitabında bunu destekleyen veriler bulunur. Suçun ortaya
çıkıĢını herhalde en iyi karĢılayan cümle "mülkiyet hırsızlıktır". Önceleri
zorunluluktan ortaya çıkan "suç", sonraki dönemlerde çeĢitlilik
kazanmıĢtır. Devlete olan aidiyetlerini yerine getirmemek "suç" kavramına
eklenmiĢtir. Bunun yanısıra zorunlu ordu hizmetlerini yerine getirmeyen
bireyler, devletin manevi bütünlüğünü eleĢtirenler veya kendilerince daha
iyi bir sistem arzulayanların çoğu cezaevlerine kapatılmıĢlardır.
Cezaevlerinin diğer bir amacı da bireylerin maddi tecritlerine manevi bir
tecrit eklemek, bireyin kendine ait doğrularını silmektir. Bu sebepten
dolayı cezaevlerinin olduğu yerlerde cezaevi isyanları kaçınılmazdır.
Almanya'da RAF, Kuzey Ġrlanda'da ĠRA vs. bunun dünya üzerindeki pekçok
örneklerinden yanlızca ikisidir.
Cezaevlerinde isyan; sayım vermemek, koğuĢların iĢgali, açlık grevi, ölüm
orucu (benim bilmediklerim de mutlaka vardır) gibi eylemlerle yapılır. Kimi
zaman devletleri geri adım atmaya zorlayan bu direniĢlerin önüne
geçebilmek amacıyla dünyanın pekçok yerinde yeni tipte bir cezaevi
modeline geçildi. Bizdekinin adı F(aĢizm) Tipi cezaevidir. F Tipi cezaevinin
amacı bireyleri atomize hale getirmek ve onları bu Ģekilde daha kolay
sindirmektir. Daha önce uygulanan koğuĢ sisteminin de bir takım yan
etkileri vardı. Örgütlerin kendilerinden olmayan muhaliflere karĢı tavırları
ortadadır. (Bunları buraya yazmak biraz ihbarcılık olacağı için örnek
vermiyorum).
Bu iki farklı cezaevi modeli arasında bir tercih yapmak biz anarĢistlere
göre değildir. Ne için, hangi ad ve amaçla olursa olsun cezaevleri
yıkılmalıdır. Bu nihai hedefimizdir, bugün için ise uğraĢmamız gereken iĢler
vardır.
DerviĢ Orhan, bu isme dair baĢlangıçta öğrenebildiklerimiz son derece
kısıtlı ve kesinlik taĢımaktan uzaktı (Mersin ĠHD'nin bilgi vermemesi
nedeniyle). Orhan ailesi ile yaptığımız görüĢme sonunda edindiğimiz son
bilgiler Ģunlardır. DerviĢ Orhan 1990'da PKK'den yakalandı, Mersin
bölgesinde PKK'nin yaptığı pekçok eylemi kabullendi. Müebbet hapis
cezasına çarptırıldı. Yakalandığı 90 yılından 95 yılına kadar PKK'li olarak
kaldı, 95 senesinden beri kendisini anarĢist olarak tanımlıyor (hala
tamamlaması gereken 26 yıl hapis cezası söz konusu).
DerviĢ Orhan'ı bizim için önemli kılansa 29.6.2001 tarihine kadar
sürdürdüğü ölüm orucu eylemidir. Toplam 125 gün devam ettiği eylemi
(50. günde 5 günlük bir ara vermiĢti) bıraktığında ise halen talepleri kabul
edilmemiĢti. 17 Temmuz'da yeniden baĢladı. Kendisinin ilettiği notta
açıkladığı talepleri Ģunlardır:

1) Yeni tutuklanip gelenlerin askerler tarafindan


çirilçiplak soyulup dayak atilmasi gibi onur kirici
baski ve dayatmalara son verilmesi

2) Tecrit ve izolasyonun kaldirilmasi, diger


koguslarda bulunan arkadaslarimizla biraraya gelmek
için kapilarin açik tutulmasi, kütüphane ve sportif
mekanlardan yararlanmamizin saglanmasi

3) Basta el konulan kitap, dergi, mektup ve


yazilarimizin geri verilmesi, adimiza gelen her türlü
kitap ve dergilerin verilmesi, basin-yayin konusundaki
kisitlamalarin kaldirilmasi

4) Posta islemleri (mektup, koli vb.) konusundaki


kisitlamalarin kaldirilmasi, gönderilenlerin
adreslerine ulasmalarinin saglanmasi ve gelenlerin
verilmesi

5) Görüsün günboyu olmasi, görüsümüze gelen


ziyaretçilerimize soyad sinirlamasinin kaldirilmasi,
onur kirici temelde aramalarin yapilmamasi

6) Mahkeme ve hastane gidis-gelislerdeki onur kirici


temelde arama vb. dayatmalarin yapilmamasi

7) Alinan tüm esyalarin geri verilmesi

8) Tüp, ocak, firin vb. verilmesi, ziyaretçilerimizin


getirdigi yiyecek ve giyeceklerin alinmasi ve
kisitlama yapilmamasi

9) Radyo, daktilo, buzdolabi vb. verilmesi

10) Kantin ihtiyaçlarimizin karsilanmasi için


kendimizin gidip görmemize olanak saglanmasi, bu durum
haftada en az iki defa olmasi

11) Günde üç ögün yarim saat sicak suyun akmasi, kogus


temizliginde kullandigimiz temizlik maddelerinin her
ay bir defa olmak üzere idare tarafindan karsilanmasi

12) Elektrik parasi adi altinda haraç isteminden


vazgeçilmesi

13) Koguslarda bir çok eksik görülen ve onarilmasi


gereken yerlerin ve esyalarin tamirlerinin yapilmasi

Not: Diger hareketlerin, fazladan DGM'ler kaldirilsin,


TMY kaldirilsin, Kürt sorununa demokratik bir çözüm
bulunsun temelinde talepleri var. Kendi açimdan bu tür
taleplere katilmayi dogru bulmadim. Çünkü, siyasal
temelde eger bir talep ortaya koyacaksam, bunun ancak
devletin tümden ortadan kaldirilmasi olabilirdi,
kuskusuz bunu da onlardan isteyecek degilim. Bundan
dolayi özgülünde somut taleplerde bulunuyorum.

(Dervis Orhan, Mersin E tipi Kapali Cezaevi, B/6 Kogusu)

DerviĢ'in yaptığı bu bireysel eylem biçimi, tarihte anarĢistlerin içinde


düĢtükleri yanılgılarla bir benzerlik taĢıyor. Kolektif üretimi kotaramama,
yanlızlaĢma, düĢman olarak tanımladığı kiĢi ya da kurumlardan doğrudan
hesap sorma vb. Ģeyler bireysel eylem biçimlerinin ortaya çıkmasına yol
açar. DerviĢ'in anlaması gereken Ģudur, bize ölü kahramanlar değil
yaĢayan yoldaĢlar gerekli.
Diğer yandan kendisini anarĢist olarak tanımlayan birey ve bireyciklerin
hataları yok mudur? Bizlerin bu süreçte yaptığı belli baĢlı hatalar Ģunlardır;
cezaevleri ile ilgilenen kiĢiler, guruplar tutuklu bulunan otoriter
sosyalistlerle iletiĢime geçtiler, aynı çabayı anarĢist mahkumlar için
göstermediler. Temelde yatan hata ise, kurumsallaĢmanın hiyerarĢi ve
otorite doğurabileceği düĢüncesiyle, cezaevlerinde yatan anarĢist
tutuklularla ilgilenmek için bir oluĢum baĢlatamamızdır.
Sonuç olarak, bugün cezaevlerinde yatan anarĢist tutsaklarla nasıl bir
dayanıĢma ağı öreceğimizi tartıĢmalıyız. Tutsak anarĢistlerle ilgili net bir
sayıya ve onların adreslerine sahip değiliz. (Bunun temel nedeni ise henüz
hiç kimsenin anarĢist olarak yargılanıp hüküm giymemesi, ve tutsakların
değiĢik otoriter örgütlerden ayrılarak kendilerini sonradan anarĢist olarak
tanımlamalarıdır). ġu an ilk olarak gereken cezaevlerinde yattığı bilinen
anarĢistlerin adreslerine (ANkara Fanzin'e mail yolu ile iletilebilir) ulaĢmak;
ikinci olarak ise uluslararası AnarĢist Kara Haç Örgütü'nün (Anarchist Black
Cross Federation) bir benzerini ya da adı ne olursa olsun bu alanla
ilgilenen bir kurumun oluĢturulmasıdır.

ZĠNDANLAR YIKILSIN, DEVLET ALTINDA KALSIN!

S. Can

devleti yıktıktan sonra yerine ne koyacaksınız?

"AnarĢistlere, devleti yıktıktan sonra yerine ne koyacaksınız demek,


altında ezildiği yükü indiren hamala bu yük olmadan nasıl yaĢayacağını
sormak gibidir."
AnarĢistlere farklı konularda yöneltilen soruların temel niteliği aslında
bizlerin ütopyacı, teröristler olduğumuzu söylemek amaçlıdır. "Ordu
olmadan bizleri kim savunacak, polis olmadan güvenliği kim sağlayacak ya
da devrimci önderlikten yoksun olan bir devrim nasıl gerçekleĢebilir?" gibi
basit ama ard niyetli sorularla sık sık muhatap oluyoruz. Bizden
cevaplamamız istenen bu "masumane" sorularmıdır? Yoksa onun ardında
gizlenen iktidarı (devletçi anlamda) hedeflemeyen hiç bir hareketin
baĢarıya ulaĢma Ģansı yoktur, dolayısıyla sizlerin baĢarısı söz konusu bile
olamaz, gelin devrimci saflara katılın zırvasımıdır?
Ben savunduğum ve oluĢması için çaba harcadığım özgürlükçü toplumda
ordunun ve silahların yer almasını öngörmüyorum. Ordular oluĢturmak
sınırları, sınıfları korumak içindir. Daha da önemlisi ordunun olduğu her
yerde "düĢman" da vardır. Bunun sol örgütler tarafından "halkın ordusu"
gibi adlarla olumlanması ise ayrı bir handikaptır. Her orduda ister faĢist
ister sosyalist olsun hiyerarĢi söz konusudur. Ve en üstte bulunan astlarına
emreder. Dolayısıyla "devrimci" ordunun da süreli-sürekli düĢmanları
olması kaçınılmazdır. Devrim için, devrimcileri öldüren kızılorduyu burada
anımsamak yerinde olacaktır. Kızılordu en son noktada ilk kurulduğu
dönemde varolan "devrimci" niteliğini kaybederek, kiĢilerin iktidarlarını
dayatma aracı haline gelmiĢtir. Aynı Ģey Çin'de mao'nun, Vietnam'da ho
shi minh'in, Küba'da fidel'in iktidarlarının önünü açmıĢtır.
Bu hatırlamalardan sonra bana göre ne adına olursa olsun hiç bir ordu ya
da egemenlik savaĢı kabul edilemezdir. Orduları, savaĢları yadsıdığım gibi
onun devamı olan sınırları, sınıfları, devleti ve onun egemen kültürünü de
reddediyorum.
Kaldı ki anarĢist hareket tarihi boyunca bu kurumlara karĢı savaĢmıĢtır. Ġç
savaĢ süreçlerinin yaĢandığı Ukrayna ve Ġspanya'da bile düzenli bir ordu
oluĢturulmamıĢtır. Bunun yerine konan geçici milis örgütlenmeleriyle
baĢarılar sağlanmıĢtır. Ben bu deneyimleri göz önünde tutarak düzenli bir
ordu fikrine karĢı çıkıyorum. Ve gerekli koĢullar oluĢtuğunda geçici milis
örgütlerinin oluĢturulmasını savunuyorum. Halk için savaĢan
"kahramanları" değil, halkın kendi kaderini belirlemesini savunuyorum.
Kısaca devletler, ordular oluĢturarak mevcut "kaosu" yaratırlar. Bizden
aldığı haraçlarla bize karĢı ordular oluĢturur, içimizden bir kısmını düĢman
olarak tanıtır, düĢmanımızı izler ve yok eder. Bizleri tek tek gözetler, fiĢler,
her an içimizden birilerini cezaevlerine tıkar vs. vs. Bu haliyle devlet tüm
militarist güçleriyle birlikte yok edilmesi gereken bir asalaktır. Benim
istediğim kaos ise devletin yarattığı "kaos"un dıĢında, tüm bireylerin
istençlerini hiç bir baskı altında kalmadan açıklayacakları çok sesliliğin
armonisi, her bireyin istediği gibi yaĢadığı, kendisi gibi olanlarla
ortaklaĢtığı çok renkliliktir. Buna ulaĢmak için ise bir devrim evresi
gereklidir. AnarĢist nitelikli devrim, toplum içerisinde yer alan eĢitsizliği
yok eder, bireyleri ünvanları ve servetleri için yüceltmez, tersine onları
sadece birey oldukları için kabullenir.
"Devrimci önderlik" denilen Ģey ise tıpkı ordular gibi bireyleri iktidara taĢır.
Ben iktidarın el değiĢtirmesini savunmuyor, onun yok edilmesini tahayyül
ediyorsam bunun için kabullendiğim teorik mirasa göre davranmayı
isterim. Araç-amaç iliĢkisi içinde aracın amaç üzerindeki etkisini görmek
gereklidir. "Özgürlüğe ancak özgürlükle ulaĢılabilir" gibi ilkeyi
savunuyorsak, hiç bir önderliği kabul etmemem(iz) gerekir.
ANarĢist nitelikli bir devrimin gerçekleĢme olanağını ancak egemen
kültürün yadsınmasıyla mümkün görüyorum. Bu ise AN'ın devrimci nitelik
kazanması ile oluĢur. AN'ın devrimci nitelik kazanması ise bence,
toplumsal bir patlama için gereken koĢulların hazır olduğunu görmek ve
onu ateĢlememiz gerektiğini kabullenmek, tüm gelecek projelerini
Ģimdiden baĢlayarak oluĢturmaktan geçer.
Eğer Ģu an bir Ģeyler üretemiyor ve yaratamıyorsak geleceğe dair
konuĢmalar yapmak kendimizi avutmanın ötesine varamaz. Dünya
üzerinde varolan pekçok hareket bulundukları AN'ı dönüĢtürmeyi, direkt
eylemeyi becerebildikleri için baĢarıya ulaĢmıĢlardır. Marks'ın komünist
manifesto'da yazdığı satırları değiĢik bir biçime sokarsak günümüzde
karĢılaĢtığımız sorunların çözümünü üretiriz. "AnarĢistlerin üzerlerinde
varolan ataletten baĢka kaybedecek bir Ģeyleri yoktur".

S. Can
KIBRIS

'74'teki Türk iĢgalinden bir yıl sonra henüz bi'kaç aylık ceninken gitmiĢtim
Kıbrıs'ın kuzeyine. Hala yerleĢime açılmamıĢ olan Magosa'nın MaraĢ
mahallesindeki zengin Yunan evlerinden ganimet almaya giden Türk
göçmenler, Ģanslılarsa bi'kaç kapkacakla dönerlermiĢ; "bizim" askerlere
yakalananlarsa kafaları kazınmıĢ "ganimetleri" alınmıĢ baĢları eğik
gelirlermiĢ (annemlerin anlattığı kadarıyla). Yıllar sonra askeri fabrikalarda
çalıĢanların ayarladığı ucuzca bir turistik gezi sayesinde Kıbrıs'ın kuzeyini
görme Ģansı yakalamıĢtım; hatta bizi "subay" aileleri zanneden DenktaĢ laf
arasında (hani aramızda yabancı yok misali) MaraĢ'ın aslında harekat
planında olmadığını ve yanlıĢlıkla iĢgal edildiğini bile itiraf etmiĢti. Ee tabii,
bi kere girince çıkmak olmazdı artık ve (bir zamanlar Kıbrıs'ın önemli
turizm merkezlerinin baĢında gelen) MaraĢ'ın diplomatik masalarda
pazarlık unsuru olarak kullanılan bir koz olması kaçınılmazdı. Zaten adaya
adım attığınız anda hissettiğiniz tek Ģey, irili ufaklı her yerleĢim biriminde
bulunan "Türk askeri varlığı". Ben, hayatım boyunca hemen hiçbir yerde
militarizmi bu kadar yoğun hissettiğim yer görmedim diyebilirim (yine
baĢka bir ada Ġmroz (Gökçeada) dıĢında). Nüfusa kıyaslarsak ne demek
istediğimi daha rahat anlatabilirim; Kuzey'in nüfusu 180 bin, adadaki Türk
askeri varlığı ise 35-40 bin civarında. Bu rakamlar sizin için pek bi'Ģey
ifade etmeyebilir - bir de Ģöyle düĢünün; Türkiye, Kuzey Kıbrıs yerinde
olsaydı 60 milyonluk ülkede 13.5 milyon askerle birlikte yaĢamak zorunda
kalacaktık (yani bugünkünün 200 katı)!

Aslında ekonomik açıdan bakıldığında Kuzey Kıbrıs'ın Türkiye'ye bir faydası


yok gibi görünebilir; gerçekten de Kuzey'in ekonomisini Ankara finanse
ediyor. Politik ve (kısmen) ekonomik yalıtılmıĢlığın getirdiği zorlukları
KKTC hükümetleri, TC'den gelen rantı bölüĢtürerek gidermeye çalıĢıyor.
Gerçekte bizatihi görevi de bundan öteye gidemez; çünkü bugünkü
durumda TC ve onun adadaki militarist uzantıları buna asla izin vermez.
Peki Kıbrıs'ı bu kadar çekici kılan ne? Yalnızca milliyetçi Ģizofreni mi iĢgali
sürdüren gücün gerekçesi; hiç de öyle değil. Kıbrıs'ın kuzeyi kara para
aklama, uyuĢturucu ve bilimum büyük çaplı yasadıĢı iĢlerle uğraĢan üst-
düzey Türk mafyasının merkez üslerinden. Geçtiğimiz yıllarda TC
kumarhaneleri kapatılırken, yalnızca bir kimlikle gittiğiniz Kıbrıs'ta, kimlik
bile sorulmadan kumarhaneye girebiliyorsunuz (ben Girne'de 18 yaĢına
yeni girdiğim yıl bunu yapabilmiĢtim). Abdullah Çatlı vb.lerinin kurduğu
bankaların ününü Susurlukla duymuĢtuk. Ancak LefkoĢe havaalanının VĠP
salonundan uçağa bindirmeye çalıĢtığı "tanıdıklarının" üstünden kilolarca
eroin çıkan milletvekilini pek duymadık, çünkü olay kısa zamanda örtbas
edildi (Ömer Demir; söz konusu milletvekili Ģu aralar Girne'de bi' otelin
kumarhanesinde bodyguardlık yapıyormuĢ). Ya da yine benzeri çevrelerin
(Türk paramiliter güçler) katlettiği gazeteci Kutlu Adalı'yı da duymadık.
Bütün bunlar duyulmadı ve duyrulmuyor çünkü Anadolu'dan bakınca
"Rumlar bi' dolu boklar yedi ve müdahale kaçınılmazdı." Oysa bu tümüyle
egemen kültürün söylemi ve ne yazık ki ideolojik olarak en radikalinden
(Türkiye) solu(nu) bile etkisi altına alabiliyor.
ġurası bir gerçek ki, Kıbrıs bir bütün olarak dört garantörün (Ġngiltere,
ABD, Türkiye, Yunanistan) emperyalist çıkarları arasında parçalanmıĢ
durumda. Ancak kuzeydeki iĢgal, pervasız emperyalizme dayanan apaçık
bir militarist yönetim tarafından sürdürülüyor; dolayısıyla bana kalırsa
Kıbrıs'ın özgürlüğünü savunan (Kıbrıslı ve biz Anadolu Türklerin) Türklerin
öncelikle bu duruma karĢı çıkmaları gerekiyor. Gerçi Kuzey Kıbrıs'ta bunu
yapmaya çalıĢanların baĢlarına gelmeyen kalmadı (hala duymadıysanız
iletiyim; "bağımsızlık" yanlısı Avrupa gazetesi üzerindeki devlet baskısı
yetmezmiĢ gibi en son 24 Mayıs'ta yeni kurulan Ulusal Halk Hareketi adlı
DenktaĢ'ın bizzat desteklediği neo-faĢizan grup tarafından bombalandı)
ama ne olursa olsun kuzeyde muhalif hareket geliĢiyor.

Kıbrıs gündeme biraz da güneydeki Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliği


sürecine girmesiyle birlikte geldi. TC "durumun vehametini" anlasa da ne
yapacağını ĢaĢırmıĢ görünüyor. Durum TC açısından gerçekten de vahim
çünkü güneydeki devletin AB'ye üyeliğe gerçekleĢirse, fiili iĢgal altında
bulundurduğu toprakların güney sınırlarında AB ordusuyla karĢı karĢıya
gelme riskiyle yüz yüze gelebilecek. Durum böyle olunca Kıbrıs konusu
hemen hemen ilk defa eleĢtirel yaklaĢımlarıyla birlikte TC basınında yankı
buldu; TC'nin AB üyeliğini savunan demokrat çevreler "nihayet" bazı
gereçeklerin farkına vardılar. "Kıbrıs Kıbrıslılarındır!" sloganı, Kıbrıs'ı
güneyi ve kuzeyiyle birlikte Avrupa kapitalizmine (AB'ye) dahil etmek için
kullanılıcaksa -ki Ģimdilik en muhalif görünen eğilimler bile bundan
fazlasını savunur görünmüyor- hiç bağırmayalım.

Sıcaklığın getirdiği uyuĢukluktan mıdır nedir, Kıbrıslılar çalıĢmaktan pek


haz etmezler. Sonuç olarak diyeceğim Ģu ki;

"Kıbrıs Koalalarındır!" Batur Özdinç

EġCĠNSELLERĠN ÖZGÜRLÜĞÜ ÜZERĠNE *

Bir gece içkinin sarhoĢluğuna kendimi alıĢtırmaya çalıĢırken en yakın


arkadaĢlarımdan birinin:
- Biliyor musun? Ben biseksüelim, dediğini anımsıyorum.
- Eee... Ne düĢünüyorsun?, gibisinden bir Ģeyler mi söyledi yoksa ben mi
böyle sorması gerektiğini düĢledim bilemiyorum. Benim ne düĢüneceğimi -
en azından ne düĢünmek ĠSTEYECEĞĠMĠ- tahmin etmiĢ olmalıydı. Türk,
erkek ve (bir zamanlar) sünni müslüman oluĢumun getirebileceği
önyargılardan arınmamıĢ olabilirdim. Açıkcası bu konuda kendimden kuĢku
duymuyor değildim. Ancak o ilk anda hiç ĢaĢırmadım hiç afallamadım ve
hiç tiksinmedim (ne demekse?). Hayatımda belki de ilk kez kendimle bu
kadar gurur duydum; eĢcinselleri ve eĢcinselliği yadırgamıyordum.

**********

KAOS GL'de yazımın çıktığını söylediğim insanların ilk sorusu:


- Sen eĢcinsel misin?, oldu.
Böyle bir soruyu cevaplamadan Ģu soruyla karĢılık vermeliydim aslında:
- EĢcinsel mi olmalıyım?
Ya da belki:
- EĢcinsel olmamalı mıyım?
- BU ÇOK MU ÖNEMLĠ?
Yani eĢcinsel olmak sosyalist, komünist, ateist, faĢist olmaktan daha mı
önemli?
EĢcinsel değilim. EĢcinsel gibi hissetmiyorum ama bu eĢcinsel gibi
hissetmeyeceğim anlamına gelmez. Benzer bir Ģekilde eĢcinsel gibi
hissedeceğim anlamına da gelmez, yaĢam neler getirir, neler getirecek...
nerden bilebilirim.
- BU ÇOK MU ÖNEMLĠ?
Yani benim eĢcinsel olup olmamam. Senin için çok mu önemli? Önemli
çünkü eĢcinselsem benimle konuĢurken daha dikkatli davranacaksın artık.
Belki de benimle konuĢmaya, selamlaĢmaya, dolaĢmaya korkacaksın.
EĢcinsel değilsem rahatlatacağım seni:
- Bu ne iĢ? Diye soracaksın.
- Seni de mi kaybettik!... diye sırıtacaksın.
- BU ÇOK MU ÖNEMLĠ?
Bir 'erkek' için elbette önemli. 'Erkek olmak' önemli. 'Erkeklik etmek'...
hükmetmek, aĢağılamak, sömürmek... önemli.
- Kadınlar eĢcinselliğe daha sıcak bakarlar, diyordu birisi. Buna hak
vermiyor değilim. Ezilen insanların ortak ya da benzer sorunları,
birbirlerinin sıkıntılarını hissedebilmeleri, vb. Ġle açıklanabilir bu 'sıcak
bakıĢ'.
- Ne de olsa size giren-çıkan bir Ģey yok!... diye devam etti birisi. Kadın
için eĢcinsellik yadırganır birĢey olmayabilir.
Haksız değildi, bir 'erkek'in eĢcinsel olmasını engelleyen bu giren-çıkan
davasıydı. Olsa olsa giren olunabilirdi. Ama bir eĢcinsel... asla!
- BU ÇOK MU ÖNEMLĠ?
Geçen sene çimlerde otururken yanımdakilerin, köĢedeki ağacın
altındakilere bakıp bakıp güldüğünü gördüm .Kendi cinselliklerini
sorgulamadan bile aciz insanlar baĢkalarının cinselliğini sorguluyorlardı.
Bana da gösterip göz kırptılar.
- Bunun nesi garip?, dediğimi anımsıyorum.
Birden kıs kıs gülmeler kesildi, herkes ciddileĢti. Onların imalı imasız
bakıĢlarına aldırmadım. Çoğu 'kendilerini kocalarına saklayan' bu insanlara
ne diye aldıracaktım ki...
- BU ÇOKMU ÖNEMLĠ?
Türkiye diye tanımlanan coğrafyada eĢcinsellik kimi çevrelerde
komünistlikten, dinsizlikten, kadınlıktan çok daha aĢağılık bir Ģekilde
algılanıyor. Hele hele erkek eĢcinselliği. Heteroseksist toplumun, yani tüm
toplumsal iktidar iliĢkilerinin sorgulanması, ekonomik ve/veya siyasal
iktidarı sorgulamaktan çok daha güç. Bu yüzden pek çok solcu bile buna
yanaĢamıyor, cesaret edemiyor. Çoğunun böyle bir niyeti olduğundan bile
Ģüpheliyim. Eğer yakın gelecekte buna ciddi ciddi niyetlenirlerse bile olsa
olsa 'birleĢik cephe' mantığı altında yapacaklardır (ya da yapmaya
baĢlıyorlar diyebilirim). Bunların temel mantığına göre ne de olsa
ekonomik altyapı üstyapıyı yıkınca hiçbir sorun kalmayacak! Üstyapı
toplumu dönüĢtürecek! Toplumu eğitecek (?), onlara eĢcinsellğin
yadırganmamasını SÖYLEYECEK! Oysa hiç böyle olmadı ve olamayacak.
Üstyapı her zamanki gibi 'topllumsal değerlerin' yolundan gidecek.
Zindanlarında yalnızca eski iktidar sahipleri, karĢı-devrimciler (muhalif
sosyalistler ve anarĢistler dahil) olmayacak, aynı zindanlara gay ve
lezbiyenler de tıkılabilecek. Kapitalizmin zindanlarında beraber yaĢama
olanakları bulunabiliyordu, artık -büyük olasılıkla- buna bile izin
verilmeyecek.
- BU ÇOK MU ÖNEMLĠ?
EĢcinsellik bir eĢcinsel için kuĢkusuz önemli. Bu konuda -en azından duygu
ve duyumsama bazında farklı birisi olarak- fazlaca ahkam kesmemeliyim.
Ancak heralde (Ġnsanları rahat bırakın!) diye haykırmaya da hakkım var.
KAOS GL'li eĢcinseller, eĢcinselliklerini özgürce yaĢayabilecekleri bir
toplum istiyorlar. Gettolar değil, kentin tamamını istiyorlar. Toplumdan
soyutlanmadan, toplumdan ayrıĢmadan, toplumla içiçe yaĢamayı
arzuluyorlar. Ancak kimi farklı grup ya da bireyler olarak bazı eĢcinseller
yalnızca kendileri, yalnızca 'kendi cinsellikleri' için özgürlük isteme tavrı
içindeler. Bu yalnızca kendisi için özgürlük isteme tavrı, içinde gizli bir
ikiyüzlülüğü de barındırır; kapitalist üretim iliĢkileri kapsamında
uluslararası ve ülkesel anlamda sömürülenleri görmezlikten gelmeyi.
Sömürülenler emekçi; iĢçi, köylü, memur vb.den öte eĢcinsellerin kendisi
de olabilir. Bedenlerini satmaya zorlanan çocuklar, bedenlerini satmak
zorunda bırakılan gay'ler olabilir. Kadın eĢcinselliği porno filmlerinde
kullanılabilir ve eĢcinseller için tüketim malları geliĢtirilebilir. Böylece
eĢcinseller bu sistemin bir parçasına dönüĢürler. EĢcinsellik kapitalist bir
tüketim malzemesi biçiminde özgürleĢme (?) yolundadır ancak eĢcinsel
birey özgürlük yanılsamasıyla birlikte giderek sistemin kölesi durumuna
gelmektedir.
Fazlaca ahkam kesmemeliyim derken iyice didaktikleĢtim. Artık eĢcinselleri
özgürlük mücadeleleriyle baĢbaĢa bırakarak susmalıyım. Bu bir geri
çekilmeden çok, rahat bırakma tavrı olarak algılanmalı.
Ne diyordum? Herneyse... Ben susuyorum, Oscar Wilde söyle diyor:
"Ġnsanlar kurbağaları ürkütmedikleri sürece istediklerini yapabilmeli."

(çömez) BATUR ÖZDĠNÇ

* Bu yazı KAOS GL'nin Ağustos 1996'da çıkan 24. sayısında yayınlanmıĢtı;


aradan tam beĢ yıl geçmiĢ. Sizce geçen zaman tabularımızı mı yıkmaya
yetti mi?

A._S.L.O.T.H. MANĠFESTO

A._S.L.O.T.H.: BoĢ Zaman ve Diğer DüĢünce Dolu Oyunlar Ġçin


Sanatçılar Birliği veya ÇalıĢmaya ve Can Sıkıcı Tekdüzeliğe KarĢı
Sanatçılar Birliği
(Artist's Society for Leisure and Other Thoughtful Hooplah or,
Artist's Society Against Labour and Otherwise Tedious Humdrum...
)
(ç.n.: sloth (ing.) 1-tembellik, miskinlik, uyuĢukluk, çalıĢma
isteksizliği 2-tembel hayvan)

(ALINTI)
Hiç kimse çalıĢmamalıdır. ĠĢ, dünyadaki neredeyse bütün sefilliğin
kaynağıdır. Adlandırılabilecek bütün kötülükler çalıĢmaktan veya çalıĢmak
için tasarlanmıĢ bir dünyadan kaynaklanır. Acı çekmeyi durdurmak için
çalıĢmaktan vazgeçmeliyiz.

Bu, bir Ģeyler yapmaktan vazgeçmek zorunda olduğumuz anlamına


gelmez. Oyun üzerine temellenmiĢ yeni bir yaĢam yolu yaratmak anlamına
gelir; diğer bir deyiĢle cümbüĢlü bir Ģenlik, Ģölen ve sanat... Oyun pasif
değildir. (Bob Black)

Oyun ruhuyla bu Manifestoyu ileri sürüyoruz:

A._S.L.O.T.H.'un fermanı basittir:


1. Üretken, tatmin edici bir yaĢamın gerekli unsurları olmadıklarından yola
çıkarak bütün iĢ biçimlerini reddediyoruz; "çalıĢma"nın yabancılaĢtığımız
ve baĢkalarını yabancılaĢtırdığımız hiyerarĢik yapılara katılmak olduğunu
kabul ediyoruz.
2. ÇalıĢmaktan vazgeçmeyi ihmal ederek, sorunları yapısal düzeyde
pekiĢtiren geçerli eylem biçimlerine karĢı koyuyoruz.
3. Kendimizi, her Ģeyin üstünde, oyun sanatına adıyoruz.

(.......)

IV. SANAT VE YENĠ TOPLUMSAL DÜZEN


Sanat yararsızdır. Bu nedenle, usanmadan sanatın takipçisiyiz.
GeçmiĢteki ve günümüzdeki birçok sanat hareketi, ya çalıĢmayla ittifak
kurdular ya da karĢısında yer aldılar. Da Vinci ünlü ağır kanlılardan biridir,
resimlerini çok yavaĢ yapardı, yüzlerce iĢe yaramaz nesne icat etmiĢti.
Defterlerinde bol bol, bulutları ve duvarları nasıl uzun uzun seyrettiğini
anlatır. Marcel Duchamp satrancı çalıĢmaya tercih ederdi. Stüdyosunda
geçirdiği birkaç saat içinde bir takım sanat unsurlarını rasgele yerleĢtirirdi,
"Büyük Cam" adlı projesini bitirmek yıllarını alacaktı. "Hazır-yapımlar"ı
iĢlerini herkesin kopya edebileceği yolunda cesur bir varsayımdı.
Greenberg'in Modernistler kampı da yararsız sanat yapmıĢtır ama
kendilerini sert bir, "kitsch"e karĢı "yüksek sanat" ayrımıyla
sınırlamıĢlardır. ÇalıĢan sınıfları daha az "yararlı" olmaları yönünde
esinlemek yerine, onlardan yabancılaĢmıĢ, egemen düzenle iliĢkilerini
hiçbir zaman sorgulamamıĢlardır. Egemen ses, merkezi olduğu için
sanatları çok çabuk sıradanlaĢmıĢtır.
Her sık tekrarlanan hareket sonunda "sıradan" olur. En iyileri, süreç içinde
bizi değiĢtirendir.

Bunun aksine mevcut Eylemci Sanat sıklıkla yararlı hale gelmekte,


Liberallerin eĢit ekonomik fırsat için yaptıkları kulis gibi kendisinin iĢ
olduğunda ısrar etmektedir. Çünkü bu hareketlerin birçoğu estetik
erdemlerden çok eylemciliğe vurgu yapmakta, estetiğin
bozguncu/günahkar doğasını küçümsemektedir. Estetik, bir duyarlılıktır,
bir felsefedir, politiktir ama belirli bir ideolojiyi gereksinmez, belirli bir
ideoloji olmaz, belirli bir ideolojinin üzerine yıkılmaz.
(.......)
Marxistlerin "Yaratıcı ĠĢgücü" dedikleri kavram, bütün etkinlik biçimlerine
atfedilen benzer bir kavramdır. Yaratıcı ĠĢgücü tutkunun bir çabasıdır ve
bu nedenle de tatmin edicidir. Einstein, bilimin amaç için araçları
sağlarken, yalnızca ve yalnızca kiĢiliğin amaca ulaĢabileceğine inanmıĢtı.
Bizim toplumumuzda endüstri bireysel kiĢiliklerin sesini kısmıĢtır. Sanat
yaratıcı bir yaĢam için örnek olabilir -insanlık için bir umut ıĢığı. Biz
inanıyoruz ki, kitlesel olarak üretilen değil, tutkunun araçlarıyla, bireylerin
birlikteliğiyle yavaĢ yavaĢ yaratılan topluluklar daha iyidir.

Bir Sanatçılar Birliği olarak, kendimizi toplulukların estetik değiĢimine


adadık. Ġçinde yaĢadığımız fiziksel çevreler varoluĢumuzun niteliğini büyük
ölçüde belirlemektedir. Çevremizdeki estetik ve iĢlevsel çürüme bireyler ve
topluluklar tarafından içselleĢtirilmiĢtir ki bu da toplumsal çürümeye yol
açmaktadır. Tutkulu oyun yaĢamlarımızın içine harfi harfine inĢa
edilmelidir. Bu nedenle A._S.L.O.T.H. mimarları, mühendisleri,
bahçıvanları, müzikçileri, yazarları... etkinlikleriyle çevremize estetik
katkıda bulunan herkesi... çalıĢmaktan vazgeçmeye ve yeteneklerini
oyuna adamaya çağırıyor.

V. DAHA GÜZEL TOPLULUK ÖRNEKLERĠ


Kooperatifler, kolektifler ve benzerleri yeni bir düzenin örnekleridir. Ama,
uyarıyoruz: kooperatif olduğunu iddia eden her örgütlenme gerçekte
kooperatif olmayabilir. Birçoğu, eski iktidar dağılımlarını yeni yollarla
yeniden üretir. Bu eğilimden kurtulmak zordur, çünkü sıklıkla tek davranıĢ
modellimiz olmuĢtur. Kararlar düĢünce birliğiyle alınır, örneğin, bir
zorunluluktan veya sabretmemekten dolayı tüm bir bireysel ifade
engellenebilir. Bu gibi geride kalmalara veya "geri çekme"lere neden olan
etkiler ancak sabır ve üretilene değil üretim sürecine adanmıĢlıkla yok
edilecektir.

VI. A._S.L.O.T.H. ÖZET


"Oyun her zaman gönüllüdür. Yoksa zorla yapıldığında oyun, iĢ olacaktır."
(Black)
- Zorunlu üretime meydan okuyoruz;
- ĠĢe alma ayrımcılığına değil çalıĢmaya son vermek istiyoruz.
- Tam istihdam değil, tam iĢsizlik istiyoruz.
- Patronların erkek, kadın, siyah, beyaz olması umurumuzda değil; biz
patronları yok etmek istiyoruz;
- DüĢünce ve konuĢma özgürlüğü de dahil tükenmekte olan insan
kaynaklarının korunmasını talep ediyoruz;
- ve herhangi bir kayıtsızlık belasını yok etme hakkını saklı tutuyoruz.

Kuralların kendisiyle oynanabilir. Anlamlarla oynanabilir.


HADĠ, OYUNLAR BAġLASIN!
(Ġngilizce bir e-mail'den çeviren: Levent Kemal)

izoleyim izolesin izole....


içerde...

dıĢarısı (içeriye dair)


bedenini çok yavaĢ ve uzun bir ölüme açmak istemiyorum. beni tıkmaya
çalıĢtığın duvarlar. susuyorum. aldığım nefesle susuyor ve bedenimi ölüme
açıyorum. küstüm, oynamıyorum.
intihar ediyorum ama etmiyorum da. "normal " bir intihar değil bu. senin,
dıĢarıdakinin alıĢkın olduğu cinsten, anlık, vurucu bir darbe. değil. aynı
ürkünç bakıĢı yerleĢtirebilirdi gözlerine, suçlanmıĢ, biraz yere eğilmiĢ biraz
öfkeli bir bakıĢ. neden bunu yaptın ki, bunu neden benim yakınımda yaptın
ki, neden benim yaĢamıma girdin ki! bunu bana neden yaĢattın ki!!!! ama
bu değil. bu ama biraz daha fazlası, çünkü kısa ve anlık değil, sendeki
sarsıntı, tıpkı bendeki gibi. hem senin yaĢamına da girmedim, yok'um ben
senin yaĢamında. ölüm olmayan yavaĢ ölümü olmasaydı bedenimin, hiç
olmayacaktım zaten. hızlı akıĢta bir an, o kadar. oysa bedenimdeki
ölümün yavaĢlığı seni de yavaĢlatıyor, düĢüncelerini, duyumsamanı,
giderek duyarlığını. daha uzun sürüyor senin de eriyiĢin. daha yavaĢ.
yavaĢlatılmıĢ kareleri gibi aynı filmin. bedenimi ölüme açıyorum çünkü
sunulmuĢ yaĢamı istememiĢtim, yaĢamı böyle istemiyordum. Ģimdi de,
olmak zorunda olanın içinde açtığım çatlaklardan vazgeçmek istemiyorum.
o çatlak ben' im Ģimdi, benim bedenim o çatlak. sıvanıp kapatıldığı
zamanki gibi. ama istemiyorum. sıvanmayı, kapatılmayı, dıĢkıya ve
çamura bulanıp tıkılmayı. vazgeçiĢin anı ve coğrafyası Ģimdi benim
bedenim.
DıĢarısı...
vazgeçmedim. vazgeçtim mi? yürüyorum. bakıĢım eğik ve yere doğru.
seçtiğim adımlarla seçmediğim sokaklarda yürüyorum. ya da tersi,
sokakları seçiyorum ama adımlarımı değil. yön önceden belirlenmiĢ,
köksüzlüğün içinde. ama varım, buradayım ve yürüyorum. sözlerim de
adımlarım gibi. onları da seçebilirim ama ancak köksüzlüğün içinde.
parçalanmıĢlığın. eriyip giden yalnızca anlamları da değil sözlerimin, onları
söyleme gerekliliği. incelip yavaĢ yavaĢ yokluğa karıĢan. Bir de kule
beden. Onun baĢka gereksinimleri. o erimiyor, yok olmuyor, büyüyor ve
geniĢliyor hep. boĢlukta tuttuğu yerle sabitlenen kule beden. sınırlı,
hacimli, özle beslenmiĢ, dolu, doygun, "var". kule beden. sözün içinde
boğulduğu kuleyi nefesle kuran beden. yüz çeviren. yere eğilmiĢ bakıĢla
karĢıdan gelene yüz çeviren.
sürgünlüğün bile yaĢamı daha elveriĢli kıldığı oysa sürgün bile olmadığı
sokaklarda "var" olarak, "özgür" olarak ama bakıĢı yere dönük ya da içine.
seçeneksizlik.
mor yağmur

KĠMLĠK

"Hamini tum deest consilium cum multa invenit"


(Çok Ģeyle karĢılaĢıldığında, insan karar veremez olur.)

Adım attığımız her yerde farklı bir isimle sesleniyorlar bize,


farkındasınızdır. Bu kimliklerin bir kısmı da biraz "al gülüm ver gülüm"
davasıyla ilgili olarak, bizim tarafımızdan "tercihen" kullanılıyor. ĠĢimize
gelince öğrenci, emekçi, erkek, kadın... vs. olup, bir baĢka durumda
kendimizi bu kimliklerden "arındırıveriyoruz". Tabii ki bu kimlikler binlerce
yıllık sosyal kurgunun payeleri ya da tukakaları ama bunları yaĢatan,
yeniden var eden bizler de değil miyiz? Yani bu kimlik çöplüğünün
ortasında nefes almaya çabalarken, diğer yandan ufak ganimetlerinden de
(psikolojik ya da maddi yönden) faydalandığımız için, iddiasını güttüğümüz
anarĢist kültür de bu çöplüğün altında ıĢıksız kalıyor.

Kendimize seçtiğimiz "üst-kimlik" anarĢizm olmasına rağmen, aile, toplum


ve devlet tarafından bize "beĢik kertmesi" gibi "bahĢolunan"
kimliklerimizin etkisinde kaldığımız durumlar oldukça fazladır. Bu davranıĢ
ve düĢünce kalıplarından külliyen bir kurtuluĢ hareketi de, sanırım, nerede
olduğumuzu, bireysel konumlarımızı ve iliĢki biçimlerimizi sıkı bir takip
altına almaktan geçiyor. Ġç iliĢkilerimizde kullandığımız maço davranıĢ
kalıpları, türlü cingözlükler ya da otoriter eğilimler, hala verili kimliklerin
ekseninde yaĢıyor olduğumuzu açıkça ortaya koyuyor diye düĢünüyorum.
Üstelik, bunları reddettiğimiz noktadan itibaren, kendimize anarĢist
dedikten sonra bile, yeni bir paradigmanın kapısını aralıyoruz. Anarko-
komünistler bireycileri, aktivistler pasifistleri, ilkelciler teknoloji
kullananları... vs. Ģunlar-bunları yeni beĢik kertmeleriyle buluĢturuyor.
Bilmem necinin gözünde falancası en rezil pozisyonda varolan bir yaratığa
dönüĢüyor. Bilmem fazla mı vesveseliyim ama bu durumun altında itiraf
edilmeyen bir Ģeylerin de yatıyor olduğunu düĢünüyorum. Toplumsal ya da
sistemsel kimliklerin boĢluğunu baĢka isimlerle doldurup (tabii ki bu genel
bir yargı değildir!) kendimizi güvende hissedeceğimiz, yandaĢlar
bulabileceğimiz yeni alanlar mı açıyoruz acaba? Diğer yandan, bu alt
kümelemelerin gerekliliği ve iĢlevi tartıĢılmaz bir durumdur. Benim altını
çizmek istediğim Ģey Ģu; kendisine anarko-falancı diyen bir kimsenin total
red, cinsel faĢizm, etnik sorunlar ya da toplumsal mücadele alanlarından
soyutlanması mümkün müdür? Ne yazık ki, pratik bize böyle bir gidiĢat
olduğunu, daha da kötüsü, anarĢizm adı altında kamplaĢmalar ve
"kast"laĢmalar olmaya baĢladığını göstermektedir. Bu kastlaĢmalarsa ön
yargıya, otoriter örgütlenmelere ya da kimi sorunların görmezden
gelinerek sakatlanmıĢ bir anarĢist hareketin geliĢmesine yol açmaktadır.

Elbette, her insanın kiĢisel duyarlılıkları doğrultusunda çalıĢması ve böyle


bir anlayıĢı benimsemesi doğaldır. Fakat bir yandan da zaten atomize
edilmiĢ binlerce kimlik verilerek puzzle'a çevrilmiĢ hayatımızı anarĢizmin
parçalanması ile yeni bir tür "paradigmalar paradoksuna" hiçbir anlam
olmaksızın sokmuĢ olduğumuz sanısına kapılıyorum.

Yani, evet ben bir anarĢistim ve anarĢizmin her yaklaĢımı bana eĢit
yakınlıktadır, demek istiyorum. Bu, oldukça "sıradan" ve "bilindik" bir
yaklaĢım, denilebilir belki. Bunda bir sakınca yok diye de cevaplarım; zira
anarĢizm insanlara içinden çıkılmaz kördüğümlerden ziyade, anlaĢılabilir
ve her türlü süsten uzak "basit" bir yaĢam yolu açmamıĢ mıdır? Sırf bu
yaklaĢım bile aslında çoğu zaman ne kadar tuhaf konularla zaman ve
enerji kaybettiğimizi bize gösterebilir belki.

AnarĢist bireyin kendisine yakın olan bir düĢünce üzerinde yoğunlaĢması


ne kadar doğal ise, bu düĢünceyi ifade konumuna getirerek arta kalan
anarĢist bütünü göz ardı etmesi de bir o kadar anlamsız ve temelsiz bir
tavırdır. Bunun ismi radikallik değil, kolaycılık olabilir bence. Hangimiz,
hangi sebeple, bu coğrafyadaki cinssel baskının ve sonuçlarının sendikal
mücadeleden daha önemsiz olduğunu iddia edebilir ki? Ve de askeri
sorunun etkisi, F tipi zindanların yol açtığından daha az önemli değildir!..
Birisi hayatlarımızı 5 m2'lik bir kuyuya gömerken, diğeri bu kuyuların
varoluĢ koĢullarını koruma altına almaktadır.

Galiba anarĢizm içerisinde vücut bulan otoriter veya liberal eğilimlerle ilgili
bir tartıĢma yürütmek, bu kimlikler karmaĢasından çıkmak için en doğru
olan yol olacaktır.

Hazır, sistem bize MERNĠS Projesi ile tektip, "plakalı" bir kimlik dayatmaya
baĢlamıĢken, biz de kendi kimliğimiz üzerinde iyiden iyiye netleĢerek,
"anarĢist" kimliğimizle karĢısına çıkalım. Madem ki tek bir kimliğimiz olsun
istiyorlar, ben kendime anarĢizmden daha iyi ve mümkün olanını
bulamadım. Ayurıca, yönelimler arasındaki ortaklaĢmanın, anarĢist
harekete doğurgan ve ivmeli bir kan taĢıyacağına inanıyorum. Samuel
Eleventiger

POE

Poe'ya göre (Ģair için);


geçmiĢin geri dönülmez bir Ģekilde kaybolması Ģimdi ile geçmiĢ arasındaki
varsayımsal bağlantının kurulması, baĢarılması gereken ilk hedeftir. Oysa
ki, bu bağlantıyı kurmayı hedefleyen sanatçının kabul edeceği ilk gerçek
ise zamanın içinde tam ve kesintisiz bir bağlantının asla
kurulamayacağıdır. Bu bağlamda kullanılacak teknik ise kristalizasyon
olmalıdır. Çünkü mitsel yöntem öncelikle geçmiĢin ve geleneğin parçalarını
biraraya getirecek -ki her ne kadar Poe geleneği reddetse de, geleneği
reddediĢinde ayrı bir geleneği temel almasından yola çıkarak temelsiz
kalmamak için eski Yunan ve/veya kutsal kitaplardan misal bulması gibi-
yaygın bir geniĢ zaman oluĢturulmasını sağlar. Bu alanda metafiziği somut
bir imge düzenine dönüĢtüren Ģair, gerek bir parçayı gerekse bütünü
kristalize ederek bir ıĢık-gölge oyunu yaratır. Parçalanmadan çok, bağlantı
noktalarına projeksiyon tutarak bağlantı noktalarını öne çıkarır ve insanları
ortak imgesel heyecanın peĢinden koĢturur. Çünkü mitler (ki Poe'da daha
çok "gölge" olarak karĢımıza çokmaktadır) insanoğlunun ortak algı ve
deneyimlerinden kaynaklanan duyguları uyandırmayı hedefler. Çünkü
mitler insanoğlunun ortak mirası ve son derece etkili imge kaynaklarıdır.
Evet Ģair bir kahin kadar mitsel yöntemi oluĢturmakla görevlidir. Ġçeriğini
yitiren ve boĢalan zamanın yeniden yapılandırılması ve canlandırılması,
sözcükler aracılığıyla mitlere hayat bahĢeden sanatçının çabasını gerektirir.
Çünkü bir diğer anlamda Ģair ömrü; geçmiĢin unutulmuĢ ve boĢalmıĢ
formlarını yeniden doldurma ve bunu geçmiĢ zamandan yaĢanan an'a
taĢıma ve yapılandırma sürecidir. Dil, gerek yapı aracı gerekse sanat
biçmlendirici etken olarak söz konusu yaratıcı giriĢimin ana unsurunu
oluĢturur -çünkü geçmiĢin güvenlik duygusu ile gelecek zamanın
güvensizliği arasındaki Ģair, insanın zamandaki sürekliliğini sağlayabilecek
denge unsurudur.

Poe, bu anlamda bir yandan, zamanı geçmiĢle kavramıĢ, diğer yandan da


cevabı bulduğu anda zamanı ard zamandan eĢ zamana taĢımaya
çalıĢmıĢtır. Anlatıcı ses(i) belleğin ve anımsayıĢın anlamında bulur kendini
ve zamanı kavradığı(nı sandığı) anda karĢılama Ģeklinde aĢkınlığa
dönüĢmüĢtür.

Poe'da varoluĢçuluk sıkıntısı


Her ne kadar islam tasavvufundaki düĢünürlerle paralellik arzetse de
tapınma vb. ibadet Ģekillerinden bahsetmemesi yolunu onlardan kesin bir
Ģekilde ayırmaktadır. Richard Wilbur, Poe'ya atfen "peygamber" gibi
nitelemeler yakıĢtırda da Ģair, eğer "peygamber" gibiyse yaĢadığı zamanı
dıĢlayarak geçmiĢe iltica etmez.

2. Paradoks
Kendi inanmakla hatta geçmiĢe iltica etmekle yetinmediği gibi insanları da
buna sevketse de oyunu (son anda) yaĢamdan yana kullanmaktadır.
1halbuki sanat; aĢkı duyulan sevgili ya da amaçtan (nesne vb. değil) onun
için verilen heyecan anının yaĢadığı zamanda saklanır.

3. Paradoks
Halbuki ötelerdeki güzelliğe ulaĢmak için en güçlü araç önümüzdeki
güzelliktir. GeçmiĢin ürettiği zincir halkaları silsilesini geleceğin beklediği
kozmik boĢlukla örmek ve bugunu -Ģimdiyi- onun istediği biçimde
sermektir. ġairin hristiyan olduğu ve incil'deki ilk söz olan "ve söz tanrıydı"
sözünün hayata bakıĢ açısını oluĢturan teöelde bir ilk olduğu
unutulmamalıdır.

Poe yaĢamını bir yolculuk olarak algılamaktadır. Bu yolculuk Aden'e ya da


Eldorado'ya ya da periler ülkesine yani mutluluğu bulmak istediği o
dünyanın ve zamanın dıĢındaki kutsal imgeye doğru yapılan bir hac gibidir.

son söz: "herkes görmediği Ģeylere inanmakla emrolunurken ben-


gördüğüm Ģeyleri reddetmekle sınanmaktayım. Calimero

"YoldaĢlar" ve Mekanlar

"Aslında hemen herkes göründüğü gibidir."(1)

Nassı yani? Biz anarĢistler, öğrenci genç orta yaĢlı alkolik memur iĢçi iĢsiz
ve serseri miyiz sadece - "peki anarĢistliğimiz nerde kaldı" (2) ?

AnarĢistlik kaygısını da bir kenara bırakmadan, biz (birazcık da) neysek


o'yuz. Ġdeolojik ve (bir nebze de) yaĢamsal marjinalliğimizin zorlamasıyla
"bu mekanlarda" dolanıyoruz. Kızılay'dayız; Sakarya'dayız ve Yüksel'deyiz
çünkü tutunamayanlardanız, çünkü yalnızız ve kendimiz gibilerini
aramaktayız. Buralardayız çünkü azınlıktayız; buralardayız çünkü
çoğunluğun üzerimizde baskı kurmasını ancak üç-beĢimiz birarada durarak
engelleyebiliriz. Buralardayız çünkü kentin -Ģu lanet olası kentin- kalbi
burada atıyor ve bizler hiçbirĢeye hakim olmak istemesek de hiçbir Ģeyin
üzerimizde tahakküm kurmasını da istemiyoruz. Buralardayız çünkü kendi
"yaĢam alanlarımızı"(3) yaratmak zorundayız.

Kentin "çeperinde" varoĢlarda, gecekondularda, (hatta kısmetse) iĢgal


evlerinde yaĢamayı da tercih edebilirdik; ki bu tarzda yaĢamayı
seçenlerimiz de yok değil - ama dıĢarda olmak dıĢında olmak değildir.
DıĢarda olmak bir gözü içerde olmaktır çoğu zaman. Çeperde yaptığımız
her çalıĢma, ya er geç sönümlenecek ya da marjinalleĢecektir. Bizim kent
merkezinde yer seçmemizdeki temel etken budur; bilinçli olmasa da
içgüdüsel bir tercih. HiçbirĢey değil yalnızca düĢüncelerimizin yayılmasını
arzuluyorsak bile, herkese -olabildiğince çok kiĢiye- seslenebilmemiz için
burda olmak zorundayız. Çeperde yaĢamayı seçmiĢsek bile "bir ayağımız"
hep burda kalmalı.

"Biz anarĢistler... insanlığı soysuzlaĢtıran ve ezen tüm ahlaki yalanları ve


kurumları eleĢtirdik; ve her birimiz sahip olduğumuz tüm hitabet gücü ve
Ģiirsellikle, iyilik ve aĢk üzerine kurulu, özlemini çektiğimiz uyumlu
toplumun tasvirini yaptık; ama kabul etmeliyiz ki bizi ideallerimize
ulaĢtıracak amaç ve araçlarla pek az ilgilendik." (4)
Bana kalırsa bir mekanı "var eden" iki etmen bulunuyor; ilki "niyet",
ikincisi "para". Bizler çoklukla birincisine sahip olup ikincisini bulmakta
zorlandığımızdan mekan yaratmayı pek de beceremiyoruz; zaman zaman
belki de "niyet"imizin yeterince olgunlaĢmaması ikincisini bulmamızı
engelliyor olabilir.

Ġtiraf etmek gerekir ki, kooperatifi(5) kurarken aklımızdan geçen temel


düĢünce deniz kenarında ucuza bir arsa kapatmaktı -çünkü Olimpos'a gidip
gelmekten sıkılmıĢtık. Üstüne üstlük ayrıca kararlı Proudhoncular
olduğumuzdan (ve banka kuracak kadar paramız da olmadığından)
kooperatif düĢüncesine hemen fit olduk. Geyik bir yana, ne olursa olsun
kooperatif süreci, Ankara'daki anarĢistler açısından önemli bir deneyimdi -
çünkü ortak bir mekana sahip olmuĢtuk ve temel özelliği "anarĢistlerin
biraradalığı"na dayalı bu mekan üzerinden niceliksel olarak büyümeyi
becerebildik.

Herhangi bir mekanın kontrolünün kim(ler)in elinde olduğu yaĢamsal


önem taĢıyan bir konu; bizim belirleyemediğimiz mekanlar bizi belirleyen
mekanlardır. Onlara ne kadar çok Ģey verirsek verelim bizimkinden çok
mekan "sahibi"nin son sözüdür geçerli olan. Biz onları ne kadar
farklılaĢtırırsak farklılaĢtıralım, bizim dıĢımızda tanımlanan (cafe, bar, çay
ocağı, kültür merkezi vb.) bütün mekanların yalnızca bir parçası olarak
kalmaya mahkumuz.

"Devlet gündelik hayatın düĢmanıdır" der Lefebvre (6) çünkü "soyut


mekan üretir". Ankara bir mekan olarak neredeyse bütünüyle devletin o
soyut gri rengini yansıtır, o cansız soğukluğunu hissettirir. Gündelik
yaĢamın ve gönüllü grupların belirledikleri mekanlarsa renklilik ve
çeĢitlilikle doludur. Kooperatif mekanı baĢlı baĢına bu anlamda bile
önemliydi; çünkü dolaysızca bizler tarafından düzenleniyor ve
belirleniyordu. Dileyenler olanaklar elverdiğince kendi ürünlerini
üretebiliyor ve fotoğraf, sinema benzeri (toynak içinde) "sanatsal"
paylaĢımlar gerçekleĢtirilip anarĢizm ve diğer herĢey üzerine teorik
tartıĢmalar yürütülebiliyordu. Üstelik teorik ay(kı)rılıklar bütün bu iĢleyiĢe
engel oluĢturmuyor, tersine (bana sorarsanız) zenginleĢtiriyordu. Zaten
yaĢama aksetmeyen hiçbir teorinin geçerliliği yoktur ve aslında belirleyici
olan yaĢamın kendisidir. Bazılarınca teorik olarak betimlenen ayrım
noktaları, soyut tartıĢmalardan ortaya çıktığı sürece kendini
farklılaĢtırmanın ve ayrıksılaĢmanın yanıltıcı gerekçeleridir. Kooperatifin
sonu da böyle geldi; yaĢam-tarzı farklılıkları sözümona

"teorik" bir kılıfa büründürülüp birilerinin kendilerini uzaklaĢtırma


gerekçesi Ģeklinde sunuldu. Oysa bir farklılık varsa -ki vardı- bu
yaĢamsaldı; "mutlu aile yuvası"na karĢı "dejenere gençlik! Bizler
(aramızda yaĢça büyükler olsa da) ikinci grubu oluĢturuyorduk ve sigara,
alkol, cafe, bar ortamından olabildiğince uzak kalmanın yollarını aramıyor
da değildik. "Diğerleri"nin sözcüsü ise henüz "kendi için salt yalın öz olarak
vardı ve kendisini arı Ben olarak nesne almaktaydı" (7); dolayısıyla kendi
"mutlu aile yuvası"nı sorgulamanın uzağındaydı.

Herneyse, bir atasözümüzün vurguladığı gibi "YaĢandı bitti saygısızca!" (8)


Bence, birbirimizi "yeme" nedenimiz ne yaĢamsaldı ne teorik - büyük
ölçüde mekana tutsak olmanın getirdiği bulantı halinin getirdiği bir vakaydı
yaĢanan, "dıĢarı"ya dair proje geliĢtir(e)memenin getirdiği sıkıntıyı "içe"
yansıtma hali, sık sık baĢımıza gelen bir "felaket". DıĢarıya neden
açıl(a)madık, veya açılmak istemedik? Kendi mekanımızda mutlu olmuĢtuk
belki de; belki de aradığımızı bulmuĢtuk. Bunun "yanıltıcı" ve geçici bir
mutluluk hali olduğunu (bütün mutluluklar yanıltıcı mıdır yoksa mutluluk
diye bi'Ģey yok mudur bu tartıĢmaya girip sinirlerinizi iyiden iyiye
zorlamayım), "dıĢarı açılmamız gerektiğini" vurgulayıp dursam(k) da
sözümüz uçup gitti, suyu bulandırdık sadece (9).

Belki gerçekten de "aynı devrim iki kere yapılmaz" (10). Yine de ben hala
bütün iyimserliğimle, bizim belirlediğimiz bir mekanın gerekliliğine
inanıyorum - kendini yinelemeyen yenileyen, tutsak kalmadığımız,
"dıĢarı"ya açılımlar sağlayan bir mekan yaratabileceğimize inanıyorum.

Yaz yaz nereye kadar - üzerinize afiyet yaza yaza Basur* oldum! Yaz
dedim de bi' de yaz rehaveti var üzerimizde ki sormayın. Neyse iĢte... bu
yazı da burda bitiyor ve ben Ģimdilik bu rahavet içinde "benliğimi hiçliğe
armağan ediyorum" (11).

*Basur Özdinç

Dipnotlar:

1. "Filler de Hatırlar"; Agatha Christie


2. "AN" 1. Sayı; Batur Özdinç (Ġnsanın kendisine atıfta bulunması da ayrı
bir megalomani örneğidir!)
3. ġaĢıracaksınız ama "yaĢam alanı" terimini toplumsal bilimlere
kazandıran kiĢi Adolf Hitler'dir. KuĢkusuz Nazi terminolojisine göre "yaĢam
alanı" (Lebensraum) ele geçirilen (veya ele geçirilecek) bölgeleri
vurgulayan bir terim. Bizim kastettiğimiz "yaĢam alanı"ysa bundan
tümüyle farklı bir anlayıĢa dayanıyor: "faĢizme" değil "özgürlükçü
komünizme" yani "reel-anarĢizme".
4. Pensiero e Volonta, 1924; Errico Malatesta
5. "Kooperatif" derken neyi kastettiğimi anlayan zaten anlar.
Anlamayanlar (süreci bilmeyenler) içinse Ankara'da 1999-2000 yıllarında
etkinlik gösteren anarĢistlerce örgütlenen bir kültür-sanat kooperatifinden
bahsettiğimi söylemeliyim.
6. "Gündelik Hayatın EleĢtirisi"; Henri Lefebvre (Bu arada kökensel olarak
Marksist olan Lefebvre'nin bu ve benzeri görüĢleri nedeniyle bazı Marksist
yazarlar tarafından "ütopik anarĢizme" kaymakla itham edildiğini de
hatırlatmalıyım.)
7. "Tinin Görüngübilimi"; G. W. F. Hegel
8. Burak Kut
9. bkz. (yine) "AN" 1. Sayı'da yayınlanan kooperatif sürecini eleĢtiren
yazı(lar)
10. Emilienne Morin; Durruti'nin karısı
11. "Bezgin Bekir"; Tuncay Akgün

YARALI KIÇLAR

Ne kadar neyim, neyin neresindeyim? Neresinden tutmaktayım, nerelere


doğru sürüklenmekteyim?

'Ahlak'ı temellendirmek bir Ģeylere, biraz da diken üzerinde oturmak gibi


bir Ģey olsa gerek. Hele iki dakka kıçın yerinde durmuyor, sürekli
kıpırdanıyorsan acı daha da dayanılmaz bir hale gelebiliyor. Kıçın acı
çekme oranının yüksekliği de, yürüyüĢündeki yalpalamayı engelleyen bir
Ģey olamıyor ne yazık ki. Hem kıçınız acıyor, hem de kalbiniz. Acı hep
çekiliyor. 'Sürekli diken üzerinde durmak', çok canımı yakıyor ve iyi mi
kötü mü bilemiyorum da zaman zaman.

ġu "erkeklik" olayı canımı bu kadar sıkan Ģey benim bu aralar. Erkek


egemenlik olayı. Egemen olma durumu, her anarĢistin kendini kolladığı bir
bok çukurudur ya da öyle olduğunu savunur. (lütfen artık lavukları buna
katmadığımı yazmıyayım, bu son olsun bu son) Öyledir ama, egemenlik
dendiğinde anladığımız hep 'tahakküm, liderlik, birilerine baskı
uygulamak'ın cinsiyet üstü durumudur. Gözümüzün önünde canlanan,
konum-bilgi-yaĢ-tecrübe(?)-zeka-beceri-çok konuĢmak vb. temelli
tahakkümlerdir. "Tahakküm aletlerini ortadan kaldırmak her türlü
tahakkümü ortadan kaldıracaktır". Yalan. Bariz yalan. Nerden çıkıyor
olabilir bu düĢünce? En dürüst adamı yönetici tahtına oturtursanız, hemen
inmezse bir zorba olacağı lafından olmasın? Bu yalan değil aslında ama
yetmiyor.

BaĢkasını bilmem ama ben eğer varolursa yoldaĢımı bile


alçaklaĢtırabilecek bir mekanizmayla savaĢmam, savaĢamam. Bunun
böyle olduğuna inansam yoldaĢ olmam, olamam, yoldaĢ bulamam.
Sistemin varlığı insanların onun yanında davranabilmesi için yeterli bir
gösterge olamaz. Bunu böyle kabullenmek insanın ahlakı ile yaptığı seçimi
de reddetmek anlamına gelir. Ki bu aslında anarĢizmi reddetmek demektir.
YoldaĢ dediğim her insanı potansiyen bir vazgeçici, sistemle uyuĢabilme
ihtimali olan biri yapmak olur bu. Sanırım bunu biraz açmam gerekecek.
Bir anarĢist sistemin varlığını reddetmez, onun yanında olmayı kabul
edenlerin sahip olabileceği statülerin ve kaybedeceklerinin neler
olduğununun da farkındadır. Birilerinin rahat durumunun bir baĢkasının
(ve baĢkalarının) rahatsız durumunun asıl sebebi olduğunu bilir. Sisteme
karĢı yaptığı mücadelede kendini onun aletlerinden ve ona alet olmadan
korumaya çalıĢır. Bunu, muhalifliğinin temelini özümseyerek, etik temelli
duruĢunu hayatına geçirerek baĢarır. Sistemin onun üzerindeki baskılarına
direnip bu baskı araçlarını reddederken, bir anlamda sus payı olan (bir
anlamda da rüĢvet) 'güçleri' de reddeder. Çünkü ona cinsiyeti, statüsü gibi
doğuĢuyla sahip olduğu Ģeyler üzerinden tanınan 'hakların' aslında birer
kandırmaca, her türlü karĢı duruĢunu yozlaĢtıracak pislikler olduğunu bilir.
(Zamanında yapılan biz de eĢçinseliz esprisinin anlamı da burada ama geri
kafalılık herzaman geriden geliyor iĢte.) Bu yüzden anarĢist her türlü
sistem etiketinden kurtulmaya, bir Ģekilde onun rolü için saptanan
kostümlerden soyunmaya çalıĢır. Sistemle olan mücadelede onun
kurallarıyla oynamayı kabul etmek, -ne kadar ahlaklı davranmakta
direnilirse direnilsin- karĢısındakinin kurallar içinde yaptığı hileleri de kabul
etmek demektir. Bu hilelere karĢı hileli davranıĢlarda bulunmak da karĢı
hareketten çok onu beslemeye ve yanlıĢ yola sapan aracın amacı
değiĢtirmesine sebep olur.

AnarĢist erkeklerin, anarĢist ya da değil kadınları ezdiğini (bilinçli ya da


bilinçsiz-kasıtlı ya da değil farketmez) gördüğümde tahakkümün
temellerini yanlıĢ yerlerde aramanın ne kadar tehlikeli olduğunu
farkediyorum. "Bir anarĢist kadınları ezmez!" hadi yaaa! Ama bundan daha
deli edici bir yaklaĢım da olabilirdi: "AnarĢist bir kadın kendini ezdirmez!"
Eğer ezmek lanet bir virüs olarak görülüyorsa, ezilmek de en az onun
kadar lanet bir virüstür. Ve bu iki virüs sürekli birbirlerini besler.
Omuzumuza aldığımız Ģey kıçı yırtık bir çuvalsa ve her adımda ardımızda
birazını bırakarak ilerlemeye çalıĢıyorsak yanlıĢ bir iĢ yapıyoruz demektir.
'Erkek egemenlik' ve 'kadın eziklik' de o Ģeyin kıçındaki birer deliktir.

Neden egemen erkek tavrına karĢı sessiz kalınabiliyor? 'O aslında iyi bir
adam, anarĢizm için en az senin benim kadar uğraĢan biri, bence de
rahatsız edici ama eminim zamanla bundan kurtulacaktır' lafları bir çeĢit
susturucu oluyor. Hele bir de eylemlilik içindeyse insanlar herkes susuyor,
aslolan eylemdir diye. Ama hiçbir eylem bu konuda bahane olamaz, hatta
yerin dibine batmalıdır bu tarz eylemler ve görülen yararından çok
zararlıdır kanımca. Bu anlamda bilinçsiz eylemlikten çok daha iyidir bilinçli
eylemsizlik. KızarkadaĢını döven tipler G8'i protesto etse, Prag'a gitse kaç
yazar! O dayağı yiyen kadın devlete karĢı olsa neolur, tahakküme tepkisi
ne keder anlamlıdır? YetmezmiĢ gibi bu 'virüs'ü daha az taĢıyan erkekler
için de bir güvence oluyor, daha az göze batılıyor çünkü. Kendimizi
kandırıyoruz, kadınları kandırıyoruz, devrimi kandırmaya çalıĢıyoruz.
(Yargıç tavrını insanın gözüne sokana kadar ...'nin (*) egemen tavırlarına
'ben' olarak sessiz kalmam da kendi dilime taktığım bir çeĢit susturucu ve
utançtı)

Erkeklerin, kadınların özgürleĢmesini çabalarıyla sağlayabileceklerine


inamadığım kadar kadınların da kendi kendilerine özgürleĢebileceklerine
inanmıyorum, tıpkı erkelerin de kendi baĢlarına özgürleĢemeyeceği gibi.
Her etki kendi tepkisini yaratıyoru hatırlayarak baskın erkek tavrına karĢı
oluĢabilecek baskı altındaki kadın tavrının en tehlikeli halini bir an için
hayal edelim. Bu hal, nede kadınlarda oluĢabilecek paranoyak bir
güvensizlik durumu olmasın? Benim aklıma gelen ilk Ģey bu oldu. Bunun
tehlikeli yanı (benim açımdan) kalbimin kırılması, birlikte mücadele
etmemim önünün kesilmesidir. Onlara ulaĢamamam, paylaĢamamam,
yoldaĢ olamam anlamına gelir. Belki KAOS GL'nin 1 Mayıs eyleminde
yaĢadığı rahatsızlığın da sebebi budur, neden olmasın? Birlikte atılmayan
slogan(ibne değil eĢcinsel gay lazbiyen burdayızdı sanırım), onlara
birdenbire sloganı ilk atanın bir heteroseksüel anarĢist kadın olmasını da
unutturabilir, yardımlaĢma duygusuyla hareket eden anarĢistlerin
davranıĢlarını da. Daha da korkuncu, bizlere 'terörist' diye bakan
eĢcinselleri anlayıĢla karĢılamaya itip, 'virüs' sahibi eĢcinsellerin tacizlerini
de 'karĢı hareket' olarak görebilir. Ne hatalı davranıĢlar bu davranıĢlara
karĢı yapılan hatalar için bahanedir, ne de karĢı hata bir önceki için bir
sidik yarıĢı konusudur. Etki tepki umrumda değil bu durumda. Önce kendi
içinde susuyorsa insanlar, zamanla biraz daha dıĢındaki insanlara karĢı da
susmaya baĢlıyor. Sonrasında tahmin edebileceğiniz gibi konuĢulduğunda
bir sidik yarıĢı halini alıyor durum.

Bu konuda yapılabilecek ya da yapmamız gereken nedir? Sanırım bunun


en güzel cevabı kadın yoldaĢların önerisi olandır. Kadınların ve erkeklerin
kendi aralarında cinsel kimlikler üzerine konuĢtukları tartıĢma grupları. Bu
tabii ki kendi baĢına çok fazla Ģey ifade etmiyor olabilir ama sanırım iyi bir
baĢlangıç. AnarĢist bir hareketi oluĢturmak için tamamen vadedilmiĢ
anarĢistler olmayı beklemeyi falan savunmuyorum kesinlikle. DüĢe kalka
öğrenmeyi tercih ederim. Bunu yaparken temelleri yanlıĢ noktalara oturan
hareketlerin her ne kadar insanı sevindiren eylemlilikler içinde olsa da
anarĢizmden çok uzaklara sürüklendiklerini de unutmayalım. Sanırım
kıçımızı dikenlere alıĢtırsak hiç fena olmayacak. KarArt

(*)Buradaki ifade -hiç hak edilmese de- olası bir "muhbirlik" nitelemesini
defetmek amacıyla (yazarının da onayıyla) düzeltmen tarafından
sansürlenmiĢtir.

ZAZIE METRODA

... "Ben altmıĢ beĢ yaĢıma kadar okula gitmek istiyorum", dedi Zazie.
"AltmıĢ beĢ yaĢına kadar mı?" dedi Gabriel, azıcık ĢaĢırmıĢtı.
"Evet", dedi Zazie, "örtmen olmak istiyorum."
"Kötü bir meslek değil", dedi Marceline tatlı tatlı. "Emekliliği var".
Bunu kendiliğinden ekledi, çünkü Fransız dilini iyi bilirdi.
"Emeklilik götüm", dedi Zazie. "Ben emeklilik için örtmen olmak
istemiyorum."
"Hayır elbette", dedi Gabriel, "biz de öyle sanıyoruz".
"Öyleyse niçin?" diye sordu Zazie.
"Bunu sen açıklayacaksın bize."
"Kendi baĢına bulamaz mısın?"
"Bugünün gençliği de pek uyanık doğrusu", dedi Gabriel Marceline'e.
Zazie'ye de, "Söyle bakalım, niçin örtmen olmak istiyormuĢun?" diye
sordu.
"Veletlerin canına okumak için", diye yanıtladı Zazie. "On yıl sonra, yirmi
yıl sonra, elli yıl sonra, yüz yıl sonra, bin yıl sonra, hep anası bellenecek
veletler olacak."
"Ee", dedi Gabriel.
"Analarını ağlatacağım onların. Yerleri yalatacağım. Kara tahtanın
süngerini yedireceğim onlara. Kıçlarına pergeller sokacağım. Çizmelerimle
kıçlarını tekmeleyeceğim. Çizme giyeceğim çünkü. KıĢın. Nah böyle
kocaman (el kol). Kıçlarının etlerini delik deĢik etmek için kocaman
mahmuzlar olacak çizmelerimde."
Gabriel sakin sakin:
"Gazetelere bakılırsa çağdaĢ eğitim hiç de bu yönde gitmiyor, biliyorsun",
dedi. "Hatta tam tersi. Tatlılığa, anlayıĢa, kibarlığa doğru gidiliyor. Değil
mi, Marceline, gazetede böyle demiyorlar mı?"...

EYLÜL 2001'DE 1 MĠLYONDAN FAZLA TÜRKĠYELĠ ÇOCUK ZORUNLU


EĞĠTĠMLE TANIġACAK

ELEKTRĠĞE PARA VERMEMENĠN BAZI YOLLARI

1-Kanca düĢürme: Sayaç üzerinde mühür bulunmadığı durumlarda


uygulanır. Sayaç kapağı açıldığı zaman görülen ve elektrik giriĢini sayaç
devresine aktaran kancanın vida bağlantıları gevĢetilerek, bu aktarım
kesilir. Bu yöntemde dikkat edilecek nokta kancayı arada bir, özellikle
mesai saatleri dahilinde ve okuma tarihlerinde takıp bir miktar elektrik
harcayarak elektrik idaresini kıllandırmadan durumu idare etmektir.

2-Faz değiĢtirme: Sayaç üzerinde mühür bulunmadığı durumlarda


uygulanır. Sayaç kapağı açıldığı zaman görülen ve elektrik giriĢine ve
kancanın bulunduğu yere giren kabloların yerleri dikkatli bir Ģekilde
(çarpılmadan) değiĢtirilir. Böylece sayaç ters yönde dönmeye
baĢlayacaktır. Bu yöntemde dikkat edilecek nokta sayaç üzerinde bulunan
göstergenin son okuma tarihindeki değerin altına düĢmemesidir (son gelen
faturada bu değer yazılıdır). Olayı abartıp da bu değerin altına düĢerseniz
sayacı eski konumuna getirip evdeki bütün elektrikli eĢyaları çalıĢtırın.

3-Disk Durdurma: Sayaç üzerinde mühür bulunduğu durumlarda


uygulanır. Sayacın tepesi çok ince bir çivi ile (bir telefon teli çapında)
nazikçe delinir. Bu delikten sayaç içerisine ince bir tel sokularak disk
sıkıĢtırılana kadar aĢağıya indirilir. Disk sıkıĢınca dönmez olur ve sayaç
para yazmaz. Bu yöntemde dikkat edilecek nokta sayaca dıĢarıdan
bakıldığında bir Ģey görülmeyecek Ģekilde kamuflaj yapmaktır (kamuflaj
yapayım derken teli sayacın içine düĢürmeyin). Sayacın tepesine bir
miktar toz koyarak pis gözükmesi sağlanabilir.

Ek bilgi olarak; sayaç üzerindeki mührün telinin vidanın içinde kalan kısmı
keserek sayacı açabilirsiniz. Sonra kesik kısımlarını vidanın içinde kalacak
Ģekilde tekrar takıp gizleyebilirsiniz.
ÖNEMLĠ UYARI!
Bu bilgiler tam anlamıyla yeterli ve güvenli değildir. Sayaca gelen elektrik
ciddi Ģekilde ölüm tehlikesi taĢır. Uygulamadan önce konudan anlayan
birisiyle konuĢmanızda fayda vardır. Elektrikten anlıyorsanız biraz kafa
patlatıp iĢin içinden çıkabilirsiniz.

You might also like