You are on page 1of 4

Yüzyılın

Adamı
Nöroşirürji alanında bilime yaptığı katkılar, yaratıcı ve özgün
çalışmaları nedeniyle dünyaca hep ödüllendirilen Gazi Yaşargil,
yalnızca geçtiğimiz yıl 7 ödül sahibi oldu. Bunlardan birkaçını şöyle
sıralayabiliriz: Amerikan Nörolojik Cerrahlar Kongresi’nde
Neurosurgery dergisince yüzyılın adamı (1950-2000) ünvanı verildi;
Arkansas Tıp Bilimleri Üniversitesi’nde adına cerrahi kürsüsü vakfı
kuruldu; Alman Beyin Cerrahisi Derneği’nin Fedor Krause
madalyasını ve Amerika Cerrahlar Koleji’nin onur üye madalyasını
aldı. Ülkesi Türkiye de onu TÜBİTAK Bilim Ödülü’yle
onurlandırdı. O bu ödüle değer bulunmasını Türkiye’nin olgun
havası olarak yorumluyor. "Dışarıda bulunmuş, yabancı durumuna
düşmüş bir beyin cerrahına verilen bu ödül, hem çok değerli hem de muazzam bir şey"
diyor. Prof. Dr. Gazi Yaşargil TÜBİTAK’ın Bilim ödülü’nü almak için 9 Kasım’da geldiği Ankara’da,
yaşamında iz bırakmış anektodları; mesleki yaşamındaki dönüm noktalarını ve bilimdeki yeni
gelişmelerin insanlığa vaat ettiği umutlar konusundaki düşüncelerini Bilim ve Teknik’e anlattı.

B
ASEL ÜNİVERSİTESİ’nde ra’da İltekin İlkokulu’nda, liseyi de dı o kitaplarda. Ben bu kitapların belki

“ 1949’da tıp tahsilimi ta-


mamladım. Sonra, birer se-
ne olmak üzere cerrahide,
Atatürk Lisesi’nde tamamlıyor. 1940 yı-
lında Türkiye’den yurtdışına okumaya
gittiğinde geride ailesini, tıp eğitimi al-
100’ünü 15-20 kuruştan aldım ve oku-
dum. Esaslı olarak da 20’sini ezberlemi-
şimdir… O yıllarda nörolojiden daha zi-
dahiliyede ve nöroloji, asa- ma kararında etkili kişileri ve 150 bin yade cerrah olmayı düşünürdüm. Nede-
biye ve psikiyatride çalıştım. 1953’te nüfuslu henüz emekleme dönemlerini ni de Şükrü Amcanın çevirdiği bir ki-
de Zürih’te çalışmaya başladım. yaşayan Ankara’daki, bilincinin uyandı- taptı; yani Ankara’da nöroloji uzmanlı-
1959’da, en geç 1960’ta ülkeme geri dö- ğı evini bırakıyor. ğının kurulmasını sağlayan Prof. Dr.
necektim; böyle planlıyordum. Ama o Gazi Yaşargil o yılları şöyle anlattı: Şükrü Yusuf Sarıbaş’ın. O yalnız asabi-
senelerde Türkiye siyasi anlamda çok "Ben 60 yıl evvel Ankara’yı bıraktığım yeci nörolog değil, bir bilgeydi. Tarihi
çalkantılı bir dönemden geçiyordu. vakit, Ankara’nın 150 bin nüfusu vardı. severdi, biyolojiyi severdi, felsefeyi se-
1960’ta da ihtilal oldu. Hem çalışmaları- Otomobil sayısı olsa olsa 100. O da ba- verdi. Ben ilkokuldaydım. Onlar da
mız durmasın diye hem de zaten hoca- kanlarda ve birkaç zenginde. O kadar. hem kapı komşumuz hem de babamı-
larım izin vermediği için Türkiye’ye Telefon yok. Ben ilkokula gaz lamba- zın yakın arkadaşıydı. Babam memurdu
dönemedim." sıyla giderdim. Bir masanın ortasında ama biyolojiyi çok severdi. Şükrü Beyle
Gazi Yaşargil yaşamının bir kesitini dururdu gaz lambası. O masada gaz evrim üzerine münakaşa ederlerdi. Ast-
böyle anlatıyor. Öncesiyse, 6 Temmuz lambasının ışığında okumaya çalışırdık. ronomi olsun, felsefe olsun muhtelif
1925’te Lice’de yaşama gözlerini açma- 1934’te radyo çıktı. Birden dünyaya mevzularda görüşürlerdi. Bir gün bir
sıyla başlıyor. Babasının Lice kaymaka- açıldık. Sonra kitaplar, mucize diyebile- Avusturyalı-Alman cerrahın kitabı çık-
mı olması nedeniyle Lice’de doğan Ya- ceğim kitaplar yayımlandı. O kitaplar, mış, Şükrü Bey Amca da o kitabı Türk-
şargil, Ekim 1925’te, 3 aylıkken, 4 ya- Hasan Âli Yücel’in yarattığı bir imkân- çe’ye çevirecek. Ama çok düşünceli.
şındaki ablası ve annesiyle birlikte An- dı. Arkadaşlarıyla birlikte 470 kitap çı- Birkaç kelime var, onları Türkçe’ye na-
kara’ya geliyor. İlköğrenimini de Anka- karmışlardı. Bütün dünya klasikleri var- sıl çevireceğim diye tereddütler yaşıyor.

66 Bilim ve Teknik
Babamız da o sıralar Türk Dil Kuru- kapılar çıkar. O kapıların ardında evler
mu’nda aza. Hatta sayıştay, danıştay saklanmıştır. Ağaçları görürdünüz ama
isimlerini babamız vermiş. Yani dil üze- evleri göremezdiniz. Zaten oradaki ço-
rinde çok hassasiyetle duran biri. Şükrü cuklar gelip bizlere katılmazlardı. Onla-
Portakal Biçimli Bir
Bey Amca’ya yardımcı oldu. Bu görüş- rın üstleri de başkaydı. Demek istedi- Denizaltı: Beyin
meler benim çok hoşuma gidiyordu… ğim bambaşka intibalarda kalıyorsunuz. Mikroskopla dar bir yarıktan içeriye bakıp, o
dar yarığın dibinde bulunan yeri üç boyutlu göre-
Şükrü Bey Amca, Bier’in felsefi maka- Bir taraf bambaşka öbür taraf daha baş- bilmek. Bu olağanüstülüğü şöyle de açıklıyabili-
lesini Türkçe’ye çevirdi. Bier 1895’te ka. Mesela Cebeci’deki Musiki Mual- riz. Bizlerin gözbebekleri arasındaki mesafe, or-
lomber anesteziyi geliştiren ünlü bir lim Mektebi’nde hemen her cumartesi talama 60 mm, mikroskobun gözbebekleriyle 16
cerrah. 16 yaşımda ben bu makaleyi günü İnönü gelirdi. Bütün sefirler, ve- mm’yi görebiliyoruz. Bu şu demek: Daha dar bir
yarıktan bakabilmek ve tıpkı makiler gibi steros-
okudum ve onun gibi bir cerrah olmak killer de gelirdi. Biz çocuklar onların kopik görebilmek. Sanki bir gezi yapıyorsunuz.
istedim. Hatta gidip bu hocanın öğren- gelişini beklerdik. Otomobillere bakar- Gezdiğiniz yerse beyin. Peki nasıl bir gezinti yeri
cisi olacağım dedim." dık. Bizler de arka taraftan içeri girer- bu. Ya da beyin nasıl bir organ? Gazi Yaşargil
dik. Cüneyt Abimiz vardı. O bizi içeri beyni şöyle anlattı: " Beyni bir benzetme yapıp
bir meyveyle kıyaslarsak, onu bir elma değil de
alırdı. Atatürk’ü kaç defa görmüşümdür bir portakala benzetebileceğimizi söyleyebilirim.
Küçük Bir Başkent orada. Hatta bir kere de kendisiyle gö- Portakala benzer; dilim dilimdir; ama portakalın
rüştüm. İşte bu muhit benim şekillen- dilimleri yapışıktır. Beyindeki dilimlerse değil; ara-
Mahallesi memde etkili oldu." sında su yolları vardır. O dilimlerin arasındaki su
yollarını kullanarak beyine girebiliriz. Zaten beyin
Gazi Yaşargil’in yaşadığı muhit, bir nevi denizaltı gibidir. İçerisinde giden damar-
onun yaşamını biçimlendirmesinde çok Savaş İçinde Öğrenim lar da balık. Buna bir nevi akuatik diyoruz. Bu
etkili olmuş. Bu öyle bir etki ki, Yaşar- damarların yapıları da başka çalışmaları da baş-
gil’in tanımlamasıyla bir okul. Ona göre Gazi Yaşargil 1943 yılında Viyana’ya ka. Bambaşka bir uzuv. Mesela kalbin, böbreğin,
karaciğerin yapısı homojeniktir. Ama beyinde en
zaten yaşamında 4 okul var. Bunlardan gider. Ama Viyana’daki bir yılbaşı top- azından 200 değişik yer var. Onlar aralarında bağ
ilki aile okulu, sonra doğanın verdiği lantısında Ahmet Koç adlı bir arkadaşıy- kuruyorlar. Trilyonlar demek bile yanlış. Muazzam
okul, diğeri toplumun verdiği okul ve la karşılaşır. Ahmet Koç da onun gibi bir organ. Hem heteromorfik, hem heterojenez
devletin verdiği okul. O toplumun ver- Atatürk Lisesi’nde okumuş ve Viya- hem de heterofonksiyonel. Bir misal verelim: Kal-
bin kanla beslenmesi. Siz heyecanlandınız; o sı-
diği okulu çok önemseyen bir insan ve na’ya gelmiştir. Yaşargil’e, "sen burada rada kalbiniz daha fazla atmaya başlar; bu du-
bunu da şöyle anlattı: "Bizim çok canlı iyi Almanca öğrenemezsin, gel seni ben rumda da oraya daha fazla kan gider. Ama bu
bir okulumuz vardı: Cebeci. Bilhassa da Naumburg’a götüreyim" der. Hatta Na- kanın kalpteki dağılımı aynıdır; kalbin her yerine
bizim İçcebeci. Etrafımızda oturanlar umburg da tanıdığı bir aile olduğunu, aynı kan gitmektedir. Ama beyninizde durum
böyle değildir. Mesela şimdi aşık oldunuz. Kalbi-
dünyanın en büyük kompozisyonlarını bu nedenle kalacak yer sıkıntısı da çek- niz atmaya başlıyor. Kalbinizin her yerine aynı
yazanlar, ressamlar, politikacılar… Biz meyeceğini, üstelik bu ailenin öğret- oranda kan giderken, beyninizin bir kısmına da-
bu insanların çocuklarıyla top oynardık. men olduğunu, ona Almanca öğretebi- ha fazla kan gidiyor. Sonra bir anda kan başka
Yalnız çocuklar değil aileler de birbirle- leceklerini sözlerine ilave eder. Yaşargil bir yere geçiyor. Bulutların değişmesi gibi karışık
ve muazzam bir yapı."
riyle görüşürdü. Babamızın onlar arasın- önce tereddüt eder. Naumburg Orta Al-
da dostları çoktu. Onların yaşayışları, o manya’dadır. Viyana’dan Naumburg’a
çocukların giyinişleri, duruşları, görüş- gitmek için, Prag üzerinden Dresden, Bu kargaşada orada öğrenimine devam
leri bizi de etkiliyordu. Ama başka dün- sonra Leipzig’e gitmek oradan da Jena, edemeyeceği ona bildirilir. Hükümet’-
yalar da vardı. Biz o dünyaları da gör- Weimar. Ama gelen öneri aklına çok ten bir yazı gelir. Eğer Hamburg’tan
dük, canlı olarak. Tren yolunun öbür ta- yatmıştır. Kendi deyişiyle "bunu becerir Türkiye’ye dönmek isterse, Kuzey Al-
rafında, Hamamönü civarı. Oradaki in- ve Naumburg’a gider." Tıp eğitimine manya’da bir şehre gidecek ve oradan
sanların yaşayışları, oturuşları, evleri. başlamadan önce burada bir hastanede vapurla ülkesine dönebilecektir; ya da
Evleri göremezdiniz ki. Sokaktan ge- hemşire yardımcısı olarak çalışır. Bu öğrenimine devam etmek istiyorsa ve
çersiniz, karşınıza hep duvarlar, güzel kentte çok önemli deneyimler edinir. olanağı da varsa, İsviçre’ye gidebileceği
En temel tıbbi, cerrahi ve hasta bakımı söylenmektedir bu yazıda. O, öğreni-
Bilgisayar Beyne Yetişemez deneyimlerini burada kazanır. Sonra Je- mine devam etmek istemektedir; fakat
Beyin mi olağanüstü bilgisayarlar mı? Bu so- na’ya gider: "Jena çok humanist bir üni- olanağı yoktur. Ama aklına da koymuş-
runun yanıtına Gazi Yaşargil elbette beyin dedi. versite. 16. asırda açılmış. Burada altı ay tur: "İsviçre’ye gideceğim ve başaraca-
Zaten farklı bir yanıt da beklenemezdi. Tabii bu
yanıtın nedenini de açıkladı: "Kompüterler iki bo-
boyunca haftanın her günü anatomi ğım" demektedir kendi kendine.
yutludur yani binary çalışan bir sistem. Bizim enstitüsünde çalıştım. Bu sayede, bu 1945’te İsviçre’ye gelir ve Basel’de öğ-
beynimizse kaç dimensiyonlu, kaç bo- konuda derin bir bilgi birikimim oldu." renimine başlar. 1945 yazında da ilk kez
yutlu çalışıyor hayret edersiniz. Bir mikrocerrahiyle karşılaşır. Bu karşılaş-
profesörden öğrendim, insan beyni-
nin 11 boyutlu olduğunu söyle- Olmayan Olanakları mayı Gazi Yaşargil şöyle anlattı: "1945
yazında bana laboratuvar görevi verildi.
di. Bizler bu 11 boyutun 4
boyutunu kavrayamadık Yaratmak Enstitüde mikroskop altında bir kurba-
daha. Ama matema- ğanın hipofiz bezini nakledecek ve ara
tikçiler için aynı şeyi
söylemem. Onlar
Nisan 1945’te İsviçre’ye geçer Gazi lobu çıkartacaktım. Bu projenin amacı,
en azından 1000 Yaşargil. İkinci Dünya Savaşı’nın hen- kurbağada renk hormonu üretiminin
sene önde gidiyorlar." gamesi her gruptan insanı sarsmaktadır. araştırılmasıydı. Bu benim mikrocerra-

Aralık 2000 67
hiyle olan ilk karşılaşmamdı. Yıllar son- dim. Çok esaslı bir çalışmaydı bu. Böy- mız da onu yeniden canlandırmak oldu.
ra ABD’de mikrocerrahi alanına girece- lelikle, laboratuvarda beyin üzerinde Hiçbir buluş yeni olmuyor. Bu bir adım-
ğimi nereden bilebilirdim ki?" nasıl çalışılabilir; bunu ilk defa başar- cıktı, bunu başardık."
dık. Bipolar koagülasyon aletini beyin
ABD’de Mikrocerrahi cerrahisine getirdim. Hem de beyinde-
ki su yollarını keşfettik. Beyin homojen Acının Üstesinden
Yaşamın akışında karşı karşıya kal- bir uzuv değil. Dilim dilim ve dilimler
dığı olaylar, Gazi Yaşargil’i mikrovaskü- arası su dolu. Bu su yollarını kullanarak Nasıl Gelinir?
lercerrahiye yönlendirir. O, mikrovas- araz yerlerine girmeyi başardık. Aslında Gazi Yaşargil’in meslekte ilk iki yılı,
külercerrahi (mikrodamar cerrahisi) ala- beyindeki su yollarıyla ilgili 1875’te beyin ameliyatlarında yalnızca spatula
nında yetersizliğini de gidermek için muazzam bir kitap yazılmış. İsveç’te denen bir aleti tutmakla geçer. Bu gö-
Ekim 1965’te Burlington’da çalışmaya anotomistler yazmışlar. Bizim yaptığı- rev öyle zordur ki, acıyı yenmeyi; acıya
başlar. Aralık 1966’da köpek beyin ar- dayanmayı öğrenirsiniz. Gazi Yaşargil,
terlerini incelemeye ve 1-1,5 mm çapın- bunu öğrenir öğrenmesine; ama üste-
daki, 1-1,3 mm çapındaki damarların re-
Zorlamalar ve Tesadüfler sinden gelmeyi spatulanın yerine kulla-
konstrüksiyonunu (hasarlı yapının yeni- nılacak bir ekartörü geliştirmekle yapar.
den oluşturulması) yapar. Bu olay Gazi Adına da Leyla Ekartörü der: "Beyne
Yaşargil için, laboratuvarda rekonstrük- girmek çok zordur. Çünkü kafatasını aç-
tif beyin arteri deneylerinin başlangıcı tığınızda kemiği bir külçe gibi karşınıza
ve mikronöroşirüjinin doğuşudur. Gazi çıkar. Fakat sizin girmek istediğiniz yer
Yaşargil bu deneyimini şöyle anlattı: bu külçenin altındadır. Hocalarımız
"Amerika’da mikroskop altında beyin 1920 senesinde bu külçeden çok kork-
damarlarını ortaya çıkartacağım. Yani muşlar. İlk önde gidenler, ilk defa alın
dissekte edeceğim. Bunun Türkçe’si kısmını yavaşça kaldırıp, şakağı kaldı-
Mezuniyet sınavlarından önce Gazi Yaşargil
ayırıp, serbestleştirmek anlamına geli- anotomi hocası Profesör Ludwig’ten bir izin ko- rıp, lobar traksiyonlar yapmışlar,yani
yor. Fakat çok zorlandım. Beyinde ça- parmayı başarır. Dr. Klingler’in beyin laboratuva- beyin loblarını çekmişler. Bizler bunu
lıştığınız bölgeye kıskaçlar koyuyorsu- rında çalışabilmenin iznidir bu. Şu anlama da yaparken, genç asistanlara bir spatula
nuz, sonra kesiyorsunuz damarları ve gelmektedir: Basal gangilionlar, santral nükleus- verilir. Asistan bunu elinde tutar ve bel-
lar, beyin sapında beyaz maddedeki bağlantı lif-
sonra dikmeye çalışıyorsunuz. Ama ol- lerinin diseksiyonuna dair benzersiz teknikleri li bir dengede çeker ki hoca rahatça ça-
muyor. Aynı büyüklükteki damarları öğrenmek. Bu laboratuvarda geçirilen üç ayda lışabilsin. Ben de bunu hocamdan öğ-
kol ya da bacakta olduğunda tutturabili- Gazi Yaşargil beyin anatomisini daha yakından rendim. En azından iki yıl o spatulayı
yordum; ama beyinde olmuyor. Çünkü tanıma olanağı bulur. Walter Dandy’nin Beyin sadece tuttum. Hayatım onu tutmakla
Cerrahisi adlı kitabından da çok etkilenir. Defa-
elinizdeki dokunun yapısı başka. Be- larca okuduğu bu kitaptaki nöroşirüji kavramı geçti. Ama 10 dakika sonra bu elinizde-
yindeki dokunun yapısı başka. Beyin- onu çok etkilemiştir. ki mafsal bir acımaya başlar ki sorma-
de, 10 mm’lik yerde çalışırken, diğer ta- Basel’den 1949’da mezun olan Gazi Yaşar- yın. O acıyı yenmek zorundasınız; çün-
raftan 10-15 tane ufacık damarlar çıkı- gil, 4 Ocak 1953’te, 40 yıl boyunca, çok yoğun kü yenemezseniz duramazsınız. Dura-
bir tempoda çalışacağı üniversite hastanesinde-
yor. Bu damarlar 10-20 mikron. Kıl gibi, ki görevine başlar. Kendi deyişiyle bugün bile mazsanız ameliyatı engellersiniz. O acı-
dokununca kanıyıveriyor ve etraf kıp- düşlerinde hâlâ orada, üniversitenin hastanesin- yı yenip, işinizi yapmak zorundasınız.
kırmızı. Kanamayı durdurabilmek için de çalışmaktadır. Bu bir maharettir. Acıya dayanmak. Ben
elektrokoagülasyon (elektrikle pıhtılaş- 1964’te mikrocerrahiye girmesiyse zorlama- bir yandan bu görevimi yaparken düşü-
lar ve tesadüflerle olur. Bunu Gazi Yaşargil şöy-
tırma) yapıyorduk. Fakat çok kaba le anlattı: "Ben istemeyerek mikroskobu beyin nüyordum da: Neden bunu otomatik
elektrokoagülasyondu bu. Tesadüfen, cerrahisinde kullandırılmaya zorlandım. Bunu bir şekilde tutamıyoruz diye? Kızım o
sadece ucuz diye başka bir koagülasyon hocam istedi. Çünkü 17 yaşındaki genç bir kızı senelerde 6-7 yaşlarında. Annesinin in-
(pıhtılaşma) aleti satın aldık. Bu aletin kalbinden ameliyat etmişler. O zamanlar bu ciden yapılmış boyunluğunu almış, ka-
ameliyat sırasında kalbi durduruyorlar. Kan dola-
adı bipolar koagülatör idi. Yani verdiği- şımını pompa sistemiyle akıtıyorlar. Tabii bu sıra- fasından geçirmeye çalışmış. Tabii bu
niz elektriğin hastanın bütün vücudun- da pıhtılaşma ihtimalleri çoğalıyor. Nitekim öyle sırada kolye kopmuş, inciler etrafa saçıl-
dan geçmemesi için cereyan toprağa de oluyor, bu pıhtılar, genç kızın beynine gidiyor mış. Bana koştu. Bak bunlar koptu de-
bağlanır. Etrafına nötral bağlar sarılır. ve beyin damarlarını kapatıyor. Ameliyat sonrası di. Beraberce gittik kolyeyi toparlamak
genç kızda felç ortaya çıkacak. Ben, anjiyogra-
Bu aleti geliştiren beyin cerrahı değişik fisini yaptım. Baktım genç kızın beyin damarı tı- için. Ben, kolay olsun diye naylon ipliğe
bir şey yapmış. Penseti ikiye ayırmış, kanmış. Ameliyatı yapan İsveçli profesör cerrah, geçirdim incileri. Fakat naylon ipliğe
izole etmiş. Bu durumda cereyan bir benden pıhtıyı almamı istedi. Bu 1 mm’lik, da- düğüm atmak çok zor. Kaymaz, tutmaz,
yerden giriyor sonra ucundan geri dönü- marı kapatan tıkaç gibi bir şey. Damarın kendisi oturmaz. Tam bu sırada bir parçasını çe-
de 1,5 mm. Ben, 5,5 mm’lik damarı açıp kapa-
yor. Toprağa bağlamanıza gerek yok. tırım; ama bunu yapamam; çünkü bilmiyorum kerken bir de ne göreyim: O boncuklar
Yan tesir yok. Siz nereyi yakmak ister- dedim. Çok heyecanlandı, kızdı da. Ama ben bu teker tekerken birden bire bütün bir
seniz o yalnızca o kısımı kavuruyor. Et- olmaz dedim. Hocamla da görüştü bu olay üze- zincir oldu. Oluşan zincir bambaşka bir
rafına zararı yok. Bu muazzam bir olay- rine. Bizim hoca da, ’siz yapabiliyor musunuz ki kıymet demek. Kendine mahsus fiziki
benim öğrencimden böyle bir beklentiniz var?’
dı. Bu aleti görürgörmez hocama mek- dedi. Sonra anlaştılar. Ama bu olay benim Ame- kıymet. Kendi kendine durabiliyor. İşte
tup yazdım. Yalnız damar cerrahisi değil rika’ya bu konuyla ilgili gidişimde vesile hatta buldum dedim. Spatulanın yerine geçe-
beyin cerrahisi de buraya geçecek de- zorlama oldu." cek, kendi kendine durabilen şeyi. Son-

68 Bilim ve Teknik
ra o boncukları çelikten yaptılar. İçerisi- Kök Hücrelerle Yeşeren Umut tıpkı yaşlı bir insanın herşeyi yiyemediği gibi. Do-
ne bir zincir soktular. Bu zincire ekartör Cerrahinin hedefinin ameliyatları olabildiğince
layısıyla yaşlıların o kadar çok kana ihtiyacı olmu-
deniyor. Ben ona Leyla adını verdim. yor. Ama beyne kan gelmesine de vücut mani
dikişsiz, acısız yapmak ve hastanın çabuk iyileş-
olamıyor. Zaten sıkıntı da buradan doğuyor. Şim-
Ama ben bu ekartörü kullanmıyorum; mesini sağlamak olduğunu, ancak bunun, cerra-
di düşünülen şu: Hücreye kan gitmiyor; bu ne-
çünkü yanlış kullanıldı. Bu, çok dikkat- hiden uzaklaşmak anlamına gelmediğini Gazi Ya-
denle hücreye kan götürelim deniyor. Bu olabilir.
şargil’in anlattıklarından anlıyoruz. Cerrahi hep var
li kullanılmak isteyen bir alet. Fakat is- olacak ama başka başka cerrahiler de olacak ve
Mesela damarlar tıkandığında dışarıdan içeriye
temeyerek de olsa kötüye kullanılabili- kan verilebilir ki ben bunu uygulayan ilk cerrahım.
insan eline olan gereksinimse hep var olacak. Bu
Ama bu noktada şöyle bir sıkıntı doğuyor. Beyin-
yor. Bir değil iki, hatta üç adet kullanılı- noktada beyinle ilgili hastalıklar, ameliyat dışında,
deki kan deveranı öylesine karmaşık bir yapıda ki,
yor. Tabii bu da beyinde açılan yarığa hangi yöntemlerle iyileştirilebilir? Moleküler tekno-
kime nasıl kan vereceksiniz? Bu ameliyeye ihtiyaç
lojideki gelişmeler, örneğin felçli hastalar için nasıl
fazla baskı yapıyor. Ancak beyin dokusu bir yarar sağlayacak. Bir canlının vücudunda çok
olduğuna karar vermek çok zor. Subjektif bir yak-
çok hassas, öyle ki mimoza çiçeği gibi. laşımla kararınızı veriyorsunuz. Mesela, üç dama-
uzun bir süre bölünmeye devam ederek kendini
rı tıkanmış bir hastaya; iki ya da üç kere de hafif
Dokunursanız büzülüyor. Beynimizin yenileyebilen ve farklılaşmış hücreler oluşturabilen
inme geçirmiş, böyle bir hastaya dışarıdan kan
mimarisinde, beyin kabuğu dediğimiz farklılaşmamış hücreler yani kök hücreler cerrahi-
verebiliriz diyorum. Ama bu objektif bir ölçü değil.
ye nasıl bir boyut kazandıracak? Bu soruları birbi-
yerde 5 mm’lik çapta altı kat hücre var. ri peşi sıra Gazi Yaşargil’e yönelttik. Yanıtı şöyle
Felçli hastalara uyguladığımız bu usul zaten tam
Bunların hepsi de 30-40 mikron kalınlı- oturmadı. Ama yine de senede birkaç yüz hasta
oldu: "Moleküler cerrahi; ilaçla ya da röntgen ışın-
bu usulle tedavi ediliyor. Diğer taraftan mikrocer-
ğında. Bu hücreler arasında da damarlar larıyla, lazerle, ultrasonla tedavi, hastalıkları başka
rahideki girişimlerimiz beyin cerrahisindeki sıkıntı-
var. O damarlar da 10 mikron arasında. usullerle tedavi etmenin yollarından birkaçıdır. Me-
ları oldukça azalttı. Çünkü ameliyat esnasında da-
sela ultrasonu öyle odaklarsınız ki 100 derece ışın
İşte oraya basınç yapmanız demek da- yaratır; sonunda o yeri yakabilirsiniz. Yani sesle
mar patlarsa, patlayan damarı tamir edebiliyoruz.
marların tıkanması demektir. Ne kan Zaten uzuvlarımızdaki zedelenmelerde çok defa
yakıyorsunuz. Fizik ve kimyadaki gelişmelerden
damarlar zarar görüyor. Öyle ki, insaniyet da-
gelebilir, ne de gidebilir. O zaman da sı- istifade edeceğiz.
marların tedavisi için binlerce seneden beri
kıntılar başlar. Ben şimdi o yarığı açık Yine 30 mikronluk iğneye bağlı 5-10 mikronluk
çalışıyor. Neler yapmamışlar ki: Önceleri ka-
ipliklerle yarım milim çapındaki damarlar ötesinde
tutmak için her iki tarafına özel bir pa- daha ince sinirler mikroskop altında dikilebiliyor.
namanın olduğu yerin üzerine basıldığında
muk kullanıyorum." kanamanın durdurulabildiğini gör-
Kaliforniya’da Dr. Müller nano motorları yarattı.
müşler; ama basınç kalktığında ka-
Doktor Müller, nano motorların güngelecek en-
nama tekrar başlar; bu defa da
doskopik cerrah olarak kullanılacağını düşünüyor.
Hedef Cerrahiyi Yok Felçli hastalara gelince. Çok mühim bir konu
kanayan yer dağlanmış. Bu usul
1950 yıllarına kadar kullanılmış. O
bu. Çünkü insanlar yaşlanıyorlar. Yaşlandıkça da
Etmek inme gelme tehlikesi daha da artıyor. Şimdiye ka-
zamanlar damar cerrahisi yok
tabii. Mesela Kore harbinde, eğer
dar inmenin damar bozukluklarından ileri geldiğini
kolda, bacakta bir yaralanma
Böyle olağanüstü bir organın ameli- düşünüyorduk. Halbuki bir de hücrelerin yaşlan-
olursa, o uzuvlar kesilip
maları var. Hücrelerin değişmesinden doğan inme
yatını yapmak da olağanüstülüğün ta de olabiliyor. Hücre yaşlandıkça yiyemez oluyor;
atılıyordu. Sonra ilerlemeler
kendisi olmalı. Peki beyine ameliyat ardı ardına geldi.
yapmak doğru mu? Bu olağanüstülüğe
uyum nasıl sağlanabilir ya da sağlanı- cak?" Gazi Yaşargil’den aldığımız yanıt mı, 200 sene yaşama olanağı var. Bunun
yor? Gazi Yaşargil bu konudaki görüşle- şöyle oldu: İnsanın yaşam süresi, biyo- üzerinde müthiş çalışmalar yapılıyor.
rini de şöyle anlattı? "Aslında, cerrahla- lojik hesaplara göre 100-120 sene. Bun- Ama diyeceksiniz ki, bilim saçmaladı
rın beyne girip, ameliyat yapması doğru dan fazlası imkansız gözüküyor. Ama mı? Kendini fazla mı büyüttü? ‘Her şe-
değil. Çünkü bilgilerimiz hâlâ çok sınır- değil. Hücrelerimiz içinde 23 çift kro- yi yaparım’a mı dönüştü? Hayır, değil.
lı. Ama hastaların ihtiyacı, onların zo- mozom var. Bu kromozomların her biri- Böyle düşünceler, dikkat ederseniz, bi-
runluluğu bizleri zorluyor. Mesela be- nin tepesinde telomer adını verdiğimiz lim tarihini okursanız, üçbin yıl evvel
yin kanama yapıyor. Ne yapmanız la- bir kısım var. Telomorler her geçen se- düşünülmüş. Eflatun, ‘bizlerin zihni,
zım? Beyne girip kanı almak zorundası- ne kısalıyorlar. Yani küçülüyorlar. Ama aklı içerisinde ideler var.’ demiş. Bu ne
nız ve alıyorsunuz. Aslında her cerrahi- kimyagerler bu telomerleri takviye ede- demek? Yani kromozomlarda nasıl ge-
de olduğu gibi, beyin cerrahisinde de bilmenin yolunu buldular. Bu şu anla- netik bilgiler varsa, ruhun içerisinde de
hem ahlaki hem de felsefi bakımdan ma da geliyor: İlelebet yaşayın! Olmadı muazzam ideler var. İde yani fikirler
düşündüğümüzde hedef cerrahiyi yok orada. Onu bulmakla tekrar bulmuş
Gülgûn Akbaba ve
etmektir. Hastalıkları başka usullerle iyi Gazi Yaşargil
oluyorsunuz. Ressam tekrar görmüş
edebilmektir hedef." oluyor. Musikici tekrar dinlemiş oluyor.
En başlangıçtakileri."
200 Yıl Yaşayabiliriz! Gazi Yaşargil’e göre bir bireyi anla-
yabilmek, tanıyabilmek, onu biyolojik,
Bu noktada insanın aklına ister iste- psikolojik, sosyal, politik, ekonomik,
mez, geçtiğimiz aylarda da dünyanın ol- sanatsal, felsefi, dini ve metafizik yön-
duğu kadar bizim kamuoyunu da çok leriyle ayırtetmeyi gerektirir. Bu söyleşi
meşgul eden ve ‘uçuk’ gibi gözüken bir onu bir ölçüde de olsa tanımanıza yar-
soru akla geliyor: "Farklı farklı cerrahi dımcı olacak. Ama eğer onu bütünü-
yöntemleri, moleküler biyolojinin mik- yüyle tanımak istiyorsanız, "Bir Beyin
rocerrahiye yansıması, tıpta, fizikte, Cerrahının Meslek Yaşamı, Düşüncele-
kimyada, genetikte alınan yollar, geliş- ri ve Anıları" adlı kitabı öneririz.
meler, sonunda insanı ölümsüz mü kıla- Gülgûn Akbaba

Aralık 2000 69

You might also like