You are on page 1of 15

1

Türkiye’nin çıkmazlarına bir örnek

S.S Kooperatif 18-ANGORA Milletvekilleri Kooperatifi


Prof. Dr. Ali Demirsoy, Hacettepe Üniversitesi

Türkiye’nin en güzel yerlerinde ve kıyılarında her zaman bilmem


kaçıncı dönem milletvekilleri kooperatifi diye bir tabela görürsünüz.
Özünde bu kooperatiflerin incelenmesi ve özellikle sayılarının hangi
tarihten bu yana arttığının ne kadar arttığının saptanması Türkiye’deki
siyasi ahlak açısından önemli ipuçları verebilir. Mecliste bir meslek
grubuna zam yapılma gündeme gelince, muhakkak, geçinemiyoruz diye
milletvekilleri maaşının artması da bu yasaların kuyruğuna eklenmeye
çalışılır. Çoğunluk da bu oylamalar gecenin geç vakitlerinde yapılır.

İşte maaşıyla geçinemeyen milletvekillerinin kurmuş olduğu bir


kooperatifte devir yoluyla bir ev aldım ve şu anda orada oturmaktayım.

Bu sitede kimlerin evi yok ki, aklıma ilk gelenleri saymak isterdim;
ancak ad saymanın böyle bir yazıda biraz da dedikoduya girebileceğini
düşünerek vazgeçtim. Bir zamanların en gözde başbakanları (en az üç
tanesi), başbakan yardımcıları (en az 4 tane), onlarca bakan, meclis
başkanları (en az dört tane), yüzlerce emekli ya da şu anda aktif
milletvekili, müsteşarlar, genel müdürler, parti başkanları, rektörler,
dekanlar, onlarca profesör, akademisyenler, büyük şehir belediye
başkanları, belediye başkanlığı yapmış onlarca insan; aklınıza
gelebilecek ve televizyonlarda sık sık boy göstermiş çok sayıda üst
düzey yetkili. Bu sitenin kadrosuyla orta ölçekli bir devletin parlamentosu,
devlet kurumlarının, hatta üniversitelerinin bir kısmı eksiksiz yeniden
kurulabilir.
2

Türkiye’nin yakın tarihte kaderini çizmiş, önemli kararlara imzalar


atmış, politikalar oluşturmuş, görüşmeler yapmış, eğitimine yönler
vermiş, kamunun güvenliğini sağlamış, yapılan eğri büğrü işleri
düzeltmesi gereken makamlarda bulunmuş sayısız insan burada.
Türkiye’de geçmişte ve bugün yetkili olan ve Türkiye’nin kaderinin
çizilmesinde en önemli rolleri oynayan bu kadar insanı hiçbir yerde bir
arada göremezsiniz. Bugün kullandığımız yasaların ve yönetmeliklerin
çoğunun dibinde bu insanların imzaları bulunmaktadır.

Geçmişte ve bugün yerel yönetimin kilit insanları da burada, şu anda


Ankara’nın düzeninden sorumlu başkanının ve oğlunun, keza birçok
ilçenin belediye başkanının da burada konutları var. Sitenin yöneticileri
ve yönetim kurulu üyelerinin önemli bir kısmı da bir zamanların Büyük
Millet Meclisi üyeleriydi.

Ben asistanlık yıllarımın ilk dönemlerinde kuzey Avrupa’da bulundum,


özellikle Almanya ve çok düzenli bir şehir olduğunu söyleyebileceğim
Hamburg’da. Bana bugün Avrupa’da seni en çok etkileyen şey neydi diye
sorsanız. Hiç duraksamadan, şehirlerin düzeni diyebilirim. Çünkü bir
insan ancak düzenli bir şehirde büyürse, düzenli yapılmış konutlarda
oturursa, komşularıyla bir uyum içinde bulunursa, yapı ile ilgili yasaların
herkese –ödünsüz olarak- uygulanacağını bilirse, iç dünyası huzura
kavuşabileceğini ve estetik yönünden doğru dürüst bir insan olabileceğini
söyleyebilirim. Bataklıktan ancak parazit çıkar, kan emen sivrisinek çıkar.
Yerleşik düzene geçmenin ve estetik bir çevre yaratmanın sosyal bir
kalıtım olduğunu söyleyebiliriz. Görünce ve yaşayınca geliştirebilirsiniz.
Bu nedenle sanat tarihinde birbirini etkileyen sanatsal gelişmeleri ayrıntılı
olarak anlatırız. Çünkü şehirleşme ve sanat mucize tarzında ortaya çıkan
olgular değildir; kuşaklar boyu üst üst biriken miraslardır.
3

Bu eve taşınmadan, Bahçelievler/Ankara’da 100 metre karelik


mütevazı bir evde yaşıyordum. Gençliğimde liseye giderken (1960’lı
yılların başında), zaman zaman arkadaşlarla Bahçelievler’e gelir ve
bahçe içinde yapılmış bir ya da iki katlı estetik evleri hayranlıkla
seyrederdik. Çocukların koşup oynayacakları geniş alanlar, yeşillikler
vardı. Her taraf özenle dikilmiş çiçekler ve bitkilerle örtülüydü. Düzgün
giyimli, kibar ve belli ki eğitilmiş estetik tavırları olan insanlar bu evlerden
çıkarlardı… Onlar gibi olmak isterdik.

Yıllar sonra Ankara’ya taşınınca (1978) bu özlemimi yerine getirmek


için Bahçelievler 2. caddedeki bu eve yerleştim. Geçmişten iz yoktu;
ancak yine de Ankara’nın kibar ya da nezih muhitlerinden biri sayılıyordu.
En azından geceleri rahatlıkla dışarıya çıkabiliyorduk ve eskiden kalan
estetik evler, binalar arasında boğulsa da nefes alma için yine de iyi bir
imkân oluşturuyordu. Çocuklarımıza gösterebilecek örnek yapılar ve
insanlar hala –azalsa da- çevrede bulunuyordu.

1980 Darbesi ve onu izleyen çıkarcı politikalar ile bu mahalle de hızla


elden çıktı. Güzelim evlerin yerine 4-5 katlı çirkin, dört köşe binalar
yapıldı. Evlerin altı yasal zorunluluk olarak sığınak ve garaj olacakken,
çoğu karanlık işlerden geldiği söylenen kişilere otomobil galerisi yapılmak
üzere kiralandı. Artık hiç kimse, yayalara ayrıldığı söylenen kaldırımlarda
gezemez oldu. İnsanlar yolların ortasında hareket eden araçların
arasında cambazlık yapmaya başladı. Daha önce her evin bahçesinde
bir garaj varken (o dönemde arabası olan parmakla gösterilmesine
rağmen), herkesin bir arabası olduğu bu zamanda yollar park edilen
arabalarla tıklım tıklım doldu. Kendi evimin önüne dahi akşamları park
edemeyip onlarca dakika mahallenin yüzünde dolaştığım çok oldu.
4

Çocuklarım büyüyordu, böyle bir düzensiz mahallede (hala


Ankara’nın en düzenli mahallesi olarak biliniyordu) büyüyecek bir
çocuğun, gelene gidene omuz atan, yerlere tüküren, içtiği sigaranın
izmaritini sere serpe yere atan, çıtladığı çekirdeklerin kabuklarını
dudaklarıyla sağa sola püskürten her gün onlarcasını gördüğüm insana
benzemesi kaçınılmazdı. Bir zamanların tıraşlı, kravatlı, kibar,
gerektiğinde özür dileyen ve silindir şapkasını çıkararak selamlayan
insanlar sanki göğe çekilmişti.

Elimdeki olanakları sonun kadar kullanarak, ANGORA evleri adı ile


bilinen (son zamanlarda basının ilgi gösterdiği bir parti başkanımız
nedeniyle gündeme gelmiş), yazının ilk girişinde tanıtmaya çalıştığım,
bakanların, milletvekillerinin, üst düzey yöneticilerin kurduğu bir
kooperatife üye oldum. Her kooperatifte gördüğümüz birçok
olumsuzluktan sonra, büyük bir kısmımız, dış kısmı tamamen bitmiş ve
içte de ince yapısı bitmiş olarak evlerimizi teslim aldık.

Ben şahsen projeyi dikkatle inceleyerek bu kooperatife üye


olmuştum. Çünkü evin 3 kat (kottan durumu uygun olanlarda 5 kat kadar
olabiliyordu) üzerine neredeyse 400 metre kare civarında bir büyüklüğü
vardı. İyi bir mimarisi vardı. En önemlisi garajı vardı. Hepsinin 700-800
metre kareden az olmamak üzere, sulama sistemi döşenmiş bir bahçesi
vardı. Daha da önemlisi sosyal tesisler için ve çeşitli spor aktiviteleri için
çok önemli yerler ayrılmıştı. Hamburg, Londra, Paris, Berlin’deki
banliyölerde gördüğüm uygar bir insana yaraşır evlere sahip olacaktım.
Hem de aynı duyguyu ve özlemi paylaşan, gelir düzeyi yüksek, çevreye
ve komşuya saygılı insanlarla birlikte.

Bir mahallede sürekli inşaat yapılması beni hep bıktırmıştır. Çalışan


araçların gürültüsü, çıkarılan toz toprak, izansız giden hafriyat
5

arabalarının yollara döktüğü molozlar ve topraklardan; bu toprakların


sürüklenmesi ile tıkanan alt yapılardan nefret etmişimdir. Kooperatifimizin
yönetimi bu sıkıntıyı bildiği için, peyzajı, alt yapısı ve binaların dışı işleri
tümüyle bitmiş olarak evleri teslim edecekti (büyük ölçüde de etti). Teslim
tarihinden 36 ay sonra binaların içyapısını tamamlamayan (yani inşaatı
devam ettirerek komşularını rahatsız edecek) her üye, komşularını
rahatsız etmesin diye, 36.000 dolar para ödeyecekti. İmzaladık. Hayırlı
olsun dedik…

Bu arada imarla ilgili çok katı kuralları içeren, burada oturanlar


politikacılarımız tarafından çıkarılmış yasalar da yürürlüğe girmişti. Hiç
kimse imar planı haricinde dış görünüşü ihlal edecek ekler ve
değişiklikler yapamaz diye… Göz yumanlara bile ceza getirilmişti.

Gerçi milletvekillerimizin çoğunun sicili çok temiz değildi. Geçmişte de


yaklaşık 600 adet son derece lüks, tek katlı, geniş sosyal tesisleri olan,
girişi ve çıkışı özel olarak denetlenen, birçok olanaktan indirimli
yararlanan, devlet parasıyla yapılmış, yüzlerce trilyon lira harcanmış
Millet Vekilleri Lojmanları yapılmıştı. Dünyada galiba milletvekillerini bir
sitede toplu oturtturan ilk dünya milleti biz olduk. Hatta bu lojmanlar
dokunulmazlık korunmasına da alındı. Örneğin bir milletvekili taksitle bir
araba alır ve taksitleri ödemez ise, bu araba bu sitenin içinde park ettiği
sürece hiçbir devlet yetkilisi siteye girip bu arabalara el koyamıyordu
(haczedemiyordu). Tam anlamıyla bir rezaletti. Sonunda dikkati çok
çekince bu evler satışa çıkarıldı. Ancak satılamadı. Çünkü bu sitenin ve
evlerin onaylanmış hiçbir planı ve olması gereken inşaat izinleri yoktu.
Bu nedenle de evler satılamıyordu. Çare, yüzlerce trilyon harcanarak
yapılmış bu evlerin yıkılmasında ve arsası birilerine verilerek alış veriş
merkezi yapılmasında bulundu. Böylece Ankara’nın en gözde yerinde
her biri 50-60 kat olan binalar ve alış veriş merkezleri (Panora) yapılmaya
6

başlandı. Hiç kimse geçmişte devletin parasını savuran –kendilerine


peşkeş çeken- bu kişilere bir şey sormadı… Arkası olmayana tek kibritin
hesabını soran devlet, politikacılarının çıkarına harcanan trilyonların
hesabını görmemezlikten gelmişti… Onun için hiç kimseye güvenimiz
kalmıyor…

Tekrar ANGORA sitemize dönersek. Eve girip bir zaman sonra


çevreye bakmaya başlayınca, istisnasız her evde dış mekânlara yönelik
yıkım yapımla karşılaştım. İmar ve yerleşim planına aykırı olarak, büyük
bir kısmı çatılarını sökmüş, üsteki odaların tavanın yükseltiyordu; dış
mekân olarak estetik görünüş veren verandalar tuğlalarla kapatılıyor,
zaten yeterince büyük olan odalara ve salonlara ekleniyordu. Osmanlı
kiremidi hiç kullanılmadan sökülüyor, yerine çeşit çeşit kiremitler
döşeniyordu. Site yapım kurallarına aykırı olarak pencereler sökülüyor,
görgüsüz şekilde çeşitli pencereler ekleniyor, yeni pencereler açılıyor; ek
odalar yapılıyor (ben de dahil); siteye kişilik kazandıran boya tarzı
değiştiriliyor; komşunun evinini zemininin altına girecek şekilde galeriler
açılıyor. İç tarafta yapılan değişikliklerin ise haddi hesabı yok gibi
görünüyor.

Rahatlık ve engin bir görünüm sağlasın diye evler arasındaki yeşil


alanlara set çekmek ve duvar örmek yasaklanmıştı. Kim dinler, setler
çekildi ve duvarlar örüldü; duvar örülürken önemli bir kısmı komşularının
yeşil alanlarından biraz tırtıklamayı bir marifet bildi. Bildiğim kadarıyla
sade bu nedenle onlarca belki de yüzlerce kişi mahkemelik oldu.

Mahkemeye gidenler de perişan oldu ve oluyor: Bilirkişi geliyor, yargıçlar


geliyor; olmadı bir daha geliyor. Avukatlar, masraflar gırla gidiyor.
Kişilerin harcadıkları zaman da tuzu biberi oluyor. Karar birkaç yıldan
önce kesinleşmiyor. Kooperatif yönetimine söyleseniz, yetkisizlikten
7

yakınıyor. Sonunda sabahları kalktığınızda büyük bir sevgiyle günaydın


demeniz gereken komşunuza, bir gaspçı ve fırsatçı gibi bakmaya
başlıyorsunuz.

Kooperatif yönetiminin bütün uyarılarına karşın, sanki 400 metre


karelik bir ev bir insana yetmezmiş gibi, garajların büyük bir kısmı odaya
dönüştürüldü ve her evde birkaç tane olan arabalar yolların kenarına
dizildi. Çünkü yüksek makamlarda bulunmaları onlara insana ve topluma
saygı göstermeyi öğretmemişti de ondan… Yola araba dizme bu kesimi
rahatsız etmiyordu; nasıl olsa Allahın yolu; komşu rahatsız olsun ya da
olmasın, önemli değildi…

Her evin en az bir araba alacak kapalı garajı, 1-3 araba alacak kadar
da garajın girişinde o eve ait garaj yolu vardır. Yani her ev en az iki
arabayı yolun haricinde park edebilecek bir alana sahiptir. Gelin görün ki
arabaların tümü (benimki de dâhil) yolların kenarındadır. Bu nedenle
temizlik arabaları toz toprağın en çok yığıldığı yaya kaldırımı diplerini
temizleyememektedir. Kışın da kar yağdığında kar temizleme araçları
arabalardan dolayı yolu gerektiği gibi temizleyemediği için, karı, yolun
her iki tarafında park etmiş arabaların yanlarına yığarak oları bir çeşit
hapsetmektedir.

ANGORA evlerinin bulunduğu Çayyolu bölgesi değerlenmeye


başlamıştı. Ankara belediyesinin iş bilir belediye başkanı boş durur mu?
Yaklaşık 2000 konuttan oluşan bu sitenin dev yerleşim kapasitesi
düşünülerek, parasını verip, planını onaylattığımız yeşil alanlara,
dükkânlara, spor tesislere, benzer yerlere, belediye olarak ben buraları
ticari alan yapıp kiraya vereceğim diye el koymaya kalkıştı. Benim sükûn
içerisinde yaşamak için parasını ödeyip aldığım alana, ipsiz sapsız
birilerinin girip çıkacağı ticarethane yapmak için göz dikmişti.
8

Bu arada başka gariplikler de yaşandı. ANGORA evlerinin bulunduğu


yer Çankaya Belediyesine bağlıydı, önünden geçen 20 metrelik yolun
karşı yakası da Yenimahalle Belediyesine. Emlak vergileri tespit
edilirken, Yenimahalle Belediyesi başka bir partiden, Çankaya belediyesi
de başka bir partidendi. Ancak Çankaya belediye başkanının ve
çevresinin bu sitede evi yoktu; kooperatif yöneticileri de Çankaya
belediyesinin bir türlü yıldızının barışmadığı başka bir partide görev almış
insanlardan oluşmuştu. Öyle mi? Çankaya belediyesi bu sitedeki evlere –
hasımmış gibi- bir emlak vergisi tahakkuk ettirdik ki, evlere şenlik, itiraz
da kabul edilmedi. Sitenin 20 metre ötesindeki Yenimahalle Belediyesine
bağlı aynı kalitedeki evlerin emlak vergisi bu taraftakilerin sadece yedide
biri kadardı. Gelin bu ülkede adaletten eşitlikten dem vurun. Emlak
vergilerini hiç ödemeyenler de başka bir akıllı kesimi oluşturdu. Bizim gibi
vergisini günü gününe ödeyenlerin, bu ülkenin yükünün altına omzunu
verenlerin saflığı ortaya çıktı; çünkü Kasım 2010 da çıkarılan bir yasayla
vergisini ödemeyenlerin cezalarının tümü affedildi; aslını ödemek için de
isteyene 36 aya kadar takside bağlandı. Böylece, Anadolu Arabası’nın
yapım öyküsünü işleyen filimin bitimindeki söz bir daha gerçekleşti: Bu
ülkede başarı ve namuslu davranış cezasız kalmaz.

Gariplikler burada bitmedi. Onlarca cadde ve onlarca sokaktan oluşan


site içindeki yollara kedili, köpekli, çiçekli alışılagelmiş adlar verildi.
Oturduğumuz evlerin adresini bankalar, emniyete, çalıştığımız kuruma ve
onlarca yere bildirdik. Aradan bir iki sene geçmeden, büyük şehir
belediyesi, bu adların tümünü değiştirerek, tutucu kesimin özellikle
beğendiği eskiye yönelik adlar koydu. Doğal olarak bu yeni adresleri de
bankalara, emniyete, çalıştığımız yerlere bildirdik. Bu sefer adlar
mahkemeye verildi. Mahkeme kararıyla adlar iptal edildi. Bu sefer
yeniden adresleri onlarca yere bildirmek zorunda kaldık. Büyükşehir
9

belediyesinde bazı işlerin daha iyi yürümesi için olduğu düşünülen,


büyükşehir belediye başkan yardımcılarından birinin adı, yine de en
büyük caddede değişmeden kaldı.

Bir kooperatife girmiş de deneyim sahibi olanlar kuşkusuz bir şeyi


merak edeceklerdir. Acaba yönetim kavgasız nizasız değişti mi? Değişti
ise mahkemelik olundu mu? Ülkemizin kalıtsal ya da geleneksel
özelliklerini göstermeden olur mu? Tabii ki yeni yönetim eski yönetimle
mahkemelik oldu; her kooperatifte görünen, bilinen ve söylenen malum
nedenlerle. Sonuç alınır mı alınmaz mı, alınırsa ne zaman alını?. Bu tip
davaların sonucu genellikle mahkemeye verenler görmemiştir. Ben yine
de hayallerime dönersem.

Ben burayı alırken, etrafı çevrilmiş, girişi ve çıkışı denetim altında


olan, sokaklarında park eden tek bir arabanın bile olmadığı, çocukların
koşup oynayacağı yeşil alanları ve parkları olan, yaşlandığımda dışarı
çıkmadan site içinde ihtiyaçlarımı giderebileceğim; her türlü spor imkânı
olan bir yer satın almıştım. En önemlisi kişinin kişiye ve yasalara saygısı
olan insanlarla birlikte olmayı düşlemiştim. Ne gezer! En çok yasa ve
yönetmelikleri çiğneyenlerin, bu yasa ve yönetmelikleri hazırlayanlar
olduğunu, nedenini sorduğunuzda da arsız arsız güldüklerini gördüm.
Balık baştan kokmuştu…

Ankara Belediye Başkanının, parti başkanlarımızın,


başbakanlarımızın, bakanlarımızın ve zamanınız varsa bir zamanlar ve
bugün ülkemizin kaderini çizenlerin evlerini gezmenizi dilerim. Neden
belimizin düzelmediğini, neden her şeyin çarpık gittiğini anlarsınız. Hani
edebiyatımızda bir söz vardır. Anamı belleyen kadı, ben kimi kime
şikâyet edem…
10

Belki aklınıza bir soru gelmiş olabilir. Çok kalabalık aile yapısı olduğu
için bu insanlar sığışamamış, evlerini genişletmek ihtiyacını duymuş
olabilirler. Bu nedenle yasaları ve yönetmelikleri çiğneyerek bu suçu
işlemiş olabilirler. İşin en garibi bu mahalleye zürriyetten düşmüşler
mahallesi de diyebiliriz. En genç kız büyük bir olasılıkla 60 yaşında;
yüzde doksanını hayata bağlayan en önemli varlık, sabahları ve
akşamları gezdirdikleri, kendileri ya da kendilerinden büyük bir köpek…
Yani bir evde sadece bir kerem ile bir aslı var. Bir oda bile yeterli…
Ancak siyasetten mi, yöneticilikten mi, yoksa akademisyenlikten mi
kaynaklandığı bilinmeyen sonsuz bir hırs ve mal edinme tutkusu var.

Planı da çok beğenilmesine karşın, hemen hemen hiçbir ev


değişmeden kalmadı. Bu kadar çok akademisyen, siyasetçi, teknokrattın
yer aldığı bir ortamda, dış kısmı tümüyle, iç mekânı ise ince işlerinin
önemli bir kısmı tamamlanmış olarak teslim edilen bu evlerin, daha içine
girmeden, Osmanlı çatısını değiştirecekseniz yerine brass ya da cıngıl
denen malzemeyle çatıyı döşeteceksiniz, kapıları değiştirecekseniz,
alüminyum–ısı yalıtımlı pencereleri değiştirecekseniz, içteki birçok yeri
söküp yeniden yapacaksanız; iyi de bu malzemeyi gereksiz yere
kullanmak suretiyle niye heba ettiniz diye sormazlar mı? Bu sitenin 780
civarındaki villanın ve diğerleri benzer büyüklükte daire olmak üzere
2000 konutun kullanılmadan sökülüp atılan malzemesi ile Anadolu’da
yepyeni bir kasaba kurulabilirdi. Paramızın olması vicdani olarak bir malı
hor kullanmamız hakkını sağlamaz. Özünde yasalarımızın bu
savurganlığa izin vermemesi gerekir. Yasalarımız veriyorsa
vicdanlarımızın vermemesi gerekir. Bu malzemenin yapımı için enerji
tüketildi, kaynak tüketildi, insanların emeği ve alın teri aktı. Bize
atalarımız böyle mi öğrettiler? Bir ekmek kırıntısını bile değerlendirmeyi
öğrettiler; bir tek buğday tanesinin bile yere düşürülmemesini öğrettiler.
11

Bu ülkenin bu kadar zorluğa ve istismara karşın ayakta durmasının


nedeni, bu özelliğiydi. Burada adama sorarlar (bu sitede oturanlara
sorarlar) kendi evini bile planlayıp yapamayan bir kesim nasıl olacak da
bu ülkenin geleceğini kusursuz inşa edecek (etmiş)? Komşusuna saygısı
olmayan, onun hakkını tırtıklamak için fırsat kollayan bir kesim nasıl
olacak da bu ülkenin eğitilmemiş insanına örnek olup, hakkı-adaleti ve
eşitliği öğretecek, model olacak? Hani bir söz vardır: İlk olarak kendi
evinin önünü temizle diye.

Demokratik özgür bir ülkede herkesin olanağı varsa istediği evi


yapma ve o evde oturma hakkı vardır. Eğer düşlediğin bir ev varsa,
arsanı alır onun üzerine istediğin evi yaptırırsın. Kimsenin bir şey
söyleme hakkı olamaz. Ancak, herkesin –kural olarak- üzerinde birleştiği
bir plan dâhilinde bir site kurup ve bu sitenin yerleşimine uygun evler
yapmayı başında kabul etmiş ve girmişsen, başkasının göz zevkini
bozacak değişiklikleri yapma, özellikle ne tırtıklarsam o kârdır anlayışı ile
genel görünümü ve estetiği bozacak değişiklikler yaparsan, senin bu
sitede oturma hakkın olmamalı. Evini satıp yeni ve istediğin bir eve
taşınma hakkın var; ancak benim estetiğimi ve rahatımı bozacak, başta
yaptığımız aktı bozmaya hakkın olamaz. Kaldı ki hangi düzen olursa
olsun bu ülkenin ürettiği malı hor kullanma hakkı da olmamalı.

Bütün bu yapılanlardan bir kısmının hiç haberi bile olmamış olabilir.


Eminim ki önemli bir kısmı böyledir. Ancak, yaşamının en az bir
döneminde etkin siyaset yapmış kesimin –kendisi yapmasa dahi,
yapılanlara göz yumması- bu neme lazımcılığı bağışlanamaz. Yarın, söz
gelişi, Ankara Belediye Başkanının ya da oğlunun evine ya da evinin
bulunduğu adaya, plan haricinde ASKİ tarafından özel bir su borusu hattı
çekilmiş olduğu saptanırsa, ondan sonra Türkiye’de kaçak su ya da
elektrik kullananlara ne diyeceksiniz ya da bugün evinin yasalara rağmen
12

mimarisini değiştirmiş bir milletvekili, yarın Bayındırlık ve İskân Bakanı


olursa ya da belediye başkanı olursa, kime kimi örnek göstereceksiniz?

Kooperatif yönetim tarafından senede en az 2-3 defa gönderilen uyarı


yazısı ise, doğrusunu isterseniz bütün bunların üzerine limon sıkıyor
desem abartmamış olurum. Yazıda, sayın üyelerimiz, defalarca ikaz
etmemize karşın tekrar uyarmak istiyoruz, lütfen bahçenizi bir daha
kaçak suyla sulamayınız. Yaptırdığınız gizli su depolarını ya da
bağlantıları sökünüz. Kullandığınız kaçak su komşularınızın parasını
ödediği sudur. Böyle bir uyarı birçok yerde olağan karşılanabilir. Ancak
bu denli eğitilmiş bir sitede asla…

Yazık bu ülkeye derim. Büyük bir kısmı geçmişte ve bu gün


Türkiye’nin siyasetine damgasını vurmuş kişilerden oluşmuş
ANGORA’da yaşayanların davranışı, niyeti ve yaptıkları, Türkiye’deki
çarpıklığın anahtarı gibi görünüyor. Ağzımızı açtık mı demokrasi
demokrasi diyoruz. Burada oturanların çoğu da bu sloganla bu maddi
olanaklara kavuşmuştur. Ancak demokraside temel kural: Çevreye ve
insanlara saygılı olacaksın, kimsenin hakkını gasp etmeye
kalkışmayacaksın.

Bu kadar eğitim görmüş, devletin önemli yerlerinde bulunmuş birçok


insanın neden bu yasaları görmezden geldiğini, yaparsam yanıma kar
kalır dediğini çoğu insan gibi ben de düşündüm. Bunlar bir kişi, on kişi
değil neredeyse oturanların tümü aynı düşünceye saptanmışlardı. Ortak
bir yönümüz olmalıydı. Sonunda izler düşünen herkesi son yarım yüzyılın
devlet yöneticilerinin görüntüsüne götürüyordu. Haklı ya da haksız, iftira
ya da doğru, son yarım yüzyılın özellikle son 30 yılın devlet ve hükümet
yöneticilerinin çoğu irtikâp, yolsuzluk, adam kayırma, devlet olanaklarını
talan etme, yasaların açıklarını bularak çıkarları ve görüşleri için
13

kullanmayla suçlanmışlardı. Kural olarak hiç biri yasalarla aklanma


yolunu seçmemişti. Siyaseten aklanma yolunu seçmişlerdi. O zaman
insanlarımızın tümünde siyasetçilere karşı kuşku hiç eksik olmamıştı.
Bugün vatandaşlara sorulsa, yöneticilerimiz yolsuzluk yapıyorlar mı diye?
Neredeyse tamamına yakını bundan kuşku duymayacaklarını
söyleyeceklerdir. Niye? Çünkü yasal olarak aklanmayı denemedikleri
için. Deniz Feneri Davası’da basın yoluyla halka bilgi verilmesini,
meclisteki milletvekillerine ait yaklaşık 680 dava dosyasını yargı önüne
götürülmesini, cumhurbaşkanımızın bile geçmişte mensup olduğu
partinin yöneticisi olarak suçlandığı akçeli işlerden dolayı hakkında açılan
davanın engellenmesini niye yapıyoruz? Galiba çok kullanılan
özdeyişimiz burada yerine oturuyor. Hoca o…. cemaat s….ar.

Hadi komşularımın bu davranışına bir neden buldum diyelim. Benim


yaptığım ekleri nasıl açıklayacağım? Belli ki onu da Osmanlıdan kalan bir
öyküyle zorunlu olarak çözeceğim.

Osmanlıda Sadrazam Hasan Paşa diye ünlü bir yönetici varmış.


Hasan Paşa ve iki çocukluk arkadaşı endurunda birlikte okumuşlar.
Ülkenin durumunu görüp hep üzülürlermiş. Birbirlerine biz bunu
düzeltmeliyiz derlermiş. Eğer birimizden biri yükselir önemli yerlere
gelirse; ancak işler yine eskisi gibi giderse, çekinmeden ikaz etmeliyiz;
yol göstermeliyiz diyorlarmış. Bu kararlarını defalarca teyit etmişler.
Sonunda yüksele yükselen Hasan, sadrazam olmuş, diğer arkadaşları da
mütevazi yerlere gelmişler... İki arkadaş bakmış ki her şey eskisinden
daha kötü. Gençlikte verdikleri söz gereği Hasan Paşa’yı uyarmayı görev
bilmişler ve Hasan Paşa’ya çıkmışlar. Herkesin yaptığı gibi vatan, millet,
adalet, gibi gözde kavramları da gündeme getirerek durumu Hasan
Paşa’ya aktarmışlar. Onları dikkatle dinleyen Hasan Paşa sonunda:
14

– Bakın dostlar! Devlet idaresi, hazinesi, sanki bir kevgire dönmüş;


adalet, hak ve eşitlik, yasalara saygı kağıt üzerinde, en fazla bazı kişilere
münhasır kalmış. Herkes bir delikten şu ya da bu şekilde emiyor. Ettim ki
bir deliği kapatayım, öbür taraftan iki delik daha açıldı; onu kapatayım
derken birkaç delik daha açıldı. Anladım ki bu delikleri
kapatamayacağım. Bir delik de kendim için açtım. “Üzüm üzüme baka
baka kararır” özdeyişini bulan atalarımız belli ki sadece kendileri için
değil, torunları için de teşhisi koymuşlar…

Ben bu kooperatife giriş anlaşmasında bazı koşulları muhakkak elde


edeceğim diye girdim. Herkes de bunları bilerek girdi. Bir daha
vurgulamak gerekiyorsa: Daha geniş bir ev istersen ya da daha farklı bir
yapı tarzı istersen, yasalarımız bunu bağlamıyor, gider bir yerden arsa
alır, planını onaylatır ve yaparsın. Can çıkmayınca huy da çıkmadığı için
başka bir yere gitse de, başlangıçta özlemiş olduğu planı uygulasa ve
binayı yapsa da, emin olun, daha girmeden planı sakatlayan birçok
değişikliği yine yapacaktır. Çünkü yaşamında plan ve plana saygı
yoktur…

Yıllarca oturduğunuz evin tapusunu çıkarmaya kalktığınızda, sanki


yeni bir yer alıyormuşsunuz gibi, bin bir plan ve onay için yeniden
ödemeler önünüze konuyor. Hiç kimse, işe başlarken tüm bu ayrıntıları
çözmeden başlayamazsın diyemiyor. Herkesin kafasında bir adamını
bulur hallettiririz imajı var. 2009 yılında kat mülkiyeti zorunluluğu getirildi.
Bu işlemi bir sene içinde yapmayanlara en az bin lira ceza
uygulanacakmış. Ben her zamanki gibi –devletin isteği olan bu- işlemi
yapmak üzere yollara dizildim. Yolda komşularımdan birine rastladım.
Bana: Komşu acele etme, koşma, senin politikacı ve üst düzey bürokrat
dediğin insanların senin gibi onlarca kayıtsız mülkü var; ucu onlara daha
çok değeceği için bunu erteleyeceklerdir. Eve geri döndüm. O gün
15

haberlerde “kat mülkiyet işlem zorunluluğu süresiz ertelenmiştir”


açıklamasını ibretle dinledim…

Zaman zaman şaka yollu ya da üstü kapalı bir tarzda bu imar


ihlallerinin sonu ne olacak gibi bir şey gündeme geldiğinde, çoğunun
yüzünde müstehzi müstehzi bir gülümseme beliriyor, sanki bu ülkede
“İşini bilen atını dağdan aşırır, bilmeyen de düz yolda şaşırır”
dercesine…

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Hacettepe Üniversitesi

Sunuş yazısı

Sayın Kardeşlerim

Bir kooperatifin geniş bir kitleye bir yazı konusu olarak sunulmasını belki
yadırgayacaksınız. Ancak, bir kooperatifin sakinleri, bu ülkenin son elli
yılına damgasını vuran çok önemli kişilerin oturduğu bir yerleşim yeri ise
ve burada da ülkemizde her yerde görülen ve herkesin yakındığı
olumsuzluklar ve düzensizlikler yaşanıyorsa, Türkiye’nin çarpık düzenini
anlamak için tüm ülke yerine sadece ANGORA yapı kooperatifinde bir
geziye katılmanız amacıyla yazılmıştır. Türkiye’deki düzen, durup
dururken bozulmuyor; kadının anama yaptıkları ile ilgili bozuluyor.
Benzerini yaşamadınız ise, bir gün yaşayacaksınız…

Sevgilerimle

You might also like