Professional Documents
Culture Documents
“Kimlik” son yıllarda hem sosyal bilimlerde hem medyada hem de gündelik
dilde uluorta, doğru-yanlış, olduk olmadık yerde bol bol kullanılan, hatta
“suistimal” edilen kelimelerden biri haline geldi. Şu birkaç örnek durumu
açıklamaya yetse gerekir: Texsaslı uyuşturucu müptelası, fahişe, soyguncu,
katil, mahkum, derken dine dönmüş “yeniden doğma” mümin Hristiyan,
hapishane mutemedi vb. Karla Fay Tucker o zamanki vali, şimdiki ABD
Başkanı George W. Bush’ tan “himmet” görmeyip idam edildiğinde,
Cumhuriyet Dergisi kadının bu1 “kimlik”lerine atıfta bulunarak, tek infazda
birçok kişi yok ediliyormuş gibi bir ifadeye başvurmuştu. Türkiye’de
milliyetçilik düşüncesi üzerine çalışan bir İngiliz akademisyen, Ziya
Gökalp’in “düşüncelerinin kimliği”nden2; başka bir profesör ise kuramsal
psikolojinin “kimliğinden” sözetmekteydi3. Şimdilerde uluslar arası ilişkiler
literatüründe Üçüncü Dünya veya bağlantısız “kimlik”den serbestçe
bahsetmek mümkün – ulusal ya da ulus-altı aidiyetler ve daha küçük
sosyolojik birim üyeliğinin tanımı da “kimlik” oldu. Psikiyatri, yıllarca “çok
(veya bölünmüş, multiple) kişililik sendromu” diye adlandırılan hastalığın
adını “dağılmış kimlik bozukluğu” (dissociative identity disorder) olarak
değiştirdi.
1
Cumhuriyet Dergi, “Topluca işlenen bir suç : İdam” No.: 620, 8 Şubat 1998, s. 15
2
Andrew Davison, “Secularization and modernization in Turkey : the ideas of Ziya Gökalp”,
Economy & society V. 24 No 2 May 1995, s. 191)
3
Antonio P.R. Agatti, “The identity of theoretical psychology”, Theory and Psychology, V.3, No.: 3, pp.:
389,393, SAGE, 1993, s. 389
2
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “toplumsal bir varlık olarak insana özgü
olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan
şartların bütünü” veya “herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin
bütünü4” diye de tanımlanan “kimlik”, eski türkçe kelimelere yeni karşılıklar
bulma çabasının bir ürünü olarak genelde bireyin kurumsal ilişkilerini
tanıtlayan belgeleri tanımlayan “hüviyyet” sözcüğünün kapsamı genişletilmiş
hali. TDK tanımında yeralan “insana özgü” belirti, özellik vb.nin kim
tarafından saptanıp niteleneceği; birinin ne zaman “belli” bir kimse olacağı
veya bunun hagi “şartlar” muvacehesinde meydana çıkacağı gibi
epistemolojik kör alanları irdelemekle zaman yitirmeksizin, kavramın Latince
“aynı” anlamına gelen kökenden türeyen ve muhtemelen post-modernist bir
etkiyle yaygınlaşan yabancı karşılığı (identity, identite vb.) üzerinden hareket
etmek daha açıklayıcı görünmekte. American Heritage Dictionary kimliği
bireyin bir topluluğun üyesi olarak tanımlanmasını sağlayan davranışsal ve
kişisel “karakter seti” diye nitelemekte. Buradan bireyin “grup” bağlantısının
tanımın esasını oluşturduğu izlenebilmekte. AHD, kelimenin kökeninde yatan
“aynı” olma (Lat. idem) hali ile ilişkisini de “bir başka şeyle ayniyet şart ve
niteliği” diye belirtmekte. Son olarak da, “güncel” kullanımda yaygınlaşan
tanıma geçmekte: “kalıcı bir varlık (zatiyet, entity) olarak görülen bireyin
belirgin kişiliği; bireysellik”.
AHD tanımları, “ayniyet” veya özdeşlik bildiren bir kavramın nasıl tam
zıddına, belirgin, niteleyici özelliklerinin bir cüzünü imler hale dönüştüğünü
sergilemekte. Böylelikle, dilin gizil ideolojik dalgalanmalarının etkisini de
göstermekte. Dahası, bu gizli ve gizil ideolojik etkinin düşünceyi ve hatta
düşünme yetisini kelimelerde saklı ön kabullerde “sabit” hale getirmesi
tehlikesine de örnek teşkil etmekte. “Kimlik” kişinin tanımlanmasını
4
Bu tanım American Heritage Dictionary tarafından da kimliğin dört anlamından biri olarak aynen
kullanılmakta.
3
15
İsen, Batmaz; 143
16
Immanuel Wallerstein, "The Time of Space and the Space of Time: The Future of Social
Science" Political Geography, V. XVII, No. 1, 1998; Immanuel Wallerstein, "The Time of Space
and the Space of Time: The Future of Social Science" Political Geography, V. XVII, No. 1,
1998; “Social Science and the Quest for a Just Society", American Journal of Sociology, V. CII,
No. 5, March 1997a
17
Her toplumsal ve beşeri olgunun (phenomenon anlamında) kendine özgü ve tekrarlanamaz özellikler
taşıdığını öne süren yaklaşım. Antitez olarak, olguların değüişmez, evrensel, zamandışı, genel yasalarla
açıklanabileceğini savunan nomotetik tutum epistemolojik tartışmaların odaklarında yeralmakta.
18
Ziya Gökalp’in düşüncesi örneğindeki gibi
7
Herhangi bir ırk, kültür, meslek, cinsiyet vs. esasına dayanan kollektivite
tarafından bir politika çevrsinde eklemleştirilen “kimlik”, somut bir kavramda
şeyleştirilerek (reification), bir davanın ideolojisi olarak dillendirilebilir. Bu
kategorizasyon, bilişsel ve davranışsal normlar etrafında bir sistem
kurabilmek için topluluğu diğerlerinden ayırdetmeye yarayabilecek cinsiyet,
ırk, etnik köken vb. türünden en ilksel ampirik belirleyicilere başvurmaya
muhtaçtır. Dolayısıyla kimlik-çilik ideolojisi, mikr düzeyde de olsa içinde
ayırımcı düşüncelerin, politika ve istemlerin çekirdeğini de barındırır.
Stereotip “biz” ve “öteki” tanımları bu ayıtımcılığın somutlaşmış ideolojik
görünümlerinden başka bir şey değildir20.
21
Stephen M. Walt, “Uluslararası ilişkiler: Bir dünya 1001 kuram” Foreign Policy, Istanbul Bilgi
University, V.: 1, No. 1, Yaz 1998, s. 24
22
Bkz. Shils, 1995
23
Discourse manager, bkz. "Discourse of Evil: Speaking Terrorism to Silence", in: "Solutions/fixations",
Reconstruction – An interdisciplinary culture studies community, Volume 3, Number
3http://www.reconstruction.ws/, Summer 2003, <6>
24
Yahya Sadowski, “Ethnic conflict : Think again”, Foreign Policy, Summer 1998, ss. 13, 16;
Bill McSweeney, “Identity and security : Buzan and the Copenhagen School”, Review of
International Studies, No.: 22, 1996, s. 86; Per Jansson, “Identity defining practices in
Thucydides’ ‘History of the Peloponnesian war’ ”, European Journal of International Relations,
V.:3 No.: 2, 1997, s. 149
9
kollektif parametreler diye tanımlanabilir. Tıpkı bir yol gibi, her kültür
kollektif bilişsel yapılar bağlamında alt birimleriyle de birlikte öz benliğe ve
ötekilere ilişkin hazır üretilmiş algılamalar ve yargılar içerir.
36
Jim George, Discourses of global politics - A critical (re)introduction to international relations, Lynne
Rienner Publishers, Boulder, Colorado, 1994, s. 205; Jansson, 1997 s. 149
37
İsen, Batmaz, ss. 271-273
38
Jung, 1982: 42
39
Jean Laplanche, “The theory of seduction and the problem of the other”, in: The International Journal of
Psychoanalysis, (electronic version) July 1997, ss. 1-5, 10-12
40
Evrim kuramındaki içeriği ile, varlığını sürdürme (survival) amaçlı bir davranış bütünü anlamında.
13
Toplumun bireye atfettiği bir tanımlama olarak kimlik, bilincin bir ögesi
sayılabilir41. Bu durumda bilinci bireyin bir “sosyal sabitesi (constant)” kabul
etmek gerekir. Bireye atfedilen ve ondan topluma yansıyan bir kimlik, esasen
bireyin toplumsal konumuna ilişkin bilincin izdüşümüdür. Bu nedenle, kimlik-
çilik bilinci toplumsallığın tek bir unsuruna, grup üyeliğine, indirgeyerek
açıklamaya çalışan, bu tek merkez çevresinde oluştuğunu ve yaşandığını
varsayan bir zihni tutum olarak belirir. Yapay bir kurgu olduğu için de, birey
ve “ötekiler” arasındaki alamet-i farika42 olarak kendisini ortaya koyar.
Özneyi ayrıştırmak üzere, aslında öznellikleri “kollektif ben” içinde
eritmekten ibaret kılınmış olan grup üyeliğini, varsayılan ideolojik aidiyeti
kişiliğin egemen belirleyicisi olarak öne çıkarır. Bir başka ifade ile, bireyin
özgünlüğünü ve farklılığını grup aidiyeti şartına indirgeyerek kendi varlık
sebebini yaratır. Bunu da yapmanın en kolay yöntemi, dışladıklarını “öteki”
kılmaktır.
ima edilen The person strives to find identity and place in the world sexually
and socially. Trying to find out what to do with their life. The primary
task of this stage is to achieve ego identity and
avoid role confusion. Developing one's ego identity
requires taking all one has learned about life and
oneself and molding it into a unified self-image that
is meaningful within the community. Role
confusion is a lack of a clear identity. This is often
indicated by adolescents asking, "Who am I?"
41
J.N. Mohanty, “The unity of Aron Gurwitsch’s philosophy”, Social Research V.:61 No.: 4,
Winter 1994,s. 951
42
Differentia specifica. “Ayırıcı özellik” zayıf ve ancak mealen vurguyu aktaran bir çeviri olduğu için eski
deyimi kullanmak yeğlenmiştir.
14
Benlik ile “öteki”ni ayırt etmek büyük ölçüde öznel ve keyfi ölçütlere
dayanan bir sınıflama işlemidir. Yalın ama uç bir ampirik örnek vermek
43
Ancak Erikson bunu rastgele değil, kimliği toplumsal gelişme ve roller çerçevesinde kişiliğin bir ögesi
bağlamına yerleştirerek yapar. Ego kimliği, bireyin kim olduğu ve toplumun geri kalanına nasıl uyum
sağladığı ile ilgilidir.
44
C. S. Hall, G. Lindzey; Theories of Personality, 3rd. ed., John Wiley & Sons, NY, Santa Barbara,
Chichester, Brisbane, Toronto, 1978, ss. 94-97
15
52
Michel Foucault, Résumé des cours 1970-1982 (Ders Özetleri 1970-1982), çev. Selahattin
Hilav, Yapı Kredi Yayınları , Istanbul 1992; Harry O. Maier, “Manichee : Leo the Great and the
Orthodox Panopticon” Journal of Early Christian Studies, V.: 4, No.: 4 Winter 1996
53
Davranış ve linguistik bilimlerinden gelen kavramlardan etik [etic], (ethic diye yazılan ethos kökünden
gelen ahlak ile ilgili kavramla alakası yoktur) belirli bir sistem içinde yapısal bir birim olarak rolü kaale
alınmaksızın, yani evrensel olarak irdeleme konusu edilen özneleri, emik [emic] ise, belirli (özgül) sistem
içinde bir birim olarak incelenen tipik özneleri simgeler.
54
Katolik mezhebinde modernite ve inancın sorgulanması ile koşut olarak Pius X döneminde ortaya çıkan,
geleneklere aşırı bağlı, imanın kendisi, özü ile, Hristiyanlık tarihi boyunca teamül, gelenek vb. sonucu
ortaya çıkan ritüeller, teolojik uygulamalar gibi “kazai” birikimlerini bir tuttuğu (integrate), doktriner değer
atfettiği, yani, inancı rituele indirgediği ileri sürülen “sapmacı” akım. Postmodernist felsefede belli
kavramların toparlayıcı, bütünleştirici özellikleri dolayısıyla idelojik niteliğe bürünmesini ifade eden bir
deyim.
55
Batıda daha çok Confucius olarak tanınır.
18
çıkmakta idi ve yaşandığı sürece geçerli idi. Anlam, tecrübe ile bağıntılı
olarak belirlendiği için, adların adının konması işlemine hangi ad ile
başlanabileceği bile başlı başına bir soru ve sorun idi56. Her halukarda, Kung
Fu Tzu da, Tao feylesofları da slogan haline gelmiş, anlamları ideolojik
içerimlerle saptırılmış sözlerle sağlıklı düşünülemeyeceğinin farkında idiler.
Her halde Tao, adları ve sözleri sabitlemek yerine, her sözün anlamının dile
dökülürken ortaya konmasından ve belirginleştirilmesinden yana olurdu – ki,
kelimeler bireyi güruhun ruhuna, “kimliğine” çivilemesin, düşünceyi
özgürlüğün aracı kılabilsin.
56
Alan Watts, Tao, the watercourse way, Penguin, Middlesex, 1979, s. 113