You are on page 1of 18

1

ADLARIN ADINI KOYMAK: “KİMLİK” ÜZERİNE

Birine olamayacağı biri olma fırsatını


tanıyın – çiftliği bekleme görevi verilen
başıboş bir köpek gibi “başka”
gördüklerine havlayacak ve icabında sıkılan
kurşunları kum torbası gibi, kendi rızası ile
göğüsleyecektir.
Hegel

“Kimlik” son yıllarda hem sosyal bilimlerde hem medyada hem de gündelik
dilde uluorta, doğru-yanlış, olduk olmadık yerde bol bol kullanılan, hatta
“suistimal” edilen kelimelerden biri haline geldi. Şu birkaç örnek durumu
açıklamaya yetse gerekir: Texsaslı uyuşturucu müptelası, fahişe, soyguncu,
katil, mahkum, derken dine dönmüş “yeniden doğma” mümin Hristiyan,
hapishane mutemedi vb. Karla Fay Tucker o zamanki vali, şimdiki ABD
Başkanı George W. Bush’ tan “himmet” görmeyip idam edildiğinde,
Cumhuriyet Dergisi kadının bu1 “kimlik”lerine atıfta bulunarak, tek infazda
birçok kişi yok ediliyormuş gibi bir ifadeye başvurmuştu. Türkiye’de
milliyetçilik düşüncesi üzerine çalışan bir İngiliz akademisyen, Ziya
Gökalp’in “düşüncelerinin kimliği”nden2; başka bir profesör ise kuramsal
psikolojinin “kimliğinden” sözetmekteydi3. Şimdilerde uluslar arası ilişkiler
literatüründe Üçüncü Dünya veya bağlantısız “kimlik”den serbestçe
bahsetmek mümkün – ulusal ya da ulus-altı aidiyetler ve daha küçük
sosyolojik birim üyeliğinin tanımı da “kimlik” oldu. Psikiyatri, yıllarca “çok
(veya bölünmüş, multiple) kişililik sendromu” diye adlandırılan hastalığın
adını “dağılmış kimlik bozukluğu” (dissociative identity disorder) olarak
değiştirdi.
1
Cumhuriyet Dergi, “Topluca işlenen bir suç : İdam” No.: 620, 8 Şubat 1998, s. 15
2
Andrew Davison, “Secularization and modernization in Turkey : the ideas of Ziya Gökalp”,
Economy & society V. 24 No 2 May 1995, s. 191)
3
Antonio P.R. Agatti, “The identity of theoretical psychology”, Theory and Psychology, V.3, No.: 3, pp.:
389,393, SAGE, 1993, s. 389
2

Sloganda saklanan ideoloji

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “toplumsal bir varlık olarak insana özgü
olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan
şartların bütünü” veya “herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin
bütünü4” diye de tanımlanan “kimlik”, eski türkçe kelimelere yeni karşılıklar
bulma çabasının bir ürünü olarak genelde bireyin kurumsal ilişkilerini
tanıtlayan belgeleri tanımlayan “hüviyyet” sözcüğünün kapsamı genişletilmiş
hali. TDK tanımında yeralan “insana özgü” belirti, özellik vb.nin kim
tarafından saptanıp niteleneceği; birinin ne zaman “belli” bir kimse olacağı
veya bunun hagi “şartlar” muvacehesinde meydana çıkacağı gibi
epistemolojik kör alanları irdelemekle zaman yitirmeksizin, kavramın Latince
“aynı” anlamına gelen kökenden türeyen ve muhtemelen post-modernist bir
etkiyle yaygınlaşan yabancı karşılığı (identity, identite vb.) üzerinden hareket
etmek daha açıklayıcı görünmekte. American Heritage Dictionary kimliği
bireyin bir topluluğun üyesi olarak tanımlanmasını sağlayan davranışsal ve
kişisel “karakter seti” diye nitelemekte. Buradan bireyin “grup” bağlantısının
tanımın esasını oluşturduğu izlenebilmekte. AHD, kelimenin kökeninde yatan
“aynı” olma (Lat. idem) hali ile ilişkisini de “bir başka şeyle ayniyet şart ve
niteliği” diye belirtmekte. Son olarak da, “güncel” kullanımda yaygınlaşan
tanıma geçmekte: “kalıcı bir varlık (zatiyet, entity) olarak görülen bireyin
belirgin kişiliği; bireysellik”.

AHD tanımları, “ayniyet” veya özdeşlik bildiren bir kavramın nasıl tam
zıddına, belirgin, niteleyici özelliklerinin bir cüzünü imler hale dönüştüğünü
sergilemekte. Böylelikle, dilin gizil ideolojik dalgalanmalarının etkisini de
göstermekte. Dahası, bu gizli ve gizil ideolojik etkinin düşünceyi ve hatta
düşünme yetisini kelimelerde saklı ön kabullerde “sabit” hale getirmesi
tehlikesine de örnek teşkil etmekte. “Kimlik” kişinin tanımlanmasını
4
Bu tanım American Heritage Dictionary tarafından da kimliğin dört anlamından biri olarak aynen
kullanılmakta.
3

gözlemlenebilir, birbirinden kopuk belirtilerinin keyfi bir dökümüne özellikle


de grup aidiyetine indirgemekle “kişilik” adı verilen psiko-sosyal olgunun
belirmesinde pay sahibi pek çok diğer etkeni gözden kaçırmakta, hatta
dışlamakta. “Seni ne yaparken gözlemleyebiliyorsak, sen osun” yorumu ile
kişiliği (personality), “persona”5 düzeyine, yani insanların toplumsal
eylemlerinde sık sık taşıdıkları maskeler ile özdeş tutma basitliğine
indirgemekte6.

Maskeler, roller ve aktörler

Psikoloji ve sosyoloji kuramları “kimlik” ile nitelenmeye çalışılan olguları


zaten kısaca bireyin toplumdan ve toplumun bireyden beklentilerinin
dengeleşimini simgeleyen “rol” kavramı ile açıklarlar. Tıpkı Tucker’ ın
“kimlikleri” gibi, birey, aynı anda pek çok rol içindedir, pek çok maske
takmakta, “persona” taşımaktadır7. Kişilik ise, tümel bir psikolojik alandır.
Zoon politicon denen varlığın neredeyse tamamen toplumsal nitelik arzeden
çevresine özgül ve özgün bir uyum sağlama biçimini yansıtır. Tek tek,
ilintisiz, anında farkedilen uyarıcılara verilen münferid tepkilerin
“alışkanlıklar” esasında üstüste yığıldığı “moleküler” bir birimi değil,
davranışların onları yönlendiren, belirleyen bilme biçimi (cognition)
doğrultusunda güdüler, hedefler, araçlar, ihtiyaçlar, bireysel ve çevresel
istemler vb. etrafında merkezi biçimde örgütlendiği “molar” bir bütündür. Bu
bütün, “istikrar” eğilimi içindedir. Uyumsuzlukları ve çelişkileri bilince
yansıdığı anda ortadan kaldırarak tutarlılığı koruma baskısı altındadır8.
Dolayısıyla bireye atfedilen her hangi bir kimlik ya da rol, kişiliğin “molar”
pelerini altında eklemleşen bir bütünlük halindedir. Nitekim, bir gestalt
5
Venediklilerin taktıkları maskeye verilen addan tiyatroda rol dağılımını belirten bir anlama bürünen
“persona” Carl Gustav Jung tarafından “bireysel bilinç ile toplum arasındaki karmaşık ilişkiler sistemi”
diye tanımlanmaktadır: “bir yandan başkaları üzerinde belirli bir izlenimi yaratmak öte yandan bireyin
gerçek doğasını gizlemek için tasarlanmış gerçekten de, bir tür maske…”. Bkz.: C. G. Jung, Aspects of the
feminine, (Trans. R.F.C. Hull), MJF Books, NY, 1982, s. 81
6
Bkz: Paul Sant Cassia, “Authors in search of a character : personhood, agency and identity in the
Mediterranean”, Journal of Mediterranean Studies, V.: 1, No.:1, 1991, s. 12)
7
Galip İsen, Veysel Batmaz, Ben ve toplum, Om Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 222-224
8
İsen, Batmaz, ss. 114, 146, 149-151
4

bütünlüğü içinde bakıldığında, K. F. Tucker’ın katil, bağımlı ve fahişe


“kimlik”leri de, bunlarla çelişir gibi görünen daha sonra edindiği hapishane
mutemedi ve mümin rolleri de belli biliş ve eyleme biçimlerinin bileşkesi
olarak bağdaşma içindedirler9. Roller, kişiliğin eylemde10 gözleme11
yansıyabilen bazı durumlarda ortaya çıkan tezahürleri olarak, bütünün en fazla
bir bölümünü temsil edebilirler. “Kimliği” bir “kategori”, yani bir irdeleme
aracı olarak ortaya sürmek, yöntembilimsel açıdan bireyler arasındaki
farklılıkları bu parçasallıkların davranışlarda gözlemlenebilen ya da
tutumlarda serdedilen standard ötesi sapmalarını sıralayan doğrusal bir çizgiye
indirgemekten ibarettir. Analitik kategoriler, kişilik denen bütünün ve yaşanan
deneyimin toplumsal yaşamda gözlemlenebilen, tanımlanan ve daha da
önemlisi sınıflandırılabilen görünümleri izlenerek oluşturulmaktadır. Sosyal
rol veya eylemlere bakarak bir olguya görgül (ampirik) biçimde yapılan
atıflarla kategori oluşturmak setreotip ya da basmakalıp düşünme ile doğrudan
akrabadır. Böylece, “kimlik”, “yapıştırılmış”, varsayımsal, sanal bir özdeşliğe
atfen, analiz “konu”sunu grup işlevine göreli bir türdeşlik (homogeneity) ve
eşseslilik (homonomy) içinde aynılaştıran bir sınıflama olarak ortaya çıkar.

Öte yandan, eğer insanı gözlemlenebilir davranışlarına göre katı ve kesin


kategorilere bölerek sınıflandırmak mümkün ise, bireyin her ampirik
görünümüne, her özelliğine, her meşgalesine (noema12) kimlik esasına dayalı
özerk bir psişik kategori atfetmek de mümkündür. Böylelikle, birey, erkek,
futbolcu, aile babası, odun kesen, içki içen gibi kişiyi ve kişiliğini değil,
9
Kişilik, karakter, sosyal yapı, roller statü arasındaki ilişkiler ve kişiliğin “molar” bir bütün
oluşturduğu konusunda bkz.: Roger Brown, Social psychology, Collier Macmillan, NY, London,
1965, ss. 477 - 479; David Krech, Richard Crutchfield, Sosyal psikoloji: Teori ve sorunlar, (1947)
TSİD Yayınları,Siyasi İlimler serisi 12, Sevinç Matbaası, Ankara 1967, ss. 33-43; İsen, Batmaz,
ss. 148-149
10
Zihni eylemler, sözgelimi insanın değer içeren her hangi bir psikolojik ögeye, “nesneye” vb. karşı aldığı
vaziyeti simgeleyen “tutumlar” da bu kapsamdadır.
11
Neredeyse münhasıran “ampirisist” bilimsel ideoloji ile özdeş hale gelen gözlem, burada fenomenolojik
psikoloji ekollerinin kullandığı “tecrübe – experience” eylemini de kapsayan içerikte benimsenmiştir.
12
Alman felsefeci Edmund Husserl’e (1859–1938) göre, bilerek edinilen bir deneyimin nesnel özelliği
veya içeriği; Yunanca “noein” (algılamak, düşünmek) fiilinin isim hali. Fenomenolojik anlamda, “tecrübe”
edilen, yani ilişki dolayısıyla bir anlam sahibi olan unsur. Tüm anlamların kaynağı yaşanan deneyim ile
elde edilen gerçeğe ilişkin kanıttır; dolayısıyla deneyim anlam yapılarının merkezinde yeralır (Bkz: R. D.
Laing, 1967: 17-19 ve 1969: 23, 65).
5

yaptıklarına, yani başkaları tarafından yapmakta olduğu eylemde algılanan


işlevine göre onun kim olduğunu tanımlayan ama onu o eylemsel kategori
içinde o eylemle iştigal eden diğerleri ile farklılıklarını gözardı ederek
tektipleştiren sayısız kimlik ile anılabilir. Ayrıca, o eylem geçici ya da daimi
olarak sona erdiğinde, bireyin başka bir kategori ile ama yine kendi-liği
dışında, adeta bir başkasıymış gibi tarif edilmesi de olasılık dışı değildir.
Böylece, insan, tutarlılık ve bütünlükten yoksun bir envanter dökümü gibi
kendi-liğinden soyutlanarak muhtelif kategori içeriklerine tercüme edilebilir.
Kişilik, karakter13, benlik gibi bireyi özgün kılan özgül bileşkenler adeta
kavramsal birer uniforma giydirilerek, homo faber parametresinde
tekilleştirilen stereotip yaftalara indirgenebilirler.

Farkları yokederek farklılaşmak

“Kimlik” kavramının bu denli yaygın kullanımı, değişik sosyal grupların


siyasi katılım, ekonomik ödül, toplumsal tanınma ve kültürel meşruiyet
esasında somutlaşan istem ve eleştirilerine söz hakkı sağlama arzusunu
yansıtan 1968 sonrası “multi kültüralist” özgürleşme siyasasının, post-
modernist yaklaşımların ve eleştirel akademik tutumların sonucu sayılabilir14.
Ancak farkına varılmayan ya da pek aldırılmayan, kimliğe dayanan
kategorizasyon ile bireyin en belirgin özelliklerinin dışlanması sonucu
öznenin, başkalarının ve toplumsal dünyayı oluşturan ilişkilerin
anlamlandırılmasında stereotip bir bilme biçimine egemenlik
kazandırıldığıdır. Farklılaşmanın kollektif temelde vurgulanması, grup adına
eylemsel ya da idelojik düzlemde bireysel özgünlüklerin törpülenmesini
gerektirdiğinden, esasen peşinde özgürleştirici değil, tam tersine kısıtlayıcı,
giderek baskıcı bir epistemoloji sürükler. Bireyselliğin ve bireysel farkların
“kimlik” iddiasındaki topluluğun farklı olma gayreti içinde eritilmesi, giderek
kişinin hayata ilişkin özgün, özgül, tekil ve uyumsal yorumlama biçimi diye
13
Kişiliğin toplumsal olarak izlenebilir yüzeyini simgeleyen anlamda.
14
Bkz. Immanuel Wallerstein "Liberalism and Democracy: Frères Ennemis?" Fourth Daalder Lecture,
Rijksuniversiteit Leiden, Interfacultaire Vakgroep Politieke Wetenschappen, March 15, 1997, © Immanuel
Wallerstein 1997, iwaller@binghamton.edu
6

tanımlanabilecek olan kişiliğin de bir bilgi öznesi olarak ortadan kalkmasına


yolaçar15. Hatta bu epistemoloji, tekil olanı kollektif olana atıfta bulunarak
tanımlamayı adet edindiği için, gizil totaliter bir bilme – düşünme uslubunu da
dayatır. Pozitivist bilim felsefesi, Newton mekaniğinin parçasalcı bilimsel
tutumundan hareketle, toplumsal ve beşeri olguların karmaşıklığını zamanı,
mekanı ve incelenen konunun ögelerini ayrıştırıp, etiketleyip uzmanlaşma
alanlarına bölerek evrensel olduğunu iddia ettiği yasalara ulaşmaya yönelik
bir basite indirgeme yöntemine dayanır16. “Kimlik”, sosyal bilimlerde eleştirel
akımların pozitivist paradigmanın gizli ideolojik içerimleri yerine idiografik17
ve özgürleştirici bir bilişsel uslub ikame etme çabasıyla “jargon”a kattıkları
deyimlerden biridir. Bir epistemik arac olarak çıkış noktası toplumdaki
muhtelif kümelerin bütünün içindekilerden ve bütüne göre farklılıklarını
vurgulamaktır. Ancak, dış grup ile farklılığı vurgulamak için, kimlik-çilik,
grup içinde bir türdeşlik ve merkeziyetçilik ve dayanışma varsaymak
zorundadır. Yöntemin kaçınılmaz ayrıştırıcılığı dolayısıyla da, “dış”
topluluklar ile farkı imleyen ampirik ve nomotetik bir kategori haline gelir.
Kişileri, cansız nesneleri, soyutlamaları18, bilimsel disiplinleri, spor
takımlarından uluslara veya dinlere, sosyal rollerden taksonomiye kadar her
özneyi kapsayan bir deyim haline geldiğinde, ayrıştırıcı ve indirgemeci
pozitivist ana-akım metodolojisi, kimlik-çilikte de mikro düzeyde aynen
tekrarlanır. “Kimlik”, değişik mikro-kollektivite özelliklerine ve istemlerine
göre evrensel öncelikler yaratmaya ve yeniden sınflandırmaya hizmet eden
indirgemeci bir epistemolojik avadanlığa dönüşür. Bu noktadan itibaren de,
kriptoideolojik niteliğe bürünür. Kategorizasyon aracı olarak kimlik, grup

15
İsen, Batmaz; 143
16
Immanuel Wallerstein, "The Time of Space and the Space of Time: The Future of Social
Science" Political Geography, V. XVII, No. 1, 1998; Immanuel Wallerstein, "The Time of Space
and the Space of Time: The Future of Social Science" Political Geography, V. XVII, No. 1,
1998; “Social Science and the Quest for a Just Society", American Journal of Sociology, V. CII,
No. 5, March 1997a

17
Her toplumsal ve beşeri olgunun (phenomenon anlamında) kendine özgü ve tekrarlanamaz özellikler
taşıdığını öne süren yaklaşım. Antitez olarak, olguların değüişmez, evrensel, zamandışı, genel yasalarla
açıklanabileceğini savunan nomotetik tutum epistemolojik tartışmaların odaklarında yeralmakta.
18
Ziya Gökalp’in düşüncesi örneğindeki gibi
7

içindeki bireysel özelliklerin “fark”ına varmaz, çünkü “özdeşlikten 19” bütün


sapmalar onun kullanışlılığını yok eder. “Kimlik” oluşturabilecek her grubun
tek fikir, ortak ruh hali ve irade içinde bireysellikleri erittiği homojen,
sorunsuz ve şeyleşmiş monolitik bir yapı ile ortaya çıktığı varsayımı, kavramı
ideolojik diskur niteliğine büründüren temel unsurlardandır. Bu basit
indirgemecilik, girift molar sosyal etkileşimlerin altında yatan ve sosyal
sistemlerdeki “idiografik” karmaşıklığın da kaynağı olan bireysel
başkalaşmayı göz ardı etmek ve mümkünse kesip atmak zorundadır. Böylece
bilimsel tartışmaya özgürleştirici niyet ile atılan bir çoğulculuk iddiası, gizil
bir kısıtlayıcı ideoloji işlevi üstlenir.

Boşluğa dolan ideoloji

Herhangi bir ırk, kültür, meslek, cinsiyet vs. esasına dayanan kollektivite
tarafından bir politika çevrsinde eklemleştirilen “kimlik”, somut bir kavramda
şeyleştirilerek (reification), bir davanın ideolojisi olarak dillendirilebilir. Bu
kategorizasyon, bilişsel ve davranışsal normlar etrafında bir sistem
kurabilmek için topluluğu diğerlerinden ayırdetmeye yarayabilecek cinsiyet,
ırk, etnik köken vb. türünden en ilksel ampirik belirleyicilere başvurmaya
muhtaçtır. Dolayısıyla kimlik-çilik ideolojisi, mikr düzeyde de olsa içinde
ayırımcı düşüncelerin, politika ve istemlerin çekirdeğini de barındırır.
Stereotip “biz” ve “öteki” tanımları bu ayıtımcılığın somutlaşmış ideolojik
görünümlerinden başka bir şey değildir20.

Kimlik, ancak sosyal roller çerçevesinde belirlenen eylemler ile


tanımlanabilen bir psikolojik kavram olarak, zihni bir boşluktan ibarettir.
Farklılık iddiasını ebedileştirmek amacıyla yola çıkarken, aslında ideoloji
olarak da tarih dışıdır. Konstruktivist yaklaşımlara göre kimlik tarihi bir
19
Identity
20
Bu tür “kimliksel” ögelerin ne tür bir oluşmamış, aşırı tutucu, hatta faşizan özellikler sergileyen
bir kişilik yapısına evrilebildikleri konusunda bkz.: Nevitt Sanford, “The approach of the
Authoritarian Personality” in: Psychology of Personality, J.L. McCary (Ed.), Grove Press, NY,
1958
8

süreçin ve o akış içinde belli toplumsal grupların geliştirdikleri söylemlerin bir


ürünüdür21. Gerçekte, “kimlik” diye nitelenen kurgu kaçınılmaz biçimde bir
insan topluluğunun kollektif tecrübesinden derlenip bir söyleme
yoğurulmuştur. Söz konusu topluluk, başlıbaşına bir varlıktır, latince kökenli
deyişiyle bir “entity” oluşturur. Kimliğe atlama ise, o topluluğun kendisini bir
takım atfedilmiş özellikler çevresinde siyasi bir oluş, bir birim gibi takdim
etme girişimiyle, bir “aynı”laşma çabası gösterip “entity” sözüne “id” ön-
takısını eklemesiyle başlar. En azından istatistik anlamda çağdaş siyaset
biliminde kimlik söyleminin milliyetçilik, alt-milliyetçilik, ırkçılık, dincilik,
mezhepçilik siyasasında somutlaştığını, cinsiyet, homoseksualite, göçmen,
azınlık, evsiz, fukara gibi partikularist talepleri olan sosyal kesimlerde siyasi
araç olarak ortaya çıktığı izlenebilmekte22. Yani ortaya çıkan zihni boşluk
ancak kategorinin varlığına gerekçe oluşturan mitler ve söylemler ile
doldurulabilmekte.

Tarihi hafızaya sahip olmayan toplumlarda kimlik kılığına bürünmüş


ideolojinin, “diskur yönetmeni”23 sosyo-politik elit kesimlerce nasıl
kullanıldığına daha doğrusu suiistimal edildiğine 20. yüzyılda yaşanan
“modern nefret” vakaları iyi bir örnek oluşturmakta. Bosnalı Müslümanlar ile
Sırplar veya Ruanda’da Tutsiler ile Hutular arasındaki etnik, dini vb.
çatışmalarda taraflar meşruiyetlerini kendileri için uydurdukları süslü tarihi
secerelerde aramaktaydılar24. Tarihte ulus kuran öncülerin mutlaka “kültürel
mühendislik” siyaseti ile toplulukta aynılıkı ruhu yaratacak bir “kimlik”

21
Stephen M. Walt, “Uluslararası ilişkiler: Bir dünya 1001 kuram” Foreign Policy, Istanbul Bilgi
University, V.: 1, No. 1, Yaz 1998, s. 24
22
Bkz. Shils, 1995
23
Discourse manager, bkz. "Discourse of Evil: Speaking Terrorism to Silence", in: "Solutions/fixations",
Reconstruction – An interdisciplinary culture studies community, Volume 3, Number
3http://www.reconstruction.ws/, Summer 2003, <6>
24
Yahya Sadowski, “Ethnic conflict : Think again”, Foreign Policy, Summer 1998, ss. 13, 16;
Bill McSweeney, “Identity and security : Buzan and the Copenhagen School”, Review of
International Studies, No.: 22, 1996, s. 86; Per Jansson, “Identity defining practices in
Thucydides’ ‘History of the Peloponnesian war’ ”, European Journal of International Relations,
V.:3 No.: 2, 1997, s. 149
9

türetmeye çalışmalarında da aynı amaç gözlenebilmekte25. Öyle ki “kimlik


tanımlama” söylemlerine Thucydides’26 in bile şahid olduğu ileri sürülmekte .
“Kimlik” salgınının pozitivist yaklaşımın görece güç yitirdiği dönemde
lugatleri istila etmesi de rastlantı değil. Modern çağ boyunca bireylerin
sadakatlerinin birincil düzlemde yoğunlaştığı ulus-devletin psiko-politik
yeterliği spekülasyon konusu olduğunda belirli klik veya kişilerin algılanan
menfaat ve amaçlarını “eşsesli” bilme ve eyleme biçimlerini tüme
genelleştirerek daha küçük insan topluluklarına mal edebilen alternatif
“uzman” toplumsal birimlerin giderek daha çekici görünmesi olağan
sayılabilir27.

Sanal gerçeğin aynılık siyaseti


Hiçbir şey kendi başına veya salt kendisi için kategori oluşturmaz, ancak,
belirli referans çerçeveleri içinde anlam taşıyabilecek özelliklerini
sergileyebilir. Kimlikler de yalnızca onlara anlam katan ideolojik paragon28
bağlamında kategorize edilebilirler. Bir “kimliği” hangi ögelerin, kimler için
oluşturduğunu saptamanın “nesnel” genel ölçüleri mevcut değildir. Kimlik,
temelde, bir dizi “atfedilen” nitelikten ibarettir. Uygulamada hem atfedenler,
hem de bir kimlik atfedilen bireyler fazla irdeleyip, kurcalamadan kimliği
olduğu gibi benimserler. Sonuçta, atfedilen bileşik özellikler, “sanal gerçek”
statüsü kazanırlar. “Çıkar grubu” olmak iddiasındaki her topluluk,
benimsediği ideoloji aracılığıyla üyeleri üzerinde birleştirici bir psikolojik etki
kurmak zorundadır. Bu tarz ideolojik araçlar, grubun kapsadığı unsurları
aynı kıldıkları, bireysel farkların anlam ve önemini ortadan kaldırdıkları,
bütünden sapmaları birimin türdeşliğini (homogeneity) tehdit edebilecek
düzeye gelmeden izale edebildikleri ölçüde işlevsel olabilirler29. Kimlik-çilik
25
John Breuilly, Nationalism and the state, The University of Chicago Press, Manchester, 1985, ss.
234-242)
26
Atinali tarihçi (İ.Ö. 460–400), bkz.: Jansson, s. 148
27
McSweeney, s. 87; Jansson, s. 147; John Gerald Ruggie, “Territoriality and beyond :
problematizing modernity in international relations”, International Organization, No. 43, V.1,
Winter 1993 ss. 141, 151; Edward Shils “Nation, nationality, nationalism and civil society”,
Nations and Nationalism, V.: 1, No.: 1, 1995, s. 99
28
Mükemmellik örneği, model, mihenk taşı.
29
Bkz.: McSweeney, s. 87
10

basmakalıp düşüncenin kaynağıdır, çünkü hem bireysel benlikleri veya toplu


benliği şeyleşmiş (reified) ve sorunsal dışı (unproblematic) değişmez yapılar
olarak tanımlar, hem de öteki “kimlikleri” de aynı şekilde nitelendirir. İnsanlar
bir dizi kimlikten, yani “toplu aidiyetten” birini ya da bazılarını muhtelif
güdülerle seçerler30. Kimliğin bilinçdışı çekiciliği, sağladığı ahlaki
meşruiyetin bireye her türlü eleştiriden bağışık bir öznel dayanak
sunmasındadır. “Kimliğin” siyasi başarısının ölçütleri de bellidir:
Kollektivitenin özüne ilişkin söylemler ve eylemler, toplu amaçlara ulaşmak
ve sorunları çözmek için işlevsel araçlar olarak benimsendikçe bireysellik ve
özgünlükten feragat bahasına, kimlik de güç kazanır. İçerilen “amaçta,
sevinçte, tasada ortaklık” mesajı sadece öznel bir yorumdan ibaret olsa da
yeterlidir. İnsanların psişik tatmin sağlayan bu tür algılamalarla, kendilerini
topluca öldürmeyi bile yeğledikleri örnekler az değildir31.

Kimlik, kapsadığı farklılıkların aynılık potasında eridiğini; bireyselliklerin


basmakalıp düşünceler, inançlar davranışlar ve bunları toparlayan bir normatif
yapı etrafında tekleştiklerini ima eder. Kuşkusuz, beşeri bir kategoriyi
oluşturan ögelerin tamamen “aynı”, hatta “özdeş” olmaları mümkün değildir.
Bu da demektir ki, her toplulukta ideolojiye dönüşmüş bir kimliğin gizli veya
açık “izm”inden yararlanan imtiyazlı bir çekirdek mevcuttur32. Dolayısıyla,
ideolojinin nirengisi, paragon, “kimlik” perdesinin ardındaki menfaatlerin
belagat (rhetoric) örtüsünden sıyırılması ile çözümlenebilir.

“Kültür” en yalın biçimiyle, “düşünme tarzı, zihin yöntemi” olarak, bireylerin


bilme – eyleme (cognition / action) süreçlerini geliştirirken ölçüt aldıkları
30
McSweeney, ss. 86-87, 88, 89
31
James Warren (Jim) Jones’ un “Halkın Tapınağı” (People’s Temple) örgütünden 900 kadar kişi Guayana’
daki kamplarında birlikte intihar etmişti. Haley Kuyruklıyıldızının 1997 ilkbaharında dünyadan görü
nebilen bir yörüngeden geçişi de yıldızın kenidlerini almaya geldiğini düşünen 39 Cennetin Krallığı
(Kingdom of Heaven) tarikatı üyesinin toplu intiharını tetiklemişti. Roma ve Yahudiler arasında 1. yyda
yaşanan savaşta Massada’ da 1000 kadar “Zealot”un teslim olmaktansa ölmeyi seçmeleri ise tarihi bir
örnek sayılabilir.
32
Hitler’in Almanların “güvenlik” ihtiyacını karşılayan bir kimliğe duydukları özlemi nasıl
sömürdüğü konusunda bkz: David C. Andersen, Lawrence J. Friedman, “Erik Erikson on
revolutionary leadership: Thematic trajectories”, Contemporary Psychology, V.: 42, No.: 12,
1997, s. 1066.
11

kollektif parametreler diye tanımlanabilir. Tıpkı bir yol gibi, her kültür
kollektif bilişsel yapılar bağlamında alt birimleriyle de birlikte öz benliğe ve
ötekilere ilişkin hazır üretilmiş algılamalar ve yargılar içerir.

Kimlik kurulumu (construction) “özne” ile “ötekiler” arasındaki farkları


saptamayı, topluluk ile toplumsal çevresi arasında ayırıcı özelliklerin
vurgulandığı kesin çizgiler koymayı gerektirir33. Kimlikçilik tasvib gören
davranış, düşünce ve bilişlerin bir dökümünü grup üyelerine sunarak tecrübeyi
standard hale getirir. Normatif / ideolojik yapıların bilmeye ve eylemeye
getirdiği kısıtlar, bireysel tavırların gelişmesini ve bireyselleşmeyi
(individuation) engeller34. Kimlik-çilik “biz” zamirinin imlediği rahatsız edici
çoğulculuğu “kollektif ben” yorumu içinde tekilleştirir. Uyumsuzluktan,
sapmalardan ve denetlenmeyen çeşitlilikten arındırarak, “özdeş” kılar.
“Öteki” ile çizgiyi saptayan, çoğu zaman uydurma, şişirilmiş veya bağlam
dışına taşırılmış tarihi ve kültürel fark mitosları, dünyayı kavramlaştırmanın
ve tanımlamanın bilişsel başvuru çerçevesine dönüştüğü oranda “kimlik”,
kişiliğin yerine geçer. Oysa, kimlik kişiliğin boyutlarından biri sayılabilir, o
kadar.

İdeoloji statüsüne yükseltilen kimlik, otomatik olarak “ötekini ayrıştırma”


işlevi de üstlenir. İçi boş bir kavram olduğu ve ancak atfedilen dışsal
özelliklerden ve rollerden oluşan bir kabuk halinde ayakta kalabildiği için,
kendini zıtlaşmalar35 halinde tanımlamak zorundadır. Dolayısıyla, varlığını bir
ölçüde “öteki” belirleyen bir dizi kollektif ayırımcılığa borçludur. Kimlik,
ayrıca toplu öncelikleri belirleyen “emredici” bir işlev de görür. “Ötekileri”
başka doğal veya ahlaki düzlemlere ait sayarak tanımlamak, grup dışında
33
İnsanlar gibi hayvanlar da farklı görünen davranan, oluş biçimleri sergileyen vb. “yabancılara”
aynı tepkiyi gösterip kendilerinden, ailelerinden, “arkadaşlarından”, tanıdıklarından “ayırt eder”
gibi davranma eğilimleri sergileyebilirler. Bkz. Zak Van Straaten, “The selfish gene in the
prehistoric Mediterranean”, Journal of Mediterranean Studies, V.: 1, No.: 2, 1991
Van Straaten, 1991: 177). Kimliğin ayırımcı etkileri konusunda bkz. Jansson, s. 149
34
Carl G. Jung, "The Relations Between the Ego and the Unconscious" (Two Essays on
Analytical Psychology), The Portable Jung Ed. Joseph Campbell, Penguin Books, Tenn. 1981, s.
122
35
Michel Foucault’ nun “ideolojinin daima bir şeye karşıt olduğu” tezindeki gibi.
12

kalanları “kollektif ben”den farklı göstermek, bunu da sık sık harici


tehlikelerden veya tehditlerden dem vurarak yapmak, içerde bağlılık
oluşturmanın geleneksel siyasi araçlarında biri olagelmiştir36. Bu aynı
zamanda grup değer ve kurallarına göre belirlenen ve aidiyetin koşulu olan
toplu öncelikler hiyerarşisi çevresinde bütünleşmeyi de pekiştirir37. Bağlılık
zayıflarsa, dengeyi tekrar kurmak için “ötekiler” ile bunalımlar çıkarılabilir.

“Öteki” bir “ben” gerektirir mi?

Burada vurgulanması gereken nüans, “başka bir varlık” olarak “öteki”nin de


biyolojik, fizik, psikolojik ve bilişsel bir kategori oluşturduğudur. Carl G.
Jung, bilincin bir “ego” işlevi olduğunu belirtir. Bireyler benliklerini
başkalarından ayrıştıramadıkları takdirde “ilişki” denen iletişim biçimi de
ortaya çıkamaz. Ego en ilkel halinde, “ötekiler” ile bilinçdışında özdeşlik
içindedir. Ancak “ben” (ego) farklılaşmaya başladıktan sonra bir görelilik,
dolayısıyla ilişki durumu ortaya çıkar ve bilincin yükseldiği bir zihni
gelişmeye doğru yol açılır38. Batı felsefesinin ruh (akıl, zihin vb.) ve beden
arasına koyduğu ayırımda açığa vurulan gözlemci (experiencing) bireyin
merkezi konumu, epistemolojik ve bilişsel açıdan “öteki”ni bir sorunsala
dönüştürür. Gözlemek, başkalaştırmak, şeyleştirmek sürecinin bir parçasıdır.
Öyle ki, bazı psikanalistler bilinçdışını da bir “ötekilik” biçimi olarak
düşünürler39. Bilinç bir aykırılık duygusudur. Aykırılıkların farklarına
varılması sonucu anlaşılabilir ve başa çıkılabilir sorunlar halinde
anlamlandırılmasını sağlayan bir “uyum”40 aracıdır.

36
Jim George, Discourses of global politics - A critical (re)introduction to international relations, Lynne
Rienner Publishers, Boulder, Colorado, 1994, s. 205; Jansson, 1997 s. 149
37
İsen, Batmaz, ss. 271-273
38
Jung, 1982: 42
39
Jean Laplanche, “The theory of seduction and the problem of the other”, in: The International Journal of
Psychoanalysis, (electronic version) July 1997, ss. 1-5, 10-12
40
Evrim kuramındaki içeriği ile, varlığını sürdürme (survival) amaçlı bir davranış bütünü anlamında.
13

Toplumun bireye atfettiği bir tanımlama olarak kimlik, bilincin bir ögesi
sayılabilir41. Bu durumda bilinci bireyin bir “sosyal sabitesi (constant)” kabul
etmek gerekir. Bireye atfedilen ve ondan topluma yansıyan bir kimlik, esasen
bireyin toplumsal konumuna ilişkin bilincin izdüşümüdür. Bu nedenle, kimlik-
çilik bilinci toplumsallığın tek bir unsuruna, grup üyeliğine, indirgeyerek
açıklamaya çalışan, bu tek merkez çevresinde oluştuğunu ve yaşandığını
varsayan bir zihni tutum olarak belirir. Yapay bir kurgu olduğu için de, birey
ve “ötekiler” arasındaki alamet-i farika42 olarak kendisini ortaya koyar.
Özneyi ayrıştırmak üzere, aslında öznellikleri “kollektif ben” içinde
eritmekten ibaret kılınmış olan grup üyeliğini, varsayılan ideolojik aidiyeti
kişiliğin egemen belirleyicisi olarak öne çıkarır. Bir başka ifade ile, bireyin
özgünlüğünü ve farklılığını grup aidiyeti şartına indirgeyerek kendi varlık
sebebini yaratır. Bunu da yapmanın en kolay yöntemi, dışladıklarını “öteki”
kılmaktır.

ima edilen The person strives to find identity and place in the world sexually

and socially. Trying to find out what to do with their life. The primary
task of this stage is to achieve ego identity and
avoid role confusion. Developing one's ego identity
requires taking all one has learned about life and
oneself and molding it into a unified self-image that
is meaningful within the community. Role
confusion is a lack of a clear identity. This is often
indicated by adolescents asking, "Who am I?"

41
J.N. Mohanty, “The unity of Aron Gurwitsch’s philosophy”, Social Research V.:61 No.: 4,
Winter 1994,s. 951
42
Differentia specifica. “Ayırıcı özellik” zayıf ve ancak mealen vurguyu aktaran bir çeviri olduğu için eski
deyimi kullanmak yeğlenmiştir.
14

“Farklı” olma duygusu, benliğe, dolayısıyla da benliğin kapsamayıp,


“dışarıda” bıraktıklara dair bilginin matematik bir işlevidir. Kimlik kavramını
psikolojiye yerleştiren43 “psikososyal gelişme” kuramının müellifi Erik H.
Erikson’a göre, “öteki” duygusu erken yaşlarda, çocuğun doğru ile yanlışı,
kendisi ile çevreyi ayırt etmeyi öğrendiği “yargılama” (judicious) evresinde
gelişir. Birey, ergenlik çağına varıp “ne” olduğunu ve ne olmak istediğini
tanımlamaya başladığında, “kimliği” daha kesin biçimlenir. Erginleşmeye
başlayan kişi, toplumsal ve cinsi (sexual) bir varlık olarak topluluk içindeki
yerini ve hedefini tanımlar, hayatına nasıl şekil vereceğini bulmaya çalışır.
Bireyin yaşama ve kendine dair tüm bildiklerinin toplumsal açıdan anlamlı bir
imgeye yoğurulmasını simgeleyen “ego kimliği” bu aşamada oluşur. Kimliğin
“atfedilen” bir niteleme, toplumsal rol kavramının bir türevi olduğunu
Erikson’ ın kuramından da izlemek mümkündür. “Ego kimliği” kristalize
olmazsa, bireyde kendi değeri ve toplumdaki konumuna ilişkin soru
işaretlerini imleyen bir rol kargaşası” ortaya çıkar. Bireyin rol çatışması
yaşadığı durumlarda kimlik de çelişki içindedir. Bu çelişki ancak
bütünleştirici bir “ideoloji” etrafında aykırılıkların ayıklanması ile
çözümlenebilir44.

Benlik ile “öteki”ni ayırt etmek büyük ölçüde öznel ve keyfi ölçütlere
dayanan bir sınıflama işlemidir. Yalın ama uç bir ampirik örnek vermek

43
Ancak Erikson bunu rastgele değil, kimliği toplumsal gelişme ve roller çerçevesinde kişiliğin bir ögesi
bağlamına yerleştirerek yapar. Ego kimliği, bireyin kim olduğu ve toplumun geri kalanına nasıl uyum
sağladığı ile ilgilidir.
44
C. S. Hall, G. Lindzey; Theories of Personality, 3rd. ed., John Wiley & Sons, NY, Santa Barbara,
Chichester, Brisbane, Toronto, 1978, ss. 94-97
15

gerekirse, her türlü özgecil (diğergam, altruistic) hareketi benliğin (bir


anlamda da bencilliğin) başkalarına doğru uzanması olarak görmek
mümkündür. Ayrım ayrıca gizil bir ard niyet45 içerir: “Kimlik” atfedilen özne,
“öteki” ile ilişkilerini ortağı olduğu iddia edilen topluluğa özgü çıkar ve
amaçlara göre algılamakla kalmayacak, onlarla mesafesini de bu ölçütlere
göre düzenleme eğiliminde olacaktır. Bu bağlamda, toplu kimliğin
simgelediği ideoloji, (aslında böyle olmasalar bile) algıladığı çıkarların
üyelerin ortak yararına olduğunu empoze edebildiği ölçüde başarılı sayılabilir.
Bundan çıkan sonuç, ideolojilerin başarısının taraftarlarına empoze ettikleri
toplu kimliğin kapsayıcılığı ve bu kimliğin tekil bireyleri ne kadar iyi temsil
ettiği ile ölçülebileceğidir46. Bazı uç durumlarda kimlik, “önemli” olduğu
varsayılan “şey” ile kurduğu bağlantı sayesinde öz saygısı olmayan insanların
bu açıklarını telafi etmelerini sağlayabilir. Kutsal gerekçeler ve amaçlar için
ölmeye istekli siyasi eylemciler buna iyi bir örnektir.

Sonuç, ya da zihnin karikatür ile dansı

Özetle, kimlik toplumsal düzeyde kabul görmek için başkalarının “bende


gözlemlemesini en çok istediğim” şeylerden meydana gelen bir karikatürden
ibarettir. Bu haliyle de, siyasilerin, fikir önderlerinin, aydınların ve
benzerlerinin kurguladıkları, tartıştıkları ve onayladıkları bir “kollektif
imaj”dır. Bu imaj esasında “kendimizi olmak istediğimiz gibi gösteren…
bazan burada ve şimdi baskısını hissettiğimiz bazan da hiç varolmayan bir
toplu talebe cevap olarak çizilen, geçici, akışkan bir resim”den başka bir şey
değildir47. Kimlik, bireyselliği güçlendiren “özgürleştirici” bilinç ile “ayni-
yet” yönünde toplumsal baskı yapan kollektivite arasında bir sahte şafak ışığı
yayarak, kişilik yetersizliğini48 öze ilişkin bilgi boşluğuna harc-ı alem doğrular
zerkederek doldurur, ya da “telafi eder” (bkz. Jung 1980: 81-84, 88, 91).
45
“Öngören” ve yönlediren karakteri dolayısıyla buna “ön-niyet” demek daha doğru olabilir.
46
Totaliter rejimlerin bireyin düşünsel ve davranışsal olarak resmi ideolojilerin onayladığı eksenlerden
sapmayan kişilik / kimlik yapıları oluşturan kapsayıcı, bireyin özel alanlarına nufuz eden ve ona mümkün
olan en dar seçme ve özgürlük alanını bırakan ethoslar uyguladıkları bilinir. Amaç bireysel farkları azami
ölçüde törpüleyerek kontrol sağlamaktır.
47
McSweeney, s. 90
48
Yukarıdaki tanım çerçevesinde özgün ve bireysel bir çevreye uyum (adaptation) yorumu olarak
düşünülmelidir.
16

Kimlik-çilik, bu bağlamda kendinden menkul, kendini doğrulayan, kendini


besleyen stereotip yargı ve düşüncelerle krypto-ideolojik psiko-politik
referans çerçevelerine atıfta bulunarak dünyayı açıklayan ve kendisine o
dünyada seçkin bir yer atfeden bir “bilinç özentisi” olarak ortaya çıkar. Kaldı
ki, bu özenti bilinç tekil de değildir: Eklektik biçimde oluşan her kimlik,
karşılıklı olarak altını çizdiği çoğu zaman vehmedilmiş farklılıklar, daha da
doğrusu “üstünlükler” etrafında kristalize oldukça, diğerleriyle mesafesini de
belirginleştirmek zorundadır – Yani, o da başkaları için giderek daha koyu bir
“öteki” haline gelir49. Karşılıklı dirençler gizli veya açık, gizil veya etkin
düzlemde karşılıklı ayırımcılığın da kapılarını açarlar. Bu paradoks
çerçevesinde ayırımcılığa karşı düşünsel bir araç-kavram olarak ortaya atılan
kimlik, başlı başına bir karşıt-ayırımcılık ölçüsüne dönüşür. Özellikle siyaset
gibi “biz ve ötekiler” yaratmak için pek çok potansiyel varolan toplumsal
faaliyet alanlarında kimlik-çilik, kapsadığı her birim için Samuel
Huntingtonvari çatışma cepheleri oluşturmaya amadedir50. Böylece, kimlik
onu çevreleyen ve vareden menfaat örüntülerini gizleyen kripto-ideolojik
diskur51 (discourse) ile aynı açıklayıcı hakimiyete sahip hale gelir. Bilincin
nirengi noktası knumuna yüceltilen ancak kendini tanımlamak ve haklı kılmak
için “öteki-leştirmeden” başka bir dayanağı da olmayan kimlik kavramı,
Foucauldian (1992) anlamda “panoptik” bir etkene “gözlemleme yoluyla
zorlayıcı etki yapan bir kültüre” dönüşür52. Pozitivist literatürde evrensel ve
etik olduğu varsayılan ve bu yüzden yadsınan epistemolojik egemenlik, yani
49
Erikson da grup söz konusu ise, kimliğin özünde “olumsuza” göreli olarak da belirlendiğini; karşı kutuba
yerleştirilebilecek, istenmeyen özelliklerin yansıtılabileceği bir “öteki”ne ihtiyaç dıyduğunu belirtir (Hall,
Lindzey 1978: 97).
50
Theodore A. Couloumbis , Thanos Veremis, “In search of new barbarians : Samuel P.
Huntington and the clash of civlizations” Mediterranean Quarterly, V.: 5, No.: 1, Winter 1994;
Stephen Chan, “Too neat and under-thought a world order : Huntington and Civilisations”,
Millennium Journal of International Studies, V.:26, No.: 1, 1997; S.P. Huntington, “A clash of
civilizations - a response” Millennium Journal of International Studies, V.:26, No.: 1, 1997 ve
"Why International Primacy Matters", International Security , V. 17, No. 4, 1993
51
Discourse kavramının türkçe karşılığı olarak kullanılan ikamelerin yetersizliği yanında belirsizlikleri de
“diskur” sözünü yeğlemesine yolaçmıştır. Esasen yazar da dilin “arılaştırmak” bahanesi ile açıklayıcılığı
yüksek deyimlerden ayıklanıp, uydurmalarla anlaşılmaz hale getirilmesinden ve fukaralaştırılması9ndan
haz etmemektedir; çünkü kelimeler düşünmenin yapı taşlarıdır ve daha fazla kelime daha zengin bir zihni
dünya, yani hayat demektir. Düşünce dışında bir hayat da mevcut değildir.
17

düşünme-bilme biçimi, dolayısıyla bilgi ve bilinç üzerindeki belirleyici tekel,


indirgemeci bir tavırla bölünerek, moda olan kimlikler ekseninde çok sayıda
yerel, emik53 merkeze dağıtılır. Böylece, hepsi etik ve evrensel imiş gibi
mütalaa edilebilir pek çok merkez ortaya çıkar. Bilinci belirleyen egemen
ölçüt toplumsallığın tek ögesine, grup üyeliğine indirgendikçe, kelimede
yoğunlaşan kripto-ideolojik bağlayıcılığı ötesinde mikro düzeyde, yetkeci
(otoriter) bir entegrizm54 taşır. Kısaca, düşünceyi ve bilmeyi esaslı bir
ideolojik ve politik yapı etrafında şekillendirir. Böylece, ideoloji ve siyasetin
kuram – uygulama boyutundaki ilişkisini açığa vurarak düşünmeyi özgür
kılmak iddiasıyla ortaya atılan ve gizlice kendine ait bir “izm” yaratan kavram,
bu kez de bir sahte-ideoloji (pseudo ideology) halini alır.

Sonsöz: adlar ve adları

Kung Fu Tzu55, Çin uygarlığının dağılmaya yüz tutmasından duyduğu


rahatsızlıkla, insanların davranışlarını fikirlerin gücüne dayanarak yeniden
düzenlemeyi önerdi. Bunun yolu, düşüncenin yapı taşları olan kelimeleri
doğru kullanmak idi. Kung Fu Tzu, toplumun düzelebilmesi için “her şeyin
kendi adıyla anılması” gerektiğine, yani “isimlerin geri kazanılmasına”
inanmakta idi. “Adların adını yeniden koymak”, düşünmeyi ve düşünceyi,
anlamların belirsizleşmesinden doğan kargaşadan ve anomiden koruyacaktı.
Tao felsefesine göre ise, dil ve düşünce insanın mekanı ile uyumlu bir tempo
(zaman) tutturamamasından doğan ve o uyum sağlanabilse, gerek
duyulmayacak sapmalar idiler. Her şeyin anlamı, hayatın akışı içinde ortaya

52
Michel Foucault, Résumé des cours 1970-1982 (Ders Özetleri 1970-1982), çev. Selahattin
Hilav, Yapı Kredi Yayınları , Istanbul 1992; Harry O. Maier, “Manichee : Leo the Great and the
Orthodox Panopticon” Journal of Early Christian Studies, V.: 4, No.: 4 Winter 1996
53
Davranış ve linguistik bilimlerinden gelen kavramlardan etik [etic], (ethic diye yazılan ethos kökünden
gelen ahlak ile ilgili kavramla alakası yoktur) belirli bir sistem içinde yapısal bir birim olarak rolü kaale
alınmaksızın, yani evrensel olarak irdeleme konusu edilen özneleri, emik [emic] ise, belirli (özgül) sistem
içinde bir birim olarak incelenen tipik özneleri simgeler.
54
Katolik mezhebinde modernite ve inancın sorgulanması ile koşut olarak Pius X döneminde ortaya çıkan,
geleneklere aşırı bağlı, imanın kendisi, özü ile, Hristiyanlık tarihi boyunca teamül, gelenek vb. sonucu
ortaya çıkan ritüeller, teolojik uygulamalar gibi “kazai” birikimlerini bir tuttuğu (integrate), doktriner değer
atfettiği, yani, inancı rituele indirgediği ileri sürülen “sapmacı” akım. Postmodernist felsefede belli
kavramların toparlayıcı, bütünleştirici özellikleri dolayısıyla idelojik niteliğe bürünmesini ifade eden bir
deyim.
55
Batıda daha çok Confucius olarak tanınır.
18

çıkmakta idi ve yaşandığı sürece geçerli idi. Anlam, tecrübe ile bağıntılı
olarak belirlendiği için, adların adının konması işlemine hangi ad ile
başlanabileceği bile başlı başına bir soru ve sorun idi56. Her halukarda, Kung
Fu Tzu da, Tao feylesofları da slogan haline gelmiş, anlamları ideolojik
içerimlerle saptırılmış sözlerle sağlıklı düşünülemeyeceğinin farkında idiler.
Her halde Tao, adları ve sözleri sabitlemek yerine, her sözün anlamının dile
dökülürken ortaya konmasından ve belirginleştirilmesinden yana olurdu – ki,
kelimeler bireyi güruhun ruhuna, “kimliğine” çivilemesin, düşünceyi
özgürlüğün aracı kılabilsin.

56
Alan Watts, Tao, the watercourse way, Penguin, Middlesex, 1979, s. 113

You might also like