Professional Documents
Culture Documents
http://www.hiperkitap.com/images/covers/BOOK2009062119491847485770_f.jpg 25.03.2010
· Ord. Prof. Dr. ALİ FUAD BAŞGİL
HUKUKUN ANA MESELERİ VE MÜESSESELERİ
- KONFERANSLAR -
ISBN: 978-975-7747-70-3
Basıma hazırlayanlar:
YAGMUR YAYıNEvi
Cağaloğlu Yokuşu No. 1 Özhekim İşhanı Kat 2/23
Eminönü i iSTANBUL
TeL.: (O 212) S13 5126 Faks: (O 212) S19 74 53
e-posta: yagmur@yagmuryayinevi.com.tr
www.yagmuryayinevi.com.tr
Ord. Prof. Dr.
ALİ FUAD BAŞGİL
KONFERANSLAR
-SiYASi VE siviı HUKUK ÜZERiNE ETÜTlER-
iSTANBUL - 2008
içiNDEKİLER
Hayatı ii
Önsöz 13
1. BÖLÜM
ANAYASA
Anayasa 17
1- Tarihte anayasa fikri ve anayasalann türlü şekilleri. . . . .. . . . . .. 17
Örfi anayasalar ....................................... 18
Dini anayasalar. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19
Yazılı anayasalar ...... ~. .. .. .. .. .. ..... .. .. .. .. . . . .. .. 19
Ferman Şeklinde anayasalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22
Milli misak şeklinde anayasalar .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23
Kısa ve uzun anayasalar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23
Beyannameli ve beyannamesiz anayasalar. . . . . . . . . . . . . . . . . . 24
II- Anayasalann mevzu ve meseleleri ......................... 25
III- Türkiye anayasalan ..................................... 27
1. İmparatorluk devri anayasalan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27
2. Cumhuriyet anayasasİ ,', , , , . , : , ......... , , . , , , , ... , . , . 29
2. BÖLÜM
7
b. 1921 Teşkilat kanunu ve Büyük MiIIet meclisi hükümeti ... 47
c. Lozan sulh konferansı, Saltanatm ilgası, Cumhuriyetin ilanı ve
Hilafetin kaldırılması, 1924 Teşkilat kanunu. . . . . . . . . . . . . 49
d. Cumhuriyet Halk Partisi ve Türk inkılabı, 1924 Teşkilat
kanununun tadilatı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 51
3. BÖLÜM
8
1- Tanzimat devrinde .................................. 178
Kararnameler .......... ;............................... 179
2- 1876 Kanunu esasisinde. . . . . . . . . . . . . .. .. .. .. . .. . .. .. . 183
3- 1909 Muaddel Kanunu esasİsinde kanun ve nizam.. .. .. .. . 185
4- Büyük Millet Meclisi hükümeti devrinde nizamname 189
BUGÜNKÜ MEVZUATIMIZDA NİZAMNAME
ve KANUN İLE MÜNASEBETİ ............................. 193
1- 1924 Teşkilat Kanununun ana umdesİ ve lojik strüktürü . . .. .. .. . 194
II- Bugünkü mevzuatımı.zda kanun karşısında nizamnamelenn yeri ..
1. Bugünkü mevzuatımııda kanun fikri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 203
2. Bugünkü mevzuatımızda nizarnname fikri .......... '.' . . . . 206
Fikirlerimizi hulasa edelim. . . . . .. .. .. ... . . .. . .. .. .. .. .. . 210
III- Teşkilat
Kanunumuzun 52. maddesinin tahlili ................ 213
ı. Nizamnamelerin icrai kaide muameleler arasındaki yeri .... 213
2. Vekalet talimatnameleri .............................. 214
3. İzahnarneler. . . . . . . . . . .. .. .. . . . .. . . . . . .. .. . . . .. .. .. . 214
4. Tamimler.......................................... 214
Kararname.. .. . . . . . . . .. . . . . . .. .. .. .. . . . . . . . . . . .. .. .. . 217
IV- Nizarnnamelerin nevileri. . . .. . . . . . .. .. .. . . . . . . . ... .. .. .. . 219
a- Kanunların tatbiki suretini gösteren nizarnnameler . . . . . . . . . 219
b- Kanunların emrettiği hususlan tespit eden nizarnnameler . .. . 219
V-Tanzim saHihiyetinin mahiyeti ............... :.............. 222
VI- Nizamnarnelerin haiz olması lazım gelen şartlar .............. 228
ı. Şekle ait şart ....................................... 228
2. Nizamnamelerin esasi şartı ........................... : 232
VII- Nizamnarnelerin tabi olduğu murakabe rejimi ................ 236
Birincİ faraziye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 239
İkinci faraziye .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 240
9
4. BÖLÜM
10
Ord. Prof. Dr.
ALİ FUAD BAŞGİL
11
Bu görevinin yanı sıra Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu
ögretim üyeligi görevinde de bulunmuştur. 1936 yılında İs
tanbul Yüksek Ticaret ve İktisat Okulu Müdürlüi!üne atan-
mıştır. Bu okulda ve İstanbul Hukuk Fakültesinde ilk de-
fa "İş Hukuku" dersini kurup okutmuştur.
1937 - 1942 yılları arası İstanbul Üniversitesi Hukuk Fa-
kültesi Dekanlıllından sonra Ankara Hukuk Fakültesi ve
oraya taşınan Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu (Mülkiye Mek-
tebi) Anayasa Hukuku profesör!üllü ile Mülkiye Mektebi
Müdürlüi!üne tayin edilmiştir. 1943 yılında Mülkiye Mek-
tebi Müdür!üi!ünden istifa edip, İstanbul Üniversitesi
Anayasa Hukuku Kürsüsü'nün Ordinaryüs Profesörü ola-
rak binlerce öi!renci yetiştirmiştir. Buradan emekli olmuş
tur.
1961 yılında Samsun Senatörü seçilmiş, kısa bir zaman
sonra bu görevinden istifa ederek bir müddet İsviçre'de ça-
lışmış vearada Fransızca olarak yayınlanan, "27 Mayıs İh
tilali ve Sebepleri" isimli sonradan Türkçeye çevirilen eser-
le meşguı olmuş, 1965 seçimlerinde İstanbul Milletvekili
olarak tekrar Büyük Millet Meclisi çatısı altına girmiş, ve-
fatlarına kadar bu görevde kalmıştır.
17 Nisan 1967 yılında eşi Fatma Nüvide Hanımefendi
ile birlikte oturdullu Kadıköy Feneryolu Eflatun Sokakta-
ki evinde hayata gözlerini yummuştur. Bugün bu sokak
"Ali Fuad Başgil Sokai!ı" ismini taşımaktadır. Kabri, Üskü-
dar Karacaahmet Mezarlıgı Çiçekçi Duragı karşısındadır.
Merhum ve muhterem Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil,
bir taraftan ilim ve irfan kürsülerinde hizmet edip öi!renci
yetiştirirken, pekçok uluslararası kongrelerde memleketini
temsil etmiştir. Türkçe ve Fransızca muhtelif eserler yayın
lamıştır. 1930 yılından 1967 yılına kadar çeşitli gazeteler-
de yayınlanan birçok yazısı ile Türk halkının aydınlatılma
sına çalışmıştır.
Onu rahmetle anmayı bir borç biliriz.
Yağmur Yayınevi
12
ÖNSÖZ
Bu eser bölümlü, başlıklı ve sıkı bir mevzu birliği üzerinde klasik tas-
nilli bir kitap değildir. Hocalık mesleğine girişmeden, yani 1930 Nisan ayın
dan beri, muhtelif tarihlerde yaptığım etüdlerle, muhtelif yerlerde verdiğim
ve kendimce ilmf sandığım konferansıarımdan müteşekkil bir derlemedir.
Mevzu birliğinden mahrum olması kusurunu gözönünde tutarak,
. esere, mütevazıca "dağarcık" demeyi düşünmüştüm. Fakat dikkatli okuyu-
cularım da göreceklerdir ki, bu bir dağarcık yahut kırkambar değildir; belki
düşüp kırılmış bir mozayiğin irili ufaklı parçalarının bir araya gelmesi şek
linde bir bütündür. Ve eserin umumi muhtevasında on beş senelik bir za-
man içinde hiç renk ve istikamet değiştirmeden aynı yolda giden bir metod
anlayışı, bir görüş tarzı ve bir fikir akışı, hatta diyebilirim ki, geniş manasıy
la, bir mevzu birliği bile vardır. Yersiz bir tevazu, ekseriya gizli bir gururu
perdeleyen riyadır ve her şeyi kendi adıyla .çağırmak edepliliktir, dedim ve
eseri "Hukukun Ana Mesele ve Müesseseleri" diye adlandırdım.
Filhakika müellif, b,j eserde hukukun ana mesele ve müesseseleri
üzerinde konuştuğuna kanidir. Zira, bilindiği gibi, bu meselelerin mihverini
millf bir camia içinde ve onun bir azası sıfatıyla yaşayan ferd ile devlet ve
devleti temsil eden hükümet heyeti arasındaki münasebetler teşkil eder.
Bu münasebetlerin şekli ve hududu da Anayasalarda gösterilmiştir. Eseri
vücuda getiren etüdler ise, kah umumi ve kah hususi hükümleriyle, Anaya-
sa çerçevesi içindedir.
•• •
13
Okuyucularımın dikkatini eserdeki etüdlerde takip edilen tahlil, tefsir
ve terkip usulüyle tarihi ve sosyolojik metod tatbikatına çekmek isterim.
Müellifçe hak, sırf kanun demek olmadığı gibi;. hukuk ilmi de kanun metin-
lerinden mana çıkarmak ve kanun kaidelerini hayat ve münasebetlere tat-
bik etmekten ibaret bir nevi zeka oyunu demek değildir. Kanunlar, hukuk
nizamının nihayet birer tormel kaynağı ve ekseriya satıhta kalan kökleridir.
Bu nizamın temelleri ve derinliklerdeki kökleri, bizzat hayat ve münasebet-
lerdir. Hukukçu bu münasebetleri yakından tetkik etmeye; hukuki nizamın
reel kaynağı olan hayatın akışını görmeye mecburdur ve bunu görebildiği
nisbette hukukçudur. Hukuk ta bu şart ile ve camia hayat ve münasebet-
lerinin emperatif bir nizamı olmak itibariyle sosyal ilimler zümresinden bir
ilimdir. işte müellif, bu eserde ve bütün ilmi hayatında bu hakikate sadık
kalmaya, hukukun reel kaynaklarına inmemeye çalışmış ve daima kuru bir
şerhçilikten kaçınarak hukuku, muktedir olabildiği kadar, tarih ve sosyoloji
laboratuvarında işleyip incelemek istemiştir. Ewelce yayınlanmış, hatta
bazıları birkaç yerde yayınlanmış bu yazıları toplayıp, değiştirmeden, oldu-
ğu gibi ve zamanında yayınlandığı şekilde yeniden bir arada ve bir eser
halinde yayınlamakta kendimce fayda gördüm. Ewela, herbirine emek ve-
rip göz nuru döktüğüm etüdlerimi birer köşede unutulup kalma tehlikesin-
den korumak istedim. Birer, ikişer formalık küçük yazılar çok kere kaybo-
luyor ve unutulup gidiyor. Bir ana çocukları üzerine, kör topal da olsalar,
nasıl titrerse; bir müellif de manevi benliğinin birer parçası olan eserleri
üzerine, kıymetlerini düşünmeksizin, öylece titrer ve onların nisyan diyarı-o
na gömülüp kalmasına razı olmaz. Saniyen bu etüdleri, herbiri bir ayrı raf-
ta sokulu vaziyetten kurtarıp topluca ve mevzuları sırasıyla okuyucu istifa-
desine koymakla hukuk dünyasının genç ve tecrübesiz yolcularına küçük
bir hizmette bulunmak istedim. Beklenilen kıymet ve orjinallikten mahrum
da olsalar, bu etüdler, bir kısmı tahsil ve bir kısmı tedris ile geçen otuz kü-
sur senelik mütemadi bir çalışma hayatının usaresini taşımaktadır. Bu iti-
bar ile faydalı olacak tarafları hiç yok değildir, sanırım. Maamafih eser be-
nim ise, aziz okuyucu m, takdir hakkı senindir. Yalnız, kıymet ölçünü insaf
ile kullan ve kusurlarımı insan oluşuma bağışla! Unutma ki hatasız ve ku-
sursuz bir tek Allah var.
Ali Fuad BAŞGjı
Feneıyolu; 1 Eylül 1946
14
ı.
BÖLÜM
ANAYASA
17
Ali Fuad Başgil
a - Örff anayasalar
ört ve teamüller, hukuk ve ahlak gibi içtimai disiplinlerin
olduğu kadar, devlet hayat ve teşkilatının da bütün tarih bo-
yunca en köklü dayanağı olmuştur. Bütün eski devletlerde,
pek az bir istisna ile, devlet nizarnı ve hükümet usulleri, hü-
kümranlık hakkının iktisabı ve intikali şekilleri, hükümdann
hukuk ve imtiyazlan, hulasa bütün devlet adab ve merasimi
örf halinde kaidelere bağlanmış ve bu kaideler uzak atalann
kıymetli mirası gibi nesiller arasında muhafaza olunmuştur.
Bu usul devrini tamamıyla yaşamış ve zamanımızda tarihe ka-
rışmış da değildir. Çünkü, ewela, İngiltere gibi büyük bir
memleketin anayasası bugün bile, esas itibariyle, örtidir. Bu
memlekette gerçi ı 2 ı 5 ten itibaren muhtelif tarihlerde, kah
krallartarafından ısdaredilmiş fermanlarve kah krallara kabul
ettirilen şartnameler ile, bazı anayasa kaideleri vazolunmuş
ve yazılı bir şekil almış ise de; devlet teşkilatının en zengin
esaslarını hala örfler teşkil etmektedir. Saniyen, gene bugün
anayasası yazılı olan devletlerde de, kanunlaşan devlet ka-
ideleri yanında hatta bazan dışında, örfler teşekkül etmekte
ve bunlar devlet hayatında mühim roloynamaktadır.
18
KONFERANSLAR
6 - Dinf anayasalar
Bilindiği üzere, eski devirlerde, ferdı hayatın olduğu gi-
bi, içtimaı hayat ve münaseb~tlerin icap ve ihtiyaçları da ek-
seriya dini bir ifade alır; bunlara mabut iradelerinin bir nevi
zuhuru nazarıyla bakılırdı. Bu inançtan devlet idaresi ve hükü-
met usulleri bile müstesna kalamamıştır. Eski devletlerde,
camia hayatının en mutlak bir lazimesi halinde devlet bünye-
sinde esasen mevcut olan amme otoritesi ve bunu temsil
eden makam dinı birer kutsiyete bürünür; bu otorite ilahi
kudretin hükümdar şahsında ve iradesinde esrarengiz bir te-
cellisi, hükümdarın kendisi de ilahı varlığın yeryüzünde bir
gölgesi.teıakki olunur. Devlet idaresinde bir takım usul ve er-
kan şeklinde dal budak salıp kaideleşen bu telakki eski dev-
letlerin bir"çoğunda; mesela, geçen asrın sonlarına kadar, Tür-
kiyemizin imparatorluk devrinde, siyası nizamın özünü teşkil
etmiş ve bu devletlerde "Kitabı Mukaddes"ler anayasa hiz-
metini görmüştür.
Öıflereve dinı kanaatlere dayanan anayasalar, tarihı
ehemmiyetlerine ve müstesna bir şekilde bugün bile yaşa
malarına rağmen, zamanımızın devlet hayatında yerlerini laik
ve rasyonel mahiyette yazılı anayasalara bırakmıştır.
c- Yazılı anayasalar
Devrimiz, devlet hayat ve teşkilatının istikrarlı bir statü-
sü ve sabit bir planı şeklinde yazılı anayasa devridir. Bu dev-
rin açılmasını Onsekizinci asır sonlarında bir taraftan İngiliz
krallığının Amerika kolonilerinde kopan istiklal hareketleri-
ne, bir taraftan da bazı garp memleketlerinde değişen iktisa-
dı hayat şartlarıyla içtimaı sınıf münasebetlerine ve hususiy- .
le o devrin siyasiyatçı filozoflarının kanunsuz rejimIere ve
müstebit hükümdarlara karşı açtıkları kalem mücadelesine
19
Ali Fuad BaşgiJ
20
KONFERANSLAR
21
Ali Fuad BaşgU
22
KONFERANSLAR
23
Ali Fuad Başgil
24
KONFERANSLAR
II
Anayasalann mevzu ve meseleleri
25
Ali Fuad J3aşgil
26
KONFERANSLAR
III
TürkiyeAnayasalan
27
Ali Fuad Başgil
28
KONFERANSLAR
.2 - CUmfıuriyet anayasası
29
Ali Fuad Başgil
30
KONFERA!'lSLAR
31
2.
. BÖLÜM
TÜRKİYE ESAS TEŞKİLATI
VE SİVASİ REJİMİ")
[*] Bu etüdün aslım (La viejuridique des peııples) ün Türkiye uüshası için
Fransızca olarak yazmıştık. Hukuk İlmini Yayma Kurunili' mm değerli Başkaııı bu
niishamn ayrıca bir de Türkçesini çıkarmaya karar verdiğini söyleyince; etiicIü
Türkçeye, aynen tercüme değil, bazı fikirleri, bilhassa son kısmı hayli genişleterek
noklettik. (Millet/erin Hukuki Hayatı - Türkiye Hukuk ilmi Yayma Kurumu neşri
yalı. 1939)
35
Ali Fuad BaşgiJ
i
İstiklal harplerinden önceki teşkilat
36
KONFERANSLAR
37
Ali Fuad Başgil
38
KONFERANSLAR
aleminin en üstün bir kanunudur. Hiç bir şey ve. hiç bir ml.
ebedı olarak tatbiki lazım olan, bu üstün kanunun, dışında
kalamaz. Halife - sultan, islam'dünyasının en yüksek metbuu
ve diyanetin hamisi olmak itibariyle,her müslümandan önce
ve her müslümandan daha sıkı bir surette bu kanunlara riayet
ve hükümlerini tatbik ile mükelleftir.
Peygamber Kur'anın birçok hükümlerini gerek sözleri ve
gerek fiilleriyle tefsir ve tayin etmiştir. Vefatından sonra bü-
yük bir itina ile toplanıp birermecelle şeklinde tedvin edilen
bu sözler ve fiiller-ki Hadıs adını alır- Kur'andan sonra huku-
kun ve fiil ve münasebet kaidelerinin ikinci bir kaynağını teş
kil eder. Hukukı bir meselenin halli sureti bu iki mühim kay-
naktan hiç birinde bulunmazsa, aynı bir devirde yaşamış olan
.islam ulemasının o mesele hakkındaki müttefik reyine müra-
caat olunur. Böyle bir reye de tesadüf olunmazsa, büyük is-
lam hukukçularının rey ve kıyaslarına ve mevcut örf ve adet-
lere başvurulur. Bütün bu vasıtalarla da mesele halledilemez-
se, o zaman Halife-sultanın reyi ve içtihadıyla amel olunur.
İşte meratip silsilesi üzere, islamı hukukun, hususiyesi
ve ammesi ile birlikte, menbaları bunlardır ki heyeti umumi-
yesi "şerait" yani islam kanunlarını vücude getirir. Halife - sul-
tan, hükümlerinde ve icraatında bu kanunlarla bağlı olmakla
beraber, bunları tefsir etmek ve nassın sakit olduğu mesele-
ler hakkında içtihatta bulunmak hakkını haizdir ki bu hak do-
layısıyla sultanın iradeleri kanun hüküm ve kuweti iktisap et-
mektedir. Şüphesiz, sultan şeriat dışında reyde ve icraatta
bu lun am az. Şayet bulunacak olursa Allah", karşı ağır bir
mes'uliyet altında kalır ve hatta bu halde kendisinin hal'i bi-
le caiz olur. Şu kadar ki, islamın saf ananesinde, Halife - sul-
tanın hal 'ine iyi gözle bakılmamış, hal keyfiyetinde bir nevi
şeamet görüllnüştür. Netice olarak diyebiliriz ki, Halife - sul-
tanın nassın sarahati karşısında teşri! salahiyeti olmamakla
39
Ali Fuad Başgil
40
KONfERANSLAR
41
AJj Fuad Başgil
42
KONFERANSLAR
d. 1909 mdilah
"Genç Türkler" ihtilaliyle iade olunan meşruti rejimin ila- .
nı üzerinden h"müz bir sene bile geçmeden, 1909 Martında,
43
Ali Fuad Başgil
44
KONFERANSLAR
II
İstikliil harpleri esnasında
a. Mondros Mütarekesi
Türk milliyetçiliğinin doğuşu ve Atatürk
Büyük harp Türkiyemiz için çok acı olmuş, millet bu
harpten perişan ve manevı kuvveti tamamıyla kınImış bir hal-
de ÇıkmıŞtı. Fakat Türk milleti için daha acısı, öz yurdunun da-
hi taksime uğramasını ve müstakil bir millet halinde yaşama
ya olan ebedı hakkının inkar edilmesini görmek olmuştu. Fil-
hakika, Mondros mütarekesi ferdasında (30 Ekim 9 ı 8) ve Os-
manlı imparatorluğunun parçalanmasını müteakip, zaten as-
keri işgal altına alınmış bulunan, öz Türk ülkesinin de taksim
edilmesi düşünülmüş ve, bu tasavvuru mevkii fiile çıkarmak
için, Yunan ordulan İzmir ve havalisinin zaptına sürülmüştü.
Bu millı felaket karşısında, devlet başında bulunan, Vi. Meh-
met Vahdettin ise yalnız kendi saltanat ve hükümetini kurtar-
ma endişesine düşmüştü. Fakat tehlikenin büyüklüğünü se-
zen Türk milleti birliğini şuur edinmiş; bütünıÜğünü ve istik-
liilini kurtarma çar~lerini aramaya koyulmuştu.
İşte bu sırada, daha Büyük harpte, büyük yararlılıkla
nyla, memleketin sevgisini ve itimadını kazanmış bir şahsi
yetin sahneye girerek millı hareketin başına geçtiğini görüyo-
. ruz: Bu şahsiyet Kemal Atatürk idi. İstanbul'da iken halkın
uğradığı hakaret ve sefaletlere şahit olan Atatürk, üstün de-
hiisıyla, Türk istiklal ve namusunu kurtarmaya karar vererek,
ı 9 Mayıs ı 9 ı 9 da Samsuna çıkıyor, oradan Anadolu içlerine
atılıyor, memlekete tehlikeyi bütün açıklığıyla bildiren ve
45
Ali Fuad Başgil
46
KONFERANSLAR
47
Illi fuad lJaşgil
48
KONFERANSLAR
49
Ali Fuad Başgil
so
KONFERANSLAR
51
Ali fuad Başgil
52
ŞİMDİ Kİ TEŞKİLAT REJİMİ
53
Ali Fuad Başgil
54
KONFERANSLAR
55
Ali Fuad Başgil
Milliyetçilik prensi6i
Türk milliyetçiliği reel hayattan sızan bir takım duygular-
dan ve fikirlerden örülmüş (Complex) bir şeydir. Bu prensip,
hem Osmanlı kozmopolitizminin nefyini, hem de saltanat hü-
kümetinin üniversalist politikasına karşı bir reaksiyon tazam-
mun eder ve Türk soyunun ebedlliğine, Türk kudretlerinin na-
mütenahlliğine derin bir iman ifade eder.
56
KONFERANSLAR
57
Ali Fuad Başgll
Devletçilik prensihi
Bu kelimenin Fransızcası kulağa hoş gelmez, çünkü keli-
me Fransa'da bir takım nahoş hatıralar uyandırır. Fakat Türki-
yede devletçilik tabiri sadece iktisadı, içtimaı ve kültürel ha-
yat ve faaliyetlerde şuurlu bir disiplin ve teşkilat ifade eder.
işte, bu manada, devletçilik bizde hem millı ideale ulaşmak
için mücbir bir zaruret halini almış, hem de daima gaileden ve
haricı müdahaleden kaçan imparatorluk hükümetinin öteden
beri takip edegeldiği aciz ve atıl politikaya karşı bir reaksiyon
olmuştur. imparatorluk hükümetlerinin en bariz memleket içi
politikası, mümkün olabildiği kadar, iktisadı ve içtimaı hayata
el uzatmaktan çekinmek idi. Eskiden hükümetin halk ile mü-
nasebeti, hemen hemen, vergi ve asker toplamak ile bazı ci-
nayetleri takipten ibaret kalmakta idi. Ve ötesi için halkın
hükümetten beklıeyeceği çok bir şey yoktu. Bundan dolayı,
Cumhuriyet hükümeti iş başına geldiği zaman, memleketi,
millı hayat için lazım gelen disiplin ve teşkilattan adeta mah-
rum bir halde bulmuştu. Türkiyede milli denilebilecek bir
sanayi cihazı ve faaliyeti hemen hemen yoktu. Memleketin
58
KONFERANSLAR
59
Ali Fuad Başgil
inftıliipçılıft prensiM
60
KONFERANSLAR
61
MODERN DEVLETTE iş VE SAıAHİYET BÖLÜMÜ
VE ESKi "TEFRiKi KUVA" NAZARIYESi'"
* *•
(*) 1937 - 1938 ders yı/mda İstanbul Üniversitesi Konferans salonunda ve-
. ri/miş konferansıır. (Üniversite Konferansıarı) 1939 sa. 227-240.
63
Ali Fuad Başgj}
64
KONFERANSLAR
•••
65
Ali Fuad Başgil
66
KONfERANSLAR
67
Ali Fuad Başsil
• **
68
KONFERANSLAR
69
Ali Fuad BaşgH
70
KONFERANSLAR
71
Ali Fuad BaşgiJ
•••
72
KONFERANSLAR
73
All Fuad BaşgH
74
KONFERANSLAR
75
Ali Fuad Başgil
76
KONFERANSLAR
•••
77
All fuad Başgil
78
KONFERANSLAR
•••
79
Ali Fuad Başgil
80.
KONFERANSLAR
tasdik eder.
Misaner üstünde sözü uzatarak muhterem dinleyicileri-
mi usandırmak istemem. Hulasa edelim: Modem devlette
. hem bir iş ve gaye birliği, hem de bir ihtisas, salahiyet ve iş
bölümü hüküm sürmesi lazımdır. Eski "Tefriki Kuva" fikri bu-
gün yerini iş, ihtisas ve salahiyet bölümü fikrine bırakmalı ve
bu suretle günün Hükümetleri bir nevi atölye manzarası alma-
lıdır. Nitekim Türkiye anayasasının ruhu ve yasanın birinci
faslının hakiki manası da bu esas üzerindedir.
81
KLASİK FERDİ HAK VE HÜRRİYETLER NAZARİYESİ
VE MUASIR DEVLETÇİLİK SİSTEMİ'"
(Teşkilat Kanunumuzun beşinci faslı üzerinde etüd)
Sayın dinleyicilerim;
Bilirsiniz ki, Esas Teşkilat Kanunumuzun beşinci faslı
"Türklerin hukuku ammesi" unvanı altında bir takım "tabiı"
hak ve hürriyetlerden bahsetmekte ve heyeti umumiyesiyle
vatandaşlara mülk, mukavele, fikir, vicdan, söz, çalışma ve ça-
lıştırma gibi hak ve hürriyetler temin etmektedir.
83
Ali fuad Başg/l
yahut hürriyetler" namını alır. Buna göre ferdi hak demek fer ..
din insan olmak sıfatıyla tıynet ve tabiatında taşıdığı imtiyaz
demektir. Bu haklar, diğer taraftan, ferde karşı Devlet faaliyet
ve icraatının da yine hukukı hududunu teşkil eder ve bu iti-
barla da "amme haklan" namını alır ki bizim Teşkilat Kanunu-
muz bu tabiri tercih etmiştir. Şu halde amme hakları da ferdin
içinde yaşadığı ammeye yani hukuk bakımından hükmı bir şa
hıs itibar edilen camiaya; diyelim, Devlete karşı haiz olduğu
salahiyet ve imtiyaz demektir.
Teşkilat Kanunumuzun beşinci faslında sayılan hak ve
hürriyetleri şu klasik manada mı almak ve anlamak lazımdır?
Türkiyemizde vatandaşların, mülk, mukavele, söz, yazı gibi
hürriyetleri vatandaşa karşı Devlet fonksiyonlarının, Devlet
faaliyet ve icraatının tabil birer hududu mudur? Eğer böyle
ise, beşinci fasıı ile vukuat ve filiyat arasında açık bir tezad
var.
Hemen her gün karşılaştığımız yasalar ve icraat vatan-
daşların bir nevi hürriyetini daraltmaktadır. Mesela bir iş ka-
nunu çalışma ve çalıştırma hürriyetini, bir ihracatı kontrol sis-
temi ticaret serbestliğini tahdit eden icraattır ki; bütün bunlar
ferdı hak ve hürriyet prensibine değil; bunun zıddı olan Dev-
letçilik sistemine bağlanmaktadır. Devletçilik sistemi ferdı ve
tabil hak ve hürriyet fikrini esasından nefyeden bir sistemdir.
Bu sistem sosyal hak fikrinden hareket eder. Ferdi tek başına
yaşıyan ve dilediği gibi hareket edebilen bir mahlCik almaz,
millet cemiyeti içinde ve bu cemiyete karşı vazifeleri olan bir
uzvu alır. Devletçilik ferdin haklarından evvel cemiyete karşı
vazifeleri vardır kanaatine dayanır ve ferdin hak ve salahiyet-
lerini bu vazifelerinin ifası için devletçe teminat altına alınmış
birer sosyal imkan telakki eder.
Hulasa, bu iki fikir yani Devletçilik ile ferdı ve tabil hak
ve hürriyet prensibinin klasik anlamı barışmayan ve birlikte
84
KONFERANSLAR
85
Ali Fuad BaşgiJ
86
KONFERANSLAR
•••
87
Ali Fuad Başgil
88
KONFERANSLAR
.11
89
Ali Fuad Başgil
90
KONFERANSLAR
teşkil etmiştir. Herkes nefsini ve varını sırf kendi gücü ile mü-·
dafaa etmiş ve korumuştur. zekası ve iradesi inkişaf ettikçe
insan, nefsinin ve varlığının muhafazası için, sırf ferdı kuvvet
ve imkana dayanan bu türlü tabiı yaşama halinden çıkmayı
düşünmüş ve emniyet ve huzurunu daha iyi temin edecek
yeni bir yaşayış tarzı aramıştır ve bunu birleşmekte ve cemi-
; yet halinde yaşamakta bulmuştur. Ve nihayet insanlar arala-
rında birlikte yaşama mukavelesi yaparak bu suretle siyası
cemiyeti yani Devleti vücuda getirmişlerdir. Yaptıkları bu mu-
. kavele ile fertler tabil haldeki hürriyet ve salahiyetlerinden
bir kısmını karşılıklı olarak birbirlerine ve birbirleri vasıtasıy
la ammeye terketmeye razı olmuşlardır. Bu suretle ammeye
terkedilen ferdı hak, hürriyet ve salahiyetlerin heyeti mecmu-
ası bir kül teşkil ederek amme kudretini yani Devlet kuvvet
ve hakimiyetini vücuda getirmiştir.
Şu halde Devlet kuvvetinin ve otoritesinin menşei, din-
lerin dediği gibi göklerde değil, yeryüzündedir. Ve yeryüzün-
de de bu kuvvet ve otoritenin sahibi ve menşeine hükümdar-
dır, ne bir sülaledir, ne bir aristokratik zümredir; fakat Devlet
cemiyetini vareden fertlerin her biridir. Her ferdin, her vatan-
daşın Devlet hakimiyet ve otoritesinde müsavi bir hissesi var-
dır. Binaenaleyh kimsenin kimseden fazla veya eksik hakkı ve
imtiyazı yoktur.
91
Ali Fuad Başgi/
92
KONFERANSLAR
93
Ali Fuad Başgil
94
KONFERANSLAR
95
Ali Fuad /3a~gjJ
III
96
KONFERANSLAR
***
97
Ali Fuad Başgil
98
KONfERANSLAR
99
AJj Fuad BaşgiJ
100
" ..
KONFERANSLAR
101
Ali Fuad Başgil
IV
102
KONFERANSLAR
103
Ali Fuad Başgil
104
KONFERANSLAR
105
Ali Fuad Başgi!
106
KONFERANSLAR
107
Ali Fuad Başgil
108
KONFERANSLAR
109
Ali Fuad Başgil
ı 10
KONFERANSLAR
111
Ali Fuad Başgil
112
KONFERANSLAR
113
Ali Fuad Başgil
v
Fakat bu noktada biz, modern hukukun en çetin bir me-
selesiyle karşılaşıyoruz. Ferdi hak ve hürriyetlerin klasik naza-
riyesinin en esaslı hedefi, bundan evvel de söylediğimiz gibi,
devlet faaliyet ve icraatına bir hudut koymaktır. Klasik hukuk
bu hududu ferdin insan olmak sıfat ve tabiatından doğan ve
terki ve izalesi kabil olmayan ferdi ve tabii hak ve hürriyetler
kanaatinde bulmuştur. O diyordu ki, ferdin varlığı cemiyet ve
devlete mukaddemdir. Cemiyet ve devlet nihayet fertlerin
birleşmesinden hasıl olmuştur. Binaenaleyh devlet ferdi var-
lığa ve bu varlığın tabii imtiyazlarına dokunamaz. Devletin ka-
nuni icraatı bile ferdin hürriyetlerini nefyedecek bir raddeye,
gidemez. Giderse zulüm olur. Zulme karşı isyan etmek ferdin
yine tab il bir hakkıdır. Bu telakkinin sosyal hayattaki neticesi
devlet faaliyetlerini en küçük bir sahaya indirmektir.
Halbuki biz hürriyeti şu klasik telakkiden ayırıp da bir
sosyal faaliyet ve vazife fikrine bağlayınca; klasik hukukun
devlet faaliyetlerine çizdiği hududu kaldırmış ve devlete ge-
niş bir faaliyet ve icraat sahası tanımış oluyoruz. Şimdi bize
sorulsa yeridir ki, bu sahanın genişliği ne kadar olacaktır? Bu
telakkide devlet faaliyetinin ferde karşı bir hududu olmaya-
cak mıdır? Devlet kolu ve kuvveti nereye kadar uzanacaktır?
Meselenin bu can noktası başlı başına bir kaç konferans
mevzuu olur, biz diyeceklerimizi burada gayet telhis edece-
ğiz.
114
KONFERANSLAR
** *
115
Ali Fuad Başgil
116
KONFERANSLAR
117
Ali Fuad Başgil
118
KONFERANSLAR
119
Ali Fuad Başgil
•••
120
KONFERANSLAR
121
AH fuad Başgil
Sayın dinleyicilerim;
Şu uzun süren sözlerimi sabır ve dikkatle dinlemek
liltfunda bulunduğunuzdan dolayı sizlere ve hususile bu
baptaki düşündüklerimi sizler gibi seçkin bir vatandaş kütle-
si karşısında söylemek için bana fırsat hazırlıyan "Hukuk ilmi-
ni Yayma Kurumu" nun kıymetli erkanına samimı teşekkürle
rimi sunanm.
122
TEŞKİLAT KANUNUNUN
OSTÜNLÜÖÜ PRENSiBi")
123
Ali Fuad Başgil
***
124
KONFERANSLAR
125
Ali Fuad Başgil
* • *
126
KONFERANSLAR
127
Ali Fuad Başgil
128
KONFERANSLAR
129
Ali Fuad Başgil
130
KONFERANSLAR
131
Ali Fuad Başgil
132
KONFERANSLAR
• ••
133
Ali Fuad Başgil
134
KONFERANSLAR
135
Ali Fuad BaşgiJ
bu salahiyeti tanımışlardır.
Fikri bir misal ile açalım: Mülk hakkı mülk, tasarrutlara
mezuniyeti mantıkan ve tabiaten icap ettirir. Çünkü aksi tak-
dirde temellükün manası kalmaz. Mülk sahibini mülki tasar-
ruflardan birinden menetmek için bir kanun sarahati bulun-
mak lazım gelir. Böyle, bir sarahat mevcut olmadıkça mülk sa-
hibi mülkünde her nevi tasarrufta bulunabilir. Hakimin de ih-
tilatları kanun dairesinde hal ve fasletmek hakkıdır. Hakimi
bu hakkın bir veçhile istimalinden menetmek için sarahati ka-
nuniye bulunmak lazım gelir. Teşkilat Kanunununda böyle bir
sarahat yoktur.
Görülüyor ki, meselenin lehinde ve aleyhinde bir çok
söz söylenebilir. Mesele, dediğimiz gibi, çetin ve naziktir. Bil-
hassa Türkiyemiz gibi henüz inkılap safhasında bulunan bir
memlekette adliye siyaseti bakımından mesele bir kat daha
nezaket arzeder.
Evet gönül ister ki, hakimlerirniz halk ile hükümet arasın
da, yahut, mevzuumuzun icap ettirdiği lisan ile konuşmak için
alelade kanun ile Teşkilatı Esasiye Kanunu arasında hakika-
ten yüksek bir hakem rolü ifa etsin. Fakat bu mücerret bir
mantıktır ve bir temenniden ibarettir. Realiteyi mantığa feda
136
KONFERANSLAR
***
Münafıaşa
- Sayın
Profesör Fuat Başgil, Teşkilatı Esasiye Kanunu-
nun değişmez mahiyetinden bahsederlerken Amerika Birle-
şik Devletler'inde hakimler, kendilerine akseden hadiselere
tatbik edecekleri kanun hükmünün Ana Teşkilat Kanununa
muhalefetini görürlerse bu esbabı mucibe ile kanunu tatbik
etmezler buyurdular. Orada hakimlerin bu tarzı hareketi
137
Ali Fuad Başgjf
138
KONFERANSLAR
139
Ali Fuad Başgil
140
VATANDAŞLARıN AMME HAKLARI VE
MİLLı CAMiANıN EMNİYET VE DisiPLiNi MESELESi'"
Sayın dinleyicilerim!
Bugün çok büyük dünya vukuatına şahit olmaktayız. Bü-
tün memleketler bu vukuatı dikkatle ve ibretle takip etmekte
ve yannki yaşayışlan için bu vukuattan ders almaktadır. Zaten
ötedenberi büyük harpler beşer tarihinin mühim dönemeçle-
rini teşkil etmiş; her büyük harpten sonra insaniyet hayatında
yeni bir devir açılmıştır. Bu devir bazan bir terakki ve inkişaf,
bazan da bir gerileme ve sükut devri olmuştur. Cermen istila-
sı önünde Roma'nın inkırazıyla açılan Orta zamanlar bir nevi
sükut olmuş;" fakat, buna mukabil, Bizans İmparatorluğunun
imhasıyla neticelenen Osmanlı Bizans harbi ve İstanbul'un
zaptıyla açılan; Yeni zamanlar ise beşer hayatında bir inkişaf
devri olmuştur, 18 inci asır sonlanndan itibaren ı 8 ı 5 Viyana
muahedelerine kadar Avrupayı altüst eden Fransız ihtilal or-
dulan ve i inci Napolyon harpleri 19 uncu asrin makine ve tek-
nik medeniyetine, pozitivist ve maddeci hayatına bir geçit
teşkil etmiştir. Nihayet Umumi Harp sonunda açılan devirde
ise insaniyetin dünya ve hayat hakkındaki kanaatleri kökün-
den sarsılmıştır.
141
Ali Fuad Başgil
142
KONFERANSLAR
***
143
Ali Fuad Başgil
fikrinde bulur. Bir memlekette şahıs, mülk, mesken ilah ... te-
cazüzden masundur demek; herkesin, maddı ve manevı şah
sında, mülkünde ve meskeninde kanunların çizdiği hudut da-
hilinde tasarruf etmeye ve kanun harici bir muameleye maruz
kalmaktan asla endişe etmeyerek emniyet ve huzur içinde
yaşamaya hakkı vardır demek olur. Herkesin böylece kanunı
hudutlar dahilinde korkusuzca ve endişesizce hareket ede-
bilmesine ve bu sayede duyduğu iç emniyet ve huzuruna ise,
hukuk dilile, hürriyet denir. Şu halde, amme hakları dediği
miz müsaade ve salahiyet/er, netice itibariyle, ferdin liil ve
hareket, söz ve vicdan hürriyetinden başka bir şey değildir.
Ve bundan dolayı bunlara ferdı hürriyet/er denir.
* ••
144
KONFERANSLAR
145
Ali Fuad Başgl!
•••
146
KONFERANSLAR
147
Ali Fuad Başgi/
•••
148
KONFERANSLAR
149
Ali Fuad Başgil
150
KONFERANSLAR
•••
151
Ali Fuad Başgil
152
KONFERANSLAR
153
Ali Fuad Başgil
154
KONFERANSLAR
155
Ali Fuad Başgil
156
3.
BÖLÜM
TÜRKİYE TEŞKİLAT HUKUKUNDA
159
Ali Fuad Başgil
160
KONFERANSLAR
161
Ali Fuad Başgil
162
KONFERANSLAR
163
Ali Fuad Başgil
164
KONFERANSLAR
II
ll] Droil public, trod, F, 1901, Ci/d ll, soh. 377 ve 380.
165
Ali Fuad BaşgiJ
[2J Les principes ganaraux du droit administ, Allemand. Sah. 41- 48 ve dv.
{3]1919 Weimar Teşkilat Kanunu.
166
KONFERANSLAR
167
Ali Fuad Başgil
168
KOIVFERANSLAR
riya değişmesi lazım gelen daha az devamlı bir takım fer'i ka-
idelerdir. 11I
[7J Bakımz: Ch. Beudant, Cours de droi! civif Français, 1896, ı.l.p. 49 51
Planlal, Traiıe elementaire de droit civil, t. I. p. 58. Hauriou ve A. Mes'tre'de
muhtelifyollardan gitmek üzere hemen aynı neticeye varmaktadır/ar. Bakımz: Ha-
uriou, Precis de droit administratif. sah. 451,458,460, Mestre, Revue du droit
public, 1904, sah. 623 ve dv.
[8J Le Reglement administratif, Ch. I. Definition du reglement.
169
Ali Fuad Başgil
[9J Bakınız: Traitti de droit Constitutio1ll1el, cilr T, salı. 325 ve müte. Cilt LI.
salı. 166 ve dv.
170
KONfERANSLAR
171
Ali Fuad Başgi}
172
KONFERANSLAR
{LO] Bkz: Les pricipes geneaux de droit administfatif, sh. 28, Paris, 1925.
[llJ Prof Roger Bonnard da aynı tezi müdafaa etmektedir. Bkz: Precis de
droif administr. 1935, sh. 246 ve müte. Çok muhterem, arkadaşım Prof. S. S.
Onar'ın Hukuki Bilgiler Mecmuasında bu konudaki güzel yazılarmı okuyunuz.
1938. Say.l2 108,141.
173
TÜRKİYE HUKUKI TEAMÜLÜNDE
NİZAMNAME
175
Ali Fuad Başgil
176
KONFERANSLAR
177
Ali Fuad Başgil
J - Tanzimat devrinde
Türkiyemizde modern manasıyla kanun ve nizam devri
"GQlhane hattı" ile başlamış, ı 839 dan itibaren kaide mu-
ameleler sahası gittikçe genişlemiştir. Memlekette ferdı hür-
riyet, emniyet ve müsavat fikirlerinin inkişafıyla birlikte kanun
ve nizam telakkileri ve faaliyetleri de inkişaf etmiştir. Artık
-bütün on dokuzuncu asırda "Kanunname" ı er, "Nizamna-
me" ] er, "Kararname" ı er, "Talimatname" ı er, "Tarifname" 1er,
"Fıkarati nizamiye" ı er, "Buyuruldu samı" ı er, Tebligatı umu-
miye" ı er... birbirini takip etmiştir. Bütün bu dokümanlar vazıı
kanun tarafından yahut resmı makamlarca tarif edilmiş değil
dir. Kanun nedir; nizamname, talimatname nedir? Bunlar her-
kesçe malilm ve müteamel şeyler farzedilmiştir.
Bununla beraber, her biri az çok muayyen ahkam ih-
tiva etmiş ve sahaları birbirine karıştırılmamış; bir kanun
ile yapılması lilzımgelen bir iş, bir nizamnameye yahut bir
178
KONFERANSLAR
119
Ali Fuad Başgil
180
KONFERANSLAR
181
Ali Fuad Başgil
182
KONFERANSLAR
183
A/l Fuad Başgil
[l8] İlIive edelim ki. Kanunu Esaside "teşri ve "teşrii" saldhiyet yahut
kuvvet diye bir şey yoktur ve olamaz. Çünkü, yukarıda da söylediğimiz gibi, o dev-
rjn mantığıııa "şari" yalnız Allahtır. Hükümdar olsun, Meclis o/sun, nihayet "şa
ri" in gösterdiği yolda yürümek üzere umumi buyruk/ar isdar eder ki, buıılar ihti-
va ettikleri hükümler" rıöre kah kanun, kah nizam adıııı ahr.
184
KONfERANSLAR
185
Ali Fuad Başgil
suveri icraiyesi" kaydıyla biraz daha kaypak bir hale ifrağ ede-
rek genişletiyor; fakat buna mukabil aynı kayıt ile nizamna-
melerin İCra! mahiyetine sarih bir işaret yerleştiriyordu. "Bu-
veri icraiye" kaydı kalemin ucundan gelişi güzel dökülmüş bir
kayıt değildir. Bilakis, vazn kanunun kafasında; kanun ile ni-
zamname arasındaki mahiyet aynlığının ifadesidir. Bu kayıt
ile vazıı kanun, nizamnamelerin devlet buyrukları arasındaki
yerini ve mevkiini tayin ediyordu. Eğer böyle olmasaydı, eğer
nizamnamede bir kanun manası birteşri! salahiyet kokusu se-
zilseydi; şüphe etmeyelim ki, meşrutiyetçiler bunu hükümda-
ra bırakmazlardı. Hükümdar ile meclis arasındaki münasebet-
lere dair olan meşhur 35 inci madde üzerinde birkaç hafta sü-
ren münakaşalar bunun delilidir. Meşrutiyetçiler, gayet tabi!
reaksiyon akışına uyarak, eski Kanunu Esasideki Meclisin ka-
nun teklif ve vaz'etme salahiyetinin ibhamlarını kaldırmışlar
ve meclisi teşri! sahada hakim kılmışlardı. Bununla beraber,
hükümdann nizamname yapma salahiyetine dokunmamışlar
dır; çünkü, dediğimiz gibi, bu salahiyeti, sırf icra ve idare
fonkSiyonunun mahiyetine has ve ondan ayrılmayan bir sa la-
hiyet görmüşlerdir.
İşte, ta ı 92 ı Teşkilat kanununa kadar Türkiyenin hukuk!
teamülünde kanun ve nizam fikri ve bu nevi Devlet buyrukla-
rının yeri ve kanun ile münasebeti, Şu izahlanmızdan anlaşıl
dığı üzere, hukuk! teamülümüzde kanun ve nizamname ayn
ayrı sahalar işgal, farklı hüküm ve mahiyet ihtiva ve ifade
eden şeylerdir. Kanun, sosyal hayatın esaslarına taallGk eder,
hak ve mükellefiyet tahmil eder. Nizamname ise İCra ve ida-
reye ait meselelerle amme hizmetlerinin ve Devlet daireleri-
nin düzenine ve muamelaıına temas eder. Filvaki her ikisinin
hükmü de mecburiliktir, fakat bu mecburilik nizamnamede
fer'! ve muktebestir.
Eğer kanun ve nizamname arasında bir mahiyet ve zatı
madde ayrılığı olmasaydı, bunlarO, mana ve mahiyette aynı
186
KONFERANSLAR
187
Ali Fuad Başgil
188
KONFERANSLAR
189
Ali Fuad Başgil
190
KONFERANSLAR
191
Ali Fuad Başgil
192
BUGÜNKÜ MEVZUATIMIZDA NİZAMNAME
VE KANUN İLE MÜNASEBETİ
193
Ali Fuad Başgil
i
ı 924 Teşkilat Kanununun ana umdesi
ve lojik strüktürü
Bu kanun 1921 Teşkilat kanunu ile, mübrim zaruretler
karşısında çarçabuk kurulan rejimi normalleştirmiş; fakat
onun millı ve orijinal ruhunu ve um desin i muhafaza etmiştir.
Filhakika ilk bakışta, 1924 kanunu, zamanımızın hemen her
Teşkilat kanunu gibi, başta müntahap bir Cumhurreisi olmak
üzere, Devleti teşri icra ve kaza diye üç merkeZı organ halin-
de teşkilatlandırmıştır. Yalnız, bu kanunda gerek Devlet Re-
isinin vaziyeti, gerek organların mahiyet ve münasebetleri
orijinal bir hususiyet almıştır. Bu hususiyet de, kanunun ya-
pılmasındaki amiller ile vazıılarının söz götürmez bir müteari-
fe halinde kabul ettikleri ilk bir ana um den in mantığından
doğmuştur.
194
KONFERANSLAR
195
Ali Fuad Başgil
[20J Biz bıırada, kazanlıı ieradaıı ayn birfoııksiyon/eşkil edip etmediği me-
selesini karışıırmıyoruz. Bu iki saldlliyet, İcra ve kaza. ayrı olsun aynı o/smı; her
ikisi de tesrii saMfıiyete nisbetle asli ve evveli değil; ter'i ve muktebestir.
196
KONFERANSLAR
[2l] Madde 4.
197
All Fuad Başgil
198
KONFERANSLAR
[22] 6. ve 7. maddeler.
199
Ali fuad BaşgiJ
[23] Birinci Büyük Millet Meclisinden beri birİnci nevi muamelelere Kanun,
ikinci nevi muamelelere de heyeti umumiye karan denilmek mutlari! bir itiyat ha-
liııe gelmişti. Bl/nımla beraber, birçok defalar da VGZlI kanun şu ımvan meselesine
ltlik olduğu elıemmiyeti esirgeyerek münferit ve müşahhas mahiyetteki kararlarına
da kanun adı vermektedir. Hakikatte kanun, teşrii mahiyette ve tesrii organ tarafin-
dan vazolunan kaidedir. Kanun kelimesinİn lügat manası da budur. Ferdi ve şahsı
kararlar ise Millet Meclisi tarajıııdan, yine tesrii mahiyette ve fakat husus! ve süb-
jektif vaziyeılere dair verilen hükümlerdir.
200
KONFERANSLAR
İşte icraı
kuvvet yahut salahiyetin Türkiye Teşkilat hu-
kukundaki manası budur. Ve teşri! salahiyetten hukukan
201
Ali Fuad Başgil
202
KONFERANSLAR
II
Bugünkü mevzuatımızda kanun karşısında
203
All Fuad Başgil
204
KONFERANSLAR
205
Ali Fuad Başgil
206
KONFERANSLAR
207
Ali Fuad Başgil
İşte
Türkiye Teşkilat Kanunun esas umde olarak kabul
ettiği"tek kuvvet" prensibi bu manada alınmak yani bütün
Devlet muamele ve faaliyetlerini uzaktan veya yakından ka-
nuna bağlamak ve kanun kuvvetine iera etmek şartıyla hem
despotizme düşmekten kurtulur, hem de Montesquieu'nün
tasavvur ettiği "Kuvvetler bölümü"nün bütün faydalarını ihzar
eder.
Evvela, despotizme düşmekten kurtulur; çünkü despo-
tizm tek kuvvetin ierayı hükümeti demektir. Bu tek kuvvet is-
ter şahıs, ister birlik veya bir heyet kuvveti olsun. Milli irade-
ye dayanan kanun kuvveti tektir, fakat despotik değildir. Çün-
kü, tarifi mucibince, kanun, milli ve umumi irade ve efkar ve
menfaatlerin ifadesidir. Kanunu formüle eden heyet, Büyük
Millet Meclisi, umumi intihap usulüyle milli ve umumi irada,
efkar ve menfaatleri temsil etmek üzere seçilecektir; Binaena-
leyh kanun umurnun iştiraki, re'yi ve rızasıyla vücude gelen
umumi, gayri şahsi ve müşterek bir eser olmuş olur.
Saniyen, kuvvetler bölümünden beklenen bütün fayda-
ları da ihraz eder; çünkü, bilindiği üzere, kuvvetler bölümü
prensibi vatandaşları bilhassa icrai kuvvetin tahakkümünden,
keyfi hareketlerinden korumak ve onlara siyasi ve hukuki ha-
yatta emniyet ve huzur vermek maksadından doğmuştur. Teş
kWH kanunumuzun kuvvet birliği, izah ettiğimiz manada, yani
kanun kuvveti manasında alındığı takdirde bu maksat elde
edilmiş olur. Çünkü bu takdirde, hem Büyük Millet Meclisi,
hem de bütün icra ve idare makamlarının faaliyet ve muame-
leleri, ne neviden olursa olsun, netiee itibariyle, kanuna bağ
lanmış ve bu sayede memlekette "Kanun hakimiyeti" temin
edilmiş olur.
208
KONFERANSLAR
209
Ali Fuad Başgil
[25] Büyük Millet Meclisi Zabıı Ceridesi, devre 2, içtima 2, cilı 8/2, sahıle
1006 ve müteakip.
210
KONFERANSLAR
211
Ali Fuad Başgjf
212
KONFERANSLAR
III
Teşkila Kanunumuzun 52. maddesinin tahlili
213
Ali Fuad Başgil
2 - Velialet talimatnameleri
Bunlar, ötedenberi bilinegeldiği şekilde, muayyen bir
daire işlerini tanzim için dairesi tarafından yapılarak Vekilee
tasdik edilen kaideler ihtiva eder.
3 - İzalinameler
Bir kanunun bazı esaslı hükümlerinin tatbiki suretini
gösteren; kaidelerdir. Bunlar da, Vekillet talimatnameleri gi-
bi, dairesince yapılarak Vekilin tasdikine arzedilir. İzahname
ler bugün eski "tarifname" ı er yerine kaim olmuştur denilebi-
lir. İzahnamelere tip misalolarak, iktisat Vekilletinin "bilfı
mum sınaı müesseseleri alilkadar eden 8537 sayılı: kanunun
tatbikine ait izahname"sini gösterebiliriz.""
4 - Tamimler
Vekil tarafından Vekillet memurlarına verilen talimattır.
Bunlar muayyen bir meseleye münhasır kalabildikleri gibi,
umumi kaide halinde de olurlar. Tip misalolarak, Gümrük ve
İnhisarIar Vekilletinin "Kaçakçılık para cezalarının önemle
214
KONFERANSLAR
güdülmesi hakkında"ki
tamimle "Kaçakçılık para cezalannın
infazı hakkında"ki tamimlerini gösterebiliriz. Bu tamimlerde
Vekil Gümrük ve İnhisarlar memurlanna vazifeye ait talimat
veriyor; fakat lalettayin fililnı istihdaf etmeyerek, umumı ka-
ideler vaz'ediyor. Bazı tamimler yalnız memurlara verilen ta-
limat mahiyetinde kalmayarak daha umumı ve mücerret ka-
ideler halini almaktadır. Bu gibi tamimlere de Nalia Vekilleti-
nin "Sıcak sulu ve buharlı kaloriler tesisatı için umumı ve fen-
nı şartname" başlıklı tamimini tip misal gösterebiliriz.""
215
Ali Fuad Başgil
salı. 873 - "Ankara su tesisa/ı İşletme ratimamamesi", Resmi Gazete, 22. Ağustos
1933. sayı 2385 "Ankara ve İstanbUl vi!tıyetleri idare Heyetleri hakkında ta/ima/-
name", ResmiGazete, 19 Teşrinievvel1933, sa)'12556 Bunlardan başka, 2056 nu-
maralı kanunun tatbik st/reıini gösteren talimatl/ame, Resmi Gazete 9 Ağustos
1933, sayı 2473.
[32J İktiSat VekcUeti İş dairesine ait bazı doküman/ar "Umumi Talimat",
"UmumfTa/imatnanıe", "Genel Emir" gibi başlıklar/o çtknlIştır. (Bakılılı: İktisat
Vekmctİ İş dairesi ııeşriyatı 21 Eylül Cumhuriyet gazetesi). İlk tabir/erIc çEkan do-
kümaıı dO,~rudml doğruya bir Heyeti Vekile talimatııanıesidir.
216
KONFERANSLAR
Kararname
Heyeti Vekilece müzakere olunan bir hususa dair verilip
de Reisicumhur tarafından tasdik edilen kararırı kaleme alın
mış sureti demektir. Birinci Büyük Millet Meclisi zamanından
beri devam eden bir teamü! ile, İcra Vekilleri heyetince .itti-
haz edilen her nevi karar sureti, kararname adını almıştır.
Meşrutiyet devrinde kararname diye, muvakkat kanun şeklin
deki iradeye iktirak eden "Meclisi Vükela" kararlarına denili-
yordu. Bugünkü Teşkilat kanunumuzda "kanunu muvakkat"
fikrinin yeri yoktur. Teşkilat kanununun 86 ncı maddesi muci-
bince, icra Vekilleri heyetinin idarei örfiye ilan eden kararna-
mesi bir Heyeti Vekile kararıdır ve Büyük Millet Meclisi tara-
fından tasdik edilmekle kanun olur; Bugünkü Teşkilat kanu-
numuzun mantığı muvakkat kanun fikrini nefyeder.
Bugün kararnameler, taallOk ettikleri mevzulara göre, ya
bir nizamnamenin, bir talimatnamenin kabul ve tasdikine da-
irdir, yahut da muayyen ve müşahhas bir meseleye dairdir ki,
meselenin ait olduğu vekalet veya vekaletlerce teklif olunur
ve işin ehemmiyetine göre, bazan ŞOrayı Devletin tetkikin-
den geçer:bazan geçmez; Vekiller Heyetince kabulolunarak
Reisicumhurun tasdikinden sonra, resmı gazete ile ilan olu-
nur. Şu son şekildeki kararnamelerin büyük bir kısmı tayin ve
terfi kararnameleridir. Bir kısmı da, mesela filan uhtesindeki
bir maden imtiyazının feshi 3236 numaralı kanunun memleke-
tin nerelerinde tatbik edileceğinin tespiti gibi muayyen bir
husus veya bir şahıs hakkında verilen kararlardır. Türk parası
nı koruma hakkındaki 1567 sayılı kanunun verdiği salahiyete
müsteniden !cra Vekilleri heyetince neşredilen i - i Onumara-
lı kararnameler bundan müstesna gibi görünürse de; bu karar-
nameler, şekil bakımından birer Heyeti Vekile talimatname-
sidir. Heyeti Vekile talimatnameleri gibi, bunlar da aİt olduğu
vekaletin, Maliyenin, teklifi üzerine Heyeti Vekilece kabul
olun up Şilrayı Devletten geçmeksizin Reisicumhur tarafından
mer'iyete konulan kaidelerdir. Yalnız, adı geçen kanunun bu
217
Ali Fuad Başgil
218
KONFERANSLAR
IV
Nizamnamelerin nevileri
219
Ali Fuad Başgil
** *
220
KONFERANSLAR
221
All Fuad Başgil
v
Tanzim salahiyelinin mahiyeti
222
KONFERANSLAR
223
Ali Fuad Başgll
224
KONFERANSLAR
225
Ali Fuad BaşgIl
226
KONFERANSLAR
227
Ali Fuad Başgil
VI
Nizamnamelerin haiz olması lazım gelen şartlar
228
KONFERANSLAR
229
Ali Fuad Başgil
230
KONFERANSLAR
231
Ali Fuad Başgil
232
KONFERANSLAR
233
Ali Fuad Başgil
234
KONFERANSLAR
235
Ali Fuad Başgil
VII
Nizamnamelerin tabi olduğu murakabe rejimi
{3l] Fransız Şarayi Devletinin 1907 tarihli kararına kadar, Fransada ni~
zamnamelerde tesrü vektilet manası görüldüğü için idari mahkeme bunları ıetkike
kendini sal/ilıiyetsiz buluyordu. Bahsettiğimiz kararı ile şaray; Devlet, bu nokta;
nazarını değiştirmiş, nizanınamelerde (Riglement d'administratiol1 publique), tesrii
vekmete kail olmakla beraber, bu vektiletin nizanmarnelerin kraı malıiyetini değiş
tirmediğine, biııaeııaleyh Şarayi Devletin nİzanınameleri, her icral muamele gibi,
tetkik edeceğine karar vermiştir. Bu karar üzerine yukarıda verdiğimiz bibliogra-
jik eser/erde uzun uzadıya izahat verilmiştir.
[38] Mamafih nizamnameler hakkında göstereceğimiz hal sureti kanunların
Teşkilat Kanıınuna, uygunluğu
meselesine de kabili tatbiktir.
236
KONFERANSLAR
237
Ali Fuad Başgil
238
KONFERANSLAR
Birinci faraziye
idari veya adli mahkemede taraflardan biri filan nizam-
namenin filan hükmüne istinat etmektedir. Diğer taraf buna,
mevzuu bahsolan nizamname hükmünün filan kanunun filan
hükmüne yahut 52. maddede nizamnamelerin mamulünbih
olması için tayin edilen esas şarta uygun olmadığı yolunda bir
defi ile cevap vermektedir,
Hakim meseleyi tetkik eder. (Denis de justic) hatasına
düşmernek için tetkike mecburdur: Defi yoluyla vaki olan
böyle bir iddia mahkeme için bir meselei müteahhire teşkil
etmez. Hakim 52. maddenin son fıkrasına binaen, meselenin
Büyük Millet Meclisi tarafından halline talikan hükmünü tehir
edemez. Büyük Millet Meclisi hukukan mesul olmayan bir
makamdır. Hakim, hükmünü gayri mesul bir makarnın cevabı
na talik edemez. Aksi takdirde davayı fiilen hükümsüz bırak
mış olur. Çünkü Meclis cevap vermezse, buna mecbur ede-
cek hukuki bir müeyyide ve bir kuvvet yoktur. Binaenaleyh
hakim, meseleyi tetkike mecburdur. Neticede mugayerete
kani olursa,'nizamnameyi iptal etmez, birtarafa bırakırve ka-
nunu tatbik eder. Yahut meseleye tatbik edecek bir kanun
,hükmü bulamazsa "kendisi vazıı kanun olsaydı bu meseleye
239
Ali Fuad Başgil
İkinci faraziye
Mahkeme dışındayız. İdare bana bir nizamname tatbik
etmek istiyor. Bir nizamname hükmüne riayetsizlikle itham
ederek beni takip ediyor. Ben, mevzuubahis nizamname hük-
münün kanuna mugayir olduğunu ileri sürüyorum! Eğer bu id-
dianın mevzuu, bir nizamname değil de, idarenin herhangi
bir kararmuamelesi olsa idi, Şurayı Devlete müracaata hak-
kım olurdu. Şurayı Devletten muamelenin iptalini ve idareyi
tazminata mahkum etmesini istiyebilirdim, Faraziyemizde,
idarenin dayandığı esas, bir karar muamele değil, Teşkilat
240
KONFERANSLAR
•••
241
Ali Fuad BaşgiJ
[41] Devletler Hukuku. üçüncü kitap, seri A.IJ. Fasıl W. Sayfa 130. İstan
bul Üniversitesi yayınları.
242
DEVLETİN VE DİGER AMME HÜKMi ŞAHıSLARıNIN
MESULİYETİ MESELESİ'-'·
Sayın dinleyicilerim!
Bu salonda iki sene evvel klasik ferdı hak ve hürriyetler
üzerine verdiğimiz bir konferansı şu fikir ile neticel.endirmiş
ve hulasaten demiştik ki:
On sekizinci asır felsefesi, devlet faaliyet ve icraatının
(ferde karşı hududunu metafizik birkanaatta aramıştı. Bu ka-
naata göre, insan·, tıynet ve tabiatında bir takım ezell haklar
ve imtiyazlar taşımaktadır. Hürriyet, emniyet ve mülk haklan
bu imtiyazlann başında gelir ve devletin ferde karşı muame-
lelerine üstün birer hudut teşkil eder,
Halbuki, demiştik, devrimizin müsbet düşünceleri önün-
de bu kanaat sarsılmıştır; bugün böyle bir kanaat devlet kuv-
vetini zapt için kifayetsiz bir hale gelmiştir. Fakat, buna muka-
bil, zamanımızda aynı hudutlar müsbet ve mevzu hukuk ka-
ide ve prensiplerinde aranmaktadır. Bu prensiplerden biri
ve, belki ehemmiyet ve vüsatte, başta geleni devletin de hu-
kuki bir şahıs sıfatıyla, fert gibi, işlerinden ve icraatından hu-
. kukan mesul olması, idarı faaliyetlerinde gerek şahsa ve ge-
rek mülke karşı yaptığı zararlan bu zarar sahiplerine ödeme-
ye mecbur olması prensibidiL Bugünkü telakkilerimize göre,
243
Ali Fuad Başgil
244
KONFERANSLAR
245
Ali fuad· Başgil
246
KONFERANSLAR
i
Devlet hukukan mesul müdür?
247
Ali Fuad Başgil
248
KONFERANSLAR
ı - İlk
bir safhada, dediğimiz gibi, devlet mesu liyeti di-
ye bir şey yoktur. Devlet faaliyet ve kraatından eşhas hakkın- .
da hasıl olan zararların mesuliyeti, o faaliyeti icra eden kusur-
lu memura aittir. Fakat memurun kusuru yoksa, zarar memura
kabili isnatdeğilse mesuliyet bahis mevzuu olmaz. Zarar he-
der olur. Zarar sahibi bahtına Yansın.
249
Ali Fuad Başgil
250
KONFERANSLAR
251
Ali Fuad Başgil
yahut belediye sadece fert yahut şirket yerine kaim oluşu, bir
nevi tacir, müteşebbis yahut müteahhit rolü almıştır.
Bu işleri fertler yahut husus! şirketler idare ettikleri za-
man husus! hukukun mesuliyet kaidelerine tabi olurlar. Yani
memur ve müstahdemlerinin zararlı fiillerinden cevap ver-
mekle mükeIIef tutulurlar. Hakkaniyet ister ki, bu gibi hizmet-
leri Devlet eline alınca o da aynı kaidelere tabi olsun. Çünkü
orman, vapur, tramvay işleten Devlet bu işlerde amme hükm!
şahsı sıfatıyla değil, fertler ve şirketler gibi husus! hukuk hük-
m! şahsı sıfatıyla hareket etmektedir. Binaenaleyh bu sıfatın
hukuk! icaplarına tabi olması lazım gelir. Şirketi Hayriyenin
müstahdemlerinden birinin fiilinden zarar gören bir kimse,
husus! hukuk kaideleri mucibince, şirket aleyhine dava aça-
bildiği gibi; Akay müstahdemlerinden birinin fiilinden zarar
gören de açabilmelidir. Çünkü bunların ikisi de şehir servisi-
dir. Ve mesuliyet bakımından aralarında hiçbir fark yoktur.
Bunlar arasında bu bakımdan bir fark görmek, Devleti imti-
yazIı bir hukuk süjesi kabul etmek olur.
252
KONFERANSLAR
253
All Fuad Başgil
254
KONFERANSLAR
255
Ali Fuad Başgil
256
KONFERANSLAR
257
Ali Fuad Başgil
** *
258
KONFERANSLAR
259
Ali Fuad Başgil
•••
260
KONFERANSLAR
261
Ali Fuad BaşgiJ
ila sırasında ika ettiği zarardan şahsen memur me sul dür, as-
la Devlet değiL. Çünkü Mecelle hukukunda "bir fiilin hükmü
failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılın
maz". Mademki mevzuu bahsolan zarar memurun fiiliyle vu-
kua gelmiştir, şu halde mesul olan memurdur. Amir, yani bu-
rada Devlet, hiçbir zaman mücbir, olamaz, Çünkü Kanunu
Esasinin 41 inci maddesi mucibince, memurun amirine itaati
kanun dairesine münhasırdır ve kanun dairesindeki emirde
asla cebir mahiyeti yoktur, bilakis bu emre itaat; vazifedir. Fa-
kat "hilafı kanun umurda amire itaat mesuliyetten kurtulmaya
medar olamaz" yani kanun hilafında hareket amire itaat de-
mek olmaz; şahsı bir hareket olur ve şahsan memur mesul
olur.
Bundan başka, yine Mecellenin bir diğer kaidesi muci-
bince bir işde "Mübaşir ile mütesebbib müçtemi oldukta
hüküm mübaşire yani faile muzaf kılınır". Memurun amme
hizmeti sebebiyle bir şahsa ika ettiği zararda bu zararın mü-
başiri yani faili daima memurdur. Devlet ise nihayet bir mü-
tesebbip telakki olunabilir. Buna göre da mesuliyet Devle-
te değil memura raci olur. İlave edelim ki Mecelle hukukun-
da memur yalnız kasden yaptığı zarardan değil, ihmal ve te-
seyyübü ile vukua getirdiği zarardan da mesul olur. Çünkü
"Mübaşir yani fail, müteammiti olmasa da zamin olur". Bü-
tün, bu hükümleri Mecellenin, demin söylediğimiz, şu iki
büyük kaidesi züpdeler: "Cevazı şer'ı, zımana münafidır" ve
"Raiyye üzerinde tasarruf maslahata menuttur."
Şunu itiraf etmek lazımdır ki Mecelle hukukunun bu sis-
temi geridir denilemez, hayatın bugünkü gidişine, göre nok-
sandır denilebilir. Noksandır, çünkü, demin de söylediğimiz
gibi, şahsı kusurundan, dolayı memurun mesuliyeti ile hizmet
kusurundan dolayı Devletin mesuliyeti birbirinin aynı şeyler
ve aynı bir saha kaplayan mesuliyetler değildir. Mesuliyeti
262
KONFERANSLAR
• ,* *
263
Ali Fuad Başgil
264
KONFERANSLAR
II
Devletin mesuliyet sahası
265
Ali Fuad Başgil
266
KONFERANSLAR
267
Ali Fuad Başgil
268
KONFERANSLAR
269
Ali Fuad Başgjf
270
KONFERANSLAR
271
Ali Fuad Başgil
272
KONFERANSLAR
III
Mesuliyetin vüsati nedir?
273
Ali Fuad Başgil
* * *
274
KONFERANSLAR
275
Ali Fuad Başgil
276
KONFERANSLAR
iv
Mesuliyetinin hukuki esası nedir?
217
Ali Fuad Başgil
278
KONFERANSLAR
279
Ali Fuad Başgil
v
Devletin mesuliyeti ile memurun şahSı mesuliyeti
arasındaki münasebetin tayini
280
KONFERANSLAR
***
Bize gelince A fıkrası bu noktayı hal için de bize kafi bir
işaret vermiştir: Filhakika bu hkra idare aleyhinde mesuliyet
davası açılabilmek için iki sebep gösteriyor: İdari fiil ile yahut
idari karar ile bir hakkın muhtel olması.
281
Ali Fuad Başgll
282
KONfERANSLAR
283
Ali Fuad Başgil
284
KONFERANSLAR
Bu/asa ve netice
Sayın dinleyicilerim ..
Uzun süren izahlarımla şu netieeye geliyorum. Asrımızda
bir Devletin hukuki vasıfve mahiyet alabilmesi için, işlerinde
ve ieraatında ferde karşı mesuliyet kabul etmesi lazımdır. Es-
kiden Devlet ferde karşı mesuliyet kabul etmiyordu. Hakimi-
yet ile mesuliyet birbirini nefyeden prensiplerdir zannedili-
yordu. Hakimiyet ferde karşı direnen bir kuwet telakki edili-
yordu. Bugün bu telakki esasından değişmiştir ve değişmeli
dir. Hakimiyet ile sulta ve ceberrutluk birbirine karıştırılma
malıdır. Hakimiyet cebir ve tahakküm demek değildir. Haki-
miyet memlekette memurlar zümresinin sultası demek değil
dir. Bugün Hakimiyet ferdi ve kollektif emniyeti, huzuru, refa-
hı koruyan milli bir nizam demektir. Bu nizam, hükümet ve
idare teşkilat ve faaliyetinde maddileşmekte .ve fiiliyatta am-
me hizmetleri şeklini almaktadır. Evet, bugün Devlet umumi
hizmetleri kurmak, işletmek ve başarmakla muvazzaf teşkilat
tır; milli ve maşen vazifeler kadrosudur. Bugün artık, eski ma-
-nasıyla, bir hakimiyet ve mesuliyet meselesi karşısında deği
liz; vazife ve mesuliyet meselesi karşısındayız. Vazife ve me-
suliyet ise beraber giden ve birbirini istilzam eden fikirler ve
prensiplerdir. Binaenaleyh bugün Devlet mantıkan ve huku-
kan mesuliyet kabul etmeye mecburdur. Aksi takdirde eski
zamanların barbarlığına, düşeriz.
285
Ali Fuad Başgil
286
KONFERANSLAR
287
Ali Fuad BaşgU
288
4.
BÖLÜM
KANUN HAKİMİYETİ PRENSİBİ'·'.
Sayın dinleyieilerim!
Evvela, bu konferans vesilesiyle bana güzel İzmirimizi
görmek ve sizlerle görüşmek fırsatını ve şerefini verdiklerin-
den dolayı İzmir Barosu meslektaşlarıma, hususiyle baronun
çok değerli ve sayın başkanı Mustafa Münir'e teşekkürlerimi
ve minnetlerimi sunarım.
Bugün size modern amme hukukuyla hususiye hukuku-
nun en mühim telaki noktasından birini teşkil eden çetin bir
mesele üzerinde bir etüd le geldim. Bu etüdde, modern am-
me hukukunun büyük prensiplerle Kanunu Medenimizin bi-
rinci, ikinci ve dördüncü maddelerini, hukuk felsefesi bakı
mından, kısa bir surette izaha çalışacağım. Yalnız hukukçu ol-
mayan dinleyieilerimi sıkmamak için mümkün olduğu kadar
teknik tafsilattan kaçınacak ve umumı fikirler üstünde gidece-
ğim.
291
Ali Fu<)d Başgil
29'1.
KONFERANSLAR
293
Ali Fuad Başgil
294
KONFERANSLAR
295
Ali Fuad Başgil
296
KONFERANSLAR
297
Ali Fuad Başgil
* * *
298
KONFERANSLAR
299
Ali Fuad Başgil
300
KONFERANSLAR
301
Ali Fuad Başgil
302
KONFERANSLAR
303
Ali Fuad Başgil
304
KONFERANSLAR
305
KANUN HAKİMİYETİ PRENSİBİ KARŞıSıNDA
KANUNU TATBİK İLE MOKELLEF
DEVLET MEMURLARININ VE HUSUSİYLE HAKİMLERİN
VAZİYETİ VE sALAIfİYETİ MESELESİ'"
Sayın İzmirliler;
307
Ali Fuad Başgil
308
KONFERANSLAR
309
Ali Fuad BaşgJl
310
KONFERANSLAR
311
All Fuad Başgil
* * *
312
KONFERANSLAR
313
Ali Fuad Başgil
İslamın
müçtehitler devri hukuku, her şey Kur'an'da var-
dır mealindeki ayetten hareket ederek, nas'sı esas almış; fa-
kat Hazreti Muhammed'in Muaz ibni Cebel'e vaki olan meş
hur beyanatını da bu ayeti tefsir mahiyetinde görerek hakim
oldukça geniş bir tefsir salahiyeti tanımıştı. O suretle ki, ha-
kim evvela nassın sarahat veya delaletinden hüküm çıkar
makla mükellef idi. Olmadığı takdirde lemaı Ümmete, Kıyası
fukahaya ve örf ve adete başvuracaktı. Önündeki meseleyi
bütün bu vasıtalarla da halledemezse İslamı kanaatiyle hük-
medecekti.
Görülüyor ki İslam da hukuk kaynakları çok geniş alınmış,
hakkaniyet yalnız kanun metinlerinde aranmamıştır. Fakat ne
yazık ki, islam hukukunun skolastik devrinde bu kaynaklar
feyzini ve canlılığını kaybetmiş, hukuk esrarengiz bir kutsiyet
almış ve bir· taassuba bürünerek hayatın ilerleyişini takip
edememiştir. Yine bu devirde büyük müçtehitlerin tesis et-
tikleri "usulü fıkıh" ve "usulü tefsir" yani hukukun tatbik ve
tefsir usulleri, kuru birer mantık oyununa çevrilmiş ve yaşanı
lan hayatın bin bir şekli bir takım umumı, mücerret ve ebedı
kaidelere bağlanmak istenmiştir. "İbni Nüceym" ve "Hadimı"
gibi hukukçular tarafından derlenen bu kaidelerden doksan
dokuzu Mecelle'nin başına konarak bu sayede kanun hüküm-
lerine ilanihaye devam edebilme imkanları verildiği zanne-
dilmişti. Bu suretle müçtehitler devrinde hakikı hayata geniş
yollar, açıldığı halde, skolastik devirde biIakis hayat mantık
oyunlarıyla bağlanmaya çalışılmıştı.
314
KONFERANSLAR
315
Ali Fuad Başgil
nun dışında bir tek yakaya bile tesadüf etmek adeta hayrete
değer bir şeyolmuştur." Yine 1892 de Th. Huc de diyordu ki:
"Bugün kanunun killi gelmediği haller o kadar nadir olmuştur
ki, bu hallerde de meseleyi hal için hakimin alelade bir kıyas
316
KONFERANSLAR
317
Ali Fuad Başgil
318
KONFERANSLAR
319
Ali Fuad Başgjf
** *
320
KONFERANSLAR
321
Ali fuad Başgil
322
KONFERANSLAR
323
Ali Fuad Başgil
kabul ettiği hal sureti, görülüyor ki, hemen bir asırlık münaka-
şaların bir zübdesi ve neticesidir.
Şimdi yine kısaca bu hal suretinin neden ibaret olduğu
nu görelim. Biz burada uzun uzadıya teknik tafsilata girişecek
değiliz. Zaten mesele üzerinde buraya kadar verdiğimiz izah-
larla kafi derecede aydınlandık. Konferansımızı neticelendir-
rnek için kısa bir hulasa yapalım.
•* •
324
KONFERANSLAR
325
Ali Fuad Başgll
326
KONFERANSLAR
327
Ali Fuad Başgil
328
KONFERANSLAR
Muhterem dinleyicilerim!
İşte kanun hakimiyeti ve kanun karşısında hakimin vazi-
yet ve salahiyeti meselesinin muasır hukuktaki vazolunuşu ve
memleketimiz hukukunca kabulolunan şekli.
Umumı bir hulasa ile sözü bitirelim: Muasır hukukun ve
medeniyetin en büyük prensibi kanunhakimiyetidir. Bir
memlekette hakkaniyet, hürriyet ve müsavatın tahakkukunun .
ilk ve en zarun şartı objektif, gayri şahsı ve küm kaideler sal-
tanatının teessüs etmesidir. Hak demek, bir manada, kaideye
uygunluk demektir. Kaide ve kanun hakim olmayan yerde
hak, hÜrriyet, adalet mevcut olamaz.
Kaide ve kanun tatbik edilmek için yapılır; varmış desin-
ler diye değiL. Kaide ve kanun olduğu gibi; şahıs, vaziyet seç-
meksizin, bütün şümulü ve neticeleriyle, zayıf ve kavi, zengin
ve fakir, herkese tatbik edilmek lazımdır.
Fakat bu, kanun mabutlaştınlacak demek değildir. Ka-
nun insanlar içindir, insanlar kanun için değiL. Kanun dışında
gerek teamü! halinde, gerek hakkaniyet ve nısfet kaideleri
şeklinde. tatbiki lazım hak kaideleri de vardır. Maksat ahlakı
ve insanı bir ölçü ile adalet vicdanını temin etmektir.
Binaenaleyh kanunu tatbik edecek olan hakimin ve dev-
let memurunun, her şeyden evvel, kelimenin en yüce mana-
sıyla, insanı olması, ahlak ve fazilet sahibi olması; gönlünde
derin bir hak sevgisi ve mesuliyet duygusu taşır olması lazım
dır. Kanunu yapanlarda olsun, kanunları tatbik ve icra eden-
lerde olsun bu faziletler olmadıkça; kanun hakimiyeti sadece
bir hayalden ibaret kalır. Mesut o memlekettir ki, kanun ya-
panlan ve tatbik ve icra edenleri, faziletkarlıkta ve hak sever-
likte, halka numune olurlar.
329
MUASIR DEVLETTE MEMUR MESELESİ VE
Aziz dinleyicilerim!
Medenı dünyanın ı 939 d? başlayan çetin mücadelesi
devam etmektedir. Bu mücadelenin ne zaman ve nasıl sona
ereceğini ve bundan sonra dünyanın nasıl bir gidiş alacağını
şimdiden kestirmek mümkün de değildir. Bu hususta ileriye
sürülecek her fikir nihayet bir tahminden ibaret kalmaya mah-
kumdur. Fakat, mücadele ne zaman ve nasıl sona ererse er-
sin, şimdiden muhakkak nazanyla bakabileceğimiz bir şey
varsa o da, bugünkü Avrupa harbisonunda, yalnız Milletlera-
rası münasebetlerin eski nizamı değişmekle kalmayacak. ay-
nı zamanda harbe giren ve girmeyen memleketlerin iç niza-
mında ve bilhassa halk ve hükümet münasebetlerinde deği
şiklikler olacak; Devletler artık, şimdiye kadar olduğu gibi,
sözle değil, bilfiil millileşecek, Hükümet ve idare halklaşa
caktır. Bundan sonra memleketler dahilinde siyası nizamın
üssülesası, bütün manası ve şumulile, millı birlik ve millı te-
sanüt olacaktır. Bundan sonra memleketler için istiklal ve is-
tikbal yalnız millı birlik ve bağlılığın hakkı olacaktır. Gerçi bu
hakikat hemen bugün ortaya çıkıvermiş bir şey değildir. Ta-
rihte millı Devlet esasları atılalıdan ve milliyet prensibi içti-
maı siyasetin ana umdeleri arasına gireliden beri bu hakikat
331
Ali Fuad Başgil
332
KONFERANSLAR
333
Ali Fuad Başgil
334
KONFERANSLAR
335
Ali Fuad BaşgiJ
336
KONFERANSLAR
337
Ali Fuad Başgil
338
KONFERANSLAR
339
Ali Fuad Başgi!
340
KONFERANSLAR
341
Ali Fuad Başgil
342
KONFERANSLAR
343
Ali Fuad Başgil
344
KONFERANSLAR
345
Ali Fuad Başgil
346
KONFERANSLAR
347
Ali Fuad Başgil
348
AİLE MÜESSESESi ve TEKAMÜLÜ ve
MEDENi KANUNUMUZUN AiLE AHKAMINA GiRiş
349
Ali Fuad Başgll
350
KONFERANSLAR
351
Ali Fuad Başgil
J - Analık aile
Bu şekil ailenin en eski ve iptidaı bir aile olduğunda
şüphe yoktur. Aynı anaya mensup kimselerin, ana etrafında
birleşmesinden ibaret olan bu nevi aile, bizzat ananın idare-
si ve kumandası altında idi. Sosyolog Gaston Richard'''' in
verdiği maIGmata göre, analık aile, efradı arasında mevcut
itaat, sadakat, disiplin itibariyle, bir daha misli görülmeyen
352
KONFERANSLAR
2 - Atalık aile
Bu tip aile ile eski Atina ve Roma'nın ve umumiyetle es-
ki Şarkmedeniyetlerinin klasik bir aile şekline geliyoruz. Ar-
tık tamamıyla tarih devirlerindeyiz. Artık bilgimiz vesaike
müstenit ve kuvvetlidir. Yalnız, kat'ı surette bilmediğimiz şey,
analık aileden nasıl bir istihale ile atalık aileye geçildiğidir.
Bu noktada, teessüs eden ve gittikçe tevessü eden 'ecdad di-
nı ve ayinleri roloynamış olabilir. Ayrıca istihsal tarzlarının
değişmesi, kavim ve kabileler arasındaki münasebetlerin al-
dığı şekiller de bu istihaleye tesir etmiş bulunabilir. Her ne
ise, atalık ailede ailenin merkezi ve te.mel taşı ata, yani aile-
nin en yaşlı erkeğidir. Ata etrafında toplanan kadın, kız, oğul,
torun, köle, kUçUcUk.bir cemiyet hatta bir devletçik teşkil
eder. Bu devletin reisi, atadır.. Ve aile efradı üzerinde namü-
tenahi salahiyetleri haiz ve bunların terbiye ve tecziyeleri
münhasıran ona aittir. Atanın bu salahiyetleri dövmeden
başlayarak, öldürmeye ve aileden tardetmeye kadar gider.
353
Ali Fuad Başgil
·354
KONFERANSLAR
3 - Pederane aile:
Bu tip aile, bizim eski şer'! esaslara dayanan meden! hu-
kukumuzun ve geçen asır başlarına kadar, umumiyetle Avru-
pa hukukunun tanıdığı ve tanzim ettiği ailedir. Bu şekil aile-
de, aile babası, aile içinde hukuki ve fili üstün bir mevki tut-
makta ise de; bu üstünlük, atalık aile şefinin üstünlüğü gibi
bir sulta değil,sadece bir velayettir. Artık zevce olsun, evlat
olsun, şefle müsavi olmasalar da, her biri muayyen hak ve va-
zife sahibidir. Eski atalık ailelerin eşiğinden içeri giremeyen
Devlet otoritesi, artık aile işlerinde az çok söz sahibidir. Ge-
rek kadının ve gerek çocukların artık şikayet edeceği bir ma-
kam ve mahkeme vardır. Gerçi bu aile, aşağıda göreceğimiz
zevci aile gibi, tam müsavata müstenit değildir. Aile babası
nın daima üstün bir mevkii ve salahiyetleri vardır. Fakat bu
salahiyetlerin hem hududu, hem de icrası şekli muayyendir.
Bu salaniyet artık bir tahakküm ve sulta değil, pederane bir
şefkatle bezenmiş otoriter bir velayettir.
355
Ali Fuad Başgil
4 - Zevcf aile
Bugün Kanunu Medenimizle tanzim olunan bu şekil aile-
nin temel taşı hukukan müsavat, ahlakan da sevgi ve saygıdır.
Bu ailenin efradı arasında eski otoriter münasebat yerine,
müsavat esası caridir. Kan koca ve evlattan her biri müsavi
surette haizi hukuktur. Gerçi babanın gerek zevce ve gerek
evlat üzerinde müsavatı aşar gibi görünen bazı haklan var ise
de, bunlar birer imtiyaz değil, ailede hüsnü maişeti ve sevku-
idareyi temin maksadına müstenittir. Hususiyle babanın, re-
şit olmayan çocuklarının gerek şahısları ve gerek malları üze-
rindeki tasarruf salahiyeti ve intifa hakkı, zahirde bir imtiyaz
gibi görünüyorsa da, asla değildir. Sadece, çocuklar hesabına,
camiaya karşı deruhte ettiği talim ve terbiye gibi ağır vazife-
lerini yerine getirebilmek içindir.
Atalık aile devrinin hukuku gözünde aile, atanın hakimi-
yeti altında bir nevi Devletçik idi. Bugünkü hukukun gözünde
aile, bilakis, Devletin himayesi, nezaret ve hakimiyeti altında
ve milli camianın selülü mesabesinde bir terbiye ve ahlak yu-
vasıdır. Bugün Devlet, ailenin huzur ve emniyetiyle, istikrarı
ve devamıyla; çocuklann cemiyet için birer namuslu insan
olarak yetişmesi gibi işlerle en yakından ve bizzat alakadar-
dır. Ve bu işleri temin için kanuni tedbirler almaktadır. Aile
reisiyle efradı arasındaki münasebat, bugün keyfe ve arzuya
bırakılmamıştır. Bu münasebatın mahiyetini tayin ve müsavat
esası dairesinde cereyanını temin vazifesini kanun deruhte
etmiştir.
356
KONFERANSLAR
357
Ali Fuad Başgil
358
KONFERANSLAR
359
Ali fuad Başgil
360
KONFERANSLAR
361
Ali Fuad Başgil
362
KONFERANSLAR
mel üzerine dayanır ki, bu temel serbest nza ve irade ile ve-
rilen sözü tutmak kaidesi, ahde vefa düsturudur.
Fakat bu kaidenin ehemmiyeti evlenme aktinde en yük-
sek bir dereceye çıkar ve başka akitlerle kıyas edilemeyecek
bir vüs'at alır. Çünkü evlenme aktinin mevzuu, başka akitler-
de olduğu gibi, mal veya malı menfaat ve gayesi de kar değil
dir. İzdivaçta mal, mimfaat ve kar mülahazası en son planda
kalır. İlk planda gelen, kudret elinin, birleşmek ve nesillerinin
şahsında yaşamak ve ebedileşmek için, yarattığı iki mevcu-
dun, saadet gayesi üzerinde birleşmesi, gönül ve hayat birli-
ği kurmasıdır.
363
Alİ Fuad Başgif
364
KONFERANSLAR
365
Ali Fuad Başgil
366
KONFERANSLAR
367
Ali Fuad Başgil
•••
Huliisa ve netice
Özünü insan ruhunun derinliklerinden alan aile müesse-
sesi, tarih boyunca, şekilden şekle girmiş; ewela despotik,
sonra yan despotik ve nihayet, bugün de zevCı münasebetler
esasına dayanmıştır. Ve bu istihalelerinde bu müessese, me-
deniyetin ve ahlaki münasebet ve telakkilerin umumı teka-
mülünü takip etmiştir. Şurası muhakkaktır ki, bugünkü mede-
niyetlerin ahlakı vicdanı bu birliği müsavat, himaye ve mu-
avenet esasları üzerinde oturan bir eşlik ve arkadaşlık yuvası
ve bir sevgi ve saygı ocağı görmek istemektediL Devrimizin
medenı kanunları da, muasır medeniyet vicdanının bu empe-
ratifine tercüman olarak, aileyi bu esaslar üzerine kurmaya ve
demokratlaştırmaya çalışmışlardır. Hususiyle bugünkü Türk
Kanunu Medenisinin aile ahkamı hulasasını bir tek fikirde bu-
lur ki, bu da demokrasidiL
Fakat şu noktaya dikkati çekelim ki, demokrat aile ancak
demokrat bir Devlet muhiti ve teşkilatı içinde inkişaf eder ve
kemal buluL Çünkü aile ve Devlet, bu iki teşekkül arasında
gayet sıkı bir irtibat vardır, Despotik bir Devlet kadrosu için-
de, medenı kanunlar istediği kadar yazsın, demokrasiye
368
KONFERANSLAR
* *. *
369
Ali Fuad Başgil
i -l)erdin teşrini
ı 926dan yani Avrupa aile nizamını kabul edelidenberi
Türkiyemizde bir gayrimeşru birleşme ve nesebi gayri sahih
çocuklar meselesi doğmuştur. Cumhuriyetin onuncu yıldönü
mü münasebetiyle hükümet meseleyi bir kanun ile halletmek
istemiş ve bir af kanunu çıkarmıştır. Bugün cumhuriyetin on
dokuzuncu yılına girerken görüyoruz ki; mesele halledilrnek
şöyle dursun, millı bünyemiz için gittikçe tehlikesi artan bir
yara halini almıştır. Bugün herkesçe bilinen bir şeydir ki, bil-
hassa köylerimizde ve küçük kasabalarda kanun dışında bir-
leşmeler ve bunlardan hasıl olma nesebi gayri sahih çocuklar
vardır. Bunların sayısını bilmiyorsak da, rivayetıere nazaran,
bazı vilayetlerimizde korkunç bir dereceye varmış ve kanun
nazarında ne idüğü belirsiz bir nesil türemiştir.
2 -l)erdin enemmiyeti
Bunu, başta hükümet olmak üzere, herkes hissetmekte,
milli camianın sıhhat ve selameti bakımından yaranın ne bü-
yükbir tehlike teşkil ettiğini sezmektedir. Türkiyemiz gibi
millet birliğine ve milliyet şuuruna dayanan bir memlekette
aile devletin temelini vücuda getirir. Böyle bir memlekette
millet, azası milyonlara çıkan ve birbirine maddı ve manevı
rabıtalarla bağlanan geniş bir aileden başka bir şey değildir.
Bu geniş ailenin temizliği ve hayatlliği ise hiç şüphe yok ki,
bunun selimlerini teşkil eden karı koca ailesinin temizliğine,
vahdet ve selabetine bağlıdır. Aile birliği ve kuvveti = millet
birliği ve kuvvetidir. Bu da = devlet birliği ve kuvvetidir. Böy-
le olduğu içindir ki, milliyet esası üzerinde oturan her devlet-
te aile hukuku ve aile nizamı bütün hukuk şubeleri arasında
başta gelen bir ehemmiyet ve kudsiyeti haizdiL En çok ihti-
yat ile dokunulması lazım gelen bir hukuk şubesi varsa o da,
370
KONFERANSLAR
371
Ali Fuad Başgil
372
KONFERANSLAR
3 - Derdin amıııeri
Dert, 1926 dan beri başladı. Gerçi bundan evvel Türki-
yede serbest birleşme ve nesebi gayri sahih çocuk hiç yoktu
değildi. Fakat içtimaı bir mesele halinde yoktu. Bu hal bazı
büyük şehirlerde tek tük tesadüf edilen ve ağızdan ağıza işi
tilen bir şeydi. Kanunu Medenınin tatbikine başlandıktan
sonradır ki, mesele bir yara şeklini aldı. Binaenaleyh derdin
amillerini Kanunu Medenıde, daha doğrusu bu kanunun aile
ahkamında aramak lazım gelir. Medenı Kanunun aile ahkamı
nasıl ve ne suretle bu derdin çıkmasına amil olmuştur? İşte
373
Ali Fuad Başgil
meselemizin ilk can noktası budur. Bir an için ham, yani kri-
tiksiz ve muhakemesizce yerleşmiş fikirlerden, dinı veya laik
taassuplardan ve partizanlıklardan uzaklaşarak sırf hakikati
görmek için beni soğukkanlılıkla takip ediniz.
Hukukçularımız bilirler ki, Medenı Kanunumuzun ahka-
mı, heyeti umumiyesiyle, dört büyük esasa dayanır. Bunlar:
ı - Tek zevceli aile esası
2 - Prensip itibariyle evliliğin daimlliği esası,
374
KONFERANSLAR
375
Ali Fuad Başgil
376
KONFERANSLAR
377
Ali Fuad BaşgiJ
378
KONFERANSLAR
4 - Derdin tedavisi
Şimdi tedavi imkanlarını araştıracağım. Yalnız tekrar
edeyim ki, mesele cidden çetindir. Tek bir kafanın bütünlü-
ğüyle kavrayıp halledeceği bir iş değildir. Aile bünyemizde
açılan bu yaranın tedavisi geniş bir anket ve konsültasyon is-
temektedir. Ben burada derdin devası muhakkak şudur de-
meyeceğim. Meselenin nezaketim ve fevkalilde ehemmiyeti-
ni anlamış bir insan sıfatıyla bunu demeyi bir densizlik adde-
derim. Ben yalnız düşündüğüm imkan ve ihtimalleri ortaya
koyacağım, ve bunları Devlet adamlarımızın ve yüksek hukuk-
çularımızın teemmül ve tenkit nazarına arzetmekle iktifa ede-
ceğim.
379
Ali Fuad Başgil
380
KONFERANSLAR
381
Ali Fuad Başgil
382
KONFERANSLAR
383
Sayfa 1 / 1
http://www.hiperkitap.com/images/covers/BOOK2009062119491847485770_b.jpg 25.03.2010