You are on page 1of 113

Pardus 2011 - Kurulan DVD Derginizle Birlikte...

Bilim
Bu
ır. DV
sıd DT
rk a ÜB
ma İTA
illi KB
sc İLG
te

2011
n

EM
ı
K'
İTA

ta
ra
ÜB


nd
iT
“Kurulan DVD”

t ip

an
go

ço ğ
e lo

a l tı
sı v

lm ış
ar k a

ve da
m
Pardus

ğ
ıtılmıştır. Para ile satılamaz.
Bilim
Teknik
ve

Teknik
ve

dır.
kta
ma
ıtılğ
da e
ı il
ar
sl
an Bu
lis DV
ı lım D 'd
az
ry ek i
z gü yaz
itli ö eş r GN
ımla ıl
ı ve ç U G PL G
e n e l K a mu L i s a n s

Aylık Popüler Bilim Dergisi


Şubat 2011 Yıl 44 Sayı 519
4 TL

Zor öğreniyorum ama zekiyim!


Bilim ve Teknik

Bende
Şubat 2011

i s k el s i d
Yıl 44
Sayı 519

var...
Bende Disleksi Var...

Schrödinger’in En Büyük Kedisi


Yüzyılın Salgını Devam Ediyor;
HIV/AIDS’in
Dünü, Bugünü ve Yarını
Büyük Patlama’ nın Çınlaması

Yeni Nesil Lityum-İyon Pil Teknolojileri

19

9 771300 338001
Bilim
Teknik
ve

Aylık Popüler Bilim Dergisi


Yıl 44 Sayı 519
Şubat 2011

“Benim mânevi mirasım ilim ve akıldır” Mustafa Kemal Atatürk

Anadoluda’ki büyük kedilerin son temsilcisinden adını alan Pardus, Linux tabanlı bir işletim sistemi. TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde
gerçekleştirilen yerli işletim sistemi Pardus, 2005’teki ilk sürümünden bugüne geçirdiği birçok yenilik ve iyileştirmeden sonra
2011 sürümünü duyurdu. 2009 yılında dünya çapında yapılan bir ankette en iyi beş Linux tabanlı işletim sisteminden biri seçilen Pardus’un
2011 sürümünün kurulum DVD’si derginizle birlikte. Pardus’un ilk sürümünden beri tanıtımına ve yayılmasına katkıda bulunan
Bilim ve Teknik dergisi bu önemli girişimi desteklemeyi sürdürecek. Pardus 2011 DVD’sine yüklenen uygulamalar arasında Bilim ve Teknik
Ödül Evren Töngür

okuyucularına özel bilim uygulamaları da yer alıyor. Pardus 2011’i tanıtan yazımız aracılığıyla sizleri bilgisayarınızla
daha da dost kılacak bu yeni işletim sistemiyle tanışmaya davet ediyoruz.
Dergimiz yazarlarından Bilge Demirköz, birkaç aydır CERN’deki Büyük Patlama deneyiyle ilgili çalışmalarının yoğunluğu nedeniye
hazırlayamadığı yazısını bu sayıya yetiştirdi. “Büyük Patlama’nın Çınlaması” başlıklı yazısında “Evrenin ötesinde ne var? Büyük Patlama’dan
önce ne vardı? Karanlık madde ne, karanlık enerji ne?” sorularına cevap arayan Demirköz, kozmik mikrodalga arkaplan ışımasıyla
ilgili ölçümlerinden dolayı 2006 yılında Nobel Ödülü’ne layık görülen Prof. Dr. George Smoot ile yaptığı söyleşiyle de yazısını zenginleştirmiş.
Arkadaşımız Zeynep Ünalan “Schrödinger’in En Büyük Kedisi” başılıklı yazısında, 2010 yılının en büyük buluşu ilan edilen ve yılın
en önemli on çalışmasında biri sayılan, Kaliforniya Üniversitesi, Santa Barbara’dan Andrew Cleland, John Martinis ve
çalışma arkadaşlarının trilyonlarca atomdan oluşmuş bir sistemde kuantum yasalarının işleyişine şahit oldukları çalışmayı konu ediyor.
“Sıradan Bir Zeki Değilim: Disleksiğim” başlıklı yazısıyla Özlem İkinci birçok ünlü bilim insanı ve dehanın da yaşadığı öğrenme güçlüğü
sorunlarına dikkat çekiyor. İlay Çelik’in yazısının başlığı “Mikroplar Akıllı mı Ne?” Arkadaşımız, kimi özellikleriyle karmaşık ve
gelişmiş beceriler gösteren mikroorganizmaların şaşkınlık veren dünyasına mercek tutuyor.
Gün geçtikçe daha güçlü, daha hafif, daha hızlı elektronik cihazlar ve araçlar geliştiriliyor. Tüm bu gelişmelere karşın mevcut pil teknolojileri
artan enerji ihtiyacını istenilen ölçüde karşılamaktan şimdilik uzak. Arkadaşımız Oğuzhan Vıcıl “Yeni Nesil Lityum-İyon Pil Teknolojileri”
başlıklı yazısıyla mevcut durumu ve bu alandaki araştırmaları ortaya koyuyor.
Bu sayıda dergimiz yazarlarının ve diğer yazarlarımızın sabit sayfalarımız dışında yer alan birbirinden ilginç on üç yazısıyla karşınızdayız.
Dergimizin Yayın Kurulu üyelerinden Prof. Dr. Atilla Güngör ve Adnan Kurt işlerinin yoğunluğu nedeniyle bu yıl görev alamıyorlar.
Onlara dergimize katkılarından dolayı çok teşekkür ediyoruz.
Yayın Kurulu’na katılan yeni üyelerimiz Prof. Dr. Salih Çepni ve Prof. Dr. Süleyman İrvan’a hoş geldiniz diyoruz.
Saygılarımla
Duran Akca

Sahibi Yazı ve Araştırma Grafik Tasarım - Uygulama Mali Yönetmen


TÜBİTAK Adına Başkan Alp Akoğlu Ödül Evren Töngür H. Mustafa Uçar
Prof. Dr. Nüket Yetiş (alp.akoglu@tubitak.gov.tr) (odul.tongur@tubitak.gov.tr) (mustafa.ucar@tubitak.gov.tr)
İlay Çelik
Genel Yayın Yönetmeni (ilay.celik@tubitak.gov.tr) Web Abone İlişkileri
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Dr. Bülent Gözcelioğlu Sadi Atılgan E. Sonnur Özcan
Duran Akca (bulent.gozcelioglu@tubitak.gov.tr) (sadi.atilgan@tubitak.gov.tr) (sonnur.ozcan@tubitak.gov.tr)
(duran.akca@tubitak.gov.tr) Dr. Özlem İkinci
(ozlem.ikinci@tubitak.gov.tr) İdari Hizmetler
Yayın Kurulu Dr. Zeynep Ünalan İmran Tok
(zeynep.unalan@tubitak.gov.tr) (imran.tok@tubitak.gov.tr)
Prof. Dr. Ömer Cebeci
Doç. Dr. Tarık Baykara Dr. Oğuzhan Vıcıl
(oguzhan.vicil@tubitak.gov.tr)
Prof. Dr. Salih Çepni Yazışma Adresi Abone İlişkileri Fiyatı 4 TL
Prof. Dr. Süleyman İrvan Bilim ve Teknik Dergisi (312) 468 53 00 Yurtdışı Fiyatı 5 Euro.
Dr. Şükrü Kaya Redaksiyon Atatürk Bulvarı Faks: (312) 427 13 36
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Onat Sevil Kıvan No: 221 Kavaklıdere 06100 abone@tubitak.gov.tr Dağıtım: TDP A.Ş.
Prof. Dr. Muharrem Yazıcı (sevil.kivan@tubitak.gov.tr) Çankaya - Ankara http://www.tdp.com.tr
Özlem Özbal İnternet
(ozlem.ozbal@tubitak.gov.tr) Tel www.biltek.tubitak.gov.tr Baskı: İhlas Gazetecilik A.Ş.
(312) 427 06 25 ihlasgazetecilikkurumsal.com
(312) 427 23 92 e-posta Tel: (212) 454 30 00
bteknik@tubitak.gov.tr
Faks Baskı Tarihi: 29.01.2011
(312) 427 66 77 ISSN 977-1300-3380

Bilim ve Teknik Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı [Tebliğler Dergisi, 30.11.1970, sayfa 407B, karar no: 10247]
tarafından lise ve dengi okullara; Genelkurmay Başkanlığı [7 Şubat 1979, HRK: 4013-22-79
Eğt. Krs. Ş. sayı Nşr.83] tarafından Silahlı Kuvvetler personeline tavsiye edilmiştir.
İçindekiler

30
İlginç bilimsel çalışma ve buluşlarla dolu 2010 yılını geride bırakırken, Nobel ödüllü grafen maddesi haliyle son zamanların en çok konuşulan fizik
konuları arasına girdi. Ancak 2010 yılına ait bir çalışma daha var ki Science dergisi tarafından 2010 yılının en büyük buluşu olarak ilan edilince
birden bilimsel haber siteleri ve bloglara konu oldu. Haberlerin kaynağı olan makale ilk olarak 2010’un Mart ayında Nature dergisinde
yayımlanmıştı. Aynı çalışma Physics World dergisi tarafından 2010’un en iyi on çalışmasından biri olarak sunuldu. Nature dergisinde ise 2010’un
en çok okunan fizik haberleri arasına girdi.

36
İlkokula yeni başladığında yaşadığı sıkıntılar, çocuğun okuldan nefret etmesine, kendine olan güvenini kaybetmesine ve sosyal hayatında
birçok olumsuzluğun gelişmesine neden olacak boyutlara ulaşabiliyor. Öğretmenlerinin ya da ebeveynlerinin tembel, disiplinsiz ve düşük zekâ
seviyesine sahip olduğunu düşündükleri bu “sorunlu” çocuklar büyüdüklerinde bilim insanı, mucit, sanatçı ve devlet adamı olabilirler.
Belki de Albert Einstein, Leonardo da Vinci, Mozart, Thomas Edison, Auguste Rodin gibi birçok ünlü isimle ortak bir yönleri vardır:
Öğrenme güçlüğü sorunu.

58
Kimileri AIDS’in sadece eşcinsellerde görülen bir hastalık olduğunu sanıyor, kimileri ise acı biber yemenin virüse karşı koruma sağladığını
ileri sürüyor. AIDS hastalığına neden olan virüsün, batının ilerlemiş ülkelerinin silahlı kuvvetlerine ait laboratuvarlarda geliştirildiğine inananlar
olduğu gibi, bilim adamlarının onu laboratuvarlarda yarattığını söyleyenler de var. Gerçekten öyle mi? Yoksa bu bilgilerin çoğu
bilgi kirliliği mi? İnsanlık tarihinin gördüğü bu en büyük salgın hakkında bildiklerimiz, şüphesiz ona karşı yürütülen savaşta ne kadar
başarılı olacağımızı belirleyen en önemli etkenlerin başında geliyor.
Haberler ........................................................................................................................................... 4
+
Merak Ettikleriniz / Zeynep Ünalan ........................................................................................... 12 86
Türkiye Doğası
Bülent Gözcelioğlu
Ctrl+Alt+Del / Levent Daşkıran ................................................................................................. 14

Tekno-Yaşam / Osman Topaç ...................................................................................................... 16 94


Sağlık
Ferda Şenel
Pardus 2011 / Koray Löker ........................................................................................................... 18

Büyük Patlama’nın Çınlaması / Bilge Demirköz ....................................................................... 22


98
Gökyüzü
Alp Akoğlu
Schrödinger’in En Büyük Kedisi / Zeynep Ünalan ....................................................................... 30

100
Sıradan Bir Zeki Değilim: Disleksiğim / Özlem İkinci ................................................................ 36 Yayın Dünyası
İlay Çelik

Mikroplar Akıllı mı Ne? / İlay Çelik ........................................................................................... 40


102
Bilim Tarihinden
Yeni Nesil Lityum-İyon Pil Teknolojileri / Oğuzhan Vıcıl............................................................. 44 H. Gazi Topdemir

Karbon, Hidrojen ve Oksijen... Oluşum Mühendisleri /


Peyman Gamze Turan - Burak Şen ............................................................................................. 50
107
Bilim ve Teknik’le
Kırk Yıl
Doğal Beslenmeye İnsan Eliyle Müdahale Fruktoz Şurubu / Şenol Dane ............................ 54 Alp Akoğlu

Yüzyılın Salgını Devam Ediyor; HIV/AIDS’in Dünü, Bugünü ve Yarını / Bahri Karaçay .58 108
Matemanya
Neden Büyük Teleskop? / Birol Gürol ........................................................................................ 66 Muammer Abalı

Amatör Teleskop Yapımı-4 Lap Yapımı ve Cilalama / Başar Titiz ......................................... 72 110
Zekâ Oyunları
Emrehan Halıcı
Hücrenin Kargo Dağıtım Ağı GOLGİ Kompleksi / Abdurrahman Coşkun .......................... 76

Kuramsal Fizikte Evrensel Bir Değer: Feza Gürsey / Hüseyin Gazi Topdemir ..................... 80
Haberler
İnternet Tükeniyor!
itibariyle IPv4 adres bloğunun % 97’sinin
tükendiğini ve elinde sadece 120 milyon ci-

Ama Neyse ki
varında adres kaldığını açıkladı.

Yenisi Hazır Adres darlığı sorunu


Levent Daşkıran
nasıl çözülecek?
Neyse ki mevcut IPv4 adreslerinin tü-

B undan 30 yıl kadar önce, internet kav-


ramı henüz yeni yeni şekillenmeye
başlamışken internet üzerindeki kaynak-
kenmesi, internetin de tükendiği anlamı-
na gelmiyor. 1990’ların başından itibaren
IPv4’ün mevcut şekliyle ağ üzerindeki kul-
ların adreslenmesi üzerine bir çalışma ya- lanılabilir adres sayısını genişletemeyece-
pılması gerekiyordu. Bu çalışmaların so- ğini gören araştırmacılar, IPv6 adını ver-
nucu olarak 1981 yılında bugün hâlâ kul- dikleri yeni bir standart geliştirmeye ko- bağlı tüm aygıtların tek bir IP adresi üze-
lanımda olan IPv4 protokolü ortaya çıktı. yuldular. 2000’li yılların başından itiba- rinden internete çıkmasını sağlayan NAT
IPv4, yerel ağ ve internet üzerinde yer alan ren hazır hale gelen bu yeni standart za- (Network Address Translation - Ağ Adresi
her türlü aygıtın varlığını belli etmek ve manla işletim sistemleri, ağ altyapıları ve Çözümleme) gibi teknolojiler de IPv6 ile
diğer kaynaklarla iletişim kurmasını sağ- ağa bağlanan aygıtlar üzerinde yaygınlaş- birlikte gereksiz hale gelecek. Bunun yanı
lamak üzere bir IP (Internet Protocol – İn- maya başladı. sıra IPv6, güvenlik ve birlikte çalışabilirlik
ternet Protokolü) adresine sahip olması- IPv6 ile gelen büyük yeniliklerin başın- gibi konuları iyileştirmek üzere de bir ta-
nı öngören ve yaygın kullanıma girmiş ilk da genişletilmiş adres aralığı geliyor. IPv4 kım yenilikler içeriyor.
düzenleyici protokoldü. 32 bit adres aralığına sahipken, IPv6 128
Fakat internetin özellikle 1990’lardan bit, yani 2 128 adet bağımsız adres atayabil-
sonra büyük bir hızla yaygınlaşması, farklı me özelliğine sahip. Bu hayli büyük bir ra- IPv4 adresleri
bir problemi gündeme getirdi: IPv4 ile sağ-
lanan adres çeşitliliği bu genişlemeyi uzun
kam (340.282.366.920.938.463.463.374.60
7.431.770.000.000 adet). Bunun yeterlili-
bitince ne olacak?
süre taşıyabilecek şekilde tasarlanmamıştı. ğiyle ilgili şöyle bir örnek veriliyor: Bu ye- Dünya IPv4 adreslerinin bu hızla gider-
IPv4 toplamda 32 bit, yani yaklaşık 4 mil- ni adresleme sistemiyle dünyada yaşayan se kısa zamanda tükeneceğinin uzun za-
yar farklı IP adresine izin veriyordu. Bu her bir kişiye yaklaşık 50 oktilyon (50.00 mandır farkındaydı, ancak bu konuyla ilgi-
1981 yılı perspektifinden bakıldığında ula- 0.000.000.000.000.000.000.000.000 adet) li somut adımlar ve IPv6 destekli altyapıla-
şılması güç bir rakam olarak değerlendi- farklı IP adresi atamak mümkün. Diğer bir rın yaygınlaştırılmasına dair çabalar ancak
rilmiş olsa gerek. Ancak internete bağla- deyişle yeni adresleme sisteminin, en azın- 2008 yılından sonra hızlanmaya başladı. Şu
nan kişi sayısının artması, internet siteleri- dan kapasite olarak bakıldığında zamanın an Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın
nin çeşitlenmesi, internete sürekli bağlı ay- aşındırıcı etkisine karşı bir hayli dirençli hemen her yerinde ağ altyapılarını IPv6
gıt kavramının ortaya çıkması ve mobil in- olduğu görülüyor. standardına uyumlu hale getirmek üze-
ternet erişiminin yaygınlaşması, bu mik- Tabii IPv6’nın getirecekleri sadece ad- re çalışmalar devam ediyor. Fakat bu çalış-
tarın öngörülenden çok daha hızlı tüken- res genişlemesi sorununu çözmekten iba- maların her yerde aynı hızda devam ettiği-
mesine neden oldu. Neticede IANA (Inter- ret değil. Örneğin IPv4 protokolünün ad- ni söylemek mümkün değil. Ayrıca mevcut
net Assigned Numbers Authority - İnternet res darlığı sorununu hafifletmek için ara işletim sistemlerinin hemen hemen hepsi
Atanmış Numaralar Otoritesi), Ocak 2011 çözüm olarak geliştirilen ve ev ağınıza IPv6 protokolünü desteklemekle birlikte,
kullanımda olan çoğu ağ cihazı henüz bu
protokolü desteklemiyor. Bu da IPv6’nın
IPv4’ün yerini almasını değil, onunla para-
lel olarak uygulanmasını gerektiriyor.
Şimdi gelelim asıl soruya: IANA, elim-
deki adresler 8-9 aya kadar tükenecek, di-
ye bir açıklama yaptı. Peki IPv4 adresleri
bitince ne olacak? Öncelikle 2012 yılından
itibaren sadece IPv6 protokolü üzerinden
erişilebilen bir takım aygıtların ve servis-
lerin piyasaya çıktığını göreceğiz. Eğer sa-
dece IPv4 protokolü kullanan bir aygıt ve-
ya ağ üzerinde kalırsanız, altyapınız veya
aygıtlarınız yenilenene kadar bu yeni ser-
vislere erişebilmek için özel ağ geçidi hiz-
metlerini kullanmanız gerekecek.

4
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Sonuç olarak IPv4 ve IPv6’nın birlikte rarası tanınırlığına katkı yapmış olmak da Google Bilim Fuarı’nda dereceye gire-
var olacağı uzun bir döneme ilk adımı at- adaylarda aranan özellikler arasında. Ge- cek öğrenciler saygın burslarla ve çeşit-
mak üzereyiz. Gelecekte teknolojik evri- lecek vaat eden bilim insanı kategorisine li staj imkânlarıyla ödüllendirilecek. Bü-
min bir sonucu olarak IPv6 giderek yay- ise çalışmaları ile ulusal/uluslararası tanı- yük ödülü kazananlar velileriyle birlikte
gınlaşacak ve hâkim standart haline dö- nırlığa ulaşma ve alanına yeni bir açılım National Geographic tarafından 10 günlü-
nüşecek. Tabii yeni nesil IPv6 destekli ser- getirme potansiyeli taşıyan 40 yaşın altın- ğüne Galapagos Adaları’na gönderilecek.
vislere erişim için bu geçiş dönemi sırasın- daki adaylar başvurabilecek. Büyük ödülü alan takıma Google tarafın-
da bazı konuları da sizin halletmeniz ge- 22 Mart 2011 tarihinde sahiplerini bu- dan 50.000 dolarlık burs verilecek ve ta-
rekecek. Kullandığınız işletim sistemin- lacak 7. Kadir Has Ödülleri kapsamında kım üyeleri CERN, Google, LEGO Group
de IPv6 protokolü etkin değilse etkin ha- “Üstün Başarı Ödülü” almaya hak kaza- ya da Scientific American kuruluşlarından
le getirmek, evinizdeki ağ aygıtının yazı- nan kişiye 20.000 ABD doları para ödülü birinde staj yapma imkânına sahip olacak.
lımını, varsa IPv6 destekli sürüme güncel- ve berat, “Gelecek Vaat Eden Bilim İnsa- Yarışmada herkesin katılabileceği internet
lemek gibi. nı Ödülü”ne layık görülen kişiye ise 10.000 tabanlı bir oylama da gerçekleştirilecek
ABD doları para ödülü ve berat verilecek. ve bu oylama sonucunda da çeşitli ödül-
Daha fazla bilgi için: Son başvuru tarihi 1 Mart 2011 olan or- ler verilecek.
http://wiki.chapters.isoc.org/tiki-index.php?page= ganizasyona ilişkin ayrıntılı bilgiye www. Öğrenciler, Google Bilim Fuarı’na bi-
IPv6+FAQ
khas.edu.tr adresinden ulaşılabiliyor. reysel başvuruda bulunabilecekleri gi-
http://icons.apnic.net/display/IPv6/IPv6+FAQ
http://www.ipv6.net.tr/ bi 2’li ya da 3’lü gruplar halinde de katı-
http://en.wikipedia.org/wi- labilecekler. Katılabilmek için 13-18 yaş
ki/IPv4_address_exhaustion grubunda olmak, bir okulda tam zaman-
http://en.wikipedia.org/wiki/Ipv6
lı eğitim alıyor olmak ve bir Google he-
sabına sahip olmak gerekiyor. Öğrenciler,
tasarladıkları projeyi sınanabilir bir biçi-

7. Kadir Has
me dönüştürmekle yükümlü olacak. 11
Ocak 2011 tarihinde başlayan başvurular

Ödülleri Adaylarını
Google’ın yarışma için hizmete sunduğu
internet sitesi üzerinden gerçekleştiriliyor.

Bekliyor
Yarışmanın son başvuru tarihi ise 4 Nisan
2011. Yarışma jürisinde robot yarışmala-
rıyla bilinen CERN genel direktörü Rolf-
Mustafa Sözbilir Dieter Heuer, FIRST LEGO’nun kurucu-
su Dean Kamen, National Geographic’ten

K adir Has Üniversitesi’nin, kurucu-


su Kadir Has anısına verdiği başarı
ödüllerinin yedincisi bu yıl eğitim ve bi-
Spencer Wells, Nobel ödüllü Kary Mul-
lis ve bilgisayar bilimine büyük katkılar
yapmış Vint Cerf gibi saygın isimler bu-
lim alanlarında veriliyor. 22 Mart 2011 ta- lunuyor. Türkiye’deki ön elemeyi geçecek
rihinde sahiplerini bulacak ödüller “Üstün en iyi 15 proje, 11 Temmuz 2011 tarihin-
Başarı” ve “Gelecek Vaat Eden Bilim İnsa- de Kaliforniya’da Google’da düzenlenecek
nı” olmak üzere iki kategoride sunulacak. olan finale katılacak. Yarışmayla ilgili he-
Sosyal sorumluluk bilinciyle hareket nüz yapım aşamasındaki Türkçe sayfalar
eden, ülke çapında ve uluslararası düzeyde http://www.projeokulu.net/ adresinde
önemli başarılara imza atmış, toplumun yer alacak.

GOOGLE’DAN
gelişimine katkıda bulunmuş kişi, kurum
ve kuruluşları tanıtmayı ve ödüllendirme-
yi amaçlayan Kadir Has Ödülleri, bu yıl
bilim ve eğitim alanlarında, çalışmalarına
etkin olarak devam eden kişi ve kurumlara
BİLİM FUARI
verilecek. Ödüllere kişi ve kurumlar ken- Google, dünyanın her yerinden bilime
dileri başvurabilecekleri gibi adaylar baş- meraklı gençlerin bugünün dünyasıyla il-
ka kişi ve kurumlar tarafından da önerile- gili ilginç ve yaratıcı bilimsel projelerle ka-
bilecek. tılacağı bir bilim fuarı düzenliyor. 13-18
Üstün başarı kategorisine başvuracak yaş grubundaki öğrencilerin fen, matema-
adaylardan önemli başarılara imza atmış tik, teknoloji alanlarındaki projelerle katı-
olmaları ve ulusal veya uluslararası tanı- lacağı Google Science Fair adlı fuarın Tür-
nırlığa ulaşmış olmaları bekleniyor. İlgi- kiye ayağı Google Bilim Fuarı adıyla Pro-
li alanda toplum yararına hizmetlerde bu- jeokulu adlı kuruluşun koordinasyonunda
lunmuş ve Türkiye’nin gelişimi ve ulusla- gerçekleşecek.

5
Haberler
Uluslararası
sı Kimya Yılı (IYC 2011) olarak kutlanma- cek, su, sağlık, enerji, ulaşım gibi sorunla-
sı fikri kabul edilmiş. Böyle bir etkinliğin rı çözmede ne denli önemli olduğu üzerin-

Kimya Yılı - 2011 gerçekleşebilmesi ancak UNESCO ve Bir-


leşmiş Milletler desteğiyle olabileceği için
de durulacak.
Tüm bunlara ek olarak, IYC 2011, ulus-
etkinlik Etiyopya’nın girişimiyle UNES- lararası kimya toplulukları, eğitim kurum-
Kimya - Hayatımız, Geleceğimiz CO gündemine taşındı ve Nisan 2008’de de ları, sanayi, resmi ve sivil toplum örgütle-
Mustafa Sözbilir UNESCO onayı alındı. Buradan sonra Bir- ri aracılığıyla düzenlenecek etkinlikler için
leşmiş Milletler Genel Kurulu’na getirilen de ortak bir platform olmasının yanı sıra,
IUPAC Kimya Eğitimi Komitesi öneri 30 Aralık 2008 tarihinde yapılan 63. bu kurumlara fikir verme veya kurumlar
Yürütme Kurulu Üyesi ve Uluslararası Kimya Yılı
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul arasında fikir alışverişi ortamı oluşturma
Eğitim Komitesi Eşbaşkanı
edilerek 2011 yılı resmen Uluslararası Kim- yoluyla da uluslararası işbirliğini artırma-
ya Yılı (IYC 2011) olarak tüm dünyaya du- ya da yardımcı olacak.

2011, IUPAC (International Uni-


on of Pure and Applied Che-
mistry - Uluslararası Temel ve Uygulama-
yuruldu. Uluslararası Kimya yılı etkinlikleri
BM desteği ile IUPAC ve UNESCO önder-
liğinde planlanmakta ve yürütülmektedir.
IYC 2011 boyunca yapılacak etkinlikler
her kesimden insana hitap edecek şekilde
planlanıyor ve küresel internet sayfası olan
lı Kimya Birliği) girişimiyle, önce UNESCO Bilindiği gibi daha önce de 2005 yılı Dünya www.chemistry2011.org üzerinden tanıtı-
(United Nations Educational, Scientific and Fizik Yılı, 2009 yılı ise Uluslararası Astro- lıyor. Çok sayıda uluslararası etkinlik ara-
Cultural Organization - Birleşmiş Milletler nomi Yılı olarak kutlanmıştı. Her iki ulusla- sında en dikkat çekici olanlarından biri kü-
Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) tarafın- rarası etkinliğin ilgili bilim dallarının tanı- resel olarak uygulanması planlanan “Küre-
dan daha sonra da Birleşmiş Milletler Genel tımına olumlu katkı sağlamış olması kim- sel Su Deneyi”dir. Bu deney ile dünyanın en
Kurulu tarafından Uluslararası Kimya Yılı yacıları da kendi bilim dallarını tanıtma ko- hayati kaynaklarından biri olan su ve onun
(International Year of Chemistry - IYC) ola- nusunda heyecanlandırıyor. önemine dikkat çekilmesi planlanıyor. Bu
rak ilan edildi. 2011 Uluslararası Kimya Yı- IYC 2011’in amaçları dört temel baş- deneyle dünyanın her yerinden, ilkokul-
lı (IYC 2011), kimyanın insanlığın refahına lıkta toplanıyor: Birincisi, dünyanın ge- dan üniversiteye kadar her düzeyden öğ-
katkısını ve kimya alanında elde edilen ba- reksinimlerinin karşılanmasında kimya- rencinin kendi bölgelerindeki su kaynak-
şarıları tanıtmak için yapılan dünya çapında nın öneminin anlaşılması ve kabul edil- larından su örnekleri almaları ve örnekler
bir kutlama. IYC 2011 “Kimya - hayatımız, mesi için bilinçlendirmeyi artırmak, ikin- üzerinde suyun asitliği, tuzluluğu, temiz-
geleceğimiz” sloganıyla her kesimden insa- cisi gençlerin kimyaya olan ilgilerini artır- lenmesi, damıtılması gibi değişik deneyler
na hitap edecek türde, etkileşimli, eğlence- mak, üçüncüsü kimyanın geleceği için ya- yapılması düşünülüyor. Elde edilecek ve-
li ve eğitsel etkinlikler sunacak. IYC 2011’in ratıcı fikirler üretilmesini teşvik etmek ve riler dünya genelinde ortak bir veri tabanı
yerel, bölgesel ve ulusal seviyede katılımlar- dördüncüsü kimyada kadının rolünü ve üzerinden paylaşılarak dünyada içilebilir su
la küresel bir kutlamaya dönüşmesi amaç- önemli tarihsel olayları kutlamak. kaynaklarının kalitesi hakkında küresel öl-
lanıyor. IYC 2011 etkinlikleri 27-28 Ocak çüde bir farkındalık oluşturulması amaçla-
2011’de Paris’te UNESCO genel merkezinde nıyor. Deneyle ilgili geniş bilgiye IYC 2011
yapılan konferansla başladı. Kapanış töreni küresel internet sayfası üzerinden erişile-
ise Aralık ayında Brüksel’de yapılacak. bilir. Bunun yanında her ülke kendi için-
Bilinen bütün maddeler -gaz, sıvı ve ka- de değişik etkinlikler düzenliyor ve bunla-
tı- kimyasal elementlerden veya bu ele- rı kendi ulusal IYC 2011 internet sayfaları
mentlerin oluşturduğu bileşiklerden mey- aracılığıyla tanıtıyor.
dana gelir. İnsanoğlunun dünyanın yapısı- Ülkemizde de çeşitli kurumlar IYC
nı anlama gayretlerinin özünde kimya bil- 2011’in kutlanmasına yönelik planlama-
gisi vardır. Bununla beraber yaşayan bütün lar yapıyor. Bunlar arasında IUPAC’ta ül-
organizmalar kimyasal tepkimeler tarafın- kemizi temsil eden Türkiye Kimya Derne-
dan kontrol edilir. Kimya olmasa temiz su ği ve Kimya Sektör Platformu yer alıyor.
elde etmekte ve kirlettiğimiz suları temizle- Her iki kurumun yıl boyunca yapacakla-
mekte sorun yaşar, çoğu zaman sağlığımı- rı etkinliklere internet sayfaları üzerinden
zı emanet ettiğimiz ilaçlardan yoksun ka- ulaşılabilir. Türkiye Kimya Derneği 1 Şu-
lır, yeni yakıtlar üretemez veya gündelik bat 2011 tarihinde Harbiye Askeri Müzede
yaşamımızın en önemli kısmını işgal eden IYC 2011 kimyanın, özellikle yaşamı- yapılacak açılış konferansıyla başlarken,
elektronik malzemelerden yoksun yaşamak mızı kolaylaştırmada ve geliştirmede ne Kimya Sektör Platformu 3 Şubat 2011 Ta-
zorunda kalırdık. Kimyanın insanlığa sağ- denli yaratıcı bir bilim olduğunu göster- rihinde bir basın toplantısıyla IYC 2011’in
ladığı bu katkının uluslararası düzeyde kut- mek için iyi bir fırsat olarak görülüyor. ülkemizde tanıtımını yapacak. Bunun ya-
lanması fikri ilk olarak 2006 yılında IUPAC Konferanslar, sergiler ve gösteriler, yarış- nında çok sayıda kamu ve özel kuruluş
merkez yönetimi bünyesinde ortaya atılmış malar, yazılı, görsel ve çevrimiçi basın- IYC 2011’i etkin bir şekilde kutlamak için
ve daha sonra 2007 yılının Ağustos ayında da yer alacak programlar ve etkinlikler ile çalışıyor. Örneğin 26 Haziran - 2 Temmuz
İtalya’nın Torino şehrinde yapılan IUPAC kimya alanında yapılan araştırmaların ye- 2011 tarihlerinde Atatürk Üniversitesi ve
genel kurulunda 2011 yılının Uluslarara- rel, ulusal ve küresel boyutta çevre, yiye- Türkiye Kimya Derneği tarafından 25.

6
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Ulusal Kimya Kongresi ve 5-8 Temmuz ta- üzerindeki belirsizliği doğru olarak hesa-
rihlerinde yine Atatürk Üniversitesi, Mil- ba katma yeteneklerinin geliştirilerek da-
li Eğitim Bakanlığı ve Türkiye Kimya Der- ha iyi kararlar verecek biçimde eğitilip eği-
neği tarafından 2. Ulusal Kimya Eğitimi tilemeyeceğini araştırdı.
Kongresi Erzurum’da düzenlenecek. Örneğin bir trene geç kalmış durumda-
sınız. Yakalama şansınız var mı yoksa ye-
tişmeye çalışmak boşuna mı anlamak ve

Periyodik
doğru kararı vermek için elinizdeki tüm
verileri -ki geçen her dakikada değişmek-

Tablonuzu
tedir- dikkate almanız gerekiyor. Ancak
Yenilenen tablo: Periyodik tablonun yeni versiyonunda, birden fazla
sabit formu bulunan elementlerin (örneğin karbonun) bu verileri değerlendirerek trene yetişme

Güncelleyin!
atom ağırlıkları, bir sayı aralığıyla gösterilirken, tek bir sabit formu şansınızı kafanızda tartarken aynı zaman-
bulunan elementlerin (örneğin arseniğin) atom ağırlıkları ise
tek bir sayı ile gösteriliyor. da tecrübelerinize dayanarak bu tür verile-
ri değerlendirirkenki eğilimlerinizi bilmek
Emel Sungur Özen Modern kimyasal teknikler sayesinde bü- de faydalı olabilir. Örneğin bu tip durum-
yük bir hassasiyetle belirlenebilen bu küçük larda kendinize güvenli mi yoksa güvensiz

D ünyanın her tarafında sınıfların du-


varlarına asılan ve kimya kitaplarının
kapaklarını süsleyen elementlerin periyo-
ağırlık farklılıklarından çeşitli amaçlarla ya-
rarlanılabiliyor. Örneğin, karbon atomunun
izotop oranlarının ölçülmesiyle % 100 doğal
mi olduğunuzu bilmek.
Prototip oyun da benzer biçimde in-
sanlara tereddütlerini dikkate almayı, ba-
dik tablosu değişiyor! Biyolojik varlığımı- portakal suyunu diğerlerinden ayırt etmek sit seçimlerle karşı karşıya kaldıkları dene-
zın temelini oluşturan karbonun ve solu- mümkün olabiliyor. Yine izotoplardan ya- yimlerden ders çıkarmayı öğretiyor.
duğumuz havadaki oksijenin de içlerinde rarlanılarak sporda doping kullanımı da sap- Projeyi yöneten David Newman, karşı
bulunduğu on elementin atom ağırlığı de- tanabiliyor. İnsan vücudunda bulunan doğal karşıya olduğumuz seçimler ister basit is-
ğiştirildi. Yeni periyodik tabloda hidrojen, testosteron hormonu ile performans artır- ter karmaşık olsun, tereddütlerimizin ve
lityum, bor, karbon, azot, oksijen, silis- mak için kullanılan yapay testosteron mo- yanlılığımızın daha fazla farkında olma-
yum, kükürt, klor ve talyum atomlarının lekülündeki karbonların atom ağırlıklarının nın karar verme kalitemizi yükseltebile-
ağırlıkları, tek bir sayı yerine bir sayı ara- farklı olması sayesinde yapay hormon sapta- ceğini, bilgisayar oyunlarının insanlara bu
lığı olarak gösterilecek. 12 Aralık’ta Pure nabiliyor. Ya da arkeolojik kazılarda bir fil di- farkındalığı kazandırma potansiyeli oldu-
and Applied Chemistry dergisinde yayım- şi ile bir mamut dişini ayırt etmek için izotop ğunu söylüyor.
lanarak duyurulan bu değişikliklerin ne- ölçümleri yapılabiliyor. Gelecekte bu tür oyunların hem çeşit-
deni, bazı elementlerin ağırlıklarının sabit Sonunda izotoplar yeni periyodik tab- li sektörlerdeki karar vericiler hem de bi-
olmaması. Bu farklılıklar, bazı atomların lo sayesinde hak ettikleri yeri buluyorlar! reyler tarafından karar verme yetenekleri-
izotop adı verilen birden fazla formunun ni geliştirmek için kullanılabileceği düşü-
bulunmasına dayanıyor. Bir atoma ait izo- nülüyor.

Bilgisayar
toplar aynı sayıda proton fakat farklı sayı- Proje ekibinden Jyldyz Tabyldy kyzy
da nötron içeriyor, bu da izotopların ağır- geliştirdikleri oyunun düşünme süreciyle

Oyunuyla Karar
lıklarının birbirinden farklı olmasına ne- ve karar verme sürecine dahil olan meka-
den oluyor. nizmalarla ilgili daha fazla bilgi sağlayacak

Verme Eğitimi
Bugüne kadar izotopların, kaynakla- bir araştırma aracı da olduğunu söylüyor.
rından bağımsız olarak belli bir sayıda ol- Prototip oyunda bir dizi çoktan seçmeli
dukları kabul ediliyordu. Örneğin, oksijen soru soruluyor (örneğin “Mısır’ın başkenti
atomlarının % 99’unu normal sekiz nöt- İlay Çelik neresidir?”). Ancak amaç bilgi ölçmek de-
ronlu izotopların ve kalan % 1’lik kısmını ğil katılımcının, vereceği cevapla ilgili ne
ise daha ağır izotopların oluşturduğu ka-
bul ediliyordu. Atom ağırlığı da bu dağılı-
ma göre hesaplanan bir sayı ile belirtiliyor-
İ nsanların hayatın her alanında karar
verme yeteneğini geliştirmesine yar-
dım edebileceği düşünülen bir bilgisayar
kadar tereddütlü olduğunu ya da cevaptan
ne kadar emin olduğunu anlamak, ölçmek
ve hesaba katmak üzere eğitilip eğitileme-
du. Oysa oksijen atomunun izotop oran- oyunu prototipi üretildi. Queen’s Univer- yeceğini değerlendirmek.
ları, havada, yeraltı suyunda, bir meyve- sity Belfast’ta geliştirilen prototip, ticari
de veya bir kemikte bulunmasına göre de- oyun üreticileri tarafından profesyonelle-
ğişebiliyor. Uluslararası İzotopik Bolluk re ve halka yönelik bir elektronik öğrenme
ve Atom Ağırlıkları Komisyonu, yayımla- ya da eğitim aracı haline dönüştürülebilir.
nan değişikliklerle ilgili yaptığı açıklama- Başka bir ihtimal de oyunun bazı özellikle-
da, kükürt atomunu örnek gösterdi. Atom rinin strateji öğesine sahip mevcut bilgisa-
ağırlığı eskiden 32,065 olarak kabul edilen yar oyunlarıyla bütünleştirilmesi.
kükürt atomunun ağırlığı, içinde bulun- Araştırmacılar, insanların kendi öz-
duğu maddeye göre 32,059 ile 32,076 ara- nel düşüncelerini ve yanlılıklarını tanıyıp
sında değişiyor. dikkate alma ve bir kararın olası sonucu

7
Haberler
Dünyayı Nasıl
Sonrasında denekler üzerinde yapı- Midemizdeki bu sinir hücresi yığını,
lan beyin taramaları da gösterdi ki, birin- mide içindeki dünyayı, midenin içeriğini

Gördüğümüze
cil görsel korteksler arasındaki somut bü- hissetmemizi sağlar. Bu sinir-hücresel (nö-
yüklük farklılıkları, algıdaki farklılıkları da ral) sistemin büyük kısmı, günlük öğütme

Beynimizdeki
açıklıyor. Birincil görsel korteksteki bel- işleri için kullanılır. Yiyecekleri parçala-
li bir alanın daha küçük olması daha fazla mak, besin maddelerini emmek ve atıkları

Küçük Bir Alan


görsel yanılsama algılandığını gösterirken, çıkarmak gibi kimyasal işlemler, mekanik
korteksteki aynı alanın daha büyük olması bir karıştırma ve ritmik kas hareketleri ge-

Karar Veriyor
yanılsamaların daha zor algılandığını gös- rektirir. “Böylece, kendi refleksleri ve hisle-
terdi. Bu da, beyindeki fiziksel bir büyük- riyle donatılan ikinci beynimiz, beyinden
lük farkının, algıya etkileri olabileceğini bağımsız olarak mide davranışlarını kont-
Elif Demirci ortaya koymuş oldu. rol edebilir” diye tanımlıyor Gershon bu
durumu. İnsan evrimi bu karmaşık sinir

Y apılan yeni çalışmalar dünyayı nasıl


gördüğümüze beynimizdeki küçük İkinci Beynimiz
ağlarını, sindirim ve boşaltımı beyinden
kontrol etmek yerine, mide içerisinde çö-

Hislerimizi
bir alanın karar verdiğini gösteriyor. zümlemeye yönelik gelişmiştir. “Kafamızın
Beynimizin arka bölümünde yer alan içindeki beynin ellerini sindirimin kirli iş-

Belirliyor
birincil görsel korteks, etrafımızda gör- lerine bulaştırması gerekmiyor, bu yüzden
düklerimizi işlemekten sorumludur. Birin- de iş mideye devredilmiş durumda” diyor
cil görsel korteks insandan insana üç ayrı Gershon ve ikinci beynimizin karmaşıklı-
büyüklükte olabilir. Nature Neuroscience’ta Elif Demirci ğının yalnızca bu işlemlerle açıklanamaya-
yayımlanan bir çalışmaya göre, birincil cağını düşünüyor. “Bu sistem, sırf kalınba-
korteksin büyüklüğünün değişmesi dün-
yayı görme biçimimizi de etkiliyor.
Londra Üniversitesi’nden Samuel Schwarz-
H emen hemen herkes, “mide kazınma-
sı” hissini bilir. Bu hissin sıklıkla göz-
den kaçırılan nedeni midedeki sinir hücrele-
ğırsaktan bir şeyleri atmak için fazla kar-
maşık” diye ekliyor, Kaliforniya Üniversi-
tesi David Geffen Tıp Okulu Fizyoloji, Psi-
kopf Daily Mail’de yayımlanan raporunda, ri ağıdır. İşte, bilimcilerin mideye “ikinci be- kiyatri ve Biyodavranış Bilimleri profesörü
“Beynin bir bölgesindeki fiziksel büyüklü- yin” ismini vermesinin tek sebebi de midede Emeran Mayer. Hatta bilimciler iç organ-
ğün görsel çevre algısını belirliyor olduğu- geniş yer kaplayan bu sinir ağlarıdır. larla beyin arasındaki en önemli sinir olan
nu göstermesi açısından, bu alanda yapıl- Bu sinir ağlarını daha iyi anlayabilmek, vagusu oluşturan liflerin % 90’ının beyin-
mış ilk çalışma” diyor. midenin sindirim yapmak ya da ağrımak- den mideye değil de mideden beyne bilgi
tan başka bir işi daha olduğunu da gösteri-
yor. Bu küçük “beyin” kafatasımızın içinde-
kiyle bir araya geldiğinde hem ruhsal duru-
mumuzu etkiliyor, hem de kimi hastalıklar-
da önemli roller oynayabiliyor. Midenin etki-
leri her ne kadar sandığımızdan fazla olsa da,
herhangi bir bilinçli düşüncede ya da karar
alma aşamasında elbette asıl görev onun de-
ğil. New York Presbiteryen Hastanesi Hücre
Biyolojisi ve Anatomisi Bölümü ve Colom-
bia Üniversitesi Tıp Merkezi’nin yöneticisi
Michael Gershon bu durumu şöyle açıklıyor:
“İkinci beynimiz düşünme aşamasında çok
ciddi bir etki göstermiyor. Din, felsefe ve şiir
daha çok kafatasımızın içindeki beynimizin
Yapılan deneylerde sağlıklı gönüllülere işi.” Gershon aynı zamanda yeni bir alan olan
çok çeşitli optik yanılsamalar yaratan desen- “nörogastroenteroloji” uzmanı ve 1998’de ya-
ler gösterildi. İkinci deney, birbirinin aynı iki yımlanmış İkinci Beyin (The Second Brain)
dairenin bir tünelde gözlemciye göre farklı adlı kitabın da yazarı.
uzaklıklardaki noktalara yerleştirildiği Pon- Enterik sinir sisteminin uzunluğu boğaz-
zo yanılsaması üzerine kuruluydu. Deneyler- dan anüse kadar yaklaşık 9 metre civarın-
de, gönüllülerin daireleri farklı algıladığı an- dadır. Gershon, ikinci beynimizde 100 mil-
laşıldı. Birçok denek, daireler aynı büyüklük- yon sinir hücresi olduğunu söyler, ki bu sayı
te olmasına rağmen ilk daireyi daha küçük omurilik ve ısı, ağrı, basınç gibi duyuları algı-
algıladı. Fakat işin ilginç tarafı, kimi denek- lamamızı ve onlara gereken yanıtları verme-
ler bu yanılsamayı hemen algılarken, kimi mizi sağlayan çevresel (periferal) sinir siste-
deneklerin aradaki farkı zorlukla seçmesiydi. mindekinden çok daha fazladır.

8
Bilim ve Teknik Şubat 2011

taşıdığını öğrendiklerinde çok şaşırmışlar-


dı. Gershon “Bu bilgi biraz tatsız bir bilgi”
diyor.
İkinci beynimiz, ruh halimizi bilmedi-
ğimiz başka yollardan da bilgilendiriyor.
Mayer “Duygularımızın büyük bir kıs-
mı büyük ihtimalle midemizdeki sinir-
lerden etkileniyor” diyor. Gershon’a gö-
re ise, midemizdeki kazınma hissinin se-
bebi strese verdiğimiz fizyolojik tepkinin
bir parçası aslında. Sindirim sistemiyle il-
gili (gastrointestinal) karmaşalar ruh hali-
mizi “ekşitebilir”, günlük duygu durumla-
rımızı değiştirebilir. Hatta mutluluk, ikin-
ci beyinden yukarıdakine ulaşan mesajlar-
la sandığımızdan çok daha fazla ilgili ola-
bilir. Gershon’a göre örneğin vagus siniri-

Bana Bakterini
nin elektriksel uyarımı, depresyon tedavi- ve evrimsel biyolog olan eşi tarafından orta-
sinde faydalı olabilir. ya atılan “hologenom” kuramını doğrular ni-

Söyle, Sana Eşini


İki beynin taşıdığı benzerlikler yüzün- telikte. Kurama göre, evrimsel süreçlerin en
den, aslında zihni hedef alan depresyon te- önemli yönlendiricisi olan doğal seçilim me-

Söyleyeyim!
davileri bir yandan midemizi de etkiliyor. kanizması, simbiyotik bir partnere ev sahip-
Enterik sinir sistemi tıpkı beyin gibi 30’dan liği yapan canlıya, partneriyle beraber tek bir
fazla nörotransmitter kullanırken, vücut- birimmiş gibi etki ediyor.
taki serotoninin % 95’i bağırsaklarda bulu- Yunus Can Esmeroğlu Deney sonucunda, sineklere yeni bir
nuyor. Antidepresanlar serotonin seviyesi- diyet uygulandıktan hemen sonraki nes-
ni artırdığı için, bu ilaçların zihinde kim-
yasal değişikliklere yol açıp yan etki olarak
sıkça gastrointestinal çıkışı etkilemesi bi-
Y eni bir çalışma, meyvesinekleri (drosop-
hila melanogaster) üzerinde yaşayan ba-
zı bakterilerin, ev sahiplerinin feromonla-
lin yeni bir eş seçimi yöntemi belirlediği
ve bu tercih yönteminin 37 nesil boyun-
ca devam ettiği görülmüş. “Bu çok hızlı ve
raz şaşırtıcı. 2 milyondan fazla ABD’linin rında (diğer bireyleri koku yoluyla etkileyen uzun süreli bir etki” diyor, İngiltere’deki St.
muzdarip olduğu “aşırı duyarlı bağırsak hormonlar) değişikliğe yol açarak eş seçi- Andrews Üniversitesi’nden evrimsel biyo-
sendromu” ise, aslında bağırsaklarda olu- minde etkili oldukları fikrini doğurdu. Eş se- log Mike Ritchie. Kendisi de meyvesinek-
şan fazla serotoninden kaynaklanıyor ve çiminde değişikliğe yol açmak aynı zamanda leri üzerinde çalışan Ritchie, bu durumun
bir anlamda ikinci beynin zihinsel rahat- o türün evrimsel sürecini de etkilemek anla- türleşmeye neden olabileceğini belirtiyor.
sızlığı sayılıyor. mına geldiğine göre, bakterilerin yeni türler Araştırmacılar bu seçimde bakterile-
Bilimciler, enterik sinir sisteminde- oluşmasında katkısı olduğunu söyleyebiliriz. rin rol oynadığından emin olabilmek için
ki serotoninin çeşitli hastalıklarda şaşırtı- İsrail’deki Tel-Aviv Üniversitesi’nden meyvesineklerine daha sonra bakterile-
cı bir rolü olduğunu daha yeni keşfetti. Na- mikrobiyolog Gil Sharon ve ekibi, labora- re karşı antibiyotik tedavisi uygulamışlar.
ture Medicine’da yayımlanan bir çalışma- tuvarda yetiştirdikleri meyve sineklerin- Antibiyotik nedeniyle bakterilerinden arı-
ya göre, midede serotonin salımını engel- den bir grubu nişasta, diğer grubu ise pek- nan sinekler daha önceden belirledikleri eş
leyen bir ilaç kemik erimesinin de önüne mez ile besledi. Daha önceki çalışmaların- seçim yöntemini bırakarak rastgele eş se-
geçebiliyor. “Midenin kemikleri etkilediği- dan edindikleri tecrübeyle aynı besin ile çimine dönmüş. Bu sonuç eş seçimini et-
ni ve kemik erimesini tedavi edebildiğini beslenen sineklerin eş seçiminin aynı doğ- kileyen unsurun bakteriler olduğunu doğ-
görmek hiç beklenmedik bir durum” diyor rultuda olacağını biliyorlardı. Öyle de ol- ruluyor.
Colombia Üniversitesi Tıp Merkezi Gene- du. Ancak bu seçimin besin türü ile ilgisini Yapılan genetik incelemeler sonucu, bu
tik ve Gelişim Bölümü’nün yöneticisi Ge- henüz bilmiyorlardı. durumu belirleyen bakterinin Lactobacil-
rard Karsenty. Ekipten bir başka mikrobiyolog Eugene lus plantarum olduğu gösterildi. Bu bakte-
İkinci beyindeki serotonin salımının Rosenberg, besin türünün sinek üzerinde- ri nişasta ile beslenen sineklerdeki bakte-
erken çocuklukta fark edilebilen otizmde ki etkisinden çok, sinek üzerinde simbiyotik rilerin % 26’sını oluştururken, pekmez ile
de rol oynadığı düşünülüyor. Gershon, si- olarak yaşayan bakteriler üzerinde yapacağı beslenen sineklerdeki bakterilerin sadece
nir hücreleri arasında sinaps oluşumunda değişiklikler üzerinde çalıştı. Ona göre bu ça- % 3’ünü oluşturuyor. Sorumlu bakterinin
yer alan genlerin, aynı zamanda beslenme- lışma “bakterilerin hayvan ve bitkilerin evri- L. planatarum olduğundan emin olabil-
ye ait sinapsların oluşumunda da yer aldı- mi üzerinde etkisi olduğu” düşüncesini des- mek için araştırmacılar antibiyotikle bak-
ğını keşfetti. Gershon, “Eğer genler otizm- tekleyecekti. terilerinden arındırılmış sinekleri yeniden
de etkiliyse, bu bir çok otizm hastasının Çalışmanın bulguları Ulusal Akademik L. planatarum ile enfekte etmişler. Sonuçta
neden gastrointestinal motor bozukluğu Bilimlerde Gelişmeler dergisinde yayımlandı. sinekler antibiyotikten önceki eş seçim bi-
olduğunu da açıklayabilir” diye ekliyor. Bulgular 2 yıl önce yine Eugene Rosenberg çimine geri dönmüş.

9
Haberler
Gıda Paketlemede
ta depolama gibi yaygın gıda koruma yön- Purdue Üniversitesi’nde yapılan bir
temlerine bir alternatif olacağı belirtiliyor. araştırmaya göre, bilimsel konuları hafı-

Yeni Nesil Kâğıtlar


Fakat bu yeni nesil ambalaj kâğıdının ticari zadaki bilgiyi geri çağırma yani hatırla-
kullanıma uygun olduğunu kanıtlamak zor ma yöntemiyle öğrenmek, bilgiyi kavram-
olmuş. Kâğıdın yüzeyini gümüş nanopar- sal haritalarla detaylandırarak yani çeşitli
Özlem İkinci çacıklarla kaplarken, ultrason ya da yüksek akış şemaları, kavramsal haritalar çizerek
frekanslı ses dalgalarının kullanımını da içe- öğrenmeye çalışmaktan daha etkili.

B ilim insanları gıdaların bozulmasına ne-


den olan bakterilerle mücadele ederek
gıdaların korunmasına yardımcı olacak, la-
ren etkili bir yöntem kullanan bilim insan-
ları, kaplanan kâğıtların 3 saat içinde bü-
tün bakterileri öldürerek, gıda zehirlenmesi-
Araştırmanın yürütücüsü, Purdue Üni-
versitesi Psikoloji Bölümü’nden Jeffrey
Karpicke’ye göre öğrenme bir bilgi üzerin-
boratuvar testlerini başarıyla geçen, yeni bir ne neden olan E. coli ve S. aureus bakterile- de çalışmak ya da o bilgiyi ezberlemek de-
gıda paketleme malzemesi geliştirdiklerini rine karşı antibakteriyel etkinlik gösterdiğini ğil, bilgiyi gerektiğinde geri çağırmak ya-
duyurdular. Amerikan Kimya Derneği ya- gözlemlemiş. Yani belki de bu yeni kâğıdın, ni hatırlamaktır. Prof. Jeffrey Karpicke’ye
yınlarından Langmuir’da yeni ambalaj mal- ürünlerin raf ömrünü uzatmak gibi potansi- göre bunu başarmak için sık sık hafızada-
zemesini güçlü bir antibakteriyel ajan olan yel bir uygulaması olabilir. ki bilgiyi hatırlama alıştırması yapmak ge-
gümüş nanoparçacıklarla kapladıklarını be- rekiyor.

Bilimsel Konuları
lirten Aharon Gedanken ve meslektaşları, Eğitimciler genellikle öğretim teknik-
gümüşün bu özelliği nedeniyle tedavi amaç- lerinden biri olan detaylandırıcı çalışma

Nasıl Çalışmalıyız?
lı kullanılan bazı merhemlerde, mutfak ve yöntemini kullanır. Bu sayede öğrenci-
banyo yüzeylerinde ve hatta koku yapmayan nin bir bilgiyi etkin olarak kavraması, di-
çoraplar da dahil olmak üzere çok geniş kul- ğer bilgiyle arasında ilişki kurması ve bil-
lanım alanı olduğunu vurguluyor. Son za- Şefika Özcan giler arasındaki bu ilişkiyi kodlayarak ha-
manlarda bilim insanları plastiği, kumaşı ve fızasında tutması hedeflenir. Bunun için
metalleri her biri insan saç telinin 1/50.000’i
kadar ince gümüş nanoparçacıklarla kapla-
yarak bakterilerle mücadele etmeyi keşfet-
K onu ister fizik, biyoloji olsun ister
kimya, bilimsel konuları öğrenmede
öğrenciler arasında farklılık görülür. Kimi
öğrenci önce bir akış şeması çizer. Bu şe-
malarda kavramlar, düşünceler ve karak-
terler arasındaki ilişki oklarla veya çiz-
ti. Büyük gümüş parçacıklardan daha uzun fizik dersinde başarılıyken kimi de kimya gilerle gösterilebilir. Bundan sonra be-
süre etkili olan nanoparçacıklar antibiyo- ve biyoloji dersinde daha başarılıdır. Her yin bu kavramları kodlayarak hafızaya
tik direncinin gelişmesi sorununun üstesin- öğrencinin bir ders çalışma yöntemi olsa alır. Araştırmacılar bu yöntemin biyolo-
den gelmeye de yardımcı oluyor. Gümüş na- da başarılı olacaklarını düşündükleri çalış- ji, kimya ve fizik derslerinde çeşitli bilim-
noparçacıklarla kaplanan ambalaj kâğıdının ma yöntemiyle her zaman başarıyı yakala- sel kavramların öğretiminde kullanıldığı-
radyasyon, ısı muamelesi ve düşük sıcaklık- yamayabilirler. nı belirtiyor.

10
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Purdue Üniversitesi araştırmacılarının


yaptığı çalışmada “hafızadaki bilgiyi geri
çağırma alıştırması” ve “kavram haritala-
rı kullanarak detaylandırıcı çalışma” yön-
temleri karşılaştırılıyor.
Karpicke ve arkadaşları tarafından ger-
çekleştirilen bu çalışmada 200 öğrenci çe-
şitli bilim dallarıyla ilgili konuları öğren-
meye çalışıyor. Öğrenciler iki gruba ayrılı-
yor. Bir grup verilen kaynaktaki kitaba ba-
karak ve konuyu kavram haritaları ve akış
şemaları kullanarak öğrenmeye çalışırken
diğer grup hafızasındaki konuyla ilgili bil-
gileri geri çağırma yöntemiyle çalışıyor.
Bunu gerçekleştirirken önce verilen kay-
naktaki bilgiyi okuyor, ardından kaynakla-
rını bir kenara koyup yani kaynaktan ba-
ğımsız bir şekilde bilgileri hatırlamaya ça- Uçak gövdesi üzerinde çeşitli kimyasal malzemeler ile yapılan
lışıyorlar. buzlanma giderme çalışması. kimyasal maddeler nedeniyle hem uygu-
Kısa bir ön çalışma evresinden sonra landıkları yüzeye zarar verebiliyorlar hem
her iki gruba yapılan testler sonucunda iki de çevreye zararlı etkileri olabiliyor.
grubun da hatırladığı bilginin eşit olduğu Harvard Üniversitesi’nden Joanna

Buzlanmaya Karşı
görülüyor. Fakat bir hafta sonra, uzun sü- Aizenberg’in liderliğinde gerçekleştiri-
reli öğrenim düzeylerinin değerlendiril- len bu bilimsel çalışmada, nanoteknoloji

Nanoteknolojik
mesi için tekrar çağırıldıklarında, bilgiyi kullanılarak daha en baştan buzlanmanın
daha uzun süre akılda tutmak konusun- önüne geçilmesi amaçlanıyor. Yeni oluş-

Çözüm
da, hafızadan geri çağırma yöntemiyle ça- maya başlayan buz damlacıkları, yüzeye
lışan grubun kavram haritaları çizerek ça- çarptıkları anda dağılıp yayılırlar ve yüze-
lışan gruptan % 50 oranında daha iyi oldu- ye sımsıkı tutunurlar. Bu da daha fazla buz
ğu görülüyor. Oğuzhan Vıcıl damlacığının yüzeye yapışıp kalması için
Bu çalışmada öğrencilere belirli kav- uygun ortam oluşturur. Mikron büyüklü-
ramlarla ilgili sorular ve ayrıca bu kavram-
larla ellerindeki kaynakta doğrudan veril-
meyen başka kavramlar arasında bağlan-
B uzlanmanın hava ve kara yolu ulaşı-
mını olumsuz etkilemek, altyapı hiz-
metlerinde, örneğin elektrik dağıtımında
ğünde özel geometrik desenler içeren ye-
ni geliştirilmiş yüzeyler ise, buz damlacık-
larının yüzeye çarpıp sıçramasına sebep
tı kurmaya yönelik sorular soruluyor. An- aksamalara sebep olmak, dış ortam koşul- oluyor. Bu sayede buz damlacıkları yüzey-
lamlı öğrenmeye yönelik olan bu test de- larında çalışan ekipmanlara zarar vermek de yer edemiyor ve birbirlerine yapışıp buz
ğerlendirildiğinde, hafızadaki bilgiyi geri gibi birçok olumsuz etkisi vardır. Buz- tabakası haline gelemiyorlar.
çağırma yöntemiyle çalışanların detaylan- dan korunmaya yönelik iki temel yakla- Aizenberg ve ekibi, geliştirdikleri na-
dırma yöntemiyle çalışanlardan daha iyi şım vardır. İlki buzlanmanın önlenmesi- nodesenli yüzeyin etkinliğini düşük sıcak-
öğrendiği ortaya çıkıyor. ne yönelik çalışmalar, yani buz tanecikle- lıklarda sınadılar ve -30 santigrat derece-
Ayrıca Karpicke’nin bu çalışmadaki rinin yüzeye yapışmasını ve bu sayede buz ye kadar buz oluşmasının önlenebildiği-
gözlemlerine göre, çalışırken kaynak ki- oluşumunu önlemeye yönelik yöntemler- ni gösterdiler. Daha düşük sıcaklılarda ise,
tapları önünde olan öğrenciler, konuyu dir. İkincisi ise, buzlanmanın giderilmesi- bu etki kaybolmaya başlıyor. Buna karşın,
aslında olduğundan daha iyi bildiklerini ne yönelik çalışmalardır. Klasik yöntemle- özel nanodesene sahip yüzeylerde oluşan
zannediyorlar. Karpicke’ye göre öğrenciler rin arasında en yaygın olanları, buzlanma buzun yerinden sökülebilmesi için, nor-
hangi yöntemin öğrenmede daha iyi bir derecesini düşüren tuz veya çeşitli kimya- mal yüzeyler için gerekenin onda biri ka-
yöntem olduğunu her zaman doğru kesti- sal maddelerin kullanımı ve ısıtmadır. dar bir kuvvet gerekiyor. Bu da buzlanma
remiyor. Bu nedenle hangi yöntemin ken- ACS Nano Kasım ayı internet baskı- sonrası çözümler için ayrı bir avantaj sağ-
dileri için daha iyi olduğunu değerlendi- sında yayımlanan güncel bir çalışma, ge- lıyor.
rirken yanılgıya düşebiliyorlar. leneksel yöntemlerden farklı olarak buz- Çalışmanın ilk sonuçları oldukça önem-
Karpicke’ye göre, kavram haritalarıy- lanmaya karşı nanoteknolojik bir çözüm li bulgular barındırsa da ürünün ticari ha-
la detaylandırarak çalışarak öğrenme yön- öneriyor. Isıtma, tuzlama ve bazı kimya- le gelmesi için hâlâ birtakım çalışmalara ih-
teminin herhangi bir dezavantajı yok. An- sal maddelerin kullanılması gibi gelenek- tiyaç var. Harvard’lı araştırmacılar şimdi-
cak bu çalışma, bilgiyi geri çağırma yönte- sel yöntemler çoğunlukla tatmin edici so- lerde, geliştirilen özel yüzeyin dış koşulla-
minin bilimsel kavramları öğrenmede da- nuçlar üretseler de ideal çözüm sunmak- ra bağlı olarak yenileme gerektirip gerektir-
ha etkili olduğunu ortaya koyuyor. tan uzaklar. Çoğunlukla geçici etkisi olan mediğini ve ne kadarlık strese dayanıklı ol-
bu yöntemler aynı zamanda kullanılan duğunu araştırıyor.

11
Merak Ettikleriniz

Değerli Okuyucularımız,
Bilim ve teknoloji konularında merak ettiğiniz, kafanızı karıştıran,
düşündürücü sorularınızı merak.ettikleriniz@tubitak.gov.tr
adresine yollayabilirsiniz.
Tüm okuyucularla paylaşabileceğimiz sorularınızı değerlendirecek
ve yerimiz elverdiğince yanıtlamaya çalışacağız.
İlginç bilimsel sorularda buluşmak üzere... Aslında günlük hayatta çok kullandığımız bir şey
hakkında dikkatimi çeken bir soru sormak istiyorum.
Kullandığımız renkli sabunlar (pembe, mavi, sarı vs)
Dünya bir günü ve bir yılı tamamlamak için ister sıvı olsunlar ister kalıp, suyla köpürttüğümüzde
hangi enerji kaynağını kullanıyor? neden beyaz renkli köpürüyor?
Batuhan Karapür Furkan Gümüş

D ünya’nın ekseni çevresinde dönmesini ve Güneş’in çevre-


sinde dolanmasını sağlayan enerji Güneş Sistemi’nin oluşu-
mundan miras kalan hareket enerjisidir. Enerjinin kaynağı, siste-
Ç am yeşili, limon sarısı, lavanta moru ve gül pembesi…
Günlük hayatta çeşitli amaçlarla kullandığımız sabunlar çeşit
çeşit renklerde. Peki, sabunu suyla buluşturup köpürttüğünüzde
mi oluşturan bulutsudaki dönme hareketidir. sabunun rengine ne oluyor? Sıvı bir sabunu suyla karıştırdığınızda
Eğer hareket eden bir cisim üzerinde onu yavaşlatacak hiçbir köpüğün alt kısmında kalan suda sabunun rengini görebilirsiniz. Sa-
kuvvet yoksa bu cisim hareketini sonsuza kadar sürdürebilir. Bu bunlu suyun rengi sabundan daha açıktır, çünkü sabunun içindeki
Newton fiziğinin temel ilkelerinden biridir. Ancak pratikte bu boya artık daha büyük bir hacmi renklendirmek zorundadır. Fakat
mümkün değildir. Uzayda bile çeşitli etkenlerle gökcisimlerinin kullandığınız sabunun rengi ne olursa olsun köpüğü daima beyaz
hızları değişir. olur. Aslında sabun köpüğünün büyük bir kısmı havadır. Hava bu
Dünya’nın içinde meydana gelen birtakım jeolojik olayların, köpüklerin içine hapsolmuştur ve sabunlu suyu inceltir. Havanın gi-
atmosfer olaylarının, Güneş rüzgârının etkileri ile Ay’ın, gezegen- derek incelttiği bu su tabakasında bir renk görülmesi artık zordur.
lerin ve Güneş’in kütleçekimlerinin etkisi, Dünya’nın ekseni çev- Bunun bir nedeni de şudur: Sabunlarda kullanılan boyar mad-
resindeki dönüşünü yavaşlatır. Yani Dünya sahip olduğu hareket de suda kolayca çözünür. Bu boyar maddelerin suda çözünme
enerjisini azar azar kaybetmektedir. Bundan yaklaşık 4,5 milyar özelliği o kadar yüksektir ki köpüğe renk vermeden suyla birlikte
yıl önce oluştuğunda Dünya’nın yaklaşık 6 saatte bir kez döndü- akıp giderler. Sabun yapımında kullanılan boyaların derişimi de
ğü ve son 2000 yılda bir günün yaklaşık 10 saniye kadar kısaldığı oldukça düşüktür. Bu yüzden sabunu suyla köpürttüğümüzde de-
hesaplanıyor. rişimi zaten düşük olan boyayı iyice seyreltmiş oluyoruz ve böy-
Benzer şekilde Dünya’nın Güneş çevresindeki hareket enerjisi lece köpük gözümüze beyaz görünüyor. Köpüğe renk vermek için
de azalıyor. Ama bundaki değişim daha az fark edilir düzeyde ve daha yüksek derişimde boya kullanmak gerekiyor.
sorumlusu büyük ölçüde Güneş rüzgârı. Dünya’nın Güneş çevre- Bu arada, renkleri görmemizin nedeni bir cismin üzerine düşen
sindeki hızı azaldıkça yörüngesi giderek Güneş’e yaklaşır. Böylece ışığın o cisimden yansımasıdır. Bir sabun köpürdüğünde ise ışık, sa-
Güneş çevresinde dolanma süresi de giderek azalır, çünkü geze- bundan önce köpüklerin arasındaki bir sürü hava katmanından yan-
genlerin yörünge süreleri Güneş’e uzaklıklarına bağlıdır. sıyarak gözümüze ulaşır. Bu da sabunu beyaz görmemizde etkilidir.
Alp Akoğlu Şefika Özcan

12
Bilim ve Teknik Şubat 2011
merak.ettikleriniz@tubitak.gov.tr

Atomlar fotonlarla uyarıldıklarında ancak ve ancak fotonun olan elektronların bulunduğu bir metale gönderildiğinde, foton ile
enerjisi atomun iki enerji seviyesi arasındaki farka eşit elektron arasında Compton saçılması gerçekleşiyor.
olduğunda ya da iyonlaştırabilecek enerjiye sahip olduğunda Kısacası elektronun fotonla nasıl etkileştiği fotonun enerjisine
elektronu bir üst enerjiye çıkarıyor ya da iyonlaştırıyor. bağlı. Fotonun enerjisi elektronun bağlanma enerjisinden biraz
Yani foton enerjisini ya tamamen atoma veriyor ya da hiç vermiyor. fazla ise elektron fotonu tamamen soğuruyor; bağlanma için ge-
Compton olayında foton ve elektron çarpıştığında fotonun enerjisinin reken enerji kadar enerjiyi sistemden kopup serbest hale geçmek
bir kısmı elektrona verilip kalan enerjiyle foton kırmızıya kayarak için kullanırken, kalan enerjiyi kinetik enerjisine katıyor. Fotonun
yoluna devam edebiliyorsa, niçin uyarılma olaylarında fotonun enerjisinin elektronun enerjisinden kat kat fazla olduğu durum-
enerjisinin bir kısmı kullanılıp kalanıyla foton kırmızıya kayarak da ise enerjinin bir kısmı elektrona aktarılıyor. Foton daha düşük
yoluna devam edemiyor? İşin içinde hesaba katamadığım momentum enerjiyle, enerji ve momentum korunum yasalarına uygun olarak
sorunları ve esnek çarpışmalar mı var? Foton ne zaman ve niye yoluna devam ediyor.
Compton olayında farklı şekilde enerji transfer ediyor?
Furkan Gümüş Dr. Zeynep Ünalan

A tom ve elektronlar ışıkla değişik şekillerde etkileşebiliyor. İlk


bahsettiğiniz, belli frekanstaki fotonun bir atom tarafından
soğurulması ve fotonun enerjisini soğuran elektronun bağlı olduğu
Yunuslar balık mıdır?
Yıllar önce bir sayınızda yunusların balık olmadığına dair
bir haber okumuştum. Sorum da bu yönde olacak.
atomdan koparak serbest kalması olarak özetleyebileceğimiz iyoni- Arkadaşlarımla geçenlerde konuşurken bu soru gündeme geldi.
zasyon. Elektronun bağlı olduğu bir sistemden kopuşu, metallerden Ben de yunusların balık olmadığını, bunu da sizin derginizde
yarı iletkenlere kadar birçok yerde gözleniyor. İnce bir metal üzerine okuduğumu söyledim. Ama yine de emin olmak
morötesi ışık gönderdiğimizde de metalden elektron koparabiliyo- (ve arkadaşlarımın emin olmasını sağlamak) için size
ruz. Metallerde elektronlar, enerji bantları denilen ve metal atom- sormanın en mantıklısı olacağını düşündüm.
larının oluşturduğu yapılardaki enerji seviyelerine yerleşiyor. Metal Cevabınızı bekliyorum, teşekkürler.
üzerine belli frekanslarda ışık gönderilerek elektronlar yapıdan ko- Tugay Sarap
parılabiliyor. Fotoelektrik olay denen bu olayda da, belli frekanstaki
fotonlar elektronlar tarafından tamamen soğuruluyor. Işığın metal-
den elektron koparabilmesi için, ışığın frekansının, enerji bandında-
ki elektronları iletkenlik bandına geçirecek enerjilere karşılık gelen
Y unus balık değildir, memeli bir hayvandır. Balinalarla birlikte
Cetacea takımı içinde yer alan bir deniz memelisidir. Suda daha
rahat hareket edebilmek için vücut yapısı yüzmeye uyum sağlamış-
frekanslarda olması gerekiyor. Bunun sebebi, elektronların ne atom- tır. Bu yüzden görünüşü karadaki memelilerden farklıdır. Yavrularını
da ne de bir metalde her istedikleri enerji seviyesinde ve konumda suda doğurur ve sualtında emzirirler. Karada yaşayan memeliler gibi
bulunamayışları. Bunu, kuantum fiziğinin bir sisteme bağlı elektron- akciğerleri vardır. Bu nedenle, soluk alabilmek için suyun üst taraf-
lar üzerine getirdiği kısıtlama olarak düşünebiliriz. larında bulunurlar, ancak avlanmak için dalarlar. Suda indikleri de-
rinlik ve kaldıkları süre türlere göre değişir. Yunuslardan, 1960’lı ve
Saçılan elektron
1970’li yıllarda yazılan bilimsel makalelerde de “yunus balığı” olarak
Gelen foton
Elektron
söz ediliyor. Hatta bir diğer deniz memelisi olan foklara da “fok balığı”
veya “ayı balığı” deniyor. Ancak bu hayvanlar memeli grubundan ol-
dukları için adlarında “balık” sözcüğünün kullanılmaması gerekiyor.
Dr. Bülent Gözcelioğlu
Saçılan foton

Compton olayında ise söz konusu elektronlar serbest ve du-


rağan. Yani Compton saçılması, bir foton serbest ve durağan bir
elektronla karşılaşınca gerçekleşiyor. Böyle bir durumda fotonun
enerjisinin bir kısmı elektronun ivmelenmesine harcandığı için,
yayılan fotonun enerjisi ve frekansı başlangıçtaki fotona göre daha
düşük oluyor. Serbest elektron deyince illa ki ortalıkta tek başına
dolanan ya da hareketsiz bir elektron aklımıza gelmemeli. Pekâlâ
bir metaldeki elektron da Compton saçılmasına uğrayabilir. Elekt-
ron bir sisteme bağlı ve enerjili olsa da, gelen fotonun enerjisi
elektronunkine kıyasla çok yüksekse elektronun durağan olduğu
yaklaşımı yapılabilir. Örneğin 10 keV’luk (kilo elektronVolt) bir
X ışını ya da 100 keV’luk gamma ışını bağlanma enerjisi 100 eV

13
Ctrl+Alt+Del Levent Daşkıran

Cep Telefonu-Bilgisayar Ayrımı Ortadan Kalkıyor


Peki nasıl? Örneğin Atrix 4G telefonu ve masaüstü bağlantı apara-
tını aldınız. Masaüstü bağlantı aparatı denilen şey, telefon üzerine yer-
leştirdiğiniz küçük bir aksesuardan ibaret. Ayrıca üzerinde klavye, mo-
nitör, fare gibi aygıtları bağlamanızı sağlayan yuvalar da yer alıyor. Sa-
bah masanıza gelip cebinizden telefonunuzu çıkarıp bağlantı apara-
tına yerleştirdiğiniz anda, telefonunuz ekranını monitörde görüntüle-
yip klavye ve fare yardımıyla kullanabileceğiniz kapsamlı bir bilgisaya-
ra dönüşüyor. Bu sistem üzerinde dosyalarınızı açabiliyorsunuz, üzer-
lerinde değişiklik yapıp kaydedebiliyorsunuz, internette gezebiliyor-
sunuz, e-posta gönderip alabiliyorsunuz, film izleyip müzik dinleyebi-
liyorsunuz, yani bir bilgisayarla yapabileceğiniz aklınıza gelen ne varsa
yapıyorsunuz. İşiniz bitti, masa başından ayrılacaksınız. Telefonu bağ-
lantı aygıtından çıkardığınızda yaptığınız tüm çalışmalar kaydedilmiş
olarak cebinize geliyor. Masaüstünde çalışırken yarım bıraktığınız bir
şeyler varsa telefonun ekranından halletmeniz mümkün. Bunun ya-
nında telefonla birlikte duyurulan bir de dizüstü aparatı var. Bu da için-
Bilim ve Teknik dergisinin Ocak 2011 sayısında akıllı telefonlar konu- de donanım olmayan, sadece klavye ve monitör-
sunu işlerken, yeni nesil telefonların sundukları işlem gücü ve yetenek- den ibaret bir kutudan oluşuyor. Bunun arkasına
leri açısından neredeyse masaüstü bilgisayarları aratmayacak hale gel- telefonu taktığınızda, bu sefer de hafif ve güçlü bir
diğinden söz etmiştik. İşte tam da bunun üzerine, ABD’nin Las Vegas dizüstü bilgisayara kavuşuyorsunuz. Böylece akıllı
şehrinde gerçekleştirilen CES fuarında Motorola’nın bilgisayar ve cep telefonun size yetmediği yerlerde dizüstüne terfi
telefonu arasındaki ayrımı ortadan kaldırmak üzere tasarladığı, Atrix etme şansınız oluyor.
4G adını verdiği bir akıllı telefonu tanıttığı haberi geldi. Motorola At- Amerika’da birkaç aya kadar piyasaya sürül-
rix 4G, üzerinde çift çekirdekli işlemci barındıran ve Android 2.2 işletim mesi planlanan telefonu incelemek ve neler ya-
sistemiyle çalışan bir akıllı telefon. Buraya kadar her şey normal. Tele- pabildiğini yakından görmek için http://bit.ly/
fonu özel kılan ise üzerinde yer alan Webtop adlı arayüz ve beraberin- atrixmobile adresini ziyaret edebilirsiniz.
de sunulan bağlantı aparatları. Bu sayede tek bir hareketle akıllı tele-
fonunuzu bir masaüstü, dizüstü, hatta araç içi bilgisayar haline dönüş- Motorola Atrix 4G, akıllı telefon ve bilgisayar arasındaki ayrımın
türebiliyorsunuz. ortadan nasıl kalkacağına dair ipuçları sunuyor.

Gözlüksüz 3 Boyut Önce Elimizde, Sonra Evimizde


Neye benzediği üç aşağı beş yukarı belli olsa da, nasıl olacağı me- tü, ancak gözlük takma zorunluluğu birçok kullanıcıyı rahatsız etmişti.
rak konusu olan Nintendo 3DS oyun konsolunun resmi duyurusu niha- Bunun üzerine hemen herkes bu işin gözlüksüz olup olamayacağı, olur-
yet geçtiğimiz ayın sonlarına doğru yapıldı. Gözlüksüz 3 boyutlu görün- sa da ne kadar iyi olacağı üzerine akıl yürütmeye başlamıştı. Öyle görü-
tü sunmayı vaat eden taşınabilir oyun konsolu hakkında ilk haberler bun- nüyor ki Nintendo 3DS, geniş bir kullanıcı tabanını hedefleyen bu alan-
dan neredeyse 1 yıl kadar önce internette dolaşmaya başlamış, fakat ay- daki ilk ürün olarak bir yandan bu işin düzgün bir şekilde mantıklı bir fi-
gıtın performansının nasıl olacağını kimse öğrenememişti. Tanıtım top- yata yapılabileceğini gösterirken, diğer yandan kendinden sonra gelecek
lantısına katılanların görüşlerine bakılırsa ürünleri de benzer şekilde davranmaya ite-
Nintento 3DS, bu konudaki vaadini hak- cek. Örneğin Fujitsu şimdiden gözlüksüz 3
kıyla yerine getirmiş gibi görünüyor. De- boyutlu görüntü sunabilen ilk dizüstü bilgi-
neme fırsatı olan herkes görüntüdeki üç sayarı üretme hazırlığında olduğunu açık-
boyut algısının tatmin edici olduğu ko- larken, LG’nin bu yıl sonuna doğru piyasa-
nusunda hemfikir. Aygıtın Şubat ayın- ya süreceği tabletin gözlüksüz izlenebilen
da Japonya’da, Mart ayında Avrupa’da ve 3 boyutlu ekranla donatılmış olacağına dair
ABD’de satışa sunulmasıyla birlikte tüke- söylentiler internette dolaşıyor. Sözün özü,
ticiler de bu konudaki merakını giderebi- bu yılın tabletlerin yılı olacağı öngörülüyor-
lecek. du, önümüzdeki yıl da büyük ihtimalle göz-
Ama burada dikkat çekilmesi gere- lüksüz 3 boyutlu görüntünün yılı olacak.
ken nokta, küçük bir oyun konsolu üze- Bizce de olsun, sakıncası yok. Nintendo
rinden pratik anlamda hayatımıza giren 3DS ile ilgili detaylı bilgiyi www.ninten-
bir kavramın diğer aygıtlara olan bakı- do.com/3ds adresinde bulabilirsiniz.
şımızı nasıl şekillendireceği. 2010 yılın- Nintendo’nun yeni taşınabilir oyun konsolu,
dan itibaren 3 boyutlu televizyonlar sa- gözlüksüz izlenebilen 3 boyutlu ekranların yaygınlaşması
tın alabileceğimiz ürünlere dönüşmüş- için bir dönüm noktasını simgeliyor.

14
Bilim ve Teknik Şubat 2011

İçinizdeki Müzisyeni Ortaya Çıkaran Site: Ujam


İnternette kendi müziğinizi yapabileceğiniz veya
çeşitli enstrümanları deneyebileceğiniz çok sayıda si-
te var. Ama müzikle az da olsa ilgileniyorsanız, ujam
adlı servisi bir denemenizde fayda var. Ujam, tama-
men internet üzerinden kullanılan ve kendi besteleri-
nizi oluşturmak için faydalanabileceğiniz bir platform.
Örneğin müzikle ilginizin sadece blok flüt çalmaktan
veya kendi kendinize mırıldanmaktan ibaret olduğu-
nu varsayalım. Ama bir yandan da aklınızda dolanıp
duran bir melodi var ve siz bunun düzenlenmiş ha-
lini duymak istiyorsunuz. Giriyorsunuz ujam’a, ücret-
siz kayıt ve giriş işlemlerini gerçekleştiriyorsunuz. Si- ujam.com, içinizdeki müzisyeni ortaya çıkarmak için
birbirinden ilginç ve becerikli araçlar sunuyor.
te ilk olarak sizden aklınızdaki melodiyi elinizdeki her-
hangi bir enstrümanla çalmanızı veya mırıldanmanızı
istiyor. Melodinizi çalıyor veya söylüyorsunuz. Bu ara-
da, ufak tefek hatalar sonradan düzeltilebildiği için o
kadar da önemli değil. Ujam bunları alıyor, notalarına
ayırıyor, uygun akorları belirliyor ve zengin bir altyapı
eşliğinde istediğiniz enstrümanı ana ses olarak kulla-
nıp çalmaya başlıyor. Sonuçlar öylesine başarılı ki, bir-
kaç dakika önce mırıldandığınız melodinin dakikalar
içinde böylesine zengin bir hale geldiğine inanmak
güç. Üstelik yapıtlarınızı paylaşmak da üretmek kadar
kolay. Siteye ujam.com adresinden ulaşabilir ve kayıt
işleminin ardından hemen kullanmaya başlayabilirsi-
niz. Ayrıca sitede arayüzün nasıl kullanıldığı ve bu ara-
yüzle neler yapabileceğinize dair çok sayıda video da
var, izlemenizi tavsiye ederim.

Geleceğin Orkestrasında Enstrümanlar Üretilmeyecek, Yazdırılacak

Mevcut enstrümanların akustik modellerini anlamak için


yapılan çalışmalar, bazı araştırmacıların gündeminde önem-
li bir yer tutuyor. Ancak bazıları da var ki, olaya farklı yönden
yaklaşarak kendi ortaya koydukları akustik modellerin ger-
çekte nasıl sesler çıkaracağını duymak istiyorlar. İşte bu ko-
nu, 3 boyutlu yazıcıların gelişimiyle bambaşka bir platforma
taşınmak üzere. ABD’deki MIT Medya Laboratuvarı araştır- Amit Zoran’ın
macılarından Amit Zoran, benzer bir projeye hazırlık ama- 3 boyutlu yazdırma tekniğiyle
cıyla 3 boyutlu yazıcıları kullanarak gerçek bir flüt yapıp de- ürettiği flüt ilk deneme için
gayet başarılı.
nemeye karar vermiş. Flütün tüm gövdesi, sonradan ekle-
nen metal yaylar hariç 3 boyutlu yazıcılarla üretilmiş. Sonra mümkün olmadığı karmaşık yapılara sahip enstrümanla-
da bir arkadaşından bu flütü çalmasını rica etmiş. Sonuç ilk rı tasarlamak ve üretmek de mümkün olabilir. Flütün hazır-
deneme için gayet iyi. Bazı deliklerin tam olarak kapanama- lanışına dair detayları ve performansına dair videoyu engt.
ması haricinde melodi gayet güzel çıkıyor. Üstelik kullanılan co/3dflute adresinde görebilir, Amit Zoran’ın diğer projeleri
yöntem sayesinde, şimdiye dek gerçeğe dönüştürmenin için bit.ly/amitzoran adresini ziyaret edebilirsiniz.

15
Tekno - Yaşam Osman Topaç

Kendi E-Kitabını
Kendin Yap!
Elektronik kitaplar gelişmiş ülkelerde
her geçen gün yaygınlaşıyor.
Bu teknoloji ülkemizde de yeni
yeni gelişiyor. Değişik tasarımlı bir
tarayıcı olan Book Saver özellikle
sevdiği kitapları veya basılı arşivini
elektronik ortama aktarmak Kodak Üç Boyutlu
isteyenler için tasarlanmış. Cihaz 200
sayfalık bir kitabı 15 dakika içinde EasyShare Sport Titanyum Baskı
elektronik ortama aktarabiliyor.
http://www.ionaudio.com/booksaver Plajda, havuzda veya sualtında Üç boyutlu malzeme baskısı çok
gördüklerinizi fotoğraflayabilmeniz yeni bir teknoloji değil.
için ekonomik bir çözüm Kodak Genellikle prototip üretiminde
EasyShare Sport. Toz ve kum kullanılan 3D yazıcılar, üretim
geçirmeyen Kodak EasyShare malzemesi olarak plastik kullanıyor.
Sport’u 3 metre derinliğe kadar Materialise firması tarafından
sualtına indirebiliyorsunuz. geliştirilen bu teknoloji ise
12 MP çözünürlüğe sahip bu hammaddesi titanyum olan 3D
amatör sualtı fotoğraf makinesi modeller üretebiliyor. Örneğin,
sıradan dijital fotoğraf makineleri resimde gördüğünüz titanyum top
fiyatına piyasaya sürülecek. böyle bir yazıcı kullanılarak üretilmiş.
www.kodak.com Top içerisinde bulunan titanyum
çubuğun üzerine bu yazıcıyı
kullanarak 2 mm büyüklüğünde yazı
yazmanız bile mümkün. Bu yazıcının
çalışma prensibi ana hatlarıyla şu
şekilde: Yazıcı başlığı bilgisayar
tarafından verilen koordinatlara ince
tabaka halinde titanyum parçacıkları
yerleştiriyor. Daha sonra kuvvetli
lazer ışını bu titanyum parçacıkları
eriterek bulundukları yere
yapıştırıyor. Defalarca tekrarlanan bu
döngü sonucu resimde gördüğünüz
3D ürünler meydana geliyor.
http://www.materialise.com/

16
Bilim ve Teknik Şubat 2011
osmantopac@gmail.com

Iphone İçin Yeni Güneş Kelebek Gözünden


Bir Uygulama: Arabalarında Güneş Enerjisi Panellerine
Dermatoskop Dünya Rekoru Güneş enerjisi panellerinde kullanılan malzemenin mümkün
olduğu kadar güneş ışınlarını yansıtmaması gerekiyor.
Dermatoskop, cildiye uzmanları
tarafından deri üzerindeki lekeleri
Kırıldı Bu amaçla, bu tür panelleri kaplamak üzere bir film geliştirmek
üzere çalışan bilim insanları, doğada bu özelliğin en üst düzeyde
ve benleri incelemek için kullanılan Sadece güneş enerjisi ile çalışan (akü olduğu gece kelebeği gözünün yapısından esinleniyorlar.
bir cihaz. Handyscope ise Iphone bulundurmayan) araçlar sınıfında, Japonya’da bir üniversitede araştırmacı olarak çalışan Noboru
telefonları, dijital dermatoskopa Guiness Dünya Karasal Hız Rekoru Yamada tarafından geliştirilen bu teknoloji, yılda yaklaşık
dönüştüren bir uygulama. Avustralya’da kırıldı. Sunset IVy, % 6 verimlilik artışı sağlıyor. Her ne kadar bu artış çok fazla
Handyscope kullanan bir cildiye dünya rekorunu saatte ortalama değilmiş gibi gözükse de bu tür alternatif enerji teknolojilerinde
uzmanı, deri üzerindeki bir lekenin 88 km süratle giderek kırdı. her türlü verimlilik artışının bir önemi var. Aslında bu
görüntüsünü 20 kat büyüterek tür yansıma engelleyici teknolojilerde gece kelebeği gözünün
inceleyebiliyor. Handyscope’u sıradan yapısından esinlenen ilk bilim insanı değil Noboru Yamada.
dermatoskoplardan ayıran diğer Benzer bir teknoloji Alman bilim insanları tarafından bilgisayar
bir özellik ise, cildiye uzmanının ekranlarının ve gözlük camlarının yansıma oranını azaltmak
bu görüntüyü saklayabilmesi ve üzere kullanılmış. Gece kelebeğinin gözünün ışığı yansıtma
konsültasyon için farklı doktorlara özelliğinin minimumda olması, kelebeğin gece görüşünü
anında gönderebilmesi. artırırken, düşmanları tarafından yakalanma riskini de azaltıyor.
http://www.handyscope.net/ www.solarnovus.com

Bu kategoride yarışan araçların


hızları, 500 m’lik parkurdaki
ortalama hızları ölçülerek bulunuyor.
Daha önceki rekor 1988 yılında
yaklaşık 1500 W enerji harcayarak
saatte 78 km hızla giden General
Motors Sunraycer’a aitti. Sunset
IVy ise yaklaşık 1050 W enerji
ile bu parkuru tamamladı. Bu
da Sunset IVy’nin yaklaşık % 25
daha az enerji harcayarak % 13
daha hızlı gittiğini gösteriyor.
http://www.sunswift.com/

17
Koray Löker

Pardus 2011
TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde geliştirilen ulusal işletim sistemi Pardus’un
yeni kararlı sürümü Pardus 2011 yayımlandı. Pardus 2009’un tüm dünyada düzenlenen
bir ankette Linux tabanlı en iyi beş işletim sisteminden biri seçilmesinin ardından
heyecanla beklenen yeni sürüm birçok iyileştirme ve yenilik getiriyor.
Bu özelliklere geçmeden önce kısaca bu başarının kısa tarihine göz atalım.

2004 yılı başında teknik ekibin çekirdeğinin oluştu-


Bu
rulması ile proje fiilen başlamış oldu. Farklı Linux da-
ır. DV
sıd
ğıtımlarının incelenmesi, mevcut dağıtımlardaki ek-
DT
rk a ÜB
li ma İTA
KB
s cil İLG
n
te

2011 sikliklerin, olası gelişim alanlarının, yapılması gere-


EM
ı
K'
İTA

ta
ra

kenlerin ve bunların iş gücü ve kaynak gereksinimle-


ÜB


nd
iT

“Kurulan DVD”
t ip

an
go

ço ğ

rinin irdelenmesinin ardından yol haritası belirlendi.


e lo

a l tı
sı v

lm ış
ar k a

1 Şubat 2005 tarihinde ilk ürün olan Pardus Çalı-


ve da
m
Pardus

ğ
ıtılmıştır. Para ile satılamaz.

Bilim şan CD 1.0 yayımlandı. Projenin amaçları ve teknik


Teknik
ve yaklaşımı hakkında Linux camiası ve kullanıcıları bil-
gilendirmeyi amaçlayan Çalışan CD beklenenin üze-
rinde ilgi gördü. Sonrasında geliştirme daha çok öz-
dır.

gün yenilik projelerine yoğunlaştırıldı ve nihayet 26


kta
ma ıl
ğıt

Aralık 2005’te Pardus’un ilk kurulabilir sürümü olan


a
ed il
rıa

sl

Pardus 1.0 Web üzerinden yayımlanmaya başlandı.


an Bu
lis DV
ım
zı l D 'd
ya r ek i
z gü yaz
itli ö eş r GN
ımla ıl
ı ve ç U G PL G
e n e l K a mu L i s a n s

Anadolu parsı: Anadolu parsı (Panthera par-


dus tulliana) leopar alt türündeki büyük kedilerin
Ulusal işletim sisteminin doğuşu Anadolu’daki son temsilcilerinden biri. Boyu 2-2,5
Pardus projesi, 2003 yılında TÜBİTAK BİLGEM metreyi, ağırlığı dişilerde 35-50 kilogramı, erkek-
(Bilişim ve Bilgi Güvenliği İleri Teknolojiler Araş- lerde 45-70 kilogramı buluyor. Yaklaşık ömrü 20
tırma Merkezi) bünyesinde, bir olurluk ve planlama yıl. Çevik ve etobur bir hayvan olan Anadolu par-
projesi olarak başladı. Ulusal bağımsızlık, güvenlik sının avını geyik, yaban keçisi, yaban domuzu, kü-
ve tasarruf amacıyla, kritik uygulamaların üzerinde çük memeliler ve kuşlar gibi birçok hayvan oluştu-
çalışabileceği, açık ve standart bir veri yapısını des-
ruyor. Anadolu parsının Ege ve Batı Akdeniz, Do-
tekleyen, güvenlik izlemesine imkân verecek şekilde
ğu Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde, daha
kaynak kodu açık olan ve finansal yük oluşturmadan
çok ormanlık ve dağlık alanlarda yaşadığı biliniyor.
yaygınlaştırılabilecek bir işletim sistemi gereksinimi-
Doğal yaşam alanları ve av kaynaklarının azalma-
ni karşılamak üzere başlayan proje doğrultusunda,
sı parsları insanların yaşadığı yerlere yönlendirdiği
açık kaynak kodlu, böylelikle finansal yük oluştur-
için genellikle vurularak ya da zehirlenerek öldü-
madan yaygınlaştırılabilecek bir işletim sistemi geliş-
rüldüler. Anadolu parsının varlığını kanıtlamak ve
tirmek üzere harekete geçildi. 2003 yılı güzünde Li-
nux temelli, açık kaynaklı, olabildiğince GPL lisans- koruma altına almak için doğa gönüllülerinin ça-
lama yöntemini kullanan bir işletim sistemi dağıtımı baları aralıksız olarak sürüyor.
oluşturulmasına karar verildi.

18
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Beş yıl içinde hızlı bir gelişim gösteren Pardus,
2007 ve 2009 yıllarında yayınlanan kararlı sürümle-
rinin ardından, en son sürümü Pardus 2011’i Ocak
ayında kullanıma sundu.

Pardus’u dünya liginde


başarıya ulaştıran yenilikler
Pardus ilk günden bu yana araç temelli ve tekno-
loji merkezli bir tasarımla, kolay kullanılır, güvenli ve
yüksek performanslı altyapı sunmayı hedefliyor. Bu-
güne dek sunulan tüm ürünler, hazırlandıkları gün-
lerin teknoloji ve beklentileri doğrultusunda bu yak-
laşımın devamını sağlayacak güncellemeler içeriyor.
TÜBİTAK bünyesinde geliştirilen ve dünya ça- Derginizle birlikte gelen DVD, her bilgisayara ku-
pında beğeni toplayan yönetim araçları, Pardus rulması garanti olsun diye 32 bit tercih edildi. 64 bit
2011’de neredeyse baştan tasarlandı. Kullanıcı grafik denemek isterseniz www.pardus.org.tr adresinden
arayüzlerinde yapılan yenilikler kullanım kolaylığı edinebileceğinizi unutmayın.
sağlarken, performansta da ciddi artış sağladı. Böy-
lece kullanıcı hesapları, sistem ayarları ya da güven- Zamanın ruhu - kullanıcı isteklerine
lik duvarı ayarlamak isteyen Pardus kullanıcıları es-
kisinden de rahat olabilecek. Özellikle başka işletim
en iyi cevap veren işletim sistemi:
sistemlerinden sonra Pardus’u yeni kullanmaya baş- Pardus
layanlar için bu geçişi kolaylaştırmak üzere daha sez- Her gün yeni teknolojilerin çıkması, kullanıcı-
gisel tasarımlar yapılmaya çalışıldı. ların bilgisayarlarından beklentilerini değiştiriyor.
Pardus 2011, kullanıcılardan gelen onlarca isteği ha-
Üniversiteler ve TÜBİTAK arasında yata geçiren bir sürüm olmayı da başardı. Bu yenilik-
ler arasında göze çarpanlar:
üretken bir işbirliği modeli Tak-çalıştır 3G desteği: Pardus 2011’de önceki sü-
Bir işlemi gerçekleştirmek isteyen kullanıcının rümlerde kullanılan ağ yöneticisi yerine yeni bir öz-
aklına ilk gelen yöntemi denediğinde başarılı ola- gür projeden yararlanıldı. Yeni ağ yöneticisi de, da-
bilmesini hedefleyen sezgisel tasarım yaklaşımı, bir ha önceki sürümlerde olduğu gibi otomatik ayarla-
eğitim almadan Pardus kullanmayı mümkün hale nan kablolu bağlantı, tek tuşla mekân hafızalı kab-
getiriyor. Tasarımların bu yaklaşıma göre iyileşti- losuz bağlantı gibi özellikleri destekliyor. Bunun ya-
rilmesi ve daha basit hala getirilerek kolay kullanı- nı sıra kablosuz ağlar ile aynı kolaylıkta kullanılabi-
lır olması için Bahçeşehir Üniversitesi Görsel İleti- lir 3G bağlantı desteğine sahip. Böylece USB modem
şim Tasarımı Bölümü’yle başlayan çalışmalar sürü- çubukları ya da cep telefonlarıyla İnternet bağlantı-
yor. Pardus 2011 bu çalışmaların sonucu olarak or- sı kurmak isteyen kullanıcılar, karmaşık kurulum ve
taya çıkan fikirlerin ancak bir bölümünü hayata ge- yapılandırmalar ile uğraşmak zorunda kalmıyor.
çiriyor. Çalışmanın daha da yararlı olması için, tüm Profil fotoğrafçınız: Kaptan Masaüstü: Sosyal
kullanıcılardan Pardus ile sorun yaşadıkları takdir- medyanın hayatımızdaki önemi arttıkça sohbet prog-
de bunu Pardus Hata Takip Sistemi’ne rapor etme- ramlarından e-posta uygulamalarına kadar her yerde
leri isteniyor. profil fotoğrafı kullanılıyor. Kullanıcılar, Pardus’u ilk
Bir başka üniversite-TÜBİTAK işbirliği de Ça- çalıştırdıklarında kişisel ayarlarını yapmaya yardım-
nakkale 18 Mart Üniversitesi’yle gerçekleşti. Pardus cı olan Kaptan Masaüstü ile tanışır. Pardus 2011’de
2011’de 64 bit ve 32 bit olmak üzere iki ayrı işlemci, Kaptan profil fotoğrafçılığına soyunuyor ve bilgisaya-
kendi olanaklarına uygun derlenmiş sistemler çalış- ra bağlı bir kamera varsa fotoğraf çekip profil fotoğ-
tırarak daha yüksek verim sunuyor. Bunu sağlayan rafı olarak kaydediyor. Eğer herhangi bir kamera yok-
64 bit altyapısı, 18 Mart Üniversitesi Bilgisayar Mü- sa, sabit diskteki albümlerden seçmek de mümkün.
hendisliği Bölümü öğrencileri tarafından geliştirildi. Daha özgür, daha serbest: Özellikle oyun dün-
Projeyi hayata geçiren çiçeği burnunda üç mühendis yasının iyi tanınan 3B destekli ekran kartları, Pardus
ise artık birer BİLGEM çalışanı. gibi Linux sistemler için özel sürücüler yayınlıyor.

19
Pardus 2011

Bununla birlikte, özgür yazılım dünyasının bu kartlar için hazır-


ladığı özgür sürücüler de mevcut. Her birinin ayrı avantaj ve de-
zavantajları olan bu sürücüler, kullanım sırasında ayarlanabiliyor
ancak kurulum sırasında Pardus sizin yerinize bu kararı veriyor-
du. Kullanıcılardan gelen talep doğrultusunda, Pardus 2011 kuru-
lum sırasında ekran kartını hangi sürücü ile çalıştırması gerekti-
ğini sormaya başladı.
Disk yönetiminde yeni nesil teknolojiler: Pardus’un kolayca ku-
rulmasını sağlayan kurulum sihirbazı YALI, yine kullanıcı istekle-
ri doğrultusunda kullanıcıların elle kimlik numarası (UUID) seçe-
bilmesini ve disk bölümleri için Linux Mantıksal Hacim Yönetimi
(LVM) ve RAID teknolojileri kullanabilmesini sağlıyor.

En yeni uygulamalar, yeni teknolojilerle


Pardus’un ilk günlerinde piyasada kullanılan teknolojiler in-
celenerek yapılan değerlendirme sonucu, kullanıcıların sistem-
lerine yeni programlar eklemesini ya da güncelleme yapması-
nı kolaylaştırmak için en baştan bir sistem oluşturmanın uygun
olduğu kararlaştırılmıştı. Bu karar doğrultusunda hayat bulan
paket yöneticisi PiSi, alanında uzman bir çok yazılım mühen-
disi tarafından incelenerek takdirle karşılanmış ve en doğru çö-
zümler arasında sayılmıştı.
Yakın zamanda cep telefonları ve tabletler sayesinde mo-
bil işletim sistemlerinin önemi arttıkça PiSi benzeri çözümler
daha çok tanınmaya, masaüstü işletim sistemlerinde de tercih
edilmeye başlandı. Pardus, tek tuşla uygulama kurmayı ve ye-
nilikleri yönetmeyi yıllardır kullandığı için yine kullanıcı ta-
lepleri ön plana çıktı ve paket yöneticisi arayüzünde kurulabi-
lir durumdaki programların ekran görüntüleri ve diğer kullanı-
cıların verdiği oyların görünebildiği bir vitrin devreye sokuldu.
Böylece programları kurmadan önce haklarında daha çok fikir
sahibi olmak mümkün olabiliyor.
PiSi ile ulaşılabilen depolar ise en güncel ve popüler uygu-
lamalarla dolu. Skype, VLC, Google Chrome, Mozilla Firefox
ya da OpenOffice.org temel alınarak geliştirilen LibreOffice gi-
“Daha fazla özgürlük” diyenlerin buluşma noktası: bi her platformda tanınan ve sevilen programların yanı sıra Li-
Özgürlükİçin.com nux dünyasına ya da Pardus’a özgü 3000’den fazla paket tek tuş-
Pardus’un daha fazla kullanıcıya ulaşmak ve sesini yükselt- la kurulabilir durumda bekliyor. Bu programların seçilen bir
mek için kurduğu bir topluluk sitesi olan Özgürlükİçin.com’un bölümü DVD içinde kurularak çalışmaya hazır bir sistem su-
kullanımı giderek artıyor. nuyor.
Özgürlükİçin.com’da, Pardus ailesine yeni katılan kullanıcıla-
ra yardımcı olmak amacıyla, genellikle geliştiriciler ve deneyimli KOLAY KURULUM
Pardus kullanıcıları tarafından kaleme alınan paket tanıtımı, in- Pardus kurulumunu, temel bilgisayar bilgisine sahip kullanı-
celeme yazıları ve kullanım kılavuzlarını da içeren zengin bir içe- cılar için bile çok kolay hale getiren kurulum sihirbazı YALI da
rik sunuluyor. Site yeni kullanıcıların özgür yazılıma geçişini ko- bu sürümde baştan aşağı yenilendi.
laylaştırmayı hedefliyor. Bilgisayarınızı DVD’den başlattığınızda YALI sizi yönlendi-
Özgürlükİçin.com’da “Ajans Pardus” adlı online yayın da ziya- rerek bilgisayarınıza kurulumu gerçekleştirecek. Bilgisayarın
retçilerden büyük ilgi görüyor. 2010 yılı Nisan ayından bu ya- DVD’den başlatılması için yeni bilgisayarlarda F5-F6 gibi fonk-
na her Cumartesi güncellenen yayında özgür yazılım dünyası siyon tuşlarından biri, tek seferlik olarak bu sırayı değiştirme-
ve teknoloji dünyasından haberlere ve röportajlara yer veriliyor. nizi sağlar. Alternatif olarak BIOS’da açılış diskleri sırasını de-
ğiştirmeniz gerekebilir.

20
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
YALI başladıktan sonra klavye, bilgisayarı kulla-
Pardus’ta Bilim nan herkes için ortak olan zaman dilimi gibi bilgileri
Celestia: Astronomi meraklıları ve çocuklar için çok il- sorduktan sonra kurulum yapılacak sabit disk seçilir.
gi çekici olabilen üç boyutlu bir uzay benzeşim uygulaması DİKKAT: Bilgisayarında başka bir işletim siste-
olan Celestia, evrende hareket ederken neler görebildiğimizi mi bulunan ve iki sistemi aynı anda kullanmak is-
gösterir. Web sitesinden değişik uzay araçlarını yüklemek ve teyen kullanıcılar burada “Kendi Düzenini Yarat”
programın içeriğini genişletmek mümkündür. (http://www. seçeneğini seçmelidir. “Diskin Tamamını Kullan”
shatters.net/celestia/) seçeneği, mevcut işletim sistemini ve dosyalarını-
Stellarium: Yeryüzünün bir noktasından 360º fotoğraf zı siler.
üzerinde gök gözlemi yapılmasına olanak sağlayan Stellari- Eğer Pardus kurmaya ayırdığınız bir disk bölümü
um ile gök haritaları, yıldızlar, gezegenler ve diğer gök cisim- varsa, “Kendi Düzenini Yarat” seçeneğini tercih etme-
leriyle uydu hareketleri öğrenilebiliyor. Kızılötesi, çıplak göz lisiniz. Böylece mevcut disk bölümlerinizi yönetebilir,
ya da teleskop benzeşimleri ile farklı gözlem biçimleri de de- Pardus’a ayırdığınız bir disk bölümünü seçerek, diğer
neyimlenebilir. (http://stellarium.sourceforge.net/) işletim sistemi ve disklerinizi aynı biçimde kullanma-
Avogadro: Her işletim sisteminde çalışmak üzere tasarla- ya devam edebilirsiniz.
nan, platform bağımsız bir uygulama olan Avogadro, hesap- Pardus kurulumu yapmak için ihtiyacınız olan
lama ağırlıklı (computational) kimya, moleküler modelleme, temel alan Sistem Dosyaları bölümü. Bir disk bö-
bioinformatik, malzeme bilimi ve benzeri alanlarda kullanı- lümünü (disk isimleri karmaşık gelirse, boyutların-
lan ileri seviye bir molekül düzenleyicisi (http://avogadro. dan tanıyabileceğinizi hatırlatalım) seçtikten son-
openmolecules.net) ra onu zorunlu olan Sistem Dosyaları için atadığı-
ClustalX: Çoklu dizin hizalanması, üç veya daha fazla bi- nızda kurulum için gerekli olan bölümlemeyi sağ-
yolojik dizinin (genellikle protein, DNA veya RNA) hizalanma- lamış olursunuz.
sıdır. ClustalX, aşamalı hizalama yöntemleri kullanarak çok sa- Dilerseniz başka disk bölümlerini Kullanıcı Dos-
yıda (yüzlerce, binlerce) dizinin etkin bir şekilde geniş çapta yaları, Açılış Diski gibi alanlara (bunlar sırasıyla /, /
hizalanması uygulamalarında yaygınca kullanılan Clustal iş- home , /boot şeklinde adlandırılıyor) ayırabilirsiniz.
lemsel süreçleri için bir grafik kullanıcı arayüzüdür. (http:// LVM teknolojileri için Açılış Diski (/boot) ayrı olma-
www.clustal.org) lıdır. Kullanıcı Dosyaları’na ayrı disk bölümü ayırma-
Phoebe: Çift Yıldız fiziği araştırmaları için geliştirilen mo- nın avantajı ise sistemi yenilediğinizde ya da değiştir-
delleme altyapısı PHOEBE’nin Pardus üzerinde çalışan arayü- diğinizde kişisel dosyalarınızı yedeklemek için ayrıca
zü (http://phoebe.fiz.uni-lj.si/) vakit ayırmanıza gerek kalmayacak olması.
gdpc: Dinamik moleküler simülasyonların çıktılarını gör- Pardus, İnternet tarayıcı geçmişinizden e-posta-
selleştirmeye yarayan bir araçtır. Çok yönlü bir program ol- larınıza, kullandığınız belgelerden indirdiğiniz
makla beraber, bir çok başka amaç için kolaylıkla kullanılabi- dosyalara kadar her şeyi size ait Ev Dizini altında
lir. Gdpc xyz girdilerini ve özel biçimleri okur ve karelerin gö- tutar. Böylece tek bir klasörü yedeklemeniz ya da
rüntülerinin tamamını yazabilir. (http://www.frantz.fi/soft- bunu ayrı bir disk bölümünde tutarak sistemden
ware/gdpc.php) bağımsız kullanmanız mümkün olur.
KDE-Edu: Çeşitli eğitim uygulamalarını içerir. Pakette Gelişmiş kurulum seçenekleri hakkında daha fazla
kstars (gökyüzünün gece görünümü için grafik simülasyo- bilgi ve yardım için Pardus’un web sitesi ya da kulla-
nu), marble (coğrafi harita uygulaması), kalgebra (MathML nıcı topluluğunun bir araya geldiği Özgürlükİçin.com
temelli bir matematiksel hesaplama aracı), kig (interaktif ge- adresindeki yardım belgelerinden yararlanabilirsiniz.
ometri), kmplot (matematiksel fonksiyon çizme uygulaması)
uygulamaları bulunmaktadır. (http://www.kde.org/)
OpenCV: openCV gerçek zamanlı bilgisayarla görme iş-
lemleri için tasarlanmış bir kütüphanedir. İnsan-bilgisayar et-
kileşimi, nesne tanımlama, yüz tanıma, hareket izleme, mo-
bil robotik openCV’nin kullanıldığı bazı uygulama alanlarıdır.
(http://opencv.willowgarage.com/wiki)
BioPython: BioPython uluslararası bir geliştirici takımı ta-
rafından Python kullanılarak yazılmış, serbestçe kullanılabi-
len, biyoloji ile ilgili hesaplama araçlarından oluşan bir prog-
ramdır. (http://biopython.org/) Güle güle kullanın!

21
Bilge Demirköz

Büyük Patlama’nın
Çınlaması Âvâzeyi bu âleme dâvûd gibi sal 

Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş
Bâki

Evrenin ötesinde ne var? Büyük Patlama’dan önce ne vardı?


Karanlık madde ne, karanlık enerji ne? Çağımızın en zor soruları belki de bunlar.

B
eş duyumuzla algıladığımız dünyanın öte- Peki nereden biliyoruz? Nereden çıktı bu karan-
sinde bilim yoluyla keşfedilebilecek bir lık madde ve ondan da daha gizemli olan karan-
maddenin olması ihtimali belki bize kor- lık enerji?
kunç gelebilir. Ama zaten bu yolda epey aşama Hikâyeyi anlatmanın iki yolu var aslında: Bi-
kaydetmiş değil miyiz? Görmediğimiz, hissetme- ri Einstein’ın gözünden. Diğeri ise 1963 yılında
diğimiz radyo dalgaları sayesinde radyo dinleyip ABD’de New Jersey’deki Bell Laboratuvarları’nda
mikro dalga boylarını kullanan cep telefonları sa- çalışan iki fizikçinin gözünden. İsimleri Robert
yesinde dostlarımızla iletişim halindeyiz. Woodrow Wilson ve Arno Penzias. Telefonu icat
Sorun şimdi bilimin bize duyularımızın ötesin- eden Graham Bell’e 1880 yılında Fransız hüküme-
de, yaptığımız alıcıların da göremediği bir madde tinin verdiği 50 bin franklık ödülün sonucu olarak
olduğunu söylemesi. Yapabildiğimiz alıcılar gözü- kurulmuş olan Volta Laboratuvarı sonraları Bell
müzün göremediği ışık dalga boylarını algılaya- Laboratuvarları ismini almış ve 1956’da transistö-
biliyor, elimizin duyarlı olmadığı titreşimleri öl- rün bulunuşuna da ev sahipliği yapmıştı. Wilson
çebiliyor. Aslında duyularımız ve yapabildiğimiz ve Penzias uzaydan gelen radyo dalgaları üzerin-
tüm alıcılar ışık ve yüklü parçacıkların (çoğunluk- de ölçümler yapmaktaydı ve var olan en iyi radyo
la elektron ve protonların) etkileşmesine dayanı- alıcısını yapmak gibi zor bir görev üstlenmişlerdi.
yor. Elektromanyetik kuvvet, yani ışıkla artı ve ek-
si yüklü parçacıkların etkileşimleri olmasa, duy-
mayacağız, görmeyeceğiz, koku ve tat almayacağız.
Hislerimizi sınırlayan, evreni algılamamızı kısıtla-
yan hep o. İnsanın bildiği, gördüğü kadardır; aynı-
sı burada da geçerli.
Karanlık madde ise elektromanyetik kuvvetle
etkileşmeyen bir madde. Yani ışıkla etkileşmiyor.
Şu anda içimizden akıp geçiyor. Biz onun için bir
elek gibiyiz. Biz onu “görmüyorsak”, o da bizi “gör-
müyor”. Karanlık madde, adı üstünde, bir madde
yani kütlesi var. Kütlesi olan her parçacık gibi o da
yerçekimi kanunuyla hareket ediyor ve işte karan-
lık maddenin izini evrende yerçekimiyle bıraktığı Bell Laboratuvarları’nda çalışan iki fizikçi Robert Woodrow Wilson ve Arno Penzias,
etkiden dolayı biliyoruz. kozmik mikrodalga arkaplan ışımasını keşfettikleri teleskoplarıyla birlikte

22
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Yanda görülen kulağa benzer büyük radyo telesko-
punu kullanıp sıvı helyum kullanarak soğuttukları
yükselteçler kullanarak 21,1cm’lik dalga boyların-
da ölçüm yapacaklardı. 21,1cm’lik dalga boyu hid-
rojen atomundaki elektronun iki enerji seviyesin-
deki özel bir geçişe karşılık geldiği için, amaçları
Samanyolu Gökadası’ndaki hidrojen miktarını ve
böylelikle gökadanın bulunduğu diski iyi ölçmekti.
Aynı zamanda Samanyolu diskinin dışındaki gö-
kadalarda da aynı hidrojen geçişini gözlemleyebil-
mek istiyorlardı. Fakat ne kadar uğraşırlarsa uğraş-
sınlar, beklemedikleri bir cızırtı ile karşılaştılar. Bu
cızırtı antendeki fazladan bir sıcaklığa karşılık ge-
liyordu. Antende hep 3 Kelvinlik (-270oC) sıcaklık
ölçüyorlardı. Uzun zaman bu cızırtının ne olduğu-
nu araştırdılar, tüm ekipmanlarını tekrar tekrar de-
netlediler. Teleskop kulağının en içine güvercinle-
rin yuva yapmış ve Wilson’ın deyimiyle “etrafı, şe-
hirde yaşayan herkesin tanıdığı o özel beyaz mad-
denin kaplamış” olduğunu buldular. Ardından gü-
vercinleri çıkarıp temizlik yaptılar. Cızırtı yine de
yok olmadı. Bu probleme anten sıcaklığı problemi
ismini verip, başka ölçümlere yöneldiler. 1965 yılı-
nın ilkbaharında başka ölçümleri bitirdikten sonra
cihazı baştan aşağıya söküp tekrar kurdular, kont-
rol edip tekrar sıcaklık ölçümü yaptılar ancak, cı-
zırtı yine oradaydı.
Problemle karşılaşmalarının üzerinden bir yıl-
dan fazla geçmiş ve fazladan sıcaklığın Dünya’da-
ki bir kaynaktan gelmediğinden emin olmuşlar-
dı. Aradan bir yıldan daha uzun bir süre geçtiği-
ne göre, sorunun Dünya’nın Güneş’in etrafında-
ki konumuyla alakalı olamayacağını da kanıtlamış
oluyorlardı. O dönemde MIT’den Bernard Burke
ile başka ölçümleri hakkında konuşurlarken, Bur-
ke laf arasında Princeton Üniversitesi’nden Peeb-
les ve Dicke’nin evrendeki ışımalar üzerinde çalış-
tığından bahsetti. Peebles o aralar, sonsuza kadar
sürekli olarak bir genişleyip bir çöken evren mo-
deli üzerinde çalışıyordu ve henüz basılmadığı hal-
de Burke’ye verdiği makalesinde evrenin genişle-
menin başlangıcında çok sıcak ve çok yoğun olma-
sı gerektiğini yazıyordu. Bunu da, bir önceki faz-
dan arta kalan ağır elementlerin yok edilmesi için
bu fazın gerekli olduğunu söyleyerek açıklıyordu.
Burada vurucu nokta, Peebles’ın bu çok sıcak ve
çok yoğun ortamdan arta kalan bir siyah cisim ışı-
ması olması gerektiğini ve bu çınlama sıcaklığının
10K’den fazla olması gerektiğini hesaplamış olma-
sıydı. Hatta Dicke, Roll ve Wilkinson bir ekip oluş-
turmuş ve bu ışıma sıcaklığını ölçmek için çalışma-
ya başlamışlardı bile.

23
Büyük Patlama’nın Çınlaması

Bilim ve Teknik: Hocam, 1978’de Nobel konuşmasının sonları- nü ve irtifasını bildiğimiz bir şekilde uçması bizim uzay ölçümlerimiz
na doğru Robert Wilson sizin sonuçlarınızdan şöyle bahsediyor: için çok önemliydi: Kozmik mikrodalga arkaplan ışımasının çerçeve-
“Güneş’in kozmik arkaplan ışımasındaki hareketi Smoot ve ekibinin siyle bizim çerçevemiz arasındaki hız farkını iyi biliyorduk. Uçuşlarımız
ölçümlerine göre saniyede 390 ± 60 kilometre hızda ve 10,8 saat çoğunlukla geceleyin erkendi, böylece uçuş ekibi ve biz eve çok geç
sağ açıklık, 5 derece dik açıklıkta”. Kozmik mikrodalga arkaplan ışı- olmadan dönebiliyorduk. Uçuşlara başladık ve arada bir devam et-
masına göre Güneş sisteminin hızını hesapladığınızda neler hisset- tik: Dünya’nın Güneş’in etrafında dönmesinden (mevsimlerden) istifa-
tiniz? Hikâyenin devamının böyle olacağını tahmin edebilir miydi- de edip göğün başka bir yerini ölçebilmek için zaman ayırdık. İlk dört
niz? O günkü beklentileriniz nelerdi? uçuştan sonra gördüm ki, çift kutuplu bir şekil var ve en büyük farklı-
George Smoot: Güneş sisteminin hareketi aslında gökadamızın da- lık o gece saat 8’de olmuş. O zaman iki ay geriye gitmemize karşılık ge-
ha büyük hızını keşfetmemize neden oldu (çünkü Güneş gökadamı- len gece saat 11-12 sularında özel bir uçuş ayarladım. O uçuşta da aynı
zın zıddı yöne hareket ediyormuş), benim için (ve Türkiye dahil tüm in- farkı görünce anladım ki, bu gerçek bir sinyal ve sadece farklı bir mev-
sanlık için) çok heyecanlı bir zamandı. Güneşimizin gökadamızın et- sime bağlı değil. Sonra ölçümleri göğün farklı yerlerine bakarak tek-
rafında 250km/sn’lik bir hızla döndüğünü bulmayı bekliyorduk (ya- rarladık ve doğruladık. İki uçuşumuz daha kalmıştı. Ben sonuçlardan
ni ışık hızıyla kıyaslandığında binde birlik bir etki). Ancak, bunun bek- gayet memnundum ve güvenliydim, ancak diğer fizikçi dostlarımı ye-
lediğimizin ters yönde olması çok şaşırtıcıydı. İlginç olan ise, tüm ve- ni bir sonuç elde ettiğimize ikna etmem ve bir makale yazmam gere-
ri alımı bitinceye kadar yönün ters olduğuna dikkat etmemiş olmam- kiyordu. İşte ancak o noktada astronomi tahminleriyle verilerin doğur-
dı. Bütün verileri bir gök haritası üzerinde işaretliyordum. Tahminim duğu sonucu karşılaştırdığımda, ikisinin zıt yönlerde olduğunu görün-
bir şeyler bulacağımızdı, fakat dikkatli bir şekilde haritada ne çıkacağı- ce şaşırdım. (Aslında bu, dikkatli olup, beklentilerinin varacağın sonuç-
nı düşünmemiştim. U2 uçuşundan bilgi geldikçe kaydediyordum. U2 ları etkilememesi için önemli.)
uçağı Türkiye’den İsveç’e, vurulmamak için yüksek irtifada ve Sovyet- Aslında bu çok da zor olmadı çünkü iki farklı koordinat sisteminden
ler Birliği’nin üzerinden yüksek çözünürlükte fotoğraf çekmek için sta- dolayı, aradaki bağlantı hesabını son ana kadar yapmamıştım. Sonuç
bil bir şekilde uçuyordu. Uçağın yüksekten ve stabil bir şekilde, yönü- gökadamızın kozmik mikrodalga arkaplan ışımasının içinde çok hızlı

Dicke ve ekibi Bell Laboratuvarları’nda Penzias ve Wilson’ı noton bir ışıma mıydı yoksa gökyüzündeki sıcaklık dağılımı
ziyarete geldi. İki ekip anlaşıp (Princeton ekibi kuram konu- küçük açısal değişiklikler gösterebilir miydi, yahut kutupsal bir
sunda, Bell Laboratuvarı ekibi ise ölçümleri hakkında) bi- düzene (mesela çift kutuplu bir düzene) sahip olabilir miydi?
rer makaleyi aynı anda astrofizik konusunda en önemli dergi- Kozmik mikrodalga arkaplan ışımasını her taraftan gelen bir
ye yolladı. Makaleler yan yana basıldı. Her ne kadar biz şimdi ses gibi düşünsek, bu ses her yönde aynı frekansta mıydı, yoksa
1978’de Fizik dalında Nobel Ödülü’ne layık görülen bu buluşu farklı yerlerde küçük farklılıklar duyabilir miydik? Bu ses tüm
Büyük Patlama’nın çınlamasının keşfi olarak bilsek de, bakın evrende yankılanmakta olsa, onun bulunduğu çerçeve içinde
Wilson o gün için ne diyor: “Haleti ruhiyemiz, bir süre daha bir hızımız var mıydı? Bize doğru hızla gelen bir arabanın sesi
ancak ihtiyatlı bir iyimserlik olarak tanımlanabilirdi”. ilk önce nasıl incedir ama yanımızdan geçtikten sonra kalınla-
Kozmik mikrodalga arkaplan ışıması ismini alan bu çınlama, şır. Bu gözlem ilk olarak 1842 yılında ses dalgaları için Christi-
birçok grup tarafından doğrulanacak ve daha iyi ölçülecekti. Ev- an Doppler tarafından açıklanmış olsa da, elektromanyetik dal-
ren hakkında bildiklerimizin çoğunun bu ışımadan öğrenilece- galar dahil birçok dalga çeşidi için de geçerlidir. Nedeni yak-
ğini tahmin edebilir miydik? O zamanki düşünce ve beklentileri laşan arabadan yayılan dalga hızıyla arabanın hızının toplan-
hakkında kozmik mikrodalga arkaplan ışımasının anizotropisini masından dolayı dalga gözlemciye yüksek frekanslı görünür-
(yani yönbağımlılığını) ölçtüğü için 2006 yılında Nobel Ödülü’ne ken, uzaklaşan arabanın hızının çıkarılmasından dolayı da dal-
layık görülen Prof. Dr. George Smoot ile konuştuk. Bu söyleşiyi ganın gözlemciye daha düşük frekanslı görünmesidir. Eğer koz-
yazımızın son sayfasında bulabilirsiniz. Kendisinden Türkiye’yi mik mikrodalga arkaplan ışımasının çerçevesine göre bizim bir
yakın zamanda ziyaret edeceğine dair söz de aldık. hızımız varsa, o zaman gittiğimiz yöndeki ışımayı daha sıcak,
1967 yılında Rees ve Sciama kozmik mikrodalga arkaplan yönümüzün tersindeki ışımayı daha soğuk olarak görecektik.
ışımasındaki yönbağımlılığının yahut yönbağımsızlığının biz- Bu bir çift kutuplu görüntünün ortaya çıkması anlamına gelir-
lere evrenin başlangıcındaki koşullar hakkında bilgi vereceğini di. Gerçekten de öyle oldu ve Güneş sisteminin kozmik mikro-
yazarlar. Bir anda birçok bilim insanı bu yönbağımlılığını ölç- dalga arkaplan ışımasının içinde saniyede 380 km ilerlediği or-
mek için çalışmaya başlar. Peki nedir anizotropi yahut yönba- taya çıktı. Güneş’in Samanyolu’nun etrafında saniyede yaklaşık
ğımlılığı? Soru basit aslında: Evrendeki bu ışıma tekdüze, mo- 300 km hızla ilerlediği bilindiği için, sonuç ilk bakışta şaşırtıcı

24
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

yani 600 km/sn hızla ilerlemesi demekti, bu son derece inşa edilebilen bir kozmoloji projesiyle, günümüzün ko-
şaşırtıcı ve heyecan vericiydi. (Sonraki konuşmalarımız- şullarında yapılabilinen ölçümleri mümkün olan en iyi
dan anlaşıldı ki, bu zaten fizikçilerin kabul edebileceği bir seviyeye getirmek. Bunun büyük kısmını başardık, ama
durummuş ama astronomların konuyu kabul etmesi çok yine de dikkatli olmamız lazım. Alanımızda çok az sayı-
uzun zaman aldı.) Mutlu ve gelecekte bulacaklarımızdan da büyük deney var.

söyleşi I Prof. Dr. George Smoot


ümitliydim. Evrenin döndüğünü ve eşit olmayan bir şe- (3) Göğün yüksek kalitede haritasını çıkarmak ve bu-
kilde genişlediğini tahmin ediyorduk. Fakat bundan son- nunla önemli astrofizik ve kozmoloji ölçümleri yapmak.
raki adım tahminimizden daha zor oldu, ama çok daha il- Özellikle şu andaki kozmolojide farz ettiğimiz anlayışımı-
ginç ve aydınlatıcı da oldu. zı test etmek. Karanlık enerji ve karanlık maddeyi anla-
BT: Planck cihazından beklentileriniz neler? Sürpriz mamız Planck cihazından aldığımız verilere dayanacak.
bekliyor musunuz? Bekliyorsanız, sizce en büyük sürp- Şimdilik Planck’tan sadece ilk yıl haritasına, gökada ve
riz ne olur? gökada kümelerinin kataloglarına ve 9 farklı dalga bo-
GS: Planck cihazının yapımında üç hedefim vardı. He- yu bandında ölçtüğümüz kaynakların listesine sahibiz.
nüz ilk sonuçlar açıklandığı halde, ilk ikisi konusunda bü- İlk yılda elde ettiklerimize bakarsak, önümüzdeki yıllar-
yük ilerleme kaydetmiş durumdayız. Bunlar da üçüncü hedefimizi tutturacağımızı düşünüyorum. Ba-
(1) Yeni kuşak Avrupa araştırmacılarını en öne taşıya- zı ek isteklerimiz de var: Mesele evrenin en erken evre-
cak, Avrupa bazlı bir kozmoloji “amiral gemisinin” olma- lerinden (şişme döneminden) gelen yerçekimi dalgaları-
sı ve Avrupa’daki hükümetlerin ve ulusal bilim kuruluş- nı ve başka kalıntıları görmeyi ümit ediyoruz. Bunlar için
larının kozmolojiyi desteklemesini sağlamak. (Bu çok iyi detaylı analize ve Planck cihazının daha uzun süre veri
gitti.) toplamasına ihtiyacımız var. En büyük sürpriz, en büyük
(2) Alanımızda yüksek standartları tutturan, uzun sü- güvenilirlikle tahmin edilemeyendir. Belki de hiçbir sürp-
reli çalışacak fakat belli bir süre içerisinde tasarlanan ve riz çıkmayacak.

değildi. Ancak, hızın yönü farklıydı. Hatta göka-


damızın hızına tam zıttı. Bu da Samanyolu’nun, ci-
vardaki yakın gökadalarla birlikte kozmik mikro-
dalga arkaplan ışımasının içinde saniyede yaklaşık
600 km’lik bir hızla ilerlediği anlamına geliyordu.
İşte 1978’de Penzias ve Wilson Nobel Ödülü’nü al- 1992 yılında COBE
dıklarında bilinenler ancak bu kadardı. Şimdi ise ev- tarafından yayınlanan
kozmik mikrodalga arkaplan
renin yaşının 13,8 milyar yıl olduğunu, evrenin an- ışımasının gök haritasının
cak % 4’ünün baryonik adını verdiğimiz (çoğu pro- aşamaları. Kırmızı renk, ışıma
sıcaklığının fazla, mavi renk
ton, nötron ve elektrondan oluşan) madde olduğu- ise ışıma sıcaklığının soğuk
olduğu yerleri belirtiyor.
nu, gerisinin karanlık madde ve karanlık enerji oldu- Üstteki harita, gökadamızın
ğunu öğrendik bu ışımadan. Peki nasıl? Işımanın çok ışıma içindeki hareketinden
dolayı ortaya çıkan çift
ince detaylarını ölçerek. Kozmik mikrodalga arkap- kutuplu sıcaklık değişikliğini
gösteriyor. Ortadaki harita,
lan ışıması 2,725 Kelvinlik sıcaklıkta bir kara cisim bu çift kutup çıkarıldıktan
ışıması. Bu da 1,9 mm dalga boyuna karşılık gelen sonra geriye kalan ışımayı
gösteriyor. Samanyolu
160,2 GHz’de maksimuma ulaşması demek. Ancak gökadamızın düzlemi gökte
sıcak bir kuşak olarak haritada
Güneş sisteminin hızının yarattığı Doppler etkisi çı- göze çarpıyor. Aşağıdaki
karılınca, ortalama sıcaklıktan ancak istatistiksel ola- harita ise galaksimizin etkisi
çıkarıldıktan sonra ortaya
rak 18 mikro Kelvinlik karekök ortalama farkı olan çıkan kozmik mikrodalga
bir dağılım ortaya çıkıyor. Yani gökyüzüne baktığı- arkaplan ışımasının
gök haritası. Işımanın
mızda kozmik mikrodalga arkaplan ışımasının her- yönbağımlılığındaki farkların
ancak 100.000’de 1 olması
hangi bir yeri, başka bir yerinden ancak 100.000’de 1 COBE’nin ardından
farklı olabiliyor. Başka bir deyişle, kozmik mikrodal- WMAP cihazının daha da
hassas şekilde
ga arkaplan ışımasının yönbağımlılığı çok az. Bu bi- tasarlanmasına yolaçtı.

25
Büyük Patlama’nın Çınlaması

BT: Planck’tan sonra ne gelecek? Bundan sonraki büyük kozmo- Tahminimce okuyucularımız iyi bir kutlama yaptıklarını düşünmek
lojik ölçüm ne olacak? isterdi.
GS: Şu anda yerleri ve spektralarıyla 50 milyon gökadayı ve bir mil- SM: Bir deneyci yahut gözlemci olarak, bir bilim insanı her zaman
yondan fazla kuasarı tarayacağımız bir araştırma projesi üzerinde ça- ihtiyatlı ve tutucu olmalı. Cevabın ne olmasını istediğini değil, veri-
lışıyorum. Bu sadece daha önce yapılmamış bir ölçekte evrenin hari- nin ne dediğini dinlemeli. Makaleyi bastıktan sonra bile insanın aca-
tasını çıkarmak demek değil, aynı zamanda baryon akustik salınım- ba onaylanacak mı diye nefesini tutarak beklemesi, bırakılması zor
ların evrende bıraktıkları büyük (1200 milyon ışık yılı) ölçekteki küre- bir alışkanlık. U2 ve COBE sonuçlarından sonra gayet emindim, çün-
sel izleri gökadaların dağılımında görmemiz demek. Bu olgu, evrenin kü dikkatlice sağlamasını yapmıştık. Onun için sonuçlarımızın ilanın-
büyümesinin ivmesini ölçmemize yarayacak, çok doğrusal ve anlaşı- dan sonra küçük bir kutlama yaptık. Ama gerçek büyük kutlama ancak
lır bir cetvel. Aldığımız veriler çok zengin olacak ve birçok araştırma- Nobel Ödülü’nü alınca oldu. O zaman bütün ekip, sonuçlarımızın ge-
ya yol açacak. Umarım gelecekte ve ümit ederim ki uzayda, sıradan çerliliğinin kanıtlandığını ve yaptığımız çalışmanın değerli bulundu-
madde ve karanlık maddenin yarattığı yerçekimi merceklenmesini öl- ğunu hissetti.
çecek bir deney yapılır. Ondan sonraki ümidim ise uzaya kozmik mik- BT: Size sorulmasını istediğiniz bir soru alalım ve de cevabını.
rodalga arkaplan ışımasının polarizasyonunu ölçecek ve bir de yerçe- GS: Soru “Başka ne gibi yeni buluşlar olacak?” olsun. Cevabı bilsem
kimi dalgalarını ölçecek bir cihaz yollamak. Şu anda elimizde kısıtlı bir söylerdim, ama umarım ki yeni keşifleri ilk yapanlar yanımda çalışan
bütçe ve bu bütçenin yetmeyeceği kadar ilginç proje var. Ümidim o ki, doktora sonrası araştırmacılar, öğrencilerim ve ben oluruz. Bazı tah-
ekonomileri geliştikçe Çin ve Hindistan ve bir gün Türkiye de bu pro- minler yapabiliriz, ama hatırlamamız gereken şey şu: Borsa dokuz kriz
jelere katılır. olacağını öngördü, ama dört kriz oldu. Yani öngördükleri dokuz kriz-
BT: Nobel konuşmasında, kozmik mikrodalga arkaplan ışıması den beşi gerçekleşmedi. Eğer kriz gelmeden önce çözmek için uğraş-
buluşunun ilk doğrulanmasından sonra Robert Wilson: “Haleti ru- manız ve çalışmanız gerekiyorsa bu iyi bir şey değil tabii ki, ama eğer
hiyemiz ancak ihtiyatlı bir iyimserlik olarak tanımlanabilirdi” diyor. amacınız sadece bundan sonraki dört büyük keşfi (bunu dokuz olarak
Hangi noktada buluşlarından emin olduklarından bahsetmiyor. da tahmin etmiş olsanız bile) yapmaksa, muhteşem sayılabilir. Onun

Bilim insanları şimdi evrenin en başlangıcında çok hızlı bir


Kozmik Mikrodalga Arkaplan Işınımı (COBE) şekilde büyüdüğünü düşünüyor. 1965 yılında Zeldovich’in ve
1980 yılında Alan Guth’un öne sürdüğü fikir evrenin ilk sali-
senin milyarda birinden de kısa bir zaman biriminde ışık hı-
KURAM VE GÖZLEM UYUŞUYOR zından da hızlı büyümüş olduğu fikri. Fizikçileri ışık hızından
daha hızlı büyümek fikri çok rahatsız etse de, elimizde “şişme
Yoğunluk, 10-4 ergs / cm2sr sn cm-1

kuramı” adı verilen bu kuramdan başka pek bir fikir yok. An-
layışımız bu ilk andan sonra, evrenin genişlemesinin yavaşla-
dığı üzerine. İşte evreni en başında ışık hızından bile hızlı ge-
nişleten ve hâlâ genişlemesinin nedeni olan bu enerjiye, fizik-
çiler gerçekten ne olduğu üzerinde çok fazla fikirleri olmadığı
için “karanlık enerji” demişler. Karanlık enerji halen evrende-
ki enerjinin % 73’ünü oluşturuyor. (Eklemeliyim ki, hepimizin
sinirlerini de bozuyor.)
Büyük Patlama kuramının en büyük ipuçlarından biri koz-
Dalgalar / Santimetre
mik mikrodalga arkaplan ışıması. Ancak çoğunlukla Büyük
Patlama’nın ilk saniyelerinden geldiği söylenerek bir yanlış ya-
1992 yılında COBE tarafından ölçülen siyah cisim ışıması, pılıyor. Halbuki Büyük Patlama’nın ilk saniyelerinde evrende-
Büyük Patlama kuramının en büyük destekçilerinden
ki bütün protonlar, elektronlar oluşurken, evren hâla bir plaz-
lim insanları için çok şaşırtıcı. Çünkü evrene baktığımızda büyük ma halinde olduğu için fotonlar (yani ışık) serbest halde dola-
gökada kümeleri ve aralarında büyük boşluklar görüyoruz. Göka- şamıyordu. İlk on dakika içinde hafif elementler (helyum ve lit-
da kümeleri bazen bir duvar gibi yapılar oluşturabiliyor, bazen de yum) oluştu. Bir atom çekirdeğine bağlı olmayan bir nötronun
örümcek ağları gibi örgülü yapılar. Eğer evrenin başlangıcı bu ka- yaşam süresi ancak 10 dakika olduğu için bu süreyi ve ilk ele-
dar tekdüzeyse, evrendeki bu büyük yapılar nasıl oluştu? mentlerin oluşma sürecini iyi anlayabiliyoruz. Büyük Patlama

26
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

için benim sadece 9 çok iyi doktora sonrası araştırmacı-


ya ve öğrencilere ihtiyacım var. Her biri farklı bir tahmin
yürüttüğümüz konuda, hızlı çalıştıkları sürece, eminim ki
bu dört yeni buluşu onlar yapacak. Diğer beşinin de il-
ginç ve heyecan verici bir şeyler bulacağını ümit ediyo-

söyleşi I Prof. Dr. George Smoot


rum. Başka araştırmacılar, büyük ilerlemeler kaydetmek
ve büyük buluşlar yapmak için şanslarını nasıl artıracak-
ları konusunda çalışabilir, ümit verici alanlara yönelebi-
lirler. Ancak bu aslında diğerlerinin bakmadığı veya öne-
mi olmadığını düşündüğü konularda çalışmak demektir.

Nükleosentezi ismi verilen hesaplamalar, şu anda yük yapıları oluşturacak sıcaklık farklarını ölçme-
evrende bulunan hafif elementlerin oranlarını şaşı- yi başardı. Projenin liderliğini üstlenmiş olan NA-
lacak bir doğrulukla öngörüyor ve ölçümlerle örtü- SA Goddard’da çalışan Dr. John Mather ve Berkeley
şüyor. Büyük Patlama’nın ikinci en büyük kanıtı ise Kaliforniya Üniversitesi’nden Prof. Dr. George Smo-
bu hesaplamalarla ölçümlerin uyuşması. Element- ot, evrendeki ışımanın kara cisim ışıması olduğunu
lerin oluşumundan sonra evrendeki plazma hali, kanıtladıkları ve kozmik ışımanın yönbağımlılığını
yani atom çekirdekleriyle elektronların bağsız şe- keşfettikleri için 2006 yılında Nobel Ödülü’ne layık
kilde dolaşması, uzun bir süre devam ediyor. Evren görüldüler. Yazının içinde Prof. Dr. George Smoot
gittikçe soğuyor ve ancak 380 bin yıllık bir büyüme- ile yaptığımız kısa söyleşiyi bulacaksınız.
nin sonucunda bir elektronun bir atom çekirdeğine 1992 yılında COBE ilk sonuçlarını yandaki ma-
bağlanmasına izin verecek sıcaklığa kadar soğuyor. vili ve pembeli fotoğrafla açıkladığında bu fotoğraf
Elektronların atom çekirdeğine bağlanmasıyla bir- dünyanın çoğu bilim dergisinin kapağı oldu. Gök-
likte, evrenin plazma hali son buluyor, geriye nötr yüzünün 10 derecelik açı çözünürlüğünde, kozmik
bir gaz kaldığından, ışık nihayet maddeyle etkileş- mikrodalga arkaplan ışımasının ortalama frekan-
meden kaçabiliyor. İşte bizim Büyük Patlama’nın sındaki haritasıydı bu. Üstteki fotoğraf Dünya’nın
çınlaması diye bahsettiğimiz, kozmik mikrodalga hızından kaynaklanan çift kutuplu sıcaklık deği-
arkaplan ışıması 13,4 milyar yıl öncesinden günü- şikliğini gösterirken, bu çift kutup çıkarıldıktan
müze kadar evrenin içinde akseden bir ışık. Bir in- sonra ortaya Samanyolu’ndaki gazın etkisiyle olu-
san hayatı olarak düşünsek, evren henüz yeni doğ- şan bir ışıma ve kozmik mikrodalga arkaplan ışı-
muş bir bebekmiş bu ışımayı saldığında. ması kalıyordu. Samanyolu’nun ve ona yakın di-
İlk kez 1989 yılında uzaya yollanan COBE (Cos- ğer 10 gökada kümesinin etkisi, farklı frekanslar-
mic microwave Background Explorer) cihazı ışı- da bilgi toplanmasıyla bu fotoğraftan çıkarılabili-
madaki kozmolojik yönbağımlılığını, evren 380 yor ve geriye sadece evrendeki ilk ışımanın yankı-
bin yıllık iken sonradan evrende gördüğümüz bü- sı kalıyordu.

27
Büyük Patlama’nın Çınlaması

2010’nun Ocak ayında WMAP’ın yayınladığı yedi yıllık ölçümleri sonucu ortaya çıkan detaylı kozmik mikrodalga arkaplan ışıması gök haritası. Kırmızı renk, ışıma sıcaklığının fazla, mavi renk ise ışıma sıcaklığının
soğuk olduğu yerleri belirtiyor. Haritada ışımaların soğuk ve sıcak olduğu yerlerin karakteristik bir boyutu olduğu göze çarpıyor.

2010’nın Haziran ayında Planck cihazının ilk gök haritasını tamamlamış olması dolayısıyla yayınladığı gök haritası. Beyaz, ışıma sıcaklığının fazla, turuncu ise ışıma sıcaklığının soğuk olduğu yerleri belirtiyor.
Henüz gökadamızın ve yakın olan diğer gökadaların etkileri çıkarılmamış durumda.

28
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
COBE uzayda 4 yıl kaldı. 1992 ve 1994 yıllarında
ölçümlerini açıkladı. Artık kozmoloji de diğer bilim-
ler gibi hassa ölçümlerin yapılabildiği bir bilim dalı
olarak kabul edildi. COBE’nin üçüncü ve son harita-
sında evreni oluşturan ilk ışımada, ilk büyük yapıla-
rın oluşmasına neden olan ufak farklılıkları görme-
miz NASA’ya ve bilim dünyasına ümit verdi. 2001 yı-
lında NASA, Charles Bennett’in liderliğinde WMAP Doç. Dr. Melahat Bilge
(Wilkinson Mikrodalga Yönbağımlılığı Ölçeri) ciha- Demirköz, İstanbul
Amerikan Robert Lisesi’ni
zını uzaya yolladı. Bir açısal derecenin beşte biri çö-
bitirdikten sonra, burslu
zünülürlüğe sahip olan, Dünya’dan 1,5 milyon kilo-
olarak gittiği MIT’de
metre uzaktaki (Güneş ve Dünya sisteminin düşük fizik bölümünü müzik ve
potansiyelli olması dolayısıyla sabit noktası sayılan) matematik bölümlerinden
ikinci Lagrange noktasından evrenin ölçümünü ya- sertifika alarak 2001
pan WMAP, fizik kitaplarının yeni baştan yazılması- yılında bitirdi. MIT’de
na neden olacaktı. yaptığı lisans ve yüksek
WMAP’in en önemli sonucu, evrende yerçekimiyle O güne kadar WMAP ve diğerlerinin ölçümlerin- lisans araştırmalarında
etkileşen maddenin, evreni büyüten karanlık enerjiyle den bildiğimiz 13,75 ± 0,11 milyar yıllık evrenimiz AMS projesinde görev
dengeli olmasından ötürü kozmik mikrodalga arkap- ancak iki yıl daha yaşlanmış olacak ne de olsa! aldı. Doktorasını Dorothy
lan ışımasında ortaya çıkan akustik salınımları ölçmek Belki böyle bir yazıyı bitirmek zor: Neler olaca- Hodgkin bursunu alarak
oldu. Bu salınımlar gökte 1 derecelik bir karakteristik ğını ancak gelecek gösterecek. Ancak gelecek hak- Oxford Üniversitesi’nde
ATLAS projesinde üç yılda
büyüklüğe sahip ve evrendeki madde ve karanlık ener- kındaki en önemli tahminimizi söylemekte ya-
tamamladı. 2006 yılında
jinin oranını ölçmemize yarıyor. WMAP ve yeryü- rar var. Tahminimiz, karanlık enerji miktarı şu an-
Research Fellow unvanıyla
zünden daha küçük açı bağımlılıklarını ölçebilen Ac- da tahmin bile edemeyeceğimiz bir nedenle bir gün CERN’ün elemanı olarak
bar, Boomerang, CBI ve VSA deneylerinin ortak ana- azalmazsa, evrenin hep büyüyeceği yönünde. Ge- kabul edildi. CERN’deki
lizi sonucunda, karşımıza ancak % 4’ü bizim bildiği- lin biraz bilimsel kâhinlik yapalım: Yaklaşık bir mil- görevine Cambridge
miz madde gibi olan bir evren ortaya çıkıyor. Evrende- yar yıl sonra Güneş’in yakıtının çoğunu harcama- Üniversitesi’nden sonra
ki enerjinin % 23’ü karanlık madde ve geri kalan enerji sı ve Güneş’in genişlemesi nedeniyle, Dünya’nın sı- Barselona Üniversitesi
ise evreni halen büyüten % 73’lük karanlık enerji. Ür- caklığı artacak ve tüm su buharlaşacak. 3 ila 5 mil- adına devam etmektedir.
kütücü olan evrenin enerjisinin % 96’sını henüz anla- yar yıl içinde Samanyolu Gökadası ve ona en ya-
mamış olmamız… WMAP sonuçları evrenin yaşını kın gökada olan Andromeda Gökadası çarpışacak
iyi hesaplamamızı da sağlıyor: 13,75 ± 0,11 milyar yıl. ve iki gökada birleşecek. Yine aynı zaman ölçeğin-
WMAP’in açtığı yolda daha da ilerlemek için, de (yaklaşık 5 milyar yıl) içinde Güneş sönmeye
ESA (Avrupa Uzay Dairesi) Mayıs 2009’da uzaya yüz tutacak, genişleyecek ve Dünya’yı yutacak. Yak-
Planck cihazını yolladı. Planck cihazı da ikinci Lag- laşık 100 milyar yıl sonra ise, evrenin büyümesin-
range noktasındaki yörüngesine yerleştirildi ve ve- den dolayı, gökadamızın dışında kalan gökadalar-
ri almaya devam etmekte. 11 Ocak 2011’de, Planck dan gelen ışık bile gökadamıza ulaşamayacak. Bü-
ekibi ilk fizik sonuçlarını açıkladı. WMAP’ten 3 yük Patlama’nın yankısı ise teknik olarak imkânsız
kat daha iyi açısal çözünürlüğe ve 10 kat daha yük- görünen bir sıcaklığa düşmüş olacak, bundan 100
sek sıcaklık hassasiyetine sahip olan Planck cihazı, milyar yıl sonra gelişen bir medeniyet, bu yankıyı
işe ilk olarak Samanyolu’nun ve diğer gökada kü- hiç bir zaman keşfedemeyecek, başka gökadaların
melerinin kozmik mikrodalga arkaplan ışımasına varlığından hiçbir zaman haberdar olamayacak. Bir
olan katkısını ölçmekle başladı. Gökte 199 göka- gökada, tek başına, evrende yalnız olduğuna inana-
da kümesinin izini ölçen Planck cihazının ölçtü- cak. Yanılacak... Evren yapılışının izini silmiş ola-
ğü kümelerden 30’u yeni keşifler. Bu büyük yapıla- cak çünkü. Bizi de yanılttığı oluyor mudur acaba?
rın en büyüğü 10 milyon ışık yılı büyüklüğündeki Kim bilir hangi sırlarının izini silmiş olabilir?
bir süper gökada kümesi. Evrende örümcek ağını
andıran madde dağılımının attığı “düğümler” ola-
rak görülen bu gökada kümeleri, evrendeki büyük
yapıların bebekliklerinden bugüne nasıl geliştik- Kaynaklar
ESA Planck websitesi: http://sci.esa.int/science-e/www/area/index.cfm?fareaid=17
leri konusuna ışık tutuyor. Planck cihazının iki yıl NASA WMAP websitesi: http://wmap.gsfc.nasa.gov/
NASA COBE websitesi: http://lambda.gsfc.nasa.gov/product/cobe/
içinde kozmolojik sonuçları açıklaması bekleniyor. Nobel Ödülleri websitesi: http://nobelprize.org/nobel_prizes/physics/laureates/1978/wilson-lecture.html

29
Zeynep Ünalan

Dr, Bilimsel Programlar Uzmanı,


TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi

Schrödinger’in
En Büyük Kedisi
İlginç bilimsel çalışma ve buluşlarla dolu 2010 yılını geride bırakırken,
Nobel ödüllü grafen maddesi haliyle son zamanların en çok konuşulan fizik
konuları arasına girdi. Ancak 2010 yılına ait bir çalışma daha var ki Science dergisi
tarafından 2010 yılının en büyük buluşu olarak ilan edilince birden bilimsel
haber siteleri ve bloglara konu oldu. Haberlerin kaynağı olan makale ilk olarak
2010’un Mart ayında Nature dergisinde yayımlanmıştı. Aynı çalışma Physics
World dergisi tarafından 2010’un en iyi on çalışmasından biri olarak sunuldu.
Nature dergisinde ise 2010’un en çok okunan fizik haberleri arasına girdi.

Ç alışma Kaliforniya Üniversitesi, Santa Bar-


bara’dan Andrew Cleland, John Martinis
ve çalışma arkadaşlarına ait. Santa Barba-
ra ekibi, trilyonlarca atomdan oluşmuş bir sistem-
yasında her şeyin dalga ve olasılıklar üzerinden ta-
nımlanmasından kaynaklanıyor. Klasik fiziğin ge-
çerli olduğu daha büyük ölçekte ise bu tür olgulara
şahit olmuyoruz. Bir arabayı hem ileri hem geri gi-
de kuantum yasalarının işleyişine şahit olmuş. Kuan- derken, bir insanı hem sağımızda hem solumuzda
tum yasalarının işleyişi atomaltı parçacıklar ve atom görmüyoruz. Bir arabanın şu andaki koordinatları-
düzeyinde birçok defa gözlenmiş. Hatta, üzerindeki nı ve hızını biliyorsak bundan 10 dakika sonra ne-
beşgen ve altıgenlerin köşelerine karbon atomlarının rede olacağını tam olarak hesaplayabiliyoruz. Kuan-
yerleştiği, bir futbol topuna benzeyen, 60 karbon ato- tum fiziğiyle ise tek bir sonuç elde edilmiyor. Bir sü-
mundan oluşan fulleren molekülünde de kuantum rü sonuç ve bu sonuçlardan her birinin gerçekleş-
etkileri tespit edilmiş. Ancak Santa Barbara ekibinin me olasılığı hesaplanıyor. Günlük deneyimlerimi-
deneyiyle kuantum etkileri ilk defa olarak gözle gö- zin aksine olan bu gibi durumlar nedeniyle Einste-
rülebilecek kadar büyük ölçekte gözlenmiş oluyor. in, Dirac ve Schrödinger gelişimine katkıda bulun-
Ekibin bunu nasıl başardığına geçmeden önce, dukları kuantum mekaniğine şüphe ile yaklaşmışlar.
hangi kuantum etkilerini kastediyoruz kısaca bun- Hatta Schrödinger kendi denkleminin doğruluğu-
dan bahsedelim. Bir elektron ya da fotonun (ışık ta- nu “Schrödinger’in kedisi” paradoksuyla sorgulaya-
neciği) aynı anda birden çok yerde bulunabileceğini rak kendi geliştirdiği denkleme çok da güvenmedi-
duymuşsunuzdur. Bu tür gariplikler kuantum dün- ği sinyalini vermiş.

30
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

Çizim: Ahmet Beşir Sancar


Schrödinger’in Kedisi - Kuantum
Fiziği Fiziksel mi?
Schrödinger’in kedisi zehirli sıvı içeren bir şişe ile Kuantum yasaları her yerde, her zaman ve her
birlikte kapalı bir kutudadır. Kutuda ayrıca ne zaman ölçekte geçerli ise -ki evrensel bir yasadan bekle-
bozunacağı belli olmayan radyoaktif bir madde, örne- nen budur- sadece kuantum ölçeğindeki kedi de-
ğin uranyum vardır. Uranyum çekirdeği alfa parçacık- ğil bildiğimiz kedi de aynı anda hem canlı hem ölü
ları yayarak bozunduğunda şişe kırılır ve kedi ölür. Ku- olabilme özelliğine sahip olmalı. Kuantum yasala-
tunun dışında bulunan bizler için kedi % 50 ihtimalle rının paradoks gibi görünen bu duruma nasıl ola-
ölü, % 50 ihtimalle canlıdır. Kedinin akıbeti hakkında nak sağladığını anlamak için her şeyden önce ku-
tam bir hükme varmak için kutunun açılması (gözlem antum fiziğinin olasılıklarla ilgili bir kuram oldu-
yapmak) şarttır. Yani kedinin hem ölü olabilme, hem ğunu anlamamız gerekiyor.
canlı olabilme olasılığı vardır, ancak bu olasılıkların Kuantum fiziği aslında negatif ve karmaşık sa-
gerçeklik kazanması gözlemle mümkündür. Bu duru- yıların yer aldığı bir olasılık kuramı. Hem gerçel
mun “gözlem yapana kadar hiçbir şeyin gerçekliği, var- hem sanal kısımları olduğu için karmaşık sayılar
lığı yoktur” gibi felsefi boyutları olsa da, bizim asıl üze- denen bu sayılar, a+ib şeklinde gösteriliyor. a ger-
rinde durmak istediğimiz konu başka: Eşyanın fiziksel çel kısmı, b sanal kısmı oluşturuyor. Sanal kısım gi-
gerçekliğini değil, kuantum yasalarının fiziksel gerçek- bi dünyamızda karşılığı olmayan √-1 ise “i” ile ifa-
liğini sorgulayalım. Buradan yola çıkarak 2010 yılının de ediliyor. Kuantum denklemlerine bu tür sayılar
en iyi çalışmaları arasına giren deneyin yönteminden hâkim olduğu için, kuantum fiziği olasılıkların sa-
ve bu tartışmalara kattıklarından bahsedelim. dece gerçel sayılarla ifade edildiği klasik fizikten

31
Schrödinger’in En Büyük Kedisi

farklı sonuçlar doğuruyor. Klasik fizikte bir siste- ramında olasılık büyüklükleriyle işlem yaparken ne-
me ait olasılıklar doğrudan toplanıyor. Örneğin bir den büyüklükleri, küplerini ya da dördüncü kuvvet-
para atıldığında yazı ya da tura olmak üzere iki du- lerini alıp toplamıyoruz da karelerini alıp topluyo-
rum gerçekleşebilir ve her bir durumun gerçekleş- ruz? Bu sorunun tek cevabı foton, elektron gibi mad-
me olasılığı ½’dir. Olasılıklar toplamı da tam iste- de dalgalarıyla yapılan deneylerin sonuçlarını açıkla-
nildiği şekilde ½ + ½ = 1 olur. yabilmek için denklemleri böyle kurmamız gerektiği.
Bir kuantum sisteminde ise karelerinin topla- Temelinde matematik olsa da deneyler ışığında geliş-
mı 1 olan olasılıklar var. İki durumun gerçekleşme miş bir yasanın fiziksel gerçekliğinin olmadığını söy-
olasılığının olduğu Schrödinger’in kedisi örneğine lememiz pek mümkün değil. Yine de bazı bilim in-
dönelim. Kedinin canlı olma olasılığı α ile, ölü ol- sanları kuantum fiziğinin fiziksel bir yasa olarak al-
ma olasılığı β ile belirtilsin. Kuantum denklemleri- gılanmayıp diğer yasaların üzerine kurulduğu bir sis-
nin yapısı gereği bu sefer α ve β’nın toplamı değil , tem, bir iskelet olarak kabul edilmesi gerektiği görü-
α ve β’nın karelerinin toplamı 1 oluyor ( α2 + β2 = şünde. Kuantum fiziğini, üzerinde değişik bilgisayar
1). Ölülük ve canlılığın eşit olasılıkla gerçekleşebil- yazılımlarının çalıştırılabildiği bir işletim sistemine
diği durum α’nın β’ya eşit olduğu ve her ikisinin de benzetenler de var. Karmaşık sayılar ve garip olasılık
1/√2 değerini aldığı duruma karşılık geliyor. Bah- hesapları içermesi, süperpozisyonun makro ölçekte
si geçen kedinin matematiksel dalga fonksiyonu ise gözlenememesi gibi etkenler, kuantum fiziğinin fizik-
şöyle yazılıyor: selliğinden şüphe duyulmasına neden oluyor. Kuan-
tuma inanmak daha büyük ölçeklerde süperpozisyo-
nu gözlemleme beklentisini de beraberinde getiriyor.

1 1 Makro Ölçekte Gözlemler ve


Kedi = ---------- x + ---------- x
√2 √2 İzlenilen Yöntem
Süperpozisyon başta foton ve elektronlarda, son-
rasında lazer, süperiletkenler, nanomıknatıslar ve
Kuantum mekaniğine göre her nesneye bir dalga karbon moleküllerinde gözlenebilmiş. Bir elektron
eşlik ediyor. Bu eşitlikte resimli ifadeler kedinin can- ya da bir fotonda kuantum süperpozisyonu gözle-
lı ve ölü olduğu durumlara karşılık gelen madde dal- yebilmek zor değil. Çünkü bir elektron manyetik
galarını temsil ederken 1/√2’ler bu dalgaların büyük- alan içine girince içsel açısal momentumu (spini)
lüğünü veriyor. Bu büyüklüklerin karesi olasılık ola- iki farklı yön alabiliyor. Bir ışık dalgasının titreşimi
rak tanımlanıyor. Yukarıdaki ifade bir kuantum sis- ise ilerleme doğrultusuna dik ve yatay olmak üzere
teminin, sistemin alabileceği tüm durumlarda ay- iki farklı düzlemle sınırlanabiliyor. Yani her iki sis-
nı anda bulunabileceğinin bir göstergesi. Buna göre, tem de, iki durumlu (iki serbestlik dereceli) kuan-
Schrödinger’in kedisinin kutu kapalı iken canlı ve ölü tum sistemine örnek ve yukarıda bahsettiğimiz sü-
durumların üst üste bindiği bir durumda olduğunu perpozisyonu sergileyebiliyor. Bir atomda da eşfaz-
söyleyebiliriz. Schrödinger’in kedisi kübit (kuantum lı kuantum durumlarının üst üste binişi gösterilebi-
bit) denen iki durumlu bir kuantum sistemine örnek liyor. Örneğin bir atom üst üste binmiş iki ışık dal-
teşkil ediyor; kuantum durumlarının süperpozisyonu gası içine yerleştiriliyor, sonra dalgalardan biri sağa,
(üst üste binmesi) sadece kübitlerde değil tüm kuan- diğeri sola hareket ettiriliyor ve atom her iki hare-
tum sistemlerinde geçerli. Bunun yanı sıra karmaşık keti de takip etmeye zorlanıyor. Bu yöntemle adım
sayı olabilen α ve β, dalgaların birbirine göre konu- adım sağa sola kaydırılan atomun yaptığı hareket
muna (fazına) bağlı olarak negatif değer de alabiliyor. birkaç adım sonra rastgelelik kazanıyor. Kuantum
Kuantum mekaniği bu yönüyle Newton mekani- yürüyüşü denen bu adımlar sırasında, madde dal-
ğinin, genel göreliliğin yasalarından ayrılıyor. Sanal gaları (atoma eşlik eden dalga fonksiyonu) üst üste
ve karmaşık sayıların fazlaca yer aldığı denklem siste- biniyor, bazı noktalarda birbirini kuvvetlendiriyor,
mi nasıl oluyor da maddeyi anlatıyor ve evrende kar- bazı noktalarda ise birbirinin etkisini yok ediyor.
şılığını buluyor? Buluyor ki, kuantum mekaniği yıl- Yüksek çözünürlüklü bir mikroskopla atoma ba-
dızlara enerjisini veren tepkimelerden elektronların kıldığında atomun ilk başta bulunduğu yerde değil
atom çekirdeği etrafında nasıl istikrarla dönebildik- de biri daha sağda biri daha solda iki farklı nokta-
lerine kadar, önceden açıklanamayan birçok olguyu da konumlandığı görülebiliyor. Yani atom aynı an-
izah edebiliyor. Bir olasılık kuramı olan kuantum ku- da iki farklı noktada gözleniyor.

32
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Kuantum süperpozisyonunun gözlemlenmesi- Bırakın bir top ya da bir insan gibi devasa sis-
ni engelleyen en büyük etkenlerden biri ısıl titreşim- temleri, bilim insanları için süperpozisyon göz-
ler. Bu titreşimler farklı kuantum durumları arasın- lemlerini bir atomun ötesine taşımak bile büyük
daki faz ilişkisini bozarak süperpozisyonun gözlem- bir başarı. En basitinden iki atomlu bir molekül
lenmesini engelliyor. Dolayısıyla bir sistemde kuan- düşünelim. İki ucuna kütle takılmış ve salınıma
tum etkilerini gözlemek için izlenen yöntem, genel- bırakılmış bir yay sistemiyle temsil edilen böyle
likle sistemi olabildiğince soğutarak ısıl titreşimle- bir molekül, değişik şekillerde titreşebiliyor. Yu-
ri olabildiğince azaltmakla başlıyor. Sistem soğutu- karıda bahsettiğimiz gibi süperpozisyonun göz-
larak çok az enerjiye sahip olması isteniyor. Bu ara- lemlenebilmesi için, bu titreşimleri en aza indir-
da kuantum mekaniğine göre enerji sürekli değil, pa- gemek yani sistemdeki enerjiyi mümkün mertebe
ketçikler halinde taşınıyor ve her bir kuantum duru- boşaltmak gerekiyor. Yıllar boyunca bir sürü araş-
mu farklı enerjiye sahip. Bir enerji seviyesinden daha tırmacı değişik soğutma teknikleri kullanarak, tit-
düşük enerji seviyesine geçiş için, seviyeler arasında- reşen çok atomlu sistemlerin sıcaklığını mutlak sı-
ki enerji farkına sahip bir enerji paketçiğinin sistem- fır derece olarak adlandırılan 0 Kelvin’e (K), yani
den atılması gerekiyor. Sistem soğutuldukça dışarıya -273 santigrat dereceye yakın sıcaklıklara düşür-
enerji paketleri sala sala düşük enerji seviyesine ini- meye çalışmış.
yor. En düşük enerji seviyesine inecek kadar soğutul-
duğunda ise üzerinde bir iki küçük kuantum enerji Yeni Bir Yöntem
paketi dışında enerji kalmıyor. Sonuçta sistemin en
düşük enerji seviyesi ve ondan bir yukarıdaki enerji Yazımızın başında bahsettiğimiz Santa Barba-
seviyesi arasında gidip gelerek kübit gibi davranması ra ekibi, kuantum etkilerini makroskobik bir sis-
sağlanabiliyor. Tabii araştırmacılar için bir atomdan temde gözlemlemek için gerekli soğutma proble-
ya da molekülden kübit elde etmek kolayken büyük mine akıllıca bir çözüm buluyor. Titreşen bir sis-
sistemlerden kübit elde etmek zor. Sistem büyüdük- temin frekansı (saniyedeki titreşim sayısı) ne ka-
çe sistemi çevresinden ve ısıdan yalıtmak güçleşiyor. dar yüksekse en düşük enerjili kuantum seviyesi-
ne (temel duruma) inmesi için soğutulması gere-
ken sıcaklık o kadar yüksek. Ekip frekans ile sıcak-
lık arasındaki bu ilişkiden hareketle, deneyde sani-
yede 6 milyar kez titreşen bir akort çatalı (diyapa-
zon) kullanıyor. 6 GHz (GigaHertz) frekanslı akort
çatalı, iki alüminyum elektrot arasına yerleştirilmiş
bir alüminyum nitrat tabakasından oluşuyor. Alü-
minyum nitrat kristalinin yüksek ısı iletkenliği, ısı-
nın etkili bir şekilde boşaltılmasına olanak sağlı-
yor. Ancak ekibin başkanlarından Andrew Cleland
asıl sırrın yüksek frekansta olduğunu vurguluyor.
Cleland saniyede 1000 defa titreşen bir akort ça-
Kuantumdaki kesikli enerji seviyelerini atom talını en temel duruma indirmek için sıcaklığının
ölçeğinde gözleyebilirken insan ölçeğinde gözleye- mutlak sıfırdan 1 K’in 50 milyarda biri kadar yük-
miyoruz. Örneğin yere attığımız bir top yere çarp- sek olabileceğini, bu dereceye kadar soğutmanın
tıktan sonra belli yüksekliklere sıçraya sıçraya çık- ise eldeki teknolojilerle yapılamayacağını söylüyor.
mıyor ya da vücudumuz hareket ederken hareket- Ancak akort çatalı çok yüksek frekansta, saniyede
ler kesikli kesikli görünmüyor. Yüksek hızlı fotoğ- milyar kez titreşiyorsa, titreşen cismin temel duru-
raf makinesiyle çekilen fotoğraflarda olduğu gi- ma geçişi için inilmesi gereken sıcaklık mutlak sı-
bi bir cismi sadece belli konumlarda görmüyoruz. fırın biraz daha yukarısında. En azından 1 K’in 50
Kuantum yasalarının evrenselliğinden ve insan öl- milyonda biri kadar bir dereceye soğutmak yeterli
çeğine uygulanabilirliğinden yola çıkarak bir to- oluyor. Cleland’ın ekibi ticari soğutma sistemlerini
pun hareketinin kuantum denklemlerini yazarsak, kullanarak bunu yapmayı başarabilmiş.
değişik enerji sevileri arasındaki uzaklığın gözü- Ekibin deneyde kullandığı 1 mikron (10-6 met-
müzle fark edemeyeceğimiz kadar küçük olduğu- re) kalınlığındaki ve 40 mikron uzunluğunda- Deneyde kullanılan 40 mikron
nu, bir diğer değişle olası enerji seviyelerinin birbi- ki, gözle ancak görülebilen diyapazon trilyonlarca uzunluğundaki diyapazonun
taramalı elektron mikroskobu
rine çok ama çok yakın olduğunu buluyoruz. atomdan meydana geliyor. Diyapazonun yapıldığı altında görünüşü

33
Schrödinger’in En Büyük Kedisi

∼ ∼
Piezoelektrik materyale
elektrik alan uygulandığında
materyalde meydana gelen
şekil değişimi.

alüminyum nitrat kristali mekanik basınç altında jiyi depoluyor. Kapasitör bir indüktöre bağlandı-
sıkışıp genleştikçe içinde elektrik alan oluşuyor ve ğında kapasitörde biriken elektrik yükü indüktöre
elektrik sinyali üretebiliyor. Piezoelektrik adı veri- akmaya başlıyor. Üzerinden geçen akım değiştikçe
len böylesi materyaller için tersi durum da geçer- manyetik alan oluşturan indüktör, enerjiyi manye-
li. Yani elektrik alana maruz kaldıklarında, örneğin tik alanda depolamaya başlıyor. Kapasitör boşalıp
iki noktası arasına voltaj uygulandığında, materyal tüm enerji indüktörde depolandıktan sonra iş ter-
harekete geçiyor. Uygulanan voltaj hızla değiştik- sine dönüyor. Böylece enerji yani elektrik yükleri
çe materyal bir büzülüp bir genleşerek bir çeşit tit- iki devre elemanı arasında gidip geliyor. Gidiş geli-
reşim hareketi yapıyor. Diyapazunun sahip olduğu şin frekansı değişik özellikte indüktör ve kapasitör
bu elektriksel özellik, bir elektrik devresiyle eşleş- kullanılarak değiştirilebiliyor.
mesine olanak sağlıyor. Birbirine bağlanan diyapa-
zon ve elektrik devresi 25 miliKelvin sıcaklığa ka-
dar soğutulduğunda her ikisi de en düşük enerjili
Kapasitör (C) aracılığıyla kübit devresine eşlenen diyapazon
kuantum seviyesine iniyor. Ama araştırmanın tek
başarısı bu değil.
Asıl başarı trilyonlarca atomdan meydana gelen
bu sistemin kuantum durumlarının kontrol edi-
lebilmesi. Araştırmacılar bu kontrolü diyapazo-
nun elektrotlarına bağladıkları süperiletken elekt-
rik devresindeki kübitlerle sağlıyor. Zaten deneyin
L
X Josephson Eklemi C

getirdiği yenilikçi fikir de bu tasarıda saklı. Deney-


de kullanılan elektrik devresi bir indüktör (L), bir
kapasitör (C) ve bir Josephson ekleminden oluşu-
yor. Enerji depolayabilen devre elemanları olan in-
düktör ve kapasitörden oluşan bir elektrik devre-
sinde, elektrik enerjisinin belli frekanslarda devre- C
yi dolaşması sağlanabiliyor. LC devreleri belli fre-
kansta elektrik sinyali üretebiliyor. Bir yalıtkan ta-
bakayla ayrılmış iki iletken levhadan oluşan kapa-
sitör, yalıtkan bölgede oluşan elektrik alanda ener- Diyapazon

34
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<

Bu noktada, bahsettiğimiz devrede süperiletken gerçekleşiyor. Her bir kipin belli bir enerjisi yani belli
teller ve materyal kullanıldığına dikkat çekelim. Sü- bir frekansı var. Santa Barbara ekibi, diyapazona bağ-
periletken devrede elektronlar tek tek değil çiftler lı elektrik devresinden belli frekansta bir enerji pa-
halinde (Cooper çiftleri), dirence maruz kalmadan keti yollayarak, diyapazonun bu enerjiyi soğurup bir
dolanıyorlar. Kullanılan devredeki kilit elemanlar- üst kuantum enerji seviyesine çıkmasını sağlayabil-
dan biri de Josephson eklemi. Bu eklem, arasında ya- miş. Tersi gözlemi de yapmışlar, yani diyapazondan
lıtkan bir bölge bulunan iki süperiletkenden meyda- elektrik devresine enerji paketi geçişini de gözlemiş-
na geliyor. Kendi içinde bir çeşit kapasitör barındıran ler. Süperiletken elektrik devresi kübit gibi davranın-
bu eklemin yalıtkan bölgesi o kadar dar ki, Cooper ca, devreye bir kapasitör aracılığıyla bağlanan diya-
çiftleri kuantum tünelleme yaparak karşı tarafa ge- pazunun da aynı anda iki kuantum durumunda bu-
çebiliyor. Cooper çiftlerine eşlik eden madde dalga- lunduğu gözlenebiliyor.
larının fazı, devredeki akım ve manyetik alan kulla- Geçen yılın en başarılı araştırmalarından bi-
nılarak ayarlanabiliyor. Cooper çiftlerinin dalga boy- ri olarak ilan edilen bu çalışmadaki deney düze-
larının uzun olması, sistemin çok düşük sıcaklıkla- neği, popüler bilim dergilerinde “kuantum maki-
ra kadar soğutulmuş olması gibi faktörler, Cooper nesi” olarak yer aldı. Enerji paketçiğinin, mekanik
çiftlerinin eşevreli faz durumlarını uzun süre koru- titreşim yapan minicik bir diyapazondan kuantum
yabilmesine olanak sağlıyor. Dahası Cooper çiftleri- bilgisayarlar için geliştirilen bir elektrik devresi-
nin Josephson ekleminden aynı anda iki farklı yönde ne aktarılabilmesinden yola çıkılarak, bu düzene-
geçmesi sağlanarak üst üste binmesi ve bir kübit gibi ğe “kuantum mikrofon” da dendi. Sonuçta bildiği-
davranması da sağlanabiliyor. miz mikrofonlarda da sesin titreşim enerjisi elekt-
Peki kübit gibi davranan bir elektrik devresi kulla- riğe dönüştürülüyor. Deneyin teknik başarısı yad-
nılarak bu devreye bağlı mekanik sistemin de (diya- sınamaz. Ancak deneyin bu kadar ses getirmesinin
pazonun da) kübit gibi davranması nasıl sağlanıyor? nedeni gözle görülen bir sistemin kübit gibi dav-
Nasıl bir atomun ışık taneciklerini soğurup yayma- ranabildiğini göstermesinde aranmalı. Sonuçta bu
sı için ışığın belli frekansta olması gerekiyor, bir kris- deneyle “Schrödinger’in kedisi” paradoksunun pek
talin de fonon adı verilen mekanik titreşimin enerji de paradoks olmadığı ispatlanmış oldu.
paketlerini soğurması için fononların belli frekans-
ta olması gerekiyor. Bunun nedeni kristal yapıda- Kaynaklar
Breaktrough of the Year: The first Quantum Machine Nature, Sayı 464, s. 697-703, 1 Nisan 2010.
ki atomların birbirine bağlı olmaları ve birlikte tit- http://www.sciencemag.org/content/330/6011/1604.full Martinis, J. M., “Superconducting Phase Qubits”,
Cleland, A. N. ve diğ., “Quantum ground state Quantum Information Processing ,
reşmeleri. Bu titreşim gelişigüzel değil, belli kiplerde and single-phonon control of a mechanical resonator”, Cilt 8, Sayı 81, 2009.

35
Özlem İkinci

Dr, Bilimsel Programlar Uzmanı,


TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi

Sıradan Bir Zeki Değilim:

miğiskelsiD
İlkokula yeni başladığında yaşadığı sıkıntılar, çocuğun okuldan nefret etmesine, kendine olan
güvenini kaybetmesine ve sosyal hayatında birçok olumsuzluğun gelişmesine neden olacak boyutlara ulaşabiliyor.
Öğretmenlerinin ya da ebeveynlerinin tembel, disiplinsiz ve düşük zekâ seviyesine sahip olduğunu
düşündükleri bu “sorunlu” çocuklar büyüdüklerinde bilim insanı, mucit, sanatçı ve devlet adamı olabilirler.
Belki de Albert Einstein, Leonardo da Vinci, Mozart, Thomas Edison, Auguste Rodin gibi
birçok ünlü isimle ortak bir yönleri vardır: Öğrenme güçlüğü sorunu.

Ö
ğretmenlerinden gelen şikâyetlerin artma- men, öğrencisinin hayatında pek çok şeyi değiştire-
sı, okuldaki başarısızlıkları ve kötü notları cektir. Disleksi konusunda farkındalık yaratan 2007
sekiz yaşındaki Ishaan’ın ailesi tarafından yılı Bollywood yapımı Taare Zameen Par (Yeryüzün-
yatılı okula gönderilmesine neden olur. Yatılı okulun deki Yıldızlar) isimli film disleksinin kişi üzerinde sos-
mutsuz geçen ilk günlerinde yeni gelen resim öğret- yal ve kişisel düzeyde yarattığı yıkıcı etkileri vurgulu-
meni sınıftaki etkinliklere katılmayan yalnız öğrenci- yor. Evet Ishaan durumunun farkına varan bir öğret-
yi hemen fark eder. Yaratıcı ve hayal dünyası çok ge- meni olduğu için şanslıydı. Ancak dünya nüfusunun
niş Ishaan’ın disleksik olduğundan şüphelenen öğret- % 6’sında görülen disleksi çoğu zaman fark edilmiyor.

36
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

En Önemli Etken Genetik Faktörler Disleksik kişinin okuması yavaşsa, okuma sırasın-
da duraklama ve tekrarlama hataları söz konusuysa
İlkokula yeni başlayan bazı öğrenciler için oku- bu tip disleksi algısal (perseptüel - P tipi) disleksi, eğer
mayı öğrenmenin zorluğu, bazen okula başlama he- okuma hızlıysa, ancak hece ve kelime atlama hataları
yecanını bile unutturabiliyor. Yaşanan sıkıntılar ço- oluyorsa dilsel (linguistik - L tipi) disleksi olarak isim-
cuğun okuldan nefret etmesine, kendine olan güve- lendiriliyor. İki tip disleksi arasındaki farkın, beynin
nini kaybetmesine ve sosyal hayatında birçok olum- sağ ve sol yarıkürelerinden birinin diğerine göre da-
suzluğun gelişmesine neden olacak boyutlara ulaşa- ha az gelişmiş olmasından kaynaklandığı düşünülü-
biliyor. Dinleme, okuma, yazma, konuşma ve mate- yor. Örneğin L tipi dislekside beynin sağ yarıküresi-
matik gibi konularda beklenen başarıyı yakalayama- nin daha az gelişmiş olması ve sol yarıküresinin bas-
yan çocuklarda gözlenen öğrenme güçlükleri zama- kın oluşu neden olarak gösterilirken P tipi dislekside
nında saptanmazsa sosyal, eğitimsel ve ruhsal prob- ise durumun tam tersi olduğu düşünülüyor.
lemlerin ortaya çıkmasına neden olabiliyor.
Öğrenme güçlüğü beynin bilgiyi alması, işleme-
si, saklaması ve kullanmasında yaşanan nörolojik so-
runlar nedeniyle ortaya çıkıyor. Bu nörolojik sorun-
ların altında ise pek çok etkenin olabileceği ama ge-
netik faktörlerin en büyük rolü oynadığı belirtiliyor.
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El
Kitabı’na göre öğrenme güçlüğü, matematik öğren-
me güçlüğü (diskalkuli), okuma güçlüğü (disleksi),
yazma ya da yazılı anlatım güçlüğü (disgrafi) ve baş-
ka türlü adlandırılamayan öğrenme güçlüğü başlık-
ları altında değerlendiriliyor.

Kelimelerle Başım Dertte!


Öğrenme güçlüklerinin en bilineni olan disleksi-
nin kelime anlamı kelime-dil zorluğu ya da kelime-
lerle ilgili zorluklar olarak biliniyor. 1896 yılında İn-
giliz doktor W. Pringle, 14 yaşındaki disleksik bir er-
kek çocuğun yaşadığı okuma sorununun görme bo- Erkek Çocuklarda Daha Sık Görülüyor
zukluğu ile ilgili olduğunu düşünmüş olsa da daha
sonra yapılan çalışmalar sonucunda disleksinin mer- Disleksi erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kat
kezi sinir ve dil sistemleriyle ilgili sorunlardan kay- daha fazla görülüyor. Annenin hamileyken geçir-
naklanan okuma güçlüğü olduğu görülüyor. miş olduğu enfeksiyonlar, yetersiz beslenme, bilinç-
Disleksinin en tipik belirtileri, işitme ve görme siz ilaç kullanımı, bebeğin düşük kilolu doğması ve
duyularında sorun olmamasına rağmen yavaş oku- zor bir doğum yaşanması, gelişiminde rol oynayan
ma, b, d, p, q gibi harfleri ve bazı kelimeleri karış- etkenler arasında sayılıyor. Ama esas olarak genetik
tırma, tersten algılama, okurken atlama, benzer keli- faktörlere bağlı olarak beynin bazı bölgelerinde gö-
meleri karıştırma, heceleme zorluğu, hecelerin yerini rülen sorunlar nedeniyle ortaya çıktığı düşünülüyor.
değiştirme, yeni ve karmaşık kelimeleri öğrenmek-
te zorluk çekme, zaman kavramlarında ve sesli oku-
mada zorlanma, harflerin ses sırasını karıştırma ola-
rak sayılıyor. Bu belirtiler çocuktan çocuğa da farklı-
lık gösterebiliyor. Okul öncesi dönemdeki çocuklar-
da disleksi, motor becerilerinde yetersizlikler, kav-
ram öğrenmekte zorlanma, konuşmada gecikme ve
konuşma bozukluğu gibi bazı sinyaller verse de so-
run çocuğun ilkokula başlamasıyla su yüzüne çıkı-
yor. Bazı durumlarda ise disleksiye dikkat eksikliği
ve hiperaktivite sorunu da eşlik edebiliyor.

37
Sıradan Bir Zeki Değilim: Disleksiğim

Bazı araştırmalarda disleksik çocuk- Erken Tanı Çok Önemli


ların beyinlerinin önemli birkaç bölgesi- Diğer Öğrenme Güçlükleri
nin görsel analiz ve fonolojik (sese iliş- Uzmanlar disleksik kişilerin hasta ol-
kin) işlem için yeterince aktif olmadığı, madığını ya da disleksinin bir hastalık Matematik öğrenme güçlüğü (dis-
sağ ve sol bölümlerindeki aktivitelerinde olarak değerlendirilmemesi gerektiğini kalkuli) ve yazma ya da yazılı anlatım
farklılıkların olduğu sonucuna ulaşılmış. önemle vurguluyorlar. Yaşam boyu süre- güçlüğü (disgrafi) disleksi dışında bili-
Örneğin disleksik olmayan kişilerin bey- bilecek bu sorun ne kadar erken fark edi- nen yaygın diğer öğrenme güçlükle-
ninin sağ yarıküresinin sol yarıküresine lirse uygulanacak tedavi çocuğun normal rinden. Matematikle yıldızı barışmayan
oranla daha küçük olduğu gözlenmiş oy- okuyucu seviyesine yaklaşmasında o ka- pek çok öğrenci tanırız, bazıları gerçek-
sa disleksik kişilerde beynin iki yarıkü- dar etkili oluyor. Okumaktan çekinen, ten matematiği sevmiyor olsa da bazı-
resi ya eşit büyüklükte oluyor ya da sol okulu sevmeyen ya da disleksinin diğer larının sorunu bu değildir. Diskalkuli so-
yarıküre daha küçük oluyor. belirtilerini gösteren bir çocuğun tembel runu yaşayan öğrenciler matematik işle-
ve disiplinsiz olduğu gibi bir sonuca var- mi yapmakta güçlük çekiyor, matematik
madan önce akıllara disleksiyi ya da diğer sembollerini tanıyamıyor, çarpım tablo-
öğrenme güçlüklerini getirmekte fayda sunu öğrenmede zorlanıyor, zaman ve
var. Erken tanı konulabilmesinde elbette yön kavramlarında hatalar yapıyor. Bun-
en büyük rol annelerin, babaların ve öğ- lar diskalkulinin belirtilerinden sadece
retmenlerin gözlemleri. birkaçı, nedenleri dislekside olduğu gi-
Disleksi şüphesi olan çocuklara, uzman- bi tam olarak bilinmiyor, benzer çevresel
lar tarafından yapılacak zekâ testi, psiko- ve genetik faktörlere bağlı olarak ortaya
metrik ve nöropsikolojik testler sonrasın- çıkabileceği düşünülüyor. Belirtiler ço-
da tanı konulabiliyor. İlaç tedavisi olma- cuğun ilkokula başlamasıyla yoğun ola-
yan disleksi için önerilen, eğitimcilerin, bu rak gözlense de tüm öğrenme güçlükle-
konudaki uzman pedagogların ve ailelerin rinde olduğu gibi erken tanı çok önem-
yer aldığı ekiple tedavi sürecine başlanması. li. Yetişkinlerde de gözlenen diskalku-
Çocuğun bir yandan normal okuluna de- li, günlük yaşamında sayılarla ya da ma-
vam ederken aynı zamanda somut, deney- tematiksel hesaplamalarla karşı karşı-
sel öğrenme ve soyut düşünebilme olanak- ya kaldığında kişinin hayatını zorlaştı-
ları yaratacak, öğrenme becerisini güçlen- rabiliyor. Yapılan araştırmalar diskalkuli-
direcek eğitim programlarının uygulana- ye bazı durumlarda disleksinin de eşlik
cağı bireysel çalışmalar yapması ya da grup ettiğini gösteriyor. Disgrafi denen yaz-
Disleksi tanısı konulan çocukların % çalışmalarına katılması öneriliyor. ma ya da yazılı anlatım güçlüğünde ise
80’inden fazlasının ailesinde de dislek- b-d, m-n, ı-i, d-t, g-k, g-ğ-y, l-r-n, f-v harf-
siklere rastlanmış. İkiz kardeşler üzerin- Çabalar Farkındalık lerini yazarken karıştırma, yazım hatala-
de yapılan araştırmalardan da disleksi- rı, okunaksız ve düzensiz el yazısı, rakam
nin genetik nedenlere bağlı olarak geli-
Yaratmak İçin ve sözcükleri ters yazma, sözcükler ara-
şebileceğine dair sonuçlar elde edilmiş. Binlerce disleksik çocuğun fark edil- sında boşluk bırakmadan ya da sözcüğü
Örneğin 6. kromozomun sesleri kodla- meyip gerekli eğitim programları ya da birkaç parçaya bölerek yazma gibi prob-
ma ve kelimeleri seslendirme, 15. kro- terapiler dahilinde tedavi edilmediği- lemler gözleniyor.
mozomun kelimeleri tanıma yeteneği ni düşünürsek ileride hepsinin mutsuz,
ile ilişkili olduğu saptanmış. Bu nedenle sosyal hayatında ve ilişkilerinde başarı-
beynin gelişiminde görevli birçok genin sız, kendine güveni olmayan, topluma
disleksinin gelişiminde de rol oynadı- kazandırılmamış birer yetişkin olacağını
ğı düşünülüyor. Örneğin 6. kromozom- tahmin etmek zor olmasa gerek. Özellik-
da yer alan DCDC2 geninin beynin oku- le son yıllarda tüm dünyada disleksi ko-
ma bölgesindeki sinir hücrelerinin koor- nusunda yapılan etkinliklere, projelere ve
dinasyonunda görevli olduğu bulunmuş. araştırmalara bakıldığında sorunun cid-
Normal okuma için beyindeki devrele- diyetinin farkına varıldığı düşünülüyor.
rin birbirleriyle iletişim halinde olmala- Örneğin bazı ülkelerde disleksi konusu-
rı gerekirken DCDC2 geninde meydana na ve disleksik çocuklara dikkat çekmek
gelen bir değişikliğin bu iletişimi bozdu- için disleksi farkındalık günleri düzenle-
ğu saptanmış. niyor ve çeşitli etkinlikler yapılıyor.

38
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<

materyallerinin hazırlanması, okul öncesi dönem-


de disleksi riski altındaki çocukların tanımlanması
Dernekler de Çalışıyor ve bunlara özel eğitim verilmesi amaçlanıyor. Ayrı-
ca yetişkin disleksik bireylere yönelik internet site-
Pek çok dernek, öğrenme güçlükleri konusuna si ve elektronik kitap hazırlanması da bu uluslara-
dikkat çekmek ve toplumda farkındalığı sağlamak rası projelerin hedeflerinden biri. Umut veren bu
için çalışmalar yapıyor. Örneğin Dikkat Eksikliği ve çalışmaların sonuçlarının yakın zamanda disleksik
Hiperaktivite Derneği (www.hiperaktif.org), Dik- çocuklarda, ailelerde ve öğretmenlerde olumlu et-
kat Eksikliği ve Öğrenme Güçlüğü Derneği (www. kilerinin gözleneceği düşünülüyor. Unutmayalım,
hiperaktivite.org.tr ), Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı onlar tembel, disiplinsiz, zekâ geriliği olan çocuk-
Derneği (www.cgrsder.org) ve Kuzey Kıbrıs Dis- lar değiller, en az kendi yaşıtları kadar zekiler, hatta
leksi Derneği (http://www.disleksi.org) bu olu- bazıları üstün zekâlı. İhtiyaçları sorunlarının fark
şumlardan bazıları. Örneğin Kuzey Kıbrıs Dislek- edilerek desteklenmeleri, güçlü yanlarının ve ba-
si Derneği disleksiyi anlatmak ve disleksinin doğ- şarılarının takdir edilmesi. Türkiye’deki disleksik-
ru anlaşılmasını sağlamak amacıyla projeler yapı- lerin sayılarıyla ilgili farklı bilgiler veriliyor. Ancak
yor, kampanyalar düzenliyor. İşin tedavi boyutun- yaygınlığının tahmin edilenden çok daha fazla ol-
da asıl görev çeşitli özel eğitim, rehabilitasyon ve duğu düşünülüyor. Bu yüzden de uzmanlar başta
davranış bilimleri merkezlerindeki ve hastanelerin disleksi olmak üzere tüm öğrenme güçlüğü sorunu
psikiyatri bölümlerindeki uzmanlara düşüyor. yaşayan çocukların ya da yetişkinlerin saptanması-
na yönelik tarama ve takip sistemlerinin kurulma-
sının büyük önem taşıdığını belirtiyor.

Avrupa Parlamentosu’nun 15 Kasım 2006 tarih


ve 1720/2006/EC sayılı kararıyla kurulan ve ülke- Kaynaklar
mizin de 3 Temmuz 2007’de katıldığı “Hayat Bo- Caylak, E., “The Studies about Phonological Cilt 325, s. 280-283, 2009.
Deficit Theory in Children with Developmental Galaburda, A.M., LoTurco, J., Ramus, F., Fitch,
yu Öğrenme Programı (LLP)” kapsamında dislek- Dyslexia: Review”, American Journal of
Neuroscience, Cilt 1, s. 1-12, 2010.
R. H., Rosen, G. D., “From Genes to Behavior in
Developmental Dyslexia”, Nature Neuroscience
si konusunda pek çok proje başlatılmış. Projeler- Tunmer, W. ve Greaney, K., “Defining Dyslexia”, Cilt 9, s. 1213 – 1217, 2006.
Journal of Learning Disabilities, Cilt 43, http://www.meb.gov.tr/
de öğretmenler, psikologlar ve çocukları disleksik s. 229-243, 2009. http://www.ua.gov.tr
Gabrieli D. E. J., “Dyslexia: A New Synergy Between http://www.disleksi.org
ebeveynler için eğitim programlarının ve eğitim Education and Cognitive Neuroscience”, Science,

39
İlay Çelik

Bilimsel Programlar
Uzman Yardımcısı,
TÜBİTAK
Bilim ve Teknik Dergisi

Mikroplar
Akıllı mı Ne?
Dünyadaki canlıların büyük çoğunluğunu gözle göremediğimiz mikroorganizmalar
oluşturuyor. Bu tek hücreli canlılar hemen hemen her çeşit ortamda yaşayabilecek bir
biyolojik çeşitlilik sergiliyor. Mikroorganizmalar çok hücreli canlılara göre çok daha
basit canlılar olarak kabul edilseler de kimi özellikleri yapısal basitliklerinden
beklenmeyecek ölçüde karmaşık ve gelişmiş olabiliyor. Araştırmacıların adeta bir çeşit
zekâya benzettiği bu özellikler mikroorganizmaların sandığımız kadar basit ve
ilkel canlılar olmadığını düşündürüyor.

40
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

M
ikroorganizmaların zekâ ürünüymüş gibi
görünen davranışları tıpkı başka özellik-
leri gibi çeşitlilik gösteriyor. Tabii ki mik-
roorganizmalar için gerçek bir zekâdan bahsetmek
imkânsız, çünkü bir sinir sistemine bile sahip değil-
ler. Mikroorganizmaların bu tür davranışları, bir çe-
şit “kimyasal bilgisayar” gibi işleyerek sergiledikleri
düşünülüyor. Bu modele göre, hücre dışarıdan ge-
len bilgiyi girdi olarak kullanıp çıktı olarak bir dav-
ranış ortaya koyuyor. Bu defa işlem birimleri, bilgisa-
yarlardaki mantık kapılarına benzer biçimde işleyen
proteinler. Dışarıdan gelen girdiler proteinlerin şekil
değiştirmesine, bir araya gelmesine ya da belirli bil-
gi işleme silsileleri içerisinde bazı proteinlerin kim-
yasal olarak değişmesine yol açıyor. Sonuçta uyarılan
efektör proteinler de davranış tepkisini oluşturuyor.
İşte mikroorganizmaların, çevrelerinin farkında
oldukları ve bilinçli olarak tepki verdikleri izlenimi-
ni uyandıran davranışlarından bazıları:

Mikroplar İletişim Kuruyor


Bakterilerin kimyasal sinyaller kullanarak akra-
balarıyla örgütlendiği, müttefikleriyle işbirliği yap-
Bacillus subtilis bakterisi
tığı ya da düşmanlarına gözdağı verdiği biliniyor. ortamdaki besin miktarı azaldığında
Mikrobiyologlar bu kimyasal “konuşma”nın, bak- Mikroplar Karar Veriyor dayanışmacı davranış gösteriyor.

teri hücrelerinin hayvan topluluklarının karma- Pek çok mikroorganizma, çevresindeki kendi tü-
şıklığına yakın biçimde dayanışma göstermesine, rüne ait birey sayısını algılayarak davranış değişikli-
çok hücreli canlılar gibi özelleşebilmesine ve sos- ği gösterebiliyor. Bu da bu canlılara grup halindey-
yal davranış gösterebilmesine olanak sağladığı gö- ken toplu eylem yapma şansı tanıyor. Mikroorganiz-
rüşünde. maların eşgüdümlü olarak takım çalışması yapması-
Bakterilerin iletişimine bariz bir örnek Bacil- nı sağlayan yöntemlerden biri, yeter çoğunluğu algı-
lus subtilis bakterisinde görülüyor. Bacillus subtilis lama olarak bilinen olgu.
bireyleri besince zengin bir ortamdayken diğerle-
rinden bağımsız olarak bölünüyor ve bir başlangıç
noktasından etrafa yayılan dairesel bir koloni oluş-
turuyor. Ancak besin miktarı azaldığında bir çeşit
dayanışmacı davranış göstermeye başlıyorlar. Gö-
rünüşe göre, çoğalan hücreler komşuları tarafın-
dan salgılanan kimyasal maddeleri algılıyor ve bu
maddelerden özellikle uzaklaşıyor. Bu durum be-
sin kaynağı için daha az rekabet oluşturuyor. Be-
sin miktarı azaldıkça koloninin dallanan uzun kol-
ları bir merkez etrafında sarmal biçimde kıvrılıyor.
Besin iyice azaldığında ise kollar epey inceliyor ve
koloni çok düzenli bir şekil alıyor. Bu olguyu taklit
eden matematiksel modeller oluşturan araştırmacı
Ben-Jacob, modelin bakterilerden kimyasal mad-
deler yayıldığına ilişkin veriler girildiğinde gerçe-
Tek bir organizma gibi hareket eden
ğe en yakın biçimde çalıştığını ve bunun bakterile- bağımsız hücrelerden oluşan cıvık
rin gerçekten iletişim kurduğu düşüncesini destek- mantar, labirentte en kısa yol üzerinde
büyüyerek tüp biçiminde yapılar
lediğini söylüyor. oluşturuyor.

41
Mikroplar Akıllı mı Ne?

Hastalık yapıcı mikroorganizmalarda yeter ço-


ğunluğu algılama mekanizmasının keşfi, mikrobik
hastalıklara karşı yepyeni bir stratejinin yolunu aç-
tı. Araştırmacılar antibiyotiklere karşı sürekli daha
da dirençli hale gelen bakterilerle savaşta, onları öl-
dürmeye çalışmak yerine kendi aralarındaki iletişi-
mi kesmenin çok daha akıllıca olacağını düşünüyor.
Böylece bakterilerin yeter çoğunluğu algılama me-
kanizmaları sekteye uğratılarak kazanılan zamanda,
bağışıklık sisteminin uyanarak koloniyi etkisiz hale
getireceği yönünde bulgular elde edilmiş.

Mikroplar Yönlerini Buluyor


Hayvanlar dünyasında çok gelişmiş örnekleri-
ni gördüğümüz yön bulma yeteneği mikroorganiz-
Escherichia coli bakterisi ortama Vibrio harveyi adlı bakteri bu olgunun gözlemlen- malarda da görülüyor. Suda yaşayan Chlamydomo-
besin girdiğinde rutin hareket
döngüsünü değiştirerek diği canlılardan biri. Bu bakteriler rutin olarak öz- nas algleri ışığa doğru hareket edebiliyor. Ancak
doğrusal bir hareketle besine tetikleyici olarak adlandırılan bir molekül üretiyor bu yönelimi sadece gelen ışık fotosentez yapması-
doğru ilerliyor
ve bunu çevresine salgılıyor. Çoğu zaman bunun so- na uygun bir dalga boyundaysa gösteriyor.
nucunda hiçbir şey olmuyor ancak molekül ortamda Escherichia coli bakterileri ise normal şartlarda bir
yeterince yüksek yoğunluğa ulaşırsa bu durum, Vib- doğru üzerinde hareket ederken aniden kendi çev-
rio harveyi hücrelerinde kimyasal bir tepki oluşturu- resinde dönerek rastgele bir yöne doğru tekrar doğ-
yor ve hücreler parlamaya başlıyor. Molekülün yo- rusal harekete başlıyor. Bakterinin hareketi bu iki tip
ğunluğu ortamda bulunan bakteri sayısıyla ilgili, do- hareketin dönüşümlü gerçekleşmesiyle gerçekleşi-
layısıyla bakteri sayısı yeterince arttığında bakteriler yor. Ancak bakterinin bulunduğu ortama bir miktar
solgun mavi bir ışıkla parlıyor. besin eklendiğinde kendi çevresinde dönme davra-
Sonuçta Vibrio harveyi hücreleri tek başları- nışı sonlanıyor ve bakteri besinin “koku”suna doğru
na parlamazken grup halindeyken parlıyor. Vibrio yönelerek düz bir çizgide ilerlemeye başlıyor.
harveyi’nin bu davranıştan ne gibi bir avantaj sağla- Mikroorganizmaların “-taksi” olarak adlandı-
dığı henüz bilinmiyor, ancak Vibrio harveyi’nin ben- rılan bu tür yönelim hareketleri, çeşitli moleküler
zer bir davranış sergileyen akrabası V. fischeri için bu mekanizmalara bağlı olarak çalışıyor. Escherichi-
gizem çözülmüş. Laboratuvar dışında V. fischeri ge- a coli bakterisinin kemotaksi (kimyasal yönelim)
nellikle Hawaii’deki bir tür mürekkep balığının içeri- hareketi için öne sürülen mekanizmaya göre, bak-
sinde yoğun koloniler halinde yaşıyor. Mürekkep ba- terinin dış yüzeyinde bulunan almaçlar bakterinin
lığı bakterilere güvenle yaşayıp çoğalabilecekleri bir hareketinin belirlenmesinde rol oynuyor. Elektrik
ortam sağlarken bakteriler de ışıma yaparak mürek- devresindeki anahtarlar gibi işlev gören bu almaç-
kep balığının derin deniz habitatında kamufle olma- lar açık ya da kapalı konumda olabiliyor. Almaçla-
sına yardım ediyor. rın açık ya da kapalı konumda oluşu iki hareket-
Yeter çoğunluğu algılama, başka pek çok mik- ten birini tetikliyor. Normal şartlarda açık ve ka-
roorganizmada da çeşitli amaçlar için kullanılıyor, palı almaçların oranı yaklaşık yarı yarıya olduğu
bunlara bazı hastalık yapıcı mikroorganizmalar da için zaman zaman açık ya da kapalı konumdan bi-
dahil. P. aeruginosa adlı mikroorganizma kistik fib- ri baskın hale geçip hareketin çeşidini değiştirebi-
roz hastalarının akciğerlerindeyken, dokulara gir- liyor. Ancak besin molekülleri almaçlara tutunun-
mesini ya da hastanın direnç sistemine karşı koyabil- ca almaçları belirli bir konumda kilitleyip hareke-
mesini kolaylaştıran özel maddeleri ne zaman kul- tin doğrusal olarak devam etmesine sebep oluyor.
lanması gerektiğine yeter çoğunluğu algılama yoluy- Mikroorganizmaların yön bulma yeteneğinin
la karar veriyor. Belirli bir eşik geçildikten sonra et- en çarpıcı örneklerinden biriyse cıvık mantarda
kinleşen bu sistem sayesinde, koloni hastanın bağı- görülüyor. Cıvık mantarın bir labirentte giriş ve
şıklık sistemini erken bir zamanda uyandırmaktan çıkış arasındaki en kısa yolu bulabildiği keşfedil-
kaçınmayı başarıyor. Böylece saldırıya geçmeden di. Cıvık mantarlar tek bir organizma gibi hareket
önce yeterince çoğalmış ve güçlenmiş oluyor. eden, amipe benzeyen bağımsız hücrelerden olu-

42
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
şuyor. Japon araştırmacı Toshiyuki Nakagaki yap-
tığı deneyde bir cıvık mantar kitlesini parçala-
ra ayırdı ve her bir parçayı katı agar ortamı (mik-
roorganizmaların laboratuvar ortamında üzerin-
de büyütüldüğü jel madde) üzerinde, plastik film-
lerle oluşturduğu bir labirentin farklı koridorları-
na yerleştirdi. Labirentin girişine ve çıkışına ise
besleyici yulaf ezmesiyle doldurulmuş agar blok-
ları koydu. Sonunda mantar parçalarının yayıla-
rak tek bir organizma halinde bir araya geldiğini
gördü. Ancak mantar büyürken labirentin çıkmaz
noktalarından geri çekilerek giriş ve çıkış arasın-
da kalın bir tüp oluşturdu. Üstelik de giriş ve çıkış
arasında dört yol seçeneği olduğu halde mantar
her seferinde en kısa yolu seçti.

Mikroplar Öğreniyor ve Hatırlıyor


Mikroorganizmaların bir çeşit hafızası olduğu
ve “öğrendikleri” şeylerden yararlanarak davra-
nışlarını değiştirdikleri durumlar da var.
Yapılan araştırmalar mikroorganizmaların ha-
reketlerinin sanıldığı gibi rastgele olmayabileceği,
aksine (örneğin yiyecek bulma etkinliklerini opti-
mize edecek nitelikte) hareket stratejilerine sahip
olabilecekleri yönünde bulgular ortaya koyuyor.
Örneğin amipler üzerinde yapılan bir araştır-
ma, amip hareket halindeyken eğer önce sağa dö-
nerse bir sonraki dönüşünün iki kat yüksek ihti-
malle sola doğru olacağını gösteriyor. Bu da araş-
tırmacılara hücrelerin son döndükleri yönü hatır-
lamalarını sağlayan ilkel bir hafızaya sahip oldu-
ğunu düşündürüyor.
Escherichia coli bakterilerindeyse daha da ilginç
bir durum görülüyor. Bu bakteriler yaşam döngüle- Çok hücreli organizmalar gibi göz önünde ol- Sürekli şekil değiştirerek oluşturduğu
yalancı ayaklarla hareket eden
rinin bir bölümünü insan sindirim sisteminde yol- mamaları, çok farklı ortamlarda yaşayabilmeleri, amip, dairesel hareket döngüsüne
culuk ederek geçiriyor ve sindirim sistemi içinde gözlemlenmelerinin ve incelenmelerinin daha zor girmesini önleyerek besin bulma
şansını artıran bir hareket
ilerlerken de çeşitli ortamlarla karşılaşıyor. Bakteri, olması gibi sebeplerden dolayı mikroorganizma- stratejisine sahip.
sindirim yolundaki ilerleyişi sırasında maltoz adlı ların dünyasına dair pek çok ilginç ve sıra dışı ol-
şekerden önce laktoz adlı şekere rastlıyor. Laktozla gu hâlâ gizemini koruyor. Bu gizemler aydınlan-
ilk karşılaşmasında laktozu sindirecek biyokimya- dıkça da mikroorganizmaları nitelemekte kullanı-
sal düzeneğini etkinleştiriyor, ancak aynı zamanda lan “basit”, “ilkel” gibi sıfatlar yeniden gözden ge-
maltozu sindirmesini sağlayacak düzeneği de kıs- çirilecek gibi görünüyor.
men etkinleştiriyor ki maltozla karşılaştığında mal-
tozu da sindirmeye hazır olsun.
Araştırmacılar bunun yerleşik bir özellik olma-
yıp öğrenilen bir davranış olduğunu göstermek Kaynaklar Huang, G., “Tiny organisms remember the way”,
Marshall, M., “Why microbes are smarter than you New Scientist, Cilt 193, Sayı 2595, 17 Mart 2007.
için Escherichia coli bakterilerini aylarca laktozun thought”, New Scientist İnternet Sitesi, 30 Temmuz Buchanan, M., “A billion brains are better than one”,
2009, http://www.newscientist.com/article/dn17390- New Scientist, Cilt 184, Sayı 2474, 20 Kasım 2004.
olduğu ancak maltozun olmadığı besi ortamında why-microbes-are-smarter-than-you-thought. Sample, I., “Primitive intelligence”, Nature, Cilt 407,
büyüttüler. Sonunda bakteriler önceki davranışla- html?full=true
Lawton, G., “Review: Wetware by Dennis Bray”, New
Sayı 470, 27 Eylül 2000.
Brookes, M., “Get the message”, New Scientist,
rını değiştirerek maltozu sindiren sistemi erken- Scientist, Cilt 202, Sayı 2714, 27 Haziran 2009.
Pennisi, E., “The secret language of bacteria”, New
Cilt 159, Sayı 2174, 15 Ağustos 1998.
Poole, P., “Microbes on the move”, New Scientist,
den etkinleştirmeyi bıraktı. Scientist, Cilt 147, Sayı 1995, 16 Eylül 2009. Sayı 1706, 3 Mart 1990.

43
Oğuzhan Vıcıl

Dr., Bilimsel Programlar Uzmanı,


TÜBİTAK Bilim ve Toplum
Daire Başkanlığı

Yeni Nesil Lityum-İyon


Pil Teknolojileri
Mobil cihazlar ve dizüstü bilgisayarlar son yıllardaki baş döndürücü teknolojik gelişmelerle birlikte hayatımızın
vazgeçilmez unsurlarından oldu. Gelişmekte olan elektrikli araç teknolojileri de çevreci teknolojiler olarak yakın bir zamanda
hayatımızda yer etmeye aday görünüyor. Bilim adamları ve araştırmacılar gün geçtikçe daha güçlü, daha hafif, daha hızlı
elektronik cihazlar ve araçlar geliştiriyor. Tüm bu gelişmelere karşın mevcut pil teknolojileri artan enerji ihtiyacını
istenilen ölçüde karşılamaktan şimdilik uzak...
Hafifliklerinin yanı sıra enerji yoğunluğu, kapasite ve güç bakımından da nikel kullanan pillere üstün olan lityum-iyon piller,
kısa sürede özellikle mobil cihazlar ve yüksek güç isteyen teknolojiler için (elektrikli araçlar ve askeri uygulamalar gibi)
vazgeçilmez pil teknolojilerinden oldu. Buna karşın kapasitesinin ve kullanım ömrünün sınırlı olması ve
toplam sahip olma maliyeti, lityum-iyon pil teknolojisinin en büyük dezavantajları arasında.
Bilim insanları ve araştırmacılar, son zamanlarda yeni nesil lityum-iyon pil teknolojileri geliştirmek için uğraşıyor. Araştırmalar,
çoğunlukla elektrotlar için farklı materyallerin kullanılması ve nanoteknolojiden yararlanılması üzerinde yoğunlaşıyor.

G
ünümüzde hemen hemen herkes mobil Gerek lityum-iyon pil üreten şirketler, gerek-
cihazların sağladığı kolaylıktan ve kon- se bu pilleri kullanan cihazları üreten firmalar, pil
fordan yararlanıyor. Daha hafif ve daha ömrünü belirleyen faktörler arasında toplam şarj
güçlü portatif cihazlar farklı ürün yelpazeleriyle döngüsü ve sıcaklık koşulları gibi etkenlerden bah-
her yaştan ve her kesimden insanın beğenisine su- sediyor olsa da, internet ortamında yer alan bazı
nuluyor. Çoğu zaman da ihtiyaç nedeniyle bir ba- iddialara hiç değinmiyorlar. Bu iddiaların başında,
kıma bağımlı hale gelinen elektronik cihazların da- lityum-iyon pillerin performanslarının ve ömürle-
ha fazla kolaylık ve mobilite sağlamalarının önün- rinin sadece toplam şarj döngüsü ve sıcaklık gibi
deki belki de en büyük engel, artan enerji ihtiyacı- koşullara bağlı olmadığı, üretim tarihinden itiba-
na karşın pil teknolojilerinin henüz bu talebi ma- ren ne kadar süre geçtiğine de bağlı olduğu geliyor.
liyet etkin bir şekilde karşılayamaması. Nikel kad- Bir diğer ifadeyle satın alınan cihazı veya yedek pi-
miyum (NiCd) ve nikel-metal hidrit (NiMH) gi- li çok sık kullanmasanız bile gün geçtikçe eskime-
bi nikel tabanlı pil teknolojilerinin kullanım ömrü ye devam ediyor. Her ne kadar bu konuda yayım-
sorununun bir benzeri de lityum-iyon pil teknolo- lanmış bir bilimsel çalışmaya rastlayamadıysak da,
jileri için geçerli. Lityum-iyon piller şarj edildikçe birçok kullanıcının kişisel deneyimi bu iddianın
kapasitelerini yitirmeye başlıyor ve belirli bir şarj doğru olabileceği yönünde önemli veriler sunuyor.
sayısına ulaşıldığında ise artık kullanılamaz olu-
yorlar. Ayrıca toplam şarj döngüsü arttıkça veya pil
yaşlandıkça (üretim tarihinden itibaren piller yaş-
lanmaya başlar) iç dirençte artış oluyor. İç direncin
artması ise hem pilin kullanım için sağladığı vol-
tajın düşmesine ve bu nedenle maksimum akımın
düşük seviyede olmasına, hem de kullanım süresi-
nin azalmasına neden oluyor.

44
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Tarayıcı elektron mikroskobu
ile görüntülenmiş
lityum-iyon kristalleri
(büyütme oranı:
Yukarıdaki fotoğraf 10 cm
genişliğinde basılırsa ×1700)

Kullanıma bağlı olarak lityum-iyon pillerin per- ve yüksek güç isteyen teknolojilerin (elektrikli el alet-
formansının neden düştüğüne veya ömrünün ne- leri, elektrikli araçlar ve askeri uygulamalar gibi) vaz-
den azaldığına yönelik önemli bilimsel çalışma- geçilmez batarya teknolojilerinden olmuştur.
lar yapılıyor. Bu çalışmalarla daha yüksek kapasi- Lityum-iyon pillerin bir diğer önemli özelliği
teli, daha uzun ömürlü ve daha yüksek güç yoğun- NiCd pillerde görülen hafıza etkisinin (memory ef-
luklu pillerin geliştirilmesi amaçlanıyor. Şu ana ka- fect) görülmemesi. Hafıza etkisi NiCd pillerin üst
dar yapılan bilimsel çalışmalarla birtakım önemli üste, tam olarak boşalmadan şarj edilmesi sonucu,
sonuçlara ulaşılmış olsa da, bu olgunun temelinde maksimum kapasitelerini kaybetme özelliğidir. Bu
moleküler seviyedeki etkenlerin yatması mekaniz- nedenle lityum-iyon pilleri şarj etmek için tama-
manın tam olarak anlaşılabilmesinin önündeki en men boşalmalarını beklemek veya tam olarak şarj
büyük engellerden biri. etmek gerekmez (en azından kuramsal olarak). Ay-
rıca lityum-iyon pillerin zamana bağlı olarak ken-
di kendine deşarj olma hızı da nikel tabanlı tekno-
Lityum-İyon Pil Teknolojisi lojilere göre hayli düşüktür.
İlk olarak Sony tarafından, 90’lı yılların başların- Lityum-iyon hücreler tipik olarak üç ana kısım-
da ticari hale getirilen lityum-iyon piller, nikel kad- dan oluşur:
miyum (NiCd) ve nikel-metal hidrit (NiMH) gibi ni- Katot (pozitif elektrot): Metal oksitten oluşur. Ti-
kel tabanlı pillere nazaran daha hafiftir (lityum, stan- cari açıdan en çok tercih edilenleri lityum kobalt ok-
dart koşullar altında en hafif katı elementtir). Bunun- sit, lityum demir fosfat veya lityum manganez oksit ve
la birlikte enerji yoğunluğu, kapasite ve güç bakımın- lityum nikel manganez kobalttır.
dan daha üstün oldukları için, büyüklük ve uzun kul- Anot (negatif elektrot): Gözenekli karbondan
lanım süresi açılarından nikel tabanlı pil teknolojile- oluşur. En yaygın olarak kullanılanı grafittir.
rinden daha avantajlıdır. Bu nedenle kullanımı son Elektrolit: Çoğunlukla lityum iyonları içeren or-
yıllarda hayli yaygınlaşmış, özellikle mobil cihazların ganik çözücülerden oluşur.

45
Yeni Nesil Lityum-İyon Pil Teknolojileri

Lityum-iyon pil hücreleri nispeten basit bir yapıya


KATOT ANOT
ve işleyişe sahip olsalar da, ömürleri ve performans-
Şarj larının optimize edilmesiyle birlikte birtakım güven-
lik kriterlerini sağlayabilmek amacıyla, lityum-iyon
Li+ bataryalar özel bir dizayna sahiptir ve içlerinde özel
Co elektrik devreleri barındırırlar. Günümüzde hemen
O
hemen her üründe kullanılan lityum-iyon batarya-
Li lar bu devrelere sahip akıllı bataryalardır. Lityum-
iyon pil hücreleri son kullanıcılar açısından erişile-
bilir ve satın alınabilir değildir. Batarya üreticileri, bu
Li+ pil hücrelerini alır, belirli güvenlik kriterlerini sağla-
yan özel tasarıma sahip akıllı devre içeren bir yapının
Deşarj
içine yerleştirir ve kullanıma sunarlar.
Bir lityum-iyon batarya fazla şarj olduğunda, faz-
LiCoO2 Özel Karbon Yapı la ısındığında veya üretim hataları nedeniyle içsel
Panasonic internet sitesinden
kısa devre yaptığında, içindeki elektrolitler elektrot-
alınmıştır.1 Lityum-iyon batarya hücrelerinin çalışma pren- larla kimyasal tepkimeye girebilir. Bunun sonucunda
sibi hayli basittir, temelinde lityum iyonlarının anot batarya patlayabilir ve içindeki elektrolit hava ile te-
ve katot arasında gelip gitmesi vardır. Kullanım (de- mas ederek alev alabilir.
şarj) sırasında lityum iyonları anottan çıkar, katota
geçer. Şarj esnasında ise bunun tam tersi olur ve lit- Araştırmalar Hangi Alanlarda
yum iyonları katottan ayrılarak anota geçer.
Katot olarak lityum kobalt oksit kullanılan tipik bir
Yoğunlaşıyor?
lityum-iyon pil hücresinde şu reaksiyonlar gerçekleşir: 1 Araştırmalar başlıca enerji ve güç yoğunlukları-
Sağ alttaki resimde lityum-iyon nın artırılması, kullanım ömrünün uzatılması ve iç
pil hücrelerinden oluşan ve şarj güvenlik önlemlerinin artırılması gibi konular üze-
özel devreler içeren lityum-iyon _
bataryanın içyapısı görülüyor. Katot: LiCoO2 Li1-xCoO2 + xLi+ + xe rinde yoğunlaşıyor. İç güvenlik mekanizmaları,
Bu devreler düzensiz çalışma
koşullarında elektronik deşarj elektrikli cihazların ve düşük voltajlı devrelerin teh-
cihazların güvenli bir şekilde likeli alanlardaki yanıcı gazların tutuşmasına neden
çalışmasına yönelik koruma
sağlar. Örneğin şarj sırasında şarj olabilecek enerji salınımlarını engeller.
voltaj belli bir değerin _
üstüne çıktığında, güvenlik
Anot: C + xLi+ + xe Lix C Bir batarya içindeki maddelerin yapısal özellik-
devresinin müdahalesi sonucu deşarj leri, o bataryanın sahip olabileceği kuramsal perfor-
şarj durur. Benzer şekilde
kullanım esnasında voltaj mans değerlerini belirler. Tercih edilen materyallere
www.electronics-lab.com/articles/Li_Ion_reconstruct

seviyesi belli bir değerin altına göre, bataryanın voltajı, ömrü, toplam şarj edilebil-
düştüğünde deşarj durur.
Sıcaklık seviyesinin anormal me sayısı, kapasitesi ve güvenlik seviyesi önemli öl-
derecede arttığı durumlarda
bataryanın kullanılmasını çüde değişebiliyor. Bu nedenle de son yıllarda önem-
engelleyen devreler de vardır. li sayılabilecek birçok araştırma, daha yüksek güce
Akıllı pillerde bulunan işlemciler
aynı zamanda, pile ait doluluk ve kapasiteye ulaşılabilmesi için hem anot ve katot
oranı (%), gerilim (V), kapasite
(mWh), sıcaklık ve anlık tüketim materyalleri hem de kullanılan elektrolitler üzerinde
gibi bilgileri kullanılan yoğunlaştı. Ayrıca iç direncin düşürülmesine yönelik
cihazlara iletirler. Bu yüzden
bazılarında 3, bazılarında çalışmalar, batarya performansının yanı sıra güven-
4 terminal bulunur. İçinde lik seviyesinin de artırılması açılarından hayli önem-
işlemci bulunmayan pillerde ise
bu terminaller sıcaklık sensörü Lityum-İyon Polimer Piller: Kullandığınız birçok li. Nanoteknoloji kullanılarak gerçekleştirilen mo-
için de kullanılabilir.
Tabii ki bu özel tasarımların üründe lityum-iyon polimer piller olduğunu göre- difikasyonlar, lityum-iyon pil teknolojilerinde hayli
içinde, bu devrelerin ve diğer ceksiniz. Lityum-iyon polimer pillerin lityum-iyon önemli gelişmeler kaydedilmesini sağladı.
güvenlik önlemlerinin olmasının
bir maliyeti oluyor. Orijinal pillerden en temel farkı, elektrolitin (lityum tuzu) Bataryalar Nasıl Yaşlanıyor? Ohio State Üniver-
olmayan yan sanayi ürünleri
daha düşük maliyetli olduğu organik çözücü yerine polietilen oksit gibi katı po- sitesi bilim insanlarının hibrit araba bataryaları ile
için birçok kişi tarafından tercih limer kompozitlerde tutulması. Bu yapı hemen yaptıkları güncel bir çalışma, önceki kısımlarda kı-
edilse de, yeterli güvenlik
katmanlarını taşımadığından hemen her istenilen şekilde pil üretilebilmesine saca değindiğimiz faktörlerin dışında, moleküler se-
hayli ciddi tehlike oluşturuyor. olanak veriyor. Bu da bu pillerin kullanım alanları- viyedeki değişimlere bağlı olarak bataryaların nasıl
Şarj edildiği sırasında patlayıp
kullanıcısına zarar veren nı hayli yaygınlaştırıyor. yaşlandığını dikkat çekici bir şekilde ortaya koyu-
cep telefonlarıyla ilgili haberleri
birçoğunuz okumuşsunuzdur. yor. Sürmekte olan çalışmaların elde edilen ilk bul-

46
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

Doluluk oranının terminal geriliminden anlaşılabilmesi sebebiy-


le lityum-iyon pilleri doldurmak aslında çok da karmaşık değildir. Pi-
lin tam dolduğunda ulaşacağı “azami terminal gerilimine” gelinene
VAT kadar artı kutbundan 1C sabit akım verilir ve azami terminal gerili-
Gerilim
1C mine ulaşılınca bu kez gerilim sabitlenir ve akımı pilin belirlemesine
Akım izin verilir. Pil tamamen dolana kadar akım yavaş yavaş azalır
Ancak doldurma ve boşaltma işinde iki püf noktası vardır. Bun-
lardan birincisi şudur: Tam dolu ve tam boş terminal gerilim değer-
leri hassastır. Pil doldurulurken 4,20V terminal geriliminde tam dol-
Zaman
mamıştır, ama bu pillerde izin verilen azami terminal gerilimi olan
4,26V’u aşarsa da alev alıp yanabilir. Benzer şekilde 3V’un altına dü-
şerse tekrar doldurulamayacak şekilde hasar görebilir. İkinci nokta
Lityum-iyon piller nasıl doldurulup boşaltılır? ise biraz daha karışık: Diyelim ki dizüstü bilgisayarımız için anma ge-
rilimi 7,4V olan bataryaya ihtiyacımız var. Bunu 2 lityum-iyon pili se-
Öncelikle bazı terimleri tanımlayalım: “Kapasite” pilin depolaya- ri bağlayarak elde edebiliriz. Bu pilleri doldurup boşaltırken sade-
bileceği azami enerji miktarını belirtir ve Amper-saat (Ah) cinsinden ce toplam gerilime bakarsak, bataryanın bir süre normal bir şekilde
verilir; örneğin 10Ah’lik bir batarya 1 saat boyunca 10 Amper ve- çalıştığını ama doldurup boşalttıkça bozulmaya başladığını görebi-
ya 10 saat boyunca 1 Amperlik akım sağlayabilir. Pilin “doluluk ora- liriz. Bunun nedeni seri bağlanan iki pilin kapasitelerinin eşit olma-
nı” kapasitesinin yüzde kaçına kadar şarj olduğunu gösterir. “An- masından kaynaklanır. Bataryayı doldurup boşalttıkça, kapasitesi az
ma gerilimi” normal doluluk oranındaki bir pilin kaç volt sağladığı- olan pil azami terminal gerilimi olan 4,26V’a daha önce ulaşır. Kapa-
nı gösterir. “Terminal gerilimi” ise pilin o an sağladığı gerilimdir. Lit- sitesi daha büyük olan diğer pil o sırada henüz daha az dolu olaca-
yum-iyon pillerin bir özelliği de doluluk oranlarının terminal gerili- ğından, terminal gerilimi de daha düşüktür. Toplam gerilim azami
mi ile ilintili olmasıdır, yani bir pilin terminal gerilimini ölçerek dolu- değeri olan 2×4,26 = 8,52V’a ulaşıldığında ise kapasitesi küçük olan
luk oranı hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Son olarak, pilin sağlayabi- pil azami terminal gerilimini aşar ve hasar görür. Bu nedenle, çok sa-
leceği anlık gücün göstergesi olarak üreticinin belirlediği “akım sa- yıda lityum-iyon pilin seri bağlanmasıyla yüksek gerilim oluşturul-
biti” (C) kullanılır ki bu da pilin en hızlı olarak ne kadar sürede bo- ması gereken uygulamalarda (örneğin elektrikli otomobillerde) her
şaltılabileceğini veya eşdeğer olarak verebileceği azami anlık akımı bir pilin terminaline pilin voltajını kontrol eden ve gerekirse fazla
gösterir. Örneğin 1C’lik pil tam dolu halden en çabuk 1 saatte boşal- akımı bertaraf eden devreler yerleştirilir. Bunun için hayli karmaşık
tılabilirken, günümüzde piyasada kolayca bulunabilen 45C’lik piller sistemler gerekebilir; elektrikli araçların tasarlanmasındaki zorluk-
yaklaşık 1,5 dakikada boşaltılabilir. Yani 5000mAh 45C’lik bir pil, 225 lardan biri de budur. Cep telefonunuzun ve bilgisayarınızın batarya-
Amperlik akım sağlayabilir. Bu, dikkatli kullanılmazsa ciddi sonuç- larında da böyle birer cihaz vardır ve telefonun bu cihazla haberle-
lar doğuracak bir güçtür. Şarj için ise 0,5C-2C’ye karşılık gelen akım- şebilmesi için bataryanın ikiden fazla terminali bulunur.
lar kullanılır. Pilin kapasitesi ile akım sabiti birbirinden büyük ölçü-
de bağımsızdır. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Onat

guları geçtiğimiz aylarda 57. AVS Uluslararası Sem- rotların yüzeyindeki ince yapılı nanomalzelemerde
pozyumu ve Sergisi’nde sunuldu. Aralarında Ohio kabalaşma olduğu belirlendi. Bu nanomalzemeler,
State Üniversitesi Otomotiv Araştırma Merkezi di- elektronların hızlı bir şekilde girip çıkmasını sağ-
rektörü Georgio Rizzoni’nin de bulunduğu bir grup layan, bu nedenle bataryanın daha hızlı bir şekilde
araştırmacı, farklı ortam koşularında defalarca şarj şarj ve deşarj olmasını sağlayan özel yapılardır. Ay-
edildikten sonra kullanılamaz duruma gelen bir ba- rıca Nötron Derinlik Profillemesi tekniği ile yapılan
taryanın iç yapısındaki değişiklikleri moleküler dü- incelemeler, elektrik yükünün taşınmasını sağlayan
zeyde inceledi. Kızılaltı Termal Görüntüleme yönte- lityum iyonlarının belli bir oranının, katottan anota
mi ile önce her bir elektrottaki sorunlu bölgeler tes- geri döndürülemez bir şekilde transfer olduğunu ve
pit edildi. Daha sonra Transmisyon Elektron Mik- lityum iyonlarının anot materyali ile geri döndürü-
roskopi, Yayılma Direnç Mikroskopi ve Kelvin Son- lemez bir şekilde birleştiğini ortaya koyuyor. Araş-
da Mikroskopi gibi daha detaylı görüntüleme tek- tırmacılar lityum iyonlarının kaybolmasına, kulla-
nikleri kullanılarak, sorunlu bölgeler daha detay- nıma bağlı olarak katotta meydana gelen kabalaş-
lı bir şekilde incelendi. İnceleme sonucunda elekt- manın neden olduğunu düşünüyor.

47
Yeni Nesil Lityum-İyon Pil Teknolojileri

KATOT Materyalleri Üzerinde Sony, 2009 yılında olivin tip (magnezyum demir içerikli sili-
Yapılan Araştırmalar kat mineralli) lityum demir fosfatlı pilleri geliştirdiğini duyur-
du. Kullanılan katot materyali, yüksek sıcaklıklarda bile sağlam
Son yıllarda yapılan araştırmalar, katot materyali olarak lit- kristal yapısı ve istikrarlı performansı ile dikkat çekiyor. Sony
yum kobalt oksit (LiCoO2) yerine lityum demir fosfat (LiFePO4), tarafından verilen ürün bilgilerine göre yüksek güç yoğunluna
lityum manganez oksit (LiMn2O4) ve lityum nikel oksit (LiNi- sahip bu pillerin ömürleri yaklaşık 2000 şarj döngüsüne sahip,
O2) kullanımı üzerinde yoğunlaştı. Demir ve manganez gibi ele- sonrasında da kapasitelerinin % 80’i hâlâ kullanabilir durum-
mentlerin kobalta nazaran doğada daha bol ve ucuz olması, sa- da oluyor. Bu özelliklere ek olarak hızlı şarj edilebilmeleri (30
hip oldukları bazı fiziksel ve kimyasal özellikler sayesinde daha dakikalık bir sürede % 99’luk dolum oranı) ile standart lityum-
çevreci olmaları gibi sebeplerden ötürü demir ve manganez içe- iyon pillere kıyasla öne çıkıyorlar.
rikli piller, kobalt içerikli pillere önemli bir alternatif oldu. Lit-
yum-iyon piller, kullanılan katot materyaline bağlı olarak bu ANOT Materyalleri Üzerinde
isimlerle anılır oldular. Manganez ve fosfat bazlı lityum-iyon pil-
ler, kobalt bazlı pillere nazaran daha düşük enerji yoğunluğuna
Yapılan Araştırmalar
sahiptir. Buna karşın yük kapasitesi (sağlayabileceği anlık güç- Lityum-iyon pillerdeki anot teknolojileri üzerinde yapılan
leri) bakımından kobalt bazlı lityum-iyon pillerden hayli üstün çalışmaların başında, anotta karbon yerine farklı materyallerin
olmaları sebebiyle, elektrikli el aletleri ve elektrikli araçlar gibi kullanılması ve karbon yapılı anot yüzeyinde farklı materyalle-
yüksek güç gerektiren işler için çok daha uygun. rin eklenti olarak kullanılması geliyor.
Lityum-iyon bataryalar, sahip olduğu yüksek performans Lityum-Titanat Batarya Teknolojisi: Lityum-iyon piller-
özellikleri nedeniyle elektrikli araçların gelecekte yaygınlaşabil- deki anot teknolojisi ile ilgili son yıllardaki gelişmelerden biri
mesi açısından da büyük öneme sahip. Buna karşın bu teknolo- de anot yüzeyinde karbon yerine lityum-titanat nanokristalle-
jilerin yangınlaşabilmesinin önündeki en büyük engellerden bi- ri kullanılmasıdır. Toshiba, SICBTM adını verdiği, çok hızlı şarj
ri de mevcut teknolojisi nedeniyle fazla ısınma ve bunun netice- edilme ve yüksek güvenlik özelliklerine sahip bu teknolojiyi pi-
sinde ateş alma ve yangın tehlikesini barındırması. Bu nedenle yasaya sürdü. Ürünün internet sitesinde (www.scib.jp/en) yer
lityum-iyon bataryaların fazla ısınma ve kısa devre yapma ola- alan bilgiye göre bu ürünün kapasite kaybı 3000 şarj döngü-
sılığını düşürmek amacıyla yeni teknolojiler üzerinde çalışmalar sünden sonra bile % 10’dan düşük, ayrıca şarj esnasında 5 da-
devam ediyor. Bu çalışmaların bir kısmı, farklı katot materyal- kikadan az bir sürede % 90’lık kapasite oranına geliyor. Ayrıca
lerinin kullanılması üzerinde yoğunlaşmış durumda. Katot ola- -30 0C’de bile çalışabilme özelliği de dikkat çekiyor. Bu özellik-
rak lityum kobalt metal oksit (LiCoO2) kullanılan bataryalarda ler bilhassa elektrikli araçlarda kullanım açısından büyük bir
aşırı şarj etme sonucu katot metaryalindeki oksijen serbest ka- avantaj sağlıyor.
labiliyor ve oksidasyon sonucunda lityum-iyon pil hücrelerin- Silikon Tabanlı Teknolojiler: Silikon, yapısal özelliği açı-
de fazla ısınmaya neden olabiliyor. Isı artışı, komşu pil hücreleri sından kuramsal olarak karbona nazaran 10 kat daha fazla lit-
de etkileyerek ısıl sürüklenme (thermal runaway) adı verilen bir yum iyonu tutma kapasitesinde. Bu da daha fazla elektrik de-
süreci tetikleyebiliyor. Bu durum da kontrolsüz bir şekilde ba- polama kapasitesi anlamına geliyor. Bu açıdan standart lityum-
taryanın ısısının artmasına ve patlamaya yol açabiliyor. Bu so- iyon pillerde anot materyali olarak kullanılan grafite çok iyi bir
runun üstesinden gelebilmek için ABD Massachusetts merkez- alternatif olsa da, şarj ve deşarj sırasında oluşan hacimsel gen-
li A123 Systems şirketi 2005 yılında, MIT tarafından lisanslan- leşme ve sıkışmalara çok dayanıklı olmaması, önündeki en bü-
mış nanofosfat materyallerini kullanan oldukça üstün özellikli yük engel. Silikon yapılı piller birkaç şarj döngüsünden son-
lityum-iyon pilleri geliştirdiğini duyurdu. Katot materyali ola- ra bu zafiyet nedeniyle kullanılamaz duruma geliyor. Bilim in-
rak kullanılan demir fosfat içerikli yapı, oksijeni kobalt dioksi-
de göre çok daha sıkı bağlıyor ve ısıl sürüklenme sürecinin ger-
çekleşme olasılığı daha düşük oluyor (Kobalt yerine demir-fos-
fat bazlı lityum-iyon pil teknolojileri, ilk olarak 1996 yılında Te-
xas Üniversitesi araştırmacıları tarafından geliştirilmişti). Lit-
yum-demir fosfatlı piller birtakım güvenlik avantajlarına sahip
olsalar da, daha düşük voltaj üretmeleri nedeniyle performansla-
rı lityum kobalt oksit pillere nazaran daha düşük. A123 Systems,
kendisine patentli NanophosphateTM teknolojisi ile katottaki
iletkenlik derecesini artırdığını belirtiyor. Şirketin internet si-
tesinde (www.a123systems.com) yer alan bilgilere göre, üreti-
len lityum-iyon piller 10 seneden fazla kullanım ömrü ve yüksek Toshiba tarafından üretilen 24V, 4,2 Ah özelliklerine sahip,
güç yoğunluğuna sahip olması ile dikkat çekiyor. 2 kg ağırlığındaki SICBTM model batarya

48
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
sanları bir yandan silikonun yapısal özelliklerin-
den faydalanıp daha yüksek kapasiteli pil teknolo- Silikonun daha dayanıklı hale getirilmesinde
jileri üzerinde çalışırken, diğer yandan da bu yapı- nanoteknolojinin çok önemli katkıları var.
sal zafiyetleri bertaraf etmek amacıyla çeşitli yön- Bu alanda Stanford Üniversitesi’nden Yi Cui
temler üzerinde çalışıyor. Bu çalışmaların arasın- liderliğinde gerçekleştirilen bir başka çalışma,
da silikon tabanlı nanoyapıları içeren araştırmalar anot olarak silikon nanotellerin kullanılabileceğini
hayli umut verici sonuçlar sunuyor. gösteriyor. 2008 yılında Nature Nanotechnology
Anotta grafit yerine silikon parçacıkları ile kap- dergisinde yayımlanan bu çalışmaya göre lityum,
lanmış titanyum yapılı ağ şeklindeki nanonetlerin küçük silikon nanotel ormanı içinde depolanıyor.
(TiSi2) kullanılması, daha hızlı şarj edilebilen, da-
Silikon nanotellerin lityum iyonu
ha hafif ve daha uzun süreli lityum-iyon pillerin Yaklaşık olarak kâğıt kalınlığının binde biri absorbe etmesinden önceki
üretilmesine imkân verecek gibi görünüyor. Ame- çaptaki bu nanoteller, lityumu emdikçe (a) ve sonraki (b) hallerinin tarayıcı
elektron mikroskobu ile aynı
rika Kimya Topluluğu tarafından yayımlanan Na- hacimleri dört katına çıkıyor. Buna karşın, daha büyütme oranı ile çekilen fotoğrafları
no Letters dergisinin geçtiğimiz Şubat ayı internet öncekilerde olduğu gibi bu özel silikon yapı Kaynak: C.K. Chan ve diğ.,2008.

baskısında yayımlanan bir çalışmanın sonuçları- kırılmıyor ve parçalanmıyor. Araştırmacılar,


na göre, aralarında Dunwei Wang’ın da bulunduğu gerçekleştirdikleri testlerde bu özel silikon
Boston Koleji bilim insanları tarafından özel yapı- nanotelli anotlar kullanılmasıyla silikonun
lı nanonetler geliştirildi. Geliştirilen Si/TiSi2 yapı, kuramsal şarj kapasitesine ulaşıldığı gösterdi.
standart lityum-iyon pillerdeki grafite göre yapısal 4200mAh/g olan bu kapasite, grafit
olarak daha sağlam, daha iletken ve daha geniş yü- anotlu lityum-iyon pillerin sahip olduğu
zey alanına sahip. Şarj ve deşarj sürecinde kristal kapasitenin yaklaşık on katı.
TiSi2 yapı korunuyor ve grafite nazaran 5 ila 10 kat
daha hızlı şarj ve deşarj hızı sunuyor. Gerçekleşti-
rilen testlerde 20. ve 100. şarj döngüleri arasında özel bir yöntemle gözenekli yapıda karbonla kap-
her bir döngü başına pillerin yaklaşık % 0,1 kapasi- lanmış, silikon anot materyali üretilmesini içe-
te kaybına uğradığı belirlenmiş. Bu özel yapılı na- riyor. Çalışma, üç boyutlu ve çok gözenekli yapı-
nonetler, lityum iyonlarının silikon kaplamaya gi- ya sahip anotun, şarj/deşarj sırasında oluşan gen-
rip çıkma yeteneğini artırıyor. leşme ve sıkışmalara hayli dayanıklı hale geldiğini
Silikonun dayanıklılığını artırmaya yönelik ça- gösteriyor. Ayrıca bu yapı hem daha yüksek kapa-
lışmaların bir diğeri geçtiğimiz yıllarda Kore Han- sitede lityum iyonu emilmesine hem de iyonların
yang Üniversitesi’nden Jaephil Cho liderliğinde- daha hızlı transfer edilmesine imkân veriyor.
ki araştırmacılar tarafından gerçekleştirildi. An- Son birkaç yılda hayli önemli gelişmeler olduy-
gewandte Chemie International Edition’un Kasım sa da daha yüksek kapasiteli, daha uzun ömürlü,
2008 internet baskısında yayımlanan bir çalışma, ortam şartları açısından daha yüksek tolerans se-
viyesine sahip güçlü pil teknolojilerine ihtiyaç var.
Soldaki resim: (a) Son derece iletken TiSi2 nanonetler üzerine iliştirilen silikon Tabii ki bu yöndeki arge faaliyetlerinin inovasyona
nanopartiküllerin şematik görüntüsü (b) Nanonetler üzerindeki silikon kaplamanın
elektron mikroskobu altındaki görüntüsü. Kaynak: Sa Zhou ve diğ., 2010 dönebilmesi için, yeni teknolojilerin maliyet etkin
Sağdaki resim: Çok daha fazla lityum iyonu tutulmasını sağlayan gözenekli bir şekilde üretilebilmesi ve çevreci olma özellikle-
yapıdaki silikon bazlı anot metaryalinin mikroskopik görüntüsü.
Kaynak: H. Kim ve diğ,2008 rini de taşıması gerekiyor. Yeni batarya teknoloji-
leri, geleceğin teknoloji dünyasını şekillendirecek
en önemli faktörlerden biri. Acaba gelecek günler
bu beklentileri karşılayabilecek mi, hep birlikte gö-
receğiz.

Kaynaklar
1www.panasonic.com/industrial/includes/pdf/ Angewandte Chemie International Edition,
Panasonic_LiIon_Overview.pdf 47: 10151-10154. doi: 10.1002/anie.200804355
Zhou, Sa, ve diğerleri, “Si/TiSi2 Heteronanostructures İnternet Baskısı: 17 Kasım 2008.
as High-Capacity Anode Material for Li Ion Batteries”, Chan, C.K. ve diğerleri, “High-performance lithium
Nano Letters, Cilt 10, Sayı 3, s. 860-863, 2010 battery anodes using silicon nanowires” Nature
İnternet Baskısı: 11 Şubat 2010 Nanotechnology Cilt 3, s. 31-35, 2008, İnternet Baskısı:
Kim, H., Han, B., Choo, J. ve Cho, J., 16 Aralık 2007 doi:10.1038/nnano.2007.411
“Three-Dimensional Porous Silicon Particles for Use in Tavsiye edilen okumalar
High-Performance Lithium Secondary Batteries”, www.batteryuniversity.com

49
Peyman Gamze Turan
Burak Şen

Karbon, Hidrojen ve Oksijen...


Oluşum Mühendisleri
Aslında, hepimizin küçüklüğünde başladı bu karmaşa.
Ebeveynlerine “Ben nasıl oldum, nasıl dünyaya geldim” diye soran meraklı minikler, bir şekilde ikna edildi leylek masalına.
Evet, küçükken tatlı bir masaldı her yeni bebeği leyleklerin nasıl birer birer taşıdığını dinlemek.
Ancak sonraları “Annem ve babam nasıl dünyaya geldi acaba?” sorusunu diğerleri bir çorap söküğü gibi izledi:
“Ya Dünya ve diğer canlılar? Kısacası “hayat nasıl oluştu?”
Biz de bu ay, bu soru işaretlerini gidermeye yetecek, olmazsa olmaz üç element tanıtacağız sizlere.
Dünya’nın oluşumundan tutun da yıldızların parlamasına, sonrasında ise canlılığın oluşumunda çok büyük rolü olan
100’den fazla element arasında üçü var ki, diğerlerini neredeyse saf dışı bırakıp hemen hemen bütün rolleri üstleniyorlar.
Peki nedir onların bu üstünlükleri, nereden geliyor bu mucize?
Canlılık nasıl oluştu, daha önceye gidersek evren nasıl meydana geldi,
Dünya’nın bugünkü halini almasında leylekler dışında kimler, neler rol oynadı?
Kısa üç cevap: Karbon (C), hidrojen (H) ve oksijen (O)

B
ilim insanları, uzun süreden beri Dünya’da Büyük Patlama’dan yaklaşık 100 milyon yıl sonra
yaşamın nasıl başladığı sorusuyla, evrende evren bugünkü halini almaya başlıyor. Kütlesel çekim
bir yerlerde yaşamın olup olmadığı, Dün- kuvveti devreye giriyor; madde, bu çekim kuvvetinin
ya’daki yaşamsal faaliyetlerin temelini oluşturan ele- etkisiyle galaksiler halinde yoğunlaşıyor. Madde, ga-
ment ve bileşiklerin neler olduğu konusuyla ilgilen- laksilerin içerisinde giderek daha da yoğunlaşarak yıl-
mişlerdir. Çalışmalarının sonucunda Dünya’nın te- dızları meydana getiriyor. Bu yoğunlaşma süreci so-
mel olarak şu anda bütün bilim çevreleri tarafından nunda sıcaklık artıyor, yıldızlar da ısınmaya ve enerji
kabul edilen ”Büyük Patlama” sonucunda meydana yaymaya, diğer bir deyişle parlamaya başlıyor.
geldiği sonucuna varmışlardır. Büyük Patlama’nın
temelini ilk olarak 1922 yılında evrenin durağan bir
yapıya sahip olmadığını keşfederek Rus fizikçi Ale-
xandre Friedmann atmıştır.
Şimdi birazcık geriye gidelim. Çok değil, günü-
müzden yaklaşık 15 milyar yıl önceye. Evet. Zamanın
başlangıcı olarak varsaydığımız, Büyük Patlama’nın
gerçekleştiği o ana. Sıcaklık kimsenin ölçemeyeceği
kadar yüksek. Planck sıcaklığı denen bu sıcaklık yal-
32
nızca 10 Kelvin (°K) derece. Evrenin sıcaklığı sonraki
10 dakika içinde 10 milyar dereceye kadar düşüyor ve
bu sürede çekirdeksel kuvvetlerin etkisiyle ilk atom çe-
Thinkstock

kirdeği olan helyum oluşuyor. Bu yaşanan ilk dakika-


lardan uzunca bir süre sonra evrenin sıcaklığı önemli
derecede azalarak 3000 °K’in altına düşüyor, çekirdek- Bir de Dünya’nın oluşumuna göz atalım. Evrenin
sel kuvvetlerin etkinliği azalıyor. Bu sırada evrenin bi- ilk saniyelerindeki parçacık oluşum süreci, yıldızla-
leşimi % 75 hidrojen ve % 25 helyum çekirdeğinden rın içinde devam ediyor ve yıldızlar kendi küçük Bü-
oluşmakta. Elektromanyetik kuvvet ilk olarak hidro- yük Patlama’larını sergiliyor. Bunun sonucunda par-
jen ve helyum atomlarını meydana getiriyor. lamaya başlıyorlar ve sıcaklıkları bütün evrende oldu-

50
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

NASA/JPL-Caltech/T. Pyle (SSC/Caltech


ğu gibi giderek düşüyor. İşte Güneşimiz de 4,5 mil- jen ve iki hidrojenin birleşmesinden su meydana ge-
yar yıldır böyle hidrojen yakarak parlıyor. Bir yıldı- lir; bir oksijen, iki karbon ve altı hidrojenin bileşimi
zın kütlesi ne kadar büyükse, yakıtını o ölçüde erken olan etil alkol moleküllerine rastlanır. Bütün bunlar,
tüketir ve büzülmeye başlar. Bu büzülmenin sonu- daha sonraları Dünya’da canlı organizmaları mey-
cunda sıcaklık 100 milyon dereceyi geçer. Bu kez hid- dana getirecek olan moleküllerdir. Tüm bu gerçek-
rojen yanması ile oluşan helyum yakıt olarak devre- lere bakarak diyebiliriz ki, bizler yıldızların tozların-
ye girer ve daha önce rastlanmayan bazı bileşiklerin da meydana gelmiş varlıklarız.
oluşmasını sağlar. Üç helyum atomu çekirdeği birle-
şerek karbon çekirdeğini, dört helyum atomu çekir- Hücrelerin “Muhteşem Üçlüsü”
deği birleşerek oksijen çekirdeğini oluşturur. Bunun
sonucunda yıldızın merkezi karbon ve oksijen atom- Şaşırtıcı gelebilir ancak işin aslına bakarsanız
larıyla dolar. Merkez kendi üzerine birikirken, çevre- Dünya’daki canlıların temel özellikleri aynı: Ener-
si hızla genişleyip kızıl bir dev halini alır; merkezdeki ji kaynağı olarak Güneş’i kullanmaları ve kimyasal
sıcaklık 1 milyar °K’i (ya da Kelvin dereceyi) geçince bileşen olarak karbon, oksijen, hidrojen ve azottan
demir, uranyum, kurşun ve altın gibi daha ağır atom oluşmaları.
çekirdekleri oluşmaya başlar. İşte doğada var olduğu- Canlılığı oluşturan bütün hücreler protein, nük-
nu bildiğimiz, periyodik cetveldeki 100’den fazla ele- leik asit, lipit ve polisakkarit olarak bilinen makro
ment yıldızların içinde böylece üretilir. moleküllerden ve karbon, hidrojen ve oksijenden
Yıldız kendi merkezi üzerine çöktüğü için bu sü- meydana gelen mikro moleküllerden oluşmakta-
reç çok uzun sürmez. Atomların çekirdekleri birbir- dır. Buraya kadar her şey yolunda, ancak akla şöy-
lerine çarpışıp sıçrar, bu sırada yıldızın merkezinde le bir soru gelebilir: Dünya’da 100’den fazla element
üretip taşıdığı elementler, saniyede on binlerce kilo- olmasına rağmen hücrelerin C, H ve O’dan oluşan
metre hızla uzaya yayılır. Uzay artık büyük bir kim- molekülleri çok yoğun olarak kullanmalarının se-
ya laboratuvarı olmuştur. Elektromanyetik kuvvetin bebi nedir?
etkisiyle, elektronlar çekirdeklerin çevresinde yö- Cevabı kesin olarak verilemeyen, araştırmalara
rüngeye girerek atomları oluşturur, atomlar da git- konu olmaya devam eden bu soruyu elementleri-
tikçe daha ağır moleküller halinde birleşir. Bir oksi- mizi tanıyarak cevaplamaya çalışalım:

51
Oluşum Mühendisleri

Tasarım harikası karbonun sırrı da yeterli değil. Mars’ı ya da Ay’ı düşünün! Kuru ve
cansızlar… Nedeni, neredeyse bütün büyük doğal
Karbon, +6 değerlikli yani yörüngelerinin dol- süreçlere dahil olan, diğer elementlerle kolay reak-
ması için 6 elektrona daha ihtiyacı olan ametal bir siyona girebilen oksijenin eksikliği…
elementtir. Hayati önemi olan bu element evrende Oksijen atom numarası 8 olan bir 6A (halo-
yaygın halde bulunur ve bolluk bakımından altıncı jen grubu) elementidir. Atom ağırlığı hidrojen ve
sıradadır. Dünya’da hem doğal halde hem de başka helyum elementlerinden daha büyüktür. Oksijen
elementlerle bileşik halinde bulunur ve yerkabuğu- Dünya’nın hidrojen, su buharı, karbon monok-
nun ağırlığının yaklaşık % 0,02-0,03’ünü oluşturur. sit ve azottan oluştuğu öngörülen ilk atmosferin-
Karbon atomunun ne kadar önemli olduğunu de, yani Dünya’nın başlangıcındaki atmosferde ne-
anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yok aslın- redeyse hiç yokken, günümüzdeki atmosferde ha-
da. Karbonu yaşam için bir şart haline getiren, yer- cimce % 99 oranında, ağırlıkça % 20,9 oranında
yüzündeki hemen hemen her şeyin, otomobil las- bulunur; su ağırlıkça % 88,8 oranında oksijen içe-
tiklerinden bilgisayara, doğal gazdan selüloza, ye- rir. İşte buradan da elle tutulamayan, gözle görüle-
diğimiz etten hücrelerimizin içindeki DNA’ya ka- meyen “elementler ailesinin yaramaz çocuğu” ok-
dar her şeyin temelini teşkil eden bir element ol- sijenin Dünya’yı nasıl istila ettiğini anlayabiliriz.
masıdır. Yani karbon, doğadaki hemen her şeyle Oksijen insan vücudunun kendini ayakta tuta-
birleşebilir ve bu birliktelik yaşam için gereklidir. bilmesi, metabolik faaliyetlerin eksiksiz ve düzen-
Yeryüzünde çeşitli şekillerde bir araya gelmiş, fark- li bir şekilde gerçekleştirilmesi için de ihtiyaç du-
lı yapıdaki bileşikler % 90-94 oranında karbon ato- yulan bir elementtir. Vücudumuzun oksijeni kul-
mu içerir. Dört bağı olan ve canlılık için vazgeçil- lanabilmesi, bu gazın suyun içinde çözünebilirlik
mez bir koşul olan hızlı birleşmeye ve çözülmeye özelliğinden kaynaklanır. Nefes aldığımızda ciğer-
imkân verecek kadar esnek olan karbon, molekül lerimize giren oksijen, hemen çözünerek kana ka-
yapıları kurmak için ideal bir atomdur. En önem- rışır. Kandaki hemoglobin adlı protein, çözünmüş
li özelliklerinden biri, birbiri ardına dizilerek kolay olan bu oksijen moleküllerini yakalayarak hücre-
bir şekilde uzun zincirler oluşturabilmesidir. Zin- lere taşır ve böylece hücreler organlarımızın doğ-
cirlerinin sadece düz çizgi şeklinde olmaması, yani ru bir şekilde çalışması için gerekli enerjinin elde
dallanarak ve halkalar halinde çokgenler oluştura- edilmesine önemli katkı sağlayan oksijene kavuş-
bilmesi, karbon atomunu bağ yapabilme kapasite- muş olur. Pek çoğumuz aslında şu anda bu yazı-
si bakımından rakipsiz kılar. En kısa zincir iki kar- yı okuyabilmemizin, gözümüzün retina tabakasın-
bon atomundan oluşur. Ya en uzun zincir? Bu so- daki milyonlarca hücrenin sürekli olarak oksijen-
runun yanıtı henüz bilinmiyor. Ünlü kimyager Da- le beslenmesi sayesinde mümkün olduğunun far-
vid Burnie “Life” adlı kitabında karbonu şöyle ni- kında bile değildir. Eğer kanınızdaki oksijen ora-
telendirir: nı düşerse, gözünüz kararır. Vücuttaki tüm kaslar,
bu kasları oluşturan hücrelerin tümü, karbon bi-
leşiklerini yakarak yani oksijenle reaksiyona gire-
“Karbon olağandışı bir elementtir. rek enerji elde eder. İki küçük gözün, içimize so-
Karbon ve onun olağandışı özellikleri olmasaydı luduğumuz oksijeni bu kadar çok kullanması hak-
Dünya’da yaşam olmazdı.” sızlık değil mi?

Periyodik tablonun bir incisi:


Hayat için Oksijen Hidrojen
Derin bir nefes alın… Şimdi bir daha… Hava- Bütün gazların en hafifi olan hidrojenle doldu-
daki oksijeni koklayabiliyor musunuz? Muhteme- rulmuş olimpik bir yüzme havuzu yaklaşık 1 kg’dır.
len hayır. Bunun nedeni oksijenin kokusuz, tatsız Büyük Patlama’dan sonra görünen ilk element olan
ve renksiz bir element olmasıdır. Hayatımızda bü- hidrojen “su oluşturan” anlamına gelir. Henry Ca-
yük bir öneme sahip olan oksijen, havanın beşte bi- vendish tarafından 1776’da izole edilen hidrojen,
rini oluşturduğu için karanlıkta parlayan bir yıldız 1784’de su buharını kızdırılmış metal veya kömür
gibi bilim dünyasının dikkatini çekmektedir. Can- üzerinden geçirerek hidrojen ve oksijene ayıran
lı kalmamız için vazgeçilmez olan oksijenin ne ka- Antoine Laurent de Lavoisier tarafından isimlen-
dar önemli olduğunu tekrar tekrar söylemek aslın- dirilmiştir.

52
Bilim ve Teknik Şubat 2010
<<<
Hidrojen aynı zamanda en önemli yaşamsal
Aynı tür elementlerden oluşan moleküller çok kaynağın tamamlayıcı parçasıdır. Nedir bu yaşa-
çeşitli maddeler oluşturabilir. Gelin karbon, hid- mımızı onsuz sürdürmemizin neredeyse imkânsız
rojen, oksijen muhteşem üçlüsünün oluşturduğu olduğu kaynak? Su mu? Doğru cevap! Su molekül-
moleküllerde atom sayısından kaynaklanan farklılı- leri, bir oksijen atomuna bağlanan iki hidrojen
ğın nelerle sonuçlanabileceğine bir göz atalım. atomundan oluşmaktadır. Hidrojen bize hem çok
Aşağıdaki iki moleküle bakın. İkisi de birbirine yakın, hem çok uzaktır. Yakındır, çünkü vücudu-
çok benziyor değil mi? Ancak karbon ve hidrojen sa- muzda çeşitli bileşikler içinde bulunur; her gün iç- 1988 doğumlu.
yılarındaki önemsiz gibi görünen farklar, bu iki mo- tiğimiz suyun, aldığımız gıdaların, canlı bitkilerin, 2006’da Aydınlıkevler Yabancı
lekülün tamamen iki farklı madde olmasına yetiyor: artık hayatımızın birer vazgeçilmezi haline gelmiş Dil Ağırlıklı Lisesi’nden
mezun oldu. 2007’de
petrol, kömür ve doğal gaz gibi fosil yakıtların ya-
Sakarya Üniversitesi Çevre
C18H24O2 ve C19H28O2 pısında yer alır. Uzaktır, çünkü yeryüzünde ser-
Mühendisliği Bölümü’ne girdi.
best halde bulunmaz, yerin derinliklerinde basınç Son sınıf öğrencisi.
Peki nedir bu moleküller? altında bulunur. Bu yüzden hidrojeni izole etmek
Bir tahminde bulunabiliyor musunuz? için çeşitli ayırma işlemleri uygulamak gerekir, he-
Hemen söyleyelim: Birincisi östrojen, ikincisi tes- men ulaşmak kolay değildir.
tosterondur. Yani biri kadınlık, diğeri de erkeklik hor- Dünyamızda 100’den fazla element -toplamda
monudur. Birkaç atomluk bir fark bile, hayret verici 109 element olduğu sanılıyor- var. Buna rağmen
biçimde, cinsiyet farklılıklarına sebep olmaktadır. Dünya’nın oluşumunda ve canlılığın temelini oluş-
turan hücrelerin çoğunluğunun yapısında neden
Şimdi, şuna bakalım: C6H12O2 özellikle karbon, hidrojen, oksijen olduğu bilim
Yukarıdaki molekül, östrojen ve testosteron hor- insanları tarafından hâlâ araştırmalara konu edili-
monlarının moleküllerine benziyor, değil mi? Peki, yor. Neredeyse diğer 106 elemente değer bu “muh- 1988 doğumlu. Orta ve
bu molekül nedir? Başka bir hormon mu? Hayır, bu teşem üçlünün” neden bu kadar önemli olduğunu lise öğrenimini Şeyh Şamil
şeker molekülüdür. anlamak için bilim dünyasının da kabul ettiği can- Süper Lisesi’nde tamamladı.
2006 yılında girdiği
Gördüğümüz gibi canlılığın temelini oluşturan lılığın başlangıcı olan Büyük Patlama’ya yani evre-
Sakarya Üniversitesi Çevre
bu üç atomun birleşmesiyle meydana gelen mil- nin ilk saniyelerine geri gitmek doğru bir yaklaşım.
Mühendisliği Bölümü’nde
yonlarca molekülden sadece üçü olan ve sadece Kısacası tüm bu gerçeklerin ışığında diyebiliriz son dönemini okuyor.
atom sayıları farklı olan bu moleküller bir tarafta cin- ki, bizler de aslında, en başında sırasıyla hidrojen,
siyet çeşitliliğini sağlayan hormonları meydana ge- helyum, karbon ve oksijen atomlarından meyda-
tirirken, bir diğer tarafta temel besin maddesi şeke- na gelen yıldızların tozlarından yapılmış oluyoruz.
ri oluşturuyor. Sizce de, hücrelerin bu üç mühendisle ilişkilerinin
Ne kadar ilginç değil mi? Cinsiyet hormonlarının çok uzun yıllara dayanması, canlılık için ne kadar
atom içeriği ile günlük hayatımızda çok tükettiğimiz önemli olduklarının farkına bizden daha önce var-
şekerin atom içeriği aynı. dıklarının bir göstergesi değil mi?

Bileşikleri yönünden oldukça zengin, renk-


siz, kokusuz bir gaz olan hidrojenin atom numa-
rası 1’dir ve 1A grubu elementidir. Metal mi yok-
sa ametal mi olduğuna henüz karar verilememiş-
tir. Bunun nedeni, 1 elektronu olduğundan bazen
son yörüngelerinde 1 elektron bulunduran “alkali
metaller” gibi davranırken, bazen de 1 elektron ek-
siği bulunan ametal grubuna dahil ”halojenler” gi-
bi davranmasıdır.
Hafifliği nedeniyle daha ağır diğer gazlara göre Kaynaklar
Thomas, M., Understanding The Elements Of The http://www.sciencedirect.com/
yerçekimi kuvvetinden kolayca kurtulur ve bütün Periodic Table: Oxygen, The Roshen Publishing Group, http://www.historicalsense.com/
öteki gazlara oranla gözenekli duvarlardan, hatta Inc., 2005.
Farndon, J., The Elements Hydrogen, Marshall
http://www.webelements.com/
http://en.wikibooks.org/
demir gibi bazı maddelerin içinden bile, daha hızlı Cavendish Corporation, 2000.
Sidgwick, Nevil, V., The Chemical Elements and Their
geçebilir, iyi bir ısı ve elektrik iletkenidir ve sıvı ha- Compounds, Oxford University Press, 1950.
Vlasov, L., Trifonov, D., 107 Kimya Öyküsü, çev.
le getirilmesi güçtür. Nihal Sarıer, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2005.

53
Şenol Dane

Doğal Beslenmeye
İnsan Eliyle Müdahale
Fruktoz Şurubu
Fruktoz şurubu son yıllarda giderek artan oranlarda gıda endüstrisinde kullanılıyor.
Fruktoz şurupları yaklaşık % 50’den fazla fruktoz içeren, daha çok mısır nişasta
glikozunun fruktoza dönüştürülmesi ile elde edilen şeker karışımlarıdır.
Ayrıca % 90 fruktoz içeren üçüncü bir ürün tipi de vardır, ama kullanımı sınırlıdır.
Fruktozun en önemli özelliği diğer basit şekerlere oranla daha tatlı olmasıdır.
Meyvelerde daha fazla bulunduğundan meyve şekeri olarak da bilinir.
Elma, üzüm, portakal, armut ve muz gibi meyvelerde doğal olarak mevcuttur.
% 50’lik fruktoz şurupları çay şekeri (sukroz) ile hemen hemen aynı tadı verir.

F
ruktoz şurubu nem çekme özelliği ile gıda durmada ve dondurulmuş tatlılarda kullanılır. Fruk-
ürünlerinin kurumasını önler. Tadının belirgin toz oranı yüksek olan şuruplar çoğu gıdadaki su mik-
olması, ozmotik basıncının (su çekme basın- tarını (nemi) azaltmak için kullanılır ve bu gıdaların
cı) yüksek olması sayesinde aromalı gıdalarda özellik- bozulmasını önler. Bu özelliğinden dolayı turşularda
le gazlı içeceklerde ve meyve sularında kullanılır. Gıda ve konserve ürünlerin üretiminde de kullanılır.
ürünlerindeki nemi azaltarak mikrop üremesini önler, Fruktoz şuruplarının üretim aşamasında uygula-
bu özelliği nedeniyle gıda ürünlerinin mikroplara kar- nan yoğun saflaştırma işlemleri nedeniyle, ürünün
şı dayanıklı olmasını sağlar. Ozmotik basınç bir karı- rengi glikoza kıyasla daha beyazdır. Dolayısıyla fruk-
şımdaki katı parçacıkların su çekme kuvvetidir. % 42- toz şurubu kullanılmış endüstriyel gıdaların renkle-
55 arasında fruktoz içeren şuruplar, baklava ve benzeri ri de daha beyaz olur. Fruktoz şurupları viskozitele-
tatlılarda, çeşitli hububat ürünlerinde, süt ürünlerin- ri (ağdalı olma özelliği) glikoz şuruplarına göre daha
de, işlenmiş gıdalarda, gazlı ve gazsız içeceklerde, don- düşük olduğundan su kadar akışkandır.

Glikozun merkezi rolü


Vücut doğal besinlerle ve dengeli olarak beslendi-
ğinde, sindirim sisteminde karbonhidrat sindirimi-
Thinksto
ck
nin son ürünleri glikoz, fruktoz ve galaktoz mono-
sakkaritlerdir (basit şekerler). Emilen monosakkarit-
lerin % 80’i glikozdur. Emilimden sonra fruktozun
çoğu ve galaktozun hemen hemen tümü karaciğer-
de glikoza çevrilir. Bu sebeple kanda çok az fruktoz
ve galaktoz vardır. Dolayısıyla normalde kanda fruk-
toz ve galaktoz yok kabul edilir ve kan şekeri deni-
lince akla sadece kan glikozu gelir. Tam da bu sebep-
ten kan şekerinin düzenlenmesinde en önemli hor-
mon olan insülin pankreastan sadece glikozun kan-

54
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
da yükselmesiyle salgılanır. İnsülin, toklukta kanda
yükselen glikozun kandan uzaklaştırılmasında gö-
rev yapar; glikozun hücrelere girişini sağlayan taşıyı-
cı protein sayısını artırır ve toklukta yükselen kan şe-
keri hemen normale düşer. İnsülin glikozun önce ka-
raciğerde glikojen şeklinde depolanmasının sağlan-
masında da rol oynar. Karaciğerdeki ve iskelet kas-
larındaki glikojen depoları dolduktan sonra glikoz
yağa çevrilir ve yağ olarak depolanır. İnsülin sonuç-
ta kan şekerini azaltır ve şekerin yağ olarak depolan-
masını hızlandırır.

Bağırsaktan emilim farkı


Fruktozun basit şekerlerden glikoza ve galakto-
za göre diğer bir farkı da bağırsaklardan kana emi-
limi konusundadır. Glikoz ve galaktoz sodyuma ba-
ğımlıdır ve bağırsaklardan kana aktif olarak emilir-
ler. Yani tuz olmazsa bağırsaklardan kana emilemez-
ler. Bu yüzden patatesteki ve başka gıdalardaki nişas-
tanın içindeki glikozun bağırsaklardan kana emile-
bilmesi için tuz şarttır. Örneğin, haşlanmış patates
yerken tuz kullanılması bu bakımdan doğrudur. Ya-
Thinkstock

ni patatesin tuzla birlikte yenmesi sadece lezzetini ar-


tırmakla kalmaz aynı zamanda patatesteki glikozun
kana geçmesini de sağlar. Halbuki fruktozun bağır- masına bağlı olarak kısa sürede ortaya çıkan meka-
saklardan kana emilmesi kolaylaştırılmış difüzyon- nik tokluktur. Bu durum, ağızdaki ve yutaktaki do-
la ve pasif olarak gerçekleşir. Hem aktif taşınma hem kunma ve tat alıcılarının uyarılması, midenin ve ba-
de kolaylaştırılmış yayılımın her ikisinde de taşıyıcı ğırsakların dolması ile sinirsel olarak ortaya çıkar.
proteinler görev alır. Aktif taşınma enerji (yani ATP) Aslında sağlıklı beslenme ve şişmanlığın önlenme-
gerektirdiği halde, kolaylaştırılmış difüzyon ener- si açısından işte bu tokluk hissi çok değerlidir. Sağ-
ji harcanmadan gerçekleşir. Ayrıca fruktoz emilimi lıklı yaşamak isteyen herkes bu tokluk hissini de-
sodyuma bağlı değildir. Bu yüzden karpuz, portakal ğerlendirmeli, bu kısa süreli ve geçici tokluk hissi-
ve elma gibi meyveleri yerken lezzet artırmak için ne önem vermeli ve yeme davranışını durdurmalı-
tuz kullanılmaz. Fruktoz sodyuma bağlı olmadığı ve dır. İkinci aşama ise uzun sürede ortaya çıkan meta-
bağırsaklardan kana enerji harcanarak aktif taşınma bolik tokluktur. Yemekten sonra kanda glikoz yük-
ile alınmadığından, emilim hızı glikoz ve galakto- selmesi sonucunda, beyindeki yeme, içme, sevin-
zun yarısı kadardır. Buradan da vücuttaki mekaniz- me, sinirlenme ve benzeri davranışlarla ilgili mer-
maların glikozu fruktoza tercih ettiğini çıkarabiliriz. kez olan hipotalamustaki tokluk merkezinin nöron-
Fruktoz meyve şekeri olduğundan meyve yediğimiz- ları uyarıldığında kişide tokluk hissi uyanır ve açlık
de de fruktoz almış oluruz. Fruktoz doğal meyvelerle merkezi nöronlarının çalışması baskılanıp açlık his-
alındığında meyvedeki lifler bağırsakta fruktoz emi- sinin yok edilmesi sağlanır. Yani kişi yemek yedik-
limini azaltır ve fruktozun kana fazla miktarda geç- çe kan glikozundaki yükselme açlık hissini baskıla-
mesini engeller. Ancak fruktozun meyve suyu olarak yıp tokluk hissine sebep olduğundan kişi beslenme-
alınması durumunda, meyve suyunda çok az lif ol- yi azaltır. Hatta sadece glikozun değil yemeklerden
duğundan kana aşırı miktarda fruktoz geçer. sonra kanda amino asitlerin ve yağ asitlerinin yük-
selmesi de tokluk merkezini uyarıp açlık merkezini
baskılar. Eğer kişiler daha sonra ve yavaş ortaya çı-
Glikoz, fruktoz ve tokluk kan bu tokluk hissini bekleyerek fazla beslenirlerse,
Tokluk hissi yemek yeme sonrasında ortaya çıkar. şişmanlık ortaya çıkar. Ancak tokluk hissi fruktoz ta-
Bu hissin ortaya çıkması iki aşamada gerçekleşir. Bi- rafından oluşturulmaz. Dolayısıyla kanda glikoz de-
rinci aşama ağzın, midenin ve bağırsakların dolu ol- ğil de fruktoz aşırı yükselirse kişi tok olmasına rağ-

55
Doğal Beslenmeye İnsan Eliyle Müdahale Fruktoz Şurubu

men tokluk hissi ortaya çıkmadığı gibi açlık hissi de Fruktoz, insülin ve grelin ilişkisi
bastırılamaz. Sonuçta kişide aşırı yeme davranışı en-
gellenmediğinden şişmanlık kolaylıkla ortaya çıkar. Grelin mide asit salgısını gerçekleştiren mide
Bu bilgiler deney hayvanlarında yapılan ilginç bir ça- hücrelerinden açken kana salgılanan bir hormon-
lışma ile de desteklenmiştir. Malonil CoA hipotala- dur. Grelin hormonu leptin hormonunun aksine aç-
musta tokluk hissini artıran bir maddedir. Glikozun lık hissine ve kişinin daha fazla yemesine sebep olur.
malonil CoA üretimini artırarak hipotalamusta tok- Toklukta kan glikozunun yükselmesiyle birlikte in-
luğa sebep olduğu ve yemeyi engellediği, fruktozun sülin salgılanır, insülin etkisinde salgılanan leptin
ise aksine malonil CoA üretimini engelleyerek yeme hormonu da mideden grelin hormonunun salgısını
davranışını artırdığı bulunmuştur. azaltır. Grelin de etkisini hipotalamusta bulunan ar-
kuat çekirdeklerdeki nöronlar üzerinden yapmakta-
dır. Kana geçen monosakkarit oranının fruktoz lehi-
ne artması, insülin salgısının daha az veya yetersiz
olmasına sebep olur. Bu durumda grelin etkisi bloke
edilemez ve kişi yemeye devam eder.

Fruktoz ve obezite
1988-1994 yılları arasında 2 yaşından büyük
21.483 Amerikalı üzerinde yapılan bir çalışmada,
1977-1978 yıllarında günde 37 gr (toplam kalorinin
% 8’i) olan fruktoz tüketiminin zaman içinde gün-
de 54,7 grama (% 10,2) yükseldiği bulundu. En faz-
la tüketim ergenlerdeydi. Son 35 yılda fruktoz şuru-
bu kullanımındaki artış ile obezite arasında paralel-
lik olduğu bulundu. Ayrıca 1749 kız ve erkek çocuk
ve genç üzerinde yapılan bir çalışmada da vücut kit-
le indeksi (BMI) ile kola ve benzeri aşırı fruktoz içe-
Thinkstock

ren gazlı içeceklerin tüketimi arasında pozitif bir iliş-


ki bulundu. Bu çalışmayı destekleyen çok sayıda baş-
ka çalışmalar da var. Bu açıdan, aşırı fruktoz alımı-
İnsülin, leptin ve fruktoz İlişkisi nın şişmanlık, damar sertliği, şeker hastalığı gibi bir
İnsülin hormonunun şekerlerin kandan yağ do- çok hastalığın birlikte görüldüğü “metabolik sendro-
kusuna geçirilmesi, yağlara dönüştürülmesi ve yağ ma” yol açtığı biliniyor.
(triliserit) olarak depolanmasında rol oynadığını
söylemiştik. İnsülin yağ dokusunu artırarak aslında Fruktoz, lipogenez ve
şekerin kanda birikmesinin vereceği zararları azal-
tır. İnsülin ayrıca yağ dokusundan leptin hormonu-
kardiovasküler hastalıklar
nun salgılanmasında da rol alır. Leptin oluşturduğu Fruktozun aşırı kullanımı karaciğerde yağ (trigli-
tokluk hissiyle kişinin az yemesine sebep olur, yani serit) üretimini artırır. Karaciğerde glikoz yıkımında
obezite ile mücadele eden bir hormondur. Bu açı- hız sınırlayıcı enzim fosfofruktokinazdır. Glikoz yı-
dan insülinin aslında şişmanlamaya değil, zayıfla- kımının amacı enerji (ATP) üretmektir. Glikoz yıkı-
maya sebep olduğunu unutmamak gerekir. Zaten in- mında, kreps (sitrik asit) döngüsü adı verilen çok sa-
sülin toklukta salgılanan bir tokluk hormonudur ve yıda kimyasal tepkime sonucunda ATP ve sitrat üre-
beyindeki tokluk merkezlerine doğrudan etki ederek tilir. ATP ve sitrat bir kimya fabrikasında en son üre-
tokluk hissi oluşturur. Leptin hormonu beyinde hi- tilen kimyasal maddeler olarak düşünülebilir. Fabri-
potalamusun bazı çekirdeklerinde (arkuat) bulunan kadan aşırı miktarda son ürün çıkarsa üretimin ilk
sinir hücrelerini uyararak tokluk hissine ve dolayı- aşaması durdurularak üretimde denge sağlanabilir.
sıyla kişinin daha az yemesine sebep olur. Fruktoz, Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, kreps döngüsünde son
insülin salgısına sebep olmadığından leptin de sal- ürün olan ATP ve sitrat çok üretilirse ilk aşamanın
gılanmaz ve yeme davranışının engellenmesinde de enzimi olan fosfofruktokinaz engellenerek aşırı ürün
etkili olmaz. oluşması da engellenir. Bu yolla glikoz yıkımı sınır-

56
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
maz. İkincisi, fruktoz glikozun yağ dokusunda yağ-
lara dönüşümünü engeller. İnsanlarda da fruktoz
tüketiminin trigliserit yıkanmasını bozduğu ve kan
yağında yükselmeye (hipertrigliseridemi) sebep ol-
duğu bulundu.

Fruktoz insülin direnci ve Prof. Dr. Şenol Dane 1963


şeker hastalığı Konya-Beyşehir’de doğdu.
Aşırı fruktoz tüketiminin hem karaciğer hem de 1986 Ege Üniversitesi,

Thinkstock
Tıp Fakültesi mezunu.
yağ dokusu başta olmak üzere merkeze uzak tüm
Diyarbakır’da ve Konya’da
lanır. Ancak fruktoz yıkımında bu hız sınırlaması dokularda insülin direncine ve bu yolla şeker has-
pratisyen hekim olarak
yoktur. Fruktoz yıkılması sonucunda çeşitli kim- talığına sebep olabileceğine dair çok sayıda çalışma çalıştı. 1988 yılında Atatürk
yasal maddeler, örneğin glikoz, glikojen, pirüvat, vardır. Ayrıca, fruktoz tüketimi obeziteye, obezite Üniversitesi, Tıp Fakültesi
laktat, gliserol ve açil gliserolün açil bölümü üreti- de şeker hastalığına sebep olmaktadır. Fizyoloji Anabilim dalında
lir. Bunların aşırı üretimi ise kontrol edilemez. Bu asistan, 1991’de Yrd. Doç.,
kontrolsüz üretim sonucunda karaciğerde aşırı trig- 1993’de Doç. ve 1998’de
liserit ve dolayısıyla aşırı VLDL üretilmiş olur. Aşı- Fruktoz ve böbrek hastalıkları profesör oldu.
rı VLDL üretimi karaciğerde ve kanda aşırı yağ de- Son yıllarda yapılan bir çalışmada da aşırı fruk- Halen Fatih Üniversitesi,
mektir. Kanda aşırı yağ ise damar sertliği (aterosk- toz tüketiminin böbrek hastalıkları için bir risk ol- Tıp Fakültesi’nde
leroz) ve ona bağlı kalp ve damar (kardiyovasküler) duğu, böbrek hastalığı sonucu gelişen yüksek tansi- Dekan Yardımcısı ve Fizyoloji
Anabilim Dalı başkanı
hastalıklarının ana sebebidir. yon (glomeruler hipertansiyon), böbrek dokusu ze-
olarak çalışıyor.
Günde iki veya daha fazla tatlandırılmış içecek delenmesi (renal harabiyet), iltihap ve böbrek tüp ve
Serebral lateralizasyon
alan kişilerde kalp hastalığı riskinin % 35 daha fazla dokusunda hücre ölümüne sebep olduğu bazı ya- konusunda uluslararası 90
olduğu bulunmuştur. Fruktozla beslenmenin yük- yınlarda rapor edilmiştir. civarında çalışması var.
sek tansiyona (hipertansiyon) sebep olduğunu gös- Son yıllarda mısırdan elde edilen fruktoz şurubu
teren, deney hayvanlarıyla yapılmış bazı çalışmalar kullanımı gittikçe artıyor. Fruktoz şurubu hem gaz-
da yayımlanmıştır. lı içeceklerde, meyve sularında hem de baklava ve
benzeri tatlılarda kullanılıyor. Fruktoz şurubunun
Fruktoz ve trigliserid yıkanması tercih edilmesinin sebepleri genellikle koruyucu
özelliğinin, tatlandırıcılığının fazla olması ve iştah
(klirensi) artırdığı için bir bakıma beslenme bağımlılığı yap-
Kanda lipoproteinler (VLDL) üzerinde bulunan masıdır. Fruktoz şurubu kullanımının obezite başta
trigliseridler, yağ dokusu kılcal damarlarında bulu- olmak üzere metabolik sendrom, ateroskleroz, hi-
nan bir enzim (lipoprotein lipaz) ile parçalanır, yağ pertansiyon, aterosklerotik kalp ve böbrek hasta-
hücrelerine alınır ve tekrar yağ (trigliserid) sentez- lıklarına sebep olduğu söylenebilir. Fruktoz şuru-
lenerek depolanır. Bu şekilde yağların kandan yağ bunun, mısırdaki doğal glikozun izomeraz enzimi
dokusuna geçmesi insülin hormonu tarafından ar- ile fruktoza dönüştürülerek elde edildiğini unutma-
tırılır ve buna da trigliserit yıkanması (klirensi) de- mak gerekir. Bu açıdan fruktoz kullanımındaki ar-
nir. Fruktoz alınması insülin salgılatmadığından tışı, doğal besin maddelerindeki şeker dengesine in-
trigliserit klirensi bozulur. Bunun sonucunda yağ- san tarafından yapılmış bir müdahale olarak kabul
lar kanda ve karaciğerde birikir. Sonuçta karaciğer etmek mümkündür.
hücre ölümü (siroz) ve damar sertliğine zemin ha-
zırlanır.
Normalde vücutta fazla bulunan yağın yağ do- Kaynaklar
Melanson, K. J., ve arkadaşları, “High-fructose Forshee, R. A., Anderson, P. A., Storey, M. L.,
kusunda depo edilmesi daha az zararlıdır. Deney corn syrup, energy intake, and appetite regulation”, “The role of beverage consumption, physical
American Journal of Clinical Nutrition, Cilt 88, Sayı activity, sedentary behavior, and demographics
hayvanlarında fruktoz ile beslenme sonucunda yağ 6, s.1738S-1744S, 2008. on body mass index of adolescents”, International
üretiminin yağ dokusunda azaldığı ancak karaci- Guyton, A. C, Hall, J. E., Tıbbi Fizyoloji, 11. Basım, Journal of Food Sciences and Nutrition,
Nobel Tıp Yayınevi, s. 869, 2006. Sayı 55, s. 463-478, 2004.
ğerde arttığı bulundu. Bu durum karaciğer ve kan Bray, G., “Fructose: should we worry?”, International
Journal of Obesity, Sayı 32, s. 127-131, 2008.
Rutledge, A., Adeli, K., “Fructose and the metabolic
syndrome: pathophysiology and molecular
yağlanması riskini artırır. Bunun iki sebebi vardır. Forshee, R. A., Storey, M. L., “Total beverage
consumption and beverage choices among
mechanisms”, Nutrition Review, Sayı 65,
s. 13-23, 2007.
Birincisi fruktoz karaciğerdeki yağ üretici (lipoje- children and adolescents”, International Journal
of Food Sciences and Nutrition, Sayı 54,
nik) enzimleri artırırken yağ dokusunda bu etki ol- s. 297-307, 2003.

57
Bahri Karaçay

Yüzyılın Salgını Devam Ediyor;

HIV/AIDS’in
Dünü, Bugünü ve Yarını
Kimileri AIDS’in sadece eşcinsellerde görülen bir hastalık
olduğunu sanıyor, kimileri ise acı biber yemenin
virüse karşı koruma sağladığını ileri sürüyor.
AIDS hastalığına neden olan virüsün, batının ilerlemiş
ülkelerinin silahlı kuvvetlerine ait laboratuvarlarda
geliştirildiğine inananlar olduğu gibi, bilim adamlarının
onu laboratuvarlarda yarattığını söyleyenler de var.

Gerçekten öyle mi?


Yoksa bu bilgilerin çoğu bilgi kirliliği mi?
İnsanlık tarihinin gördüğü
bu en büyük salgın hakkında bildiklerimiz,
şüphesiz ona karşı yürütülen savaşta
ne kadar başarılı olacağımızı belirleyen en önemli
etkenlerin başında geliyor.

İ
htisasını yapan genç doktor Jack Stapleton’ın o Geçmiş kayıtlarına baktı. Dört yıl önce bir çeşit kan
günkü hastası 19 yaşında genç bir kadındı. Onu kanseri olan Hodgkin’s hastalığına yakalanmış ve bu
bulaşıcı hastalıklar kliniğinde ilk defa gördü- kanserin tedavisi için birkaç seans kemoterapi almış-
ğünde kadında birden fazla enfeksiyon vardı. Bun- tı. Kemoterapide kullanılan ilaçlar kanserli hücrele-
lardan biri Pneumocystis pneumonia olarak bilinen ri öldürmüştü, ama onlarla beraber hastanın vücu-
ve kısaca PCP olarak adlandırılan bir çeşit akciğer dundaki kanser olmayan, ama hızlı çoğalan hücre-
iltihabıydı. Mikroskobik bir mantarın neden oldu- leri de öldürmüştü. Ölen hücreler arasında kan hüc-
ğu PCP bağışıklık sistemi zayıflamış insanlarda gö- releri de vardı. Onun için hastaya çok defa kan nak-
rülür. PCP’nin yanı sıra hastanın kanında Mycobac- li yapılmıştı. Semptomlar kadının bağışıklık sistemi-
terium avium adlı mikroorganizmanın neden oldu- nin olağanüstü derecede zayıflamış olduğunu göste-
ğu, çok nadir görülen bakteriyel bir enfeksiyon da riyordu. Stapleton ile birlikte servisteki uzman dok-
vardı. Bu enfeksiyon o kadar nadir görülüyordu ki o torlar bütün bu belirtilerin gerisinde kemoterapinin
günlerde bütün tıp literatüründe bu enfeksiyonla il- olduğunu düşündüler. Çünkü kemoterapinin böyle
gili sadece on dört vaka bildirilmişti. Stapleton genç uzun süreli etkileri olabiliyordu. İIaç tedavisi başlatıp
kadının durumunda bir gariplik olduğunu anlamıştı. kadını evine gönderdiler.

58
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Bundan birkaç ay sonra Stapleton yine aynı anda birden fazla Stapleton ihtisasını yaptığı o günlerde kariyerini bulaşı-
enfeksiyon taşıyan, 34 yasında bir erkek hastayı muayene ediyor- cı hastalıklar alanında yapmayı hiç düşünmemişti, ama bu ilk
du. Hastanın durumu çok ağırdı ve yoğun bakımda tedavi görü- hastalardan sonra bulaşıcı hastalıklardan başka bir dal düşüne-
yordu. Solunumuna yardımcı olması için hasta ventilatöre bağ- mez oldu. O günden sonra AIDS hastalarına bakmaya ve aynı
lanmıştı. Yatağının başında bulaşıcı hastalıklar uzmanı iki pro- konuda araştırmalar yapmaya başladı. Son otuz yıldır hem bu
fesör vardı. Stapleton hem fikirlerini hem de önerilerini almak konuda araştırma yapan hem de AIDS hastalarına bakan Stap-
istediği için onları yoğun bakıma çağırmıştı. Doktorlardan biri leton, şu anda Iowa Üniversitesi HIV/AIDS Kliniği’nin yöneti-
hastaya “Eşcinsel misiniz?” diye sordu. Cinsel tercih ile ilgili ko- cisi. Aldığı ödülleri sıralamak çok fazla yer alacağı için, sadece
nuşmaların hâlâ tabu olduğu o günlerde böyle bir soru duymak ABD’de yapılan aşı çalışmaları ve virüs araştırmalarına yön ve-
Stapleton’ı şaşırtmıştı. Yüzü maskenin arkasına gizlenmiş, konuş- ren komitelerde yıllarca başkanlık ve üyelik yaptığını, bu hiz-
maya takatı kalmamış hasta başını yukarı aşağı sallayarak “evet” metlerinden dolayı ödüller aldığını belirtmekle yetineceğim.
yanıtını verdi. İkinci soru hastanın Los Angeles’tan olup olma- (Kendisinin çok iyi gitar çaldığını ve konserlerimizde Türk
dığıydı. Hasta başını iki yana sallayarak Los Angeles’tan olma- müziği parçalarını çalmaktan çok büyük zevk aldığını söyle-
dığını belirtti. Fakat bir sonraki soruya cevabı evetti. Soru “New diğini de belirtmek isterim.) Dr. Jack Stapleton ile AIDS konu-
York’tan mısınız?” idi. Hastanın durumunu değerlendirmek üze- sunda konuştuk.
re Stapleton ve uzman doktorlar klinikteki toplantı odasına doğ-
ru yürüdüler. Odada uzman doktorların biri duvardaki tahtanın
kenarına omuzunu yasladı ve “Bence bu adamda şu yeni hastalık
var.” diye söze başladı. Yeni hastalık dediği “GRID” idi, yani gay HIV

related immune deficiency (eşcinselliğe bağlı bağışıklık yetersiz-


liği). Yeni diye tanımlanmasının nedeni bu hastalığın daha önce
Yeni virüsler
hiç duyulmamış olması ve tesadüfen yine o hafta Morbidity and Hücre zarı
Mortality Weekly Report adlı dergide yayımlanan bir makale ile
ilk defa tanımlanmış olmasıydı.
RNA
Haziran 1981’de yayımlanan bu makalenin yazarı Dr. Michael Virüs proteinleri
Gottlieb araştırmacı bir bilim insanı değildi, ama gözlemci yanı DNA
Yeni virüs RNA’ları
çok kuvvetli bir doktordu. Makalesinde Los Angeles’tan beş has-
ta tanımlıyordu; hastalardan biri 29, ikisi 30, biri 33, biri de 36 ya-
şındaydı. 29 yaşında ve kanser tedavisi görmüş olan hastanın dı-
Hücre DNA’sına eklenme
şındakilerin hepsi aktif eşcinsellerdi. Beşinde de PCP vardı. Ay- Hücre çekirdeği
rıca beşi de candidiasis adı verilen bir çeşit mantar enfeksiyonu- HIV’nin Yaşam Döngüsü
na yakalanmıştı. Beşinde de gözün retina tabakasını etkileyen ve
CMV adlı bir virüsün neden olduğu CMV retinitis, yani göz en- Köken ve ilk AIDS vakası
feksiyonu vardı. Bu birbirinden farklı enfeksiyonların aslında or-
tak bir yanı da vardı, hepsi “fırsatçı mikroorganizmaların” ese- Bahri Karaçay: Halk arasında HIV’nin kökeni hakkında çok
riydi. Normalde bu mikroorganizmalar sağlıklı insanların vü- değişik kuramlar var. Bunlardan birkaçı şöyle: AIDS virüsü bi-
cudunda da görülebilir, ama sağlıklı bir bağışıklık sistemi onları yolojik silahlar üretmeye çalışan hükümet laboratuvarlarında
kontrol altında tuttuğu için enfeksiyon yaratmaya fırsat bulamaz- geliştirildi ve kasıtlı olarak veya bir hata sonucu dünyaya yayıl-
lar. Fakat hastalık veya kemoterapi gibi nedenlerden dolayı bağı- dı; virüslerle çalışan bilim insanları yeni bir virüs üretip bunu
şıklık sistemi zayıf düşünce, bu mikroorganizmalar fırsattan isti- kazara laboratuvardan çevreye saçtılar. Bir de bilimsel açıdan
fade çoğalarak enfeksiyonlara neden olurlar. Gottlieb makalesini, daha mantıklı olan bir görüş var ki o da AIDS virüsünün aslın-
bu hastaların hepsinde ileri derecede bağışıklık eksikliği olduğu da bir zamanlar primatlara, örneğin maymunlara ve şempan-
teşhisini koyarak bitirmişti. zelere özgü olduğu, ama zaman içerisinde genetik yapısında-
Bu makale sayesinde HIV/AIDS artık doktorlar tarafından ta- ki bir değişim nedeni ile insanlara sıçradığı kuramını öne sürü-
nınmaya başladı. Zaman geçtikte bu yeni hastalığa yakalananla- yor. HIV’nin kökeni hakkında bilgi verir misiniz?
rın sayısı da giderek arttı. Daha da önemlisi hastalığın sadece eş- Jack Stapleton: Evrim ve doğal seçilim oldukça karmaşık sü-
cinsel erkekleri etkilemekle kalmadığı, bu hastalığa onların ya- reçler. İnsanlarla şempanzeler arasındaki süreci tam bilmemekle
nı sıra heteroseksüel, kadın, çocuk, genç, yaşlı, herkesin yakalan- beraber bu iki türün birbirlerine çok yakın olduğunu, şempanze-
dığı görüldü. Bu nedenle 1982 yılında Amerikan Hastalık Kont- lerin ve insanların genetik olarak % 98’e yaklaşan bir oranda ay-
rol Merkezi (CDC) hastalığın ismini resmen AIDS (Acquired Im- nı olduğunu biliyoruz. Virüsleri incelerken ve değişik virüsler ara-
mune Deficiency Syndrome, yani kazanılmış bağışıklık eksikliği sındaki ilişkiyi belirlerken de benzer bir yöntem kullanıyoruz. Ya-
sendromu) olarak değiştirdi. ni değişik virüsler arasındaki genetik benzerliğe bakıyoruz. AIDS

59
Yüzyılın Salgını Devam Ediyor; HIV/AIDS’in Dünü, Bugünü ve Yarını

virüsü hakkında yapılan bu çalışmalar, virüsün aslında yeni bir AIDS klinik bir vaka olarak ilk defa 1981 yılının Haziran ayın-
virüs olduğunu, sadece son yüzyılda ortaya çıktığını ve Afrika’da da Dr. Gottlieb tarafından tanımlandı. Bununla beraber AIDS vi-
birbirinden bağımsız olarak üç dört farklı bölgede evrimleştiği- rüsü ABD’ye ilk defa 70’li yılların sonlarına doğru girmişti. Bu
ni gösteriyor. Yine bu çalışmalardan AIDS virüsünün “Simian vi- gerçeği ilginç bir şekilde AIDS çalışmalarından değil farklı bir ça-
rüsü” adı verilen, primatlara özgü bir virüse çok benzediğini öğ- lışmadan, Hepatit B aşısı çalışmalarından biliyoruz. Bu aşı çalış-
rendik. Şempanzelerle insanlar arasındaki benzerlik ve AIDS vi- masına katılan insanlardan altı ay aralıkla kan alınıyor, bu arada
rüsüyle Simian virüsü arasındaki benzerliğin ışığı altında, AIDS aşının etkin olup olmadığına bakılıyordu. Alınan kanlar depola-
virüsünün bir şekilde, primatlarda var olan Simian virüsünün ve- nıyordu. Sonradan AIDS virüsü için bir tanım metodu geliştiri-
ya ona çok yakın başka bir virüsün değişime uğramasıyla ortaya lince saklanan örneklerde AIDS virüsü olup olmadığına bakıldı.
çıktığını ve kaza eseri insanlara bulaştığını söyleyebiliriz. Afrika’da Bu analizler çalışmaya katılan bir grup eşcinsel erkeğin AIDS vi-
yaşayan pek çok toplumda hâlâ maymun ve şempanzeler gibi pri- rüsü taşıdığını gösterdi. Altı aylık aralıklarla kan alınmış olduğu
matlar avlanıyor ve etleri yeniyor. Bugün bile Afrika’da primat avı- için virüsün bulaştığı tarihler dahi belirlenebildi.
na çıkıldığını, cadde kenarlarında asılı maymun etlerini görüyor- İlginçtir, ilk hastam olan 19 yasındaki genç kadının da HIV/
sunuz. Çok büyük ihtimalle maymunların, şempanzelerin veya AIDS hastası olduğunu ben sonradan öğrendim. Çünkü onu te-
başka primatların vücudunda var olan virüs, önce genetik bir de- davi etmeye çalıştığım günlerde AIDS henüz tanımlanmamıştı
ğişime uğradı ve daha sonra av etini parçalarken ellerine bulaşan ve HIV bilinmiyordu. Yıllar sonra tesadüfen bu hastamın anne-
kandan, yine ellerindeki bir yaradan veya kesikten geçerek, avcıla- si ile karşılaştım. Kızının vefat ettiğini bildirdikten sonra “Dok-
rın vücutlarına girdi. Günümüz bilgileri ışığında virüsün bir defa tor, kızım AIDS’ten ölmüş olabilir mi?” diye sordu. Cevabım
insan vücuduna girdikten sonra orada çoğaldığını ve vücut sıvıları “evet” oldu. Çünkü bu hastanın kayıtlarına baktığımda AIDS’in
ile, özellikle de cinsel ilişkiyle diğer insanlara bulaştığını biliyoruz. bütün semptomlarını taşıdığını görmüştüm. Kanser tedavisi sı-
Dediğiniz gibi halk arasında dolaşan ve hiçbir doğruluğu ol- rasında kendisine defalarca kan nakli yapılmıştı. Eminim kul-
mayan inanışlar da var. Örneğin bunlardan biri sizin de belirt- lanılan kanlardan biri HIV taşıyordu. Nitekim bir dönem çok
tiğiniz, AIDS virüsünün laboratuvarda bilim insanları tarafın- sayıda insan kan nakli ile HIV’e yakalandı. Bu nedenle günü-
dan üretildiği kuramı. Özellikle 1950’lerde çocuk felci virüsü müzde kan naklinde kullanılan kanların tamamı HIV testine
için aşı geliştirilmesinde maymunlardan elde edilen hücre hat- tabi tutuluyor.
larının kullanılmış olması, böyle bir kurama yol açtı. Bunun üze- AIDS’ın ilk nerede görüldüğü sorusuna dönersek, ilk vaka-
rine aşı üretiminde kullanılan bütün maymun hücre hatları çok lar Los Angeles ve New York’ta ortaya çıktı. Amerikan Hastalık
yakından incelenerek HIV taşıyıp taşımadıklarına bakıldı. Ancak Kontrol Merkezi uzmanları (CDC, Center for Disease Control)
HIV’nin varlığına ait hiçbir delil bulunamadı. Kaliforniya’da “Pentamidine” adındaki, özellikle kanser hastala-
rına kemoterapiden sonra verilen ilacın kullanımında ani bir ar-
HIV, CD4 hücrelerine girdikten sonra onların yeni virüsleri üretmesini sağlar.
tış olduğunu fark etti. Yine aynı tarihlerde Kaposi’s Sarcoma adı
verilen ve daha çok yaşlı ve Akdeniz kökenli insanlarda görülen
bir kanserin sayısında ani bir artış olmuştu. Ama hastalık yaşlı-
larda değil bu sefer genç insanlarda ortaya çıkıyordu ve ölümcül-
dü. Bütün bunlar kesinlikle yeni bir hastalığa işaret ediyordu. Los
Angeles ve New York’taki hastalardan bilgi alınınca bir grup has-
tanın Kanadalı bir eşcinsel erkek hostesle birlikte olmuş olduğu
ortaya çıktı. Daha sonra “Hasta 0” olarak kayıtlara geçen bu hos-
tesin, kısa süreli olarak kaldığı her şehirde, çok sayıda insanla bir-
likte olduğu ve böylece hastalığı onlarca insana bulaştırdığı orta-
ya çıktı. Onun hikâyesini anlatan bir film dahi yapıldı. Bu filmde
söylediği çok anlamlı bir cümle var: “Beni Hasta 0 diye isimlen-
dirmeyin, çünkü virüsü ben de başka birinden aldım.”. Haklıydı,
çünkü gerçekten o da virüsü başka birinden almıştı.
Bu konuda üzerinde en çok konuşulan iki kuram var. Bun-
lardan biri AIDS’in Afrika’dan batı dünyasına yayılırken önce
Haiti’ye oradan da Amerika’ya ulaştığı şeklinde. Yine bu kura-
ma göre, o günlerde Afrika’ya giden Haitili paralı askerler, virüsü
Afrika’da kapıp Haiti’ye getirdiler. Başka bir kuram ise o yıllarda
Haiti’nin özellikle eşcinsellerin tercih ettiği bir tatil merkezi ha-
line geldiği ve virüsün turistler aracılığı ile adaya taşınıp oradan
ABD’ye ulaştığı savını öne sürüyor.

60
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

AIDS’e neden olan HIV’nin keşfi günlerde değişik virüslerin bağışıklık sisteminin hücrelerinde ço-
ğaldığı biliniyordu. İki grup virüsten şüphelenildi: Herpes virüsle-
BK: O günlerde AIDS semptomlarıyla kliniklere gelen has- ri ve retrovirüsler. İnsanlarda hastalık yapan en az sekiz çeşit her-
ta sayısının giderek arttığını ve bu hastalığın yeni bir hastalık pes virüsü olduğunu biliyoruz. Bir çeşit kan kanserine neden olan
olduğunun artık tıp çevrelerinde kabul edilmeye başlandığını “insan T hücresi lösemi virüsü” retrovirüslere bir örnektir ve T
belirttiniz. Ama hastalığa neyin neden olduğu hâlâ bilinmiyor- hücrelerinde çoğalır.
du. Nedenin HIV kısa adıyla tanımladığımız virüs olduğu na- Atlantik’in iki ya-
sıl anlaşıldı? nındaki, biri ABD’de
JS: Bu yeni hastalığın belirtilerini taşıyan hastalarda ortak bir Robert Galio’nun di-
şey vardı. Kanlarındaki CD4 hücrelerinin sayısı çok azalmıştı. ğeri Fransa’da Luc
BK: Okurlarım için burayı biraz açar mısınız? CD4 hücre- Montagnier’nin li-
lerinin ne oldukları, görevlerinin ne olduğunu ve nasıl çalış- derliğindeki iki araş-
tıklarını kısaca açıklar mısınız? tırma grubu, önce
hastaların lenf bezle-
Prof. Stapleton ABD Gıda ve İlac İdaresi’nden (FDA) rinden aldıkları hüc-
Özel Hizmet Ödülü alırken.
releri laboratuvarda
çoğalttı. Çoğalan hücrelerle birlikte virüs de çoğalıyordu. Hem
hastalardan hem de sağlıklı kişilerin lenf bezlerinden aldıkları bu
hücrelere elektron mikroskobu ile baktıklarında hastaların hüc-
relerinin sağlıksız olduğunu ve gruplar halinde birbirlerine yapış-
mış, çok sayıda hücre olduğunu gördüler; dahası bazı hücreler-
den çıkan virüsleri de görebildiler. Virüsü yalıtıp genetik bilgisini
deşifre ettiler. Her iki grup da 1983 yılında yayımladıkları maka-
lelerle virüsün bir retrovirüs olduğunu açıkladı ve bu virüse “in-
san bağışıklık eksikliği virüsü” yani HIV (Human Immunodefici-
ency Virus) adını verdiler.

HIV yaşam döngüsü


BK: Günümüz verilerine göre, virüsün insan vücuduna gir-
JS: Bağışıklık sistemimizde T hücreleri dediğimiz ve Thymus dikten sonra neler yaptığı ve hastalığa nasıl neden olduğu hak-
tarafından üretilen akyuvar hücreleri bulunur. Bu hücreler vü- kında neler biliyoruz?
cudumuza bulaşan virüsleri ve mantarları öldürür. Kemik iliğin- JS: Virüs vücuda girdikten sonra ilk olarak yardımcı T hüc-
de üretilen, B hücreleri dediğimiz hücreler ise bakteri enfeksi- relerine yani CD4 hücrelerine bağlanır. Bu hücreler hücre zarın-
yonlarına karşı antikor üretir. Vücuda giren hastalık yapıcı mik- da, isimlerini aldıkları CD4 adlı molekülleri taşırlar. HIV’nin dış
roorganizmalarla baş etmede T ve B hücreleri bağışıklık sistemi- yüzünde bulunan proteinler ilk olarak işte bu CD4 molekülleri-
mizin en önemli hücreleridir. Bu iki grup içerisinde de değişik ne bağlanır. Virüsün hücrenin içine girmesi aslında karmaşık bir
hücreler var. “Yardımcı T hücreleri” olarak da bilinen CD4 hüc- işlemdir. CD4 moleküllerine ek olarak virüsün hücreye bağlan-
releri de T hücrelerinin bir türüdür. Bağışıklık sistemini orkest- masında CCR5 adlı molekül de görev alır (hastalığın ilerlemesiy-
ra olarak düşünürsek, CD4 hücreleri bu orkestranın şefi gibi rol le CXCR4 adlı molekül CCR5’in yaptığı işlevi yapmaya başlar).
oynar. Bir orkestrada değişik enstrüman grupları kendi araların- CCR5, virüsün hücreye girişi için son derece önemlidir. Çünkü
da çok iyi çalsalar da, diğerleri ile birlikte uyum içinde çalamaz- herhangi bir nedenle CCR5 proteini yoksa veya mutasyona uğ-
larsa ortaya müzik yerine gürültü çıkması gibi, CD4 hücreleri de ramışsa, virüs vücuda girse bile CD4 hücrelerinin içine giremez
bağışıklık sisteminin değişik kısımlarını koordine eder ve vücu- dolayısıyla AIDS’e neden olamaz. Virüs hücre zarında dışa bakan
da giren yabancı organizmanın sistemli bir şekilde ortadan kal- bu moleküllere bağlandıktan sonra yapısal bir değişime uğrar ve
dırılmasını sağlar. Bu hücreler bağışıklık sisteminin kontrol edi- virüsün kabuğu ile hücre zarı arasında füzyon gerçekleşir. Yani
ci kolunda görev alır, ama bütün bağışıklık sistemi için gerekli- virüsün kabuğu hücre zarının bir parçası haline gelir ve bu ara-
dirler. Önemli rollerinden dolayı, onlara bir şey olursa bütün ba- da virüsün genetik malzemesi hücre içine aktarılır (HIV’nin ya-
ğışıklık sistemi bundan olumsuz yönde etkilenir. şam döngüsü videosu için Bahri Karaçay’ın http://www.evren-
Bu hastaların CD4 hücrelerinin sayısının normalden çok dü- selbeyin.blogspot.com adresindeki bloğuna bakınız). Füzyon
şük olması, bir virüse yakalandıklarını ve bu virüsün CD4 hücre- esnasında virüsün genetik malzemesi yanında bir grup protein-
lerini etkilediğini gösteriyordu. Virüs olması mantıklıydı, çünkü o le hücreye aktarılır. Bunlardan “ters transkriptaz” adını verdiği-

61
Yüzyılın Salgını Devam Ediyor; HIV/AIDS’in Dünü, Bugünü ve Yarını

miz bir protein, virüsün RNA olan genetik malzemesini DNA’ya Bilimsel bir çalışma yapılmamış olmakla birlikte, Avru-
dönüştürür. Yine virüsün taşıdığı integraz enziminin yardımı pa ve ABD ile karşılaştırıldığında, Afrika’daki ilişkilerde ay-
ile HIV’nin genetik malzemesi hücrenin DNA’sına eklenir. İş- nı anda birden fazla partnerle beraber olunmasının hastalığın
te bu olay nedeniyle, yani virüsün genetik malzemesinin hücre- daha hızlı yayılmasında etken olduğu düşünülüyor. Batıdaki
nin DNA’sı ile kaynaşması nedeniyle, virüs bulaştığı insan ölün- ilişkilerde genellikle tek bir partner söz konusu ve ilişkinin
ceye kadar onun vücudunun bir parçası olur. Hücre kendi DNA’sı bitmesi ardından partnersiz geçen belli bir süre oluyor. Di-
ile virüs DNA’sı arasındaki farklı algılayamaz ve kendi DNA’sının ğer ülkelerle ve toplumlarla karşılaştırıldığında, genelde Müs-
kodladığı proteinleri ürettiği gibi virüs DNA’sının kodladığı pro- lüman ülkelerde ve toplumlarda AIDS vakalarının sayısı da-
teinleri de üretmeye başlar. Virüsün genleri yeni virüsleri oluştu- ha az. Ayrıca sünnetin AIDS’in yayılmasını azalttığı yönün-
racak molekülleri üretir. HIV, genetik malzemesi çok küçük ol- de bulgular var.
masına rağmen olağanüstü bir karmaşıklıkla yeni virüsü oluş- HIV taşıyan birinin virüsü yaymasında kişisel faktörler de
turacak proteinleri ortaya çıkarır. HIV’nin karmaşık yapısına ve çok önemli. Hastanın taşıdığı virüs sayısı bunlardan biri. Bazı
yaptıklarına bakınca onun diğer retrovirüslerden daha ilerde ve insanlarda virüs sayısı çok büyük rakamlara ulaşırken diğerle-
bir bakıma daha akıllı olduğunu söylemek mümkün. Bu gerçek rinde o kadar artmıyor. Kendi çalışmalarımızda kişisel farklı-
de HIV’nin evrimsel olarak yeni bir virüs olduğuna işaret ediyor. lıkların gerisindeki sırları bulmaya çalışıyoruz. Geçtiğimiz ay-
Çünkü diğer retrovirüslerin sahip olduğu özelliklere sahip olma- larda büyük bir uluslararası araştırmacı grubu ile Science der-
sının yanı sıra onlarda olmayan üstünlüklere de sahip. Sentezle- gisinde bu konuda bir makale yayımladık. Bu çalışmada virü-
nen moleküller, proteinler, daha sonra yeni bir virüsü oluştura- sü kontrol altında tutabilen bir grup hasta incelendi. Tanı test-
cak şekilde bir araya gelir ve hücre zarına doğru taşınır. Bu prote- leri, bu hastaların vücutlarında HIV olduğunu gösteren anti-
in grubu hücre zarından dışarı çıkarken zardan bir parçayı da be- korları saptadı, ama virüs sayısı çok az olduğu için bu hastala-
raberinde taşır, böylece bu parça hücreyi terk eder etmez virüsün rın kanlarında virüs saptanamadı. Genetik çalışmalar, bu has-
dış yüzeyini oluşturan kabuğa dönüşür. Virüsün yerleştiği hücre- taların bağışıklık sisteminin vücuda giren yabancı proteinle-
ler adeta yeni virüs fabrikalarına dönüşür. HIV hastalarının bir ri tanımasında görev alan, kısaca MHC adı verilen proteinleri-
günde 10 milyar kadar virüs üretebildiği tahmin ediliyor. Virü- nin DNA’sında farklı dizilimler olduğunu ortaya çıkardı. Daha
sün girdiği hücreler belli bir süre sonra ölmeye başlar. Ortalama önce yapılan benzer çalışmalardan birinde de CCR5 geninde
olarak her 6 saatte bir hücrelerin sayısı yarı yarıya azalır. mutasyon taşıyan kişilerin AIDS virüsüne yakalanmadığı bu-
Virüs, bağışıklık sisteminin en önemli hücrelerinden birini lunmuştu. Kuzey Avrupa kökenli insanlar arasında her yüz ki-
belki de en önemlisini hedef aldığı için vücut diğer hastalık yapıcı şiden bir veya iki kişinin CCR5 mutasyonunu taşıdığı ortaya
etkenlere karşı savunmasız kalıyor. Vücudumuz çevremizde bu- çıktı. Bu insanlar HIV’ye karşı yüzde yüz korunuyorlar. Hete-
lunan hastalık yapıcı mikroorganizmalarla devamlı irtibat halin- rozigot olan, yani bir mutasyonlu bir de normal alel taşıyan in-
dedir, ama bağışıklık sistemimiz onları ortadan kaldırarak hasta- sanların yardımcı hücrelerinin hücre zarında daha az sayıda
lık yapmalarına engel olur. Ama bağışıklık sistemi işlevini yapa- CCR5 olduğu için hastalık daha yavaş seyrediyor. Yine kişinin
maz hale gelince bu organizmalar meydanı boş bulup çoğalarak HLA dediğimiz ve genetik yapısı tarafından belirlenen özelliği-
hastalık yapar. AIDS hastaları aslında HIV’den değil işte bu fırsat- nin (organ nakillerinde önemli olan bir özellik) hangi tür oldu-
çı organizmaların, bakterilerin, mantarların, diğer virüslerin ne- ğu da AIDS hastalığının ilerleme hızını belirliyor.
den olduğu hastalıklar yüzünden yaşamlarını yitirir. Çevre faktörlerine bir örnek diğer virüsler. Araştırma proje-
HIV enfeksiyonunu diğer pek çok virüsten ayıran önemli bir lerimizden birine konu olan GB virüsünün, T hücrelerinin iş-
özellik, kişi virüsü kaptıktan sonra çok uzun bir süre hiçbir şey levinde değişikliğe neden olarak HIV’ye karşı koruma sağladı-
yapmadan hastanın vücudunda beklemesidir. Bazı hastaların vi- ğını bulduk. Bu virüs insanlara bulaşmakla birlikte herhangi
rüse yakalandıktan ancak on yıl sonra AIDS hastalığının belirti- bir rahatsızlığa sebep olmuyor. Ama ilginç bir şekilde HIV gi-
lerini göstermeye başladıklarını biliyoruz. Bir çalışmada hastala- bi CD4 hücrelerinde çoğalıyor. Klinikte tedavi ettiğim hastala-
rın sadece % 1’inin virüse yakalandıktan iki yıl sonra AIDS semp- rımdan bir kısmında hastalığın çok daha yavaş ilerlediğini göz-
tomları göstermeye başladığı bulundu. Aynı çalışmada hastaların lemlemiştim. Onlardan alınmış kan örneklerini incelediğim-
% 50’sinin semptomları gösterme süresinin ortalama 9,8 yıl oldu- de gerçekten HIV yanında GB virüsünü de taşıdıklarını gör-
ğu bulundu. Fakat işin kötüsü kan dolaşımındaki virüs sayısı virüs düm. Bu virüs her ne kadar ilaçlar kadar koruma sağlamasa da,
bulaştıktan sonraki ilk devrede yani hastalığın belirtilerinin olma- onun biyolojisi üzerinde çalışarak AIDS tedavisinde kullanabi-
dığı devrede en yüksek seviyeye ulaşıyor. Dolayısıyla virüsün bu- leceğimiz ipuçları bulacağımıza inanıyorum. Nitekim bu virü-
laşmış olduğu bir kişi kendini son derece sağlıklı gördüğü halde sün CCR5 reseptörünün üretimini ve ayrıca CD4 hücrelerinin
virüsü cinsel ilişkide bulunduğu insanlara bulaştırıyor. çoğalmasını etkilediğini bulduk.
Virüsün yayılmasında kültürel ve kişisel faktörler, çevre HIV enfeksiyonunda doğrudan virüsle ilgili olan faktörler
faktörleri ve ayrıca virüsten kaynaklanan bazı özellikler çok de var. Örneğin 1980’lerde Avustralya’da HIV taşıdığı sonra-
önemli rol oynuyor. dan anlaşılan bir hastanın kanının çok sayıda hastaya aktarıl-

62
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
dığı ortaya çıktı. Bu hastalarda yapılan testler pozitif çıkmasına lanmasını imkânsız kılmaktadır. Dolayısıyla AZT’nin HIV’nin
rağmen AIDS hastalığından iz yoktu. Bu kişilerden virüs yalı- çoğalmasını önleyebileceği düşünüldü. Gerçekten de kullanıldı-
tılarak virüsün genetik malzemesi deşifre edildi. Genetik veri- ğında virüsün sayısı azalmaya başladı ve hastaların yardımcı T
ler, virüsün çoğalması ve bulaşmasında önemli olan fakat ek- hücrelerinin sayısında önemli artışlar gözlendi. Fakat AIDS has-
sikliğinde virüsün ölmediği bir genin, mutasyon sonucu orta- taları ve doktorların sevinci yarıda kaldı. Çünkü tedaviye baş-
dan kalktığını gösteriyordu. landıktan ortalama 22 hafta sonra, virüs genetik yapısında deği-
Dünyanın farklı bölgelerinde AIDS’e neden olan HIV vi- şiklik yaparak AZT’ye karşı dayanıklı hale geldi. Bunun üzerine
rüsleri arasında da genetik açıdan bazı farklılıklar var. Örne- hastalara AZT’ye ek olarak yine ters transkriptaz enziminin iş-
ğin Afrika’da görülen HIV ile güneydoğu Asya’da görülen HIV levini önleyecek bir ilaç daha verildi. İki ilaç iyi sonuçlar verdi.
virüsleri arasında farklılık var. Güneydoğu Asya’da görülen İki ilacın birlikte kullanılması AIDS hastalarının yaşam süreleri-
HIV’nin bulaşma gücü daha yüksek. ni uzattı, fakat belli bir süre sonra virüs bu ilaçlara karşı da daya-
2008 yılında Almanya’da, 42 yaşında hem AIDS hem de kan nıklılık kazanmaya başladı. Bilim insanları HIV’nin yaşam dön-
kanseri olan bir hastaya kan kanseri tedavisi için kan nakli ya- güsü üzerinde çalışarak virüsün çoğalmasını başka hangi basa-
pıldı. Kan CCR5 geninde mutasyon olan bir vericiden alınmış- makta durdurabileceklerini öğrenmeye çalıştılar. Bu çalışmalar
tı. Bu kişinin CCR5 genlerinin her ikisinde de mutasyon var- sonunda, virüsün etken hale gelmesinde rol alan ve proteaz adı
dı. Çok ilginç bir şekilde tedavi sonucu hastanın AIDS semp- verilen bir enzimi susturabilirlerse virüsün etkin hale gelmesi-
tomları bir bir yok oldu ve AIDS ilaçlarına da ihtiyacı kalmadı. ni önleyebileceklerini gördüler. Bu amaçla geliştirilen ve “prote-
Aradan 600 gün geçmesine rağmen yapılan bütün HIV testleri az önleyici” olarak adlandırılan ilaç diğer ikisi ile beraber AIDS
negatif çıktı. Bu vaka belki de tarihe ilk defa bir AIDS hastası- hastalarına verilince olağanüstü düzeyde başarı elde edildi. Hem
nın tamamen tedavisi olarak geçecek. kanda virüsün sayısı azaldı hem de yardımcı T hücrelerinin sayı-
BK: Böyle bir sonucun alınmış olması tedavinin de kapıla- sı arttı. Üçlü ilaç uygulaması virüsün sayısını olağanüstü düzey-
rını açıyor. İlk aklıma gelen tedavi yöntemi AIDS hastasının de (1 ml kanda 50’nin altına) düşürdü. Sayının az olması, üre-
kanında bulunan kök hücrelerinin izole edilip laboratuvar tilen virüslerin arasından genetik değişim geçirerek bu üç ilaca
şartlarında CCR5 geninde mutasyon yaratılması, daha son- da birden direnç kazanmış bir virüs çıkma ihtimalini adeta sıfı-
ra bu hücrelerin radyasyon ve kemoterapi ilaçları ile kemik ra indirdi. Ölümcül hastalar, üçlü ilaçla birkaç hafta içerisinde
iliği hücreleri tahrip olmuş hastaya geri verilmesi olacaktır. yavaş yavaş iyileşmeye başladı ve neredeyse ölümden döndüler,
Bu kök hücreleri çoğalarak her tür kan hücresine, bu arada normal bir hayat sürmeye başladılar.
akyuvarlara da dönüşeceği için hastanın yeni kan hücreleri- Fakat şurası hiçbir zaman unutulmamalı: HIV bir retrovi-
nin hepsinin CCR5 geni mutasyonlu ve AIDS virüsüne kar- rüstür, biraz önce konuştuğumuz gibi T hücrelerine girdiğin-
şı dirençli olacaklardır. Hastanın kendi hücreleri olduğu için de önce virüsün genetik malzemesi hücrenin DNA’sına yerle-
kan naklinde ortaya çıkan komplikasyonların hiçbiri söz ko- şir. Bu hücreler HIV için rezervuar rolü oynar. Bu rezervuar
nusu olmayacaktır. hücreler ortadan kalkmadığı sürece HIV pozitif bir kişi tedavi
JS: Evet, dediğiniz çok doğru ve doğrusu yakın bir gelecek- edilmiş sayılamaz. İlaçlar virüsün çoğalmasını durdurur, fakat
te bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Maalesef günümüzde hasta ilaçları almayı durdurduğu anda yeniden AIDS olacaktır.
biraz da teknolojik zorluklardan dolayı şimdilik dediğinizi ya- Bilimsel olarak ispatlanmamış olmamakla birlikte, eğer hasta
pamıyoruz. ilaçları uzun süre kullanırsa virüslü hücrelerin sayısı azalacak-
tır. Fakat yine de uykudaki virüsler bazı hücrelerde saklı kala-
HIV/AIDS Tedavisi caktır. Bir şekilde uykudaki bu HIV’ler de aktif hale getirilebi-
lirse, o zaman bağışıklık sistemi virüslü hücrelerin hepsini or-
BK: Seksenli yıllarda, yani AIDS’in ilk görüldüğü yıllar- tadan kaldırabilir ve böylece hastanın vücudu HIV’den tama-
da bu virüse yakalanmak ölüm fermanıydı, ama günümüzde, men arındırılarak tedavi sağlanabilir. Doğrusu HIV’nin kökü-
özellikle sağlık hizmetlerinden faydalanabilen insanlar için nü kazımak biraz zor, çünkü milyonlarca AIDS hastası ilaç ala-
AIDS “kronik bir hastalık” konumuna düşmüş durumda. Bu cak ekonomik güçten yoksun. Ayrıca pek çok hasta virüse ya-
ilerleme nasıl elde edildi? kalandıklarını dahi bilmeden virüsü yayıyor.
JS: AIDS tedavisinde ilk başarı 1987 yılında AZT adı verilen BK: HIV’ye karşı aşı geliştirilmesi konusunda epey bir ça-
ilacın kullanılmasıyla elde edildi. Bu ilaç aslında o tarihten bir- lışma yapıldı, ama maalesef ümit edilen başarı elde edileme-
kaç yıl önce kanser tedavisi için geliştirilmişti ama klinik dene- di. Bu konuda biraz bilgi verir misiniz?
melerde başarısız olunca rafa kaldırılmıştı. AZT, DNA’nın yapı JS: Aşı geliştirildi geliştirilmesine, ama beklenen başarı elde
taşlarından timine çok benzer, ondan sadece birkaç atom fark- edilemedi. Bunun gerisinde de virüsün yapısı ve işleyişi var. Şöy-
lılığı vardır. DNA sentezi yapan enzimler timin yerine AZT’yi le ki; virüsün genetik malzemesi olan RNA’yı DNA’ya dönüştü-
kullanınca DNA zinciri o noktadan ileri uzatılamaz. Çünkü ren enzim, bu işlevi yerine getirirken hata yapıyor. Genetik mal-
AZT’deki timinden farklı olan atomlar, başka bir bazın ona bağ- zemenin kopyasını yapan enzimlerin aslında “düzeltme” işlevle-

63
Yüzyılın Salgını Devam Ediyor; HIV/AIDS’in Dünü, Bugünü ve Yarını

Prof. Stapleton AIDS konusunda en çok rastlanan 10 yanlış düşünceyi şöyle sıralıyor:

1. HIV pozitif hastalarla aynı ortamda bulunursam bana da HIV bulaşır.


Kanıtlar HIV’nin dokunma, gözyaşı, ter veya tükürük ile bulaşmadığını gösteriyor.
HIV pozitif olan biri ile aynı havayı solumakla, aynı tuvaleti kullanmakla, HIV pozitif birinin tuttuğu kapı
koluna dokunmakla HIV bulaşmaz. Ayrıca HIV pozitif birini kucaklamakla, öpmekle, elini sıkmakla,
aynı egzersiz aletlerini kullanmakla HIV bulaşmaz. HIV kan, semen, vajinal sıvılar ve anne sütü ile bulaşır.

2. Yeni çıkan ilaçlar çok iyi olduğu için HIV’yi dert etmeme gerek yok.
Bu ilaçların HIV pozitif insanların yaşam kalitelerini artırdığı ve daha uzun yaşamalarını
sağladığı doğru, ancak hiçbiri şimdilik tedavi sağlamıyor, sadece virüsü
kontrol altında tutuyorlar. Bu ilaçlar hem çok pahalı hem de önemli yan etkileri var.

3. Sivrisineklerden HIV kapabilirim.


Sivrisinekler kan emdikleri için HIV pozitif birinin kanını emdikten sonra başkalarına da
virüs taşıyacakları düşünülür, fakat bu konudaki çalışmalar bunun doğru olmadığını gösteriyor.
Ayrıca sivrisinekler kanı enjekte etmez aksine emerler.

4. Eğer HIV’ye yakalanırsam hayatımın sonu geldi demektir.


HIV’nin görüldüğü ilk yıllarda bu doğruydu, ama geliştirilen ilaçlar
sayesinde HIV pozitif kişiler artık uzun süre yaşıyorlar.

5. AIDS bir soykırım yöntemidir.


Yapılan bir çalışma, siyahların ve Latin kökenlilerin % 30’unun, AIDS’in hükümet
tarafından azınlıkların öldürülmesi için geliştirilmiş bir silah olduğuna inandıklarını gösterdi.
Aslında bu gruplarda AIDS’in çok daha fazla görülmesinin önemli
bir nedeni sağlık hizmetlerinin yetersiz oluşu.

6. Eşcinsel değilim ve damardan uyuşturucu kullanmıyorum. Bu nedenle HIV’ye yakalanmam.


Pek çok erkeğin HIV’yi cinsel temas yoluyla diğer erkeklerden kaptığı veya uyuşturucu
iğneleri aracılığı ile kaptığı doğru. Ancak HIV pozitif erkeklerin % 16’sının ve kadınların da
% 78’inin bu virüse karşı cinsten biri ile cinsel temas yoluyla yakalandığı bulundu.

7. Eğer tedavi görüyorsam HIV virüsünü etrafa yaymam.


HIV tedavisi olumlu sonuç verdiğinde kandaki virüsün sayısı testlerle belirlenemeyecek
kadar azalır. Fakat araştırmalar uykuda olan virüslerin var olduğunu gösteriyor. Bu
nedenle cinsel temas sırasında her zaman korunmaya dikkat edilmelidir.

8. Partnerim de ben de HIV pozitifiz. O nedenle korunmaya ihtiyacımız yok.


Bu durumda da korunma elden bırakılmamalıdır, çünkü hâlâ ilaçlara dayanıklı HIV’ye yakalanma ihtimali vardır.

9. Partnerimin HIV pozitif olup olmadığını kendim anlayabilirim.


Bir kişinin HIV pozitif olup olmadığını anlamanın tek yolu HIV testi yaptırmaktır.
HIV pozitif olduğu halde hiçbir semptom göstermeyen ve ancak yıllar
sonra semptom gösteren çok sayıda vaka vardır.

10. HIV oral seksle yoluyla bulaşmaz.


Oral seks bu açıdan daha az risklidir. Ancak HIV oral seks yoluyla da bulaşabilir.

64
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
ri vardır. Yani yanlış yaptıklarında geri dönüp yaptık-
ları hatayı düzeltirler. Ama HIV’nin ters transkriptaz
Bahri Karaçay’ın notu: enziminin düzeltme özelliği yoktur. Böyle olunca her
yeni üretilen virüs bir öncekinden farklı oluyor. Virü-
HIV konusunda yazmaya karar vermemde önemli sün genetik malzemesi yaklaşık on bin bazdan oluşur
bir etken ülkemizde HIV/AIDS hakkında kulaktan ve her yeni virüste bu 10 bin bazdan 1-10’u farklıdır.
dolma, yanlış bilgilerin dolaşıyor olması. Örneğin HIV’nin işte bu özelliği şimdiye kadar ona karşı bir
bir defasında konu ile ilgili bir radyo programında aşı geliştirilmesini imkânsız kıldı. Eğer HIV taşıyan Bahri Karaçay, Iowa
röportaj yapılan kişinin, acı biberin HIV enfeksi- birinin günde 10 milyar virüs ürettiğini düşünürsek, Üniversitesi Tıp Fakültesi
Pediatri Bölümü,
yonunu önlediğini söylediğini duymuştum. Ben- bu istatistiki olarak 1-10 milyon farklı virüsün ortaya
Çocuk Nörolojisi Kürsüsü
zer şekilde, Afrika’da bakire biriyle cinsel ilişkide çıkması demektir. Sonuçta tek bir insanın değişik do-
öğretim üyesidir.
bulunmanın HIV/AIDS hastalığını tedavi edeceği- kularında çoğalan virüsler arasında bile küçük de olsa Ayrıca aynı üniversitenin
ne inanan insanlar olduğunu biliyoruz. Son yıllar- farklılıklar ortaya çıkıyor. Elbette bunlardan bir kıs- Gen Tedavi Merkezi ve
da ülkemizde de HIV/AIDS vakalarının sayısı gide- mı işe yaramaz virüslerdir. Yine de işlevsel olanların Holden Kanser Merkezi
rek artıyor. Birleşmiş Milletler AIDS Programı 2010 çeşitliliği olağanüstü miktardadır. Dolayısıyla testlerle üyesidir. Nörolojik doğum
Yılı Raporu’nda, ülkemizde tahminen 4600 HIV/ tespit edilen virüsler hastanın vücudunda en çok ço- kusurları üzerinde genler
AIDS hastası olduğu belirtiliyor. Bu rakam 5,6 mil- ğalabilenlerdir. Geliştirilen aşılar bu virüslerin bir kıs- düzeyinde araştırmalar
yon AIDS hastasının olduğu Güney Afrika’ya kı- mına karşı etkili olurken diğerlerine karşı etkili ola- yürütüyor. Beş yaşın
yasla çok düşük gibi görünse de, ülkemizin ko- madı, bu da aşılardan beklenen başarının elde edil- altındaki çocuklarda
numu açısından HIV hâlâ çok önemli bir tehlike mesini engelledi. görülen sinir sistemi
durumunda. Birleşmiş Milletler raporu özellik- BK: Eğer istisnasız her HIV hastası ilaçları kul- tümörü nöroblastoma
ve yine sinir sistemini
le doğu Avrupa ve orta Asya ülkelerinde 2000 yı- lanırsa ve böylece en azından virüsün yayılması ön-
etkileyen Alexander
lından beri AIDS virüsü taşıyanların sayısının hız- lenirse, bir iki nesil sonra HIV’nin ortadan kalkma
hastalığına gen tedavisi
la arttığını ve üçe katlandığını bildiriyor. Yine aynı ihtimali var mı? geliştiriyor. Ayrıca
raporda, en fazla AIDS hastası bulunan Afrika’da JS: Kuramsal olarak var. Toplum düzeyinde hem alkolün ve LCM virüsünün
AIDS’ten ölenlerin sayısı düşüşe geçmişken, doğu virüs sayısını azaltır hem de bulaşmayı önleyebilir- fetüs beyni üzerindeki
Avrupa ve orta Asya’da grafiğin hâlâ tırmanışta ol- sek birkaç nesilde virüs tamamen haritadan siline- etkilerini araştırıyor.
duğu belirtiliyor. Ülkemizle bu ülkeler arasındaki bilir. Ancak bunun gerçekleşmesini önleyen faktör- www.bahrikaracay.com/blog
ilişkiler her geçen gün artıyor. Ekonomik veya tu- ler var. Bunların başında gelişmemiş veya gelişmek-
ristik nedenlerle bu ülkelerden kısa veya uzun sü- te olan ülkelerdeki hastaların ilaçlara ulaşmasının bir
reli olarak ülkemize gelenlerin sayısı birkaç milyo- problem olması geliyor. İkincisi ise virüse yakalanmış
na ulaşıyor. ve etraflarına yaymakta olan kişilerin % 20-% 25’inin
HIV taşıdıklarından habersiz olması. Bir diğer faktör
HIV’nin çocuk, genç, ihtiyar, erkek, kadın, eşcin- de en bulaştırıcı AIDS hastalarının ilaçlara ulaşmala-
sel, heteroseksüel ayrımı yapmadan herkese bu- rı mümkün olduğu halde ilaçları kullanmıyor olması.
laşması da her zaman göz önünde bulundurul- Bununla beraber HIV’ye karşı çok önemli başarı-
ması gereken önemli bir gerçek. 2009 yılı istatis- lar da elde edildi. Örneğin ilaçlar geliştirilmeden ön-
tiklerine göre dünya genelinde 33,3 milyon ço- ceki dönemde, HIV pozitif bir anneden doğan çocu-
cuk ve yetişkin HIV taşıyor ve bunların yarıdan bi- ğun virüsü kapması her üç veya dört doğumda bir
raz fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Ay- iken, günümüzde ABD’de bu oran % 1’in altına inmiş
rıca her yıl 2,6 milyon kişi AIDS virüsüne yakala- durumda. HIV pozitif hamile kadınların ilaç alma-
nıyor. Bütün bu veriler HIV enfeksiyonunun hâlâ sı, sezaryenle doğum yapmaları ve bebeklerini emzir-
çok önemli bir tehlike olduğunun ve bu konuda memeleri (çünkü virüs süt yoluyla da bebeğe geçiyor)
ülke olarak tetikte olmamız gerektiğinin altını çi- bu başarının arkasındaki etmenler.
ziyor. HIV/AIDS enfeksiyonlarının önlenmesinde ABD’nin önderliğinde benim de görev aldığım bir
ilk basamak şüphesiz konu hakkında doğru bilgi- programla, özellikle Afrika’daki hastaların AIDS ilaç-
lerle donanmış olmaktır. Hastalığın yayılmasında larına kavuşması için milyarlarca dolar harcandı. Bu
insan davranışı en önemli faktör olduğu için, doğ- program sayesinde ilk hedef olan % 10’a ulaşıldı, ya-
ru bilgi büyük ihtimalle doğru davranışı da bera- ni Afrika’daki AIDS hastalarının % 10’u şu anda ilaç
berinde getirecektir. kullanıyor.
BK: Verdiğiniz bu değerli bilgiler için çok teşek-
kür ederim.

65
Birol Gürol

Neden Büyük
Teleskop?

G
ökbilim, atomlardan gökadalara kadar her (Ay ve Mars) hariç, günümüz teknolojisi ile gidilmesi
türde ve özellikteki madde ve cisim üzerinde mümkün olmayan gökcisimlerine ait bilgiler, sadece
araştırma yapan bir bilim dalıdır. Tam ola- onlardan bize kadar ulaşabilen fotonların incelenme-
rak öğrenilmesi için çok farklı alanlarda (örneğin fi- si sonucu elde edilebilir. Temel olarak gökcisimlerin-
zik, matematik, istatistik, kimya, biyoloji) bilgi sahi- den gelen ışığı yani fotonları inceleyen gökbilim, ışı-
bi olmak gerekir. İncelenen gökcisimlerinin olağanüs- ğın her türlü özelliğini (dalga, parçacık, enerji, kutup-
tü uzaklıkları, ulaşılmalarını ve yerinde incelenmele- lanma, hareket gibi) farklı yönleri ile dikkate alan ve
rini engelleyen en önemli faktördür. Çok az gökcismi inceleyen bilim dallarının başında gelir.

66
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Gökcisimleri, insanlığın başlangıcından günümü- sel çalışmalarının da temellerini oluşturan bu çalış-
ze kadar hep en çok merak edilen konular arasında ol- malar, 2009 yılında “Evren Sizi Bekliyor” sloganıyla
muştur. Bu merak nedeniyle, insanlar binlerce yıldır “Dünya Astronomi Yılı” olarak kutlanmasına da ne-
gökyüzünü incelemiş, çalışmalar yapmış, düşünceler den olmuştur.
üretmiş, gözledikleri cisimlerin hareketlerine çeşitli Yukarıda saydığımız bulgular günümüz bilim-
anlamlar yüklemiştir. Gökcisimleri 1609 yılına yani sel bilgi birikiminin de temellerini oluşturan, bun-
Galileo Galilei’nin gökcisimlerini teleskobu ile ince- dan tam 400 yıl önce atılmış adımlardır. Artık evren,
lemesine kadar büyük oranda gizemli kalmıştır. O ta- uzay, gezegenler, yıldızlar, gökadalar hakkında çok
rihte ne değişmiştir? Günümüzden 400 yıl önce Ga- şey biliyoruz, fakat bilmediğimiz çok şey olduğunu
lilei Ay’ın yüzeyinin engebeli olduğunu gözlemlemiş, da biliyoruz. Bildiğimiz bir başka şey de evrende gö-
böylece gökcisimlerinin sanılanın aksine mükemmel rülebilenden çok daha fazla türde cismin var oldu-
küreler olmadığı anlaşılmıştı. Evrende var olan bü- ğu ve bu cisimlerin sürekli hareket halinde ve deği-
tün cisimlerin Dünya’nın etrafında dolandığı sanılır- şim içinde olduğudur. Her geçen saniye evrenin da-
ken, başka cisimlerin çevresinde de cisimlerin dolan- ha da uzak bir köşesinden gelen fotonlarla karşılaşı-
dığı gözlemlenmişti (örneğin Jüpiter’in Galilei uydu- yor, evrenin sınırının her saniye daha da büyük ol-
ları olarak bilinen 4 büyük uydusu var). Teleskop op- duğuna karar veriyoruz. Evrenin sınırının gözlem-
tiğinin çok hatalı olması nedeniyle Satürn kulaklı bir lerde kullanılan teleskopların ve dedektörlerin özel-
gezegen olarak gözlemlenmişti. Venüs’ün tıpkı Ay gi- liklerine bağlı olarak değiştiğini söyleyebiliriz. Ya-
bi evreleri olduğu görülmüş, böylece Güneş’in etra- bancı araştırmacılar çok daha büyük teleskoplar kul-
fında dolandığı kanıtlanmıştı. Güneş’in yüzeyinde le- lanır ve daha uzaktaki cisimleri gözlemleyerek evre-
kelerin oldu, bu lekelere bakılarak Güneş’in de dön- nin sınırını genişletmeye devam ederken, ülkemiz
düğü saptanmıştı, yani Güneş de mükemmel bir ci- astronomları maalesef ellerindeki küçük teleskop-
sim değildi. Samanyolu’nun aslında bir bulut olma- larla bu sınırın yanına bile yaklaşamıyor. Yani bizle- Galileo Galilei’nin kullandığı
ilk teleskop ve yaptığı Ay gözlemi.
dığı, sayılamayacak kadar çok sayıda yıldızdan oluş- rin küçük, gelişmiş ülkelerin ise çok daha büyük bir O çağlarda astronomların iyi birer
tuğu ortaya çıkmış ve evren hakkındaki bilgilerimiz evrende yaşadığını söyleyebiliriz. Evreni anlayabil- ressam da olduğunu görmek mümkün.
Galilei’nin çıplak gözle gördüklerini
tamamen değişmişti. Bilimsel düşüncenin gözlem- mek ve özelliklerini belirleyebilmek için görünmez- resmetmesi gerekiyordu.
lere dayandırılması ile başlayan ve günümüz bilim- leri görünür hale getirmek gerekiyor.

Elektromanyetik tayf,
atmosferimizin geçirgen olduğu
NASA

dalga boyları

67
Neden Büyük Teleskop?

Cassiopeia bulutsusunun
gözümüzün doğrudan
algılayamadığı kızılötesi,
optik ve x-ışın görüntülerinin
birleştirilmesi sonucu
elde edilmiş bir görüntü
(Kaynak NASA)

Peki Neden Bazı Gökcisimlerini Bilimsel açıdan bakıldığında, sıcaklığı mutlak


Göremiyoruz? sıfır’ın (-273 °C) üzerinde olan her cisim, enerji yani
Öncelikle neleri görebildiğimizden söz etmek ge- foton salar. Soğuk cisimler uzun dalga boylarında, sı-
rekir. Biz insanlar, gözümüze gelen belirli dalga boy- cak cisimler ise kısa dalga boylarında daha fazla ener-
larındaki fotonları doğrudan algılayabiliyoruz. İnsan ji salar. Cisimlerin hangi dalga boylarında ışıyacağının
gözünün algılayabildiği dalga boyu aralığına görsel hesaplanmasını belirleyen en temel değişken sıcaklık-
bölge (4000-7000 Å) adı verilir; bu sınırın dışındaki larıdır. Evrende her tür sıcaklığa sahip cismin bulun-
fotonlar göz tarafından algılanmaz, yani görülmez. duğu dikkate alındığında, gözümüzle algılayamayaca-
Bir cismin görülebilmesi için o cismin gözümüzün ğımız türde, çok sayıda cisim olduğunu söylemek ha-
gördüğü dalga boyu aralığında bir ışınımının olma- talı olmaz. Diyelim ki evrende bulunan bu cisimler-
sı ve gözümüze yeterli sayıda foton göndermesi gere- den bazıları gözümüzün algılayabildiği dalga boyla-
Sol: 42 m çaplı E-ELT kir. Bu anlamda gözümüz 7 mm çaplı bir teleskop gi- rında ışıyor. Bu durumda gözümüze yeterince foton
teleskobu, 1300 m2’lik
foton toplama alanına sahip bi davranır. İşte, çevremizde ve hatta gökyüzünde çıp- gönderen cisimler bizim için görünen cisimler olacak,
olacak (temsili çizim). lak gözle görebildiğimiz cisimleri (örneğin Güneş, Ay,
Orta: Dünya’nın şu onun dışındakiler görünmez kalacaktır. Cisimlerden
anda kullanılan en büyük Venüs ve yıldızlar) bu koşullara uydukları için görebi- salınan fotonların sayısı hedeflerine giderken aldıkla-
teleskopları (VLT).
Sağ: Paris’teki, liyoruz, başkalarını ise bu özelliklere sahip olmadık- rı yolun karesiyle ters orantılı olarak azalır, buna ters
günümüzün en büyük ları için göremiyoruz. kare yasası adı verilir. Bunun anlamı, aynı özellikle-
sanatsal yapılarından biri
(Kaynak ESA) re sahip olmalarına rağmen daha uzakta bulunan ci-
simlerden bize daha az fotonun ulaşacağıdır. Uzakta-
ki cisimlerden gözümüze daha az foton ulaşacağın-
dan, var olmalarına rağmen biz onları yine göreme-
yeceğiz demektir. Cisimlerin hangi dalga boyu aralı-
ğında ışıdığının yanı sıra uzaklıkları da çok önemli bir
değişkendir. Evrende çok sıcak ve bize yakın olan, an-
cak küçük oldukları için yeterince foton göndereme-
yen cisimler de bulunduğunu biliyoruz: Örneğin Be-
yaz Cüceler. Bu tür cisimler yıldızların yaşamlarının
sonlarına doğru karşılaşılan, çok yoğun ve çekim iv-
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
mesi çok yüksek küçük cisimlerdir. Işınım gönderdik-
leri yüzeyin alanının küçük olması nedeniyle gözlen-
meleri zordur. Gökyüzünün en parlak yıldızlarından
biri olan Sirius’un böyle bir bileşeni vardır ve doğru-
dan gözlenmesi yani var olduğunun anlaşılması ancak
teleskoplar sayesinde mümkün olmuştur. Bu durum-
da cisimlerin gözlenebilmeleri için önemli bir başka
değişken de yarıçapları yani ışınım saldıkları yüzeyin
alanı demektir. Küçük yarıçaplı cisimleri gözlemleye-
bilmek zor olduğundan, evrendeki birçok cisim bizim
için hep görünmez kalacaktır. Burada ele alınması ge-
reken bir de karadelikler var. Karadelikler zaten gö-
rünmezdir. Gerçekte “delik” olmamalarına rağmen,
bu cisimlerin böyle adlandırılmasının temel nedeni,
bulundukları yerden bize hiç foton ulaşmamasıdır.
Yüksek çekim güçleri nedeniyle fotonların kaçamadı-
ğı bu tür cisimlerin var olduğuna ilişkin doğrudan ka- değerleri sönük yıldızlar için, küçük değerleri ise par-
nıtlar, çevrelerinde dolanan başka cisimlerin veya çe- lak yıldızlar için kullanır. Bu değer gözlem yaptığınız
S (yıldız) kaynağından çıkan
kimsel olarak etkide bulundukları cisimlerin gözlem- yerin yüksekliği, atmosferin temiz olup olmaması, ışık fotonların sayısı, kaynaktan
lenmesiyle elde ediliyor. Yani var oldukları başka ci- kirliliğinin olup olmaması gibi değişkenlere bağlı ola- uzaklaştıkça uzaklığın karesiyle
ters orantılı olarak azalır,
simlerin gözlemlenmesiyle ortaya çıkarılıyor. rak değişir. Fakat hepimiz karanlık ortamlarda gökyü- dolayısıyla ışığın şiddeti de azalır.
Ters kare yasası olarak bilinen
Dünya atmosferi gökcisimlerinden gelen fark- zünün farklı göründüğünü biliriz, yıldızları başımız- bu olay sonucu, bütün özellikleri
lı dalga boylarındaki ışınımın önemli bir kısmını sö- dan aşağıya dökülüyormuş gibi hisseder, hatta bazen aynı olan cisimlerin daha uzakta
olanlarından daha az, yakında
nümler, yani opak davranır, engeller. Bu tür ışınım- de bu durumun korkutucu olduğunu düşünürüz. olanlarından daha fazla foton
bize ulaşır.
lardan en zararlılarından biri Güneş’ten gelen morö-
tesi ışınımdır. Atmosferimiz x-ışınları, γ-ışınları gi-
bi zararlı başka fotonları da engellediği için o dalga
Beyaz ışık bir prizma sayesinde
boylarında ışıyan cisimlerden gelen fotonları algıla- renklerine ayrılır. Dalga boylarına
göre birbirinden ayrılan
yamayız. Uzun dalga boylarındaki fotonların büyük ışığın şiddeti azalacağından
bir kısmının ise engellenmeden Dünya’nın yüzeyine bilimsel gözlemler daha
büyük foton toplama yeteneği
ulaşabildiğini biliyoruz. Atmosferin dışına çıkılmadı- olan teleskoplar kullanılarak
ğı sürece yukarıda sözü edilen kısa dalga boylarında- gerçekleştirilir.
Soldaki şekilde bir yıldızın
ki ışınları gözlemek mümkün olmaz. Bu nedenle ge- gözlenen tayfı görülüyor.
Karanlık çizgilerden yararlanarak
lişmiş ülkeler, Dünya’dan gözlenemeyen bu cisimle- yıldızlarda hangi elementlerin
ri keşfedebilmek ve inceleyebilmek için uzaya çeşit- bulunduğu, bize hangi hızla
yaklaştıkları veya uzaklaştıkları
li türden teleskoplar göndermiştir. Optik (görsel) ve ve sıcaklıkları gibi pek çok farklı
fiziksel özellik belirlenebilir.
morötesi bölgede gözlem yapabilen Hubble Uzay Te-
leskobu (HST), gama-ışın bölgesinde gözlem yapabi- Cisimlerden gelen fotonlardan yeteri kadarının
len Compton Gama-Işın Gözlemevi (GRO), x-ışını toplanması ile o cisimleri görebileceğimizi bildiğimize
bölgesinde gözlem yapılmasını sağlayan Chandra göre, daha sönük cisimleri görebilmek için mümkün-
X-Işın Gözlemevi (CXO), kızılötesi bölgede gözlem se gözümüzün foton toplama alanını büyütmemiz
yapabilen Kızılötesi Uzay Teleskobu (SIRTF) bunlar- gerekir. Bunu aslında karanlık ortamlarda bulundu-
dan bazılarıdır. Bu teleskoplar sayesinde evren hak- ğumuzda doğal olarak yapıyoruz. Bu sayede çok da-
kındaki bilgimiz ve görüşümüz önemli derecede de- ha sönük cisimleri görebilmek mümkün hale geliyor.
ğişmiştir. Daha önce fark edilemeyen, görülemeyen Ama gözümüzün çapını istediğimiz ölçüde büyütme-
cisimlerin fark edilebilir ve görünür hale gelmesiyle miz mümkün olmadığına göre, onun yerine bazı araç-
bu cisimlerin özelliklerini artık belirleyebiliyoruz. lar kullanıyoruz. Bu araçlardan en basiti dürbündür.
Dünya’nın atmosferinin dışındaki bu teleskoplar Herhalde günlük hayatta bir kez olsun dürbünle çev-
bize her türden dalga boyunda gözlem yapabilme ye- resine bakmamış kimse yoktur. Dürbünler cisimle-
teneği kazandırmıştır. Normal, sağlıklı bir göz ile gö- ri daha yakın, dolayısıyla daha büyük ve parlak hale
rebileceğimiz en sönük yıldızın parlaklığı 6 kadirdir. getiren, hatta çıplak gözle fark edilemeyen ayrıntıları
Astronomlar parlaklık ölçeğinde, sayısal olarak büyük görebilmemizi sağlayan muhteşem araçlardır. Dürbü-

69
Neden Büyük Teleskop?

Ülkemizdeki gözlemevleri ve sahip oldukları teleskoplar

Gözlemevi Teleskop Çapı/Gözlem Alanı Bu Ülkeler Neden Maliyeti Çok Yüksek,


1,50 m (RTT150, tayfsal ve ışıkölçüm, % 40 gözlem zamanı bize ait, eski teknoloji)
Büyük Teleskoplar Yapıyor?
TÜBİTAK ULUSAL GÖZLEMEVİ 1,00 m (kurulum aşamasında, ışıkölçüm)
(TUG, Antalya) 0,60 m (testleri yapılıyor, ışıkölçüm) Kullanılan yüksek teknolojiye sahip gözlem araç-
Rotse IIId (bize ait değil, fakat gözlem yapma imkânı var, filtresiz gözlem yapılabiliyor)
ları, dedektörleri ve analiz yöntemleri sayesinde keş-
0,48 m (ışıkölçüm)
0,40 m (ışıkölçüm)
fedilen ötegezegenlerin (Güneş sistemi dışı geze-
Ege Üniversitesi Gözlemevi 0,35 m (ışıkölçüm)
0,30 m (ışıkölçüm)
gen) sayısı 519’a ulaşmıştır. Keşfedilen yeni geze-
genlerin sayısını takip etmek artık zorlaşmaya baş-
1,22 m (kurulum aşamasında, tayfsal ve ışıkölçüm)
0,40 m (ışıkölçüm) ladı. Bu çalışmaların temel amacının insanlığın sü-
0,30 m (ışıkölçüm) 2 adet
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi,
Ulupınar Gözlemevi 0,20 m (taşınabilir) rekli olarak kendine sorduğu “evrende yalnız mı-
0,12 m (taşınabilir)
0,10 m ve 0,04 m (taşınabilir)
yız?” sorusuna cevap aramak olduğunu biliyoruz.
Gezegenler çevresinde dolandıkları yıldızdan yan-
0,40 m (ışıkölçüm)
Ankara Üniversitesi Gözlemevi 0,35 m (kurulum aşamasında, ışıkölçüm) sıttıkları ışık sayesinde gözlenebilen cisimler oldu-
0,30 m (eski teknoloji, şu an için kullanılmıyor)
0,15 m (gökcisimlerinin halka gösterilmesi amacıyla kullanılıyor) ğundan, bize çok az ışınım gönderir yani yansıtırlar.
Çevrelerinde dolandıkları yıldızların parlaklığı, bu
19 Mayıs Üniversitesi Gözlemevi 0,37 m
(2006 yılında açıldı) 0,14 m cisimlerin parlaklığına göre çok daha fazla olduğun-
Çukurova Ünivesitesi (UZAYMER) 0,30 m dan, gezegenleri doğrudan gözleyebilmek neredeyse
0,25 m
imkânsızdır. Fakat Dünya’nın en büyük gözü olarak
Boğaziçi Kandilli Rasathanesi 0,31 m nitelendirilen E-ELT teleskobuyla yakın zamanda
(Çoğunlukla Güneş gözlemlerinde 0,20 m
kullanılıyor) 0,16 m bu güçlüğün de üstesinden gelineceğini biliyoruz.
0,12 m
Günümüzde, astronomlar farklı gözlem yöntemle-
İstanbul Üniversitesi Gözlemevi
(Gözlemevi şehir içinde olduğu için
0.60 m (18 Ocak 2011 yeni teleskop, ışıkölçüm ve Güneş gözlemleri)
0,30 m (biri Güneş leke gözlemleri için, diğeri halka gökyüzünü göstermek için) 2 adet
ri kullanarak bu türden gezegenlerin varlığını orta-
çoğunlukla Güneş gözlemlerinde 0,13 m ya çıkarabiliyor. Bu gözlem yöntemlerinin başında
kullanılıyor) 0,12 m
da yıldızların uzun zaman aralığına dağılmış tayfla-
Erciyes Üniversitesi Gözlemevi 0,40 m (proje aşamasında, ışıkölçüm)
Radyo Teleskop kurma çalışmaları devam ediyor.
rının gözlenmesi ve incelenmesi geliyor. Çevresin-
de gezegeni olan bir yıldızın, çok küçük de olsa dö-
nemli olarak bir hareketi olduğunun gözlemsel ola-
nün temel işlevi, ön kısmına yerleştirilmiş, çapı gözü- rak kanıtlanması gerekiyor. Bu tür yıldızların çevre-
müzün çapından daha büyük olan merceği sayesinde sinde dolandıkları gezegenlerle birlikte oluşturduğu
daha fazla foton toplamasıdır. Bu özellikleri sayesin- kütle merkezlerinin etrafındaki 1-2 km/sn’lik hatta
de dürbünler, daha az foton gönderen cisimlerin fark birkaç m/sn’lik küçük hareketler, uygulanan analiz
edilebilmesini ve daha fazla ayrıntı inceleyebilmemizi ve gözlem yöntemlerindeki gelişmeler sonucunda
sağlar. Yani temelde basit bir alet, gözümüzle göreme- günümüzde artık ölçülebiliyor.
diğimiz cisimleri görünür hale getirir. Güneş’e en yakın yıldızın 4,2 ışık yılı uzaklıkta
Basit bir mantık yürütürsek, daha sönük cisimleri (saniyede 300.000 km hızla gidilebilse ancak 4,2 yıl
fark edebilmek yani görebilmek için daha büyük çap- sonra ulaşılabilecek bir mesafe), diğer yıldızların
lı optik araçlar kullanmamız gerektiğini söyleyebili- bundan çok daha uzakta olması, bu yıldızları Gü-
riz. İşte bu nedenle gökbilimciler çok daha sönük ci- neş sistemimizdeki gezegenler gibi büyük olarak,
simleri inceleyebilmek için daha büyük çaplı gözlem disk biçiminde görebilmemizi engeller. Çok az sa-
araçlarına ihtiyaç duyar. Bu bilince sahip toplumlar- yıda yıldızın yüzeyi disk biçiminde (süperdev yıl-
da bilimsel bilgi birikimini artırabilmek, bilimde ön- dızlar) gözlenebilmektedir. Uzaya gönderilen teles-
cü konuma gelebilmek için sürekli olarak daha bü- koplar sayesinde (atmosferin etkisi olmadığı için)
yük teleskoplar kullanıldığını ve daha da büyük teles- bu cisimlerin daha kaliteli ve daha net görüntüle-
kopların yapımına devam edildiğini biliyoruz. 10 m ri elde ediliyor. Daha yüksek ayırma gücüne sahip,
çaplı (VLT, yardımcı teleskoplarının çapı neredeyse büyük çaplı teleskoplar daha sönük cisimleri göre-
2 m’dir ) teleskopların artık yeterli olmadığı bilindi- bilmemizi ve çevresinde bulunabilecek yapıları or-
ğinden, 2009 yılının sonlarında 42 m çaplı E-ELT te- taya çıkarabilmemizi sağlar. Bu sayede az sayıda da
leskopları için bir yıldaki açık gece sayısının yaklaşık olsa bazı yıldızların çevresinde gezegenlerin olduğu
350 gün olduğu Şili’nin Cerro Armazones bölgesin- doğrudan gözlenebilmiş ve kanıtlanmıştır. Yaban-
150 cm ayna çaplı RTT de kurulması kararlaştırılmış, hatta 100 m çaplı OWL cı ülkeler daha da ileriye gidebilmek için maliyetli
150 Teleskobu
TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (Baykuş) isimli teleskop projesi bile hazırlanmıştır. çok yüksek büyük teleskop projelerini hayata geçir-

70
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<
mek üzere yoğun bir şekilde çalışıyor. Onlar saye- lemevlerinin çoğunda olduğu gibi böyle küçük te-
sinde yakın gelecekte evreni daha iyi anlayacağımız leskoplar ihtiyaç duyulan gözlem çeşitliliğini sağla-
ve yeni keşiflerin onlar tarafından yapılacağı da bir yamıyor ve ancak ışıkölçüm yöntemi ile yakın gök-
gerçek. Bu anlamda, çoğu ülkede olduğu gibi ülke- cisimlerinin parlaklıklarındaki değişimler üzerinde
mizde gerçekleştirilen gökbilim çalışmalarının ge- çalışma yapılabiliyor. Gökbilim çalışmalarında, her
ride kalacağı da başka bir gerçek. türden (ışıkölçüm, tayf, astrometri gibi) gözleme
1900’lü yıllarda kullanılan 1,0 m çaplı teleskop- ihtiyaç duyulur ve ancak bu gözlemler aynı anda,
Doç. Dr. Birol Gürol
lar, günümüzde artık yabancı ülkelerde amatör birlikte değerlendirilirse doğru ve güvenilir fiziksel
1989 ‘da Lisans, 1992’de
gökbilimciler tarafından kullanılıyor. Sınır komşu- sonuçlara ulaşılabilir. Çizelge 1’de ülkemizdeki göz-
Yüksek Lisans ve 1999
larımızın neredeyse tamamında (Suriye ve Gürcis- lemevleri ve gözlem aletleri verilmiştir. Ülkemizin, yılında da Doktora’sını
tan hariç) 2 m’den daha büyük çapa sahip, en az bir gözlem aletleri bakımından son derece yetersiz ol- Ankara Üniversitesi
adet teleskop var. Ülkemiz ise 1,5 m çaplı en büyük duğu dikkati çekiyor. Buna karşın ülkemizde gök- Fen Fakültesi Astronomi
teleskobuna 1997 yılında kurulan TÜBİTAK Ulusal bilim alanında yetişmiş, kaliteli bilimsel çalışmalar ve Uzay Bilimleri
Gözlemevi (TUG, Antalya) sayesinde kavuşmuştur. yapan, dünyaca tanınmış çok sayıda bilim insanı Bölümü’nde tamamladı.
Ülkemiz gökbilimcileri için devrim niteliğindeki var. Bu bilim insanları çalışmalarını çoğunlukla ya- 1993’te aynı bölümde
bu gelişmeye rağmen, gözlem zamanının % 60’lık bancı gözlemevlerinden sağlayabildikleri gözlemsel araştırma görevlisi,
zamanı, teleskobun asıl sahibi olan Rus ortakları- verilere dayandırarak, kısmen de TUG’un olanakla- 2002’de yardımcı
mıza aittir. Tamamen ülkemize ait 1,22 m çaplı en rı çerçevesinde yapabiliyor. doçent ve 2007’de
büyük teleskobumuz Çanakkale 18 Mart Üniversi- doçentliğini aldı. Yakın
çift yıldızların fotometrik
tesi Ulupınar Gözlemevi’nde kurulmuş ve çalışma- Peki Gökbilimciler Ne İster? ve tayfsal gözlemleri,
ya başlamıştır. Ayrıca 1,0 m çaplı bir başka teleskop
dönem değişimleri ve
da TUG bünyesinde hizmete girerek, ülkemiz gök- Öncelikle görünmezi görünür hale getiren ve analizleri konusunda
bilimcilerine ışıkölçüm yöntemi ile gözlem yapma bilimsel çalışmalarda kullanılabilecek türden göz- çok sayıda bilimsel
fırsatı vermiştir. lem çeşitliliği sağlayan, kısaca tayfsal gözlem yapa- çalışmada bulundu. 2009
Daha büyük çaplı teleskoplar, daha sönük cisim- bilecek büyüklükte teleskoplara sahip olmak ister. yılından itibaren Ankara
leri görünür hale getirmenin yanı sıra araştırmacı- Nüfusu 75 milyondan fazla olan ülkemizde de, en Üniversitesi Rasathanesi
ların farklı gözlem yöntemleri ile ışığı incelemesi- azından sınır komşularının sahip olduğu büyük- Müdürlüğü’nü ve Ankara
ne de olanak tanır. Bu gözlem yöntemlerinden en lükte teleskoplar olsun ister. Bilimsel çalışmaların Üniversitesi Çocuk
önemlisi tayfsal gözlemdir. Bu tür gözlemlerin ko- ilerleyebilmesi için yabancı ülkelerde alınmış tayf- Üniversitesi Gökbilim
laylıkla yapılamamasının temel nedeni, gökcisimle- sal gözlemlere ihtiyaç duymamayı ister. Cumhu- Okulu yürütücülüğünü
sürdürmektedir.
rinden gelen fotonların çok daha küçük dalga boy- riyetin 100. yılına gurur duyulacak bir teknolojiye
larına ayrılarak gözlenmesi zorunluluğudur. Da- sahip olarak girmeyi ister. Görünmezi görmek ve
ha küçük dalga boyu aralıklarında gözlem yapıl- halkımıza gösterebilmek ister. Halkımızın gökbilim
mak istendiğinde daha az foton yakalamak zorun- hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını ister. Bi-
da olduğunuzdan, anlamlı gözlemsel veriye ulaş- lim dünyasında bir basamak yukarı sıçramak ister.
mak ancak daha büyük çaplı teleskop kullanılma- Dünyada hızla gelişen astrokimya ve astrobiyoloji
sı ile mümkündür. Tayfsal gözlemler ise bilimsel gibi alanlarda da var olmak ister. Öğrencilerini da-
çalışmalarımızda hayati öneme sahip gözlemlerdir. ha iyi bir laboratuvar ortamı sunarak başarılı kıl-
Gökcisimlerinin fiziksel değişkenlerine ulaşmamı- mak ister. Çok daha kaliteli doktora araştırmaları
zı sağlayan en önemli gözlem türünü oluşturur. Bu yaptırmak ister. Bilim alanında bölgesel kalkınma-
tür gözlem verilerinin olmaması durumunda, bi- nın öncüsü olmak ister. Büyük teleskoplarla halkı
limsel çalışmalar ancak belli bir noktaya kadar iler- eğitmek ve bilime yakınlaştırmak ister. Başkentte,
leyebilir. Yakın zamana kadar yabancı ülkelerde ya- İzmir’de, Erzurum’da, Kayseri’de, Antalya’da, kısaca-
pılan tayfsal gözlemler ve TUG’un bu olanağı sağ- sı pek çok yerde yeni teknolojili, daha büyük çaplı
lamasının ardından da -tabii yeterli gözlem zama- teleskoplar görmek ve kullanmak ister.
nını bulmanız koşuluyla- TUG’dan alınan tayfsal Yukarıda yazılanları okuyunca “biz gökbilimci-
gözlemler sayesinde bilimsel çalışmaların süreklili- ler ne kadar da çok şey istiyormuşuz” diye düşün-
ği sağlanabiliyor. meden edemedim. Ancak maliyeti bir futbolcunun
Ülkemizin en eski gözlemevlerinden biri olan maliyetinden daha az olan ve bilim, toplum, eğitim
Ankara Üniversitesi Gözlemevi’nde (kuruluşu alanlarında ülkemize ve bölgemize önemli katkılar
1963) 40 cm çaplı ve bir de yeni ve kurulma aşama- sağlayacak adımların geç kalınmadan atılması ge-
sında olan 35 cm çaplı bir teleskop var. Diğer göz- rekiyor.

71
Başar Titiz

Amatör Teleskop Yapımı-4


Lap Yapımı ve Cilalama
Kaba ve ince aşındırma ile çukurlaştırdığımız ca- Lapın bazı bölgelerinde, kareler arasındaki mesa-
mın optik bir yüzey haline gelebilmesi için içbükey fe, diğer bölgelerine göre daha hızlı kapanabilir. Bu
yüzeyinin cilalanması gerekir. olursa, lap bu bölgelerde daha sert bir optik reçine ile
Cilalama işlemi öncesinde, aşağıdaki koşullar kaplıymış gibi davranır ve yüzeyi farklı hızlarda cila-
sağlanmalıdır: lamaya başlar.
- Hedeflediğimiz sagitta değerine ulaşmış ya da Kural olarak, lap ile cam yüzey arasına cilalama
yaklaşmış olup olmadığımızdan emin olmalıyız bulamacından başka hiç bir madde temas ettirilmez.
- Yüzeyin küreselliğini kontrol ederek herhangi Lap ve ayna, cilalama yapılmadığı zamanlarda, düz
bir bölgelenme olup olmadığını görmeliyiz bir zemin üzerinde, aralarına koyu cilalama bulama-
- Büyüteç ve kuvvetli bir ışık kaynağı kullanarak cı sürülmüş şekilde, kapağı hava geçirmeyecek şekil-
bütün yüzeyi dikkatlice incelemeli, diğerlerinden de kapanan bir kutu içinde, nemli ortamda, kuruyup
daha büyük oyuklar ya da çizikler olup olmadığını birbirlerine yapışamayacak şekilde saklanır. Bu ay-
kontrol etmeliyiz nı zamanda toz parçacıklarının ve diğer kirleticilerin
-Sıcaklığın ve nemin çok fazla değişmediği, temiz lapın yüzeyine yapışıp camı çizmesi tehlikesine kar-
bir çalışma ortamı bulmalıyız şı bir önlemdir.

Cilalama Lapı Lap yapımı


Bir önceki aşamada kullandığımız aşındırma ale- Lap gövdesi, aşındırma aleti gövdesi ile aynı şekil-
tinden farklı olarak cilalama işleminde sadece “lap” de, alçı ve PVC şerit kullanılarak iç bükey camın içi-
olarak adlandırılan bir alet kullanılır. Cilalama lapı ne döküm yapmak yoluyla hazırlanır. Bu gövde 1 tam
dışbükey bir yüzey üzerine, eşit aralıklı kareler biçi- gün boyunca kuruduktan sonra, üzeri optik reçine-
minde yapıştırılmış “optik reçine” (optical pitch) adı nin kolayca yapışabileceği gibi pürüzlü hale getirilir.
verilen bir madde ile kaplı bir alettir. Optik reçine, Daha sonra da optik reçine, aynanın iç bükey yüzü-
içindekiler üreticiden üreticiye değişiklik göstermek- ne, gözleri yukarı bakacak şekilde yerleştirilmiş RTV
le birlikte, kömür katranı, kolofan, balmumu, kara sa- silikon bir lap kalıbının içerisine döküldükten sonra,
kız, terebentin gibi farklı kimyasallardan oluşan kırıl- gövdenin dış bükey yüzü reçineye hafifçe bastırılarak
gan bir maddedir. Katı olmakla birlikte, cilalama ha- yapıştırılır. Soğuması için en az 1-2 saat beklendikten
reketi sırasında ortaya çıkan ısının etkisiyle yumuşa- sonra, RTV silikon kalıp yavaşça çıkartılarak, dış bü-
yarak cilalama bulamacının (genellikle seryum ya da key optik reçine kareleri ile kaplı lapın üzerine fırça
demir oksit) yüzeye uygulanabilmesini sağlar. Optik ile boya kıvamında cilalama bulamacı sürülür ve son-
yüzeyler sadece lap cilası ile elde edilebilir. ra da aynanın yüzey biçimini alacak şekilde kapatılır.
Laptaki optik reçine karelerinin arasındaki boş- Lap ve ayna birbirlerine yapışmayacak şekilde en az
luklar, reçinenin “akabilmesine” izin verebilmek 3-4 saat süre ile bu şekilde bırakılır. Bu süre içinde ge-
içindir. Karelerin büyüklük ve kalınlık farkları, aynı rekiyorsa, lapın üzerine bir miktar ağırlık konularak,
zamanda bu bölgedeki reçinenin sertliğini de belirle- lapın aynanın şeklini alması çabuklaştırılır. Bu işleme
yeceğinden, ideal olarak tüm lap karelerinin eşit ka- “sıcak bastırma” denilir. Lap ile ayna uyumu, cilala-
lınlıkta ve büyüklükte olması istenir. manın en önemli şartlarından biridir.

72
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

Cilalama lapı aynanın iç bükey yüzeyinden ay-


rıldıktan bir süre sonra, yerçekiminin etkisiyle
Cilalama
akarak kendiliğinden şeklini değiştirmeye başlar. Aynanın şeklini tam olarak almış bir lap ile yapı-
Bu sebepten, lap ile ayna birbirlerinden kısa süre- lan cilalama işleminde genel olarak bir önceki bö-
li de olsa ayrıldıklarından hemen sonra, cilalama- lümde “normal hareket” olarak tarif ettiğimiz hare-
ya tekrar başlanmadan önce, “soğuk bastırma” de- ket yapılır. Periyodik veya tekrarlı hareketlerden ka-
nilen işlemle, aralarına cilalama bulamacı sürüle- çınmak cilalama sırasında da son derece önemlidir.
rek üst üste bırakılmalıdır. Bu yüzden normal harekete ek olarak W hareketi
Aynaya kusursuz olarak uymayan bir cilalama olarak adlandırılan hareket de yapılabilir. Lap ya da
lapı ile yapılacak cilalama, yüzeyi kısa sürede bo- ayna, cilalama işleminde dönüşümlü olarak üstte ya
zar. Lapın olağan kullanımı da yüzey şeklini boza- da altta konumlandırılır. Lapın üstte olması aynanın
bileceğinden, zaman zaman cilalama işlemine ara kenarlarını, altta olması ise daha çok aynanın ortası-
verilerek ayna ile lapı üst üste koyarak lapın ay- nı cilalayacaktır. Bu sebeple genellikle ayna üstte ve
nanın şeklini alması sağlanmalıdır. Cilalama lapı- lap üstte konumları eşit sürelerle çalışılır. Başlangıçta
nın ömrü sınırlı olduğundan, eğer gerekiyorsa ci- lap ve ayna soğukken, lapa ve aynaya çok fazla kuv-
lalama işleminin ilerleyen aşamalarında yeni bir vet uygulanmaz. Aksi halde, soğuk durumdaki optik
lap hazırlamak da düşünülebilir. Lap karelerinden reçine kareleri kırılıp kopabilir.
bazılarının koparak kırılması, lapın ısrarlı çabalar Cilalama ilerledikçe ısınmaya başlayan optik re-
sonrasında bile yüzeye bazı noktalardan tam temas çine, yüzeye sanki vakumlanmış gibi daha da yapış-
etmemesi gibi sorunlarla karşılaşıldığında, yeni bir maya başlar. Bunun nedeni, akarak şeklini iç bükey
lap dökülmesi genellikle iyi bir çözümdür. Kalıp- yüzeye daha da iyi uydurmasıdır. Lap ile ayna uyu-
tan çıkarıldıktan sonra lapın kenarları pahlanmaz. munun arttığını, lapın giderek ayna üzerinde daha
Optik reçine kenar kısımlardan ezilerek taşmasına güç hareket etmeye başlamasından anlarız. Özellikle
izin verilir. büyük aynalarda, lapı ya da aynayı hareket ettirmek,
RTV silikon lap kalıbının bulunamadığı du- büyük güç gerektiren bir iş olmaya başlar.
rumlarda, yüzeydeki lap kareleri, bir cetvel ve jilet
bıçağı kullanılarak oluşturulmalıdır. Bu işlem sıra- Fotoğraf 1: RTV silikon
sında optik reçinenin kopup elimize ve çevreye ya- kalıp kullanılarak yapılan
bir cilalama lapı
pışmaması için önlem alınmalıdır.
Optik reçineyi kendimiz yapmak istiyorsak 100
gr kara sakızı 100 gr kolofan ile karıştırıp hafif bir
ateşte, cezve içinde yavaşça karıştırarak eritmeliyiz.
Bu miktar 6 inç çapındaki bir aynayı cilalamak için
gereken lap için yeterlidir. Cilalama işlemini yapa-
cağımız ortamın sıcaklığına göre bu karışımın içi-
ne bir miktar balmumu da katmalıyız. 5-10 gr ci-
varında katacağımız balmumu, reçinenin akışkan-
Başar Titiz

lığını kontrollü biçimde artıracaktır.


Eğer optik reçineyi soğuk ortamlarda kullan-
mak üzere hazırlıyorsak, içindeki balmumu mik- Fotoğraf 2: 12,5 inçlik
bir aynada yapılan
tarını artırabiliriz. Sert optik reçinelerden yapılmış sıcak bastırma işlemi.
lapların dayanıklılığı daha iyidir ve cilalama hızı- Renk değişimlerinden
nı artırırlar. Daha yumuşak olanlar ise cilalamadan kolaylıkla görüleceği
çok biçimlendirmeye uygundur. Yapacağımız op- üzere, lap karelerinin
tik reçine, 3-4 saatlik cilalama sonrasında lap ka- bazıları henüz cama
releri arasındaki kanalların kapanmaya başlayaca- temas etmiyor.
ğı kadar yumuşak olmalıdır. Daha kısa sürede şek-
li bozuluyor ise, karışımdaki balmumu miktarını
azaltmalıyız. Optik reçinenin daha yumuşak olma-
sını istiyorsak, içine bir miktar çam terebentin ek-
Başar Titiz

leyebiliriz.

73
Lap Yapımı ve Cilalama <<<
Ayna ile lap arasındaki sürtünme kuvveti arttığın- nı ince aşındırmada olduğu gibi kaymaz örtü konula-
da, çoğu zaman tedirgin edici yükseklikte bir ıslık se- rak astigmatizma kusurunun gelişmesi engellenebilir.
si çıkmaya başlar. Bu durumda çoğu amatör ayna ya- Lap, ayna üzerindeki hareketi boyunca, uyguladı-
pımcısı, aynanın çizilebileceği endişesiyle veya lap ile ğımız kuvvete karşı sürekli ve ani değişimleri olma-
ayna arasındaki sürtünmeyi azalma isteğiyle ortama yan bir direnç göstermelidir. Lapın hareketindeki ani
daha fazla cilalama bulamacı ekleyerek işlemi kolay- değişiklikler ayna ile uyum ya da sıcaklık sorunlarına
laştırdıklarını düşünürler. Oysa sürtünme kuvveti- işaret eder. Cilalama işlemine yeterince uzun bir süre
ni azaltmak, sadece cilalamanın gecikmesine yol açar. devam etmeden ara verdiğimizde, lap ve ayna soğu-
Aslında, lap ile ayna arasında büyük bir sürtünme kuv- yacak, burada saydığımız uyum sorunları baş göste-
veti varken işlem yapıldığında cilalama hızımız artar. recektir. Bu sebepten cilalamanın olabildiğince uzun
Ortaya çıkan ısı enerjisinin de fiziko-kimyasal bir sü- süreler boyunca yapılması önerilir. Oturum araları,
reç olan cilalamayı hızlandırdığını düşünebiliriz. Faz- cam ve lap yüzeyinin soğuyabileceği kadar uzun ol-
ladan eklenmiş bulamaç ince bir film tabakası oluştu- mamalıdır.
rarak camın optik reçineye temas etmesine engel olur.
Doğru uygulamada, sıcak bastırma sırasında ko- Cilalamanın tamamlanması
yu boya kıvamında sürdüğümüz cilalama bulamacı-
na, atomizer ile bir miktar su püskürterek cilalamaya Kesin kural olmasa da, el ile yapılan cilalama işle-
başlamalı ve çok gerekmedikçe yeni bulamaç ekleme- minde aynanın her inç (2,54 mm) çap büyüklüğü için
meliyiz. Lap aynaya iyice yapışmaya başlayıp da hare- ortalama 1 saat süre ile cilalanması gerekir. Bu hesap-
ket olanaksız hale gelmeye başlayınca yine az bir mik- la, 10 inç çapında bir aynanın cilalanması 10 saat ka-
tar su püskürterek cilalamaya devam edebiliriz. Cila- dar sürer. Sürenin artmasına ya da azalmasına, kulla-
lama bulamacı, 50 gr kadar seryum ya da demir oksi- nılan lapın kalitesi, uygulanan kuvvetin miktarı, cila-
tin bir çay bardağı dolusu ılık saf su içinde iyice çalka- lama bulamacının doğru zamanda eklenip eklenme-
lanarak karıştırılması ile hazırlanır. Bu karışım kapa- diği, ortam sıcaklığı gibi sayısız değişken etki eder. Bi-
ğı sıkıca kapanan bir kavanoz içinde saklanır. Zaman zim bu aşamada ilgilendiğimiz en önemli şey, ayna-
içinde seryum ya da demir oksit, su içinde dibe çöker yı gereken kalitede cilalayabilmektir. Çünkü alümin-
ve bir fırça kullanarak istediğimiz kıvamda koyu ya da yumla kaplandıktan sonra, cilalama aşamasında fark
ince bulamacı, ayna ya da lap yüzeyine uygulayabili- etmediğimiz ya da aldırmadığımız tüm kusurlar ga-
riz. Optik reçine ile kaplı lap yüzeyi, doğası gereği ku- yet açık bir şekilde görünür hale gelecektir. İnce aşın-
ruduğunda cam yüzeye yapışacağından, bunu engel- dırma sonrasında, cilalamanın başlamasından 1 saat
lemek için reçine tabakasının üzeri sürekli olarak ci- kadar sonra, ayna saydamlaşmaya başlar. Hatta tama-
lalama bulamacı ile kaplanmalı ve ayna ondan sonra men de saydamlaşabilir. Cilanın bu aşamasına ışıltılı
lap yüzeyine temas ettirilmelidir. Eğer tüm önlemleri- cila (flash polish) adı verilir. Optik yüzeylerin ise çok
mize karşın lap aynaya yapışırsa, açmak için http://ge- daha uzun sürelerle cilalanması gerekir.
tir.net/yfu adresindeki videoda görülen yöntemi kul- Yüzeyin gerçekten cilalanıp cilalanmadığını göre-
lanabilir, bir marangoz işkencesi ile lapı aynadan ko- bilmek için, ayna saf su ve sabun ile güzelce yıkanıp
layca ayırabiliriz. durulanmalı sonrasında da hav bırakmayan yumu-
Fotoğraf 3: Sıcak optik şak bir bez ve aseton kullanılarak yağlarından dik-
reçinenin lap kalıbına katlice arındırılmalıdır. Aynayı çok kuvvetli bir be-
dökülmesi yaz ışık kaynağı kullanarak karanlık bir ortamda dik-
katlice incelediğimizde yüzeyinde herhangi bir pus
tabakası göremiyorsak, cilalamayı tamamladığımı-
zı kabul edebiliriz. Güneşli havalarda bu testi Gü-
neş ışığı ile de yapabiliriz. Büyüteç yardımıyla yüzey-
de odaklamaya çalıştığımız Güneş ışınları, cilalama-
Başar Titiz

nın kalitesi konusunda bize çok iyi fikir verecektir.


Cilalama sırasında ayna veya cilalama lapı, arala- İyi cilalanmış bir aynada ışınların cama hangi nok-
rında 120 derece açı olan üç takoz arasında kayma- tadan girdiğini görebilmek olanaksızdır. Bu kontro-
dan durabilecek şekilde konumlandırılmalıdır. Böy- lü yaparken, yüzeyin tüm bölgelerini dikkatlice göz-
lelikle uygulanacak büyük kuvvetlerin etkisi altında, den geçirmeliyiz. Böylelikle, bir sonraki aşama olan
ayna ve cilalama lapı kaymadan yerlerinde durabile- biçimlendirmeye mükemmel cilalanmış bir cam ile
cektir. Zeminin altına 5-6 kat gazete kâğıdı ya da ay- başladığımızdan emin olabiliriz.

74
Tüfek Mikrop ve Çelik Tüfek M

“Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de Amerikalılar


Avrupa’yı keşfetmedi?” Bu basit sorunun ardında
insanlığın MÖ 11.000’den günümüze tarihi gizli.
Fizyoloji profesörü Jared Diamond, Tüfek, Mikrop ve
Çelik’te, aklımıza gelmeyen, geldiğinde çocukça
bulduğumuz soruların yanıtlarını araştırırken, tarımın
başlamasından yazının bulunuğuna, dinlerin ortaya
çıkışından imparatorlukların kuruluşuna, tarihin seyrini
belirleyen pek çok önemli adım› ayrıntısıyla inceliyor.
İnsan toplulukları arasındaki farklılıkların, eşitsizliklerin
nedenlerini, temellerine inmeye çalışarak sorguluyor;
günümüz dünyasını biçimlendiren etkenlerin izini
sürüyor... Biyoloji, jeoloji, arkeoloji, coğrafya gibi değişik
bilim dallarından beslenen, “Batılı” koşullanmalardan
arınmış, geleceği gösteren bir tarih kitabı.

22. basımıyla sizlerle!


POPÜLER BİLİM KİTAPLARI
Abdurrahman Coşkun

Hücrenin Kargo Dağıtım Ağı

GOLGİ
Kompleksi
Çekirdeği olan tüm hücrelerde bulunan golgi kompleksi, hücrede sentezlenen
protein ve lipidlerin paketlenmesi, etiketlenmesi ve sevkiyatının düzenlendiği ana
merkezdir. 19. yüzyılın sonunda keşfedilmesine rağmen, golgi kompleksinin
işlevleri hâlâ tam olarak aydınlatılamamıştır.

G
olgi aparatı diğer adıyla golgi kompleksi ilk tı. Onlara göre Golgi’nin keşfettiğini iddia ettiği ya-
kez 1898 yılında İtalyan Nörobilimci Ca- pı hücrenin bir parçası değil olsa olsa görüntü kalite-
millo Golgi (1843-1926) tarafından keşfe- sinin düşük olması nedeniyle ortaya çıkan bir görün-
dildi. Sinir hücrelerinin mikroskobik görünümleri tü bozukluğuydu. Galileo da Güneş yüzeyindeki le-
konusunda çok değerli çalışmalar yapan Golgi, hüc- keleri keşfettiğinde çevresindekiler Güneş’in üzerin-
renin kendi adıyla anılan bu önemli organelini keş- deki leke görüntülerinin teleskobun merceklerindeki
fettiğinde çok sayıda meslektaşı ona inanmamış- lekelerden kaynaklandığını iddia etmişti.
Golgi’nin mikroskopta gördüğü yapıların ger-
çek bir organele ait olup olmadığı ile ilgi tartışma-
lar 1950’li yıllara kadar sürdü. 20. yüzyılın ilk ya-
rısında bilim ve teknolojideki hızlı gelişmelere rağ-
men, 1956 yılına kadar çok sayıda bilim insanı gol-
gi kompleksinin varlığına bile inanmıyordu. Elekt-
ron mikroskobuyla biyolojik yapıların incelenmesi,
çok sayıda başka yapının olduğu gibi golgi komp-
leksinin de gerçek bir organel olduğunu net bir bi-
çimde ortaya koydu. Golgi, golgi kompleksinin iş-
levlerinin aydınlatılması için uzun sürecek bir ma-
raton başlatmıştı. Bu maratonun resmiyet kazan-
ması ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında gerçekle-
şecekti. Golgi’nin keşfettiği bu organele golgi aygı-
tı, golgi aparatı, golgi kompleksi, golgi cisimciği gi-
bi isimler de verildi. Verilen isim ne olursa olsun
Golgi sözcüğü her zaman muhafaza edildi.
Nobel Komitesi Golgi’nin çalışmalarını karşı-
lıksız bırakmadı ve Golgi 1906 yılında İspanyol bi-
İtalyan Nörobilimci, Camillo Golgi

limci Ramon Kajal’la birlikte “Sinir sisteminin ya-


pısını aydınlatma konusundaki katkılarından do-
layı” Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülü ile onurlan-
dırıldı.

76
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>

Yapısal Organizasyonu farklı yüzü vardır: Cis yüz ve trans yüz. Bu iki yüz
arasında bir de orta bölüm vardır. Cis yüzü sevkiya-
Yaşamsal işlevlere sahip bir organel olan gol- tı yapılacak ürünleri kabul ederek orta bölüme, ora-
gi kompleksinin hücre içindeki yerleşimi genellikle dan da trans yüze doğru yönlendirir. Sevkiyatı yapı-
kutuplanma gösterir ve hücrenin bir tarafında daha lacak ürünler golgideki yolculukları boyunca çeşit-
yoğun olarak bulunur. Hücrede sentezlenen ürünler li işlemlerden geçirilir ve gönderim trans yüzde ger-
hangi taraftan dışarı veriliyorsa golgi kompleksi de çekleştirilir.
o tarafta daha yoğun bulunur. Özellikle salgı yapan
hücrelerde bu kutuplanma çok belirgindir. Golginin İşlevleri
Organeller işlevlerini en iyi gerçekleştirecek şe-
kilde organize olurlar. Yapıları işlevlerinin aynası- Golgi kompleksi hücrenin ana kargo birimine
dır. Golgi kompleksinin temel işlevlerinden biri hüc- benzetilebilir. Endoplazmik retikulumda sentezle-
renin ürün sevkiyatını gerçekleştirmek ve düzenle- nen proteinler ve lipidler (yağlar) görev yapacakla-
mektir. Yapısal organizasyonu da ürün sevkiyatını rı yerlere gönderilmek üzere önce golgi kompleksi-
hatasız ve hızlıca gerçekleştirecek şekildedir. Golgi ne gönderilir. Burası basit bir nakil merkezi değildir.
kompleksi zarla çevrilmiş çok sayıda odacıktan oluş- Tıpkı büyük bir fabrikanın ürün sevkiyatı yapan biri-
muştur. Bu odacıklara sisterna adı da verilir. Bu oda- minde olduğu gibi ürünler burada sınıflandırılır, pa-
cıklar yassı diskler şeklindedir, birbirlerine tübül de- ketlenir ve etiketlenir. Daha sonra işlev yapacakları
nen borucuklarla bağlanırlar. Golgi kompleksinin iki yerlere gönderilir.

Endoplazmik retikulumdan golgi kompleksine


ürün getiren vezikül

Cis Yüzü

Sistemalar Sistemanın iç kısmı, lümen

Trans Yüzü
Golgi kompleksinin yapısal
organizasyonu. Ürünler
Golgi kompleksinde (proteinler ve lipidler) işlenmek
işlemleri üzere cis yüzünde kabul edilir.
Yeni oluşan vezikül tamamlanan Kompleks boyunca işlenen
ürünleri, verilen ürünler son aşamada vezikül
adrese taşıyan içine alınarak trans yüzünde
vezikül ilgili adrese gönderilir.

77
Hücrenin Kargo Dağıtım Ağı Golgi Kompleksi

Gerek endoplazmik retikulumda, gerekse golgi ra bu proteinler yeni veziküller oluşurken tekrar
kompleksinde ürünler özel bölgelerden girer ve çı- kullanılır. Böylece veziküller sadece istenen ürün-
kar. Endoplazmik retikulumdan golgi kompleksine leri taşımış olur.
gönderilecek ürünler (kargolar) vezikül adı verilen Veziküller taşıdıkları ürünler konusunda da se-
özel bir zar içine alınır ve endoplazmik retikulu- çici davranır. Endoplazmik retikulumdaki her pro-
mun çıkış kapısı olarak da kullandığı özel bölgeler- tein rastgele bir vezikülün içine yerleşmez. Bir pro-
den tomurcuklanarak ayrılır. Kargolar golgi komp- teinin veziküle alınabilmesi için endoplazmik reti-
leksine herhangi bir yerden giremez. Golgi komp- kulumda yapılan kalite kontrol testlerinden geçmiş
leksi ürünleri cis yüzünde kabul eder. Bu bölge ge- olması ön şarttır. Veziküller belirli standartları sağ-
rek içerdiği enzimler yönünden gerekse yapısal lamayan bozuk ürünleri taşımaz.
yönden diğer bölgelerden farklıdır. Veziküllerin taşıdıkları ürünleri ilgili organele
aktarabilmesi için hedef organelin zarıyla kaynaş-
maları gerekir. Ancak bu o kadar da basit bir olay
değildir. Bunun gerçekleşebilmesi için füzyon pro-
teinlerine gereksinim vardır. Füzyon proteinleri
zarların kaynaşmasını kolaylaştırdığı gibi vezikül-
ler için hedefin doğrulanması açısından da önem-
lidir. Bu amaçla bir grup protein kullanılır. Bun-
lardan SNARE ve Rab proteinleri denilen gruplar
özellikle vezikül taşımacılığında önemlidir. SNA-
RE proteinleri karşılıklı olarak birbirlerini tanıyıp
zarların kaynaşmasını kolaylaştırır. Vezikülde bulu-
nan v-SNARE (v: vezikül), hedef zardaki t-SNARE
(t: target, yani hedef) proteinine bağlanarak kay-
naşmayı kolaylaştırır. Rab proteinleri de vezikülün
doğru yere bağlanmasına aracılık eder. Böylece ve-
ziküllerin doğru adrese gitmesi kolaylaşır. Vezikül
trafiğinde ayrıca düzenleyici rolü olan ve GTP (Gu-
Golgi Kompleksinin (yeşil renkli) Veziküller hücre içi taşıma işlemlerinde önemli anozin trifosfat, yüksek enerjili bir bileşik) tarafın-
elektron mikroskobik görüntüsü.
Organel, disk şeklinde rol oynar. Hücre dışına gönderilecek proteinler ve dan kontrol edilen proteinler de rol alır.
çok sayıda odacıktan (sisterna) lipidler de veziküllerle taşınır. Benzer şekilde hüc- Proteinler golgi odacıkları içinden geçerken ba-
oluşmuş.
re zarının ve bazı organellerin yapısal elemanları da samak basamak bazı işlemlerden geçirilir. Her pro-
veziküllerle taşınır. Vezikülleri zarla çevrilmiş kü- tein aynı işlemden geçirilmediği gibi, proteinlerin
çük baloncuklar gibi düşünülebiliriz. Vezikülü çev- golgi kompleksi içindeki yolculuk şekli de aynı de-
releyen zarın yapısında, tıpkı hücre zarında olduğu ğildir. Golgi kompleksi boyunca hareket eden pro-
gibi çeşitli proteinler bulunur. Vezikül bir paket gibi tein ve lipidlere farklı şeker birimleri ve zincirleri
düşünülürse vezikülü çevreleyen zarın yapısındaki eklenir. Sülfatların, lipitlerin ve farklı moleküllerin
proteinler paketin gideceği yer ve yapılacak işlem- eklenmesi de yine burada gerçekleşir. Bu işlemler
leri gösterir. Böylece çeşitli ve çok sayıda maddenin sırasında iki yüzden fazla farklı enzim görev alır.
kolayca ve doğru yere taşınması sağlanır. Golgi kompleksine cis yüzünde kabul edilen
Tıpkı bir kargo merkezinde çeşitli büyüklük, şe- kargolar orta bölümden geçerek trans yüzünde gol-
kil ve içerikte paketler olması gibi veziküllerin de gi kompleksini terk eder. Peki golgi kompleksi bo-
klatrin denen özel bir yapı ile kaplı olanlar, irili yunca kargolar nasıl taşınır? Bu sorunun yanıtı için
ufaklı olanlar, farklı özellikte ve farklı amaçlara yö- iki model illeri sürülmüştür.
nelik maddeler taşıyanlar gibi çok çeşitli tipleri var. Birinci modele göre taşıma işlemi disk şeklinde-
Hücrenin dış kısmı bir zarla çevrili olduğu gibi iç ki odacıklar arasında (sisternalar) veziküllerle ger-
yapıların pek çoğu da zarla çevrilidir. Veziküller se- çekleştiriliyor. Veziküller bir odacıktan koparak di-
çici özelliktedir ve her zarla kaynaşmaz. Yapısında ğerine geçiyor. Bu modele göre golgi kompleksin-
bulunan proteinler vezikülün rotasını belirler, hüc- de önemli bir yapısal değişiklik olmuyor. Ancak bu
renin hangi zarıyla kaynaşacağını gösterir. Vezikül- yöntemle kolajen gibi büyük proteinlerin taşınması
ler hedef zarla kaynaşıp içindeki ürünleri aktardık- pek olası görünmüyor. Veziküllerin bu devasa yapı-
ları zaman yapısal proteinlerini korurlar. Daha son- ları taşıması çok zor.

78
Bilim ve Teknik Şubat 2011
<<<

Golgi Kompleksi ve Karbonhidratlar


Golgi kompleksi karbonhidrat metabolizma-
sında önemli işlevlere sahiptir. Burası aynı zaman-
da önemli bir karbohidrat sentez yeridir. Endop-
lazmik retikulumda proteinler ve lipitler sentezle-
nirken karbohidratlar sentezlenmez. Enerji meta-
bolizmasındaki işlevleri yanı sıra karbonhidratlar Doç. Dr. Abdurrahman
aynı zamanda önemli yapısal elemanlardır. Bura- Coşkun, 1994 yılında
da sentezlenen karbohnhidratlar çok geniş bir yel- Erciyes Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nden mezun
pazeyi oluşturuyor. Oligosakkaritler denilen bir-
oldu. 2000 yılında
kaç şeker biriminden oluşan basit şekerler yanın-
biyokimya ve klinik
da gilokozaminoglikan gibi çok büyük ve kompleks biyokimya uzmanı,
yapılar da burada sentezleniyor. Golgi sentezledi- 2003 yılında yardımcı
ği karbonhidratları yalnız kendisi kullanmıyor, or- doçent ve 2009’da
ganeller gibi hücre içi yapıların yanı sıra hücreler doçent oldu. Uluslararası
arası yapısal elemanlar da bu karbonhidratları kul- hakemli dergilerde
lanıyor. Özellikle endoplazmik retikulumun prote- yayımlanmış 32
in ve lipitleri işaretlemek için kullandığı oligosak- makalesi var. Özel olarak
karitler golgiden “ithal” ediliyor. Basit şekerler da- laboratuvarda kalite
ha çok hücre içi işaretleme ve etiketlemede kulla- kontrol, standardizasyon
ve protein biyokimyası
nılırken büyük yapılı şekerler hücreler arası yapısal
konularında araştırmalar
elemanlar olarak rol alıyor. Bitkilerde ise hücreler,
yapıyor. Halen Acıbadem
hücre duvarı denen son derece dayanıklı bir yapıy- Labmed Klinik
la çevrili. Bu yapının temel karbonhidrat birimleri Laboratuvarları’nda klinik
de golgide sentezleniyor. biyokimya uzmanı ve
Golgi kompleksinde işlev kaybı hücre için ade- Acıbadem Üniversitesi
ta yıkımdır. Hücre içi taşımacılığın organize edildi- Tıp Fakültesi Biyokimya
ği bu organel bir ülkenin ulaştırma bakanlığı gibi- Anabilim Dalı’nda öğretim
dir. Şimdiye kadar etkin bir şekilde tedavi edileme- üyesi olarak çalışıyor.
yen bazı hastalıklarda golgi kompleksinde işlev bo-
Golgi kompleksinin (yeşil renkli) hücre içinde yerleşimi. Organel endoplazmik zukluğu olduğu anlaşılıyor. Başta Alzheimer hasta-
retikulum (mavi renkli) ile hücre zarı (sarı renkli) arasında bulunuyor
lığı olmak üzere çok sayıda nörodejeneratif (sinir
İkinci model ise sisternaların süreç içinde ol- sisteminde belirli hücrelerde ilerleyici işlev kaybı)
gunlaştığı bir mekanizma öne sürüyor. Bu model hastalıkta golgi kompleksinin hem yapısında hem
video mikroskopla elde edilen kanıtlarla desteklen- de işlevlerinde anomaliler olduğu ortaya konuldu.
miş. Buna göre endoplazmik retikulumdan gelen Aradan 100 yıldan fazla bir süre geçmiş olması-
veziküller bir araya gelerek bir golgi ağı oluşturur. na rağmen golgi kompleksinin temel işlevleri mo-
Bu ağ daha sonra cis sisterna, orta sisterna ve en leküler düzeyde henüz tam olarak aydınlatılama-
son trans sisternaya dönüşür. Bu modele göre gol- mış durumda. Araştırmacıları bekleyen çok iş var.
gi kompleksi dinamik bir yapı ve yapılan mikros- Golgi kompleksinin işlevlerinin tam olarak aydın-
kopik gözlemlerle veziküllerle taşınamayacak denli latılması başta nörodejeneratif hastalıklar olmak
büyük yapıların golgide bu yöntemle taşındığı gös- üzere çok sayıda hastalığın tedavisi için yeni bir dö-
terilmiş. Taşıma işlemine yardımcı olan proteinler, nemin başlangıcı olabilir.
görevlerini tamamladıktan sonra veziküllerle tek-
rar baştaki cis sisternalarına geri gönderiliyor. Böy-
lece protein döngüsü tamamlanmış oluyor.
Her iki modelin de tek başına tüm işlevleri açık-
laması pek olası görünmüyor. Küçük ve orta boy Kaynaklar
Albert, B., Johnson, A., Lewis, J., Raff, M., Roberts, Glick, B. S., Nakano, A., “Membrane Traffic Within the
kargoların taşınması veziküllerle gerçekleşirken K., Walter, P., Molecular Biology of the Cell, (5. Basım),
Garland Science, Taylor and Francis Group, 2008.
Golgi Apparatus”, Annu Rev Cell Dev Biol.,
Cilt 25, s. 113-132, 2009.
büyük olanların sisternal olgunlaşmayla gerçekleş- Barrett, K. E., Barman, S. M., Boitano, S., Brooks, Mazzarello, P., Garbarino, C., Calligaro, A.,
H. L., Ganong’s Review of Medical Physiology, “How Camillo Golgi became ‘the Golgi’”, FEBS Letters,
tiğini söylemek daha doğru kabul ediliyor. (23. basım), Mc Graw Hill, Lange, 2010. Sayı 583, s. 3732-3737, 2009.

79
Hüseyin Gazi Topdemir

Kuramsal Fizikte Evrensel Bir Değer:


Feza Gürsey
Kısa Yaşam Öyküsü:

XX. yüzyıl fiziğinin evrensel kişiliklerinden birisi 1953 yılında doçent olan Gürsey, bundan sonra-
olan Feza Gürsey, askeri doktor Reşit Gürsey ve kim- ki yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde dönemin seçkin
yager Remziye Hisar’ın ikinci çocukları olarak 7 Nisan kuramsal fizik anabilim dallarından birini oluşturmak
1921’de İstanbul’da doğdu. Annesi de Sorbonne’da için yoğun bir çaba gösterdi. Bu uğraşısı sürerken yet-
Devlet Kimya Doktorası yapmış, seçkin bir bilim insa- kinliğini artırmak için 1957-1961 yılları arasında za-
nıydı. Yüksek bir ahlakın temel değerleriyle yetiştirilen man zaman Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda,
Gürsey çocukluğunu, kölelik ile özgür olma arasında Princeton ve Columbia üniversitelerinde araştırma-
seçime zorlanan 1920’li yıllar Türkiye’sinin zor koşul- lar yaptı. Bu dönemde çağdaş fiziğin devleriyle ta-
larında yaşadı. Türkiye özgürlüğü seçmişti ve bu öz- nışma fırsatını bulan Gürsey, 1961 yılında Orta Doğu
gürlüğün bedeli olan Kurtuluş Savaşı’nı yapmak du- Teknik Üniversitesi’nde göreve başladı ve Kuramsal
rumundaydı. Annesi Remziye Hisar Kurtuluş Savaşı’na Fizik Bölümü’nü kurdu. Bu dönemde kuantum elekt-
geleceğin gençlerini yetiştirmek üzere Adana’da öğ- rodinamiği konularında çalışmalara başlayan Gürsey,
retmenlik, Reşit Gürsey ise Ankara’da doktorluk yapa- 1974 yılına kadar ODTÜ’de ve Yale’de dönüşümlü ola-
rak katıldı. Bu ayrılığın bir sonucu olarak Feza Gürsey, rak öğretim üyeliği görevini sürdürdü. 1974’de Yale’de
bir süreliğine anneannesi ve teyzesi tarafından bü- kürsü başkanı olan Gürsey, 1990’a kadar çalışmaları-
yütüldü. Savaşın bitiminde anne ve babasının Paris’e nı burada sürdürdü. Ömrünün sonuna doğru kanse-
gitmeleri nedeniyle Paris’e götürülen Feza Gürsey, il- re yakalanan bu değerli bilim insanı 13 Nisan 1992’de
kokul eğitimi için Jeanne d’Arc Okulu’na kaydedil- ABD’nin New Haven kentinde öldü. Yayımlanmış 123
di. Buradaki eğitimi annesinin Türkiye’ye çağrılma- makalesi ve iki kitabı vardır.
sı sonucu kısa sürdü ve bu kez İstanbul’da Galatasa- Dünyanın yetiştirdiği seçkin bir fizikçi ve matema-
ray Lisesi’nin ilkokul 3. sınıfına yatılı olarak kaydedildi. tikçi olmasına karşın, Feza Gürsey’in kültürel ilgile-
Galatasaray’da başlayan eğitim 1940 yılında tamam- ri tarihten edebiyata, sanatın çeşitli dallarından fark-
landı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Ma- lı ulusların gelenek ve göreneklerine kadar uzanan bir
tematik-Fizik Bölümü’ne kaydolan Gürsey, 1944 yılın- zenginlik göstermekteydi. Bu bakımdan aynı zaman-
da mezun oldu. da eşsiz bir düşün ve sanat insanıydı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı sınavı kazanarak
İngiltere’ye giden Gürsey, burada Imperial College’da
doktora yapmaya başladı. “Kuaterniyonların Alan
Denklemlerine Uygulanmaları” başlıklı tezini 1950’de
tamamladı. Aynı yıl Cambridge Üniversitesi’nde dok-
tora sonrası çalışmalarda da bulunan Gürsey, 1951
yılında İstanbul Üniversitesi’nde fizik asistanı olarak
göreve başladı. 1952’de meslektaşı Suha Pamir ile ev-
lendi.

80
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Bilimsel Çalışmaları Gürsey, bu bağlamda 1962 yılında ve katkı yaptığını göstermektedir. Bu de-

B
Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’nda mektir ki Gürsey, yüksek enerji, genel
ir toplumun geleceğine güvenle Luigi Radicati ile birlikte, kuvvetli etki- görelilik, katı hal, nükleer fizik ve ista-
bakabilmesi için, uygarlık yara- leşmelerin spin ve üniter spinden bağım- tistiksel sistemler gibi fizik konularında
tan değerlerini ve kültürel kodla- sızlığı hakkında bir makale yayımlamış- parlak katkıları bulunan çok yönlü ku-
rını bir sonraki kuşağa eksiksiz ve doğ- tır. Temel parçacıklar fiziğinde önem- ramsal bir fizikçidir. Bilimsel araştırma-
ru bir biçimde aktarması gerekir. Bu ak- li ve kalıcı bir etki yaratan bu makale- larında, doğadaki yapıları ve simetrileri
tarım genellikle üst entelektüel insan et- de, SU(6) grubunun kuarklar için düşük olağanüstü bir yetenekle ayırt etmiş ve
kinliği kabul edilen felsefe ve bilim ara- enerjilerde geçerli bir yaklaşık simetri eşit derecede bir beceriyle bunları mate-
cılığıyla olur. Özellikle bilim bu nokta- grubu olduğu ileri sürülüyordu. Gürsey matiksel olarak ifade etmek üzere birleş-
da daha belirleyici ve başat bir konum- böylece E(6) ve E(7) gruplarına dayanan tirmiştir. Gürsey’in bilimsel başarılarını
dadır. Çünkü bilim tarihi araştırmaları, simetrileri önererek, bütün temel par- şu şekilde sınıflandırmak olanaklıdır:
geçmişten günümüze uygarlıklar ve top- çacık etkileşmelerini birleştirmeye aday
lumlar arasındaki etkileşimin de büyük kuramların oluşturulmasına, çok önem-
ölçüde bilim aracılığıyla gerçekleştiğini li bir katkı yapmıştır. Çünkü bu öneriy-
ortaya koymuştur. Bu bakımdan değer- le Lie grupları fizikte ilk kez kullanılmış Nobel Fizik Ödülü’ne Aday Gösterildi
lendirildiğinde, bilimin insanın doğal oluyordu ve Gürsey’in matematiksel fi- Feza Gürsey bilimsel başarılarıyla bilim toplu-
bir parçası olduğunu söylemek yerin- ziğe katkılarının derinliğini göstermesi luklarının haklı övgüsünü kazanmış ve Nobel Fizik
de olur. Diğer taraftan, insanların yüz- bakımından da dikkat çekiciydi. Ödülüne aday gösterilecek kadar dikkatlerini çek-
yıllardır sorunlarına kesin, etkili ve ka- Bütün bunlar, Gürsey’in XX. yüzyı- miştir. Gürsey’i Nobel Fizik Ödülü’ne aday gösteren,
lıcı çözümleri bilimle üretebildiği göz lın başlarında Max Planck (1858-1947) günümüz kuramsal fiziğinin önde gelen isimlerinden
Cengiz Yalçın’dır. Yalçın 1985 ve 1992 yıllarında iki
önüne alındığında, başta insanın yaşam tarafından biçimlendirilen Kuantum
kez Nobel Fizik Ödülü için aday önerme komitesine
alanlarının oluşması olmak üzere, her Kuramı’nın ve Albert Einstein’ın (1879-
seçilmiş önemli bilim insanlarımızdan birisidir. Yalçın,
türlü sorununun çözümlenmesinde ve 1955) yaklaşık aynı tarihlerde geliştirdi-
kendisine gönderilen Eylül 1984 ve Eylül 1991 tarihli,
geleceğin dünyasının inşasında bilimin ği Görelilik Kuramı’nın problem alan-
“Çok Gizli” kayıtlı, “İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi
etkin rol aldığı görülmektedir. Bu ba- larında yüksek düzeyli matematiksel ve adına, Fizik Nobel Komitesi olarak, 1985 yılı Nobel Fi-
kımdan değerlendirildiğinde, bilim so- kuramsal araştırmalarda bulunduğunu zik Ödülü için aday önerme onurunu size verdik” diye
nu ilerlemeyle biten tek entelektüel et- başlayan iki mektupla göreve davet edilmiştir. İlk da-
kinliktir de. Her entelektüel etkinliğin veti kabul eden Yalçın, 03 Ocak 1985 tarihinde aday
evrensel değerleri vardır ve bu değer- önerisinde bulunmuş ve 1985 Yılı Nobel Fizik Ödülü
ler o etkinliğin zirvesine ulaşmış ve ça- için Feza Gürsey’i önermiştir. (Kayıtlardan Yalçın’ın
lışmalarıyla köklü gelişmeler gerçekleş- 1992 yılı Nobel Fizik Ödülü için aday önermediği an-
tirmiş kimselerdir. Bu bakımdan, Feza laşılmaktadır.)
Gürsey de yaptığı bilimsel çalışmalarıy- Yalçın’ın “Nomination for the Award of the 1985
la kuramsal fizikte evrensel bir değer ol- Nobel Prize for Physics” başlıklı adaylık başvuru for-
mayı başarmıştır. munda verdiği bilgiler, Feza Gürsey’in bilimsel başa-
Feza Gürsey, fiziksel problemler- rıları hakkında yeterince aydınlatıcıdır:
de kullandığı matematiksel yöntemle- “Fizikteki temel simetriler, temel parçacık fiziğin-
de ve genel görelilikte en çok dikkat çeken konulardır.
rin (özellikle grup kuramı) özgünlüğüy-
Bunlar arasında en önde gelenleri ise SUL(2) x SUR(2)
le anılmakla birlikte, temel parçacıkların
kiral simetri gruplarının keşfedilmesi ve bunların
grup özellikleri, kuvvetli ve zayıf etkileş-
lineer olmayan gerçekleşmeleri, hadronların benzer
melerin simetrileri hakkındaki ilk çalış-
SU(6) simetrisi ve yüksek enerji fiziğindeki kuater-
malarıyla da dikkatleri üzerinde topla- niyonik (quaternionic) ve oktoniyonik (octonionic)
mayı başarmış bir bilim insanıdır. Özel- yapıyla birlikte istisna gruplarının ortaya çıkarılma-
likle kuvvetli etkileşmelerin simetrile- Temel madde parçacıkları sıdır. Bu son katkının öneminin belirtileri şimdiden,
ri konusunda yaptığı öneri bu etkileşim- Bugün gördüğümüz galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve insanlar,
on bir boyutlu süpergravitenin çözümleri arasındaki
başlangıçta var olan temel parçacıklardan oluşmuştur.
lerde, “kiral” (chiral) adı verilen yeni bir Evren oluşmaya başladığında sadece kuarklar ve leptonlar vardı. oktoniyonik kürenin açığa çıkmasıyla ve colour-flavo-
Kuarklar birleşip protonları oluşturdu. Onlar birleşip çekirdekleri,
simetri bulunduğunu ilk defa bilim top- atomları, atomlar da birleşip galaksileri oluşturdu. Daha küçük ur dinamikleri, büyük birleşme ve global süpergravite
luluklarının gündemine getirmesi ba- parçacıklar nötronlar, protonlar atomun çekirdeğinde bulunuyor. simetrileri bağlamında ortaya çıkan E2=SU(2) x
Protonlar ve nötronlar çarpışınca kuarklar görülüyor.
kımından önemlidir. Bu simetri, son ve Bütün evreni meydana getirmek için, birinci ailedeki iki kuark SU(2), E3=SU(3) x SU(2), E4=SU(5), E5=SU(10), E6,
tam şeklini daha sonra lineer olmayan ve bir de elektron yeterli. Daha sonra ikinci aile kuarkları ve E7 ve E8 istisna grup dizileriyle elde edilmiştir.”
leptonları, sonra da üçüncü aile parçacıkları bulundu.
sigma modeli çerçevesinde kazanmıştır. Bu temel parçacıklar arasında güçlü ve zayıf etkileşimler vardır.

81
Kuramsal Fizikte Evrensel Bir Değer: Feza Gürsey

(i) SUL(2) x SUR(2) kiral simetrinin Doğa, değişimin yani oluş ve bozu-
keşfi ve matematiksel fizikte lineer ol- luşun yer aldığı bir varlık alanıdır. De-
mayan kiral modellerin ortaya çıkarıl- ğişme kaçınılmazdır, çünkü her tür oluş
ması zaman içerisinde gerçekleşmektedir ya-
(ii) Benzer SU(6) hadron simetrileri- ni zamansaldır. Öyleyse doğanın çeşitli-
nin keşfi (Radicati ile) liği ve değişkenliğine aynı ölçüde karşı-
(iii) Kuaterniyonik ve oktoniyonik lık verecek bir bilimsel alete gereksinim
yapıların ve yüksek enerji içerisindeki olacaktır. Kısa bir süre sonra bu aletin
istisna gruplarının açığa çıkarılması matematik olduğu anlaşılacaktır. Aslın-
(iv) Konformal Değişmez (Confor- da uzak ve yakın geçmişte, bu yüzyılla-
mal invariance) ve Mach’ın Genel Göre- rın entelektüelleri için söz konusu aletin
lilik İlkesi üzerine yaptığı çalışma ne olması gerektiğini anımsatan pek çok
(v) Parçacık fiziğine, istatistiksel me- güçlü belirti zaten vardı. Antik Çağ’da
kaniğe ve grup kuramının nükleer ve ka- Platon (MÖ 427-347) “geometri bilme-
tı hal fiziğine uygulanmasına yaptığı di- yen Akademi’den içeri girmesin” diye-
ğer katkılar rek matematiğin doğayı kavramakta-
Bu katkıları göz önüne alındığında Feza Gürsey’in bilimsel başarısını yakın arkadaşı ki önemine dikkat çekmişken, Arkhi-
Samuel MacDowell şöyle belirtmektedir:
Feza Gürsey’in, bilim tarihinde belli za- Feza’nın Yale Üniversitesi’ne bıraktığı en değerli miraslarından
medes (MÖ 287-212) ilk matematik-
man dilimlerinde karşılaşılan devrim- birinin fizik ve matematik bölümleri arasında yakın bir işbirliği sel fizik örneklerini sergilemişti. Yakın
kurulması olduğunu düşünüyorum. İki konuda da bilgisinin
ci dönüşüm dönemlerinin karakteristik genişliği hayret vericiydi. Ortaya koyduğu birçok yenilikten biri zamanda John Locke (1632-1704) bi-
davranış modeli olan ve yerleşik kuram- fizikte ilk defa istisnai grupların kullanılması ve E(6) simetrisi limin konusunun varlıkların ve feno-
olan bir büyük birleştirme teorisi kurmasıydı. Fizik ve matematik
lara karşı korkusuzca almaşıklar öner- arasındaki eski ve verimli alışveriş modern zamanlarda menlerin birincil nitelikleri olması ge-
neredeyse kaybolmuştu. Feza bu geleneği canlandırmakta
mek şeklinde betimleyebileceğimiz, dü- çok ağırlıklı bir rol oynadı. rektiğini vurgularken, René Descartes
şünsel atılımı yüksek bir bilim insanı ol- (1596-1650) ise bu görüşe destek vermiş
duğu anlaşılmaktadır. Çünkü yukarıda ve analitik geometriyi icat etmişti. Ar-
betimlenen başarıları temel parçacık- Feza Gürsey’in Başarılarının tık doğa Galileo’nun (1564-1642) dedi-
lar fiziğinin matematikleştirilmesinde Tarihsel Soy Kütüğü ği gibi, matematikle yazılmış bir kitap-
Gürsey’in çok önemli bir düzeye ulaştı- tı ve onu okumanın yolu da bu dili, ya-
ğını göstermektedir. Parçacık fiziğinde- Gürsey’in başarılarının içinde hayat ni matematiği bilmekten geçiyordu. Bu
ki bu yüksek düzeyli gelişmenin tarihsel bulduğu mecranın kaynağını XVII. ve ifadeleri dikkatle dinleyen ve kendisinin
soy kütüğüne göz atıldığında, XVII. yüz- XVIII. yüzyıllara kadar götürmek ola- diğer devlerin omuzları üzerinde yük-
yılın sonlarında başlayarak günümüz- naklıdır. Bu yüzyıllar Batı için Rönesans seldiğini dile getirerek bir alçak gönül-
de yetkinliğe ulaşan, doğayı matematik- fikrinin yerleştiği ve her bakımdan yeni lülük örneği sergileyen Newton (1642-
le tanımlama geleneğinin zirvesine ula- olanın peşine düşüldüğü bir dönemdir. 1727), hipotetik (varsayımsal) dedüktif
şılmasında Feza Gürsey’in de büyük rol Bu dönemin temel düşünsel formları ise (tümdengelimsel) bir yaklaşım içerisin-
oynadığı açıkça görülmektedir. Aydınlanma döneminde hayat bulma- de matematiksel ve aksiyomatik olan bir
ya başlamıştır. Bu bakımdan Aydınlan- bilim dalını, daha doğrusu fiziği kurma-
ma özgürlük, gelişme ve ilerleme gibi te- yı başarmıştı. Hatta gerekli alet o sıra-
mel kavramların iyiden iyiye, hem bilim larda henüz hazır olmadığı için kendisi
topluluklarınca hem de geniş halk kitle- Evrensel Matematik adlı kitabında dife-
lerince benimsenmeye başladığı bir dö- rensiyal ve integral hesabı geliştirdi. Bi-
nem olmuştur. Bu dönemde bilime de- lim dünyasında yaklaşık 170 yıl egemen
rin bir güven ve bağlanma söz konusu- olan bu modelleme, 1900’lü yıllardan
dur, artık doğa karşısında teolojik ve me- itibaren daha ileri boyutlarda gelişmesi-
tafizik yaklaşımlar önemsizleşmiştir. Bu ni sürdürdü ve bu yüzyılın iki büyük ku-
dönemde bilim kendisini daha köklü bir ramının (Kuantum ve Görelilik kuram-
biçimde metafizik unsurlardan uzak tu- ları) açıklamalarında yerini aldı. Bu ge-
tabilmek için sınırlandırma ayraçları ge- lişim çizgisinin devamında tarih sahne-
liştirmeye başlamıştır. En iyi sınırlandır- sine çıkan Gürsey’in, bu modern bilim
ma ayracı da bilimin inceleme nesneleri- yapma modelini en ince ayrıntısına ka-
ni sadece matematiksel öğelere indirge- dar kavradığı ve ötesine geçmeyi başar-
Feza Gürsey annesi Remziye Hisar ve kız kardeşi Deha nebilen birincil niteliklerle sınırlamaktır. dığı anlaşılmaktadır.

82
Bilim ve Teknik Şubat 2011
>>>
Feza Gürsey’in bu başarısını modern ki gerçekleşecek. Çünkü şimdi bütün te-
kuramların doğasına ilişkin yaptığı de- mel fizik Einstein’ın ümit ettiği gibi alan
ğerlendirmelerde ve fiziğin temel prob- teorisi haline geldi. Bu alanları bir gün
lemlerine olan hâkimiyetinde görmek birleştirmek mümkün olacak. O zaman
olanaklıdır. Çalışmalarıyla aynı zaman- Einstein herhalde mezarında rahat ede-
da Einstein’ın bileşik alan kuramına bü- cektir.”
yük katkılar yapan Gürsey, şöyle bir de- Gürsey bu sözleriyle kuantum, göre-
ğerlendirmede bulunmaktadır: lilik ve birleşik alan teorileri bağlamında
“Einstein’ın rüyası kısım kısım olum- hem şimdi hem de gelecekte kuramsal
lu bir sonuca vardı diyebiliriz. Gravityas- fiziğin problem alanını çizmekte ve yol
yonla Maxwell teorisi nihayet birleşti; ta- göstermektedir. Bunu yaparken de yu-
bii tam Einstein’ın istediği gibi birleşme- karıda da değinildiği üzere, fizik ve ge-
di. Öncelikle Einstein teorisini daha ge- ometri arasındaki olağanüstü bağlantıya
nel bir hale getirmek gerek, yeni bir si- yaptığı vurgu dikkat çekmektedir.
metri kullanarak. Buna süper simetri di-
yoruz. Yani Bose partikülleri ve Fermi
partikülleri arasındaki bir simetriyi kul- “Feza’nın dünyasının ne merkezi Feza Gürsey, yüksek bilgi ve beceri gerektiren değişik fizik alanlarına
katkılar yapan bir bilim insanı olmasının yanı sıra, aynı zamanda
lanarak. Bu şekilde Einstein teorisini ge- ne de demir perdeleri vardı. sanata, geleneğe ve yerleşik kültüre de derinden bağlı bir gönül
nişletirsek o genişlemiş teori Maxwell te- insanı, bir kadim bilgelik dostuydu. Gürsey’in bu yönünü arkadaşı
Hiçbir zaman onun evrensel Samuel MacDowell şöyle değerlendirmektedir: “Onun şahsında çok
orisi ile gayet güzel birleşebiliyor. Bunun boyutlarına erişemememize rağmen güçlü ve yaratıcı bir zekâyla, inandıklarını ve fikirlerini çok berrak,
mantıklı ve ikna edici şekilde ifade edebilme yeteneği birleşmişti.
adına “genişlemiş süper gravite” deniyor.
bilgimizin sınırlarını tarihsel ve Fakat onun en iyi hatırlanacak niteliklerinden biri, ne zaman yardım,
Yani Einstein’ın yapmak istediği yapıldı. destek veya tavsiye için, teşvik, onaylanma veya sadece zevkli
coğrafi olarak genişletirdi. bir sohbet için ona ihtiyaç duysanız yanınızda olmaya hazır olmasıydı.
Ama kâfi değil. Çünkü Einstein’dan beri İnanılmaz hafızasının da yardımıyla, hikâyeler nakletmekte çok
iki alan teorisi daha var. Birisi zayıf ent- Bize tüm medeniyetlerin iyiydi. Öğle yemeğinde veya akşam evinde deneyimlerini ve diğer
hikâyelerini dinlemek büyük zevkti ve bunlardan her zaman
raksiyonların alan teorisi, diğeri de kuv- mirasçısı olduğumuzu öğretti.” yeni ve ilginç şeyler öğrenirdik. Fizik ve matematiğe âşıktı ve
esas bağlılığı bu disiplinlereydi. Fakat ister bilim veya matematik
vetli entraksiyonların alan teorisi. O hal- tarihi, ister kendi halkının tarihi ve gelenekleri, edebiyat,
de şimdi yapacağımız şey onları da bir- güzel sanatlar veya Dünya olayları olsun, engin bir kültür ve
leştirmek. Bunlardan iki tanesi daha bir- Bilgelik Yolunda Bir Bilge bilgi hazinesine sahipti.”

leşti. Yani Maxwell teorisinin birleşme Kayıtların gösterdiğine göre, doğa-


yeteneği var, gravitasyonla birleşebiliyor, yı sistemli bir şekilde anlamak ve açık- dini bilmezsen ya nice okumaktır” diye-
zayıf entraksiyon fiziği ile de birleşebi- lamak için ilk kuram önerme denemele- rek, en büyük erdemin insanın kendisini
liyor. O şekilde elektromanyetizmi, za- rinde bulunanlar Greklerdir. Onlar bili- bilmesi olduğunu belirtmiştir.
yıf entraksiyonları birleştiren teori We- me, gerçeklik adına konuşan, bu anlam- Bir bilim adamı ve aynı zamanda bir
inberg–Salam teorisi son derece iyi bir da doğruyu söyleyen tek değer gözüyle bilge olduğu anlaşılan Feza Gürsey’in,
durumda. Fakat kuvvetli entraksiyonları bakmışlardı. Bu yüzden sürekli ardından bu kültür katmanlarından yeterince bes-
alan teorisiyle birleştirmek henüz müm- gitmeyi ve olanaklı olduğu ölçüde bilim- lendiği, pay aldığı görülmektedir. Çünkü
kün olmadı. Onların hepsini de gravitas- den pay almayı önemsemişlerdi. Bunun yüksek matematiksel fizik çalışmalarının
yon teorisi ile birleştirmek hiç mümkün bir sonucu olarak da bilime sahip olmayı yanında ülkesinin XX. yüzyılın büyük fi-
olmadı daha. Fakat bazı umutlar var. erdemli olmakla eşdeğer kabul etmişler, kir macerası karşısında nasıl ayakta kala-
Eğer bütün bunlar olursa, Einstein’ın bü- böyle olan kimselere de bilge adını ver- bileceğini ve bunun için sınırlı olanakla-
yük rüyası biraz değişik bir şekilde ger- mişlerdi. Herkes bilge olamayabilir, an- rıyla neler yapması gerektiğini de kendisi-
çekleşecek. Einstein’ın belirsizlik prensi- cak bilgenin bilgisini paylaşma onurlu- ne dert edinmiş bir kişidir. Çalışma alan-
bine karşı oluşu felsefi nedenli, ikincisi luğunu gösterebilir. Böylece bilgiyi pay- ları yukarıda da değinildiği üzere, çağdaş
de geometrik anlamının olmadığını san- laştıkça bireyin bilgisi artacak, bilgisi fiziğin genel alan kuramı, elektromanye-
dığı için. Fakat şimdi kuantum alan teo- arttıkça erdemli davranması gerektiği- tizma, mezon ve elektron alanları arasın-
rilerinin de geometrik açıklamaları bu- ni anlayacak, erdemli davrandıkça bilgi- daki ilişkiler gibi bütünüyle spekülatif ve-
lundu. Çok tuhaf bir şey matematiğin si bir “kutlu” bilgiye dönüşecek ve mut- ya daha doğru bir deyişle soyut matema-
son gelişmeleri, fiber bundle geometrisi lu olacaktır. O yüzden Greklerin bilgesi tiksel düşünce gerektiren konulardır. Bu-
dediğimiz geometrilere uyuyor. Bu son Sokrates (MÖ 469-399) herkesin “ken- nun önemini anlamak için, bu konularda
gelişmelerle, yalnız uzay–zamanın de- dini bil” ilkesine göre davranması gerek- kuramsal fiziğin devlerinin, örneğin fer-
ğil, fakat Hilbert uzayının da geometri- tiğini vurgularken, Türklerin bilgesi Yu- miyonların davranışını açıklayarak an-
sini kaale alırsak Einstein’ın rüyası bel- nus da (1240-1321) benzer şekilde “ken- ti-maddenin keşfini sağlayan, kuantum

83
Kuramsal Fizikte Evrensel Bir Değer: Feza Gürsey

FEZA GÜRSEY’İN ALDIĞI ÖDÜLLER


1 TÜBİTAK Bilim Ödülü (Ankara, 1969)
2 J. R. Oppenheimer Ödülü, S. Glashow ile birlikte (Coral Gables, Florida, 1977)
3 Einstein Madalyası (Kudüs, 1979)
4 College de France Madalyası (Paris, 1981)
5 İstanbul Üniversitesi Madalyası ve onur doktorası (doctor honoris causa) (İstanbul, 1981)
6 New York Akademisi Doğa Bilimleri A. Cressy Morrison Ödülü, R. Griffiths ile birlikte (New York, 1981)
Hüseyin Gazi Topdemir,
7 İtalya Cumhuriyeti Commentadore Nişanı (New York, 1984)
Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi (DTCF), Felsefe 8 Wigner Madalyası (Philadelhphia, 1986)

Bölümü, Sistematik 9 Türk-Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneği Seçkin Bilimci Ödülü (Washington, 1989)

Felsefe ve Mantık 10 ODTÜ Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı Bilim Ödülü (Ankara, 1989)
Anabilim Dalı’nı bitirdikten 11 Galatasaray Eğitim Vakfı Madalyası (İstanbul, 1991)
(1985) sonra, 1988 ‘de 12 5. Matematiksel Fizik Konferansında Plaket (Edirne, 1991)
“Kemâlüddîn el-Fârâsî’nin
İbn el-Heysem’in Kitâb el- fiziğinin öncülerinden Paul Dirac’ın (1902-1984), lar baryonların ve mezonların etkileşmelerinin kiral
Menâzır Adlı Optik Kitabına Schrödinger’in metotlarını atomik dağılmaya uygu- grup çerçevesinde kırılmış simetri kavramını temel
Yazdığı Açıklamanın Yakan layan Max Born’un (1882-1970), dalga fonksiyonu- alarak anlaşılması, Radicati ile kuvvetli etkileşmelerin
Kürelerdeki Kırılmaya nun uzaya ve zamana bağlı değişimini gösteren ün- SU(6) simetrisi üzerine çalışması, zayıf etkileşmelerde
Ait Bölümü’nün Çevirisi lü denklemi geliştiren Erwin Schrödinger’in (1887- iki nötrino kuramı ve kesikli simetrilerle ilgili olarak
ve Kritiği” başlıklı tezle 1961), Kopenhag Okulu’nun en ileri temsilcilerin- yaptığı çalışmalar, Sitter grubu hakkındaki tezi, Mach
yüksek lisans ve 1994’te de
den biri olan ve Pauli İlkesi’ni ortaya atan Wolfgang İlkesi ve Genel Görelilik konusundaki fikirleridir.
“Işığın Niteliği ve Görme
Pauli’nin (1900-1958) çalıştığını anımsamak gerekir. Feza Gürsey’in çalışmaları aslında çoğunlukla ma-
Kuramı Adlı Bir Optik
Eseri Üzerine Araştırma” Diğer taraftan Feza Gürsey’in bu gerçekten bü- tematiksel nitelikteydi, fakat parçacık fiziği fenome-
başlıklı teziyle de doktora yük bilim insanlarının alanlarına cesurca girip ba- nolojisinden, model kurmaktan, çekirdek fiziğinden,
programını tamamladı. şarılı sonuçlar elde etmeyi başarmasını da imgelem Genel Görelilikten matematiksel fiziğe ve saf mate-
Bilimsel çalışma alanları, gücünün büyüklüğünde aramak gerekir. Feza Gür- matiğe çok geniş bir alanı kapsıyordu. Bütün bu ça-
bilim tarihi ve bilim sey, Einstein’ın deyimiyle “imgelemin bilgiden daha lışmalarda ortak bir tema varsa, bu da Feza Gürsey’in
felsefesi olan yazarın önemli” olduğunu fark etmiş, eşsiz sezgi gücü olan grup kuramına özgü kavramların doğada kendilerini
bu konularda birçok bilim insanlarından birisidir. Kendisinin saydığımız gösterme yollarını aramasıydı. Kuarkların meşhur ve
çalışması bulunmaktadır. bu alanlara başarısız olma kaygısına aldırış etmeden cüretkâr SU(6) teorisi bu şekilde doğmuştur.
Halen DTCF, Felsefe girmesini sağlayan da bir serabın peşinde korkusuz- Sonunda, şunu vurgulamakta yarar vardır: Fe-
Bölümü, Bilim Tarihi
ca gidebilme duygusudur. Ona bu duyguyu veren de za Gürsey’in çalışmalarının görünen farklılığının ar-
Anabilim Dalı’nda profesör
tüm medeniyetlerin mirasçısı olduğunu düşünmesi- kasındaki esas unsur, matematiksel imgelem gücüy-
olarak çalışmalarını
sürdürmektedir. dir. Feza Gürsey’in bu yönünü en güzel Ester Costa le müstesna fiziksel sezgisini birleştirmesidir ve bu
Meyer ifade etmektedir: hususta onun fizikteki rolü muhtemelen Wigner’in
Bu harikulade ifadenin yalnızca Meyer’e ait olma- rolüyle kıyaslanabilir. Gerçekten de, Wigner’den be-
dığını ve ölümünden sonra başta Yale’dekiler olmak ri fizikte grup kuramı konusunda Gürsey’in ayarında
üzere, pek çok arkadaşının da benzer duygulara ve başka bir usta düşünmek olanaksız olmasa da zordur.
düşüncelere sahip olduğunu belirtmek gerekir. Da-
ha da önemlisi Feza Gürsey’in bu olağanüstü hayran- Teşekkür
lığı hak ettiği de çok açıktır. Çünkü henüz çalışmala- Değerli kuramsal fizikçimiz Feza Gürsey’i Nobel Fizik Ödülü’ne
aday gösteren Prof. Dr. Cengiz Yalçın’a
rının daha başlarında sayılabileceği 60’lı yıllarda bile elindeki bilgi ve belgeleri benimle paylaştığı için minnettarım.
Feza Gürsey’in fizik alanına yaptığı katkıların büyük-
lüğünün sıra dışı olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Kaynaklar
Gökberk, M., Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 1985.
istatistik mekanik, alan kuramı, özel ve genel göreli- Gürsey, F., “Dalga-parçacık İkiliği, Bileşik Alanlar Teorisi ve Einstein’ın Mirası”,
Bilim Ütopya, Sayı 46, s. 30-34, Nisan 1998.
lik, grup kuramı ve parçacık fiziği alanlarında o dö- Gürsey, F., “Kubbeden Cüppeye veya Aşk Yoluyla Fizik”,
XX. Yüzyılda Fiziğe Yön Verenler, s. 443-452.
nemde oldukça dikkat çekici çalışmalara girişmiştir. MacDowell, S., “Feza’yı Anmak”, Bilim Ütopya, Sayı 137, s. 12, Kasım 2005.
Nambu, Y., “Feza’nın Hatırasına”, Bilim Ütopya, Sayı 137, s. 10-11, Kasım 2005.
Grup kuramının bir araç olarak ve fizik kuramlarının Özemre, A. Yüksel, “Feza Gürsey”, XX. Yüzyılda Fiziğe Yön Verenler,
formel yapılarının derinlemesine anlaşılması için kul- s. 257-274, İstanbul 2005.
Saçlıoğlu, C., “Feza Gürsey için Yale Üniversitesi’nde Yapılan Anma Töreninde
lanılmasının, Feza Gürsey’in çalışmalarının belirgin Meslektaşlarının Konuşmaları”, Bilim Ütopya, Sayı 137, s. 8-11, Kasım 2005.
Serdaroğlu, M., “Günışığının Gireceği Pencereyi Açan Bilim Adamı: Feza
özelliğini oluşturduğu gözlemlenmektedir. Yine aynı Gürsey”, Bilim Ütopya, Sayı 137, s. 4-7, Kasım 2005.
Topdemir, H. G., “Kuramsal Fizikte Evrensel Bir Değer”,
Feza Gürsey ve Eugene Paul Wigner dönemde başka birkaç katkısıyla da tanınmıştır. Bun- Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, Yıl 22, Sayı 1114, s. 10-11, 25 Temmuz 2008.

84
POPÜLER BİLİM KİTAPLARI

B A Ş V U R U KİTAPLIĞI

Yeni...

Bu diziden çıkan diğer kitap


Türkiye Doğası Dr. Bülent Gözcelioğlu

Flora

Kömür Oluşturan Bitkiler

Eğreltiler
Günümüzde, büyük bir kısmı karada olmak üzere
280.000 civarında bitki türünün yaşadığı tahmin ediliyor.
Karasal bitkiler karayosunları, eğreltiler, açık tohumlular
(gymnospermler, kozalaklı bitkiler, örneğin çam) ve kapalı
tohumlular (angiospermler) olarak dört gruba ayrılır.
Eğreltiler, açık tohumlular ve kapalı tohumlular aynı
zamanda iletim demetli bitkiler olarak da gruplandırılır.
İletim demeti ifadesi, besin maddelerinin odun ve soymuk
boruları denilen iletim dokuları ile taşınmasından
kaynaklanır. Eğreltiler de kibrit otları, at kuyrukları ve
eğreltiler olarak üçe ayrılır; tohumu olmayan, sporla üreyen
bitkilerdir. Yaprakları kuş tüyüne benzer ve sapın iki yanına
eşit olarak dallanır. Genellikle nemli ormanlarda, gölgelik
yerlerde yaşarlar. Ülkemizde yaşayanlar uygun ortamlarda
2 metreye kadar boylanabilir. Ancak 20 metreye kadar
boylanabilen türleri de vardır (Yeni Zelanda).

86
Bilim ve Teknik Şubat 2011
bulent.gozcelioglu@tubitak.gov.tr

Eğreltilerin en önemli özelliği kömür oluşturan bitkiler


olmalarıdır. Karbonifer dönemde (354-292 milyon yıl önce)
bataklıklardaki ormanların büyük kısmı eğreltilerle
doluydu. O dönemde eğreltilerin boyları 30-45 metre
arasındaydı. Kömür yataklarında bulunan fosillerden
anlaşıldığına göre, eğreltiler içinde en yaygın olanlar
kibritotları (% 70 civarında), sonra da eğreltilerdi.
Bu bitkiler bataklıklarda yaşadıklarından, ölünce yine
suyun içine düşüyorlar ve çok yavaş çürüyorlardı.
Bunun yanı sıra çeşitli jeolojik olaylar sonucunda
ve çok büyük yıkımlarda bu bitkilerin üzeri suyla, kumla,
toprakla kaplandı. Sonra yine benzer ormanlar oluştu
ve aynı süreçler tekrarlandı. Bu durum kömür
yataklarındaki farklı kayaç katmanlarından anlaşılabiliyor.
Bitkilerin çürümeyle başlayan kömürleşme süreciyse
milyonlarca yıl içinde gerçekleşiyor.

Eğreltiler ülkemizde, eğrelti otu, evratı, eylentü,


eyraltu, güllük, ifteri, kartal eğreltisi, kızıl ot, kuzgun otu,
papra, solucan eğreltisi olarak da biliniyor.

Fotoğraflar: Doç. Dr. Kazım Çapacı


Kaynaklar
Campell, R., Reece J. B., Biyoloji, Benjamin Cummings-Pearson Education/Palme Yayıncılık, 2006.
Baytop, T., Türkçe Bitki Adları Sözlüğü., Türk Dil Kurumu Yayınları., 2007.
http://www.palaeos.com/Paleozoic/Carboniferous/Carboniferous.htm

87
Türkiye Doğası
Fauna

Yeşil
Arıkuşları

Kuşlar, günümüzde insan faaliyetlerinden


çok etkilenen canlılardır. Her şeyden önce gün
ışığından daha fazla yararlanmak, beslenmek
ve üremek için çok uzun mesafelere göç
ederler. Bu sırada yağmur, kar, fırtına, rüzgâr
gibi çetin doğa koşullarının üstesinden gelirler.
Ancak bu etkenlerin yanı sıra insanların
tarımda kullandığı zehirli kimyasallardan, av
meraklılarından ve yaşam alanlarının insanlar
tarafından daraltılmasından da çok büyük
oranda zarar görürler. Yeşil arıkuşu da
(Merops persicus) tüm bunlardan etkilenen
göçmen bir kuş türü

88
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Yeşil arıkuşlarının boyları 27-33 cm, kanat açıklıkları Ortadoğu’daki Mısır, Türkiye gibi ülkelere gelirler. Ülke-
46-49 cm’dir. Vücutlarındaki baskın renk parlak yeşildir. mizde genelde Şanlıurfa ve Iğdır ovası civarında görülür-
Boğaz kısımları kestane, çenelerinin ve yanaklarının altı ler. Şanlıurfa’nın Bozova ilçesi yakınlarında da kuluçkaya
sarı, yanakları ve kaşları mavi ve sarıdır, kanat altları da yattıkları biliniyor. Böceklerle beslenen yeşil arıkuşları
kızıldır. Yeşil arıkuşlarının gagaları siyahtır, bu siyahlık adlarından da anlaşılacağı üzere genellikle arılarla besle-
gözlerine doğru sürme şeklinde devam eder. Kış mevsi- nir. Ayrıca büyük böcekleri örneğin yusufçuk da avlarlar.
mini Güney Afrika, Etiyopya ve Sudan başta olmak üzere Sulak alanlar, ovalar, çöller, ormanlar, deniz kıyıları başta
Afrika’nın batısında geçirirler. Yazları ise Azerbaycan ve olmak üzere çok çeşitli habitatlarda yaşarlar.

Tüm kuş türlerinin % 90’ının tek eşli olduğu kabul sırasında zaman ve enerji kaybını önler. Yeşil arıkuşları da
edilir. Tek eşlilik bazen tüm yıl boyunca sürebilir (yalnız- tek eşli kuşlardır. İlginç kur davranışları sergilerler. Üreme
ca eşin ölümünden sonra başka bir eş aranır). Bazen de zamanında erkek yeşil arıkuşları, çiftleşmeden 1-2 gün
çiftler sadece üreme ve yavru büyütme döneminde bir önce dişisine yiyecek getirir.
arada olur. Tek eşli olmak, üreme mevsiminde eş arama

Fotoğraf: Burak Doğansoysal ( Höyüklüköyü / Şanlıurfa - 2008 )


Kaynaklar
http://www.avibirds.com/euhtml/Blue-Cheeked_Bee-eater.html
http://www.arkive.org/blue-cheeked-bee-eater/merops-persicus/video-16.html
Biricik M., Yeşil Arıkuşları, National Geographic, Ekim 2008. (http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/0810/
konu.aspx?Konu=5)

89
Türkiye Doğası
Jeomorfoloji

Buzullar

Anadolu’nun coğrafi ve jeolojik yapısına bakıldığında farklı ve buzullaşmanın “buzkar” denen ilk evresi başlar. Buzkar evresi,
oluşumlar görülür. Deniz kıyısında uzun kumluk sahiller, platolar, kar özelliği olmayan ancak buzdan yumuşak bir evredir. Erimenin
ovalar, küçük de olsa çöller, yüksek dağlar, dağ arası düzlükler, ve donmanın arka arkaya olduğu sırada sular karın iç kısımlarına
buzullar... Çöl ve buzul gibi jeolojik yapıların aynı ülkede bir arada girer ve kar taneleri zamanla birbirlerine yapışmaya başlar; böy-
bulunması çok az rastlanılacak bir durumdur. Buzullar kara üze- lece kar buza dönmüş olur. Zamanla yeni kar yağdıkça ve bu olay
rinde tüm yıl boyunca erimeden kalan, yavaş hareket eden buz tekrarlandıkça bu buzun kütlesi ve ağırlığı artar. Sonra da buzul-
kütleleridir. Kar örtüsünün devamlı olduğu yerlerde oluştukları laşma tamamlanır. 8 metre yüksekliğinde bir kar tabakası 1 metre
için kutuplarda ve yüksek dağlık yerlerde bulunurlar. Erimenin yüksekliğinde bir buzkar tabakasına dönüşebilir. Dağ buzulu, vadi
ve buharlaşmanın yağan karı eritemediği durumlarda kar birikir buzulu ve kıta buzulu olmak üzere üç ayrı buzul tipi vardır.

90
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Buzullarla ilgili araştırmalar, buzulbilim (glasiyoloji) adı ve- bir buzul morfolojisi örneği olarak kabul edilir. Güneydoğu To-
rilen bilim dalı çerçevesinde gerçekleştirilir. Buzulbilim jeoloji, roslar olarak da bilinen Cilo Dağı (Hakkâri), Türkiye’de buzullaş-
jeofizik, fiziki coğrafya, hidrojeoloji, meteoroloji gibi bilim dal- manın en etkili olduğu yer olarak kabul edilir. Cilo Dağı’ndaki
larından yararlanan disiplinlerarası bir bilim dalıdır. Çalışmalar Reşko Tepe (4168 m) üzerindeki Uludoruk (İzbırak) buzulu, 4 km
arazi gözlemlerinin yanı sıra yükseklik ölçümleri ve uydu verile- uzunluğu ve 8 km2’lik alanı ile Türkiye’nin en büyük vadi buzu-
rinden de yararlanılarak yapılır. ludur. Ağrı Dağı’nda (5165 m) ülkemizin tek buz takkesi (10 km2)
Türkiye’nin buzulları Kaçkar, Cilo ve Ağrı dağlarında bulunur. vardır. Süphan (4058 m) ve Erciyes (3917 m) volkanlarında da
Kaçkar Dağı (3937 m) ve çevresi, dört buzul vadisi, çeşitli buzul- çok küçük de olsa bir buzul vardır.
taşları (morenler) ve yüzeyi 750 m2’yi bulan buzul gölleri ile tipik

Fotoğraf: Turgut Tarhan (Cilo Dağı-Hakkari)


91Kaynaklar
Çiner, A., “Türkiye’nin Güncel Buzulları ve Geç Kuvaterner Buzul Çökelleri”,
Türkiye Jeoloji Bülteni., Cilt 46, Sayı 1, Şubat 2003.
Güney, E., Jeomorfoloji., Tekağaç Eylül Yayıncılık, 2004.
91
Türkiye Doğası
Doğa Tarihi

Anadolu’da Bir zamanlar...

A slan
Anadolu 65 milyon yıl öncesinden günümüze uzanan bir öykü. devam ettirirken bazılarının soyu tükendi. Bazılarının soyları do-
Ondan öncesi sular altında geçmiş bir dönem. 65 milyon yıl önce ğal yollarla tükenirken, bazıları da insan etkisiyle yok oldu. Aslan
Anadolu’nun bugün bulunduğu yerde Tetis denizi vardı. Sonra je- da bu türlerden biri...
olojik hareketler sonucu Anadolu bugün bulunduğu yerde yüksel-
meye başladı. Günümüze gelinceye kadar da çok sayıda deprem,
yanardağ patlaması ve iklimsel olaylar gerçekleşti. Bu uzun zaman
içinde çok sayıda canlı yaşadı. Bazıları günümüzde de yaşamını

döneminde
Bu nl ar da n en ön emlisi Hitit uygarlığı
nılmışt ır.
n simgesi olarak kulla llanılan aslan motifi
dir.
Aslanlar sıklıkla gücü la “Aslanl ı K ap ı / Ç orum ) ku
lanlar
sında (bugünkü adıy vardır. Heykellerde as
şehrin ana giriş kapı eli (baş, göğü s ve ön ba ca kl ar )
iştir.
nda birer aslan heyk bakışlarla tasvir edilm
Kapının her iki yanı şarıda ve gö zler inde tehd itk âr
ları kükrüy orlarm ış gibi açık, dilleri dı
ağız
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Aslanlar günümüzde genellikle düzlüklerde ve savanalarda yaşar- Anadolu’da yaşayan aslanın bilimsel adını 1826’da J. N. von Meyer
lar. Geçmişte Anadolu’da dağlık ve ormanlık yerlerde yaşarlardı. Yük- adlı araştırmacı verdi: Panthero leo persica. “persica” kelimesi nede-
sekliği 5000 metreyi bulan bölgelerde yaşadıkları da biliniyor. Orta, niyle İran aslanı da deniyor, ayrıca Asya aslanı olarak da biliniyor.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşadıkları biliniyor.
Anadolu’da soylarının 13. yüzyılda tükendiği tahmin ediliyor.

Çizim : Ayşe İnan Alican


Kaynaklar
Demirsoy, A., Türkiye Omurgalıları, Memeliler, Çevre Bakanlığı, 1996.
http://www.iucnredlist.org/apps/redlist/details/15952/0
93
Sağlık Doç. Dr. Ferda Şenel

Yaşam Karşıtları-Antibiyotikler
L atincede yaşam karşıtı anlamına gelen antibiyotikler yüz yıla yakın
süredir mikroplarla savaşımızdaki en önemli silahlar. İlginç olan,
mikropları öldüren bu moleküllerin, yine benzer mikroorganizmalar
tarafından üretilmesi. İlk olarak 1877 yılında Pasteur’ün toprak bakteri-
lerini hayvanlara enjekte ederek şarbon hastalığını zararsız hale getir-
mesiyle bakterilere karşı savaş başladı. Birçok mikroba karşı etkili olan
ve ilk keşfedilen antibiyotik unvanına sahip olan penisilin, aslında bir
mikroorganizmanın salgıladığı bir moleküldür. Penisilinin keşfi, 1927
yılında doktor Alexander Fleming’in ilginç bir gözlemine dayanır. İçeri-
sinde mikrop üretilen petri kaplarını inceleyen Dr. Fleming, bunlardan
birinin üzerinde mavi renkli bir küf oluştuğunu ve bu küfün çevresinde
hiç mikrop ürememiş olduğunu gördü. Bu ilginç olayı araştıran Dr. Fle-
ming, küflenmiş peynirlerin üzerinde de oluşan bu mavi küfün içinde-
ki mikroorganizmaların özel bir molekül salgılayarak mikropları öldür-
düğünü buldu. Bu buluş, Dr. Fleming’e ileriki yıllarda Nobel Ödülü ka-
zandıracaktı. Küfün içerisindeki mantar yapısındaki mikroorganizma-
lara Penicillum notalum, ürettiği moleküle de penisilin adını verdi. Peni-
silin molekülünün yapay olarak elde edilmesiyse 1940 yılında gerçek-
leşti. Antibiyotik üreten mantarların binlerce yıldır var olduğu ve farkı-
Penisilin
na varmasak da bizleri yüzlerce mikrobik hastalıktan koruduğu bilin-
mektedir. Buna en önemli dayanaklardan biri, buzulların altından çıka-
rılan ve yaklaşık 5 bin yıl önce yaşadığı düşünülen buz adamının bağır- İlk keşfinden bugüne yüzlerce yeni antibiyotik geliştirilmiş olsa da
sağında, mikroplara karşı öldürücü etkisi bilinen Piptoporus betulinus penisilinler halen en sık kullanılan gruptur. Bakteri duvarı üzerinde yı-
adında bir mantar türünün gösterilmesidir. kıcı etkisi olan penisilinlerin en doğal formu, Penicillium chrysogenum
adlı bir mantarın ürünü olan penisilin V’dir. Genellikle üst ve alt solu-
Dr. Alexander Fleming
num yolu hastalıklarında, cilt ve idrar yolu enfeksiyonlarında kullanı-
lan ampisilin ve amoksisilin gibi penisilinler sentetik olarak üretilmek-
tedir. Penisilin yapısında bulunan beta-laktam halkası, hücre duvarının
yapılmasını engeller. Ancak bazı bakterilerde bulunan beta-laktamaz
enzimi, penisilinin bu etkisini durdurur. Cephalosporium adlı bir man-
tardan üretilen sefalosporin grubu antibiyotiklerin yapısında da beta-
laktam halkası vardır. Bu gruba dahil olan sefaleksin, sefiksim ve seft-
riakson gibi antibiyotikler solunum veya idrar yolu hastalıklarında sık-
lıkla kullanılmaktadır. Önemli ve dirençli bazı enfeksiyonların tedavi-
sinde kullanılan aminoglikozit grubu antibiyotikler, Actinomycetes ad-
lı bir bakterinin doğal ürünüdür. Streptomisin, kanamisin, neomisin ve
gentamisin bu grubun üyeleridir. Bu grup antibiyotikler vücuda damar
yoluyla veya kas enjeksiyonuyla verilir. Bakteri içinde, protein sente-
zinden sorumlu ribozomların küçük alt birimine yapışan aminogliko-
zitler, mesajcı RNA’nın düzgün okunmasını engelleyerek protein ya-
pımını durdurur. Verilme zorluğu ve ciddi yan etkileri nedeniyle kul-
lanımları sınırlıdır. Tetrasiklin grubu antibiyotikler de ribozomların kü-
çük alt birimine yapışır. Burada taşıyıcı RNA’yı (tRNA) engelleyen tetra-
siklin, protein sentezini durdurur. Eritromisin, klaritromisin, azitromi-
sin gibi ilaçları içeren makrolid grubu antibiyotikler, üst solunum yolu
enfeksiyonlarında veya atipik zatürre tedavisinde sıklıkla kullanılır. Ri-
bozomların büyük alt grubuna saldıran bu grup ilaçlar tRNA’yı engelle-
yerek protein yapımını durdurur. İdrar yolu enfeksiyonlarında oldukça
etkili olan kinolonlar tamamen sentetik yapıda bir antibiyotik grubu-
dur. Siprofloksasin, ofloksasin, norfloksasin ve levofloksasin gibi ilaçla-
rı içeren bu grup antibiyotikler DNA-giraz enzimini durdurarak bakte-
rinin ölümüne yol açar.

94
Bilim ve Teknik Şubat 2011

mfsenel@yahoo.com.tr

Antibiyotiklerin etki mekanizması


Antibiyotikler, türlerine göre temel olarak beş fark- içeri, içerideki gerekli moleküller de (örneğin amino asit-
lı mekanizmayla etki gösterir. Bunlar, hücre duvarı yapı- ler) dışarı çıkarak bakterinin ölümüne yol açar. Nistatin ve
mını engellemek, hücre zarının işlevini bozmak, protein amfoterisin B gibi ilaçlar bu yolla, yani hücre duvarının iş-
sentezini bozmak, nükleik asit sentezini durdurmak ve levini bozarak etki gösterir. Bazı antibiyotikler, bakteri ri-
bakterinin iç işleyişinde görev alan molekülleri durdur- bozomlarında protein yapımını engelleyerek etki göste-
maktır (antimetabolit). Bakteri duvarını zayıflatmak ve- rir. Yapısal olarak, bakteri ribozomu insan ribozomların-
ya oluşumunu engellemek yoluyla bakteriler öldürüle- dan farklı olduğu için bu antibiyotikler insan hücrelerin-
bilir. İçinde bulunan oluşumların yarattığı hücre içi ba- deki protein sentezini bozmazlar. Aminoglikozitler, tetra-
sınca dayanan bakteri duvarının yapımı dört basamak- siklin, kloramfenikol ve makrolitler bu şekilde etki eden
ta gerçekleşir. İlk olarak N-asetil glikozamin (NAG) ve uri- antibiyotiklerdir. Başka bir grup antibiyotik de bakterinin
din N-asetil muramik asit (NAM) alt birimleri oluşur. Da- genetik şifresi olan DNA’nın sarmal yapısını bozarak et-
ha sonra NAM’ın yan zincirleri oluşur. Bunu takiben, uzun ki gösterir. Kinolon grubu antibiyotikler, rifampin ve nali-
zincirler oluşturacak şekilde bir yapılanma gerçekleşir. diksik asit bu grubun üyeleridir. Örneğin kinolonlar, bak-
Son olarak da zincirler birbirlerine sıkı sıkıya bağlanarak teri DNA’sının süpersarmal halde tutulmasında rol oyna-
bakteri duvarını oluşturur. Bu basamakların herhangi bi- yan DNA giraz enzimini engeller. Üç boyutlu sarmal yapı-
ri üzerindeki olumsuz bir etki, bakterinin hücre duvarının sı bozulan DNA işlev göremez ve bakteri ölür. Bakterilerin
oluşmasını engeller ve bakteri ölür. Örneğin penisilinler, hayatta kalması için gereken enzimlerin çalışmasını en-
duvar yapım aşamasında rol oynayan ve penisilin bağla- gellemek de bakteriyi öldürmenin bir başka yoludur. Bu
yan proteinler (PBP) denilen bazı enzimlere bağlanarak, mekanizmayla etki gösteren antibiyotikler, bakteri için-
onların görev yapmasını engeller. Sonuç olarak, hücre deki bazı enzimlerin görevini engelleyerek önemli mole-
duvarı oluşturamayan bakteri bölünemez ve ölür. Bakte- küllerin yapımını durdurur. Sülfonamidler, sülfonlar, PAS
ri duvarının önemli özelliklerinden biri de dış ortama kar- (para-amino salisilik asit), izoniazid gibi ilaçlar bu tip bir
şı seçici bir geçirgenliğe sahip olmasıdır. Bu geçirgenli- etki göstererek bakterinin çoğalmasını durdurur (bakte-
ğin arttığı durumlarda, dış ortamdaki zararlı moleküller riostatik etki).

95
Sağlık
Son yıllarda birçok yeni antibiyotik klinik kullanıma sunulmuştur. Kar- Beta-laktamaz
bapenemler (ertapenem), glisilsiklinler (tigesiklin), oksazolidinonlar (line- Molekül ağırlığı 29 bin civarında olan beta-laktamaz, antibiyotiğin be-
zolid), streptograminler (kinupristin/dalfopristin), lipopeptidler (daptomi- ta-laktam halkasındaki bir bağın ayrılmasına yol açarak ilacı etkisiz hale
sin), ketolidler (telitromisin, setromisin), glikopeptidler (dalbavansin, te- getirir. Stafilokok, shigelle ve klebsiella bu enzimi üreten bakterilerin ba-
levansin, oritavansin), ramoplanin ve iklaprim yeni antibiyotikler arasın- şında gelir. Esas olarak penisilin grubu ilaçlara dirençten sorumlu olan be-
da sayılabilir. Bu antibiyotiklerin mekanizmaları birbirlerinden farklı olsa ta-laktamaz ilk olarak 1948’de tespit edildi. Penisilin türü antibiyotikler bu
da temel olarak önceki antibiyotiklere benzerler. En önemli farklılıkları, bu tarihe kadar % 100 etkiliydi. Ancak, bakterilerin beta-laktamaz oluşturma-
ilaçlara karşı direncin henüz daha düşük düzeyde olmasıdır. Ancak, uzun sıyla, penisilinler özellikle yoğun bakım hastalarında hayati sorunlara yol
süreli kullanım sonucunda her antibiyotiğe karşı direnç gelişir. açan bazı stafilokok mikroplarına karşı etkisiz hale geldi. Daha sonra meti-
silin denilen bir penisilin türevinin geliştirilmesiyle bu mikroba karşı zafer

Antibiyotik Direnci kazanılsa da bu geçici oldu ve bakteriler metisiline de direnç geliştirmeyi


başardı. Beta-laktamaz enzimlerini kodlayan TEM-1 ve SHV-1 genlerinde-
Belki de bakteriler, tahminlerimizin ötesinde bir zekâya sahip canlılar. ki tek bir amino asit değişikliği, bu bakterilerin yeni antibiyotiklere karşı di-
En büyük düşmanları olan ve çok farklı yollarla onları öldüren antibiyotik- renç kazanmasını sağladı. Halen plazmidler içinde taşınan 50’den fazla be-
lere karşı, türlerini korumayı başarırlar. Hasta bir kişiden sökülüp atılsa da, ta-laktamaz enzimi bilinmektedir.
bir yolunu bulup başka bir yerde yaşamaya devam ederler. Bakteriler, işte
bu hayatta kalma savaşını, antibiyotiklere direnç geliştirerek kazanır. Özel- Antibiyotik Kullanımının Temel İlkeleri
likle hastanelerde oluşan dirençli bakteriler insanların sağlığını tehdit et-
mekte ve ölümcül sonuçlara yol açabilmektedir. Sadece hastanede değil Antibiyotik kullanımında bazı temel ilkelere uyulmaması, hem kişinin
toplum içinde de oluşabilen antibiyotik direnci, önemli sağlık sorunlarını tedavisini aksatır hem de dirençli bir bakteri kolonisinin ortaya çıkması-
beraberinde getirir. Direncin bir diğer kötü yanı da, bakteri bir antibiyotiğe na yol açar. Bu nedenle bazı ilkelere uyulması gerekir. En önemlisi, hasta-
direnç kazanınca, benzer antibiyotikler de o bakteriye etki etmez. lığa yol açan bakterinin tespit edilmesidir. Mikrobiyolojik tetkiklerle, has-
Antibiyotik genellikle sonradan kazanılsa da, bazen doğal olarak bak- talıktan sorumlu bakteriler çoğunlukla tespit edilir. Örneğin idrar veya bo-
teride bulunabilir. Antibiyotiğin hedef molekülünün bakteride olmama- ğaz kültürü, buradaki bakterilerin varlığını gösterebilir. Eğer enfeksiyona
sı veya bakteri duvarının ilacın hedefe ulaşmasını engellemesi doğal di- yol açan bir bakteri tespit edilemezse, akla virüsler, mantarlar veya başka
renç mekanizmalarıdır. İlk kullanıldığında etkili olan antibiyotik daha son- mikroorganizmalar gelmelidir. Boğazı ağrıyan bir kişinin boğaz kültürün-
ra etkili olmuyorsa buna kazanılmış direnç denilir. Bakteriler, antibiyotikle- de bakteri üremezse, hastalığa virüslerin yol açtığı kabul edilir. Bu tür du-
re karşı üç temel yolla direnç geliştirir. İlacın hedefindeki molekül değişikli- rumlarda antibiyotik kullanmaya gerek yoktur.
ğe uğrayabilir; ilacın bağlandığı molekülün yapısında meydana gelen de- Hastalığa yol açan bakteri tespit edildikten sonra, bu bakteriye hangi
ğişiklik sonucunda antibiyotik bağlanamaz ve bakteri üzerindeki öldürü- antibiyotiğin en çok faydayı sağlayacağı belirlenir. Antibiyogram denilen
cü etkisini gösteremez. Bazen de hedef molekülün yapısı değişmez, an- bir çalışmayla, bakterinin duyarlı olduğu antibiyotik saptanır. Tedavi için,
tibiyotik bağlanır, ancak bakteri aynı işlev için alternatif bir yol geliştirdi- bakterinin duyarlı olduğu antibiyotikler arasında, kişinin alerji öyküsüne
ği için hedef molekül önemsizleşir. Bakteri direncindeki ikinci mekanizma, ve genel sağlık durumuna göre hastaya en uygun olanı seçilmelidir. Bi-
bakterinin oluşturduğu bir protein yoluyla ilacı etkisiz hale getirmesidir. linçsizce başlanan antibiyotik tedavisi, hastalığı tedavi etmeyeceği gibi, ki-
Son olarak, bakteri içerisine giren ilaç miktarını azaltır. Bunu iki yolla ya- şinin bu antibiyotiği bir daha kullanmasını engelleyecek bir direnç oluşu-
par: Hücre zarının yapısını değiştirerek ilacın içeri girmesini engeller ve- muna da yol açar. Hastalığa yol açan bakterinin ve buna yönelik uygun an-
ya içeri giren ilacı dışarı atmanın yolunu bulur. Bakterilerin bu tür direnç- tibiyotiğin tespit edilmesi de yeterli değildir. Aynı zamanda, bu ilacın uy-
leri geliştirmedeki en önemli yardımcısı mutasyonlardır. Her 105-1010 bö- gun dozda ve yeterli süreyle verilmesi gerekir. Uygun doz ve tedavi süresi,
lünmede bir, bakterinin genetik yapısı değişir. Farklı genetik yapıya sahip hastalığın şekline, şiddetine, hastanın yaşına, kilosuna ve organların (örne-
bakteriler arasında antibiyotiklere dirençli olanlar yaşamaya ve çoğalma- ğin böbrekler, karaciğer) işlevine göre değişir. Antibiyotiklerin uygun doz-
ya devam eder. da ve uygun sürede verilmemesi, direnç oluşumundaki en önemli sebep-
Bazı bakteriler, antibiyotik direncini oluşturan genleri plazmid denilen, lerden biridir.
kendi genetik yapısından farklı oluşumların içinde saklar. Penisilin türü an- Sonuç olarak, enfeksiyonlarda antibiyotik kullanım kararını, kültür ve
tibiyotiklerin yapısındaki beta-laktam halkasını parçalayan beta-laktamaz antibiyogram sonucuna göre doktorun vermesi gerekir. Uygun antibiyo-
enzimini kodlayan genler plazmid içerisinde korunur. Plazmidler, bakteri- tiğin, uygun doz ve sürede verilmesi, hastalığın tedavisindeki temel pren-
nin genetik yapısından bağımsız olarak çoğalan yapılardır. Plazmidler, di- sip olmakla kalmayıp antibiyotik direncini azaltacak olan en önemli ön-
ğer bakteri türlerine de geçerek onların antibiyotiklere direnç kazanması- lemlerdir.
nı sağlar. Örneğin N. gonore adlı bakterinin ürettiği ve penisilinleri etkisiz Penisilin -3D
hale getiren penisilinaz molekülünü yapan plazmid, H. influenza bakteri-
sine geçerek onların da penisiline karşı direnç geliştirmesini sağlar. Bakte-
ri DNA’sıyla plazmidler arasında dolaşan, kısaca gezgin DNA parçaları olan Kaynaklar
Kuyucu N., “Antibiyotik Direnci” Çocuk
transpozanlar da antibiyotik direnci açısından önemlidir. Transpozanlar, Enfeksiyon Dergisi, 2007, Özel Sayı 1:33-38
Wiles JA., Bradbury BJ., Pucci MJ., “New quinolone antibiotics: a survey of the literature
ampisilin, kloramfenikol, kanamisin, tetrasiklin ve trimetoprim gibi ilaçla- from 2005 to 2010” Expert Opinion on Therapeutic Patents, 2010, 20:1295-319.
Martinez M., Silley P., “Antimicrobial drug resistance” Handbook of experimental
ra karşı direnç gelişimine yol açar. Özellikle çok kısa süre içerisinde, birden pharmacology, 2010, 199:227-64.
çok ilaca dirençli (multipledrug resistance) bakterilerin oluşmasında ve ya- Drawz SM., Bonomo RA., “Three decades of beta-lactamase inhibitors”, Clinical
Microbiology Reviews, 2010, 23:160-201.
yılmasında transpozanların önemli rolü vardır. Ünal S., “Rasyonel antibiyotik kullanımı”, ANKEM Dergisi, 2005,19(Ek 2):180-181

96
POPÜLER BİLİM KİTAPLARI

12
yaş +

Yeni
kitap...

Diziden çıkan diğer kitap: Fizik öğrenenler ve sınavlara hazırlananlar için


pratik bir başvuru kaynağı

• Tüm anahtar terim ve kavramların açık tanımları


• Anlamayı kolaylaştırıcı resim ve şekiller
• İlgili konular arasında kapsamlı çapraz başvurular
• Ayrıntılı dizin
Gökyüzü Alp Akoğlu

Kış M50: Bu küme Tekboynuz Takımyıldızı sı-


nırları içinde yer alan ve pek iyi tanınmayan,
ancak bulunması kolay olan bir açık yıldız kü-
yüzden fazla yıldızı görülebilir. Kümenin ku-
zeydoğusunda NGC 2438 adlı bir gezegenim-
si bulutsu yer alır. Bu bulutsunun kümenin

Üçgeninin mesidir. Akyıldız’la Prokyon’un arasına bir çiz-


gi çizerseniz, küme yaklaşık olarak bu çizginin
içinde yer alıp almadığı tartışma konusu. Ön-
ceden, bulutsunun kümenin önünde yer aldı-

İncileri
üzerinde yer alır. Akyıldız’dan Büyük Köpek’in ğı düşünülüyordu. Ancak son gözlemler, bu-
burnunu oluşturan yıldıza kadar olan uzaklı- lutsunun kümenin içinde yer alıyor olabilece-
ğın iki katı kadar ilerlediğinizde kümeyi daha ğini gösteriyor. Bulutsuyu görebilmek için te-
kolay bulabilirsiniz. Dürbünle kümenin yakla- leskop şart.

B u yıl kendini pek de göstermeyen kış


mevsimi yakında sona eriyor. Ancak bu
sıralar akşam saatlerinde gökyüzüne baktı-
şık 20 yıldızını görebilirsiniz. 3000 ışık yılı öte-
de yer alan kümenin yaklaşık 200 yıldızdan
oluştuğu sanılıyor.
ğımızda kışın simgesi olan kış üçgenini en iyi M47: Dürbünle 20-25 yıldızı görülebilen
konumunda görebiliriz. Kış üçgeni, gökyüzü- bu küme, Pupa Takımyıldızı’nda yer alır. Dü-
nün en parlak yıldızı Akyıldız (Sirius), Prokyon zensiz bir yapısı olan küme, gökyüzünde kü-
ve Betelgeuse’nin oluşturduğu neredeyse çük bir alanı kaplar. Bu nedenle teleskoplu
mükemmel bir eşkenar üçgendir. Kış üçgeni gözlemler için uygundur. Orta büyüklükte-
aynı zamanda Samanyolu kuşağına yakın ko- ki teleskoplarla kümenin yaklaşık 50 yıldızı-
numda olduğundan bu civarda dikkate değer nı görmek olası. M47’yi gökyüzünde kolayca
başka derin gökyüzü cisimleri de görebiliriz. bulmak için, yine Büyük Köpek’in yıldızların-
Bu ayki köşemizde bunlardan çıplak gözle ya dan yararlanabilirsiniz. Mirzam’dan Akyıldız’a
da dürbünle görebileceklerimize kısaca deği- doğru çizeceğiniz doğruyu bu uzaklığın iki
neceğiz. Orion Bulutsusu dışında değineceği- katından biraz fazla uzatırsanız M47’nin he-
miz gökcisimleri birer açık yıldız kümesi. As- men kuzeyine ulaşırsınız.
lında Orion Bulutsusu da merkezinde bu bu- M46: Küme M47’nin sadece 1,3 derece ka-
lutsuya ışık veren bir yıldız kümesi barındırır. dar doğu-güneydoğusunda yer alır. Yakla-
O nedenle kış üçgeninin incileri arasında ye- şık 500 yıldız içeren küme M47’ye göre daha
M46 ve M47
rini alabilir. uzaktadır. Küçük bir teleskopla bakıldığında
M42: Bölgedeki en belirgin ve en ünlü ci-
sim kuşkusuz Orion Bulutsusu olarak da bili-
nen M42’dir. Çünkü bu bulutsu gökyüzündeki
en parlak bulutsudur. Bunun nedeni, tam an-
lamıyla bir yıldız fabrikası olması ve içindeki
çok genç ve çok parlak yıldızlardır. Bunlardan
özellikle “Trapez” olarak adlandırılan ve bulut-
sunun merkezinde bulunan dördü, M42’nin Betelgeuse
temel ışık kaynağını oluşturur. Orion Bulut-
susu, gökyüzünde bulunması en kolay gökci- Prokyon
simlerinden biri. Bulutsu, parlaklığı sayesinde
şehir içinden bile, ışık kirliliğinden fazla etki-
lenmeyen bölgelerde çıplak gözle seçilebilir.
M42’yi görmek için Orion’un kemerini oluştu-
ran üç parlak yıldızın biraz altına bakmak ye-
terli. Dürbünle bakıldığında, bulutsu çok daha M42
belirgin ve parlak görünür.
M41: Küme, gökyüzünün en parlak yıldı- M50
zı olan Akyıldız’ın 4° güneyinde yer alır. Dür-
bünle bakarsanız, Akyıldız’ı ve M41’i aynı anda
görebilirsiniz. Yaklaşık 100 yıldız içeren bu açık
yıldız kümesi, pek çok kırmızı ve turuncu dev M47
M46
yıldıza ev sahipliği yapar. Bu yıldızlardan en Akyıldız
Mirzam
parlak olanı, Güneş’ten 700 kez daha parlak-
tır. M41, dürbünlü gözlemler için kolay ve gü- M41
zel bir hedef.

98
Bilim ve Teknik Şubat 2011
alp.akoglu@tubitak.gov.tr

07 Şubat
Jüpiter ile Ay
yakın görünümde (akşam)
21 Şubat
Satürn ile Ay
yakın görünümde (gece)
28 Şubat
Vesta küçük gezegeni
(7,8 kadir) Ay’ın 0,9°
kuzeyinde (sabah)

1 Şubat 22.00
15 Şubat 21.00
28 Şubat 20.00

Şubat’ta Gezegenler ve Ay
Merkür, gökyüzünde giderek Güneş’e
yaklaşıyor ve ayın ilk haftasına kadar
sabahları gündoğumundan önce kısa
sürelerle doğu ufku üzerinde görülebiliyor.
Yüksekliği 10 dereceden daha az olacağından
ufku açık, yüksek bir yerden, iyi hava
koşullarında gözlem yapmak gerekecek.
Venüs, geçtiğimiz ay olduğu gibi bu ay
boyunca da sabahları doğu ufkundaki en
parlak gökcismi. Gezegen gündoğumundan
önce yaklaşık 2 saat boyunca görülebilir.
Mars, bu ay Güneş’e çok yakın konumda
olduğundan gözlenemeyecek.
Jüpiter, ayın ilk günleri saat 20.30’a kadar
gökyüzünde. Ancak gözlenebileceği süre
giderek kısalan gezegen ay sonuna doğru 8 Şubat akşamı güneybatı ufku 25 Şubat saat 23.00’da güneydoğu ufku
akşam 2 saat kadar gökyüzünde kalacak. 7
Şubat akşamı batı ufkunda hilal evresindeki günlerde giderek daha da erken doğacağı Ay 3 Şubat’ta yeniay, 11 Şubat’ta
Ay ile yakın görünür konumda olacak. için giderek artan sürelerle gözlenebilecek. ilkdördün, 18 Şubat’ta dolunay, 25 Şubat’ta
Satürn, ayın başında gece yarısından 21 Şubat akşamı doğuda Ay’la yakın sondördün hallerinden geçecek.
yaklaşık 2 saat önce doğuyor. İlerleyen görünür konumda olacak.

99
Yayın Dünyası İlay Çelik

ceği durumlar ele alınıyor. Sonraki bölümde ise Akıcı, samimi ve anlaşılır anlatımı, günlük
bu defa fazla bilinçli düşünmenin yaratabilece- yaşamdan ilginç örnekleriyle Karar Anı çok
ği sakıncalar ve karar verme süreci üzerinde ya- geniş bir okur kitlesine hitap ediyor. Kitabın
ratabileceği olumsuz etkiler anlatılıyor. Son bö- en güzel yanlarından biri sadece bilimsel bil-
lümlerde ise farklı karar verme mekanizmaları- gileri çekici biçimde sunmakla kalmayıp ha-
nı tanımanın ve bunları doğru yerde doğru bi- yatlarımıza uygulama şansı vermesi. Kendi
çimde kullanmayı öğrenmenin doğru karar ver- kararlarını nasıl verdiğini merak eden ve daha
me yeteneğini geliştirme potansiyeli anlatılıyor. iyi kararlar verebilmek için kendini geliştir-
mek isteyen herkese…
Jonah Lehrer “Daha iyi kararlar almak için atılması gere-
1981 doğumlu Jonah Lehrer psikolo- ken ilk adım kendimizi olduğu gibi görmek,
ji, sinirbilim, bilim ve insanlık arasındaki iliş- insan beyninin kara kutusunun içine bak-
ki konularında yazan Amerikalı bir yazar. maktır. Kusurlarımızı ve yeteneklerimizi, güç-
Lehrer Columbia Üniversitesi’nde sinirbi- lü yanlarımızı ve eksikliklerimizi dürüst bir şe-
lim okuduktan sonra Profesör Eric Kandel’in kilde değerlendirmemiz gerekiyor. Bu tür bir
laboratuvarında hafızanın biyolojik işleyi- yaklaşım bugün ilk kez mümkündür. Artık in-
şine ve bir insan bilgiyi hatırlarken ve unu- san zihninin gizemini çözebilecek, davranış-
turken moleküler düzeyde neler olduğu- larımızı şekillendiren karmaşık mekanizma-
na ilişkin araştırmalar yaptı. Aynı zaman- yı ortaya serecek araçlara sahibiz. Yapmamız
da iki yıl boyunca Columbia Review dergisi- gereken bu bilgiyi hayata geçirmektir.”
Karar Anı nin editörlüğünü yaptı. Daha sonra Oxford
Jonah Lehrer Üniversitesi’nde Rhodes bursiyeri olarak
Çev. Ferit Burak Aydar
Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Ağustos 2010
psikoloji, felsefe ve fizyoloji eğitimi aldı. Wi-
red, Scientific American dergileri ile National
Işığın Kalbine Yolculuk

H
Public Radio’nun Radiolab’ına editör ola- Thrinh Xuan Thuan
rak katkıda bulunuyor. Şimdiye kadar The Çev. Aslı Genç
ayatımızda, kişisel gün- New Yorker, Nature, Seed, The Washington Yapı Kredi Yayınları, Genel Kültür Dizisi,

D
lük ihtiyaçlarımızı karşıla- Post ve The Boston Globe dergilerine yazı- Ekim 2010
maktan sosyal davranış- lar yazdı. Jonah Lehrer ayrıca Brink adlı tele-
larımızı gerçekleştirmemize ve işimizi yapma- vizyon programındaki kısa, bilgilendirici se- ünyadaki tüm yaşamın te-
mıza kadar her şey verdiğimiz kararlarla müm- anslarda yer aldı. Türkçe’ye çevrilmiş bir ki- melde ışığa bağımlı ol-
kündür. Karar vermekte olduğumuzun her za- tabı daha bulunuyor: Proust Bir Sinirbilimciy- masından mıdır bilinmez,
man farkında olmasak da tüm davranışlarımız di (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009) ama ışık ve ışığın gizemleri her zaman en çok
kararlarımızın sonucudur. Bu da doğru kararlar ilgi çeken konulardan biri olmuştur. Işık bir ba-
verebilmenin önemli bir yetenek olduğu anla- Yazar Jonah Lehrer tüm bunları tamamen kıma en somut şeylerden biriyken -her yerde
mına geliyor. Bilişsel bilimlerin insan beyninin günlük hayattan örnekler içerisinden anlatı- onu görürüz, her yeri onunla görürüz- bir yan-
karar verme sürecine ilişkin ortaya koyduğu yor. Kitapta bir uçak simulatöründe yaşanan bir dan da asla dokunamadığımız adeta soyut bir
bilgiler, bilimsel açıdan çığır açıcı olduğu gibi kriz anından Amerikan futbolundaki oyun ku- varlıktır. Çevirisi Yapı Kredi Yayınları Genel Kül-
insanlara kendi zihinlerinin işleyişine ilişkin bir rucunun çok kısa süreler içinde oyunun kaderi- tür Dizisi’nden geçtiğimiz yıl çıkan Işığın Kalbi-
içgörü sağlama ve onları daha iyi kararlar ver- ni belirleyecek kararlarına, bir Parkinson hastası- ne Yolculuk adlı kitap tam da bu genel meraka
me yönünde eğitme potansiyeli de taşıyor. Çe- nın kumar düşkünlüğünden bir grup itfaiyecinin hitap eden bol görselli bir popüler bilim kitabı.
virisi Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi’nden geç- devasa bir orman yangınından radikal bir karar- İlk bölüm insanlığın ışığa dair bilgileri-
tiğimiz yıl çıkan Karar Anı adlı kitap, beynimi- la nasıl kurtulduğuna, bir saldırı füzesi ile dost bir ni kronolojik bir sırada aktarıyor. Işığa ve gör-
zin karar vermemizi nasıl sağladığına ilişkin en savaş uçağını çok kritik bir sürede adeta bilinçsiz- meye ilişkin Antik Yunan’daki ilk kuramlardan,
güncel bilimsel bilgileri aktarıyor; bu bilgilerin ce ayırt edebilmiş bir askerden başarılı bir ope- doğuda ise İbnü’l-Heysem’in optik alanında-
günlük yaşamdaki karşılıklarını ve kendi yaşa- ra sanatçısının düşüncelerinin esiri olması sonu- ki önemli katkılarından başlayarak Kepler’e,
mımızda bize sunabileceği katkıları gösteriyor. cu şarkı söyleyemez hale gelmesine kadar, sayı- Descartes’a, Galileo’ya kadar pek çok araştır-
Kitap, farklı karar verme mekanizmaları- sız ilginç hikâye anlatılıyor ve bunların her birin- macının deneylerini ve kuramlarını anlatıyor.
nı ayrı bölümler halinde ele alıyor. İlk iki bölüm de beynin karar alma mekanizması inceleniyor. “Dalga mı Parçacık mı?” başlıklı ikinci bölümde
beynin karar verme sürecinde duyguların işlevi- Lehrer kitap boyunca iyi karar vericilerin na- de 1600’lerde Newton ve Huygens’in parçacık-
ni ve duygusal beyin kavramını ele alıyor. Duy- sıl özellikler taşıdığını irdeliyor. Kitabın son bö- dalga tartışmasından, Planck, Bohr ve Einstein
guları ve aklı (çoğu zaman birbiriyle çelişen) lümünde pilot hatalarından kaynaklı uçak ka- gibi atom fizikçilerinin bulgularına ve kuramla-
apayrı şeyler olarak görmeye daha yatkın olan zalarının, gerçekçi uçuş simülatörlerinin gelişti- rına kadar ışığın doğasına ilişkin bilginin tari-
genel görüşten oldukça farklı bilimsel görüş- rilmesinden sonra büyük ölçüde azaldığını ve hi serüveni anlatılıyor. “Evrende Gölge ve Işık”
ler sunuluyor bu iki bölümde. Daha sonraki iki bunun, simülatörlerin pilotlara kendi karar ver- başlıklı üçüncü bölümde ışık evrensel ölçekte
bölümde ise duygusal beynin kısıtlılıkları, akıl- me süreçlerini tanıma imkânı sağlamasından ele alınıyor, yıldızlar ve galaksilerden gelen ışı-
cı düşünmenin işleyişi ve daha faydalı olabile- kaynaklandığını söylüyor. ğın nasıl incelendiği ve anlamlandırıldığı açık-

100
Bilim ve Teknik Şubat 2011

lanıyor, ayrıca gökyüzündeki bazı ilginç ışık Birbirinden ilginç görselleri, sade ve akıcı an-
olayları anlatılıyor. “Işığa Hâkim Olmak” başlık- latımı, kaliteli baskısı ve kolay taşınabilir boyu- Susanna Davidson
lı son bölümde ise ışığın insanlığın yararına bir tuyla ışığı daha yakından tanımak isteyen tüm Susanna Davidson çocuk kitapları yazan,
teknoloji olarak gelişimi anlatılıyor. Kitabın so- okurlara belgesel tadında bir okuma vaat edi- uyarlayan ve derleyen bir editör. Eserlerin-
nundaki “Tanıklıklar ve Belgeler” isimli bölüm- yor Işığın Kalbine Yolculuk… den bazıları Usborne Publishing kitapların-
de tarihin çeşitli dönemlerinden bilim insanla- “Bu kadar alışılmış olmasına rağmen gize- dan The Holocaust, The Usborne Internet-lin-
rının ve yazarların ışıkla ilgili bilimsel, felsefi ve minden hiçbir şey kaybetmeyen ışık filozof, din- ked Encyclopedia of World Geography With
sanatsal görüşlerini belirttikleri kısa yazılar yer dar, sanatçı ya da bilim insanı olsun, insanları her Complete World Atlas, The Prince and the Pau-
alıyor. Kitap sadece genel kültür amaçlı okuna- zaman büyülemiştir. Peki ışık nereden gelir? Na- per ve çevirileri ülkemizde Türkiye İş Bankası
bileceği gibi genç okurlarımıza araştırmaların- sıl ve hangi hızda yayılır? Ona nasıl hâkim olu- Kültür Yayınları arasında yer alan Bale Düşleri,
da kaynaklık da edebilir. nur? Işık dalga mıdır parçacık mı? Işığın “gerçek” Şehir Faresi ile Kır Faresi, Penguenler, Akıllı Tav-
doğasına ait bu soru XVII. yüzyılda modern fizi- şan ile Aslan, Uykudan Önce Hayvan Masalla-
ğin temel iki kuramıyla ve daha sonra Einstein’ın rı, Küçük Kırmızı Tavuk.
göreliliği ve kuantum mekaniğiyle sonuçlana-
cak olan tutkulu tartışmalara yol açar. Bugün Mike Unwin
astronomlar evrenin ışık kaynaklarını gözlemle- Mike Unwin çocuk ve genç yetişkin ki-
yerek zamanda geriye gidiyor ve evrenin tarihi- tapları yazarı. Eserlerinden bazıları Secrets
ni yazabiliyorlar. Yarın fiberoptik teknolojisi sa- of the Deep: Marine Biologists (Scientists at
yesinde ışık, telekomünikasyonda elektroniğin Work), Climate Change (Planet Under Pres-
yerini alacak. Astrofizikçi Trinh Xuan Thuan, ya- sure), What Makes You Ill? (Starting Point
şamın kaynağı olan Güneş ışığını ve dikkate de- Science) ile ortak yazarı olduğu ve çevirileri
ğer bir teknik fetih olan yapay ışığı inceleyerek, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları’ndan çıkan
bizi parlak bir yolculuğa çıkarıyor.” Yeryüzünde Yaşam, Deneylerle Bilim 1, Vücu-
dunuz ve Siz.

Hayvanlar Dünyası turacak örnekler verilmesi tercih edilmiş. Örne-


Susanna Davidson, Mike Unwin ğin belirli bir bölgenin iklim koşullarının o böl-
Çev. Ilgın Aksoy gedeki birkaç örnek hayvan türü üzerindeki et-

H
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, Kasım 2010 kisinden bahsedilerek hayvanların ortamlara
uyumu kavramına değinilmiş. Hayvanların çok
ayvanlarla ilgili belgesel- çeşitli yaşama stratejilerinden örnekler de bi-
ler her zaman en çok ilgi yolojik çeşitliliğin zenginliğini vurguluyor. Ay-
çeken belgeseller arasın- rıca “Doğayı Korumak” başlıklı bir bölümde de
Thrinh Xuan Thuan dadır. İlginç görünüşlü, ilginç davranışları ve türlerin kaybolmasından ve türleri koruma ça-
Vietnam (Hanoi) asıllı Thrinh XuanThu- özellikleri olan hayvanlar ve onların yaşamları lışmalarından bahsediliyor.
an eğitimini ABD’de, Kaliforniya Teknoloji hemen hemen herkesi kolayca kendine çeker. Kitabın sonunda “Hayvanlarla İlgili Çeşitli
Enstitüsü ve Princeton Üniversitesi’nde aldı. TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları’nın geçtiğimiz Bilgiler” başlıklı kısımda, hayvanlarla ilgili bazı
1976’dan bu yana Virginia Üniversitesi’nde Kasım ayında özellikle genç okurlarımıza hita- ilginç gerçekler, rekor özellikler, minik testler
astrofizik profesörü olarak görev yapmak- ben yayımladığı Hayvanlar Dünyası da tam bu bulunuyor. En sonda ise küçük bir sözlük ve di-
ta. Galaksilerin oluşumu ve evrimi ile Bü- cinsten bir kitap. Kitap geniş boyutu, birbirin- zin yer alıyor.
yük Patlama’daki unsurların sentezi üzeri- den ilginç hayvan resimleri ve kaliteli baskısıy- Kitabın hem genç okurlarımıza hayvanlar
ne çok sayıda makale kaleme alan ve ga- la okurları hayvanlar dünyasında heyecanlı bir dünyasını tanıtmasını hem de onların hayvan-
laksi dışı astronomi konusunda uzman olan keşfe çıkarıyor. ları ve doğayı sevmelerine ve korumalarına kat-
Thuan, evren üzerine bir görüş sunan ve in- Kitabın ilk bölümleri hay- kı sağlamasını diliyoruz.
sanın evrendeki yerini açıklamaya yöne- vanlar âleminde hareket “Hayvanların dünyasında
lik kitaplar yazmayı sürdürmektedir. Başlıca etme, beslenme, beş duyu, ilginç bir yolculuğa çıkıyoruz.
eserleri: La mélodie secrète (Folio Gallimard, iletişim, üreme, büyüme, göç Himalayalar’ın en yüksek
1991), Le destin de l’Univers (Découverte Gal- etme, toplu yaşama, korun- tepelerindeki minik böcekler-
limard, 1992), Un astrophysicien (Champs- ma, yuva yapma biçimleri gibi den balta girmemiş ormanla-
Flammarion, 1995), Le Chaos et l’Harmonie konuları işliyor. Daha sonra kı- rın derinliklerinde yaşayan kıllı
(Folio Gallimard, 2000), L’infini dans la pa- talar temelinde belirgin özel- gergedanlara kadar, dünyanın
ume de la main (Mathieu Ricard ile birlik- liğe sahip hayvan yaşam böl- dört bir yanındaki yüzlerce de-
te, Pocket, 2002), Origines (Folio Gallimard, geleri ve buralarda yaşayan ğişik hayvanı tanıyacağız.
2006) ve Les voies de la lumière (Fayard, bazı hayvan türleri anlatılıyor. Bu yolculuğa ilginç bilgi-
2007) pek çok yabancı dile çevrilmiştir. Kitapta bilgi yüklemesi yap- ler ve etkileyici fotoğraflar eş-
mak yerine temel fikirleri oluş- lik ediyor. “

101
Bilim Tarihinden Prof. Dr. Hüseyin Gazi Topdemir

Tarih Boyunca Geliştirilmiş Evren Modelleri - 1

Güneş Merkezli Evren Modeli


belliydi. Bu nedenle Nurembergli rahip Andre-
as Osiander (1498-1552) tepkileri azaltabilmek
umuduyla kitaba “Bu kitabın varsayımlarıyla
ilgilenen okuyucuya” diye başlayan ve bir özür
dileme metnini andıran önsöz ekledi:

“Yer’e hareket veren ve Güneş’in evre-


nin merkezinde hareketsiz olduğunu be-
yan eden bu çalışmanın tuhaf varsayım-
larının getirdiği yenilik hemen her taraf-
ta duyuldu. Bazı bilim insanlarının tepki
gösterdiğine ve uzun zaman önce sağ-
lam temeller üzerine kurulmuş olan öz-
gür sanatlar arasında bir kargaşalık yarat-
manın doğru olmadığını düşünmüş ol-
duklarına hiç kuşkum yok. Ne var ki ko-
nuyu yakından incelerlerse bu yapıtın ya-
zarının suçlanacak bir şey yapmamış ol-
duğunu göreceklerdir. Zira bir astrono-
Gökkürelerinin Dolanımları’nın 1543 baskısının kapağı mun görevi, göksel hareketlerin geçmişi-
Mikolaj Kopernik
ne ilişkin bilgileri dakik ve özenle topla-
1473 yılında şimdiki Polonya’nın Torun kasabasında doğan Devrimin mimarı Mikolaj Kopernik’ti. Koper-
Kopernik, babasını küçük yaşta kaybedince, papaz olan amcası mak ve bunların nedenlerini ya da onlara
tarafından yetiştirildi. Amcasının isteğiyle Torun’da St. John, nik aslında bir astronom değildi; amacı din ada- ilişkin varsayımları düşünmek ve tasarla-
ardından da Wloclawec Katedral okuluna devam etti. mı olarak görev yapmak olan ve bu doğrultuda
Nicholas Vodka’dan ilk astronomi derslerini aldı. Cracow maktır. Onların gerçek nedenlerine hiçbir
Üniversitesi’nde yükseköğrenimine başladı. Gezegen kuramlarını yedi özgür sanatın öğretilmesine dayanan gele- zaman ulaşılamayacağına göre, geçmişte
çok iyi bilen Albert Brudzewski’den matematik ve astronomi neksel eğitim almış bir entelektüeldi. 1506 yılın-
dersleri aldı ve bazı astronomi aletlerini kullanmasını ve gözlem olduğu gibi, gelecekte de geometri pren-
yapmasını öğrendi. Daha sonra Bologna Üniversitesi’ne da papaz olarak Frauenburg Katedrali’nde gö- siplerinden yararlanılarak bu hareket-
devam etti. Maria da Novaro’dan Ptolemaios sisteminin yetersizliği reve başladığında, doğal olarak dinin ve Kilise- ler hesap edilebilir. Yazar bu konuda mü-
ve düzeltilmesi gerektiğini öğrendi. 1501 yılında Padua’da
rahiplik görevine başlayan Kopernik, 1503 yılında Ferrara nin emrindeydi ve onlara bağlılık yemini etmiş- kemmel bir başarı göstermiştir. Bu varsa-
Üniversitesi’nden hukuk doktoru diploması aldı. Burada Celio ti. Kilisenin resmi evren görüşü olarak benim- yımların doğru, hatta olası olması gerek-
Calcagnini’den (1479-1539) evrenin yirmi dört saatte dolanımının
sakıncalarını ve dönenin evren değil, Yer olması gerektiğini dinledi. senmiş olan Yer Merkezli Evren Modelinin ege- mez. Bu varsayımlar gözlemlere uygun
1506’da Frauenburg Katedrali’ne papaz olarak atandı. menliğine son vermesi ise tam bir ironi oldu. düşen bir hesaba ulaşırlarsa bu kâfidir.”
Burada gözlemler yapan Kopernik, öldüğü yıl olan 1543’te
kendi Güneş Merkezli Evren Modelini tamamladı. Göreve başlayan Kopernik, Katedralin kulele-
rinden birini gözlem kulesi olarak düzenledi ve
Uzun yıllar tek egemen açıklama mode- bugün “Kopernik Kulesi” adını taşıyan bu kuleye Nihayet kitap Nicolai Copernici Torinensis
li olarak varlığını sürdüren Yer Merkezli Evren yerleştirdiği birkaç gözlem aracıyla Ay ve Güneş de Revolutionibus Orbium Coelestium Libri VI
Modeli, Kilisenin de resmi evren görüşü ola- tutulmaları ve gezegenlerin kavuşumlarına iliş- (Torunlu Nikolai Kopernik’in VI Bölümlük Gök-
rak benimsenince, doğruluğu bir tür tartışmaz- kin birçok gözlem yaptı. Çünkü mevcut astrono- kürelerinin Dolanımları Adlı Kitabı) adıyla 1543
lık statüsü kazanmış söylem kümesi haline gel- mi tablolarının yetersiz olduğunu ve bu tablola- yılında basıldı. Kitapta öngörülen evren tasarı-
mişti. Özellikle Batı bilim çevrelerinde büyük ra dayanarak gök cisimlerinin hareketleri ve ko- mı kısaca şöyleydi:
bir güven ve bağlanmayla her türlü astronomi numları hakkında doğru yargılarda bulunmanın Evren küreseldir. Çünkü küre hem mükem-
probleminin çözümünde başvurulan bu mo- olanaklı olmadığını biliyordu. Eğer amaç yeni meldir, hem de en fazla şeyi kapsayabilir. Yer
del, 1543 yılında çok da beklenmedik bir şekil- bir evren modellemekse, bu ancak doğru göz- de küreseldir. Bunu zaten eskiler de biliyorlar-
de başarısızlığa uğradı ve Güneş Merkezli Evren lem kayıtlarıyla olanaklı olabilirdi. Bu düşünce- dı. Gökkürelerinin hareketi dairesel, düzenli ve
Modeli olarak adlandırılan almaşık bir söylem ler ışığında Kopernik, Güneş’i merkeze alan, Yer’i sonsuzdur. Yer de dâhil olmak üzere, bütün ge-
kümesiyle yer değiştirdi. Düşünce tarihinde de bir gezegen gibi Güneş çevresinde dolandı- zegenler Güneş’i merkez alan çemberler üze-
karşılaşılan önemli anlardan birisi olarak kabul ran bir sistem kurdu. Ancak yaşı çok ilerlemiş- rinde dolanırlar. Gök cisimleri şu şekilde sırlan-
edilen bu değişim, Batı’da yeni düşünce dün- ti ve hastalanmıştı. Müsvedde halindeki metnin mışlardır: Merkezde Güneş, Merkür, Venüs, Yer,
yasının temellerini de içerecek şekilde, devrim kitap olarak basılmasının zamanı gelmişti, an- Mars, Jüpiter ve Satürn. Ay ise Yer’in çevresinde
olarak adlandırıldı. cak Kilisenin bu konuda hoşgörüsü olmayacağı dolanır.

102
Bilim ve Teknik Şubat 2011
topdemir@hotmail.com

Bu temel kabulleri doğrultusunda Kopernik, yerleşik


evren anlayışının açıklanmaya ve kanıtlanmaya gereksi-
nimi olduğunu düşündüğü yönlerini irdelemeyi amaçlar.
Bazı noktalarda, Yer Merkezli Modelin sağduyuya dayalı
açıklamalarını, sade bir akıl yürütmeyle aşmaya çalışır.
Metin dikkatlice incelendiğinde, Kopernik’in bütünüyle
gözlem ve deneye dayalı, kanıtlanmış bilgiler önermediği
hemen anlaşılmaktadır. Örneğin evren neden küreseldir
sorusuna, “küre bütün biçimlerin en mükemmelidir” şek-
linde yanıt vermektedir. Devamında “çünkü her şeyi içine
almaya ve içinde tutmaya en elverişli, olanağı en fazla olan
biçimdir” demekte, hatta giderek bu özelliklerinden dolayı,
küreselliğin tanrısal bir özellik olduğunu ileri sürmektedir.
Benzer şekilde, gezegen yörüngelerinin çembersel olması-
nı da, kendi kendini yineleyebilen tek mükemmel hareket
olmasına bağlamaktadır. Çünkü ona göre bir gök cisminin
tek bir çembersel yörüngede düzensiz hareket etmesi söz
konusu olamaz.
Bu açıklamalarından Kopernik’in Güneş’in merkezde ol- oluşturur. Ona göre evren Yer’e göre ölçülemez büyük- Gökkürelerinin Dolanımları’nın
el yazması nüshasında yer alan
duğu bir evren tasarladığı açıkça anlaşılmaktadır. Ancak bu lüktedir ve sınırsızmış izlenimi yaratmaktadır. Duyu algısı evren modelini ve gezegen
tasarımın asıl önemli yönü, yüzyıllarca Yer’in konumunun bakımından Yer evrene göre bir cisimdeki tek nokta, baş- hareketlerini betimleyen çizimler
fiziksel, teolojik ve metafizik çeşitli gerekçelerle belirlenmiş ka bir deyişle sonsuz büyüklükteki bir cismin küçücük bir
konumunu değiştirmiş olmasıdır. Kitabının “Yer İçin Çem- parçası gibidir. Bu yüzden Yer’in evrenin ortasında oldu-
bersel Hareket Söz Konusu Olabilir mi? Yer’in Konumu Ne- ğunu düşünmek bir zorunluluk değil, bir seçimdir. Hatta
dir?” başlıklı bölümünde bu konuyu ele almakta ve şunları bu kadar büyük evren, kendisinin son derece küçük bir
açıklamaktadır: parçasının, yani Yer’in çevresinde 24 saat içinde dönüyor-
sa buna daha çok şaşırmak gerekir. Kopernik’in bu man-
tıksal çıkarımı da harika gözükmektedir.
“Yer’in evrenin merkezinde hareketsiz durdu-
Kopernik, kuramını oluştururken, üçüncü olarak “es-
ğu konusunda düşünürler arasında öyle bir uzlaş-
kiler niçin Yerkürenin evrenin ortasında bir merkez gibi
ma var ki, aksini savunmak gülünç olmaktan öte, dü-
durduğunu düşündüler?” diye sorar. Bu yerinde ve haklı
şünülemez bir şey olarak görülmektedir. Ancak yine
bir sorudur. Çünkü ne Aristoteles’in konuya ilişkin kabul-
de konu dikkatle ele alındığında, bu sorunun henüz
leri, ne de Ptolemaios’un gerekçeleri bu sorunun yanıtını
çözümlenmediği ve bu nedenle de, çalışmamın hiç
oluşturmaktadır. Doğru yanıtın bulunması, problemin
de küçümsenmemesi gerektiği görülecektir. Nite-
tek çözümüdür. Aristoteles, ağır unsurların davranışla-
kim yer değiştirme yoluyla gerçekleşen her hareket
rından çıkarsadığı, “ağır cisimler merkezde ve durağan
ya gözlemlenen cismin ya gözlemleyen kişinin ya da
olarak bulunurlar” kuralına dayanıyordu. Ptolemaios ise,
her ikisinin birden hareketi yüzünden ortaya çıkar.
Yer gibi ağır ve büyük bir kütlenin hareket etmesi halinde
… eş hızda aynı yönde hareket eden cisimler arasın-
parçalanacağını, üzerindeki her şeyin çevreye saçılacağını
da hareket algılanmaz. … Oysa Yer gökyüzündeki
öngörüyordu. Oysa evren Yer ile kıyaslanamayacak kadar
bu dönmenin gözlendiği ve bizim görüşümüzün söz
kocaman olduğu halde hareket etmekte ve parçalanma-
konusu olduğu alandır. O halde Yer’e ilişkin herhangi
maktadır. Bu bir çelişki değil midir? Hareketi kapsayana
bir hareket tasarlanacak olsa, bu hareket onun dışın-
(evren) değil de, kapsanana (Yer) vermek daha mantıklı
daki evrende aynen görünecektir.”
ve gerçekçi olmaz mı? Sınırı bilinmeyen ve bilinemeye-
cek olan tüm evrenin hareket ediyor olması yerine, Yer’in
Kısacası Kopernik, sağduyuya dayanmanın her zaman hareketini kabul etme cesaretini neden gösteremiyoruz?
doğru sonuç vermeyeceğini, bazen soyutlamaya veya Gökyüzünde görülen günlük dönüşün aslında Yer’in ha-
idealleştirmeye de gereksinim olduğunu vurgulamakta reketine bağlı olduğunu niçin ileri süremiyoruz? Bir rıh-
ve Yer’in durağan evrenin devingen olduğu kabul edil- tımdan ayrılırken, ülkeler, kentler geri geri gidiyor gibi
diğinde gözlemlenen gök olaylarının, tersi durumda da gelmektedir. Çünkü gemi sakin bir denizde yol alırken,
yani Yer’e hareket verildiğinde de aynen gerçekleşeceği- gemiciler onun dışındaki her şeyi bu hareketin imgesine
ni belirtmektedir. Bütünüyle doğru olan bu belirlemesi, göre hareket ediyormuş gibi görürler, kendi çevrelerinde-
Yer’e hareket vermek için önemli bir düşünsel kanıt oluş- ki her şeyin ise durduğuna inanırlar. Yer’in hareketinde de
turmaktadır. Bu yeterli olmamakla birlikte, başlangıç için durum aynen böyledir.
iyi bir savunmadır. Nihayet Kopernik, bilimsel olmaktan çok, felsefi ve
Kopernik, Yer’in hareket edebileceğine ilişkin ikinci mantıksal çıkarımlarla ilerlettiği görüşlerini mistik ve me-
kanıtını Yer ve evreni, büyüklükleri açısından kıyaslayarak tafizik tabanlı bir savunmayla sonlandırır:

103
Bilim Tarihinden
böyle bir görüngü o zamana kadar gözlem-
“Her şeyin ilki ve en üstünde olanı, lenmemişti. Sabit yıldızlarda paralaks göz-
kendisini ve her şeyi saran, bunun için de lenmemesi de zaten Yer merkezli Evren Mo-
hareketsiz olan Sabit Yıldızlar Küresidir. delini desteklemek için kullanılan en önemli
Burası adeta bütün öteki yıldızların ha- kanıttı. Kısacası Kopernik’in önerisi heyecan
reketinin ve konumunun dayandığı yer- yaratmaktan öte bir anlam taşımıyordu.
dir. Sonra gezegenlerin ilki olan ve yörün- Diğer taraftan model özgün de değildi.
gesini 30 yılda tamamlayan Satürn gelir. Çünkü sistemin temel düşünsel formları çok
Ondan sonra 12 yıllık yörünge dönüşüy- daha eskilerde ileri sürülmüştü. Yarattığı he-
le Jüpiter var. Sonra iki yılda dönen Mars. yecan da özgünlüğünden değil, Batı için yeni
Dördüncü sıradaki dönüş bir ilmeğe ben- bir düşünsel dönemin ilkelerinin oluşturul-
zeyen Ay çemberiyle birlikte Yer’i içine al- maya başlandığı Rönesans Dönemine denk
dığını söylediğimiz yeri kuşatır. Beşinci sı- gelmesiydi. Herkesin yeniyi aradığı bir sırada
radaki Venüs dokuz ayda aynı yere döner. Kopernik de kendi yenisini ortaya koymuştu.
Altıncı sıradaki yeri ise seksen günlük dö-
Çünkü Gökkürelerinin Dolanımları’nda öne-
nüşüyle Merkür alır. Ne ki hepsinin orta- Aristarkhos’un Güneş Merkezli Evren Modeli
Aristarkhos’un asıl başarısı şekildeki kurguya dayanarak Güneş, rilenler büyük ölçüde Antik Çağın seçkin bil-
sında Güneş durur. Zaten kim bu son de- Ay ve gezegenlerin Yer’e olan göreli uzaklığını geometrik ginlerinden, Sisamlı Aristarkhos (MÖ yaklaşık
rece güzel tapınaktaki bu ışık kaynağını olarak ölçmeyi belirleyen ilk kişi olmasıdır. Güneş ve Ay’ın Uzaklıkları
ve Büyüklükleri adlı yapıtında yer alan bu kanıtlama şöyledir: 310-230) tarafından ileri sürülmüştü.
bütünü eşit biçimde aydınlatabileceği bu
Şekilde Yer-Ay-Güneş açısı 87o, Ay-Yer-Güneş açısı 90o, Aristarkhos, kendi döneminde egemen
yerden başka ya da daha iyi bir yere koya- Yer-Güneş-Ay açısı da 3o’dir. Buradan Yer-Ay uzaklığı=cos 87o x
Yer-Güneş uzaklığı, Yer-Güneş uzaklığı ise= Yer-Ay uzaklığı/cos 87o olan Ortak Merkezli Küreler Modelinin kar-
bilir ki? Kimileri ona haklı olarak evrenin
olarak bulunur. Ancak o dönemde trigonometri ve kiriş hesabı maşık olduğunu ve gözlemleri yeterince
ışığı, kimileri evrenin aklı, kimileri ise ev- bilinmediğinden Aristarkhos, cos 87o değeri yerine interpolasyon
yöntemiyle bu değerin alt ve üst sınırlarını belirlemiş ve bu değeri açıklayamadığını, dolayısıyla da bu başarısız
renin yöneticisi adını veriyor. … Gerçek-
de 1/18<x<1/20 olarak bulmuştur. Böylece Yer-Güneş uzaklığı= modele almaşık, Güneş’i evrenin merkezi-
ten de Güneş sanki bir kral tahtında otu- 19xYer-Ay uzaklığı olacaktır. Bu hesaplama yöntemi çok başarılı
rur gibi çevresinde dolaşan yıldız ailesini olmakla birlikte, verilerdeki yanlışlıklardan dolayı sonuç ne alan ve Yer de dâhil bütün gezegenlerin
yönetiyor.”
gerçek değerden çok farklı çıkmıştır. 87 derece olarak verilen açının onun etrafında dairesel yörüngelerde dolan-
gerçek değeri 89 derece 50 dakika, Yer-Güneş-Ay açısı da 3 derece dıklarını öngören yeni bir evren modeli kur-
değil 1/6 derecedir. Bu veriye göre gerçek değer 400 x Yer-Ay
uzaklığına eşittir. mak gerektiğini fark eden ender bilim insan-
larından biriydi.
Kısacası, Kopernik’e göre, gezegenlerin ve bu kozmolojiye karşı çıkmak dine karşı çık- Aristarkhos’un Güneş merkezli evren
hareketlerinde gözlemlenen farklılıklar an- mak olarak algılanmaktaydı. Ptolemaios’un modelinin ana ilkelerini betimlediği ve za-
cak Yer’in hareketli olmasıyla anlaşılabilir. matematiksel olarak da desteklemeyi başar- manımıza kadar gelmiş olan Güneş ve Ay’ın
Yer’in hareket ettiği kabul edildiğinde, görü- dığı bu model aynı zamanda gök olaylarının Uzaklıkları ve Büyüklükleri adlı yapıtı, uzun
nen pek çok düzensizlik ortadan kalkmakta açıklanmasında belirgin bir başarı kazanmıştı yüzyıllar astronomların başvuru kaynağı ol-
ve anlamlı hale gelmektedir. ve bunun yarattığı bir güven ve bağlanma muştur. Burada öncelikle şu önermelerin ileri
Böylece Güneş’i merkeze alıp, Yer’i de söz konusuydu. Daha önce değinildiği üze- sürüldüğü görülmektedir:
onun konumuna taşıyan Kopernik, Güneş re, algılarımız da Yer’in evrenin merkezinde
Merkezli Evren Modelini kurmuş oluyordu. hareketsiz olarak durduğuna ve göğün yirmi 1. Ay ışığını Güneş’ten alır.
Kitabının basılmış nüshasını ölümünden dört saatte çevremizde döndüğüne tanıklık 2. Yer, Ay küresinin
birkaç saat önce görme şansını elde etse de, etmektedir. Diğer taraftan Yer’in hareketi ka- merkezinde bulunur.
eserinin yaratacağı etkiyi öngörmüş olduğu bul edildiğinde, ortaya çıkan sorunlara cevap 3. Yarımay zamanında, Ay’ın aydınlık
kesindir. Çünkü kitapta yer alan düşünce- vermeyi sağlayacak bir fizik bilgisi yoktu. Ör- yüzeyi ile karanlık yüzeyini
lerinin yüzlerce yıl boyunca savunulmuş ve neğin Yer döndüğüne göre yukarı atılan taş ayıran düzlem gözden geçer.
benimsenmiş bir kuramın varlığına son ve- nasıl oluyordu da yine aynı noktaya düşüyor- 4. Yarımay zamanında, Ay’ın
receğini biliyordu. Kuşkusuz bilmediği şeyler du. Sabah yuvalarından uçan kuşlar yuvaları- Güneş’e olan uzaklığı 87 derecedir.
de vardı. Örneğin, bin bir zorluğa karşın Yer’e na nasıl geri gelebiliyorlardı. Yer dolanıyorsa 5. Yer’in gölgesi (tutulma döneminde)
hareket verilse bile, bu hareketin fiziksel ola- üzerindeki nesneler niçin etrafa saçılmıyor- iki Ay çapına eşittir.
rak temellendirilmesi başlı başına bir sıkıntı lardı gibi soruların o dönemde cevaplanması 6. Ay’ın çapı 2 derecedir.
kaynağıydı ve çözümü de Kopernik’te bulun- neredeyse olanaksızdı. Çünkü henüz Galileo
mamaktaydı. yeni fiziği geliştirmemişti. Dolayısıyla Ko- Bu temel önermelere dayanarak Aristark-
Kopernik’in hayatının son anında bilim pernik, bir taraftan Aristoteles fiziğine karşı hos, öncelikle iki yarımay arasındaki arayı
topluluklarının önüne koyduğu bu evren mo- çıkarken, diğer taraftan kendini savunmak ölçer ve 30 gün olarak bulur; buna göre Ay,
deli, beklendiği gibi hemen benimsenmedi. için de Aristoteles fiziğine dayanmak zorun- 30 günde 360o lik, 1 günde ise 12o lik yay kat
Modelin önünde birçok engel bulunmaktay- da kalıyordu ve bu nedenle de inandırıcı ola- etmektedir. Daha sonra ilk dördün ile son
dı. Bunlardan birisi Hıristiyan teolojisiydi. Yer mıyordu. Daha köklü sorunlar da vardı elbet. dördün arasında geçen süreyi ölçer ve bunu
merkezli kozmoloji, uzun bir zamandan beri Eğer Yer yörünge hareketi yapıyorsa, sabit yıl- da 15,5 gün olarak bulur. Bu bilgilerden ya-
Hıristiyanlığın evren görüşü haline gelmişti dızlarda paralaks görünmesi gerekirdi. Oysa rarlanarak Yer-Güneş uzaklığını, Yer-Ay uzak-

104
Bilim ve Teknik Şubat 2011

lığının 19 katı olduğu sonucuna ulaşır. Bu hesaplama 2. Yer Merkezli Evren Modeli, duyumlara ve sağduyuya
yöntemi çok başarılı olmakla birlikte, verilerin yeterince uygun düşen Aristoteles fiziği tarafından destekleniyor-
dakik olmaması dolayısıyla sonuç gerçek değerden çok du. Oysa Güneş Merkezli Evren Modelinin böyle bir deste-
farklı çıkmıştır. ği yoktu. O günlerde oluşturulmuş olan niteliksel fizik ağır
Aristarkhos’un, Güneş ve Ayın uzaklıklarını ve büyük- unsurların evrenin merkezinde ve durağan olarak bulun-
lüklerini ölçmeye girişen ilk kişi olması bakımından öv- ması gerektiğini öngörüyordu. Yer de ağır unsurlardan
güyü hak ettiği açıktır. Aynı zamanda evrene ilişkin bazı oluştuğuna göre, evrenin merkezinde olmalıydı.
varsayımlar da ileri sürmüştür: Aristarkhos’un Güneş Merkezli Evren Modeli kendi
fizik sistemini kuramamış olması dolayısıyla tutunama-
1. Sabit yıldızlar ve Güneş hareketsizdir. yınca, 16. yüzyıla kadar astronomi tarihinde savunulan
2. Yer, Güneş çevresinde dolanır. tek evren modeli Yer Merkezli Evren Modeli olmuştur.
3. Güneş sabit yıldızlar küresinin de merkezidir. Antikçağda belirtilen nedenlerden dolayı benimsenen
bu modelin ortaçağlardaki gelişimi ise çeşitli farklılıklar
Böylece Aristarkhos’un, Kopernik’ten yaklaşık 1800 göstermiştir. Özellikle İslâm Dünyasındaki gelişmelerin
yıl önce Güneş merkezli sistemi geliştirdiği ve evrenin seyri bazı bakımlardan dikkat çekici özellikler göstermiş-
gerçek yapısını bulmaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu çok tir. Ortaya çıkan farklılığın iki önemli nedeni olduğu anla-
önemlidir. Çünkü onu izleyenler matematik modellerle şılmaktadır:
görünüşü kurtarmaya çabalamaktan öteye gidememiş-
lerdir. Bazı dairesel hareketlerin birleştirilmesiyle oluştu- a. Aristoteles’e gösterilen derin saygı,
rulan bu sistemler, evrenin gerçek fizik düzenini vermek yani muallim-i evvel (birinci hoca) kabul
yerine görünüşü kurtarma çabasına yönelikti. edilmesinin yarattığı otoriteye saygının
Bu sistem, o dönemde iki temel nedenden dolayı ka- öne çıkarılması.
bul görmemiştir: Bu duygunun bir sonucu olarak
1. Sağduyu, yani insanların dikkatini görünen dünya- bazı bilim ve düşün insanları, Aristotelesçi
nın görünen olgularının görünen değişimleriyle sınırlan- evreni betimleyen yer merkezli sistemi
dırmış olmalarıdır. Bu sınırlandırma, insana kendisinin ve özgün haliyle benimsemeye
üzerinde bulunduğu Yer’in her şeyin merkezinde olduğu aşırı titizlik göstermişlerdir.
duygusunu vermektedir. Bundan dolayıdır ki bilimsel b. Bu duygunun sonucu olarak Aristoteles’ten
açıklamanın sağduyuyla sınırlı olduğu dönemlerde in- sonra Yer merkezli modelin, gezegen
san Yer’i kendisine başvuru noktası olarak almış ve evre- dolanımlarındaki düzensizlikleri açıklamak için
nin merkezine yerleştirmiştir. Duyular Güneş’in her gün geliştirilen dışmerkezli ve çembermerkezli
Doğu’dan doğup Batı’dan battığını, Yer’in ise hiç hareket düzeneklerin Aristotelesçi anlayışa
etmediğini algıladığına göre, bunun aksini iddia etmek aykırı bulunarak karşı çıkılmasıdır.
duyuların sağladıklarını yadsımak olurdu.

Aristarkhos’un kitabında
yer alan Ay Tutulması hesabı

105
Bilim Tarihinden
İslâm Dünyasında dile getirilen bu durum olan evren düzeni, yani Ptolemaios sistemi, Kopernik’in yapıtı ve onun sistemini konu
özellikle daha sonra Batı Dünyasında yeni Aristoteles’in, Yer’i evrenin merkezinde kabul alan kitaplar, 1882 yılına kadar kilisenin ya-
model arayışlarını gündeme getirmiştir. Önce eden fiziğini temele alıyordu. Her ne kadar bu sakladığı kitaplar listesinde yer aldı ve bu
daha eskiye Eudoksos’un Ortak Merkezli Kü- sistemin hesaplama yöntemi büyük başarı tarihte Kardinaller Meclisi, Katolik çevrelerde
reler sistemine geri dönüş öngörülürken, bu göstermiş idiyse de, zaman içindeki gelişme- Kopernik’in okutulabileceğini ilan etti. Diğer
sistemin karmaşıklığı da benimsenmesine ler bazı hatalı noktalarını ortaya çıkarmıştı. taraftan bu yeni sistemin bazı sorunların ya-
engel olmuş ve yeni bir evren modeli arayışı Ayrıca Ptolemaios sisteminin yarattığı sorun- nıtını verememesi, yayılmasını ve gelişmesini
hızlanmıştır. Bu süreçte özellikle Hıristiyan lar ve güçlükler bazı astronomları yeni sistem engelleyen en önemli etkenlerden biriydi. Bu
Ortaçağ’ındaki teolojik yaklaşımların gittikçe arayışına götürmüştü. Ancak bu sistemlerden konudaki tartışmalar, Galileo’nun modern fi-
daha sistemli hale gelmesi ve ardından sko- hiçbiri, henüz matematikteki gelişmelerin ziğin temellerini atmasıyla son bulmuş, böy-
lastik bir yapı içerisinde katılaşıp, donuklaş- belirli bir düzeye gelmemesi ve Yer’in evrenin lece düşünce tarihinde, yeni atılımlara sahne
ması aynı zamanda Yer Merkezli Evren Mode- merkezinden kaldırılmasına olanak sağlaya- olacak, yepyeni bir ufuk açılmıştır.
linin de kırılma noktasını oluşturmuş ve önce cak yeni bir fiziğin geliştirilememiş olması
düşünsel zeminde bazı karşı çıkışlar başlamış nedeniyle, başarıya ulaşamamıştı.
ardından da, Kopernik tarafından yeni bir ev- 2. Rönesans terim olarak “yeniden doğuş”
ren modeli oluşturulmuştur. Peki, Kopernik anlamına gelmektedir ve tarihte bu ifade,
neden başarılı oldu? öğrenimin, sanatın ve edebiyatın yeniden
canlanmasını belirtmek amacı ile 1450-1600
Bunu iki farklı bağlamda değerlendirmek yılları arasındaki döneme verilen addır. Rö-
gerekmektedir: nesans döneminde ortaya çıkan gelişmeler
1. Yer Merkezli Evren Modelinin içerik ola- insanların dikkatini bir yandan doğaya, diğer
rak çok eskimiş ve kendini yenileyememiş yandan kendi üzerine yöneltmişti. Bu yöneliş
olması. sonucunda insanlar doğayı ve evreni gerçek
2. Rönesans döneminin yarattığı yenileş- mahiyetiyle kavramayı öne çıkardılar ve so-
me duygusunun bilimde, felsefede ve sanatta nuçta insanların doğaya ilişkin görüşleri de-
yarattığı atılım. ğişti, bilgi düzeyleri arttı.
1. Yer Merkezli Evren Modeli uzun yıllar Bu dönemde bilime ve sanata duyulan
boyunca pek çok problemin çözümünde ba- ilgiden astronomi de payını aldı. Bu ilgi Pto-
şarısızlığa uğramış ve yetersizliği anlaşılmıştı. lemaios sisteminin ayrıntılı olarak öğrenilme-
Sistemin daha iyi hale nasıl getirilebileceği sine yol açtı ve sonuçta Ptolemaios’un her
düşünülüyordu. Bunun için de iki seçenek gezegeni tek olarak ele aldığı, bir gezegenin
vardı: diğer gezegenlerle ilişkisini dikkate almadığı,
ancak her gezegenin Güneşle ilişkisini mu-
a) Ya Yer merkezden kaldırılacak, hakkak kurduğu anlaşıldı. Böylece Ptolema-
b) Ya da yeni bir hesaplama ios sisteminde Güneş’in özel bir yeri olduğu
tekniği getirilecekti. görüldü ve bu durum insanların kafasında
Yer’i merkezden kaldırmak Güneşin merkeze alınmasının daha akla yat- Kaynaklar
Abetti, Giorgi, The History of Astronomy,
olanaklı değildi, çünkü dinsel kın olacağına ilişkin bir fikrin doğmasına yol Sidgwick and Jacksoni, 1954.
bir anlam taşıyordu. açtı. Aristoteles, Fizik, Çev. Saffet Babür, Yapı ve Kredi, 1997.
Bernal, J. D., Modern Çağ Öncesi Fizik,
Buna karşı gelmek dinsizlikle Diğer taraftan Yer merkezli kozmolojinin Çev. Deniz Yurtören,
TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 1995.
eşdeğerdi. Hıristiyan dininin kozmolojisi olarak kabul Bynum, W. F., Dictionary of The History of Science,
Princeton University, 1984.
Hesaplama tekniği ise dairesel edilmesi de karşıt düşüncelerin kabul edil- Cohen, I. Bernard, The Birty of a New Physics,
yörünge fikrine dayandırılmıştı. mesini güçleştiriyordu. Yer’i merkezden kal- W.W. Norton & Company, 1992.
Copernicus, Nicolaus, Gökcisimlerinin Dönüşleri Üzerine,
Daire dışında bir şekil kabul etmek dırmak, dine karşı gelmek veya onunla çatış- Çev. Saffet Babür, Y. K. Y., 2002.
Crombie, A. C., Augustine to Galileo the History of Science
olanaklı değildi, çünkü bilgi maya girmek anlamına geliyordu. Rönesans A.D. 400-1650, Melbourne: William Heinemann, 1957.
Cushing, James T., Fizikte Felsefi Kavramlar I,
düzeyi buna izin vermiyordu. ve reform düşüncesi bu katı tutumu ciddi Çev. B. Özgür Sarıoğlu, Sabancı Üniversitesi, 2003.
Böylece Kopernik bir yol ayrımına şekilde yumuşatmıştı. İşte Kopernik, böyle bir Dreyer, J. L. E., History of the Plenatary System from
Thales to Kepler, Dover, 1953.
düşmüştü. Seçimini belirleyecek süreçte ortaya çıktı. Grant, E., Orta Çağda Fizik Bilimleri,
Çev. Aykut Göker, Verso, 1986.
etmen kuşkusuz ki, kolaylık ve Gökkürelerinin Dolanımları’nın 1543 yılın- Middleton, W. E. K., The Scientific Revolution,
yalınlıktı, o da Yer’in merkezden da yayımlanmasının bilimde ve insan düşün- Schenkman Pub. Co., 1963.
Ronan, Colin A., Bilim Tarihi,
kaldırılmasını seçti. cesindeki etkileri çok derindir. Kant’ın (1724- Çev. Ekmeleddin İhsanoğlu & Feza Günergun,
TÜBİTAK Akademik Dizi, 2003.
1804) da belirttiği gibi, getirmiş olduğu görüş Sayılı, Aydın, Copernicus ve Anıtsal Yapıtı,
Unesco Türkiye Milli Komisyonu, Ankara 1973.
Kopernik dünyaya ve evrene yeni bir an- köklü bir değişikliğin sembolüdür. Bu yüzden Tekeli, S. vd., Bilim Tarihine Giriş, Nobel, 2010.
layış, yeni bir düzen getirmek iddiasındaydı. bilim tarihi açısından bu yapıt Orta Çağla Yeni Topdemir, H. G. ve Unat, Y., Bilim Tarihi,
Pegem, 2008
Getirdiği düzende Dünya, yeni bir yörünge- Çağı birbirinden ayıran sınır taşı olarak kabul Unat, Y., Astronomi Tarihi, Nobel, 2001.
ye oturtulmuştur. Kopernik’e kadar egemen edilir.

106
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Bilim ve Teknik’le Kırk Yıl Alp Akoğlu

Şubat 1971
Bilim ve Teknik’in 40 yıl önceki sayısı olan Şubat 1971’de yer alan başlıkların bazısı şöyle:
Dünyada ve Bizde Elektrik Enerjisi, Keban Barajı, Bir Türk Bilimadamı Tanıtıyoruz:
Dr. Temel Çakaloz, Ay’la İlgili Umulmayan 5 Buluş, Luna 16, Pastör’ün Bıraktığı
Büyük Miras, Yapıştırıcı Maddeler, Mekanik İnekten Alınan Süt, Ay Arabası için Dev bir
Adım, T. B. T. A. K. Burs Programları, Refleks Fotoğraf Makinesi, Harika Bir Sayı: 9

Derginin Şubat 1971 sayısında Keban Barajı kapak konusu olarak seçilmiş ve
bu konuya geniş yer ayrılmış. Bu ayki köşemizde yine 40 yıl önceki dergide geniş yer
ayrılan “Ayla İlgili Umulmayan 5 Buluş” başlıklı yazıdan bazı bölümleri derledik.

Ayla İlgili daha büyük oluyordu ve Ay toprağı ile beslenen


bitkiler yeryüzünde en iyi gübrelenmiş toprakta
İnsanoğlu uzaya ilk adım atma cesaretini
gösterince birçok bilgin kötü sonuçlardan bah-
Umulmayan 5 Buluş özel olarak yetiştirilenlerden bile daha kuvvetli ve setmişti. Bunlardan çok azı doğru çıktı. Fakat ha-
büyük oluyorlardı. la anlaşılamayan ikinci trend astronotların her
Apollo 11, 12 ve 13 yolculuklarını izleyen ay- Laboratuvarın baş botanik uzmanı Dr. yolculukta ağırlıklarından bir miktar kaybetme-
lar içinde yapılan araştırmalar çeşitli sorula- Walkingshow’a göre Ay toprağı ile gübrelenen leridir. Tipik olarak bu 2,5 ila 5 kg kadardır. Dr.
rın ortaya atılmasına sebep olmuştur. Tanınmış bitkilerin böyle mükemmel bir şekilde gelişme- Fisher’e göre bu vücudun kendini ağırlıksızlığa
Amerikan dergisi Science Digest, Houston Uzay sinin nedeni Ay’da atmosferin bulunmamasıdır. uydurmasından ileri gelebilir, fakat bu durum-
Merkezi’nin araştırmacılarıyla görüşmüş ve on- Oksijeni olmayan bir çevrede oluşmuş olan Ay dan herhangi bir problem meydana gelmiş de-
lardan birçok yeni bilgiler toplamayı başarmıştır. toprağı oksijenden arınmış durumdadır. Bu nite- ğildir. Doktorlar ağırlık kaybının elektrolit denge
İlk bitkisel incelemeler Ay toprağının bitkilere liği yeryüzünün toprağında taklit etmeye imkan probleminden ileri gelmesinden şüphelenmekte-
zararlı bir etkisi olup olmadığının anlaşılması için yoktur. Ay toprağının bu oksijenden arınmış du- dirler. Bu problemi çözme görevini ayrı bir labora-
yapıldı. Tohumların ekildiği toprağa Ay toprağın- rumunun bitki tarafından oluşturulan büyümeyi tuar üzerine almıştır.
dan biraz serpiliverince daha büyük ve daha ye- sınırlayıcı hormonların etkisini kaldırmış olması Astronotlar tarafından toplanan torbalarca
şil bitkiler elde edildiği hayretle görüldü. Hücreler ihtimali vardır. Bu sınırlama ortadan kalkınca bit- taş Dünya’ya erişmeden çok önce bütün dünya
ki de büyür, tıpkı “Alice Harikalar Diyarında”gibi. laboratuarları bu taşları incelemek için bir sürü
Apollo karantina deneylerinden alınan ikin- plan hazırladı. Taşlar gelince parçalara bölündü-
ci beklenmedik sonuç mikrobiyolojiktir. Apollo ler, kesildiler, kontrol edildiler, delindiler, zımpara-
11’in getirdiği toprağın bulunduğu tüpten alınan landılar ve onlardan her türlü bilgiyi meydana çı-
bir parça üzerine konulan Dünya bakterilerin- karabilecek her cins alet ve yöntemle denendiler.
den üç türü ölmüştür. Mikrobiyoloji uzmanı Dr. G. İlk raporlar pek yavandı, onlarla taşların içinde-
Taylor, üç bakteri türü Pseudomonas aerugino- ki mineraller ve 3,3 ila 3,5 milyar yıl arasında yaş-
sa, Azobakter vinelandil ve Staphylococcus aue- ları tespit edilebilmişti. Bununla beraber özel bir
rus, Apollo 11’in getirdiği alt toprağın bulunduğu taş bulundu. Yaşı 4,6 milyar yıldı. Bilginlere göre
tüpten alınan malzemeyi kapsayan sıvı kültürleri bu Güneş Sistemi’nin başında meydana gelmişti.
içine konulduktan sonra 20 saat içinde ölmüşler- Bu taş Ay’ın Fırtınalar Denizi’nden alınmış ve
dir demiştir. Aynı bakteri türleri aynı şekilde Apol- bir milyar yıl daha genç taşlarla beraber aynı do-
lo 11 ve Apollo 12’nin getirdiği alt tabakalara ait layda bulunmuştu. Daha önceki buluşlar birçok
toprakla temasa getirildikleri zaman bir şey ol- bilgini Ay’ın Güneş Sistemi’nin öteki üyeleriyle be-
muyor ve yaşamaya devam ediyorlardı. Mikrobi- raber oluşmuş olduğuna ikna etmişti, ki bu da 4,5
yologlar artık durumu bildiklerine göre mesele bu milyar yıl önceydi. Aynı zamanda 3,5 milyar yıl
ölümün sebeplerini meydana çıkarmaya kalıyor- önce oldukça kısa bir devrede Ay’ın yüzeyinde-
du. Bu husustaki çalışmalar hala devam etmek- ki lavların aktığı da anlaşılmaktadır. Aynı çevre-
tedir. Apollo 14’ün Ay’ın alt tabakalarından geti- de 3,5 ve 4,6 milyar yaşındaki taşların bulunması
receği malzeme ele geçince onun da bakterileri birçok bilginin daha önceden tahmin ettiği gibi,
aynı esrarlı şekilde öldürüp öldürmeyeceği araş- 3,5 milyar yaşındaki lavlar 4,5 milyar yıllık Ay’ın
tırılacaktır. yüzeyini ince bir katmanla örtmüştür.

107
Matemanya Muammer Abalı

0 Beyne Gıda
x+ y<10

Biz çocukluğumuzda herhalde pek zeki değildik. Örneğin yedi yaşımızdayken birbirimize
“Söyle bakalım, birinci ve ikinci bildiği halde, sonrakilerin bilmediği nedir?” gibi sorular sormazdık.
O nedenle de, şimdilerde, böyle bir sorunun yanıtı ne olabilir hiçbir fikrimiz yok. Aslında belki çoğul
konuşmamalıyım. Ben kendi halimi yaygınlaştırarak, kendi çaresizliğimi ortaklar bularak aşmak
istiyorum herhalde. Sorunun yanıtı “Bir yere, bir toplantı mekânına ilk kimin geldiği” imiş.

Bu ay, dergi elinize geçtiğinde ara tatilde olacaksınız herhalde. Bel- Burada Goldbach Kestirimine başvuruyoruz: “Her çift sayı iki asal
ki beyniniz gıdasız kalır diye, birlikte bir mantık sorusunu çözelim is- sayının toplamı olarak yazılabilir”. Eğer toplam tek ise, emin olursu-
tedim. nuz ki sayıların ikisi birden asal olamaz. T’ye “Ben zaten biliyordum.”
Soru şöyle: dedirten budur.
Aklımdan birden büyük, birbirinden farklı iki tam sayı tutaca- Demek ki sayılardan birisi çift, birisi tek olmalı. Yoksa toplam tek
ğım, x ve y. Toplamları 100’den az olacak; x+y<100 olamaz.
Birinize sayıların toplamını (x+y), diğerinize çarpımını söyle- Buradan hemen çarpımın çift olması gerektiğini de çıkarabiliriz. Bi-
yeceğim (xy). liyoruz ki, bir çift sayı ile bir tek sayının çarpımı daima çifttir.
Bana sayıları söyleyebilecek misiniz?
Özetlersek: Birisi çift, birisi tek iki sayı ile karşı karşıyayız.
İkisi de kaleme sarıldı. Bir zaman sonra:
Çarpımlardan bütün tek sayıları eleyebiliriz. Bütün kareleri eleyebi-
Çarpımları bilen (Ç): Ben bu sayıları bilemedim! liriz. Bütün küpleri eleyebiliriz.
Toplamları bilen (T): Ben senin bilemeyeceğini zaten biliyor-
dum. Ben de bilemedim. Toplamlardan bütün çiftleri de elememiz lazım. Bu son nokta
Ç: Hah, şimdi buldum. önemli, çünkü çözüm kümemizi oldukça daraltıyor.
T: Ben de buldum!
Biraz daha kafa patlatalım bakalım: T, “Ben zaten biliyordum.” dedi-
Bu bilgiler ışığında sayıları bulabilir misiniz? ği anda, Ç, T’nin elinde tek sayının olduğundan emin oluyor. Ama aca-
ba başka çıkarsamalar da yapabilir mi? Örneğin x+y=39 olabilir mi?
Cevap parlak zekâ ürünü filan değil. Biraz uğraştırıcı ama nasıl uğ- 26+13=39 diye söylüyorum. Eğer x+y=39 olsaydı, xy=2.13.13 olurdu
raşacağınızı bilmek, yolu tayin etmek mantık işi. Sayıları teker teker ki Ç bunu hemen yakalar ve sayıları bulmuş olurdu. Benzer şekilde,
denemek bir yol haliyle. Hele şimdi, küçük bir program yazarak dene- demek ki bir asal sayının katları olan toplamlar da listeden çıkarılma-
ye deneye sonuca varmak olanaklı. Ama aradığımız bu değil. Çözü- lıdır. 51 örneğin; 34+17 şekliyle bakıldığında, Ç’nin elinden kurtulmuş
mü akılla bulmalı. olmaması gerekirdi.

Ç “Ben bu sayıları bilemedim” dediğinde, bize ne bilgiler vermiş Eleme işini yaptığımızda (bu biraz can sıkıcı olabilir) çözüm küme-
oluyor bir bakalım: sinde olabilecek x+y toplamları listesinin şu listeye indiğini buluruz:
Öncelikle, iki sayının çarpımını, asal çarpanlarına ayırıp bakmış ol-
masını beklerdik kendisinden. Eğer sayı iki asal sayının çarpımı olsay- Aday Toplam Kümesi:
dı, sayıları hemen bulmasını beklerdik. O halde, iki asal sayının çarpı- 11, 17, 23, 27, 29, 35, 37, 41, 47
mı olan bütün sayıları elememiz lazım çarpım listesinden. Ek olarak,
iki sayı birbirinden farklı olduğuna göre karelerin de elenmiş olma- Bundan sonrası da biraz “hamallık” diye adlandırdığımız türden.
sı gerekir. Yukarıdaki 9 sayının toplamaya göre bileşenlerini bulmalı, içlerin-
Demek ki sayıların ikisi birden asal sayı olamaz. den uygunsuzlarını elemeliyiz. Örneğin 11 sayısının 2+9, 3+8, 4+7 ve
T “Ben senin bilemeyeceğini zaten biliyordum” dediğine göre, aca- 5+6 sayılarından oluşabileceğini görüyoruz. Bunların içinden 5+6 uy-
ba nereden biliyordu? Elinde sadece iki sayının toplamı bilgisi var. gunsuz bir toplamdır. Çünkü 5+6=11 durumunda xy=30 olacaktır, ki
T, x ve y asal sayılar olsaydı, Ç’nin sayıları bulabileceğini çıkarmış ol- 30=2x15 nedeniyle x+y=17 toplamını verecektir. Bu tür birden fazla
malıdır. Ama o zaten, Ç’nin elinde iki asal sayının olamayacağını bili- bileşen elemek gerekir. Çünkü böyle bir durum, Ç’yi ikileme düşürür-
yor. Nasıl acaba? dü ve “şimdi buldum” diyemezdi.

108
Bilim ve Teknik Şubat 2011

Bu düşüncelerle hazırlanmış xy, x,y ve x+y


listesi aşağıdaki gibi oluşuyor.

xy x y x+y
18 2 9 11 186 6 31 37
24 3 8 11 232 8 29 37
28 4 7 11 252 9 28 37
52 4 13 17 270 10 27 37
76 4 19 23 322 14 23 37
112 7 16 23 336 16 21 37
130 10 13 23 340 17 20 37
50 2 25 27 180 5 36 41
92 4 23 27 114 3 38 41
110 5 22 27 148 4 37 41
140 7 20 27 238 7 34 41
152 8 19 27 288 9 32 41
162 9 18 27 310 10 31 41

170 10 17 27 348 12 29 41

176 11 16 27 364 13 28 41
182 13 14 27 378 14 27 41
54 2 27 29 390 15 26 41
100 4 25 29 400 16 25 41
138 6 23 29 408 17 24 41 Ç, T’nin aday 10 sayısını listeledikten sonra “Hah şim-
154 7 22 29 414 18 23 41 di buldum!” dediğine göre, xy listedeki 76 sayıdan biri
168 8 21 29 418 19 22 41 olmalıdır. O zaman listedeki bildiği sayının karşısındaki
x.y ikilisini seçecektir. Örneğin xy=150 olsaydı, sayıların
190 10 19 29 132 3 44 47 5 ve 30 olduğu sonucunu çıkaracaktı, x+y=35 aday sa-
198 11 18 29 172 4 43 47 yılardan birisi olduğundan.
204 12 17 29 246 6 41 47
T “Ben de buldum!” dediğine göre, elinde öyle bir
208 13 16 29 280 7 40 47 x+y olmalı ki, sonuçtan şüpheye düşeceği bir durum ol-
96 3 32 35 370 10 37 47 mamalı. Örneğin elinde x+y=35 bilgisi olsaydı, olası 12
x,y çiftinden hangisi olduğunu bilemeyecek ve “Ben de
124 4 31 35 396 11 36 47
buldum” diyemeyecekti. Demek ki elinde öyle bir top-
150 5 30 35 442 13 34 47 lam var ki, bu toplamı veren sadece tek bir x,y ikilisi var:
174 6 29 35 462 14 33 47
Listeyi incelersek bu sayının 17 olduğunu görürüz.
196 7 28 35 480 15 32 47
216 8 27 35 496 16 31 47 Vardığımız sonuç x=4, y=14, xy=52 ve x+y=17
234 9 26 35 510 17 30 47
Aslında zor değil, sakin kafa gerektiriyor. Zaten ma-
250 10 25 35 522 18 29 47
tematik hep sakin kafa gerektirir. Matematikçilerin biraz
276 12 23 35 532 19 28 47 “çelebi” insanlar olması o nedenledir.
294 14 21 35 540 20 27 47
Matematikten korkma, telaşlanmaktan kork. Çözüm
304 16 19 35 546 21 26 47
her zaman saygı ve sevgiyle önünde seni bekler. Unutma.
306 17 18 35 550 22 25 47
160 5 32 37 552 23 24 47 Sevgiyle kalın.

109
Zekâ Oyunları Emrehan Halıcı

Küp ve Altı Renk Artan Harfler On Beş Rakam


Bir kübü boyamak için altı farklı renginiz var. Alfabemizin 29 harfi rastgele Aynı rakamın yedi kez kullanıldığı
yan yana diziliyor. yedi rakamlı bir sayı, sadece
Her bir rengi dilediğiniz sayıda 2 ve 3 rakamlarının kullanıldığı on beş
(0, 1, 2, 3, 4, 5, 6) yüzü boyamak için Soldan sağa ve sağdan sola rakamlı bir sayıyı tam olarak bölüyor.
kullanabilirsiniz ancak bir yüzde birden fazla baktığınızda alfabetik olarak artan Bu on beş rakamlı sayıyı bulunuz.
renk kullanamazsınız. Tüm yüzleri boyamak en uzun harf dizisi not ediliyor.
koşuluyla, bu küp kaç farklı biçimde
boyanabilir? Bu dizideki harf sayısı
en az kaç olabilir? Komşuluk Değeri
Bir sayıdaki her ardışık iki rakamın ve
İlk yedi harf (A, B, C, Ç, D, E, F) bu rakamlar arasındaki rakam sayısının
için iki örnek: çarpımlarının toplamına o sayının komşuluk
değeri dendiğini kabul edelim.
Diziliş: BFDÇECA,
en uzun dizi: FDÇCA Örnek: 132 sayısının komşuluk değeri
(Boyanmış bir küp çeşitli biçimlerde (sağdan sola artıyor) 1x2x1 + 2x3x0 = 2’dir.
döndürülerek başka bir küp elde ediliyorsa, 1 ile 2 arasında 1 rakam olduğu için (1x2x1),
bu iki boyama farklı değildir.) Diziliş: ÇBCAFDE, 2 ile 3 arasında hiç rakam olmadığı için
en uzun dizi: BCDE (2x3x0). Benzer biçimde 4253 sayısının
(soldan sağa artıyor) komşuluk değeri.
2x3x1 + 3x4x2 + 4x5x1 = 50’dir.
Tahmin
Arkadaşınızla bir tahmin oyunu Rakamları farklı olan ve komşuluk değeri
oynuyorsunuz. en büyük olan sayı nedir?

Arkadaşınız 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9 sayıları
arasından üç farklı sayı tutuyor. E
Her tahmininizde ona dört farklı sayı
A J Toplamların Karesi
söyleyeceksiniz, o da bu dört sayı içinde Dört pozitif tam sayının toplamlarının
tuttuğu sayılardan kaç tane olduğunu F karesi, dördünün yan yana yazılmasıyla
söyleyecek. elde edilen sayıya eşittir.
B K
Sayıları bulmayı garanti etmeniz Her rakamı farklı olan bu sayı en fazla
için en az kaç tahmin yapmanız gerekir? G kaç olabilir?

C L Soru üç sayı için sorulsaydı


H cevap 6724 olurdu.
On Bir Harf Sayılar: 6, 72, 4
Alfabemizin ilk 11 harfini ikişer kez D M (6+72+4=82 → 82x82=6724)
kullanarak 22 harflik bir kod üreteceksiniz.
Koşulumuz, aynı harf çiftlerinin arasında
o harfin alfabetik sırası
(A=1, B=2, ..., Ğ=9, H=10, I=11) Soru İşaretleri
kadar harf bulunması. Para Üçgenleri Soru işaretli kareleri uygun renklerle
12 adet para üstteki şekilde doldurun.
(Yani, iki “A” harfinin arasında bir harf, görüldüğü gibi dizilmiştir.
iki “B” harfinin arasında iki harf, ...,
iki “I” harfi arasında 11 harf bulunacak.) Bu paralar (merkezleri itibarıyla) ?
çeşitli eşkenar üçgenler oluşturmaktadır
?
Bu koşulu sağlayan ve alfabetik olarak (AEF, BJL, DGM, vb.).
ilk sırada olan kod nedir? ?
En az sayıda para alarak eşkenar ?
Aynı soru ilk 4 harf için sorulsaydı cevap üçgenlerin sayısını sıfıra indirmeniz
BCÇBACAÇ olacaktı. istense hangi paraları alırdınız? ?

110
Bilim ve Teknik Şubat 2011

A B
Kâğıt Kare
Kare biçiminde bir kâğıdınız var.
Sadece katlama işlemleri yaparak bu kâğıdın
diyagonal doğrusunu üç eşit parçaya nasıl ayırırsınız?
(Kalem, cetvel vb. araç kullanmak yok.)
C D

Geçen Sayının Çözümleri f(4) = 1 + 2 + 4 = 7


f(5) = 2 + 4 + 7 = 13
Beş Harfli Kod f(6) = 4 + 7 + 13 = 24
15645357 f(7) = 7 + 13 + 24 = 44
0 sesli harf: 21**5 = 4084101 f(8) = 13 + 24 + 44 = 81
1 sesli harf: 5 x 8 x 21**4 = 7779240 f(9) = 24 + 44 + 81 = 149
2 sesli harf: 6 x 8**2 x 21**3 = 3556224 f(10) = 44 + 81 + 149 = 274
3 sesli harf: 8**3 x 21**2 = 225792
Toplam: 15645357 Ajanlar
11
Üç Daire Yapılacak olan tahminler:
Dairelerin yarıçapları: r1, r2, r3 11, 21, 30, 38, 45, 51, 56, 60, 63, 65, 66
r1=r2+r3, PS=6 İlk alınan HATA mesajından sonra son girilen
OS=r1-2r3=(r2+r3)-2r3=r2-r3 sayı ile ondan önce girilen sayı arasında kalan sayılar
OP=r1=r2+r3 küçükten büyüğe doğru denenir.
OP2 =OS2+ PS2 g(r2+r3)2= (r2-r3)2+36 n ×(n+1)/2 = 66 n=11
4r2r3=36 gr2r3=9 11+10+9+...+2+1 = 66
Alan= pr12 - pr22 - pr32
= p(r2+r3)2 - pr22 - pr32 On bin Sayı
= 2pr2r3 500.050
= 18p birim kare Tahta boyutu = N
Toplam = N(N**2+1)/2

S
Madeni Paralar
P R
Toplam=140
O
Para birimleri: (1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-25-37)

Maksimum Çarpım
Sayılar: 942, 853, 761
Dört Çubuk
65 birim Farklı Tablo
Çubukların uzunlukları 8, 12, 18, 27 birim
7 48 49
Benzer üçgenler: (8,12,18) ve (12,18,27)
58 59 126

Merdiven 137 206 1003

274
N basamaklı bir merdiven için cevap f(N) olsun. Üçgenler ve Kare
İlk seferde 1 basamak çıkıldığında merdivenin geri
kalanı f(N-1) farklı şekilde, 2 basamak çıkıldığında
f(N-2), 3 basamak çıkıldığında ise f(N-3)
farklı şekilde çıkılabilir.
Yani f(N) = f(N-1) + f(N-2) + f(N-3)
1, 2 ve 3 basamaklı merdivenler için cevaplar
1, 2 ve 4’tür.

111
TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisine
Gönderilen Yazı ve Görsellerin
Sahip Olması Gereken Özellikler
1. TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisi popüler bilim ya- Alp, S., Hitit Güneşi, TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları, 2002.
zıları yayımlayan bir dergidir. Bu nedenle dergimizde
yayımlanan yazılar genel okuyucu tarafından anlaşıla- Şeker, A., Tokuç, G., Vitrinel, A., Öktem, S. ve Cömert, S.,
“Menenjitli Vakalarda Beyin Omurilik Sıvısındaki Enzimatik
bilecek düzeyde, net, yalın ve teknik olmayan bir Türk- Değişimler”, Çocuk Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, s. 56-62, 1 Mart 2008.
çe ile yazılmış olmalıdır. Yazılar, başlık, sunuş, ana me-
tin, alt başlıklar, çerçeve metinleri ve görsel malzeme- Soylu, U. ve Göçer, M., “Göller Bölgesi Sulak Alanlar Du-
rum Değerlendirmesi,” Göller Bölgesi Çalıştayı, 8–10 Aralık
lerden oluşmaktadır.
1995.
Başlık: Konuyu en iyi ifade edebilecek nitelikte, kı-
sa ve ilgi çekici olmalıdır. http://www.news.wisc.edu/16250
Sunuş: Yazının sunuşu başlığın hemen altında yer
alır ve konunun önemini, yazının ilginç yanlarını oku- Anahtar kavramlar: Konuyla ilgili en çok beş adet
yucuda merak uyandıracak biçimde anlatan birkaç kı- kısa açıklamalı anahtar kavram verilmelidir.
sa cümleden oluşur. Bu kısım sayfa düzeninde farklı Görsel malzemeler: Yazıda ele alınan düşünceyi
bir yazı karakteriyle, ana metinden ayrı biçimde baş- destekleyici ve açıklayıcı fotoğraf, çizim, grafik gibi su-
lığın altında yer alacaktır. nuşu zenginleştirici öğelerdir. Görsel malzemeler ya-
Ana metin: Ele alınan konunun, savunulan düşün- yın tekniğine uygun kalitede, yeterli büyüklük ve çö-
cenin ve ilgili olayların örneklerle açıklandığı bölüm- zünürlükte (baskı boyutunda en az 300 dpi) olmalı-
dür. Yazılar yapılan bir araştırmayı tanıtmaya yönelik dır. Açıklama gerektiren görsellerin alt ve iç yazıları ve
olabilir. Ancak bu gibi durumlarda dahi dergimizin bir görselin kaynağı yazı metninin altında mutlaka veril-
popüler bilim yayın organı olduğu göz önüne alına- melidir. Yazarın temin ettiği görsel malzemelerin telif
rak, yazının önemli bir kısmının konuyu çok genel hat- hakkı sorumluluğu yazara aittir. Yazar gerekli izinleri
ları, temel bilgileri ve kısa bir gelişim tarihçesiyle oku- almakla yükümlüdür.
ra tanıtması gerekmektedir. Burada teknik terimlerin
ve temel kavramların net bir şekilde açıklanması bek- 2. Yazı .txt ya da .doc formatında, elektronik ortam-
lenmektedir. Yazının geri kalan kısmında araştırmaya da bteknik@tubitak.gov.tr adresine iletilmelidir. Seçi-
özel hususlardan ve araştırmanın genel katkısından len görsel malzemelerin nerede kullanılması istendi-
bahsedilmeli, önemi ve yaygın etkisi vurgulanmalı- ği metinde işaretlenmiş olmalıdır. Görsel malzemeler
dır. Varsa, konu hakkındaki başlıca görüş farklılıklarına metnin içinde değil, ayrıca gönderilmelidir.
işaret edilmeli, ancak ayrıntılı tartışma ve yargılardan 3. Bilim ve Teknik dergisine ilk defa yazı gönderecek
kaçınılmalıdır. Çok ender durumlar dışında yazıda for- kişilerin yazılarını eğitim durumlarını ve yazdıkları konu-
mül bulunmamalıdır. daki yetkinliklerini gösteren 40-60 kelimelik bir özgeç-
Alt başlıklar: Ana metinde işlenecek konuyla ilgili mişi fotoğraflarıyla birlikte göndermeleri gerekmektedir.
farklı görüşlerin ve durumların anlatıldığı paragraflar 4. Dergi yönetiminden onayı alınmış özel durumlar
alt başlıklarla ayrılabilir. dışında, bir yazı 1800 kelimeyi geçmemelidir.
Çerçeve metinler: Ana metinde ele alınan konu- 5. Yukarıdaki koşulları yerine getirdiği takdirde öne-
yu destekleyici, konuya yeni açılımlar getiren, kimi za- rilen yazılar, Yayın Kurulu, Konu Editörleri ve Bilimsel
man uzmanlar dışındaki okuyucuların anlayamayaca- Danışmanlar tarafından değerlendirilir. Yayımlanması-
ğı nitelikteki teknik kavramları açıklayan, kimi zaman na karar verilen yazılar redaksiyon sürecine alınır ve ya-
uzman görüşlerinin yer aldığı kısa metinlerdir. Çerçe- zarın onayıyla yazı yayımlanma aşamasına getirilir.
ve metinler yazarın kendisi tarafından hazırlanabile- 6. Yazının; bilimsel, etik ve hukuki sorumluluğu ya-
ceği gibi, konunun uzmanına da yazdırılabilir. zarlarına aittir.
Kaynaklar: Yazının başvuru kaynakları mutlaka lis- 7. Yukarıdaki koşullar kabul edilerek dergimize gön-
te halinde yazının sonunda verilmelidir. Kaynaklar derilen ve yayımlanan yazıların her türlü yayın hakkı,
aşağıdaki örnek biçimlere uygun şekilde yazılmalıdır: TÜBİTAK Bilim ve Teknik dergisine aittir.

Not: Dergimiz için yazı hazırlamak isteyenler için daha geniş bilgi içeren “Popüler Bilim Yazarları İçin El Kitabı” http://biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/popülerbilimyazarligi.pdf adresindedir.

You might also like