You are on page 1of 592

BU ROMAN

Niçin “roman” dediğimin izâhı, “İnsan” başlığı altında verilecek ve eserin tamamı
içinde de görülecek… Önce, bu roman hakkında İSTİHARE’cinin istiharelerini vererek
başlıyorum.

Levha: 22 Temmuz 2004… Adını bilmediğim bir şeyhin idaresi altında bir memleket.
Caddelerde bulunan yol levhaları sınırları belirliyor. Bu sınırın üzerinden geçen uçaklar, o
şeyhin memleketine saldırıyor. Ormanlık alandan geçerken, uçaklar sanki ağaçlara değecek
gibi. (Burada Allah Resûlü, Mahmud Efendi Hazretleri ve Kumandanımız’ın bir işbirliği var,
fakat rüyânın burasını hatırlamıyorum.) Bir mevzuda Mahmud Efendi Hazretleri çok
sıkıntıda, bazı şeyleri dile getirmek istemiyor gibi bir hâli var. Eşim Mustafa Günaydın, “bunu
Kumandanımız’a iletsek, o bunun üstesinden gelir!” diyor. Bu söz üzerine Mahmud Efendi
Hazretleri çok rahatlıyor ve “evet, bunu o çözer!” diyor.
Levha: 22 Temmuz 2004… Balinaya benzer bir balık denizden çıkıyor ve elbise
çıkarır gibi derisini çıkarıp bana veriyor, o da benim elbisemi alıyor. (Rüyânın birçok yerini
hatırlamıyorum.)
Levha: 25 Temmuz 2004… Rüyâda, yukarıdaki istihareleri kasteden gaibden bir ses:
İstihare olarak o rüyâyı anlat, alacağı kadarını hatırlıyorsun, ona bu kadarı yeterli!

Ceng: Muharebe, Kavga: 73
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072=73
Ahdes: Fikirli kişi:73
Çeng: El. Pençe. Çalgı âletlerinden bir saz çeşidi. Eğri büğrü:73
İstisak: Bir kimseden itimad edilir bir vesika veya sened almak. (“Kaptan Kusto
Müslüman” hikâyesi.):1072=73
Genc: Define, hazine. Gömülü hazine. (Hazineye, “bir şeyi gizlemek, mübdî”
denmesiyle ilgili olarak, İbnü’l Arabî Sözlüğü’nde (Suad El-hakîm), “Mahda”ya bakınız.)
Cümmel: Harflerin sayı kıymetlerine göre hesaplanması. Ebced. Birkaç organın
birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı:73
Mübelliğ: Tebliğ eden. Bildiren. Duyuran:1072=73
Ba’: Kulaç. Erişme. Yetme. Kuvvet, kudret, beceriklilik. Şeref, krem. Vergili, verimli
olma:73
İsa’: Teselli edip, sabra irşâd etmek:73
Lâm9ba: 73-74
Celil: Celâlet ve celâdet sahibi. Azim, mertebesi yüksek:73
Vezin: Asıl. Sabit:73
Yenbagi: Münasib, uygun, şâyân. Lâzımgelir, icâb eder, mertebesi yüksek:1072=73
Melah: Bir cins güzel koku:73

Hudud: Sınırlar. Uçlar. Bucaklar. (Hudud: Cemaatler):22
Rahman Sûresi, 20.âyet: (19 ve 20. âyetler: İki denizi salıvermiş birbirine
kavuşuyorlar- (fakat) birbirlerine karışmağa engel bir perde var.):2020=22
Habib: Sevilen. Sevgili. Seven. Dost:22
Deha: Yaymak, döşemek:22
İzdivaç: Birbirine eş olmak:22
İcaz: Az sözle çok şey anlatmak. (İ’caz: Âciz bırakmak. Acze düşürmek. Mucize
derecesinde düzgün ve icatlı söz söylemek. Benzerini yapma da herkesi acze düşürmek.
Mucizelik olan şey… İcaz: Baş örtüsü.):22
İzahe: Bir şeyi ayırma. Kurtulma. Yok etme:22
Riyazî: Hesab ve hendeseye dair: 1021=22
Atyeb: Pek güzel. Daha güzel: 22
Hübut: Uyuşma, anlaşma. Aşağı inme. (Yevmiye: Bende dikkat edeceğin şey, ben
aşağı indim, hattâ fazlaca aşağı indim.):22
Naiz: Kuvvetlendiren. Kaldıran:22

Muharebe: Harbetmek. Karşılıklı cenk. Cidal:256
Muafese: Tedavi etmek:256
Ilgarcı: Akıncı:1255=256
Rumî: Rumeli’den olan. Anadolu’dan olan. Rumla ilgili:256
El-Cezire: Mezopotamya:256
Mervî: Rivayet edilen. Anlatılan. Nakledilen:256
Eren: Yetişen. Ermiş. Velî:256
Nevr: Tomurcuk. Ağaç çiçeği. Parlaklık:256
Musafaa: Birbirinin boynuna sarılmak:256
Muvarede: Gidip gelme. İki şâirin birbirinden habersiz olarak aynı beyitleri
söylemeleri:256
Yorum: Tefsir:256
Rehan: Denemek, tecrübe etmek. Bahadırlık, kahramanlık. At yarıştırmak:256
Tumar: Dürülüp yuvarlak yapılmış şey, tomar:256
Endar: Baştan geçmiş bir hâdise, vakıa, hikâye, kıssa:256
Mevrud: Gelmiş. Vürud etmiş. Gelen:256

Hadd: Hudut. Çizgi. Sınır. Cürüm. Selâhiyet. Şeraitçe verilen ceza. Derece. Son
derece. Münteha. İnsana ârız olan şiddet ve titizlik. Def etme. Men etmek. Keskin. Sivri.
Sert. Gergin. Üç tasavvurdan ibaret kıyas. Tesirli, müessir:12
Bedv: Zihne âniden doğma. Zihindeki bir şeyin peyda olması. Bir şey zâhir olma.
Başlama. Sahraya çıkma:12
Badih: Birdenbire gelen ilhâm. Ansızın, âniden. Beklenmedik ziyâret. Erkek
ziyaretçi:12
İhda: Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek. Hediye etmek, armağan yollamak.
(İhda-müennes kelime-: Bir. Ehad.):12
Bud: Varlık:12
Tahabbut: Düşünmek. Aklını eksiltme:1011=12
Deva: İlâç, çare:12
Hebbe: Zamandan bir asır:12
Tahzir: Yeşil renk verme. Yeşillendirme. Hazırlama:2010=12
Cevab: Sorulan şeye söz veya yazıyla verilen karşılık. Kabul etmek, reddetmek.
Havuzlar:12
A’zam: Çok büyük. En büyük:1011=12
Vacib: Lüzumlu, mecburi olan:12
Ahibba: Dostlar, arkadaşlar:12
Caibe: Halkın ağzında gezen haber:12
Hev’: Himmet:12

Harb: Savaş. (Allah Sevgilisi’nin, “Ben savaş Peygamberiyim” meâlindeki sözü
hatırlanmalı.):210
Sun’: İBDA. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak:210
Musammem: Kat’i olarak karar verilmiş. Kararlaşmış:210
Musammim: Azimli olan. Kararlı olan. Karar veren:210
Na’leyn: Bir çift takunye. Bir çift pabuç:210
Nefî: Menfaat ile alâkalı, faydalı:210
Nesk: Bir kelâmı başka kelâma atfetmek:210
Musaff: Cenk için durulan yer. Dövüş yeri:210
Bühur: Büyük emir: 210
Dehar: Mağara, dağ mağarası. Kovuk. Çatlak. (Dehr: Zaman, çok uzun zaman, ebedî.
Bin yıllık zaman. Dünya… Dehr Sûresi: İsimlerinden biri “İNSAN” olan sûre… Dahr:
Kaplumbağa. Dağbaşı.):210
Devr: Casus, hafiye:210
Falak: Tomruk. Falaka. Sabah aydınlığı. (Cezl: Tomruk. Güzel ve muhkem fikir.):210
Kudmus: Kadim nesne, eski:210
Makis: Kıyas edilebilen. Benzetilebilen:210
Nesak: Tarz, usûl, yol, şekil, üslûb:210
Dadar: Adaletli, âdil, doğru olan hükümdar:210

Hallâl: Halleden, çare bulan, çözen:69
Himyata: Süryanice’dir ve Tevrat’ta geçer. Allah Resûlü’nün İbranice bir ismidir:69
Naciye: Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan:69
Hindî: Hind’e âit. Hind ahalisinden olan:69
Sedad: İstikamet ve kasd. Haklı ve doğru şey. Akıl :69
Hâkim: Galib. Haklı ile haksızı ayırıp hükmeden. (Allah):69
Dihim: Taç:69
Devende: Seyyah:69
Desse: Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan:69
Seza: Lâyık, münasib:69

Kıytas: Balina balığı, kadırga balığı:179
Mutlak: Serbest. Kat’i. Şüphesiz. Yalnız, tek. Asla bir şarta bağlı olmayan:179
Ukde: Düğüm, bağ. Karışık ve müşkül iş. Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat:179
Müsaade: İzin, elverişli bulunmak. Yardım:180=1179
Mutlık: Serbest bırakan. Salıveren:179
Mutalsım: Tılsımlayan:179
Mutalsam: Tılsımlanmış olan. Esrârengiz hâle gelmiş olan:179

İNSAN
Levha: … Şubat 2003… Cezaevindeyiz (Bolu)… Kumandan ranzada oturuyor, biz de
etrafında ayaktayız. Kumandan, 5 asır önce yazılmış ve onun misyonunu gösteren yazıya
imâen işaret ediyor. İslâm harfleriyle yazılmış yazı orada duruyor ve 5 asır önce de bu yazıyı
nasıl olduysa o yazmış. Ben arkadaşlara dönerek, “aslında bu yazı bizi sorumluluğa davet
ediyor, gerekeni yapmalıyız!” diyorum. Odada Şâmil Basay da var; orada bulunma sebebini
soruyorum, “alacak verecek meselesi!” diyor. Biraz yadırgıyorum ve “acaba Şâmil değil de
ona çok benzeyen biri mi?” diye düşünüyorum. (Kâzım Albayrak.)

“Gelişi gidişi ruhî mugman-muamma”… Kadim: Eski zaman. Başlangıcı olmayan.
Uzun zamandan beri var olan. Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet… Kâzım Albayrak’ın
yukarıdaki rüyâsını, bu sırra işaret diye aldım… Yevmiye:
-“Benim hâlim belli… Ama sen, içine kapanmış bir kapalı kutu!”

Kadîm:154
Mehdî Muhammed:62+92=154
Müsnid: Zaman, dehr. Söyleyene isnad edilen söz:154
Mukayyed: Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı. Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan.
El ve ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan. Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem
veren:154
Ül’üban: Oyuncu, aktör:154
Kademî: Ayakla alâkalı. Ayağa mensub:154

(Ayak anlamındaki “kadem” kelimesinin kök harfleri “kaf, dal ve mim”dir ve “öne
geçmek” demektir. Muhtemelen böyle isimlendirilmiş olmasının sebebi, yürüme ve öne
geçmenin aracı olmasıdır.)

Muamma: Anlaşılmaz iş. Karışık şey. Bilinmeyen hâl:151
Mehdî Muhammed:151
Vuu’: Tilki:152=1151
Mevsum: İşaretlenmiş, damgalanmış, nişanlanmış. Ad verilmiş:152=1151.
Kaan: Hükümdar, hakan:152=1151
Dü-âlem: İki âlem:151
Siman (Simyan): Hak:151.

Engare: Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak. Hikâye, ROMAN,
efsâne, kıssa. Baştan geçen bir hâdiseyi tekrarlama. Hesab defteri. Utanarak geri geri
çekilme:277.
Arvasî: 278=1277… (Arvasî: 278… “Dal” harfinin en büyük ebced değeri:278.)
Kervan: Birbirini takib ederek giden insan veya hayvan sürüsü. Kafile ve heyetle giden
yolcular takımı:277.
İ’tizad: Yardım etme. Yardım ve imdat isteme. Bir şeyi kol üzerine alma: 1276=277
Saklanbaç: 277.

Tamamlanmayan, eksik kalan iş… “Kişi, kendini bildiğince Rabbini bildi!”… Her
mânânın insanları veya insanı vardır. İnsanlardaki bir mânâyı veya o mânânın insanlarını
toplayan insan veya insanlar olduğu gibi, ona mahsus bir mânânın sahibi tek insan da vardır…
Üstadım’ın şu Noktalama’sında söylediği gibi:
-“Ben gurbet rüzgârının üflediği kamışım… - Bir su başında mahzun, yapayalnız
kalmışım!”
Bana gelince, “ben kimim?” sorusu etrafında fikir örgüleştiren, bir aksiyonu
gözleyen… Üstadım’ın şu Noktalama’sında söylediği gibi:
-“Nefsini hesaba çek, elinde kalem, kâğıt, -Onlar sana verince, sen de kullara dağıt!”
Yoksa, kim olduğunu sayıp dökmenin kime ne yararı var!

Nefsini bilmek; nefs yönünden bakarsan, “nefsini bildim!” denilebilir… Bu mânâda,
Rabbini de. Ama Rabbi bilmenin sonsuzluğu yönünden bakarsan, nefsi bilmek? O, ezel sırrına
kadar gider ve ortada insan kalmaz. Hakikat ile, o hakikatle vasıflanma arasındaki fark…
Şöyle veya böyle, her Müslüman için gerçekleştirilmesi gereken şey, nefs muhasebesidir…
Üstadım’ın şu Noktalama’sında söylediği gibi:
-“Şu hadiste toplanmış tüm hikmet ve tüm gerçek: Hesaba çekilmeden kendini hesaba
çek!”

Mutlak Müessir’e nisbetle insan, Müessirle eser arasında tesir etme gücünde eser… Ve
Büyük Doğu’ya nisbetle İBDA, onun “niçin?” buudu. “Niçin?”: Sebeb, maksad sorusu.
Maksad: Kasdolunan ve istenilen şey. Merâm, gaye.

“İnsan”ın ebced tevafuklarından biri de “niçin?”… Bu çerçevede ebced tevafukları:
Lime: Niçin?: 70
Yasin: “Ya seyyid, ya insan” gibi çeşitli mânâlarda rivâyet edilir: 70
Kün: “Ol” mânâsında emirdir: 70
Seha’: Beyin zarı: 70
Nühye: Akıl, Gayet. Son: 70
Leyl: Gece: 70
Itret: Zürriyet. Nesil. Ehl-i Beyt. Gerdanlık. Güzel kokulu şey: 70.
Arz: Takdim. Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle
anlatmak. İzâh etmek. Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi. Kıymetli bir şeyi, diğer bir
şey ile değiştirmek. Bir şeyin genişliği. Sağlam insanın ölmesi. Delirmek: 1070
Müekkid: Te’kid eden, sağlamlaştıran, tekrar eden, tenbih eden: 70

İştibak: Karşılıklı birbirine geçmek. Örülmek. Örgülenmek. Zâhir olmak.
Perişanlık. Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar: 724
Hâce Muhammed Zahid: “Altun Silsile” isimli 33 kolbaşından 20.si: 724
Müteferrid: Tek ve yalnız olan. Eşi ve benzeri olmayan. Kendi başına idare olan: 724
Tevşih: Bir eseri büyük bir adamın ismiyle süslemek. Eski ilim adamları, bazı
kimselerin adına kitap yazarlar, kitabın baş tarafında onların isimlerini zikrederler, bunu
yapmakla da eseri süslemiş olurlardı: 724.

Ezel: İbtidası ve başlangıcı olmayan: 38
Lücc(e): Engin sular. Gümüş. (Saliha: Safi gümüş. İyi, Salih kimse.) Ayna. Kalabalık
cemaat: 38
Yahya: Zekeriya Aleyhisselâmın oğludur: 38
Abdal: Kul,, köle. Allah’ın kulu. (Abdullah: Allah’ın kulu.) Derviş, kalender: 38
Şifahane: Hastahane: 1037=38
Vâlâ: Yüksek, âli, refi’: 38.
Eblad: Eser: 38.
Hall: Çözme. Çözülme. Karışık bir meselenin içinden çıkmak. Anlayıp karar vermek:
38.

Evvel: İlk. İbtida. (Allah’ın güzel isimlerinden biri de El-Evvel: Vücudunun
öncesi olmayan): 37
Çalab: İlâh. Mabud. Hak. Rab: 37
Cedl: Yaratmak, halk: 37
Hiçahiç: Hiç. Yok. Bomboş: 37
Bûyahya: Azrail: 37
Hebl: Ölüm, mevt. Taaccüb makamında kullanılır: 37
Halvet: Yalnızlık. Gizlilik: 1036= 37

Piç-a-piç: Karmakarışık, pek dolaşık, kıvrım kıvrım: 31
Bedihî: Aşikâr, belli ve açık olma. (Üstadım: Adamın bir hâli vardır ki bellidir!)
Ansızın zuhur eden. Delil ve isbata muhtaç olmayacak derecede açıklık: 31
İg: Koku, rayiha: 31
El: 31
Vecize: İbaresi kısa, mânâsı geniş kıymetli söz:31
Munazzım: Sıralayıp dizen, tanzim eden. Nazm yazan: 1030=31

Milt: Nesebi bilinmeyen. (Miltat: Deniz kenarı. Küst. Dimağa ermiş olan baş
yarası.): 79
Elmah: Her gördüğü şeyi araştırmaya meraklı kişi: 79
Kütübhâne: 1078=79
Dise: Kişi, şahıs, zât, ferd: 79
Ahd: Asır. Devir. Tevhid. Vâdetme. Vefâ. Yemin. Misak. Mukavele. Vasiyet: 79
Vahdanî: Allah’ın birliği ile alâkalı: 79
Mellah: Kaptan. Denizci: 79
Seyyah: 79
Zelzele: Yer sarsıntısı. Sarsma: 79
Mübalaga: Mübalağa. Haddini aşma. (Üstadım’ın “mübalagacı olun!” demesi…
İm’an: Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde pek ileri gitmek. Bir adamın hakkını ikrar etmek.
Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalağa ve içtihad etmek.):
79
Levh-i mahfuz: Her şeyin hayatının ind-i İlâhide yazılması. İlm-i İlâhi’nin bir ünvanı:
1078=79

İbtida’: Benzeri olmayan bir şey yaratmak. İbda’. (İbtida: Evvel. Baş taraf.
Başlangıç. En önce, başta.): 478
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221=478

Kaptan Kusto Müslüman: (Noktalı harflerle): 152+100+50=302
Mirzabeyoğlu: 1302
Derviş Muhammed: (Noktasız harflerle.) Altun Silsile’nin 21. kahramanı. İsminden
başka kendisinden hiçbir nam ve nişân bilinmiyor: 302
Kabr: Mezar: 302
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürecek derecede olmak: 303=1302
Basir: Bsiret sahibi, anlayışlı olan. Kalb gözü ile gören. Köpek:302
Bakar: Öküz. Sığır. Dana: 302
Istıbar: Sabretmek. Kısas almak: 303=1302
Bakr: Açmak. Genişletmek: 302
Uhuz: Göz ağrısı: 1301=302
Şeb: Leyl. Gece. Karanlık: 302
Efkâr: Fikirler. Düşünceler: 302
Pay-efzar: Ayakkabı: 302
İnsan: İns. Nisyan, (unutmak, hatırdan çıkarmak): 162
Yâsin Sûresi, 58. âyet meâli (Noktalı harfler): “Merhametli olan Rabb katından onlara
selâm vardır.”:162
İkan: İyi ve yakînen bilmek. Sağlam iş: 162
Kabes: Öğrenmek. Öğretmek: 162
Nakib: Vekil. Halkın hayırlısı. Vekil. Müfettiş. En eski derviş veya dede.:162
İfa’: Çocuğun büyümesi: 162
Kabs: Her şeyin aslı, esası. Talim etmek: 162
Kaptan: 163=1162

GONG SESİ
Üstadım’a, İSTİKBAL İSLÂMINDIR isimli eserimi okuyorum.(1983) Gözleri yarı
inik ve tebessümle dinliyor. “Güzel, güzel!” derken, birden sesi değişti:
-“Tamam, anlaşıldı… Büsbütün mücerrete dalıyorsun, olmaz! Şekere bulayıp
yutturacaksın… Bu, saf fikir; sen bana yazıyorsun. Yeniden gözden geçir!”
Fikir maddesini üreten bir mihrak birliğinde, kumaşı ve kumaşım:
-“Benim kumaşım mücerret… Ama bu adi insanlar mücerret fikirden yüzüne sigara
dumanı üflenmiş gibi tiksinirler… Önce Kaptan Kusto’yu vereceksin…”
-“Onu sonra verdim efendim!”
-“Olmaz! ORTADA BİR HAKİKAT VAR; ÖNCE GONGU ÇALACAKSIN;
HERKES DÖNÜP BAKACAK, SONRA FİKRİ VERECEKSİN… Sen bana yazıyorsun.
Yâni, önce “vay anasına!” diye ilgilenecekler, gazetecilik yapacaksın… Adamlar bakacaklar,
bir takım mücerret fikirler, kimse okumaz! Öbür adamlar zaten paradan başka bir şeyden
anlamazlar… Ne dediğimi anlıyor musun? Sende benim bu zamana kadar yokluğundan en
çok şikâyet ettiğim mücerret fikir istidadı çok fazla… İfrat hâlde tecrit var! Her yerde kıvam;
kıvamı bozmayacaksın…”
-“İfrat hâlde olduğunu biliyorum efendim!”
-“Tamam, çok güzel söylüyorsun; ifrat… Önce müşahhas bir realiteyi ortaya
koyacaksın, sonra mücerret fikri massedip-yedirip yutturacaksın. Sana Akıncı Güç (dergi) için
de söyledim, Rapor’da da söyledim; aleladeyi bırakıp çok mücerrete dalıyorsun, anlamazlar!
Ben mücerretler adamıyım, benim kumaşım mücerret… Benim hayatımı yazarken en dikkat
edeceğin husus da bu; ben hep yedirdim, İNDİM, HATTA FAZLACA İNDİM. Bu millet saf
fikirden anlamaz! Ama fikre de kıymamak lazım. Benim yazılarımı anlamadıklarını
söylüyorlar; dönüp tekrar okuyorlar… Ben öyle anlaşılmaktansa, böyle anlaşılmamayı tercih
ederim!”
Kafama kelimelerin yetişmediğini, yazılarımın suret üstü mânâsını sezerek söyleyen o.

Üstadım’ın, GONG çalma bahsinde verdiği misâl, memuriyetini bildirmek için çaldığı
gong ve O’nun EMİN lâkabıyla ilgili; bunu “Çöle İnen Nur” isimli eserinden, aşağıda
göstereceğiz. “İstikbal İslâmındır” isimli eserde geçen “yankı” kelimesi için, onun “YANKI”
kelimesini severim, bazı kelimeler yutulabilir!” demesini de ekleyerek, -yutulması, uydurukça
bir kelime diye!-, o gong sesinin devrimize yankısı için de, sıfat ve isim olarak yazılışları aynı
ve mânâları iç içe iki kelime:
Mehdî: (Mühdî) Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Hediye veren. Hediye gönderen. İhda
eden. Hidayete getiren. Hidayete vesile olan. Mürşid. Muvaffak: 59
Mehdî: Hidayete eren veya hidayete vesile olan, Sahib-üz zaman. “Hususî ve şahsî bir
tarzda Allah’ın hidayetine mazhar olan, kendisine Allah tarafından yol gösterilen”
mânâsındadır. Bu kelime, ihtida etmiş (Müslümanlığı kabul etmiş) olanlar için de
kullanılmıştır. Mehdi-yi Resûl, Mehdî-yi muntazır da denir:59

EL-EMİN… Vakit erişti, tebliğe memur… Bir davet levhası:
Mekke’de bir meydan yerinde, yahut şehir dışında “gong” gibi bir âlet… Tabiî
zamanlarda kimse bu âlete el süremez, çünkü yasak… Yanıbaşındaki tokmakla vurulduğu
zaman Mekke’nin kaynayan havası madenî ürpermelerle dolar ve herkes işini gücünü bırakıp
sesin geldiği tarafa koşar… Herkes buna mecbur… Zirâ bu âlet, ancak müthiş bir düşman
hücumu, su baskını, yangın âfeti, filân ve falan gibi hâllerde çalınabilir, başka türlü ona
dokunulmaz.
İşte herhangi bir gün herkesin işiyle gücüyle uğraştığı herhangi bir saat… Görünürde
fevkalâdelik adına hiçbir alâmet mevcut değil… Bir ân… Dört bir koldan Mekke’nin kaynar
havasını kamçılayan tunç ürpermeleri… İşini gücünü bırakan herkes meydan yerinde…
Meydan yerinde gördükleri, vakar ve heybetin tâ kendisi, Allah’ın Resûlü’dür… Toplananlara
bakıyorlar ve bütün nazarlar üzerlerinde toplandıktan sonra, mukaddes parmaklarını
yakındaki bir dağın zirve noktasına çevirip soruyorlar:
-“Bakın Kureyşliler, bakın ve kulak kesilin! Ben size desem ki, işte bu dağın arkasında
bir düşman toplandı, şehre hücum etmek üzere… Hücum edecek ve mülkünüzü yakıp
yıkacak, çoluk çocuğunuzu kesip öldürecek!”
Bir ân sükût:
-“Böyle deseydim bana inanır mıydınız?”
Hep bir ağızdan:
-“İnanırdık! Sen yalan söylemezsin! Lâkabın El-Emin…”
Bunun üzerine Allah’ın Resûlü, mukaddes başı vecd içinde yükselmiş, şu mucize üstü
karşılığı veriyor:
-“Öyleyse buna da inanın; ben Allah’ın Resûlüyüm! Size Hak Dini tebliğe, sizi
Kıyamet günüyle korkutmaya memurum! Buna da inanın öyleyse!”
?
Gong: Gayn+(vav)+nun+kaf:1150=151
Mehdî Muhammed: 151
Siman: (Simyan): Süryanice’de, “Hak”:151.
İlân: 151

Emin: Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahat olan. Korkusuz. Kendisinden
korkulmayan. Kendisine inanılan, itimad edilen. İnanan, güvenen. Çok iyi bilen, şübhe
etmeyen:101
Gusto: (Kaptan Kusto Müslüman takdimi hatırlanmalı). Zevk ve idrak: 101
Neslihan Kerimem: 1101
Men hüve?: O kimdir?: 101
Sabi: Henüz süt emen çocuk. Bülûğ çağına gelmemiş çocuk. Üç yaşın tamamlamayan
erkek çocuk: 102=1101
Sahib: Bir şeyi koruyan ve ona malik olan. Sohbet edilen kimse. Bir iş yapmış olan.
Bir vasfı olan: 101
Tahmin: İhtimallere dayanan düşünce: 1100=101
Mesag: Müsaade. İzin. İtibar, değer. Ruhsat, cevaz. Geçmesi kolay olan. Açlık.
(Yevmiye: Aç karnına yat!): 1101

Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: İsâ Âleyhisselam hakkında milletler arasında, acaba “O
KİMDİR?” diye ayrılık baş gösterdi. Onu beşer suretinde beliren insanlık vasfı bakımından
görenler, “O, Meryem’in oğludur!” dediler. İnsanlığa temessül etmiş sureti bakımından
görenler de onu Cebrail’e nisbet ettiler. Ölüyü diriltme cihetinden O’nda beliren kudrete şâhit
olan kimse, onu ruhî bir varlık olarak Allah’a nisbet eder, “O Ruhullah’tır!” der. Yâni üflediği
ölüde hayat, bu İlâhi ruh ile aşikâr oldu.

Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: Allah adamlarında bir kısmı Mühür’dür. (Hatem). O,
her zamanda değil, bilâkis âlemde tekdir. Allah onunla Muhammedî veliliği bitirir. Artık
Muhammedî veliler içersinde ondan daha büyük kimse olmaz. Bu noktada başka bir bitiş
vardır ki, Allah ondan, Adem Aleyhisselâmdan son veliye kadarki “umumî velîliği” bitirir. O
ise İsa Aleyhisselâmdır, Hatmü’l-evliyadır. (Velilerin sonuncusudur.)

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin, uykuda gerçekleşen bir müşahedede Peygamberlere
yaptığı övgüde İsa Aleyhisselâm için:
-“En saf gümüşe bakınız!”
Mesih: Bir şey üzerinde eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. İsâ
Aleyhisselâmın bir ismidir.
Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay.
Saliha: Safi gümüş. İyi, Sâlih kimse.

Gonk: 1156
Kayyum: Bütün eşyanın kendisiyle kaim olduğu Allah: 156
Ef’a: Engerek yılanı. (Engürek: Göz bebeği.): 1156
Naka: Dişi deve. Bir yıldız ismi: 156
Nazıra: Göz. Nazar eden, nezaret eden: 1156
Müellif: Kitab yazan. Te’lif eden: 156
Mukavvi: Takviye eden. Kuvvetlendiren. Takviye eden ilâç: 156
İmame: Sarık. Zırhlı külâh. Tesbihin başındaki uzunca tane: 156
Dırahşan: Parlak. Parıldayan. Parlaklık. Münevver, ziyâdar: 1155=156
Kavim: Doğru, dik, ayakta. Dürüst. İsabetle. Boyu düzgün ve güzel: 156
Alhan: Karnı çok aç kişi: 156
Nazre: Cin gözü: 115=156
Afv: Bağışlamak. Kusur ve günahı afvetmek: 156
Mukavva: Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş: 156

Gonk: 1156=157
Ulvan: Mektub ve yazı başlığı. Övünme, tefahur: 157
Nasibe: Yollara dikilen işaret taşı. Bir yere dikilen taş: 157
İnaka: Aşırı güzelliği ve cazibedarlığı ile hayret verme: 157
Feza’: Korku. Havf. Sığınma. Uykudan şiddetli korkuyla uyanma. (Yevmiye: Korkulu
rüya görmek lâzım!): 157
Enuk: Kartal: 157
Me’nus: Alışılmış. Alışık. Ünsiyet edilmiş. Beğenilmiş. Mergub: 157

ZAMANIN REZİLİ
17 Ocak 1983… “Bunu kimseye söyleme!” diye emrettiği, ancak benim söylemem
gerektiğini sandığım bir rüyâsı; onun hakikatini belirtme borcum!
İncelik şurada: Dava, rüyânın anlatılıp anlatılmamasında değil, doğrudan doğruya bana
“söyleme!” demesinde. Burada ona nisbetle ben ve doğrudan doğruya onun “misyon”u
var! Buradaki “söyleme!” demesinin pahasını da, “söylenenler!” içinde değerlendirin; buna
nisbetle anlatıyorum!
Nefs hilesi yapıyor gözükmek istemem: Onun hakikatini ortaya diker ve kendi nisbet
ölçülerimi belirtirken, eğer kendi hakikatim de görünüyorsa, bu doğrudan doğruya Allah’ın
“verdiği nimeti açıklama” borcumun yerine getirilmesidir. Benim yolum da bu!
-“Efendi Hazretlerinin yakınlarından Sabri Bey hastaymış… Aşkımın hedefi… Ne
olacağı bilinmez ama, insan birkaç mevsim daha yaşamasını istiyor. Çok iyi rüya tâbir eder,
korkunç! Rüyâmı anlattım; bir imâmın arkasında namaz kılıyorum… Bu kadar! Efendi
Hazretleri seni ehl-i beyti kabul ediyor!” dedi. En yakını… Kimseye anlatma!”
Yüzü mahçup bir renk içinde:
-“Tek kelimenin bile boşa gitmediğine inanıyorum!”
Esrarlı ve ısrarlı bir sesle:
-“Keyfiyetleri Allah’a havale ediniz!”
Israrla üzerinde durması dikkatimi çeken, dil bahsini “ruh ve ruhî roman”
olarak görüşümün bütün inceliklerini kapsayan sözü:
-“Bir rüya gördüm: Efendi Hazretlerinin yüzünde “BEN” vardı. Telefonla sordum;
öyle… Ben sağlığında “ben” olduğuna dikkat etmemiştim; hiç hatırlamıyorum “ben”
olduğunu…”

Gördüğündeki “ben” mi benim, yoksa o ben miyim? Rüyâda kurbağa görmek ve onun
yılanmış hissiyle idraki göz önünde tutulur ve büyüklerin görüşlerinin, aksi eksiklik olmak
üzere, bu soydan olduğu dikkate alınırsa, keyfiyetleri Allah’a havale etme şuuruyla
söylüyorum: Bendim!
“Hiç kimseye anlatma!” dediği ve bugüne kadar hiçbir kimseden duymadığım, aynı
gün –veya günlerde- gördüğünü söylediği rüyâsı: “Bir imâmın arkasında namaz kılıyorum…
Bu kadar!”

Muktedî: Tâbi olan, uyan. İmâma uyan: 554
Takdim: Arzetmek, sunmak. Öne geçirmek. Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek:
554
Mu’temed: Kendine güvenilen. İtimad edilen kimse. Kendinden emin olunan.
Ziyâdesiyle doğru ve müstakim olan:554
Meşruh: Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzâh olunmuş: 554

Mukteda-bih: Kendisine uyulan, tebaiyet edilen: 552
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1552
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1552
İnşikak: İkiye ayrılma. Çatlama. Ayrılma: 552
İ’tilân: Aşikâr ve meydanda olma. İlân olunma, meydana çıkma. Doğum esnasında
çocuğun başı görünme: 552
Mevkut: Vakti belli olan: 552
Muhaddes: Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirilmiş. Sadıkül hads olan
kimse. (Hads: Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Süratli intikal. Anî ve
doğru idrak. Delilden neticeye çabuk varmak.) Nakil ve rivayet edilmiş kimse: 552
İstikmal: Bir şeyin kemâle erdirilmesi. İkmal etmek. Tam ve kâmil olmak: 552
Müşavere: İstişare etmek. Görüş alışverişinde bulunmak: 552
İ’timam: Başına sarık sarmak. Ortalık yeşillenmek. Miğfer giymek: 552

Üstadım’ın 1979’da bizim için yazdığı “MÜJDELERİN MÜJDESİ” isimli yazısının
sonu:
-“Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!”
Büyüklüğüne dikkat… Tabiri yukarıda!

İslâm büyüğü: “Aşığın özelliği, örtüyü yırtmaktır; onun gizlisi alenidir, zamanın rezili,
gizlemek nedir bilmez!”… Bir şey, gizlediği alenî; veya gizlisi, alenî. Gizlisinin alenî olması
da kendinden başlayarak, kime alenî ve kime gizli? Şöyle veya böyle, aşkın insanı hor ve rezil
etmesine dair, -Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin kasdı belli!-, her mevzuya dair aşktan sayısız
“aşk edebiyatı” misâlleri temin edilebilir. Aşağılık soydan rezillere fırsat verir gibi, tehlikeli
başlığı gördünüz: ZAMANIN REZİLİ… Meczub, “cezb edilmiş, aklı gitmiş” demek;
bugünün salakları onu, kendi salaklıklarına eş, “ahmak, salak ve temyiz kabiliyeti olmayan”
mânâsıyla kullanıyorlar. Her bir büyük dava adamının mevzuunun teshirine girmesiyle,
alelâde akılsız ve deli arasındaki farkı anlamak fazla zekâ istemese gerek… Teshir: Zaptetme,
hâkim olma, zorla ele geçirme. İtaat ettirme. Hâkir ve zelil etmek… Teshir: Büyüleme…
Neticede, Üstadım’ın, “adamın bir hâli vardır ki bellidir!” dediği dava. Benim ne olduğum
belli: Müsbetten tanıma ve tanıtma yanında, bu satırları “Sinyal Muhabbetleri”nde anlattığım,
dünyanın en vasıfsız ve rezil fareleri içinde sayılabileceklerin maddi-manevî cihaz tacizleri
altında yazdığıma göre, bu da tersinden delillendirici. Şükür!

17 Ağustos 1999 depreminden yaklaşık bir-iki ay önce… Tanıyanların “Gülşen teyze”
dedikleri hanım, 10-15 kişilik grupla Metris’e ziyarete gelmiş, bizim ziyaretçilerimize, bizi
bilmediği hâlde, gördüğü bir zuhuratı anlatmak üzere:
-“Namaz kılarken, secdedeyken zuhurat oldu: Kumandan, elinde kılıçla kâfirlere
saldırıyordu!”
Bu yaşlı Hanım, hâliyle, ideoloji filân bilmez, abdestinde namazında, tesbihatında,
Mahmud Efendi Hazretlerinin müridlerinden biri… Bizi resim çerçevesinde, şöyle böyle
görmüş, o zuhuratta da, “demek ki bunlar…” hesabı haşyete düşmüş. Hâli bizim ziyaretçilere
de sirayet etmiş ki, ziyaretçilerle görüşürken herkes bana ondan bahsediyor.
Ali Osman Zor’un hanımı Emel, bana heyecanla “bir zuhurat” derken, “biliyorum!”
dedim. O da sanki Gülşen Hanım’dan bahsettiğimi anlamış gibi, “o değil! Ziyaretçilerden biri
Sadettin (Ustaosmanoğlu) ağabeyle konuşurken oldu, sonra anlatırlar. Biz kadını bahçeye
götürdük, çimenlere oturttuk, kendinden geçti!” filân diye telaşla anlatıyor.
Ben o Hanım’la görüşemedim, her kafadan bir ses. Hemen Sadettin’i çağırdım. O da
şaşkın, sevinçli. Normal olarak “Allah sabır versin!” makamında hâl hatır sorarak
konuşurken, Selma Hanım’a bir hâl geliyor, ağzı çarpılıyor, gözleri kayıyor; dehşet verici bir
görüntü. Başlıyor, kendisi de Arabça bilmediği hâlde, o sırada kendi mekânında namazda
olduğunu öğrendiğimiz Mahmud Efendi Hazretlerinin Arabça sözlerini, nakletmeye. Bazı
şeyleri ziyaretten sonra arkadaşlarla konuştuğumuz için, ben kayda değer bir şey olunca
Sadettin’e anlattırıp, not aldırıyordum. O hâdiseyle yüzyüze olunca, fevkalâdeliği gören
Sadettin hemen not alıyor, orada şahit olanların yardımıyla sözler tercüme ediliyor:
-“Bunları söylemek dehşetli ama… Söyletiyoruz!”
-“Bunları bilen biri var burada, “kendini kastediyor!-, o bunları bilir!”
-“Bunlara yardımcı olun! Kelime-i Tevhid’le… yüzbinlerce Kelime-i Tevhid çekin!”
-“Bunlar bizim askerlerimizdir, daha önce sizlere tanıtmadık… şimdi tanıtıyoruz!”
-“YARINDAN SONRA BİR ŞİDDET BAŞLAYACAK… haber vermeye geldik!”
-“Allah Resûlü beldemizdedir, ümmetinin hâline üzülüyor… defterler kapandı,
hesaplar bitti oluyor!”
-“ORADA OLAN MEHDİ’Yİ ZÂHİRE VURMAYIN!”
-“Orada bulunan hanımlar da gönüllü askerlerimizdir… onlara şimdi alenen yardım
etsinler… sonra yapacakları şeyler onlara söylenecek!”
-“Nefsin girdi araya kızım, nefsini aradan çıkar… Salavat getir, salavat getir!”
Selam Hanım ayılıyor mu, bayılıyor mu, hemen çıkarıyorlar.

“Küçükten beri gökyüzüyle, dağlarla, yerlerle konuşurdum. Efendi Hazretlerini
bulmasaydım, o hâl içinde ya sapıtabilir, ya delirirdim!” diyen Selma Hanım, sözkonusu
zuhurattan birkaç ay sonra çıldıracak hâle geliyor, o şuursuzluk içinde ağzından küfür sözler
çıkıyor ve fare zehiri içerek intihara teşebbüs ediyor. “Niçin” mi diyorsunuz? İşin dehşetli
tarafı, bilmeyene gaib, zuhuratın içinde ikaz olarak geçiyor ya!

Yılmaz Özdamar: Tanıdıklarımızdan birinin bazı meselelerini konuşmak ve tedavi
maksadıyla bilgiler almak üzere tavsiye üzerine 1997’de Nazilli’de bir cinci Hoca’nın yanına
gitmiştik. Çok yaşlı bir zât. Kendi durumunu merak eden kişi, adını ve doğum tarihini yazarak
bu adama veriyor, o da elindeki kitabtan verilen isim ve tarihle ilgili denk düşen yere bakıyor
ve sözkonusu bilgilerle birlikte yorumunu ve tavsiyelerini söylüyor. Yanına giden kişilerin
derdi, genellikle kız-oğlan meselesi, karı-koca dargınlıkları vesaire
Biz gittiğimizde, bu işleri yapan pek çok kişinin sahtekâr olduğunu söyledi ve bu
işlerle uğraşmanın hiç tavsiye edilemeyeceğini, kendisine pek çok sıkıntının geldiğini anlattı.
Beraber gittiğimiz kişilerin işi bitince, yıldıznamesine baktırmak isteyenlerin olup olmadığını
sordu. Yanımdaki arkadaş, Adıyaman’daki Şeyhi Abdülbâki Efendi ve kendisi için
bakılmasını istedi. Abdülbâki Efendi için, sözkonusu zât, eline tesbihini aldı ve ellerini dua
eder gibi göğe kaldırdı, gözlerini havaya dikti, kaldı.
Ben de kendim ve Kumandanım için baktırdım. Onun için, “1950-Salih” ibaresini
yazıp verdim, başka hiçbir şey söylemedim. Adam bunlara bakınca öyle heyecanlandı ki,
yüksek sesle bağırdı:
-“Salih, Salih! Kim bu Salih!”
Ben yanına sokulunca “sen misin?” diye sordu; ve, benim “hayır!” cevabım üzerine,
“Baban mı?” dedi… Ben “evet!” falan diye geçiştirdim.
-“Bak, bunun devlete ilgili meseleleri var; çok sıkıntıda ve çevresindeki insanlar
kendisine hep ihanet etmişler. Kendisine çok dikkat etsin!”

Zuhurat: Birden oluveren şeyler. HESAPTA OLMAYAN UMULMADIK
HÂDİSELER. Kalbe gelen mânâlar: 1512
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322=513=1512
İnkitam: Gizli tutulma, saklı tutulma: 512
Mümalat: Müsaade etmek, izin vermek, yardımlaşmak: 512
Tetabuk: Birbirine uygun ve muvafık olma. Uymak: 512
Beşîr: Müjdeli haber getiren. Müjde veren. Güler yüzlü. Cemil. Allah Resûlü’nün bir
ismi: 512
Dahs: Sözünü fesahetle açık bir şekilde söylemek: 512
İltimam: Bir kimseyi ziyaret etme: 512
İstiklâ: Tehir etme, mâni olma: 512
Nisbet: Münasebet, yakınlık, bağlılık, ölçü: 512
Âsitan: Dergâh. Tekke. Kapı eşiği: 512

Mektum: Gizli. Saklı. Gizli kalmış. Hükümetten gizli tutulan: 506
Erdiş: 506
Selase (üç) ışk: 1506 (Es’seyyid Abdülhakîm Arvasî-Üç Işık, hatırlanmalı.) Mehdî
Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+322=507=1506
Nakş-bend: Nakış işleyen. Ressam: 506
İrşad: Doğru yolu göstermek: 506
Tevessüm: Bir şeyin işaretlerine bakarak iyice anlamak: 506
Vakt: Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. Boş zaman. Geçim. Fırsat. Muayyen, belli zaman:
506
Tezahür: Meydana çıkma, belirme. Birbirine yardım etme. Birbirini korumak.
Görünüş: 1506
Kuvvet: 506. Kut: Yaşatacak gıda, rızık. Kuvvetlendirmek. (Kuta’: Düş yormak, rüyâ
tabir etmek. Başka yere gitmek.): 506

Hafy: Gizlemek. Setretmek, örtmek. İzhâr etmek, görünmek. Parlamak,
yıldıramak: 690
Salih: Karayılan: 691=1690

Muhtan: Kendisine ihanet edilen. Hâin. Hıyanet eden: 1091=92
Hezî: Vakit, saat: 92
Muhammed: 92
Ramazan: 1091=92
Lüceyn: Gümüş. (Saliha: Safi gümüş. İyi, Sâlih kimse.): 93=1092
Bek’: Karşılayıp istikbâl etmek. Birbiri ardınca şiddetle vurmak: 92
Mükellâ: Küst. Sahil. Nehir kenarı: 92
Ümman: Emin kimse, emniyetli kişi: 92

NİSAN

Levha: 2 Temmuz 2005… Bir câmi’de, kalabalığın ortasında, ayakta, Mahmud Efendi
Hazretleri vaaz veriyor. Ben, babamla (Şerif Muammer) birlikte, oda gibi bir girintide
cemaatle birlikteyim. Mahmud Efendi, gördüğüm bir Nasreddin Hoca resmindeki gibi zayıf,
gözlerinin etrafı Üstadım’ın gözleri gibi halka şeklinde, çukur, dudakları da hafif çıkık ve
belirgin. Yüzü de, tavır ve duruş hâlinde değil de, -ekşi yüzlü demeyeyim!- ciddi.
Konuşmadan sonra çıkışa doğru bizim yanımıza geliyor; ona babamı tanıtıyorum. Babam
heyecanlı ve hamasî bir tavırla benim için, “onu sizin emrinize bırakıyorum!” veya “o sizin
emrinizde!” gibi bir şey söylüyor. Mahmud Efendi de bana, “Nisan’da…” diye geçtiğimiz
Nisan’da olan bir şey veya Nisan ayı ile ilgili bir şey söylüyor. Kafasında kavuğu andıran bir
sarık, küçük beyaz kavuk gibi, üzerinde de beyaz entari var.

Levha: 19 Nisan 1983… Bir bayiin (büfe) önüne geldim… Bayi ve dışarıda duran bir
adam… Birden görüyorum ki, özel günlere mahsus büyük puntolar ve siyah başlıklı bir
gazete… “Yeni Devir” gazetesine benziyor… Yılana bakarken içimize kurbağa imiş hissi
doğması ve o suretin bu mânânın olması gibi, başlıkta içime “Şeriat” doğuyor… Gazeteyi
aldım… Bayi, memnun ve mesut… Ben oradan uzaklaşırken, benim hakkımda yanındaki
adama muhabbetle “şunun boyuna bosuna bak, işim olmasa, ben de onunla giderdim!”
diyor… Eskişehir’de, sokak aralarında dolaşıyorum!

Şeriat: 980
İstikbâl İslâmındır: 980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312= 1980
Mütera’rı: 10 yaşını aşmış olan: 980
Misliyet: Benzerlik. Benzeri ve misli olmak: 980
Temsil: Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Nümune
söz: 980
Teslim: Diş diş etme. Merdiven hâline getirme, ayak ayak düzme. (Teslim: Bir
emaneti verme. Kabul etme. Doğru ve haklı bulma. Selâmetle dua etme. Karşısındakinin
hükmü altına girme. Kendini Allah’ın takdirine terk etme, emri altına girme. Belâ ve âfetten
korunur olma. Bir şeyi yeni sâhibine verme. Dayanamayıp pes deme. Hakikat olduğunu
söyleyip itiraf etme.): 980
Teşri’: Yolu açık ve vâzıh kılma. Şeriata isnad ve nisbet eylemek. Kanun vaz’ ve
tenfiz eylemek. Havuza su getirmek: 980
Ta’riş: Temel yapmak. Üzüm çubuğuna çardak yapmak: 980
Uzriyy: Şiddetli muhabbet: 980
Teşerrüf: Şereflenme. Ulviyete erişme: 980

Nisan: Milâdî takvimde 4.ay. Arabça ve Farsça’da “Nisan” olarak geçmekte
olup, Süryanice’den geçme olduğu belirtiliyor. (Süryani yılının 7.ayı) Rebi’ül Ahir: 171
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+506= 1171
Muayin: Kat’i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan: 171
Maanî: Mânâlar. Sözün hâl ve makama uygunluğu ilmi: 171
Maune: Mavna. Yük taşıyan büyük gemi: 171
Asi: İsyan eden. (Âsi: Doktor, cerrah, tabib. Kederli, hüzünlü.): 171
Asma’: Uyanık ve gözü açık adam. Keskin kılıç: 171
Niknam: İyi nam kazanmış, iyi ünlü: 171
Asvad: Büyük emir: 171
İnkilis: Yılan balığı: 171
Mefhum: Anlaşılan. Mânâ. İfâde. Sözden çıkarılan mânâ: 171
Kıyas: Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. Benzeterek hüküm ve muhakeme etmek.
Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak: 171
Asaf: Süleyman Peygamber’in veziri. Vezir. Bir ot ismi: 171
Za’t: Boğmak. Boğazlamak: 1170=171
Âkif: Devamlı ibadetle meşgul olan. Bir şeyde sebat eden. Teveccüh, yönelme: 171
Menaî: Ölüm haberleri: 171
Aksat: Çok doğru olan şey: 171
Tahfif: Hafifletme, yükünü azaltma. Kolaylaştırma: 1170=171

Levha: 29 Mayıs 2007… Yakub Aleyhisselâmı görüyorum, Kumandanımızı
kastederek, “onun yükü çok oldu biraz hafifletelim!” diyor.
(İstihareci’nin “Sinyal Muhabbetleri” için yaptığı istihare.)

Mukad: Ağır yüklü: 150
İsa: Dört büyük Peygamber’den biri: 150
Mehdî Muhammed: 151= 1150
Sif: Deniz sahili. Küst: 150
Sultan: 150
Alîm: Bilen. (El-Alîm: Allah’ın güzel isimlerinden biri.): 150
İhsan: Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek. Ehl-i azamet olmak: 150
İnsihal: Düzgün söz söyleme: 150
Müsemma: İsimlendiren. Muayyen zaman, belirli vakit: 141- 150
İnsilâh: Silahlanma: 150
Seyf: Kılıç: 150
Sîn: Çin: 150
Misem: Dağlama eseri. Dağ yapılan âlet. Güzelin çehresindeki cemâl eseri: 150
Muallî: Yücelten, yükselten: 150
Mümkin: Mümkün. Olabilir veya olmayabilir: 150
Mütali’: Mütalâa, tetkik eden. Okyanus: 150
Muadele: Müsâvilik, eşitlik. Muamma. Karşılıklı anlayış. Adalet: 150
Aks: Hilâf, muhalif, zıd, ters. Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin
veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi. Bir şeyin evvelini ahir, ahirini evvel
yapmak: 150
Amelî: Amele müteallik. Fiilî olarak. İşlemek suretiyle. Pratik. Tecrübeli: 150
Mukıd: Ateş yakan: 150
Makıt: Dar yer: 150
Metali’: Matla’lar. Tulu edecek yerler veya zamanlar. Güneş veya benzerlerinin
doğduğu yerler. Kaside veya gazelin ilk beyitleri: 150
Na’l: Oturulacak yerin en aşağısı. Ayağa giyilen tahta ayakkabı. Nal: 150

Yakub: (Aleyhisselâm): Yusuf Aleyhisselâm’ın babası, İshak Aleyhisselâm’ın
oğludur. Kur’an’da ismi geçen peygamberlerdendir: 188
Mukaddime: Önsöz. Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. Alın. Alındaki perçem:
189= 1188
Kat’i: Mutlak. Şüphesiz. Tereddütsüz: 189=1188
Mansub: Nasbolunmuş, memuriyete koyulmuş: 188
Fasîh: Fasahat sahibi. Hatasız olarak söyleyen, Açık ve güzel konuşan: 188
Muhsan: Akıl. Bülûğ. İslâmiyet. Hürriyet: 188
Muhsın: Kale gibi mahfuz ve sağlam olan: 188
Muhassan: Kuvvetlendirilmiş, istihkâmlaştırılmış: 188
Besasa: Göz, ayn: 188
Kıhf: Kafatası: 188
Kuffaz: Eldiven. Kadınların ellerine ve ayaklarına taktıkları süs eşyası: 188

21.02.2008- 59.SAYI:

NALİN
Levha: 13 Eylül 2004… Mahmud Efendi Hazretleri, Yeşil Câmi’inde vaaz veriyor.
(Câmi’ eski hâlinde.) Amcam Abdullah Hoca’ya güzel görünümlü ayakkabılarını göstererek
“nalinlerini lâyık olan birine var!” diyor. Bir de kaliteli bir kumaş varmış, onu da ütüleyip
ikisini birden lâyık olana vermesini söylüyor. Amcam vermiyor, sonra da Efendi Hazretlerine,
“hani siz böyle şeylere önem vermezdiniz!” diyor; ütü filan işlerine… Efendi Hazretleri, “o
senin anladığın ütü değil!” diyor. O ân aklıma “bunlara Kumandan lâyık, keşke ona verilse!”
diye geçiyor.(İstihareci.)

Lâyık: Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık: 141
Men ene: Ben kimim?: 142= 1141
Abdullah: Allah’ın kulu: 142= 1141
Saî: Çalışan. Bir yere vâli olan. Cemaat başı: 141
A’lem: Daha iyi bilen. En iyi bilen. Alâmetli, belirtili: 141

Liyakat: İktidar. Ehliyet. Hüner. Fazilet. Kıymetlilik: 541=1540
Rahman 19: (Noktasız): 540
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2539=1540
Ma’lat: Derin ve yüksek fikir. Ululuk, şeref, itibar: 540

İron: (İngilizce): Ütülemek, demir kaplamak. Ütülemek; plânın teferruatını
hazırlamak, pürüzlerini gidermek. Kelepçelemek.
Dekak (Kürtçe): Ütü
Dekaik-Dakaik: Dakik’in çoğulu. İncelikler. Anlaşılması çok dikkat isteyen
incelikler. Çok ince.

Resed: Lâyık, şâyan, şâyeste: 264
Nevbahar: İlkbahar: 264

Levha: 20 Eylül 2007… İstanbul’da, Kandilli semtindeyim. Sabahın, havanın
aydınlanmasına yakın alacakaranlığı, 1971-1972’de oturduğum evden çıkıyorum ve bayır
aşağı yolda yürüyorum. Benden başka sokakta hiç kimse yok. Evlerin hepsi iki-üç katlı ve yan
yana; ve yine o zamanın tersine, hiçbirinin bahçesi yok ve hepsi sokak üstü yan yana. Kerpiç
ve tahtadan yapılma eski zaman evleri; ama çimento hissi veren toprak sıvalı. O zaman
olmayan bir yan sokağa doğru yürüyorum. İçimde garib bir ürperti var. Ayaklarımdaki
nalinler dikkatimi çekiyor ve ucuna basarken tıkırdıyor.
Nial: Ayakkabılar. Nalinler. Nallar: 151
Mehdî Muhammed: 151
İ’lân: 151

Hasf: Tasmalı nalin. Ayakkabı dikmek. Birbirine yapıştırmak. Ağacın
yaprağının dökülmesi: 770
Asr: Muttali olmak. Gözcülük etmek: 770
Sufret: Sarı renk, sarılık. Beniz sarılığı: 770
Tasarruf: Bir şeye karışıp müdahale etme. İdare ile kullanma. Tutum. Sahib olmak,
idare etmek. Kullanma hakkı: 770
Küşten: Öldürmek: 770
Müzill: Zelil kılan. Zillete düşüren. Adileştiren: 770
Aktris: Kadın oyuncu. İş yapan: 771=1770
Müstear: Takma isim. Emaneten alınmış olan: 771=1770

Tena’ul: Nalin giymek: 550
Mütessemî: Bir isim ile isimlenen: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549=550
Taallün: Alenî, aşikâr, meydanda olmak. Herkesin gözü önünde gibi bilinme: 550
Neşr: Neşretmek, yaymak, bir haberi fâşetmek, herkese duyurmak. İzhâr etmek: 550
Meşhur: 551=1550
Semud: Salih Peygamber’in kavmi: 550
Casûm: Korkulu rüya, kâbus: 550
İstanbul: 550
Müstevli(ye): İstila eden. Galib olan. Zapteden. Yayılan her tarafı kaplayan: 551=
1550
Tenessüm: Haber erişmek. Havayı teneffüs etme. Güzel kokular kokutmak: 550
Mukît: Muhafaza eden. Hafız. Amelleri zayi etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve
rızık veren. (Allah’ın güzel isimlerinden “El-Mukît”: Kuvvet verici.): 550
İktiham: Tahammül etmek. Dayanmak. Katlanmak. Güçlükleri yenmek. Hücum ve
istilâ eylemek. Mülâhazasız bir işe başlamak. Bir şeyi hakir addetmek: 550
Aramram: Asker çokluğu. Şiddetli hâl ve iş: 550

Şürse: Nalin. Pabuç. Ayakkabı: 1005=6
Vav: Ebced değeri (6) olan harf
Dahr: Kaplumbağa. Dağbaşı: 1005=6
Becâ: Yerinde, münasib, lâyık, uygun: 6

Hizza: Nalin. Bir şeyin karşılığı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hasıl
olan cihet, düzlük, sıra. Taraf: 710=1709
Dehişt: İttifak, birlik, ittihad. Bir tarzda hareket etmek: 709
Risde: İnsan topluluğu: 709

VALİ

Levha: 5 Nisan 2003… Birisi bana, dedem İzzet Bey’in babası Musa Bey hakkında,
“Musa Bey, 10 vilâyetin mîrliğine terfi etti!” diyor. Ben onun “mîr” olduğunu ve 10 vilâyetin
mîrliğine ne dendiğini düşünüyorum.

Mîr: Bey. Amir. Baş. Kumandan. Vâli: 250
Masna’: Su mahzeni. Sarnıç. Fabrika. Bucak, köşe. (Mesna: İkişer ikişer. Derenin
büklüm ve boğaz yeri.): 250
Mirzab: Ululuk. Uzun ve büyük gemi: 250
Ner: Erkek. Er: 250
Ruhama: Rahim olanlar: 250
Reym: Kabir. Alçak yer. Derece. Ziyâde, çok fazla: 250
Ka’f: Ayağı sert olarak basmak. Ayak ile toprağı küremek. Kab içindeki suyun
tamamını içmek. Koparmak: 250
Hamra: Çok kırmızı, kızıl renk. Şiddet ve meşakkatli geçen yıl. Şiddetle olan ölüm.
Arab olmayan cinsten. Yüzü kızarmış kadın: 250

Levha: 6 Ekim 1986… Askeriyeye alınan büyük arabalar. “Hiç olur mu? Bir astsubaya
koca araba!” diyorum. Bir seyyar satıcının yanında da aynı lâfı ediyorum. Bana kimlerden
olduğumu soruyor. “Musa Bey’lerden İzzet Bey’in torunuyum!” diyorum. Adam gıbtayla
bakıyor… Ve benim astsubaylar hakkındaki sözümü hafifleterek, emekli astsubay olan
babama naklediyor!

Guceratlı Şeyh Ebu’l-Muvahhid’in “Da’vâ Cetveli”nde, Allah’ın güzel isimlerinden
“El-Vâli; İşleri yürüten” ismi, “Vav” harfine denk geliyor.

Ecdad: Dedeler, babalar: 13
Vav: Kur’ân alfabesinin sondan üçüncü harfi. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığı:
13
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013
Hârikulâde: Fevkalâde, âdetin haricinde bulunan şey, eser. Görülmedik derecede:
1012= 13
Ehad: Bir. Tek. İnfiradla (tek başına kalma, yalnızlık hâli) muttasıf sıfat-ı kâmileyi
cami’ olan: 13
Gayb: Gizli olan. Görünmeyen. Belirsiz: 1012=13
Azad: Serbest. Hür: 13
Hece: 13
Hica: Bilmece: 13
İstisna: Müstesna kılmak. Kaide dışı bırakmak. Ayırmak: 1013
Cihad: (Cehd’den): 13
Debbabe: Tank: 14=1013
Bay: Bey. Mîr. Emir. Zengin: 13
Abî: Çok mavi. Suda yaşayan veya suda meydana gelen. Ayva: 13
Cahid: Cihad eden: 13

Âmil: Vâli. Yapan, işleyen. Sebeb. Vergi tahsiline memur olan. Mütevelli. (Âmile:
Ayak, bacak.): 141
Men ene: Ben kimim?: 142=1141
Mehd(î) Muhammed: 141
İmam Mehdî: 141
İ’lâm: Bildirmek. Belli etmek. Anlatmak. Mahkeme hükmünü bildiren resmî karar
yazısı: 141
Allâm: En çok bilen: 141
Lâmî: Parlak. Parlayan: 141
Misbah: Lâmba: 141
Lisân: Dil. Lehçe: 141
Âlem: Kâinat. Her şey. Halk. Cemiyet. Dehr. Hususî hâl ve keyfiyet: 141
Lıkve: Kova: 141
Lâyık: Yakışır ve yaraşır. Uygun, münasib ve muvafık: 141
Siyam: oruçlar: 141

Levha: 29 Ağustos 2004… Yüksek bir apartman dairesini andıran bir yer. “Kalkın,
Mahmud Efendi gelecek!” diye bir ses; ve âniden, beyaz sarığı ve gri cübbesiyle geliyor.
Yanında, yine sarık ve cübbeli olarak Sadettin Ustaosmanoğlu ağabey. Mahmud Efendi
Hazretlerinin teşrif ettiği yer, bir oda; ve çok az sayıda insan var. Onların içinde, traş olmuş
bir şekilde, saçsız-sakalsız ve bıyıksız bir şekilde Kumandanımız var. Mahmud Efendi geldiği
zaman, ayağa kalkıp etrafını sarıyorlar. Kumandanımız da ayağa kalkıyor. Ben, bu olanları
yan odadan seyrediyorum ve kendi kendime, “vay be, ilk defa ikisi bir arada!” diyorum.
Kumandanımız, Mahmud Efendi’ye musafaha için iki elini birden uzatıyor. Mahmud Efendi
musafahadan sonra, eğilip Kumandanımız’ın elini öpüyor. Sonra benim bulunduğum tarafa
başını hafifçe çevirerek bakıyor ve kendisi için getirilen sandalyeye oturuyor. Ben bu olanları
yan odadan seyrederken, Mahmud Efendi’nin Kumandanımız’ın elini öpüşünden dolayı
hayret ve dehşet içinde gözüm faltaşı gibi, ağzım açık şekilde âdeta donup kaldım. Bu esnada
Sadettin ağabey beni kastederek, “o nerede?” diye soruyor; ve âniden yan odaya gelip,
kolumdan tutarak Mahmud Efendi’nin yanına götürüyor. Sonra, Efendi Hazretlerine, “Nurî
Efendi ölüp hilâfeti Şaban Efendi’ye mi verecek?” diye bir şeyler söyledikten sonra, beni
göstererek “işte bu, Efendim, anlatsın mı?” diyor. Mahmud Efendi bana, “şimdi yorgunum,
sonra bakalım!” diyor. Terli ve yorgun olduğu hâlinden belli oluyordu… Bundan sonra ben,
Sadettin ağabeyin kolundan tutup soruyorum: “Ben iki şey sormak istiyorum, daha doğrusu
iki rüyâ; anlatabilir miyim?”… O da, “tabiî!” diyor. Ben abdest almak için iki kat aşağı
inerken, iki kız çocuğu görüyorum. Çocukların yanında yetişkin birileri de var. Çocuklar oyun
oynuyor. Abdest alıp merdivenlerden çıkarken, çocukların “yalan konuşmayın, yalan
konuşmayın!” diye sesleri geliyor. Sonra yerde bu kız çocuklarına âit iki kirli don görüyorum;
ve kendi kendime, “bunlar ne, ne alâka?” diyorum. Bu sırada rüyâ gördüğümü anlıyorum ve
tekbir getire getire uyanıyorum. (Abdüsselâm Tutal- Kandıra F-Tipi Cezaevi.)

Levha: 11 Kasım 2004… Kandıra Cezaevi – Koğuşumuzun üst katına çıkıyorum.
Mahmud Efendi Hazretlerini hasta ve yatakta yatar vaziyette görüyorum. Bahattin
Ustaosmanoğlu’nu hatırlıyorum. Kumandan’ın Mehdi’liğini ve ona biat edip etmeme
hususunda bir şeyler sorma niyetinde iken, daha yanına varmadan Efendi Hazretleri içimi
okuyormuş gibi cevab veriyor: “O Mehdî’dir, velidir; hem de uzun zamandan beri velâyeti
vardır. İnanıp biat edebilirsin!” diyor. Bu sırada Kumandan yukarı geliyor ve Mahmud
Efendi’nin paralelindeki yatağa uzanıyor. Mahmud Efendi hasta hâliyle ona dönerek, “sen
Mehdî’sin, Mehdî’liğini ne zaman ilân edeceksin?” diyor. Bu söz üzerine Kumandan müthiş
seviniyor. (Sevinmesi, Burak Çileli’nin sevincine benziyor.) Kumandan cevab olarak, “ilân
edeceğim!” gibi bir şey söylüyor. (Tam hatırlamıyorum.) Mahmud Efendi, başka bir şahıstan
bahseder gibi, “ona da söyleyecek misin?” diye soruyor. Kumandan, “ona da söyleyeceğim!”
diyor. Mahmud Efendi’nin “kim o?” sorusuna, “o kendini biliyor!” cevabını veriyor. Bu
konuşmadan sonra aşağı kata iniyorum. Bahçede basketbol oynayan gönüldaşları görüyorum.
Aralarında Mehmed Yavuz Uçum’un yüzünü, seçebiliyorum. Ona, Mahmud Efendi’nin,
Kumandan’ın Mehdî’liğine inanıp biat edebileceğimizi söylediğini anlatıyorum. Yavuz “öyle
mi?” diyor. Derken bunun bir rüya olduğunu fark edip heyecanla tekbir getirerek uyanıyorum.
(Abdüsselâm Tutal.)

Areng: Vâli, hâkim. Tarz, tavır, üslûb. Dirsek. Dert, keder. Hile. “Zannolunur ki,
galiba, öyledir, benzer” gibi mânâlarda kullanılır: 271
Kenar: Kucaklama. Kucağa alma. Etrafı çevrilen şey. Çember. Son, nihayet. Köşe, uç.
Çevre, kıyı. Sahil, küst, deniz kıyısı: 271
Teshir: Zaptetme, hâkim olma. İtaat ettirme. Hakir ve zelil etme: 1270=271
Sure: Kur’ân’ın 114 bölümünden her biri. Derece. Duracak yer. Menzilet. Şeref ve
şân. Güzel inşa edilmiş bina. Sur. Refi’. Alâmet, işaret: 271
Eyser: Sol taraf. Sol taraftaki. Pek kolay: 271
Seyyar(e): Bir yerde durmayıp yer değiştiren. Gökte veya güneş etrafında dönen
yıldız. Gezegen. Kervan, kafile. Otomobil: 271

Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. El tutarak bağlılığını alenen izhar etmek.
Rey vermek: 482
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 482
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312=2480=482
Marmara: 482
Tehafüt: Sözü gizlice söyleşmek: 1481=482
Tebi’: Sığır yavrusu. Yardımcı, yardak: 482
İmamet: İmamlık. Halifelik: 482
Tıbaa(t): Kitab vesaire basma işi. Kılıç yapma sanatı: 482
İtmam: Tamamlamak. Bitirmek. İkmal etmek. Tekmil etmek: 482
Tedafür: Bir yere toplanmak. Yardım etmek: 1481= 482

Vâli: Bir vilâyeti idare eden en büyük memur. Malik… Allah’ın güzel isimlerinden
biri de “El-Vâli”: İşleri yürüten… Vâli, “bütün eşyanın sahibi ve onlara tasarruf eden”dir.

Vâli: 47
İlâhî: 46-47
Agma: Yıldız. Yıldız akması. (Tekvir Sûresi’nden bir âyet meâli: “Akan yıldıza yemin
olsun ki”… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye’de, “Hakikat-i
Muhammediye”den bahsederken: Allah’ın rahmeti, âlemin sırrı ve özü, âlemin gayesi ve
varlık sebebi, doğu sözlü efendimiz, Rabbine yönelmiş, KAYAN YILDIZ’ın (Allah
Resûlü’nün) üzerine olsun. O, kendisini geceleyin yürüten Hakk’ın örneksiz yarattığı şeylere
bıraktığı âyetleri ve gerçekleri göstermek için, yedi yıldızı aşan kimsedir.): 1046=47
Ula: Birinci, ilk, evvel: 47
Hatime: Son söz. Son. Nihayet: 1046= 47
Mücidd: Elinden geldiği kadar çalışma, gayret gösteren. (Mucid: Yeni bir şey icad
eden, bulan. Yaratan. Yoktan var eden… Mucîd: Hazır. İyi edici olan. Mevt, ölüm.): 47
Dama: Deniz, bahr: 47
Ahalî: Halk, umum, nâs. Bir memleketin yerlileri: 47

Musa Mirzabeyoğlu: 116+1302=1418
Necip Fazıl Kısakürek: 1417=418
İbtidaî: Başlangıca âit, en önce olarak. İlk. Evvel: 418
Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik: 418
Tevahhud: Vahid, tek olmak: 418
Edebiyat: İlm-i edebin bütün yönleri, ilim ve söz sanatları: 418
Ciddiyat: Hakiki sözler. Ciddiyetler: 418
Tahsis: Rağbet ettirmek. Meylettirmek: 1418

Musa Mirzabeyoğlu: 1418=419
Hayat: Dirilik. Canlılık. Yaşama. Sağlık: 419
Hayyat: Yılanlar: 419
Tedehhî: Dâhileşme: 419
Teheddî: Doğru yola girme. Hidayetlenme: 419
Te’vîb: Tesbih etmek. Sabahtan akşama kadar seyretmek: 419

Vilâyet: İl. Bir şeyi kudretle elde etme. Birisine kefil olmak. Dostluk: 447
Te’vem: İkiz. Çift doğan çocuklar. Benzer, eş: 447
Te’vil: Bir nesneyi redd ve irca’ etmek. Döndürmek: 447
Ümmehat: Analar. Esaslar, asıllar. İslâmî temel eserler: 447
Telâiye: İstikamet. Doğruluk üzerine olmak: 446-447

Musa Mirzabeyoğlu: 116+332= 448
Vilâyet: Vilâyetler: 448
Müteehhib: Kendi kendini hazırlayıp yetiştirmiş kimse: 448
Mehabet: Heybet. Hürmetle karışık korku. İhtiram. Azamet. Büyüklük: 448
Mehtab: Ay ışığı: 448
Tedekdük: Zelzele olup yer deprenmesi. Dağ, yerinden oynayıp pâre olmak. Taşlıkta
ve kum arasında olmak: 448
Muharrir: Yazan. Tahrir eden. Kitab telif eden. Gazetede yazı yazan: 448

Kustar: Bir şehre veya beldeye vâli olan. Kesedar, sarraf. Tüccar. Mizân: 370
Sokrat: 370
Sırf(e): Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan. Sadece, yalnızca: 370
Sıfır: Hiç. Olmayan bir şeyin ismi. Hiçbir sayı olmamak. Sarı: 370
Safer: Boş ve hali olmak. Karın içinde durabilen yılan. Arabî aylardan ikincisi: 370
Rasaf: Kaldırım. Kaldırım taşları: (Yevmiye: “Kaldırımlar şiirini, sanki kaldırım
çocuğunun şiiri gibi anlarlar. O, yatağında uyuyamayan entellektüelin şiiridir!”… Ondan bir
mısra: Kaldırımlar içimde kıvrılan bir lisândır.)

Merzban: Vâli, sınır muhafızı, sınır beyi: 300
Fikr: Düşünce. Akıl. Rey, istek: 300
Rakk: Kitab, sahife. Tomar. Yama: 300
Münir: Nurlandıran, ışık veren, ziyâ veren: 300
Matmure: Mezar. Toprak altında bazı şeyleri saklamaya mahsus yer: 300

İsti’la: Terfi eylemek. Yükselmek. Yüce olmak. Galib olmak: 562
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+332= 1562
Askat: Vahid-i kıyas: 562
Sünaî: İkili: 562
Müstebin: Açık ve meydanda olan. Zâhir, âşikâr: 562
Muanat: Bir şeyin zahmetini çekme. Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma: 562
Tenkib: İnceden inceye araştırmak. Dolaşıp gezmek. Ticaret yapmak: 562

28.02.2008- 60.SAYI
MEKTUB

9/9/2002 yılında, Arnavutluk’tan gelen Arnavutça, isimsiz bir mektub:


(Besmele-i Şerife)… Hakikaten Allah sizinledir. Kelâmla belirtiyorum ve kalben ifâde
ediyorum ki, Allah’tan başka İlâh yoktur. HAKİKATİN MÜLKÜ, YERYÜZÜNDE O’NUN
KUDRETİYLE ZÂHİR OLDU. Kelâmen size güzel şeyler söylüyorum ve diyorum ki,
HAZRETİ MUHAMMED HABÎBULLAH’TIR. O DA EŞİTTİR: KONUŞAN VE VAAD
EDENE İTİMAD ETTİ. Üstün başarı Allah’ındır. Allah herkes içindir. Onların hayatlarında
ne gördüklerini ve gayb olan diğer dünyadakileri bilir. Rum Sûresi 7. âyet meâli: “Bir dış
yüzünü bilirler dünya hayatından, ahirettense gafildirler”. İşte Salih Mirzabeyoğlu buna işaret
ediyor.

“100’e yakın eserin müellifi, Hicaz, Endonezya, Malezya, Güney Afrika gibi dünyanın
pek çok bölgesindeki medreselerin açılmasına öncülük etmiş, büyük bir mutasavvıf ve büyük
bir âlim olan Es’seyyid Muhammed bin Alevî el-Mâlikî el-Hasenî Hazretleri”… Sözkonusu
zâtın, Suud’dan Mahmud Efendi Hazretlerini ziyarete gelmesi ve Mehdî’yi sorması…
Mahmud Efendi ile, yanlarında birkaç kişi varken, örtülü bir dille hâlleşiyorlar. Sonra biraz
uyumak üzere diye çekiliyor, dönüyor. Efendi Hazretlerine, “ben çok yaşayacağım, sen de…”
diyor, imâlı bir şeklide anlaşıyorlar. Sanıyorum görüşmelerinden birkaç ay sonra, 29 Ekim
2004’de 59 yaşında iken vefat ediyor.

Rum Sûresi, 7. âyet: 3565
Kaptan Kusto Müslüman: 163+181+221=565
Seyyid Muhammed b.Alevî Mâlikî Hasenî: 565
Sırdaş: Birinin sırrını bilen, saklayan: 565
Mütefehhim: Anlayan, kavrayan: 565
Danisten: Bilmek: 565
Mehdî Necib Kısakürek: 565

Rum Sûresi, 7.âyet: 3565= 2566
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566
Süruş: Melek. Cebrail: 566
Maunet: Allah’ın Salih kullarına imdadı, inayeti. Yardım. İmdat: 566
Men’ut: Methedilmiş: 566

Ruz-efzun: Uzun ömürlü: 357
Kurmay: Becerikli. Hususî yetiştirilmiş subay: 357
Naişe: Delil. Zuhur. Gündüz ve gecenin evvelki saati. Uykudan sonra kalkmak hâli:
357

Teyeffün: Çok yaşamak: 540
Rahman Sûresi, 19. âyet, (Noktasız): 540
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2539=1540 (TOPLAM:2542
YAPIYOR!!!!)
İsti’dad: Kabiliyet: 540
Fetin-ül asr: Asrın en zeki, akıllı ve anlayışlısı: 540
Teslim: Bir emaneti verme. Kabul etme. Doğru ve haklı bulma. Selâmetle dua etme.
Karşısındakinin hükmü altına girme. Kendini Allah’ın takdirine terk etme. Belâ ve afetten
korunur olma. Bir şeyi yeni sahibine verme. Dayanamayıp pes deme. Hakikat olduğunu
söyleyip itiraf etme: 540
Mukarrer: Kararlaşmış. Karar verilmiş. Kat’i. Takrir edilmiş. Şüpheden beri olan.
Anlatılmış. Bildirilmiş: 540
Mukarrir: Yerleştiren. Takrir eden. Sabit kılan. Tekrar eden. Dersi tekrar eden
müderris: 540
Meymene(t): Sağ kol, sağ taraf. Meymenet. Bereket. Kuvvetlilik. Uğurluluk: 540
Teklif: Bir vazife ileri sürmek. Vazife vermek. Zor bir şey istemek. Vergi yüklemek:
540
Müntemî: Yakınlık peydâ eden. İlgisi ve ilişiği olan. Birinin adamı olan: 540
Teskin: Rahatlandırma. Sükûnet verme: 540
Ma’lat: Derin ve yüksek fikir. Ululuk, şeref, itibar: 540
Müttesim: Hususi bir nişânı veya alâmeti olan: 540

Efzunî ömr: Ömrün uzun olması: 464
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1312=1463=464
Dest: El. Kuvvet. Kudret. Tasallut. Fayda. Yardım. Âli makam. İkmal: 464
Dilalet: Kılavuzluk etmek. Üstünlük, galebe. Nazlanma. İşve: 464-465
Vezaret: Fikir ve görüş isabeti. Ölçülü olma: 464
Tenacî: Fısıltı ile birbirine söylemek: 464
Tesebbüb: Sebeb olmak: 464
Beyanat: 464

Levha: … Ekim 2004… Saadeddin (Ustaosmanoğlu) eniştemin evindeyim, sofrada
oturuyoruz. Kızı Hacer, “yeni çektirdiğimiz resmi getireyim, bak!” diyor. Resme bakıyorum,
sağ tarafta eniştem, ortada yüzü bulanık bir erkek, sol tarafta ise ablam var. Saadeddin
eniştemin başında büyük bir sarık var ve yüzünde nurlu bir beyazlık; ayna gibi yansıma
yapıyor ve gözleri çimen yeşili. Ablama bakıyorum, onun da başında sarık var. Çok
şaşırıyorum ve ablama, “aslında rahmetli babama benzemiyorsun ama, resimde çok benzer
çıkmışsın!” diyorum… (Baba ismi Muhammed)
(Seyyid Muhammed Malikî Hazretlerinin ziyaretinin benimle ilgisi hakkında
yaptırdığım istiharede, istihareyi yapan Zeynep Ustaosmanoğlu)

Teressüm: Resmedilme, resimlenme. Bir şeyin geriye kalan nişâne ve eserlerine
bakma. Tetkik ve teemmül eyleme: 700
Meters: Toprak tümsek, siper: 700
Mürtess: Duyulmuş, işitilmiş: 700
Tefekkür: 700
Fikret: Düşünme, tefekkür, teemmül. Düşünülen şey: 700
Karn: Zaman, devre. Asır: 700
Halis: Akı karasına karışmış saç. Karışmış, muhtelif. Tel: 700
Osmanlı: 701=1700
Âsir: Bir efsaneyi rivayet eden: 701=1700
Hila’: Hükümdar veya vezirler tarafından bir kimseye mükâfat olarak giydirilen
kaftanlar: 700
Rüstem: Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen İran’lı bir
kahraman: 700
Ta’kir: Suyu bulanık etme. (Ta’kir: Bir uzvu, organı yararak sinirleri çıkarma): 700

Resm: Fotoğraf. Suret. Yazma, çizme, desen. Eser, iz, işaret, nişân, alâmet. Tarz,
üslûb. Bir şeyi başkalarından ayırt eden tarif. Alay, merasim: 300
Rems: Mezar, kabir: 300
Münir: Nurlandıran, ışık veren, ziyâ veren: 300
Merzban: Vâli, sınır muhafızı, sınır beyi: 300

Amame: Sarık: 156
Bayezid (Bestamî): 156
İmame: Sarık. Zırhlı külâh. Tesbihin başındaki uzunca tane: 156
Gonk: 1156

Asb: İmâme, sarık. Bağlamak. Sağlam olarak dürmek: 162
İnsan: İns. Nisyan: 162
Yâsin Sûresi, 58.âyet. (Noktalı harfler): Meâli: Merhametli olan Rabb’dan onlara
selâm vardır: 162
İnak: Sözüne inanılır, itimad edilir, mutemed. Müsteşar, müşavir. İstişare, rey: 162
Kaptan: 162

Levha: … Ocak 2005… Muhammed Şerif Alevî Hazretlerinin, Mahmud Efendi’yi
ziyaretinden sonra, Cemil Şâhin anlatıyor: Duyduk ki o mübarek zât, Yağmurcu’yu ziyaret
etmiş ve onu kendi hâlinde, saçları dağınık, bir köşede oturur görmüş. Ona, “ne o öyle, köşede
bir tilki gibi oturmuş duruyorsun!” deyince, o da “senin sülâlen tilki!” demiş.(Osman Temiz.)

Ta’rib: Bir kimseden söz nakletme: 682
Ta’bir: Rüyâ yorma. İfâde, anlatma. Söz. Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka
mânâya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak: 682

Müsnid: Söyleyene isnad edilen söz. Zaman, dehr: 154
Mehdî Muhammed: 62+92=154

Vavî: Vav harfine mensub. Tilki: 23
İhda. (Müennes): Bir. Ehad: 23
Hadî: Birinci. Mazluma yardım eden: 23
Ahyed: Allah Sevgilisi’nin Tevrat’taki bir ismi
Devha: Büyük ağaç: 23
Dide: Göz, ayn, çeşm. Görmek. Gözcü. Gözbebeği. Göz ucu: 23
Vehbî: Doğuştan. Çalışmakla olmayıp Allah’ın lütfu ile olan: 23
Cahcah: Ulu, şerif kimse: 23
Uhcüvve: Bulmaca, bilmece: 23
Tabib: Doktor, hekim: 23
Hayye: Yılan: 23
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332= 1023
Azadî: Şükür. Hürriyet. Serbestlik: 23

Sa’leb(e): Tilki: 602
Âmene’r-Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: 602
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322=602
Betr: Hatalı, eksik bırakma. Kat’, kesme. (“Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet” ve “ben
kimim”in ucu açık mahiyetini hatırlayınız.): 602
İtar(e): Bir şeyin peşini bırakmayıp takib etme: 602
İşrak: Güneş doğmak. Işıklandırmak. Parlatmak. Güneşlik yere dahil olmak. Kalbe
mânâların doğması: 602
Ahdar: Yeşil, yemyeşil, pek yeşil: 1601=602
İsnan: İki. Pazartesi. (Bütün büyük oluşların gerçeklendiği gün.): 602

Heytal: Tilki: 54
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052=54
İbban: Uygun zaman, vakit. Her şeyin mevsimi: 54
Layıha: Düşünülen veya tasavvur edilen şeyin yazılması. Tasarı: 54
Micvad: Güzel şiirler söyleyen şâir: 54

Sevleb: Tilki: 538
Tahsil: Hâsıl etmek. İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak. Vergi
toplamak. Aşikâre etmek: 538
Mümtehan: Tecrübe edinmiş. İmtihan edilen: 538
Müstehill: Helâllaşan: 538
İstibda’: Bedi’ ve güzel bulmak: 538
Tahannüf: Hanefî mezhebinden olma. Hanefî mezhebine girme: 538

ABDÜLHAKÎM KOLTUĞU

Levha: 12 Nisan 1988… Oturma yeri hasır olan, taştan bir koltuk… Oturma yerinde,
oturak koyulabilecek yuvarlak bir delik var… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin koltuğu böyle
imiş… Mermerlerine bakıyorum, “Eskişehir” ve “Bursa” yazıyor… Harun Yüksel ve birinin
haber vermesiyle, tarikata girmemle ilgili olarak yaptırmışım!..

Kürsî: Taht. Koltuk. Kaide. Merkez. Vazife. Saltanat, kudret ve mülk. Başkent.
Camilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturacağı yer. Manevî makam. Arş’ın
altında bir semâ tabakası: 290
Fâtır: Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. (Allah): 290
Tarif: Yeni: 290
Kisra: Hükümdar: 290
Ruhsat: İzin, müsaade. Genişlik. Kolaylık: 290
Menar: Nur yeri. Fener kulesi. Câmi minâresi. Yol işaretleri: 291= 1290
Fery: İyi iş işlemek: 290
Sırr: Şiddetli ateş veya soğuk: 290
Meryem: Hazret-i İsâ’nın annesi: 290
(Cebrail Aleyhisselâm, “Ben senin Rabb’inin Resûlüyüm, sana temiz ve salih bir
oğlan bağışlamak için geldim!” dediği vakit, Meryem sıkıntıdan kurtuldu, gönlü açıldı.
Cebrail de, İsâ Aleyhisselâmı ona bu neşeli ân içinde üfledi. Şu hâlde Cebrail, Allah’ın
KELİMESİ’ni Meryem’e nakletti. Nasıl ki Peygamber de Allah kelamını ümmetine nakleder.
Bu hakikat, “Allah’ın Meryem’e gönderdiği kelimesi ve ondan bir ruhtur” âyetiyle de
gerçeklenmiştir… Süruş: Melek. Cebrail: 566… Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566)

Erike: Taht. Koltuk: 236
Karya: Eski çağlarda Bursa ve Balıkesir bölgesinin adı: 236
Nusus: Nasslar: 236
Menfus: Yeni doğmuş çocuk: 236
Mukayefe: Firaset etmek. Bir kimsenin ardınca gitmek: 236
Melfuf: Sarılı. Bir mektub veya bir şey içine koyulmuş olan: 236

İbt: Koltuk: 12
Hev: Himmet: 12
Razı: Hoşnud, rıza gösteren, kabul eden: 1011=12
Vacib: Lüzumlu, mecburi olan: 12
Hadd: Hudut. Sınır. Selâhiyet: 12
Riyaz: Bahçeler. Ağaçlık, çimenlik yerler: 1011=12
Hebbe: Zamandan bir asır. Vak’a: 12
Bedv: Zihindeki bir şeyin peyda olması. Bir şey zâhir olma. Başlama: 12
İhda: Hidayete eriştirmek. Doğru yola götürmek: 12

Hakîm: Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatine vâkıf olan. Hikmet sahibi.
Tabib, doktor… Esma-i Hüsnâ’dan, El-Hakîm: Her şeyi yerli yerince eden, hikmet sahibi…
Abdülhakîm: Hakîm’in kulu.

Balin: Koltuk. Yastık. İskemle yerine kullanılan yuvarlak yastık: 93
Be-nam: Malûm bir isimle tesmiye edilen, isimlendirilen. Meşhur. Namlı. Seçkin: 93
Benam: Parmak uçları: 93
Sicil: Resmi vesikaların kaydedildiği büyük defter: 93
Penam: Gizli, saklı. Örtülü: 93
Feyc: Haber getiren peyk: 93
Nıhle: Millet. Yol. Diyânet. Bahşiş, atâ. Dava: 93
Sabbag: Boyayan, boyacı: 93
Fevz: Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet: 93
Azife: Yaklaşan. Yaklaşmakta olan. Kıyamet: 93
Labis: Giyinmiş, giyen: 93
Linç: 93

Bagal: Koltuk: 1032=33
Bagal: Katır: 1032=33
Cüll: Gül. Çul. Her nesnenin büyüğü ve muazzamı: 33
Kic: Dağın yüksek ve yüce yeri: 33
Çil: Kırk. Çok: 33
Dü-dide: İki göz: 33
İslas: Üçe bölme: 1032=33
Bâl: Boybos, endam. Kol, pazu. Üst, yukarı: 33
Cell: Celil, büyük, ulu. Gemi yelkeni. Kadr ve mertebesi büyük olmak. Yaşlı olmak:
33
Eslas: Üçte birler: 1032= 33
Galeb: Üstünlük: 1032= 33
Gaze: Çocuk salıncağı: 33
Hıyata: Hıfzetmek, muhafaza etmek. (Hıyat: Perdeler. Manialar… Hayyat: Yılanlar.):
33
İstiş’ar: Bir nesnenin yazılıp bildirilmesini isteme. Kollanmak. Ürkmek: 33
Ela’: Görünüşü güzel, tadı acı olan ağaç: 33
Bal: Gönül, kalb. Hatır: 33
Mahfaza: Zarf. Küçük kutu, kab: 1033
İstimsal: Misâl edinmek: 1032=33
Yekpa: Tek ayaklı, topal. (“Bunu söyleyen, onlara eştir!” notuyla, Üstadım’ın
“Sonsuzluk Kervanı” isimli şiirinde geçen, Şeyh Safiyüddin Hazretlerine âit bir hikmet:
“Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben –Tek ayakla seken bir köpeğim!”… Basir: Köpek. Basiret
sahibi. Anlayışlı. Hakikatleri anlayan. Kalb gözü ile gören.): 33
Bâkî: Ağlayan. (Allah’ın güzel isimlerinden El-Bâkî: Kalan ve sonu olmayan…
Üstadım’ın müstear isimlerinden biri, Abdülbâki: Bâkî’nin kulu… Bâki’: Vâsi, geniş.): 33

Dımn: Koltuk. Her nesnenin arası. (Dımne: Tilki.): 890
Münkız: Kurtaran, Kurtarıcı: 890
İftitah: Açmak, başlamak, fethetmek. Zabtetmek: 890
Hırs: Takdir, kıyas. Altun veya gümüş halka: 890
Tetmim: Tamamlama, bitirme. Bir şiiri tamam etmek: 890
Feyz: Bolluk. Bereket. İlim, irfan. Mübareklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl, kerem.
Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. Bir haberi fâşetmek.
İçindeki düşüncesini izhâr etmek: 890
Müsteşfa: Hastahâne: 890
Müsteşfî: Şifâ isteyen. Kendisine baktıran. Hastahâne: 890
Müntekış: Nakşolunan: 890
Zımn: Açıktan değil, dolayısıyla söylenen. Maksad, gaye. İç taraf: 890
Mumza: İmzâ edilmiş olan: 890
Mümzî: İmzâ sahibi, imza eden: 890

Mermer: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312=2480
Serîrî: Yatırarak hastaya bakma, şifâ yurdu: (Serir: Taht. Üzerinde oturulacak
yüksekçe yer.): 480
Da’vet: Delil ileri sürme. Çağırma. Ziyafet. Dua: 480
Tekennî: Künye alma. Ad alma: 480
Tesbih: “Sübhânallah” demek. Allah’ı şânına lâyık ifâdelerle yâdetmek: 480
Şafak: Tan zamanı. Gündüz. Merhamet. Harf: 480
Muhtetin: Sona erdiren: 480
Tamam: Bitme, bitirme, son, nihayet. Tam, eksiksiz. Münasib, uygun: 481=1480
Aşîk: Fazla âşık, çok tutkun: 480
Dostî: Dostluk: 480
Hetmele: Gizli kelâm, gizli söz: 480
İhtimâl: Mümkün olma. Olması mümkün görünme. Kabul eylemek. Yükselip
götürmek. İhsana mukabil şükretmek. Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi
değişmek. (lKaptan Kusto için Üstadım: Bu adam basit “olabilir”ler veya “olabilir” sanılan
şeyler arasında öyle bir tecelliye sahib oluyor ki, 1400 yıl önce Kur’ân’ın haber verdiği
mucize önünde dize gelip müslüman oluyor.): 480
Muasfer: Usfur isimli bir asıl boya ile boyanmış nesne: 480
Kafş: Pabuç, nalin. Cem etmek, toplamak: 480
Tekellül: İhâta etmek, içine almak: 480

Eskişehir: 596
Akşemseddin: (Bolu’da medfun bulunan, Fatih’in hocası, şeyh’nin ismi.): 596
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1595=596
Tevfik: Muvafık kılma. Uygun düşürme. Uydurma: 596
Müsennah: İki kat olmuş, ikiye bölünmüş: 596
Tevkif: Hapis olarak bekletme. Alıkoyma, tutma. Vakfetme. Bir kimsenin koluna
bilezik takma: 596
Menşur: Neşrolunmuş. Herkese ilân olunmuş. İşleri dağınık. Perişan. Sultanın fermanı.
Bayrak. Prizma: 596
İktisad: Tutum, biriktirme. İtidal üzere bulunma. Beyit ve kasideyi birbirine vasl ile
uzatma. (Yevmiye: “İktisad” deyince, tutumluluk anlarlar… Değil; tasarrufuna almadır o.):
596
İstis’ad: Uğurlu sayma. Mes’ud nazarıyla bakmak: 596

Darbum: Bizanslılar’ın zamanında Eskişehir’in ismi: 253
Rubban: Kaptan: 253
Mecra: Suyun aktığı yol. Bir haberin yayılma yolu. Bir şeyin dolaştığı yer: 253
Nebbar: Fasih dili, güzel konuşan adam: 253
Meric: Muzdarib, çalkantılı. Çeşitli nesne, muhtelit. Karışık: 253
Cemir: Zaman. Dehr: 253

Bursa: (Bers: Yumuşak yer.): 712
Kurbiyyet: Bir şeye kendi gayretiyle yaklaşmak. Yakınlık kazanmak. Yakınlık: 712
Esnah: Kökler, menbalar, menşeler, asıllar, esaslar: 712
Mu’teber: İtibar gören. Beğenilen. İnanılır. Güvenilir. Hükmü geçen: 712
Mürteba’: Yazlık. Sayfiye yeri: 712
Takrib: Yaklaştırma. Tahmin. Yolunu bulma: 712
Tebrik: 712
Yesrib: Medine’nin müslümanlıktan önceki ismi: 712
Ahlaf: Halefler: 712
Ihlaf: Yerine halef etmek. Su aramak. Kılıç çıkarmak için elini uzatmak: 712
İras: Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. Gerekmek:
712
Takbir: Defetmek, gömmek: 712

Sakb: Bir taraftan diğer tarafa açık olan delik. Delme, delinme. Sütü çok olan
deve. Çok kırmızı, koyu kırmızı: 602
Amene’r-Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” (Üstadım’ın
bir “Yevmiye” bahsi olarak, “o yükü taşıyabileceğin için Allah sana veriyor, sevinmelisin!
Beni kurtaran âyet şu oldu…” diye söylediği âyet.): 602
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322=602
Sa’lebe: Tilki: 602
Tibr: Altun parçası. Altun ve gümüş tozu. (Ebu-l Fazl: Altun… Saliha: Gümüş.): 602
Şüpüş: Bit. (Üstadım’ın “Dev” isimli Noktalaması: Öyle bir devim ki ben, hakikatte
pireyim, -Bir delik gösterin de utancımdan gireyim…): 602

Levha: 15 Mart 2006… Mermerden bir tabela… Beyaz zemin üzerine, siyah eski
harflerle, “Âsâni Nazar-ı Piran-ı Kiram Abdülhakîm Arvasi” yazıyor. Hemen Cihad Özpolat
ağabeyle Yahya Yıldırım sevinerek: “Efendi Hazretlerini tabelaya yazmışlar, gördünüz mü?”
diyorum ve halkın bizi sahiblendiği mânâsında bir şey söylüyorum. Uyanıyorum, tekrar
uyuyorum. Rüyâmda, lûgatta “A” harfinin bulunduğu bölüme bakıyorum; çok az kelime var
ve en basit bir kelimenin bile bulunamayacağını düşünüyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi- Zeynel
Abidin Danalıoğlu)

Âsânî: Suhulet, kolaylık… Âsânî Nazar-ı Piran-ı Kirâm: Keremli Pirlerin Nazarlarına
Kolaylık… “Kolayca bildikleri, kolayca bilirler, kolaylık verir” gibi bir mânâ.

Âsân(î): 112
Salih İzzet Erdiş: 1112
Abâdile: Abdullah isimliler: 112
Tagris: Aç etmek: 2110=112
Hilâfet: Bir kimseye halef olmak ve onun yerine geçmek: 1111=112
İmkân: Mümkün olmak. Olacak hâlde bulunmak: 112
Neseb: Sülâle, hısım, soy. Baba soyu. Vuslat: 112
Tenasüh: Ruhun bir bedenden diğerine geçtiğine inanan fırka. Miras sahibinin ölümü
ile malın varisine geçmesi: 1111=112
Te’sir: Bir şeyde eser ve nişâne bırakmak. Vasıfları ve hâlleri değiştirme. İşleme,
dokuma, iz bırakma. İçe işleme. Kederlenme: 1111=112
Visaye: Vasiyet etme: 112
Hadek(a): Gözün siyahlığı, gözbebeği: 112-117
Nisa: Kadınlar. (Bir ESER, müessirine nisbetle fiil, zuhur ettiği yere nisbetle
infialdır… Ruh’un mukabil kutbu olan nefs, dişidir… Bunun yanında, Hakk’ın müessirliğine
nisbetle “ben” anlamında nefs de, batınî anlamda “dişi”dir.)
Zuhur: Meydana çıkmak. Ansızın meydana gelme. Baş göstermek. Görünmek. Hulul.
Galib olmak. Alîkadr: 1111=112

Âsân(î) Nazar-ı Piran-ı Kirâm – Abdülhakîm Arvâsî:
112+1150+263+261+184+278=2248
Cümre: Süvari alayı, bin atlı cemaat: 248
Ervam: Romalılar. Rumlar: 248
Behram: Merih (Mars) yıldızı: 248
Muhakkak(a): Hakikati belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. Mutlaka, ne olursa olsun:
248
Remmaz: İşaretlerle konuşan: 248
Mergub(e): Rağbet edilmiş, beğenilmiş. Çok kıymet verilen: 1248

Âsân(î) Nazar-ı Piran-ı Kirâm – Abdülhakîm Arvâsî: 2248=250
Mîr: Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli: 250
Ner: Erkek, er: 250

Âsân(î) Nazar-ı Piran-ı Kirâm – Abdülhakîm Arvâsî:
112+1150+263+261+184+308=2278
Arvasî: 278
Arub: Erkeğini seven kadın: 278
Erbaa: Dört: 278
Rabia: Dördüncü. Salisenin altmışta biri: 278

Âsân(î) Nazar-ı Piran-ı Kirâm – Abdülhakîm Arvâsî: 2278=280
Mehdî Muhammed Salih: 280
Naka-i Salih: 281=1280
Fer: Işık, parlaklık, zînet, süs. Fazl ve vakar. İktidar, şevket, kudret: 280
Muan’an: An’aneli. Senedli. Kimden kime haber verildiği şâhid ve ravilerin isimleri
ile bildirilmiş olarak: 280
Kirs: Her nesnenin aslı. Bir araya getirilmiş beytler: 280

Levha: 31 Temmuz 1992… “Salih Mirzabeyoğlu hükümdardır!” diye bir yazı
okuyorum. Altında “Necib Fazıl” yazıyor. (Sevilay Güvenli.)

Taht: Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarların makamı: 1400
(Hicrî 1400, Milâdî 1980’dir… İstikbal İslamın’dır: 980… Şeriat: 980… Mehdî Salih
İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980.)
Keşf: Olacak bir şeyi önceden haber vermek. Açmak: 400
Keşef: Kaplumbağa. (Dahr: Kaplumbağa. Dağbaşı.): 400
Şems: Güneş: 400
Kayser: Eski Roma ve Bizans (Rumî) imparatorlarının lâkabı: 400
Münaşede: Karşılıklı neşide (şiir) söylemek: 400
Macuşan: Gemi, sefine. Boyanmış elbise: 400
İrfan: Bilmek, anlayış, tecrübe ve zekâdan ileri gelen zihnî kemâl. İkrar: 401=1400
Kırk: Soy, nesil: 400
Münşî: İnşâ eden. Yapısı, üslûbu güzel olan. İyi nesir yazan, kâtib: 400

Hükümdar: Padişah, hüküm sâhibi. En yüksek reis. İmparator: 273
Sipahdar: En büyük asker, kumandan: 273
Secîr: Dost: 273
İhtira’: İBDA. Evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcâd etmek. Hiç kimse
tarafından kullanılmamış tâbirler ve mazmunlar kullanma: 273
Bari’: Tam üstün. Mükemmel: 273
Rabi’: Dördüncü: 273
Bürkan: Yanardağ, volkan: 273
Hundure: Gözbebeği: 273
Ârib: Halis Arab cinsinden: 273
Bermal: Zirve, dağ tepesi. Dağın üstü: 273
Kincer: Büyük fil. (Üstadım’ın Amerika’yı “ahmak fil” olarak nitelemesine nazaran,
onun karşısında olan ibda.): 273
Mircel: Kazan. (Heytale: Helva kazanı… Heytal: Tilki.): 273
Sabirî: Bir çeşit giyim eşyası: 273

Milkdar: Hükümdar: 295
Mülkdar: Padişah. Sultan. (Sultan: 150… Mehdî Muhammed: 151=1150): 295
İki kutvanî aba: (Mehdî’nin üzerinde iki kutvanî aba vardır” hadisi hatırlanmalı.):
1294=295
Seyyid Muhammed Salih: (Bu isimde, Üstadım’ın 1975’de Van’ı ziyareti vesilesiyle
anlattığı büyük: … Seyyid Muhammed Salih Hazretlerine uğradık. O da, Seyyid Abdullah
gibi, Seyyid Tâhâ ile baş halifesi Seyyid Fehim arasında ayrı bir çizgi ve ana yolun yan
lâhikası mevkiinde… Efendim’in şeyhi Seyyid Tâhâ’dan alırken, Seyyid Muhammed
Salih’den de gelen bir pay var kendilerinde… Ayak uçlarında, ayak taşından kopma, lâhid
çıkıntısı üstünde, sanki beni bekleyen yumruk kadar bir parça gördüm. Sarımtırak pembeye
kaçan bir zemin üzerinde kırmızımtrak ve mavimtrak hâreli bir taş… Taşı aldım, öptüm,
yüzüme ve bağrıma sürdüm ve cebime yerleştirdim.): 295
Sırre: Şiddetli sayha. Soğuk rüzgâr, şiddetli soğuk: 295
Sadır: Sudur eden, çıkan, meydana gelen: 295
Menare: Kandil. Minare. Alâmet. İşaret: 295
Mertum: Zor bir işi yapmaya memur edilmiş: 295
Merzbum: Hududu belli olan memleket: 295
Asder: Omuz, menkıb. (Menkabe: Hayat hikâyesi. Meşhurların ahvâline âit hayat
hikâyesi.): 295
Derman: İlâç, tiryak. Kurtuluş sebebi. Takat, güç, kuvvet: 295
Rassad: Rasad eden. Dikkatle gözleyen: 295
Abdullah Kılıç: (Bu isimde, Mehmet Emin Tokatî Hazretlerinin türbesine, -bakan
diyelim!-, ehl-i kalb ve keşif sahibi bir zât. Türbeyi ziyaret edenler vesilesiyle tanıdığımız ve
Kartal Cezaevi’ndeki telegram seansları ve o hâlle Bolu Cezaevi’ne gelişimiz boyunca ara ara
bana müjdeler dolusu haber gönderen ve “HİÇBİR ŞEY YAPAMAYACAKLAR!” diyen,
hakkımda bu sözü aynen kullanan Mahmud Efendi Hazretleri için, “zamanın en büyüğü”
bildirisinde bulunan duacımız zât. Ziyaretçilerin –ve tabiî benim!- sevgilisi Abdullah dede.):
295
Sare: Cemaat, topluluk: 295

Şah: Pâdişah. Bir yere hâkim olan zât. Sahib. Asıl. Atın ön ayaklarını kaldırarak
durması: 306
İdam-ı nefs: İntihar. (İdam: Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak.): 306
Sayyur: Bir işin âkibeti, sonu, neticesi. Akıl, fikir: 306
Vıkr: Ağır yük: 306. (Yakub Aleyhisselâmın, “onun yükü ağır oldu, biraz
hafifletelim!” demesine âit 2007 tarihli İstihareci’nin rüyâsının yeri gelecek.): 306
Şie: Alâmet, işaret, nişân: 306
Verik: Gümüş. Sikkesiz gümüş: 306
Müsevver(e): Kolun bilezik takacak yeri. Kaplanmış. İhâta olunmuş. Etrafı sur ile
çevrilmiş olan: 306
Kahhar: Allah’ın esma ve sıfatındandır: 306
Şev: Gece. Leyl. (Şu hadîs hatırlanmalı: Allah, Mehdî’yi bir gecede yetiştirir!): 306
Akdar: Değerler. Kudretler: 306
Müsarre: Sürurlaşmak, sevinmek: 306
Karv: Etraflıca araştırmak. Bir kimsenin mesleğine girip onun yolunu devam ettirmek.
Uzun havuz. Hurma ağacının kökü: 306

“Sinyal Muhabbetleri”nde anlattığım şartların başlangıcından -7 Temmuz 2005-, tam
iki ay sonra, 7 Eylül 2005’de gördüğüm rüyâ:
Sadedin Ustaosmanoğlu’na kızıyorum ve onunla ilgili olarak Mevlüd Koç’a, “bina
dersin, gökdelen de bina, tek katlı ev de; bina kavramında ikisi bir olunca, o oymuş gibi
yüzgöz oluyorsun!” diyorum. Bu, aynı şeyden bahsetmemeye misâl. Yarı şuurlu hâldeyim. Bu
sırada, kendisine Erzurumlu’luğu yakıştırdığım ve “Erzurumlu” diye andığım gardiyan,
hücreme geliyor, -ben yatıyorum-, o da burada kalıyormuş gibi, helâ-banyo’ya giriyor.
“Herhâlde abdest alacak!” diye düşünüyorum. Girerken, “tedvir” gibi bir kelime kullanarak,
“şükret, şükret!” diyor, sanki beni teselli ediyor. Bu sırada sırtımdan müthiş bir tasarruf, -
yahut veya büyük bir ihtimâlle betatron tesiri!-, beni yatağa bastırıyor ve şuurlu olarak ne
kadar gayret etsem de kımıldayamıyorum. Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve Üstadım’dan
himmet istiyorum. Üzerindeki yorgan da kaldırılıyor; aramızda boşluk. Bir taraftan
bağırıyorum, bir taraftan sinirle kurtulmaya çalışıyorum. Ayıldım.

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin, harflerin mertebeleri ve Allah’ın isimleri ile ilgili
cetvelinde, “Kef” harfi, Allah’n “Eş-şekür” ismine denk geliyor ve mertebesi de “Kürsî”

Şükr: Allah’ın nimetlerine karşı memnunluk göstermek. Allah’a teşekkür.
(Zehiri bile şifâya tahvil etmek?): 520
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332=520
Sittîn: Altmış (60): 520
Derviş: 520
Salat: Namazlar. Bütün dualar: 520
Müft: Beleş, bedava, parasız. (Üstadım’ın bana ithaf ettiği Noktalamalar’dan: Vazgeç
şüpheci akıl, bu sefil acabadan – cabadan geldin, bari gitme cabadan!): 520
Maiyyet: Beraberlik. Arkadaşlık. Yüksek rütbeli bir kimsenin emri altında olmak: 520
Mey’at: Yiğitlik başlangıcı. Atı koşuya alıştırmak. Tazelik zamanı: 520
Mütemmem: Tamamlayan, nihayete eren: 520
Mütemmim: Tamamlayan, bitiren: 520
Mütemellî: Uzun ömürlü ve rahat yaşayan: 520
Salt: Erkek ismi. Kişinin öz kızı. Geniş alın: 520
Şeyriyye: Pîr: 520
Tef’il: Tefe’ül etmek: 520
Müskit: Susturan, söyleyecek söz bırakmayan, susmaya mecbur eden: 520

Tedvir: Devrettirmek, döndürmek. İdare etmek, yönetmek. Daire şekline
sokmak: 620
Takfil: Kilitleme veya kilitlenilme: 620
Keter: Kadr, mertebe, derece: 620
Hizab: Rüzgârın etkisiyle deniz suyunda meydana gelen hareket, dalga: 620
Mukattaat: Kat’ edilmiş, kesilmiş şeyler. Kısaltmalar. Her biri bir kelimeye delâlet
eden harfler: 620
Takannu’: Başına örtü örtmek. (Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde, kat’i olarak
belirme.): 620
Tahbir: Tahsin etmek, güzelleştirmek: 620
Hayyat: Terzi: 620
Asen: Tütün, duhan: 620
Türk: 620
Müntakil: Karine ile sözün gelişinden anlayan. İntikal eden: 620
Müşerref: Şereflenmiş, şerefli: 620
Müttefik: İttifak eden: 620
Teklif: Telkin etmek: 620
Küşîş: Öldürme, öldürüş. Katletme: 620

Seyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık: (Büyük ebcedle): 166+450+542+829=1987
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+322=987
Efraşte: Yükseltilmiş, yukarı kaldırılmış: 987

Levha: 26 Şubat 1987… Tiyatro eseri gibi bir “biyografi-hayat hikâyesi”…


Üstadım’ın imiş ve Büyük Doğu yayınlarından yeni çıkmış… Üstadım, “benim dostum 37
yaşında!” diyor… Doğum tarihi filan var!..

Doğum tarihim 1950 ve 1987’de 37 yaşında idim.

6.03.2008- 61.SAYI

ESMA’

Esma’: İsimler. Nâmlar… İsim, bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya


hissedilmeyen herhangi bir şeyi birbirinden ayırmak, tanımak veya zihne getirmek için
kullanılan söz, kelime. Aynı şahsa delâletinde, isimlerin o şahsı-varlığı, parça bölük etmeyişi,
böyle anlamamız için, basit bir misâl: Salih İzzet Mirzabeyoğlu… İster Salih, ister İzzet, ister
Mirzabeyoğlu densin, aynı varlık kastediliyor. İsimlerin mânâları eğer o varlıkta- şahısta
mevcutsa, “ismiyle müsemma olma” sözkonusu; ondaki vasıf ve istidadın isimlendirilmesi,
ondaki kuvve veya bu kuvveyi gösteren fiili, fiilleri.

Levha: 24 Ocak 1984… Üstadım’ın “Ahmed” ismiyle kaleme aldığı bir yazısını
okuyorum ve o sırada sanki yazıyı ben yazıyorum, yazan benim… Şaşırıyorum: “Hayret, daha
önce nasıl görmedim; benim söylediğimi söylüyor!”… O yazıda, “ismini zikretmediğimiz…
Çünkü bu inanç işi!” diyor… Üstadım’ın bana vereceği takdim yazısı, “Salih” ismiyle
yazılmamış!..

Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve methedilmeye lâyık. Çok sevilen.
Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi: 53
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052=1053
Hâmid: Allah’a hamd ü sena eden. Allah’a şükreden. Allah Sevgilisi’nin
isimlerindendir. (El-Hamîd: “hamdedilen” mânâsına Esma-i Hüsna’dandır.): 53
İna’: Bir şeyin vakti gelip çatma: 53
Mucid: Yeni bir şey icâd eden. Yaratan. Yoktan var eden: 53
Kevkebe: Necim, yıldız. Süvari alayı. İnsan cemaati: 53
Kevkebe: Fevkalâde tantana. İhtişam, debdebe, şöhret: 53
İma: İşaret etmek. İşaretle anlatmak. İşaret: 53
Evham: Vehimler. Kuruntular: 53
Neb’: Gizli ses: 53
Cin: Gizli, açığa çıkmamış. Ateşten yaratılmış, çeşitli suretlere de bürünebilen,
insandan sonra dünyanın en mühim sakinleri olan akıl ve şuur sahibi görünmez varlık: 53
Müz: (Kartal Cezaevi’ndeki “Telegram” seanslarında, maddî ve mânevî her türlü
varlık, görünen veya hayâlî her türlü suret, halüsinasyon ve cin gibi varlık, -ve isim bahsini de
alakadar eder bir mesele olması bakımından bildirelim ki, eşyaya şahsiyet verme ve ona
biçilen suret –bakımından en çok kullanılan kavram, “müz” idi. Fikir, hayâl cisim, gizli;
kısaca her şey müz… Denizdeki sayısız ve elbette hiçbiri birbirine benzemez dalganın her
birine durumuna mahsus bir isim versek de, neticede tek deniz olması, bu mânâda Üstadım’ın
“Marmara’nın neresinden bir bardak su alsan, aynıdır!” demesi gibi, her şeye “müz” denmesi.
Ne var ki, ilâç terkiblerini gösteren bir katalogdan temin edilen reçete gibi hazırlanmış
kurgulardan mı hareket ediyorlardı bilmem, “o müz, bu müz” derken, son derece çevik dilli ve
konuşkan geveze, “peki müz ne?” deyince kaldı ve bir daha sormalarım üzerine de hep lâfı
kesti… İngilizce, muse: Şâire yardım eden ilhâm, ilhâm eden güç. Müzlerden biri… Muse:
Düşünceye dalmak, derin düşünmek; temaşaya dalmak… Fransızca, muse: Sanat tanrıçası,
müz. Şiir. Şiir dehası… “Telegram” isimli eserimizde “Casteneda”dan yaptığımız ve
“Telegram” vesilesiyle diye aktardığımız bölümler, eşyaya-şeylere şahsiyet verme
meselesiyle, bu gözle görülmeli. İslâm büyüklerinin, meselâ “namazın cesetlenmesi”nden
bahsetmeleri, yahut Hazret-i Ali’ye dünyanın çok güzel bir kadın olarak yönelmesi ama onun
bunu reddetmesi, işaretlediğimiz mevzudan sezilmiyor mu?.. Yine, “Telegram”la ilgili bir
not: Cin, “cins”e nisbetle, görünmez ve gizli olan; Kur’ân’a göre, dumansız ateşten yaratılmış
bulunan… Cinin büründüğü geçici görüntü ve cismanî heyetin ismi de, Perisperi… Mücerret
bir gizlilik ve cismanî heyet arasında, her iki mânâya da akar ve perisperi keyfiyetini andırır,
seyyaliyet ve ahenk niteliğinde varlık-var oluş ifâde eder “müz” kelimesi.): 53
Magib: Kaybolma: 1052=53
Badame: Et beni. Zincir halkası. İpek kurdu. Nazarlık. Süslü şey. Eski hırka.
(Hazermîh: Bin yerinden yamalı derviş hırkası. Çok süslü. Gök yüzlü.): 53
Amuhte: Öğrenmiş: 1052=53
Magabıt: İmrenilme. Gıbta edilme: 1052=53
Muhacceb: Perdelenmiş, tecrid edilmiş: 53
Müheddid: Korkutan, tehdit eden: 53
Heyula: Zihinde tasarlanan korkunç hayâl. Gösteriş ve iriliği olduğu hâlde hiçbir tesiri
ve değeri olmayan şey. Eski felsefede, eşyanın aslı ve gerçek olan kısmı: 53
Ânâ: Gece yarısı vakitleri. (Yevmiye: Bir cümbüştür kopsa da gece yakamozlarda –
Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda.): 53
Mücahid: 53
İbn: Oğul: 53

Levha: 20 Ocak 1985… Biri mektub okuyor… Başımı ablamın dizine dayayıp
yatıyorum… Ona, “ben ismimi Salih Mirzabeyoğlu olarak değiştirdim; tek başıma
Mirzabeyoğlu!” diyorum… Ve coşkunlukla ağlayacağım geliyor… Birkaç damla gözyaşı
akıyor!..

Salih Mirzabeyoğlu: 451
Seyyid Mahmud Hayranî: 451
Şerif Muammer Erdiş: 1451
Tahtim: Mühürleme. Mühür basma. Tamamlama: 1450=451
Müdavat: Deva bulma. Hastaya bakma. İlâç bulma. Tedavi etme: 452=1451
Müctehed: İçtihad olunmuş: 452=1451
Müctehid: İçtihad eden: 452=1451
Nakkaş: Nakış yapan: 451
Mürteza: Beğenilmiş, seçilmiş, ihtiyar olunmuş: 1450=451
Müteceddid: Yenilenen, yenilenmiş olan: 451
Mütehabb(e): Birbirine dost olan. Birbirini dost sayan: 451
Nazret: Tazelik. Tazeleşmek: 1450=451
Tammat: Kıyamet. Son, netice. Keskin çığlık: 451
Lahutî: Uluhiyet âlemine mensub. Sır âlemi. Gayb âlemine âit. Ruhanî âlemle alâkalı:
451
Şinak: Kuş tuzağı. Başı büyük at. Sivri başlı kimse. (Muhyiddin-i Arabî’nin “Mehdi”
isimli bahsinde, “dikkat et o kardeşe ki kuş tuzağıdır!” demesi hatırlanmalı.): 451
Maraziyyat: Patoloji, hastalıklar ilmi: 1451
Bint: Kız. Kızı: 452=1451
Ümmiyet: Ümmî oluş: 451
İstihfaz: Hıfzetmek. Bir şeyin muhafazasını birinden ricâ etmek: 1450=451
Mita’: Bir yerin son bulduğu yerin sonu. Yolların birleştiği yer. Geniş yol: 452=1451
Nadh: Musallat olanı defetmek: 1450=451
Telhid: Mezar kazma. Lahit yapma. Gömme: 452=1451

Levha: 5 Eylül 1988… Hayriye isimli tanımadığım bir kız, annem ve ben… Hayriye
ile evlenmemizin sözkonusu olduğu garib bir karışıklık içinde, meramımı lûgattan “Ahmed”
başka ismime göre, “suyun akması” olarak anlatıyorum… Bu çerçevede fikrî mesaideyim!..

Hayrî: (Hayriye) Hayra âit. Hayırla alâkadar: 820
Muzi’: Meydana çıkaran, açığa vuran: 820
İzah: Açıklamak: 820
Müfettiş: Teftiş eden. Araştıran: 820
Dahya’: Rûşen, parlak ve nurlu nesne: 820
Ihrit: İsmi işitilmeyen bitki: 820
Adahî: Kurbanlar: 820
Maişet: Yaşayış, ömür. Yaşamaya lüzumlu maddeler: 820
Muhassas: Birine âit kılınmış. Tahsis edilmiş. Tâyin edilmiş: 820
Muhassis: Tahsis: 820

İzdivac: Çifti olmak, birbirine eş olmak. Evlenmek: 22
Rahman Suresi, 20.âyet: (19. ve 20. âyetlerin meâli: İki denizi salmış birbirlerine
karışıyorlar, -(fakat) aralarında birleşmeye engel berzah var.): 2020=22
Hayed: Gölgesinden ürken eşek. (Hudrî: Kara eşek… Hudare: Deniz… Hudara:
Karanlık gece. Siyah bulut… Hudara: Allah için, Allah aşkına.): 22
Naiz: Kuvvetlendiren: 22
Habib: Sevilen. Sevgili. Seven: 22
Riyazî: Hesab ve hendeseye âit: 1021=22

Berzah: İki âlem arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası. Perde. İki yer arasındaki geçit…
Madde ve mânâda, iki şey arasındaki herşey perde… İnsandan murad ve insan olmanın ölçüsü
Allah Sevgilisi olmak üzere, -bizzat O, topyekûn insanlıkla Allah arasında biricik geçit,
berzah olmak üzere, -insan, Allah’la âlem arasında berzah… İbnü’l Arabî Sözlüğü, (Suad El-
Hakîm): Muhyiddin-i Arabî, “berzah” kelimesini, belirsiz kullandığında bazı özelliklere sahib
bir hakikat ve mertebeyi kasteder. Bu anlamda berzah, gerçekte birbirine zıt iki âlemi, iki hali,
iki mertebeyi veya iki özelliği birleştiren ve ayıran (câmî ve fasıl) bir mertebedir. Ayıran ve
birleştiren berzahın birinci özelliğini kelimenin lûgat anlamından almış, birleştiricilik
özelliğini ise kendisine has müsbet tavrın gereği olarak kendisi eklemiştir. Buna göre berzah,
zıt iki ucun karşısında bulunur ve her iki tarafın hakikatlerini kendisinde toplar, kendisi bir
olarak kaldığı, hâlde bölünmeden iki yüzüyle iki ucun karşısında durur… Berzahın özelliği,
kendisinde berzahın bulunmayışıdır. Böylece onunla birleşen her şeyin aynısı olur. Berzah
eşya arasındaki ayırımı ortaya çıkartır; ayıran ise tek bir hakikattir… Gizlenme ve zuhur gibi
iki mertebe arasında berzah gerçekleşir; çünkü berzah iki ucun varlığını korur. Bu iki taraftan
her birisi diğerinin hükmünü göremez; halbuki berzah iki tarafta da hüküm sahibidir…
Muhyiddin-i Arabî’de berzahların sayısını sayabilmemiz imkânsızdır. Böyle bir şey asla
mümkün değildir; çünkü herhangi iki şeyi ayıran ve birleştiren her şey berzahtır. Meselâ misâl
âlemi, ruhlar âlemi ile cisimler âlemi arasında berzahtır. Bitki âlemi, hayvan ve maden
arasında; nefs, kötülük ve iyilik hükümleri arasında bir berzahtır. Hayâl de bir berzahtır;
çünkü o, ne vardır, ne yok, ne bilinir ne bilinmez, ne reddedilir ne isbat edilir.

İzdivaç; nikâh… Nikâh, hangi mevzuda olursa olsun, üçüncü bir şey meydana
getirmek için iki şeyin birleşmesidir… İlimlerdeki üreme, bitki ve hayvanlardaki üremeye
benzer; çünkü o, anlamların türetilmesidir… İmam-ı Rabbânî Hazretleri:
-“Tefekkür, şübheye düşmeden ve kalbi başka şeylerle meşgul etmeden, elde edilmek
istenen bir bilgi için iki ilmin arasını birleştirmektir. Şayet kalb, bu iki bilgiyi hazırlamak ve
birleştirilen o iki ilimde hissetme niteliğini kaybedecek derecede son derece dikkat kesilir ve
âdi şeyden kıymetliye intikal ederse, buna “tefekkür” denir. Tefekkür, şübhede, tereddütte ve
kalbten giderilmesi gereken hastalıkların tedavisinde vâcibtir; şarttır.”
İslâm tasavvufu ve Batı tefekkürü arasında kanatlarını açan, ikinciyi birinciye tebdil
eden ve birinciye yol vermek üzere dünya nizâmına talib olarak bunun, insan ve toplum
meselelerine “nasıl” ve “niçin” hâlinde çözüm teklif eden Büyük Doğu-İBDA’nın, dünyalar
arasında berzah ve Doğu ile Batı arasında nikâh durumu anlaşılmıyor mu?

Levha: 8 Şubat 2004… Hayran, sanki bizim dergilerden alınmış bizimle ilgili bir
yazıyı, gazeteden altını çizerek gösteriyor. Benimle ilgili. Ben o yazıyı bölümlere ayırarak,
galiba kendi kitabıma almışım. Yâni haberdarım. Orada kalemle çizerek, “Salih Muhammed”
isminin adaşım gibi benimle alâkasının olduğunu gösteriyor; ilgisinin de. O ismin, bir fedâî
eyleminde şehîd olan kardeşlerimizden birinin olduğu… Sonra o yazının, uydurukçadan
benim dilime dökülmüş bir cümlesini, tek tek net olarak okuyorum; unuttum. Daha sonra, bir
yerde 8-10 yaşlarında fülüt çalmayı öğrenen bir kızla ilgili, anne ve babası ile konuşuyorum,
sohbet ediyorum. Küçük kıza, “ne güzel! Sen notaları aşağıdan yukarıya mı, yukarıdan
aşağıya mı öğrendin?” diye soruyorum. Aslında, fülütün deliklerinden hangisinin “do” sesi
verdiğini… “Yukarıdan aşağıya!” diyor. Bu sırada, babası sanki evin penceresinde ve biz de
sokakta-kaldırımdayız. Pek konuşmayan babası, pencerenin perdesini örtüyor.

Salih Muhammed: 221
Müsliman: 221
Daverî: Hâkimlik, hükümdarlık. Kötü ile iyiyi birbirinden ayırt etme, tefrik etme.
Mahkeme ve dâvâ. Kavga, mücadele: 221
Müstahlas: Kurtarılmış, halâs edilmiş: 1220=221
Müstahlis: Kurtaran, halâs eden. Kurtarıcı: 1220=221
Kına’: Başörtüsü, eşarp. Örtü, yaşmak, peçe. İçinde hediye gönderilen kab: 221
Kani’: Kanaat eden. İnanmış. Tatmin olmuş: 221
Mütehassıs: Bir işin hakikatini, içyüzünü çok iyi bilen. Bir meslekte mahir olan. Has
ve hususi olan: 1220=221
Erk: Kuvvet, kudret, güç, iktidar, nüfuz: 221
Muzaffer: Zafer kazanmış. Kahraman. Galib gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş:
1220=221
İstına: Seçme, ayırma. Adam seçme. İyilik etmek. İş işletmek: 221
Nisaf: Bir şeyi tam olarak ikiye bölme: 221
Tarze: Şekil, suret: 221
Payzar: Ayakkabı. (Nalin): 221

Salih Muhammed: 691+92=783
Keştîban: Gemi kaptanı: 783
İfşaat: İfşâ etmeler, meydana çıkarmalar, duyurmalar: 783
Teşci’: Şecâatlendirme, cesaret verme: 783
İştifa’: İyi olma, şifa bulma: 783
Arabistan: 783

Seyyid Muhammed Salih: 295
Milkdar: Hükümdar: 295
Sarre: Sayha, yükses ses. Çağırıp söylemek: 295
Surre: Para kesesi. (Çanta): 295
Matmur: Gömülmüş, defnedilmiş. Toprak altına konulmuş: 295

Üstadım: (Van ziyareti)… Kaasım Arvas, dedesine âit bir menkıbe anlatıyor. Seyyid
Fehim Hazretlerine, üstadları Seyyid Tâhâ ile aralarında köprü vasıtalığı eden Seyyid
Muhammed Salih’i nasıl buldukları hakkında sual sorulmuş… Şu cevabı vermişler:
“Muhammed Salih Hazretleri kâmildi, mütekâmildi; fakat bir kusuru vardı, inkâr edicileri,
kötüleyicileri yoktu”… (Üstadım: Bayıldım ve hemen not ettim.)

Seyyid Muhammed Salih: 74+92+691=857
Mazbut: Zaptolunmuş, ele geçirilmiş. Hatırda tutulmuş. Belli, belirtilmiş. Muhafazalı.
Korunmuş. Sağlam. Derli toplu. Yazılmış. Kaydedilmiş: 857
Danu’: Evladı çok olmak: 857

Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biri de “Salih”… Salih Muhammed Aleyhisselâm.

Salih Muhammed Mirzabeyoğlu: 543
İfrat hâlde tecrit: 1543

Levha: 24 Ocak 2008… BARAN dergisinin “sizden gelenler”, yâni mektub kısmında,
Kumandan’ın göndermiş olduğu isimsiz bir mektubu yayınlanmış. Küçük kare şeklinde bir
bölümde, hatırlayabildiğim kadarıyla şöyleydi: “Bana Üstadım’ın takdir ettiği isim yeter;
Allah’ın nuru mânâsına gelen ismimi kullanmama gerek yok!”… Burada üç veya dört
kelimelik, “R-T-E” gibi büyük harfler var ve “Allah’ın nuru” mânâsına gelen isim ise, sanki
asıl isimmiş!.. (Bolu F-Tipi- İsmail Uysal.)

Nur: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Işık. Her türlü zulmetin zıddı. (Allah’ın güzel
isimlerindendir… Nur ismi vasıtasıyla idrak gerçekleşir ve gölge bilinmeyen gaybda
mümkünlerin hakikatlerine yayılmıştır… Allah bizleri, yokluğun karanlığından varlığın
nuruna çıkartmıştır… Bir görüşe göre, her zuhurun kendisiyle gerçekleştiği zuhur eden
(Zâhir), kendiliğinde zâhir, “başkasını izhar eden ışık” diye isimlendirilir.): 256
Rumî: Rumeli’den olan. Anadolu’dan olan: 256
Mutarrız: Damga vuran: 256

Baran: Yağmur. Rahmet. (Ab: Su. Yağmur. Letafet, güzellik. İtibar. Namus.
Vakar. Cilâ. Keskinlik.): 254
Mihver: Merkez: 254
Müdîr: İdare eden. Çeviren, bakan. İdareden anlayan: 254
Cünnar: Çınar: 254
İmruz: Bugün: 254
Kerbelâ: 254
Mücevher: Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli. Kıymetli fikir veya söz.
Yalnız noktalı harflerle hesablanınca tarih çıkan beyit veya söz: 254
Mürid: İrade eden, isteyen. Tarikata girmiş olan: 254
Nicar: Asıl: 254
Ramuz: Deniz: 254
Carin: Yılan yavrusu: 254
Müdrî: Bildiren, idra eden: 254
Cumhur: Halk topluluğu, heyet: 254

Mektub: Yazılı, yazılmış şey: 468
Musa (sıfat) Mirzabeyoğlu: 146+322=468
Hikmet: 468
Tendîd: Meşhur etme: 468
Tenciye: Kurtarma: 468
Netice: Son, gaye. Semere, hülâsa. Döl, evlâd: 468
Staj: Meslekî bilgisini arttırmak üzere başka birisinin nezareti altında yapılan çalışma:
468
Veysel Karanî: 468

Levha: …Eylül 2002… Eniştem Sadedin Ustaosmanoğlu, Refik-i Alâ’ya çıkıyor.
Dönüşte iki isim getiriyor. Nur Muhammed ve Nur Osman.
(İstihareci’nin “Sefine” isimli eserim için yaptığı istihare.)

Nur Muhammed: 348
Müşabih: Benzeyen, benzer: 348
Muharrak: Yakışmış. Yanmış. Tahrik olunmuş: 348
Muharrik: Tahrik eden, çok yakan. Yakıp susatan: 348
Muhrik: Yakan. Yakıcı. Çok acıtan: 348
Murakabe: Kontrol etmek. Teftiş etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. Hıfzetmek.
Beklemek. İntizar. Dalarak kendinden geçmek: 348
Makbur: Gömülmüş, kabre konulmuş: 348
İstifaze: Feyz alma, feyz bulma: 1347=348
Müşeddid: Kuvvetlendiren, azdıran, şiddetlendiren: 348
Haşem: Aile. Taraftarlar, hizmet edenler. Düşmanlarına karşı koruyanlar: 348
Kamcere: Islah etmek: 348

Nur Osman: 917
Mahda’: (Kendilerine paye verdiğinde, Kutb’un ermiş Efrad’dan gizlendiği yerdir.
Orası, payelerin saklandığı yerdir, bekçisi ise Kutub’tur. Muhammed b.Faid el-Evani şöyle
der: “Yükseldim, artık önümde bir ayak görüyordum. Onu kıskandım, bana, O
Peygamberi’nin ayağıdır denildi. Bunun üzerine heyecanım dindi.” Bu zât Efrad’tan idi ve
önünde sadece Allah Resûlü’nün olduğunu ve başka kimsenin kendisini geçmediğini
zannetmişti. Ona sorulmuş: “Abdülkadir Geylânî’yi gördün mü?” Şöyle cevab vermiş: “O
mertebede görmedim!”… Bu cevab Abdülkadir Geylânî Hazretlerine söylendiğinde, şöyle
karşılık vermiş: “Doğru söylemiş, çünkü ben o esnada mahda’da idim. Bulunduğum yerden
ona paye ve hil’at çıkardım!”): 918=917
Gavsiyyet: Evliyaullah’ın başı olmak: 1916=917
Tokatî: 917
Ravadeşte: Uygun bulmuş: 917
Tesbih: Daim olmak, süreklilik. Bir kimseyi hayatında sena etmek: 917
Pezire: Karşılama, karşılayış: 917
“Sığır yavrusu”: (Buzağı: Sığır yavrusu: 918. Aynı ebcedde: Salih İzzet
Mirzabeyoğlu.): 1917
Harikavî: Harika cinsinden, harika gibi: 917
Tagvis: Medet istemek, yardım istemek: 1916=917
Cuhuz: Huruç, çıkmak: 917

Allah’ın güzel isimlerinden “En-nur”, Da’vâ cetvelinde “Nûn” harfine denk
geliyor ve sayı değeri: 256

Nun: Bir harf. KALEM. Balık. Kılıç. Kılıç ağzı. (Küçük ebcedle.): 50
İfrat hâlde tecrit: (Noktasız harflerle.): 50
Nasreddin Hoca: 1050
Velid: Yeni doğmuş çocuk. Kul, köle: 50
Vüleyd: Küçük çocuk: 50
Mihad: Beşik. Döşek. Yer. Arz. Döşeme: 50
Cezm: Kat’i karar. Yemin. Kararlaştırmak. Kesmek. Nihayet. Tahmin. Takdir. İlzam.
İcabe: 50
Madde: Zâhir duygularla hissedilen, ruhanî olmayıp, ağırlığı olan, cismanî bulunan.
Asıl, esas, cevher, mâye. Bend, fıkra, kısım. His âzâmız üzerinde bir takım muayyen ihsasat
husule getiren her şey: 50
Made: Dişi. Erkeğin zıddı: 50
Edhem: Karayağız at: 50
Küll: Hep, tüm, bütün. Cüzlerden meydana gelen: 50
İmdad: Yardım. Yardıma gelmek. Yardıma gönderilen kuvvet. Yardım istemek.
Vâdeyi uzatmak: 50
Muhibb: Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen: 50
Yemm: Deniz, bahr, derya, umman. Güvercin kuşu: 50
Lek: Senin için, senin hakkında: 50
Havale. Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. Görmeyi önleyen duvar
gibi perde: 50
Mübehhic: Güzelleştiren: 50

Nun: (En küçük ebced): 2
Yakub (Çerhî): 188+813= 1001=2
Şazz: Müstesna bulunan. Kaide harici olan. (Üstadım: Fikir çilesi haysiyetinin
müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na.): 1001=2
Şeza: Kokulu şeylerin şiddetle kokması: 1001=2
Müsteşar: Kendine iş danışılan: 1001=2
Hudret: Yeşillik. Yeşil renklilik: 2000=2
Sikat: İnanılır kimseler, itimad edilir kimseler: 1001=2

Nun: (Büyük ebced.): 106
Hablullah: Allah’ın ipi. İhlas. İtaat. Cemaat: 106
Sahabe: Sahibler: 106
Kah: Sultan. Hükümdar: 106
Âhil: Erkeği olmayan kadın. Fevkinde kimse olmayan yüksek padişah: 106
Nihan: Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcud olmayan. Sır: 106
Semüvv: İsim vermek, ad koymak: 106
Ulüvv: Büyüklük, yükseklik. Bir şeyin yukarısına çıkma. Şân, şeref, kadr sahibi olma:
106
Münhebit: Yukarıdan aşağıya inen: 106
Namiye: Büyüyen, artan, üreme kuvveti olan. Namlı, şöhretli, ünlü: 106
Vesm: Damga. İşaret. Dağlama: 106
Süvüm: Üçüncü: 106
Saliye: Yeni yılı tebrik maksadıyla sene başında yazılan tarihli mehdiye: 106
Kaide: Serasker, kumandan. Süren. Sevkeden. Yedeğine alıp çeken. Sıradağ. Geniş
ark: 106
Sahve: En yüksek dağ. (Kaf dağı). Su menbaı: 106


Nun: (En büyük ebced): 760
Mahlas: Nâm. Lâkab. Halâs olacak, kurtulacak yer: 760
Müstenir: Işık ve nur alan, parlak: 760
Takrin: Birlikte bulundurma. Yaklaştırma: 760
Ta’rif: Bir şeyi tanıtmak: 760
Zat-ul hareke(t): Kendi kendine hareket eden. Otomobil. Otomatik: 1760
Terfi’: Yükselme. Yukarı kaldırma. İ’lâ etme. Talebenin sınıf geçmesi. Rütbe alma.
Rütbe verme: 760
Muhalles: Kurtarılmış. Tahlis olunmuş: 760
Müfehham: Muhterem. Hürmete lâyık. Tazim edilmiş olan: 760
Mülahhis: Hülâsa eden. Özünü bildiren: 760
Mülahhas: Hülâsası, özü çıkarılmış: 760
Teşkil: Vücut vermek. Suretlendirmek. Şekil vermek. Meydana getirmek: 760
Usret: Sığınacak ve kurtarılacak yer: 760
Muhallis: Kurtaran, halâs kılan: 760
Muhles: İhlâsı devamlı olan: 760

Levha: … Şubat 2003… İki kişi, Tilki Günlüğü’nden “Hanif Salih” mevzuunu
arıyorlar. (Halil Kantarcı.)

Hanif Salih: (İslâm’dan evvel Allah’ın birliğine inanan ve Hazret-i İbrahim’in
dininden olanların vasfı. İlmiyle amel eden kimse: Hanif.): 148+129=277
Arvasî: 278=1277
Engare: Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak. Hikâye, efsâne, roman,
kıssa: 277
Savafık: Yeni meydana gelen şey. Havadis: 277
Abre: Gözyaşı. (Üstadım’ın noktalama’sından: Gözyaşı olmasaydı ne olurdu hâlimiz.):
277
Evreng: Taht. Şân, şeref, nâm. Zinet, süs. Akıl, irfan. Hoş hallilik. Hile. Yakışıklılık:
277

Hanif Salih: 148+691=839
Müştakk: Başka kelimeden türemiş, iştikak etmiş: 840=1839
Müstefsir: Soruşturup anlamak isteyen: 840=1839

Levha: 31 Aralık 1983… “Mustafa… Seyyid… Nur…” Böyle bir isim görüyorum;
Ufuk, ona, Diyarbakır’a mektub yazmış… Mektub diye eski Büyük Doğu’ları okuyorum…
Mektub, “burada seni imâ ediyor!” diye benden bahisle geçerken, bunu Büyük Doğu’dan
takib ediyorum… Garîb bir hâl; Okurken, okumuyormuşum ve bende mevcut olanın
yansıması gibi bir şey… Ufuk, torununu o isme ısmarlamış!..

Âmid: Diyarbakır’ın önceki adı: 45
Lüha: gümüş. (Saliha: Gümüş.) Bahşiş, hediye: 45
Adam: İnsan. (Yasin: İnsan: 70… Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069=70.) Erkek kişi:
45
Âdem: İnsan. İlk insan ve ilk Peygamber: 45
Amed: Gelmek, geliş, vürud eylemek: 45
Mih: Ulu, büyük. Azim, kebir: 45
İcal: Korkutmak: 45
Halbe: Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar gurubu: 45
Lâhî: Oyuncu: 45
Ledîg: Yılan ve akreb gibi hayvanlar tarafından sokulmuş olan: 1044= 45
Edm: Üns tutmak. İttifak etmek, birleşmek. Islah etmek: 45
Habîke: Samanyolu. Kehkeşan. Çizgi: 45
Habele: Üzüm çubuğu. (Topal Şükrü Efendi: “Elem-i rîş cefasından yetişti o reze –
Pahalı elem elbisesinden yetişti o reze –Elemin yarasından erişti o reze!”… Rez: Bağ kütüğü,
asma.): 45
İhale: Bir işi birinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek: 45
Maic: Dalgalı deniz: 45
Himm: Suyu çok olan deniz. (Müridd: Suyu çok olan deniz… Mürid: İrade eden,
isteyen. Tarikata girmiş olan.): 45
Hizmet: 1044=45
Hem: Birlikte: 45
Dema: Her zaman. Soluk, nefes: 45
Gamd: Zarf, mahfaza. Kın: 1044=45
Yele: Kuvvetle saldıran: 45
Meh: Ay. Kamer. Senenin onikide biri: 45

Diyarbakır: 518
Metbu’: Hükümdar. Kendisine uyulan. Tâbi olunan: 518
Muhtemel: Olabilir. Mümkün. Kabil: 518
Mülazemet: Devamlı bir işle meşguliyet. Sımsıkı bir işe bağlılık. Staj görme. Gidip
gelme: 518
Mütehammil: Tahammüllü: 518
Mütemahhil: Hayâl eden: 518
Hâdise: Vâkıa, olay. Yeni bir şey. İlk defa olan. Haber. (-Dünya çapında bir hadise-):
518
Astane: Merkez. Paytaht. Eşik, atabe. Mânevi büyüklerin kabri: 518

Diyarbakr: (Geniş diyar.): 517
Heme ost: Hepsi odur: 517
Pişdar: Kumandan. Öncü. Harbte önde giden ve düşmana saldıran askerler. Sanat,
meslek. Yüzsüzlükle iş beceren. (Üstadım’ın son şiirlerinden birinde: Dost sevgili hep riyâ.):
517
Kavarir: Gözbebekleri: 517
Dağıstan: 1516= 517
Üstun: Direk. Sütûn: 517
Nasut: İnsanlık. İnsanlar ve onlarla ilgili şeyler: 517
Mültezim: Bir şeyi üstüne lâzım eden: 517
Bayrakdar: Bir kabile ve cemaatin başı, reisi. Alemdar, bayrak taşıyan asker: 517
Bidistan: Söğütlük: 517

Seyyid Mustafa Nur: 559
Kabtan Kusto Müsliman: 163+175+221= 559
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+691+477+332= 1559
Kabtan Kusto Daverî: (Hükümdarlık, kavga, mücadele.): 559
Nurpaş: Nur saçan, nur saçıcı: 559
Itfet: Şefkat, merhamet. Boncuk: 559
Mutataffil: Arkasından giden, uyan: 559
Seveban: Hastalığın iyileşmesi: 559
Tenakkut: Benek benek olma. Nokta nokta olma: 559

13.03.2008- 62.SAYI

HARFLER

Levha: 23 Eylül 1984… Harflerle uğraşıyorum… Elimde lûgat… Harflerden “Kültür


Davamız’a âit mânâ çıkarabileceğim bir durum var… Duvarda asılı “Gölge” dergisi üzerinde,
Üstadım’ın “keseller” diye el yazısıyla bize ithafı var… Sonra, o ithaf, elimdeki lûgatta…
Sonra Eskişehir’de Köprübaşındayım… Orada balık tutanlar… Benim yanımda da birkaç tane
çektiler… Kanepede oturan birkaç kız… Burnumdan avuç büyüklüğünde sümük
çıkarıyorum… Eti sıyırır gibi… Hem çok koyu, hem de beyaz… Acaba Zeyn-âb gördü mü?
Bakıyorum, içeri girmiş!..

Kesel: Yorgunluk. Tembellik. Uyuşukluk: 110
Mehmed Emin Tokatî: 1110
Mühelhel: Güzel şiir veya söz. Zarif ve şık elbise: 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif şekilde yapan: 110
Sakk: Kitab. Kapı yapmak. Vurmak, darbetmek: 110
Sîm: Gümüş. (Saliha: Gümüş.): 110
Müsevvid: Müsvedde yapan, ilk nüshaları yapan: 110
Müsebbih: Allah’ı tesbih edip anan: 110
Dulu’: Huruç etmek, çıkmak: 110
Dü-nime: İki parça: 110
Sinn: Yaş. Diş. Yaşanmış olan zaman. Medine’de bir dağ ismi. Yaban öküzü: 110
Tulu’: Doğan. Tulu’ eden. Kısmet, kader, baht. Yeni hilâl: 110
Yemin: Sözü Allah’ı zikrederek kuvvetlendirmek. El tutuşarak Allah’a ve birbirlerine
söz vererek ahidleşmek. Mübarek. Sağ taraf, sağ el: 110
Semiyy: Aynı isimde olmak: 110

İhriz: Bitkin, dermansız: 1019: 20
Rahman Sûresi, 20.âyet: 2020
Vatıd: Sâbit: 20
Hâdî: Hidayete ermiş. Mürşid. Önde giden: 20
Dahi: Eşine ender rastlanır zekâ: 20
Daye: Çocuk hizmetçisi. Mürebbi: 20
Haya: Hicab, utanma. (Hicab: Örtü. Perde. Utanma. Setretmek.): 20

Ahruf: Harfler. Şiveler, lehçeler. Uçlar: 289
Allah ekber: 289
Merdüme: Gözbebeği.(İnsan): 289
Fatr: İBDA. Bir şeye başlamak. Yarmak. Yarık, çatlak. Oruç açmak. Yaratmak: 289
Racife: İLK NEFHA. DÜNYAYI YERİNDEN OYNATAN HÂDİSE. ŞİDDETLE
SARSAN SARSINTI: 289
Fart: İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık. Acele etmek ve ansızdan gelmek. Yollara alâmet
olarak konulan nişân: 289
İfraz: Yükseklik. Rifat. İrtifa’. Ayırmak, tefrik etmek: 289
Niyazkâr: Dua eden. İhtiyacı olan. Yalvarıp yakaran: 289
Deskere: Şehir, kasaba. Hasta insan veya eşya taşımaya mahsus tahta: 289
Seyyide Nefise: (Bir kadın velinin ismi.): 289

Huruf: Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler: 294
Bergaman: Ejder. Büyük yılan: 294
Afraze: Nur. Aydınlık, ışık: 294
Feride: Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ. Yalnız ve münferid.
Evliya. Zamanında eşine rastlanmayan. Eşi ve emsali yok. Dizilmiş inci. Bir tane, nefis
kıymetli cevher. Kendi reyi ile hareket eden mağrur kimse: 94
Sadr: Göğüs, ön, kalb. Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Meclisin önü ve
muteber yeri. Reisin oturduğu yer. Rücu. Baş, reis, başkan. Oturulacak yerlerin en iyisi: 294
Sard: Nüfuz etmek, sözü geçer olmak. Katıksız, saf, hâlis. Soğuk: 294

Harf: Ağızdan çıkan her bir sese âit verilen işaret. Alfabeyi meydana getiren
şekilli çizgilerden her biri. Vecih, üslub. Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı: 288
Murahham: Kısaltma. Son harfleri ve heceleri düşürülmüş. (Üstadım’ın, “Kafa
Kağıdı” isimli eserinin en sonu: Aynı Moğol istil… Tutulmuş asil bir köşe.): 288
Cüfre: Mezar. Bir şeyin ortası. Boşluk. Göğsün içerisi. Sadr: 288
Recefe: Zelzele: 288

Mürg: Sümük. (Mürg: Merg. Kuş… Merg: Çayır. Sebze… Merg: Ölüm.): 260
Sirr: El ayasında ve alında olan hatlar. Gizli nesne. En iyi, en faziletli. Hâlis: 260
Mensaf: Her şeyin yarısı: 260
Neyyir: Yıldız. Nurlu, parlak, ışıklı cisim. Cisim hâlindeki cisim. Şems, güneş: 260
Derun: Kalb. İç taraf: 260
Kulkul: Büyük, derin deniz. Hızlı giden at. Şen, çevik. Atik. (Kulakıl: İhlâs ve
muavvezeteyn sûreleri.): 260
Kerem: Nefaset, izzet, şeref. Mecd ve şeref: 260
Kerm: Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu: 260
Kastalanî: Ok atmak. Şafak kızıllığı: 260
Mirî: Devlete âid. Devlet hazinesine mensub: 260
Muhavere: Görüşerek konuşma: 260
Mukanna’: Peçeli: 260
Mukni’: İkna eden. Kanaat veren: 260
Ser: Baş. Tepe. Uç. Nihayet. Zirve. Gaye. Başkan, reis: 260
Sırr: Gizli hakikat. Müşahedetullah’ın mahalli bulunan kalbteki lâtife. Allah’ın
hikmeti: 260
Mıkna’: Başörtüsü: 260
Der-bend: Hudut. Kale. Dar geçit, boğaz. Anahtarsız kapı: 260
Mezbur(e): Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. Taş ile örülmüş kuyu: 260
Musannif: Kitab tertib eden, tasnif eden. Sınıflandıran: 260
Zinbar: Hafif, zarif, hazırcevab kimse. Yük götürebilen eşek. Çınar ağacına benzer bir
ağaç. Büyük fare: 260

ZUHRUF

Levha: 28 Eylül 2002… Ayşe Halam’ın önünde yazıları çok güzel bir Kur’ân-ı Kerim
açık olarak duruyor. Sol sahifenin yazısı daha açık aralı ve berrak. O sahifede “Zuhruf” sûresi
yazılı, sağ sayfada “Yusuf” sûresi.
Bana Zuhruf sûresiyle alâkalı bir hikmetten bahsediyor. (Rüyâ içinde unutmamak için
tekrarladığım hâlde unuttum.) Ve; Kumandan, Meryem’e istihare verdi ama (Kitab’ın
basılmasıyla –Sefine’nin- alâkalı istihareyi kastediyor) ben ondan önce burada ne olduğunu
gördüm, diyerek kitabın basılmasının hayırlı olacağını kastediyor.
Selâtin camilerden birinin geniş ve ferah görünen kapısının eşiğinde Mahmud Efendi
Hazretleriyle Rahmetli Sâdık oturuyorlar. Sâdık, Efendi Hazretlerine hatim okuyormuş.
Kalkıp mihraba doğru yürüyorlar, mihraba yakın bir yerde Efendi Hazretleri dönüp, Sâdık’a
ellerini açarak (âdeta çok sevilen bir çocuğun koşup boynunuza atılmasını istediğiniz bir
edada) boynuna atılmasını istiyor. Bu olayı gıbta ile seyrediyorum. Sonra aynı hareketi bana
yapıyor, içimde müthiş bir coşkunluk, boynuna öyle bir atılıyorum ki, ellerimle sımsıkı
sıkıyorum. İçim içime sığmıyor.
Efendi Hazretleri değişmediği hâlde, onun Kumandanımız olduğunu hissediyorum.
(Bolu F-Tipi Cezaevi- Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

İntihar etti veya öyle zannedilen Sâdık için, Mahmud Efendi Hazretlerinin “şehittir!”
dediğini rüyâ sahibinden öğrendim.

Mehdî. (En büyük ebcedle): 1891= 892
Zuhrufe: Süslemek, bezemek: 892
Zuhruf(e): Altun. Gümüş. Gösteriş. Yaldız: 892
Israh: Medet yetişmek, yardım gelmek: 892
Ezamim: Cemaatler, topluluklar: 892
İstital: Gözyaşları inci gibi dökülme. (Garb: Batı. Gözyaşı. Kenar. Sığır derisinden
yapılan büyük kova. Yürügen at. –Fikir.): 892
İzafî: İzafetle alâkalı. Lâkalı göstererek: 892

Zuhrufe: 892=1891
Azmen: En fazla güvenilen. Pek fazla şeyler içine alabilen: 891
Feyyaz: Çok feyz veren: 891
Zaman: Kefil olma, kefillik. Zarara karşı kefil olma, garanti: 891
Metanet: Sağlamlık. Kavilik. Sözünden ve kararından dönmemeklik: 891

2007’nin Eylül başında yukarıdaki rüyâ ile ilgili olarak Zuhruf Sûresi’ni okurken,
10.âyette içimden geçen hisle ebcedini çıkardım. Sonra, rüyâda görülenin onunla alâkalı olup
olmadığı hususunda Kurân’dan tefe’ül yaptım, hayır çıktı.

Zuhruf, 10.âyet: (Meâli: O, size yeri beşik kılmış ve orada doğru gidesiniz diye
yollar var etmiştir.): 3443
Âl-i Beyt: Allah Sevgilisi’nin evine mensub olanlar, âilesi, sülâlesi: 443
Eyalet: Valilerin idareleri altında olan memleketler, vilâyetler: 443
İhtitam: Hitam bulma, son bulma: 1442=443
Muhaddab: Boyanmış: 1442=443
Tahkiye: Anlatmak. Hikâye etmek: 443
Tebliğ: Ulaştırmak. Götürmek. Bildirmek: 1442=443
Tecelli: Görünme. Bilinme. Kader. Allah’ın lütfuna uğrama: 443

Zuhruf, 10.âyet: 3443=2444
Havtel: Büluğa eren çocuk: 444
Demeşk: Şam şehri. Kuvvetli, seri deve: 444
Müddet: Belli ve muayyen vakit: 444
Müşdak: Namaz kılınan yer. Namazgâh: 444
Telbib: Boyun: 444
Celiyyat: Aşikâr, açık, aleni, meydandaki şeyler: 444
Cilhabe(t): Büyük olan şey, kebir: 444
Tahavvül: Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Başka bir
hâle geçmek: 444
Tezavül: Bir şeyi ortaya çıkarma. Bir şey meydana getirme: 444
Te’cil: Başka zamana bırakma. Acele etmeme: 444

Zuhruf, 10.Âyet: 3443=1445
Muhyiddin-i Arabî: 445
Dalliyet: Delil oluş. İsbata vâsıta olmak: 445
Meş’ale: Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil. Ucunda ateş yanan değnek: 445
Kirkire: Şecaat: 445
Hudumme: Büyük emir. Kolları kalın olan: 1445
Mette: Burgu: 445
Ecmat: Ormanlık. (İşe: Orman. Casûs, hafiye.): 445
Kezkeze: Çok fazla kırmızılık: 1445
Himmet: Mânevî yoldan yardım. Lütuf. Tabiî şevk ve meyil: 445
Kirdikâr: Sâni. Yapan Allah: 445

Zuhruf, 10.âyet meâli: 3443=446
Mehat: MAVİYE. Billur taşı. Güzellik. Güneş. Dağ sığırı. Menzil, konak: 446
Velâyet: Velilik. Dostluk. Bir şeye bizzat mutasarrıf olmak. Sözünü geçirmek: 446
Telâiye: İstikamet. Doğruluk üzerine olmak: 446-447
Mekşuf: Keşfolunmuş. Açık, belli: 446
Mükâşefe: Gizli şeyleri birbirine açıp keşf ve izhâr etmek, açığa çıkarmak: 446
Neşasa: Beyaz yüksek bulut: 446
Tevallâ: Birisini dost edinme. Bir işi üzerine alma. Dönme, yönelme. Ehl-i Beyt’e tam
sevgi. Akrabalık. Yakınlık beslemek: 446
Ehliyet: Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dair vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak. Meharet
ve mensubiyet: 446
Hemta: Eş, benzer, denk: 446
Bakır halka: (Bir hadîs meâli: “Mehdî’nin boynundaki bakır halka onu korur.”… Bakır
halka, bildiğimiz soydan bakırdan halka mı, yoksa onu koruma keyfiyetine dair maddî ve
mânevî soydan işler, o işlere verilmiş şahsiyet-şekil hâlinde bir sembol mü?): 303+143=446
Matte: Vesile. Sebeb: 446

Zû-huruf… Zû: Kelimenin başına gelerek, “sahib, mâlik olan” mânâsını verir…
Zuhruf’un aslî harfleri (hruf) ile “huruf”un asli harfleri aynı… Zû-huruf: Harflerin sahibi,
harflere malik olan.
İlm-i edeb’in bütün yönlerini kapsayan, sözlü ilimler mânâsına, çoğul kullanımıyla
“edebiyat” kelimesi. Aynı mânâda İngilizce bir kelime, Letter: Harf. İlim, edebiyat, bilgi…
KÜLTÜR DAVAMIZ?

Sefine: Gemi. Çeşitli mevzulara dair kitab. Göğün güney yarımküresinde bir burç adı.

12 Mayıs 1983, “Yevmiye”: Dünya bir kahraman bekliyor, bir fikir kahramanı… Hadi
bakalım, inşallah! Bizden bekleniyor, bizde de bir fikir adamının yaşamaması için her şey
mevcut…
(Bu eseri de, “Sinyal Muhabbetleri”nde anlattığım şartlar altında yazıyorum.)

Hurufat: Harfler: 695
Fikir kahraman(ı): 696=1695

Zu: Kelimenin başına gelerek, MALİK OLAN mânâsını verir: 706


Fikir kahramanı: 706
Veşt: Güzel: 706
Aktör: 707: 1706
Hâl-i siyah: Siyah “ben”: 707=1706
Hanedan: Peygamber sülâlesi. Soyca dindar ve asil âile: 706
Üsre: Seleften gelen şân, şeref. Söz veya hadîs nakletmek: 706
Esere: İhtiyar etmek. İkram etmek: 706
Esere: En güzel eşyayı kendisine ayıran kimse: 706
Cezzab: Çok cezbeden: 706
Sevr: Öküz, boğa. Boğa burcu. Dünyaya müekkel 4 melekten birinin adı: 706
Naznaza: Yılanın dilini çıkarıp hareket ettirmesi: 1705=706
Tasvir: His ve mahsusata münhasır ifâde. Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim
yapmak. Resim: 706
Enterne: Gözaltına alınan kimse. Belirli bir yerde oturmaya mecbur edilen: 706
İctişa’: Yer uygun olmama: 706
Havk: “Halka” denilen yuvarlak: 706

HARFLERLE İŞARET OLUNMUŞ

Levha: 17 Aralık 2004… Bir arkadaşa, adını bilmediğim büyük bir İslâm âliminin
“Mesih” ile ilgili bir kitabını gösteriyorum. Kitabta, Batılıların “Mesih” ile ilgili işaretlerini
madde madde anlatmış. Özel tâbirler, Latince verilmiş… Yazının üçüncü maddesinde şöyle
yazıyor: “Batılıların beklediği Mesih’in adı, Lâtince Sxyn… Mvxy…’dir”… (Bütün harfleri
uyanınca hatırlayamadım.) Arkadaşa dönerek, “bak, Mesih’in Lâtince isminin baş harfleri S.
ve M., yâni Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nu gösteriyor!” diyorum. Tam bu sırada, Lâtince
yazılmış bu ismin okunuşunun da “Salih Mirzabeyoğlu” olduğu söyleniyor. Yâni isim
okununca çıkan ses, “Salih Mirzabeyoğlu” imiş. (Fazıl Duygun.)

İngilizce bir kelime, “lettered”: Harflerle işaret olunmuş. Tahsil görmüş, okumuş,
münevver, aydın, edip.

Harfî: Harfe âit. Sahibi tanıtmak için olan. Başkasının mânâsı için yazılan: 298
Sabur: Çok sabır gösteren, çok sabreden. (Esma-i Hüsna’da, Es-Sabûr: Sabır
gösteren.): 298
Rahman: (Esma-i Hüsna’dandır.) Bütün yaratıklara rızıklarını veren, hayır ve rahmet
buyuran, bütün mahlûkatına sayısız nimetler veren. Nizâm ve adalet sahibi: 298
Sabbare: Soğukluk: 298
Mezamir: Zebur kitabının sûreleri. Düdükler: 298
Hasar: Soğuk, berd: 298
Sarah: Her şeyin hâlis ve safisi: 298
Bername: Mektub başlığı. Zarfın üzerindeki adres. Fihrist: 298
Ercümend: Muhterem, şerefli. Muazzez: 298

Mukattaat: Her biri bir kelimeye delâlet eden harfler. Kısaltmalar. Kat’ edilmiş,
kesilmiş şeyler. Çeşitli gazel ve kasidelerden seçilmiş beyitler: 620
Ta’mik: Derinleştirmek. İnceden inceye araştırmak. Esasına varacak şekilde
araştırmak. Derin kazmak: 620

Mesih: Bir şey üzerinde ELİ YÜRÜTMEK, bir şeyden ondaki eseri gidermek
demektir. İsa Aleyhisselâm’ın bir ismidir. (Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay.):
118
Mahsud: Kendisine hased edilen. Kıskanılan kimse: 118
Mihenk: Altunun ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar
âleti. Bir insanın ahlâkını anlamaya yarayan vasıta: 118
Çocuk: 118
Hadeka: Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın. Elmas: 118
Hasen: Güzel. Hüsünlü. Güzellik: 118
Mahmil: Bir ibareye hamledilen mânâ ihtimâllerinden her biri: 118
Cum’a: Perşembeden sonra gelen gün. Toplanma: 118
Sinh: Her nesnenin aslı ve kökü: 118

GAYN
Levha: 22 Aralık 1991… Bir yabancı-turist kız… “Ğ” harfini soruyor… Ona, bu harfi
“g” gibi bir harfle karıştırdığını söylüyorum… Sonra o kız, sinema salonu gibi bir yerde ve
seyirciler arasında ilâhi söylemeye başlıyor, hisleniyorum… Sonra ayrı bir bölmeye
gidiyorum… Almanya’dan gelmiş olanların topluluğunda, türkü söylüyorlar.

Levha: 8 Kasım 2007… Eski dönem kale kapıları gibi dev bir kapı, üstünde de büyük
bir “1999” yazısı… Kapının ardındaki sırrı öğrenmek için yapılan bütün ısrarlara rağmen,
kapı açılmıyor ama, o ânda ELİF isminde bir tanıdık… (Nilgün Yılmaz.)

Gayn harfinin ebced değeri: 1000… Elif: Arab alfabesinin birinci harfi. (Elf: 1000
sayısının ismi. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek, mânâlarına gelir.) Bütün harflerle
ünsiyet edebildiği için böyle isimlendirilmiştir: 1… Netice olarak, GAYN: ELİF.

Gayn: (Küçük ebcedle Büyük Doğu ve büyük ebcedle Gayn’ın ebcedi bir: 1060):
1000
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+332=1000
Zû-huruf: 706+294=1000
Şahsî: Şahsa mahsus, şahsa âit, dair: 1000
Muzallel: Gölgeli, gölgelenmiş: 1000
Şahîs: Büyük cüsseli, iri yapılı kimse: 1000
Tesmin: Bir şeye kıymet biçme. Sekizleme. Sekize bölme. Sekize çıkarma: 1000
Terakruk: Parlama. Işıklı olma: 1000
Münkazi: Bitmiş, tükenmiş, sona ermiş, ardı kesilmiş: 1000
Şeris: Eski nalin: 1000
Dırr: Avret üzerine avret alma. (ŞİN: Bir harfin adı. Çok nikâhlı kimse.): 1000

Elif, (ebced değeri): 1
Yakub (Çerhî): Hacegân yolunun 18.büyüğü: 1001
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1000=1
Mâlik “İki kutvanî aba’ya: 706+1294=2000=1001
Şazz: Müstesna bulunan. Kaide harici olan: 1001
Vazife: Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birine havale edilen şey.
Kıymet verilen iş. Ücret: 1001
Şeraşir: Nefis. Beden. Ağırlık: 1001
Şeza: Kokulu şeylerin şiddetle kokması: 1001
Hudret: Yeşillik. Yeşil renklilik: 2000=1001
Uht: Kızkardeş. (Bâtınî yorumda insan nefsi.): 1001

Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+332=1000=999
ZU (Malik) – “İKİ KUTVANÎ ABA”ya: 706+1294=2000=1999

“SİN-ŞIN-HI”

Levha: 27 Aralık 2007… Mahmud Efendi Hazretlerinin torunu Hanife’ye, kendisini


devamlı rüyâda gördüğümü ve bu rüyâların hepsinin de olağanüstü olduğunu anlatıyorum.
Rüyâ içerisinde bu da rüyâ imiş, ona peşpeşe rüyâlar anlatıyorum. Hattâ evlilik için yaptığım
istiharede bile Kayınvalidem Hanife (Günaydın) Hanım’ı gördüğümü, onun bize “bebek
doğdu mu?” diye sormasına biz, “hangi bebek?” dediğimizde bize şu cevabı verdiğini
anlatıyorum: Kayınvalidem, “O Allah, SİN harfine sen doğ dedi. O tevazu ve haşyetle ŞIN’a
sen doğ dedi. O da aynı şekilde HI harfine sen doğ dedi. SİN Resûlullah’a, ŞIN Hazret-i Ebu
Bekir veya Hazret-i Ömer’e, HI ise Mehdi’ye denk geliyor. İşte o doğdu mu diyorum!”
diyor… (Bu rüyâyı daha önce görmüştüm.) Hanife’ye bu rüyâyı anlatıyorum. (Ki, Hanife’yi
rüyâlarımda sık sık görüyorum.) Bir ses veya bir his, “Hanife’nin derinliklerine inin, o
Allah’ın gizli veli kullarındandır!” diyor… (Bu rüyâyı aynı gece uyanıp uyuduğumda baştan
sona tekrar gördüm. –İstihareci.)

Yasin: (Huruf-u mukattaa’dan): Ey insan: 70
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069=70

Sin harfi, (ebced değeri.): 60
Ney: Kamıştan yapılmış damaksız düdük. Kamış kalem. Kâmil insan. Yokluk: 60
Müzdeviç: Evlenen. Bir kelimeye kafiye olan: 60
Tesettür: Örtünme. Kapanıp gizlenme: 1060
Müeyyid: Teyid eden. Doğrulayan. Sağlamlaştıran. Yardım eden. Kuvvet veren: 60
Necva: İki kişi arasındaki sır. Gizli fısıltı. Ağız koklamak. İki kişi arasında fısıldamak:
60
Müeyyed: Teyid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış.
Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş: 60
Şehazan: Karnı aç olan kimse: 1059=60
Mucîz: İcazet veren, izin veren: 60
Tana: Susuzluktan ciğerin yapışması. (Gayn: Susuzluk. Bir harf adı.): 60
İnhac: Meydanda, açık, zâhir. Esvabı eskitmek: 60
Mevdud: Sevilmiş, sevgi gösterilmiş: 60
Mugatti: Perdelenmiş, örtülmüş. Üstü örtülü: 1059=60
Dahim: Taç: 60
Müyed: Büyük emir. Zahmet, meşakkat, zorluk: 60
Kudegi: Çocukluk: 60
Mahcuc: Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan. Kasdolunmuş olan. Çok gidip gelinen.
Mekke’nin bir ismi. Kendi yerine Hacca gidilmiş olan: 60
Dane: Tohum, çekirdek. Kurşun, gülle, tâne: 60
Bad-ban: Yelken. (Şira’: Yelken. Gemi yelkeni.): 60
Tavme: Kaplumbağanın dişisi: 60
Hadin: Bir kuş cinsidir. (Hiç doymak bilmez, yüksek yerleri sever, yer üstüne konmaz.
Bir ağacın yemişlerini bitirdikten sonra başka bir ağaca geçer.): 60
Müeddi: Eda eden. Ödeyen. Sebeb olan: 60
Dehan: Ağız. Fem: 60
Neved: Doksan. (Da’vâ cetvelinde 90, Mim harfine ve Allah’ın MALİK ismine denk
geliyor.): 60
Kelebçe: Demir bilezik. Suçluların koluna takılan demir halka: 60
Damiye: Kanı akan yara: 60
Cezmî: Kat’i karar ve niyete âit. Cezm: 60

Şin: Çok nikâhlı kimse. Ebced değeri 300 olan bir harf
Fikr: Düşünce. Akıl. Rey, istek: 300
Münfelik: Açılan, yayılan. İnfilâk eden, patlayan: 300
Kınkın: Yol gösterici, kılavuz. Bir cins çekirge. Yer altındaki suyun miktarını bilip
kazan kimse: 300
Merdane: Erkek ayakkabısı. (Nalin) Erkekçesine. Çeşitli işlerde kullanılan silindir.
Oklava: 300
Lenger: Gemiyi yerinde sabit tutmak için atılan çapa: 300
Mukasmel: Asâsı çok şiddetli olan. (Asâ, iktidar sembolüdür.): 300
Mükerrem: Hürmet ve tazim edilen. Muhterem. Kerim olan: 300
Resil: Elçi: 300
Fekr: Etraflıca düşünme: 300
Arkî: Balık avcısı. (Arik: Asil haseb ve neseb ehli.): 300
Kifr: Büyük dağ: 300
Gıtrif: Başkan, reis. Asil ve itibarlı kimse. Soylu kişi: 1299=300
Sarî: Gemici. (Sarî: Sirayet eden.): 300
Mıska’: Fasih dilli, güzel sesli kimse: 300
Mükrem: İkram olunmuş, ağırlanmış kimse: 300
Sadare: Doğmak. Rücu etmek, geri dönmek: 300
Sayyere: Oldu, olur meâlinde: 300
Rukk: Yer, arz: 300
Semer: Geceleyin kıssa söylemek: 300
Sırat: Etrafı hudutlu işlek cadde. Geniş yol: 300
Sırm: Ağaçtan yemiş düşürmek. Ekin biçmek. Cem’olmuş beytler: 300
Kafsal: Arslan: 300

Hı: Ha-i menkute dedikleri, noktalı “ha” harfi: 600
Hızır: İkinci hayat tabakasına (Nuh Aleyhisselâmın olduğu tabaka) mensub, ab-ı hayat
suyunu bulduğu ve bir kısım ehl-i kalbin sağ olduğunu ve görüştüğünü söylediği, halk
arasında “Hızır gibi yetişti!” şeklinde darda olanlara yardım ettiği bilinen, Kur’ân’da Musa
Aleyhisselâmla kıssaları geçen bir kerim zât: 600
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde kesin olarak belirme: 600
Müsenna: Fatiha Sûresi. İki defa nazil olan. Kat kat olan. İki bölümden meydana
gelen. İKİLİ: 600
Fussilet: Ayırd edilmiş, izâh ve tafsil edilmiş. (Bir sûre ismi): 600
Şeş: Altı. (Vav: Ebced değeri altı olan harf: 13… Salih Mirzabeyoğlu: 1013.): 600
Takassî: Bir şeyin aslını esasını araştırma: 600
Şark: Doğu. Yarmak. Parıldamak: 600
Rakş: Nakşetme, süsleme. (Nakşî): 600
Rışk: Atılan ok: 600
Kaşr: Bir şeyin kabuğunu soyma: 600
Kaşer: Çok fazla kırmızılık. Ziyâde kızıllık: 600
Mürefref: Yeşil elbise. Sürü sürü, grub grub. Dalları sallanan nâzik lâtif ağaç. İnce,
nazik kumaştan yapılmış: 600
Kışr: Elbise. Dış taraf. Kabuk: 600
Müteatıf: Kendisine atfolunan. Birbirini seven: 600
Rett: Şerif, seyyid: 600
Müteyakkın: Yakîn ve kat’i olarak şübhesiz olan: 600
Mustashib: Birini yanına alıp beraberinde götüren: 600
Müstashab: Birini yanında arkadaş olarak bulunduran: 600
Semin: Çok değerli, pahalı, kıymetli: 600
Taakkul: Hatırlama. Hatıra getirme. Akıl erdirme: 600
Tenmik: Yazma. Yazılma. Güzel yazı ile yazma: 600
Kısmet: Nasib. Bahşetmek. Bölmek ve ayırmak: 600
Ales: Şiddetli kıtal: 600

Hı, (büyük ebced değeri.): 601
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322=602=1601
Amene’r-Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: 602=1601
Sa’lebe: Tilki: 602=1601
Hayranî Mirzabeyoğlu: 601
Şarık: Çıkan, tulu’ eden. Parlayan: 601
Mesanî: Çift. Mükerrer. Bir şeyin tekrarı: 601
Mıskat: Su kovası: 601
Muktebes: İktibas olunmuş, iktibas edilmiş şeyler: 602=1601
İsti’lâm: Bilgi edinmek için yüksek bir makamdan alt makama sorulma. Yazı ile bilgi
isteme: 601
İ’tilak: Âşık olma, birinin muhabbetine tutulma: 601
Erkaş: Siyahlı beyazlı alaca yılan: 601
Muafiyyet: Afvolunmuş olma. Bir hastalığa karşı aşı olunmuş hâl: 601
Ah: Dost. Kardeş, birader: 601
Ah: “Aferin, bravo!” mânâsına kullanılır: 601

Hı: (en büyük ebced değeri): 512
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 513=1512
İstan: Mekân: 512
Zuhurat: Birden oluveren şeyler. Hesabta olmayan umulmadık hâdiseler. Sünuhat:
1512
Hades: Yeni olmak. Sonradan olmak. Taze. Yiğit. Genç: 512
Büşra: Müjde. İncilin bir ismi: 512
Karure: Gözbebeği. Gözün siyah kısmı. Şişe: 512
Müstezad: Artmış, çoğalmış: 512
Şahrah: Büyük ve işlek yol, cadde. Şaşırılması mümkün olmayan doğru ve işlek yol:
512
İtlâf: Öldürmek. Ziyân etmek. Telef etmek. Bozmak: 512

Ha-i menkut: Noktalı ha (hı): 214
Cevher: Noktalı harf. Bir şeyin özü, esası. Kıymetli taş. Çelik üzerindeki nakış. Yalnız
noktalı harflerin ebcedlisi hesab edilerek düşürülen tarih. Harflerin noktası. VARLIĞI
KENDİNDEN OLAN: 214
Haver: Gözün karasının çok kara, beyazının çok beyaz olması. (Bu meâlde Mehdî
hakkında bir hadîs vardır.): 214
Erca: Çok rica edilen, pek fazla taleb edilen: 214
Eric: Güzel koku: 214
Ab-yar: Bereketlendiren, feyizlendiren. Sulayan: 214
Hırpakuş: Hırka giyen, derviş. (Hırka-i Tecrit): 1213=214
Beraya: Halk. Bütün mahlûkat. Halkın kılıç kullananları ve vergi harici kalanları: 214
Bahtiyar: Bahtlı, talihli, mes’ud, mutlu, şanslı: 1213=214
Dehre: Bağ budamada kullanılan testere gibi dişli olan bıçak. (Dehr: Ân. İnsan.): 214
Turra: Mühür. Tura. Padişâh imzası. Kumaşın etrafındaki nişân ve işaret. Her şeyin
ucu, kenarı: 214
Rubah: Tilki. Kurnaz, hilekâr: 214
Rahe: Avuç içi, el ayası. (Kürsî, koltuk): 214
Hukuk: Haklar. Cemiyet hayatını tanzim eden şer’i hükümler: 214
Deyr: İnsanlık âlemi: 214
Mahfuf: Zarar gelmesin diye etrafı çevrili, kuşatılmış: 214
Muk’ad: Kötürüm. (Mukad: Ağır yüklü.): 214
Muakkad: İnce ve müşkil olan. Zor anlaşılan söz. Ukdeli, düğümlü: 214
CİM, MİM’DİR!

Levha: 2 Haziran 1997… Üstadım bizim evde… Üzerinde takım elbise var… 55-60
yaşlarında ve sakalsız… Hareketleri kalender… Ona, “Üstadım, Süryanice’de bir kelimenin
mânâsı, o kelimenin harflerinden birinde toplu imiş; Necib’in hangi harfi kelimeyi
belirtiyor?” diyorum… “Cim, mim’dir diyor… Sonra beraberce evden çıkarken, evin
dağınıklığından utanıp, “bu ne böyle?” diye evdekilere kızıyorum… Ayakkabılar, onların
üzerine atılmış yarı dürülü halı… Babam hemen koşup hürmetle Üstadım’ın ayakkabılarını
çeviriyor, düzeltiyor… Üstadım ayakkabılarını giyiyor ve ikimiz sahil kenarı bir asfaltta
yürüyoruz!..”

Cim: Ebced değeri 3 olan harf.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+1312=2003
Eb: Baba, peder. Ced: 3
Buht: Veled, oğul, mahdum: 1002=3
İstikamet: 1002=3
Müstebşir: Müjdeleyen. Müjde ile sevinen: 1002=3
Ab: Su. Yağmur. Letafet, güzellik. İtibar. Irz, namus. Vakar. Cilâ. Keskinlik: 3
Bâ: B harfi. Mektub ve eski evraklarda Receb ayına işarettir: 3
Pâ: (pây): Ayak. Takat. Mukavemet. İz: 3

Cim, (büyük ebcedi): 53
Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve methedilmeye lâyık. Çok sevilen.
Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi. (Üstadım’ın bir ismi.): 53
Cin: 53

Cim, (en büyük ebcedi.): 1035
Selâse: Üç: 1035
Cebl: İbda, ihtira. Yoktan yaratma: 35
İlâh: Kendine ibadet edilen. (İlâh: “İlâ âhir” kelimesinin kısaltılmışı. “Sonuna kadar
böylece gider” demektir.): 36=1035
Dal: Ağacın ilk verdiği kol. Dal harfi: 35
Dall: Delil olan. Yol gösteren. Bildiren: 35
Libab: Akıllı, zeki kimseler: 35
Tahtah: Arslan: 35
Cebel: Dağ, yüksek tepe. Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse: 35
Cibill: Yaratmak. İnsanlardan bir grub: 35
Ledg: Yılan ve akreb sokması. Sözle birini incitmek. Ekşilik: 1034=35
Mahfuz: Hıfzolunmuş, saklanmış. Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. Korunup
gözetilmiş. Gizlenmiş, saklanmış: 1034=35
Muhafaza: Himaye ve hıfzetme. Gözetleme. Bir şeye devamlı olmak: 1034=35
Hecagû: Nazım ve nesire yoluyla birinin aleyhinde bulunan: 35

Da’vâ cetvelinde “Cim”, Allah’ın “Cami” ismine, “Mim”de “Malik” ismine denk
geliyor… “Mim”in en büyük ebced değeri ise, 333.

Levha: 9 Temmuz 1995… Üstad’ın kullandığı bir otomobilde yanında oturuyorum…
Maslak civarında bir yerde hızla gidiyoruz… Sonra taşlık bir yol ve bizim iniş
istikametimizde ara ara yolu kesen ağaçlar… Üstad, aşağıdan gelen otomobiller yaklaştığında
hızla ve seri şekilde bu ağaçların arasına girip, otomobil geçince tekrar çıkıyor… Kinâyeli bir
şekilde de “hesaba dikkat edip, iyi hesablamak” gereğinden bahsediyor… Ve, “iktisadı
bilmeden ve ondan anlamadan bu iş olmaz… Bu, beklediğimiz neslin, gençliğin
vasıflarından!” diyor… Bunun ne kadar geniş ve farklı anlamları olan bir ifade olduğunu
düşünüyorum… Beklenen fikir adamının mutlaka ve herhâlde iktisattan pay almış olması ve
etrafındaki kadronun da kendi çaplarında buna nisbetle iktisattan pay almaları gereği… Üstad
bunları bana söylemiyor… Hitabettiği kişi benim ama, benim için söylemiyor… Sonra,
solumuzda çok geniş bir mezarlık… Üstad, az ileride ve galiba mezarlığın giriş yeri olan
köşede duruyor… Mezarlığın etrafı taş duvarlarla çevrili… Otomobilden iniyoruz… Üstad,
lâtifeli bir dille ve övünürcesine, “bunlar Veliler Ordusu’ndan 333’ler… Hepsini buraya
toplayan Necib Fazıl Kısakürek’tir, filân diye kitâbe yazdırdım!” diyor… Bu sırada, üzerinde
bahsettiğim yazı kazılmış olan kitâbeyi işaret ediyor… Orada bir toprak kayması olmuş ve
kocaman mermer levha biraz yerinden oynamış… Bir takım insanlar da onu tekrar yerine
yerleştirmeye çalışıyorlar… Üstad, karşıdan durumu tetkik ediyor ve nasıl yapmaları gerektiği
hakkında bir şeyler söylüyor… Boynundaki flâr dikkatimi çekiyor… Sonra Üstad’ın gelişini
fark eden işçiler yanımıza geliyorlar… Bunlar birtakım yaşlı adamlar… Üstad’a “hoş geldiniz
Efendim!” dedikten sonra, onun yanında bulunmuş olmamdan dolayı benle de tokalaşıyorlar
ve kendilerini tanıtıp, tanışmak istiyorlar… Biri el sıkışırken, “benim ismim Kâfi!” diyor…
Sonra bir diğeri, “benimki de Vâfi!” diyor…
“Allah Allah, Kâfi ve Vâfi aynı şey demek ve bu Vâvî demek değil mi?” diye
düşünüyorum… Üstad, bunların 10 tane genç ve 10 tane de yaşlı veya pîr olduklarını ve 10
gencin aslında 100 ve belki de 200 ihtiyar enerjisinde olduklarını, sonra espriyle, aslında
ihtiyarların da beşi, 10 ve hatta 15 kişi veya pîr sayılabileceği gibi garib bir hesabla bu 20
kişinin 215 kadar kişi yerine geçebileceğini belirterek noktalıyor! (Bandırma Cezaevi –
Ahmed Berki.)
İşgal: Zabtetme, İSTİLÂ ETME. (Üstadım’ın “Kafa Kâğıdı” isimli eserinin son
cümleleri: Aynı Moğol istil… Tutulmuş asil bir köşe…): 1332=333
Şekiba: Sabırlı, tahammüllü: 333
Baliş: Altun. Nakid. Yastık: 333
Bişkuh: İktidarlı. Kuvvet sahibi. Muhterem kimse: 333
Erbain: Kırk. Kırk gün devam eden kara kış: 333

20.03.2008- 63.SAYI

HATÂ

Levha: 31 Ekim 1995… İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin elinde kendi eseri ve oradan bir
mevzuya âit hatâları izâh ediyor, anlatıyor… Hatâ, Muhyiddin-i Arabî’ye mi ve benim ondan
işaretlerime dair mi ne… Birdenbire intikal etmiş gibi, büyük bir kalb çarpıntısıyla, “aaa! Bu
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri!” diye heyecanlanıyorum… Sonra elimde, Muhyiddin-i Arabî
Hazretlerinin bir eserini karıştırıyorum!..

Ahmed-i Farukî. (İmâm-ı Rabbânî): 450
Abdülhakîm: (Büyük ebcedle): 450
Salih Mirzabeyoğlu: 451=1450
Kaid-ül ceyş: Kumandan. Serasker. Orduyu, askeri idare ve sevkeden: 450
Velediyet: Birisinin evlâdı olma hâli. Çocuk oluş: 450
Tevlid: Doğurmak. Doğurtmak. Çocuğu doğarken almak. Sebeb olmak, vücuda
getirmek. Beslemek. Terbiye etmek: 450
Yetem: Yetim: 450
Muhabbet: Sevgi, sevme. Sohbet. Ruhun, kendisinden lezzet duyduğu şeye
meyletmesi: 450
İbhamat: Mübhem şeyler, açıklanamayan meseleler, üstü kapalı sözler. (Mübhem:
Kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen olmayan. Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde
kapalı olması, vâzıh olmayışı. Baş parmak.): 450
Dü-giti: İki âlem. Dünya ve ahiret: 450
Metod: Usul. Kaide. Yol. Sistem: 450
Muşamma’: Muşamba: 450
Murteza: Beğenilmiş. Seçilmiş. Makbul. Rağbet edilen. Hazret-i Ali’nin bir lâkabı:
450
Nakş: Bir şeyin aslını araştırmak. Resim. Çeşitli renklerle boyama: 450
Şef’: Çift. Kurban bayramı günü. Namazların her iki rekâtı: 450
Tahtim: Tamamlama. Mühürleme, mühür basma: 1450
İstifhaz: Hıfzetmek. Muhafaza etmek. Bir şeyin muhafazasını birisinden ricâ etmek:
1450
Nadh: Musallat olanı defetme. Su serpme, sulamak. Su içip kanmak. Suyun feveran
etmesi, fışkırması: 1450

İmâm-ı Rabbânî: 345
Kaasım Bin Muhammed: (Hacegân yolunun, 4.eldeki büyüğü.): 345
Müfekkire: Düşünme gücü ve kuvveti: 345
Mükeffire: Örtecek, gizleyecek yer: 345
Makadir: Kudretler. Kuvvetler: 345
Fihris: Her nesnenin aslı. Kanun. Fihrist: 345
Şehm: Korku: 345
Kırtale: Yemiş toplamakta kullanılan sepet: 345
Mütehaddiş: Izdırab çeken. Tırmalanan: 1344=345
Alemdar: Bayrağı ve sancağı taşıyan. Bayraktar, sancaktar: 345
Mukahhir: Kahreden, tahkir eden, yok eden: 345
Ka’kaa: Silâh çatırtısı: 345

Ebu Bekir Muhammed bin Ali. (Muhyiddin-i Arabî): 485
Kaptan Gusto Müslîman: 163+101+221=485
Kaptan Mirzabeyoğlu: 163+322=485
Tekniye: Künyelenme, künye koyma: 485
Fette: Hüküm. Yardım. Açmak: 485
Azâze(t): Kuvvet. Azamet, büyüklük. Galib olmak. Şiddet. Azlık: 485
Hetf: Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak: 485
Tedaî: Birbirini bir iş için davet etmek. Bir şeyi hatıra getirmek: 485
Şefeka: Esirgemek, korumak: 485
Ta’cib: Hayrete düşürme, şaşırtma: 485
Heft: Yedi sayısı: 485

Muhyiddin-i Arabî: 445
Hudumme: Büyük emir: 445
Dalliyet: Delil olmuş. İsbata vâsıta olmak: 445
Himmet: Mânevi yoldan yardım. Lütuf. Tabiî şevk ve meyil: 445
Ecmat: Ormanlık. (İşe: Orman. Casus, hafiye.): 445
Mette: Burgu: 445
Kirkire: Şecaat: 445
Meş’ale: Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil: 445
Kezkeze: Çok fazla kırmızılık: 445
Bakır halka: 446=1445

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin “Fütuhat-ı Mekkiye”sinden… Hazret-i Peygamber
şöyle der: “HACER-İ ESVED, Cennet’ten sütten daha beyaz bir hâlde inmişti.
Âdemoğullarının günahları onu karartmıştır.”
Âdem’in hatâsı olmasaydı, dünyada efendiliği ortaya çıkmayacaktı. Hatâ, Âdem’i
efendi yapan ve ona seçilmişliği kazandıran şeydir. (Muhyiddin-i Arabî, burada siyah
anlamındaki “sevd” ile efendi anlamındaki “seyd” kelimeleri arasında anlam ilişkisi
kurmaktadır.) Öyleyse Âdem’in hatâsı sebebiyle Cennet’ten çıkarılması, onun efendiliğini
ortaya çıkarmak içindi. Hacer-i Esved, Cennet’ten çıkarken beyaz idi. Cennet’e döndüğünde
de, sayesinde başkalarından farklılaştığı ve Hakk’a yakınlık elbisesinin üzerinde göründüğü
bir izin onun üzerinde kalması gerekir. Allah onu, “Hakk’ın SAĞ ELİ” konumuna
yerleştirmiştir. Sözkonusu el, Allah’ın kendisini yaratırken âdem’in çamurunu yoğurduğu
eldir. (İmâm-ı Âzam: Allah’ın Kur’ân’da zikrettiği el, yüz, nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz
sıfatlardır. “O’nun eli, kudreti veya nimetidir!” denemez, zira bu takdirde sıfat iptâl olur.)
“Ademoğullarının hatâları, onu karartmıştır.” Başka bir ifâde ile, onu öperek kendisini
“efendi” hâline getirmişlerdir.
Renkler arasında efendiliği gösteren renk, siyahtır. Allah, Hacer-i Esved’e siyah renk
giydirmiştir. Bunun amacı, Adem’i efendi yaptığı gibi, dünyaya çıkışıyla onu da efendi
yaptığını öğretmektir. ADEM’İN YERYÜZÜNE İNİŞİ, UZAKLAŞMA DEĞİL, HALİFE
OLMAK DEMEKTİ. Hazret-i Peygamber, Hacer-i Esved’in siyahlaşmasını Ademoğullarının
hatâlarıyla ilişkilendirmiştir. Nitekim Adem’in efendiliği ve seçilmesi de onun hatâsıyla
gerçekleşmiştir. Başka bir ifâdeyle, hatâları sebebiyle Ademoğulları’na bu taşa secde edip onu
öpmeleri ve kendisiyle teberrük etmeleri emredildi. Bütün bunlar hatâlarına karşı insanlar için
bir kefarettir. Hacer-i Esved’in efendiliği bu sebeble ortaya çıktı. “Ademoğulları’nın hatâsı
Hacer-i Esved’i kararttı” sözünün mânâsı budur. Yâni onu efendi yaptılar. Siyah renk, bu
mânâya delil yapıldı. Öyleyse bu, Ademoğulları hakkında bir kınama değil, övgüdür.

Ihta’: Hatâ etmek, yanılmak: 612
İhta’: Yanılma. Hatâya düşürme veya düşürülme: 612
Berit: Halk. Mahlûk. İNSAN. Sahra. Çöl. Kır: 612
Meb’as: Yollanma, gönderilme: 612
Derviş Muhammed: (Hacegân Yolu’nun 21. büyük eli… Üstadım: İsimlerinden de
belli ki, namsız ve nişansızlardan… Emaneti, Muhammed Zahid Hazretlerinin ellerinden
aldı… Cezbe, istiğrak, zevk, şevk ve cömertlik, başlıca hâlleri… O da, pirî gibi, mürşidini
bilmeden ve görmeden 15 yıl riyâzetle ömür sürdü. Harabelere çekildi; hakikatte yıkık
dünyanın yıkıntılı bucaklarında, yıllarca zikretti, fikretti. Bir gün yine harabelerde… Açlığın
tesiriyle mecâli kalmamış, mübarek başını semâlara kaldırdı: “Allah’ım!”… Karşısında Hızır:
“Eğer istediğin sabır ve kanaatse, kalk, git, Hâce Muhammed Zahid’i bul! Sana sabır ve
kanaati öğretsin!”… Ve gidiş o gidiş… Gidiş, buluş, oluş ve eriş… Hicri 970’de vefat ettiler.
Bûster isimli yerin bir köşesini, gizlice, ebediyet kokusuyla ıtırlandırdılar.): 612
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+332=612
İki “İdam-ı nefs”: 306+306=612
Hıbat: Yüzde olan dağ ve nişan: 612
İsti’lan: İlânını isteme: 612
İhve: Kardeşler. Arkaşdaşlar: 612
Ribatet: Kalb kuvveti. Tahammül, sabır: 612
Tabah: Kuvvet: 612
Teraî: Aynaya bakma. Birbirini görme ve görüşme. Bir fikir hakkında mukabil görüş:
612
Hatib: Hitabeden: 612
Hacerat: Taşlar, kayalar: 612
İrtibat: Bağlanmak, raptedilmek. Muhabbet, dostluk ve alâkadarlık. Düşmana karşı
hudutta at sahibi olmak: 613=1612
İntisak: Sıra ile düzgün olma, intizamlı oluş: 612
İctihar: Askeri çoğaltma. Meydanda ve gözükür olma. Aşikâr olma: 612
İhtirab: Savaşma. Muharebe etme: 612

FURKAN – EL
Levha: 1 Şubat 2007… Suret hâlinde İmam-ı Rabbânî Hazretlerini görüyorum, yüzü
Kumandan’ın yüzünü andırıyor. Sesi Kumandan’ın sesi ile aynı gibi. Sonra yüzünde hafif bir
oynama oluyor. Bu sırada yüzü de aynı Kumandan oluyor. İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin
“Furkan Lûgatı”na benzeyen bir kitabı varmış. Kitab, kendi el yazısı ile orijinal hâlinde.
Kitabtan bir sayfa açıyor ve “Emir” kelimesini gösteriyor. “Emir, EL demektir; çocuğun
olursa, ismini Emir koy!” diyor. Kitabdaki o sayfanın arkasını çeviriyor ve bazı kelimeleri
gösteriyor. 4-5 tane, sonu “-ye” takısıyla biten isimler. (Bunlardan birisi “Sabriye” olabilir.)
“Kız olursa, bunlardan koyabilirsin; bunlar da EL mânâsına gelir!” diyor. (Ahmed Arslan)

Furkan: Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. Kur’ân. Kur’ân’ın 25. sûresinin ismi:
431
Lûgat: Kelime, söz. Her milletin dili. Sözlük: 1430=431
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1302=1431
Yekta: Tek, yalnız, eşsiz. Bir kat: 431
Vekta: Nokta. Eser: 431
Mustazill: Gölgelenen, gölgede oturan. Birinin koruyuculuğu ve himayesi altında
bulunan: 1430=431
Aranîk: Su kuşlarından uzun bir kuş: 431
Muntazam: Düzenli, tertibli, intizamlı: 1430=431
Müşahefe: Yakından karşılıklı konuşmak, karşı karşıya konuşmak: 431
Müteşahhıs: Şahıslanan, gözle görülür hâle gelen. Şahsı farkedilmiş olan. Şahsını
tanıyan: 1430=431
Neşşaf: Bir şeyi kendine çeken. Emen: 431
Tal: BAKIR veya GÜMÜŞ tepsi. (Tal’: Tomurcuk. Miktar. Kadar.): 431
Let’: Doğurmak: 431

Emir: Emredici olan. Seyyid. Şerif. Bir memleketin, bir aşiretin veya kabilenin
reisi. Zengin: 251
Usman: Osman: 251
Eren: Ermiş. Veli: 251
Mecbur: Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş. Kırıldıktan sonra gönlü
alınmış: 251
Münsak: Gönderilmiş olan. Birine bağlı olan ve peşinden gitmiş olan: 251
Müreccah: Daha ileride kabul edilen, üstün tutulan, tercih edilen: 251
Eren: Sevinmek, sürur: 251
Fesakî: Fıskiyeler. Su püskürten oyuncaklar: 251
Garim: Rakib. Alacaklı. Hasım: 1250=251
Mer’i: Görmeye âid. Görünür olan. Manzara: 251
Rena: Nazar olunan, bakılan: 251
Terhim: Kolaylaştırmak, âsân etmek. Atmak. Bir ismi kısaltma. Yumuşak ve ince
etmek: 1250=251
Zümürrüd: Zümrüt. Çok yeşil olan renk: 251
Tenakkuz: Halâs olmak, kurtulmak: 1250=251
Kalansuve: Takke, külâh, kavuk: 251
Muharib: Harb eden. Cesur. Kahraman: 251
Müreccih: Tercih eden. Tercih ettiren sebeb: 251
Müsaif: İşi bitiren, uygunluk gösteren: 251

Han: Hükümdar: 651
Amiriyyet: Kumandanlık hâli. Âmir, emredici olmak: 651
Te’mir: Emretmek: 651
Müteharib: Harbeden, savaşan: 651
Hayalî: 651
Misak: Anlaşma. Yeminleşme. Verilen söz: 651
Murtabit: Bağlı, birbirine bitişik. İrtibatlı: 651
Timar: Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet: 651
Mevsuk: Kendisine inanılır olan. Sağlam. Vesikalı. Delile dayanan hakikat: 652=1651

Emir Han: 852
Mübeyyez: Meydana çıkarılmış, açıkça söylenmiş. Bildiren, açıklayan: 852
İstiksar: Kısma. Bir şeyin kısaltılmasını isteme: 852
İnkaz: Kurtarma. Kurtarılma. Halâs etme: 852
Mübeyyiz: Temize çeken. Müsveddeyi temize çeken: 852

EL
Levha: 21 Eylül 2005… Koğuş benzeri bir yerde, arkadaşlarla oturuyoruz. Mehmed
Ali Bayram ve Cihad Özbolat da var. Kumandan yanımıza geliyor ve arkadaşlardan birine
“rüyâ gördün mü?” diye soruyor. Arkadaş, “hatırlamıyorum!” diyor. Ben “efendim ben bir
rüyâ gördüm: Siz önden gidiyorsunuz, biz de peşinizden geliyoruz!” diyorum. Kumandan
“göreceğiz!” derken, elini alnımın üstüne koyuyor. Ben, içimden sürekli Kelime-i Tevhid’i
tekrarlıyorum; kendimdem geçecekken, Kumandan elini çekiyor ve tam o ânda bir ışık
parlaması meydana geliyor. Kumandan, elinin içini gösteriyor. Arabça “Lâ İlâhe İllallah”
yazıyor; altında da bir şeyler yazıyor ama, okuyamadım veya okunmuyor. Yazılar siyah
renkte yazılmış. Bütün arkadaşlar bunu görünce ayağa kalkıp tekbir getirecekler ama,
Kumandan “oturun!” diyor; oturarak tekbir getireceğiz, bu sefer de namaz kılmaya gidiyoruz.
(Bolu F-Tipi Cezaevi – Abdülmetin Torsun.)

Yed: El. Yardım. Kuvvet, kudret, güç. Vasıta. Mülk. (Anma. Hatırda tutma.
Zikretme. Hediye. Hâtıra. Hatır, gönül. Uyanıklık.): 14
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013=14
Ahâd: Birler. Birden dokuza kadar sayılar: 14
Tâhâ: Kur’ân’da mukattaat-i hurufiyeden olup, Allah ile Resûlullah Efendimiz
arasında bir şifre. Peygamberimizin bir ismi: 14
Gıyab: Bilinmeyen şeyler. Görünmemek. Göz önünde olmamak. Hazırda
bulunmamak. Arka. Arkasından: 1013=14
Vech: Yüz, çehre, surat. Bir şeyin nefsi ve zâtı. Her şeyin karşısına gelen ve karşısında
olan. Satıh. Ön. Alın. Cebhe. Suret. Tarih. Sebeb. Münasebet. Semt. Cihet: 14
Debbabe: Tank: 14
İç: Her şeyin içerisi, dâhil, derun. Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek. Kalb, vicdan,
gönül. Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın: 14

“Yed” kelimesi, kelimenin kendisinde müenneslik “(dişilik) edatı olmadığı hâlde,
müennes sayılan ve öyle kullanılagelen bir kelime.

Yed-i Beyza: Musa Aleyhisselâmın mucize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli.
Bu tâbir, mecaz olarak keramet ve hârikulâde hâller ve meziyetler hakkında kullanılır:
828
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 62+92+691+477+506=1828
Beyzavî: Yumurtaya benzer şekil: 828
Dahk: Ağzı yarılmış olan çiçek tomurcuğu. Kar. Tereyağı. Bal: 828
Dıhk: Gülme: 828

Bürsun: İnsan eli. Vahşi hayvanların pençesi: 752
Keramet-i kevniye: Bir zâtın hârika hâllere mazhar olmasına denir: 752
Hakan: Hükümdar: 752
Me’sure: Ecdattan rivayet edilen. Meşhur. İtibarlı. Beğenilmiş olan. Rivayetle
öğretilmiş meşhur ve mühim haberler. Bir kılıç ismi: 752
İrtifa’: Terakki. Yükseklik. Yukarı kalkmak: 752
Maristan: Hastahâne: 752

El: Uzuv. Bazı âletlerin tutulan kısmı, sap, kulb, kol. Elle kavranan miktar, avuç,
tutam. Defa, adet, kerre. Karışma, müdahale etme. Kuvvet, kudret, tasarruf, iktidar.
Sahiblik, malikiyet. Sıra. Vâsıta: 31
İll: Keskinlik veya parlaklık mânâsına alınmış olup, feryad, yemin, ahid ve karabet
(yakınlık) mânâlarına gelir. Bu kelimenin İbranice’de “ilah” olduğu söylenmiştir: 31
Sülüs: Üçte bir. Bir yazı çeşidi: 1030=31
Müstaktil: Ölüme karşı göğüs geren: 1030=31

Kabza: El, pençe. Sap. Kılıç gibi şeylerin tutacak yeri: 907
Havarık: Acîb ve garib olan hâdise. İnsanda hayret ve hayranlık uyandıran şeyler: 907
İştihar: Meşhur olma: 907
Bahz: Sıkıntılı olma, can sıkma. Yük ağır gelip hayvanı çökertme: 907

Pençe: El ayası ile, beş parmağın tamamı. Hayvanların ön ayaklarının
parmaklarıyla tırnakları. Eskiden şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı
boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. Kuvvet. Salvet. Satvet: 60
Sin harfinin ebced değeri: 60

Muşt: Avuç. Yumruk: 740
Sümur: Gümüş. Saliha: 740
Mütefekkir: 740
Teferrüs: Ferasetle bir şeyi kestirmek. Bir şeyi isabetli olarak idrak etmek ve anlamak.
Zannetmek: 740
Rems: El ile meshetmek. Islah etmek, düzeltmek: 740
Hilkî: Hilkate âit. Yaratılıştan. Zâtî: 740
Mürtesim: İrtisam eden, resmi çıkan. Görünür hâle gelen: 740
Nusret: Yardım. Zafer, galebe, fetih, üstünlük, başarı: 740

Levha: 26 Aralık 2007… Kartal Cezaevi’ndeki koğuşlarımıza benzer bir koğuşun üst
katı. Ancak daha fazla ranza var. Buradaki (Bolu) gönüldaşlar dışında, Ömer Kama ve Murad
Çilhan’a benzettiğim gönüldaşlar da var. İsmail Uysal ağabey, herkesi sabah namazına
kaldırmış, en son beni kaldırıyor: Uyandırırken, “vakit az!” diyor. Hemen aceleyle inip,
abdest alıp yukarı çıkıyorum. Yalınayağım ve elimi yüzümü kurulayacak bir şey ararken, ya
Murad veya İsmail ağabey, Mehdî’nin vasıfları hakkında yeni duyulmuş bir rivayeti söylüyor:
“Mehdî, küçük ellidir!” –veya “küçük elli olur!”… Kumandan’ı görüyorum; tam orta yerdeki
bir ranzanın alt katında sırtını yastığa vermiş, namaz için bekliyor. Eline bakarken, içimden
“zaten Kumandan’ın elleri küçük!” diyorum. O, yorganın dışında duran sağ eline gözucuyla
bakıyor. Eli iri, damarlı, kemikli ve vücuduna göre büyük. “Zeynel!” diyor, hemen yatağın
yanına geliyorum: Lâtifeli bir şekilde ve hafif tebessüm ederek, “hadi sana bir şans; el’in rüyâ
tâbirindeki mânâsına bak, güzel çıkarsa tahliye olursun!” diyor. Aşağıya koşuyorum ve Yusuf
Tavaslı’nın derlediği tâbirnâmede, önce “tüfek” kasdıyla, “karabina veya tarabina” başlığına
bakıyorum. Yanlış yere baktığımı düşünüp, “El” başlığına bakıyorum. İlk paragrafı
merdivenden çıkarken okuyorum: “Elinde silâh olup, kurtuluş savaşında ahbese muhalefet
ettiğini gören, mertebe kazanır, yükselir!”… Uzunca bir devamı var. Yatağının ucuna gelip
kitabı Kumandan’a verecekken, İsmail ağabey uyarıyor: “Zeynel, uzandı şimdi gösterme!”,
ama ben seslenmiş bulunuyorum. O tâbirnâmeyi eline aldığı sırada, ben içimden “Kumandan,
Ahbes’in kurduğu her şeyle savaştığına göre, bu iş hayırdır!” diyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi-
Zeynel Abidin Danalıoğlu.)

Destek: Küçük el. Payanda: 484
Haylulet: İki şey arasına hicab –perde- olma. Araya girme. Yolu kapamak: 484
Füc’e(t): Ansızın, birdenbire: 484
Mütekebkib: Kaftanına bürünmüş: 484
Afitab: Güneş. Pek güzel. Çok güzel yüz: 484
Atid: Tedarik olunmuş. Hazır ve müheyya. Günah ve sevabları yazan melek: 484
Cümame(t): Yuvarlak inci. Kıymetli taş. Gümüşlü boncuk. Büyük inci tanesi.
Gümüşten yapılıp dizilen inci gibi toplar: 484
Mümted: Sürekli, devamlı. Uzayan: 484
Mütehavvil: Bir hâlde durmayan, başka bir şekle girip değişen. Bir yerden diğer yere
nakleden: 484
İktisab: Kazanmak. Tahsil etmek. Elde etmek: 484
Taaddi: Saldırmak. Düşmanlık: 484

Destak: Şarabın beyazlığı ve dökülmesi: 564
Mehdî Erdiş: 59+506=565=1564
Mehdî Üç (selâse) Işık: 565=1564
İktibas: Bir söz veya yazıyı, aynen veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade
etmek: 564
İstib’al: Kadını nikâh ile alma. (Nikâhın, iki bilgi arasındaki izdivaç mânâsı
hatırlanmalı.): 564
Tenkid: Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını meydana çıkarma: 564
Takaddes: Mukaddes olsun: 564
Kelim-dost: Olgun kimse: 564

İddiam: Payanda dayamak: 116
Gusale: Sığır yavrusu (Buzağı: Sığır yavrusu: 1918… Salih İzzet Mirzabeyoğlu:
1918.): 116
Musa: Beni İsrail peygamberlerinden Hazret-i Musa’nın ismi: 116
Muhasebe: Hesablaşmak. Hesab görmek: 116
Sahih: Şartları tamam ibadet ve muamele. Hâlis, kusursuz, doğru: 116
Süyum: Emin, mahfuz: 116
Nevin: Yeni, yepyeni şey. (İbda’: Benzersiz oluş.): 116
Ulvî: Yüksek, yüce. Mânevi ve göğe mensub. (Ulvî hikmetin Musa Aleyhisselâma
isnadı: Firavun’un, kavmine karşı “Ben sizin en yüce Rabb’ınızım” demesine mukabil,
Allah’ın Musa Aleyhisselâma hitab ile “Korkma, şüphesiz sen âlâsın” meâlindeki âyetiyle
ulviyet hakkının ona Allah taarfından verilmiş olmasıdır.): 116
Mübdi’: Başlayan. (Nisan.) Gizli sırları açıklayan. Her şeyi hiçten halkeden. (Esma-i
Hüsna’dandır.): 116
Avn-i Şeriat: Şeriat’ın yardımcısı, imdad eden. (Topal Şükrü Efendi’nin kasidesinden:
Eriş ey AVN-İ ŞERİAT, eriş ey muhyiddin!): 116
Vesen: Uyku ile uyanıklık arası: 116
Alevî: Hazret-i Ali’ye mensub. Hazret-i Ali’ye (İlim beldesinin kapısı.) âit ve
müteallik: 116
Aliye: Yüksek, yüce. Şerif ve aziz olan. Necid ve Hicaz ülkesi: 116
Vesim: Güzel yüzlü. Güzel çehre. Damgalı: 116
Vıky: Hıfzetmek, korumak: 116
Mahsub: Bir zâta mensub kabul edilen. Kaydedilmiş. Sayılmış. Hesablanmış: 116
Canibeyn: İki taraf, iki yan: 116
Hengâm: Zaman, çağ, devir, mevsim: 116
İsnad: Bir söz veya bir haberi birine isnad etmek. Bir nesneye bir şeye dayanmak: 116
Amme: Umumî. Tülbent, sargı: 116
Kavî: Sağlam, metin. Zorlu, kuvvetli, güçlü:116
Müellem: Elemli, kederli: 116
Müellim: Acı ve elem veren. Acıtan, ağrıtan: 116

Levha: 3 Ocak 1988… Aklıma, “kaf, kef, ışık!” diye bir cümle takılıyor… Onunla
uğraşıyorum!..
Levha: 3 Ocak 1988… “Hars” ve “hers” gibi kelimelerin, “el” ile ilgisi üzerinde çok
uğraşıyorum!..

Kaf: Ebced değeri 100 olan harf.
Leng: Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması: 100
Keff: Avuç, el, avuç içi. Nimet: 100
Kef: Elin iç tarafı, avuç. Ayağın altı. Tabanı. Avuç dolusu: 100
Müna: Birinin yerine kaim-i makam olmak. Suya giden yol. (Şeriat.) Arzular: 100
Nilî: Mavi, çivit renginde: 100
Nim: Yarı, nısf, buçuk, yarım: 100
Ula: Şanlı, şerefli kimse: 100-101
Melîk: Hâkim-i Mutlak. Hükümdar. Sultan. Padişâh. Kadir: 100
Leys: Yük çekici olmak. Bahadırlık, kahramanlık. Adem. Yokluk: 100
Atlas: Atlas okyanusu. Büyük harita. (Rahnâme: Harita. Yol ve yön gösterir kâğıt:
302… Mirzabeyoğlu: 1302.) İpekten yapılmış kumaş: 100
Henme: Gizli ses: 100
Münce: Sözü yerine getirilmiş: 100
Münciz: Verdiği sözü yerine getiren: 100
Nümud: Benzeyen, gösteren, görünen: 100
Müdevven: Kitab hâline getirilmiş. Bir arada toplanıp tanzim edilmiş: 100
Meny: Okumak. Takdir etmek. Hükmetmek: 100
Mücennebe: Savaşçı asker: 100
Nis: Bakır: 100
Kelkel: Göğüs, sadr: 100
Deh-sal: Yıldız, seyyare, gezegen: 100

Kef: Ebced değeri 20 olan harf. (Kef harfinin büyük ebcedi: 101… Gusto: 101.)
Dudu: Kadın, hanım, hatun: 20
Vaha: Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer: 20
Rahman Sûresi, 20.âyet: 2020
Pejuh: Araştırma, soruşturma: 20
Bahzec: Yaban sığırının buzağısı: 20

YÜRÜYEN EL
Levha: 11 Şubat 1987… Benim yürüyen el resmimi Ayhan Yılmaz’a vermişim…
Veya nasılsa elinde… Ayhan onu Üstadım’ın “Çocuk” şiiriyle aynı yere mi koyuyor?.. Yoksa
şiir bahsinin geçtiği bir yerde “Çocuk” resmiyle birlikte mi koyuyor… Ve “Çocuk” ile
Resûlullah Efendimiz’in ismi arasında bir bağlantı var!..

Muhammed: Tekrar tekrar övülmüş mânâsına, Allah Sevgilisi’nin ismi: 92
Yale: Sığır boynuzu. (Nur… Helezonvari akan zaman.): 46… İki boynuz: 92
İkmal: Tamamlamak. Bitirmek. Mükemmelleştirmek: 92
Asal: Temel, kök: 92
Necm: Kur’ân. Yıldız. Ülker yıldızı. Belirli vakitle yapılan vazife: 92
Ekyas: Para keseleri, torbalar: 92
Hezî: Vakit. Saat: 92
Sabb: Âşık, tutkun. (Sabî: Çocuk): 92

Çocuk: 118
Mesih: Bir şeyin üzerinde el yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. İsâ
Aleyhisselâmın bir ismidir: 118
Fellaz: Bostancı: 118
Half(e): Yemin etmek, and içmek: 118
A’vam: Yıllar, seneler: 118
Hüsn: Güzellik. İyilik. Cemâl ile kemâl: 118
Nessabe: Nesebleri iyi bilen kimse. (Necat Efendi hatırlanmalı.): 118
Azim: Bir iş hakkında kat’i karar sahibi. Bir yere gitmeye karar veren: 118
Hasen: Güzel. Hüsünlü. Güzellik. Güzel olmak: 118
Pinhan: Gizli, saklı, hafi, mestur: 118
Hilf: İttifak. Yardımlaşma. Söz verme: 118
Fahl: İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılan adam. Beyitler, hadîsler, rivayetler anlatan
kimse: 118

Dest: El, yed. Kudret, fayda, galebe, nusret. Düstur. Tasallut. İkmâl. Âli makam.
Meclisin şerefli yeri: 464… İki el: 928
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+322=928
Haysiyet: İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe: 928
Mufazzih: Rezil eden: 928

Destan: Eller. Hikâyeler. Hile, mekir: 515
Kıyadet: Kumandanlık. Kumanda: 515
Erdiş: 515
Şire: Süt. Şıra: 515
Tesmiye: İsimlendirme. Ad verme. Besmele çekme: 515
Şehir: Meşhur. Şeref ve şan sahibi: 515
Mid’at: Şehrin burcu: 515
Felte: Ansızın. Darlık. Her ayın son gecesi: 515
İçtima’: Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelme. Kavuşmak: 515
İntisac: Mensucat gibi iki taraftan çizgili ve dokumalı olma: 515
Mutavassıt: Ortada vasıtalık eden: 515
Tesanüd: Karşılıklı yardımlaşmak. Birbirine istinad etme: 515
Tetavvuk: Boyuna gerdanlık gibi şeyler takma: 515
Şehrud: Nehir: 515
Şurut: Şartlar. Bir şeyde bulunması gereken esaslar, temeller: 515
Tefkih: Hayrete düşürme. Hoşlandırma. Yemiş yedirme: 515

MÜTEFEKKİR
Levha: 2 Mart 2004… Birisi, İmâm-ı Rabbânî Hazretleriyle konuşmuş. O, “vaktiyle
ümmetin zayıf oluşu karşısında, havas bir mütefekkir çıkmadığı için halkı suçlamak
gerektiğini ve yapılacak bir şey olmadığını” söylemiş. Ben de Kumandan’ı kastederek, “artık
o mütefekkirin geldiğini, bu yüzden de İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin vaktiyle halka biçtiği
mazeretin artık geçerli olmayacağını” söylüyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Gökhan
Altunsoy.)

Ahmed-i Farukî. (İmâm-ı Rabbânî): 450
Salih Mirzabeyoğlu: 451=1450

Kısakürek: 441
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441
Leteyya: Büyük emir: 441
Tali: Tilavet eden. Okuyan. Sonradan gelen. İkinci derece: 441
Vilâdet: Doğurmak: 441
Mirar: Kereler. Defalar. (İd: Kurban bayramı. Tekrar.):441
Teslis: Üçleme: 1440=441
Tezkiye: Doğruluğuna şehadet etmek. Zekât vermek. Zekât almak. Medhetmek.
Birinin durumu hakkında soruşturmak: 442=1441
Tehattüm: Hatem, yüzük takınmak. Ariflerin gönlüne Allah’ın koyduğu işaret:
1440=441
Mükâşif: Keşifte bulunan: 441
Etemm: Tam, en mükemmel, noksansız: 441
Tevalüd: Doğma, doğurma: 441
Tevle: Sihir, efsun: 441
Cezalet: Rekâketsiz ifâde. Güzellik. Akıllılık. Azim, büyüklük: 441
Ümmet: Cemaat, kavim, kabile. Arkasına düşülecek cemaat ve tarikat. Aynı dili
kullanan millet: 441
Alkış: 441
Galatat: Hatâlar, galatlar: 1440=441

27.03.2008- 64.SAYI

KONFERANS
Levha: 26 Mart 1987… Rahmetli Üstadım’ın bahçesi… Onunla yanyana oturuyoruz…
İçimden, bir hatâmı yüzüme vurmamasını temenni ediyorum… Vurmuyor… Hafifçe ayağını
gezdirirken, dizini bana dokundurmak istediğini sanıyorum… Dokunduruyor… “Üstadım bir
şey mi istediniz?” diye soruyorum,” hayır!” diyor… Ve o güzel sevinçli hâliyle, “artık hiç
şüphem kalmadı!” diye benden emin olduğunu bildiriyor… Yine bahçede, büyük bir ÇINAR
ağacının dibinde, beyaz renkli uzun bir masa başında, o, ben ve Neslihan Hanım… Benim
heyecandan kalbim küt küt atıyor ve terliyorum… Üstadım, “senin cins yaşın hangisi?” diye
soruyor… “Efendim, bende devre devre oldu!”… Sorusunu tekrar niyetine, “öyle de…”
diyor… “Efendim, ilk konferansınızı dinlediğimde, orta bir, hayır orta ikiye gidiyordum:
Yolumuz, Hâlimiz, Çaremiz isimli konferans!”… Memnun ve mesut bir jestle, “ee, Allah
nerelerden ne nasib eder!” diyor ve Neslihan Hanım’ı söze dahil ettirmek istiyor: “Bizim
Nilgün demişti ki…” diye başlıyor… Nilgün Yılmaz, Üstadım’ın kızı imiş… Maviye… Ben
bu konuşmalardan önce Neslihan Hanım’a hürmeten “anne” diye hitab ediyorum… Üstadım
çok memnun ve neşeli!..

Galatat: Hatâlar, yanlışlar, galatlar: 1440
Kısakürek: 441
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441

Muhazara: Konferans verme. Hatırda tutulan şeyler. Tarihî ve edebî fıkra ve
hikâyeler anlatma: 1054=55
Necib: Cömert, kerim kişi: 55
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055
Heym: Âşık olma, tutkun olma. Yüzü yere koymak. Şaşkınlık: 55
Mucîb: İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suâli cevablandıran: 55
Mucîb: İcabet eden. Cevab veren. Sebeb kabul eden. Duaya cevab veren (Allah): 55
Mühud: Beşikler: 55
Muhibbe: Kadın sevgili. Kadın dost: 55
Mahz: Nikâh. (Büyük Doğu-İBDA): 55
Beban: Tarz, yol, üslûb, metod: 55
Tahdim: Hizmet ettirmek. Atın ayaklarının beyazlığı dirseklerinden aşağı olmak:
1054=55
Tavil: Uzun. Çok süren: 55
Zecme: Kelime: 55
Hazm: Cem’etmek, toplamak. Zaptetmek. Kastetmek. Bağlamak. Yumuşak yüksek
yer. Sağlam rey. Doğru ve kat’i karar. Basiretle hareket etmek: 55
İntihab: Ayırıp beğenmek. Seçmek: 1054=55

AK-ŞEHİR
Levha: 4 Aralık 2007… Bir yere gideceğiz, 10-12 kişiyiz. “Beni takib edin, ben daha
önce oraya gitmiştim; üstelik o zaman yerini bilmediğim hâlde kolay bulmuştum!” diyorum.
Dinlemiyorlar, ayrılıyoruz. Bir genç benimle geliyor. (Dayımın oğlu Hakkı gibi.)
Kumandanımız’ın yanına gidiyormuşuz. Akşehir’e sanki. Bir su kanalı veya ırmak gibi bir
yerin yanında yürüyoruz. Diğerleri kaybolmuşlardı, tekrar beni takib ediyorlar. Uçak veya
uçan başka bir şeyler görüyorum. Bir KONFERANS varmış ve Kumandanımız
konuşacakmış. Ben de birini vuracakmışım. Dışarı açılan bir kapının arkasında saklanıyorum.
(İçeri gireceğim, fakat önündeki bir şeye takılan atari oyunu karakteri gibiyim. Titriyorum,
sekiyorum; ilerleyemiyorum gibi bir takılıp kalma hissi.) Silâh tutukluk yapmış. Ne
yapacağım diye tereddüt ediyorum. Konferans iptal olmuş. İçinde “kabak” kelimesi geçen bir
isim. (Aklıma, “doktora yol vermeyen hademe” geliyor.) Galiba vurulacak olan oymuş. 3-5
kişi Kumandan’ın yanına gidiyoruz. Bir masada oturmuş yazı yazıyor. Sol omzu üzerinden
bakıyorum: Siyah kalemle yazıyor. Yazıları hâlâ sıvı gibi, kabarık ve parlak. Hoş bir
görüntüsü var, fakat ne yazdığını seçemiyorum. Konferansı, onu konuşturmamak için 14-15
gün ertelemişler; daha doğrusu erteleme bahanesiyle iptal etmişler. Kimse gelmese de iki
hafta sonra ben tek başıma konferansımı yaparım!” diyor. Yazdıkları konferans ile ilgili imiş!
(Kandıra F-Tipi Cezaevi – Burhaneddin Yalçın.)

Konferans: 497
Mevamit: Allah Sevgilisi’nin İncil’deki bir ismi: 497
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1312=1497
Tevafî: Tamam olmak, tamamlanmak: 497
Mütehattım: Hatırlayan, hatırına getiren: 497
Mütemeyyiz: Seçilen, seçkin: 497
Mütevakil: Birbirini vekil eden: 497
İmtihan: Hor ve zelil kılmak: 497
Muhazene: Çocuklara şaşırtan sevindirecek şeyler söyleme: 1496=497
Me’nut: Haset olunmuş kişi: 497

Muharrir: Yazan. Tahrir eden. Kitab telif eden. Gazetede yazı yazan: 448
Musa Mirzabeyoğlu: 116+332=448
Mübteda: Baş taraf, başlangıç: 448
Muharrer: Tahrir olunmuş. Yazılmış. Yazılı: 448
Patile: Tencere. (İna: Kabkacak, tencere gibi lüzumlu ev eşyası. Bir şeyin vakti gelip
çatmak.): 448
İmtiha’: Bileme ve bilenilme, yahut bilenme: 448
Hatm: Hâlis, saf. Sağlamlaştırma. Hüküm ve kaza icabettirme: 448
Mebrur: Hayırlı. Makbul. Beğenilmiş: 448

Akşehir: (Şehr: Ay. 30 günlük zaman. Bir şeyi izhâr etmek. Teşhir etmek. Ak-
zuhur.): 606
Havv: Bal, asel: 606
Salih İzzet: 606
Kurkur: Büyük gemi: 606
Tegavvür: Derine dalma. Bir şeyin esasını arama: 1606
Şarıka: Aydınlık, nur, ziyâ, ışık: 606
Şükur: Hacet, ihtiyaç. Mühim işler: 606
Şüruk: Tulu’ etmek, doğmak: 606
Tedebbür: Bir şeyin sonunu düşünmek, tefekkür etmek. Tedbirli olmak. Arkasını
dönmek: 606
Vitr: Tek olan şey. Tenha. Yatsı namazından sonra kılınan üç rekatlık namaz. Kurban
Bayramı’ndan bir önceki gün: 606
Bedh: Acizlik. Aşikâre olmak, aleniyet, açıklık: 606
Darat: Debdebe, tantana, şân, gösteriş, çalım: 606
İctira’: Cesaret etme, yeltenme, atılma: 606
İrtibab: Kokulu şeyler yapma. Bir çocuğu büluğ yaşına kadar besleme: 606
İrtica: Ummak, ümid etmek, ricâ etmek: 606
İstikdam: Önde bulunma, öne geçme. Çok ayaklı olmak: 606
Mustazhir: Dayanan, arka veren:1605=606
Mütevessik: Bir işe sımsıkı sarılan. Bir işi sebat ve devam üzere tutan: 606
Ulase: Birbirine karışmış olan iki şey: 606

Akşehir: (Şehir: Meşhur. Şân ve şeref sahibi. Alemlerce meşhur Allah
Sevgilisi’nin bir ismi.): 616
Terevvî: Tefekkür etmek, düşünmek: 616
Bedîh: Şanı, şerefi yüce, yüksek ve büyük olan: 616
Meşru: Doğru. Hak. Şeriat’ın kabul ettiği: 616
Meş’ur: Kendini bilen. Tanımak. Bir şeyi iyice idrak eden: 616
Beydah: Sert başlı, haşarı at. (Ergun.): 616
Tagvir: Sonuna yetişmek: 616
Tüyur: Birbiri ardınca iade etmek. Tekrarlamak. (Tuyur: Kuşlar.): 616
Rü’yet: Görmek, bakmak. İdare etmek. Göz ile veya kalb gözü ile görmek. Akıl ile
müşahede derecesinde bilmek, idrak etmek, tefekkür etmek. Araştırmak: 616
Haydeb: Ulu ve yüce yol: 616
Mutasavvıf: Tasavvufla uğraşan: 616
Reviyyet: Bir işin her cihetini iyi düşünme: 616
Huy: Boş ve hâli olmak: 616
Şahşah: Görevli, vazifeli: 616
Tedbir: Bir şeyi temin veya defedecek yol: 616
Tenvim: Uyutma. Birisini uyur bulma. Hipnotize etme: 616

İstihzar: Konferans verecek hatiblerin önceden hazırlanması. Huzura gelme,
huzura davet etme. Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme: 1470=471
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302=2470=1471
İntiyat: Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve iradesiyle hareket etme. Asılı kalma:
471
Tahasüb: Hesablaşmak: 471
Teemmel: “Düşün, dikkat et, incele!” mânâsına emir: 471
Teemmül: İyice, etraflıca düşünmek. Derin derin düşünmek: 471
Âşık: 471
Taarruz: Düşmana hücum etme. Sataşma. İlişme: 1470=471
Tadris: Tecrübe görmüş. 1470=471
Teessi: Sabır göstermek. Avutma: 471

MERDİVEN
Levha: … Haziran 2005… Büyük bahçeli bir evde, gönüldaşlarla birlikte hazırlık
yapmışız. Yüksek merdivenli evin kapısından Yağmurcu içeri giriyor. 30-35 yaşlarındaki
hâlini görüyorum. Ben bu sırada küçük bir çocukla ilgileniyorum. Kucağıma almış dururken,
âniden Yağmurcu geliyor. Hemen duruşumu düzeltip, saygılı duruyorum. Yağmurcu
tebessüm ediyor ve küçük çocuğu seviyor, sonra konferans vermek için merdivenlere
yöneliyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi- Yahya Yıldırım.)

Nerbdan: Merdiven: 307
İkhar: Kahretme, kahr edilmiş olma: 307
Vak’a-nüvis: Osmanlı devrinde zamanın hâdiselerini yazan resmî tarihçi: 307
Zerak: Mavi. Gök renkli: 307
Bakara: İnek. Dişi sığır: 307
Mes’ur: Esir edilmiş. Hürriyeti alınmış: 307
Revasim: Akarsu: 307
Hebş: Cem’etmek, toplamak. Kazanmak: 307
Şibh: Benzer. Benzeyen şey: 307
Vakar: Ağırbaşlılık. Temkinlilik. Azamet ve izzet: 307
Avrel. (Kürtçe): Nisan: 307

Merakî: Merdivenler, basamaklar. Vesvese ve kuruntu içinde bulunan: 351
Kur’ân: 351
Risman: İp, halat: 351
Mefkûre: ideal. Gaye olan şey: 351
Şe’n: İş, yeni olan hâl. Şan. Tavır. Hâdise. Vâkıa. Kasdetmek. Emr ü hâl. Bir şeyin
hususiyetinin fiili tezahürü, neticesi ve eseri: 351
Arif: Bilen, bilgide ileri olan. Aşina, vakıf. Hakkı, hakkıyla bilen. İrfan sahibi: 351
Şamî: Şam şehrinden olan. Şamlı. Şam şehri ile alâkalı: 351
Kıran: Yakınlık, mukarenet. Ayrı iki şeyin birleşmesi. İki gezegenin bir burçta olması:
351
Maşî: Yürüyen, yürüyücü: 351

Ma’rec: Çıkacak yer, merdiven. Yükseliş yeri: 313
Hacer-ül esved: 313
Kaptan Gusto Müslîman. (Noktasız harflerle.): 313
Mirzabeyoğlu: 1312=313
Merci’: Merkez. Kaynak. Başvurulacak yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer. Söylenen
sözün kendisine fayda verdiği kimse: 313
Bürsan: Ejderha, büyük yılan: 313
Mu’cir: Bir çeşit kadın başörtüsü. Eşarp: 313
Tesbit: Sağlam olarak yerlaştirme. Bir şeyin aslını kat’i olarak tesbit etme: 1312=313
Mu’tazıb: Birbirine yardım eden: 1312=313
Nibras: Lâmba, çıra: 313
Nirenc: Resim, taslak. Düzen, hile: 313
Maabir: Köprüler, geçitler, kemerler. (Berzahlar): 313
Padişâh: 313
Zariyat: Velûd kadınlar. Kırıp ufalayan, toz duman edip götüren kuvvetler: 1312=313

Mi’rac: Merdiven. Yükselecek yer. En yüksek makam: 314
Kadîr: Mukaddir. Muktedir. Nihayetsiz kudret sahibi (Allah): 314
Yavuz Sultan Selim: (Hatıra: 1980’li yıllarda, birgün Kâzım Albayrak, Mahmud
Efendi Hazretlerini ziyâret ediyor. Sohbet sırasında onun, “biz Yavuz Sultan Selim’e
biatlıyız!” demesi üzerine, boş bulunup, “nasıl oluyor?” diye soruyor. Efendi Hazretleri: Sen
onu ölü mü sanıyorsun?): 314
Tışe: Ufak çocuk: 314
Şühud: Şâhidler. Görme, şâhid olma. Müşâhede etme. Görünecek hâlde şekillenme:
315=1314
Şehav: Açmak, feth: 314
Şîd: Nur, ziyâ, aydınlık. Güneş: 314
Hârika: Ateş, nâr, od: 314
Ucarim: Kuvvetli adam: 314
Mahrus: Himaye edilen. Korunan. Gözetilen: 314
Eşha: Şefkat: 314
Esbran: At süren, süvâri. (Kaftan): 314
Meshur: Büyülenmiş. Büyülü gibi tutkun: 314
Rukta: Siyah bir maddenin üzerinde yer yer beyaz lekelerin olması: 314
Rakaha: Ticaret. (Cihad.) Kesb, kazanma: 314
İgtiyaz: AGzaba gelme: 2312=314

İMAN VE AKSİYON
Levha: 5 Ekim 2007… Üstadımız kırk yaşlarında. “İman ve Aksiyon” konferansını
veriyor veya ondan bahsediyor. Hatırladığım, gerçek fikir çilesini nasıl çektiği veya o
zamanlar sadece kendisinin çektiği ile ilgili. (Bolu F-Tipi Cezaevi - İsmail Uysal)

İmân ve Aksiyon: 335
Fermude: Emir. Buyruk. Kumanda: 335
Mirsad: Geniş yol: 335
İnficar: Fecir sökme. Tohumun yerde çatlaması. Suyun yerden kaynayıp akması: 335
Maftur: Yaradılışta olan. Yaradılmış: 335
Mürsele: İrsal edilen, gönderilen. Mektub, pusula, kâğıt: 335
Mersad: Rasad yeri. Gözetleme yeri: 335
Ma’reke: Muharebe meydanı, çarpışma yeri. Çarpışma. Kıtal. Cenk: 335
İnfirac: Gam ve gussadan kurtulma. Açılma: 335
Ridfan: Gece ve gündüz: 335
Sırme: Bulut parçası: 335
Şehl: Gözün siyahının maviye yakın olması: 335
Şülle: Niyet. Uzak emir: 335
İskender: Aristo’dan ders alan Yunanlı İmparator. Zülkarneyn. (Zülkarneyn, “iki
boynuzlu” demektir. Kur’ân’da adı geçen ve Peygamber olup olmadığı tam bilinmeyen büyük
bir hükümdarın ismidir. İki zülüflü yahut şark ve garbın hâkimi olduğu için böyle denilir. Eski
Yemen Padişâhlarından birisidir. Hazret-i İbrahim zamanında bulunup, Hazret-i Hızır’dan
ders almıştır. Bazıları bunu yanlış olarak İskender-i Rumî ile karıştırır. Yemenli İskender’e,
İskender-i Kebir’de denir.): 335

NİSBET
Levha: 18 Temmuz 2007… Kumandanımız, “Nisbet” davası üzerine bir konuşma
yapıyor, konferans veriyor. Önünde kafa, kol, bacak, (gövde de olabilir) gibi şeyler var. Yan
koğuştaki Suat Çakıroğlu, “efendim, bunlar nasıl bir araya gelecek?” diye bir soru soruyor.
Kumandanımız da, önünde bulunan kol ve bacakları birbirine monte eder gibi göstererek izâh
ediyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi – İsmail Uysal.)

Nisbet: Münasebet, yakınlık, bağlılık, ÖLÇÜ. Rağmen. İnat olarak. İnat olsun
diye: 512
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322=513=1512
İki nur: 256+256=512
Hı harfi. (En büyük ebced değeri.): 512
Mümalat: Yardımlaşmak. Müsaade etmek, izin vermek: 512

Tenasüb: Nisbet, kıyas. Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma. Mânâca birbirine uygun
kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadıyla zikretmek. İki adet birbirine nisbet
edilerek yapılan hesab usûlü: 513
İntisab: (Nisbet’ten) Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Maiyetine girmek.
Bağlanmak: 514=1513
Mütabi’: Tâbî olan, uyan: 513
Beyariş: Çare. Tedbir. Deva, derman. İlâç, tiryâk: 513
Adrahş: Yıldırım. Gökgürültüsü. Şimşek: 513
Teneddüs: Toprağa gömülmek: 514=1513

Mensub: Bir şeye veya bir kimseye nisbeti olan: 158
Ma’ceme: Sabırlı, tahammüllü kimse: 158
Sındid: Baş, başkan, reis, ileri gelen: 158
Muhsin: İhsan eden. Kerim. Cömert: 158
Müflih: Kurtulan. İflâh olan, selâmet bulan: 158
Nakh. Teftiş etmek, kontrol etmek: 158
Nasih: Nasihat etmek. İçi temiz adam: 158
Hanak: Hiddetlenmiş, kızmış: 158

Şeva: Vücut organları. Kolay: 316
Müteazid: Kol kola tutunan, kol veren, bir birine yardım eden: 1315=316
İşe: Casus, hafiye. Orman, sık ağaçlık: 316
Mürevva’: Aklı, fikri sağlam olan kişi:316
Müsayere: Birine yol arkadaşı olma: 316
Nevres: Yeni yetişmiş, yeni yetişen, yeni biten. Genç, taze: 316
Sermaye: Hayat. Kazanılmış ilim. Esas para. Ana mal: 316
Serüven: Başa gelen, heyecan verici hâdise. Sergüzeşt, macera: 316
Şeyda: Tutkun. Divane. Çok sevgiden hasıl olan hâl: 316
Gaşiye: Perde. Örtü. Ziyarete gelen dostlar grubu: 1316

Cüsman: Organlarla beraber vücudun tamamı. Her nesnenin cisim ve cesedi: 154
Mehdî Muhammed: 62+92=154
Mesned: Dayanacak yer, nokta. Mertebe. Makam. Destek: 154
Mudim: İdam eden, öldüren: 154

03.04.2008- 65.SAYI

SU

Levha: 23 Nisan 1987… Ebced hesabıyla uğraşıyorum ve satrançta “su” mânâsını


çıkarıyorum!

Satranç: 322
Mirzabeyoğlu: 322
Gusto Müslîman: 322
Kariha: Fikir kabiliyeti. Zihin kudreti. Düşünme istidadı. Fikirler. Her şeyin evveli.
Kuyudan çıkarılan ilk su: 323=1322
Mürcif: Yer sarsıntısı, zelzele. Mutlak bir şey ile meşgul olan: 323=1322
Anber: Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında
teşekkül eden güzel kokulu madde. Derisinden kalkan yapılan bir balık: 322
Tezkâr: Zikreme, hatırlatma, yadolunma: 1321=322
Tezakür: Birbirini zikretmek: 1321=322

Ab: Su. Yağmur. Letâfet, güzellik. İtibar. Irz, namus. Vakar. Cilâ. Keskinlik: 3
Salih Mirzabeyoğlu: 691+1312=2003
Dabr: Cemaat. Yaban cevizi. Sıçramak: 1002=3
Rıza: Memnunluk, hoşluk, razı olmak: 1002=3
Baht: Kader. Tâli. Uğur. Alınyazısı. Kısmet. İkbâl. Saadet. Lezzet: 1002=3
Şezb: Sınır: 1002=3
Esas: Ev eşyası. Mal. Rızık. (Esas: Temel. Kök. Rükün. Şart. Hakikat ve mahiyetler.):
1002=3
Rebaz: Şehrin yarısı ve etrafı. Her nesnenin eğlenecek ve duracak yeri: 1002=3
Terettüb: Sıralanmak. Gerekmek. Lâzım olmak. Netice olarak çıkmak. Bir yerde asla
kımıldamadan durmak. Muayyen sebeblerin muayyen neticeler vermesi: 1002=3

Erzak: Saf ve temiz su. Gök renkli, mavi: 308
Arvasî: 308
Aguş: Kucak. Sığınılan yer. (Üstadım, “Kültür Davamız” isimli eserim hakkında: Bize
AĞUŞUNU açmış, takdirkârıyım!): 1307=308

SU ŞİİRİ
Levha: 4 Şubat 1984… “Su” isimli şiirimin, “Her şey suda başladı…” diyen kısmını
okuyorum… Defalarca tekrar… Konuşma tarzında o kıta!

“Her şey suda başladı, suya düştü ayrılık”: 2146
Rahman Sûresi, 19.âyet: (Meâli: İki denizi birbirine salmış kavuşuyorlar.): 1145=146
2 Kutvanî: 573+573=1146
Secencel: Ayna: 146
İkdam: Gayret ve sebat ile çalışmak. İlerlemek: 146
Musahhah: Tashih edilmiş. Yanlışları düzeltilmiş: 146
Tufan: Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur: 146
Ulum: İlimler: 146
Musa: Vasiyet olunan mal. Menfaat: 146
Musî: Vasiyet eden. Tavsiye eden: 146
Mevsim: Zaman. Devir. Alâmet. Pazar yeri: 146
Muvassa: Tavsiye olunan: 146
Mu’vel: Mutemed, itimad edilen: 146
Mashub: Beraber alıp götürülmüş. Kucaklanmış: 146
Süyu’: Suyun akması: 146
Allâme: Çok büyük âlim. Meşhur olmuş mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi: 146
Âmile: Ayak: 146
Gusne: Tek dal: 1145=146
Meymun: Bereketli, uğurlu. Kuvvetli, kutlu: 146
Müsevvem: Alâmetli, işaretli. Süslü, ziynetli: 146
Mahsub: Kızamık çıkarmış kişi. (Mahsub: Sayılmış. Hesablanmış. Hesabına
kaydedilmiş. Bir zâta mensub kabul edilen.): 146

“Her şey suda başladı, suya düştü ayrılık”: 2146=1147
Kaime: Uzun bir kâğıda yazılan ferman. Kitab yaprağı. Kağıt para. (Yerine kaim
olan.): 147
İkame: Oturtmak. Mukim olmak. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak.
Vücuda getirmek. Dava açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek: 147
Kıvam: Olgunluk derecesi. Her şeyin en olgun hâli. Mâyi, bir şeyin koyulaşmış hâli.
Tav. Durma. Çağ. Bir şeyin nizâmı. Doğrular. Dikler. Dik ve doğru çizgiler: 147
Vamık: Seven. Âşık, sevdalı: 147
Kavvam: Nezaret ve muhafaza eden: 147
Levami’: Parıldayan şeyler, nurlar, parıldamalar: 147
Esûf: Fazlaca eseflenen, çok üzülen, yufka yürekli: 147
Mütecazib: Birbirini çeken, yakınlaştıran: 1146=147
Avamil: Ayaklar. Vâliler. Sebebler. Hâkimler: 147
Akvem: Daha doğru. En doğru: 147
Hadleka: Şiddetle bakmak: 147
Mezahir: Şereflenmeler. Mazharlar. Eşyanın göründüğü yerler, göründüğü tarafları.
Zâhir ve meşhud olanlar: 1146=147

“Herşey suda başladı, suya düştü ayrılık”: 2146=148
Hanif: İslâm’dan önce Allah’ın birliğine inanan ve Hazret-i İbrahim’in dininde
olanların vasfı. İslâm’a bağlı ve ilmiyle amil olan. Eğri. Doğru yola yönelen: 148
Muhsî: Sayı sayan. (Esma-i Hüsnâ’dan “Muhsî”: İlmi eşyayı kuşatıcı.): 148
Hanefî: Dört hak mezhebten birisi. Bu mezhebten olan kimse: 148
Ya’sub: Arı beyi. Emir, bey, reis. Allah Sevgilisi’nin atının ismi. Atın alnındaki
beyazlık. Bir nevi kuş: 148
Zü-l karneyn: İKİ BOYNUZLU. Kur’ân’da adı geçen ve Peygamber olup olmadığı
bilinmeyen büyük bir HÜKÜMDAR’ın ismidir. İki zülüflü veya ŞARK ve GARB’ın hâkimi
olduğu için böyle denilir. Eski Yemen padişâhlarından biridir. Hazret-i İbrahim zamanında
bulunup, Hazret-i Hızır’dan ders almıştır: 1147=148
Akvam: Kavimler. Milletler: 148
Nısh: Terzilik: 148
Sance: Terazi. Taş: 148

“Herşey suda başladı, suya düştü ayrılık”: 1754
Nişdet: Araştırıp sorma. Kaybolan şeyi arama: 754
Cürsume: Kök, asıl, temel. Bir tohumun özü. Karınca yuvası: 754
Handek: Hendek. (Hakikat): 754
İstibsar: Basiretli olmak: 754
Müteşeyyid: Yükselen. Sağlamlaştıran: 754
Teneşşüd: Bir haberi veya bir şeyi öğrenmek için insanların farkına varamayacağı
şekilde soruşturmak: 754

“Herşey suda başladı, suya düştü ayrılık”: 1754=755
Tenaşüd: Birbirine şiir okuma: 755
Mersiye: Birinin ölümü hakkında teessür ifâde eden manzume: 755
Nesre: Büyük geniş gömlek. Menazil-i kamer’den iki yıldız: 755
Muhazah: Mukabili olmak, karşılıklı olmak: 755
Zihin: Anlama, bilme, hatırlama kuvveti, istidadı: 755

VE “BATAN GÜNEŞ”
Levha: … Mayıs 1984… Üstadım’ın elinde iki sayfa var… Birinde “Su” isimli şiirim,
öbüründe “Batan Güneş” isimli şiirim!

Mâ’: Su. Ab. (Mâ’: Yeryüzüne yayılıp döşenmek… Maa: “Beraber” mânâsına
bir kelime.): 42
Sülasî: Üçlü. Üçe mensub: 1041: 42
Evlâd: Veledler, çocuklar: 42
Hatim: Hitama erdiren. Bitiren. Mühür basan: 1041=42
Belî: Evet: 42
İhtilât: Karışmak, karışıp görüşmek: 1041=42
İhbal: Gebe koyma. Çiçekler dökülüp meyve tutma: 42
Ez-dil: Gönülden: 42
Galî: Kıymetli. Pahalı. Ağır: 1041=42
Haccal: Şatafatlı, debdebeli, gösterişli: 42
Zadegi: Asilik, soy temizliği: 42
Lahd: Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar: 42
Mütehaddır: Yeşil renklenen, yeşillenen: 2040=42
Behle: Yırtıcı kuşlarla uğraşanların giydiği eldiven: 42

Tıfl: Batmaya yakın güneş. Küçük çocuk. Her şeyin cüz’ü. Kıvılcım: 119
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân yolunun 7. büyüğü.): 1119
Niçün? (Niçin?): Sebeb maksat sorusu: 119
Küheylan: Cins arab atı: 119
Hasan: İyilik. Güzel muamelede bulunmak: 119
Nates: Üstad, âlim: 119
Eflah: Taleb ettiği şeye, arsusuna kavuşan. Çok felâh bulan, kurtulan, selâmete çıkan:
119
Felâh: Selâmet. Saadet. Kurtuluş. Hayır, refah ve rahatta devamlı olmak. Fevz ve
zafer. Necat ve beka. Şakketmek. Sahur yemeği: 119
Sanih: Mübarek fiil, iyi iş: 119
Mecae: Açlık. Acıkma: 119
Falt: Ansızlık: 119
Tafel: Güneşin batmaya yaklaşması. Karanlık. Yağmur: 119
Desen: 119
Halif: Yemin eden: 119
Nihas: Asıl. Tabiat: 119
Nuhas: Bakır. Kızgın maden. Kıtr. Ateş. Dumansız alev. Bir şeyin aslı. Tütün: 119

Gurub: Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolma. Uzaklaşmak:
1208
Cidar: İki yeri birbirinden ayıran perde, zar. Duvar: 208
Raz: Gizli sır, saklı şey. Mimar: 208
Rabbe: Üvey ana: 208
Ri’be: Sihir: 208
Vera: Öte. Başka taraf. Arka, geri. Torun: 208
Üf’uvan: Erkek yılan: 208
Tezehhur: Denizin köpürüp taşması: 1207=208
Çire: Niçin? Çera?: 208
Bâhir: Aşikâr. Açık. Belirli. Apaçık. Güzel. Meşhur. Galib: 208
Becrec: Sığır buzağısı: 208
Pur: Oğul, evlâd: 2008
Mesbuk: Geçmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalan. Sonradan imâma uyan:
208
Hürr: Serbest. Esir ve köle olmayan: 208
Bare: At. Zülf. Kale. Def’a, kerre: 208
Cehr: Görünmek, zâhir olmak. Açıktan ve yüksek sesle söylemek veya okumak: 208
Ebher: En bahir, en aşikâr. En parlak, daha çok zâhir. Temiz kanı yürekten bedene
dağıtan büyük damar: 208
Abdar: Parlak. Sağlam vücutlu. Su veren hizmetçi: 208
Bahar: 208
Gabere: Ağaçlık yer. Bir şey üzerine çökmüş toz. (İşe: Orman, sık ağaçlık. Casus,
hafiye.): 1207=208

Gurub: 1208=209
Her-ca: Her yer: 209
Meskat: Doğum yeri. Düşecek yer: 209
Dehr: Çok uzun zaman. Bin yıllık zaman. Dünya: 209
Dader: Kardeş, birader: 209

MAHÎ
Levha: 17 Nisan 1983… Zeyn-âb, annesi Nimet Hanım, temizliğe gelen 50-55
yaşlarındaki Hasibe Hanım… Hepsi, benim çalışma odamdalar… Herkes ayakta… Onlara
sinirli sinirli konuşuyorum ve o kızgınlıkla sokağa çıkıyorum… Durduğum yerde, önümde
simitçilerinkine benzeyen bir tabla ve ben bir tabure üstünde oturuyorum… Saray yavrusu bir
binanın çok yüksek bahçe duvarı önünde, lâkayd tavırlı ve tüfekli iki kişi… Önümden
geçerlerken, yiyip attığım kabak çekirdeğinin kabukları onlara geldi… “Kusura bakmayın,
görmedim!” diyorum… Özrümü kabul etmiş hâlleri yoktu… Ama kızmak yerine, beni
adamdan saymaz ve muhatab kabul etmezcesine homurdandılar… Bir tanesi, biraz ötede,
yüksek çınar ağacının tepesine doğru sebebsiz yere ateş etti… Onları bıraktım… Gökyüzüne
bakıyorum… Aman! Bir bulut ama, balık şeklinde; son derece güzel ve şeffaf kuyruk ve
kanatları var… Dikkatimi teksif etmiş, hayran hayran seyrediyorum… Evet; balık… Yerinde
sabit duruyor… Rüzgârda bir tül gibi hafif hafif oynattığı kanatları ve kuyruğu ne güzel! Zevk
içindeyim… Zevk içinde!

Mahî: Balık. Semek: 56
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055=1056
Mübdi: Gizli sırları açıklayan. Herşeyi hiçten halkeden. Başlayan: 56
Yevm: Gün. Sene. Asır. Devir. Devre: 56
Mücevvez: Câiz görülüp izin verilmiş: 56
Müjde: Sevinç haberi: 56
Muciz: Az sözün çok mânâ ifâde edeni: 56
Muy: Tüy. Saç. Kıl. (Şa’r: Kıl. Saç. Ateş yakmak. Cenk koparmak… Aynı yazılışla
“şi’r”: Şiir. Anlama, idrak.): 56
Nev: Yeni, taze, cedid. Son zamanda çıkmış: 56
Mida’: Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. (Bütün dalların birleştiği kök.) Yolun
sıklaştığı yer: 56
İdam: Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak: 56
Heyam: Hayranlık hâli. Çok yumuşak kum: 56
Kihal: Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar: 56
Külah: Baş örtüsü. Takke. Kalpak: 56
Etum: Su kaplumbağası: 56
Balyoz: 56

Mahî: Yok eden. Mahveden, perişan eden. (Mah: Mahveden. Allah Sevgilisi’nin
bir ismi.): 59
Mehdî: Hidayete eren, hidayete vesile olan: 59
İnabe: Şeyhe bağlanma: 59
Nehhac: Kılavuz. Mürşid. Doğru yolu gösteren: 59
Bânû: Kadın, hatun. Gülsuyu gibi şeylerin şişeleri. (Levha’nın “Kalem”e nisbetle dişi
–mef’ul, infial mahalli ve eser-, Kalem’in ise “müessir, faal, fiili”, akıl ve ruh mânâsı
hatırlanmalı. Buna göre, Şeyh’in karşısında müridin levha durumu; onun yazıp çizdiği
oluşu… Yevmiye: “Seni ben yetiştireceğim!”… Her yardım ve teveccüh, o yoldan, onun yüzü
hürmetine. O, benim için!): 59
Cevn: Beyaz. Kara. (Bu kelime vesilesiyle söyleyelim: Kalem ve “Levh-i Mahfuz”dan
sonra her oluş, mânâ ve varlıkta, kendine mahsus bir dişilik ve erkeklik, bulunduğu yere
nisbetle de erkeklik veya dişilik durumu vardır.): 59
Mühdî: Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Hediye veren. Hidayete vesile olan. Mürşid: 59
Mühda: Hediye gönderilmiş, hediye verilmiş: 59
Hamî: Himaye eden, koruyan: 59
Nebez: Lâkab: 59
Cane: Silâh: 59
Mihtab: Balta. (Faal: Balta sapı. Kerem… Fa’al: Çok çalışan ve işleyen.): 59
Gonce: Tomurcuk. Çiçeğin açılmamış tohumu. (Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinden:
Ağaç içinde ağaç, geliştiren tomurcuk.): 59
Pano: 59
Ilıca: Sıcak pınar suyu: 59
Nah: Göbek. (Yevmiye: Marulun göbek yapraklarından olmak isterim.): 59
Cünu’: Yüzü üstüne düşürmek: 59-60
Kulab: Büyük dalga. (Tsumani?) Göl, büyük havuz: 59
Kehhal: Göz goktoru. Gözlere sürme çekme: 59
Nabiga: Şanı, şerefi büyük adam, ulu, şerefli kimse. Üstün zekâlı hârika ve çok fasih
kimse: 1058=59
Havme: Tasarruf dairesi: 59
Ehadü hüma: Onlardan birisi. İkisinden biri: 59
Mahya: Hayat. Canlılık: 59
Heytale: Helva kazanı. (Heytal: Tilki.): 59
Hind: Hindistan’ın kısa adı. (Hindu: Nehir insanları.) Bir kadın adı. (Eski Bilecik
milletvekillerinden Ahmed Şükrü Esen’in derlediği ve Pertev Naili Boratav’ın yayına
hazırladığı “Anadolu Destanları” isimli bir eserde, tahminen 40-60 sene önce veya öncesinden
isimsiz bir destanda, -DESTÂN-I ZAMAN-, şöyle diyor: “Namını Hindî dedim, Mehdî
dersem de becâ/ Çok garib oldu bize, Allah bilir o Han gelir!”… Diğer bir beyit: FÂTİHA
hatm-ül kitabtır anlar isen remzîni/ İhdinas-Sırat al mustakîme geldik, o bize fermân gelir!):
59
Ajan: Casus, hafiye: 59
Cuyem: Cüsten “aramak” kökünden, “arıyorum, ararım” mânâsındadır: 59
Cihan: Dünya, kâinat, âlem: 59
Kuhkub: Dağı yerinden oynatan. Dağ vurucu. (Kuhken: Dağ kazan. Dağ deviren.
“Ferhat ile Şirin” efsanesindeki Ferhat’ın lâkabı.): 59
Mütehatti: Hatâ işleyen, yanılan: 59
Necv: İki kişi arasında olan sır: 59
BETATRON: Elektronları hızlandıran elektromanyetik bir âlet. (Beyne
elektromanyetik dalgalar göndererek yapılan TELEGRAM işkencesi, bu hususta
yaşadıklarımın alt yapısı niteliğindeki aynı ismi taşıyan eserim ve “Sinyal Muhabbetleri”nde
anlattığım karikatür yeltenişler hatırlanmalı.): 1059

Tahaf: İnce ve şeffaf bulut: 690
Salih: Karayılan: 691=1690
Mahdum: Oğul. Evlâd. Kendisine hizmet olunan. Efendi: 690
Hatıf: Göz kamaştırıcı şimşek. Süratle kapıp götüren: 690
Temerrün: Tekrar ettirerek alıştırma. İdman yapma: 690
Selh: Her ayın son günü. Bir yerden bir şeyi çıkarmak. Soyma, deri soymak: 690
Hafy: Gizlemek. Örtmek. İzhâr etmek, görünmek. Parlak, yıldıramak: 690
Sahh: Şiddetinden kulaklar tutulan çığlık. Cemetmek, toplamak: 690
Hafî: Gizli. Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânâsı kapalı kalan lâfız: 690
Muhayyem: Çadırı kurulmuş ordugâh. Kamp yeri: 690
Mürtemî: Keşif kolu. Karakol: 690
Müstakıss: Kısas isteyen: 690
Muhyem: İkamet yeri: 690
Mıhdame: Hizmeti çok olan kişi: 690
Muhademe: Hizmet etmek: 690

Taha: Bulut: 16
Havva: Hazret-i Âdem’in eşi. Rengi esmere mail kadın: 16
Lafza: Bir tek kelime: 1015=16

MAVİ AY
Levha: 1 Şubat 1985… Faik Erdiş, yatakta elimi tutuyor… Bu ânda kalbim duruyor…
Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini düşünerek, hiç paniğe kapılmadan tevekkülle kendimi
salıyorum… Şiddetle cezb ve bir ânda kayboluyorum… Bir ânda uyanmışım gibi gökteyim…
Yol alırken, Ay ve yıldızlar… Dikkat edince, Ay’ı Güneş’e benzetiyorum… Gecede yıldızlar
ve Ay renginde Güneş… İçime “mavi Ay” doğuyor… Aklıma, bir gece odamda resim
yaparken “mavi Güneş”in çok tesirli bir ilhâmla görünüşü geliyor ve içinde bulunduğum
durumun onun gerçeklenmesi olduğunu düşünüp hayret ediyorum… Ve hatırıma, Üstadım’ın
“Her gece rüyâmı yazan sihirbaz,/ Tutuyor önümde bir mavi ışık!” mısraları geliyor… O
önümde br mavi ışık!” mısraları geliyor… O ânda, gerisin geri yatak odasının
penceresindeyim ve çatının saçağından göğü görürken yataktayım… Uzaktan kumandalı
oyuncak gibi, karyolanın ayak ucuna savruluyorum… Zeyn-âb beni teskin etmek istiyor ama,
ben cezbenin kesilmemesi için bir davranışta bulunmuyorum… Yere yuvarlanıyorum… Dört
ayak giderken cezbe kesiliyor… İki kişi kollarımdan tutup sanki beni götürecek… Yerde bir
kedi var… Gitmemek için direniyorum… Önümde annem var… Götürülmem gerektiği
üzerine bir şey söyleyerek, yürüyor!

Dest-be-dest: Elele, elden ele. Birbirine bitişik olan. Peşin satış: 930
Teşrik: Ortak etme. İştirak ettirme: 930
Zıll: Gölge. Perde. Sahib çıkma, koruma, himaye etme: 930
Munzamm: Zamm edilen. İlâve edilen. Ek. Üste konan, katılan: 930
Müfîz: Feyiz veren, feyizlendiren: 930
Müfzî: Yetiştiren, ulaştıran, vâsıl eden: 930
Zikra: Anma, hatırlama. Nasihat. İbret. Örnek: 930
Zekir: Unutmayan. Hâfızası kuvvetli: 930
Murahhas: Talimat verilen kimse. İzin verilen. Terhis edilen. Devlet veya herhangi bir
teşekkül adına tam selâhiyetli olarak bir yere bir vazife ile gönderilen: 930
Musrih: Medet eden, yardım eden: 930
Hodküş: Kendini öldüren, intihar eden. (Keramet izhârı da bu mânâdadır… Keramet:
661=1660… İntihar: İdam-ı nefs: 660.): 930

Maî: Mavi. Akıcı. Su cinsinden: 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052
Muztarib: Iztırab çeken. Sıkıntılı. Hasta. (İstenen.). Ağlayan: 1051=52
Ben: Şuurlu kişiliğimiz: 52
Nazır: Taze. Tazeleşen: 1051=52
Müebbed: Ebedî. Daimî: 52
Müeddeb: Tedib edilmiş. Edeblendirilmiş. Terbiye edilen. Edebli: 52
Kella: Geminin durup demirlendiği yer: 52
Dahm: Cemaatin kuvvetli olması. Şiddetle defetmek: 52
Hezm: Bozma, mağlub etme, hezimete uğratma: 52
Mubid: Tedbirli, akıllı adam. Zerdüşt: 52
Ugluta: Bilmece, bulmaca: 1051=52
Bin: “Oğul” demektir: 52
Bîm: Korku, havf. Tehlike: 52
Bün: Temel, esas, kök, netice: 52
Hüvam: Hayranlık hâli: 52
Hamd: Medih, övmek: 52
Kelâ: Yeşil ot: 52
Cevcem: Kırmızı gül, verd-i ahmer:

Abî: Çok mavi. Suda yaşayan veya suda meydana gelen: 13
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013
Ahad: Ehad. Bir: 13
Ahadd: Pek keskin: 13
Vecd: Yüksek heyecan. Aşk, muhabbet: 13
Zaid: Artan. Fazlalık. İlâve olunmuş: 13
Zecec: Kaşın uzun ve ince olması. (Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin
kaşlarının böyle olduğunu Üstadım’dan biliyoruz.): 13
İkaz: Gazletten kurtarmak. Tenbih. Uyandırmak: 1012=13
Düvab: İşi birbirine ulaştırmak: 13
Hitabet: 1012=13
Hubab: Muhabbet. Sevgili olan. Su üzerinde olan kabarcık: 13
Hücub: Perdeler, hicablar: 13
Tertib: Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koyma. Bir şeyi bir yere sabit kılmak.
Mertebelere göre davranmak. Hile ile aldatma: 1012=13

Nilgûn: Mavi renkte, çivit rengi. (Nil: Vesime adı verilen boya otu. Mısır’ın bir
nevi hayat menbaı olan en büyük nehrinin ismi… Gûn: Tarz, gidiş, sıfat. Renk.): 166
Kelimullah: Allah’ın hitab eylediği zât. Musa Aleyhisselâmın bir ünvanı. Söz
söyleyen, konuşan, İkinci şahıs. Yaralı kimse: 166
Is’ad: Mekke’ye gitmek. İnbikten geçirmek. Yukarı çıkarmak. Yükseltmek: 166
Handistan: Lâtife. (Fakih: Fıkıh ilmini bilen. Zeki, anlayışlı kimse… Fakih: Yaş
meyve, yemiş. Şenlendiren, sürura sebeb olan.): 166
Nazire: Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Benzer, denk: 1165=166
Serişte: İp ucu. Emâre, delil. Vesile. Maksad. Başa kakma:1165=166
İn’idam: İdama gitme. Mahvolma. Yok olma. (Mahv: Tasavvufta, beşeri noksanlıktan
kurtuluş.): 166
Nafile: Farz ve vacibten gayrı, mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan
yapılan iş. (Allah’ın emretmediği, ama yapılmasından razı ve hoşnud olduğu, tevhidi ve dini
destekleyen iş, oluş, icadlar.) Torun. Ganimet malı. Bahşiş: 166
Saka: Ordunun gerisi, ordunun gerisinde bulunan kuvvet. Üzengi kayışı: 166
Asale: Bal peteği: 166
Masale: Sızıntı: 166
Lesu’: Akreb veya yılan gibi hayvanların sokması, sokmuş: 166
Meslul: Din uğruna kendini fedâ eden kahraman. Çekilmiş. Kınından çekilmiş kılıç:
166
Mevsil: Kavşak. Kavuşacak yer. Ek yeri: 166
Müessis: Kurucu, tesis edici: 166
Nevfel: Deniz, derya, bahr. Çok bahşiş dağıtan. Hediyesi çok olan kişi: 166

İfriz: Dam saçağı: 298
Rahman: Bütün yaratıklara rızıklarını veren, hayır ve rahmet buyuran, bütün
mahlûkatına sayısız nimetler veren. Nizâm ve adalet sahibi (Allah): 298
Sabur: Çok sabır gösteren, çok sabreden. (Esma-i Hüsnâ’dandır.): 298
Subare: Taş: 298
Sadık-ül hads: Sadık haber, doğru düşünce: 298
Mihrban: Merhamet ve şefkat sahibi. Muhabbetli, sevimli, güleryüzlü: 298
Hasr: Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma. Bir çember içine almak.
Askerle etrafını kuşatmak. Sıkıştırma. Kısaltma. Okurken tutulup kalmak. Vakfetmek. Zaman
ayırmak: 298

HİLÂL
Levha: 12 Kasım 1992… Rahmetli Adile Teyzem’e, “Hazret-i Ali’nin hadîsi” diye,
bununla uygun düşen bir durum olarak yeni hilâl’i, kılıç gibi tutarak anlatıyorum; ve müthiş
hislenip ağlayacak gibi oluyorum!

Hilâl: Yeni ay: 65-66
Necîb: Soylu. Asilzâde: 65

Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri. Haber: 522
Kelime-i Tevhid: 523=1522
Hırka-i Tecrid: Tecrid hırkası. Derviş hırkası: 1523=522
İ’tina: Çok dikkat etmek. Özenmek: 522
İşkâr: Av. Avlama: 522
Asalet: (Mîr): 522
Eşrak: Ortaklar: 522
İktinan: Saklanma. Gizlenme: 522
Mükteseb: İktibas edilmiş. Kazanılmış: 522
Sebenta: Öncü, çeri. Ayı: 522
Tabaşir: “Hind hıyarı” denilen bir deva: 522
Tensib: Uygun görme. Münasib kılmak: 522
Isalet: Hamle yapmak. Ulaşmak: 522
İttisal: Ulaşmak, bitişmek. Kavuşmak. Yakınlık. Bağlılık. Birbirine dokunmak: 522
Kes’e: Bitmek. Yüksek olmak: 522
Müstehzî: İstihza eden: 522
Tasallub: Sağlamlaştırmak. Gayret etmek. Katılaşmak. Sertleşmek: 522

Hâdis: Yeni. Sonradan olan şey. Değişen: 513
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 513

Üsre: Söz veya hadîs nakletmek. Seleften gelen şan, şeref: 706
Fikir kahramanı: 706
Zu: Kelimenin başına gelerek “sahib, malik olan” mânâsını verir: 706

Levh: Âyet, hadîs veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey. Şimşek çakmak.
Susamak. Zâhir olmak. Çalıp almak. Seyredilen yerin çizili sureti. Görünen ibretli
manzara. Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük. (Mürid’in, şeyhin yazıp sildiği
levha hükmünde olması hatırlanmalı.): 44
Albay: (Yevmiye: Efendi Hazretlerinin yakınlarından Albay Sabri Bey hastalanmış…
Aşkımın hedefi!): 44
Hikâye: Olmuş bir hâdise. Olmuş bir hâdiseyi anlatmak. Anlatmak: 44
Med: Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. (Mehd.) Çoğaltmak. Bir şeye dikkatle
bakmak. Nihayet, son. Sönmek. (Hamd.) Bir şeyi söndürmek. Yardım etmek, mühlet vermek.
Yâr ve yaver olmak. Sel suyu: 44
Dil: Lûgat. Lisân, zeban. Tat alma ve konuşma uzvu: 44
Eclâ: Pek aşikâr, pek belli. Pek ziyâde, ziyâde güzel: 44
Mürettebat: Tertib edilmiş olanlar. Bir iş için hazırlanmış kimseler. Gemide çalışan
kimseler: 1043=44
Havl: Güç. Kuvvet. Muhit, etraf. Yıl. Tahavvül, inkılab. Geçmek. Bir hâlden bir hâle
dönmek. Rücu etmek. Sıçramak. Hile: 44

Hilâl: Sâfi ve hâlis. Sıdk ile dostluk etme. Ara. Aralık. Zaman ve vakit. İki şey
arasına sokulmuş olan. Buluttan yağmurun çıktığı yer: 661
Osman: 661
Lazlaz: Yol gösterici, kılavuz: 661
Ahond: Tahsil yapmış hoca. Ulu, büyük: 661
Rast: Doğru. Müstakim. Sağ. Uygunluk. Haklı: 661
Keramet: 661
Halal: Dostluk. İki şey arasında açıklık olma: 661
Mütelasık: Birbiriyle birleşmiş olan. Bitişik: 661
Sir’et: Nefis. Koyun. Geyik. Kadınlar. (Siret: Bir kimsenin içi, hâli, ahlâkı. İnsanın
tutmuş olduğu mânevi yol.): 661

Alî: Necib. Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. (Da’va cetvelinde Ayn harfinin sayı
değeri 110 ve Allah’ın “Aliy-Yükseklikte sonsuz” ismine denk geliyor.): 110
Tali’: Yeni hilâl. Doğan. Tulu’ eden. Kısmet, kader. Baht: 110
Mühelhel: Güzel şiir veya söz. Zarif ve şık elbise: 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan: 110
Müsebbih: Allah’ı tesbih edip anan: 110
Nevend: Postacı. Haberci. Hızlı giden at: 110
Sakk: Kitab. Kapı yapmak. Vurmak, darbetmek: 110
Merza’: Meme: 110
Sîm: Gümüş: 110
Yümna: Sağ taraf, sağ el: 110
Mahbes: Hapishane: 110
Heyneme: Gizli ses: 110
Îdgâh: Bayram yeri: 110
Medlul: Delâlet olunan. Gösterilen. Mânâ. Meâl. Mefhum. Bir kelime veya bir
işaretten anlaşılan: 110
Keyyefe: “İnceleyip içyüzünü bildi, idrak etti” mânâsınadır: 110
Keyf: Afiyet, sağlık, sıhhat. Memnunluk, hoşlanma. Neş’e, sevinç, sürur. Mizaç,
tabiat. İstek, taleb, arzu, heves. Gönül açıklığı: 110

Kamer: Hilal. Gökteki ay. Ay ışığında uyumayıp uyanık durmak: 340
Müfekkir: Fikir yürüten. Düşünen. Düşündüren. Düşünme kuvveti: 340
Rakam: Sayıları gösteren işaret. Yazı yazmak. (ERKAM: Rakamlar. Sayı işaretleri.
Yazılar… Erkam: Alaca yılan… Sayı, hakikati olan bir varlıktır; varlıkta hakikati vardır. İlâhî
mertebede bilkuvve olarak, -fiil mertebesine çıkmamış bir iktidar olarak!-, Allah’ın varlıktaki
sırlarından birisidir.): 340
Makarr: Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Pâyitaht: 340
Masir: Karargâh. Suyun aktığı yer. Sürüp giden. Rücu etmek, dönüp gitmek. Dönüp
varılacak yer: 340
Sifr: Yazılmış nesne, mektub: 340
Şemm: Koku hissetmek. Koklamak: 340

10.04.2008- 66.SAYI

MERYEM ANA

Levha: 25 Haziran 1985… Sapanca Gölü… Televizyon dizi filmindeki, Emniyet


Müdür Yardımcısı Komiser Enrayt ile bir sandaldayız… Ama garib birşey; su aygırının
çektiği tuhaf bir sandal… Su aygırının boynuzları var… Komiser, suyun içindeki batık şehir
enkazını gösteriyor ve “Hind-Çin karışımı bir medeniyete âit şehri araştırıyoruz!” diyor…
Göl, Batı ülkesinde… Batı’da Hind-Çin medeniyeti karışımı bir şehrin bulunuşuna
şaşırıyorum… Eski çağlarda… Gölün kıyısında, tarihî bina enkazları var… Ve yan tarafına
uzanmış, büyük bir tepe cüssesindeki muazzam Meryem Ana heykeli… Komiser Enrayt,
“ebegümeci” dediği marul benzeri bir çiçeği koparıyor ve “bunu Büyükannem çok sever, iyi
bakar!” diyor… Büyükannesi, Hanife Süphandağı, yâni Babaannem imiş!

Meryem: Hazret-i İsâ’nın annesi. (Süryanice’de “hadîm-hizmet eden, işe
yarayan, salih, elverişli” demektir.): 290
Risl: Vakar, ciddiyet, sekinet. Sabık: 290
İfrah: Ferahlandırmak. Memnun etmek: 290
Resl: Kıvırcık olmayan saç: 290
Kesra: Acem meliklerinin lâkabı: 290
Merin: Hâl, durum. Ahlâk. (Ahlâk, erkek veya dişi olmayan, erkek ve kadının
varoluşları boyunca kendi özelliklerine nisbetle “olunacak olan” bir hakikattir. Ahlâkın
hakikati İslâm’da: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız!” ölçüsü.): 290
Resel: Topluluk, cemaat: 290
Sarr: Cem etmek. Hıfzetmek. Yukarı kaldırmak. Zammetmek, arttırmak: 290

Harabe: Harab yer. Şehir veya ev yıkıntısı. Perişan yerler. (Har’abe: İnce
kemikli, genç ve güzel kadın. Uzun. Yeşil üzüm çubuğu.): 808
Sabir(e) Erdiş: 293+515=808
İzae: Işık verme, aydınlanma, ziyâ verme: 808
Azva: Parıltılar, aydınlıklar: 808
Zahir: Yüksek şeref. Neşv ü nemâ bulup gelişmiş, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki: 808
Harraz: Terzi. (Hayyat: Terzi… Hayyat: Yılanlar.): 808
Dirdih: Pîr, yaşlı kişi: 808
Bâhire: Vapur, gemi. (Rahib Bahira: Süryâni rahiblerdendir. Zamanın ilim ve fenlerine
vâkıf ve bilhassa hey’et ve nücumda ihtisas sahibiydi, bu bakımdan rahiblerin câhilleri
kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ’nın ulûhiyetini ve Hazret-i Meryem’in ümmullah
olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovulmuş ve Şam
yolu üzerinde Busra civarında bir manastır edinmiştir. Allah Sevgilisi’ni, çocukluğunda,
beklenenin o olduğu diye tanımıştır.): 808
Çarha: Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim. Çıkrık gibi dönen
yuvarlakça bir cins dolab: 808
Dıhh: Güneş, şems: 808

Bernik: Su aygırı: 362
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1302=1361=362
A’sar: Asırlar. Yüzyıllar: 362
Şahane: Şah gibi, şaha yakışır surette: 362
Şayan: Münasib, lâyık, yaraşır: 362
Şe’yan: İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen: 362
Muanber: Güzel kokan: Güzel kokulu: 362
Müşebbek: Ağ ve kafes gibi örülmüş olan: 362
Biniş: Basiret. Mülâkat: 362
Nişib: Yukarıdan aşağıya iniş: 362

Hubbazî: Ebegümeci: 620
Türk: 620
Müşrif: Etrafı gören, etrafa bakan. Yüce yer, yüksek mekân. Yükselen, çıkan. Bir hâl
almaya yüz tutmuş olan: 620
Nasfet: İnsaf. Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet. Fıtrî adalet hissi: 620
Muktef: Kendisine uyulmuş, kendisi tâkib edilmiş: 620
Müstemsik: Bırakmamak üzere sıkı tutan: 620
Mutasaffi: Temiz olan. Saflaşan: 620
Müteselsil: Birbirini takib eden. Zincirleme uzayıp giden: 620
Tarek: Tepe. Başın tepesi: 620
Tensik: Nizâm üzere dizmek. Nizâma koymak. Bir ibârede zikredilecek birkaç şeyi
sırayla irad eylemek: 620
Hayyat: Terzi. (Hayat: Yılanlar.): 620

Heykel: 65
Necîb: Soyu temiz. Asilzade. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65
Yedan: Eller. İki el: 65
Hünud: Hindliler: 65
Se: Üç: 65
Ozan: Eski Türk şâiri ve âlimi: 65
Helel: Korku. Örümcek ağı. Yağmur evveli.: 65
Sad: Göz hastalığı, göz ağrısı: 65
Mekke: 65
Dünya: 65
Hüzn: 65
Enbiya: Nebiler, peygamberler: 65
Delal: İlân edici. Davet eden. Müşterileri çeken. Hakka davet eden: 65
Hindu: Benek, ben. Hind’in Brahman ahalisinden olan. Hindîler gibi pek esmer olan.
(İmâm-ı Rabbânî Hazretleri: Hindistan’ın Serhend Beldesi öyle bir yerdir ki, Allah’ın inayeti
ve Habib-i Ekrem’in lütûfları ile ihyâ oldu. Gayet derin ve karanlık kuyu gibi idi, üstün
sıfatlarla doldu ve bütün beldelerden üstün kılındı. Vasfı ve keyfiyeti olmayan nurdan iktibas
edilen bir nur oraya tevdi edilmiştir. Tıpkı, Allah’ın mukaddes hareminden Kâbe’den çıkıp
parlayan bir nur gibidir. Anlatılan bu nur, bana büyük oğlumun vefatından aylarca evvel
zuhur etti, fakirin meskeni bulunan yerdeki zaviyede göründü. Öyle parlak bir nurdu ki, ona
sıfat ve şe’n tozundan hiçbir şey düşmemişti. Bu nur, keyfiyetten münezzeh ve müberra idi.
Temennim oydu ki, bu yer benim medfun olacağım yer ola ve o nur da başımda parlayıp
kala… Bu mânâyı oğluma açtım... O, sırrımın sahibi idi; bu nura ve temenniye onu muttali
kıldım. Dolayısıyla, merhum oğlum bu devlette beni geçti, toprak hicabının ötesinde bu nura
müstağrak oldu… Bu belde-i muazzamanın şerefli oluşundandır ki, büyük oğlum (Hace
Muhammed Sadık) gibi biri oraya defnedilmiştir. O ki, Allah’ın büyük veli kullarından
biridir. Böylece orada istirahate çekildi. Aradan bir müddet geçtikten sonra, zâhir oldu ki,
oraya bırakılan nur, bu fakirin kalbindeki nurlardan bir lem’adır; buradan iktibas edilerek
oraya bırakılmış. Tıpkı bir meş’aleden alınan kandil gibi.): 65
Babeyn: İki kapı. Dünya ve ahiret. 65
Büjhan: Gıbta etme, imrenme: 65

Temime: Heykel: 495=1494
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1302=1493=494
Fatiha: Bir şeyin başlangıcı, ibtidası. Mübaşeret. Başlamak. Karar vermek. Kur’ân’ın
birinci sûresi: 494
Fütaha: Hükmetmek: 494
Ta’yid: Bayram etmek: 494
Cümane(t): Tek inci: 494
İsabet: Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek. Doğru düşünmek: 494
Ta’ziz: Bir adamı aziz kılmak. Hürmet ve muhabbetle sevmek: 494

Lüknet: Pelteklik, dil tutukluğu, kekeleme: 500
Sitem: Nâzikâne çıkışma. Eziyet, cefa: 500

Meryem: 290
Hanife Sübhandağı: 153+1136=1289=290
Kürsî: Koltuk. Kaide. Oturulacak yüksekçe yer. Taht, serîr. Merkez. Vazife. Saltanat,
kudret, mülk. Başşehir. Mânevî makam. Arş’ın altında bir sema tabakası: 290

MEHDÎ – İSÂ
Levha: 3 Mayıs 2005… Mustafa (Günaydın) ile benim (Meryem) için, kardeşim
davetiye bastırmış; davetiyeler Kur’ân kabı gibi yaldızlı, büyük, çok lüks. İçindeki yazı,
tasavvufî ve oldukça ağır cümleler. Benim soyadım, evlenmeden önceki soyadım.
(Ustaosmanoğlu); “Meryem’in kucağında Peygamber saltanatı doğdu”, Mustafa’nın ismi ise,
“Habibim Mustafa’nın hürmetine” diye devam ediyor. (Bir bölümünü hatırlamıyorum.)
Yazının sonu ise, “onun yanağındaki iki ben, onun Mehdîliğine işaret eder; o benler nurdur”
diye bitiyor. Ağabeyim Seyfeddin, bu yazıyı Bahaddin ağabeye yazdırmış. Bu davetiyelerin
hem çok gereksiz olduğunu, hem de oldukça pahalıya mal olduğunu söylüyorum. Zeyneb de,
“sen de özel kişilere verirsin!” diyor.

Esleb: Yüzde veya vücutta olan “ben”: 533
Hırka-i Tecrid: Tecrid hırkası. Derviş hırkası: 1532=533
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1533

Aguş: Kucak. Sığınılan yer: 1307=308
Arvasî: 308
Zerrak: İki yüzlü: 308
Şihab: Kayan yıldız. Parlak yıldız. Kıvılcım: 308
Gölgeler: 308
Nisanmus: (Akat dilinde): Birinci. Nisan: 308
Hissedar: Hisse sahibi, hissesi olan. (Yevmiye: Senin de bizim davamızda bir hayli
hisse sahibi olarak görünmen lâzım!): 308
Müsahhar: Büyülenmiş: 308
Ihaze: Su toplanacak yer. (Vakt: İçinde yağmur suyu biriken çukur. Su ile
faydalanacak mekân.) Bir kimsenin kendisi veya sultanı için hıfzedip gözlediği yer: 1307=308

HAZIRLIK
Levha: 17 Aralık 2004… Başımızda Kumandan, Matrix filmindeki gibi giyinmiş bir
hâldeyiz; ellerimizde kılıçlar, bir sahil kenarında düşmanlarla çarpışmış ve hepsini kılıçtan
geçirmişiz. Kendi aramızda oturmuş muhabbet ederken, kendi aramızda “biz ahiretten geldik,
dünyayı kâfirlerden temizledik, şimdi tekrar oraya mı döneceğiz, yoksa başka bir şey mi
yapacağız?” diyoruz… Bu sırada gaibten bir ses, “Siz Peygamber’in gelişini hazırlıyorsunuz!”
diyor. (Fazıl Duygun)

Kıtal: Muharebe. Kavga. Öldüresiye yapılan karşılıklı harb: 531
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302=2529=531
Saat: Bir günün yirmi dörtte biri. Zaman, vakit. Muayyen, belli bir vakit. Kıyamet.
(Üstadım’ın “Saat” isimli şiirinden: Saate bakma ikide birde, / Hâlin neyse saat onun saati.):
531
Selamet: Kurtuluş, tehlikeden salim olmak: 531
Kefalet: Kefillik: 531
Mütekâmil: Kemâlli, olgun, tekâmül etmiş olan: 531
İstitan: Vatan edinme, bir yerde yerleşme: 531
İnayet: Yardım, lütuf, meded etmek. Mühim bir işle karşılaşıp onunla meşgul olma:
531
Siyaset: Memleket idare etme sanatı. Seyislik: 531
Şekakıl: Bir Hind ağacının dalları: 531
Te’sis: Kurma, temelleştirme. Esas koymakla sâbit, sağlam ve kararlı kılmak: 531

Sohbet: Karşılıklı konuşma, görüşme: 500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+126+1312=1500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312=1500
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+332=1500
Tekmil: Kemâle erdirme. Bitirme. Tamam. Tam: 500
Temenna: Eliyle selâm, rica, dilek. Minnettar olma: 500
Temennî: Dilek. İstek. Dua. Rica etmek: 500
Güft: Dedi, söyledi. Söz, lâkırdı: 500
İmtihan: Tecrübe etmek. Bir şeyin hakikatine ıttıla peyda etmek için çok dikkatle
düşünmek. Selâhiyet veya selâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş: 500
Fetk: Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek. Yaralamak. İnad etmek: 500
Tekemmüm: Örtünüp bürünme: 500
Ulat: Demir örs. (Üstadım’ın “Çile” isimli şiirinden: Ensemin örsünde bir demir
balyoz…): 500

Resûl: Peygamber. Haberci. Elçi: 296
Suver: Boynuz. Suretler: 296
Sur: İsrafil Aleyhisselâmın çalacağı boru: 296
Risale: Mektub. Bir ilme dair yazılmış küçük kitab. Haber göndermek. Elçinin
götürdüğü mektub. Bir kimsenin sözünü veya emrini başka birisine tebliğ etmek: 296
Minare: Ezan mevkii. Nur mevzii: 296
Kureng: Al at: 296
Münevvir: Nur veren, aydınlatan: 296
Namdar: Ünlü, şöhretli, meşhur: 296
Rahnüma/Rehnüma: Yol gösteren, kılavuz: 296
İrsad: Gözetlemek. Hâzır ve âmâde eylemek. Mükâfat vermek. Secili ve kafiyeli bir
ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır: 296
Münevver: Işıklandırılmış. Nurlandırılmış. Uyanık. Akıllı. Parlatılmış. İrfan sahibi:
296
Vısr: Hüccet, delil: 296
Sinesaf: Sarılıp kucaklaşmış: 296

Musahabe: Sohbet etmek, görüşmek. Arkadaşlık: 146
Rahman Sûresi, 19.âyet: (Meâli: İki denizi birbirine salmış kavuşuyorlar.): 1145=146

SALEB(E)
Levha: … Mart 2005… Bir sokakta yürüyorum, yerde 2 tane ceset var, çok eski
cesetler. Üzerlerindeki elbiseler günümüze âit değil, cübbeye benziyor. Elbiseler lif lif
çürümüş. Başlarında bir papaz veya din adamı var. Papaz, cesedlerden birini dürtüklüyor veya
onun yaptığı hareketle aynı ânda canlanıyor. Cesed kıpırdamaya başlıyor ve birkaç adım
öndeki çarmıha doğru sürünerek ilerlemeye çalışıyor. Bu kişinin Hazret-i İsâ olduğunu
görüyorum. Yüzüne baktığımda, parçalanmış elbisesi ve vücudunun bazı bölgelerinde
görünen çıkmış kemiklerine rağmen, sağlam görünüyor. 18-25 yaşlarında genç bir yüzü var.
Pürüzsüz bir cildi, kara gözleri var. Teni, açık renk-süt gibi… Dirildiği ândan itibaren hedefi,
kendini çarmıha germekmiş, çarmıha doğru ilerliyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi-Mehmed Yavuz
Uçum.)

Çarmıh: (Çar: Dört. Mıh: Çivi.) Salib. Suçluyu germek için kurulmuş haç
şeklinde darağacı: 854
Nazad: Şeref: 854
Müstenşid: Birisinin şiir okumasını isteme: 854
Tenatüc: Neticelenme. Birbirine netice vermek: 854
Muvazzah: Açıklanmış. İzâhı yapılmış. Açık, anlaşılır şekilde: 854
Muvazzih: Açıklayan, izâh eden: 854
Nadıc: Olgunlaşmış, olmuş, kıvama gelmiş: 854
Nazd: Her şeyi yerli yerine koymak: 854

Salib: Haç. Şiddetli. Şedit. Heybetli. (Sa’leb(e): Tilki.): 132
İman: 132
İslâm: 132
Kalb: 132
Muaviye: Tilki eniği: 132
“Naslıhan Kerimem”: 821+310=1131=132
Mülebbes: Giyilmiş. İltibaslı, karışık: 132
Saim: Oruçlu, oruç tutan: 132
İnziac: Allah’a tam teveccüh ederek dünyevî emelleri bırakmak: 132
Münavele: Takdim, bir şeyi el ile öne uzatmak. Sunmak, arzetmek: 132
Münzel(e): Yukarıdan aşağıya kısım kısım inmiş olan: 132
Nalân: İnleyen, sızlayan, figân eden: 132
Kulb: Bilezik. Bir yılan cinsi: 132
Lika: Kavuşmak. Görüşmek. Rast gelip buluşmak. Yalnız görüşmek. Yüz, sima, çehre:
132
Lakab: Asıl isminden sonra takılan ad. Meşhur olan birinin sonraki adı: 132
İsna aşer: Oniki: 1131=132
Kabl: Önce. Evvel. İleride. Evvelki: 132

HAZRET-İ İSÂ: 152


Levha: 23 Haziran 2004… Koğuşta, üst katta, yatağımda yatıyorum. Aşağı kattan
Yahya Yıldırım’ın “ne yapıyorsun Yakub?” diyen sesini duyuyorum. Elime bir kitab alıyorum
ve “ruhla alâkalı bir kitab okuyorum!” diyorum. O sırada gözüm, karşıda duran sandalyeye
ilişiyor; üzerindeki elbiseler kendiliğinden hareket ediyor. Korkuyorum ve birden göğsüme
bir ağırlık biniyor, içim dışıma çıkacakmış gibi oluyor. Fatiha Sûresi’ni okumaya başlıyorum,
göğsümdeki ağırlık azalıyor; bırakmamla birlikte ağırlık tekrar biniyor. Tekrar Fatiha’ya
başlıyorum, Sûre’yi bitirdiğimde ağırlık tamamen üstümden kalkıyor. Sonra, yarı uykulu yarı
uyanık hâlde, sisli gri bir tablo görüyorum. Tablo’nun üzerinde, “Hazret-i İsâ Aleyhisselâm:
152” yazıyor. Aklıma ebced hesabı geliyor. Uyanıyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Yakub
Köse.)

Kaptan. (Noktalı): 152
Vuu’: Tilki: 152
Hinas: Kendilerinde hem erkeklik, hem de dişilik bulunanlar. (Âdem Peygamber, ilk
İNSAN ve ilk ERKEK… Eğer O’nun nefsinden O’ndan olan HAVVA anamız
yaratılmasaydı, erkek olan nitelemesi olmayacak, hâli neyse o bir varlık olacaktı. O’nun erkek
olarak nitelenmesi ve vasıflanması, zıddı olan dişiye göredir; dişinin vasıflanması da, zıddı
olan erkeğe göre. Buna göre Âdem Peygamber, ilk yaratılan insan olarak, İNSAN, hem erkek
ve hem de dişinin temsilcisidir. Her varlıkta madde ve mâna olarak kendine mahsus bir
erkeklik ve dişilik olduğunu, ilk insan örneğinde görüyoruz. “Bir Erkek ve Bir Kadın” isimli
eserimizde görüleceği üzere, ERKEK, yalnız cinsiyete mahsus bir mânâ değildir; KADIN da.
Buna göre İNSANÎ HAKİKAT –İNSAN HAKİKATİ, erkek ve kadının kendi özellikleri
içinde olmaları gereken, ne erkek ve dişi, yahut aynı zamanda hem erkek ve hem dişi bir
hakikattir. O, hep bir “olunması gereken”dir; ve varoluşumuz boyunca görülecek olan.):
1151=152
Esyaf: Seyfler, kılıçlar: 152
Asman: Gökyüzü: 152
Mütegazzi: Gıdalanan: 2150=152
Samân: Servet, zenginlik. Rahmet. Dinçlik. Düzen, tertib: 152
Müdahmes: Gizli, saklı: 152
İngımas: Suya dalma: 1152
U’lume: Alâmet, işaret, nişân: 152
Flama: 152

ÇOCUKLAR
Levha: (Son hafta) Ekim 2007… Mahmud Efendi Hazretleri, arabayla geliyor, biraz
hasta bir hâli var. Arabadan inerken, kolaylık olsun diye, yere katlanmış bir ihram koyuyorlar.
Eve giriyor; beşikte İsâ Aleyhisselâm ve oğlum Osman Hamdî var… İkisi de bebek.
Konuşuyorlar ama, biz ne konuştuklarını anlamıyoruz. Ben, “Kumandan olsa, bunların –
çocukların- dilinden anlardı şimdi!” diyorum. (İstihareci.)

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+2171=2269
Muhammed Bâbâ (Semmasî): (Hacegân yolunun 14.büyüğü.): 269
Hayran: Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş: 269
Müdrike: İdrak kuvveti. Akıl. Anlama kabiliyeti: 269
Hâris: Muhafız. Bekçi. Gözcü. Himaye eden. Bekleyen: 269
Mechuriye: Aşikâr olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş. 269
İstizae: Işıklanma, aydınlanma, ziyâlanma, nurlanma: 1268=269
Ruzane: Yevmiye, gündelik: 269
Bayramiyye: Hacı Bayram Veli’nin 14. yüzyılda kurduğu tarikat: 269
Cüsur: Köprüler: 269
Sidre: Ağaca teşbih edilen yedinci gökte bir makam ismi: 269
Mihrak: Çok hareket eden. Hareket âleti: 269
Münkatı’: Herkesten ayrılıp bir kişiye bağlı kalan. İnkıta eden, kesilmiş. Aralıklı ve
son: 269
Pervas: El ile dokunup temas eden, eli ile yoklama: 269
Reyhan: Hoş güzel koku. Rızık, rahmet. Fesleğen denilen kokulu bir ot: 269

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191=1289
Meryem: 290=1289
Ferace: 289
Efraz: Ayakkabı. (Nalin.) Gemi yelkeni: 289
Efraz: Kaldırma. Yükseltme. Yüksek. Yukarı. Bülend: 289
Itrî: Itra mensub: 289
Çerakise: Çerkesler: 289
Taraf: Yan, yön. Memleket. Kıt’a. Taraftarlık, sahib çıkma: 289
Ahruf: Harfler. Uçlar. Şiveler, lehçeler: 289
İfraz: Ayırmak, tefrik etmek. (Furkan. Faruk.): 289
Ferat: Öne çıkan, geçen. Issız yerlerde konan nişân ve işâret. Kervan halkından önce
su yerine varıp sakalık eden kimse: 289

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1271=1369
Neşide: Şiir, manzume. Yüksek sesle okunan şiir. Atasözü derecesinde kullanılan
beyit veya mısra: 369
Zudaşna: Her gördüğü kimseyle dost olan: 369
Kastar: Basiretli, mahâretli kimse: 369
Natiş: Kuvvet ve hareket: 369
Neşit: Neş’eli, sevinçli. Faal: 369
Kustar: Bir şehre veya beldeye vâli olan kimse. Mizân, ölçü. Tüccar, tâcir. (Mücahid.)
Kesedar, sarraf. (Velî, müjdelenmiş kimsedir. Nitekim Allah, “Dünya ve ahiret hayatında
onlar için müjdeler vardır.”… Velî, Allah’ın isimleri arasındadır ve “yardım eden” demektir.
Bir görüşe göre velî, “âlemin ve yaratılmışların işlerini üstlenen, onları kontrol eden”
demektir. Allah’ın isimlerinden birisi de, Vâli’dir. Vâli, “bütün eşyanın sahibi ve onlarda
tasarruf eden”dir. “Velâyet, âdeta, idare etmek, kudret ve fiili tedâî eder, bunların kendisinde
toplanmadığı kimseye vâli ismi verilmez; velâyet sultandır, velâyet ve vilâyet ise yardım
demektir.”… Velilerin bâtınî işlerinde de, kendi aralarında bir devletleri ve vâlileri vardır.):
370=1369
Sıfır: Boş. Hiçbir sayı olmamak. Sarı: 370=1369

İhram: Hacıların örtündükleri dikişsiz elbise. Yün yaygı. Büyük yün çarşaf. Hac
veya umreyi veya her ikisini eda etmek için mübah olan şeylerden bazılarını nefsine
menetmek ve onlardan sakınmak. (İhram, -ay anlamındaki şehr ile şöhret arasında ilişki
kurularak-, bütünüyle şöhret demektir. Çünkü onda gizlilik yoktur.): 250
Herime: Dişi aslan: (Bilgi.): 250
Mîr: Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli: 250
Müdevvir: Döndüren, çeviren: 250
Mirved: Mihver: 250
Madgare: İki tarafın şiddetli hükümleriyle meydana gelen savaş: 1249=250
Mahrab: Cenk edecek yer: 250
Me’cur: Karşılık almaya, mükâfat hak kazanmış: 250

Meryem Sûresi 29.âyet: (Meâli: Meryem çocuğu gösterdi: “Biz beşikteki çocukla
nasıl konuşabiliriz?” dediler.): 1850
Nakz: Halâs olmak. Kurtulmak: 850
Muhayyir: İlmî şeyler arasında seçim yapabilme: 850
Şemşir: Kılıç: 850
Heyzale: İnsan sesleri. Cemaat. Çok asker. Büyük deve. Belinden aşağısı şişman olan
kadın: 850
Teşeffu: Şafiî mezhebine geçmek: 850
Tetim: Aşkla söylemek: 850
Merih: Beyaz servi: 850
Muzî: Aydınlatan. Işık veren: 850
Mihrat: Her yıl derisi kavlayıp soyulmak âdeti olan yılan: 850

Osman Hamdî G(ü)naydın: 661+62+145=868
Necip Fazıl Kısakürek+Salih Mirzabeyoğlu: 1417+451=1868
Mektubat: Mektublar. Yazılı kağıtlar: 869=1868

Derdak: Küçük çocuklar: 308
Arvasî: 308

Sıbyan: Çocuklar: 153
Hanife: Bir kabile ismi: 153
Va’va: İnsan topluluğu. Sesler: 153
Mescen: Cezaevi, zindan. Hapishane: 153
Nikab: Yüz örtüsü, peçe, perde: 153
Mu’cem: Noktalanmış, noktalı. Hadîs şeyhlerinden her biri: 153
Sahne: Manzara. Tiyatro oynandığı yer. Oyun yeri: 153

BETÎL-BETÛL
Levha: 24 Ekim 2006… Minber gibi bir yerden, şahsı görülmeyen bir ses, “Hazret-i
Meryem suçsuzdur!” diyor. Çok heyecan verici bir durum. Bu sırada, orta boylu ve örtülü bir
kadın görünüyor; Hazret-i Meryem o imiş! (“Erkam” isimli eserim için istihare – İstihareci)

Betîl: Hazret-i İsâ’nın annesinin lâkabı. Salkımları sarkmış ağaç. Nehirlerdeki
akıntılar. Ağacın gövdesinden veya ana ağaçtan ayrılıp kök salan fidan: 442
Lahut: İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, mânevi âlem: 442
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441=442
Eyalet: Vilâyet. Bir vâlinin idaresi altında olan memleket, şehir: 442
Meşka: Fark edip ayıracak yer: 442
Mie(t): Yüz. Yüz sayısı. (Sad: Yüz sayısı… Sad: Göz hastalığı, göz ağrısı.): 442
Tezkiye: Doğruluğuna şehadet etme. Zekât verme, alma. Pak etmek. Medhetme.
Birisinin durumunu sorgulama: 442

Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441
Kısakürek: 441
Tevalüd: Doğma, doğurma: 441
Kârger: İş yapan, iş işleyen. Etki yapan, tesir eden, nüfuzlu: 441
Marzat: Rızâ. Memnuniyet, hoşnudluk: 1441
Mehaz: Su akacak yer, su mecrası: 1441
Tipik: Nümune, örnek olarak. Benzer: 442=1441

Betûl: Hazret-i Meryem ve Hazret-i Fatıma’nın vasfı. Namuslu kadın: 438
Musa Mirzabeyoğlu: 116+322=438
Elbette: Kat’i veya kat’iye yakın hükümlerde kullanılır: 438

Ma’sum: Suçsuz. Küçük çocuk: 246
Rum: Osmanlı Devleti ve Arabistan harici yerler. Anadolu. Romalı: 246
Mahir: Becerikli, hünerli, sanatkâr: 246
Mur: Karınca. Neml. (Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinden: Karıncaya göz atsa,
“nasıl? niçin?” ve hayret!): 246
Merv: Bir cins güzel koku: 246

Ma’sume: Suçsuz. Küçük çocuk: 251
Usman: 251
Müsaif: İş bitiren, uygunluk gösteren: 251
Mihrab: İmamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. Şiddetle harbeden
cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Harb âleti. Orman. (Casus, hafiye.) Ümit
bağlanan yer. Melikin hususî makamı: 251
Eren: Ermiş. Veli: 251

İsmet: Günahsızlık, masumluk. Günahlardan kaçınma melekesine sahib olmak.
Suçluluk: 600
Hı: Bir harf. Yıldız bilgisinde, dünyadan sonra güneşe en yakın seyyare olan “Merih-
Mars” yıldızının kısaltması olarak kullanılır: 600
(Üstadım’ın “Çocuk” isimli şiirinden.): Çocukların kalbinde işler zaman rakkası:
1599=600)

Hatif: Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı: 486
İftica’: Birdenbire, ansızın olma: 486
Tekvin: Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak: 486
Tuf: Yankı. Akseden ses. Aks-i sada: 486
Müt’eme: İkiz doğma: 486

Mevlud: Çocuk. Yeni doğmuş çocuk: 86
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332=1085=86
Nul: Kuş gagası: 86
Bedi’: Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. GARİB. ACİB. Benzeri
olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı
Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Sözün garib ve güzel
olması hâli. (Esma-i Hüsnâ’dan “El-Bedi”: Misilsiz icâd edici.): 86
İSÂ - YUNUS EMRE
Levha: 1 Şubat 1986… Yunus Emre ile ilgili bir şey… Tanıdık bir profesör ismi…
Mütercim Azra Erhat… Bunlar, davetiye veya anlaşma benzeri bir kağıdın üzerinde
geçiyor… “Güldürü Üretim Merkezi” isimli sol bir teşkilatla… İçim burkuluyor… Sonra yine
bakıyorum ki, o isim Yunus Emre değil… “İsa” ismi var; diğer isimler, yabancıların isimleri!

Yunus Emre: (Tasavvuf ve halk edebiyatının veli şâiri. Porsuk nehrinin Sakarya’ya
döküldüğü yere yakın, Sarıköy’de doğduğu söylenir… Emre. Ak gözlü, beyaz gözlü…
Yevmiye: Üstadım’ın, nefesinin mihrak muhatabı bana, hem de benden hoşlanmayanları ve
hoşlanmadıklarını âlet ederek kaydettirdiği dava: “Doktor, n’oluyor yahu?.. Herşeyimiz
kaybolacak, bir takım gölgeler kalacak, sesler; hece taşları… Yunus’un dediği gibi… Evet;
hece taşları… Şiirde varılmaz derece, Yunus’tadır… Hiç kimse ölümü onun kadar
duymamıştır ve ölümden sığınmanın cehdini onun kadar varılmaz bir derinlikle
ölçmemiştir!”… Ve… Ve… Ve… Bana kısacık bir şekilde, Yunus Emre’nin mezar taşlarını
sükût eden hece taşlarına benzettiğini söyleyen Üstadım, onlara Yunus’un şiirini okuyor:
“Başları ucunda MEZAR TAŞLARI – Ne söylerler ne bir haber verirler – Yunus der ki, gör
Takdirin işleri – Dökülmüştür kirpikleri kaşları – Başları ucunda hece taşları!”… Ve ekliyor:
Konuşmalı o hâlde…): 126+246=372
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312=1371=372
Asfar: Sıfırlar. Boş şeyler: 372
Berkî: Yedinci kat gök: 372
Burku’: Yedinci kat gök. Kâbe örtüsü. Peçe: 372
Akreb: Zehirli küçük bir hayvan. Saatin kısa ibresi. Semâda bir burç ismi: 372
Aza(t): Kertenkele: 1371=372
Rahatlamak: Ata taht ve eğer takımı takmak. (Rikab: Özengi. Büyük bir kimsenin
huzuru, önü, makamı.): 1371=372
A’rak: Kökler, damarlar: 372
İk’ar: Derinletme, derinleştirme: 372
Şi’b: Keçi yolu, dar yol, dağ yolu: 372
Abş: Salâh. Hüsn. İbâdet. Gaflet: 372
Pişin: Peşin, önce, evvel. Önden verilen: 372
Şa’b: Taife, cemaat. Kabile: 372

17.04.2008- 67.SAYI

“ÇOCUK” ŞİİRİ
Levha: 20 Şubat 1984… Mehmed Kısakürek… Elinde “Kafa Kâğıdı” romanının
kâğıtları… “O orjinallere bakabilir miyim? Neyi ne zaman yazdı!”… Sonra Üstadım’ı
görüyorum… Çok yumuşak ve tatlı bir havası var… Güzel ve sevgiyle kucaklaşan bir hava
içindeyiz… Konuşurken, bana vereceğini söylediği takdim yazısı hakkında, “efendim, benim
için yazacağınızı söylediğiniz kâğıdı alabilir miyim?” diyorum… İki-üç kıtalık şiir yazıyor…
Çocuk hakkında şiir. İkinci kıtada, kafiye uyumsuz… Meselâ a-b-a-b olacakken, üçüncü
mısra birinci ile kafiyeli değil… Ve üçüncü mısraı, (x) diye işaretliyor… Şiir, “bu çocuk
benim nasibim ve mutluluğuma vesile” mânâsına… Üstadım, şiiri yazmadan önce, “vereyim
ama, lüzumu yok; dost, düşman bunu herkes biliyor!” dedi ve gözlerini gözlerime dikip dolu
dolu, “siz haşmet istiyorsunuz!” diye ekledi… Müthiş bir zevk içindeyim… Babam ve
teyzem… Üstadım’ın takdim yazısını defalarca okuyup, ezberledim… Kafam, kâğıttaki
12/…/… diye bir tarihin ne olduğuna takılmasaydı… Babama, “Üstad durulmuş, üzerinde
ölüm neşesi vardı!” diyorum… Zevk ve hüzün duyguları arasında öyle eriyorum ki,
ağlayacağım!

BİRİNCİ MISRA
Annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk: 1821
Müfarakat: Ayrılık. Dostlardan ayrı düşmek: 821
Tekrar: Bir şeyi iki veya daha fazla yapma. Bir daha, yeniden: 821
Dudhar: Kelebek. (Eski Yunanca’da ruh kelimesi, kelebek anlamındadır.) Aşçı.
Külhancı: 821
Hodrey: Kendi rey ve fikriyle hareket eden. Kendi bildiğine giden: 821
Müterafık: Arkadaşlık eden, beraber bulunan. Bir arada, karışık, karışmış: 821
Mütefarik: Birbirinden farklı olan. Ayrı ayrı: 821

Annesi gül koklasa ağzı gül kokan çocuk: 1821=822
İktat: Alçak sesle kulağına fısıldama: 822

İKİNCİ MISRA
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk: 3081
Meclub: Celbolunmuş. Çekilmiş. Kapılmış. Âşık. Tutkun: 81
Kiyan: Merkez, yıldız: 81
Keyan: Şahlar, hükümdarlar, hakanlar: 81
Haft: Sözü gizli söylemek. Sakin olmak: 1080=81
Lalek: Taç. Ayakkabı, pabuç, nalin: 81
Vasıta: İki şeyi birbirine ulaştıran. Aracı. Vasıtalık eden: 81
Mütehayyil: Bir şeyi görüp gözetici, idrak edici olan. Hayâl kuran: 1080=81
Farz: Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi
nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen şey. Takdir veya beyan eylemek. Bir şeyi
delmek, gedik açmak. Bir davaya mevzu ve rükun kılınan husus. Addetmek, saymak, tutmak:
1080=81
İf: Vakit: 81
A’ved: En çok faydalı: 81
Avca: Yay. Kavs. (Mesiha: İyi ve yeni yay. Gümüş parçası.): 81
Da’va: Takib edilen fikir. İddia. Mahkeme olmak. Mesele: 81
Sebuha: Mekke şehri: 81
Tab’: Tabiat. Karakter. Mühür basmak. Kitab basmak: 81
Tesakkuf: Zafer bulmak: 1080=81
Tıb’: Nehir: 81
Vasut: Gölgelik: 81
Visata: Kavim arasında şerefli ve aziz olmak: 81
Camgûl: Külhanbeyi: 1080=81
Elma: Çok koyu gölge. (Elmaî: Çok zeki, idrak derecesi üstün olan kimse.): 81
Feht: Ay ışığı, ay aydınlığı: 1080=81
Gaylem: Kaplumbağanın erkeği. Kul, cariye. Mugaylân ağacı:1080=81
İcaz: Kadın başörtüsü. Başörtü: 81
Medlebe: Çınarlık: 81
Gune: Tarz, gidiş, yol. Sıfat: 81
Lüüme: Öküz: 81-82
Mecbul(e): Yaratılmış. Yaradılışında bir hâl ve sıfat bulunan: 81
Meldug: Zehirli bir hayvan tarafından sokulmuş: 1080=81
Muzmir: Gazâ veya yarış için atını terbiye eden kimse: 1080=81
Muzmir: İçinde saklayan. Gizli tutan. Meydana çıkarmayan: 1080=81
Veda’: Ayrılık. Ayrılışta selâmlamak: 81

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk: (Üstadım: İslâm, bütün yeniliklerin
tohumunu ezelden getirip ebede götüren ve bu tohumun ihtiyarlamaz ve kurumaz
ağacını da dal dal göstermiş bulunan muazzam kâinat muhasebesi… Elverir ki, ağaca ve
dallara tam uygunluk hâlinde, ezelden gelip ebede giden tohumun içinde gizli ağaçlar da
yetiştirilebilsin!): 3081=2082
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082
İmâm: Öne geçmek. Delil ve rehber. Hâkim, reis. Devlet reisi: 82
Abiy: Kısmet, nasib: 82
Binek: Gözbebeği, hadeka: 82
Nail: Muradına eren, ele geçiren. Erişmiş: 82
Müevvil: Rüyâ tabir eden. Başka mânâ veren. Tevil eden: 82
İ’caz: Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak. Mucize derecesinde düzgün ve icazlı
söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek: 82
Nebl: Ok. Ok hazırlamak: 82
Abî: Kurban payı. (Abî: Suda yaşayan ve suda meydana gelen. Çok mavi.): 82
Abide: İbadet eden kadın: 82
Düzine: Oniki parçadan ibaret takım: 82
Emam: Bir şeyin ön tarafı: 82
Firaz: Geniş, vâsi. Irmak ağzı. Sokak ağzı. Elbise: 1081=82
Galan: Çok susayan, çok susamış olan. (Gayn: Susuzluk… Gayn: Bir harfin adı.):
1081=82
Sebk: Bir şeyi eritme. Kalıba dökme. İbrenin tarz ve terkibi: 82

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk: 3081=1083
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082=83
Kübas: Başı büyük erkek. (Üstadım’ın Bahriye Mektebi’ndeki lâkabı “Kaca Kafa”.):
83
Lüzum: Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik:
83
Cemil: Güzel: 83
Siyaha: Suyun akması. Oruç tutmak: 84=1083
Necl: İstihraç etmek, meydana çıkarmak. Çocuk, oğul, evlad. Kuşak, nesil, sülâle.
Atmak. Ayak ucuyla vurmak. Yerden çıkan su: 83
Sebbak: Eritip kalıba döken, eritici: 83
Nabil: Üstad. Ok yapan: 83
Müzik: 83
Fetha: Büyük yüzük. Kaşı olmayan yüzük: 1082=83
Sikec: Başı kızıl olan zehirli bir yılan: 83
İblim: Anber. Bal: 83
Mücadele: Uğraşma. Savaşma: 83
İ’tab: Öldürme, katletme. Helâk etme: 83
Bayi’: Satıcı. Mal satan: 83
Künuz: Hazineler: 83
Yengeç: (Ceyl: Yengeç. İnsan topluluğu, zümre, kavim. Nesil, batın, kuşak… Piç-pa:
Yengeç.): 83
-Zadegân: Asâlet. Tanınmış ve meşhur soydan. Aristokrat: 83
Liban: Süt emzirme: 83
Kasib: Marifet için çalışan. Kazanç sahibi: 83
Ehza’: Ok mahfazası içinde sona kalan ok: 83 (KUMANDAN!!!!!!-H:Y:)
Enbel: En şerefli: 83
Hunke: Tecrübe etmeki denemek, sınamak: 83
Milhe: Güzel kelâm. Lâtif söz: 83
Lecen: Bir şeye musallat olmak, ilişmek: 83
Lemha: Göz atmak. Şimşeğin bir defa çakması: 83
Mülce’: Mecbur olan kişi: 83
Mülha: Siyah ile karışık olan beyaz. Lâtif ve güzel söz: 83
Magma: Yanardağlardan çıkan madde: 1082=83
Mecla: Ayna, mir’at. Çıkma ve görünme yeri. (Kâmil ayna: Allah Sevgilisi.): 83
Hamele: Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar: 83
İfraz: Vazifeye tâyin etmek. Farzedip vermek: 1082=83
Hamle: Hücum etme. Atılış, saldırış. Savlet: 83
Fecc: İki dağ arasındaki geniş yol. Açık yer. Tarik-i vâsi: 83
İgmam: Kederlendirmek. Gökyüzünün bulutlu olması. (Dedi ki: Seni sevindiren, seni
sevinç ve neşe içinde tutan sevgili, seni üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir.
Hep odur, hep ondandır ve ondan feyzlenirsin.): 1082=83
Cüff: İçi boş şey. (Dedi ki: “Büyüklerden biri: Kendimde olan şeylerden boşalıp
kendisini görmek ve bana gelecek olan hâlleri beklemeden, şeyhlerden hiçbirinin huzuruna
çıkmazdım. Zira kim şeyhin huzuruna kendi benlik ve varlığıyla çıksa, şeyhi görmenin ve
onunla oturmanın ve sözünün bereketlerinden mahrum kalır!”) Dimağa işlemiş baş yarığı.
Cemaat, topluluk. Yarısı kesilip kova olmuş olan eski kırba: 83
Vez’: Hapsetmek. Engel olmak. Islah etmek, yerli yerince etmek. Topluluk, cemaat:
83
Plân: 83

Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk: 3081=84
Fica: Birdenbire, ansızın: 84
Mümidd: İmdad eden. Uzatan, uzatıcı: 84
Daiy: Şu kimseye derler ki, bir kişi ona “oğlumdur” demiş olsun: 84
Mellahe: Tuzla: 84
Ahvec: Yılan. Uzun boyunlu: 84
Uhde: Bir işi üzerine alma. Söz verme. Ahidnâme. Bir kimsenin üzerinde olan iş veya
şey. Mesuliyet hududu. Ric’at ve taalluk dairesi. Becerme, yapma. Sorumluluk: 84
Çespide: Lâyık, uygun, yakışır: 84
Memedd: Bir şeyin uzandığı, serildiği yer: 84
Müdlî: Şahid ve delil gösteren: 84
Nacil: Nesli kerim, şerefli olan, soyu temiz: 84
Cayi’: Aç, acıkmış, aç olan: 84
Mecalî: Aynalar. (“Dedi ki”: Hadîs-i Şerifte, “Mümin, müminin aynasıdır”… Allah’ın
isimlerinden biri de “Mümin”… İmân eden kul da mümindir… “Mümin müminin aynasıdır”
demek, “Allah onda, o aynada tecelli etti demektir” demektir… “Dedi ki”: İnsanların en
kâmilleri âlemde kendilerine bir zuhur taleb ederler ve istidatlı salih bir kimse ararlar. Onlar,
İlâhî hilâfetle vasıflandırılmışlardır; zirâ, Allah, gizli bir hazinedir ki, kendinin kendine
zuhuru ile yetinmeyip, aynadan da zuhur istemiştir. Ve o üstadlar ki, dünyada sanatlarını
başkalarından gizli tutmuşlardır, anlatılan sırlardan habersizdirler… Lâkin, söz istidatlı
içindir; yoksa kabiliyetsize bir şey öğretmek, çorak yere tohum saçmaya benzer… “Dedi ki”:
Aynayı temizleyerek dostların yüzüne tutuyor musun ki, kendilerini görsünler?.. Fakat ayna
kirli be kötü tozlarla örtülmüş olursa, dostların önüne tutmuşsun ne çıkar?): 84
Cimam: Kuyu içinde suyun toplanması ve çoğalması: 84
Yabnak: Bulan, bulucu: 84
Yegden: Birden, birdenbire: (Dedi ki: Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç
beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı. Allah’ın tecellileri daima böyledir; yapmacıksız
ve zorlamasız, siz köşenizde boynu bükük otururken görünüverir!): 84
Hamale: Bir mala kefil olma: 84
Hamul: Sabırlı, metanetli, tahammüllü kimse: 84
İhtifa: Gizlenme. Saklanma: 1083=84
Muhavvil: Başka hâle koyan. Değiştiren: 84
Muhvil: Bir yaş tamamlamış: 84
Ledün: İnd kelimesi gibi, mekân ve zaman zarfıdır. (“Dedi ki”: Bir şiir: Hakikat
ehlinin mezhebince, -Bütün sayılar BİR’in içindedir. –Zira sayılar ne kadar çoğalsa, -
Hakikatleri yine birdir… LEDÜN ilmi öyle bir bilgidir ki, yakınlık ehline ancak Allah’ın
talimiyle malûm olur; akla bağlı deliller ve müşahedeler ile değil… Nitekim Kur’ân, Hızır’ı,
Ledün ilmine malik olmakla över. Yakîn ilmiyle Ledün ilmi arasında fark şudur ki, yakîn
ilmi, İlâhî zât ve sıfat nurunu idrakten ibaretken, Ledün ilmi, Allah’tan ilhâm yoluyla mânâlar
kavramak işi… “Dedi ki”: İnsanların idrak edemedikleri hususları, velîler bir YAKAZA
(uyku ile uyanıklık arası) ânında Peygamberlerle buluşup, o hususu idrak edebilirler. İşte bu
paye ve makam, bu yolda yürüyen evliyalar için tesbit edilmiştir. Allah’tan başka hiçbir
hocadan faydalanmadan kendi himmet ve kabiliyetleriyle çalışıp, doğruluk ve bilhassa ilmi
elde eden ve kendilerini insanlık meziyetleriyle süslemiş olanlar, bu makama sahib
olmuşlardır… Bu ilimlerden bir ilim de NEBAT ilmidir. (Ruya: Yerden biten bitki… Rüyâ:
Uykuda görülen misâl âlemi. Düş.) Allah bu ilmi, bu Şeriat’te kendisine Sevgilisi’nin diliyle
ibadet edilmesi için getirmiştir. Bunların aracıları idrak ehli ve yazı çizi âlimleridir. Bu ilimler
LEDÜNNÎ ilimlerdir. Bu, ümmetin Peygamberlerinden çıkan ilimler olmadığı gibi,
Peygamberin vârisi evliyaların da ilmi değildir. Bu ilim indîdir ve insanın şahsiyetiyle alâkası
vardır… Allah’ın emretmediği, ama din ve imânı kuvvetlendiren, hoşnud olduğu işler.): 84

ÜÇÜNCÜ MISRA
Çocukta uçurtmayla göğe çıkmağa gayret: 3649
Mehdî-i muntazır: Gözleyen, bekleyen Mehdî: 1649
Mehdî Şerif: 649
Hatm: Kuş gagası: 649
Dahme: Kabir. Türbe. Donanma geceleri atılan hava fişeği. (Dahm: Cemaatın kuvvetli
olması. Şiddetle defetmek.): 649
Halide: Saplanmış, dürterek bastırılmış: 649
İrtimaz: Remzetme. Iztırab ve acı içinde kıvranma: 649
Itlıhah: Gözden yaş akma, ağlama. (Üstadım’ın “Noktalama”sı: Yaradan, rahmetini
kahrından üstün saydı; -Ne olurdu hâlimiz, gözyaşı olmasaydı?): 649

Çocukta uçurtmayla göğe çıkmağa gayret: 3649=2650
Mehdî Hayran Mirzabeyoğlu: 650
Müstakim: Doğru istikametli. Hilesiz, temiz: 650
Tefelsüf: Filozoflaşmak: 650
İbrahim Kasar: (Veliler Ordusu’ndan: Hicrî Üçüncü ve Dördüncü Asır… Otuz yıl
sefer etti; halkın gönlünde sofilere sevgi ve kabul uyansın diye… Bazı insanların fesadını
düzeltmek için bütün ömrünü ve varını harcadı.): 650
Mazrahî: Ulu, şerefli kimse. Akbaba. (Nesr: Akbaba, kartal. Hamele-i Arş’tan bir
melek. Yarayı deşmek. Güneyde bir parlak yıldız… Nesr: Çoğaltmak, saçmak, yaymak.
Manzum olmayan söz veya yazı.) Her beyaz nesne: 1650
Muhat: Burundan akan sümük. Sümük gibi yapışkan cisim. (Muhat: İhâta olunmuş.
Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.): 650
İhtiram: Hürmet olunmak, tazim olunmak, hürmet, saygı: 650
Mütefellik: Patlayan, infilâk eden: 650
Na’sel: Erkek sırtlan: 650

Çocukta uçurtmayla göğe çıkmağa gayret: 3649: 1651
Amiriyyet: Kumandanlık hâli. Âmir, emredici olmak: 651
Han: Hükümdar. Hakan: 651

Çocukta uçurtmayla göğe çıkmağa gayret: 3649= 652
Mevsuk: Kendisine inanılır olan. Sağlam. Vesikalı. Delile dayanan hakikat: 652
İstiksa: Bir şeyi inceden inceye araştırmak, künhüne varmaya çalışmak: 652
Mütezehhir: Çiçekli, çiçeklenen. Parıldayan: 652
Muhatab: Kendisine hitâb olunan: 652
Muhatıb: Hitâb eden: 652
Mer’iyyat: Gözle görülen şeyler: 652

DÖRDÜNCÜ MISRA
Karıncaya göz atsa “niçin, nasıl?” ve hayret: 1801
Âhir: Biten. Hitam bulan. Sonra gelen. Son. Sonraki. (Esma-i Hüsna’dan “El-Âhir”:
Vücudunun sonrası olmayan.): 801
Gazz: Utancından dolayı önüne bakmak. Hurmanın tomurcuğu. Zerafet sahibi. Yeni
buzağı: 1800=801
Müstagrak: Garkolmuş, dalmış, batmış. Mânevî bir vaziyete dalmış: 1800=801
Şahşah: Sözü doğru olan. Gayretli, bahadır kimse: 1800=801

Karıncaya göz atsa “niçin, nasıl?” ve hayret: 1801=802
Hıra: Mekke civarında bulunan ve Allah Resûlü’ne ilk vahyin geldiği mağaranın ismi:
802
Berh: Balık, semek. Parça, kısım, hisse, nasib. Su birikintisi. Şimşek: 802
Haber: Allah Resûlü’nün sözü. Müsned. Bir isme yakıştırılan sıfat. İlim ve malûmat.
Bilgi. Peyam. Peygam. Yeni havadis. Ağızdan ağza nakledilen söz. Hâriçten insanın fikrine
intikal eden ilim: 802
Bahar: Ağız kokusu. (“Dedi ki”: Kalenderin ağzından Allah kokusunu ara. Eğer bunu
ciddiyetle ararsan, hiç şüphe yok ki sırlarla içli dışlı olursun… “Dedi ki”: İnsanın sözü, onun
kokusudur… Doğruluğun ve aldatıcı yalanın kokusu, misk ve sarımsak gibi nefesle belli
olur.): 802
Perh: Hisse, pay: 802
Hibr: Salih âlim. Sürûr. Ni’met. Mürekkeb. Eser, nişâne: 802
Haşhaş: Afyon. Hazırlıklı. Silâhlı ve zırhlı topluluk: 1801=802
Tanzimat: Islahat. Nizam verme, nizama koymalar: 1801=802
Teberrür: Allah rızasına çalışma: 802
Berter: Daha yüksek, âlâ: 802

BEŞİNCİ MISRA
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür: 1979
Kabz u bast: Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Birini diğeri üzerine tercih etme.
Münkabız bir adama ferahlık ve sürurluk vermek, sevindirmek. Beyân ve ifâde etmek. Uzun
uzun etraflıca anlatmak: 979

Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür: 1979=980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980
“İstikbâl İslâmındır”: 980
Mütera’rı: On yaşını aşmış olan. (Yevmiye: “Bilen”e nisbetle “bilinen”; insan
aksiyonu ve kuşatan… Çözdükçe çözülecek olanı doğuran bilmece gibi; vardıkça varılacak
olan esrardan bahsediyor Üstadım: “Ne kadar büyük esrar… Bir şeyi kuşatıyorsun, hemen
orda başka birşey teşekkül ediyor; sonra ordan geçiyorsun, orda teşekkül ediyor, takılıyorsun
filân… Anlıyorsun değil mi? Allah’ın esrarı… Ben: “Evet efendim… Aklın kabul ettiği yerde
de sıçranılamıyor…” … Üstadım: “Ne güzel… Ruhlarımız ne kadar benziyor! Tasavvufta
maddeye kesafet, ruha letafet derler… Mutlak tevhid mümkün değildir. Zevken idrak
davası…” … Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin hakkında buyurduğunun aynını bana
yöneltiyor: “10 sene önce gelseydin, herşey başka olurdu… Ama kader!”: 980

ALTINCI MISRA
Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür: 2393
İntizam: Tertib, düzen, düzgünlük ve nizâm üzerine olmak: 1392=393
İstinfaz: Dikkatle bakma, inceleme: 1392=393
Kamencer: Yaycı, kavvas: 393

Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür: 2393=1394
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+332=394
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+1302=1394
Münşid: İnşad eden, iyi şiir okuyan. Bir şeyi zâyi edip “var mı?” diye bağıran: 394
Çeşman: Gözler: 394

Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür: 2393=395
Muhammed Mirzabeyoğlu: 1394=395
Kusre: Yakın, karib: 395
Sakre: Güneşin tesirinin çok olması: 395
Şemime: Güzel kokulu şey, râhiya: 395

YEDİNCİ MISRA
Allah diyor ki; “Geçti gazabımı rahmetim!”: 2903
Cezr: Kök, asıl, temel. Kesmek. Kendi misline darbolmakla bir sayı meydana getiren
rakam. Deniz, derya. Arı kovanından bal almak: 903
Sabit: Doğruluğu isbat edilmiş olan. Duran, yerinde durup hareket etmeyen: 903
İzra’: Çok fazla medhetme. Korkutma. Altun arama: 903
Tebaşür: Müjdelemek. Bir işe girişmek: 903
Haşşab: Ağaçtan anlayan. Ağaç satan: 903
İhşa’: Tevazu ile zorlama: 903
İşarat: İşaretler: 903
Kabız: Kabzeden, tutan: 903
Sebat: Kararlı olmak: 903
Teşeccür: Ağaçlanma, ağaçlaşma: 903
Zacc: Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek: 903
Ahşeb: Sert taşlı büyük dağ. Haşin yoğun olan: 903

Allah diyor ki: “Geçti gazabımı rahmetim!”: 2903=1904
İsabet: Ecir, mükâfat. Doldurmak: 904
İsbat: Doğruyu delil göstererek meydana koymak. Sabit ve muhkem kılmak. Delil,
bürhan. Şâhid: 904

Allah diyor ki: “Geçti gazabımı rahmetim!”: 2903=905
Saime Sabir(e) Erdiş: 107+293+506=906=1905
Hırka: 905
Harika: İmkânların üstünde olan şey, hayret uynadıran, hayranlık veren. Büyük ve
görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli: 906=1905
Zerre: Atom. Çok küçük karınca: 905
Şöhret: Ün, şân. Hadîs iminde, meşhur hadîs mânâsında kullanılır. (Şehir: Meşhur. Şân
ve şeref sahibi. Allah Resûlü’nün bir ismi.): 905

SEKİZİNCİ MISRA
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim: 1989
Hâfız: Muhafaza eden. Hıfzeden: 989
Hıfaz: Gayretlilik. Vefalılık: 989
Hızlan: Müflis olmak, iflâs etmek. (Tasavvufta iflâs, nefsin fenaya ermesi, sıyrılıp
kurtulmak.): 989

Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim: 1989=990
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+322=990
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Bir yere buyurmak: 990
Şahs: Kişi, kimse. İnsanın cismanî heyeti. İnsanın uzaktan görülen karaltısı. (Şahıs:
Ölçmek için dikilen ve işaret tutulan nişan. Belirten.): 990
Feyz: Ölmek. (Feyz: Bolluk, bereket. İlim. İrfan. Mübareklik. Şan, şöhret. İhsan, fazıl,
kerem. Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. Bir haberi fâş
etmek. İçindeki düşüncesini izhar etmek.): 990
Nizâm: Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey. İcaba göre yapılan kanun: 991=1990
Nazım: Manzume yazan, düzenleyen. Nizamlayan, nazmeden: 991=1990
Nazzam: En çok nazmedici, en güzel nazmedici, en güzel tanzim eden: 991=1990
Ta’yis: Görmeden bir cismi eliyle aramak: 990
Muza’af: Bir kat daha artmış. Bir o kadar daha çoğalmış: 990
Haşif: Keskin kılıç: 990
Münteşir: Açılmış, yayılmış. Neşredilmiş, basılmış. Duyulmuş: 990
Münzir: Olacak bir şeyi haber vererek korkutmak: 990
Nazm: Kur’ân âyetleri. Şiir. Sıra, tertib: 990
Terfiş: Görmek: 990

DOKUZUNCU MISRA
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın: 3619
Büzürgmeniş: Yüksek fikirli, fikirleri değerli olan: 619
Hayt: İp. Kalın ip. İplik. Bağ. İki şeyi birbirine bağlayan. Dikiş dikmek. Tanyeri
ağarması: 619
Hata: Yarış atlarının sekizincisi: 619
Hıtat: Ülkeler, diyarlar: 619
Tervic: Revaç vermek. Değerini arttırmak. Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli
kılmak: 619

Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın: 3619=2620
Müşrif: Bir hâl almaya yüz tutmuş olan. Yüce yer, yüksek mekân. Yükselen, çıkan.
Etrafı gören, etrafa bakan: 620
Tedvir: Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek. İdare etmek, yönetmek. Daire şekline
sokmak. Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânânın bozulmaması: 620
Hubbazi: Ebegümeci denilen çiçek: 620

Bugün ağla çocuğum yarın ağlayamazsın: 3619=1621
Vesika: Belge, sened: 621
Tevriye: Örtüp gizlemek. Sözünü veya bir haberi izâh etmeyip gizlemek. Birkaç
mânâsı olan bir kelimenin en uzak mânâsını kasdetmek: 621
Terviye: Su verme, sulama, suya kandırma. İyiden iyiye ve derin derin düşünme: 621
Tahya: Karanlık gece: 621
Kanaat: Razı olmak. Kanmak. Fikir sahibi olmak: 621
Hatîb: Güzel, düzgün konuşan: 621
Hak: Toprak. Turab: 621
Kerrat: Kerreler. Defalar: 621
Müstean: Kendisinden yardım beklenen, yardım istenen: 621
Ra’şan: Titreme, titreyiş: 621
Teznuk: Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma: 621

Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın: 3619=622
İmtisas: Emerek çekilmek, emmek, emilmek: 622
İntisaf: Hakkını tam olarak alma. Zaman yarı olma. Vakit yarıyı bulma: 622
Tarziye: Cübbe ve zırh giymek: 622
İstiklâl: Kendi başına olmak, müstakil oluş. Az bulma, kâfi görmeme: 622

ONUNCU MISRA
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın: 2011
Ay: Ayat. (Âyetler. Allah’ın sıfat ve kudreti hakkında görülen deliller. Menziller.
Mekânlar): 11
Bedh: Ansızdan olmak: 11
Deha: Çok akıllılık. Zekiliğin ve anlayışlılığın son derecesi: 11
Hüdüb: Sarık: 11
İhzar: Hazır etme. Hazırlamak. Huzura getirmek: 1010=11
Derhor: Lâyık, münasib, yakışır, seza: 1010=11
Muzlim: Siyah. Bilinmeyen. Meçhul. Karanlık. Zulmetli. Dehşetli: 1010=11
Müstesil: Aldığı emre uyan: 1010=11
Hacc: Şayan-ı tâzim bir şeye teveccüh. Kasdetmek. Delil ile galib gelmek. Bir yere
çok tereddütle varıp gelme. Bir şeyden feragat etme. Hacca gitme: 11
Hüve: O: 11
Yakız: Uyanık: 1010=11
De’da: Her ayın son günü. Şaban’ın son günü. Çok karanlık gece: 11
Casus: Karpuz. (Casus: Hafiye.): 1010=11
Bevç: Azamet, büyüklük, heybet. Gösteriş. İhtişam. Zinet, süs, debdebe: 11

Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın: 2011=1012
Teehhî: Kardeş edinme: 1011=12
-Zad: “Doğma, doğuş, evlâd” mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapılır: 12
Dahh: Yeraltında bir şey gizlemek:12
Hebbe: Vak’a. Zamandan bir asır: 12

Şimdi anladığını yarın anlayamazsın: 2011=13
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013
İcah: Örtü, perde: 13
Müstahdis: Yeni bir şey bulucu: 1012=13

ONBİRİNCİ MISRA
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası: 1864
Hızane: Bir şeyi bir şeye ilâve etmek. Bir şeyi kucağına almak. Hak ve selâhiyeti haiz
olan kimsenin, belirli bir müddet bakmak üzere çocuğunu yanında bulundurması: 864
Hadane: Çocuk beslemek: 864

İnsanlık zincirinin ebediyet halkası: 1864=865
Tehniyet: Tebrik etme, kutlama: 865

ONİKİNCİ MISRA
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası: 1599
Müteattıf: Şefkat eden, bağışlayan, esirgeyen: 599

Çocukların kalbinde işler zaman rakkası: 1599=600
Hı harfi, ebced değeri: (Bu harf, Muhyiddini Arabi’nin tablosunda, “Allah’ın El-
Hakîm” ismine denk gelir ve mertebesi de “Şekil-Suret”… Hakîm: Hikmetle muttasıf olan ve
mevcudatın hakikatine vakıf olan. Hikmet mütehassısı. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız
olan. Hekim, doktor: 78… İbda’: 78.): 600
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde kat’î olarak belirme: 600

TOPLAM
Şiirin bütün beyitlerinin toplamı: 4902+5450+4372+4892+5630+3463=28709=737
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+506=1736=737
Bezle: Ahenk ile okunan şiir. Lâtife: 737
İstiare: Ariyet isteme. Ödünç almak. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir
mânâda kullanmak: 737
Guristan: Mezarlık, türbe. Kabristan: 737
İzhal: Hatırdan çıkarma, unutma: 737
Livaz: Sığınma, iltica etme. Birbirinin arkasına gizlenme: 737

24.04.2008- 68.SAYI

“O”
Levha: (…) Ocak 1998… Güzel olduğunu düşündüğüm bir yerdeyim. Uykuda
olduğumun farkıdayım ve kendimi kontrol edebiliyorum. Yalnızım, yürüyorum; ileride
kalabalık bir insan grubu var, bir şey dinliyor gibiler. Merak edip onların arasına giriyorum.
Bulunduğum kalabalığın ortasında başka bir grub var; yaşlı, uzun sakallı ve ellerinde
baston… Ortalarında ateş yanıyor… Ben orada yok gibiyim, sadece başım var. En ortada iki
kişi; Kumandan’ı hemen tanıyorum. Üzerinde, “Üçışık” kitabının kapağındaki resimde
gördüğüm yelek… Yanındakilere kim olduklarını soruyorum, “sen kim olduklarını bilmiyor
musun? Peygamber Efendimiz ve Mehdî Aleyhisselâm! diyorlar. Yatmadan önce sohbette
dinlediğim husus aklıma geliyor: Kumandan’ın Mehdî olabileceği konuşulmuştu. Peygamber
Efendimiz’i görmenin de sevinci ve şaşkınlığı içindeyim. İkisi arasında sohbet devam ediyor,
dinliyorum. Peygamber Efendimiz, kıvırcık saçlı, uzun sakallı ve saçları omuzlarında.
Kumandan’a hitaben, “Müslümanların çok zulüm gördüklerini ve ezildiklerini, savaşın en
kısa zamanda başlaması gerektiğini” söylüyor ve ekliyor: “Benden her türlü yardımı
göreceksiniz!”… Kumandan, pür dikkat bir şekilde, “zaten emirlerinizi bekliyorduk Efendim;
emriniz başımızın üstüne, en kısa zamanda uygulayacağız!” diyor. İkisinin de kıyafetleri çok
düzgün. Bir ara Peygamber Efendimiz bana dönerek, eliyle beni işaret ediyor ve “bir
misafirimiz var!” buyuruyor. (Uyandım ve bir süre sonra tekrar uyudum.) Önceki rüyânın
hissi içinde, Peygamber Efendimiz’le birlikteyim. Evlerine gidiyoruz, kapıyı Hanım’ı açıyor.
Sözkonusu Hanım, bizim Câmi İmâmı’nın Hanımı. Şaşırıyorum. Onun soğuk bir kadın
olduğunu, nasıl Peygamber Efendimiz’in Hanımı olabileceğini düşünüyorum. Pencereleri
olmayan, yer sedirleri bulunan bir odaya giriyoruz. “Buyrun oturun!” diyorlar. Hanımı’ndan
bir şeyler ikram etmelerini isterken, bana da çekinmemem gerektiğini söylüyorlar. Ben
hemen, bir savaş durumunda masum insanların ve çocukların öleceğini ve buna çok
üzüldüğümü söylüyorum. Efendimiz, eceli gelmeden hiç kimsenin ölmeyeceğini, onların eceli
geldiği için orada bulunacaklarını ve doğrudan Cennet’e gideceklerini söylüyor ve “bundan
güzel bir şey olabilir mi?” diyor. O ânda Efendimiz’in hareketlerinin ve sohbet tavrının
tanıdığım bir insana benzediğini görüyorum. Sonrasını hatırlamıyorum. (Yasemin Soyluk –
Müslüman olmadan önceki adı Verâ Miskov. Adıyaman-Menzil’e bağlı.)

Muhammed: Pek çok, tekrar tekrar övülmüş, methedilmiş mânâsına. (Kâabü’l-
Ahbar: Allah Resûlü’nün Cennetlikler indinde ismi ABDÜLKERİM’dir.
Cehennemlikler indinde ABDÜLCEBBAR… Arş ehlinde ABDÜLHAMÎD… Öbür
melikler indinde ABDÜLMECİD… Nebiler nazarında ABDÜLVEHHAB… Şeytanlar
için ABDÜLKAHHAR… Cinlere göre ABDÜRRAHİM… Dağlarda ABDÜLHALİK,
denizlerde ABDÜLMÜHEYMİN.): 92
Asal: Ahlâk. Karakter. Alâmet, işaret, belirti: 92
Libs: Kâbeye örtülen örtü: 92
Sabb: Dökmek, akıtmak, boşaltmak. Âşık, tutkun. (İraka: Dökmek, akıtmak.): 92

Levha: … Eylül 1984… Yüksek bir tepeden nur çağlayanı hâlinde sular dökülüyor…
Çağlayandan kana kana içmek için birbirleriyle yarış hâlinde, dilleri göbeklerine sarkmış
mahşeri bir kalabalık… Kumandan, kalabalığın arasından sıyrılıp zirveye çıkıyor… Zirvede
Allah Resûlü… Kumandan, O’nun nurlu şehadet parmağından çağlayıp akan suya dudaklarını
yaklaştırıyor ve kana kana nuru içiyor… Ben, bir ânda vücuduma yüksek gerilimli elektrik
cereyanı verilmiş gibi sarsılıyorum ve savruluyorum. (Mustafa Saka.)

Beşer: Adem. İnsan. (İnsanlık âlemi.): 502
Şirb: İçmek. İçme veya içirme nöbeti: 502
Beşr: Müjdeli haber veren: 502
Mütebennî: Bir kimseyi oğul edinen: 502
Rebrak: Tilki üzümü: 502
Üstam: İnanılır, itimad edilir, emin. Altun veya gümüşten yapılmış üzengi, at eyeri:
502
İkrar: Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Bir
kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek: 502
Zahir: Engin denizler. Taşkın, coşkun. Semiz, tavlı ve bol olan: 1501=502
Belta’: Her hususta feraseti olan: 502
İmtilal: Bir millete karışma: 502
İttisam: Damga ve nişân vurma. Dağlama, süsleme: 502
Müntehiz: Vakit ve fırsatı kaçırmayan: 502
Mütebeyyin: Meydana çıkan, tebeyyün eden: 502
Tesbil: Bir şeyi Allah rızası için vakfetme. Yolcu etme, yola çıkarma. Yol gösterme.
Kesme: 502

Secc: Su akmak: 503
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312=1503
ŞArib: İçen, şürbeden: 503
Şecer(e): Ağaç. Kütük. Sülâle. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel. (“Dedi ki”:
İşân dedikleri onlar, Herat’tan veya Rey’den veya Bağdat’tan olsalar da, aradaki cismanî bağ
ve yakınlık bulunmasa da, yine O’nun –Allah Sevgilisi’nin- soyundan saylılırlar.): 503
Tescil: Sicile geçirme, deftere kaydetme. Sağlamlaştırma: 503
Şerc: Kıç, son. Cem’etmek, toplamak. Birbiri üstüne yığmak. Fırka. Nev. Cins: 503
Müctena: Toplanılmış, devşirilmiş: 503
Tesabî: Aşkını izhar etmek, muhabbetini açığa vurma: 503
Tecyif: Korkma, korkutulma: 503
Tecennün: Cinnet getirme. (Üstadım’dan bir mısra: Aklı yele verip çıldırmadan
geçilmez!): 503
İstilâ: Kaplamak. Yayılmak. Ele geçirmek. İşgal etmek. Meydanın sonuna erişmek.
Basmak. Galebe etmek: 503
İktifa: Kâfi görmek. Yeter bulmak: 503
Bâriş: Yağmur. Sağnak. (Baran): 503
Bistan: Kıymetli bir taş olan mercan: 503

Diae(t): Şehadet parmağı: 476
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+322=476
Müteellih: Allah’ın birliğine inanan: 476
Taabbüd: İbadet etmek: 476
Münafeşe: Hesab görürken iyice araştırıp, bir şeyi terketmemek: 476
Tekevvün: Vücuda gelmek. Meydana geliş. Şekillenmek: 476
Vesatet: Vâsıta olma, araya girme, aracılık: 476
Vestî: Tercüme, şerh: 476
Sebzevat: Yeşil bitkiler, yeşil nebatlar: 476
İttiad: Randevu verme. (Terkin: Belli bir saatte ve yerde buluşma için sözleşme.): 476
Müteehhil: Evlenmiş olan. Ehlileşmiş: 476

DÖRT HALİFE
Levha: 10 Ekim 1985… Bir daire ve üzerinde insan resmi dört işaret… Dört büyük
Halife imişler… Onların, Allah Resûlü’ne nisbetini düşünürken, yine silik resimler hâlinde,
arada gidip gelen meleklerin onları haberleştirdiklerini düşünüyorum… Teması melekler
sağlıyor!

Hulefa-i Raşîdin: 712+565=1277
Evreng: Taht. Koltuk. Şan, şeref, nâm. Akıl, irfan. Zinet, süs. Yakışıklılık: 277
Revasî: Büyük dağlar: 277
Engare: Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış, taslak. Hikâye, efsane, roman, kıssa.
Baştan geçen bir hâdiseyi tekrarlama. Hesab defteri: 277

Hulefa-i Raşîdin: 1277=278
Arvasî: 278
Erbaa: Dört: 278
İbare: Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Paragraf. İbretli ders veren söz:
278
Rec’a: Geri gelme, dönüş. Öldükten sonra diriliş: 278

Melek: Nurdan yaratılmış, fıtratları sâfi, masum mahlûk. Güzel huylu ve güzel
kimse: 90
Mim harfi, Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Mâlik” ismine denk gelir ve sayı değeri: 90
Melik: Mülk ve melekut sahibi. Mutasarrıf. Bir kavmin başı. Mâlik. Padişah. (Esma-i
Hüsna’dan “El-Melik”: Her şeyin hâkimi.): 90
Kümmel: Kâmiller: 90
Acîbe: Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garib, hayret verici: 90
Kelîm: Kelimeler, kelâmlar: 90
Ed’iye: Dualar: 90
Daiye: İnsanı bir şeye candan bağlanmaya sürükleyen iç duygusu. Mücib ve sebeb.
Vakit ve zamanın bir hâleti. Arzu, hırs. Dava. Bahane: 90
Neyl: Meramına eren: 90
Nil: Vesime adı verilen boya otu. Çivit boyası: 90
Nil: Mısır’daki büyük nehrin ismi: 90
Levend: Deniz askeri. Asker. Boylu boslu, yakışıklı kimse: 90
Âdiye: Gaza yolunda seğirten at: 90
Keyyis: Akıllı, anlayışlı, zeki. Zarif: 90
Mülk: Mal. Yer. Bina. Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. İzzet, alamet, şevket. Bir
şeyin dış yüzü. İnsanın sahib ve malik olduğu şey. Akıl sahiblerini tasarruf etmek. Mâlik
olmak: 90
Men: Ben: 90
Men: Şahsa delâlet eder. “O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki?” gibi mânâlara gelir.
İstifham için olur: 90
Helîme: Buğday ve hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkan su. (Allah
Sevgilisi’nin sevdiği bir yemektir.): 90
Hafa’: Yalın ayak yürümek: 90
Lîn: Yumuşaklık ve mülayim olmak. Bu sıfatta “vav” ve “ye” harfleri: 90
Mühimme: Uğraştıran, düşündüren: 90
Tayi’: İtaat eden, boyun eğen kimse. Bir işi kendi isteğiyle yapmak: 90
Vaîd: İyiliğe sevk ve kötülükten kurtarmak için ileride olacak kat’i hâdiseleri haber
vererek kurtarmak: 90
Milî: Kedi. (Sener: Kedi. Ulu kişi.): 90
Cengiz: MOĞOL devletinin kurucusu ve büyük hükümdarı: 90

ALÂMET
Levha: 10 Nisan 1999… İnsanlar bir yere koşturuyorlar, ben ne olduğunu anlamaya
çalışıyorum. Eşim Emel, “Ali Osman, Kumandan’ın kılıcını bulmuş!” diyor. Herkes bir
tepeye koşturuyor ve o tepeden bakıyorlar. Kumandan, elinin tersini beline koymuş, o da
bakıyor. Orası bir mezarlık; herkes mezar taşlarına doğru bakıyor, ben de bakıyorum. Kılıç bir
mucize eseri meydana çıkmış veya gökten düşmüş. Kılıcı görmeye çalışıyorum. Tepeye
çıkınca insanlar sevinçten bağırıyorlar; zaman zaman da “Allah Allah” diye ayakta sesli zikir
yapıyorlar. Sevinçle Kumandan’ı aralarına aldılar; ve içlerinden biri, “artık kurtulduk!” veya
“artık her şey bizim!” diye bağırıyor. Bu kılıç, Kumandan’ın Mehdî oluşunun kesin
alâmetiymiş. Oradaki insanların hareketleri biraz garib. Kumandan onların aralarından
çıkmaya çalışıyor, fakat kimi arkasından çekiştiriyor, kimi önünden itiyor; bir türlü
aralarından çıkamıyor. Elimde bir kılıçla aralarına dalıyorum ve Kumandan’ı onların içinden
çekip alıyorum. Kumanda’ı arkasından itenlerden biri de Şaban Çavdar; onu görünce
şaşırıyorum. Şaban’ın burnu, aynı “Pinokyo”nun burnu gibi uzamış. Elimde kılıç, yüzüm o
insanlara dönük. Kumandan arkamda olduğu hâlde, yanımda iki-üç kişiyle etrafımı kollayarak
o insanlardan Kumandan’ı kurtarıyorum. Birden koşarak İbrahim Tatlı geliyor, onun elinde de
kılıç var. O da bana engel olmak istiyor. Onu atlatıyorum ve hafif bir yokuşu tırmanıyorum.
Nefes nefeseyim ve soluğum hırıltılı çıkıyor. Yerde olan bir şeyi arkama doğru atıp, İbrahim
Tatlı’yı yavaşlatmayı düşünüyorum. Uyuyormuşum ve bunların hepsini rüyâmda
görüyormuşum. O esnada sayıklamışım ve Emel nasıl bir rüyâ gördüğümü anlamış. Uyur
durumdayım; Emel kollarımı sarsarak “biz neredeyiz, biz biz neredeyiz?” diye soruyor.
Herhâlde kızım Betül Zeliha ile kendisini kastediyor. Gözlerim açık, fakat rüyâya konsantre
olmaya çalışarak, uyumak için kendimi zorluyorum. Kumandan’ın şöyle bir sözü varmış:
“Ben rüyâ görürken bütün azalarımı salarım!”… Aklıma işte bu söz geliyor ve ben de
kendimi salmaya çalışıyorum. Emel hâlâ beni sarsmaya devam ediyor. Onun bu hâli
komiğime gidiyor ve gülüyorum… Gülerken uyandım. (Metris Cezaevi- Ali Osman Zor.)

Şahide: Mezar taşı. Kadın şâhid. Dilber, güzel: 315
Kadirî: Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin tarikatine mensub: 315
Keramend: Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste: 315
Rukye: Dua, efsun: 315
Şehiy: İştahlandırıcı. İsteklendiren. İstek uyandıran: 315
Şadî: Sevinçlilik, memnunluk, gönül ferahlığı: 315
Şadî: İlimden ve edebiyattan hissesi olan. Nağme ile şiir okuyan. Mübaşir. Mahkeme
hademesi: 315
Umre: Ziyaret. Hac mevsimi dışında Kâbe’yi ve Mekke ve Medine’deki mukaddes
yerleri ziyaret etmek: 315
Mestur: Satırlanmış. Çizilmiş. Yazılmış: 315
İhaşe: Avı tuzağa düşürebilmek için sürme: 315
Kaburga: 1314=315
Meysere: Ordunun sol cenahı. Sol cenâh. Zenginlik, servet: 315
Şavt: İşin bir kısmı. Bir tur. Sesin gidebildiği mesafe. Atın yelmesi ve sıçraması: 315

Seyf: Kılıç: 150
Alen: Aşikâr, apaçık, meydanda olma: 150
Kadime: Ordunun ileri karakolu: 150
Milis: Orduya yardımcı halk kuvveti: 150
İsa: Dört büyük Peygamberden biri: 150

Seyyaf: Kılıçlı. Kılıç yapan: 151
Mehdî Muhammed: 151
İtminan. Emniyet içinde olmak. Kararlılık: 151
Nümune: Örnek, misâl, misâl olarak gösterilen. Düstur ve misâl alınacak şey: 151
Müsevveme: Talim ve terbiye görmüş, hilkaten tamam at. Nişân edilmiş. Süslü: 151
Temşiyet: Yürütme, ilerleme. Meydana gelmesini kolaylaştırma: 1150=151
Tenasür: Saçılma, serpilme, püskürme: 1151
Naka: Kumdan meydana gelmiş tepe: 151
Nazar: Gözdeğmesi. Mülâhaza. İmrenerek bakma. Kötü bakış. Bir türlü kabul etme.
İltifat. İtibar: 1150=151
Mutbik(a): Genel ve umumi olan. Değişmeyip devam eden. Bütün. Tam. Bir şeyin
etrafını örten, bürüyen: 151
Mealî: Yüksek fikirler. Şerefler. Yükseklikler. Şerefli vazifeler: 151
Âlemî: İnsan. Dünyaya âit: 151
Akis: Tersine dönen. Akseden: 151
Ninan: Balıklar: 151-161
Kıyam: İsyan. Ayakta durmak. Ayağa kalkmak. Ölümden sonra dirilmek. Kıyamet
günü. 151
Muhalefet: 1151
Müteezzi: Cefa gören. İncinen, üzgün. Ezâ duyan: 1151

Kurtubî: Kılıç. Halid bin Velid’in kılıcı: 321
Mirzabeyoğlu: 322=1321
Gusto Müsliman: 101+221=322=1321
Mefharet: Birine şeref veren şey. İftihar edilecek şey: 1320=321
Ferma: Buyurucu. Emredici. Âmir: 321
Paşazâde: Paşa oğlu: 321
Muraî: Riayet eden. Bakıp gözeten: 321
Sereyan: Yayılma, dağılma. Sirayet: 321
-Küşa: “Açan, açıcı” mânâlarına gelerek tamlama yapılır: 321
Kadırga: Buharlı gemilerin icadından önce kullanılan gemilerden biridir: 1320=321
Fazilet: Değer, meziyet, iyilik, ilim ve irfan sahibi: 1320=321
Tezekkür: Unuttuktan sonra hatıra getirmek. Zikretmek. Birkaç kişi toplanıp iş üzerine
konuşma: 1320=321
Eşek: Çok şekk ve şübhe eden. Tereddütte ileri giden: 321
Şakk: Silâhlı kişi. Şekk ve şübhe eden: 321
Iran: Evin uzak olması. Mıh, çivi. Mızrak. Süngü: 321
Kaskas: Yol gösterici. Hızlı giden. Açlık: 321
Er’an: Dağ. Çılgın, deli: 321
Eşk: Gözyaşı: 321

“EMİLECEK ADAMSIN”
Levha: 18 Aralık 1985… Karşımda güleryüzlü bir şekilde büyücü Ufuk… Yatmaya
hazırlanıyor; murakabe yapacakmış… Cezbolmayla ilgili… Benim ayağımda siyah pantolon
var; onun paçasını sıvıyorum ve ayağıma pabuç giyiyorum… Abdulhakîm Arvasî Hazretlerini
kastederek, “yüzünü gördün mü?” diye soruyor… “Evet!” diyorum… Gıbta ve sevgiyle, “sen
emilecek adamsın!” diyor!..

Merd: Emmek. Meshetmek. Silmek. Misvak ağacının yemişi: 244
Merd: İnsan. Kişi. Adam. Erkek. Sözünün eri: 244
Müridd: Suyu çok olan deniz. (Bahr: Deniz. Âlim. Çok bilen.): 244
Lider: Şef. Başkan: 244
Radm: Büyük set. (Raise Sultan Barier.): 244
Cimar: Toplu kabile. Süvari alayı: 244
Mürg-ab: Su kuşu. Kurbağa. Ördek: 1243=244
Laceverd: Lacivert. Koyu mavi renkte bir süs taşı: 244
Demrağ: Çok kırmızı olan: 1244
Remed: Gözün ağrıması, göz kapağı iltihabı: 244
Muragıb: Rağbet eden: 1243=244
Müdekkik: Dikkatli araştıran, tetkik eden: 244
Mürebbib: Çocuğu büluğa erene kadar besleyen: 244
Mürebbeb: Büluğ yaşına kadar beslenip terbiye olunmuş. Güzel kokularla hoş ve lâtif
olmuş: 244
Hall ü fasl: Çözme ve ayırma. Açıklayarak bitirme. Bir meseleyi müsbet bir neticeye
bağlama: 244

Murakabe: Kontrol etmek. İnceleyip vaziyeti anlamak. Teftiş etmek. KENDİNİ
KONTROL ETMEK. İç âlemine bakmak. Gözetmek. Hıfzetmek. Beklemek. Dalarak
kendinden geçmek. (“Dedi ki”: Murakabenin hakikati, beklemektir. Yolun nihayeti de
bu bekleyişin neticesidir. Bu bekleyiş ki, aşk ve muhabbetin galeyanından doğar. Mürid
için biricik yol göstericidir. Kılavuz odur… “Dedi ki”: Hakkı bulmaya âriflerin üç
vasıtası vardır: Murakabe, müşahede ve muhasebe… Murakabe, Hakkı devam ile görür
olmaktan mahlûkları görmez olmak… Müşahede, gaybden gelen feyizlerin kalbe
inmesi… Muhasebe de, erişilen hâlleri, henüz erişilemeyenlere perde ve engel
yapmamak ve bir yerde kalmamak cehdi…):348
Nur Muhammed: 348
İstifaze: Feyz alma, feyz bulma: 1347=348

Mekk: Emmek: 60
Mucîz: İcazet veren, izin veren: 60
Müeyyed: Teyid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış.
Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş: 60

Mass: Emmek. Bir şeyi eme eme içmek: 130
Kul: “De, söyle, bildir” meâlinde emirdir: 130
Ayn: Göz. Pınar, kaynak, çeşme. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin
şereflisi. Diz. Altun. Nazar değme. Casus. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek: 130
Muayede: Bayramlaşmak: 130
Kelef: Yüzdeki benek. Şiddetli sevgi: 130
Nitasî: Anlayışlı, hekim, doktor. (Yevmiye: Ben, sendeki hâlin hem hastası hem
doktoruyum… Bu ara bir şey okuma, biraz dinlen!): 130
Selem: Teslim etmek. Ayıplardan uzak olmak. Selef: 130
Sadis(e): Altıncı: 130
Neks: Aynı hastalığın geri gelmesi: 130
Ney’: Susuzluk. (Gayn: Susuzluk.) Meyletmek: 130
Selil: Netice, semere. Yeni doğmuş erkek çocuk. Büyük, geniş dere: 130
Selm: Barış, sulh. İtaat. Tek kulplu kova: 130
Ass: Her nesnenin aslı, her şeyin esası: 130
Fenn: Hüner. Marifet. San’at. Tecrübe. İlim. Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü. Fizik,
kimya, matematik, biyoloji ilimlerinin umumi ismi. Borçlunun ödeme zamanını uzatma.
Birisini muamelede aldatmak: 130
İhsas: Hissetmek. Hissettirmek. Bulmak. Görmek. Zannetmek. İdrak etmek: 130
Kemi’: Bir döşekte beraber yatılan kişi:130
Kenin: Örtülü, gizli, mahfuz: 130
Kifl: Nazir, benzer. Nasib, ecir. Oturma yeri: 130
Mekyes: Akıllılık ve ferasetle bilinen kimse: 130
Mükemmel: Tamam. Olgun. Noksansız. Kemâl bulmuş: 130
Mümellek: Mülk olarak verilmiş: 130
Mümellik: Mülk olarak veren: 130
Selleme: “Selâm ve selâmet versin, kusur ve ayıptan hâli ve beri eylesin” meâlinde
dua: 130
Süllem: Merdiven, basamak. Derece. Kulak boşluğu: 130
Yen’: Yemişin olgunlaşması: 130
CEM
Levha: 24 Mayıs 1983… Hafif aralık bir göz kapağı… Dikkat edince, tam gelişmemiş
bir kuş yavrusunun yayvan gagası oluyor… Uykuyla uyanıklık arası hâlde ve müthiş bir zevk
istilâsı altında, bir yazı okuyorum: “Kuş gagasının bir ân yoğunluğunda dudağa benzerliği,
cemden işarettir!”… “İşaret”ten sonraki “tir” ekini, ben içimden tamamlıyorum!

Atik: Necib. Hazret-i Ebubekir’in bir namı. Soyu temiz. Esaretten serbest
bırakılmış olan. Genç kız. Kadim. İhtiyar. Eski. Yavru kuş: 580
Aşir: Onda bir. Kur’ân’ın on âyetlik bir parçası. Dost, yardımcı. Koca. Kabile. Sahib.
Toz: 580
Şi’ra: İki yıldızın adı: 580
Arîş: Sundurma, takdim ettirme. Çardak, asma çardağı: 580
Mu’temil: Zorlukları göze alarak tek başına iş görme: 580
İstihsan: Beğenmek, güzel bulmak. Beğenilmek: 580
Tensil: Halâs olmak, kurtulmak: 580
İftihas: Gerçeği ve hakikatini dikkatle araştırma. İçyüzünü iyice tetkik etme. İmtihan
etme, deneme: 580
Mültekî: Kavuşan, buluşan, birleşen: 580
Müstevda’: Emaneti kabul eden: 580
Müteallim: Talebe: 580
Refiş: Ağaç kürek. Dövmek: 580
Şair: Arpa. Kurban devesi: 580
Şeref: Yükseklik, yücelik. Büyüklük. İftihâr, övünme: 580
Şı’ra: Yaldırık adı verilen büyük, nurlu yıldız: 580
Teslif: Takdim etmek. Bir nesnenin fiyatını evvelden vermek: 580
Fatk: Kırma, ayırma. Çatlatma: 580
Fetk: Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma. Şafak sökmesi: 580
Ferş: Yer. Yeryüzü. Döşeme. Döşeyiş. Yaymak. Yayılmak. Döşenmiş şey: 580
Hesmele: Gizli söz: 580
İstinhas: Haberi iyice inceleme: 580
Mesil: Benzer. Misil. Gibi. Eş. Nazır: 580
Mülteka: Kavuşup buluşulucak yer, iki şeyin birleştiği yer. Kavşak: 580
Tasmim: Bir şeyi önceden iyice kararlaştırmak. Muhkem kılmak. İnkâr etmek: 580
Tefennün: Fen öğrenmek. Çok şeyler bilmek. Türlü türlü olmak. Bir fende ihtisas
sahibi olmak: 580
Tenakkul: Bir yerden başka bir yere geçme. Nakletme. Bir makamdan başka bir
makama intikal etme: 580

Nul: Kuş gagası: 86
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332=1085=86
Mevlud: Çocuk. Yeni doğmuş çocuk: 86
Bedi’: 86
Mevlâ: Sahib. Rabb. Efendi. Köleyi azad eden. Şanlı. Şerefli. Malik. Terbiye eden,
mürebbi. Yardımcı. Dost ve komşu. Azâd olan: 86
Levn: Renk, boya. Sıfat, nev’, çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet: 86
Nihal: Fidan, sürgün. Taze, düzgün: 86
Kinâye: Dolayısı ile dokunaklı söz. Maksadı dolayısıyla anlatan: 86
A’yad: Bayramlar: 86
Keyhan: Dünya, arz: 86
Sepidî: Aklık, beyazlık: 86
Arıza: Bir kimseye hürmetle yazılan veya verilen şey, istirhamnâme, hediye: 1085=86
De’lan: Ağır yük getirmiş hayvanın yab yab yürümesi: 86
Dü-gane: İki adet, ikiz: 86
Feda’: Kurban. Uğruna verme, gözden çıkarma: 86
Hümam: Himmetli. Bir işe sıkı sarılıp bitiriveren. Civanmerd. Aslan. Büyük ve
sağlam: 86
İ’zaz: Hürmet etmek. Ağırlamak. İkram etmek. Aziz kılmak. Galib olmak: 86
İad: Korkutmak. Vaidde bulunmak: 86
İncila: Cilâlama. Parlama. Görünme, belli olmak, açılma: 86
Kiyane: Kefalet, kefil olma: 86
Küs’: Tâbi olmak, uymak: 86
Küvs: Göç vakitlerinde çalınan meşhur bir saz: 86
Müdavele: Elden ele gezdirme. Alıp verme, devretme. Fikir verme, konuşma.
Çevirme, döndürme: 86
Vıta’: Razı olma, rıza gösterme, uygun görme: 86
Vuud: Vâidler, vadeler: 86
Yekûn: Toptan, hepsi. Netice. Toplam. Arabça, “olur, oluyor” mânâsına: 86

Hatm: İnsan veya hayvan burnu. Kuş gagası. (Hatm: Hâlis. Saf. Sağlamlaştırma,
muhkemleştirme. Hüküm ve kaza icabettirme… Hatm: Hitâma erdirmek. Bitirmek.
Mühürleme. Mühürlenme. Kur’ânı veya herhangi bir şeyi sonuna kadar okuyup
bitirme.): 649
Mehdî-i Muntazır: 1649
Muhacerat: Hicret etme, göç etme: 649
İrtimaz: Iztırab ve acı içinde kıvranma. Remzetme: 649
Halît: Şerik, ortak. Karışmış: 649
Mütacere: Ticaret yapma. (Cihad): 649
Haytel: Kedi. (Heytal: Tilki.): 649
Müteberriz: Beliren, meydana çıkan: 649
Mütecahir: Yüksek sesle söyleyen. Gizlemeyen. Âşikâre yapan: 649
Müctevir: Komşu olan: 649
Hitler: (Yevmiye: Üstadım, kahramanlık alâkasında hasis nefs hesablarının yeri
olmadığı babında “sonları hesab etmek diye bir şey yoktur” hakikatini ifâde ettikten sonra: Bir
Hitler düşünün siz… İmkânı mı vardı, bir takım hesablar sahibi olsaydı Almanya’ya hâkim
olacağına?.. Ama romantik millet, heyecanın milleti… Çabul inanmanın milleti… Fransız gibi
istihfam işâreti vâzeden bir millet değil, nidâ işaretinden ibaret bir millet… En sonunda ne
oldu? Gördünüz… Başka ne olabilir?.. Allah bilir… Bin tane Hitler çıkabilir, aksi
çıkabilir…): 649

Mınkarî: Gaga biçiminde, gagaya benzer. Gaga ile alâkalı: 401
Menhuş: Yılan, akreb cinsinden bir hayvan tarafından sokulmuş: 401
Keşşaf: Keşfeden. Gizli şeyleri bulup meydana çıkaran. İzci: 401
Nişan: İz, alâmet. İşaret. Yara izi. Hedef. Hatıra için dikilen taş. Taltif için verilen
madalya. Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. Tuğra. Ferman: 401
Muasır: Aynı devirde yaşayan: 401
Mutazallil: Gölgede oturan, gölgelenen. Korunan, muhafaza ve himaye gören:
1400=401
Taht: Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarların makamı: 1400=401
Tanzim: Sıraya koymak. Sıralamak. Düzenlemek. Islah etmek. Manzum ve mensur
olarak yazmak: 1400=401
Teşhis: Şahıslandırma. Şekil ve suret verme. Seçme, ayırma, tanıma. Eşyaya şahsiyet
verme: 1400=401
Ett: Galib olmak: 401
Gatt: Birbirine tâbi olmak. Gizlemek. Üzmek. Suya dalmak: 1400=401
Kusara: İsteğin ve arzunun son derecesi: 401
Mısra’: Kapı kanadı. Bir manzum yazının her bir satırı: 401
Rahşiş: Parlayış: 1400=401

Şefe: Dudak. Kenar. (Şef’: Çift. Kurban bayramı günü. Namazların her iki
rek’atı demektir.): 385
Fıkra: Yazıda bir bahis. Parağraf. Kanun maddelerinden her bir kısım. Kısa haber.
Küçük hikâye. Omurga kemiklerinden her biri. Bend. Kıssa. Gazetelerde çıkan makale: 385
Fırka: Parti. İnsan grubu. Kısım olmak ve ayrılmak. Bölük. Tümen: 385
Ayşe: Dirilik, hayat, yaşayış: 385
Akire: Ses, sadâ, savt: 385
Arakiyye: Yünden yapılan ve bilhassa dervişlerin giydiği külâh: 385
Rasife: Su içinde yapılan sed. Rıhtım: 385
Say’ariyye: Boyunda olan işaret: 385

Dide: Göz, ayn, çeşm. Görmek. Gözcü. Göz bebeği. Göz ucu: 23
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332=1023
Buye: Özleme, hasret: 23
Heyub: Azametli, heybetli, gösterişli: 23

Göz kapağı: 33+214=247
Cebrail: Allah’ın emirlerini Peygamberlere bildiren büyük melek. (Süruş: Cebrail.
Melek: 566… Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566.): 247
Mücerred: Yalnız, tek. Hâlis, saf, karışık olmayan. Kur’ân yazısında noktasız harflerle
yazılı mensur veya manzume: 247
Lezir: Akıllı, zeki: 247
Kerküz: Delil, işaret, alâmet: 247
Bürme: Başörtüsü: 247
Remz: İşaret. İşaretle anlatmak. Güç anlaşılır. Gizli ve kapalı söyleme: 247
Emmare: Emreden. Cebreden: 247
Merz: Toprak, yer. Sınır, hudut: 247
Behrem: Kırmızı gül. Kısa boylu kimse: 247
Medrec(e): Merdiven. Basamaklı yol. Meslek. Tarikat. Dar yol. Dağ yolu: 247
Ermida’: Kül. (Ermed: Kül rengi, gri. Gözü ağrıyan adam… Yevmiye: Efendi
Hazretleri, Taha’ya benzerdi –torunu-, onun gibi hafif toplu. Üzerinde umumiyetle gri renkli
elbise!): 247
Zümer: Grublar, zümreler: 247
Ragame: Toprak: 1246=247

Cem’: Farklı şeyleri bir araya getirmek mânâsına mastar. Cemaat. Toplama:
113=1112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506=1112

CEM’ÜL CEM
Levha: … Aralık 2004… Yağmurcu ile aynı cezaevindeyiz… Sosyal faaliyet için
koğuşlarımızdan çıkarılıyoruz. Kalabalık bir ortam… Sanki bir şarkıcının konseri bekleniyor
gibi. Sonra yağmurcu ile loş bir koridorda bankta yanyana oturmuş, birşeyler konuşuyoruz.
Sadreddin Konevî Hazretlerinin, “Fatiha Sûresi Tefsiri-İcâz’ül-Beyân” isimli eserinden
bahsediyorum. Orada “cem’ül cem” makamının hususiyetleri hakkında epey malûmat
olduğunu, faydalanabileceğini söylüyorum. Üstüne alınmak istemez gibi nazlı bir edâ ile,
“ben o makamda mıyım ki?” dedikten sonra, “evet!” dememi engellemek için eliyle sıkıca
ağzımı kapatıyor. Sonra çocuklarla şakalaşır gibi davrandığı için kurtulmaya çalışıyorum ama,
başaramayınca başımı “evet!” dercesine sallıyorum. Bir yandan da, oradaki duruma espri
bakımından benzer bir fıkraya atıfta bulunurcasına, sağ elimin işaret ve orta parmağıyla
makas jesti yapıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi – Burak Çileli.)

Cem’ül cem: Br defa cem olan kelimenin tekrar bir defa daha cem olması.
Vahdet-i vücuda dalmak. Allah’ta fâni olmak. (Ulular “cem” ve “cem’ül cem”
mevzuunda şöyle demişlerdir: Cem odur ki, onunki onun ve seninki senindir. Cem’in
cem’i ise onunki de senin demek.): 257
Enver: En nurlu, daha nurlu, çok parlak: 257
Remzî: İşarete âit. İşaretle alâkalı: 257
Mavera: Bir şeyin gerisinde veya ötesinde bulunanlar: 257
Mütevazzi: Abdest alan, abdestli: 1256=257
İnare: Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma: 257
İndira’: Su dağılıp yayılma: 257
Mecruh: Yaralı, yaralanmış. Çürütülmüş dava: 257
Merbut: Bağlı. Rabtedilmiş. Mensub. Ekli. Ulaşmış, bitişmiş: 257
Mezir: Zarif kimse. Katı kalbli ve cesur. İşlerinde nüfuzlu olan: 257
Murabata: Düşmanla karşılaşılacak yerde nöbet beklemek. Mülâzemet etmek.
Bağlamak: 257
Mürebbiye: Çocuğun terbiyesiyle meşgul kadın. (Rabb: Besleyen, yetiştiren, terbiye
eden.): 257
Naver: Olabilir, mümkün, kabil: 257
Padergil: Ayağı çukurda. Davranamaz. Sıkıntıda: 257
Revan: Giden, akıcı. Derhal. Ruh, can. Nefs-i natıka. Su gibi akıp giden güzel söz: 257
Unfuvan: Gençliğin ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı. Parlaklık, tazelik: 257
Müracaha: İyilikte üstün gelmek için çalışma: 257

Behme: Cem’ül cem. Buzağı: 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052
Cevcem: Kırmızı gül, verd-i ahmer: 52
Elviye: Sancaklar, bayraklar: 52
Eyyam: Devirler. Günler. Güç, ikitidar, nüfuz: 52
Hatemî: Mühür kazıyan, mühür yapan, mühürle alâkalı: 1051=52
Jile: Yelek: 52
Kila: Saklamak, korumak: 52
Nazır: Taze. Tazeleşen: 1051=52
Zilye: Büyük döşek: 52

Tasabbî: Çocuk tavrı takınma. Çocuklaşma: 502
Tesabî: Aşkını inkâr etmek, muhabbetini açığa vurma: 503=1502
Bistüm: Yirminci: 502
Bişir: Talâkat, güleryüzlülük: 502
Mütebekkim: Konuşurken kekeleyen, tutulup kalan: 502
Zahir: Engin denizler. Taşkın, coşkun. Semiz, tavlı ve bol olan: 1501=502
Bess: İçindekini açığa vurmak. Neşretmek. Ayırmak. Dert, keder. Merak: 502
İmtilâl: Bir millete karışma: 502
İstikak: Bitkilerin sık ve dolaşık olmalarından dolayı birbirlerine karışmaları: 502
Kefaet: Denklik. Beraberlik. Bir şeye yeterlik: 502
Sa’: Çiğ, rutubet, şebnem. Kur’ân alfabesinde dördüncü harfin (ebced değeri 500)
ismi: 502

1.05.2008- 69.SAYI

BİLEZİK
Levha: 7 Aralık 1988… Kolumdaki bileziği andırır kelebçeleri çıkarmam üzerine
annem, üzgün ve sitem eder gibi konuşuyor ve bugüne kadar söylemediği sırrı açıklıyor: “Sen
doğduğun zaman, senin yıldızına sihir ve büyü yapıldı; onun için baban, seni korusun diye
onları yaptırdı!”… Benim yıldızım Sag-ı Takir imiş… Veya “tagir”… Ne demekse?..
Romatizma için kola takılan bakır bilezikleri hatırlıyorum; ve büyüden korunmam için
yapılan bileziği çıkarmış olmanın üzüntüsünü duyacağıma, büyü ile ilgili rüya tâbirlerimin
doğru çıkması sebebiyle mesudum… Ve ben bu hususu Nalân Said’e söylerken, o benim
dosya kâğıtlarımdan yapılma defterimdeki kelime tasniflerinden büyü ile ilgili bir şeye
bakıyor… Ben orada doğru çıkan bazı şeylere dikkati çekmek isterken, o dikkatini kendi
aradığına teksif etmiş… Bu sırada Halil emminin hanımı Feride Figen, belden üstü çıplak,
kucağında yeni doğurduğu çocuğa meme verir gibi bir hâlde, ablamla benim yanıma
geliyor… Ben, onun göğsünün çıplaklığından dolayı oradan uzaklaşıyorum!..

Kelebçe: Yakalanan suçluların iki bileğine birden takılan demir halka. Demir
bilezik: 60
Sin harfi, ebced değeri: 60

Sagg: Meyletmek, yönelmek: 1090
Melik: Mülk ve melekut sahibi. Padişah. Mutasarrıf. Bir kavmin başı. Mâlik: 90
Men: Ben: 90
Men: Şahsa delâlet eder. “O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki?” gibi mânâlara gelir.
İstihfam için olur: 90

Ta’kir: Bir uzvu, organı yararak sinirleri kesme: 780
İzzet Mirzabeyoğlu: 477+1302=1779=780
Münselih: Son gününe yetişmiş. (Üstadım’ın “Noktalama”sı: Ey genç adam yolumu
adım adım bilirsin, -Eve erken gel, beni bulamayabilirsin!): 780
Mahluka: Başkasının olup da benimsenen manzume: 781=1780
Hasîf: İki çeşit renkten meydana gelen. Ak ile kara, alaca renk urgan: 780
Hırs: Altun veya gümüş halka. Takdir, (gusto: Zevk, takdir.), kıyas: 890. (İki halka):
1780
Tasrif: İstediği şekilde idare etmek: 780
Müzeyyel: Zeyli, ilâvesi olan. Altına cevabı yazılıp geri gönderilen tezkere. Eklentisi
olan. (Üstadım’ın “AKINCI GÜÇ KADROSUNA İTHAF: İSLAM’I YENİLEMEK” isimli
yazısı.): 780

Ta’kir: Suyu bulanık etme. (Renk: Bulanık su.): 700
Tefekkür: 700
Sermeşk: Talebenin öğrenmesi için yazılan örnek yazı: 700

Sag-ı Ta’kir: 1090+780=1870
İzk: Ağaç dalı: 870
Sürhî: Kırmızılık, kızıllık. (Firas: Çok fazla kırmızı nesne… Faris: Süvari. –Kaptan-.
Anlayışlı. İran. İranlı.): 870

Sürhî: 8.70=1869
Necip Fazıl Kısakürek – Salih Mirzabeyoğlu: 1417+451=1868=869
Mektubat: Mektublar. Yazılı kâğıtlar: 869

Sag-ı Ta’kir: 1870=871
Hünkâr: Hükümdar: 871

Sivar: BİLEZİK: 267
Muavvezetan: 1267=268
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112=1266=267
Kerempe: Dağın en yüksek yeri, tepesi. Denize doğru uzanan kayalık çıkıntı. Geminin
baş tarafı: 267

Muavvezetan: 1267=268
Nahir: Kesilmiş, boğazlanmış: 268
Hicris: TİLKİ eniği. (Birr: Tilki eniği. Gönül, kalb… Bi’r: Kuyu.): 268
Hasr: Keşfetmek. Yorulmak. (Kesel.): 268
İstihare: Tefe’ül. Sual sorup cevab istemek. Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. Bir
işin hayırlı olup olmayacağı niyetiyle rüyâ görmek üzere yatmak: 1267=268
Pirahen: Gömlek: 268
Hars: Koruma. Muhafaza etmek. “Hıfz” mânâsındadır: 268
Mebruk: Tebrike şayeste kimse: 268
Germabe: Kaplıca, ılıca. Sıcak su hamamı. (Hamim: Sıcak ve kızgın su. Yakın, hısım.
Samimi arkadaş.): 268

Tefe’ül ile sağlaması yapılan: Sihir ve büyü yapıldı mı? Evet… “Mehdî” bahsi ile
ilgili olarak mı? Evet… Doğum gününden kasıt 1981 senesi mi? Hani Üstadım’ın bana ilk
açılışında ve doğum günümü sorduğunda, “benim doğum günüm bugün!” dediğim gün mü?
Evet!

Mukayyed: El ve ayağında zincir, kelebçe bulunan. Bir işe ehemmiyet veren.
Serbest olmayan: 154
Mehdî Muhammed: 154
Ül’üban: Oyuncu, aktör: 154

Ebusuud Efendi’nin beyanlarına göre, Felâk ve Nas Sûreleri’nin nâzil olma sebebi,
Lebid bin A’sam isimli bir Yahudi’nin Resûlullah’a yapmış olduğu sihirdir; çünkü, sağlam
vesikalı bir rivayete göre, Resûlullah’a hizmet eden bir Yahudi çocuğu vasıtasıyla O’nun saç
tellerinden birkaç tel elde ederek kızlarıyla beraber sihreder. Resûlullah bundan müteessir
olarak birkaç gün hasta olur ve hastalığın derecesi günden güne artar. Vücudu zaafa
başlayınca Cebrail Aleyhisselâm gelir ve Yahudi’nin sihir yaptığını ve bunu niçin yaptığını,
Ris denilen kuyuya saç tellerini attığını, onu kuyudan çıkardıktan sonra bu sûreleri okursa
şifâya kavuşacağını haber verir. Resûlullah, Hazret-i Ali, Hazret-i Zübeyr, Hazret-i Talha ve
Hazret-i Ammar’ı gönderir. Onlar, kuyunun suyunu çekerler ve taşın altında 11 düğümlü bir
ip bulup, Allah Resûlü’ne getirirler. O, bu iki sûrede bulunan 11 âyetten herbirini okudukça,
düğümlerden biri çözülür ve şifâ bulurlar. 11. âyet okunduğunda, sihirden tamamen
kurtulurlar.

TEFSİR
Levha: 7 Ağustos 1989… Bursa’daki eski eve benzer bir ev… Annem divanda
uzanmış… Faik de orada… Ben avludayım ve pencereden konuşuyoruz… Annem, “Felâk” ve
“Nas” sûrelerinin kitabını aldıracakmış… “Bende var!” diyorum ve Faik’e içerde dosya
üzerindeki kitabları getirmesini söylüyorum… Yeşil ciltli bir kitabı getiriyor ki, Üstadım’ın
“Son Devrin Din Mazlumları” isimli eseri… Bunu değil öbürlerini getirmesini söylüyorum…
İki kitab; sanki bunlar, benim yazdığım “Felâk” ve “Nas” surelerinin tefsirleri… Onları
anneme vermelerini söylüyorum… Faik parayı uzatırken, bozuk paralardan biri tahta
arasından aşağı düşüyor… O dar yere girince, bodrum gibi… Bir sürü bozuk para
topluyorum… Bir tıkırtı duyunca ürküyorum… Dışarı çıkınca, havanın kararmak üzere
olduğunu görüyorum… İnşaat alanının içindeyim… Orada çalışan biri var… Bana bakıyor!

Yevmiye: Önce 1982 yılında, sonra da Nisan 1983’te söylediğim zırhım ve ilâcım olan
söz; “Yatarken üçer kere Felâk ve Nas Sûrelerini oku, üfle!”… Benim için, hikmeti keramet
çapında tecelli eden sözlerden biri de budur!..

İmâm-ı Rabbanî Hazretleri: Mânâ birliğinin olmayışından şikâyet edip yazmışsın…
Dış dağınıklığının, bâtının tasarrufunda önemli tesiri vardır. Bâtında bir sıkıntı bulursan,
yerinde olur ki; tevbe ve istiğfar ile onu toparlayasın. Eğer sıkıntılı bir durum meydana
gelirse, onu da temcid kelime ile (Lâ havle…) def etmek gerek: “Güç ve kuvvet, Yüce Azim
Allah’ındır!”… Bu vakitlerde MUAVVEZETAN sûrelerini okumak ganimettir. Kalan hâller,
hamd edilmesini icâb ettirir. Daima ve her hâlde Allah’a hamd ve şükürler olsun.

Felâk: Tan zamanı, subh, fecr. İki tepe arasındaki düzlük. Bütün mahlukat.
Suçlunun ayağına vurulan tomruk, falaka. Cehennem: 210
Sun’: İbda. Yapmak. Eser,, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210
Devir: Müddet, zaman. Biri birisini icad etmek. Nakil. Birisinin uhdesinden diğerine
geçirme. Bir şeyi sonuna kadar okuyup bitirmek. Geçmiş dersleri hatırlama. Bir şeyin
çevresinde dolaşma. Dönme. Seyahat. Aktarma. Bir şeyin diğerine teslimi: 210
Zibar: Kitablar. Yazı yazmalar. Kâğıt yaprakları: 210

Nas: İNSANLAR: 111
İns: İNSAN: 111
Sahabî. 111
Zâtî: Zâta mensub. Hususî. Özel: 111

FELAK SÛRESİ
Felak Sûresi, birinci âyet: (Meâli: De ki, sabah aydınlığını yaratan Allah’a
sığınırım.): 1352
Aşina: Arif. Bilgili. Malûmatlı, haberli olan. Mâlik. Yabancı olmayan. Yüzücü: 352
Aşna: Tanıyan, yabancı olmayan. Yüzücü. Yüzme: 352
Kurena: Bir padişahın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler.
Arkadaşlar: 352
Eşna: Yüzücü. Yüzgeç. Kıymeti büyük olan mücevher: 352
Karan: Mekke arzı: 352
Afra’: Ayın 13. gecesi: 352
Akran: Emsal: 352
Meşcuc: Yüzü gözü yaralanmış: 352

Felâk Sûresi, birinci âyet: 1352=353
Nurullah: Allah’ın nuru: 353
Kurban: Allah’ın rızasını kazanmaya sebeb olan şey. Bir maksad uğruna feda olma.
Beylerin ve meliklerin yakınlarından olan kimse: 353
Çeşn: Bayram, id. (Tekrar) Düğün, ziyâfet, şölen: 353
İnşa: Yapma. Vücuda getirme. Terkib etme. Bir şey peyda etme. Güzel yazılmış nesir
hâlinde yazı: 353
İntizar: Adamak, nezretmek: 1352=353
Haşeme: Kol. Kollukçu. Hizmetkâr: 353
Ca’fer: Küçük akarsu, çay: 353
Şeban: Geceler: 353
Berkan: Volkan. Parıldama: 353
Neşşab: Okçu, ok atan: 353
Naşib: Hâfız. Ok sahibi. İçine girip yapışan nesne: 353
Merzuk: İhtiyaçları verilmiş, rızıklanmış. Bahtiyar: 353
Muhafeze: Muhalefet: 1352=353
Necş: Avı yatağından çıkarma. Dağılmış parçaları toplama: 353
Şecen: Dal, budak, kol. Hacet, ihtiyaç. Keder, hüzün: 353
Şenec: Derinin buruşması: 353

Felâk Sûresi, ikinci âyet: (Meâli: Yarattıklarının şerrinden.): 1361
İmran: Hazret-i Meryem’in babası: 361
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1302=1361
Nevşe: Genç hükümdar. Yeni damat: 361
Neşve: Sevinç, keyif. Büyümek ve yetişmek. Koklamak Rayiha. Bir şeyi tekrarlamak.
Mest ve sarhoş olmak. İyice duyup vakıf olmak: 361
Kurune: Nefis: 361
Naşî: Neş’et eden, yeniden vücuda gelen, yetişen, yetişmiş. Delil, dolayı.
GECELEYİN MEYDANA GELİP ZÂHİR OLAN ŞEY. Yetişmiş oğlan veya kız: 361
Tazallül: Gölgelenme, gölge altına girme: 1360=361
Arras: Gürleyen. Şimşekli: 361
İntırak: Gürleme. Patlama: 361
Taz’if: İki kat, kat kat etmek. Çoğaltmak: 1360=361
Umran: İmar ile şenlendirilmiş olan. Bayındırlaşmak. Medenilik. Saadet: 361
Yenarık: YASSI BİLEZİK: 361
Miyanser: Kıymetli taşlarla süslü bir cins taç: 361
İşlek: Çok işler, fazlaca işlenen. Tecrübeli, idmanlı, alışık: 361

Felâk Sûresi, ikinci âyet: 1361=362
Mehdî Mirzabeyoğlu: 1361=362
A’sar: Asırlar. Yüzyıllar: 362

Felâk Sûresi, üçüncü âyet: (Meâli: Çöküp etrafı kapladığı zaman karanlığın
şerrinden . –Ufalan ayın şerrinden-): 2567
İsnevî: İki ile alâkalı. Pazrtesi ile alâkalı. (Bütün büyük oluşların gerçeklendiği gün.)
Her Pazartesi oruç tutan kimse: 567
Üsrüş: Güzel ses: 567
Muavenet: Yardımcılık. Yardım: 567
Müntezi’: Yerinden çekip koparan. Bir şeyi söken: 567
Tenzik: At, ayaklarını yukarı kaldırmak: 567

Felâk Sûresi, üçüncü âyet: 2567=1568
Rum Sûresi, 7. âyet: (Meâli: Bir dış yüzünü bilirler dünya hayatından, ahirettense
gafildirler.): 3565=568
Mehdî Erdiş: 62+506=568
İstizhar: Dayanmak. Güvenmek. Arka vermek. Yardım istemek. Zahir istemek.
Ezberlemek. Aşikâr etmek: 1567=568
Mütehassis: İnsan sözüne kulak verip dinleyen. Hayırlı işlere dair haberlere dikkat
edip araştıran. Çok duygulu, duygulanmış, hisli: 568
Maslahat: İş, mesele. Sulh yolu. Fayda, maksad, keyfiyet: 568
Serpuş: Sarık, takke, külâh: 568
Tenkih: Bir şeyin hakikatine ermek. Bir şeyin gereksiz kısımlarını çıkarmak.
Temizlemek: 568
Müstahkem: Sağlamlaştırılmış, istihkâm edilmiş: 568
Mütehassıl: Husule gelen, meydana gelen: 568

Felâk Sûresi, üçüncü âyet: 2567=569
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1569
Taktin: Filiz sürme: 569
Tantik: Bir kimsenin beline kuşak bağlama: 569
Tenkit: Noktalamak. Yazıda nokta, virgül işaretleri koymak: 569
Ta’tif: Şefkat uyandırmak: 569

Felâk Sûresi, dördüncü âyet: (Meâli: Düğümlere üfleyenlerin –kadınların-
şerrinden.): 1954
İnkıbaz: Büzülme. Çekilip toplanma. Sıkıntı. Gamlı olmak. Kabızlık. Tutukluk: 954
İnşihab: Fışkırma: 954
Hadernak: Örümcek: 954
Mahzur: Hazer edilecek şey. Özür. Korkulacak şey. Müsaade olmayan. Mâni: 954
Dıfda’: Kurbağa: 954

Felâk Sûresi, dördüncü âyet: 1954=955
İfrat hâlde tecrit: 956=1955
Mütamettia: Kâr eden, kazanan: 955
Huşne: Haşinlik: 955

Felâk Sûresi, beşinci âyet: (Meâli: Ve hasedçinin haset ettiği zamanki şerrinden.):
1443
Âl-i beyt: Peygamber sülâlesinden gelenler. Âl-i Resûl. Âl-i Muhammed. Ehl-i Beyt:
443
İhtitam: Hitam bulma, son bulma: 1442=443
Eyalet: Valilerin idareleri altında olan memleketler, vilâyetler: 443
Tecelli: Görünme. Bilinme. Kader. Allah’ın lütfuna uğrama: 443
Cümmet: Suyun biriktiği yer: 443
İt’am: İkiz doğurma: 443
Müraza(t): Rızalaşmak, razı olmak: 1442=443
TOPLAM
Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 62+293+322=677
TELEGRAM: 1676=677

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=7678
Teshir: Büyüleme: 678
Tahris: Kendisini hıfzetmek: 678

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerini toplamı: 8677=6679
Tastir: Yazı yazma: 679
Hud’a: Hile, oyun. Aldatma. Düzen. Mekir. Bir kere aldanmak. Herkese aldanan.
(Huda: Rabb. Sâhib. Allah. Hâlık.): 679

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=5680
Teysir: Kolaylaştırma, kolaylaştırılma: 680
Nikter: Çok beğenilmiş, çok iyi: 680
Muhalla: Tahliye olunmuş. Boşaltılmış. Serbest bırakılmış: 680
Muhayyel: Tahayyül edilmiş. Zihnen tasarlanmış: 680

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=4681
Fürat: Fırat nehri. Tatlı su: 681
Müteemmir: Amirlik yapan kişi. Emreden kimse: 681
Gaşemşem: Şecaatinden kimseye baş eğmeyen. Medhi istediği gibi yapamamak:
1680=681
Sakalan: Nüfuz eden, sözünü dinletip geçiren: 681
Sakif: Nüfuz eden, sözünü dinletip geçiren: 681

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=3682
İrtikas: Bir hâdiseye yakalanmak. Başaşağı olmak: 682
İktisas: Birinin izinden, ardından gitmek. Kısas istemek. İntikam almak. Kıssa. Bir
haberi doğruca söylemek: 682
İstinsaf: Alacağını alma. Hakkını tamamen alma, ödeşme. (Yevmiye: Ben hakkımı
alırım…): 682
Ta’rib: Bir kimseden söz nakletme: 682
Ta’bir: İfâde, anlatma. Söz. Mânâsı olan söz. RÜYA YORMA: 682
Terbi’: Dörde bölme. Dört köşe etme: 682
Bih-ken: Kökünden çıkaran, kökünden söken: 682
Hafa: Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık: 682

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=2683
Salih İzzet Erdiş: 691+477+515=1683
Halenc: Ağaç, şecer: 683
Habnadide: Büluğa ermemiş çocuk: 683
Erbaiyyet: Dört olmak: 683
Mütercim: Tercüme eden, bir dilden başka bir dile çeviren. Anlatan, anlaşılmayan bir
mânâyı açıklayan: 683
Mütercem: Tercüme olunmuş. Bir lisândan başka bir dile çevrilmiş: 683
İgtifar: Mağfiret olunma. Şüyu’ bulma: 1682=683
Cahf: Övünme, fahr. Şeref: 683

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=1684
Salih İzzet Erdiş: 1683=684
Mahluce: Reyi ve fikri doğru olan: 684
Müteremmid: Yanıp kül olmuş: 684
Defter: Yunanca “iki kanatlı” mânâsına gelen bir kelimeden alınmıştır. Pusula. Liste:
684
Tedri’: Zırh giydirme: 684

Felâk Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 8677=685
Muhayyile: Kuvve-i hayaliyye: 685
Fitre: İmtihan. Belâ, musibet: 685
Nahle: Bir tek fidan. Tek hurma fidanı: 685
Mahile: Düşünmeye sebebiyet veren işâret, alâmet: 685
Hamile: Döşek çarşafı. Sıklığından dolayı birbirine girmiş olan ağaçlar. Ağaç ve ot
bitmiş kumlu yer: 685

NAS SÛRESİ
Nas Sûresi, birinci âyet: (Meâli: De ki, insanların Rabbine sığınırım.): 1253
Darbum: ESKİŞEHİR’in Bizanslılar zamanındaki ismi: 253
Rubban: Kaptan: 253
Mirtac: Kapı kilidi. Dar yol: 253
Müreddede: İhtimâller arasında bırakılan, tereddüt içinde bulunan: 253
Mücir: Himaye eden. İmdada yetişen. İmdad isteyen: 253
Necr: Renk. Halâs, kurtuluş. Asıl. Şiddetli sevk. Ağaç yontmak. (Necb: Ağaç kabuğu
soymak.): 253
Mahvar: Ay gibi: 253
Kirbal: Kalbur: 253
Mir-ab: Bir şehrin su işlerine bakan: 253
Muttarid: Muntazam devam eden. Bir küllî kaideye mümasil ve muvafık olan. Sıralı.
Düzgün: 253

Nas Sûresi, birinci âyet: 1253=254
Mürid: İrade eden, isteyen. Tarikata girmiş olan: 254
Müdîr: İdare eden. Çeviren, bakan. İdareden anlayan. İdare memuru: 254
Mihver: Merkez: 254
Bârân: Yağmur. Rahmet: 254

Nas Sûresi, ikinci âyet: (Meâli: İnsanlara hükmedene –sahibine-): 232
Kebîr: Büyük, âlî, yüce. (Esma-î Hüsna’dan, El-Kebir: Büyük.): 232
Küvvare: Arı kovanı: 232
Kivare: Petek: 232
İn’isan: Emin ve muhafazalı bulunma: 232
Gevare: Beşik: 232
Mevkuf: Durdurulan. Vakfedilen. Daimi bir hâlde bırakılan. Tevkif edilen. Ait, bağlı:
232

Nas Sûresi, üçüncü âyet: (Meâli: İnsanların Allah’ına.): 178
Hace Ubeydullah Ahrar: (Hacegân yolunun 19.büyüğü.): 178
Makbul: Kabul olunan, beğenilen. Sevablı: 178
Mümahhas: Tecrübe ve imtihan edilmiş. Denenmiş: 178
Fahs: Bir şeyin içyüzünü araştırma, aslını tetkik etme. Bahsetmek: 178
Mukabele: Karşılık, karşılamak. Mücadele. Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş,
karşılıklı yapılan okuma. Yüzyüze olmak: 178
Mülhak: İlhak olunmuş. Zam ve ilave olunmuş, eklenmiş: 178

Nas Sûresi, dördüncü âyet: (Meâli: Sinsi vesveseler verenin şerrinden.): 1496
Mütevekkil: Tevekkül eden. Allah’a güvenen: 1496
Melekut: Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münasib ruhu, canı, hakikati. Bir
şeyin içyüzü. HÜKÜMDARLIK. Saltanat. Ruhlar âlemi: 496
Tevessül: Allah’a yaklaştıracak amel işlemek. Sarılmak. Baş vurmak. İnanmak. Sebeb
tutmak: 496
Sut: Yolda ve sahrada işaret için konulan taş: 496
Teveffî: Bütününü aldırma. Ölme: 496
Telvin: Renk verme. Boyama. Boyanma: 496
Menkuş: Nakşolunmuş. İşlenmiş. Boya ile süslenmiş: 496
-Yafte: “Bulunmuş, bulmuş, bulunan” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır:
496

Nas Sûresi, dördüncü âyet: 1496=497
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1496=497
İmtihan: Hor ve zelil kılmak: 497
Konferans: 497

Nas Sûresi, beşinci âyet: (Meâli: Ki insanların kalbine vehim sokar.): 1415
Teeyyüd: Teyid olunma. Kuvvetlenmek: 415
Tahaccüc: Hüccetleşmek: 415
Derarî: Parlak yıldızlar. Renkli şeyler: 415
Hüzzet: Boyun: 415
Devdat: Çocukların oyun oynadıkları yer: 415
Şem’a: Işık, çıra. Nur: 415
Hicabat: Perdeler. Tılsımlar: 415
İhticab: Doğumun fazla uzaması. Örtünme. Saklanma. Perdelenme: 415

Nas Sûresi, beşinci âyet: 1415=416
Tayih: Hayran kimse: 416
Hevte: Suya gidecek yol.(Şeriat): 416
Hey’et: Şekil, suret, görünüş. Birlik teşkil eden şahısların mecmuu. Gök ve yıldız ilmi.
Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet: 416
Şevkî: Neşe ve şevk ile alâkalı: 416
Tecevvüz: Sözü mecaz olarak söylemek: 416
Meşmul: Kaplanmış, şümullenmiş, etrafı çevrilmiş. Bir şeyin içinde bulunan: 416
Tahtiye: Hataya düşürmek: 1415=416

Nas Sûresi, altıncı âyet: (Meâli: Cinden olsun insandan olsun –bunların
şerrinden- Allah’a sığınırım.): 722
Hastahâne: 1721=722
Zekâ: Çabuk anlama ve bilme kabiliyeti. Ateşin alevlenmesi. Güzel koku alma: 722
İhlâs: Samimi, riyasız, içten: 722
Serbest: İstediği gibi hareket edebilen. Kayıtsız. Sıkılmayan. Engelsiz: 722
Beştek: Zarf: 722
İfham: Ulu etmek, yüceltmek: 722
Tahşid: Yığma. Toplama. Biriktirme. Bir mevzu hakkında çok izâh ve konuşmalar:
722
Teşebbük: Ağ şeklini alma: 722

TOPLAM
Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296
Resûl: Peygamber. Haberci. Elçi: 296
Suver: Suretler. Boynuz: 296

Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296=4297
Engürek: Gözbebeği: 297
Muran: Karıncalar: 297
Roman: 297
Berhemen: Hakîm. Efsun okuyucu: 297
Ashar: Evlenme neticesinde akraba olan erkekler: 297
İrhas: Hayırlı işler yapmak. Israr etmek. Duvar yapmak. Sağlam şey: 297
Rumeli: (Anadolu): 297
Pırlanta: Foyasız parlak elmas: 297
Tefviz: Birisine bırakma. Sipariş ve ihale etme: 1296=297

Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296=3298
Harfî: Harfe âit. Sahibi tanıtmak için olan. Başkasının mânâsı için yazılan: 298
Sarh: Büyük köşk, yüksek yapı: 298

Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296=2299
Tarif: Az bulunur, nadir şey: 299
Fıtrî: Doğuştan, yaratılıştan: 299
Hurman: Kırmızılar. (Firas: Çok fazla kırmızı… Firaset: Zihin bulanıklığı.): 299

Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296=1300
Fikr: Düşünce. Akıl. Rey, istek: 300

Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296=301
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı.)= 302 =1301
Derviş Muhammed. (Noktasız.):302=1301
Sagır: Büluğa ermemiş çocuk: 1300=301
Uhuz: Göz ağrısı: 1301
Uhz: Sihir, efsun: 1301
Arık: Uykusuz olma hâli: 301
Esmer: Siyaha, karaya çalan kumral renk: 301
Semar: Duru süt: 301
Ahz: Alma. Tutma. Kabul etme. İşkence etme: 301
Miran: Beyler: 301
Kar: Zift, kara boya. Kara büyük taş. Kara taşlı yer. Deve. Ses çıkmasın diye ayağın
kenarıyla yürümek: 301
Kar’: Okumak, kıraat. Cem etmek, toplamak: 301
Mührbend: Mühürlü: 301
Ressam: Resim yapan: 301
Samir: Gece toplantıları: 301
Serma: Kış. Soğuk: 301

FELAK ve NAS sûrelerinin toplamı: 8677+5296=13973
Azrec: Vâhid, tek. Seri, hafif nesne: 973

Felâk ve Nas Sûrelerinin toplamı: 13973=986
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+322=987=1986

Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 987
Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Üçışık: 166+450+542+829=1987

MUAVVEZETAN VE LÂ HAVLE…
Levha: 28 Ekim 1984… Gayet temiz ve eski yazıyla yazılmış bir yazı… Üstadım, o
yazıyla birlikte ve ona dair, “ben eskiden ilmî çalışma yapmak, Songar’ı tetkik etmek için…
Ama şimdi lüzum kalmadı!” diyor… Lüzum kalmaması, gayesine ermişliğinden ve
ihtiyaçsızlığından… Burada içime LÂM harfi doğuyor… Sonra Üstadım’la sarmaş dolaş
yatıyorum… Sırtımda bir adam, boğazımı sıkıyor… Adamın kolunu ısırıyorum… Üstadım’ın
çenesini de… O adam boynumu tekrar sıkınca, tekrar ısırıyorum ve rahatlıyorum… Ve
Üstadım’a kendimden emin bir şekilde, adam boğazımı sıkarken tekrarladığım “Lâ havle…”
hakkında, “Lâ hâvle ile her murad olur!” diyorum!

Yevmiye: Gönüldaş Yayınları’nı kapatıyoruz… Yerini devrediyoruz… Çek
alıyoruz… Üstadım bu bahis üzerinde:
-“Sizin çek meseleniz ne oldu?”
-“Hüsnüniyet meselesi efendim!”
-“Nasıl hüsnüniyet meselesi, daha vakti gelmedi mi?”
-“Gelmedi de…”
Herkesin farkında olmadan ve üzerinde durmadan gerçekleştiriverdiği basitleri,
üzerinde durduğum için gerçekleştirememem ve bir zaman neredeyse bakkaldan bir ekmek
almamı bile güçleştiren, aracılara sahte vücut veren hâlimden bir iz, bir nişân, bir misâl… Her
ân, en küçük hareketlerimizin bile olmaması için sonsuz sebeb varken olabilmesine şaşmadan,
zaten öyle olması şartı varmış gibi ve belki de bu yüzden, nefs emniyeti ve tabiîlik içinde
yaşıyoruz. Nefes almak bile ne?.. Ağzımdan çıkan bir takım seslerin mânâyı karşı tarafın ruh
yuvasındaki mutabakat olarak bulması, iki insanın en basit mânâda bile anlaşabilmesi ne?..
İşte, topyekün hayatı durdurabilecek bir basitin ukdesi:
- “Efendim, bakkala gidiyoruz ve adama parayı vererek tabiî olarak yapması gereken
şeyi bekliyoruz. Adam parayı kasaya atıp hiçbir şey yokmuş gibi “ne istiyorsun?” dese, parayı
verdiğimizi isbat edemeyiz!”
-“Aaa!.. Tabiî, tabiî.. Ben hep söylerim zaten, “kesin bir şey yok!” diye… Demek
sende de oluyor… Berber traş ederken hep huylanırdım; eli bir kaysa, ustura gırtlağımı
kesecek… Bende hep vehimdi bu… Şah-ı Nakşibend hazretlerinin hep devam ettiği ölçü:
“ALLAH’TAN BAŞKA DAVRANIŞ-KUVVET SAHİBİ YOKTUR!”… Nakşîlik, bütün ruh
inceliklerini toplayan yol… Çok güzel bir söz söylemiştin, “ayakta duruşuma hayret
ediyorum!” diye… Ben öyle kuru sıkı pohpoha bakmam, bir söz fetheder beni!”

Lâ havle……: 910
Tetfül: Tilki eniği: 910
Fazl: Olgunluk. Kerem, ihsan, ilim marifet, inayet. Artmak. Bir şeyden bakiye kalmak:
910
Şeyh: Tarikatte müridlerin reisi. Kabile reisi. Yaşlı adam: 910
Müteaşşık: Aşık olan, çok seven: 910
İhtişar: Büyük kafalı olma. Toplama, cem olma: 910
Şadihe: Alından buruna kadar olan beyazlık: 910
Tecasü: Diz çökmek: 910
Takrir: İyi ifade etmek. Bildirmek. Ağızdan anlatmak. Yerleştirmek. Kararlaştırmak.
Yerini belirtmek. Resmi olarak yazıyla belirtmek. Siyasî nota: 910
Teşkik: İkiye ayırmak: 910
Zera: Gölgelik, perdelik: 910

Lâ havle……: 910=1909
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1908=909
Cüzur: KÖKLER: 909
Bimarhâne: Akıl hastanesi: 909

Son Devr(in) Din Mazlumları: 1736=737
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+506=1736=737
Üstad’ın “Çocuk” isimli şiirinin bütün mısralarının toplamı: 28709=737

Son Devrin Din Mazlumları: 116+270+64+1256=1706
Fikir kahramanı: 706

08.05.2008- 70.SAYI

TEFE’ÜL
(Bu esere İNSAN ismi verilmesiyle ilgili olarak yapılan tefe’ül’de tevafuk eden
âyetlerin meâlleri.)
Nahl Sûresi, 103. âyet: And olsun ki, “Mu……d’e elbette biri öğretiyor” dediklerini
biliyoruz. Kasd ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kur’ân ise fasih Arabça’dır.
Nahl Sûresi, 111. âyet: O gün, herkesin kendi derdine düşüp çabalayacağı ve herkesin
işlediğinin haksızlığa uğratılmadan kendisine ödeneceği bir gündür.
M……D Sûresi, 20-21. âyet: İnananlar, “keşki bir sûre indirilse de cihâda çıksak”
derlerdi. Fakat kesin mânâlı bir sûre inip, orada cihâd zikredilince, kalblerinde hastalık
olanların, ölüm korkusuyla bayılmış kimselerin bakışları gibi sana baktıklarını gördün. Oysa
onlara itâat etmek ve uygun olanı söylemek yaraşırdı. İş ciddileşince Allah’a verdikleri and’a
doğruluk gösterselerdi, onların iyiliğine olurdu.
M……D Sûresi, 30.âyet: Eğer dileseydik, biz onları sana gösterirdik, sonra onları
yüzlerinden tanırdın. And olsun ki sen, onları konuşmalarından da tanırsın; Allah işlerinizi
bilir.
Yusuf Sûresi, 64. âyet: “Daha önce kardeşini size emanet ettiğim gibi, şimdi onu
emanet eder miyim? Ama Allah en iyi koruyandır, o merhametlilerin merhametlisidir” dedi.
Yusuf Sûresi, 70. âyet: Yusuf onların yüklerini yükletirken, (kardeşini yanında
alıkoymak için) bir su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra bir münadi şöyle bağırdı:
“Ey kervancılar, siz hırsızsınız!”

FATİHA
Levha: (….) 1999… Mescid-i Haram’ın içinde, Kâbe’nin hemen önündeyiz. Kâbe’nin
iki İmamı karşımızda. Kumandanımız’ı, Ali Osman ağabeyi, Edhem Köylü ve Ömer Kama
ağabeyleri hemen seçebiliyorum. En önde ve Kumandanımız’ın hemen yanındalar. Metris
Cezaevi taifesinin hepsi orada ve bizden başka kimse yok. Daha önce dinlediğim bir kasetteki
gibi, İmâm Fatiha Sûresini okumaya başlıyor ve o ân içimden “acaba yine boğazı
düğümlenecek mi?” diye geçerken, yine o âyette boğazı düğümleniyor, hıçkırıyor ,
okuyamıyor. İkinci denemede yine aynı şey. Üçüncüde tam boğazı düğümlenirken, Ali
Osman ağabey birkaç adım öne çıkıp takıldığı yeri söyledikten sonra, İmâm rahatlıkla
tamamlıyor. (Metris Cezaev- Zeynel Abidin Danalıoğlu.)

Fatiha: Bir şeyin başlangıcı, ibtidası. Başlamak. Karar vermek. Kur’ân’ın birinci
sûresi: 494
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1302=1493=494
Levzetan: Bademcikler: 494

Fatiha: 494=1493
İfrat hâlde tecrit (noktalı harfler.): 493

BÜTÜN FİKRİN GEREKLİLİĞİ


Levha: 11 Ekim 1988… Babam Muammer Erdiş’e fikrî bir şey anlatıyorum ve
muhtemel muhalefetini peşinen kırmak ister bir şekilde, “yâni iş, dönüp dolaşıp BÜTÜN
FİKRİN GEREKLİLİĞİ davasına çıkıyor; bunu anlıyor musunuz?” diyorum… Babam,
beklemediğim bir uysallık ve tâbiiyet ile ve güleryüzlü bir şekilde cevab veriyor: “Tabiî
oğlum! Bu baban öyle bir Rum ki! Hep bunu anlatıyorum!”… Hep Bütün Fikrin
Gerekliliği’ni anlatıyormuş!

Şerif Muammer Erdiş: (Tâbir ve tefe’ülde Üstadım.): 1450=451
Seyyid Mahmud Hayranî: (Mevlâna Hazretlerinin çağdaşı ve Türbesi Akşehir’de olan
veli.): 451
Salih Mirzabeyoğlu: 451

Şerif Muammer Erdiş: 1450
Ahmed-i Farukî (İmam-ı Rabbanî): 450
Abdülhakîm. (Büyük ebcedle.): 450

Şerif Muammer Erdiş: 595+350+506=1441
Kısakürek: (Rüyâdaki Rumî’nin tâbirde Üstadım olduğu, tefe’ülle de sabit. Bu merkez
etrafınta tâbir.): 441
Tevalüd: Doğma, doğurma: 441
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441

Rumî: Rumeli’den olan. Anadolu’dan olan. Rumla ilgili. (Rumeli, Anadolu’nun
Bizanslılar zamanındaki ismi. Buna göre, Anadolu’dan olan, Anadolu ile, ilgili,
Anadolulu.): 256
Mutrız: İşaret ve damga koyan. Alem yapan: 256
Nur: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Işık. Her çeşit zulmetin zıddı: 256

Takdir: Kıymet vermek. Kader. Düşünmek. Öyle saymak: 714
Müstedîr: Daire şeklinde olan. Deyirmi: 714
Tasre: Süt koyu olmak: 714
Teşbib: Saç ve sakal ağarma. Ateş yakma. Kasidede sevilenden bahsetme: 714
Teşeyyüd: Yükseltme. Sağlamlaştırma: 714
İhtişad: Toplanmak, birikmek, yığılmak: 714
Temedru: Ferace ve kaftan giymek. Çarşaf giymek: 714
Mütederri’: Zırh giyen, zırhlanan: 714
Müracaat: Başvurmak. Geri dönmek. Mütalâa istemek, danışmak: 714

GÖKYÜZÜNDEN SARKAN İP
Levha: Şubat-Mart 2008… Yüksek bir yerdeyiz. Gökyüzünden sarkan bir ip var ve
insanlar ona sarılıp yukarı çıkıyorlar. İlk önce annem Sema Koç ipe sarılıp yukarı doğru
çıkıyor. Merak ediyorum ve arkamdaki kadına “biz nereye doğru gidiyoruz?” diye soruyorum.
Kadın, “Salih Mirzabeyoğlu’na gidiyoruz!” diyor. İçimden, “acaba oğlum Yakub’un
Kumandan’ı Mirzabeyoğlu’nu mu kastetti?” diye düşünüyorum. Birden arkamda girdab
şeklinde kalabalık, Kâbe’nin etrafını döner gibi, “Salih Mirzabeyoğlu’na gidiyoruz!” diye
bağırıyorlar. Ben de ipe sarılıp ağlayarak yukarı çıkıyorum. Tüylerim diken diken uyanıyoruz.
(Refika Köse.)

Rüya’nın sıhhati hakkında yaptığım tefe’ül “hayırdır” çıktı. Sayfa başlarındaki âyetler
de, Zuhruf Sûresi’nden, 48 ve 61. âyetler… Meâlleri:
- (47. âyetin meâli: Onlara mucizelerimizle varınca, onlar hemen bu mucizelere
gülüverdiler.)
- 48. âyetin meâli: Onlara gösterdiğimiz her mucize, mutlaka diğerinden daha büyüktü.
(Çekirge ve tufan gibi ki, evlerini su basmış, 7 gün su, oturanların boğazına çıkmıştı.) Belki
inkârlarından dönerler diye, onları azab ile tuttuk.
- 61. âyetin meâli: Gerçekten O, (İsâ’nın gökten inişi) kıyametin bir alâmetidir. Onun
için sakın kıyamet hakkında şübhe etmeyin de bana tâbi olun! Bu doğru bir yoldur.

Kitaf: İp: 501
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312=1500=501
Fatik: Çeri ve öncü olan kimse: 501
Fatik(e): Eline fırsat geçtikçe adam öldüren kimse: 501
Sararî: Gemici. (Sarî: Gemici… Sari: Sirayet eden. Genişleyip başkasına da geçmeye,
yayılmaya istidadı olan.): 501
Sahabet: Sahib olma, sahib çıkma. Sohbetinde bulunmuş olma. Yardım etmek,
korumak: 501
Şar: Şehir, belde: 501
Te’min: Emniyet ve güvenlik hissi vermek. Sağlamlaştırma, kat’i vaade bulunma: 501
Üstümm: Deniz suyunun toplandığı yer: 501
Kifat: Cem olmuş, toplanmış, biriktirilmiş. Benzerler, denkler: 501
Ariş: Mânâ, kavram, mefhum: 501
Eriş: Bilek. Arşın. Endaze: 501

Hadîs: Kıyamet yaklaştığı zaman müminlerin kalbi, “ölüm, açlık, fitneler,
SÜNNETLERİN kaybolması, bid’atlerin ortaya çıkması, emri bil maruf ve neyhi anil münker
imkânlarının kaybolması gibi sebeblerle zayıfladığı zaman benim evlâtlarımdan MEHDÎ ile,
Allah SÜNNETLERİ ihya eder. Onun adalet ve bereketi ile müminlerin kalbi ferahlar, Acem
(Arab olmayan milletler) ve Arab milletleri arasında ülfet ve muhabbet yerleşir.

ÇİNCE-ARABÇA-TÜRKÇE
Levha: 5 Kasım 1999… Hatırlayamadığım birkaç kişiyle birlikte yolculuk ediyoruz.
Yemyeşil bir yerde mola veriliyor. Bir nehir ve ben birkaç kişiyle birlikte sandaldayım.
Gökyüzüne bakıyorum: Önce Çince bir şey yazıyor, sonra o kayboluyor. Ardından Arabça
yahut Türkçe, “Muhammed (S.A.V.)’in Nübüvveti Türkiye’de!” yazıyor. Çok şaşırıyorum ve
yanımdakilere de gösteriyorum. Sonra yazı siliniyor. (Esra Üçpınar.)

Sin: Çin: 150
İsa: Dört büyük Peygamberden biri. Ruhullah: 150
Mehdî Muhammed: 151=1150
Kenef: Sığınılacak yer. Korunulacak mekân. Taraf, yön: 150
Alemî: Has isimle alâkalı. Aleme âit: 150
Mesünn: Yaşlı olmak: 150
Nusaha: Nasihat edenler: 150

Hata: Kuzey Çin: 610
Tacver: Hükümdar: 610
Serasker: Komutan. Ordu komutanı. Harbiye nâzırı: 610
Hod: Kendi. Miğfer, baş zırhı: 610
Usm: Zeytin ağacı: 610
San’at: Ustalık, hüner, marifet: 610
Taknin: Kanun koyma: 610
Ta’lik: Tefsir. Asmak. Geciktirmek. Bağlanmak. Muallak kılmak. Bir zamana
bıraktırmak: 610
İctihar: Askeri çoğaltma. Meydanda ve gözükür olma. Aşikâr olma: 610
Mümessil: Vekâlet eden. Bir şahsı ve şahs-ı mâneviyi temsil eden. Benzeten. Kitab
bastran. Aktör: 610
Tafsil: Etraflıca bildirmek. Şerh etmek: 610
Reşîk: Boyu, endamı lâtif ve güzel olan: 610

“Dedi ki”: İşan dedikleri onlar (veliler), Herat’tan veya Rey’den veya Bağdat’tan
olsalar da, aradaki cismanî bağ ve yakınlık bulunmasa da, yine O’nun –Allah Sevgilisi’nin-
soyundan sayılırlar.

YEŞİL TÜRBE
Levha: 5 Ocak 1992… Neclâ Yüksel, güleryüzlü ve sevinçli bir şekilde bana müjde
veriyor… Bir dergide benimle ilgili bir yazı çıkmış… Benim en yakınım olduğunu
söylediğimi hatırlatan biri de o dergiden bahsediyor… Hayret ben nasıl görmedim? Eski bir
dergi… “Karar” dergisi gibi… Yazı Üstadım’ın yazısı… Onu babama gösteriyorum…
Yazının baş tarafında –takdim gibi-, Üstadım’ın Bursa’daki “Yeşil Türbe”de yattığı ve “İranî”
olduğu belirtiliyor… Babama, Üstadım’ın Yeşil Türbe’de yatmadığını, bunun mecazî
anlamda sözkonusu edildiğini söylüyor… “İranî” için de aynı şey… Yazının sonunda beni
kastederek, Üstadım’ın bir müridi olduğu işaretleniyor!

Karar: Değişmez hâle gelmek. Sabit ve sakin olmak. Ölçülülük. Tam ölçü.
Oturaklı yer: 501
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312=1500=501

Yeşil Türbe: 957=1958
Tahannüs: İbadet etmek: 958
Şünbub(e): Dağbaşı: 958

İranî: Farisî. Acem. (İran: Fars memleketi… İran: Tabut. Neşeli ve sevinçli
olma… Büyüklerin, “Arabça nebiler lisânı, Farsça veliler lisânı” sözü hatırlanmalı…
Faris: İran. İranlı. SÜVARİ-KAPTAN. Ferasetli, anlayışlı.): 272
Arab: (Yevmiye: Arablarda sarışın ve mavi gözlü olanlar da var, gördüm… “Efendim,
bizim ailede de, dedem hariç, öbür kardeşleri ve çocukları arasında sarışın, mavi gözlü
olanları var!”… Arablarda, bütün ırkların jenisi-özü var.): 272
Naikan: İkizler burcundan iki yıldız: 272
Engar: Tamamlanmayan, eksik kalan iş. (Engare: Hikâye. Roman.): 272
Ira’: Mıknatıs: 272
Seraya: Düşman üzerine yollanan askerler: 272
Suur: Bilezikler: 272
Abr: Rüyâ tâbir etmek. Düş yormak. Yaş akıtmak. Sudan veya başka yerden geçmek.
Söylemeden bir şeyi düşünmek: 272
Air: Göz ağrısı: 272
Mükebbir: Tekbir getiren: 272
Serhad: Hudut başı: 272
Beraa: İlim, fazilet ve cemâlde üstünlük: 272

İran: (Faris: İran. İranlı. Binici, süvari-kaptan. Ferasetli, anlayışlı.): 262
Bakır (nuhas) halka: 262
İkram: Ağırlamak. Hürmet etmek. İltifat olarak bir şeyler vermek. Hessab dışı verilen
şey. Tenzilât. Allah’ın lütfu ve ihsanı: 262
İnfilak: Açılma. Yarılma. İnşikak. Patlama: 262
Yaran: Dostlar. Sadık arkadaşlar. Sevgililer: 262
Eras: Başı büyük olan kişi: 262
Nevrah: Yeni yol: 272
Re’sen: Kendi başına, bizzat. Kimseye danışmadan. Müstakil olarak. Doğrudan
doğruya: 262
Sebir: Suret. Renk. Asıl. Heyet: 272
Harun: Musa Aleyhisselâmın yardımcısı ve büyük kardeşi: 272
Sak’a: Güneş. Başın ortası: 272
Sebr: İmtihan, denemek: 272

İran: Tabut. Neşeli ve mesrur olmak: 272
Kumandan: 272
Meraya: Aynalar. Miratlar: 272

AZERÎ KIYAFETLİ
Levha: 1 Şubat 1990… Üstad’ı arkadan görüyorum ve ona “Salih Mirzabeyoğlu
sizinle görüşmek istiyor!” diyorum… Sonra o, sarı saçlı bir kadın… Ben onu yaşlı
zannederken, yüzünü dönünce çok güzel bir genç kız olduğunu görüyorum; hafif makyajlı ve
dudağı boyalı… Üzerinde Azerî elbisesi ve başında Azerî şapkası… Yeşil şapka ve elbisesi de
yeşil… Ama hep Üstad… Kayıtsız ve azarlar bir ses tonuyla, Salih’e haber vermem için, “ben
öğleden sonra görüşemem!” diyor… Çok güzel ve parlak bir gün… Salih’le beraber, inişli
çıkışlı bir yoldan, ahşab ve iki katlı bir binaya geliyoruz… Binanın içinde salona açılan
odalar… Binanın dışında, duvara tırmanan asma yaprakları… Bir odada, o Azerî genç kızın
etrafında ilgiyle halkalanmış genç kızlar, sedirlerde oturuyorlar; fakat bana karşı ilgisiz
görünüyorlar. (Hayran Erdiş.)

Levha: 29 Aralık 2004… Köy yeri gibi bir yer. Bir evin önünde, Azerî kalpaklı birileri
var ve içlerinde dedem İzzet Bey de var. Zayıf bir insan. Sanki yoldan gelmişler ve ben de
misafir karşılar gibi onları karşılamak için, evden çıkıyorum. Benim üzerimde de Azerî
kıyafetleri var.

Azer: Ateş. Hazret-i İbrahim’in babasının veya amcasının ismi. Mecusilere göre,
güneşe memur meleğin adı: 901
Zere’: Başın önünde vâki olan beyazlık: 901
Şah: Ağaç dalı. Boynuz: 901
Giriftar: Tutulmuş. Yakalanmış: 901
Salih Mirzabeyoğlu – Seyyid Mahmud Hayranî: 451+451=902=1901

Atik: Genç kız. Esaretten serbest bırakılmış olan. Hazret-i Ebubekir’in bir namı.
Soyu temiz. KADİM. İhtiyar. Necib: (Allah, hiçbir ilimle malûm ve hiçbir hükümle
mahkûm değildir. Ölçü: “Nefsini bilen, Rabbini de bilir!”… Kendi nefsinde, O’nun
üzerine O’nunla hükmetmekle, Rabbin müessir oluşuna nisbetle, nefsinde –aynada-
O’nu bilmek, dişidir. Divan edebiyatında kadın sevgilinin mecaz olarak şeyhi temsil
etmesi de.): 580
Şair: Arpa. Kurban devesi: 580
İstiflah: Felâh bulma, kurtulma. Maksada ulaşma: 580
Mültemi’: Parlayan, parıldayan: 580

Azerî: 911
Fazıl: Fazilet sahibi. Üstün kimse: 911
Lâ havle …… aliyyil azim: 1910=911
Zeir: Öncü, çeri kimse: 911
Zirve: Bri şeyin, hususen dağın en yüksek yeri: 911
Efdal: Daha faziletli, daha lâyık, daha iyi: 911

Şebbe: Genç kadın. (Şeb: Gece, karanlık.): 702
Basiret: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Feraset. Hüccet: 702
Kıraat: Okuma. Düzgün ve çabuk okuma: 702
İrtisam: Resmedilmek, resimli ve nişanlı olmak. Emrolunan şeye imtisâl etmek.
Allah’a iltica. Tekbir getirmek: 702

ZAMANIN KENDİSİYİZ BİZ


Levha: 28 Ekim 1984… Nimet Serdar… Avrupa’ya gitmeye niyeti var… Bana,
İslâm’ın kutsal yerleri niyetine oraya gidiyormuş gibi geliyor… Geziye İspanya’dan
başlayacak… Ona tavsiye ve nasihatta bulunur gibi, “biz zaman deyince saati anlıyoruz; oysa
yelkovanla akrebin kendisiyiz, zamanın kendisiyiz biz!” diyorum… Beni dikkatle dinliyor!

Endülüs: Emevilerin Afrika’dan İspanya’ya geçip, şimdiki Portekiz ve
İspanya’da kurdukları İslâmî devletin ismidir: 145
Rahman Sûresi, 19. âyet: (Meâli: İki denizi birbirine salmış kavuşuyorlar.): 1145
Feyne: Saat. Zaman: 145
Suadî: Topalak otu. (Kust: Topalak otu… Kaptan Kusto’nun Rahman Sûresi 19-20 ve
Furkan Sûresi 53. âyette bahsedilen sudaki perdeleri 1980 senesinin hemen ardından ilk
gördüğü yer, Atlas Okyanusu ile Akdeniz arasında, Cebelitarık boğazında.): 145
Allâme: Çok büyük âlim. Meşhur olmuş büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi:
145
Kımme: Boy, kamet. Beden. Başın tepesi. Dağ tepesi. Her şeyin yükseği. İnsan
cemaati: 145
Ayniyye: GÖZ HASTALIKLARI kliniği. Pahada ağır olan ve taşınabilen şeyler: 145
Gusne: Tek dal: 1145
İnsibag: Boyalanma. Maddî ve mânevi renkle renklenme. Temizlenme: 1144=145
Mehk: Suyun rengi yeşil olmak: 145
Lamia: Parlak, parlayan, parıldayan: 145-146
Ustumme: Her nesnenin aslı: 145
Sütû: Zahir olmak. Yükselmek: 145
İklid: Anahtar: 145
Suude: Mübarek saymak. İyi addetmek: 145
Kadim: Ayak basan. Ulaşan. Varan. İnsanın başı: 145

İspanya: 125-135
Sıme: Büyük erkek yılan. Bahadır, kahraman kimse. Berk, muhkem kimse: 135
Sımme: Hâlis ve temiz: 135
Sea: Güç, iktidar: 135
Lehak: Çok beyaz. Öküz, sevr: 135
Felke: Ayın dolunay şekli. (Bedr: Dolunay. Mekke ile Medine arasında bir yer. Bir
şeyin tamam olması. Bir işin ansızın zâhir olması. Tam ve münasib aza. Dolu şey. İyi hizmet.
Sibak ve sürat etmek.): 135
Na’ye: Birisinin öldüğünü söyleyen söz. Birisinin zünub ve kabahatini izhâr ve yayan
söz: 135
Hesis: Gizli ses, gizli kelâm. Ezilmiş, ufalanmış nesne: 135
Masad: Dağın yüksek ve yüce yeri: 135
Gökdelen: 135
Silhem: Bir kimsenin cisminde değişiklik olması: 135
Fehîm. Anlayışlı, zeki, akıllı: 135
Afend: Harb, kavga: 135

Enâ: Saat. Ermek, idrak: 61
Büyük Doğu: 1060=61
Cünabe: İkiz çocuk: 61
Müstesna: İstisna edilen. Kaide dışı bırakılmış olan: 1060=61
Cinh: Gece karanlığı: 61
Nazir: Tâze. Altun: 1060=61
Tesettür: 1060=61
Nay: Ney. (Kâmil insan.): 61
Niya: Dede, cedd: 61
Nevad: Dil. Mahzen: 61
İn: Mağara: 61
Mahya: Işıklarla yazılan yazı ve resim: 61
Bedene: Kurbanlık deve: 61
Avend: Taht, yüksek mertebe. Satranç. (Mirzabeyoğlu: 322… Satranç: 322.) Sened,
delil. Sicim, ip. Kapkacak. (İna’: Kapkacak. Bir şeyin vakti gelip çatma.) Evvel, önce, ilk: 61
Nüch: Zafer bulmak. Halâs olmak. Kurtulmak. İhtiyaçlarını gidermek: 61
Üss: Asıl, esas, temel. Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı. Askerî
karargâh: 61
Yekâyek: Birer birer. Tek tek. Ansızın: 61
Anî: Ansızın, birdenbire. Bir ânda. Olgunlaşmış, kemâle ermiş. Son derece kızgın: 61
Âyen: Demir: 61
Enbaz: Ortak, şerik: 61
Nüve: Çekirdek, asıl, menba: 61
Eyne: “Nere? Nerede? Nereye?” mânâlarına gelir. Zaman, ân. Yorgunluk: 61
İnnî: Tecrübe ile edinilen olaylardan çıkan netice: 61
Enbaz: Namlar, lâkablar: 61
Meka: Tilki, tavşan ve bunlara benzer hayvanlar: 61
Evind: Hud’a, hile, aldatma: 61
Gayn: Bir harf. Susuzluk: 1060=61
Hevn: Kolaylık. Suhulet. (Asanî). Sükûnet: 61
Müdavî: Tedavî eden. İlâç vermek: 61
Nedebe: Yara izi: 61

Sı’v: Saat: 136
Mümin: İmân eden. (Esma-i Hüsna’dan, El-Mümin: Emin kılıcı.): 136
Vasil: Birinden asla ayrılmaz kimse: 136
Mus: Bıçak. (Sult: Büyük bıçak: 520… Derviş: 520… Mehdî Salih Mirzabeyoğlu:
520.): 136
Mename: Yatak, döşek: 136
Asile: Bir şeyin tamamı, bütünü. Akşamüstü. Ölüm: 136
Kavl: İlhâm. Anlaşma. Sözleşme. İtikad, delâlet. Târif: 136
Mes’ele: Düşünülecek iş ve husus. Ehemmiyetli iş. Savaş: 136
Savm: Oruç: 136
Samu: İyi olma, afiyet bulma: 136
Nuf: Yankı: 136
Uyun: Gözler: 136
Münevvem: Unutturulmuş: 136
Li-zatihi: Kendiliğinden. Bizzat. Kendisi: 1136
Meymun: Denize atılmış olan: 136

Vakt: Saat. Zaman. Çağ. Mevsim. Boş zaman. Fırsat. Muayyen, belli zaman: 506
Erdiş: 506
Selase ışk: Üçışık: 1506
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+322=507=1506
Nakş-bend: Nakış işleyen. Ressam: 506
Müstecab: İstediği kabul edilmiş. Hoş görülen: 506

MOLLA ÖMER
Levha: (Nisan- Mayıs) 2007… Afganistan’daki Taliban Lideri Molla Ömer’i
görüyorum… Kumandan’ı kastederek, “o Mehdi’dir, biz de yakında oraya geliyoruz!” diyor.
(Kandıra F-Tipi Cezaevi – Abdüsselâm Tutal.)

Molla Ömer: 71+310=381
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+322=381
Eşeff: Çok parlak. Daha şeffaf. Suyu kendine çok fazla çeken: 381
Müsafir: Seferde ve muharebede olan. Yolcu. Yoldan gelen: 381
Şayi’: Duyulmuş, işitilmiş, herkesçe bilinmiş. Ortaklar arasında olunmamış müşterek
hisse: 381
Şegaf: Delicesine sevme: 1380=381
Şefa: Kenar, taraf, uç: 381
Minsar: Yardımı çok olan kişi. Yardım edecek âlet: 381
Ataşa: Susamış olanlar, susuzlar. (Gayn: Susuzluk. Ebced değeri 1000 olan harf.): 381
Ayiş(e): Bolluk içinde rahat yaşayan: 381
Fârik: Tefrik etmek, fark eden, ayıran. Farkolunmasına sebeb olan alâmet: 381
Faş: Meydana çıkmış. Yayılmış. Anlaşılmış olan: 381
Mirkam: Kalem: 381
Efkar: Pek fakir. (Efkâr: Fikirler, düşünceler.): 381
Müşahele: Danışmak: 381
Şemayil: Ahlâk: 381
Uşve: Gece vaktinde uzaktan görünen ateş: 381

Afgan: Afganistan milleti: 1132
İmam: 132
İslâm: 132

Afgan: 1132=133
Nefc: Çıkmak, huruc etmek: 133
Kabil: Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve ileride olan: 133
Busula: Pusula: 133
Sâbi: Yedi. Yedinci. (Sabi: Henüz süt emen çocuk. Büluğ çağına gelmemiş çocuk. Üç
yaşını tamamlayan erkek çocuk.): 133
Kalıb: Hususî suretle dökülmesi istenen şeylere mahsus zarf. Beden, vücud, gövde.
Şekil ve suret numunesi. Bir kalıba dökülmüş veya kalıbtan çıkma şey: 133
Meclis: Oturulacak ve toplanılacak yer. Milletvekillerinin toplandığı yer: 133
Abbas: Arslan, gazanfer: 133
Cefn: GÖZKAPAĞI. Asma çubuğu. Bıçak ve kılıç kını: 133
Ebu-n necm: Tilki: 133

ÇENGİ
Levha: 6 Aralık 1987… Pakistanlı veya Afganistanlı adamlar, davul, tef vesaire
çalıyorlar… Suratları ciddi ve asık, kaşları çatılmış… Bir dansöz de göbek atıyor!

Çengi: Dansöz. Rakkase. (Çeng: El, pençe.): 83
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082=83
Mücadele: Uğraşma. Savaşma: 83
Hamele: Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar: 83
Hamle: Hücum etme. Atılış, saldırış. Savlet: 83
Aciyye: Anası öldüğünden, başkasının sütüyle beslenen çocuk. Anası sütünü vermeyip
yemeyi öğrettiği çocuk: 83
Atba: Akarsular, çaylar, kanallar: 83
Plân: 83

Rakkase: Rakseden kadın: 396
Kahraman: Yiğit, cesur, bahadır. İş buyuran, hüküm sahibi: 396
Makrun: Müsaadeye mazhar. Çatık kaşlı olmak. Ulaşmış. Kavuşmuş. Yakın: 396
Kehkeşan: Samanyolu: 396
Münşee: Yelkeni çekilmiş gemi. Müsvedde yazılan kâğıt: 396
Maruf: Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. Şeriat’ın makbul kıldığı veya emrettiği. İhsan,
tatlı dil, iyi muamele: 396
Muarefe: Karşılıklı görüşme ve tanışma: 396
Merfu’: Terfi ettirilmiş. Yükseltilmiş. Yüksekte: 396
Meşyum: Bedeninde beni olan, benli adam: 396
Kahverengi: 396
Kusare: Hususi hücre. Gemilerde en üstteki güverte: 396

ŞEYH ŞÂMİL
Levha: 29 Haziran 1995… Elimde, ortadan ikiye ayrılmış bir gazete sahifesi…
Sayfanın üst yarısında Şeyh Şamil’in resmi… “Bana ne kadar benziyor” diye düşünüyorum
ve bantla iki parçayı birleştirmek isterken, Harun Yüksel geliyor!

Şeyh Şamil: 910+371=1281=282
Kâmkâr: İsteğine ulaşmış. Hedef ve gayesine ermiş. Mutlu, bahtiyar: 282
Furag: Işık, ziyâ, parıltı: 1281=282
Amiral: Emir-ül bahr, Emir-ül mâ. Bahriye kumandanı
Berf: Kar: 282
Tenazul: Birbiri ile oklaşmak: 282
Mugamir: Nefsini tehlikeye koyan: 1281=282
Reaya: Bir kimsenin emri altında bulunanlar. Bir hükümdarın emri altında bulunanlar.
Hristiyan tebaa. Bütün halk: 282

Şeyh Şamil: 1281
Naka-i Salih: Salih Peygamber’in mucizesi olarak kayadan çıkan devesi: 281
Üsture: Efsane: 281
Raî: Çoban. Gözetleyici ve koruyan kimse. VALİ. Güvercin kuşundan bir kısım: 281
Magrem: Âşık. Borçlu. Bir şeye çok düşkün haris kimse. Zarar, ziyân. Cinayet:
1280=281
Kunais: İri cüsseli kimse: 281
Saye-dar: Gölge eden, gölgesi olan, gölgeli. Sahib çıkan, koruyan: 281
Tefahür: Övünme: 1281

ALMAN
Levha: 24 Mayıs 1997… Abdülhamîd Han Hazretlerinin türbesinin oralarda,
Kumandan, ben ve Himmet Meğer. Kumandan’ın tipi çok farklı: Sarışın, iri yarı, saç traşı da
Alman Nazi gençlerine benziyor. Bana bir iş söylüyor. Ben de Himmet Meğer’i ona
tanıştırarak, “efendim, Himmet’le ben bu işi hallederiz, başkasının karışmasına gerek yok!”
diyorum. Garaj gibi bir yere geliyoruz, Kumandan’ın arabası o garajda imiş; arabanın
bagajında birşeyler yapıyor. Daha sonra iki tane tahta meyve kovasını yan yana koyarak
kendisine bir yatak yapıyor; yatağın kısa fakat güzel olduğunu söylüyorum. Kaza geçirmiş,
asılı duran bir araba daha var. Mehmed Fırat kaza geçiren arabayı kastederek, arabanın
bagajında bir sürü eşya var, lâzım olan varsa alın!” diyor. Bakıyorum, işe yarar birşey yok.
Kumandan önde, biz arkada yürüyoruz. Takib edilme ihtimaline karşı aralıklı olarak biz
arkadan yürüyoruz. Zannedersem Kumandan’ın İsâ Aleyhisselâm olduğunu, fakat O’na hiç
benzemediğini düşünüyorum. Bir apartmanın önünden geçiyoruz; birkaç adım geçtikten
sonra, Kumandan sağına soluna ve arkasına bakıp apartmana giriyor, biz de arkasından.
Merdivenden çıkarken, elimdeki eşyalardan olsa gerek, zorlanıyorum. Sonuna geldiğimde,
aşağıya doğru zıplaya zıplaya kayarak düşüyorum, tekrar çıkıyorum. Çay bardakları falan
var… Gittiğimiz yerdeki konuşmalardan anlıyorum ki, orada başka örgütler de var: En
belirgin olanı DHKP-C. (Metris Cezaevi- Ali Osman Zor.)

Cermen: Germen. Alman: 293
Basir: (Esma-i Hüsna’ dandır: Görücü.): 293
Bergaman: Ejder. Büyük yılan: 1293
Sadr: Göğüs, ön, kalb. Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Meclisin önü ve
muteber yeri. Reisin oturduğu yer. Rücu. Baş, reis, başkan: 294=1293
Bâsır: Gören. Dikkatli ve göz kuvvetiyle gören: 293
Recîf: Şiddetli ızdırab: 293
Sabir(e): Tahammül eden, sabreden: 293
Sabir: Altun ismi: 293
Bürufe: Sarık. Mendil. Kuşak. Forma: 293
Mermuz: Açıktan belirtmeyip, işaret ve remizle anlatılan, imâ edilen: 293
İhtisar: İcmâl etmek. Sözün kısaltılması. Sadeleştirme. Hesabta uygunluğu en küçük
hadde indirme: 1292=293
Mezmur: Terennümle okunan kaside, ilâhî ve münâcat. Hazret-i Davud’a inen
“Zebûr”un sûrelerinden her biri: 1292=293

SADDAM HÜSEYİN
Levha: 24 Nisan 2003… Baba evi… Herkes yatıyor, ben de kardeşim Faik’in yanına
yatıyorum. Onunla şakalaşır-boğuşurken, onu divandan yere atıyorum ve ben rahatça
yatıyorum. Uykuyla uyanıklık arası, Annem’in Babam’ı uyandırıp, Faik’in bir köşede
yattığını ve üşüteceğini söylediğini duyuyorum. Babam beni onun yerinden –yatak onun!-
kaldırıyor. Sonra Faik’le beraber, eve âit büyük bir bahçedeki kilere giriyoruz. Marketmiş gibi
raflara dizilmiş, çeşit çeşit güzel yiyecekler… Faik, ağzıma attığım beyaz yapraklı fındık için,
onun şifalı bir bitki olduğunu söylüyor ve başka çeşit çiçekli yapraklısını da gösteriyor.
Bahçeden eve giriyoruz; ev büyük bir ev. Memleketten akraba gençler gelmiş. Kitab dolu bir
odada, benim çok beğendikleri bir kitabımı vermek için arıyorum. “5 tane gelmişti, vermişiz
kalmamış!” diyorum. Gençler ya Bitlis veya Bingöl’lü. Bana, gönderebileceğim adresi
söylüyorlar; talebe yurdunun adresi gibi birşey. Çok alâkayla bekleniyormuş orada. Sonra
nasılsa bir söz geçiyor: Saddam Hüseyin, annemin Bursa’da kiralık bir evi varmış, kiracı
olarak orada kalıyormuş!..

Saddam Hüseyin: Irak Devlet Başkanı: 263
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 151+112=1263
Rabbanî: Allah’a dair ve müteallik olan: 263
Piran: İhtiyarlar, yaşlılar: 263
Cisr: Köprü. Ağaçtan olan köprü: 263
Cirs: Temel, kök; menşe, kaynak, menba: 263
Gürizgâh: Kaçacak yer. Bir bahisten bir bahise, mukaddemeden maksada intikal için
münasebet tesis eden söz: 263
Mübarek: İlâhi hayrın bulunduğu şey. Bereketli. Uğurlu. Hayırlı. Mesut. Beğenilen,
kendisine kızılan veya şaşılan şey: 263
Çeres: Zından, hapishâne. Zulüm, işkence. Mer’a, otlak: 263
Pars: Dine bağlı kimse. Namuslu, iffetli kimse. Fars milleti: 263
Hudahan: Şehâdet parmağı: 1262=263

ZABİT
Levha: 9 Temmuz 1988… Subay elbiseli 30-35 yaşlarında biri uzaktan bakıyor…
Sonra sinema salonu gibi bir yerde, bizim çocukların arasına girip oturuyor… Galiba
Libyalı… Üzerindeki gömleğin sağ kolu sol kolundan kısa olan olan bir kısa kollu gömlek
giymiş!

Zabit: Subay. Kuvvetli, yavuz. Zabteden: 810
Şah-ı Nakşibend: 812

KÜRTLER
Levha: 12 Eylül 1988… Yalçın Turgut’la sinemada film seyrediyoruz… Filmde ben
de oynamışım… Sakalım dikkatimi çekiyor… Yurt dışında oynatıldığı için, konuşmalar
yabancı dile çevrilmiş… Benim seslendirilmem çok iyi yapılmış… Eve geldiğim zaman,
Nalân Said, Faik Erdiş, Neclâ Yüksel ve Sabriye Erdiş’i buluyorum… Filmden
bahsedecekken, ablam yan odada olan çocuğu işaret ediyor… Herhâlde onunla ilgili
konuştukları her neyse, daha mühim olmalı… Ben, kendi odamda İbrahim Hakkı
Hazretlerinin “Marifetname” isimli eserinden bir şey yazarken,” Kürtler geliyorlar!”
diyorlar… Babam’ın getirdiği misafirler… Ben toplanıp kaçarken, babam, Hasan enişteyle
geliyor; ve ellerinde, bana sorulmak üzere hazırladıkları ilmî birkaç sualin bulunduğu kâğıt…
Bin kere yazıp anlattığım şeylerin bir kere daha sorulacak olmasının sıkıntısı içindeyken,
bakıyorum babam uzun bir kâğıda iri harflerle yazılmış bir mektubu okuyor… Mektubta
benim için, “gelip başımıza bir Haydar olaydı!” deniyor… Yâni, aşiretin başına geçmem
kastediliyor… Babam, iğneleyici bir tarzda, “bir de seni şöyle giydirdim… Ama…” …Ama
ben oraya gitmem! Beni mahalli kıyafetlere bürüyüp yollayacak ama… Ben hemen yerimden
fırlıyorum ve asabî bir şekilde, “ne olacak ki? Fabrikada ustabaşının durumu gibi!”… Yâni
aşiret reisinin durumu bu; ve ben mahallî mühimliklere değil, misyonumun gerektirdiği
şartlara göre yaşamak isterim!

Ekrad: Kürtler: 226
İdrak: Akıl erdirme. Anlayış. Yetiştirmek: 226
Kevr: Devretmek, dönmek. Sarık sarma. Tülbend sarmak. Çokluk, bolluk: 226
Rehayî: Kurtulma, halâs, necât: 226
Mef’ul: Yapılan iş. Fâilin eseri. Fâilin fiilinin tesir ettiği şey: 226
Gur: Kabir, mezar: 226
Menkul: Nakledilen. Taşınabilen. Anlatılan. Mukaddes kitabla bildirilen: 226
Darayî: Sahib, mâlik olma. Hüküm sürme, hâkimiyet kurma: 226
Musikî: 226
Kerev: Örümcek, ankebut: 226

Ekrad: 226=1225
Havari: Yardımcı. Hazret-i İsa’nın sahabelerinden olan 12 zâttan her biri: 225

Haydar: Arslan. Kahraman, yiğit. Gazanfer. Hazret-i Ali’nin bir nâmı: 222
Munkalib: İnkılâb eden. Başka şekle ve kalıba girmiş olan: 222
Anka: İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Simurg diye de sanılır. Uzun boyunlu
kadın. Zahmet, meşakkat: 222

EBU FİRAS
Levha: 27 Eylül 1988… Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ankara Temsilcisi Ebu Firas,
bizim evde… Ev, onun evi… Gayet rahat hareket ediyor… Zeyn-ab, kendini benden sakınıp,
mutfakta dudağını boyayıp süsleniyor; içerde ışık yandığı için, mutfak kapısının buzlu
camından onu görüyorum… Ebu Firas, sokak kapısından çıkıyor… Nedense onu, Tunus’taki
İsraillilerin baskını sonucu şehid edilen F.K.Ö. liderlerinden Ebu Cihad imiş diye
hatırlıyorum… Evin salonu… Yine Ebu Firas’lardan küçük bir çocuk, yine onlardan başka bir
küçük çocuğa, benim duvarda asılı resimleri anlatıyor, izâh ediyor!

Filistin: 650
Mehdî Hayran Mirzabeyoğlu: 59+269+322=650
Müstakim: Doğru istikametli. Hilesiz, temiz: 650
Mütefellik: Patlayan, infilak eden: 650

ENDONEZYA-MALEZYA
Levha: …Aralık 2007… Ev gibi bir mekânda yangın olmuş. Bir bebek yanarak ölmüş,
ancak cinsiyeti ve ailesi belli değil, biz (polis) araştırma yapıyoruz, bir minübüsten inenlerin
kimliklerini kontrol ediyoruz. Sonra, Endonezya veya Malezya gibi bir yerde, bir caminin
içerisindeyiz. Namaz kılan kadınlar da var, dantelli örtülü. Câmi çok odalı. Bir odadan, bayağı
kalın bir ip gibi sel, ilginç bir şekilde akarken etrafa dağılmıyor. Derken, ülkenin yöneticileri
veya câmi yönetimi içerdekilere eziyet ediyor. Kalın bir ip gibi olan su dağılıyor dağılıyor ve
câmi içinde kargaşa çıkıyor, herkes panik içinde kaçıyor. Kadınları da dışarı çıkarken
görüyoruz. Câminin dışına çıktığımızda dışarıda bulunan cemaat hâla namaz kılıyor. Câminin
içinden duman yükseliyor. Salih Mirzabeyoğlu orada imiş; siması ona benzemiyor ama o
imiş. Câminin kubbesine çıkıp konuşma yapacakmış. (Müslüm Köse.)

Revak: Kubbe. Çardak. Kemer. Ev önündeki saçak: 307
Arvasî: 308=1307

Bam: Kubbe. Dam. Çatı. Kemer. Sabah vakti: 43
Cem: Hükümdar, şâh, melik. Hazret-i Süleyman’ın bir nâmı. İskender’in bir ismi: 43
Ceyl: Yengeç. Nesil. İnsan topluluğu: 43

Kubbe: 107
Müsevveg: Razı olunmuş, rıza gösterilmiş, izin verilmiş: 1106=107

CENGİZ HAN
Levha: 23 Kasım 1985… Bir takım genç adamlar, bir çiftliği yağma ediyorlar…
Yenilene öyle yapıyorlarmış… Bir kısrak, bir koç… Topluluk… Ben, yüksek tepe bir yerden
mani olmaya çalışıyorum… Bu sırada biri, benim bulunduğum yere tırmanıyor… Onu
itiyorum… Yüksekten düşünce bir yerine bir şey olur diye de, bir sırıkla yavaşça inmesine
yardım ediyorum… Ardından bir künk tünelden geçerek, mücadaleye devam ediyorum…
Birden yerde, karşımda bir Moğol tipi… “Cengiz Han” diye düşünüyorum… Genç… Ve
yüzünde maske olarak kullandığı naylon kadın çorabını çıkarıyor… Ona, “Sen Cengiz Han
isen, ben de Mirzabeyoğlu’yum!” diyorum… Güçsüzlüğü kabullenemiyorum… Bu sırada
babam… Müthiş heyecanlanıyor ve benimle iftihar ediyor!

Moğol: 1076
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322=1075=76
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 76
Nuk: Kuş gagası. Okun ucu: 76
Siyah: Zenci. Kara, esved: 76
Sepid: Ak, beyaz: 76
Vâsıt: Ortada bulunan. İkisinin ortası: 76
Lehüma: O ikisi için. İkisi hakkında: 76
Künbed: Kubbe: 76
Bid’: Yeni. İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve yegane: 76
Saye: GÖLGE. Himaye, arka çıkma: 76
Sabiha: Gemi. Yüzen: 76
Sahi: Hata işleyen: 76
Abd: Kul, köle. Allah’ın kulu. Mahlûk, İNSAN. Hizmetçi: 76
Ahenk: Düzgün tarz ve gidiş. Seslerin arasındaki uygunluk: 76
Lüham: Her şeyi yutan. Çok fazla miktarda asker: 76

Mask: (Müennesi maske.) Muhkem, sağlam: 150
Figen: Yıkıcı, düşürücü, atıcı: 150

Moğol Mehdî Muhammed: 1076+154=1230
Ebûbekir: (En büyük sahabi.): 231

YUNANLI ERMİŞ
Levha: 18 Ekim 2004… Bir oda, salon… İçinde matematik dersi gören birileri var.
Ben dersle alâkasızım ama, imtihan sıkıntısı içindeyim. Sonra evde babam, bununla ilgili bir
şeyler söylüyor. Aynı sıkıntı içinde dışarıda bir yerdeyim. Saf-meczub bir tip beni teselli
etmeye çalışıyor ve benim için Yunanlı bir ermişin medhiyesini naklediyor: “O doğduğu
zaman ne güzellikler oldu, neler oldu!” diyormuş.

MUHARRİR
Levha: 4 Kasım 1989… Yabancı bir ülke… Bir karı-koca aralarında tartışıyorlar…
Ben, kafamda kovboy şapkası kenarda otururken, söze dahil oluyorum… Onlara yazar
olduğumu söylüyorum… Baştan İran’lı sandığım bir karı-koca İtalyan… İngilizce olarak,
“çok çok, çok az İtalyanca biliyorum!” diyorum… Kadın benim yazar olduğumu duyunca,
“sen asıl sessiz duranlardan kork; bak hiç belli etmiyor ama, yazarmış!” diye takdirlerini
iletiyor!

İtalya: 453
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1302=1453

Muharrir: 448
Meth: Kuyudan su çekmek ve sulamak: 448

HOLLYWOOD
Levha: 29 Ekim 1987… Kâzım Albayrak’a bir fıkra anlatıyorum: “Kurbağa vırak diye
bağırınca, adam bırak anlamış!”… Kâzım Albayrak gülüyor… Sonra Kâzım Albayrak bana,
Hollywood’da mülk sahibi bir sistemden bahsediyor!

Hollywood: (Holivud): Kutsal Orman: 70
Sebbabe: Şehâdet parmağı: 70
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069=70

RAİSA SULTAN BARRİER


Levha: 26 Aralık 1990… İngilizce, “Raisa sultan barrier” diye bir yazı… “Raise”, Rus
Devlet Başkanı Gorboçov’un Hanımının ismi “Raisa”nın tedâisi olarak kullanılmış bir kelime
imiş! (Hayran Erdiş)

Raise Sultan Barrier: 263+547+405=1215=216
Dü-ru: İki yüzlü: 216
Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Halid bin Velid Hazretlerinin bir ünvanı. (Usame bin
Lâdin’e ulemanın verdiği unvan.): 216
Müsalefe: Birine refakat etme, yoldaşlık yapma. İleride ve önde olma: 216
Avrupa: 216
Beyder: Doğru lûgat: 216
Bedrî: Bedr’e âit ve onunla ilgili: 216
Pervaz: Nur. Karargâh. Kanat açmak, uçmak, uçan, uçucu. Saçmak. Hücre. Dolap.
Ayna: 216

15.05.2008- 71.SAYI

TECRİD
Levha: … Ocak 2005… Bir rüya görmüşüm, onu anlatmak için Bolu Cezaevi’ne
geliyorum, fakat kimse kalmamış; bir tek Kumandanımız var. O da o gün izinliymiş, dışarı
çıkmış. Birden Kumandanımız gözüküyor. Herkes selâm veriyor, o da karşılık veriyor. Beni
görünce, “ne o, yine rüyâ mı anlatmaya geldin?” diyor. Tam bu sırada Edhem Köylü, elinde
Kumandanımız’ın Metris Cezaevi’ndeki kılıcı, takdim ediyor. Kumandanımız “çok
enteresan!” diye cevab veriyor, bunun üzerine Edhem Köylü, ikinci bir kılıcı takdim ederek,
“efendim, bu daha enteresan, bu kılıç Hazret-i Yusuf’a âit!” diyor. Bu arada kendi elleriyle
pişirdiği küçük kama biçimindeki kuru pastaları ikrâm ediyor. Kumandanımız, “bunlara gerek
yok!” diyerek bana dönüyor ve “ne rüyası görmüştün, anlat bakalım!” diyor. Ben tamamen
şoktayım ve “efendim, anlatmama gerek yok, şu ânda yaşadıklarımla rüyâda gördüklerim bire
bir aynı!” diyorum. Bunun üzerine Kumandanımız gülümseyerek koğuşuna gidiyor. (Mustafa
Fişengçi.)

Yusuf: (M. Nuru Gençosman: Nurî hikmetin Yusuf Peygambere isnadı, onun
nuranî âlem olan misâl âlemine âit hakikatleri keşfederek rüyâ tâbirini öğrenmiş
olmasındandır. Gerçek rüyâ, misâl yâni hayâl âlemine âit bir tecelli olduğu için hakikati
tâbir ilmiyle anlaşılır.): 156
Gonk: 1156

Kılıç: 143
Abbasî: Allah Resûlü’nün amcası Hazret-i Abbas’ın neslinden gelenlerin kurdukları
devlete mensub olan. (Bir rivayete göre Mehdî, Hazret-i Abbas soyundan olacak.): 143
Saliha: Safi gümüş. İyi, salih kimse: 143
Nasib: Nasbeden, bir şeyi bir şeye diken: 143
Lâhıka: Ek, ilave, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen: 143
Halka: 143
Musavvibe: Tasvib edilen. Kabul edilen: 143
Agsan: Dallar, ağacın dalları. Mânânın kısımları: 1142=143
Mahtumane: Bir kitabı hatmettikten sonra verilen ziyâfet: 1142=143
Basın: 143
Kamp: Karargâh: 143
Ma’cel: Yol. Menzile ulaştıran yol: 143
Yenabi’: Kaynaklar, pınarlar, çeşmeler. Kedi yavruları: 143
Masaha: Kamer, ay. Sıhhat mevzii: 143
Müsaberet: Sürekli olarak uğraşma. Bir şeyi yapmaya hemen girişme: 1143

HIRKA-İ TECRİT
Levha: 31 Ocak 1998… Anadoluhisarı’ndaki evin arka odası… Bizim eski İBDA’cı
taife orada toplanmış, akrabalar da var; sohbetimiz, Kumandan’ın yeni çıkan kitabı “Hırka-i
Tecrîd” üzerine. Ali Yüce veya bir başkası itiraz edince, ayağa kalkıp üzerine yürüyorum ve
“Kumandan’ın Mehdî olduğunu bu şekilde ilân etmesi bizim için lütuftur!” diyorum; kavga
eder gibi… Yâni o bildirmeseydi, bilemezdik ki, bilinmezdi! (Şükrü Sak.)

Hırka-(i) Tecrid: Tecrid Hırkası. Tasavvufta, dünya zevk ve safâsından çekilip
kendini ibadete verenlerin elbisesine denilir. (Hırk: Cömert, kerim, fazıl… Hırk:
Törpülemek… Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Bıçaklarım su oldu boyuna bilenmekten, -
Yandı benlik madenim boyuna törpülenmekten!): 1522
Müktesib: Elde eden, kazanan: 522
Hadîs: 522

Hırka-(i) Tecrid: 1522=523
Kelime-i Tevhid: 523
Tescin: Hapsetme, zindana koyma: 523
Dedektif: 523
Esasat: Esaslar. Temeller, kökler: 523
İstibtan: Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olma: 523
Ta’cim: NOKTALAMA, noktalatma: 523
Tecmi’: Cuma namazına gelmek. Bir yere toplanmak: 523
Tecnis: Cinas yapma. İki mânâlı söz söyleme. İki şeyi birbirine benzer şekle sokmak:
523
İstinbat: Bir söz veya işten gizli bir mânâyı meydana koymak: 523
Tecessüs: Gizlice araştırmak. Gizlice bakmak. İçyüzünü araştırmak merakı: 523
Cemiyyet: Topluluk, birlik. Hey’et. Bir yere cem olma. Mânevi birlik teşkil eden
cemaat: 523

Kitab: Kitab. Levh-i Mahfuz. Kur’ân: 423
Ehadiyet: Allah’ın her şeyde kendine mahsus birlik tecellisi: 423
Tecvid: Bir şeyi güzel yapma. Süsleme. Kur’ân’ı usûlüne uygun okuma: 423
Tahiyye: Mülk, beka ve devamlılık. Selâmlar, duâlar: 423
İstizlal: Gölgelenme. Gölge altına girme. Sığınma, himayesine girme. Gölgede
oturma: 1422=423
Tatbib: Tabiblenmek, doktor olmak: 423
İhtiyaç: Acz, fakr, yoksulluk. Zaruret hâli: 423
Kâtib: Yazan, yazıcı: 423
Tehciye: Heceleme: 423
Hayyut: Erkek yılan: 424=1423
Ukruban: Akrebin erkeği: 423
Tehdid: Gözdağı verme, birisini korkutma. Korkutulma: 423
Tehiyye: Selam vermek. Hayır duâ etmek. Hazır ve âmade kılmak: 423
Tagziye: Gazâ ettirme, din uğruna savaştırma: 1422=423
İntiaz: Kuvvetlenme, kıvama gelme: 1422=423
İrtikaz: Çocuğun ana karnında kımıldaması. Çalkanıp durma. Acı çekme, ıstırab
çekme: 1422=423
Şeb’an: EMİN: 423
ŞA’BAN: Arabî ayların sekizincisi: 423
Gusto Mirzabeyoğlu: 101+322=423

12 Mayıs 1983… Mânâların kat kat bina olunduğu vesile sözler:
- “Ver onları kurtul!.. Sana bir şey vereceği yok ama, rahat edersin! Hangi dersler?”
Sıraladım. Adlî Tıb’tan yardımcı olabileceğini söyledi.
- “İlâçlamaya, kesip biçmeye karşıyım… Biz görmüyorsak ölü duymuyor demek
değil… Kaç sene oldu?”
- “15 sene efendim…”
- “Ohoo! Hava alıyor musun bu arada?”
- “Arasıra balık tutuyorum efendim…”
- “Ben de hava almak istiyorum; 15 ŞABANDA ÇIKACAĞIM. Biliyorsun Berat
Kandili… Araba sağlam değil mi?”
- “Sağlam, efendim…”
- “İyi… Beraber karşıya geçeriz. ARTIK GÖRÜNME ZAMANIN GELDİ…
Kaçlıydın?”
- “50’li efendim…”

HACER-ÜL ESVED
Levha: 10 Mart 2003… Kumandanımız bir kanepede oturuyor… Bize Hırka-i Tecrîd
kitabını veriyor… Hatice (Ustaosmanoğlu) ablam kitabı karıştırırken bana, “bak senin rüyânı
bu kitaba yazmış!” diyor. Ve kitabın son sayfasını bana gösteriyor. Okumak için alıyorum.
Başta benimle ilgili birkaç cümle ve adım soyadım yazıyor. Bunların ne olduğunu net olarak
hatırlayamıyorum, fakat birkaç satır aşağıda benim için, “Mahmud Efendi’nin mahdumu
Meryem, bizim için şöyle bir rüyâ görmüştü!” diye yazı devam ediyor. Fakat elimdeki kitab,
Kâbe’nin üstten çekilmiş, ama eskiyip renkleri solmuş bir resmi oluyor. Ben hemen elimdeki
resme bakarak aynı ânda Harem-i Şerif’in üzerinde adeta uçarak orada anlatılan rüyâyı sanki
yaşıyor gibiyim. Hacer-ül Esved tarafından nida gibi bir ses Kumandanımız için, “senin
dilediğin her şey olacak, bunlar Levh-i Mahfuz’da yazıldı, sen de orada yazılanları diledin,
senin dilediklerin bizim dilediklerimizdir!”… Bunları resme bakarak hiçbir yazı falan
okumadan anlıyor olmama çok şaşırıyorum ve daha önce böyle bir rüyâ gördüğümü
hatırlamıyorum… Daha sonra Kumandanımız’ın tevil ettiğini öğreniyorum. (İstihare –
İstihareci.)

Hacer-ül esved: 313
Mirzabeyoğlu: 1312=313
Eşya: 313
Ceyş: Asker, ordu. En az dörtyüz nefer, süvari ve piyadeden müteşekkil bir askeri
kıt’a. Dolup taşmak. Ses, sadâ: 313
Merabi’: Kareler. İlkbaharda oturulan evler: 313
Tesbit: Sağlam olarak yerleştirme. Bir şeyin aslını kat’i olarak tesbit etme: 1312=313
Ravuk: Süzgeç: 313

Levh-i Mahfuz: 1078
Hakîm: Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatine vakıf olan. Hikmet
mütehassısı. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. Tabib, doktor. (Muhiddin-i Arabî
Hazretlerinin cetvelinde, “HI” harfi, Allah’ın El-Hakîm ismine denk geliyor ve mertebesi,
Şekil-Suret.): 78
İbda’: Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. Misli
gelmemiş bir eser meydana koymak. “İcâd, ibda, ihdâs, ihtirâ, sun’, halk, tekvin” aynı
mânâlardadır. Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek. Süryanice’de “bedi”, ibda’ demek:
78
Hekim: Doktor: 78
Hikemî: Hikmet ve düşünceye âit: 78
Mecelle: Mecmua. Fikir topluluğu. Risale. Kitab. Hikmetli sahife. İslâm hukukuna
dair mecmua: 78
Sedid: Doğru. Müstakil. Muhkem. Metin: 78
Sehay: Keşfetmek. Nâme üstüne nesne bağlamak. Kabuk soymak (Necb): 78
Viâ’: İçine birşey konulabilen zarf, kab: 78
Nekh: Akit. (Nikâh): 78
Cüda’: Ölüm. Mevt: 78
Eazz: Galib. Daha aziz, en şerefli: 78
Hapis: 78
Lezam: Lâzım ve gerekli olma. HİÇ AYRILMAMA: 78
Ed’ac: Pek siyah şey. Gözleri kara ve büyükçe olan: 78
Halîl: Zevc. Zevce: 78
Aded: Sayı. Rakam. Tane. Miktar: 78
Cümle: Hep, bütün, tam. Tam mânâyı ifâde eden, kaideye uygun söz: 78
Mücadil: Mücadele eden: 78
Mahall: Mekân. Yer. Cây: 78
Mahkî: Hikâye olunmuş. Rivayet olunmuş: 78
Hilm: Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan
korumak. Vakar. Sükûn. (Hazret-i Ali: Hayatta en hakiki mürşid, hilmdir.): 78
Cuyende: Arayıcı, araştırıcı, isteyen: 78
Haml: YÜK. Sırtına yük vurup getirmek. Kadının karnındaki çocuk. İsnad. Yüklenme:
78
Hank: Muhkem etmek, sağlamlaştırmak: 78
Lahm: Bir işi sağlam kılmak. Et. Lehimlemek. Bir yere ilişip kalmak: 78
Lâzım: Lüzumlu, gerekli. Bir şeyden asla ayrılmayan. Bir işde beraber bulunmasına ve
vücuduna ihtiyaç olan şey: 78
Kütübhâne: 1078

İsticabe: Duanın Allah tarafından kabul olunması: 472
Salih izzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302=2470=472
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+322=473=1472
Mülaet: Allah Resûlü’nün, Hazret-i Abbas ve dört erkek evlâdını örttüğü perde. Büyük
ihram: 472
Bist: Yirmi. (Da’vâ cetvelinde 20 sayısı, “he” harfine ve Allah’ın güzel isimlerinden
“El-hâdi”ye denk gelir. Doğruyu gösterici… Hadî: Birinci. Mazluma yardım eden. Deveyi
şarkıyla süren… Hâdi: Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber, delil. Hidayet yolunu gösteren. Önde
giden.): 472
Kâinat: Yaratılan şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler: 473=1472
Tıb’: Gölge: 472
Sabihat: Yıldızlar. Ehl-i imânın ruhları. Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler. Sefineler:
472
İhtisab: Hesab sorma, mesuliyet. Emr-i bil maruf vazifesi: 472
Mübettel: Hapsolunma, hapsetme. Tutulma, tutukluk: 472
Tehaddüs: Bilmediği ve duymadığı ihbar ve havadisi idrak eylemek. Zan ve tahmin
etmek. Süratle idrak etmek: 472
Bet’: Boynu uzun olmak. Aşikâre ve zahir olmak. Açık ve görünür olmak: 472
Bita’: Bal şerbeti: 472
Esasir: Gizli sırlar. Yüz ve avuçtaki çizgiler: 472
Teba’: Tâbi olma. Uyma: 472
Tebyîn: Belirtme. Açık anlatma. İsbat etme: 472
Tünbek: Darbuka. Dümbelek: 472

Mucîb: İcabet eden. Cevab veren. Sebeb kabul eden. Duaya cevab veren. (Allah):
55
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055
Meyeh: Su, mâ: 55
Mucîb: İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suâli cevablandıran: 55
Necb: Ağaç kabuğu soymak: 55
Kelle: Baş, kafa: 55
Helek: İki dağın arası: 55
İnba: Haber verme. İhbar eyleme. Tebliğ etme: 55
Binc: Her nesnenin aslı ve kökü: 55
Cana: Ey sevgili! Ey can!: 55
Nüh: Dokuz: 55
Mezh: Lâtife, şaka. Meze, katma, karıştırma: 55
Penc: Beş: 55
Amedî: Geliş: 55
Çalak: Yerinde durmayan, çabuk, oynak. Daima çalışan. Akıl ve feraseti açık olan: 55
Hamide: Yanmış kül olmuş. (Üstadım’ın Noktalama’sı: Allah, Resûl aşkıyla, yandım
bittim, kül oldum, -Öyle zaif düştüm ki, sonunda Herkül oldum!) Uzun müddet geçmesiyle
rengine siyahlık gelip eskimiş olmak: 55
Hamz: Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık: 55
Ümid: Ummak. Emel. Arzu. Rica: 55

TABUT-BERZAH
Levha: (…) 1991… Yer Eminönü… Ben, Köprü’nün karşısında Karaköy
tarafındayım… Yanımda, tanımadığım veya kim olduğunu hatırlayamadığım birisi var. Yeni
câmiye doğru bakıyorum. Câmiin önünde küçük bir kalabalık, yeşil bir tabut taşıyor.
Yanımdakine, tabutu küçük bir kalabalık taşıdığı için, cenazenin kime âit olduğunu
soruyorum; o da bana, “Peygamber Efendimiz”in olduğunu söylüyor. Aklıma Hacca
gidenlerin durumu geliyor ve “o zaman Hacca gidenler boşa gidiyorlar, çünkü O’nun naaşını
buraya getirmişler!” şeklinde bir şeyler söylüyorum. (Nuray Zor.)

Levha: … Ocak 1999… Yıllar önce gördüğüm yukarıdaki rüyâmı Kumandan’a
anlatıyorum, çok güzel olduğunu söylüyor. “Rüyâda tabut görmenin, OTURMAK” demek
olduğunu belirttikten sonra, “çok güzel bir rüyâ” diye tekrarlıyor. Fakat “oturmak”, bizm
bildiğimiz mânâda “oturmak” demek değilmiş, daha farklı ve önemli bir mânâsı varmış.
Yanımdakilere, Kumandan’a yıllardır tâbirini merak ettiğim rüyâmı anlattığımı ve onun da
rüyâmı çok güzel bulduğunu söylüyorum; rüyâ içinde rüyâ… Daha sonra Kumandan’ın
evindeyiz, fakat ev bizim ev. Kumandan, Terörle Mücadele Şubesi’nden yeni çıkmış. Ben,
çekyatın üzerinde Hayran Hanım’la konuşurken, dikkatimi nereden geldiğini ve kimin
olduğunu bilmediğimiz 9-10 aylık bir bebek çekiyor. Bebek bir takım sesler çıkarıyor,
Kumandan ona karşılık veriyor. Yâni karşılıklı konuşuyorlar. Bebek çekyatta yatmış,
Kumandan oturur vaziyette ona eğilmiş. İçimden bebeğin SÜRYANİCE konuştuğunu
geçiriyorum. Birden, Kumandan’ın da bebekle konuşması dikkatimi çekiyor. Aklıma “Hırka-i
Tecrid”teki bu mevzuyla ilgili bölüm geliyor. Kendi kendime, “Süryanice’yi artık kimsenin
bilmediğini ve sadece Allah tarafından velilere öğretildiğini” söylüyorum. Sır olan hâdiseye
şahit olduğum için, içimi büyük bir sevinç kaplıyor. (Nuray Zor.)

Tabut: Sandık. Ölü nakline mahsus sandık. Dönüp dolaşıp gelinecek merci-i küll.
Su kovası: 809
Berzah: İki âlem arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer
arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809
Davc: iki şeyin birbirine eğilip ulaşması: 809
Tetevvüc: Taç giyme: 809
Huruc: Çıkma. Dışarı çıkma, çıkış. Ayaklanma, isyan etme: 809
Hatar: Korku. Tehlike. Uçurum. Emniyetsizlik. (Muhib Efendi: İslâm, kılı kırk
yarmanın değil, kırkbin yarmanın rejimidir.): 809
Huzzak: İşinin ehli olanlar, ustalar, mütehassıslar: 809
Gazub: Büyük yılan. Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş: 1808=809
Mutasarrıf: Tasarruf eden. Tasarruf hakkı olan: 810=1809
Müsteşhid: Şâhid olarak gösterilen: 809
Enbuzen: Asıl, esas madde: 809
Dahdar: Beyaz bez: 809

İkamet: Oturmak. Bir yerde kalmak. Müezzinin kamet getirmesi: 542
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2542
Fakülte: Üniversitelerin mevzuu bakımından ayrılmış kolları. Hassa, meleke, iktidar.
Kabiliyet, kuvvet: 542
Mübşer: Kendisine müjde verilmiş: 542
Mübşir: Müjde veren: 542
Merec-el bahreyn: İki deniz kavuşuyorlar: 543=1542
Meşreb: Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. Gidiş. İçmek. İçilecek yer. Fehmetmek. Mânevî
haz ve feyz alınan yer ve yol: 542
Tesbi’: Yediye çıkarma, yedileme. Bir şeyi yedi parça yapma: 542
Mütesabbî: Çocuklaşan, çocuk tavrı takınan. (Sâbi’: Yedi, yedinci… Sabi: Henüz süt
emen çocuk. Bülûğ çağına gelmemiş olan çocuk. Üç yaşını tamamlamayan erkek çocuk.): 542
Alamat: Hint denizinde çok bulunan uzun ince ve yılana benzer bir balık: 542
Mübtesim: Gülümseyen, tebessüm eden: 542

Ka’de: Oturma. Bir defa oturuş. Namazda bir defa oturuş: 179
Mutlak: Yalnız, tek. Asla bir şarta bağlı olmayan. Serbest. Kat’i. Şübhesiz.
Salıverilmiş, ıtlak olunmuş: 179
Kaytas: Balina balığı. Kadırga balığı: 179

“MÜJDELERİN MÜJDESİ”
Levha: 10 Ağustos 2004… Kumandan’ın kitabını yeni okumuş koğuş arkadaşım Ömer
Kama’nın, yürürken yerde ayak izleri çıkıyor. Ömer’in okuduğu kitab, “Müjdelerin Müjdesi –
Mim Mim’in Hikâyesi”, Süryanice imiş ve bundan dolayı ayak izleri de Süryanice’ye
işaretmiş. Bir yandan ayak izlerini merak ve hayretle takib ederken, diğer yandan “bugün
Kumandan’la sohbet günümüz, orada Kumandan’a Süryanice mevzuunu sorarız” diyorum ve
rüyâmın tam burasında uyandırılıyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Kâzım Albayrak.)

Nakş-kadem: Ayak izi: 594
Tasadduk: Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek. Sadaka vermek: 594
İstikbâl: Gelecek zaman. Gelen bir kimseyi karşılamak: 594
Cimnastik: Beden terbiyesi: 594
Müstefid: İstifade eden, fayda gören: 594
Müstemend: Gamlı, kederli, mahzun: 594

Nakş-ı kadem: Ayak izi: 594=1593
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1592=593
İnsimag: Yere düşüp ezilme, yaralanma berelenme: 1592=593
İstiglak: Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme: 1592=593

Süryanî: Suriye halkından. Samilerin Aramî kolundan ve garb kısmından olan ve
bunların dininden olan. (Süryanice’nin Cennet lisânı olduğu, Süryanice’den ilk türeyen
dillerin Arabça ve Hindçe olduğu, İslâm büyükleri tarafından bildirilmiştir… Hadîs:
Süryanice öğrenin!): 331
Kaptan Kust: 163+169=332=1331
Mirzabeyoğlu: 332=1331
Esra’: Daha çabuk. Pek çabuk. Çok seri. Asma filizi: 331
Tezkir: Hatırlatma. Vaaz ve nasihat etme. Tenbih ve ikaz etme: 1330=331
Kuşe: Köşe: 331
Ammuriye: Ankara: 331
Şükuh: Azamet, ululuk, celâl: 331
Ukaykan: Karınca: 331
Nafir: Galib olan: 331
Mutazammın: İçine alan. Üstüne alan. Tazmini kabul eden. Muhit ve müştemil olan:
1330=331

Müjdelerin Müjdesi: 463
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1312=1463
İfrat hâlde tecrid. (Noktasız harfler.): 463
Cüst: Arama, araştırma: 463
Nezahet: Ahlâk temizliği, temizlik. İncelik, rikkat: 463
İctinah: Secde etme: 463
İhtican: Bir yerin etrafına duvar yapma, çit çekme: 463
Mükatib: Mektub yazan: 463
Te’bin: Ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme. Bir kimseyi yüzüne karşı
ayıplama: 463
Atbin: Sözü doğru, faziletli kimse: 463
Bütlal: Şaşa kalan, hayret eden, hayran olan: 463
Çetin: Sert. İnatçı, dik başlı. Zor, çetin: 463
Cümudiye(t): Büyük buzdağı. Buzul. Aysberg. (Meser: Buz. Soğuk… Me’sere:
Eskiden kalma güzel eser. Cömertlik. Güzel hareket ve fiil.): 463
Tecennî: Meyve devşirme. (Harf: Yemiş toplama.): 463
Tibyan: Açık ifâde ile beyan etme. Açıklama. (Meşhur bir Kur’ân tefsirinin ismi.): 463

RAŞİD EROL EFENDİ


Levha: (…) 1992… İstanbul Sarayburnu gibi bir yerde Üstad, Karşı yakada ise
Abdülhakîm Arvasî Hazretleri varmış ve ikisi denizin ortasındaki bir gemide
buluşacaklarmış… Üstad gemide, -sol eliyle sigara içiyor-, Efendi Hazretlerini bekliyor ve bir
süre sonra başını sola çevirdiğinde onu görüyor; ve onu görmenin sevinci içinde. (Uyanıp
tekrar uyuyorum.) İstanbul’a geliyorum ve İstanbul’a gelmiş olan Raşid Erol Efendi’nin
huzurundayım. Ona, “Efendim, siz, biz Mehdî’ye asker yetiştiriyoruz diyordunuz; Mehdî’nin
kim olduğunu lütfen söyler misiniz?” diye soruyorum. Raşid Erol Efendi, haşmetle bana
bakarak, “sen ne zannediyorsun? Biz yıllardır Menzil ile İstanbul arasında acı biber gergefi
dokuyoruz!” diyor ve eliyle bir yeri işaret ederek, “işte Mehdî odur!” diyor. İşaret edilen yere
baktığımda müthiş heyecanlanıyorum; orada Kumandan’ı görüyorum. (Kenan Durdu –
Adıyaman’daki Nakşî şeyhi Râşid Efendi’ye intisabı hususunda yaptığı istihâre.)

Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarımküresindeki
burcun adı: 205
Selika: Güzel söz söyleme ve yazma istidadı: 205
Selika: Üstüne binen kişinin ayaklarını sallamasından dolayı, devenin yanlarında
meydana gelen ayak izleri. Tabiat: 205
Mus’a: Böğürtlen. Bir kuş adı: 205
Dur’: Doğmak, tulu’ etmek: 205
Kılaa: Gemi yelkeni. (Şira’: Yelken. Gemi yelkeni.): 205-206
Cebir: Zabtetmek. Zor. Kuvvet. Bir şeyi ıslah ve tamir etmek. Cebir ilmi. Ameliyat:
205
Kasme: Yüz, çehre, vecih: 205
Menkut: Noktalanmış, noktalı: 205
Araba: Vasıta. (İki şeyi birbirine ulaştıran. Arada bulunan. Aracı.) Zat-ül hareke –
kendinden hareketli: 205
Receb: Azametli, heybetli. Tazim etmek. Cennette bir nehir ismi. Üç ayların birincisi,
kamerî ayların yedincisi: 205
Bergab: Suyun biriktirildiği yer. Baraj: 1204=205
Çerağ: Işık. Kandil. Lâmba. Mum. Kutlu, mutlu. Tekaüd, emekliye ayrılmış kişi.
Otlama. Talebe, şakird: 1204=205
Hirr: Kedi: 205
Bürc: Hisar. Yıldız: 205
Dar: Darağacı. Ceng, kavga, savaş: 205
İbrâ: Temize çıkarmak. Borçtan kurtarmak. Sağlamlaştırmak: 205
Dıraht: Ağaç, şecer: 1204=205
Çerb: Muvafık, uygun, münasib. Temayüz, imtiyaz. Diğerlerinden daha üstün: 205
Hürr: Arslan: 205
İhtibar: Tecrübe. Deneme. Yoklama: 1204=205
Mantuk: Bir lâfzın söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. Söz, mânâ, mefhum: 205
Nakime: Nefsi mübarek olan. Kendi, nefs. Akıl, cevher: 205
Regaib: Hediye. Çok istenecek şey. Çok rağbet olunan şeyler. Bol bol ihsan etmek:
1204=205
Burc: Muayyen bir şekle benzeyen yıldız kümesi. Tek hisar kule, kale çıkıntısı: 205
Alâka: İlişik, rabıta. Gönül bağlama, irtibat, malikiyet. Müdahale hakkı. Hisse: 205

Tenide: Örülmüş, dokunmuş. Örümcek ağı: 469
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 1469
İstiva: Müsavî oluş. Temasül. İ’tidal, istikamet ve karar. Kemâlin serbest olması. Kaba
kuşluk zamanı. Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak. İstilâ eylemek: 469
Kam-perver: Emel besleyici: 469
Tayhan: Boş ve mâlayâni şeylere itiraz eden kimse:469

Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 1469=470
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302=2470
Dost: 470
Şemlak: Yaşlı, pîr, ihtiyar: 470
Tenciz: Sona erdirme. Neticelendirme. Sözünü yerine getirme: 470
İntiyat: Kendi reyi ile davranma, kendi istek ve irâdesiyle hareket etme. Asılı kalmak:
471=1470
Aşk: Çok ziyâde sevgi. Sevdâ. İttibâ’, uyma. Alâka: 470
Tenhib: Suya yakın gelme: 470
Att: Sözü tekrar tekrar söyleme:470
İstidat: Alışma, ünsiyet etme. Doğrulama: 470
İntiyah: Ağlama, gözyaşı dökme: 470
Millet: 470
Tecniz: Ölüyü tabuta koyma: 470
TEDVİN: Aynı mevzuya dair bahisleri bir araya getirip kitablaştırma. Bir araya
toplayarak tertibleme: 470
Tehabbüs: Kendini bir yere kapama. Hapsetme: 470
Aşak: Sarmaşık: 470

Lem’a: El ile veya elbise gibi bir şeyle işaret etmek. Parlamak. Şimşek gibi
çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak: 145
Suadî: Topalak otu. Kust otu: 145
Rahman Sûresi 19. âyet: (Meâli: İki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar.): 1145
Müheymin: Mümin. Hazır. Sadık. Hafız. Koruyucu. (Esma-i Hüsna’dan, El-
Müheymin: Mahlûkunu kollayıcı.): 145

İsoté tuj. (Kürtçe.): Acı biber: 478+22=500
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+332=1500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312=1500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+126+1312=1500

Levha: 27 Nisan 1998… Geniş bir büro; Kumandan masaya oturmuş, üç-dört metre
mesafede ise ayakta duran İBDA’cı gençler. Kumandan’ın bulunduğu kısım aydınlık
olmasına mukabil, gençlerin bulunduğu kısım loş. Gençler, benim “Hırka-i Tecrîd”te yer
verilen onun “Mehdî” olduğu hakkındaki rüyâm hususunda konuşuyorlar. O rüyâya dair sözü
hükme bağlama babında Kumandan, şöyle diyor: “O rüyâ tıpkı İmrülkays’ın durumuna
benzer. (Kâbe duvarına asılan Muallakat-ı Seba’yı kasdederek.) Nasıl ki İmrülkays, Allah
tarafından bir takım hakikatlerin anlatılmasına vesile kılındı, o hakikatlerin dile gelmesinde
kendisinin bir dahli yoktu, bu rüyâ da tıpkı buna benzer.” (Kenan Durdu.)

Muhammed Raşid Erol: (Menzil Şeyhi.): 92+505+237=834
Meryem Sûresi, 29. âyet: (Meâli: Meryem çocuğu gösterdi: “Biz beşikteki çocukla
nasıl konuşabiliriz?” dediler.): 1833=834
Dahuk: Geniş yol: 834
Fezleke: Hülâsa. Netice. Öz. İcmâl: 835=1834

SAHİB-ÜZ ZAMAN
Levha: (…) 1999… Allah Resûlü, bir atın üzerindeler, yanlarında Hazret-i Ebubekir,
Hazret-i Ömer ve etrafında sahabîler, veliler ve şehîdlerle sayısız kalabalık. Ben, bir fırsat
ânında Allah Resûlü’ne “zamanın sahibi kim?” diye soruyorum. Bunun üzerine Allah Resûlü,
eliyle bir şahsı işaretliyorlar ve “işte kurtarıcınız!” buyuruyorlar. (Metris Cezaevi’ne gelen
Konya Cihanbeyli’den İmâm Ali Ekşi: Mahmud Efendi Hazretleri’nin 1998’de yaptığı Hac ve
orada Allah Resûlü ile rabıtası ve İslâm İnkılâbının gerçekleşmesi için aldığı emir
çerçevesinde verdiği tesbihat malûm. Ben de kendimle beraber annemin de çekmesi için ona
bildirdim. Tesbihatı çeken annemin o gece gördüğü rüya bu. Sabahleyin rüyâsını bana anlatan
anneme, Kumandan’ın “Hırka-i Tecrîd” isimli kitabının arkasındaki resmini göstererek “bu
mu?” diye sordum. Kadıncağız o ânda hemen bayılıverdi.)

Sahib-üz zaman: Mehdi-i zaman. Zamanın sahibi. Müceddid: 230
Müslîman: 231=1230
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+154=1230
Kalmes: Ulu kişi, seyyid: 230
Kafn: Kafa: 230
Kıstas: Mizân, ölçü. En doğru tartan. Taksit: 230
Dergâh: 230
İrkah: İnanma, itimad etme, güvenme. Sığındırma, dayandırma: 230
Müf’am: Kabarmış ve yükselmiş su: 230
Mislak: Fesih, beliğ konuşan kimse: 230-231
Üskutuss: Cevher, asıl, unsur, madde: 230
Üstükus: Hendese, geometri. Cevher, madde, asıl: 230
Nasif: Başörtüsü: 230
Müfîk: İyileşen hasta: 230
Nakf: Bakış, nazar. Başı dimağından yarmak: 230
Mukaffa: Kafiyelenmiş, kafiyeli. Birbirini takib eden: 230
Salma’: Kesmek. (Fatm: Kesmek.): 230
Kustas: Büyük terazi: 230

MAĞARA
Levha: 7 Temmuz 2004… Tepeden bir bakışla, Resûlüllah Efendimiz’in Hazret-i
Ebubekir ile Mekke’den Medine’ye hicretleri sırasında saklandıkları mağarayı görüyorum.
Kapısında örümcek ağları var. “Allah Allah, bu zamanda da o günkü şeyler oluyor!” diye
hayret ediyorum. (Yaşamayı Deneme – KİM’İN ROMANI için yapılan istihare – istihareci.)

Kerî: Örümcek ağı: 230
Ebû Bekir: 231=1230
Sahib-üz zaman: Zamanın sahibi. Müceddid: 230
Aktaan: Kalem, kılıç: 231=1230
Makass: Makas. (Kaz: Makas… Kazz: Yalnız, tek, ferd… Kazz: Topluluk, cemaat.
Büyük taş. Topraklı olan.): 231=1230

Helel: Örümcek ağı. Yağmur evveli. Korku: 65
Necîb: Soyu temiz. Asilzâde. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı kimse: 65
Hindu: Benek, ben: 65
Vatan: Yurt: 65
Babeyn: Dünya ve ahiret. İki kapı: 65
Deyyan: Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. (Vali. Gözetleyici ve koruyan kimse.)
Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren: 65
Esed: Arslan. Şîr: 65
Nevcah: Bir makama veya memuriyete yeni geçmiş olan. Tahta yeni oturmuş: 65

Magare: Mağara: 1246
Rum: Anadolu. Romalı: 246

Magare: Mağara: 1246=247
Cebrail: 247
Galeri: Sanat eserinin sergilendiği yer. Tiyatroda seyircilere âit balkon. Üstü örtülü
uzun yer. Yer altında açılmış uzun, dar yol: 1246=247
KIZIL SAKAL
Levha: 11 Ocak 1999… Mehdî’likle ilgili birşeyler… Kolumdan ve elimden tutmuş,
etrafımda halkalanan sarıklı ve cübbeli insanlar; hepsi sakallı. Bana, Nakşî Şeyhi Mahmud
Efendi’nin çevresindenmişler gibi geliyor. Benim yüzüm değişik, daha toplu ve daha sık ve
top sakallı. Dudağımın altındaki sakallı kısımda beliren tam şişmemiş balon gibi pinpon topu
büyüklüğünde sarı iki sakal topu, “bak, sakalı da kızıl!” diye, Mehdî oluşumun işareti diye
kabul ediliyor. Çevremdekilerde bunun neşesi ve sevinci… Biri Sadedin Ustaosmanoğlu’nu
andırıyor. (Metris Cezaevi – S.M.)

Rîş: Sakal. Yaralı. (Kelîm: Yaralı kimse. Kendisine söz söylenilen, hitab edilen.
Söz söyleyen, konuşan. İkinci şahıs. Hazret-i Musa’nın bir ünvanı.) Kıl. Tüy. (Şiar: İz,
belirti, işaret, nişân, ayırd edici iyi âdet. Üstünlük veren işaret. İnsanın gömleği. Ölüm.)
Kuş kanadı: 510
Rîş: Çok pahalı elbise: 510
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322=510
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+126+322=510
Sünnet: Kanun. Yol. Âdet. Allah Resûlü’nün davranışları, yaptıkları: 510
Müstehab: Sevilmiş şey. Yapılması sevablı olan: 510
Tesemmî: Bir isimle isimlenme. Bir şahsa veya kabileye mensub olma: 510
Kifayet: Liyakat. Lüzumlu kadar olmak. Yetişmek, kâfi. İktidar: 511=1510
Kestel: Küçük kale. Hisarcık: 510
Şakik: İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. Öz kardeş: 510
Şeriyy: İyi, kıymetli at: 510
Tinnîn: Büyük yılan, ejder: 510
Harbüş: Alaca yılan. Yırtıcı bir kuş: 510
Muhtebes: Hapsedilmiş: 510
Bahs: Hakikati araştırma. Konuşulan şey. Teftiş. Münazara. Kazmak. Ayırmak.
Saçmak: 510
İstimdad: Meded ve yardım istemek: 510
Karir: Beşaret ve müjde ile parlayan söz. Sevinmiş, memnun: 510
Şir: Aslan. Süt: 510
Şöhre: Şöhretli, ünlü: 510
Şühre: Görünmek. Zâhir ve vâzıh olmak. Açık olmak: 510
Takriz: Bir kimseyi hayatında medhetme: 1510
Takriz: Ödünç vermek. Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek. Beğendiğini
söylemek. Beğendiğini bildiren yazı yazmak: 1510
Tatalu’: Birbirine bakmak. Gözlemek: 510
Tekeyyüf’: Bir keyfiyet kabul etmek. Keyiflenmek: 510
Tekmim: Ağaç çiçek verecek vaktinde gılafıyla tomurcuğunu çıkarıp izhâr etmek: 510
Temekkün: Mekânlanmak. Yerleşmek. Yer tutmak. Vakar ve temkin sahibi olmak.
Sultan yanında rütbe sahibi olmak: 510

Asfer: Kızıl. Sarı. Bomboş şey: 371
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312=1371
Şamil: Çevreleyen, içine alan, ihtiva eden, kaplayan. Çok şeye birden örtü ve zarf
olan: 371
Ferman: Emir. Tebliğ: 371
Irâk: Devlet, memleket ismi. Su kenarı. Kökler, asıllar, bünyadlar. Uzak: 371
Firas: Çok fazla kırmızı: 371
Mina-renk: Gök mavisi: 371
Şemal: Kıble ardında kutub tarafından esen yel. Ahlâk. Kılıç: 371
Alemgir: Bütün âleme yayılan, dünyayı zapteden: 371
Tazallüm: Zulmü kendi nefsine isnad etmek: 1370=371
Tazlil: Gölgelendirme veya gölgelendirilme. (Dedi ki: Her gölgede bir rahatlık
vardır… Bu demek olur ki, her gölgede bir rahatlık olduğu gibi her gizlilikte de bir sükûn
vardır. Yâni tecelli güneşi daima zâti şimşek nev’inden olsa, güneşin dışı nasıl yakıyorsa, O
da kalbi aynı şekilde yakar… Ve insanın ona gücü yetmez. Sonra; bütün âlem Hakk’ın
gölgesidir ki, isim ve sıfatların mahiyeti surete bağlı olmamakla beraber, yine onunla rahata
ermişlerdir… Bundandır ki, insanların en kâmilleri, âlemde kendilerine bir zuhur taleb
ederler; ve kendilerine istidadlı salih bir kimse ararlar… Çünkü onlar, İlâhî hilâfet ile
muttasıftırlar. Zira Allah bir gizli hâzinedir ki, kendinin kendine zuhuru ile yetinmeyip,
aynadan da zuhur istemiştir.): 1370=371

22.05.2008- 72.SAYI

HALİFE
Levha: (…) Kasım 1983… Üstadım’ın öfkeli ve haykıran sesi hem azarlıyor ve hem
de teskin ve teselli ediyor: “Halife görünecek!” … İşte cevab!

Teblit: Tekdir etmek. Azarlamak. Vurmak. Başa kakmak. Delille susturmak: 832
Mehd(î) Muhammed Salih: 49+92+691=832
Muayenehâne: 832
Hafıkan: Şark ile garb: 832
İnfaz: Sözünü geçirme. Aldığı emre göre birini öldürme. Öte tarafa geçirme: 832

Hâlîfe: Öncekinin yerine geçen: 725
Küşte: Öldürülmüş, maktul: 725
Prens Bismark: (Yevmiye: Bismark, hafiye romanları okumaya bayılırdı…): 725
Müfredat: Bir bütünü meydana getiren şeylerin herbiri. Bir şeyin içindekiler. Toptan
malûm olan şeylerin tafsilâtı. Tek tek, ayrı ayrı beyitler. Bir ibareyi meydana getiren
beyitlerin her biri. Her biri kendi başına devâ olan nebatlar ve bunlardan bahseden tıb kitabı:
725

Halif: İki dağ arasındaki yol. Eski elbise. Arkadan gelen. Birinin yerine geçen:
720
Tersin: Süzmek: 720
Yaddaşt: Hatırda tutulan şey. Hatıra: 720
Münhul: Elek: 720
Zebîh: Kesme, boğazlama. (Hazret-i İsmail ve Hazret-i Abdullah’ın bir lâkabı. Bu
yüzden Allah Resûlü’ne “iki boğazlanmışın oğlu” denmiştir.): 720

O VE BEN
Levha: 25 Ağustos 1998… Altan Gültekin’in dizlerinin üstünde bir dergi… Dergiye
göz atıyorum; Peygamber Efendimiz’in sözleri, şiir gibi yazılmış. Hadîslerden sağ sayfadaki
birine bakıyorum, son satırın sonu “iki salih’tir” diyor; Mehdî’den bahsediyor. “Salih”
yazısını görünce heyecanlanıyorum. Geleceği zaman işaretlenmiş; “yüzyıl başında gelecek
olan iki salih’tir” gibi birşey. Salih’e dikkat ediyorum, değişiyor. “Sali”si gidiyor ve “he”
yerine de “ş” harfi geliyor. “Yüzyıl başında gelecek olan iki ş’tir.”… Kumandan’a işaret
ediyor diye düşünüyorum. (Bandırma Cezaevi – Aydın Alkan.)

O ve Ben: (Üstadım’ın, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri ve kendisi merkezli
eserinin ismi.): 64
Necîb: Soyu temiz. Asilzade. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65=1064
Yedan: Eller. İki el: 65=1064
Se: Üç:65=1064
Nuh: 64
Mehdiyye: Mehdi’ye âit ve müteallik. Hediye, armağan: 64
Canî: Candan sevilen: 64
CELÂL: Nihayet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım: 64
Sebeb: Vasıta. Âlet. Alâka. Bahane: 64
Naci: Kurtulan. Necat bulan: 64
Delik: Gül tohumu: 64
Bülbül: 64
Himaye: Koruma. Korunma: 64
Muvazi: Paralel: 64
Payan: Kenar, son, nihayet. Akıbet. Ehl-i tarikin ulaşacağı birlik âlemi: 64
Sâib: Bir yerle veya bir şeyle ilişiği kalmayan. (Üstadım’ın son Noktalama’larından:
Kalmadı bu dünyada benim işim ve kavgam; -Eserimi verdimse, artık ölsem de ne gam!)
Sedd: Barier. Tıkamak, kapamak, mâni olmak. Baraj. PERDE. Mânia. Rıhtım. Set,
tümsek: 64
Ümduha: Medhedilmeye sebeb olan hâl veya iş: 64
Vicdan: İyiyi kötüyü ayıran bir his. Kendinden geçme, dalma. Duyma, duygu. İnanç.
Şuur. Bâtın ile hakkı tanıma. Din: 64
Besa’: Ülfet, ünsiyet. (Elif): 64
Mevhube: Verilmiş. İhsan edilmiş: 64
Des: Eş, eşit, müsâvi, benzer, denk: 64
Dess: Gizlenmek. Örtmek: 64
Südd: Dağ. Bulut. Mâni, engel: 64
Pülpül: Karabiber: 64
Nahv: Yol, cihet. Etraf, yön. Misâl. Miktar. Kasd ve azmeylemek. Kelimelerin
birbirine rabt, izafet ve amel eylemleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile
Arabça kelimelerin yeri ve usûlü bilinir, yani cümle tahlili yapılır: 64
Nüda: Yağmur. Baran. Boğaz ıslatan nesne. Çiye, rutubet. Atâ, bahşiş. Sesin uzaklara
gitmesi: 64

Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: (Yevmiye: Benim yanıma bugüne kadar hep
budala hayranlık tavrı gösterenlerden başka kimse gelmedi… İş yok!.. Benim için bana
karşı gelecek, arkamdan kavgamı yapacak, fikrini ileriye sürecek… Başımı dizlerine
koyup yatarken, sırtımdan emin olabileceğim bir dost… Çok şükür buldum… Yevmiye:
Çok şükür, özlediğim gencimi, dostumu gördüm… Hicri 1400 – Milâdî 1978…
Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Bindörtyüze bir kaldı, kalmadı zamanımız, -Bu asırda
gelir mi dersin kahramanımız?): 62+129+477+1312=1980
Şeriat: 980
İstikbal İslâmındır: (üstadım’ın hazırlattığı eserim.): 980
Teşri’: Yolu açık ve vâzıh kılma. Şeraite isnad ve nisbet eylemek. Kanun vaz’ ve
tenfiz eylemek. Havuza su getirmek: 980

ŞIN HARFİ
Levha: 16 Şubat 1985… Bir kitab okuyorum… Yanımda Seyfi Bey… Kitab,
Üstadım’ın ve estetikle ilgili; ve okudukça benim yazdığım oluyor… Dipnot kısmında, bir “ş”
harfi var… Benimle alâkalı ve bu hususu Seyfi Bey’le konuşuyoruz!

“Şın” harfi, Muhyiddin-i Arabî’nin cetvelinde, Allah’ın “El-Muktedir” ismine geliyor
ve mertebesi SABİT YILDIZLAR… Şın: (Kürtçe) Mavi

Da’vâ cetvelinde “Şın” harfinin sayı değeri 460 ve Allah’ın “Şafî” ismine denk
geliyor… Şafî: Hastaya şifa veren (Allah). Yeter görünen, kifayet eden.

Şın harfinin ebced değeri: 300
Fikr: Düşünme. Akıl. Rey, istek: 300
Simer: Kıssa, hikâye. Akşamdan sonra olan. (Üstadım’dan Noktalama: Bir cünbüştür
kopsa da gece yakomazlarda, -Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda!): 300

İki şın: 300+300=600
Takannün: Kanunlaşma. Değişmez hâlde, kat’i olarak belirme: 600
Kaşr: Bir şeyin kabuğunu soyma. (Necb: Ağacın kabuğunu soyma): 600
Müstekiff: Bakarken gözünü muhafaza etmek için kaşının üzerine koyma: 600
Hayranî Mirzabeyoğlu: 279+322=601=1600
Kass: Cem etmek, toplamak, biriktirmek: 600
İstilhak: İlhak olmaya, katışmaya çalışmak: 600
Hızır: 1600
“Hı” harfinin ebced değeri: (Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin cetvelinde “Hı” harfi,
Allah’ın “Hakîm” ismine denk gelir ve mertebesi “Şekil-Suret”tir.): 600

NECİP FAZIL’LA BAŞBAŞA


Levha: 29 Mart 1995… Üstadım bana, “sen her türlü yazıyı yazabilirsin; buna
lâyıksın!” diyor… Orada Harun ve İbiş de var… Ben, “Üstadım, İmân ve İslâm Atlası, bende,
annemde, babamda, hepimizde var; İmân ve İslâm Atlası’nın şemasına nisbetle” diye onun
çok mühim bir eser olduğunu ve Büyük Doğu fikriyatının bu şemaya göre kurulduğunu fark
ettiğimi ifâde etmek istiyorum… Bununla ilgili olarak “Tilki Günlüğü” ve “Necip Fazıl’la
Başbaşa”dan bahsediyorum… Fakat lâfımı daha tamamlayamadan, Üstadım sözü ağzımdan
kapıp, “İmân ve İslâm Atlası”na dair birşeyler söylüyor… Ve, “gazi ana ölüp üstüne toprak
örtüldüğü zaman bitmesin diye, gençliği ön plâna almak lâzım!” diyor.

“Necip Fazıl’la Başbaşa”: 65+912+607=1584
Mütekaddim: Takdim olunan, sunulan: 584
Direfş: Alem, bayrak, sancak: 584
Tefakkud: Arayıp sorma. Sorup soruşturma: 584
Müsted’a: İstenen, arzu edilen. Dilekçe ile istenen şey: 584
Ta’kid: Bir cümleyi anlaşılmaz hâle koyma. Düğümleme, düğümlenme: 584
Tasfîd: Muhkem ve sağlam bağlamak: 584
Tedeffuk: Suyun fışkırması. Atılmak. Dökülmek: 584

“Necip Fazıl’la Başbaşa”: 1584=585
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1302=1585
Şifre: 585
Şer’iyye(t): Şeriata uygun olma: 585
Tefekkuh: Fıkıh ilmini tahsil etmek: 585
Rasrasa: Muhkem etmek, sağlamlaştırmak: 585
Kaydetmek: Yazmak. Bağlanmak. İlgilenmek, alâkalanmak: 585
Matekaddem: Geçmiş zaman, mâzi. Sâbık. Geçen şey. Önceleri: 585
Tasfiye: Saflaştırmak. Hesabı kapatmak: 585
Müstefad: Anlaşılıp istihrac olan. Kazanılmış olan, istifâde edilmiş. Mânâ. Mefhum:
585
Şüfre: Yassı büyük bıçak. Kılıç ağzı. Kirpik biten yer: 585
Nekise: Hilâf. Nefs. (Yevmiye: Nefsimizin bir hakikati var!): 585
İctisas: Evleri yakın olmakla bir arada olmak: 585
İftikad: Arayıp sormak. Kaybolmak: 1585
Çarşaf: 585

Selika: Güzel söz söyleme ve yazma istidadı. (Üstadım’ın Nokatalama’sı: Nefsini
hesaba çek elinde kalem kâğıt, -Allah sana verince, sen de kullara dağıt!): 205
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara âit kitab. Güney yarıküresinde bir burc ismi:
205
Her: Bütün. Hep. Tamamen: 205
İcra: Bir işi yürütmek. Suyu akıtmak: 205
Red: (İng.): Kırmızı: 205

GÜNLÜK
Levha: 12 Mart 1989… Üstadım’ın elinde, sayfalarını numaraladığı bir defter…
Benim “Tilki Günlüğü” gibi… Ama o rüyâları değil, sadece günlük hâdiseleri yazıyormuş…
Bana, “senin yazdıklarında kendimi buluyorum!” diyor.

Yevmiye: Günlük hâdiseleri günü gününe kaydetmeğe yarayan defter. Gazete.
Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret: 71
Lâm: Bir harf. (Da’vâ cetvelinde, sayı değeri 129’dur ve Allah’ın “Latif” ismine denk
gelir… Latif: 129… Salih: 129… Muhyiddin-i Arabî’nin cetvelinde “Lâm” harfi, Allah’ın
“El-Kahir” ismine denk gelir ve mertebesi de “Üçüncü Semâ”dır.): 71
Müselles: Üç. Üçlü: 1070=71
Esî: İlâç yapmak: 71

Yevmî: Günlük: 66
Nevî: Yenilik: 66
Hilâl: Yeni ay şekli. Yeni ay: 66
Neva: Bir yerden bir yere nakletmek. Hıfzetmek, korumak. Sohbet etmek: 66
Cinaze: Tabut: 66
Sida’: Yazı: 66

Yevmî: Günlük: 66=1065
Necîb: 65

Ruzname: Günlük. Günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt, günlük yazı. Vakit cetveli,
takvim. Bir meclis veya heyetin müzakere programı. Her günkü gelir ve giderin
yazıldığı defter: 309
Rakde: Berzah. Uyku. (Menam: Uyku. Rüyâ.): 309
Serlevha: Yazıda başlık: 309
Hurufiye: Harfçilik, harflerin mânâlarını açıklama: 309
Haş: Kalb: 309
Şat: Büyük nehir: 309
Tarak: Bulutların bir yere toplanması. Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının
üstünde olması: 309
Harık: Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş. Ateş, od: 309
Medrese: 309
Musattar: Yazılmış: 309

Ruzname: 309=1308
Arvasî: 308
Şehba: Kır renkte olan şey. Tam techizatlı asker birliği: 308

Tilki Günlüğü: 540+1112=1652=653
Mehdî Hayran Mirzabeyoğlu: 653
Türban: Topraklar: 653

İKİ SALİH
Levha: 16 Ocak 2008… Arkadaşım Yeşim’le kaldırımda yürürken karşıdan esrarengiz
bir adam geliyor. Yaklaşınca yüzüne dikkatle bakıyorum ki babammış. Yaklaştıkça bana
bakıp dişleri görülecek şekilde gülümsüyor. Adamın babam olup olmadığından emin değilim.
Tereddütteyim. Gülerek bana, “benden iki tane olduğunu sen de fark ettin mi?” diyor. (Elif
Erdiş.)

Salih: İşe yarar, elverişli, uygun, iyi. Haklı olan, itikadlı, dindar, dinî emirlere
uyan. Faziletli. Bir Peygamberin ismi: 129
Savlec: Gümüş. MİSK: 129

Salih: Karayılan: 691
Hass: Kâmil ve ileri gelenler topluluğu. Hususî. Halis: 691
Risalet: Elçi. Birini bir vazife ile bir yere göndermek: 691
Sahb: Figan. Efgan: 692=1691
Ehass: Daha hususi, daha yakın, daha halis. Hususî. Ziyâde hâs: 691
Ahyef: Bir gözü gök, diğer gözü siyah olan: 691
Hılas: Kara ile ak arasında olan çocuk: 691
Taras: İzdihamlık, çok kalabalık: 691
Basra(t): Yumuşak küfki taşı. (Bu sebebten “Basra” ismini alan şehir.): 692=1691
Ahfa: Çok gizli, pek gizli: 691

İki şahıs: 990+990=1980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980

İki şahıs: Ölçmek için dikilen işaret tutulan nişân. Belirten: 991+991=1982
Kâmgüzar: İsteğini elde edebilen, arzusuna kavuşabilen: 982

Zevata: İki zat. İki sahib. Çift: 1108
Hasil: Sığır buzağısı: 108
Secile: Büyük kova: 108
Mizân: Terazi, ölçü, tartı. Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas: 108
Müsedded: İstikamette amel eden kişi: 108
Müseddid: Tıkayan, sed yapan. Tıkanmış, sed yapılmış. Doğru yola sevkeden.
Doğrultan: 108
DÜNYA’YA BAKIŞ
Levha: 22 Aralık 1998… Mehdî geliyormuş, bu yüzden dünyaya LAĞIM
çukurlarından bakılacakmış. Bir helâ taşının zemininin altından yukarı bakış pozisyonu…
Kumandan’ın eserlerinin yoğunlaştırılıp hülasalandırılmasıyla böyle bir helâ taşı hâline
gelmiş olması. (Metris Cezaevi- Mustafa Aşık.)

Lağım: Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar
vermek amacıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara “lağımcı”
denilirdi; sonradan bu işlere. “istihkâm” denilmiş ve o ad altında askeri teşkilat
yapılmıştır. Kazurat ve çirkef sularının akmasına mahsus örtülü yol: 1071
Tabs: İNSAN: 1071
Müselles: Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: 1070=71
Araz: İşaret, alâmet. Tesadüf, rastgelme. Kaza. Felâket. Zâti olmayan hâl ve keyfiyet.
Herhangi bir cevherin valığı için zarurî olmayan keyfiyet: 1070=71
Helâhil: Tesiri pek kuvvetli ve öldürücü zehir. Panzehiri olmayan ağu: 71
Vehs: Sır ile söyleşmek. Dedikodu yapmak: 71
Mele’: Bir cemaatin ileri gelenleri. Hırs, tama. Zan. Güzellik. Kâinatta hiçbir boşluk
olmadığını ifâde eden bir tâbirdir. Dolu mekân. Kalabalık, cemaat, halk: 71
Bast: Genişlemek, açmak, yaymak. Bir şeye el uzatmak. Sevindirmek. Bir mecliste
haya sebebiyle olan sıkılmanın gitmesiyle açılmak. Özür kabul etmek. Kaplamak: 71
Enahid: Venüs gezegeni. Zühre seyyaresi: 71
Âsi: Doktor, cerrah, tabib. Kederli, hüzünlü: 71
Esî: İlâç yapmak: 71
Irz: Namus. Temizlik. Cinsî haysiyet: 1070=71
Mal: (Nı’me: Mal. Sanat.): 71
İngıtat: Suya dalma: 1070=71
Alim: Üzüntülü, kederli, ızdırab: 71
Âyin: Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdab. Âdet, örf ve kanun. Ziynet, süs: 71
Hilâle: Ay ağılı, hâle: 71
Sech: TIRMALAMA. (Üstadım’ın Noktalama’sı: Yaran kabuk tutmasın her ân deş
tazelensin, -Sen ağla, gafil gülsün, nadan yelpazelensin!) Bir şeyin kabuğunu veya derisini
soyma. (Necb: Kabuk soyma… Üstadım’ın bana ilk sözleirnden biri: Aşkın kabuk tutmaması
için, yarayı tırmalar gibi tırmalamayı bilmek lâzım… Başka bir sözü: Aşkı pörsüyen adam,
kendine bunu sorması, niye pörsüdüğünü bulması lâzım!): 71
Secah: Letâfet, güzellik. Rıfk. Adl. Yumuşak yer: 71
Sehv: Hata, yanlış, yanılma: 71
Sıbt: Torun: 71
Müsteşar: Bildirilen, haberli: 1070=71
Ahseb: Çok iyi hesab edilmiş, münasib. Saçı kırmızıya yakın olan: Tüyünün rengi boz
olan kızıl deva: 71
Amil: Arzusu, isteği olan: 71
Atlal: Şekiller, biçimler: 71
Divan: Eskiden yaşamış şâirlerin toplandığı kitab. Büyük meclis: 71
Elyel: Çok karanlık gece: 71
Hasib: Hesab eden. (Esma-i Hüsna’dandır: Hesab görücü.): 71
Hisab: Hesab, matematik: 71
Hülhal: Saf su: 71
İtan: Vatan sayma, yurt tutma: 71
Mesles: Üçer üçer olmak: 1070=71

Lağım: 1071=72
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332=1072
Asya: En büyük kıtanın ismi. Değirmen: 72
İlma: Çalma, hırsızlama. (İlma’: Parlatma. İşaret etme.): 73=1072
Radı’: Süt kardeş. Süt emen çocuk: 1071=72
Sebî: Harpte esir düşen kimse: 72
Secde: 72
Sevda: Aşk. Hırs. Tama. Heves, istek: 72
Yezdan: Cenab-ı Hak: 72
Ârız: Sonradan olan şey. BİR ŞEYİ ARZ VE TAKDİM EDİCİ OLAN. Yapışan. Kalın
ve geniş bulut. Tesadüfî vak’a. Seyrek sakallı kimse. Dağ ve bulut gibi görmeye mani herşey.
Yanak: 1071=72
İsa’: Teselli verip, sabra irşad etmek: 73=1072
Tesbih: Derin uyumak: 1072
Meblağ: PARA, mevcud para miktarı. Yetişmek. (Parakuta’ isimli eserimiz
hatırlanmalı.): 1072
Sîb: Suyun aktığı yer: 72
Abb: Işık, nur, ziya. Güzelleşme: 72
Hads: Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hasıl olan ilim. Süratli intikal. Anî ve
doğru idrak. Delilden neticeye çabuk varmak: 72
Leyla: Çok karanlık gece. Arabî ayların son gecesi: 72
Bâsıt: Açan. Yayan. Serici. Ferahlık veren. Mücerred olan. (Esma-i Hüsna’dandır:
Açıcı, genişletici.): 72
Kelebek: (Eski Yunanca’da “psych-ruh” kelimesi “kelebek” anlamındadır.): 72

İstihkâm: Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak. Askerlikte,
düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askerî yapılar.
İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı. Kuvvet ve metanet vermek. (Meters-metris: Harbte
korunmak için yapılan toprak tümsek, siper. Kapının arkasına konulan ağaç.): 530
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302=2529=1530
Tesellüm: İslâm olma. Teslim edilen şeyi tekrar teslim alma: 530
Tekeffül: Boynuna almak. Birine kefil olmak: 530
Memleket: Ülke, yurt. Şehir. Kasaba. Bir insanın doğup büyüdüğü yer: 530
Mistik: 530
Katl: Öldürmek: 530
Mütekemmil: Olgunlaşan. Eksiği kalmayan: 530
Teas: Sürçüp yüzü üstüne olmak: 530
Teayyün: Bellibaşlı olmak. Meydana çıkmak. Görünmek. Belirmek. Anlaşılma. Zâhir
ve aşikâr olma: 530
İhtisas: Hissetmek. Sezmek. Duymak. Hislenmek: 530
İstisdad: Doğruluk, dürüstlük: 530
Less: Dâim olan. Devamlı olan: 530
Miting: 530
Şerik: Ortak. Arkadaş: 530
Tenekküs: Başaşağı olma: 530

Halâ’: Boş, hâli. Ayakyolu. Abdesthane. (Hâlâ: Şimdi. Henüz. Elân. Şimdiye
kadar… Yevmiye: Hatar mevzuu… Müridinin şeyhini düşünmemezlik edememesi
mevzuu… Derken, tâ canevimin çile noktasını nişânlayıcı misâli. “Hazret-i Ebubekir,
Allah Resûlü’nün suretinin kalbinden helâda da ayrılmamasından, kendi hâlinden O’na
şikayette bulunuyorlar!”… Misâl, benim Üstadım’a raptolunmuşluğumdan bir iz
taşıyor ve sıkıntımın malûm oluşunun hayâ hissiyle vücudum sırılsıklam… Yevmiye:
Efendi Hazretleri… Mâzi, hatıra, hâl beyanı içinde, Üstadım o bahisle istikbâli
nişânlıyor: Yavaş yavaş dikkat etmeye başladım ki, bu adamda nebatî bir hayatımız var
ya, -yeriz, içeriz, bir ân gaflete geliriz, başımızı kaşırız-, hiç böyle birşey görmedim…
Keramet de beklemedim, muhtaç da olmadım… Çünkü o oturuşu, o edeb, o hâl, o her
ân huzurda da lütfen sizin yanınızda… Bu mânâyı öyle yaşadım, öyle duydum, öyle
içtim ki, bana işte “Et Pemiraca Complire-Harika meydana geldi”yi düşündürdü… Bir
tek toz parçası görmedim sırtında… Bir kere esnediğini, ökdürdüğünü; bunlar
mazeretlerdir, yapılacaktır tabiî… HELÂYA ÇIKMAYACAK MIDIR? Böyle bir
edebin içinde bu kadar bahsedilebilir; anlatılmaz birşey… ŞİİR İDRAKİ LÂZIM
BUNU ANLAMAK İÇİN; işte bu sebeb… GİTTİKÇE TAHKİM ETTİM; GİTTİKÇE
TAHKİM ETTİM!): 632
Müstakbel: İstikbâl edilen, karşılanan. Gelecek zaman: 632
Müstakbil: İstikbal eden, karşılayan. Kıbleye dönen: 632
Seabin: Büyük yılanlar, ejderhalar: 633=1632
İskal: Ağır bir şey yüklemek: 632
Terebbül: İkdam. Cüret: 632
Lebh: Bir ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa, o kişiye uyuşukluk gelir. O ağaçtan
tahtalar biçip gemi yaparlar. Rivayet olunur ki, iki tahtasını birbirine bitiştirip bir yol suda
bırakılsa, ikisi yekpâre olur.): 632

Halâ: (Harf-i cerrdir.) İstisnaya delalet eder: 631
Hâl: Hususen yüzde ve vücutta görünen siyah benek, ben. Dayı. (Efendi Hazretleri,
Babannem’in dayısı olur; dolayısıyla benim de!): 631
Fermayiş: Emretmek, buyurmak: 631
Hakî: Toprakla alâkalı. Toprak rengi: 631
Tesanif: Eserler, kitablar: 631
İlâh: “Sonuna kadar böylece gider” demektir: 631

Kenef: Helâ. Yön, taraf. Sığınılacak yer. Korunulacak mekân: 150
Kefen: 150
Müsemma: İsimlendirilen. Muayyen zaman. Belirli vakit: 141-150
Mehdî Muhammed: 151=1150

Bâlûat: Lâğım kuyusu: 509
Ecdas: Kabirler, mezarlar: 509
Şarih: Şerheden, açıklayan. Bir şeyin mânâsını izhâr eden: 509
Mahmud Encir (Fagnevi.): (Hacegân yolunun 12. büyüğü.): 509
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322=510=1509
Haşır: Toplayan, cem eden: 509
İbase: Tetkik ve teftiş etmek: 509
Tatmin: Rahatlandırmak. İkna etmek. Kandırmak. İnsanın kalbini emin etmek: 509
Teslit: Havale etmek: 509
Erşah: Cin fikirli adam: 509
Şart: Hâl, vaziyet. Bir kısım muamelelerde lüzumlu olan hüküm. Kayıt. Yemin: 509
Müstahzar: Hazır, hazırlanmış. Huzura getirilmiş. Zihinde tutulan: 1508=509
Tal’at: Vecih, yüz. Çehre. Görünüş. Görüşmek. Güzellik. Görmek. Bir şeye çok rağbet
etmek: 509
Sevab: Hayır. Hayırlı iş: 509
Dürşe: Hâcet, ihtiyaç: 509
Hamaset: Yaradılıştan olan cesaret. Cesurluk, yiğitlik: 509
Mitoloji: Efsane: 509
Temuçin: Cengiz: 509

TEBRİK
Levha: 7 Kasım 1990… Üstadım, bizim eve misafir gelmiş… Üzerinde takım elbise
var ve traş olmuş; sakalsız… Beni yanaklarımdan öpüp tebrik ediyor… Giderken tekrar
yanaklarımdan öpüyor ve siyah pabuçlarının arkasına basarak giyiyor… Ben de takım elbise
giymişim ve Üstadım’la beraber çıkarken, siyah pabuçlarımı giyiyorum!

Necip Fazıl Kısakürek: 1417
Bidayet: Başlangıç. Evvel ve ibtida. İlk olarak: 417
Heybet: Hürmetle beraber korku hissini veren hâl. Azamet. Sakınıp korkulacak hâl:
417
Ciddiyet: Ciddilik. Ağırbaşlılık. Ehemmiyet: 417
Zeyt: Zeytinyağı. (Sultan: Hükümdar. Padişah. Hüccet ve delil. Kelimenin aslı “selit”
olup, çoğulu “sultan”dır. Selit, zeytinyağının ismidir; zeytinyağı kandilin yakıtı olduğu,
ışıklandırma yapıldığı için, mecazi olarak hükümdara da yakıştırılmıştır: 150… Mehdî
Muhammed: 151= 1150): 417
İhtiva: İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak
ve korumak: 417
Berehrehe: Güzel, nâzik kadın: 417
Teevvî: Bir yerde yerleşme, yurt edinme. Oturacak yer edinme: 417

Takabbül: Kabullenme. Üstüne alma. Bir şeyi taahhüd ve iltizam etme. Öpülme:
532
Selman-ı Farisî: (Hacgân yolunun 3. büyüğü.): 532
Abdülkadir Geylanî: 532
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532
Got ku: (Kürtçe’de) Dedi ki: 532
Telakkub: Lakab alma. Lakablanma: 532
Saat: Zaman. Kıyamet. Muayyen vakit: 532
Tilka’: Taraf, yön, cihet. Hiza. Mülakat. Görüşmek ve buluşmak: 532
Esal: Tâzim etmek, medhetmek: 532
İftikal: Çok çalışma, gayret gösterme: 532
Mütelebbis: Giyinmiş, elbiseli. Karışık, başkasına bulaşmış, karışmış olan: 532

Tebrik: Bir kimseye eriştiği iyilikten dolayı sevincini bildirmek: 632
Tekbir: 632
Hula’: Büyük emir (iş):632
Terkib: Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılmasıyla meydana gelen:
632
İstislaf: Selef olma: 632
Pişkeş: Hediye, armağan, hibe: 632

“DEDİ Kİ”
Levha: 13 Ekim 2001… Siyah beyaz filmlerdeki gibi bir görüntü. Üstad’ın evini
görüyorum. Deniz kenarında üç katlı ahşab bir ev. Komşuları, Üstad’a hayran, genç bir
hanım. Üstad’la devamlı görüşüyor ve kitabları hakkında konuşuyorlar. Kızın tipi 1930’lu
yılları andırıyor. Üstad’ın tipi de öyle. Benim elimde de “Veliler Ordusu’ndan 333” kitabı var.
Diğer elimde de MİSK şişesi. Onlar yazarlar hakkında konuşurken, biri Üstad’ı sırtından
vuruyor. Kanlar akıyor ama, o anlamıyor bile ve kız da farkında değil. Kız ona
“Mirzabeyoğlu’nu biliyor musunuz?” diye sorunca, Üstad bana bakarak “hayranım ona!”
diyor. (Fatma Betül Aşık.)

Dedi ki(Got ku): 129
Salih: 129
Mu’ta: Verilen. İ’tâ olunmuş, verilmiş olan: 129
Hâsıl: Peyda olan. Husule gelen. Meydana gelen: 129
Ücahin: Aşçı. Dost. Hizmetkâr: 129
Mu’ti. Veren, itâ eden: 129
Kul: “De, söyle, bildir” meâlinde bir emirdir: 130=1129

Karh: Yaralama. Hasta olmak. Bedende çıkan yara: 308
Arvasî: 308
Hırk: Törpülemek: 308
Şabbe: Genç kadın: 308
Şape: Yuvarlandıkça büyüyen kartopu: 308
Büruk: Yıldırımlar, şimşekler. (Bîr: Yıldırım… Birr: Temizlik. Takvâ. İhsan etmek.
Salih amel. Koyunu sevketmek. Gönül, kalb. Tilki yavrusu.): 308

İfahe: Kanatma. Kan fışkırtma: 95
Tahaf: Yüksek bulut: 95
Kelim(e): 95
Edmen: Hâlis ve katıksız misk: 95
Sade: “Avlandı” mânâsınadır. “Bağır, ilân et!” mânâsına emirdir. Meydan okumak,
âciz bırakmak meâlinden ve i’caz yoluna işâret eder ve “sad” diye okunur. Sadakat, sıdk gibi
mânâlara da gelir: 95
Meleke: Tekrar tekrar yapılan iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret: 95

Demy: Kan, dem. (Yevmiye: (…) “Allah mahçup etmesin efendim…” Öyle, öyle!
Benim yanıma senin gibi kimse gelmedi… Cins zekâ… Yüzüne karşı methetmem
olmuyor ama, kanıma girmişsin! DERİNLİĞİNE, KANIMA; bunu görüyorum… Bu
böyle… Sonra öyle devam edersin.): 54
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052=54
Heytal: Tilki:54
Neca: Göz değmek: 54
Mevce: Bir dalga. Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından her biri: 54

Dem: Kan: 44
Lîd: (İng.): Gözkapağı: 44
Hikâye: Olmuş bir hâdise. Olmuş bir hâdiseyi anlatmak. Anlatmak: 44
Med: Uzatma, çekme. Yayma ve döşeme. Çoğaltmak. Bir şeye dikkatle bakmak.
Nihayet, son. Sönmek. (Hamid: Alevi sönen ateş. Ölü, ölmüş. Sönmüş. Sessiz… Hamîd: Sena
edilmeye, medhedilmeye lâyık olan.): 44
Leda: Beden: 44

Şahb: Yaradan kan akmak. Emzikten süt akmak. Rengin değişmesi: 310
Şahid: Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar makûl ve muteber
sayılan. Gören. Hazır. (Şehîd: Şâhidin mübalâğası… Yevmiye: Efendi Hazretleri bana, “sen
şehîd olursun!” dedi.): 310
Erkat: Aklı karalı alaca yılan. Yer yer beyazlığı olan her kara nesne: 310
Ankas: Erkek tilki yavrusu: 310
Dûş: Rüyâ âlemi. Dün gece. Omuz: 310
Simurg: Devlet kuşu, anka kuşu. Mürşid, önder: 1310

“KANAL D”
Levha: 3 Kasım 2004… “Kanal D” televizyonunda Salih’le ilgili bir belgesel
yayınlanıyor. Eski arşiv filmlerinden yararlanılarak, çocukluğu, yetişmesi vesaire sözediliyor.
Sonra Sultanahmed meydanı gibi bir yer; yan yana büfeler var. Yaşlı, kır saçlı bir adam, Salih
için “fikir hiç bu günkü kadar yüksek bir seviyeye erişmedi!” diye methediyor. (Hayran
Erdiş.)

Mal’at: Derin ve yüksek fikir. Ululuk, şeref, itibar: 540
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2539=1540
Fetin-ül asr: Asrın en zeki, akıllı ve anlayışlısı: 540
Taglik: Kapama. Kapanılma. Muğlak ve kapalı söz söyleme: 1540
Tefanî: Birbirinde fâni olmak: 541=1540
Temelmül: Yatak ve döşekte rahat yatamama: 540

Kanal: 181
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180=181
Vakıa: Vuku bulmuş. Rüyâ, düş. Şiddetli hâdise. Meşakkat. Kıyamet. Savaş:
182=1181
Nakıl: Tercüme eden. İşittiğini anlatan. İleten, taşıyan, aktaran: 181
Kaf: Ufuk. Bir dağ ismi. Bir harfin adı: 181
Selasil: Silsileler. Zincir gibi olanlar. Zincirler. Sıradağlar: 181
Tahassus: Hususi ve mahsus olmak. Bir kimseye mahsus kılınmak: 1180=181
Tahsif: Nalin yaptırmak: 1180=181
Vesika: Cemaat, topluluk: 181
Selâman: Büyük ağaç. Bir mekân adı: 182=1181

Kanal D: 181+4=185=1184
Abdülhakîm: 184
Kandal: Büyük başlı: 184
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+515=1183=184
Mukaddem: Küçükten büyüğe sunulan, takdim edilen. Değerli, üstün. Askerin ön
tarafına sevk edilen karakol. Zaman ve mekân cihetiyle daha evvel olan: 184
Mukaddim: Takdim eden. Öne, ileri geçiren. Cüretli çeri kimse. Gözün pınarı: 184
Ayka: Deniz kenarı. Küst. Ev ortası: 185=1184
Akid: Aralarında akid yapanların her biri: 184
İnkılâb: Alt üst olma. Başka tarza değişme: 183-184

SAZ ÇALMA
Levha: (Son hafta) Temmuz 2006… Hüda’nın elinde, renkli bir yün yumak var. Onun
ne olduğunu sorunca, babasının (Sadeddin Ustaosmanoğlu) verdiğini söylüyor; ona da
Kumandan’a verilmek üzere, Gül Hanım vermiş. Yatağın üzerine konunca renkli ipler
karışıyor ve Hüdâ “bunu ona nasıl vereceğiz, karıştı!” diyor. Sonra, Gül Hanım’ın, Kumandan
için, “Mahmud Efendi Hazretleri onun için söğüt ağacından saz yaptı, türkü söylüyor; bunu
ona söyleyin!” dediğini… Ona vermek için hücreye geldiklerinde, koğuşun duvarlarını açık
yeşile boyanmış ve çok aydınlık görüyorlar. Kumandan onları ayakta karşılıyor ve haber
üzerine neşelenip seviniyor. (Hatice Ustaosmanoğlu.)

Ramişger: Saz çalan. Çalgıcı: 761
Furkan Sûresi, 53. âyet: (Meâli: O Allah’tır ki iki denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu
giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı
önleyici bir perde koymuştur.): 5761
Zât-ul hareke(t): Kendinden hareketli, zâtıyla hareket: 1760=761

Furkan Sûresi, 53. âyet: 5761=3763
Mehdî Muhammed-Derviş Muhammed: 151+612=763
Mevlâna Hâlid: (Hacegân yolunun 30. büyüğü… Büyükler, “Mevlâna Hâlid’den sonra
Mehdî beklensin!” demişlerdir.): 763
Müteşabik: Birbirine karışmış ve girmiş vaziyette olan. Girift: 763
Bimaristan: Akıl hastanesi. Hastane: 764=1763
İstikra’: Ayrı ayrı hâdiselerdeki müşterek unsurlara dikkat ederek netice çıkarmak.
Umumî araştırmak. Fertten umuma âit hüküm sahibi olmak. Gezmek, dolaşmak, etraflı bilgi
edinmek: 763
İnşaiyyat: İşitilmemiş sözlerden yapılan cümleler: 764=1763

Azif: Sazcı, çalgıcı. (Azife: Kıyamet. Yaklaşan. Yaklaşmakta olan.): 158
Hank: Boğmak. Boğazını sıkıp öldürmek. Boğazı sıkılıp boğulmak. (2006’da Temmuz
ayında Yumurtasız ve homoseksüeller çeteciğinin bir faresi, kendini asarak geberdi.): 158

Safsaf: Söğüt ağacı: 341
Aferin: Beğenmek, alkış, yaşa, varol. Yaratan, yaratıcı: 341
Zılliyet: Zahirî sahiblik. Himaye edici olma. Gölgelik: 1340=341
Nasır: Yardımcı, yardım eden: 341
Erkam: Alaca yılan: 341

HAKÎM-HEKİM-İBDA
Levha: … Kasım 2006… Mahmud Efendi Hazretleri, kadınlar topluluğuna vazediyor.
Efendi Hazretleri, biri kendisi, yanında da genç şeklinde, iki kişi aynı kişi. Bir ara yanındaki
gence dönüyor ve hastalığı ile ilgili olarak, “bu bademciklerin hastalığını da anlıyor, iyi
etmeyi de biliyormuş!” diyor ve onu gözleriyle okşayıp seviyor. Sonra yanındaki genç, birden
Kumandanımız oluyor. (Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Leyzeteyn: Bademcikler: 503
M. Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312=1503
Başir: Müjde veren. Mutlu, mesut: 503
Tesabî: Aşkını izhar etmek, muhabbetini açığa vurma: 503
İbs: Sevinmek, ferah: 503
İttika: Takvâ ile amel etmek: 503
İ’tilâ: Yükselmek. Yüksek rütbelere çıkmak. Yukarı çıkmak: 503

Levzatan: Bademcikler:494
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1302=1493=494
Fatiha: Bir şeyin başlangıcı, ibtidası. Başlamak. Karar vermek. Kur’ân birinci sûresi:
494
İsabet: Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek. Doğru düşünmek. 494
Ta’ziz: Bir adamı aziz kılmak. Hürmet ve muhabbetle sevmek: 494
Mencat: Kurtulma, necât bulma. Halâs olma: 494

Hekîm: Doktor: 78
Hakîm: Hikmet mütehassısı. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. Tabib, doktor:
78
İbda’: (İcâd, ihdâs, ihtira, sun’, halk, tekvin.): 78

YILDIZLAR
Levha: … Kasım 2001… (Kumandan için niyet ettim: Zuhurat.) Önceden gökyüzünde
gördüğüm parlak yıldızları, şimdi yerde dizili görüyorum. (Ayşe Ustaosmanoğlu.)

Sabite: Yerinde durur gibi olan yıldız. Yerinde durup hareket etmeyen herhangi
birşey: 908
Salih izzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1302=1908
Sübut: Sabit. Sabit oluş. Kat’i olarak meydana çıkmak: 908
Hazz: Sevinç duyma. Hoşlanma. Zevklenme. Saadet. Tali’. Nasib. Nimet ve süruru
mucib şey: 908
Cüzur: KÖKLER: 909=1908
Büzur: Tohumlar, çekirdekler: 908

Sımt: Dizi. Dizilmiş şey: 109
Selit: Zetinyağı. Kahredici, galebe edici. (Sultan): 109
Zevata: İki zat. İki sahib. Çift: 1108=109
Hasmen: Bir meseleyi kesin bir kararla halledip bitirmek suretiyle: 109
Kifah: Din için muharebe: 109
Ehakk: Daha haklı. Daha doğrusu. En hakiki: 109
Kıdde: Tarikat. Bölük: 109
Hem-zanu: Dizdize oturup konuşan, yan yana konuşan: 109

Kevkep: Yıldız. Parıldamak: 48
Macid: Çok, âli. Şerif. Yüce. Kerim. Hoş. Nazik Meşreb. (el-Mâcid: Azamet ve şerefle
vasıflı.): 48
Bihima: O ikisi, o ikisine, o ikisinden, o ikisiyle mânâsına gelir: 48
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan.) Kuş tuzağı. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, Mehdî
hususunda: Dikkat et o kardeşe ki, kuş tuzağıdır.): 48
Bolî. (Bolu.): Şehir. Zâhir olmak: 48
Vahamet: Ağırlık. Zor, güçlük. Tehlike. Korkulacak hâl, tehlikeli vaziyet: 48
Levze: Bademcik: 48
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48
Muhab: Kendisinden korkulan: 48

30.05.2008- 73.SAYI

40 ALİM
Levha: 14 Ocak 1999… Kumandan bana, Mehdî’yi 40 âlimin tasdik etmesiyle alâkalı
olarak, bu âlimlerin onu rüyâlarında ruhaniyetleriyle tasdik edeceklerine dair birşeyler
söylüyor. Galiba ben ranzada yatıyorum, Kumandan da ranzaya oturmuş. (Metris Cezaevi –
Ali Osman Zor.)

Xevn-hevn: (Kürtçe): Rüyâ: 62
Hamîd: Sena edilmeye, medhedilmeye lâyık olan. (Esma-i Hüsna’dandır.): 62
Mehdî: 62
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+322=1062
Beyin: 62
Müzavece: Çift olmak: 62

TEVECCÜH – RÜYÂ
Levha: (…) Nisan 2008… Mahmud Efendi Hazretleri hasta… Uyuyor gibi… Yanına
gidiyorum ve ona yardım etmek için şefkatle kolundan tutuyorum… Ona, “bana rüyâmda yün
don giyince iyi olunacağı söylendi, giyseniz!” diyorum… “Bana da öyle söylediler, demek
aynı işaret sana da gelmiş!” diyor. (İstihareci.)

Rüyâ: (Dedi ki: “İrşad etmek yolunda, senin önüne çıkan her şeklin hakikatte
ben olduğumu, ondan başkası ve başkasına âit de olmadığını bil. Her vakit rüyâna
girerim ve sen bütün din ve dünyaya âit maksatlarını benimle bulursun!”… Bu
hikmetten, İSTİHARECİ’nin, benimle ilgili istihare ve rüyâlarının veya benim kendimle
ilgili gördüğüm rüyâlarının, o neye âlet olduğunu bilsin bilmesin, hangi kanaldan
bildirildiği de anlaşılıyor.): 217
Rabıta: Rabteden, bağlıyan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217
Muavvizat: “İhlâs, Felâk ve Nas” sûreleri: 1217
Tevrih: Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. (İBDA reçetesi:
Yevmiyeler… Hatırlanmalı!) Vakit bildirmek: 1216=217
Müteavvız: Allah’a sığınan: 1216=217
Varî: Benzer, gibi: 217
Tıraz: Uslûb, tarz, tutulan yol. Döviz. Zinet, süs. Elbiselere nakışla yapılan süs. Sırma
ve ipekle işleme: 217
Birad: İhtiyar, pîr. Dermansız, güçsüz kimse. (İhriz: Bitkin, dermansız: 1019= 20…
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020.): 217
Ordu: (Dedi ki: Salihlerin hikâyelerinden müridlere ne fayda olduğu sorulduğunda,
Cüneyd Hazretleri, “salihlerin hikâyeleri İlâhî mânâ ordularının bir kısım askeridir ki,
müridlerin kalbleri onunla kuvvet ve sebat kazanır” buyurmuş ve “Peygamberlerin
haberlerinden, onunla kalbine sabit kılacağımız her şeyi sana anlatıyoruz” meâlindeki âyeti
delil göstermiştir.): 217

Serafil: Don, şalvar: 381
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+322=381
Farık: Tefrik etmek, fark eden, ayıran. Farkolunmasına sebeb olan alâmet: 381

Ranin: Pantolon. Şalvar. Don: 311
Şüheda: Şâhidler. Şehidler: 311
İşhâd: Şehid olma. Şâhid gösterme. Delil getirme, delil olarak gösterme: 311
Başbuğ: Osmanlı devrinde Akıncı kuvvetlerinin komutanı. Lider: 1311
Muhtera’: İcâd edilmiş. İhtira’ olunmuş. Uydurulmuş: 1310=311
Muhteri’: Misli görülmedik birşey icâd eden. (Mübdi’.) İcâd eden. Yeni birşey bulan:
1310=311
Müstazî: Işık veya ziyâ alan. Işıklanan. Âla, makbul: 1310=311
Nargil: Hindistan cevizi. (Cevz: Her nesnenin ortası… Cevza: İkizler burcu.): 311
Pa-puş: Ayakkabı: 311
İhtisat: İtibar gösterme, rağbet etme: 1310=311
Kadro: 311
Merasî: Limanlar: 311
Albatr: Yumuşak ve beyaz bir çeşit mermer, kaymak taşı: 311
Akifan: Uzun ayaklı karınca: 311

ZÜBEYR – ŞİİR İDRAKİ


Levha: 13 Temmuz 1985… Murakabe yapar bir vaziyette ve cezbolunmuş gibi bir
hâldeyim… Kırmızı bir renk… Üstadım’ın “Zübeyr!” diye kükreyen sesi… Haşyetle
uyandım!

Mart 1983… Üstadım, Mehmed Akif’in şiirin tebliğ ve telkin kanatları arasındaki
yerini soranlara verdiği cevab:
-“Mehmed Akif’te tebliğ hâli vardır… Ama böyle yarım yamalak söyleyişle İslâm’ın
telkini gerçekleşemez. Ben size onun bir İslâmî endişe taşıdığını söyleyebilirim… Ama
aranan edib o değildir; bunu ayrıca ilâve ediyorum… Eğer “bu şâir kimdir?” diye sorarsanız;
Lebid’dir, Hassan’dır, ZÜBEYR’dir cevabını verebilirim?”

Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: Allah adamlarından bir kısmı Havarîlerdir. Bu grub,
her dönemde bir kişidir ve iki kişi olmaz. Tek kişi öldüğünde, başka biri onun yerine
yerleştirilir. Hazret-i Peygamber döneminde Zübeyr b. Avvam bu makamın sahibi idi.
Bununla beraber, kılıçla dine yardım eden pek çok insan vardı. Havarî, Allah’ın dinine yardım
ederken kılıçla delili birleştiren kimsedir. Bu yönüyle kendisine bilgi, ifâde ve delil verildiği
gibi, kılıç, cesaret ve atılganlık da verilmiştir. Onun makamı, meşru dinin geçerliliğiyle ilgili
delili ortaya koymada atılganlıktır. Bu delil, Peygamberin mucizesi gibidir. Hazret-i
Peygamber’in davasının doğruluğunu delillendirmek için ortaya koyduğu delilden sonra
geride havarî’nin delili kalır. Fakat onu sadece Peygamberin doğruluğu için gösterir.

Zübeyr. (Zübür’den.): Yazılı küçük şey. (Muradıma nisbetle o yazılı küçük şey.
“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddî fikir sesi ve ilk çileli nefs
murakabesi eseridir” ve “Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na
sevgiyle” mi idi?) (Züber: Örsler.): 219
Filozof: Mütefekkir: 219
Piye dey xnekıto (hnekıto): (Zazaca) Atası boğazlanmış: 219
Rehayab: Kurtulan. Yolcu olan: 219
Hayır: Hayretle kalan, şaşıran. Birikmiş su. (Vakt: İçinde yağmur suyu biriken çukur.
Su ile faydalanacak mekân.): 219
Tayr: Kuş. Uçmak (mânâsına mastardır.): 219
Didar: Mülâkat, görüş. Görünme. Yüz. Çehre. Görüş kuvveti, göz. Açık, meydanda:
219
Ahra: Daha lâyık, daha münasib, en elverişli: 219
Dürye: Bilmek: 219
Erih: Güzel koku: 219
Hacirî: Yapıcı, kurucu: 219
Hiccirâ: Âdet, usûl, kaide: 219
Vizare: Yardım etmek. Kuvvet vermek: 219

RUHU’L FURKAN TEFSİRİ


Levha: 31 Aralık 2001… Bir ses: “Kâfirler, Resûlullah’ı da öldürmek için çok
uğraştılar, gece gündüz yılmadan çalıştılar, başaramadılar, başaramayacaklar da. Çünkü
Cebaril Aleyhisselâm kanatlarını üzerine germişti. Bugün de aynı şekilde yok olmasını
istedikleri seçilmiş kişi var. Kim dersiniz?” (Bunlar, Mahmud Efendi Hazretleri’nin “Ruhu’l
Furkan Tefsiri”nden okunuyormuş.) Mehdî olduğu söyleniyor. “Onun için de gece gündüz
çalışıyorlar, başaramadılar, başaramayacaklar. Onun da üzerine Cebrail Aleyhisselâm
kanatlarını gerdi; muhafaza ediliyor. Fakat, keşke müslümanlar da onlar kadar gayretli
olsaydı.” (İstihareci)

Ruhu’l Furkan: (Furkan, Kur’ân’ın ve bir surenin ismi.): 676=1675
Salih İzzet Erdiş: 691+477+506=1674=675
Tür’a: Kapı. Suyun taştığı yer. Derece. Bağ ve bostan. Kanal: 675
İstitrad: Bir söz söylerken, o fıkra içinde başka bir bahis nakletmek: 675
Müdahil: Müdahale eden. Dâhil olan. İçeri giren. El atan: 675
İctira’: Suyu soluk almadan içme. Ağacı bir tutuşta kırma: 675
İsticar: Kiralamak. Kiraya vermek: 675

Ruhu’l Furkan: 676
Telegram: 1676
Şerafeddin: Dinin şerefi: 676
Tesvir: Büyük derecelere çıkma, büyük işlere yükselme. Koluna bilezik yapma: 676
Dest-var(e): Ele benzer, el kadar. El bileziği. Çoban değneği. Baston: 676
Teve’ur: Bir şeyin güçlenerek halli ve yenilmesi müşkül olmak: 676
Mehul: Benekli, benli: 676
Hakdan: Dünya, arz, yer: 676
İrtiad: Izdırablı ve sıkıntılı olmak: 676
Teverru’: Haramdan ve şübheli şeylerden sakınmak: 676
Müstevki’: Bir şeyin vukuunu bekleyen: 676
Muhale: Dostluk, sadakat: 676
Kar’uş: Arslan yavrusu. İki hörgüçlü deve: 676
İdliham: Galib olmak. İhâta edip kaplamak: 676

Tefsir: Gizli bir şeyi âşikâre etmek. Mânâyı izhâr etmek. Anladığını anlatmak:
750
Firistade: Peygamber: 750
Hınak: İdama giderken boyna geçirilen ip: 751=1750
Tearrüf: Bir şeyi araştırarak öğrenme: 750
Şetn: Dokumak: 750
Mehdî Salih: 59+691=750
Terkîm: Rakam koymak. İşaretlemek. Yazma. Yarma: 750
Rif’at: Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak: 750
Mizved: Dil, lisân: 750
Mizbah: Bıçak: 750
Taarrüf: Karşılıklı anlaşma, tanışma. Bir şeyi herkesin bilmesi. Kendini hüneriyle
tanıttırma: 750
Teşekkül: Şekillenme. Şekil alma. Meydana gelme: 750
Hasîf: Suyu kesilmeyen kuyu. Yağmuru çok bulut: 750
Mu’temir: Umre yapan. Ziyaret eden. Kastedici, kasteden: 750
Tarsin: Sağlamlaştırmak. Bir şeyi tahkik etmek. Bilmek. Metanet ve cesaret vermek:
750
Teferru’: Birçok kollara ayrılma. Bir kimse halkın üzerine havale olma. Bir kavmin en
şerefli kadınıyla evlenme. Çatallanıp dal dal olmak: 750
Temeşşî: Yürüme (mânevî anlamda): 750

MEHDÎ AHMED FARUKÎ


Levha: (İlkbahar) 1998… Bir isim ve İmâm-ı Rabbanî Hazretlerinin isminin toplamı
1511… Bu, Mehdî’nin zuhur tarihi imiş! (Erdal Durdu.)

Ahmed Farukî: (İmâm-ı Rabbânî.): 450
Abdülhakîm. (Büyük ebcedle.): 450
Salih Mirzabeyoğlu: 451=1450

Ahmed Farukî-Mehdî: 450+62=512=1511
Tefe’ül: Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. (Yaptığımız tefe’ülde, tarih 1979-
1980 çıktı. Hicrî 1400’e denk gelir.): 511
Tavsiye: Vasiyet bırakma. Ismarlama. Birini iyi tanıtma. Öğütleme: 511
Tekafi: Birbirinin dengi: 511
Muaşık: Seven, âşık olan. Muhabbet eden: 1511
Tevehhuk: Boynuna kement bağlamak: 511
İstidame: Bir hâlin devamını isteme. Bir şeyin devamını arzulama: 511
-Sitan: Mekân adı yapmaya yarayan ek: 511
-Sitan: Alan, alıcı: 511

Ahmed Farukî-Mehdî: 450+62=512
Beşîr: Müjdeli haber getiren. Müjde veren. (Üstadım’ın 1979’da, “Hiç beklemediğim
bir mekândan, hiç beklemediğim bir ışık fışkırdı” diye başlayan IŞIK başlıklı ithafı ve yine
“Müjdelerin Müjdesi” isimli yazısı hatırlanmalı.): 512
İki nur: 256+256=512
Beşerî: İNSAN hâllerine müteallik, insanla ilgili: 512

Murakkam: Numaralanmış, sayı konulmuş. Yazılı, yazılmış: 380
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+322=381=1380
Müfesser: Tefsir edilmiş. Açıklanmış: 380
Müferres: Farsçalaştırılmış: 380
Arik: Asil haseb ve neseb ehli kimse: 380
Kayserî: Büyük şeyh: 380
Ayş: Yaşama, yaşayış. Yiyip içme. Dirilik. Hayat: 380
Kari’: Ulu kişi, seyyid: 380
Akir: Yaralanmış, cerih: 380
Atiş: Susuz, susamış: 380
Fakr: Kendisindeki bütün her şeyin Allah’a âit olduğunu bilmek. İhtiyaç, yoksulluk:
380
Fark: Ayrılık, başkalık. Ayırma, ayrılma, seçilme. Saçın ikiye ayrılmış yeri: 380
Ferak: Korku. Büyük ölçek: 380
Kaîr: Daha derin, çok derin: 380
Keşnî: Koruluk, orman: 380
Rasif: Denizin yüzüne çıkmış kayalar. Dayanıklı, muhkem. Taş temel, rıhtım: 380
MEHMED EMİN TOKATÎ
Levha: … Mart 2007… Mehmed Emin Tokatî Hazretlerinin türbesindeyim… Tokatî
Hazretleri zuhur ediyor ve Kumandanımız için “o ne yapıyor, hâli nedir, bize bildirin ki biz de
ne yapacağımızı bilelim. Buraya gelmeniz lâzım, onun da buraya gelmesi lâzım!” diyor.
Kendisi orta boylu, iri yapılı, yeşil cübbeli biri. (İstihare, İstihareci’nin.)

Mehmed Emin Tokatî: 1110
Aliyy: Necib, büyük, yüksek, meşhur. (Esma-i Hüsna’dan El-Aliy: Yükseklikte
sonsuz.): 110
Sîm: Gümüş: 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan: 110
Mahbes: Hapishane: 110

Mehmed Emin Tokatî: (Büyük velilerden. Doğumu: 1664. Ölümü: 1745):
1110=111
Kutb: Zamanın en büyük mürşidi: 111
Masî: (Kürtçe) Balık: 111
Elif: Birinci harfin adı: 111
Elf: 1000. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek: 111
İns: İnsan: 111
Nas: İnsanlar: 111
Ittıla: Haberli olmak. Öğrenmek. Yukarıdan aşağıya bakmak: 111
Kuvvad: Kumandanlar, seraskerler: 111
Fakih(e): Yaş meyve, yemiş, yaş hurma ağacı. Şenlendiren, sevindiren: 111
Muse: Arı, nahl: 111
Vesile: Bahane, sebeb. Fırsat, elverişli durum. Vasıta. Yol. Pâye, rütbe. Baba.
Yakınlık. Kendisi ile başkasına yaklaşılan şey. Cennette bir menzil ismi: 111
Simya: 111
Kâfî: Kifayet eden. Vâfî, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren: 111
Itla’: Tulu ettirmek, zuhur ettirmek, doğdurmak: 111
Sami: Yüce, yüksek, refi’: 111
Âli: Büyük, yüksek, şerif, celîl, aziz olan: 111
Kelânî: “Sakladı ve beni muhafaza etti veya eder” meâlinde: 111

İstizare: Ziyarete gelinmesini isteme veya ziyarete gelmesi istenilme: 674
Salih İzzet Erdiş: 691+477+506=1674
Mehdî Derviş Muhammed: 674
Mehdî Sabir(e) Mirzabeyoğlu: 59+293+322=674
İ’tibar: Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp
uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek. Taaccüb etmek. Şeref, haysiyet. Bir
şeyin gerçek değil, kararlaştırılmış değeri: 674
Medhal: Dahil olacak yer. Giriş. Esere başlangıç. Özel. Mukaddeme: 674
Muhalled: Ebedî. Daimî. Bâkî. Sürekli olarak kalan: 674
Tedris: Okutmak. Öğretmek. Ders vermek: 674
Tederru’: Zırhlanma: 674

İzare: Ziyaret ettirme: 214
Tahric: Meydana koymak. Şehadetname vermek: 1213=214
Zübre: Örs. Büyük demir parçası: 214
Dürud: Dua, medih, tahiyye, selâm: 214
Ma’kad: Anlaşma aktedilen yer: 214
Hur: Ahu gözlüler. Gözleri iri ve siyah kısmı pek siyah, beyaz kısmı pek beyaz olan
kızlar. Cennet kızları, huriler. (Mehdî bahsinde bir hadîste, “gözlerinin siyahı pek siyah ve
beyazı pek beyaz” diye belirtilmiştir.): 214
Fintîse: Kuş veya kurt ağzı: 214

İBRAHİM KASSAROĞLU
Levha: 7 Temmuz 1989… Üstadım’ın elinde, Büyük Doğu’ya benzer bir dergi var…
Sahilde bir kanapeye oturmuş, onun gösterdiği bir resme bakıyoruz: Abdülhakîm Arvasî
Hazretleri ve yanında duran biri… Üstadım, o resimdeki kişi için, “İbrahim Kassaroğlu”
diyor… Ve yavaş bir sesle onun konuşmasını taklit ediyor; ve o ânda da Kaya Balaban’ı
andırıyor… O resimdeki İbrahim Kassaroğlu’nun yaşlılığına mukabil, “sanki ben yaşlı
değilim!” gibi kendi kendine takılırcasına bana dönüp, “ben, onun ağabeyiyim!” diyor…
“Tabiî öyle! Canım benim!” diyorum… Karşılıklı iltifat havasındayız… Sonra, bizim
gençlerle sahilden bir yere gitmemiz sözkonusu oluyor… Eskiden buraya nasıl gelirdik, onlar
bilmezler; şimdi kıyıdaki evler temizlendiği için çabucak gidiliyor!

İbrahim Kassaroğlu: 259+1433=1692
İlhan: Hükümdar: 692
Hafaya: Gizli şeyler, sırlar: 692
Hısa’: Hayvanı veya insanı hadım etme. (Sinyal Muhabbetleri”nde anlattıklarımın
hâli.): 692
Tabassur: Dikkatle bakıp, esasını kavrama. Dikkatle gözetiş: 692
Tebassur: Göz açıklığı, dikkat-i nazar. İleri görüş: 692

İbrahim Kassaroğlu: 1692=2691
Salih: Karayılan: 691

İbrahim Kassaroğlu: 1692=693
Sabaret: Kefalet: 693
Besaret: Göz açıklığı. Dikkatli bakış: 693
Cahif: Çok asker. Uykusunda dişini öttürmek. Çok fazla hafiflik etmek. Kısa. (Dehm:
Çok fazla miktarda asker. Ansızdan gelmek. Çok adet, kesret.): 693
Ihsa’: Haya çıkarmak: 693
İhsa’: Yalnız bir ilim veya sanat dalıyla meşgul olup, ihtisas yapma. İğdiş etme: 693

Üstad: İlim veya sanatta üstün olan kimse. Usta, san’atkâr. Muallim, profesör:
466
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312=1466
Nüütî: Gemi reisi, kaptan: 466-467
Nutî: Gemici: 466
Sürur: Sevinç. Neş’eli olmak: 466
Ketum: Sır saklayan. (Yevmiye: Hiç serrişte vermiyorsun hâlinden!): 466
Tunî: Külhanbeyi: 466
Nihayet: Son, uç. Çok: 466
Tase: Tasa, kaygı, keder: 466
Sadat: Seyyidler: 466
Tus: Tabiat. Asıl: 466
Esteh: Çekirdek. Kemik: 466
Delalat: Alâmet olmalar, yol göstermeler, kılavuzluklar: 466
Server: Reis. Baş. Seyyid: 466
Şüfafe: Kab dibinde kalan su: 466
Tevkil: Birini kendine vekil etmek. Vekil tâyin etmek: 466
Vetin: Kalb damarı. Şah damarı. Bel kemiği iliği: 466

Taklid: Takma, asma, kuşatma. Benzetmeye ve benzemeye çalışmak. Benzerini
yapmak. Birine benzemeye çalışarak alay etmek. Sahte: 544
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2542=544
Rahman 19.âyet: Merec-el Bahreyn: 544
İfrat hâlde tecrit: 1543=544
Tes’id: Tebrik etme, saadetlendirme. Sevinç ve sürur ile bayram yapma: 544
İstiab: İçine almak. Kaplamak. Toplamak. Tamam etmek. Tutulmak. Zapteylemek:
544
Merşed: Hakiki maksada ulaştıran doğru yol: 544
İntisab: Bir mansaba tâyin olunmak. Dikilip durmak. Bir kelimenin mansub olması:
544
Mürşid: 544
Müstemedd: Kendisine yardım edilmiş olan, yardım edilen: 544
Takaddüm: Önde bulunma. Zaman veya mevki bakımından ileride olma: 544
Tasmid: Hükmetmek. İçini doldurmak: 544
Cüsam: Uykuda gelen ağırlık, kabus: 544

İbrahim Kassar: (Üstadım’ın “Veliler Ordusu 333” eserinde geçen bir veli: “Otuz
yıl sefer etti; halkın gönlünde sofilere sevgi ve kabul uyansın diye… Bazı insanların
fesadını düzeltmek için bütün ömrünü ve varını harcadı.”): 650
Mehdî-i muntazır: 1649=650
Mehdî Hayran Mirzabeyoğlu: 59+269+322=650

SEHER NESLİHAN
Levha: 17 Ekim 2007… Posta ile yan koğuştaki Suat Çakıroğlu’ndan,
Kumandanımız’a iletilmek üzere rakamlarla ilgili kalınca bir kitab geliyor. Kendime âit
matematik ders kitabı ile birlikte bunları kendisine vermek istiyorum. O sırada kendisiyle
karşılaşıyoruz. Bana, kitabları odasına bırakabileceğimi söylüyor. Odasına girdiğimde,
masada yazılar olan bir kitab görüyorum. Bir takım ebced hesaplamaları yapılmış. Alıp
bakmaya çekiniyorum. Fakat yine de bakma isteğim baskın çıkıyor. Bir yerde “Seher
Neslihan” ve başka benzer isimlerin ebced hesaplamaları var. Diğer bir yerde, “baba”nın
ebced karşılığı ve tevafukları var. Başka hesaplamalar da var, fakat Kumandanımız’ın
geldiğini görünce, tam bakamadan kâğıdı yerine koyuyorum. Gelince elindeki ekmekleri
masaya bırakıyor. Odasında yerler, tozlanmaya karşı mavi naylonlarla kaplanmış. Üzerlerinde
ekmek kırıntıları ve susam parçaları var. Beraberce, bunları toplamaya ve küçük çapta
temizliğe girişiyoruz. (Bolu F-Tipi – Ali Acar.)

Seher Neslihan: 268+791=1059
Mehdî: 59
Lazek: (Zazaca) Çocuk: 59
Nehhac: Kılavuz, rehber, mürşid. Doğru yolu gösterici: 59
İhtızan: Sırrı gizlemek: 1059
Kehhal: Göz doktoru. Gözlere sürme çekme: 59
Kehdel: Genç hâtun. Yaşlı hâtun: 59
Azmay: Denemiş: 59
Mehtab: Odun yığılacak yer. Odunluk. (Mehtab: Ay ışığı.): 59
Mevcud: Var olan. Bulunan. Hazır olan. Topluluğun hepsi. Kâinat. Mükevvenat: 59
Necv: İki kişi arasında olan sır. Yüzmek: 59

Seher Nesl(i)han: 268+801=1069
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069
Hass: Duyan. Hisseden. Duyucu. Duygu: 69
Enbuy: Koklama, koku alma: 69
Hüceste: uğurlu, mübarek, mesud: 1068=69

Ebced: 10
Bicad: Allah Resûlü’nün babası, Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Çizgili olarak yol yol
dokunmuş aba, kilim, halı: 10
Ahzar: Yeşil, yemyeşil, en yeşil: 1009=10
İdad: Üstünlük, galibiyet, zafer. Kuvvet: 10
Peçe: İnsan veya hayvan yavrusu. Sarmaşık bitkisi: 10
Vedd: Dostluk. Sevgi. Muhabbet: 10
Zavarib: Nabız damarları: 1009=10
Bedâd: Gözükme, zâhir olma. Sayış, sayma. Fırka. Savaşacak akran. Nasib, hisse, pay:
11=1010
Habb: Tane, çekirdek. Tohum. Yuvarlak olarak hazırlanmış hap: 10
Dü: İki: 10
Besbese: Haberi yaymak. İşi halka bildirmek: 1009=10
Beva’: Doğrulanmak. Benzer, beraber, eş. Hazır etmek. Nüzul etmek, inmek: 10

Baba: Baba, ata, ecdat. Gemi halatlarının bağlandığı yer. İnşaatlarda ağırlıkların
bindirildiği direk. Mânevî rehber, şeyh. Muhterem. Zencilerde olur bir hastalık: 6
Gad: Gelen, gelici: 1005=6
Gaden: Yarın, yarınki gün: 1005=6
İhtiba’: İyice saklayıp gizleme: 1005=6
İhtiba’: Gizlenmek, örtünmek: 1005=6
Ciba: Toplanmış, birikmiş su. (Vakt: İçinde yağmur suyu biriken çukur. Su ile
faydalanacak mekân.): 6

Fetut: Ekmek parçaları: 886
Zühruf: Yaldızlı zinet: 887=1886

Asare: Sayı, hesab. (Asare: Anber ve misk gibi şeylerin kokması.): 267
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki, (Felâk ve Nâs) sûresi: 1267
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112=1266=267
Merkez: Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hâl, suret. Teşkilâtın en yüksek
makamı. Dairenin orta noktası. Bir şeyin en işlek yeri: 267
Sivar: Bilezik: 267
İshar: Uyandırma. Gece uyutmayıp, uyanık bulundurma: 267
Süvar: Ata binmiş. Binici. (Kaptan): 267
Zerrin: Altundan yapılmış. Altun gibi parlak. Sarı: 267

BİRİNDEN ASLA AYRILMAZ


Levha: 12 Temmuz 2007… Abdülmetin Torsun ziyarete gelmiş… Üst katta, koğuşun
içinden üst taraftaki maltada o, bu tarafta da biz, aramızda 1,5-2 metrelik boşluk, o şekilde
görüşüyoruz. Metin, hâl hatır faslından sonra, “para yatırdım, 70 milyon!” diyor. Teşekkür
ettikten sonra, “falanca da geldi, kapıda bekliyor, bir yere gitmiyor!” deyince, ben de “ona
giremeyeceğini, girebilmesi için akrabası olması gerektiğini söylemedin mi?” diye
soruyorum. Söylemiş, ancak o “Kumandan’la görüşeceğim!” diye tutturmuş. Biraz açık olan
kapıdan bahsedilen kişi giriyor; görevlileri atlatmış. Uzun boylu bir kadın ve yanında elinden
tuttuğu bir çocuk var; yüzü o kadar belirsiz ki, kız mı erkek mi seçemiyorum. Hiçbir şey
söylemeden merdivenleri çıkıyor; ben, “durun, Kumandan uyuyor, uyandırayım, bekleyin!”
diyeceğim ama, o çoktan yukarı çıktı. Kumandan en dipteki yatakta yatıyor. Dolaptan dolaba
perde çekilmiş, perdenin arkasından hafifçe sesleniyorum, uyanıp bana bakıyor. Ben, “bir
kadını buraya kadar niye soktunuz?” diye kızacağını düşünüyorum. Sonra hiçbir şey
söylemeden perdeyi kaldırıyorum ve elimle işaret ederek, “efendim, ziyârete geldiler!” gibi
birşeyler geveliyorum. Kumandan kadını görünce doğrulup yatağa oturuyor. Kadın, “ben
söylemiştim ama, sen inanmamıştın!” diyor. (Galiba zamanında “nereye gidersen, nerede
olursan peşini bırakmam!” gibi birşey söylemiş, onu imâ ediyor.) Sonra bir köşeye geçip
sohbet ediyorlar. Biz de Abdülmetin’le, rahat konuşmaları için onları yalnız bırakıyoruz.
Abdülmetin, kadının ismini söylemiyor, “filân gönüldaşın yakını” gibi bir tarifle anlatıyor.
Kadının üstünde siyah bir pardösü, yüzü gayet sert hatlara sahib ve hürmet uyandırıyor. Başı
sıkı sıkıya örtülü. Bir İBDA bağlısı ve yalnız kalsa da bu davadan, dönmeyeceğini göstermek
için gelmiş. (Bolu F-Tipi Cezaevi- Zeynel Abidin Danalıoğlu.)

Lezam: Hiç ayrılmama. Lâzım ve gerekli olma: 78
Hakîm: 78
İbda’: 78

Vasil: Birinden asla ayrılmaz kimse: 136
Mü’min: İmân eden. İnanan. (Esma-i Hüsna’dan, El-Mü’min: Emin kılıcı.): 136
Nuf: Yankı. Aks-i Sadâ: 136
Mihman: Misafir: 136
Lehak: Çok beyaz olan: 136
Kızıl: Kırmızı, al renk. Aşırı, müfrit. Kıldan yapılan ip: 137=1136

“NASLIHAN KERİMEM”
Levha: 18 Aralık 2001… Bir kitapçılar çarşısına giriyorum ve elimdeki ciltli yeşil
renkli Kur’ân tefsirini oradaki satıcıya iade ediyorum. Yine oradaki veya başka bir
dükkândaki satıcı çocuk, Üstad’ın 1935 baskısı bir kitabının geldiğini, ilgilenmek istersem
bakabileceğimi söylüyor. Bende aynı kitab vardı ama, bu kadar eskisi yoktu! Almama gerek
yok ama… Ama alsam daha iyi olur… Kitabı karıştırıyorum… Kitabtan, çok eskiden
yazıldığı belli el yazması kâğıtlar çıkıyor. Kâğıtlardan birinde “Naslıhan Kerimeme” diye bir
ifâde… Sakın bu kitab Üstad’ın şahsına âit ve bu yazılar da Üstad’ın el yazıları olmasın?
(Kandıra F-Tipi – Mustafa Aşık.)

Naslıhan Kerimem: (Dedi ki: Muhib evimize geldi. Kendisine, Efendi
Hazretlerinin Neslihan’a gönderdiği mektubları gösterdim. Muhib, hayretle bir noktaya
dikkat etti. Mektubun başındaki “Neslihan Kerimeme” hitabı, “sin” yerine “sad”
harfiyle “Naslı han” şeklinde yazılmıştı. Bizse bu noktaya yıllardır dikkat etmemiştik.):
821+310=1131=132
Kalb: 132
İslâm: 132
A’yan: Gözler: 132
Kulb: Bilezik. Bir cins yılan: 132
Seb’: Yedi. (Sab’: Parmakla işaret etmek.): 132
İna’: Yemiş toplama zamanı gelme. (Katf: Ağaçtan meyve devşirme. Devşirme
mevsimi. Tırmalamak.): 132
İsna aşer: Oniki: 1131=132
Azime: Büyük ve çok mühim iş. Tılsım, sihir. Verilmiş kararda kat’ilik. Yemin etmek:
132
Sencide: Tam yerinde söylenmiş söz. Ölçülmüş, tartılmış, değerli: 132
Kail: Söyleyen. Anlatan. Nakleden. Söz sahibi, inanmış. Boyun eğmiş. Rıza göstermiş,
razı olmuş: 132
Sib’: Susuzluk. (Gayn: Susuzluk. Ebced değeri 1000 olan harf.): 132
Üncuc: Hızlı yürüyen at: 132
Elmas: Çok kıymetli, beyaz, şeffaf maden. Cevher. Kıymetli taş: 132
Gazanfer: Kahraman. İri arslan: 2130=132
Melbes: Elbise: 132
Lebk: Akıllı olmak. Islah etmek, terbiye etmek: 132

“UFUK İLE HAFİYE”


Levha: 11 Aralık 1988… Üstadım, Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinden bir söz
naklediyor: “Neslihan, her yerde demektir!”… Neslihan kelimesinin mânâsı bu imiş… Her
yerde arayıcı olmak bakımından onun Hafiye, her yerde aranmak bakımından da Ufuk ile
ilgisi üzerinde duruyorum… Ve Neslihan, Üstadım’ı hiç yalnız bırakmamış!

Neslihan: 791
MÜNŞEAT: Kaleme alınmış şeyler. Nesir yazılar. Mektublar. (Münşeat isimli
eserimin takdiminden: “Münşeat”, mektub ve nesir yazılar demek… Benim kullandığım mânâ
ise, eserin muhtevasında da görüleceği üzere, lûgat karşılığı değil de, iştikakları çerçevesinde
anlaşılması gereken, onlardan yön alır ve onlara can verir, kendi muhtevasını temin edici bir
kavram, bir ıstılahî mânâ… Hususen bir tarz, bir usûl ilmi; icâdımın ismi… (…) Münşeat,
muhtevası nesir tarzında ele alınmış bir eser değil, bir edebiyat nevi olarak kendini
unsurlarıyla tanıtan “şiir” olmadığı gibi, aynı şekilde bilinen “mensur şiir” de değil. Onu “not
defteri” kabilinden karalamalardan ayıran husus da, keyfiyet cihetinden karalama olmayan
muhtevası ve mücerret şiiriyet belirten edası… (…) Münşeat, “münşee” kelimesinin çoğulu;
“münşee” ise, müsvedde yazılan kâğıt ve “yelkeni çekilmiş gemi” anlamına geliyor. “Şi’r”den
“şi’ra”ya kadar olan kelimelere bakmak gerek.): 791
Müşakelet: Şekilde bir olma ve uygunluk, benzeyiş. Cinsiyet birliği-cins birliği.
Birinin söylediği bir sözü diğerinin az çok evvelki mânâya zıd olarak kullanması: 791
Mütearif: Bilinen, bilinir, meşhur. Birbirini tanıyan, tanışan: 791
Mütearef: Herkesin bildiği, meşhur, ünlü: 791
Mütekarin: Birbirine birleşmiş, bitişmiş olan. Yaklaşmış, yakınlaşmış: 791
Müteşakil: Şekli birbirine benzeyenlerin her biri, bir şekilde olan. (Tab’ ve hissi aynı
olanlar.): 791
Terakus: Karşılıklı olarak oynayıp raksetme. (Aynı ritm ve ahenkte davrananlar.): 791
Hıssîsa: Bir kimseye, bir şeye mahsus hâl: 791
İhfik: Yer sarsıntısı ve zelzeleler neticesinde meydana gelen yarıklar: 791
İnhisaf: Ay tutulması: 792=1791
Müterafî: Duruşma için hâkime giden: 791
Manşet: Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık: 791

Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus belirli bir yeri bulunmayan. (Dedi
ki: Bir yerde olan her yerdedir, her yerde olan ise hiçbir yerde değildir… Mevlâna
Sadeddin Hazretlerinin bu sözleri, vahdet ehlinin mezhebini bildirmek içindir. Demek
istiyorlar ki: Bütün tecelli aynalarında zuhur eden hakikat birdir. Lâkin, İlâhî isimlerin
gereği ve imkân âleminin değişikliği bakımından türlü türlü zuhur etmiştir. Zuhurların
değişiklik ve aykırılığından, hakikatin başka olması icab etmez.): 219-220
Filozof: Mütefekkir: 219
Zübeyr: Yazılı küçük şey: 219

Hercaî: 220
Feylak: Büyükadam. Çok asker. İpek böceği ve kozası: 220
Asif: Yevmiyeci: 220
Yaddar: Hatırda tutan, unutmayan: 220
Habir: Taze ve yeni şey: 220
İbrîz: Saf altun, hâlis altun: 220
Kases: Hidayet edici delil: 220
Amik: Dibi çok aşağıda, derin. İnceden inceye pek ziyâde araştırmadan sonra anlaşılan
mesele: 220
Tarî: Birdenbire çıkan, ansızın görünen: 220
Tarî: Karanlık, meçhul: 220
Müfennen: İlim hâline, fennî şekle gelmiş olan. Fennîleşmiş: 220
Müsadefe(t): Rast gelme. Tesadüf etme: 220
Müselsel: Birbirine bağlı olan. Zincir halkaları gibi bir sırada olan. Bütün mısraları
kafiyeli manzume: 220
Nesik: Düzenli, tertibli, nizâmlı. Süslü, bezenmiş: 220
Pajir: Panzehir: 220
Kay’am: Kedi. (Hadîs: Her ümmetin bir hakîmi vardır, bizim ki de Ebu Hüreyredir.
Ebu: Baba, ata… Hüreyre: Kedi yavrusu… Ebu Hüreyre… Hitler kelimesinin veya Hitler’in
lâkabının da “kedi” olduğu söylenir.): 220
Nısf: Yarım, yarı. (Nasfet-Nasfet: Haklılık. Bir şeyin yarısını almak. Hakkaniyet.
İnsanları kanunların şümulüne girmeyen hakları temin ve ifasına zorlayan fıtri adalet hissi.):
220
Tayyar: Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havada kaybolup gaib olan: 220
Kafîl: Kamçı: 220
Nak’: Su saklayacak yer. Kuyu içinde olan su: 220
Verid: Kırmızı gül. Boyun damarı: 220
Fülfül: Karabiber: 220
Kerr: Devlet. Çekilerek yeniden hücum etme. Bir şeyden vazgeçtikten sonra tekrar
ona, o işe yönelmek. Gemi halatı: 220
Ker: Kuvvet, kudret. Maksad, meram: 220
Ma’kud: Akdolunmuş, bağlanmış, düğümlü, bağlı: 220
Mükeffef: Kürklü kaftan: 220
Mülekkin: Telkin eden. Bilgi vermeye çalışan: 220
Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus bir yeri bulunmayan: 220
Muhammed Salih: 221=1220
Müsliman: 221=1220

Hafiye: Saklı ve gizli şeyleri araştıran. Casus. (Hafiy: Herşeyi arayıp bilmiş âlim.
Bir şeyi mübalağa ile arayıp bilen kimse.): 695
Hufye: Saklanma, gizlenme. Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey: 695
Meşmeşiye: Alem-i gayb’dan veya âlem-i misâl’den bir âlem. Bazı evliyanın keşfen
müşahede ettikleri bir yer: 695
Sadaret: Vezirlik, başvezirlik. Başvekillik. Öne geçme, başta bulunma: 695
Hurufat: Harfler: 695
Mahadim: Mahdumlar, oğullar: 695

Hafiye: İnsan bedeninde gizli olan can. Gizli, mestur: 696
Fikir kahraman(ı): 696
Hassa: İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan
şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Tesir. Menfaat. Adet ve alâmet. Ekabir, kavmin ileri geleni: 696
Sahha: Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri:
Allah’ın Salih Aleyhisselâmın kavmini cezalandırmayı üç gün geciktirmekteki hikmeti
yalanlanması mümkün olmayan bir vaad oldu ve bundan dolayı da gerçek çıktı. O da onların
helâkine sebeb olan sayhadır. “Onlar kendi meskenlerinde göğüslerini yere koymuş oldukları
hâlde sabahladılar.”): 696
Suret: Biçim, görünüş. Kılık. Tarz. Yol, gidiş. Hâl. Tasvir. Dıştan görünen şekil. Çare:
696
Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. Arzu: 696
Tevfir: Arttırma, çoğaltma. Bir kimsenin hakkını tam olarak verme: 696
Savh: Yarmak. Ayırmak. İşitmek, duymak: 696
Havatıf: Göz kamaştırıcı şeyler: 696
Mütenevvir: Nurlanan, parlayan: 696
Teservül: Şalvar, don giymek: 696
Nuhame: Balgam. (İfraz.): 696
Ahfiye: Örtüler, perdeler, gizli şeyler. Çiçeğin tomurcuğunu örten kabuk: 696
Humahin: Yüzük yapılan bir cins siyah taş: 696

Ufk: Kıyı, kenar. Rüzgârın estiği cihetler. Ufuk. Gökle yerin birleşmiş gibi
göründüğü yer. Görüşümüzün nihayetindeki yerler. Görüş ve düşünüş derecesi: 181
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180=181
Vakıa: Vuku bulmuş. Rüyâ, düş. Şiddetli hâdise. Meşakkat, musibet. Kıyamet. Savaş:
182=1181
Kaf: Ufuk. Harf adı. Bir dağ ismi: 181
Fâil: İş yapan. Fiil işleyen. Masdarın mânâsını meydana getiren kelime: 181
Tahsif: Nâlin yaptırmak: 1180=181

VAN
Levha: 20 Ocak 2004… Haliç’in kenarındayım. Uzaklardan bir gemi geliyor; beyaz ve
çok büyük. “Haliç’in karşı kıyısına gelen gemi dönüp bizim olduğumuz yere yanaşacak!” diye
düşünürken, yanımdaki genç, “vallahi o Van gemisi, Van’a gidiyor!” diyor… Bulunduğum
yerin sol tarafından aynı renk, aynı büyüklükte başka bir gemi yaklaşıyor, bayrağında at resmi
var… Çok uzaktan yine beyaz ve aynı büyüklükte bir gemi daha geçiyor; biri onun
sahabîlerden birine âit olduğunu söylüyor. (Sahabînin adını unuttum.)… Kumandanımız’ın
yanımızda olduğu hissi içindeyim ve beklediğim, gemi ile gelecek olan Mehdî imiş! (Bolu F-
Tipi Cezaevi – Sadedin Ustaosmanoğlu.)

Van. (Kürtçe): Onlar: 57
Mecid: Azametli. Şerefli. Gâlib. (Zât şerefine sahib.): 57
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055=57
Cünd: Şehir. Bir kimsenin yardımcıları. Ordu. Asker: 57
Lezk: Yaranın iyileşmesi: 57
Necd: Açık ve işlek yol. Yüksek yer. Ağaçsız mekân. Mahir kılavuz. Yiğitlik hâli.
Gamlılık. Hasma galib gelmek. Meme. Suudî Arabistan’ın doğu mıntıkası: 57
Vahime: Vehim veren: 57
Hatim: Kâbe’nin kuzey tarafındaki taş. Duvar gibi olan sur: 57
Mucîd: Hazır. İyi edici olan. Ölüm: 57
Nav: Küçük gemi. Sandal, kayık: 57
Eyum: Erkeksiz kadın. (Âhil: Erkeği olmayan kadın. Fevkinde kimse olmayan yüksek
padişâh.): 57
İnha: Bir hususu tebliğ. Ulaştırma, yetiştirme: 57
Nüvaht: Çalgı çalma: 1056=57
Mühib: Heybetli. Korkunç. Azametli. Tehlikeli: 57
Mevcub: Kendisine birşey vacib kılınmış: 57

Kestî: Gemi, sefine: 730
Halk: Örneği olmayan bir şeyi icad etmek, ibda’ eylemek. Yaratmak. İnsan topluluğu:
730

05.06.2008- 74.SAYI

ANAFOR
Levha: 19 Ağustos 1989… İrkiliyorum, ürküyorum, korkuyorum; kardeşimin –Salih
Mirzabeyoğlu- saçları kirpi gibi dikilmiş ve bembeyaz… Kafasının ortasında da bir delik var;
ve orada anafor yapan su’ (Nalân Said.)

“Aynadaki Yalan”: (Üstadım’ın bir romanının ismi.): 338
Fikr-Çile: 300+38=338
Anafor: Girdab. (Bir şiir kitabının ismi.): 338
Kaptan Kusto: 163+175=338
Ferzan: İlim ve hikmet. (Ferzane: Hakîm): 338

Girdab: Suların dönerek çukurlaştığı yer. Tehlikeli yer ve zaman: 227
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151=1227
Aksiyon: 227
Sufvan: Atın, üç ayak üzerine durup dördüncünün tırnağını yere dikip durması: 227
Muvafık: Uygun. Yerinde. Denk: 227
Mazruf: Zarflanan. Sarılıp muhafaza altına alınan: 1226=227
Küvar: Petek, bal peteği: 227
Rikz: Gizli söz: 227
Tahir: Yüksek nefes: 227
Gübre: Kedi: 227
Tarih: Bir işe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne: 227

İşabe: Saç ve sakal ağartma, beyazlatma. Genç yaşta saç ve sakal ağarması: 309
Akrah: Alnının ortasında beyaz olan at. (Hadîs: Hayır, atların alınlarına işlenmiştir.):
309
Rakde: Uyku. Berzah: 309

ÇİLE TACI
Levha: 20 Mart 1999… Hayreddin Soykan ve ben, ahşap ev gibi bir yerde
Kumandan’la birlikteyiz. Uzun uzun konuşuyoruz. Hayreddin onun karşısında daha teklifsiz.
Sonra, Kumandan’ın dikenden bir taç taktığını görüyorum. Ona, “bu, Hazreti İsâ’nın çarmıha
–güyâ- gerilmeden önce taktığı ÇİLE TACI olarak bilinir!” diyorum. (Burak Çileli.)

Çile: Eziyet, sıkıntı. İplik. Yay kirişi. Dervişlerin kapalı bir yere çekilerek
ibadetle geçirdikleri kırk gün. (Üstadım’ın şiir kitabının ismi.): 38
Ezel: İbtidası ve başlangıcı olmayan: 38
Gazel: Tek kişinin ahenkle okuduğu manzume. Lâtif şey. Sonbaharda ağaç üstünde
kuruyan yapraklar. Ceylân. Güzel kadınların medhi ve bahsi: 38
Hecl: İki dağ arasındaki çukur ve düz yer: 38
Şifahâne: Hastahane: 1037=38
Vila’: Birbirinin ardı sıra gelmek: 38
İbdal: Değiştirmek. Birinin yerine diğerini getirmek: 38
Bilv: Belâ. Zahmet. Tecrübe, imtihan: 38
Cadil: Gürbüz, kuvvetli, metin: 38
Agul: Hiddetlenerek gözucuyla bakma: 1037=38
Hebal: Avcı, seyyad: 38
Liva: Bayrak. Sancak. Tugay. Allah Resûlü’ne âit sancak. Eskiden kazadan büyük ve
vilâyetten küçük yerlere denirdi: 38
Cidal: Sözle mücadele. Ateşli konuşma. Muharebe. Cenk. Kavga: 38
Çihil: 40. Çok ziyâde, fazla: 38
Lüvb: Çokluk, kalabalık, izdihamlık: 38
Laz: Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan bir kavim. Bu kavimden olan kimse: 38
Hayk: Dokumak. Tesir etmek. Sallanmak: 38
Cilbab: Çarşaf. Kadın feracesi: 38
Pul: Para. (Kaime: Nakid): 38

Tac: Hükümdarların başlarına giydikleri başlık. Sarık, imâme: 404
İbrar: Yapılan yeminin doğru olduğu tasdik edilme: 404
Ebrar: Özü sözü doğru olanlar. Sadıklar. İyiler: 404
Berber: Afrika’nın kuzeyinde bir kavim: 404
Dürer: Büyük inciler: 404
Cerrar: Yavaş yavaş giden asker alayı. Ağır ağır giden. Desti satıcısı: 404
Tadaccur: Sıkılma, sıkıntı, iç sıkılması: 1403=404
Taib: Tövbe eden: 404
İrtiza’: Razı olma, rıza gösterme, uygun ve münasib bulma. Beğenme, seçme:
1403=404
Kinekeş: Düşmandan öç ve intikam alan: 405=1404

Çile Tac(ı): 38+404=442
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441=442
Müberrer: Yemini tasdik edilmiş: 442
Benefşî: Mor renk. Menekşe rengi: 442
Mehaz: Su akacak yer, su mecrası. Gebe kadının sancısı tutması. (Me’haz: Menba’.
Bir şeyin alındığı, çıkarıldığı yer. Birşeyin aslının alındığı kaynak.): 442
Meşka: Fark edip ayıracak yer: 442
İş’a’: Güneş, ışığını dağıtma. Şualanma: 442
İyalet: İdare etme, valilik yapma. Vadi: 442
RABITA-İ ŞERİFE
Levha: 22 Şubat 1995… Hastahânedeyim, hastayım. Odada beyaz bir yatak; yorganın
altına giriyorum. Çevremde tanıdıklar. Kumandan bana Rabıta-i Şerife’den bir bölüm okuyor.
İBDA’cı olduğunu söyleyen bir tanıdık da var; neşeli, gülüyor. Kimse onu kaale almıyor.
Dışarıda kar yağmış. Sonra; kitabı aslında Abdülhakîm Arvasî Hazretleri okuyormuş gibi
birşey oluyor. Ablam, sigara içmek için dışarıya çıkıyor. (Ayşe Karataş)

Rabıta-i Şerife: 807
Hıbre: Tecrübe etmek, denemek, sınamak: 807
Izaka: Tattırma veya tattırılma. Lezzet ve zevk hissetme: 807
Zû’: Işık. Aydınlık. (Zû: Kelimenin başına gelerek, “sahib, malik olan” mânâsını
verir.): 807
Hibre: Bir şeyin içyüzünü hakkıyla bilme: 807
İdrarat: Varidat. Gelirler. Tahsilat: 807
Zuhr: Yüksek şeref: 807
Şoreş (Kürtçe): İhtilâl. (Üstadım’ın “İhtilâl” isimli eseri hatırlanmalı.): 807
Hizzeb: Soylu at. (Üstadım’ın “At’a Senfoni” isimli eseri hatırlanmalı.): 807

Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+308=566
Saniye: Dakikanın altmışta biri. (Üstadım’ın son şiirlerinden: Çocukken haftalar bana
asırdı; -Derken saat oldu, derken saniye… -İlk düşünce, beni yokluk ısırdı, -Sonum yokluk
olsa bu varlık niye?): 566
Maunet: Allah’ın salih kullarına imdadı, inayeti: 566
Umumiyet: Bir şeyin herkese âit olması: 566

DOKUMA HATASI
Levha: 29 Ekim 2001… Kumandan, “Kusto bezin hatası” diyor. Ben de “bezin, vezin,
b ve v, ikisi de dudak sessizleri” diye kafamdan geçiriyorum. (Kartal Cezaevi – İbrahim
Tatlı.)

Kusto: 175
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506=1174=175
Eflatun: 176=1175
Hefif: Süratli seyir: 175
Kaid: Oturan, oturmuş: 175
Mukle: Gözün karası. Gözbebeği. Göz. Su taksimi için kullanılan taş: 175
Kaytun: Hazine. Kiler. Ziyafethâne: 175
Mıklad: Anahtar. Hazine: 175
Istıad: Yükseğe çıkma, terfi etme: 175
Mat’un: Belâya tutulmuş: 175
Müsadim: Çarpışan, vuruşan: 175
Müsaid: Muvafık, uygun. Yardım eden. İzin veren: 175

Sete’: Bezin hatası: 461
Tebattun: Bir şeyin dışını iyice anlamak için çalışmak: 461
Ast: Bir kimsenin emri altında olan kimse. (Yevmiye: Seni ben yetiştireceğim!): 461
Denavet: Yakınlık olmak, yakınlık: 461
İttitan: Vatan edinme: 461
Tanzir: Tazeleştirme, tazelendirme: 1460=461
Sirar: Sürur, sevinç. Sırayla konuşmak. Ay sonu: 461
Ekme(t): Yüksek yer: 461
Katim: Sır saklayan kimse: 461
Mütedavî: Kendi kendine ilaç yapan. Tedavî eden: 461
Lezlaz: Kurt: 461
Müruriye: Köprüden veya bir memleketten geçerken verilen para: 461

“İDEOLACYA VE İHTİLÂL”
Levha: 27 Aralık 1998… Koğuşta alt kata iniyorum. Nurullah gönüldaş kütübhânede
bir şeyler arıyor. Kumandan’ın yakalanmasıyla ilgili Tilki Günlüğü’nde işaret varmış ve biz
bunu biliyormuşuz; yâni beklenen hâdise. Tilki Günlüğü diye “İdeolacya ve İhtilâl”i
çıkartıyor. Ben ona bu kitabı yeni okuduğumu, öyle birşey olmadığını söylüyorum. Kitabı
bana veriyor. Yaklaşık 20-30 (sayfa) arıyorum. Tam bu sırada Aralık ayının her gününü ayrı
ayrı gösteren bir tablo görüyorum. Her gün alt alta yazılmış ve o gün ne olacağı bir-iki cümle
ile belirtilmiş. Kumandan’ın yakalandığı güne bakıyorum, “iyi olursa bırakırız, iyi olmazsa
tutarız!” diye bir yazı görüyorum. Diğer günlere bakıyorum; hep iyi ve güzel şeyler
okuyorum. Diğer arkadaşlarla birlikte aynı şeyleri tekrar tekrar okuyoruz; hepimiz mutluyuz,
gülüyoruz. Kumandan’ın yakalanmasından duyduğumuz üzüntü gidiyor ve her şeyin onun
kontrolünde olduğunu biliyoruz. (Bandırma Cezaevi- Kürşat Kadir Karamustafa.)

“İdeolacya ve İhtilâl”: (Kitabın ithafi: Davadan zerre tâviz vermez ve her türlü
yarım oluşun engelcisi ÜSTADIM’a… O’nun bu tavri kariısında, kaçan keleşlerden
olmayan ve oluş zorluklarını sıçrama tahtası bilenlere… Mart-1980): 77+6+63=146
Rahman Sûresi, 19.âyet: (Meâli: İki denizi salıvermiş birbirine kavuşuyorlar.):
1145=146
İdeolacya v(e) Mehdi: 77+7+62=146
Mümasse: Birbirine değme: 146

Bîrdozî: (Kürtçe.): İdeoloji. (Bîr: Hatırlamak… Dozî: Amaç, dava, dava adına
yürütülen faaliyet… Bir âyet meâli: “Ona (Allah Resûlü’ne) öğrettiklerimiz,
hatırlatmaktan ibârettir”… Birr: Temizlik, masumluk. Gönül, kalb. Tilki eniği. Salih
âmel. Takvâ. İhsan etme. Koyunu sevketmek… İdeoloji’nin en güzel tarifi kendiliğinden
görünüyor: Hayâlindeki Cennet idealine doğru, akıl ve ruh dozunda teşekkül eden
fikrin, insanları sevk amacını havi tutarlı bütünü.): 239
Rıhal: Büyük halı. (Bir: Yıldırım. Halı, kilim, DÖŞEK, örtü, seccade.): 239
Mifsal: Dil, lisân: 240=1239

HÜRRİYET SEMBOLÜ
Levha: 19 Ağustos 2007… Gaziosmanpaşa İmam Hatib Lisesi’nin idare kısmını
andırır gibi yerler. Ancak oraları hep yatak odası ve Kumandan’a âit. Buralarda yatılıp
kalkıldığı belli. Giyim eşyalarını da görünce, “Kumandanımız’ın ne çok eşyası var!” diye
yanımdakine söylüyorum. Kumandan bir odada oturuyor, bize “abdestiniz var mı?” diye
soruyor, biz “yok!” diyoruz. İlk bakışta anlamıyorum, sonra birden akşam namazına çok az
kaldığını, abdestli olursak namazı zamanında kılabileceğimizi, Kumandan’ın bunu kastetmiş
olabileceğini düşünerek hareketleniyorum. Zeynel Abidin, Ayet-el kürsî okuyarak
Kumandan’ın başına masaj yapıyor, aynı ânda da Ali Acar bana onun ne yaptığını göstererek
anlatıyor. Kumandan, “at benim için hürriyet sembolüdür!” diyor. Bir yataktayız. Ona, “bir
rüyâ gördüm ama, tam hatırlamıyorum!” deyince, “bir Avusturya şiiri söyle, ben hep öyle
yaparım; o zaman iyi tevil olur!” gibi bir şeyler söylüyor. Sonra düşünmemiz için loş bir
ortam olsun diye üzerindeki yorgan ve çarşaf gibi birşeyi üstümüze örtüyor. Ben hatırlamaya
çalışırken, onun gazete okuduğunu zannediyorum. Ama bakınca, hâlâ yorganı elinden
bırakmamış ve benim hatırlamamı beklediğini görüyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi- İsmail
Uysal.)

Rems: El ile meshetmek. Islah etmek, düzeltmek: 740
Mütefekkir: 740
Firaset: Binicilik, süvarî-kaptan. Zihin uyanıklığı. Yiğitlik: 741=1740
Te’sir: Kıymet ve değer koyma. Ateşi yakıp alevlendirme. Narh koyma: 740
Müteressim: Teressüm eden, resmeyleyen: 740

Ayet-el kürsî: 732
Ahlâk: 732
Mütesabbır: Sabreden: 732
Teşbik: Şebekeleştirme, ağ biçimine koyma: 732
Mabsara(t): Bedihî ve zâhir olan hususlar. Açık ve meydanda olanlar: 732
Mutabassır: Açıkgöz: 732
Mütebassır: Dikkatle bakan, ilerisini gören, iyice düşünen. Basiretli: 732
Müterabbıs: Bekleyen: 732

Hürriyet: 618
Tahkik: Doğru olup olmadığını araştırmak. İç yüzünü araştırmak: 618
Hayret: 618
Tahayyür: hayret etmek. Şaşakalmak. Hayran olmak: 618
Hakikat: Her şeyin aslı ve esası. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Künh. Sâbit ve vâki.
Sadakat. Doğruluk: 618
Müstahsen: Beğenilen. İslâm’ın güzel gördüğü şeylerin her biri: 618

Semend: Çevik ve güzel at: 154
Mehdî Muhammed: 62+92=154
Nekkad: Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse. Paranın sağlamını kalpından ayıran:
154
Sefîd: Ak, beyaz: 154
Müsned: İsnad edilmiş, nisbet edilmiş olan: 154
Münsedd: Seddedilen, kapanan. Tıkalı: 154

Safin: Cins at. Üç ayağı üstünde durup, dördüncü ayağının tırnağını yerde dikip
duran at: 221
Muhammed Salih: 221
Sakal-ı şerif: 1220=221
Zerdî: Sarılık. Sarı renkte olma: 221
Darağacı: 1220=221

Esb: At, beygir, feres: 63
Amije: Şair. Karışmış, karışık: 63
Biyan: Gece. Gece ile gelen belâ: 63
Nabi: Haber veren, haber verici: 63
Nabi: Yüksek, yüce: 63
İhtilâl: 1062=63
Çîn: “Derleyen, toplayan” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 63
Atnab: Ağaç kökleri: 63
Banî: Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden: 63
Azmûde: Tecrübe etmiş olan. Tecrübeli: 63
Beyân: Açıklama. Anlatma. Öğretme: 63
Abis: Denizlerde dokuzbin metreyi geçen derinlikler: 63
Bilâl: Siyah ve beyaz olmak: 63

Kunbul(e): At. Kalın vücutlu kimse. 30 il 40 yaş arasında olan. Sinirli ve hiddetli
olan. Bomba: 187
Uzfur: Asma filizi: 187
Eflâtunî: Leylakî ve erguvanî arasında, hafif mor karışık renk: 187
Müzmak: Derviş: 187

Müevvil: Rüyâ tâbir eden. Başka mânâ veren. Tevil eden: 82
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082
Fariz: Yaşlı: 1081=82
Süveyda: Siyahlık: 82
Mizmar: İnce belli at. Meydan. At yarıştıracak yer: 1081=82
Tabi’: Kitab bastıran. Kitab basan: 82
Kimya: Maddelerdeki değişikliği anlatmaya çalışan ilim kolu. Aşk. İlâç. Mevcut olana
kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana âit arzuyu terk etmek: 82

Nemçe: Avusturya ve Avusturyalı mânâsında: 98
Mahmud: Medhe lâyık. Medholunmuş: 98
Namaz: Dua. Zikir. Kur’ân. Kunut. Rüku. Salât. Şükür. Tesbih. Secde. Hamd: 98
Zaman: 98
Gavvas: Çok gayretli. Çalışkan. Suya dalan. İnci arayan dalgıç: 1097=98
Hafy: Herşeyi arayıp bilmiş olan âlim. Bir şeyi mübalâğa ile arayıp bilen kimse: 98
Mahn: Kuyudan su çıkarmak. İmtihan etmek. Bahşiş vermek. Vurmak: 98
Mahmî: Korunan. Himâye gören. Hıfzolan: 98
Makbul: Ayağı bağlı olan: 98
Vasıb: Hasta: 98
Helezon: 98
Halis: Bahadır ve haris kimse: 98
Hıfy(e): Yalın ayak yürümek: 98

İstinşad: Bir kimseden şiir okumasını isteme. Birisine manzume okuma: 816
Hodru: Kendiliğinden: 816
Havatır: Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler: 816
Muavvez: Gerdanlık. Nazarlık. (Muavvezeteyn: Felâk ve Nas sûreleri.): 816
Teşvik: Şevklendirme. Kışkırtma. Cesaret verme: 816
Gaziye: Büyük nurlu şey. Çok karanlık olan yer: 816
Beyza: Yumurta. Demir başlık: 816
Karantina: Tecrit etmek: 816
Berhabe: Minder, döşek, yatak. (Mehd: Beşik. Döşek. Yeryüzü. Beslenilecek,
büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak. Hazırlanmak.) Bir yatakta beraber yatılan
kimse: 816
Uhrevî: Âhirete âit, ahiretle alâkalı: 817=1816

SİGARA HİKÂYESİ
Levha: 25 Mart 1999… Sadeddin Ustaosmanoğlu, “çok sigara içtiğinizi duyduğum
zaman anlamıştım!” diyor; Mehdî olduğumu anlamış. Sonra bir grub olarak resim çekilmesi
sözkonusu. Ben, öyle ucuzundan resme girmemek için kıyıya çekilip sandalyede bir ayağımı
uzatarak otururken, bir nevi fazla heves göstermeden resme girmiş oluyorum.

Cigara-Cigare: (Türkçe, Kürtçe’de.): (Yevmiye: Günde bir paket içebilirsin!):
235
Fıkdan: Yokluk. Bir şeyin belirsiz olması. (Kadîm: Evveli bilinmeyen hâl ve
keyfiyet.): 235
Fündak: Hesab defteri: 235
Kerye: Tam olmak, tamam olmak: 235
Kerîh: Muharebe ve cenkte olan şiddet: 235
Makmene: Lâyık ve münasib olacak yer: 235
Ercal: Ayaklar: 235
Girye: Gözyaşı: 235
Mısdak: Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. Alâmet. Tavır.
Tarz. Düstur. Değer ölçüsü. (Musaddak: Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati isbat edilmiş
olan.): 235
Nusus: Nasslar: 236=1235
Karye: Eski çağlarda Bursa ve Balıkesir bölgesinin adı: 236=1235
Kafedan: Attarların eczâ koydukları kese veya torba: 235
Kasme: Merdiven ayağı: 235
Kısme: Misvak parçası: 235
Masadak: Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus: 235
Nafaka: Geçim için lüzumlu olan şey. (Yevmiye.): 235

Dud: Tütün. Duman, sis. Elem, keder, gam, tasa. (Yevmiye: “Dünyanın neş’esi
gitti, kedureti kaldı”… Keduret; keder hâli.): 14
Dud: Kurt, böcek. (Solucan): 14
Debbabe: Tank: 14
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013=14

Duhh: Tütün: 604
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+322=605=1604
İrtia’: Düşünmek, istikbâli düşünmek: 604
Dırre(t): Sütün çokluğu. Turra. Kırbaç: 604
Terba: Toprak. Yer, arz: 604
Sırat köprüsü: 604
Riddet: Dinden dönme. (Kaptan Kusto Müslüman.) Doğumdan önce davarın
memesinin sütle dolu olması: 604
Tacir: Ticaret yapan. (Kustar: Tüccar. Kesedar. Sarraf. Mizân, ölçü. Bir şehre veya
beldeye vâli olan kimse.): 604
Hadd: Yol. İnsan cemaati. Bir şeye tesir ederek iz bırakmak. Yanak, yüz, vecih: 604
İrabet: Akıl, anlayış, kavrayış: 604
Ücret: Hizmet karşılığı verilen şey: 604

Duhan: Tütün. Duman. Kıtlık ve kuraklık: 655
Nurullah Mirzabeyoğlu: 322+333=655
Mehdî Sabir(e) Mirzabeyoğlu: 59+293+1302=1654=655
Temhir: Mühürleme: 655
Retime: Bir şeyi hatırlayabilmek için parmağa bağlanan iplik: 655
Na-huda: Gemi kaptanı: 656=1655

Acac: Tütün. Toz. Bulut. Duman: 77
İdeolacya: İnsan ve toplum meselelerinin esasını veren fikirler manzumesi: 77
Ebda’: En bedi. Daha çok dikkati çeken: 77
Beda: Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur
etme: 77
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 77
İ’cab: Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek: 77
Kenz: Define: 77
Nagâh: Birdenbire, ansızın, hemen: 77
Abid: İbadet eden. Zâhid: 77

İDEOLACYA: 77=1076
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322=1075=76

MUALLİM
Levha: 19 Ocak 1999… Galiba Neslihan’ın gittiği ilkokulmuş. Öğretmen genç bir
erkek. Olağanüstü bir durum var; öğretmenler, talebeler ve veliler toplanmış. O sırada bir
söylenti yayılıyor; sözkonusu öğretmen bir önceki gün veya gece bir hâdise yaşamış, onun
haşyeti ve şoku içinde imiş. Kalabalık bir gruba konuşurken birden gökyüzünden bir el inmiş,
sanki gökyüzü aralanmış ve birkaç dakikalık bir süreyle bir öğretmen bambaşka duygular
yaşamış. Bunun tesiriyle kendini toplumdan tecrit etmiş. O arada ben, “31 Aralık…” diye bir
tarih görüyorum ama, senesini hatırlamıyorum; yâni iyi göremiyorum. Gökten inen el, sağ el,
sadece işaret parmağı açık ve diğer parmaklar yumruk olarak yumulu; el ve kol, dirseğe kadar
görünüyor. Öğretmen konuşurken büyük bir nur kütlesi kalabalığın üzerine yavaş yavaş
iniyor; ve bu nur içinden sarkan el, sadece o öğretmeni işaret eder şekilde yaklaşıyor. O ânda
öğretmen çok etkileniyor, kendinden geçiyor ve İlâhî bir hâle intikal etmiş gibi dış dünyadan
ve insanlardan kendini tecrid edip o hâl içinde yaşamaya başlıyor. (Hayran Erdiş.)

Muallim: Öğretmen. Talim eden, öğreten. İlim öğreten: 180
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180
Muallem: Ta’lim görmüş, talimli: 180
Kuta’: Düş yormak, rüyâ tâbir etme. Su kesilmek. Başka yere gitmek: 180
Münîf: Meşhur, âli, yüksek, büyük, ulu, bülend: 180
Müsaade: İzin, elverişli bulunma. Yardım: 180
Kaide: Esas. Temel. Düstur. Nizâm. Ayaklık. Dip taraf. Bir şeyin meydana gelmesine
temel ve düstur olan husus. Bir ilim ve fennin düsturlarından herbiri: 180
Fiil: Müessirin tesiri. Amel, iş. Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime: 180
Malkoç: Osmanlı İmparatorluğu’nda akıncıların başı: 180
Nakl: Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek. Anlatmak, duyduğu
bir şeyi başkasına hikâye etmek. Bir dilden başka dile çevirmek, tercüme etmek: 180
Kay’: Kedi, sinnevr: 180
Ma’lem: Eser, iz, nişân, alâmet: 180
Medfun: Defnedilmiş, gömülmüş: 180
Fenen: Üslûb. Budak: 180
Memsud: Vücudu kuvvetli ve sağlam yapılı olan: 180
Kaud: Binilmeye müsait –iki yaşındaki- deve: 180
Müsademe: Vuruşma, birbirine çarpma. Silâhlı çatışma: 180
Samim: İç, asıl, öz: 180
Semi’: İşiten, duyan: 180
Yelmek: Kalın kaftan: 180

ASKER
Levha: 9 Şubat 1998… Yolun kavşağında karşıya geçmeye çalışıyorum, neredeyse
otobüsün altında kalacaktım, çok korktum. Kaldırımda iki kişinin arasından geçerken, bana
lâf atıyorlar, bunun üzerine tartışıyoruz. Birkaç kere kafa atmaya teşebbüs ediyorum, sonra
vazgeçiyorum; “bir gün dost oluruz ve siz bu hareketlerinizden utanır, pişman olursunuz!”
diyorum. Bir fırsatını bulup, Mehdî bahsini açıyorum. Mehdî’nin Kumandan olduğunu
söylemeye niyetlenmişken, vazgeçiyorum. “Mehdî’nin vakti geldi ve ben size onun kim
olduğunu söyleyecek değilim, siz araştırıp bulacaksınız. Hadîs var: Ona tâbi olacaklar 250
kişi falandır. Acele edip asker olalım!” diyorum. Biri “350 asker” diyor. Bunlar bu mevzuları
biliyorlar, fakat sefihler. İBDA’dan bahsediyorum. Bâki Aytemiz ve Sinami Orhan’ı
tanıyorlar. Bir evin önüne geliyoruz. Çocuklardan biri eve sesleniyor. Bir kadın çıkıyor dışarı
ve çocuk kendini tanıtıyor. Kadın, “evimiz güzel, lâkin rutubetli ve pis kokuyor!” diyor. Ben
de MEZOPOTAMYA diyerek kendimi tanıtıyorum. (Bandıma Cezaevi – Emrullah Arslan.)

Berf: Asker. Kar. Güzel söz: 282=1281
Naka-i Salih: Temiz Salih. (Naka-i Salih: Salih Peygamberin bir mucizesi olarak
kayadan çıkan devesi.): 281
Magrem: Aşık. Borçlu. Bir şeye çok düşkün, haris kimse. Tutkun. Zarar, ziyân.
Cürüm, cinayet: 282=1281
Kenehver: Büyük beyaz bulut: 281
Asker: Devredici, seyyar: 281
Kasas: Arslan: 281
Devari’: Zırhlar. Zırhlılar: 281
Kamkam: Ulu, şerif kimse. İyi, keskin kılıç. Büyük deniz. Çok adet: 281
Raî: Çoban. Gözetleyici ve koruyucu kimse. Vali. Güvercin kuşundan bir kısım: 281
Saye-dar: Gölge eden, gölgesi olan, gölgeli. Sahib çıkan, koruyan, himaye eden: 281
Âri: Pak. Hür: 281

Zefer: Kötü koku: 980
Zeref: Yavaş yürümek. Gözden yaş akmak: 980
Zalim: Kaymağı alınmadan içilen süt. Hiç bozulmamış yerden alınan toprak: 980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980

Nedavet: Yaşlık, ıslaklık, rutubet: 461
Sete’: Bezin hatası: 461

DEHM
Levha: 13 Kasım 1999… Bir ordu geliyor; askerlerin bir kısmının ellerinde pankartlar
ve sancaklar var… “Allah Allah!” nidâlarıyla geliyorlar. Askerlerin taşıdığı pankartta, “bu
ordu Salih Mirzabeyoğlu’un ordusu!” yazıyor. Ardından gelen askerler, mehter marşı
söyleyerek geliyorlar. Askerlerin hepsinin elbisesi kırmızı idi. (Hatice Vanlıoğlu)

Dehm: Çok fazla asker. Ansızdan gelmek. Çok adet, kesret: 49
El-Hayy: Diri ve devamlı hayat sahibi. (Esma-i Hüsna’dandır.): 49
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak.
Hazırlanmak: 49
Evliya: Veliler: 49
Gazalî: 1048=49
Levha: Üzerinde yazı ve resim bulunan duvara asılacak yazı. Bir sayfanın üzerindeki
kalın yazı: 49
Tım: Deniz: 49
Tıla: Mahbus kimse. Diş sarılığı: 49
İbham: Baş parmak. Mübhem: 49
Lehîd: Götürdüğü yük ağır olduğundan eziyet çeken deve: 49
Çame: Şiir ve gazel. Manzume: 49
Ulguze: Bilmece, bulmaca: 1049
Emgaze: Kırmızı, kızıl nesne, ahmer. Aşkar at: 1048=49
Halî: Hâle mensub. Tavra âit. Şimdiki: 49
Mevc: Dalga. Denizin dalgası. Titreşim. Devir, devre: 49
Kevakib: Yıldızlar: 49
Kübkübe: At sürüsü. İnsan topluluğu: 49
Ecüme: Havuz: 49
Ecme: Orman, sık ağaçlı yer: 49
Azma(y): Denemiş: 49
Hacim: Saldıran. Hücum eden: 49
Dekdak: Kum yığını: 49
Kebkebe: Yüz üstüne düşürme. Çukur bir yere döne döne düşme: 49
Dümme: Yol, tarik: 49
Bezm: Sohbet meclisi: 49
Çakaçak: Silâhlı çatışmadan çıkan ses: 49

NAKARAT
Levha: 17 Mart 2008… İhtilâl ortamı… Büyük bir afet olmuş veya savaş çıkmış… Biz
de bir grub gönüldaş bir “tim” kurmuş, operasyonlar yapıyoruz… Çatısı olmayan ve yığma
tuğladan yapılmış, içi boş bir harabeye giriyoruz. Yağan kar duvarlarda tutmuş. Susamışız ve
gönüldaşın Halil Kantarcı’ya ellerimle duvarlardan temiz kar toplayıp vermek istiyorum;
etrafta bardak olmadığından paslı bir boruyu “kamış” niyetine kullanıyoruz… Harabenin
bahçe kapısındayım. Bu arada Halil, elindeki sayfaları altunla yazılmış Kur’ân-ı Kerim
okuyor… Sesinden içime bir coşkunluk geliyor ve slogan attırıyorum: “Yaşasın Mehdî
Mirzabeyoğlu!”. Peşinden ağzımdan balgam şeklinde bie şey çıkıyor. Yere düşer düşmez
alaca, parlak ve nefis görünüşlü bir kumru kuşu oluveriyor. Ardında “Akıncı-Genç Forum”
sitesinde yayınlanan bir marşın nakaratını avazım çıktığı kadar bağırarak söylüyorum: “O
geliyor, O geliyor, O geliyor, O!”… Yerdeki kumrunun yanında eşi peyda oluyor; daha cansız
bir renkte… (Aydın Alkan.)

Berf: Kar: 282
Râif: Merhametli, re’fetli: 282
Agfer: Mağfiret eden, bağışlayan, affeden: 1281=282
Kâmkâr: İsteğine ulaşmış. Hedef ve gayesine ermiş. Mutlu, bahtiyar, mesud: 282
Kürsüb: Kesbetmek, kazanmak, çalışmak. Sert ve sağlam ağaç: 282
Hakister: Kül, ateş külü. (Ermeda: Ateş külü… Ermed: Kül rengi, gri. Boz renkli
nesne. Gözü ağrıyan adam.): 1281=282
Farig: Tasarrufu altında bulunan mülkün kullanma ve tasarruf hakkını başkasını
devreden: 1281=282

Selc: Kar: 533
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532=1533
Esleb: Çerçöp, süprüntü. (Dimne: Süprüntülük… Dimne: Tilki.) Vücutta veya yüzde
olan ben: 533
Müntecim: Yıldızın doğması: 533
İltika: Rast gelme. Buluşma. Kavuşma. Kavuşturulma: 533
İstimla: Bir şey yazılmasını istemek. Birisine bir şey yazdırmak: 533
Tekabül: Karşılıklı olma. Bir şeyin karşılığı olma. Yüzleşme. Karşılama. Tezat: 533
Mülabeset: Karışma. Münasebet. Ülfet etmek. İki şeyin birbirine benzemesi. Takribi
cihet: 533
Müste’cel: Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar tehir edilmiş
olan: 534=1533
Secel: Büyüklük, azamet. Genişlik, vüs’at: 533

Balgam: Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri. Solunum
yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan, sümük, irin ve kan karışımı
madde: 1072-1073
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072=73
Kemyab: Nâdir. Az bulunur: 73
Lecem: Cemaat, topluluk: 73
Lücum: At dizginleri, gemler: 73
Mübellağ: Tebliğ edilen. Duyurulan. Eriştirilen: 1072=73

Kaş’: Balgam: 470
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302=2470
Ka’ş: Ağacın başını çekip eğmek. Cem etmek, toplamak: 470
Işk: Aşk: 470
Serîr: Taht. Üzerinde oturulan yüksekçe yer. Tahta karyola: 470
Nüket: Nükteler. Herkesin anlayamayacağı ince mânâlar: 470
Kümeyt: Doru at: 470
Tenhib: Suya gayet yakın gelmek: 470
Netk: Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek: 470

Nuhame: Balgam: 696
Fikir kahramanı(ı): 696
Havas: Kısık ve çukur gözlü olmak. (Havâss: Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
Makbul ve muteber zâtlar. Zenginler sınıfı): 696

Kumrî: Kumru. Dişisine “kumriyye”, erkeğine “sakhar” derler: 350
Muammer: Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı: 350
Kamerî: Ay ile alâkalı: 350
Şekil: Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarz. Formül. Şebih ve misil. Heyet. Suret. BİR
ADAMIN TAB’INA MUVAFIK ŞEY. Muhtelif işlerin herbiri. Bir şeyin gerek hissedilen,
gerek mevhum sureti. Bir veya daha fazla hudut vasıtasıyla mahdut ve mahsur olan şey.
Yazıya nokta, hareke ve i’rab koymak: 350
Rakîm: Yazı yazacak levha. Ashab-ı Kehf’in bir ismi: 350
İnhisar: Bir işin idaresinin bir kişiye bırakılması. Hasr olunma. Bir şeye mahsus olup,
başka şeye şümûlü olmama: 350
Karn: Zaman, devre. Asır. Boynuz: 350
Fer’: Şube, kol. İkinci derecede olan. Bir aslın neticesi. Bir cemaatin şerefli ve daha
meşhuru. Kazancı belli mukayyed mal. Yükseğe çıkmak ve iki çekişenin arasına girip ıslah
etmek. Asıl meseleden kollara ayrılmış olan mesele: 350
Asker: 350

Marş: 541
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2539=541
Tealüm: Bir şeyi herkesin bilmesi: 541
Teamül: Olağan iş. Birbiriyle alıp vermek. Yapılan muamele ve münasebet. Usul.
Reaksiyon, tepki: 541

Nakarat: Tekrarlanan şeyler: 751
Müessir(e): Tesir eden. İz bırakan. Tesirli. Dokunaklı. Hükmünü yürüten. Eserin
sahibi: 751

1999
Levha: 15 Şubat 2008… Yağmurcu’nun annesi, Ben onun Mehdî olduğunu 999’da
anladım!” diyor. “Anladım” ifâdesinden “inandım” demek istediği intibaını ediniyorum.
(Buradaki 999, 9999 da olabilir, 99 demediğinden de eminim.) Bu sözünden kasdının 1999
hâdiseleri olduğunu düşüyorum. Yâni, hâdiselere şâhid olduktan sonra onun Mehdî olduğuna
inandığı… (Kandıra F-Tipi Cezaevi –İlhan Doğan.)

Sabir(e) (Sabriye) Erdiş: 293+506=799
İzzet Mirzabeyoğlu (Erdiş): 477+322=799
Nümuzec: Örnek, numune, misâl: 799
Müteneşşıt: Sevinç, neşat elde eden: 799

Altun: Sabir(e) –Sabriye: 96
Amine: Allah Resûlü’nün annesinin ismi: 96
Mazmaz: Allah Resûlü’nün Tevrat ve Suhuf-u İbrahim’deki ismi: 96
Selv: Kanaat vermek: 96
Emene: Emn, emniyet, eminlik: 96
Gavs: Suya dalmak. Dalgıçlık. Bir mesleyi derinliğine bilme. Maslahata gayret ile
girme: 1096
Üfhud: Yetişmiş çocuk: 96
Fedaî: Davası uğruna canını fedâ eden: 96
Vefî: Vefalı. Tam, mükemmel. Bol olan: 96
Tavvaf: Kâbeyi ziyaret ve tavaf eden: 96
Bediî: Bedi’ ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlâhî ve güzel eserlere müteallik olan.
(Süryanice’de İBDA demek.): 96
Nevm: Uyku. Rüyâ. Sönmek. (Hamid: Alevi sönen ateş. Ölü, ölmüş. Sönmüş. Ölü gibi
hâlsiz olan.): 96
Vufud: Gelme, geliş: 96
Farîza: Borç, vazife. Allah’ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife. Mirasçılara
düşen hisse, pay: 1095=96
Faraziye: Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için
isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma: 1095=96
Mihan: Ulular, büyükler: 96
Meczum: Kat’i niyet edilmiş. Kat’i karar verilmiş: 96
Eshel: Çok kolay, daha kolay. (Âsân: Kolay.): 96
Sadâ: Ses. Seda. Avaz. Savt. Susuzluk. (Gayn.) Yankı: 96
Taife: Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar. Kavim, kabile. Takım: 96

Mehdî. (Küçük ebcedle): 59
Ecnad: Cündler, askerler, taburlar: 59

Mehdî. (En küçük ebcedle): 23
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332=1023

Mehdî. (Büyük ebcedle): 142
Men ene?: Ben kimim: 142
Abdullah: Allahın kulu. (Allah Resûlü’nün babasının ismi. İnsandan murad Allah
Resûlü’nün bir ismi.): 142
İsa’: Zenginleştirme veya zenginleştirilme. Genişletme: 142
Musîb: İsabetli, yanılmayan, doğru. Allah Resûlü’nün isimlerinden biri: 142
İmameyn: İki imam: 142
Kablî: İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile: 142
Müteessir: Tesir altında kalmış. Acımış veya sevinmiş. Hissiyatına dokunmuş:
1141=142
Nevnihal: Taze fidan, yeni filiz: 142
A’lam: Alemler. Alâmetler. İzler. Nişânlar. Bayraklar. Büyük âlimler. Büyük dağlar:
142
Elma’: Çok zeki, idrak derecesi üstün olan: 142
Mikraz: Makas: 1141=142
Canfezâ: Gönüle ferahlık veren, can arttıran. Ayın 23.gününe verilen ad: 142
İflâl: Gidermek. Yağmur gelmeyen yere yetişmek: 142
İ’mal: Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek. Kullanmak. Zabt, idare ve hâkimlik etmek.
Sözü mühmel bırakmayıp bir mânâ ile mukayyed ve yüklü eylemek: 142
İlma’: İşaret etme. Parlatma: 142
Nusb: Meşakkat, zahmet, elem. Zehir, ağu. Belâ, musibet. Put, sanem, heykel: 142

HAFİ
Levha: … Aralık 1999… Bursa’nın Yenişehir ilçesi; eski ismi Karakese, şimdiki
adıyla Cihadiye diye bilinen köy yolu üzerinde Kumandan’la yürüyoruz. Sol tarafımızda tarla
üzerinde açık havada yanan bir soba görüyorum. Hava biraz soğuk, Kumandan’la bir binaya
giriyoruz. Bir oda kapısını açıp içeri bakıyoruz. Ranzalarda oturmuş tesettürlü kız çocukları
var. Burası kız Kur’ân kursu imiş. Kumandan’ın ayakları çıplak-yalınayak. Hemen bina
içinde ayakkabı aramaya başlıyorum, ancak bulamıyorum; bu yüzden bir çift takunya (nalin)
getirip ayak ucuna bırakıyorum. Kumandan tebessüm ederek, başımı okşayarak “sevdim
seni!” diyor. Kafamı kaldırıp baktığımda saç ve sakalının sıfır numara kesik olması dikkatimi
çekiyor. Uyandım.(Recep Taşçı.)

Hafi: Yalın ayak yürüyen veya koşan. Çok ikram eden insan. İnsanı güler yüzle
karşılayan: 99
Dimne: Tilki: 99

Hafa’: Yalın ayak yürümek. (Hafa: Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.): 90
Ed’iye: Dualar: 90

YARA BANTI- SARIK


Levha: (…) Ekim 1995… Eve doğru giden yoldayım. Çocuklar okuldan dağılıyor.
Birden, “yakında benim kim olduğumu anlayacaklar!” diyen Kumandan’ın sesini duyuyorum.
Bir rüzgâr çıkıyor, herkes eve doğru kaçışıyor. Sonra; aynı zamanda komşumuz olan bir
arkadaşın evindeyim. Odaya giriyorum, arkadaşlar var; ortada bir masa ve üstünde “Tilki
Günlüğü” gözüme takılıyor. Kapaktaki Kumandan’ın resmi sanki canlanıyor, yüzünde YARA
BANDI dikkatimi çekiyor. Oradakilere, “Kumandan niye yüzüne bant yapıştırmış?” diye
soruyorum. Sesi duyuyorum ama, sesin sahibini görmüyorum; Kumandan’ın “Mehdî”
olduğunu ve bantı da tanınmamak için yapıştırdığını söylüyor. Daha sonra duvardaki tabloya
gözüm ilişiyor; esmer, saçları kısa kesilmiş bir çocuk. Onun kim olduğunu soruyorum; İsâ
Aleyhisselâm olduğunu söylüyor. Heyecanlanıp evden dışarı çıkıyorum; kapının önünde
bembeyaz bir AT duruyor. Atın niye burada olduğunu sorunca, onun Kumandan’ın emrine
girdiğini söylüyor. İpini koparıp oraya gelmiş bir at daha ve bir tane de beyaz koç. Ben,
“Kumandan’a hayvanlar bile itaat ediyor, emrine giriyor!” diye iyice heyecanlanıp ve slogan
atarak oradaki arsaya koşuyorum. Yanımda, tanımadığım başka insanlar da var. (Gaziantep
Cezaevi – Arap Kazmamürü.)

İsabe: Yaraları sarmakta kullanılan bağ, yara bantı. Cemaat, topluluk. Sarık: 99
Nücum: Tulu’ etmek, doğmak. Görünmek, zuhur etmek: 99
Nücum: Yıldızlar: 99
İdiyye: Bayramlık. Bayram kutlaması. Divan edebiyatı şairlerinin bayram vesilesiyle
büyüklere yazdıkları medhiyye: 99
Suddad: Suya varacak yol. (Şeriat) Sâm-ı ebras denilen kertenkele: 99
Cülus: Oturuş. Oturma. Padişahın tahta oturması: 99
Minhac: Meslek. Yol. Açık ve belli yol. Büyük ve işlek cadde: 99
Üslûb: Tarz, yol. Biçim. İfâde tarzı: 99
Sahil: Deniz, göl veya akarsu kanalı. Küst. (Sahil: At kişnemesi.) Kıyı, yalı: 99
Ezman: Zamanlar. Vakitler. Müddetler. (Ez-men: Benden.): 99
Fayih: Kendiliğinden dağılan güzel koku: 99
Neytal: Kova. Musibet, meşakkat: 99

Eşheb: Kır at. Kır, çil renkte olan aslan. Güç iş. Soğuk gün. Bir nesnenin kenarı:
308
Arvasî: 308
Şehd: Bal: 309=1308
Eşbeh: Pek benzeyen: 308
Haremeyn: İki mukaddes harem. Mekke ve Medine: 308
İzaha: Bir şeyin çevresini dolaşmak: 1307=308
Kahr: Yaşlı, ihtiyar kişi. Yaşlı at: 308
Rezzak: Bütün mahlûkatın rızkını veren (Allah): 308

Fürfur: Semiz, besili koç: 566
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566

Slogan. (İngilizce.): Kısa ve tesirli propaganda sözü: 1147
Kamu: Hep, bütün, tamamen: 147
Kaime: Uzun bir kâğıda yazılan ferman. Kitab yaprağı. Kâğıt para: 147

NAKİD
Levha: 1 Haziran 1998… Bursa’daki Ulucâmi civarında mahşerî bir kalabalık
sloganlar atarak yürüyor. Gökyüzüne kalkan İBDA işaretleri ve tekbirler. Gökyüzünde müthiş
gürültüye sebeb oluyor. Hazret-i İsâ hakkında bir kadınla konuşuyoruz. Ben etrafa para
savuruyorum. Bu sırada gökten inen bir savaş uçağı –UFO gibi-, sağa sola ateş yağdırıyor.
Sonra kurtuluyoruz. (Celâleddin Sâmi Erengül.)

Mahşer: Çok kalabalık. Toplanma yeri. Haşir meydanı: 548
Cafer-i Sadık: (Büyük bir velinin ismi): 548
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1549=2548
Mirşah: Süzgeç: 548
Müşerrih: Açıklayan, şerheden. Teşrih yapan doktor: 548
Temhis: İmtihan ve tecrübe etme. Halâs etme: 548
Tahassun: Bir kaleye kapanmak. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak: 548
Amirziş: Allah’ın affetmesi, bağışlaması: 548

Par: Para. Geçen yıl. (“Parakuta” –Paranın Romanı” isimli eserim
hatırlanmalı.): 203
Tehabbür: Esasını bilme, iyice bilme: 1202=203
Bâr: Saçan, yağdıran, döken, ışık veren. Yük. Zahmet. Eziyet. Sıkıntı. Def’a. Kerre.
Yemiş, meyve. Masraf ve ızdırab sebebi olan şey. Kale duvarı. İzin: 203
Garb: Güneşin battığı taraf. Batı. Sığır derisinden yapılan kova. Atıldıktan sonra
bulunamayan ok. Yürügen at. Nasır acısı (gözde olur). Gözyaşı. Gözyaşının geldiği damar.
Kenar: 1202=203
Eber: Akreb sokması. Hurmanın budaklanması ve ıslah edilmesi: 203
Eberr: Çok faziletli, şerefli: 203
Garra: Parlak. Beyaz. Güzel. Şaşaalı. Medine’nin bir ismi: 1202=203
Teşebbüs: Bir işe girişmek. Bir işi ilk olarak teklif etmek. El ile yapışıp bırakmamak:
1202=203

Nakd: Madenî para. Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. Para olarak bulunan
servet. Bir şeye hırsızlamasına bakmak. Seçmek. Sayılmak: 154
Mehdi Muhammed: 154

12.06.2008- 75.SAYI

BERZAH
Levha: (…) Ocak 2005… Elimde beyaz bir dosya kâğıdı var. Sahibini görmediğim bir
ses, kâğıdı kastederek, “bu kilo aldırır!” diyor. Mektubat-ı Rabbanî’yi kastederek de, “bu
mânevî kilo aldırır!” diyor. (Berzah isimli eserim için yapılan bu istihare, İstihareci tarafından
ikisi istihare, üç defa görüldü.)

Qalev-Kal(e)v. (Kürtçe): Toplamak, kilo almak: 138
Mishel: Dil, lisan. Eğe, törpü. Ziynet verecek nesne. Dizgin: 138
Samece: Kandil: 138
Sembol: 138
Hanef: İstikamet, doğruluk. Ayak eğriliği. Eğrilik: 138
Lâzık: Yapışkan, yapışıcı. Yapışmış olan. (Zazaca’da, “çocuk”: Lazek): 138
Kabile: Kabul edici. Kadın ebe. Ses alıcı. (Telefon): 138
Kubale: Mukabele. Kapı önü: 138
Kabele: Kadı’nın verdiği hüccet: 138
Kalû: Dediler. Onlar söylediler: 138
Mahs: Hâlis olmak: 138
Sı’va’: Saat: 138
Asûb: Bey, başbuğ, hakan. Arı beyi: 138
Mecadif: Kayık veya sandalın kürekleri: 138
Mübasele: Savaşta kahramanlık göstermek: 138
Müsellah: Silâhlı, silâhlanmış: 138
Fehîm: Kömür. (Fehim: Anlayış. Zihnen kavrayış.): 138
Kalah: Diş sarılığı. Sarık uzunluğu: 138
Hılk: Hükümdar mührü: 138
Yenbu’: Pınar, kaynak. Kedi yavrusu: 138
Meslah: Tulu edecek yer. Bir şey gözetecek yer: 138

Vakz: Ağırlık, siklet: 1006=7
Şaheser: Üstün ve büyük eser. Eserin şâhı. Yüksek değerde olan: 7
Av.(Kürtçe): Su: 7
Sâbi’: Yedi. Yedinci. (Sabi: Henüz süt emen çocuk.)
Bed’: İslâm içinde kazılan kuyu. Evvel, ibtida, başlangıç. Hisse, nasib. Başlama, ilk: 7

Avteng: (Kürtçe.): Boğaz. Berzah: 478
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221=478
Cousteau. (Kusto.): 478
İbtida’: İBDA. Benzeri olmayan bir şey yaratmak. (İbtida: Evvel. Baş taraf.
Başlangıç.): 478
Milahat: Gemicilik. Gemicilik bilgisi: 478
Tahammül: Yüklenmek. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak: 478
Tesdid: Doğrultma, doğrultulma. Hayırlı işe yöneltme: 478
Zernigâr: Altun ile işlenmiş. Yaldızlı: 478
Cüstü cu: Arayıp sorma, araştırma: 478
Tesciye: Üstün ahlâk kazandırma: 478

Sahife: Sayfa. Bir mânâ ifâde eden şeyin hâli: 193
Müntebiz: Safın arkasında yalnız duran kişi: 1192=193
Vasvas: Kadınların örtündükleri ve ancak gözleri görünecek derecede dar olan yüz
örtüsü: 193
Menakıb: Menkıbeler. Hayat hikâyeleri: 193
Kasd: İstikamet. Yolu doğru olmak. Bir işi bile bile yapmak. Niyet. Tasavvur:
194=1193
Münekkid: Tenkid eden. İyiyi kötüyü ayıran: 194=1193
Fakha: Her nebatın yeni açmış çiçeği. Bir yıldızın adı. (Fakih: Zeki, anlayışlı kimse…
Fakih: Yaş meyve, yaş hurma ağacı. Şenlendiren, sevindiren.): 193
Volkan: Yanardağ: 193

HAPİSHANE
Levha: 31 Temmuz 1999… Kumandan, Ünsal Zor ağabey ve ben, teyzemlerin
evindeyiz. Bir divanın üzerinde oturuyoruz. Sonra; Kumandan bir örtüyle üzerinde benim
üzerimi örtüyor. Ben uykuya dalıyorum. Üstümdeki örtüyü kaldırdığı zaman da uyanıyorum.
“Gördüğün rüyâyı anlat!” diyor, ben de anlatıyorum: Metris Cezaevi önünde mahşeri bir
kalabalık var, Kumandan’ı karşılayacakmışız. Hüseyin Yeşilyurt’u görüyorum, subay kıyafeti
giymiş. Sonra birden kalabalığın arasında Kumandan’ı görüyorum. Esas duruşa geçiyoruz ve
asker selâmı veriyoruz. Kumandan bize doğru geliyor. Onu tanımakta güçlük çekiyorum,
çünkü aşiret reisleri gibi giyinmiş. Biraz da kilo almış; “sakın bu o değilde ağabeyi olmasın!”
diyorum. Biraz daha yaklaşıyor. Aramızda (1) metre mesafe var, gözgöze geliyoruz. Ben
kendimi tutamıyorum ve ağlamaya başlıyorum. Gözlerimden sicim gibi yaş akıyor. (Metris
Cezaevi – Sabahattin Arslan.)

Hapishane: 726
Hulâsa: Bir şeyin, bir bahsin özü: 726
Fehame: Ululuk, büyüklük: 726
Mahuf: Korkulu. Tehlikeli: 726
Meftur: Füturlu, kederli, üzgün: 726
Kevser: Kıyamete kadar gelecek Âl, Ashab, Etbâ’ ve onların iyilikleri, hayırları.
Bereket. Kesretten mübâlağa. Gayet çok şey. Hikmet, ilim, Kur’ân, İslâm, tevhid, İlm-i
Ledün. Marifetullah. Cennet ırmaklarının kaynakları. Cennet’te bir havuz veya nehir: 726
Şevket: Kuvvet ve kudretten doğma haşmet. Padişaha mahsus heybet ve saltanat.
Diken. Diken batmak: 726
Hiyerarşi: 726

Giritg(e). (Kürtçe): Hapishane: 661
Teressüb: Dibe çökmek. Tortulaşmak. Süzülmek: 662=1661
Bister: Yatak, döşek: 662=1661
Cebhane: 661

Ers: Gözyaşı: 261
Eres: Çiftçilik: 261
Re’s: Baş, kafa. Tepe. Uç. Başlangıç. Reis: 261
Resa: Yetişen, erişen. Yetiştirilen: 261
Gars: Ağaç fidanı dikmek. Dikilmiş fidan: 1260=261
Aska’: Atların ve kuşların başının ortasında beyazlık olanı. Kanarya kuşu: 261
Makani’: Başörtüler: 261
Sımsam: Keskin kılıç: 261
Evrend: Taht, serir. Nam, şeref, şân. Hile, hud’a: 261
Deveran: Dönüş. Dolaşmak. Tedavül. Yerinde durmamak. Devretmek: 261
Ramik: Miskle karıştırılan siyah bir madde: 261
Kulakıl: İhlâs ve muavvezeteyn sureleri: 261

(X)evn-hevn: (Kürtçe): Rüyâ: 62
Mehdî: 62
Beyn: Arası; arasında, aralık. İki şeyin arası. İkisinin ortası. Ayrılık: 62
Hamîd: Sena edilmeğe, medhedilmeğe lâyık olan: 62
Medih: Medhetmeye mevzu olan şey: 62
İncaz: Yerine getirme. Verilen sözü tutma: 62
İhtilâl: 1062
Esa: Mahrem, ilâç, tiryak: 62
Sibb: Başörtüsü. Tülbend: 62
Bâtın: İçyüz. Gizli. İç, dahili. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibariyle gizli. (Esma-i
Hüsna’dandır: Zuhurunun şiddetinden gaib.): 62
Maviye: Billur taşı: 62

İRİ CÜSSELİ
Levha: 29 Mart 2005… Uyku ile uyanıklık arasında birini görüyorum. Bana bakarak
tatlı tatlı gülümsüyor. Uzun boylu, iri yapılı, kilolu ve sakallı birisi. Üzerinde lacivert veya
siyah cübbesi dikkat çekiyor. Kumandanımız’ın Metris’teki gri cübbesine benziyor veya
“Kumandanımız’ın Metris’teki cübbesi” diye düşünüyorum. Sanki tanıdığım biriymiş gibime
geliyor. İçime bu kişinin İmâm-ı Rabbanî Hazretleri olduğu hissi geliyor. Kendime gelince,
“tanıdığım birini gördüm de o yüzden böyle zannetim!” diye düşünüyorum. Ama böyle birini
hatırlamıyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Ömer Kama.)

Ahmed Farukî: (İmama-ı Rabbanî): 450
Abdülhakîm. (Büyük ebcedle.): 450
Salih Mirzabeyoğlu: 129+322=451=1450

Kufahir: Büyük ve iri cüsseli kimse: 981
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980=981
Şerafet: Şeriflik, şereflilik. Hazret-i Hüseyin soyundan olan: 981
Ezfer: Güzel kokulu şey: 981
Feraşet: Süpürücülük ve döşeyicilik. Kâbe’yi süpürenin hizmeti: 981

Şahîs: İri cüsseli kimse: 1000=1
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+332=1000=1

Laht: İri cüsseli kimse: 1030
Yek: Bir. Bir oluş, birlik: 30
Müşahhas: Nev’i, cinsi anlaşılmış. Şahıs hâline girmiş, şahsiyeti belli olmuş.
Şahıslanmış, teşhis edilmiş: 1030
Kedu: Kafatası: 30
Eydiye: Eller. Nimet: 30
Key: Eski Acem hükümdarlarının nâmıdır: 30
Hübuk: Samanyolları. Çizgiler: 30
Key: Ne vakit, ne zaman?: 30
Keyy: Adama veya davara yapılan nişan. Yarayı dağlama: 30

Dahm: İri, kocaman cüsseli: 1440=441
Kısakürek: 441
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441

Adham: İri cüsseli adam: 1441=442
Lahut: İlâhî âlem. Uluhiyet âlemi. Ruhanî, mânevî âlem: 442

Beyzah: İri yapılı, etine dolgun, şişmanca adam: 1312=313
Zarok. (Kürtçe): Çocuk: 313
Maabir: Köprüler, geçitler, kemerler. (Berzah.): 313
Pürsan: Soran, sorucu: 313
Bürsan: Büyük yılan, ejderha: 313
Padişah: Hükümdar: 313
Neyrenc: Tılsım: 313

Razraz: İri vücutlu kimse. Dökülmüş ve ufalanmış taş: 2001=3
Salih Mirzabeyoğlu: 691+1312=2003
Tatar: 1002=3
Tesakkub: Delme, delinme. Zâhir olmak, görünmek. Parlamak, Ruşen olmak: 1002=3
Darab: Koyu beyaz bal: 1002=3
Pâ (pây): Ayak. Takat. Mukavemet. İz: 3

Tehemten: İri vücutlu, boylu boslu yiğit: 895
Defate: Bir cins papuç: 895
Fütuhat: Fetihler, zaferler: 895

GÖZ
Levha: 26 Ocak 1989… Ahmet Güvenli, araba alma veya kullanma ile ilgili bir
bahiste “beyaz göz, mavi göz, aynı göz!” diye, atasözü benzeri bir tekerleme söylüyor!

Çav. (Kürtçe.): Göz: 10
Ebced: 10
Cübbe: 10
Dü: İki: 10
Peçe: İnsan yavrusu (çocuk) veya hayvan yavrusu (Hayvan: Canlı, diri.): 10
Peçe: Tüle benzer örtü: 10
Dibac: Atlas dedikleri kıymetli ipek bez. (Dibace: Mukaddeme, başlangıç, önsöz.): 10
Bicad: Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Çizgili olarak yol yol dokunmuş halı, kilim: 10
Ahzar: Yeşil, yemyeşil, en yeşil: 1009=10
Cez: Cezire, ada: 10
Baz: “Yeniden oynatan, geri ve arka tarafa doğru” gibi mânâlara gelir. Kelimelerin
sonuna veya başına getirilerek kullanılan bir ektir: 10
Bâz: Doğan. Yırtıcı kuş. Av kuşu. Açık. Ayırma. Temyiz. İniş: 10
Besbese: Haberi yaymak. İşi halka bildirmek: 1009=10
Zirve: Seyyarelerin mahreklerinin merkezden en uzak noktaları: 10
Hadd: Denizden gelen gürültülü dalga sesi. Gürültülü bir sesle çağıran. Gürültüyle
yıkılan: 10
Heca: Dilin ve ağzın bir hareketiyle çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Şekil.
Kıyafet. Yemek. Sükût etmek: 10

Çav. (Kürtçe): Göz: 10=1009
İbda’: Yaratmak. Numunesiz bir şey yapmak. İzhâr etmek. Bir yerden diğer bir yere
çıkmak: 9

Dah – Deh: On, aşer. (Deha: Çok akıllılık… Deha: Yaymak, döşemek.): 10
Ebu: Peder, baba, ata, eb: 9
Cevv: Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ: 9
Bizz: Açmak, feth: 9
Evb: İstikamet. Kasd. Dönülmesi lâzım olan yere dönmek: 9
Bev: Lâyık olmak. İkrar etmek. Geri çekmek: 9
Cu: Akarsu, ırmak, çay, nehir: 9
Cu: Custen –aramak- fiilinin emir kökü: 9
İcad: Kapı ve pencerelerin üstünde bulunan kemer: 9
Eşaviz: Halk. Millet. Nâs: 1008=9
Hâb: Hata, günah, suç: 9
Dâd: Adâlet. Hak, doğruluk. İnsaf. Vergi, ihsan, atiyye. Ömür, sızlanma: 9
Abu: Nilüfer çiçeği: 9
Baha: Güzellik. Zariflik. Zint. İzzet. Bir şeye alışıp ünsiyet etmek: 9
Bevva: Hindistan cevizi: 9
Berhûr: Pay, hisse, nasib: 1008=9
Cev: Arpa. (Şair: Arpa. Kurban devesi.): 9
Dih: “Veren, verici” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 9
Darh: Reddetmek. Defetmek, kovmak. Yer kazmak: 1008=9
Çü: Dikkat. Ahenk. Gibi: 9
Gabe: Sık ormanlar, balta girmemiş koru ormanı: 1008=9
Hurz: Nisbet etmek, oranlamak, tahminle bir şeyin miktarını söylemek: 1008=9

Mesel: Ata sözü. Bir umumî kaideye delâlet eden meşhur söz. İbretli ve küçük
hikâye. Dokunaklı ve mânâlı söz. Benzer. Misil. Delil. Hüccet: 570
Sistem: Bir araya getirilmiş tutarlı teoriler bütünü: 570
Şi’r: Şiir. Anlama. İdrak: 570
Tekammül: Bitlenme. (Fely: Bit ayıklama. Şiirin ince mânâlarını çıkarma.): 570
Mütelemmis: El ile dokunan. (Meshetmek.): 570
Mütesellim: Teslim edilen şeyi alıp kabul eden: 570
Sıfat: Bir kimse veya şeyin hâl ve vasfı. Suret, çehre, nişân, alâmet. Bir şeyin
keyfiyetini izâh için kullanılan kelime: 570
Itk: Azad edilmek. Hürlük. Kuvvet. Şan, şeref, kıdem: 570

Darb-ı mesel: Atasözü. Bir hâdiseye binaen söylenmiş hikmetli söz: 1572
İş’ar: Yazı ile haber vermek: 572
Eş’ar: Şiirler, manzum ve güzel yazılar. Kıllar. Tüyler: 572
Ba’s: Gönderme, gönderilme. İhyâ. Uykudan uyandırma: 572
Mülakat: Kavuşma. Buluşma. Birleşme. Resmî görüşme. Yüzyüze olma: 572
Ta’sib: İhata edip kaplamak, içine almak. Bir kimsenin başına taç koymak: 572
İ’tinan: Bir kimsenin içyüzü meydana çıkma. İnsanın önünde durma: 572
Teakkub: Her nesnenin âkıbetine nazar etmek. Sonuna bakmak: 572

Darb-ı mesel: 1572=573
Serpuşe: Başörtüsü: 573
Tecfif: Cübbe giydirme: 573
Şahsüvar: Ata iyi binen: 573
Şerca’: Uzun, tavil. Taht. Cenaze: 573

NİSYAN
Levha: 1 Ocak 2004… Resûlüllah Efendimiz’i, sadece gözlerini görüyorum. Bir sürü
şey anlatıyor ve Kumandanımız’ı kasden, “eğer bunları o işitseydi, çok sevinirdi; ama sen
bunları unutacaksın!” diyor. Ben, müthiş telâşlanıyorum ve hemen yanımdakilere “rüyâda”,
unutmadan anlatmak için çırpınıyorum! (Büyük Muzdaribler 3. cildinin içinde Rahman
Sûresi’nin 19.âyetinin ebced tevafuklarının verilmesi sadedinde yapılan bu istiharede,
İstihareci, Allah Resûlü’nün buyurduğu gibi söylediklerini unutmuş.)

Medma’: Göz. Ayn. Gözyaşı: 154
Mehdî Muhammed: 154
Pékan. (Kürtçe.): Mümkün, olabilir: 154

Nisyan: Unutmak, hatırdan çıkarmak. (İnsan, “nisyan”dan gelir.): 171
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+506=1171
Inan: Atın dizgini: 171
Siyak: Ruhun çıkması. Sözün gelişi, ifâde tarzı. Üslub, tarz, yol. Sürmek, sevk: 171
Füvfe: Pamuk: 171
Hefafe: Parlamak: 171

Birkirin. (Kürtçe.): Unutmak: 582


Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1302=1582
İttifak: Beraber hareket için sözleşme. İttihad ve muvafakat etme. Sözbirliği etme.
Anlaşmak: 582
İşraf: Yüksek bir yere çıkma. Yüksek bir yerden bakıp anlama: 582
İsmam: Sona erdirme, bitirme, tamamlama: 582

Ayn: Göz. Pınar, kaynak, çeşme. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati.
Kavmin şereflisi. Diz. Altun. Nazar değme. Casus. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek:
130
Selil: Yeni doğmuş erkek çocuk. Netice, semere. Büyük, geniş dere: 130
Felek: Gök, gök katı, devir. Tâli’, baht. Büyük ve dairevi şey. Her gök seyyaresinin
gezdiği âlem. Dünya âlem. Yuvarlak kütük, kızak. (Cezl: Kalın odun. Tomruk. Sağlam.
Metin. Güzel ve muhkem fikir. Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime. Kâmil,
dirayet sahibi, kâmil ve olgun adam.): 130
Kale: Dedi. O söyledi: 131=1130
İn: İri ve güzel gözlüler: 130
Kul: “De, söyle, bildir” meâlinde emirdir: 130
Kefl: Kefil olmak: 130
Nigin: Yüzük. Mühür. Hatem: 130
Casus: Hafiye: 130
Cev’an: Acıkmış, aç, midesi boş: 130
Lems: Dokunma duygusu. (İnsanda ilk teşekkül eden his.): 130
Mesel: Suyun aktığı yer: 130
Hilkat: Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış: 1130
Tahlis: Kurtarmak. Halâs etmek. Bir şeyin hulâsasını almak: 1130
Teksir: Çoğaltmak, arttırmak: 1130
Ayan: Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği: 131=1130
YE harfi, da’vâ cetvelinde Allah’ın YASİN ismine denk geliyor ve sayı değeri: 130

AĞIR YÜK
Levha: 29 Mayıs 2007… Yakub Aleyhisselâmı görüyorum. Kumandanımız için,
“onun yükü çok oldu, biraz hafifletelim!” diyor. (İstihare – İstihareci.)

Yakub: (Fusûs’ül-Hikem’de, Yakub Aleyhiselâma “Ruhî” hikmet hakkında
M.Nuri Gençosman: Bu hikmeti Fusûs şârihleri iki suretle kabul ederler. Bir kısmı
bunun “ruhî” olduğunu, diğer kısmı “ravhî”, yâni “rahat ve huzur” mânâsına gelen
“ravh” kelimesine nisbet edildiğini söylerler. Birinci zümre, ruhun din ile ilgisine ve
Şeyh-i Ekber’in bu fasılda din ile söze başladığına göre “ruhî” olduğunu, ikinci zümre
ise Sure-i Yusuf’ta “Allah’ın ravh ve huzur bahşedeceğinden ümid kesip meyus
olmayınız” meâlindeki âyete dayanarak Şeyh’in bu âyete göre “ravhî” hikmeti Yakub’a
nisbet ettiğini kabul ederler. İki tevil de bu mevzuya uygundur.): 188
Mehdî Salih: 59+129=188
Besasa: Göz, ayn: 188

Bâr-ı girân: Ağır yük. (Üstadım’ın “Noktalama”sı: “Bu yük senden Allah’ım,
çekeceğim; nâçarım – Senden sana sığınır, senden sana kaçarım!”… Yevmiye: Memnun
olmalısın… Ben 30 yaşlarındayken geçirdiğim buhranda, beni kurtarıcı âyet şu oldu…
Dikkat et: “Allah hiçbir nefse taşıyacağından fazlasını yüklemez!”… Demek ki, o yükü
taşıyabileceğin için veriyor… Sevinmelisin!): 474
Hükümet: Vekiller heyeti. Devlet: 474
Hayunet: Vakit yaklaşma: 474
Tahavvüs: Kahramanlık. Sefer niyetine bir yerde bulunmak: 474

Mukad: Ağır yüklü: 150
Alîm: Bilen. (Esma-i Hüsna’dandır.): 150
Mehdî Muhammed: 151=1150
Mümkin: Mümkün. Olabilir veya olmayabilir: 150

Bâr-ı sakil: Ağır yük: 843
Dabgam: Arslan, esed: 843
Muhabir: Haberci: 843

Gıran. (Kürtçe): Yük. (Ruhî): 1261
Kulakıl: İhlâs ve muavvezeteyn sûreleri: 261
Tenkiz: İnkaz etmek, kurtarmak, kurtarılmak: 1260=261
Herkül: (Üstadım’ın “Noktalama”sı: Allah, Resûl aşkıyla yandım bittim kül oldum, -
Öyle zaif düştüm ki, sonunda Herkül oldum!): 261

Gıran: 1261=262
Mükebbir: Tekbir getiren: 262

Tahfif: Hafifletme, yükünü azaltma. Maddî ve mânevî bir ızdırabı azaltma.
Kelimelerin bazı haflerini terk etmekle telaffuzunu kolaylaştırmak: 1170
Kuddüs: Noksandan münezzeh. (Esma-i Hüsna’dandır.): 170
Mükellef: Bir şeyi yapmaya mecbur olan. Vazifeli. Mükemmel hazırlanmış, külfetle
süslenmiş olan: 170
Kavanoz: (Üstadım’ın “Noktalama”sı: Bir cümbüştür kopsa da GECE yakamozlarda, -
Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda!): 170

Tahfif: 1170=171
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+506=1171
Neayim: Menazil-i kamerden dört nurlu yıldızın adı: 171

RÜYÂ
Levha: 3 Nisan 1999… Ben ve Kumandan’ın kızı Neslihan, yemek almak için sıraya
girmişiz. Yemeği Kumandan dağıtıyor. Kucağımda diğer kızı Elif; onu yatağına götürüyorum.
Kumandan uyurken yanından geçiyorum, sol gözünün açık oluşu dikkatimi çekiyor. Sonra
yoluma devam ediyorum ve yatıyorum; rüyâmda Kumandan’la ilgili iki güzel rüyâ
görüyorum. “Gidip Kumandan’a anlatayım” diyorum ve onun yanına gidiyorum. “Ne
anlatacağını biliyorum!” diyor. Huşu içinde bakıyorum. Kumandan da rüyâsında beni görmüş:
Ben, Hâlis ağabeyim ve Esma yengem varmış, benim bu davadan vazgeçtiğimi görmüş.
Kumandan’ın bu rüyâyı, ben gözlerine bakarken gördüğünü düşünüyorum. (Metris Cezaevi –
Akif Turan.)

Caymak: Vazgeçmek. Dönmek. (Caymak, “yapmaktan vazgeçmek ve niyetinden
dönmek” mânâlarıyla malûm… Tâbir ve tevil olarak bakarsak: Cay, “mekân, mevki”
demek. Caymak da, mekân ve mevki bakımından “aksettiren yer, geri döndüren yer”,
bakana nisbetle ayna gibi oluyor.): 154
Mehdî Muhammed: 154

Çeşm: Göz. Ayn. Dide: 343
Mütessebbit: Sebat gösteren, sebat eden: 1342=343
Murakıb: Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. Hıfzeden. Allah’a bağlanmış
olan: 343
Asgaran: Kalb ile dil: 1342=343
Makabir: Kabirler: 343
Ferzane: Bilgili kimse. Hakîm, filozof: 343

Malbat. (Kürtçe.): Aile: 474
Hükümet: Devlet. Vekiller heyeti: 474
Tehlil: “Lailahe İllâllâh” sözünü tekrar etmek: 475=1474
Bar-i giran: Ağır yüklü: 474
İntibak: Bir mekânın yükselmesi. Bir kavmin şerre yönelmesi: 474
İtba’: Tabi’ kılmak. Ardına kalmak. Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme
nev’inden mânâsız söz. (Yazmak, mazmak gibi.): 474
Vabeste: Olması bir şeye bağlı olan: 474
Tevehhüs: Bir işe dikkat ve itina ile koyulma: 474
Mülteca: Sığınılacak ve iltica edilecek yer: 474

İKİ CÜBBE
Levha: 3 Mart 1999… Sarıklı ve cübbeli bir kıyafetli Kumandan emin adımlarla
yürüyor. Üstüste iki cübbe giymiş, alttaki, içe giydiği cübbe etek kısmından görünüyor ve
rengi siyah. Üste de lacivert renk bir cübbe giymiş. Üste giydiği cübbenin yaka ve sırt kısmı
hem renkçe solmuş, hem de biraz kirli gibi. Üste giydiği cübbe Mahmud Efendi’yi veya
tarikatini ifâde ediyor; içe giydiği cübbe ise Kumandan’ın kendisine âit. (Kenan Durdu.)

Kaba’: Kaftan, cübbe. Üste giyilen elbise: 104
Müsebbeb: Sebebleri ve vesileleri mevcut olan: 104
Sebaya: Bülûğ çağına varmamış küçük kızlar. Kız çocukları: 104
Cenan: Gönül. Ruh. Kalb. Can: 104
Medîn: Kul, köle, abd. Borçlu. (Medine: Şehir.): 104
Nedîm: Sohbet arkadaşı. Güzel hikâye anlatan: 104
Sady: Taarruz eden kimse. Bedeni, endamı hoş olan kimse. Dimağ. Ölü insan cesedi:
104
Sayd: Av, avlanmak, ava gitmek: 104
Kadd: Boy, bos: 104
Sedil: Perde, örtü, zar. Askı: 104
Cinan: Cennetler: 104
Kubeb: Kubbeler, cennetler: 104
Istıbag: Boyanma: 1103=104
İlaç: 104
Maçin: Çin’e tâbi: 104
Suh: Duvar. (Muhyiddin-i Arabî: Bir vakitte Peygamber Efendimiz’e nebîlik, tuğladan
yapılmış bir duvar şeklinde temsil olundu. O duvarda ancak bir tuğla eksikti, Hazret-i
Peygamber de bu son tuğla oldu… Cedr: Duvar. Hâil, perde, zar. Bir ot adı… Cedîr: Lâyık,
münasib, uygun. Nihâyet, son. Etrafı duvarlı yer.): 104
Vusub: Daim ve sürekli olmak. Vâcib olmak: 104
Yahmum: Tütün. Kara duman. Kara nesne: 104
Âcil: Aceleci. Acele eden. Hemen. Derhal. Peşin. Çabuk. Dünya: 104
Fayiha: Meyve ve çiçek kokusu. Güzel kokulu nesne: 104
Fevha: Mevhum, kavram, mânâ: 104
Adl: Hakkaniyet. Doğruluk. Herşeyi yerli yerinde yapmak, beraber etmek.
Meyletmek: 104
Muvazin: Denk, uygun: 104

Ferace: Cübbe, örtünecek gibi olan ve giyilen elbise. Kadınların üzerlerine
örttükleri örtü. Bütün vücudu kaplayan geniş örtü: 289
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191=1289
Allah ekber: 289
Merdüme: Gözbebeği. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: İNSAN, Allah katında bakan
gözdeki bebek gibidir; bu yüzden ona İNSAN ve HALİFE dendi.): 289
Fart: İfrat, çok aşırı olmak. Acele etmek ve ansızdan gelmek. Yollara alâmet olarak
konulan nişan: 289
Çerakise: Çerkesler: 289
Füruc: Geçit, kapı. Çatlaklık, yarık. Boşluk: 289

TECELLİ
Levha: (…) Ocak 2000… Kumandan’ın sağ gözünün sağ etine doğru, göz içinde çok
ince beyaz bir çizgi görüyorum, gözlerim kamaşıyor. O çizgi, Allah’ın Kumandan’a tecellisi
imiş ve o çizgiyi görene Kuamandan tecelli ediyor. (Sevinçle uyanıp tekrar yatıyorum.) Aynı
rüyâyı tekrar görüp, bu sefer Esma Ustaosmanoğlu’na anlatıyorum. (Hatice Sekmen.)

Nühur: Göz. Basar. Ayn: 261
Kiram: Benzetmeli, kinayeli. Kerim’in çoğulu. Şerefliler. Eli açık cömert kimseler:
261
Yehmur: Çok sözlü, çok konuşan adam. Çok çalışkan ve işe cüretli kişi. Yeri götüren
balık: 261
Rekam: Birbiri üstüne kat kat yığılmış nesne: 261
Naverd: Savaş, harb, dövüş: 261

İşaret: Nişân, alâmet, belli bir iz. Bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya
parmakla) göstererek bildirme. Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle
verilen emir: 902
Büzr: Herkesin sözünü dinleyen. Dinleyici: 902
Kaza: Allah’ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi. Hâkimlik, hâkimin hükmü.
Hükmeylemek, hüküm. Bir şeyi birbirine lâzım kılmak. Beyan eylemek. Ahdini yerine
getirmek. Ödemek, edâ etmek. Ölüm. İcab. Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılma.
Birdenbire olan musibet: 902
Sebt: Yazma, deftere geçirme, bir yere kaydetme: 902
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan
münasebetleri, meydana gelişleri. Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. Aynı
kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misâller: 902
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. Tahsil etmek. Teslim almak. Kuşun
süratle uçması. Mülk: 902
Sebet: Hüccet, delil: 902
Teşerrüb: Meşreb sahibi olma. Suyu kendine çekme, içme: 902
Adla’: Kaburgalar. Geometrik şekillerin kenarları, sayı kökleri: 902
Azar: Mart ayı: 902
Harbak: Deva, ilâç: 902
Cezr: Kök, asıl, temel. Kesmek. Kendi misline çarpımla bir sayı meydana getiren
rakam. Derya, deniz. Arı kovanından bal almak. 903=1902

Tecelli: Görünme. Bilinme. Kader. Allah’ın lütfuna uğraması: 443
Bergiri. (Kürtçe.): Tedbir: 443
Tahkiye: Hikâye etmek. Anlatmak: 443

HİDDET
Levha: 8 Temmuz 1996… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini görüyorum. Ona âit el
yazması ile yazılmış Osmanlıca mektub suretinde bazı kelimeleri okuyamadığımı söyleyip,
yardımcı olmalarını ricâ ediyorum. Mektubu elimden alıyorlar ve yere oturuyorlar. Ben de
yüzüm kendilerine dönük şekilde yerde yanlarına oturuyorum. Oturuşuma dikkat etmeye
çalışıyorum ama, dizlerimin biraz cübbelerine –dizlerine- değdiğini hissediyorum. Edebsizlik
olur diye bir endişe içinde hafifçe yerimde kıpırdanıyorum, fakat her nasıl oturmuşsam
ayağım yine aynı duruma geliyor. Bu esnada mektubu okumaya başlıyorlar. İlk cümle bir
Allah düşmanına hiddetle yazılmış. Efendi Hazretleri bunu okurken yeniden hiddetleniyorlar.
Cümledeki bazı kelimeleri vurgu ile okuyuşlarından bunu seziyorum. Okumayı bırakıp,
“bunları şöyle şöyle yapmak lâzım!” nevinden sözler söylüyorlar. Hiddetlerinden vücutlarında
bir titreme hasıl oluyor ve bunu dizlerine değen ayağımla hissediyorum. Biraz sonra aynı
ayağımdan bütün vücuduma yayılan elektrik çarpmasına benzer bir hâl. Efendi Hazretleri
okumaya devam ediyorlar. (Gönül Dalyan.)

Ra’şet: Titreme, titreyiş: 970
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1302=1970
Teşerru’: Şeraite uygun davranma: 970
Zalm: Kar. Diş beyazlığı: 970
Zalil: Gölgeli: 970
Zera’: Vahşi sığır boğası: 970
Zer’: Kalb. Ölçmek. El yaymak. Kuvvet, kudret, tâkat. Kederli ve tasalı olmak: 970
Huşşa’: Huşu içinde olanlar. Gözleri korku ve saygı ile düşkün bir hâlde olanlar: 970
Temessül: Bir kıssa ve atasözü söylemek. Benzeşmek. Cisimlenmek. Bir şekil ve
surete girme: 970
Özür: Bir kusurun affı için gösterilen sebeb. Bahane. Mâni, engel. Kusur. Fevz. Zafer:
970

Ra’şan: Titreme, titreyiş: 621
Mıkzaf: Kayık küreği: 621
Muzaf: Bağlı. Katılmış. İzafe olmuş. Bağlanmış. Başka bir isme katılmış ve onu
tamamlamış olan: 621
Zâkir: Zikreden, zikredici: 621

Meşk: Yazı örneği. Öğretici yazı. Bir şeyi uzatmak. Uzun uzun yazmak.
Bilmeyene bir şeyi öğretmek. Sürat hız: 440
İki zebih: (Hazret-i İsmail’in ve Allah Resûlü’nün babası Hazret-i Abdullah’ın lâkabı.
Bu yüzden Allah Resûlü’nün lâkabı, “iki boğazlanmışın oğlu”dur.): 720+720=1440
Dahm: İri cüsseli: 1440
Devlet: 440
Letta: Büyük emir: 440
Lît: Boyun. Baş: 440
Kitî: Cihan. Dünya. Arz. Yer: 440
İltiha’: Sakal bırakma: 440
Temme: Tamam oldu, bitti: 440
Müş’ıl: Her tarafa dağılmış olma: 440

TEGAFÜL
Levha. 2 Nisan 1999… Apartman dairesinin kapısını çalıyorum; Abdülhakîm Arvasî
Hazretlerinin evi veya dergâhı imiş. Kapıyı 25 yaşlarında bir genç açıyor ve ona “Efendi
Hazretleri evde mi?” diyorum, o da “evet!” diyor. Ondan Efendi Hazretlerini çağırmasını
istiyorum; daha sonra Efendi Hazretlerini çağırmanın edebsizlik olduğunu, “ben kendim içeri
gireyim!” diye düşünürken, Efendi Hazretleri geliyor. “Efendim rahatsız ettiğim için özür
dilerim, size Salih Mirzabeyoğlu’nu soracaktım…” diyorum. Benim sivil polis olmam
ihtimâlini düşünerek, “senin Salih Mirzabeyoğlu dediğin, Kumandan diyorlar, o mu?” diye
bilmemezlikten geliyor. Ben de, “evet Efendim!” diyorum ve titremeye başlıyorum. On-onbeş
defa “lâ havle” çekiyorum. Efendi Hazretleri de titriyor. (Adem Dağlar.)

Tegafül: Bilmez görünmek, anlamazlıktan gelmek. Kendini kasden gafil
göstermek: 1511
Tetabuk: Muvafık ve müttefik olmak. Uygun olmak: 512=1511
Tavsiye: Vasiyet bırakma. Ismarlama. Birini iyi tanıtma. Öğütleme: 511
Eşrat: nişanlar. Alâmetler. Şartlar: 511
Gays: İmdad. Yağmur. Yardım. Yağmurla meydana çıkan çayır: 1510=511
İskelet: Vücudun kemik çatısı: 511
Ülfet: Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk.
Görüşme, konuşma: 511
Takattub: Kaşların çatılması. Buruşma. (Kıtab: Kaşlarını bir araya toplayan. Yüzünü
pötürdetmek… Kitab: Levh-i mahfuz. Kur’ân.): 511
Tealî: Yükselme. Yüceltme. Çok yüce olmak: 511
Tefe’ül: Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak: 511

Tegafül: 1511=512
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322=513=1512
Nisbet: Münasebet, yakınlık, bağlılık. ÖLÇÜ: 512

Mütecahil: Bilmemezlikten gelen: 479
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+322=479
Hikemiyyat: 479
Ta’dad: Sayı saymak. Sayıp dökmek. Birer birer söylemek. Sıralamak: 479
Hâkimiyyet: Hâkim oluş. Hükmediş. Âmirlik. Üstünlük: 479
İltizam: Kendine lâzım kılma. Gerekli bulma: 479
Tahamül: Başkasının zahmetini yüklenme: 479
Taahhüd: Bir işin yapılmasını deruhte etme: 479
Teahhüd: Hıfzetmek, korumak. Uymak, riayet etmek: 479

Tecahül: Bilmemezlikten gelme. Bilmiyor görünme: 439
Dabbet-ül arz: 1438=439
İbtihal: Halktan alâkayı keserek Allah’a tazarru ve niyazda bulunmak: 439
Hâlet: Suret. Hâl. Keyfiyet: 439
Celvet: Yerini yurdunu terk etme. Abdin fenafillah olup halvetten ayrılması: 439
Hiyaket: Dokumacılık: 439
İltihab: Alevlenmek. Yanmak. Yaranın cerahat toplaması: 439
TARİH
Levha: 16 Mart 1999… İBDA’cılardan biri bana, Kumandan’ın söylediği sözün
başında “benim arkadaşlarım” lâfı var mı yok mu diye soruyor. Kumandan’ın söylediği de,
“bana saldıracaklar!”… Bunu Galib Müştak Erdem’e söylediği için, oradaki arkadaşlar onu
övüyorlar… Kumandan’ın söylediği cümlenin ebcedi çıkarılınca, ihtilâl tarihini veriyormuş.
Bulunduğumuz yerin kitablığında da ebcedle ilgili kitablar var. (Metris Cezaevi –Akif Turan.)

Bana saldıracaklar: 54+641=695
Fikir kahraman(ı): 696=1695
Sehl-i mümteni: Yazılışı ve söylenişi kolay göründüğü hâlde, taklidine kalkınca,
taklidi imkânsız eser: 695

Tarih: Hâdiseye vakit tâyin etmek. Vakanın vukuuna tâyin olunan vakit.
Zamanın tesbiti. Geçen hâdiseleri kaydetmekten doğan ilim. Vakanın vukuuna vakit
tayin eden söz ve makam: 1211
Daver: (Allah’ın isimlerindendir.) Adil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya
hâkim: 211
Bajer. (Kürtçe): Şehir: 211
Dawer. (Kürtçe): Emin: 211
Müstahlef: Kendi yerine geçirilmiş. Başkasının yerine konulmuş: 1210=211
Müsalif: Yol arkadaşı. Birinden ileride olan. Biriyle birlikte seyreden. Bir işte beraber
olan: 211
Mu’ciznüma: Mucize gösteren: 211
Bahhar: Gemici, denizci. 211
Musaf: Cenk, harb: 211
Ebhur: Denizler: 211
Perde: 211
Debre: Savaşırken askerin bozulması. Bir evlek yer. Vaktinden sonra gelmek: 211
Devar: Baş dönmesi hastalığı: 211
Dağdar: Pek acılı, hüzünlü. Gönlü yaralı. Damgalı. Kızgın demirle nişân vurulu:
1210=211
Bedre: İçi altun dolu kese: 211
İrade: İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman. Bir şeyi yapıp yapmamaya yeten güç: 211
Habar: İmza. Mühür. Damga: 211
Habbar: Terzi. Mürekkebçi: 211
Nası’: Her nesnenin hâlisi. Şiddetli beyaz olan: 211
Ray: Rey, fikir. Hüküm ve itikad: 211
Yera’: Sığır buzağısı: 211
Bürde: Hırka: 211

Tevrih: Vakit bildirmek. Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak:
1216=217
Rudha: Perde. Setre: 217
Ruya: Yerden biten bitki: 217
Ordu: 217

Ceffar: Cifir yapan: 284
Ferd: Tek, bir, yekta. Eşi benzeri olmayan: 284
Faric: Keder ve tasadan kurtaran: 284

Tarih: 1211=212
Malik-ül Mülk: Bütün sahibliklerin sahibi. (Esma-i Hüsna’dandır.): 212
Pir. (Kürtçe.): Köprü. (Berzah): 212
Pîr: Reis. Yaşlı. Bir tarikat kurucusu. Herhangi bir meslek ve sanatın tesis edicisi: 212
Ejder: Büyük yılan. Canavar: 212
Sahib-i zuhur: Baş kaldıran, ayaklanan: 1212
Ezher: Pek beyaz ve parlak. Ay, kamer. Saf ve parlak olan. Cuma günü. Vahşi sığır:
213=1212
İflak: Şiir okurken fesahat üzerinde olmak. Mânâ ve kelime icad etme: 212
Bîr: Yıldırım. Halı, kilim, yatak, döşek, örtü, seccade gibi eşyalar: 212
Peziriş: Kabul edilmiş. Kabul ediş: 1212
Bîr. (Kürtçe): Hatırlamak: 212
İnsak: Düzenli yazı yazma. Kafiyeli, secili ve akıcı tarzda söz söyleme: 212
Badire: Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet. Kabahat. Birden zahmetsizce
söylenen söz. Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu. Zor geçit: 212
Berî: Kurtulmuş. Temiz. Kayıt ve hüküm altında olmayan. Hastalıktan salim olan: 212
İnkisaf: Güneş tutulması: 212
İs’af: Birisinin arzusunu, isteğini kabul etmek ve yerine getirmek: 212
Raî: Görücü, gören. “R” harfiyle alâkalı: 212
Rebbî: İlmiyle amel eden: 212
Dabire: Askerin bozulması: 212
Çarub: Süpürge: 212
Hadîd: Dağ eteği. İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur. Arz, yer, dünya: 2210=212

Savl: Saldırma, saldırış: 126
Salih: 126
Sülâle: Soy, sop: 126

19.06.2008- 76.SAYI
PAMUK
Levha: (…) Ocak 1983… Evlerin çatılarında kar… Pamuk dolu bir depo… Hafiye,
boksörlerin kum torbası gibi bir çuvalı karnından bıçakla yarıyor ve pamuklar ortaya
çıkıyor… Pamuk; açık kırmızı, pembe ve “vaktin tesbiti” gibi bir mânâ… Ardından, biriyle
karşı karşıya durmuş, bıçaklarla dövüşüyorlar!..

Penbe: Pamuk. Açık kırmızı renk: 59
Mehdî: 59
Mugayebe: Kaybolma: 1058=59

Tuvt: Pamuk. Uzun: 24
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332=1023=24
Dibbih: Bir, ehad: 24
Çiya. (Kürtçe): Dağ: 24
Keç. (Kürtçe): Bit: 24
Debrak: Etli ve şişman olmak: 1023=24

Kutn: Pamuk: 159
Zamaniyan: İnsanlar. Beşer: 159
Def’a: Bir kerre: 159
Mescun: Hapsedilmiş: 159
Muhalif: Yardımcı: 159
Kamit: Tam olgun, kâmil. Bağlanmış: 159
Mühendis: Hendese bilen: 159
Akheban: Fil, câmus: 159
Atf: Bağlama. Bağ. Ekleme. Meyletme. Şefkat. Sevgi. İkiye bükme. Çevirme. Geri
dündürme. Bir kelimeyi bir kelimeye harf-i atıf vasıtasıyla ilhak eylemek: 159
Felehdem: Büyük deniz. Hafif nesne: 159
Mensuc: Dokunmuş, dokunulmuş, örülmüş, işlenmiş: 159
Fesit: Tırnak kesintisi, tırnak parçası: 159
Beyanname: 159

ŞEHİR
Levha: (…) Ocak 1983…Bir eski zaman şehrinde, sarıklı ve şalvarlı insanların
alışveriş yaptıkları pazar yeri… 40 yaşlarında, zayıf, yüzü kemikli ve ince bıyıklı biri, o pazar
kalabalığında; ve kucağında da, 3-4 yaşlarında bir çocuk… Aman Yârabbi, o Şâh-ı Nakşibend
Hazretleri imiş!.. Zevk ve heyecandan eriyorum!..

Bajar. (Kürtçe.): Şehir. (Süryanice’de “şehir”, “su” demek.). 211
Ebhur: Denizler, bahrlar: 211
Bazar: Pazar. Alışveriş yeri: 211
Daver: Allah’ın isimlerindendir. Adil, insaflı ve doğru olan hükümdar, vezir veya
hâkim: 211
Devar: Başdönmesi hastalığı: 211
Dawer. (Kürtçe.): Emin: 211
Itar: Diğerlerini ihata eden nesne. Dudak kenarı. Elin kasnağı: 211
Yâr: Dost, ahbab, tanıdık. Yardımcı. Âşık. Mâşuk, sevgili: 211
Zerd: Sarı. Soluk, solgun: 211
Misa: Sürme, gütme, sevketme: 211
Perde: (Berzah): 211
Hur: Güneş: 211

Balık. (Altay bölgesinde.): Şehir: 143
Kılıç: 143
Abbasî: Allah Resûlü’nün amcası Hazret-i Abbas’ın neslinden gelenlerin kurdukları
devlete mensub olan. (Bir hadîse nazaran, Mehdî, Hazret-i Abbas’ın soyundandır.): 143
Saliha: Safi gümüş. İyi, salih kimse: 143
Mehd(î) Muhammed: 52+92=144=1143

Veled: Çocuk. Erkek çocuk: 40
Hail: Perde. İki şey arasını ayıran. (Berzah): 40
Ezkiya: Saf, temiz: 40
Ez-kiye? (Kürtçe): Ben kimim?: 40
Welad. (Kürtçe.): Vatan. Yurt: 40
Ley: Kab, zarf, mahfaza. Çamur: 40
Delv: Kova. Oniki burçtan birinin adı: 40
Habl: İp. Urgan. Halat: 40
Habel: Ana rahmindeki çocuk. Musallat fikir: 40
Dahil: Hayrette kalan kimse: 40
Yel: Şampiyon. Pehlivan: 40
Düvel: Devletler: 40
Galat: Hata. Kaideye uymayan söz. (İstisna.): 40
Bezla’: Kavi, sağlam. İyi fikir: 40
Cevval: Dâim hareket hâlinde olan: 40
Cezl: Kalın odun, tomruk. Sağlam. Muhkem. Güzel ve sağlam fikir. Doğru ve düzgün
ifâde. Kâmil adam: 40
Hâlâ: Şimdi. Henüz. Elân. Şimdiye kadar: 40
İlgaz: Sözde maksadı gizleme: 1039=40
Lebabe: Akıllık, zeyreklik. Akıl sahibi olma: 40

Kavm: Kavim. Pazar kurmak. Müşteri ile anlaşmak: 146
Rahman Sûresi, 19.âyet: 1145=146
İnsibab: Başka suya katılma. Dökülme. Akıtılma. Cereyan etme: 146
Kavam: Adalet. Güzel boylu: 146
Muvassa: Tavsiye olunan: 146
Musahhih: Tashih eden. Yanlışları düzelten: 146
Ca’ca’: Zindan. Taşsız yer: 147=1146

KEDİ
Levha: 8 Ağustos 1985… Bursa’daki evin onbeş sene önceki hâli… Evin saçak altında
kollarımla sallanıyorum… Sonra, o zaman olmayan balkonumsu bir yerde, kaynanam Nimet
Serdar… Asıldığım yer çatırdayıp kırılır gibi olunca, ona “büyü” diye izâh ediyorum Evin
depo gibi geniş bir yerine bakıyorum; orada bir kedi… Büyüyor, büyüyor, koyun kadar
oluyor… Şaşıyorum!.. Bana “İzzet’in Babaannesi!” diyor… Ondan bahis… Aaa!.. Kedi
konuşuyor!.. Şaşıyorum!.. Müthiş bir hayret ve korku içindeyim!.. Bakıyorum, yine “İzzet’in
Babaannesi” diyor!..

Gübre: Kedi: 227
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151=1227

Sener: Kedi. Ulu kişi: 310
Erkat: Aklı karalı alaca yılan. Yer yer beyazlığı olan her kara nesne: 310
Ankas: Erkek tilki yavrusu: 310
Mürsa: Geminin demir atığı yer: 310
Müyesser: Kolaylıkla olan, kolay gelen, nasib: 310
Nesr: Hamele-i Arş’tan bir melek. Akbaba, kartal. Nuh kavminin putlarından biri.
Yarayı deşmek: 310
Târık: Gece gelen kimse. Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler. Parlak yıldız. Sabah
yıldızı. (Zühre.): 310
Mesrud: Sihir, efsun, büyü: 310
Mesrud: Söylenmiş, bildirilmiş. Serdolunmuş: 310
Muhteri’: Misli görülmedik bir şey icâd eden: 1310
Simurg: Kanatlı ve çok büyük hayvan olup, eski devirlerde yaşadığına inanılır. Devlet
kuşu, anka kuşu, zümrüdü anka. Mürşid. Ruh ve canın “kuş” olarak tasvirinde, bütün kuşları
peşine takıp götüren efsanevî kuş: 1310

Sinnevr: Kedi: 316
Çavuş: (Kayıd: Çavuş. Çekici, çeken… Kayd: Kelepçe, bağ. Bağlamak. Bir şeyi bir
yere yazmak. Deftere geçirmek. Sınırlamak. Şart.): 316
Müteaddid: Birbirine kuvvet veren, omuz omuza veren: 1315=316

Kay: Kedi, sinnevr: 180
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180
Yasıf: Yeşim taşı: 180

Cedde(t): Büyük valide, nine. Yeni olmak: 407
İcabet: Kabul olmak. Kabul etmek. Razı olma, rıza göstermek: 407
Bed’et: Başlangıç: 407
Dâbbe(t): Yürüyen mahluk. Debelenen: 407
Rehber: Yol gösteren, kılavuz: 407
El-karia: Kıyamet. (Tammet: Kıyamet: 451): 407
Gurgure: Atın alnında olan beyazlık. Ulu, şerif kimse: 2405=407
Berere: Dindar ve temiz kimseler: 407
Cüddet: Dağ arasında olan yol. Çizgi. Şekil, tarz, işaret: 407

A’BA
Levha: 6 Nisan 2008… Mehdî’nin vasıflarını anlatan bir hadîste Kumandanımız’ın
İNSAN adlı eserinde bahsettiği hikmetlere rastlayıp hayret ediyorum. Birincisi, “ayakkabı”…
İkincisini hatırlamıyorum… Üçüncüsü, “misk sahibidir” diye bir ifâde… Hadîs’in kaynağını
merak ederek sayfanın altındaki dipnota göz atıyorum, “abâ” veya “âba” gibi birşey yazıyor.
Ne olduğuna mânâ veremediğim için bu defa hadîsin yazılı olduğu kitabın arkasındaki
kaynakçaya bakıyorum. Liste biraz karışık. Aralarında “Buhara” kelimesini seçiyorum.
Herhâlde “Sahih-i Buhari”dir diye düşünüp böyle bir hadîsin varlığından daha önce haberdar
olamayışımıza hayıflanıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi –Burak Çileli.)

Kafş: Pabuç. Cem etmek, toplamak. Fazla yemekten lezzet almak: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312=2480
Büride-ser: Başı kesik. (Zebih: Kesme, boğazlama: 720… Halif: Birinin yerine geçen:
720… Baba: Ata, ecdat… Dedem İzzet Bey: Başı kesik… Babam, “başı kesik”in oğlu…
Ben?): 481=1480
Mütimm: Tamamlayan, tamamlayıcı: 480

Misk: Bir cins güzel koku. (Asya’nın büyük dağlarında yaşayan bir cins erkek
ceylânın karın derisi altındaki bir bezden çıkarılır.): 320
Kurtubî: Kılıç. “Allah’ın kılıcı” lâkablı Halid bin Velid’in kılıcı: 321=1320
Dirok. (Kürtçe): Tarih: 320
Mülkgir: Padişah, hükümdar: 320
Us’us: Fatiha-i hilkat olan kemik: 320
Şihe: At kişnemesi. (Sahil: At kişnemesi. Küst.): 320
Mer’î: Riayet edilen. Makbul sayılan, hürmet edilen: 320
Meferr: Kaçılacak yer: 320
-Küş: “Öldüren, öldürücü” mânâlarına gelerek tamlama yapılır: 320

Hâşiye: Sahife kenarına veya altına yazılan izâh. Dipnot. Bir kitabın izâh ve
şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz: 324
Müfred: Tek, yalnız. Basit, mürekkeb olmayan. Yalnız birşey veya şahsa işaret eden
veya bire mahsus olan kelime. Tek beyit: 324
Fercam: Son, uç: 324
Saydger: Avcı. Seyyad: 324
Müfrid: Tek başına, yalnız bırakan: 324

A’ba: Ağırlıklar, yükler, mesuliyetler. Sandık: 74
Aba: Ekseriya yünden yapılmış bol giyimli bir libas, elbise: 74
Seyyid: Efendi. Allah Resûlü’nün soyundan gelen, onun izinden giden. Allah
Resûlü’nün bir ismi: 74
Sevded: Ulu olmak: 74
Yedeyn: İki el: 74
Hacıbeyn: İki baş: 74

Buhara: 804=1803
Harac: Beyazdan ve siyahtan meydana gelen, iki renk olan: 803
Gazb: Kızıl boya, kırmızı renkli boya: 1802=803
Ihdırar: Yeşillik: 1802=803
Bagteten: Ansızın. Füc’eten. Birdenbire: 1802=803
Çarh: Çark, tekerlek. Felek, gök, sema. Ok yayı. Tef. Devreden, dönen. Çakır doğan.
Talih: 803

ELDİVEN
Levha: (Haziran –son hafta) 2007… Televizyon’da (ATV), Ali Kırca, “Salih
Mirzabeyoğlu’nun İstanbul’a gelmesi heyecan verici oldu, kendisi için de iyi oldu!” diyor. Bu
sırada görüntüye, Kumandan’ı sembolize eden kırmızı bir eldiven geliyor; sonra orada çakılı
duran bir demiri çekerek çıkarıyor. Ben, “Allah’ım, ona bu işleri yapanların kalbine korku ver
ve Kumandanımız’a yardım et!” diyorum. (Sinyal Muhabbetleri’nde anlatılan fareler.)
Kumandanımız da “amin!” diyor. (Alt başlığı “Bir Erkek ve Bir Kadın” olan İNSAN isimli
esserim için yapılan istihare – İstihareci.)

İstanbul: (İstan, “mekân”, bul da “poli-polis-şehir”den; bir mânâda bildiğimiz
İstanbul, diğer mânâda “Bolu mekânı”; şehir mekânı. Yâni Bolu.): 550
Mukît: Kuvvet verici. (Esma-i Hüsna’dandır.): 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549=550
Tenu-mend: Gövdeli, iriyarı, vücutlu kimse. (Şahîs: İri vücutlu kimse… Adam: İri
vücudlu kimse.): 550
İki kerime: 275+275=550
Müşir: Emreden, işaret eden, bildiren. Mareşal: 550
Leşker: Asker: 550
Sinn: Ot kurutmak: 550
Esrar-engiz: 550
Mütlif: Yok eden, öldüren. Tehlikeli: 550
Taammüm: Umumileşme. Sarık sarma: 550
İntisah: Verilen öğüdü dinleme, edilen nasihatı tutma: 550
Kanit: Dua eden. İtaatli. Sükût eden: 551=1550
Levise: Çeşitli topluluklardan bir yere toplanmış olan kimseler: 551=1550
Ness: İfşâ etmek, açıklamak: 550
Talim: Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman: 550

Lepik. (Kürtçe.): Eldiven: 62
Bâtın: İçyüz. Gizli. İç, dahili. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibariyle gizli. (Esma-i
Hüsna’dan, “Bâtın”: Zuhurunun şiddetinden gizli.): 62
Mehdî: 62
Lebik: Zeki, anlayışlı, akıllı. Tatlı sözlü. Yumuşak konuşan: 62
Müzavece: Çift olmak: 62
Havan: İçinde çeşitli şeylerin dövüldüğü kab: 62
Halal(et): İki şey arasında açık olmak. Dostluk. Samimi dostluk. (Üstadım’ın bir
Noktalama’sı: Bu ne hazin mesafe iki ten arasında, bir hâli dinleyenle anlatan arasında.):
1061=62
Muhayee: Pay edilmesi ve bölünmesi mümkün olmayan şeyi sırayla kullanma: 62
Mükibb: Bir şeyin üzerine çok düşen. Gayretle çalışan. Yüzü üstüne sürünen, zelil
olan: 62
Zaden: Doğmak, doğurmak: 62

Yedgork. (Kürtçe.): Eldiven: 341
Erkam: Alaca yılan: 341
Ferzend: Çocuk: 341
Musavvire: Tasvir edilmiş. Suretlenmiş: 341
Eşemm: Burnu şiddetle koku alan: 341
Sınar: Çınar: 341
Faris: İran. İranlı. Binici, süvari. Ferasetli, anlayışlı: 341
Ka’ka: Meşakkatli yol: 341
Mustabir: Sabreden: 341
Mismar: Demir kazık. Ensiz çivi, mıh: 341

Kuffaz: Eldiven: 188
Yakub: Yusuf Aleyhisselâmın babası, İshak Aleyhisselâmın oğlu olan Peygamber: 188
Hasîf: Aklı başında, kâmil ve olgun adam: 188

Eldüven: Eldiven: 98
Mahmud: Medhe lâyık. Medholunmuş: 98
Zeman: Zaman, devir, çağ, mevsim, mehil: 98
Ezman. (Kürtçe): Gök. Sema. (Ezman: Zamanlar. Vakitler. Müddetler.): 98
Ez-men: Benden: 98
Saded: Asıl mevzu, maksad, asıl konuşulan şey, fikir. Niyet, kasıd. Teşebbüs.
Yakınlık, civar: 98
Sahh: “Doğrudur, yanlışsızdır” mânâsına, eskiden resmi yazılara konulan işaret: 98

Laalgun: Kırmızı renkte: 206


Cebbar: Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. (Esma-i Hüsna’dandır.): 206
Dara: Hükümdar: 206
Peder: Baba: 206
Bedr: Dolunay. Bir şeyin tamam olması. Sibak ve sürat etmek. Bir işin zâhir olması.
Tam ve münasib aza. Dolu şey. İyi hizmet eden köle: 206
Bürd: Bilmece. (Bürde: Hırka.): 206
Asıma: Medine şehrinin diğer ismi: 206
İndifa: Def olma. Meydana çıkma. Yerden fışkırma. Yer yer başgösterme. Teveccüh.
Geri çekilme. Başlama. Söze girme: 206
Gavr: Tefekkür. Hakikat. Bir şeyin dibi. Çukur. Batmak. Derinlik, nihayet. Kök, asıl,
esas. Dolanmak: 206
Erbab: Ulu, ulvî, âlâ. Reis, başkan, şef. Sahibler, rabler. Terbiyeciler. İşin ehli: 206
Lükkaa: Hazırcevab olan: 206
Rida: Hırka. Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. Akıl. İlim. Zinet. Seha.
Parlaklık veren şey: 206
Reha: Kurtuluş, kurtulma. Halâs. Urfa şehrinin eski ismi: 206
Dakaik: İncelikler. Anlaşılması dikkat isteyen keyfiyetler: 206
Ebrec: Gözünün akı çok olan güzel gözlü kimse. (Bir hadîste, Mehdî’nin, “gözünün
akının çok ak, gözünün siyahının çok siyah olduğu” belirtilmiştir.): 206
Habhab: Takunye, nalin: 206
Kusva: Son derecede bulunan. Son, nihayet. Erişilecek en son nokta: 206
Mesnun: Bilenmiş bıçak. Üzerinden ömürler geçmiş olan. Şekillendirilmiş. Kalıba
dökülmüş: 206
Nafia: Faydalı işler: 206

Nek’a: Her kırmızı olan şey: 145
Rahman Sûresi, 19.âyet: 1145

Televizyon: 524
Çistan: Bilmece: 524
Haynunet: Yakın olmak, yaklaşmak: 524
Cesaset: Tecessüs, merak: 524
Ehadis: Hadîsler: 524
Müteazziz: İzzet, kuvvet, kudret kazanan: 524
Tedmi’: Gözyaşı dökmek: 524
Kelime-i Tevhid: 524
Tensiye: Unutturma: 525=1524

Aksiyon Televizyon: 227+524=751
İzn: Bir şeye ruhsat vermek. Yol vermek: 751
Terafu’: Duruşmaya girme: 751
Meczub: cezp edilmiş. Divane. Mecnun: 751
Nasir: Nesir yazan, saçan: 751
Tekarün: Birbirinin yanına gelen: 751
Mücazebe: Karşılıklı birbirini çekme ve cezbetme: 751

Celb-i suret: Suret celbeden. Televizyon: 731
Hallak: Her şeyi yaratan, Allah: 731
Karargir: Karara bağlanmış, kararı verilmiş: 731
Zal-Zel: Bir harf. (Ebced değeri: 700… Tefekkür: 700.): 731
Hanif: Gururlu, mağrur, kibirli. Dargın, küskün: 731
Zaki: Güzel kokulu, keskin kokulu: 731

ATV: El ile alıp, yiyip içme: 85
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332=1085
Milad: Doğum günü: 85
Nul: Kuş gagası: 1085
Künye: Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren ve hüviyeti yazılı kâğıt: 85
Mühimm: Düşündürücü. Kıymetli. Lâzım olmak: 85

Amin: “Yâ Rabbi, öyle olsun, kabul et!” meâlinden olup, duanın sonunda
söylenir. İncil’de iki yerde geçer. Tevrat’ta da geçer. İbranice’de ve Süryanice’de de
vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır: 101
Gusto: Zevk: 101
KAF
Levha: 7 Mart 1999… Şimdiye kadar varolduğunu fark etmediğim ve kısa bir süre
günlük olarak kullanmış olduğum, sayfalarının çoğu boş bir defteri bulup karıştırıyorum.
Sayfanın birinde kahverengi ispirtolu kalemle yazılmış ve kenarında “K” ve çarpı işaretinin
bulunduğu bir rüyâ görüyorum. Bu, görmüş olduğumu unuttuğum Kumandan’a dair bir rüyâ.
O rüyâmda Kumandan’ı sivri sopa gibi bir nesnenin çakılması meselesi etrafında görmüşüm.
Asıl kullandığım rüyâ günlüğüne, bu yazılı rüyâyı aktarmayı düşünüyorum. (Hayreddin
Soykan.)

Harf: Harf. Vecih, üslûb. Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı: 288
Allah ekber: 289=1288
Fazir: Kırmızı, büyük karınca. Geniş, bol nesne: 288
Efrug: Şule, nur, ziyâ, ışık: 1287=288
Mahrem: Gizli. Birisinin hususî hâllerine âit sır. Nikâh düşmeyen kimseler. Çok
samimi ve içli-dışlı olan kimse: 288
Belderan: Geçit yerleri muhafızlarının adı: 288
Deruhte: Üstüne almak. Kendini vazifeli bilmek: 288
Lerzan: Titrek, titreyerek: 288
Mücerreme: “Tamam” mânâsına gelir bir isim: 288
Muharrem: Arabî ayların başı: 288

Kaf: Harf adı. Ufuk. Bir dağ ismi: 181
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180=181
Ikta’: Delil göstererek susturma: 181
Kifaf: Yetecek kadar olma. Bir şeyin güzide ve hayırlısı. Terazi kefeleri: 181
Fial: Fiiller, yapılan şeyler: 181
Makam: Durulacak yer. Rütbeli yer. Mesned. Mansab: 181
Makule: Takım. Çeşit. Kategori: 181
Safî: Temiz, süzülmüş. Hâlis: 181
Selasil: Silsileler. Zincir gibi olanlar. Zincirler. Sıradağlar: 181
Tahassus: Hususi ve mahsus olmak. Bir kimseye mahsus kılınmak: 181
Vesika: Cemaat, topluluk: 181
Zafer: Muvaffak olma, maksada erme. Düşmanı yenme. Başarma: 1180=181
Zarf: Kab, kılıf, mahfaza: 1180=181

Şafak: Harf. Tan zamanı. Gündüz. Nahiye. Cânib. Merhamet: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480
Tea: Dua: 480
Mütevellid: Doğan, dünyaya gelen. İleri gelen, çıkan, hâsıl olan: 480
Arir: Garib: 480
Karkaf: Şarab, hamr. (Hamr: Ekşi. Hamz. Şarap. Birine bâde içirmek. Bir hususu
söylemeyip örtmek… Hamra. (Müennes.): Çok kırmızı, kızıl renk. Şiddet ve meşakkatli geçen
yıl. Arab olmayan cinsten.): 480
Şefak: Korku, havf: 480
Ta’riz: Kinaye ile söylemek. Kapalıca yapılan sitem: 480
Tesvid: Yazmak, müsvedde yapmak. Yazı ile karalama. Karartma: 480
Teahüd: Sözleşmek: 480

FELYESOF
Levha: 21-22 Kasım 2007… Taha Sûresi, Kaf Sûresi’ne, “ben sana demedim mi, ben
daha zorum, başımdaki harfler öyle büyük ve ağır ki!”… Kaf Sûresi, “Benim harfimin ağırlığı
bilinmiyor bile!” diyerek tartışıyorlar. Taha Sûresi, esmer erkek tipinde bir kadın. Kaf Sûresi,
orta boylu esmer kadın. (İstihare- İstihareci.)

Süver: Sureler: 266
Yusuf Hemedanî: (Hacegân yolunun 9. büyüğü.): 266
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112=1266
Felyesof. (Kürtçe): Mütefekkir. Hakîm. Hâkim. (Fely: Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
Bit toplamak. Kılıç.): 266
İstihrac: Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek: 1265=266
Nurî: Nura mensub, nura âit: 266
Müfakame: Büyük olmak. Cem olmak, birleşmek: 266
Zerecun: Kızıl boya. Üzüm asması. Çukurtaş içinde biriken yağmur suyu: 266
Esirre: Tahtlar. Milletin bellibaşlı ileri gelenleri: 266
Lahlaha: Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku. Güzel kokularla
yapılan bir nevi macun: 1265=266
Münasafa: İki eşit parçaya ayırma: 266
Niver: Âlemde meydana gelen hâdiseler, hâller: 266
Kombinezon: Tertib, düzenlemek. Çâre: 266

Bânû: Kadın, hatun. Gülsuyu gibi şeylerin şişeleri. (İnfial makamı, eserin tecelli
ettiği yer… Kavarir: Gözbebekleri. Şişeler.): 59
Mehdî: 59
Lazek. (Zazaca.): Çocuk: 59
Cehan: Cihân, dünya, arz. Sıçrayan, fırlayan, acele ve çabuk hareket eden: 59
Hayim: Susuz: 59
Haveme: Büyük, ulu, yüce: 59
Betatron: Elektronları hızlandıran elektromanyetik bir âlet. (Telegram’da da
kullanılan.): 1058=59

Nisa: Kadınlar: 112
Mikail: Dört büyük melekten biri: 112
İnsa: Unutma, unutturma. Tehir eylemek: 113=1112
Veliyullah: Allah’ın veli kulu: 112
Maarız: Bir sözü söyleyip başka bir şeyi murad etme: 1111=112
Esamî: İsimler: 112
Ahkab: uzun zamanlar: 112
Mi’raz: Bir sözün gizli mânâsı. Zıpkın: 1111=112
Engam: Vakit, zaman, ân. Mevsim: 112

Nisvan: Kadınlar. Nisa: 167
Asabe: Kuvvet, şiddet. Bir tek sinir. Baba tarafından akraba olanlar. Bir kimseye
yardım ve takviye eden akrabası takımı. Babası ve evladı olmayan kimseye varis olan: 167
Nakîbe: Akıl. Nefs. İnsan ruhu: 167
Nekibe: Nefsi mübarek: 167
Saika: Sürükleyen, sevkeden, götüren hâl ve sebeb: 167
Nüans: İnce fark: 167
Kavvas: Okçu. Oklu asker. Ok imal eden kimse: 167
Muavin: Yardımcı. Yardım eden. Vekil: 167
Sako: Üst tarafa giyilen aba, ceket, palto gibi elbise: 167
Usbe: Cemaat. İnsanlar. Atlılar. Atlar veya kuşlardan cemaat: 167

Ünsa: Kadın. Dişi: 561=1560
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1559=560
Mensiyet: Unutulma, hatırdan çıkma: 560
Mensiyat: Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler: 561=1560
Ni’met: İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. Giyecek şeyler. Rızk: 560
İstisvab: Doğru bulma, makul görme, beğenme: 560
Ta’mim: Umumileştirme. Herkese duyurma: 560

Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1559
Kabtan Kusto Müslîman: 163+175+221=559
Itfet: Şefkat, merhamet. Boncuk: 559
Kaptan Kusto Daverî: (Hükümdarlık, kavga, mücadele: Daverî.): 163+175+221=559

Nesevî: Kadına mensub, kadınlarla alâkalı: 126
Nisu: Başlamak, açmak. (Nisan kelimesinin kökü.): 126
Asale: Zehiri çok tesirli ve korkunç olan yılan: 126
Künun: Bir şeyi gizleme, saklı tutma: 126
Künun: Şimdi. El’an: 126
Sahil: Kişneyen, kişneyici at: 126
Hinduvanî: Hindî kılıç: 126
Kabadayı: 126
Enmele: Parmak ucu. (Benam: Parmak ucu… Be-nam: Meşhur. Namlı. Mütemayiz.
Malûm bir isimle tesmiye edilen.): 126
Nigun: Tersine dönmüş, altüst olmuş, başaşağı: 126
Va’n: Sığınacak yer, melce. Ot yetişmeyen taşlık ve sert yapılı arazi: 126

Uluhiyet: İlâhlık. Allah’ın kâinattaki tasarruf ve hâkimiyeti ile her şeyi kendisine
ibadet ve itaat ettirmesi. (Uluhiyet’e âit, onun Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin Kâbe’yi
ziyareti sırasında söylediklerinin, yukarıdaki rüyâya şahıslanma bakımından misâl olup
olmayacağı hakkında yaptığımız tefe’ül müsbet çıktı… Şöyle diyor: Ben oluşu ve
görülür âlem ile mekânın varlığının sırlarını kuşatma mertebesinde yedinciyim. HAK,
HAVVA’YA –Esmer kadın- MENSUB SAF BİR NUR PARÇASI OLARAK BENİ
YARATTI VE BENİ KÜLLÎLER İÇİN BİR KARIŞIM YAPTI.): 452
Tebn: Saman. (Sâmân: Servet. Rahmet. Dinçlik. Düzen.): 452
Nebt: Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme. Ot. (Ruyâ: Yerden biten ot.): 452
Müttehid: Beraberce, birlikte, birleşme: 452
Eytam: Yetimler. Babası ölmüş çocuklar. (Üstadım’ın ÇOCUK isimli şiirinden: Bir
merhamet heykeli, mahzun bakışlı yetim.): 452
İttikal: Allah’a tevekkül etme, güvenme, dayanma: 452
Mahcat: Lâyık olacak mevzi: 452
Mita’: Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. Geniş yol. Yolların birleştiği yer: 452
Müterazi: Karşılıklı olarak birbirlerinden hoşnut ve razı olan: 452
Anat: Anlar, zamanlar: 452
İmtizac: Muvafık ve mutabık olma. Karışmak. İyi geçinmek: 452
İnkişaf: Açılma. Meydana çıkma. Yetişme. Terakki etme. Gizli sırların bilinmesi: 452
Mevhat: İki şeyin arası. Çöl, sahra: 452
Mücavebe(t): Birbirine cevab verme, mektublaşma: 452
Nedaret: Tazelik, parlaklık, letafet: 1451=452
Netb: Büyük olmak, iri olmak: 452
Teben: Zeyrek, akıllı kimse: 452
Müjdat: Müjdeler: 452

Mütereccile: Erkekleşmiş kadın. Erkekleri taklid eden kadın: 678
Teshir: Büyülenme, sihir yapma, aldatma: 678
Tahris: Kendini hıfzetmek: 678
Müterahhil: Göç eden, hicret eden. Bir yerden bir yere göçen. Yola çıkmış olan: 678
Tesrih: Halâs etme, kurtarma. Bırakma, salıverme. Saç tarama. Asan etme,
kolaylaştırma: 678

Mütereccile: 678=1677
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 62+293+322=677
Telegram: 1676=677
Haza’: Ameliyat, kesme, yarma: 677
Avrat: Gizli yerler. Kadınlar: 677

Felyesof: 266=1265
Nirx.(Kürtçe): Nefs muhasebesi: 265

HÜSN-Ü ZUHURLAR
Levha: 21 Nisan 2008… Kumandanımız’ın yanında oturuyorum. BARAN dergisinde
“İnsan” adlı eserin tefrika edildiği sayfası önümüzde açık duruyor. Yazının bitiminde “devam
edecek” ibaresinin bulunmadığını görerek Kumandanımız’a, “efendim, bu sayıdaki yazıyla
eser sona mı erdi?” diye soruyorum. Kumandanımız, “sona eren bu ayki bölümü” cevabını
veriyor. (Kandıra F-Tipi Cezaevi – Burak Çileli.)

Merdüm: İnsan. Adam: 284
Ceffar: Cifr yapan kimse: 284
Ferd: Tek, bir, yekta. Eşi benzeri olmayan: 284
Ferda: Yarın. Bir olarak. Tek olarak: 285=1284
Ridf: Arka. (Half: Arka. Kendinden sonra gelen.): 284
Gerdune: Araba, otomobil. Zâtıyla hareketli: 285=1284

Baran: Yağmur. Rahmet: 254
Beran. (Kürtçe): Koç: 254

Mim: Ebced hesabında sayı değeri 40 olan harf. Tarih yazarken bazen
Muharrem ayına bir işaret olabilir. Bir kitab veya ibarenin sonuna veya altına “temme-
bitti” yerine “malûm oldu, görüldü” makamında konulan bir harftir: 110
Mahbes: Hapishane: 110
Mühelhel: Güzel şiir veya söz. Zarif ve şık elbise: 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan: 110
Aliyy: Esma-i Hüsna’dan, “yükseklikte sonsuz” mânâsına: 110

Temme: “Tamam oldu, bitti” mânâsına fiil: 440
Tevellüd: Doğma. Doğum: 440
Celevat: Hüsn-ü zuhurlar. Cilveler: 440
ÇOCUKLAR
Levha: 13 Kasım 2001… Kumandanımız bir köşede yatıyor. 9 tane oğlu varmış. 4 yaş
civarında ikizleri var, onlar benim kucağımda; bir de 6 yaş civarında Hazma isimli bir çocuğu
var. Hazma önümde ağlayınca Kumandanımız uyuduğu yerden sıçrayarak uyandı ve çocuğun
başına koştu. Ben de, çocuk yanımda olduğu için benim ağlattığımı zannedecek diye mahçup
oluyorum. (Hatice Ustaosmanoğlu.)

Netk: Oğlu ve kızı çok olmak. Atmak. Yüzmek. Kendine çekmek, cezbetmek.
Depretmek, silkmek, harekete geçirmek: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549=550
Aremrem: Kalabalık ordu, çok fazla asker: 550
Teammüm: İmame sarmak, sarık sarmak. Umumîleşmek: 550

Benî: Oğullar, evlâtlar, çocuklar: 62
Uhteyn: İki kızkardeş: 1061= 62

Tev’em: İkiz. Çift doğan çocuklar. Benzer, eş, mümasil: 447
Ümmehat: Analar. Esaslar, asıllar. İslâmî temel eserler: 447

Benîn: Oğullar. Akıllı, tedbirli, temkinli kimse: 112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506=1112

Akib: Adamın evlâdı. Ayağın ökçesi: 172
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+506=1171=172

Zevata: Çift. İki zât. İki sahib: 1108
Hakk: (Esma-i Hüsna’dandır: Hak üzere kaim.): 108
Kuhh: Saf, halis, katıksız: 108
Zenan: Kadınlar: 108

Dügane: İkiz, iki adet: 86
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332=1085=86

Hazm: Sindirim. Taze olmak. Kırmak: 880
Harf: Yemiş toplamak: 880
Ferruh: Mübarek, kutlu, uğurlu: 880
Mahrem: İki dağ arasındaki yol: 880
Kalizem: Kuyu. Suyu çok olan deniz: 880
Nazl: Ok atmak: 880
Şefkat: Başkasının kederiyle alâkalanmak. Karşılıksız ilgi, sevgi: 880
Fahr: Övünme. Fazilet. Büyüklük. Şeref: 880
Hari’: Facire kadın. Gülen, gülegen. (Fuzûli’nin şu mısraı hatırlanmalı: Zaman şuh bir
faciredir.): 880
Temermür: Titremek: 880

Hazm: Cemetmek, toplamak. Zaptetmek. Kast etmek. Bağlamak. Yumuşak
yüksek yer. Sağlam rey. Doğru ve kat’i karar. Basiretle hareket etmek: 55
Kele: Yanak: 55
Him: Temel, esas. Deveye ârız olan susuzluk hastalığı: 55
Mücehhiz: Gerekli cihazları hazırlayan. Techiz eden: 55

Hazm: Kat etmek, kesmek. Hızlandırmak. Yab yab yürümek: 748
Haşmet: Kendisine tâbi olanlardan dolayı, “haşem”den olan, büyüklük ve heybet.
Hürmetten gelen çekinme. Hiddet, kızgınlık. Alçak gönüllülük: 748
Hişmet: Hürmet. Hiddet. Heybet ve utanmak. Bozulup kalma: 748
Cezme: Kamçı: 748
Mü’biz: Mecusiler danişmendi. Zerdüşt: 748

KIZIL EL
Levha: 15 Ekim 1997… Ayazağa’da eski bir keresteci dükkânı- marangozhânede Ali
Osman Zor ağabey ve birkaç kişi daha. Bir takım hâdiseler… Kumandan, Ayazağa
meydanında bizi bekliyormuş; koşarak gidiyoruz. Kumandan’ın bulunduğu araba 1950 model
siyah ve büyük bir araba. Ali Osman ağabey ve ben, arabanın içinde, Kumandan’ın karşısında
oturuyoruz. Kumandan, biraz konuştuktan sonra kalkmaya yakın bana, “karikatürist” diyor.
Bünyamin Eser de orada. Kumandan’ın eline dikkat ediyorum; çocuk eli gibi küçük kızıl
renkte. Arabadan düşünceli bir şekilde iniyorum ve bu sefer Kumandan’ı gözkapakları şişmiş
ve acaib bir hâl almış şekilde görüyorum ve “Kumandan büyük bir hâl geçirdiğinde böyle
oluyor!” diye düşünüyorum. Sıkıntılı ve mutsuzum. (Niğde Cezaevi – Aydın Alkan.)

Eyadî: Eller. Sebebler. Nimetler: 26
Bedihe: Başlangıç. Birdenbire ve düşünmeden söylenilen güzel söz. Hazırcevablık: 26
Devahî: Çok üstün zekâlılar. Büyük belâlar: 26
Bûyçe: Sarmaşık: 26
Beyyahe: Balık ağı: 26
Havza: Bir hükümetin idaresi altında olan bütün memleketler: 26
Hadîd: Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli, hiddetli, titiz. Demir, çelik. Set, kavi olan.
Hudut ve sınır komşusu: 26
Kedb: Taze kan: 26
Bivaz: Muvâfakat; kabul: 26
Paçek: Mayıs, tezek: 26
Riyaziye: Matematik bilgisi. Hesab ilmi. Hesabla alâkalı. Bir yazı çeşidi: 1026
Çeçek: Vücutta çıkan “ben”. Gül. Çiçek. Gönül. Çiçek hastalığı: 26
Taybe: Medine şehri. Yesrib: 26
İkbab: Yüzüstü düşme, kapanma. Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı çaba
harcama: 26

Eydî: Eller. Kuvvetler: 25
Dibace: Mukaddeme, başlangıç, önsöz: 25
Tavy: Açlık: 25
Tuva: Övülmüş, senâ edilmiş şey. Tur-i Sina dağı eteğinde bir vâdi. Örülmüş kuyu.
(Takdim yazısı keyfiyetini ihtiva edici helezonvari bir tırmanış örgüsünü gerçekleştirdiğimiz,
gerçekleştirmekte olduğumuz tedaî etmeli: “Berzah” mevzuuna da misâl, İBDA bu.): 25
Havi: İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Cami’. Biriktirici. Kuşatan: 25
Heyî: Varlık, madde: 25
Dâhiye: Dehâ. Emr-i azim. Büyük iş ve hâdise. Kaza. Afet, belâ, musibet: 25
Hâdiye: Su içinde sivrilerek yükselen kaya. Asâ, sopa, değnek: 25
Hayyiz: Yer. Cihet, yön. Mekân. Vüs’at (bir cismin kapladığı hacim): 25
Ehva: Siyah. KArramış olan: 25
Kih: Küçük, sagir: 25
Dayı: (Hâl: Dayı. Vücutta, hususen yüzde görünen siyah benek, ben.): 25

Eydî: Eller. Kuvvetler. (Yevmiye: Bir el düşer böyle, kim olduğu görülmese de
bilirsin… Sinema rejisörlerine kadar bilinir bu… Nitekim Hazret- Ali’nin sözü var.
Parça, bütünün habercisidir.): 25=1024
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332=1023=24
Ahadî: Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub: 24
Vahiy: Allah tarafından peygamberlere bildirilen. Kelâm, kitab, işaret, irsal, ilhâm,
emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i’lâm, bazı hususları tebliğ gibi mânâlara gelir: 24
İhata: Etrafını kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. Geniş bilgi ile anlamak,
tam kavramak: 24
Vedid: Sevgisi çok olan: 24
Yuce: Katre. Damla: 24
Büyü: Cin gibi mânevi varlıklar aracılığıyla etki meydana getirme işi. Teshir: 24

KIRMIZI KULAKLI
Levha: 22 Şubat 1998… Bir evin giriş kapısına oturmuş 80 yaşlarında bir kadın;
“Mehdî, Salih Mirzabeyoğlu’dur, onun kulakları kırmızıdır ve onunla alâkalı olarak KEVSER
veya İHLÂS Sûresi’nin bir kısmında âyet vardır!” diyor. Ben, elimle İBDA işareti yaparak
“Tekbir!” diye bağırıyorum. Etraftaki İBDA’cıların nidası: “Allahu Ekber!”… Sonra, Salih
Bilen’i görüyorum; sanki iyi yapmamışım gibi sitem ediyor. (Bandırma Cezaevi – Yılmaz
Dalyan.)

Huzene: Kulak: 763
Mevlâna Halid: 763
Mehdî Muhammed-Derviş Muhammed: 151+612=763
İstigrak: Gark olmak, dalmak. Dalgınlık. Seraba kapılmak. Mânevi bir hâl: 1762=763
İnşaiyyat: İşitilmemiş sözlerden yapılan cümleler: 764=1763
Haysefuce: Gemi dümeni: 764=1763
Bimaristan: Hastahâne. Akıl hastahânesi: 764=1763

Üzn: Kulak: 751
Müşahedat: Gözle görülen şeyler. Görüşler. Keşifle seyredilenler. Mücerret his ile
kat’iyetle hüküm ve tasdik olunan şeyler: 751
İstitraf: Hiç görülmemiş bir şey sayma. Şubelendirme, dallandırma: 751

Âyet: Eser. Nişân. Alâmet. İşaret. Menzil, mekân. Kur’ân’ın herbir cümlesi: 411
Ebu Eyyüb-il Ensarî: 411
Nîşan. (Kürtçe.): Siyah benek, “ben”: 411
Atî: Gelecek zaman. İstikbâl: 411
Şahika: Dağ tepesi, zirve: 411

Ayât: Âyetler. Deliller. Menziller. Mekânlar: 412
Beyt: İki satırlık manzume. Geceyi bir işde geçirme. Ev, oda, hane: 412
Bedahat: Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde aşikâr olan şeyler: 413=1412
Yar-ı Gar: Allah Resûlüyle, Hazret-i Ebubekir’in Hicret’te kaldıkları mağara: 412
Gaybet: Bir şeyin başka birşey içinde gaib olması. Başka yerde bulunmak: 1412
İcazet: İzin. Müsaade. Diploma. Reva görmek: 412

MASKE
Levha: 1 Aralık 1986… Biri bana maske gösteriyor ve bunun üzerinde konuşarak,
“bunları bilmen lâzım” diye tavsiyede bulunuyor… Sonra… Kalabalık bir grup maskelinin
oynadığı tiyatro… O maskelinin karşısında yine aynı şekilde, sıralar hâlinde kırmızı elbiseli
maskelilerden bir grup… Oyun icabı olarak, beni kaçırmak için kucaklarına alıyorlar!

Mask: Muhkem, sağlam. (Müennesi-Maske: Yüze örtüle örtü.): 150
Mehdî Muhammed: 151=1150
Kenf: Hıfzetmek. Örtmek, setretmek: 150
Kefen: 150
Meslek: Sistem. Mezheb. Yol. Usûl. Gidiş. San’at. Geçim için tutulan yol: 150
Muîl: Çoluk çocuğu çok olan kimse: 150

Ül’übe: Piyes, oyun: 114
Candane: Beyin: 114
Seccan: Gardiyan. Hapishâne memuru: 114
Heycemane: Büyük inci: 114
Meca’: Açlık: 114
Havk’: İhata etmek: 114
Nacis: İyileşmez hastalık: 114
Nacis: Dokuyan, nesceden. Düzenliyen, tertib eden, sıralayan: 114
Ahdak: Gözbebekleri: 114
Epsan: Bileği taşı: 114
Esban: Tül, örtü: 114
Hetella’: Uzun ve iri vücutlu erkek: 114

Aktör: 707
Hâl-i siyah: Siyah ben: 707
Vâris: mirasçı. (Esma-i Hüsna’dandır: Herşeyin rucu ettiği.): 707
Mütemerkiz: Merkezleşmiş: 707
Zürkat: Mavi, mavimtrak: 707

MAVİ
Levha: 13 Mayıs 1996… Üç mezarda-Zeytinlik’teyim. Bir ânda nereden geldiğini
farkedemediğim Kumandan’ı görüyorum; siyahpelerinli ve aydınlık yüzlü. Eliyle güneşin
battığı yeri gösteriyor: Ufukta tek cümlelik Arabça bir yazı var. Uzak olduğu için pek
seçemiyorum ve “Mehdî” diyorum. Sonra, ortadaki harfin Sin mi Şın mı olduğunu anlamaya
çalışıyorum; galiba Sin… Kumandan tebessüm ediyor. (Nurettin Altın.)

Serdar: Kumandan: 465
Atavizm: Soyda bulunan karakterin uzun aradan sonra yeni bir nesilde tekrar ortaya
çıkması, atacılık: 465
Kümte: Kızıllık, kırmızılık: 465
Sitte: Altı. Altılık: 465
Diyanet: Dindarlık. Din işleri: 465
Delalet: Delil olmak. Yol göstermek. Kılavuzluk. İşaret: 465
Mütehayyiz: Tahayyüz eden, yer tutan. İtibarlı, mühim: 465
Tavattun: Bir yeri vatan edinmek. Bir yerde yerleşmek: 465
Karsaa: Yazıyı sık yazmak: 465

Şin: Bir harf. Çok nikâhlı kimse. (“Şın” harfinin ebced değeri: 300… Fikr:
Düşünce. Akıl. Rey, istek… Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin tablosunda “Şın” harfi,
Allah’ın “El-Muktedir” ismine denk gelir ve mertebesi SABİT YILDIZLARDIR.): 360
Şin. (Kürtçe): Mavi: 360
Müşk: Misk. Misk kokulu: 360
Asr: Bir devrelik zaman. Yüzyıl: 360
Nakra: Hususi davet, özel davet: 360
Tenzir: Olacak bir hâdiseyi haber vererek korkutmak: 1360
Kürsuf: Pamuk: 360
Arif: Çok irfanlı, meşhur âlim. Bir işten iyi anlayan: 360
Mersin: Mersin ağacı: 360
Hemîşe: Daima. Her zaman: 360
Haşna’: Saliha kadın: 360
Kars: Şiddetli soğuk: 360
Neşat: Sevinç. Sürur, keyf. Bir iş işlemek. Çalışmak: 360
Naşıt: Büyük yoldan ayrılan küçük yol. Vahşi sığır. Bir burçtan bir burca varan yıldız:
360
Kafkaf: Şarab, hamr: 360

26.06.2008- 77.SAYI

HEYBET
Levha: 20 Ağustos 1983… Tasarruf ediliyorum… Kıvranıyorum… Sağ yanımdan,
sırtüstü hâle getiriliyorum… Gayrı iradî bu hâlden sonra, şuurum yerinde ve gözüm açık…
Baş gözüyle gördüğüm: Kafası sarıklı ve sırtında gri-siyah benzeri cübbesi olan bir adam,
kitablığın bulunduğu ayak ucumda ayakta dikilmiş… Normal boyuna nazaran, ne kadar da iri
görünüyor… Kanım, iliğim, kemiğim, ne varsa, bütün mevcelerimle cezbedilirken,
heybetinden yanıp kül olacak vaziyetteyim… Dehşet, dehşet, dehşetler içindeyim… Siyah
sakallı, hafif kemikli ve uzunca yüzüne dikkatle bakınca, iki kaş arasına bakmam gereğini
hatırlıyorum… Uzun, yay gibi inceden kaşları… Unufak olmak üzereyken, korkuyla
fırlıyorum… Elektrik düğmesine korkudan basamıyorum… Pencereden, uzakta patlayan bir
silâhın ışığını görüyorum ve sesini duyuyorum… Vücudum yerli yerinde… Peki olan biten
neydi?

Heybet: Hürmetle beraber korku veren hâl. Azamet: 417
Necib Fazıl Kısakürek: 1417
Rayedar. (Kürtçe): Sorumlu: 417
Teevvî: Bir yerde yerleşme, yurt edinme. Oturacak yer edinme: 417
Te’bid: Ebedîleştirme, sonsuzlaştırma: 417
Tîz: Keskin. Çabuk, tez, sık: 417
Vecazet: Sözün veciz oluşu. Kelâmın kısa oluşu: 417
Zevcat: Zevceler: 417

Haşmet: Kendisine tâbi olanlardan dolayı, “haşem”den olan, büyüklük ve heybet.
Hürmetten gelen çekinme. Hiddet, kızgınlık. Alçak gönüllülük: 748
Müteşabih: Birbirine benzeyenler. Kur’ân ve hadîslerin mecazî mânâlara gelen
ifâdeleri. Zâhiri mânâsı kastedilmeyen ve teşbih ve temsil yoluyla kullanılan ifâde. Tâbiri
gereken: 748
Mü’biz: Mecusîlerin danişmendi. Zerdüşt: 748
Mukterih: Bir şeyi araştıran. Yeniden meydana çıkaran: 748
Teşahhum: Kilo almak. Semirme: 748

Dahm: İri cüsseli, kocaman cüsseli: 1440=441
Kıdsakürek: 441
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312=1441
İki zebih: (Boğazlanmış, kesilmiş.): 720+720=1440=441

TEBESSÜM-GÖZYAŞI
Levha: 5 Eylül 1998… Kumandanımız’ın yüzü biraz dolgunca ve Salih Tatlı’ya
benziyor. Kumandan’a, kendisini rüyâda gördüğümü söylüyorum. Mütebessim bir çehresi var.
Anlatmamı istiyor. Rüyâmda onu ağlarken gördüğüm için çekingenlik duyuyorum. O ise
ısrarlı. Eziliyorum, lâfı döndürmeye uğraşıyorum; anlatamam, bunu imâ etmeye çalışıyorum.
“Anlatmak zorsa anlatma!” diyor. Sonra kalkıp namaz kılmaya gidiyor. (Bandırma Cezaevi-
Bünyamin Eser.)

Mübtesim: Gülümseyen, tebessüm eden: 542
Mehdî Salih izzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312=2542
İnsat: Susup dinleme, susma. Gizlenerek gitme. Nidâ eden kimseye icabet etme. Beli
bükülenin, belinin doğrulması. Meşhur olma: 542
Kârferma: Amir, iş buyuran: 542
Rahman Sûresi, 19. âyet: (Meâli: İki deniz kavuşuyorlar.): 543=1542
Mükâfat: Bir hizmet ve iyiliğe verilen ödül. Beraberlik. Takdirnâme: 542

Girye: Gözyaşı: 235
Cigara-Cigare: Sigara: 235

Garb: Batı. Gözyaşı. Sığır derisinden yapılan kova. Yürügen at. Güneşin battığı
taraf: 1202
Ahiret: 1201=202
Ahter: Yıldız. Baht, talih: 1201=202
Birr: Tilki yavrusu. Temizlik. Günahtan çekinmek. Takva. İhsan etmek. Koyunu
sevketmek. Gönül, kalb: 202
İn’ikas: Aksetme, tersine çevrilme. Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
Aynada, parlak bir şeyde eşyanın temessülü: 202
Teşebbüs: Bir işe girişmek. Bir işi ilk olarak teklif etmek. Sağlam bir niyetle bir işe
başlamak. El ile yapışıp bırakmamak: 1202

Ers: Gözyaşı: 261
Ers: Ekmek: 261
Ekrem: Çok cömert, en kerim: 261
Eser: Serçe kuşu: 261
Yürna: Kına: 261
Esr: Esir etmek. Muhkem bağlamak. Takviye: 261
Zincar: Bir nevi balık: 261
Deveran: 261
Rahdan: Yol bilen: 261
Ercüvan: Kırmızı şey. Kırmızı kadife. Erguvan çiçeği: 261
Maslak: Su yolunda bulunan su deposu. Daima akan su borusu. Büyük yalak: 261

Eşk-ver: Ağlayan, gözyaşı döken: 527
İstihlâl: Yeni ayı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi. Kılıcın kınından sıyrılıp
görünmesi. Bir ifâdede birbirine benzer seci’li ve kafiyeli sözler söylenmesi. Çocuğun doğar
doğmaz ağlamaya başlaması. İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet eder: 527
İftiham: Kavrama, anlama. Fehmetme: 527
Magnetik: Mıknatıs gibi çekici kuvvet: 1526=527

ŞÂİR ÇELEBİ
Levha: 20 Ocak 1999… Gültepe’deki durağın önündeyim. Bayağı kalabalık. Ben
tedirginim ve korku içindeyim; cesaretimi toplayarak oralarda bir işin peşindeyim. O esnada
Şâir Çelebi Sokağı’nın oradan Kumandan geliyor. Siyah elbiseli. Caddenin karşısından bana
yüksek sesle birşeyler söylüyor. Ne söylediğini unuttum. Herkes işinde gücünde ama,
Kumandan’ı dinliyor ve ondan ürküyor. Ben Kumandan’ı gördüğüm için çok seviniyorum
ama, ona birşey olur diye korkuyorum da. Sonra; Kâzım Albayrak ağabey, Yılmaz Dalyan ve
ben, bir yerde oturuyoruz. Yılmaz, Kâzım ağabeye, rüyâsında Kumandan’ı gördüğünü
anlatıyor. Ben de heyecanlanıp gördüğüm rüyâyı anlatmak istiyorum ama, hem fırsat
bulamıyorum, hem de riyâ gibi olmasın diye anlatmıyorum. (Bandırma Cezaevi – Cihad
Özpolat.)

Cevn: Kara, esved. Ak, ebyaz, beyaz: 59
Mehdî: 59
Cehan: Cihân, dünya, arz. Sıçrayan, fırlayan, acele ve çabuk hareket eden: 59
Hına: Kına: 59
Ecnad: Askerler: 59
Kabul: Avcı kemendi: 59
Cülahek: Örümcek, ankebut. Küçük dokumacı: 59
Ajan: Casus, hafiye: 59
Ekhel: Gözü sürmeli. Baş ve gövde damarı: 59
Mayıh: Kova doldurmak için kuyu içine inen kişi. Bahşiş veren, hediye veren: 59

Natık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren.
Fikrederek düşünen. Altun ve gümüş gibi olan mal: 160
Mensî: Unutulmuş, hatırdan çıkmış: 160
Salatîn: Sultanlar: 160
Mülâtıf: Lâtife eden: 160
Mümessek: Misk kokulu: 160
Neam: “Evet, olur” mânâsına cevab edatıdır. “Pek iyi, aferin” mânâsına: 160
Nikat: Noktalar: 160
Salm: Kesmek: 160
Selis: Düzgün ve akıcı ifâde: 160
Haf: Kaftan: 160
Asel: Bal. Şehd. Tatmak. Su akarken yüzünde hasıl olan kabarcık. Cennette bir su: 160
Kına: Razı olmak, kabul etmek: 160
Les’: Yılan ve akreb gibi hayvanların sokması. (Üstadım’ın “Zehir” isimli şiirinden:
Gelsin beni yokluk akrebi soksun, -Bir zehir ki, hayat özü faniye!): 160
Ma’dum: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok: 160
Itaf: Kaftan: 160
Sünen: Sünnetler: 160

Sem’: İşitmek. Kurdun sırtlandan olan eniği: 170
Sıyk: Sevkolunan: 170
Musalla: Namaz kılınan yer: 170
Musalli: Namaz kılan: 170
Müsellem: Teslim olunmuş olan, doğruluğu şeksiz kabul edilmiş olan: 170
Müsellim: Teslim eden, veren: 170
Mükellef: Bir şeyi yapmaya mecbur olan. Vazifeli. Mükemmel hazırlanmış, külfetle
süslenmiş olan. Muvazzaf: 170
Kodes: Hapishâne: 170
Münadea: Kucaklaşmak: 170

Şâir Çelebi: 571+45=616
Terevvî: Tefekkür etmek: 616
Tecrid: Açıkta bırakma. Yalnız başına hapsetme. Bir şâirin kendini mücerret bir şahıs
kabul edip ona hitabetmesi: 617=1606
Haydeb: Ulu ve yüce yol: 616

İSİMLER…
Levha: (…) Haziran 2001… Kumandanımız’ın annesini görüyorum. Bana, “benim
oğlumun ismi; Abdullah, Şerif, Hasan, Hüseyin, Salih’tir!” diyor. (Zeyneb Ustaosmanoğlu.)

Esma’: Adlar. Nâmlar. İsimler: 103
İsma: İsim koymak. Yükseltmek: 103
Ezmine: Zamanlar: 103
Münbagi: Lâyık, yakışan, şâyân: 1102=103
Münecci: Halâskâr, kurtarıcı: 103
Müsbig: Tamamlayıcı: 1102=103
Müzun: Nurlu, ruşen olmak: 103
Seylab: Taşkın su, sel: 103
Lüab: Tükürük. Salya. İfrazat: 103
Cengel: Orman. (Çengel: Pençe. Bir şey asmaya yarayan âlet. Orman, ağaçlık yer.):
103
Cisim: Varlığı bilinen, mekânı, ciheti, derinliği olan şey: 103
Memduh(a): Beğenilmiş. Medholunmuş. Allah Resûlü’nün sevdiği iş: 103

Esma’: Kulaklar. İşitmeler: 172
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1171=172
Kaptan Gusto Müslüman. (Noktalı harfler):172
İsma’: İşittirmek, sesini duyurmak, bir sözü istenilen yere ulaştırmak: 172
Kabis: Hızlı giden at. Süratli at: 172
Mülakkab: Lâkablanmış: 172

Abdullah: Allah’ın kulu. (Allah Resûlü’nün babasının ismi. Allah Resûlü’nün bir
ismi.): 142
Men ene?: Ben kimim?: 142
Mehdî. (Büyük ebcedle.): 142

Şerif-Şerif(e): Şerefli, mübarek. Hazret-i Hüseyin soyundan: 590
Hayran Mirzabeyoğlu: 269+322=591=1590
Telfi’: Başını örtmek: 590
Muntazar: Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen: 590
Sirişk: Gözyaşı. (Garb: Gözyaşı.): 590
Münteil: Nâlin giyen: 590
Telkin: Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak: 590
Mu’tekis: Tersine çevrilmiş. Aksolunmuş: 590

Hasan: Güzel: 118
Çocuk: 118
Aceme: Çekirdek. Çekirdekten biten hurma ağacı. Sert ve sağlam taş: 118
Halif: Yemin etmek: 118

Hüseyin: Küçük güzel: 128
Mesihî: Hazret-i İsâ’ya âit ve müteallik: 128
Mevlâna: “Efendimiz, mevlâmız” mânâsına olan bu kelime, hürmeten büyük
kimselere söylenilmiştir. “Hazret” mânâsına da kullanılır: 128
Nesice: Dokunmuş, nescolunmuş şey: 128
Mefaz: Feyz, halâs, zafer. Korkulardan, acılardan kurtulup murada armek: 128
Hüsna: Cennet. İyi zan. En güzel. Amel-i sâlih. Pek güzel: 128

Salih: 129
Ali Rıza Bezzaz: (Mahmud Efendi Hazretlerinin şeyhinin şeyhi.): 1128=129

HAC
Levha: (Nisan-Mayıs) 1998… Uzakdoğu’da bir ülke. Bu ükenin insanları putperest
imişler. Ayakkabı boyacısı kılıklı 2 erkek çocuğu konuşarak yürüyorlar. Bu çocuklar her sene
bir kişiye dua ediyorlarmış. “Bu sene de Hac’daki adam için dua edelim!” diyorlar ve öyle
karar kılıyorlar. Hac’daki adamdan kasıtları Mehdî imiş. (Salih Albayrak.)

Dua: Allah’a karşı rağbet, niyaz, yalvarma. Namaz. Salavat getirmek. Bir
kimseyi bir isimle tesmiye etmek, isimlendirmek. Birisini çağırmak. Söz, kelâm.
Okumak: 76
Lehüma: O ikisi için. İkisi hakkında: 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322=1075=76
Gehan: Zaman, ân, vakit: 76
Nigu: Hasen, güzel, iyi: 76
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 77=1076
Aruz: Mekke ve Medine etrafındaki köyler, nahiyeler. Nazmın vezinlerinden biri. Bir
beytin birinci mısraının son kısmı. Süluk edenlerin kaşısına çıkan şeyler, birisine ârız olan iş
ve ihtiyaç. Yan taraf. Yanak. Yol. Usûl. Çadırın ortasına dikilen kazık: 1076

Salat: Dua. Namaz. Tebrik. Tezkiye. Peygamberimize yapılan dua. İstiğfar.
Rahmet: 521
Tatbik: Yakıştırmak. Yerine getirmek. Karşılaştırmak. Bir kaide, kanun veya hükmü
yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. Benzetme, uydurma: 521
Te’lif: Eser yazmak. Barıştırmak. Ülfet ve imtizac ettirmek. Noksan bir adedi bine
çıkarmak: 521
Takviye: Kuvvetlendirmek. Kuvvetlendirilmek: 521
Şakir: Şükretme: 521
İtilaf: Anlaşmak. Görüşmek. Uyuşmak. Muvafakat. Cem’ olmak, birikmek: 521

Salavat: Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen dualar. Nimetten çıkan şükürler.
İbadetler. Allah Resûlü’ne memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar: 527
Şahkâr: En güzel eser. Baş eser, şaheser: 527
Mus’a Mirzabeyoğlu: (Mus’a: Böğürtlen otunun meyvesi. Bir kuş adı.): 205+322=527
Aşikâre: Belli, açık, meydanda. Bedihî: 527
Karargâh: Karar verilen yer. Merkez: 527

SÜKÛT
Levha: (…) Haziran 2001… Cengiz Acar’la beraber Anıtkabir’e gidiyoruz. Sonra
kendimizi birden Üstad’ın çalışma odasında buluyoruz. Oturuyoruz. Ben Üstad’ın
koltuğundayım. Üstad geliyor, ben hemen kalkıyorum. Üstad’da müthiş heybet: Boyu 2
metreye yakın, cildi kırışık olmasına rağmen yaşlı durmuyor ve parlıyor. Her tavrından
gençlik, sıhhat ve güç edâsı tütüyor. Cengiz, Üstad’a, “Şam’daki tekke” veya “S” harfi ile
başlayan bir kelime ile ilgili bir soru soruyor. Üstad, kütübhânedeki kitablarla uğraşıyor ve
soruyu cevablamıyor. (Mehmed Özer.)

Meskut: Söylenmemiş. Sükût edilmiş. Hakkında birşey söylenmemiş: 526
Salat: Dua. Namaz. Tebrik. Tezkiye. Peygamberimize yapılan dua. İstiğfar. Rahmet:
526
Savlet: Saldırma. Ani ve şiddetli atılış: 526
Nuut: Vasıflar, keyfiyetler, umuma şâmil sıfatlar. Allah Resûlü hakkındaki
medhiyeler: 526
Kevs: Pabuç. (Kafş: Pabuç. Cem etmek, toplamak.): 526
Sürsur: Âlim ve akıllı kişi: 526
Şebgerd: Kamer, ay. Gece dolaşan kol. Bekçi: 526
İstidlal: Delil getirmek. Muhakeme. Zihnin, eserden müessire, müessirden esere
intikali: 526
Mütevellim: Renkten renge giren. Hâlden hâle geçen: 526
Şekur: Çok şükreden. (Esma-i Hüsna’dandır: “Kullukları kabul edici”… Muhyiddin-i
Arabî Hazretlerinin tablosunda “Kef” harfi, Allah’ın “Şekur” ismine denk gelir ve mertebesi
“Kürsî”dir.): 526
Dest-vane: Savaşta giyilen demir eldiven. Kadınların bileziği. Meclisin baş kısmı: 526
Mütevessik: Misvak kullanan: 526
İşgere: Şahin, atmaca ve doğan gibi av için kullanılan, terbiye görmüş kuş: 526
Vuslat: Visâl. Sevdiğine kavuşma, ulaşma, bitişme. Bitiştiren: 526

AHMED EFENDİ
Levha: (…) Şubat 2001… Ahmed Efendi’yi görüyorum. (Erbilli Esad Efendi’nin
müridi.) Kumandan’ın Mehdî olup olmadığını soracağım. Elini İBDA işareti yapıyor ve
parmağının ucuyla alnıma değdiriyor, korkudan soramıyorum. (İstihare – Salih Eroğlu.)

Levha: (…) Şubat 2001… Ahmed Efendi’yi görüyorum. Bana, Kumadan’ı kasden,
“biz onu doğumundan beri tanıyoruz!” diyor. (İstihare- Salih Eroğlu.)

Aşna: Tanıyan, yabancı olmayan. Yüzücü. Yüzme: 352
Kurena: Bir padişahın yakınında bulunan ve onun sohbetine iştirak edenler.
Arkadaşlar: 352
Şeneb: Parlamak, Ruşen olmak. Dişlerin keskin olması: 352
Tehasün: Haşin davranma: 352

-Şinas: Tanıyan, bilen, anlayan: 411
Ebu Eyyub-il Ensarî: 411
Meşa’: Duyulan, intişâr eden, açıklanan, yayılan. Etrafa yayılmış olan. Bölünmeyip
ortaklaşa kalmış olan. Müşterek olan: 411
Teyakkuz: Uyanık olma. Uykudan kalkma. Göz açıklığı: 1410=411
Tevadd: Muhabbet etme, sevme: 411
Garir: Güzel ahlâk. Kefil. (Kelef: Yüzdeki benek. Şiddetli sevgi.): 1410=411
Teceddüd: Tazelenme. Yenilenme: 411
Hüccet: Senet. Vesika. Delil. Şâhid: 411
Tîg: Kılıç, seyf: 1410=411

Muarref: Bildik, bilinen, belli. Tarif edip bildirilmiş. Sınırlı. Hududlu: 390
Meşîm: Benli kimse: 390
Mürafî: Duruşmaya giren: 391=1390
Rakkas: Oynayan: 390
Müferri’: Dal budak salan: 390
Şass: Balık avlamada kullanılan olta ve ağ: 390

Tevellüd: Doğma. Doğum: 440
Kısakürek: 441=1440
Usfür: Bir asıl boya: 440

TÜRKİYE’DE
Levha: 31 Ocak 1997… Bembeyaz saçlı ve bembeyaz sakallı yaşlı bir adam bana,
“Mehdî şu ânda yaşıyor ve Türkiye’de!” diyor. Aklıma ilk gelen Kumandan oluyor. Adama
“Kumandan mı?” diye soruyorum, o da kafasını eğiyor ve susuyor. (Esra Üçpınar.)

Meskut: Söylenmemiş, sükût edilmiş. Hakkında bir şey söylenmemiş: 526
Tavaşir: Tebeşir. (Tebaşir: Tebeşir… Tebaşir: Müjde. Her şeyin öncesi, ilk zamanı.):
526
Mutavaat: İtaat etme: 526
Kişver: Memleket, ülke. İklim: 526

Türkiye: 630
Keduret: Bulanıklık. Gam, tasa, keder: 630
Müntakim: İntikam alan, öç alan, suçluya cezasını veren. (Esma-i Hüsna’dandır.): 630
İşrîn: Yirmi. (Kef harfinin küçük ebcedi: 20… Büyük ebcedi, GUSTO ile aynı: 101.):
630
Müsteslim: Müslüman olan. Teslim olan, boyun eğen: 630
Hull: DOST: 630
Tasnif: Kitab yazmak. Kitab tertib etmek. Sınıflandırmak: 630
Müstakill: Başlıbaşına: 630
Muktefa: İzinden gidilmiş. Örnek alınmış: 630
Mütesallik: Etrafındaki şeylere dolanarak yukarı doğru çıkan, tırmanan: 630
Takni’: Başına örtü örttürmek: 630
Hall: Sağlamlaştırmak. Dostluk, sadakat: 630
Lahh: Gözyaşının çok olması: 630

Türkiye: 631
Müstakbil: İstikbal eden, karşılayan. Kıbleye dönen: 632=1631
Hâl: Hususen yüzde ve vücutta görünen siyah benek, ben: 631
Müstakbel: Karşılanan. İstikbâl edilen. Gelecek zaman: 632=1631
İlâh: “Sonuna kadar böyle gider” demektir: 631
Eslak: Ağaç, şecer: 631
Fermayiş: Emretmek. Buyurmak: 631
Müste’nif: Yeniden başlayan: 631
Sikal: Ağır olan, ağır şeyler: 631
Kaftan: Ekseriya mükâfat ve taltif için giydirilen süslü üstlük elbise. Hil’at, esvab: 631
Tarik: Karanlık: 631

MÜBEYYİN
Levha: (…) Şubat 2003… Mahmud Efendi Hazretlerinin yanında Kumandanımız
oturuyor. O sırada içeri bir adam girip yanlarına oturuyor ve Efendi Hazretlerine, “ben
Mehdî’yim!” diyor. Bunun üzerine Efendi Hazretleri, “sen de kimsin?” gibi bir hareket
yaparak, eliyle Kumandanımız’ı gösterip Mehdî’nin o olduğunu işaret ediyor. (Bahaddin
Ustaosmanoğlu.)

Mübeyyin: Açıklayan. Beyân eden. Ortaya koyan: 102
Mübeyyen: Açıklanmaış: 102
Zât: Hürmete lâyık kimse. Kendi. Öz. Asıl ehil. Sahib: 1101=102
Alb: Yiğit, kahraman, cesur gibi mânâlara gelir bir sıfattır: 102
Alb: Eser: 102
İ’la: Yükseltmek. Bir şeyin yukarısına çıkmak. Yukarı kaldırmak. Şânını yükseltmek.
Şöhretini arttırmak: 102
İkmam: Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi. Elbiseye yen
yapmak: 102
Sayb: İnmek: 102
İman: İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz’an etmek: 102
Ânân: Onlar: 102
Namzed: İsteyen ve istenilen kimse. Sözlü, şanlı. Aday: 102
Mendub: Yapılması beğenilen iş. Müntehab. İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı
dökülen ölü: 102

KARAYILAN
Levha: 7 Kasım 2001… Arkadaşların bahçesindeyiz, bahçede birşeyler ekiyoruz.
Bahar gelmiş. Tam o esnada toprağın altından siyah, ejderha gibi bir yılan çıkıyor. Birkaç tane
başı var. Biz eve girip camları kapatıyoruz. Yılan camdan içeri girmeye çalışıyor. Çocukları
korumaya çalışıyoruz. Daha sonra yılan adama dönüşüyor, çocukları seviyor. Sonra tekrar
yılana dönüşüyor, boyunu ölçüyoruz üç metreyi geçiyor. (Nuray Zor.)

Mor. (Zazaca.): Yılan: 246
Rum: Osmanlı Devleti ve Arabistan harici yerler. Anadolu. Romalı: 246
Mihar: Atlar: 246
Ma’kul: Akla yakın, aklın kabul edeceği: 246
Mârre: Herkesin gittiği umumî yoldan giden: 246
Müdebbir: Evvelden düşünüp, işleri ona göre ayarlayan: 246
Hiram: Piramitler, ehramlar: 246
Asuf: Hızlı ve çabuk yürüyen. Çok şiddetli asker: 246

Moruşa. (Zazaca.): Karayılan: 553
Mevlâna Celaleddin-i Rumî: (Büyük veli.): 128+169+256=553
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 92+691+477+322=1552=553
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 92+129+332=553
İstifa: Alacağını borçludan tam olarak almak. Kabz-ı ruh etmek. (Yevmiye: Ben
hakkımı alırım!): 553
İsna: Medh ve senâ etmek, sitayişte bulunmak. Şükretmek: 553
Berşan: Ümmet: 553
Nekabet: Muayyen zümrelerin başları: 553
Münasevet: İki şey arasındaki uygunluk, yakınlık, bağlılık. Vesile, alâka: 553

AZMAN
Levha: 1 Ekim 2004… Bursa’daki evin –ikinci kat- sokağa bakan salonundayım.
Sokak tarafından pencereye yarım metre uzaklıkta bulunan bir karayılan kafası ki, üç-dört kol
genişliğinde ve karşı eve uzanan ve ötesi görünmeyen gövdesiyle, belki 10-15 metre
uzunluğunda. Cama mı vuracak diye ürküntü ile bakarken, kafasını ve gövdesini çok canlı ve
net seyrediyorum. Bir nevi müren balığı kafası gibi. Elimdeki sopayla gitsin diye hafif hafif
kafasını dürtüyorum, fakat oralı olmuyor, gevşek bir hâli var. Korkmuyorum ama, anî bir
hareket yapar mı diye, tedbirsiz davrandığımı da düşünüyorum.

Azman: Cins ve nevinin icabından fazla büyümüş, çok iri. Melez. İki ayrı cins
hayvandan doğma. (Azmen: Pek fazla şeyler içine alabilen. En çok güvenilen.): 99
Sabae: Bir dinden bir dine geçmek. (Kaptan Kusto Müslüman… Bunun yanında:
Geride kalmış, -geride kalması gereken- keyfiyete nazaran, hep İslâm olmak; tekâmül
etmek.): 99
Sahil: Deniz, göl veya akarsu kenarı. Küst. Kıyı, yalı: 99
Dimne: Tilki: 99
Savab: Doğruluk, dürüstlük: 99
Mücun: Kim olursa olsun kayırmamak. İnsanların sözünden hazer etmeyip derdi
olmamak: 99
Mühenned: Hind demirinden yapılan kılıç. Keskin kılıç: 99
Hufve: Yalın ayak olmak: 99
Suvab: Bit sirkesi: 99

Dehn: Değnekle vurmak. Yağmurun yeri sulaması: 59
Mehd(î): 59
İdcan: Gökyüzü yağmur bulutlarıyla örtülme. Hava çok sisli ve dumanlı olma: 59

ÜÇ MİM
Levha: 24 Ocak 1999… Metris Cezaevi’ndeyiz, herkes 3-5 kişilik grublar hâlinde
oturmuş, kimi çay içiyor, kimi yemek telâşında. O sırada Kumandan’ı görüyorum ve
şaşırıyorum; sebebi de onun bizim tarafımızda –ziyaretçiler kısmında- olması. Ya serbest
bırakmışlar veya ona benzer birşey. Ben neden Kumandan’ın bizim tarafımızda olduğunu
düşünürken, Kumandan Mehdî isimli tanıdığım bir gence kafa atıyor. Mehdî’nin ağzından kan
geliyor. Kumandan bana dönüyor, gözgöze geliyoruz. Ben biraz ürküyorum. Sonra tatlı bir
tebessüm gönderiyor. Daha sonra aklıma Kumadan’ın bir önceki rüyâmda söylediği “M” harfi
geliyor. Dilimden üç kelime dökülüyor: Mirzabeyoğlu, Metris, Mehdî. (Sabahattin Arslan.)

Fevh: Yaradan kan fışkırması. Bolluk, genişlik. Güzel kokunun yayılması.
Kaynamak: 94
Aziz: İzzetli. Sevgili. Çok nurlu. Dost. Şerif. Nadir. Dini dünyaya âlet etmeyen. Sireti
temiz. Ermiş. (Esma-i Hüsna’dandır: Her şeye galib.): 94
Feyac: Söz, kelâm: 94
Müdemma: Atın çok kırmızı olanı. Çok kırmızı nesne: 94
Sudd: Dağ: 94
Sadd: Yüz çevirmek, bir şeyden birini çevirmek. Fikir, niyet, kasd. Yakınlık, civar.
Konuşulan husus: 94
Sad: (100) sayısı: 94
Pehlevan: Pehlivan. Yiğit. (Pehle: Mezar sandukalarının yan taşları… Pehlev: Şehir,
belde. Yiğit, kahraman.): 94
Saib: Maksada uygun. Hedefe doğru ulaşan. Doğru: 94
Sıbag: Boya. Yaradılış: 1093=94
Sıba’: Tulu etmek, doğmak. Kalbin meyli: 94
Zemzem: Çok mübarek bir sudur. Kâbey’nin yanındaki maruf kuyu. (Süryanice’de
“Zem”, “dur, gitme!” mânâsındadır. Vaktiyle Hazret-i Hacer, oğlu İsmail’in ayağı altından su
çıkıp aktığını veya bu kuyunun çok çok akmaya başladığını görünce, “zem zem” diye
söylemesi ile akmanın kesilmesi, bundan dolayı kuyunun bu ismi alması.) Kelimenin lûgat
mânâsı: Yavaş yavaş teganni ve terennüm eylemek. Çok bol: 94
İdî: Bayramla alâkalı: 94
Muhaceme: Hücum etme, saldırma: 94
Mence: Kurtulacak yer. Necat bulacak yer. Necat bulma. Kurtulma: 94
Balina: 94
İncil: Beşaret, müjde: 94
İlbas: Giydirme veya giydirilme. Örtme veya örtülme: 94
Dimen: Süprüntülükler. Mezbele. Gübre. Fışkı. (Dimne: Tilki… Esleb: Süprüntü,
moloz. İnsanın vücudunda veya yüzünde bulunan ben, nokta.): 94
Cilas: Beraber oturma: 94
Sabeb: Çukur yer, iniş yer: 94

Ez-kiye?.(Kürtçe): Ben kimim?: 40
Lehib: Açık yol: 40
Mim: Bir harf. (Da’vâ cetvelinde sayı değeri 90 ve Allah’ın “Malik” ismine denk
gelir. Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin cetvelinde de, Allah’ın “El-Câmi” ismine denk gelir ve
mertebesi İNSANLAR.) Ebced değeri: 40
Veled: Erkek çocuk. Çocuk: 40
Gayl: Irmak, nehir. Ağaç, şecer. Cimâ etmek, çoğalmak: 1040
Leyy: Def etmek. Harcamak, sarfetmek. İlâç yapmak. Âciz olmak. (Üstadım’ın “İste”
isimli Noktalama’sı: Verirler “Ben acizim, kudret senin!” dedikçe, -Verenin şanı büyük, sen
iste istedikçe!): 40
Ramaz: Kesinleştirmek. Güneşin sıcaklığı şiddetli ve yakarak gelmek, şiddetli olmak,
yakmak: 1040
Tuhm: Her yerin ve her köyün nihayeti: 1040
Hatm: Hitama erdirme. Mühürleme. Mühürlenme: 1040
Kuhî: Dağa mensub. Dağlı. (Arvas’ın bir dağ ismi olduğu hatırlanmalı.): 40
Velehu: Bu da onun: 41=1040

SANCAR KARTAL
Levha: 26 Mart 2001… Ağabeyim Cemil ile Cezaevi’nden tahliye olmuşuz. Turan
Bartın ağabey de ismi Seçkin olan bir tanıdığı ile Aksaray Cezaevi’nden cezasını tamamlayıp
tahliye olmuş. Bir araya gelip toplantı yapıyoruz. Turan ağabey çok tedirgin ve yüzü kırmızı;
çok canlı ve hareketli, yerinde duramıyor. Bu hâlinin sebebi, Kumandan’ın Mehdî oluşu imiş.
Bir tane silâhı var ve hemen birşeyler yapmamızı teklif ediyor. Ağabeyim bu işlerin aceleye
gelmeyeceğini, temkinli davranmamız gerektiğini ve Mehdi’lik mevzuunda gelişigüzel
konuşulamayacağını söylüyor. Daha sonra Kumandan’ın Mehdî oluşu ile alâkalı olarak,
Sancar Kartal’ın şehadetini örnek veriyor: “Sancar yaralandığı zaman Kumandan bize birşey
söylemedi, öldüğü zaman bize haber verdi!” diyor. Bu da, -Sancar Kartal’ın şehadeti-,
Kumandan’ın Mehdîliğinin delili imiş. (Kartal Cezaevi – Yılmaz Şahin.)

Şahadet: Şâhidlik. Bir şeyin doğruluğuna inanma. Şehitlik. Delâlet. Alâmet, iz,
nişân. (Nisân, Kürtçe’de, “yüzdeki benek, ben” demek.): 710
Felah: Başlangıç, mebde’, ibtida: 710
Zebh: Kesme, boğazlama, kurban kesme: 710
Half: Ardı. Arka. Arka taraf. Kendinden sonra gelen: 710
Nester: Ağustos gülü, yaban gülü: 710
Terakki: İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. Artma, çoğlama: 710
Müstebhir: Deniz gibi geniş olan kimse: 710
Muhîs: Zından: 710
Tefkir: Düşündürme veya düşündürülme. Endişe etmek: 710
İhtirak: Yanmak, tutuşmak, yanıp kül olmak. Bir gezegenin güneşe yaklaşması: 710
İktirah: Evvelden hazırlanmadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi şiir veya
nutuk söylemek: 710
Cezbe: İstiğrak: 710
Hamis: Beşinci. Perşembe günü: 710

Cered: Yaralı, mecruh: 207
Bühr. (Kürtçe): Kaş: 207
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı: 207
Badir: Hemen yapmak isteyen. Birdenbire vuku bulan. Dolunay. Büyümüş çocuk.
Olgun meyve. (Badire: Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Birden, zahmetsizce söylenen
söz. Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu. Zor geçit… Bedr: Dolunay. Mekke ile
Medine arasında bir yer. Bir şeyin tamam olması. Sibâk ve sürat etmek. Bir işin ansızın zâhir
olması. Tam ve münasib olan âzâ. Dolu şey. İyi hizmet eden köle.): 207
Erdeb: Muharebe. Kavga: 207
Cedr: Duvar. Hâil, perde, zar. Bir ot adı: 207
Avasım: Temiz, ismetli kimseler. Hudut şehirleri: 207
Derc: İçine almak. Katmak. Kitaba koymak. Nakışlı kâğıt üzerine yazılan yazı.
Hattatın yazılmış yazı tomarı: 207
Çapar: Postacı: 207
İgrad: Yüksek ve güzel sesle şarkı söylemek: 1206=207
İhracat: 1206=207
Kanun: Nizâm, kâide, emir, nehiy ve yasaklar: 207
Perda: Yarın: 207
Rez: Bağ kütüğü, asma: 207
Dübar: Çarşamba günü: 207

Şehîd: Şâhid olan. Meşhude. Allah yolunda canını fedâ eden müslüman. Şâhidin
mübalağalısı. Allah Resûlü’nün bir ismi. (Esma-i Hüsna’dandır: O’ndan saklı yok.): 319
Azrail: 319
Hükümran: Hâkim, hükümdar. Hükmetme: 319
Mahrusa: Büyük şehir: 319
Kurtat: Boyun: 319
Medraa: Ferace, kaftan, çarşaf: 319
Pişva: Reis, baş. Hâkim. Mukteda, imâm: 319
Müseytir: Galib. Musallat kişi. Havâle: 319
Tarîk: Yol. Tarz. Usul. Vâsıta. Meslek: 319

ONBEŞ
Levha: 24 Aralık 1998… Onbeş (15) rakamını görüyorum ve bir ses işitiyorum: “15.
İslâm günü!”… Aklıma hemen Ramazan’ın 15’i geliyor. Rüyâmda bu sesin, Üstad’ın sesi
olduğunu düşünüyorum. (Metris Cezaevi – Ulaş Tunca.)

Bir(1), bindir (1000). Onbeş: 1500=501
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312=1500=501
Fatik(e): Eline fırsat geçtikçe adam öldüren kimse: 501
Sararî: Gemici: 501
Sabahat: Yüz güzelliği. Güzellik, hüsn ve cemal. (Sâbihat: Yüzenler. Gemiler.
Yıldızlar. Ehl-i imânın ruhları.): 501
Zühur: Darlık zamanı için saklanıp biriktirilen şey: 1500=501
Suhulet: Kolaylık: 501
Se’met: Melûl olmak. Kederli olmak. Bıkmak, usanmak: 501
Tüklan: Tevekkül etmek: 501
Kaffeten: Bütünü. Hepsi birden: 501

Üstad: 466
Nüütî: Gemi reisi, kaptan: 466
Dıteney. (Zazaca.): İki tane: 466
Teseccüd: Secde etme: 467=1466

Ramazan: 1091
İklil: Allah Sevgilisi’nin Zebur’da geçen bir ismi. “Müzeyyen Tâç” mânâsına da gelir:
91
Nam: İsim, ad. Lâkab. Ün. Şân. Vekillik. Adres: 91
Kâmil: Bütün, tam, olgun, eksiksiz. Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü adam.
Âlim, bilgin kişi: 91
Hemmame: Akreb: 91
Cezzaf: Ağ ile balık tutan balıkçı: 91
Bedia: Nadide ve güzel, yeni icâd edilmiş şey. Beğenilen ve takdir edilen çok yeni şey:
91
Hayia: Şiddetli ses: 91
İfade: Anlatmak. Fayda vermek, fayda tutmak: 91
Fuad: Kalb, gönül, yürek: 91
Palavan: Süzgeç: 91
Tufa: Sihir, efsun: 91
Viata: Sarı gül: 91
Vildan: Çocuklar. Kullar. Köleler: 91
Amen: Çok veya en emin ve güvenilen: 91
Âmin: Gönlü müsterih, kalbinde korku olmayan. “Emniyet ver.”: 91
Nihale: Yeni taze fidân. Avcı korkuluğu. Döşenecek şey. Döşeme: 91
Mâlik: Sâhib. Malı elinde bulunduran. Cehennem zebanilerini idare eden meleğin adı:
91

İDAM
Levha: 10 Aralık 2003… Haydarpaşa Hastahânesi’nin oraya benziyor. Beni idama
götürüyorlar. Yürürken, beni müthiş bir yücelik duygusu basıyor. Vakit gece. Karşı taraftan
tek sıra hâlinde idama götürenler ve muhafızlar geliyor; yanımdan geçerken, o gençlere
tebessüm ve heyecanla, “dik durun, dik!” diyorum. Yolda aklıma firar etmek geliyor. Ama
nasıl? O sıkıntı içinde iken, durduğumuz bir yerde bir ânlık boşluktan faydalanarak orada
bulunanların arasına karışıp kaçıyorum. Birkaç yüz metre ilerde, bina olmayan yol kenarı
küçük bir tepeciğin kenarındayım; yanımda, bana yardım için Faik ve Neclâ. Ama ne
yapacağımızı bilemiyoruz. Para da yok. O sırada yanımıza Selim Gürselgil geliyor ve mont
giydiriyor. Sonra, bilmem ne kadar ettiğini söyleyerek, küçük bir GÜMÜŞ YÜZÜK veriyor.
O işlemeli yüzüğün parmağıma olmayacağını söyleyerek geri vermek istiyorum; o,
“bozdurursun bu kıymetli bir yüzük!” diyor. Durumu izâh ederken, yüzük, kaşlı bir altun
yüzük oluyor. (Altun imiş!) Rengi de esmere çalıyor. Üzerinde 15 gibi bir rakam okuduğum
mührü andıran yüzüğü alıyorum. Haydarpaşa Garı’nın, vagon ve depolar bulunan bir bölümü.
Üst üste yığılmış pamuk balyalarının bulunduğu bir yerde, solcu gençler, bir hocayı
yakalamış, “yakacağız!” diye gösteri yapıyorlar. Aramızda ünsiyet var, bize kaçmamız için
yön de gösteriyorlar. Sonra, nasılsa resmî bir dairenin içinde, -çıplakım”, bir odada acele
giyinmeye çalışıyorum; kıyafet değişimi. Benimle ilgili olup olmadığını bilmediğim
koşuşturmalar oluyor. Yenicâmi önündeyim. Ardından vapur iskelesinde bilet almaya
çalışıyorum.

Panzde(h): Onbeş:
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069
Hiyan: Devre, zaman: 69
Hindî: Hind’e âit. Hind ahalisinden olan: 69
Ahkem: En hâkim ve akıllı. En sağlam. En kuvvetli. En çok hükmeden: 69

Davud: (Füsus-ül Hikem’de, Davud Aleyhisselâmla ilgili vücudî hikmet
hakkında, M.Nuri Gençosman: Vücud hikmetinin Davud’a nisbet edilmesi, vücudun
bütün kuvvet ve kemâliyle onda tecelli etmiş olmasındandır. Kur’ân’da “Ya Davud, biz
seni yeryüzüne halife kıldık, halk arasında adaletle hükmet” âyetiyle Davud’a tevcih
edilen halifelik, Âdem’e verilen hilafetten başkadır. Çünkü Davud, vücudun kemâl
mertebesinde halife olmuştur. Âdem’deki hilafetin bazı hükümleri kuvveden fiile
çıkmadı. Lâkin Davud, “mülkünü şiddetli kıldık, ona hikmet ve fasl-ı hitab kudreti
verdik” meâlindeki âyetiyle ilâhî tevcihe mazhar bir halife oldu.): 15
Hud: Büyüklük. Çok hürmet. (Hud Aleyhisselâmda tecelli eden EHADÎ hikmet:
Ehadiyyet hikmetinin Hud’a isnadı, onun birçok mazharlardan tek ve eşsiz olan Rabb’ı
müşahede etmesi ve Allah’ın fiillerinin-işlerinin birliği ile tevhid etmesidir.9: 15
Piç: Büklüm, kıvrım, dolaşık. (Evveli bilinmeyen hâl. Kadim.): 15
Hubbe: Dostluk: 15
Udric: Sarı kaftan. Hızlı ve çok yürüyen at: 1014=15
Bevj: Anafor. Şiddetli kasırga, su çevrintisi, girdab: 15
Beyyab: Saka, sucu: 15
Yad: Anma. Hatırda tutma. Zikretme. Hediye. Hâtıra. Hatır, gönül. Uyanıklık: 15
Âvâz: Sâda. Yüksek ses. Şöhret: 15
Eyd: Kuvvet: 15
Hicac: Hüccet, delil. Senet göstererek tartışmak ve görüşmek. Göz çukuru ve kaş
kemiği: 15
Huzur: Hazır olmak. Huzurda bulunmak. Hürmet edilmesi gereken büyüklerin yanında
bulunmak. Gönül rahatlığı: 1014=15
Cebhe: Yüz, ön taraf. Harb sahası. Alın. Bir binanın veya cismin ön tarafı. Ayın
menzillerinden birinin ismi ki, arslan suretinin cebhesidir, dört yıldız arslan alnına
benzetilmiştir. Bir kavmin veya cemaatin seyyidi: 15
Ceya’: Yağmur. Baran: 15
Eyyid: “Kuvvetlendir, teyid et, devam ettir” meâlinde: 15
Hazıra: Medenî, şehirli. Bir yerde mukîm olmuş: 1014=15
Hidc: Yük: 15
Hudur: Hazırlık: 1014=15

Hatem: Mühür. Üzerinde yazı olan ve mühür yerine kullanılan yüzük. Son. En
son: 1041
Sülasî: Üçlü. Üçe mensub: 1041
Hatım: Yüzük: 1041
İlâhe: 41-42
Lebaçe: Hırka: 41
Ehille: Hilâller: 41
Ümm: Asıl, esas. Ana, anne, valide. Nine. Başlıca olan şey: 41
Valid: Doğurtan, baba: 41
Vilad: Doğurmak: 41
Celece: Kafa, baş: 41
Hale: Ay ve güneşin etrafında görünen parlak daire: 41
Manzume: Şiir. Sıra, dizi. Sistem: 1041
Tahayyül: Hayâlde canlandırmak: 1040=41
Mug: Mecusi. Zerdüşt: 1040=41
Âlî: Yemin eden. Yemin edici: 41
Büluc: Zâhir olmak, görünmek. Parlamak, Ruşen olmak: 41
Mâ: “Biz” mânâsındadır: 41

Savlec: Gümüş. (Saliha: Safi gümüş.) Misk: 129
Salih: 129
Ali Rıza Bezzaz: (Mahmud Efendi’nin şeyhinin şeyhi.): 1128=129
Latif: Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasib. Güzel şirin. Küçük ve hoşa giden.
Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. Çok lütuf edici. Derin, gizli. (Esma-i Hüsna’dan,
El-Lâtif: Lütfedici): 129
Fatm: Kesmek. (Salm: Kesmek… Salma’: Kesmek.): 129
Salih(a): İşe yarar, elverişli, uygun. Haklı olan, itikadli, dindar. Faziletli: 129
Nigin: Yüzük. Mühür, hatem: 130=1129
Lâm: (Bu harf, Dâ’va cetvelinde Allah’ın “Lâtif” ismine denk geliyor. Sayı değeri de):
129
Nat’: Zâhir olmak, aşikâre olmak, görünmek. Sahtiyan döşek: 129
Nücu’: Eser yapmak. Duhul etmek, girmek: 129
Hendesî: Geometrik şekle dair. Geometri ile alâkalı ve müteallik: 129
Sebzin: Rengi yeşil. Yeşil renkli: 129
Cessase: Kruvazör, harb gemisi: 129
Mahmule: Yük. Hamule: 129
Seyehan: Gezi, seyahat. Gölgenin güneşle birlikte dönmesi: 129
Revak-ı Uhreviyye: Mezar, ahirete açılan yer: 1129

Zerrin: Altundan yapılmış. Sarı: 267
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266=267
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki, (Felak ve Nâs) sûresi: 1267

Ebu-l fadl: Altun: 950
Kazim: Gümüş. Yazmada kullanılan beyaz deri: 950
Santit: Ulu, kerim kişi: 950
Mifzal: Fazilet ve şeref sahibi: 951=1950
Mukzî: Gerekli görülmüş. Hüküm ve kaza olunmuş. Tamamlanmış: 950
Mizra: Kürek, yaba: 950
Muhaşşî: Korkutan, ürküten: 950
Muhadeşe: Tırmalama, sıkıntı verme: 950
Müşteri: Bir yıldız ismi. Jüpiter. Malı parayla alan. İstekli, arzulu: 950
Neşter: Ameliyat bıçağı: 950
Hırfu’: Pamuk: 950
Hezreme: Süratle okumak. Süratli kelâm: 950
Makzî: Kaza olunmuş, ödenmiş olan. Ödeyici. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl
edici olan: 950
İstiftah: Siftah etmek. Başlamak. Açmak: 950
Mufaddel: Faziletlendirilmiş, diğerlerinden fazilet itibariyle temayüz etmiş: 950
Mültefet: Kendisine iltifat edilmiş: 950
Mültefit: İltifat edici. Dostluk gösteren: 950
Müstemit: Harbte ölmekten korkmayan yürekli kimse: 950
Müstetim: Tamamlanmasını isteyen: 950
Şüntür: Parmak: 950

İn’idam: İdama gitme. Mahvolma. Yok olma: 166
Küsuf: Güneş tutulması: 166
Kavs: Yay. Yay biçiminde olan şey. Dokuzuncu burcun adı. (Mesiha: Gümüş parçası.
İyi ve yeni yay.): 166
Menmul: Üzerine karınca üşüşmüş olan şey: 166
İlliyyun: Cennetin en yüksek tabakası: 166
İs’ad: Yükseltmek, yukarı çıkarmak. Mekke’ye gitmek: 166
Misyon: Bir vazife ile bir yere gönderilen heyet. Bir şahıs veya heyete verilen vazife:
166
Sevk: Önüne katıp sürmek, ileri geçmek. Yollamak, göndermek. Neticeye bağlamak:
166
Vaks: Fahişe kısmının fahişeliğini zikrederek anlatmak: 166

BİT
Levha: (…) Aralık 1984… Bir bit veya pire… Küçüklüğüne nisbetle misilsiz büyük
birşeyi altediyor… Bit veya pire mânâda imiş ve altettiği de mânâda!..

Levha: (…) Kasım 1995… Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin eseri… “Bit veya pire
hakkında ilk defa yazan odur!” diye beni kasteden bir cümle görüyorum!..

Kazez: Pire. (Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Bir devim ki ben, hakikatte pireyim, -
Bir delik gösterin de utancımdan gireyim!): 1500
Güft: Dedi. Söyledi: 500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500
İlle(t): Esas, sebeb. Vesile. Hastalık, maraz, dert, sakatlık. Mûcib, maksad, gaye: 500
Mülkiyet: Mülk sahibliği: 500
Sît: Ün, şöhret, nam. Çatırtı, patırtı, gürültü: 500
Til’: Çok şaka yapan, iltifat eden: 500
Allet: Kişinin evliyken, ikinciyle evlenmesi. Üvey ana: (Nikâh, hangi mevzuda olursa
olsun, üçüncü bir şey meydana getirmek için iki şeyin birleşmesidir; ilimlerde de böyledir…
Rabbe: Üvey ana… Rabb: Sahib, mâlik, seyyid. Besleyen, yetiştiren, terbiye eden.
Müstahik.): 500
Metin: Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Esma-i Hüsna’dandır:
Kuvvetle kemâl.): 500
Ulat: Demir örs. (Üstadım’ın “Çile” isimli şiirinden: Ensemin örsünde bir demir
balyoz…): 500
Temelmül: Bir milletin ferdi olma, milletlenme. Bir dine bağlı olma. Hastalığın
etkisiyle yatakta rahat yatamayıp, kımıldanıp durma: 500
Tekemmüm: Örtünüp bürünme: 500
Temlik: Mal sahibi etmek. Mülk olarak vermek. (Ni’me: Mal. Sanat… Mal,
“meyilden” gelir; meyliniz Allah’a olsun… Hadîs: “Söz odur ki, Lebid’in söylediği: Allah’tan
başka her şey bâtıl!”… Böyle bir fenâ-yokluk idrakinde, Yunus Emre’nin söylediği: “Mal da
yalan, mülk de yalan, -Var biraz da sen oyalan!”… Fuzulî: “Men kimem, sakî olan kimdir,
mey-i sahba nedir”… Üstadım’ın söylediği: “Ver cüceye onun olsun şâirlik”… Hadîs:
“Nefsini bilen Rabbini de bilir!”… Rabbi bilmenin sonsuzluğu içinde, ne dersen de, kul haddi
bâki… Bu çerçevede Üstadım’ın sözkonusu mısraının yine muvazenede kalmayı gösteren
devamı: “Şimdi gözüm büyük sanatkârlıkta!”): 500
Atik: Sâfi nesne, saf olan şey. (Atik: Soyu temiz. Necib. Esaretten serbest bırakılmış
olan. Genç kız. KADİM. İhtiyar. Yavru kuş. Eski. Hazret-i Ebubekir’in bir nâmı.): 500

Hamke: Bit: 73
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072=73
İstisak: Bir kimseden itimad edilir bir vesika ve sened alma. (TAKDİM yazım
meselesi.): 1072=73
Cümmel: Harflerin sayı değerine göre hesaplanması. Ebced: 73

Kaml(e): Bit: 7170
Kuddüs: Kur’ân’da ismi geçen peygamberlerdendir. İbrahim Aleyhisselâmın oğlu,
Yakub Aleyhisselâmın babasıdır. (M.Nuri Gençosman: “Hakikî Hikmet”in Hazret-i İshak’a
isnad edilmesi, babasının rüyâsı kendi hakkında gerçekleşmiş olmasındandır. İbrahim
Aleyhisselâm, misâl âleminde gördüğü mücerred hayâli, his âleminde oğluna tatbik edince,
Allah onun rüyâsını oğluna mukabil bir koç göndermek suretiyle –tevil yoluyla- hak kıldı.
Bundan dolayı “Hakikî Hikmet” İshak Aleyhisselâma nisbet olundu. Kur’ân’da, İbrahim
Aleyhisselâmın Hak yoluna kurban etmek istediği oğlunun İshak veya İsmail Aleyhisselâm
olduğu hakkında sarih bir hüküm yoktur. –Büyüklerden bir kısmı biri olduğuna, diğer kısmı
öbürü olduğuna hükmetmişlerdir.): 170
Kavanoz: (Üstadım’ın bana ithaf ettiği Noktalama’lardan, KAVANOZ isimlisi: Bir
cümbüştür kopsa da yakamozlarda, -Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda.): 170
Sem’: İşitmek. Kulak vermek: 170
Hak-bîn: hakkı gören, hakikati gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan:
170

Hüri’: Bit: 285
Ferda: Yarın. (İstikbal.) Bir olarak. Tek olarak: 285
Gerdune: Araba, otomobil. Zatıyla hareketli: 285
Naka- i Sâlih: Salih Aleyhisselâmın bir mucizesi olarak, kayadan çıkan devesi
hâdisesi: 285
Fevr: Hemen. Birdenbire: 286=1285
Kamkame: Büyük, derin deniz: (Kamus: Deniz. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat
kitabı.): 286=1285

Tamir bin tamir: Aslı bilinmeyen kimse. (Kadim: Evveli bilinmeyen hâl ve
keyfiyet. Başlangıcı olmayan.) Pire: 552
Mehdî Salih izzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322=1552
İktina’: Yığma, biriktirme. Çalışarak kazanma. Meslek edinme. Tuzak kurup avlanma.
Sermaye verme. (İBDA’: Birine, kâr tamamen kendine olmak üzere sermaye verme.
“Evetleme” duygusuna hitab etme, kandırma, doyurma. Sorulan şeye güzel cevab verme.):
552
Maaliyat: İnsan aklının yetişemediği veya zor yetiştiği yüksek fikir ve derin bilgiler:
552
Tenazur: Birbirine karşı olmak. Simetri hâli. Bakışmak. Bir iş hususunda birbirine
bakmak: 1551=552
Münasat: Unutma, nisyan: 552

Kazzan: Pire: 851
Şefaat: Af için vesile olmak: 851
Ruhamî: Mermerden yapılmış, mermerle ilgili: 851
Dain: Doğruluk. Maden. Asıl: 851
Te’mit: Zihnen tahmin etme: 851
Mazî: Geçmiş zaman. Geçen, geçmiş olan: 851

Haduş: Pire. Sinek: 318
Kurduh: Maymun. Küçük karınca: 318
Harîk: Yangın, ateş: 318
Rahik: Safi şarab. Cennet şarabı: 318
Tahzir: Korkutmak: 1318
Mürcia: Sonunda marifeti olan şey: 318

Tasrah: Karınca. Bit: 717
Teşbih: Benzetmek, benzetilmek. Bir vasıfta vehmetmek: 717

Şüpüş: Bit: 602
Amene’r-Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: 602
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322=602
Sa’leb(e): Tilki: 602
Rakşa’: Alaca yılan: 602
Muktebis: İktibas eden: 602
İsti’mal: Kullanmak. Faydalanmak: 602

Usam: Pire: 611
Kamer Sûresi, 45. âyet: (Mahmud Efendi Hazretleri, 2005’in Temmuz ayında tek
kişilik hücreye konuluşumdan üç ay sonra, niyetini bana bıraktığı 1000 İhlâs Sûresi ile
birlikte, 1000 bu âyeti yollamıştır… Meâli: Toplulukları dağıtacak, yüzgeri edeceklerdir.):
611
Derviş Muhammed: 520+92=612=1611
Hıbat: Yüzde olan dağ ve nişân. (Ben): 611
Misfat: Süzgeç. Tasfiye âleti: 611

Fer’a: Bit. Yüksek yer: 355
Kannur: Başı büyük kişi: 356=1355
Ferhenk: Lûgat kitabı. Edeb. Hüner. Hikmet. Azamet. Marifet. Bilgi: 355
Serencam: Başa gelen ibretli hâdise. Bir işin sonu. Vak’a: 355
Meşhud: Görünen. Şehadet edilen. Allah Resûlü’nün bir ismi. Göz ile görülmüş.
Cuma günü. Kıyamet günü: 355
Nâşid(e): Şiir okuyan, şiir yazan: 355
Nukre: Külçe hâlinde gümüş: 355
Arefe: Kurban Bayramı’ndan bir önceki gün: 355
Sernâme: Takdim, önsöz. Mektub, kitab vesairenin başına yazılan yazı: 355
Muşa: İki renk üzere dokunmuş elbise: 356=1355
Kurun: Asırlar. Devirler. Çağlar: 356=1355
Karun: İki şeyi bir araya getiren: 356=1355

Kehl(e): Bit. Otuz yaşını geçmiş, saçına aklar karışmış kimse: 55
Necib: Cömert, kerim kişi: 55
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055
Çeneb: Sünnet: 55


Cünbuh: Büyük bit: 655
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 59+293+1302=1654=655
Müstenkıh: Anlayan, idrak eden: 655

3.07.2008- 78.SAYI
BOLU DAĞI KAFTANI

Levha: (…) Mayıs 2006… Birinin önünde MÜNŞEAT (Önsöz-Bayramlık) isimli


kitab var, ona bakıyor. Sonra kitabı kapatıp, “Salih Mirzabeyoğlu’na Bolu Dağı kaftanı
giydirildi!” diyor. (Neslihan Erdiş)

Bolu Dağı: 44+1015=1059
Mehdî: 59

Bolu Dağı: 1059=60
Sin: İNSAN. Bir harf. (Ebced değeri.): 60
Büyük Doğu: 1060
Müeyyed: Teyid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış.
Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş: 60

Bolu (Boli) Dağı: 48+1015=1063
Amije: Şâir. Karışmış, karışık: 63
Bina: Gören, görücü. Göz: 63
Biyan: Gece. Gece gelen belâ: 63
İncah: İşi tamamlama, işi bitirme. İsteğe erme: 63

Bolu(Bolî) Dağı: 48+1015=1063=64
Mehdiyye: Mehdî’ye âit ve müteallik: 64
Nuh: (Nuh Aleyhisselâmda tecelli eden hikmet, Sübbuh-çok tesbih eden, Allah’ı
imkân âlemine âit hükümlerden tenzih kılan, onu noksan sıfatlardan ârî bilen… Şehir,
Süryanice’de “su” demek; Bolu-Bolî de, “polis-poli; şehir”den gelme.): 64
Celâl: Nihayet derecede büyüklük. Azamet. Hiddetlilik, hışım: 64
Necîb: Soyu temiz. Nesli temiz. Asilzâde. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65=1064
Südd: Dağ. Bulut. Mâni, engel: 64

Heftan: Kaftan: 536
Seyyid Abdülhakîm Arvasi (sin ile): 74+184+278=536
Keynunet: Varlık, var olma: 536
Fettane: Mehenk taşı. Altun ve gümüşü muayeneye yarayan taş: 536
Afinite: Aşk-ı kimyevî: 536
Lehas: Susuz kişi: 536
Mütenevvim: Rüyâ gören. Uyuyan: 536
Müste’hil: Lâyık ve ehil olan: 536
Mü’temen: İnanılır, güvenilir, itimad edilir: 536
Fütun: İmtihan ve tecrübe etmek: 536
Sevl: Bal arısı: 536
Tevakkul: Dağ üstüne çıkmak: 536
İntifad: Bir şeyi tamamen alma. Tükenme, bitme: 536
Müteveffa: Vefat etmiş, ölmüş: 536

Bolu Dağı Kaftan(ı): 1059+631=1690
Tahaf: İnce ve şeffaf bulut: 690
Mahdum: Oğul. Evlâd. Kendisine hizmet olunan. Efendi: 690

Bolu Dağı Kaftan(ı): 1059+631=1690=691
Ehass: Daha hususi, daha yakın, daha halis. Hususi. Ziyâde hâs: 691
Hass: Kâmil ve ileri gelenler topluluğu. Hususi. Halis: 691

Bolu Dağı Kaftanı: 1059+641=1700
Tefekkür: 700
Ratık: Bitişik etmek, bitiştirmek, beraber etmek, karıştırmak. Yırtık bir şeyin
parçalarını bitiştirmek: 700
Ratk: Ulaşmak, yetişmek: 700

Bolu Dağı Kaftanı: 1059+641=1700=701
Osmanlı: 701
Âsir: Bir efsaneyi rivayet eden: 701
Za: Sahib, malik, erbab, ehil mânâlarına gelir: 701
İz: İzin. “Yevm, akit, hîn, hem” gibi keliemelrden sonra ek olarak kullanılır: 701
Sagr: Etrafı kale ile çevrili şehir. Sahil şehri. Tepe veya başka bir yerde mağara. Ağız.
Ön dişler: 1700=701
Âsâr: Öç almalar, intikamlar. Eserler. İzler. Nişânlar. Abideler. Âdetler: 702=1701
Üsür: Yara izi. Kılıcın rengi ve cevheri: 701

Kaba’: Kaftan. Üste giyilen elbise. Cübbe: 104
Adl: Hakkaniyet. Doğruluk. Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek. (Esma-i
Hüsna’dandır.): 104
Kadd: Boy, bos: 104
Mülaheke: Bir nesneyi diğerine gereği gibi yetiştirmek: 104

Hil’at: Kaftan: 1100=101
Gusto: Zevk ve takdir: 101
Karz: Şiir söylemek. Borç, ödünç. Kat’etmek, kesmek: 1100=101
Menbat: Suyun çıktığı yer. Menba’: 101
Mina: Gök mavisi. Parlak saray: 102=1101
Men hüve?: O kimdir? (İsâ Aleyhisselâm hakkında “O kimdir?” diye ayrılık
başgösterdi: O’nu beşer suretinde beliren insanlık vasfı bakımından görenler, “O, Meryem’in
oğludur!” dediler. İnsanlığa temessül etmiş olan sureti bakımından görenler de O’nu Cebrail’e
nisbet ettiler. Ölüyü diriltme cihetinden O’nda beliren kudrete şahit olan kimse onu ruhî bir
varlık olarak Allah’a nisbet eder ve “O Ruhullah’tır” dediler.): 101
Enma: En çok, en ziyâde bereketli ve büyümüş olmak: 101
Duâgû: Dua okuyan, duâ eden: 101

Sevb: Kaftan. Elbise. Bez: 508
Mahmud Encir (Fagnevî): (Hacegân yolunun 12. büyüğü.): 1508

UHUD DAĞI
Levha: (…) Ağustos 2005… Gaibden bir ses, “Uhud Dağı intikamını alacaktır!” diyor.
(İstihareci.)

Uhud: Medine’nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ: 13
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013
Debdab: Haşmet. Azamet: 13
Abî: Suda yaşayan ve suda meydana gelen. Çok mavi: 13
İcah: PERDE, ÖRTÜ: 13

Cebel: Dağ, yüksek tepe. Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fâzıl kimse: 35
Cebl: İhtira, ibda. Yoktan yaratma: 35
Cibill: Yaratılmak. İnsanlardan bir grub: 35
Mahfuz: Hıfzolunmuş, saklanmış. Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış. Korunup
gözetilmiş. Gizlenmiş, saklanmış: 1034=35
Belec: Zâhir ve ruşen olmak. Gözükmek: 35
Galba: Ağaçları gür ve sık olan koruluk bahçe. Pek yüksek ve büyük tepe: 1034=35
Dal: Dal harfi. Ağacın ilk verdiği kol. (Dedi ki: Ruh, kendini, maddesine yerleşme
içindeki alaca karanlıkta bile hassas antenli yaratılışlara ifşa eder. İlk alaca karanlığından
sonra akıl abajura içinde yarı sönük kalacak ve ışığını gizleyecek olan ruh, gerçek pırıltısını
ölümden ötede gösterecektir. “O” zamanüstü bir keyfiyettir; ve ayakları zaman prangasına
vurulunca, yine, zaman, mekân, düşünce ve kelime üstü mahiyetini yaş haddi tanımdan
muhafaza etmekte… Onun içindir ki, kundaktaki çocukla yataktaki ihtiyara âit ruh aynı
yaşta… Dedi ki: Dal harfine gelince… O da iki elif’tir.): 35

Cebel-i Uhud: Uhud Dağı: 35+13=48
Emced: Pek büyük, en büyük, şerefi şânı çok olan: 48
Humme: “Tamam oldu” meâlinde fiil: 48
Hayl: Kuvvet. Havl: 48
Gazalî: 1048
Muhab: Kendisinden korkulan: 48
Mehab: Dehşetli ve heybetli yer: 48
Evliya: Veliler: 49=1048
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Hazırlanmak:
49=1048
Kevkeb: Yıldız. Parıldamak: 48
Macid: Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim: 48

Uhud Dağı: 13+1015=1028
Vahîd: Yalnız, tek. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlûka müsavi olmayan ve tek olan
meâlindedir. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 28
Ebu Eyyub: Deve, cemel: 28
Ekheb: Gök renkli, mavi renkli: 28
Kâz: Makas: 28
Hıyat: Perdeler. Mânialar: 28
Hiyat: Bir şeyin etrafını çevirme: 28

İntikam: Öc almak. Hınç ve acı çıkarmak: 592


Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1312=1592

Müntakim: İntikam alan, öc alan, suçluya cezasını veren. (Esma-i
Hüsna’dandır.): 630
Müsteslim: Müslüman olan. Teslim olan, boyun eğen: 630

Nakm: İntikam, öc alma. Eza vererek cezalandırma: 190
Mütefekkir Hüseyin Mirzabeyoğlu: 740+128+322=1190
Mütefekkir Mevlâna Mirzabeyoğlu: 740+128+322=1190
Nefs: Göz. Ruh, can. Kendi, öz varlık. Maya. Hamiyet: 190
Mu’lin: İlân eden. Herkese bildiren: 190
Mükeffen: Kefene sarılmış, tekfin edilmiş: 190
Muammem: Sarıklı olan: 190

Âsâr: Öc almalar, intikamlar. Eserler. Nişânlar. Abideler. Adetler: 702
Basiret: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Feraset. İbret alınacak hidayet sebebleri.
Beyyine. Hüccet. Bir evin iki tarafının arası. Yer üstündeki kan: 702
Kıraat: Okuma. Düzgün ve çabuk okuma: 702
İrtisam: Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişânlı olmak. Emrolunan şeye
imtisâl etmek. Allah’a iltica. Tekbir getirmek: 702
Takarrüb: Yakınlaşmak. Yaklaşmak. Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak: 702
Bezz: Galib olmak: 702
Kurbet: Yakınlık. Allah’a mânevi yakınlığa sebeb olan hâl: 702

Uhud Dağı intikamını (alacaktır): 13+1015+662+(747): 2437
Hoca Ali Ramitenî: (Hacegân yolunun 13. büyüğü): 1436=437
Gulet: İki direkli ve yan yelkenli gemi: 1436=437
Vülat: Vâliler. Sahib çıkanlar. Koruyan, muhafaza edenler: 437
Benefşe: Menekşe. Mor: 437
Lehbet: Susuzluk: 437
Tezekkî: Mânevî temizlenme. Ahlâken yükselme. Zekât verme: 437

Uhud Dağı intikamını alacaktır: 2437=1438
Musa Mirzabeyoğlu: 116+322=438
Betûl: Namuslu kadın. Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Meryem’in bir vasfı: 438
Welat. (Kürtçe): Vatan: 438
Tagazzül: Gazel tarzında şiir yazma. Gazel söyleme: 1437=438

Uhud Dağı intikamını alacaktır: 2437=439
Dabbet-ül arz: Hadis-i şerifle haber verilen, ahir zaman alâmetlerinden olan bir nevi
mahlûk: 1439
Tecahül: Bilmemezlikten gelme: 439
Cehalet: Bilmezlik: 439

MÜNŞEAT
Levha: (…) Mart 2004… Bir orman ve onun içinde devletin yaptırdığı üç gizli okul.
Bu sırada denizden bembeyaz giyinmiş-beyaz entarili ve sarıklı, beyaz ata binmiş bir adam
çıkıyor, beliriyor; ve Kumandan’ın “Münşeat” isimli kitabından ona âit resimleri, o
ormanlığın üstüne-içine atmaya başlıyor. (Nuray Zor.)

Münşeat: 791
Nesli-han: (Necib, soylu.): 791
Münbesir: Yüksek, mürtefi: 792=1791
İktisar: Sözü kısa kesmek. Kısaltmak: 792=1791

Devlet: 440
Kısakürek: 441=1440
Goethe: (Yevmiye: Goethe’nin bir sözü var: “Bir nizâmsızlık yapmaktansa, haksızlık
yapmayı tercih ederim!”… Bilmezler ki, en büyük haksızlık, nizâmsızlıktır… İslâm, baştan
başa nizâm demektir!): 440

Mekteb: Yazı yazacak yer. Okul: 462
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1302=1462
İfrât hâlde tecrid. (Noktasız harfler): 463=1462
Esrar: Sırlar. Gizli hikmetler ve mânâlar. Bilinmeyen şeyler. Elde ve el ayasında olan
hatlar: 462
Büniyye(t): Her nesnenin aslı ve yaratılması. MEÇHUL YOL. Sazan balığı: 462
Tahmid: Hamdetmek. Medhetmek: 462
Mütezayid: Gittikçe artan, çoğalan: 462
Tebeyyün: Belli olmak. Sabit olmak. Görünüp anlaşılmak: 462
Zemherir: 12 Aralık’tan 31 Ocak’a kadar olan şiddetli soğuk devresi: 462

İmame: Sarık: 156
Afuvv: Bağışlayan. (Esma-i Hüsna’dandır.): 156
Yusuf: (Yusuf Aleyhisselâmda tecelli eden “Nurî” hikmet: Bu hikmedin O’na isnadı,
nuranî âlem olan misâl âlemine âit hakikatleri keşfederek rüyâ tâbirini öğrenmiş
olmasındandır. Gerçek rüyâ, misâl, yâni hayâl âlemine âit bir tecelli olduğu için, hakikati tâbir
ilmiyle anlaşılır.): 156
Nasiye: Çehrenin gösterişi, alın, yüz: 156

Şehba: Kır at, kır katır. Kır renkte olan şey. Tam techizatlı asker birliği. Pek
kıtlık sene: 308
Rezzak: Bütün mahlûkatın rızkını veren. (Esma-i Hüsna’dandır.): 308
Arvasî: 308
Jandarma: Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya
mensub silâhlı kuvvet, bu kuvvette yer alan asker. (Yevmiye: Üstadım, Erkekçe dergisine
edebiyattaki en büyük eksiliğin ne olduğunu bildiriyor: Bizim en büyük problemimiz
“Jandarmöri-nizâm” kuramayışımızdır. Bu, Tanzimat’tan evvelki şâirlerde mükemmel olarak
vardı. Kendileri bizzat hem kritiktiler, hem şâirdiler. Kültür, “piyadestalleri-temelleri” vardı.
Ondan sonra her şey bozuldu.): 308
Eşheb: Kır at. Kır, çil renkte olan aslan. Soğuk gün. Bir nesnenin kenarı: 308
Evrak: Sahifeler. Yapraklar: 308
Gölgeler: 308
Huşş: Hacet mevziî. Helâ. (Huş: Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. Ruh, can.
Ölüm, zehir… Huşu’: Hayâ etmek ve mütevazi olmak. Korku ile birlikte sevgiden gelen
edebli hâl. Yüksek ve heybetli bir huzurda bir huzurda duyulan alçak gönüllülük.): 308

İflâk: Mânâ ve kelime icadetme. Şiir okurken fesahat üzerinde olmak: 212
Tarih: Hâdiseye vakit tâyin etmek. Zaman tesbiti. Geçen hâdiseleri kaydetmekten
doğan ilim. Vak’anın vukuuna vakit tayin eden söz ve makam: 1211=212
Pîr: Yaşlı. Reis. Bir tarikat –yol- kurucusu. Herhangi bir meslek ve sanatın tesis
edicisi: 212

BALIK OLTASI
Levha: 9 Ekim 1985… Bir geminin açık ön tarafındayım… Yanımda bir sürü yolcu…
İki-üç kişi olta atıyor… Biri 1-1,5 metre, diğerleri normal büyüklükte balık tutmuşlar…
Geminin bizim bulunduğumuz kısmı, havuz gibi su dolu… Balık çıkarırken, birinin
oltasındaki iğne benim sağ baş parmağıma batıyor… Çıkarıyorum!..

Şast: Balık oltası. Okçuların baş parmaklarına taktıkları yüksük: 790
Şast: Altmış (60): 790
İzzet Mirzabeyoğlu: 790
Münşeat: 791=1790
Destgork. (Kürtçe): Eldiven: 790
Mütearrif: Bir şeyi araştırarak bilen. İrfan sahibi: 790
Müteşekkil: Herhangi bir şekil alan. Meydana gelmiş olan: 790
Mütereffi’: Ululuk gösteren. Yukarı kalkan, yükselen: 790
Teşeffî: Öc almak. Rahatlamak. Şifâ bulmak: 790
Ta’yiş: Diri tutmak: 790
Hıssîs: Hâslık: 790

Masî. (Kürtçe): Balık. (Yehmur: Yeri götüren balık. Çok konuşan adam. Çok
çalışkan ve işe cüretli.): 111
Elf: 1000. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek: 111
Elif: Birinci harfin adı: 111
İns: İNSAN: 111
Masî: Pervasız, korkusuz, cesur: 111

EBU ZER HAZRETLERİ


Levha: 29 Haziran 2007… Kumandan’ın 21 Haziran’daki mahkemesi… O günkü gibi
kalabalığız. Sahabîlerden Ebu Zer Hazretleri de orada, bizlerle sohbet ediyor. Esmer, gür ve
simsiyah sakallı; sırtını biraz da yorgunluktan duvara dayamış vaziyette. Bütün sahabîlerde
Kumandan’a yardımcı olabilmek için bir rekabet olduğunu ve bütün arkadaşlarının bunun için
gayretkeşliklerini anlatıyor. Sahabîlerin büyükleri de orada imişler. (Aydın Alkan)

Sahabî: 111
Vesile: Bahane. Sebeb. Fırsat, elverişli durum. Baba. Kendisi ile başkasına erişilen
şey. Cennet’te bir menzil ismi: 111
Sima: Yüz. Çehre. Beniz. Eser, alâmet: 111
Zidk: Sıdk, doğruluk: 111
Kuvve: Kuvvet. Güç. Selâhiyet. İktidar. Fikir. Niyet. Hasse. His. Duygu. Meleke.
Kabiliyet: 111
Ma’raz: Bir şeyin arzolunduğu yer. Göründüğü yer: 1110=111
Ma’: Yeryüzüne yayılıp döşenmek: 111
Salik: Bir yolda giden. Bir tarikat yolunda olan: 111

Ebu Zerr-i Gıffarî: İlk müslüman olanların beşincisi. Hazret-i Ali kendisine “İlim
dağarcığı” lâkabını vermiştir: 9+900+1291=2200
Ması’: Sağlam vücutlu kimse: 200
Saduk: Çok sâdık: 200
Nefis(e): Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi: 200
Nesif: İki kişi arasındaki sır: 200
Semsem: Tilki: 200
Münselik: Bir yola girip orada giden. Bir tarikata girmiş olan. Bir meslek tutan: 200
Münakade: Bir şeyin iyisini kötüsünden seçip ayırmak: 200
Nef’: Fayda, yararlılık. Faydacılık: 200
Na’f: Sütü çok olan deve: 200
Fen’: Malın çok olması. Misk kokusunun etrafa yayılması. Bir kimsenin iyiliğini ve
ihsanını söyleyip medhetmek: 200
Usm: Her nesnenin bakiyyesi, artık: 200
Müdafaa: Defetmek, savmak. Düşman hücumunu menetmek. Mahkemede iddia
karşısında savunma: 200

Ebu Zerr-i Gıffarî: 2200: 1201
Nafi’: Menfaatli. Faydalı. Şifalı. (Esma-i Hüsna’dandır: Dilediğine menfaat verici.):
201
Sümak: Hâlis, safi: 201
Enfüsî: Bir kimseye mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına âid. Sübjektif:
201
Kasım: Taksim eden, ayıran, bölen: 201
A’kad: En akıllı: 201
Alemeyn: İki dünya. Dünya ve ahiret: 201

“ÖNSÖZ”
Levha: 29 Kasım 2004… Oda gibi bir yerde, Üstadım elinde mikrofonla ayakta, yine
ayakta olan 5-10 kişiye, “Münşeat”ın “Önsöz”ü ile ilgili, aleyhte bir şeyler söylüyor. Birinin
pislik yaptığını düşünüyorum ve bununla ilgili konuşurken, onu yarı açık kapıdan yan odadaki
birilerinin yanında görüyorum. Bu meseleyle ilgili, Sadık’ın 18-20 yaşlarındaki oğlunu
tokatlıyorum. Bu sırada içeri, Sadık’ın babası matruş yüzlü bir adam giriyor. Aynı meseleyle
ilgili, onun da yakasına yapışıp tokatlıyorum.

Önsöz: 129
Salih: 129
Ta’n: Hoş görmemek. Kötülemek. Muhalifin iddalarını çürütmek. Vurmak. Dahil
olmak, girmek: 129

Sername: Önsöz. Mektub, kitab vesairenin başına yazılan yazı: 356
Haşimî: Peygamber sülâlesinden gelen. Bir tarikat şubesinde olan: 356
Karun: İki şeyi bir araya getiren: 356
Muşa: İki renk üzerine dokunmuş: 356
İnşad: Şiir okuma. Şiiri, kaidesine uygun ahenkle okuma. Sesini yükseltme. Arayıp
soruşturma. Birisini hicvetme. Kayıp olan bir şeyi haber verme: 356
Nevresm: Yeni çıkma, yeni moda: 356
Füru’: Çocuklar. Bir kökten ayrılmış kısımlar. Dallar: 356
Neşv: Canlıların büyümesi, boy atması. Yeniden hayata gelmek: 356
Şinev: İşiten, duyan: 356
Gırnevk: Su kuşlarından boynu uzun bir kuş. Telli turna. Kuğu kuşu: 1356
Ruz-efzun: Uzun ömürlü: 357=1356

Mukaddeme: Önsöz. İlk söz. Başlangıç. Önde gelen. Giriş: 189
Münhamenna: Allah Resûlü’nün ismi mânâsına, Tevrat’ta geçen İbranice bir isim: 189
Akide: İnanılan ve itikad edilen esas. İmân: 189
Kat’i: Mutlak. Şübhesiz. Tereddütsüz: 189
Sabsaba: Dövmek. Ateş etmek. Kahramanlık göstermek. Çok inceltmek: 189
Katf: Tırmalamak. Ağaçtan meyve devşirme. Devşirme mevsimi: 189

Dibace: Mukaddeme, başlangıç, ÖNSÖZ: 25
Dâhiye: Dehâ. Emr-i azim. Büyük iş ve hâdise. Afet, belâ, musîbet: 25
Dayı: Hâl. Vücuda, hususen yüzde olan benek, ben: 25
Keh: Saman. Saman çöpü. (Kâh: Saman… Kah: Sultan.): 25
Acak: Toprak: 25

Let: Dayak, kötek: 430
Faraklit: İncil’de geçen Allah Resûlü’nün bir ismi. El-Faraklit, El-Baraklit de,
hamdeden, hak ile bâtılı birbirinden ayıran, fâruk, hakperest mânâlarına gelir: 430
Tacgâh: Hükümet merkezi: 430
Şisı’: Büyük ve çok mal. Dar yeri. Bir yerin ucu. Nalin kayışı. Bir malı dikkatle
bekleyip koruyan. (Nı’me: Mal. Sanat.): 430
Maksar: Nihayet, son, netice: 430
Furkan: Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. Kur’ân. Kur’ân’ın 25. sûresinin ismi:
431=1430

Feşh: Başına el ile vurmak: 980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312=1980

Tenkid: Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını meydana çıkarma: 564
İ’tisab: Sinirlenme, asabîleşme. Kanaat etme: 564
İktibas: Bir söz veya yazıyı aynen veya kısaltarak almak. İlmen istifade etmek: 564

Tenkid: 564=1563
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+332=1562=563
Necis: Gizlenen, sır, nişân. Gizli olan şeyi halk içinde ifşâ etmek. Bir nevi yeşillik:
563
Sipariş: Ismarlamak, ısmarlayış: 563
İsti’lâ: Yükselmek. Yüce olmak. Terfi’ eylemek. Galib olmak: 1562=563
Mütecessis: Meraklı, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan. Casusluk eden. Hafiye: 563
İ’tisa: Asâya dayanma, baston kullanma: 563
İstikfa: Yetinme, kâfi bulma: 563

İMZA
Levha: 19 Şubat 1988… Üstadım, Ülkücülerden Ali isimli tanımadığım birine, benim
“İslâm’a Muhatab Anlayış” isimli eserimi imzalıyor… Yanımda Mehmed Tarakçı var!..

İslâma muhatab anlayış: 133+652+402=1187
Eflâtunî: Leylakî ve erguvanî arasında, hafif mor karışık renk: 187
İfkah: Öğretme: 187
Vâkıf: Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan. Vakfeden. Duran, ayakta
duran: 187
Vakayi’: Vâki olup zuhur eden hususlar: 187
Sı’sıa: Sığınacak yer. Her nesnenin aslı: 187
Mukavim: Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen: 187
Vifak: Uygunluk. Bir fikir üzerinde anlaşmak: 187

İslâma muhatab anlayış: 1181=182
Zafir: Galib gelmiş olan: 182
Kafa: Baş. Kafa. Ense, arka. Akıl, zekâ, anlayış: 182
Selaman: Bir mekan adı. Büyük ağaç: 182
Mansab: Rütbe: 182
Istıfa: Bir şeyin iyisini seçip ayıklama. Bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek: 182
Fâik: Üstün, üstünde. Diğerinden daha üstün ve değerli. her şeyin güzide ve a’lası.
Başın boyun ile bitiştiği yer: 182

İmza: Kendi ismini veya kendine âit bir işareti, kendisinin kabullenerek yazması.
İcra ve tamam etmek: 843
Bar-ı sakil: Ağır yük: 843
Mürtecir: Kişnemesi güzel olan at: 843

İmza: 843= 1842
Mehdî Muhammed Salih: 842
Dahamet: İrilik, kocamanlık, vücutça büyük olmaklık: 1841=842
Zama’: Susuzluk: 842
Huldzar: Cennet: 842

Mumza: İmza edilmiş olan: 890
Mümzi. İmza sahibi, imza eden: 890
Ruhas: İzinler, ruhsatlar, müsaadeler: 890
Münkız: Kurtarıcı: 890
Mehdî: (En büyük ebced): 1891=2890

Yevmiye: 17 Ocak 1983… Yakınları büyüklerde o türlü fâni olurlardı ki, yazdıkları
mektublara büyükleri tarafından sadece imza atmak kalırdı. Efendi Hazretlerinin, Üstad’ın
makalesini “altun ile yazılacak yazı” diye imzalamasını düşünün… Bu çerçevede İSTİKBAL
İSLÂMIN’dır isimli eserimin mânâsı:
-“Senin de benim imzamla bir eserin olsun… İmzamı atabileceğim eser… Sonra
Büyük Doğu yayınlarından basarız… Büyük Doğu markası altında benim imzamdan sonra ilk
defa basılacak… Büyük mânâsı var’”
-“Çok büyük efendim!”
-“Anlıyorsun işte!”

SÜPÜRGE
Levha: 16 Nisan 1987… Üstadım’la ilgili bir anma gecesi… bu mevzu ile alâkalı,
saplı bir süpürge… Süpürgenin yanında da İZZET diye ismim yazılı bir plaket!..

Rub: Süpürge. Süpürme. (Üstadım: Üstün idrak müessesesi şiir, ilk borç olarak,
elinde kâinat sırlarının anahtarı, O’nun hilkat sırrının ve Kâinat Efendiliği makamının
eşiğinde dize gelecektir. Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi; şâir de boynundaki
süpürücülük borcuyla insanoğlunun en yüksek rütbelilerinden birisi… Ben bu
rütbelerin en yükseği içinde, O’nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o
mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm!): 208
Hürr: Serbest. Esir veya köle olmayan: 208
Çire: Niçin?: 208
Üf’uvan: Erkek yılan: 208

Şaruf: Süpürge: 587
Tevafuk: Birbirine uygunluk. Muvâfık oluş. Rast gelme hâli: 587
İstiane: Duâ. Yardım istemek. İane istemek: 587
İttifaka: Rast gelme: 587
Tevaki’: Fermanlar: 587
İstifham: Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak. Cevab istemek için değil, daha
ziyâde dikkat çekmek ve hisleri kuvvetlendirmek maksadıyla soru şeklinde söyleme sanatı:
587
Huzruf: Pervane. Fırıldak. Değirmen çarkının birisi:1586=587
Şaruf: 587=1586
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1302=1585=586
İftikad: Arayıp sormak. Kaybolmak: 586
Tavsif: Vasıflarını söylemek. Vasıflandırmak. Bilgi, ilim: 586
Teveffuk: Tevfike mazhar olmak: 586
Tevki’: Alâmet, işâret, belirti, nişân. Sultan. Kılıca nakış yapmak: 586
Fakahet: Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak: 586
Efşüre: Lübb, hulâsa, öz, usâre: 586
Lehsan: Susuz: 586

İzzet: Bir kimse zelil iken kavî ve kuvvetli olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer,
kıymet. Kuvvet. Muhterem ve muteber olmak. Bulunmaz derecede az olan şey: 477
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221=478=1477
Alâeddin Attar: (Hacegân yolunun 17.büyüğü.): 477
Cousteau: Kusto: 478=1477
Muvalât: Dostluk: 477
Tahammül: Yüklenmek. Sabretmek. Kaldırmak: 478=1477
İbadet: 477
Tahlil: Müşkül meseleyi halletmek. Bir şeyi kolaylıkla tutmak: 478= 1477
Milahat: Gemicilik. Gemicilik bilgisi: 478= 1477
Tesavi: İki şeyin birbirine denk olması: 477
Mütecellid: Kahramanlık ve celadet gösteren: 477
İsticaze: İzin ve cevaz isteme: 477
Melavet: Vakit, zaman: 477
Mütevaggil: Bir şeyin çok derinliğine giren: 1476=477
Tahnit: Mumyalamak. (Yevmiye: Mumyalamaya karşıyım…): 477
Mütebadil: Birbirinin yerine geçen. Nöbetleşe değişen: 477

KÂTİB
Levha: 18 Kasım 1987… Ufuk, “sen benim söylediklerimi yazıyorsun!” diyor!

Yevmiye: 23 Nisan 1983… Üstadım, “İstikbal İslâmındır”ı soruyor:
- “Kitap kaç sayfa?”
- “Günde iki sayfa demiştiniz, ona göre ayarlamıştım…”
- “Yani daralttın… Rahatça yazabilirsin… Acelesi yok; yavaş yavaş tamamla.
Elimizde Efendi Hazretlerinin notları var…”
Gözden geçirmek üzere geri aldığım eseri, İSTEDİĞİM ŞEKİLDE işleyebileceğimi
söyleyerek Suat Yıldırım’ın tercüme ettiği bir yazıyı verdi. (Sonradan “İslâm’a Muhatap
Anlayış Teorik Dil Alanı” isimli eserimin sonuna, şu notla koyduğum, “Modern Bilginin Işığı
Altında Semavî Dinler Üzerinde Yeni Araştırmalar”: Üstad’ın, “sen sentezcisin, aynen
koyabilirsin” kaydıyla bana verdiği, hiçbir yorumda bulunmadan ve kıymet hükmü
belirtmeden, kıymeti doğrudan Maurice Bucaille’in müslüman olmasında bularak, bu büyük
ilim adamının tetkikini aynen veriyorum.)

Kâtib: Yazan, yazıcı, kitâbet eden. Usta yazıcı: 423
İktab: Yazdırma, dikte ettirme: 424=1423
İstizlal: Gölgelenme. Gölge altına girme: 423
Küttab: Kâtibler. Okul, mekteb: 423
Akruban: Erkek akreb: 423
Hayyut: Erkek yılan: 424= 1423
Şa’ban: Arabî ayların sekizincisi: 423
Tehiyye: Selâm vermek. Hayır duâ etmek. Hazır ve âmade kılmak: 423
Tagziye: Gazâ ettirme, din uğrunda savaştırma: 1422= 423
Tevcih: Döndürmek, yöneltmek. Tefsir etmek. Birisini bir tarafa göndermek. Rütbe
vermek. İki zıd mânâya gelebilen söz kullanmak: 424= 1423

Nüvis: Yazan, yazıcı: 126
Hullebaf: Terzi: 126
Salih: 126
İbn-ül ma: Su kuşu: 126
Yunus: Beni İsrail peygamberlerinden biri. (Yunus Aleyhisselâmda tecelli eden mânâ,
nefes-nefs: Yunus Peygamber, mübtelâ olduğu birçok musibet ve belâlardan nefsini, İlâhî
nefesle kurtardı ve âyette buna işaretle “Biz ona gamdan necat verdik” buyurdu.): 126
Ma’bude: Kadın ilâh heykeli ve emsali put: 126
Me’vud: Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vadeli. Vadesi muayyen ve mukadder olan.
Evvelden takdir edilmiş olan: 126
Mevdu: Emanet bırakılmış, tevdi olunmuş: 126
Nüv’: Açlık: 126

Muharrir: Yazan. Kitap telif eden: 448
Teheccüm: Hücum etme. Saldırma. Acele gitme: 448
Muharrer: Yazılmış. Yazılı: 448
Meth: Kuyudan su çekmek ve sulamak: 448
Muhtazar: Hazırlanmış. Ölüme hazır: 1448

Yevmiye: Kuru sıkı pohpohçular… Pohpoha bakmam, kıymeti yok!.. Benim hayatımı
yazabilecek tek insansın… Tek kelimenin bile israf olmadığına inandığım tek sen varsın;
Sokrat ve Eflâtun gibi… EFLÂTUN, ESERLERİNDE HEP SOKRAT’IN FİKİRLERİNE
YER VERDİ; ONDAN ÖĞRENİYORUZ!

Dedi ki: Beni, hangi mevzuda olursa olsun, hemen görebilmen için tek çare, sadece
düşünmendir. Meşhur masalda, parmağındaki yüzüğü oğar oğmaz “dile benden ne dilersen!”
diye karşına bir zenci köle çıkan çocuk gibi, elini hangi fikir madenine değdirecek olursan
beni bulursun!

Yevmiye: Önüne mikrofon konmuş gibi, “Tanrı Kulundan Dinlediklerim”i yazdım ve
Efendi Hazretlerine ithaf ettim… “İlâh” mânâsına terkibi olarak Türkçe’de kullanılsa da,
“Tanrı”, putperestliğe de şâmil. “Allah Kulundan Dinlediklerim”e çevireceğim.

“İMÂN VE İSLÂM ATLASI”


Levha: 29 Mart 1995… Üstadım bana, SEN HER TÜRLÜ YAZIYI YAZABİLİRSİN,
BUNA LÂYIKSIN diyor… Orada Harun ve İbiş var… Ben, “Üstadım, İmân ve İslâm Atlası
bende, annemde, babamda, hepimizde var; İmân ve İslâm Atlası’nın şemasına nisbetle” diye
onun çok mühim bir eser olduğunu ve Büyük Doğu fikriyatının bu şemaya göre kurulduğunu
farkettiğimi ifâde etmek istiyorum… Bununla ilgili olarak “Tilki Günlüğü” ve “Necib Fazıl’la
Başbaşa”dan bahsediyorum… Fakat lâfımı daha tamamlayamadan, Üstadım sözü ağzımdan
kapıp, “İmân ve İslâm Atlası”na dair bir şeyler söylüyor… Ve, “gazi ana ölüp üstüne toprak
örtüldüğü zaman bitmesin diye, gençliği ön plana almak lâzım!” diyor.

Yevmiye: Biz yazı yazarken kendimizle hep imtihan hâlindeyiz… Mütemadiyen
yazarız, sonra beğenmeyiz çizeriz, sileriz… Burada, ruhumuzda farkında olmadığımız şeyler
oluyor… Biz farkında olmadan ruhumuzda bir şey pişiyor, pişiyor, sonra bir vesile ile ortaya
çıkıveriyor.

İmân ve İslâm Atlas(ı): 102+7+132+100= 341
Ferzend: Çocuk. Yavru. Veled: 341
Erkam: Alaca yılan: 341
Erkam: Rakamlar. Yazılar. (Alt başlığı, “Hayat-Sayı-Matematik” olan eserim): 342=
1341
Esfar: Büyük kitablar, ciltler. Seferler, yolculuklar, yola gidişler. Düşmana karşı
gidişler, akınlar: 342= 1341
Musavvire: Tasvir edilmiş. Suretlenmiş: 341
Eşemm: Burnu kuvvetle koku alan: 341
Sınar: Çınar: 341
Faris: İran. İranlı. Binici, süvari. Ferasetli, anlayışlı. (Hadîs: İlim Süreyya yıldızında
da olsa Farisi biri gider mutlaka onu alırdı.): 341
Istıram: Hürmet etme. Saygı gösterme: 341
Mustabir: Sabreden: 341
Nasır: Yardımcı, yardım eden: 341
Safsaf: Söğüt ağacı: 341
Kuknas: Hindistan’da olan bir cins kuş: 341
Zılliyet: Zâhirî sahiblik. Himaye edici olma. Gölgelik: 1340= 341
Mismar: demir kazık: 341

“Dedi ki”: İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin, ilimlerinin yazılmasına iki kuvvetli sebeb
vardır… Birincisi, Allah Sevgilisi’nin onlara, “Kelâm ilminde müctehidsiniz” buyurmaları,
diğeri ise Hazret-i Ali’nin onlara “Sana semavat ilimlerini öğretmek için geldim”
buyurmalarıdır. Bu sebeblerden başka bu ilimlerin yazılmasına daha büyük ve hayret verici
bir sebeb de, onun talebelerinden birinin naklettiği sözdür: Bize bütün yazılarımızı âhir
zamanda gelecek Hazret-i Mehdî’nin okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu
kadar yazı yazmamın sebebi budur.

“Dedi ki”: İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin, tepeden tırnağa kadar, evliyanın büyüklerini
methetme muhabbetine gark oldukları… Eğer nadir olarak bunların sözlerini tevil etme ve
hakkında söz söyleme cihetine gittilerse, bir niyet, bir hikmet veya keşf ve müşahede ile
gitmişlerdir. Eğer insaflı bir kimse, hâllerinin yüksekliğini, ilim ve amellerinin çok olup,
hepsinde sünnete son derece uyduklarını düşünürse, Hazret-i İmâm’a “keşfî içtihadlar ve
ledünnî ilhâmlar sebebiyle büyüklerin bazı sözlerinin mânâlarının hakikatini veya nasıl olması
icabettiğini bildirmişlerdir” deyip, ancak bu sebeble onların hilâfına söz söyleyebildiklerini
anlar. Bu gibi sözlerine hilâfla, o büyüklerin büyüklükleri inkâr edilmiş olmaz. Çünkü buna
benzer çok şeyler, en büyük veliler arasında da çok görülmüştür; ve hiçbiri inkâr sebebi ile
değildi. Şeyh-i Rabbanî Alâüddevle SİMHANÎ’nin bir meselede Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i
Arabî’ye muhalefet etmesi, o büyüğü inkâr ettiğini göstermez. Görmez misin ki, aynı Şeyh
Simhanî, Muhyiddin-i Arabî Hazretlerine, “Arif-i Sübhanî” demiştir ve birçok kitablarında
onun yüksek mertebesini övmüştür. Müçtehidlerin birbirlerine karşı hâlleri böyledir.

Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, “gelmiş geçmiş bütün fazıllarının çok
üstünde” buyurduğu Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, hâlini ve memuriyetini anlatıyor: Bu
(Fütuhat-ı Mekkiye) ve diğer eserlerimiz, başka teliflere benzemediği gibi, biz de onları
yazarken başka müellifler gibi hareket etmeyiz. Her müellif, seçiminde zorunlu olsa bile,
kendi seçimine göre veya özellikle kendisini teşvik eden ve yönlendiren bilginin etkisi altında
yazar. Böylece, dilediğini yazar, dilediğini yazmaz. Veya bilginin verdiği şeyi ve hakikatini
ortaya koyuncaya kadar, incelemiş olduğu bahsin kendisini zorunlu kıldığı şeyi yazar… Biz
ise kitabımızı yazarken böyle değiliz. Bizim eserlerimiz, İlâhî mertebenin kapısına bağlanmış
kalplerdir. Kapının açılmasını gözetir ve her türlü bilgiden tecrid olmuş, -kendini boşaltmış-,
muhtaç bir hâlde bekler. Şuurunu yitirdiği için, o makamda iken bir şey sorulsa, sorulan
soruyu duymaz. Perdenin ardından birşey kendisine parıldarsa süratle ona bağlanmaya koşar
ve kendisine tanımlandığı duruma göre onu idrak eder. Binaenaleyh, bazen bir şey, adette,
düşüncede, nazarî akılda ve zâhir bilgi ve âlimlerin kabul ettiği münasebetin gerektirmediği
kendi türünden olmayan bir şeye bağlanır. Halbuki bunun sebebi sadece keşif ehlinin farkına
vardığı gizli bir münasebettir. Hattâ bu münasebette, bizce daha tuhaf olanı da vardır: Kalbe,
ulaştırılması emredilen bir takım şeyler aktarılır. Kalb ise, bu esnada yaratıkların bilmediği
İlâhi hikmet sebebiyle, aktarılan şeyleri bilemez… Bu bakımdan, kendisine aktarılan şey
sebebiyle yazan her şahıs, hakkında konuştuğu bahsin bilgisine tam olarak hâkim olamaz. Bu
sebeble de, kendisine aktarılmış şeye göre sıradan duyan kişinin bilgisi bakımından, başka
mevzuuyu da o bahse katar. Fakat bize göre, kattığı şeyde kesinlikle o mevzuuyla ilgilidir.
Fakat bunun böyle olduğunu bir şekilde bizden başkası bilemez. Bu durum, ayaklarındaki
topallık sebebiyle bir araya gelip uzlaşan güvercin ve karganın durumuna benzer… Artık bana
aktarılan şeyi yazma izni verilmiştir. Emre uymaktan başka çare yok!

Gazi: Din uğrunda harbeden. Cihada yaralanmış veya harbetmiş olan kimse.
Harbte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harbten sağ dönen: 1018
Hayy: Diri, canlı, sağ. Bir şeyi cem ve ihraz etmek. (Esma-i Hüsna’dandır.): 18
İdab: Doğruluğunu ve hak olduğunu herkese bildirme: 18
Cevza: İkizler burcu. Güneş Mayıs ayında bu burca girer: 18

Ana: 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052
Mubid: Tedbirli, akıllı adam. Zerdüşt: 52

Gazi ana: 1018+52= 1070
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069=70
Civanî: Gençlik: 70

MUANAKA
Levha: 15 Mayıs 2001… Bir yerde Üstadım’ı görüyorum; üzerinde çok güzel yeni bir
palto ve ütülü bir pantolon, ayağında şık ayakkabılar… Tokalaşıp birbirimize sarılıyoruz.
Yanında torunu Emrah Kısakürek var. Onun yanında duran yeni doğmuş bir bebeği kucağına
alıp seviyorum.

Sabî: Henüz süt emen çocuk. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. Üç yaşını
tamamlamayan erkek çocuk. (Dedi ki: Kalb kasvetinin alâmeti, Allah’ın, kulunu kendi
tedbirlerine itimad ettirmesiyle başlar. Kul da kendi tedbirlerinden başka bir şeye
başvurmaz ve Allah’tan imdat istemez. Allah’ın Resûlü buyurdular: “Yarab, beni, şu
ânda doğmuş bir çocuğu korur gibi koru!”… Dedi ki: Mûsâ Aleyhisselâm, faal
kuvvetleri nefsinde toplamış olmakla, çok ve çeşitli ruhların ruhların toplamı olduğu
hâlde doğdu; çünkü çocukta ve büyükte tesir bıraktı. Çocuğu görmez misin ki, bilhassa
büyüklerde tasarruf eder. Büyük kendi üstün mertebesinden inerek çocukla oynaşır,
onunla çocuk gibi konuşur, çocuğun aklıyla görünür; şu hâlde çocuğun teshiri
altındadır, fakat bunun farkında değildir. Sonra çocuk büyüdüğü vakit kendi
terbiyesine ve himayesine alır, kendi işini yürütmeye, onu kendine alıştırmaya çalışır.
Canı sıkılmamak için onunla oyalanır. İşte bu hareketlerin hepsi, küçüğün büyüğe karşı
yaptığı şeylerdir ve çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelmektedir. Çünkü çocuğun
Rabbine ilgisi daha yakındır; böyle olunca Allah’a en yakın olan kimse, ondan uzak
olanı teshir eder. Nasıl ki sultana yakın olan kimseler de, bu yakınlıkları dolayısıyla
ondan uzak olanları teshir ederler.): 102
İmân: 102

Mühelhel: Zarif ve şık elbise. Güzel şiir veya söz. (HAFAKAN’a dair Üstadım’a
sorulan suâl… Ve ardından, en fazla hangi şiirlerinde bu bahsin işlendiği suâli… Ve
alınan cevab: Öyle bir fasıl açtım ben, hepsini koyabilirsin… Ama fasıllar zor oluyor…
ŞEHİR diye bir fasıl var; mücerretleştikçe mânâ değişiyor… Siz de seviyorsunuz bu
tâbiri –hafakan- değil mi?): 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif şekilde yapan: 110
İns: İNSAN: 111= 1110
Keyfe: Nasıl? Nice?: 110
Sühme: Hısımlık. Akrabalık: 110
Kimn: Saman. (Kâh: Saman. Saman çöpü… Kah: Sultan): 110
Mahbes: Hapishâne: 110

Sako: Üst tarafa giyilen elbise. (Ceket, aba, palto gibi.): 167
Esvak: Çarşılar. Pazarlar. (Kürtçe’de, BAJAR: Şehr… Şehr: Ay. Otuz günlük zaman.
Bir şeyi izhâr etmek. Teşhir etmek… Şehir: Meşhur. Şeref ve şan sahibi. Âlemlerce meşhur.
Allah Sevgilisi’nin bir ismi.): 168= 1167
Maslub: Asılarak idam olunmuş: 168= 1167

Musafaha: El sıkışmak. Tokalaşmak. Muhabbetini, sevgisini, arkadaşlığını izhâr
etmek: 224
Perviz: Üstün, galip, muzaffer. Elek. Süzgeç. Güzellik. Balık. Cilve: 225= 1224
Havari: Yardımcı. Hazret-i İsa’nın sahabileri olan 12 zâttan herbiri: 225= 1224

İnak: Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma. (İnak: Sözüne inanılır, ittimad
edilebilir, mutemed. Müsteşar, müşavir. İstişare, re’y… İnaka: Aşırı güzelliği ve
cazibedarlığı ile hayret verme.): 221
Müslüman: 221
Muhammed Salih: 221
Darağacı: 1220= 221

Anak: En zarif, en yakışıklı, en güzel. Çok ferah, çok sürurlu: 151
Âlemî: İNSAN. Dünyaya âit: 151
Mehdî Muhammed: (Allah Sevgilisi’nin bir ismi de Mehdî.): 151

Muanık: Kucaklaşan. Birbirinin boynuna sarılan: 261
Kulakıl: İhlâs ve muavvezeteyn sûreleri: 261

Muanaka: Birbirinin boynuna sarılıp kucaklaşma. Kucaklaşan: 266
Yusuf Hamedani: (Hacegân yolunun 9. büyüğü.): 266
Mehdî Muhammed Salih izzet Erdiş: 154+1112= 1266
Felyesof. (Kürtçe): Mütefekkir. Hakîm. Hâkim. (Fely: Şiirin ince mânâlarını çıkarmak.
Bit toplamak. Kılıç.): 266

Muanaka: 266= 1265
Deryan: Bilmek, ilim: 265
Enderî: Kalın ip, halat: 265
Dareyn: Her iki dünya. İki yurt. İki yer: 265

KÂBE’DE
Levha: 27 Aralık 1999… Mekkede’yim ve Kâbe’nin bulunduğu avluda oturuyorum.
Kâbe sağ tarafımda. İçimde çok güzel duygular. Kâbe, düşündüğümden biraz küçük; ama öyle
bir his içindeyim ki, yüreğim Kâbe’ye muhabbet dolu. İleride avlunun dışında bir câmi
yapıyorlar, hemen hemen bitmek üzere. Câmi’nin Kâbe’den yüksek oluşunun yanlış olduğunu
düşünüyorum. Başka bir mekân; yine Kâbe… Bulunduğum yer anlatılmaz derecede yüksek.
Sonra birileri haber getiriyor: Hazret-i İsâ gelecekmiş, ân meselesiymiş. “Kumandan’ın
yanına gelecek, o zaman biz de görürüz!” diye düşünüyorum. Orada bulunan birine FURKAN
dergisindeki Hadîs’i söylüyorum. Bizim bulunduğumuz yerin karşı tarafında, başlarında
Süleyman Demirel, bir kalabalık var. Galiba namaz kılıyorlar. Demirel’in sesini duyuyorum.
(Fatih Şenöz)

İsa: (Bir hadîs: Mehdî, Hazret-i İsânın kendisidir.): 140
Mehd(î) Muhammed: 141= 1140
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimali olmayan söz veya delil: 140
Say’: Suyun akması: 140
Ken’: Tilki eniği. Cem etmek. Yakın olmak. Mülayemet: 140
Itlak: Affetme. Serbest olup her tarafta bulunma. (Bâtın: İçyüz. Ruh. Her yerde hazır
ve mevcut olan.): 140
Suud: Mübarek. Mübarek sayılan yıldızlar: 140
İlm: 140
Satı’: Nur saçan. Parlak. Yükselerek meydana çıkan: 140
Ayes: Beyazlık. Aklık: 140
Mukarriz: Metheden, öven. Bir eseri metheden: 1140
Fatın: Fıtnat sahibi, zihni açık, uynık. İleri derecede uyanıklık: 140
Leyk: Lâyık olmak: 140
Lesen: Fesâhat. Düzgün, güzel ve akıcı konuşma: 140
Asi: Uygun, elverişli. (Âsî: Hekim, doktor. Kederli, hüzünlü… Asi: Çok isyan eden,
isyancı.): 140
Mesbah: Doğacak yer ve zaman. Tulu’ edecek yer ve zaman: 140
Kefil: Kefalet eden: 140
Mutmainn(e): İçi rahat. Müsterih. Şüphesi kalmamış. Emin: 140
Müsellî: Yarış atlarının üçüncüsü. (Musalli: Namaz kılan.): 140
Alem: Bayrak. Nişân, işaret. Özel isim. YÜKSEK DAĞ. Büyük âlim: 140
Asâ: Ümit ve korku bildirir. Şüphe ve yakîn mânâlarına delâlet eder. Hitab-ı İlâhi
kısmında yakîn ve zorunluluğu ifâde eder: 140
Sa’y: Ziyaret etme. Cüret etme. Hızlı yürüme. Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Haç
veya Umre’de, Safa ile Merve arasında usûlüne göre yedi defa gelip gitmek: 140

Mehdî İsâ: 59+140= 199
Ayasofya: 199
Mencuk: Bayrak direkleri ve minare başlarına takılan küçük ay. Sancak. Bayrak.
Şemsiye: 199
Münakkat: Noktalı, noktalanmış. Nokta koymuş: 199

Mehdî, memuriyeti ve rolü itibariyle, Allah’ın Sevgilisi ile ahir zamanda velî olarak
inecek ve O’nun şeriatiyle hükmedecek olan Hazret-i İsa arasında, bir köprü, bir berzah.
Berzah’ın özelliği, berzah hakikatinde kalma mânâsına, kendisine berzah olmaması; böyle bir
hakikati var. Bunun yanında berzah, hangi taraftan bakılırsa, ona âit görünen bir keyfiyettir.
Mehdî, Allah Sevgilisi yönünden malûm; Hazret-i İsa yönünden bakılınca da, sözkonusu
hadîste bildirildiği gibi… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: İsa Aleyhisselâm, hatemü’l evliya –
evliyaların sonuncusu- olur. O bu Hazret-i Muhammed ümmetinin en faziletlisidir. Hakim
Tirmizî, Hatemü’l Evliya’da ona dikkat çekmiş, İsa Aleyhisselâmın Ebubekir ve diğer
sahabeden üstünlüğüne şâhitlik etmiştir. Çünkü İsâ Aleyhisselâm, Ümmet-i Muhammed ve
İslâmiyet içinde bir veli olsa bile, gerçekte bir peygamber ve resûldür. Hazret-i Muhammed’e
indirilmiş şeriate has Muhammedî velâyetin de özel bir Hatem’i vardır. O, bir peygamber olan
İsa’dan mertebe olarak düşüktür. (Evliyanın en büyüğü, “en büyük veli, en küçük sahabinin
atının ayağındaki toz olamaz!” buyuran İmam-ı Rabbanî Hazretleridir.)

Süleyman Demirel: 191+286= 477
İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kuvvetli olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer,
kıymet. Kuvvet. Muhterem ve muteber olmak. Bulunmaz derecede az olan şey: 477
CASİYE
Levha: (…) 1997… Eski zamanlardan kalma ufak bir mağara. Kumandan sırtını
duvara dayamış, ayaklarını göğsüne çekmiş, cezbe hâlinde oturuyor.Allah’ın Resûlü, yüzü
bana dönük şeklide, diz çökmüş oturuyor; beyaz sarıklı. Yüzü hafif yuvarlak ve dolgunca
yüzlü; çok durgun bir şekilde bakıyor. Kumandan, O’nun sağ tarafında. “Allah Allah,
Kumandan Hazret-i İsâ’ya ne kadar da benziyor!” diye hayret ediyorum. Allah Resûlü’nün
yüzü, hafif şekilde Mustafa Aşık’ı andırıyor. Ben 5-6 yaşında bir çocuğum. (Niğde Cezaevi –
Himmet Meğer)

Nihanhâne: Mağara. Mahzen. Gizlenecek yer: 762
Furkan Sûresi, 53. âyet: (Meâli: O Allahtır ki, iki, denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu
giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı
önleyici bir perde koymuştur.): 5761= 4762
Mevlana Halid: 128+635=763= 1762

Magare: Mağara: 1246
Rum: Anadolu: 246
Ma’sum: Günahsız, suçsuz: 246
Müdebber: Düşünce ile hareket edilmiş: 246

Magare: Mağara: 1246= 247
Ermida: Kül. (Yevmiye: Üstadım, benzerliklerimizden sözederken, mevzu biraz
kıvrılıyor… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, torunlarından –bir- kaç kere ziyarete geldiği
zaman gördüğüm –Tâhâ gibi topluca olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Sırtında gri cübbe olurdu
umumiyetle!”… Titriyorum!.. Seyyid Fehim Hazretlerini hatırlıyorum!): 247

Gar: Mağara. İn. Kehf. Defne ağacı: 1201=202
Berr: (Esma-i Hüsna’dandır: Kullara ihtiyaçlarını veren): 202
Rabb: Sahib, mâlik, seyyid. Cenab-ı Hak. Besliyen, yetiştiren, terbiye eden: 202
Egarr: Çok parlak ve kıymetli. Beyaz şey. İşi güzel ve hatırlı olan, aziz ve şerefli
kimse: 1201= 202
Teşebbüs: 1202

Kehf: Mağara. İn. Sığınacak yer altı: 105
Mühellil: Tehlil eden. “Lâ ilâhe illallah”ı devamlı tekrar eden: 105
Münhî: Haberci. Haber getiren: 105
Meniyye: Takdir edilmiş olan. Ölüm, mevt: 105
Adil(e): Adil. Adalet eden: 105
Semad: Gül: 105
Sime: Alâmet, damga, nişan: 105
Midas: Pabuç: 105
Ayke: Sık koruluk: 105
Deh-sale: 10 yaşında. 10 yıllık: 105
Hela’: Korku. Feryad. Hırs: 105

Vecr: Mağara: 209
Ebru: Kaş: 209
Hacir: Hicret eden. Bir yerden bir yere göçen. Sayıklayan: 209
Perva: Korku. Alâka, ilgi, bağ. Takat. Durup dinlenmek. Bilmek. Vesvese. Kayd.
Izdırab. Terk, feragat. Hayran, şaşmış. Meyl, teveccüh, iltifat, kayırmak: 209
Berj: Su girdabı. Kuvvetli kasırga: 209
Zebr: Kitab. Cüz. Kitab yaprağı. Yazı yazma. Söz. Yazı. Akıl, zekâ. Kuvvetli, sağlam,
şiddetli adam. Men eylemek: 209
Zibr: Mektub. Kitab: 209
Çehâr: Dört, Erbaa: 209
Çare: Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulan yol. Kurtuluş yolu.
Tedbir, yardım, yol. Hile. Bir defa. Ayrılık: 209

Casiye: Diz çökmüş. Topluluk, cemaat. Yığın, taş yığını. (Kur’ân’ın 45. sûresi
olup, “Şeriat, Dehr sûresi” de denir.): 519
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332=520=1519
Derviş: 520= 1519
Müstehdî: Doğru yolu isteyen: 519
Müteahhid: Taahhüd eden: 519
Mütenakih: Nikâhlanan: 519
Havadis: Yeni hâdiseler, yeni sözler. Alâka ile karşılanan haberler: 519

BİAT
Levha: 6-7 Ekim 1999… Kendimi orta büyüklükte, klâsik dekoruyla bir kilisenin
içinde, ayakta dururken görüyorum. Loş bir ortam. Kilisede yalnızım. Derken, kilisenin iç
kapısının 10-12 adım ilerisinde, sol duvar üzerinde, boyu yaklaşık 1 metre ve eni de 60 cm.
kadar olan, renkli yağlı boya bir Hazreti İsâ tablosu dikkatimi çekiyor. Uzun ve dalgalı
saçları, zayıfça yüzü ve sakallarıyla Kumandan’ı andırıyor.Bu benzerlik aklımdan geçer
geçmez, tablodaki resim Kumandan’ın kendisi oluveriyor. Akabinde yine Hazret-i İsâ oluyor.
(Metris Cezaevi – Serkan Argüç)

Kilisa: Mabed: 121
Sübhan: Allah: 121
Elif: Munis, sahib, dost: 121
An: Yüksek büyük dağ: 121
Zanû-zen: Diz çökmüş: 121
Etfal: Çocuklar: 121
Semmak: Balıkçı: 121
Simak: Balıklar. Parlak yıldız. İki parlak yıldızdan biri. Bir şeyi yükseltip kaldıracak
âlet: 121
Hemu’: Gözyaşı akmak: 121
Nimal: Karıncalar: 121
Feyyal: Fil çobanı: 121
Fikak: Halâs, kurtulma. Bir şeyin karşılığında verilen şey: 121
Nasî: Unutan, nisyan eden: 121

Biat: Nasara kilisesi: 482
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. El tutarak bağlılığını alenen izhâr etmek. Rey
vermek: 482
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480= 482
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+322= 482
Marmara: (Yevmiye: Marmaranın neresinden bir bardak su alsanız, aynıdır.): 482
Tezafür: Birbirine yardımcı olma. Bir yere toplanma: 1481= 482
Bia: Kilise: 87
Habibullah: Allah Resûlü. Allah Sevgilisi: 88= 1087
Seyyid Taha: 88= 1087
Üveysî: Sevdiği ve bağlı olduğu zatı görmeden feyz alma tarzı: 87
U’cube: Taaccüb olunan şey. Pek acîb ve garib olan. Hayret edilecek derecede olan
istidad: 87
Bedayi’: Yeni ihdas olunmuş, görülmemiş şeyler: 87
İzzî: Tahammüllü, sabırlı kimse: 87
Fezz: Yalnız şey. Buzağı. Bir kimsenin yalnız kendi başına olması. Geri dönmek.
Hafif: 87
Ficac: İki dağ arasındaki geniş yol: 87
Nüble: İhsan, atiyye. Fazl: 87
Azy: Bir kimseyi bir kimseye veya şeye nisbet etme: 87
Hamdele: “Elhamdülillah” demenin kısaca ismi: 87
Güzîn: Güzîde: 87
Mübhem: Açık olmayan. Sırrî. Gizli: 87
Mümecced: Şereflendirilmiş: 87
Mahtum: Mühürlenmiş. Damgalanmış. Kilitlenmiş. Bağlanmış: 1086= 87

Kenisa: Kilise: 155
Mehdî mazmaz: (Mazmaz, İbranice bir kelime: Hazret-i Muhammed’in Suhuf-u
İbrahim ve Tevrat’taki ismi.): 59+96= 155
Anâdil: Bülbüller: 155
Nakıd: Bir şeyin iyisini kötüsünden veya bozuğundan ayıran. Tenkidçi, ayarcı: 155
Nasiyye: Nass oluş. Kat’ilik, şübhesizlik, kesinlik: 155
Medami’: Gözler. Göz yaşları: 155
Mutalaa: Okuma ve düşünme: 155
Mütalâa: Bir işi etrfalıca düşünmek, okumak, tetkik: 155
Meyseme: Damga, damgalanmış: 155
Neseme: Nefs. İnsanın ve her nesnenin başlangıcı: 155

Deyr: Kilise, manastır. İNSANLIK ÂLEMİ: 214
Haver: Gözün karasının çok kara, beyazının çok beyaz olması. (Mehdî hakkında böyle
bir hadîs var): 214
Hukuk: 214

Mesrube: Uzun saç. Saç kesecek âlet: 307
Arvasî: 308= 1307
Vak’a-nüvis: Osmanlı devrinde zamanın hâdiselerini kaydeden resmi tarihçi. (Efendi
Hazretlerinin, Üstadım’ın “Tarih Muhasebesi” hakkında gazetede çıkan yazısı hakkında,
“Altunla yazılacak yazı” diye takriz yazmasını hatırlayınız.): 307
Avrel. (Kürtçe): Nisan: 307
Bakara: İnek. Dişi sığır. (Bir sûre ismi.): 307

10.07.2008- 79.SAYI
TAVSİYE
Levha: (…) Şubat 2005… (Zuhurat): Hazret-i Hatice validemizi gördüm, “kadınlar
çarşaf giysin!” diyor. Öbür yanımda İsmail Aleyhisselâm; onu görüyorum, sadece
buyurduğunu duyuyorum: “Mehdî çok gecikti, daha fazla tehir olmasın, kurban kesin!”
(Mevlüde Hanım.)

Levha: 11 Nisan 2005… Güneş, tepeden batmaya doğru geliyor, sonra tekrar tepeden
batmaya doğru. (Tefe’ül’de, Mevlüde Teyze’nin zuhuratının bizimle ilgisi müsbet çıktı. Yine
aynı zuhurat hakkında yapılan istihare – İstihareci.)

Hadiyce. (Büyük ebcedle): Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu. (Allah
Resûlü’nün ilk zevcesinin ismi.): 706
Fikir kahramanı: 706
Aktör: 707= 1706
Hâl-i siyah: Ben: 707= 1706
Hanedan: Peygamber sülâlesi. Soyca dindar ve asil aile: 706
Sevr: Dünyaya müekkel 4 melekten birinin ismi. Öküz, boğa. Boğa burcu: 706
Üsre: Seleften gelen şan ve şeref. Söz veya hadis nakletmek: 706
Veşt: Güzel: 706
Cezzab: Çok cezbeden: 706

İsmail: (İsmail Aleyhisselâmda tecelli eden, “Alî” hikmettir.): 212
Tahbir: Haber verme, haber etme: 1212
İbtar: Şaşma, tuhafına gime, hayrette kalma. Alabileceği miktardan fazla yük
yükletme: 213= 1212
Tehir: Geciktirme: 1211= 212
Teratir: Büyük işler: 1211= 212
Isna’: Yardım etme, yardımda bulunma: 212
Itra: En güzel şekilde sena etmek. Bir kimseyi mübalağa ile methetmek: 212

Kıram: Çarşaf. Nakışlı perde: 341
Efser: Tâc. Padişah tâcı: 341
Nasır: Yardımcı. Yardım eden: 341
Şam: Sol. Yemen “sağ” demek olduğundan, Hicaz’a nisbetle sol taraftaki
memleketlere Şam, sağ taraftakilere “Yemen” ismi verilmiştir. Suriye ve Lübnan’a da Şam
denilmiştir: 341
Rakam: Bütün satıcı, bütün satan: 341
Mustabir: Sabreden: 341

Çarşaf: 585
Şer’iyyet: Şeriate uygun olma: 585
Şifre: 585
Müstefad: Anlaşılıp istihrac olan. Kazanılmış olan, istifade edilmiş. Mânâ. Mefhum:
585
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1302=1585

Çar-şeb: Çarşaf, cilbab, ferace: 506
Şare: Libas, elbise. Heyet: 506
Selase (üç) ışık: 1036+470= 1506
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+322=507=1506
İtidal: Bir şeyde ifrat veya tefrite düşmemek: 506

Ferace: Örtünecek gibi olan bol elbise. Kadınların üzerlerine örttükleri örtü.
Cübbe: 289
Allah ekber: 289
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191=1289
Sey-yide Nefis(e): (Üstadım’ın “Veliler Ordusundan 333” isimli eserinden: Allah
indinde dua ve niyazı o kadar makbul bir insan ki, bazı büyükler, erdirecek nezirlerin sevabını
kendilerine hediye etmeyi tavsiye etmişlerdir. Yani herhangi bir murad mevzuunda nezir,
Seyide-Tün-Nefise Hazretlerini hedef tutacak.): 289

Nesa: Tehir etmek, sonraya bırakmak: 112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506=1112
Alaf: Binler: 112
Zâtî: Zata mensub. Hususî. Özel: 1111=112
Zindan: 112

Nesike: Halk yolunda kesilen kurban. Altun veya gümüş külçesi: 145
Rahman sûresi, 19.âyet: 1145
Suadî: Topalak otu. Kust: 145
Allâme: Büyük mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi: 145
Kenisa: Kilise. (Biat: Kilise… Biat: Tâbi olma.): 145

Tadhiye: Kurban kesmek: 1223
İstizan: Bir hususta izin istemek, izin için danışmak:1222=223

Vücub: Güneşin batması. Vâcib olmak. Zorunlu olmak. Bırakılması mümkün
olmamak. Sabit olmak. Muzdarib olmak: 17
İbaha: Sevab ve günah olmamak. İzin vermek. Mübah ve helâl kılmak. Bir şeyi izhar
etmek: 17
Peyda: Mevcud, var olan, açık, aşikâr, meydanda olan: 17
Tabv: Davet etmek: 17
Ciddi: Gerçek. Hakikat. Ağırbaşlı. Mühim: 17

Tıfl: Batmaya yakın güneş. Küçük çocuk. Her şeyin cüz’ü. Kıvılcım: 119
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân yolunun 7.büyüğü.): 1119
Umde: İnanılacak şey. Prensib, temel fikir. Dostluk. Güvenilecek yer ve kimse. Kavim
ve kabilenin muteber ve mutemedi olan. Reis. Serasker: 119
Adliye: Mahkeme: 119
Falt: Ansızlık: 119
Ahsen: En güzel. Çok güzel: 119
Eflah: Taleb ettiği şeye, arzusuna kavuşan. Çok felah bulan, kurtulan, selâmete çıkan:
119
Tafel: Güneşin batmaya yaklaşması. Yağmur. Karanlık: 119

Düluk: Batma, güneş batması: 60
Müeyyid: Tayin eden. Doğrulayan. Sağlamlaştıran. Yardım eden. Kuvvet veren: 60
Sin: İNSAN. Bir harf, ebced değeri: 60

Tekrar: 821
Resteqîn. (Kürtçe.): Hakiki, gerçek: 821

Uhdiye: Allah rızası için kesilen kurban: 824
İktitab: Yazımış olan bir şeyin kopyasını çıkarma, suretini alma: 824
Harita: Yol ve yön gösteren kâğıt. (Rahname: Harita: 302… Mirzabeyoğlu: 1302): 824
VESM
Levha: 24 Ekim 2007… Bir kız çocuğu hasta olmuş, omzunu-sırtını açıyorlar.
Kumandanımız’la ilgili dövmeler var ve ışıl ışıl yanıyor, parlıyor. Ben, kız çocuğu olduğu için
utanıp başımı çeviriyorum. Halk bu hâdise üzerine toplanmış, müthiş bir kalabalık, heyecanla
tekbir getirip slogan atıyorlar. Bu sırada Kumandanımız geliyor, durduğu yerde –ince Sırat
Köprüsü yanı-, şükür namazı kılıyor: Medine gibi bir yer… Pencereler açılmış, insanlar
sokaklarda. Ben, elimde sopa ile, binaya girmiş bir başörtülü bacımızın başına dokunup,
“sessiz” diyorum. İhtilâl olmuş. Sonra, “herkes namaza!” diye sesleniyorum. Fakat orada
Mahmud Efendi Hazretlerinin topluluğu da var, “onlara ayıp oldu!” diye içimden geçiyor. Bu
sırada Mahmud Efendi Hazretleri, Kumandanımız’a yaklaşıyor ve kucaklaşıyorlar. Ben, -
güvenliği sağlamak için oradaydım!-, bu manzaradan rahatlıyorum ve seviniyorum. Büyük bir
coşkuyla uyandım. (Mustafa Şahin.)

Veşm: Vücutta yapılan damga, işaret: 346
Mersum: Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. An’ane, gelenek. Adı ve bahsi geçmiş.
Bahsedilmiş: 346
Makru: Okunan. Okunmuş olan: 346
Kurum: Değerli insanlar: 346
Hamiş: Mektubun altına sonradan yazılan. Hâşiye: 346
Sefare: Islah etmek, düzeltmek: 346
Muş: Fare. (Muşa: İki renk üzerine dokunmuş elbise.): 346
Rukum: Rakamlar: 346
Sifare: Habercilik: 346
Şame: Vücuttaki ben. Kadın başörtüsü: 346
Eşme: Kumsal yerde kaynayan pınar: 346
Sınare: Kulak. Demir iğ. Yay kabzası. (Sınar: Çınar.): 346

Tevşim: Bedene dövme yapma: 756
Nüvişt: Yazılı, yazılmış. Mektub: 756
Maziye: Beyaz, ince, yumuşak kumaş. Şarab. Beyaz iyi bal: 756
Mezbuh: Kesilen. Boğazlanmış. Kurban edilmiş: 756
Mensuh: Hükmü kaldırılmış. Hükümsüz bırakılmış: 756
Kilvaz: Tevrat’ın mukaddes sandığı: 757= 1756
İncizab: Cezbedilme, çekilme: 757=1756
Senaver: Medheden, öven: 757=1756
Zilhicce: Hacca gitmenin içinde yapıldığı onikinci ay. Kurban bayramı, bu ayın
onuncu gününe rastlar: 757=1756
Havanık: Tekkeler: 757=1756
Neşvat: Keşifler, neşeler, sevinçler: 757=1756

Tevsim: Dağlamak suretiyle ten üzerine işaret koymak, döğme yapmak.
Hacıların Hac zamanı toplanmaları. İsimlendirme: 516
Müsteva: Müzekker ve müennesi şâmil olan, içine alan: 516
Müstevi: Her tarafı bir, doğru. Tesviye görmüş. Müennes ve müzekkeri bir olan isim.
Sıfat: 516
Destane. (Kürtçe): ELDİVEN: 516
Dâsitan: Destan, sergüzeşt. Şöhret: 516
İ’timad: Güvenerek bağlanmak. Emniyet etmek: 516
Mübtedi’: Yeni bir şey icad eden. Bedi’a çıkaran: 516
Mübtede’: Aslında yok iken yeni çıkmış olan: 516
Kış’ame: Kene. Küçük arı: 516
Mu’terize: Parantez. Cümle içinde geçen bir sözü metin dşı tutmak için o sözün başına
ve sonuna konulan tırnak işareti. Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü fark eden. İmtihanda
talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.): 516
Tashih: Daha iyi ve daha doğru hâle getirmek. Düzeltmek. Hastanın ağrı ve acısını
gidermek: 516

Lem’: Parıldama, parlama. Parlayış: 140
Nass: Kat’ilik, kesinlik: 140
İsa: 140
Kefil: Kefalet eden: 140
Alîl: Hasta illetli: 140
Muill: Hasta eden: 140
Gusn: Ağaç dalı: 1140
Lükya: Birbirini görmek: 141= 1140
Lesen: Fesâhat. Düzgün, güzel ve açık konuşmak: 140
Asi: Uygun, elverişli: 140
Müsellî: Yarış atlarının üçüncüsü. (Musalli: Namaz kılan.): 140
Alem: Bayrak. Nişân, işâret. Özel isim. Yüksek dağ. Büyük âlim: 140
İsham: Hasad zamanının gelmesi: 140
Mutmainn(e): İçi rahat. Müsterih. Şübhesi kalmamış. Emin: 140

Sırat köprüsü: 300+294= 594
Tasadduk: Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek. Sadaka vermek: 594
İstikbâl: Gelecek zaman. GELEN BİR KİMSEYİ KARŞILAMAK: 594
Nakş-ı kadem: Ayak izi: 594

Sırat köprüsü: (Sırat: Etrafı hudutlu işlek cadde… Hudud: Sınırlar. Şeriat
hükümlerinin tatbiki, herkese yaptığının karşılığını verme… Köprü: Berzah.):
300+294=594=1593
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1592=593

Şükür namazı: 520+108=628
Kaasım bin Muhammed bin Ebubekir: 628
Müstahsal: Yetiştirilmiş, hasıl olmuş, üretilmiş: 628
Müstahsil: Yetiştiren. Üretici: 628
İstikvas: Kavislenme, yay gibi eğilme: 628
Hareket: 628
Habîde: Uyuya kalmış, uyumuş: 628

Şükür namaz(ı): 520+98= 618
Derviş Muhammed: 520+98= 618

Medine: Şehir. Polis-poli. Allah Resûlü’nün türbesi bulunan şehir-İslâm’dan
önceki ismi “Yesrib” idi. (Medin: Kul, köle, abd. Borçlu.): 109
Zevata: İki zat. İki sahib. Çift: 1108= 109
Desthilâtdar. (Kürtçe.): İktidar, güç sahibi: 1108= 109
Kifah: Din için muharebe: 109
Kazb: Çok nikâh. (Şın: Bir harf. Çok nikâh… Şin: Kürtçe’de mavi.): 109
Kıtt: Nasib, hisse. Kitab ve kâğıt. Erkek kedi: 109

İ’tinak: Kucaklaşma. Birbirlerinin boynuna sarılma. Sıkıca kavrayıp alma: 622
İstiklâl: Kendi başına olmak, müstakil oluş. Az bulma, kafi görmeme: 622
İntisaf: Hakkını tam olarak alma. Zaman yarı olma. Vakit yarıyı bulma: 622
Terekküb: Birleşmek. Karışmak. İmtizac etmek. Bir şeyin birkaç maddeden meydana
gelmesi: 622
Etrak: Türkler: 622
Tarziye: Cübbe ve zırh giymek: 622
Teberrük: Hayır, bereket sayma: 622
Hatice: Vakitsiz ve erken doğan kız çocuğu: 622

TALİM GÖRMÜŞ ATLAR


Levha: 13 Mart 2003… Daire şeklinde, talimli bir hâlde yürüyen dörderli-beşerli saflar
hâlinde atlar… At terbiyecisinin komutuna göre yürüyorlar… Sonra bir takım hayvanlarla
sarmaş dolaş oynuyorum!

Müsevveme: Talim ve terbiye görmüş, hilkaten tamam at. Nişân edilmiş, süslü:
151
Mehdî Muhammed: 151
Âlemî: İNSAN. Dünyaya âit: 151
Mesabih: Lâmbalar. Fenerler. Siraclar: 151
Kaveme: Namazda, rükudan kıyama kalkıp, bir kere “Sübhâne Rabbiyel Azim”
diyecek kadar durmak: 151
Alenen: Gizli olmayarak, açıktan: 151

Siyaset: Memleket idare etme sanatı. Seyislik, at idare işleriyle uğraşma: 531
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302= 2529=531

Hayal: At terbiyecisi, at yetiştiren. (Hayyale: Fikir sahibleri.): 641
Mir’at: Ayna. Meşhur bir cins lâle: 641
Mer’e(t): Kadın. Zen: 641
Hayâl: 641
Kassam: Hayrı çok olan kimse. Yorulmuş, kendini bırakmış, mahzun kişi: 641
Meşarık: Şark tarafları: 641

Hayl: At. At sürüsü. Zümre, güruh. Düşünmek, hıfzetmek: 640
Halil: Samimi dost: 640
Halat: Kalın ip, gemi ipi: 640
Muhh: Beyin. İlik. Cevher, madde: 640
Mişrak: Her zaman güneşli olan yer: 640
Muhaddar: Yeşil renkle boyanmış. Rengi yeşil yapılmış: 1640
Meşrık: Güneş doğacak cihet. Doğu. Güneşi bol yer. Kış vakti güneşe karşı oturacak
yer. Tövbe kapısının adı: 640
Halide: Halid’in müennesi: 640
Hacegî: Efendilik, hocalık. Tüccar. (Kutsar: Tüccar. Kesedar. Sarraf. Mizan, ölçü. Bir
beldeye vâli olan kimse.): 640
Tansis: Tetkikten sonra karar verme. Bir meseleyi şer’i hükümlere isnad etmek: 640
Hulud: Bir şey aslî hâleti üzere daim olmak. Ebedilik: 640
İrtihal: Bir yerden başka bir yere irtihal etmek. Ölmek: 640

Ahyal: Atlar: 642
Huule: Dayılık: 642
Müretteb: Tertib edilmiş, dizilmiş, yerli yerine konulmuş. Tayin edilmiş. Bir şey için,
bir yer için ayrılmış. Sonradan kurulmuş: 642

FOSFORLU IŞIK
Levha: 29 Mart 2001… Fosforlu bir ışık gördüm. (Telegram’ın neticesiyle ilgili niyet
– Ayşe Ustaosmanoğlu)

Fosfor: Kan, kemik, beyin ve idrarda da bulunan, kötü kokulu, yanabilir zehirli
ametal. Bazı ışıklı cisimler de bu adla anılmıştır. (Üstadım’ın bir mısraı: Fosfordan daha
parlak, ince uzun ellerim.): 432
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1302=1431=432
Kaside-i Ercuze: Hazret-i Ali’nin istikbâlden haber veren meşhur kasidesi: 432
Bedihiyyat: Delil ve isbatına lüzum olmayan sarih ve açık şeyler: 432
Âlât: Aletler. Vasıtalar: 432
Tebellüğ: Anlayıp alma. Yetişme, erişme. Tebliği kabul etme: 1432

Lemean-ı fosforî: Fosforlu parıltı, parlama: 191+432= 623
Berakât: Bereketler. Bolluklar: 623
İrtikâ’: Güvenme, dayanma: 623
Su’ban: Büyük yılan. Ejderha. Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tınnin
Burcu’nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan
en parlak yıldız: 623
Tebarek: Mübarek etsin: 623
İstiska’: Su isteme. Susama: 623
Tebarük: Çoğalmak, ziyâde olmak. Uzamak. Büyüklük. Genişlemek. Zâhir olmak. 623
Teraküb: Birbirine bağlanıp kenetlenme: 623
Tezvir: Şâhidin şehadetini kabul etme. Kendini ziyaret edene ikram etme: 623
Tibrak: Bıçak: 623

KUYU
Levha: 22 Eylül 1997… Mustafa Şâhin geniş bir kuyunun dibine inip, oradan Kur’ân-ı
Kerim’le çıkıyor… Kuyunun dibindeki kapıdan bağırıp içerideki kişiyi –ki bende onun
canavar olduğu hissi var- korkutarak, sözkonusu Kur’ân’ı aldığını anlatıyor… Ve, “bu Kur’ân
Kumandan’ın!” diyor… Ben içimden, “bu Kur’ân Kumandan’ın olsa, daha tarihî olması
gerekirdi!” diye geçiriyorum… Bu, yeni ve sarı sayfalı… Yazısı çok güzel… Mustafa, açık
Kur’ân’dan, sol taraftaki sayfanın ortasında bulunan üç satırlık bir âyeti göstererek,
“Kumandan’ı anlatıyor!” diyor… Sevinç içindeyiz… Eğilip âyete bakıyorum… Okuyamadan
uyandım.(Sadedin Ustaosmanoğlu.)

Kur’ân: 351
Risman: İp, halat: 351
Kıran: Yakınlık, mukarenet. Ayrı iki şeyin birleşmesi. İki gezegenin bir burçta olması:
351
Farisî: Farsça: 351
Raif: Önde giden at. Dağ burnu: 351
Fari’: Yüce nesne: 351
Rakan: Kına. Za’feran çiçeği: 351
Tahmîş: Tırmalamak. Hiddetlendirmek: 1350=351
Nasara: Nasranîler: 351
Neriman: Pehlivan, yiğit, kahraman: 351
Neş’: Yiğit olmak. Yüksek olmak. Rüzgâr esmek. İyi ve hoş kokulu şeyler koklamak:
351
Akren: Kaşı çatık olan adam. (Kıtab: Kaşlarını bir yerde toplayan adam. Yüzünü
pötürdetmek. Karıştırmak: 112… Kit’ab: Kur’ân. Kitab. Levh-i mahfuz… Salih İzzet Erdiş:
1112): 351
Muktezi: Lüzumlu olduğu taayyün etmiş, anlaşılmış: 1350=351
Mimar: 351
A’ref: Arif. Yelesi ve boynu uzun at: 351
Sinimmar: Ay, kamer: 351
Yoldaş: 351

Âbar: Kuyular. Su kuyuları. Hesab defteri. (Abr: Rüyâ tabir etmek. Düş yormak.
Gözyaşı akıtmak. Sudan veya başka bir yerden geçmek. Söylemeden bir şeyi
düşünmek.): 204
Bâri: (Esma-i Hüsna’dandır: Takdir edici.): 204
Mukaddes: Kudsî: 204
Gabir: İstikbâl. Kalan: 1203=204
Garib: Batan. Gurub eden. İki omuz arası: 1203= 204
Bera’: Her ayın ilk ve son günü: 204
Çâr: Dört. Cihar: 204
Çera: “Niçin? Niye böyle?” Mer’a, otlak: 204
Hüsameddin: Dinin keskin kılıcı: 204
Izaet: Parlatmak. Işıklı olmak. Aydınlık olmak: 1203= 204
Sadik: Çok sadık. Doğru sözlü, dost: 204
Mahkun: Suçsuz, masum: 204
Diraht: Ağaç, şecer: 1204
Câr: Kadınların, elbisenin üstüne örtündükleri çarşaf: 204

Bi’r: Kuyu: 203
Tehabbür: Esasını bilme, iyice bilme: 1202= 203
Be’r: Kuyu kazmak: 203
Ber’: Halketmek. Hastanın iyileşmesi: 203
Bür: Hastanın iyileşmeye başlaması. Fazilet ve bilgide üstünlük. Kurtulmak: 203
Ebr: Bulut: 203
Ebr: Ürkmek. Kaçmak: 203
Gaber: Büyük meşakkat: 1202= 203
Gabr: Bâki olmak, ebedî olmak. Memede kalan süt bakiyyesi: 1202=203
Gair: Gayret. İnsan topluluğu: 1202=203
Gareb: GÜMÜŞ kadeh. Kavak ağacı. Havuzla kuyu arasına dökülen su: 1202=203
İrb: Akıl. Zihin. Zekâ. Akıllılık: 203
İstismar: Menfaatine âlet etmek. Kıymetlendirmek: 1202=203
Rüba: Tepe, yüksek yer: 203
Garb: Güneşin battığı taraf. Batı. Sığır derisinden yapılan kova. Atıldıktan sonra
bulunmayan ok. Yürügen at. Nasır acısı. Gözyaşı. Gözyaşının geldiği damar. Kenar: 1202=
203

Tereccül: Kuyu içine girmek. Paklanmak, temizlenmek. Süslenmek,
ziynetlenmek. Saç ve sakal taramak. Yayan yürümek: 633
Ahillâ: Sadık ve samimi dostlar: 633
Ahbel: Divane, deli: 633
Seabin: Büyük yılanlar, ejderhalar: 633
Hulc: Küçük gemi: 633
Ebhal: Büyük gözlü. En hasis: 633
Halib: Aldatıcı, hilekâr, sahtekâr: 633

Kalizem: Kuyu. Suyu çok olan deniz. (Müridd: Suyu çok olan deniz.): 880
Harf: Yemiş toplamak: 880
Şefkat: Başkasının kederiyle alâkalanmak. Karşılıksız ilgi, sevgi: 880
Mahrem: İki dağ arasındaki yol: 880
Ferruh: Mübarek, kutlu, uğurlu: 880
Nazl: Ok atmak: 880

Birnas: Derin kuyu: 313
Hacer-ül esved: 313
Mirzabeyoğlu: 1312=313
Zarok. (Kürtçe): Çocuk: 313
Nebras. (Süryanice.): Nur merkezi. Lâmba. Çıra. Kandil: 313
Çaşit: Casus. Hafiye: 313
Zevrak: İbrik. Kayık. İyi ve parlak kılıç: 313
Mürecca: Tekrar avdet olunmuş, tekrar geri dönülmüş: 313
Perniyan: Nakışlı atlas. İpekten dokunmuş bir cins işlemeli kumaş: 313

Kalîb: Kuyu, çok eski zamanlardan kalmış kuyu: 142
Kıllîb: Eski kuyu. Kurt: 142
Men ene: Ben kimim?: 142
Mehdî: (Büyük ebcedle): 142
Asib: Dağ, cebel: 142
Nusb: Meşakkat, zahmet, elem. Zehir, ağu. Belâ, musibet. Heykel: 142

Zehk: Derin kuyu. Çıkmak, huruç etmek: 112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506= 1112

KASIM
Levha: (…) 1993… Kumandan, kollarını masaya dayamış otururken, ben de tam
karşısında oturuyorum… “Efendim, KASIM dediniz; bu ay olarak mı, isim olarak mı acaba?”
diyorum… Sigarasından bir nefes çekiyor ve dumanını havaya üflerken, yüzünde beliren çok
güzel bir gülümseme ile cevab veriyor: “İkisi de!” (Sinami Orhan)

Şehr: Ay. Otuz günlük zaman. Bir şeyi izhar etmek. Teşhir etmek: 505
Şarid: Tutulup beğenilmiş ve yayılmış şiirler. Şiir tarzında ata sözleri: 505
Tefekküh: Yemiş toplayıp vermek. Meyvedar olmak. Meyvelenmek. Pişman olmak.
Pek hoşlanıp hayrette kalmak: 505
Tenmiye: Büyütmek. Yetiştirmek. Arttırmak. Bereketlendirmek: 505
Güfte: Herhangi bir makama göre bestelenen manzume. Söylenmiş söz: 505
İşcar: Ağaç yetiştirme. Ağaçlandırma: 505
İctinan: Gizlenmek: 505
Erşed: Her hâli iyi ve doğru olan. Doğru yola diğerlerinden daha yakın olan: 505
İcsa: Dizüstü getirme. Çökertme: 505
Mutavattın: Yerleşmiş. Vatan eyleyen: 505
Müntehî: Sona eren. Son. Bir şeyi tamamlayan. Biten: 505
Mütehekkim: Alay eden: 505
Mütehemmik: İşinin üzerine düşen. İşini sıkı tutan: 505
Raşid: Rüşde ermiş olan: 505
Reşad: Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Aklın kuvvetli olması: 505
Taka: İki-üç kişiyle idare edilebilen yelkenli: 505
Adalet: Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek: 505
Tekehhüf: Mağara biçiminde oyulup kazınma: 505

Şehr: 505= 1504
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312=1503=504
İbşar: Müjdeleme, sevinçli bir haber bildirme: 504
İşrab: İçirme veya içirilme. Bir maksadı açıktan değil de dolayısıyla gösterme. Kapalı
surette anlatmak: 504
Rüşd: Büluğa erme. Hayra isabet etme. İstikamette olmak: 504
İcalet: El kitabı: 504

Kasım: Taksim eden, ayıran, bölen: 201
Enfüsî: Bir kimseyi mahsus görüş ve düşünüş. Nefse, kendi hayatına âit: 201
A’kal: En akıllı: 201
Asım: Kendisini günahlardan men’edip pâk ve ismetli tutan, koruyan, men’eden: 201
Kassam: Varisler arasında miras taksim eden. Taksim eden: 201
Kali’: Kökten söküp atan. Kökünden çıkaran: 201
Fasıl: Fasıllara ayıran. Kısım kısım eden: 201
Alemeyn: İki âlem. Dünya ve ahiret: 201

Kasîm: Güzel kimse. Taksim eden, bölen: 210
Dağdar: Damgalı. Kızgın demirle nişân vurulu. Gönlü yaralı. Pek acıklı, üzüntülü: 210
Müstahlef: Kendi yerine geçirilmiş. Başkasının yerine konulan: 1210
Sun’: İbda. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210
Münsal: Kılıç: 210
Rebub: Üvey oğul. Üvey baba: 210
Tahattur: Hatırlamak. Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak: 1209=210
İchar: Ağaçları sık bitmiş yer: 210
Asef: Büyük kadeh. Bir şeyi almak. Birisini istihdam etmek. Ölüm: 210

Besim: Güleryüzlü kimse: 112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506=1112
İlmam: İki şey birbirine yaklaşma: 112
Tenasüh: Ruhun bir bedenden diğerine geçtiğine inanan fırka. Miras sahibinin ölümü
ile malın varisine geçmesi. (Tenassuh: Nasihat almak, aklı başına gelmek. Başkası hakkında
iyilik istemek… Tenasuh: Birbirine nasihat etmek… Dedi ki: Bu dünyadan göçeceğim diye
hiç üzülmeyiniz. Mansur’un nuru, 150 sene sonra Feridüddin-i Attar’ın ruhunda tecelli edip,
onun mürşidi oldu. Ne hâlde olursanız olunuz, benimlesiniz. Size gözükmem için beni
hatırlayın. Hangi kıyafette olursam olayım, daima sizinleyim; kalblerinize mânâ ve hakikatleri
dökerim. Allah Sevgilisi’nin, “benim ölüm de, dirim de sizin için hayırlıdır” buyurduğu
sözünü, ben de aynen tekrar ediyorum. Bunun mânâsı, “benim dirim doğru yolu göstermek ve
ölümüm de yardım etmek içindir!” demektir… Dedi ki: Mevlâna Hazretleri birgün mütalâada
bulunuyordu… Bir münasebetsiz adam, “Bu Attâr’ın sözüdür!” deyince, “ey kahbenin
kardeşi! O hâlde ben kimim?” cevabını aldı!): 1111=112
Ünas: Halk. İnsanlar: 112

IZDIRAB ŞARABI
Levha: (…) Salih Mirzabeyoğlu, bir kayanın üzerinde diz çökmüş bir biçimde
oturuyor. Sahra-il isimli büyük bir melek, altundan bir şarab kadehini ona uzatıyor. Kadehin
içinde “ızdırab şarabı” varmış. (Havarî Keser)

Salih Mirzabeyoğlu: 691+322=1013
Izdırab: Acı, elem, sıkıntı, vesvese, azab. (Dedi ki: Her belâda bir rahmet vardır… Her
hususî bir rahmeti müştemildir. Yâni, Allah, Zâtını, rahman ve rahîm vasfı ile vasfeylemiştir
ve “Rahmetim gazabımı geçti” diye işaret etmiştir. Bundan dolayı, ondan gelen belâ sebebsiz
değildir; mübtelâ, istidadı kadar denenir… Ve belâ her ne kadar insan tabiatı bakımından kötü
bir iş ise de, aslında sevimli bir işdir ki, sabredenlerde güzel izi, hoş afiyeti vardır. Bu
sebebledir ki, has kulların iptilâsı, diğerlerinden ziyadedir… Çünkü tam rahmet için istidatlerı
çoktur…): 1013
Habab: Son derece muhabbet. Su üzerindeki hava kabarcığı: 13
Ecuc: Işık veren, parlayan. Parlak nesne. Suyun tuzlu ve açık olması: 13
Gazv: Küffârla cenk etmek: 1013

Casiye: Diz çökmüş. Topluluk, cemaat. Yığın, taş yığını: 519
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332=520=1519
İstincad: Yardım isteme: 519

Sahra: Yazı. Kır, ova, çöl: 300
Fikr: Düşünce. Akıl. Rey, istek: 300

İll: Keskinlik ve parlaklık mânâsına alınmış olup, “feryad, yemin, ahid ve
karabet” mânâlarına gelir. Bu kelimenin İbranice’de “ilâh” olduğu söylenmiştir: 31
El: 31
Kûh: Dağ: 31

Sahra-il: 300+31= 331
Gufran: Allah’ın günahları affedip örtmesi, rahmeti: 1331
Şagil: İşgal eden, tutan. Meşgul eden. Meşgul olmayı gerektiren. Bir mülke oturan:
1331
Süryanî: Suriye halkından. Samilerin Aramî kolundan ve garb kısmından olan ve
bunların dininden olan: 331
Şükuh: Azamet, ululuk, celâl: 331

Kadeh: 112
Zer-rişte: Altun tel. Sırma. Sarı: 1112
İhtilâf: Anlaşmazlık, karışıklık. Karşı karşıya olma. Birisinin halifesi olmak: 1112

Cam: Cam, şişe, bardak, kadeh: 44
Dil: Lûgat. Lisân, zeban: 44
Hücul: Uçurumlar, çukurlar, derinlikler, yarlar: 44
Ücem: Sık ağaçlık yerler: 44

Cam-(ı) zerrin: Altun kadeh. Allah âşıkının kalbi. Bir şarab adı: 312
Rakib: Daima görüp kontrol eden, gözeten. Bekçi. Her işde birbirinden üstün olmaya
çalışanların her biri. (Esma-i Hüsna’dan, Er-Rakib: Üstün çıkıcı… Üstadım’ın “İşaret” isimli
şiirinden: Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum! –Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler
esaret! –Yalnız, RAKİB ismiyle Allah’ı görüyorum! –Bir yokluk ki, bu dünya, var olandan
işaret…): 312
Mirzabeyoğlu: 1312
Armâ’: Alaca yılan: 312
Muabbir: Rüyâ tâbir eden: 312
Mihsere: Süpürge: 313= 1312
Tesbit: Sağlam olarak yerleştirme. Bir şeyin aslını kat’i olarak tesbit etme: 1312
Mi’ber: KÖPRÜ. Su geçme geçidi. Suyu geçmeye yarayan kayık, sal gibi vasıtalar:
312
Murabba’: Dörtlü. Dört şeyden olmuş. Kare. Dörde çıkarılmış: 312
Senber: Her umuru bilen, her işten anlayan: 312
Bayrak: 312
Yeşb: Yeşim denilen taş: 312
Şib: Üzerine kar düşen dağ: 312
Şeyb: İhtiyarlık. Saç, sakal ağarması. Pîrlik: 312
A’mar: Sinler, yaşlar. Ömürler, yaşayışlar. Mes’ut hayat. Hoşa gidecek garib ve mesut
şeyler: 312

Hamr: Şarab. Ekşi. Sarhoşluk veren şey. Bir hususu söylemeyip örtmek. (Hamr:
Yüzmek… Hamra: Çok kırmızı, kızıl renk. Şiddet ve meşakkatli geçen yıl. Şiddetle olan
ölüm. Arab olmayan cinsten. Yüzü kızarmış kadın.): 840
Müştakk: İştikak etmiş, başka kelimeden türemiş. (Müştak: Arzu ve iştiyak gösteren,
fazla istekli… Müştekâ: Şikâyet olunan, kendisinden şikâyet edilen.): 840
Hürrem: Sevinçli, mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güleryüzlü: 840
Tenfiş: Pamuk gibi ditme. Yün atma: 840
Firkateyn: Harb gemileri: 840
Kazem: Tez, seri, acele: 840
Kızım: Katı, şiddetli, şedit: 840
Mahr: Yarmak. Yükseltmek. Rüzgârın çıkardığı gürültü: 840
Mazz: Gönlün gamdan ve tasadan yanması. İkrar etmek, açıktan söylemek: 840
Merh: Bir yeşil ağaç: 840
Meşakkat: Zahmet. Sıkıntı: 840
Müştail: Yanan, tutuşan, alevlenen: 840
Müstansır: Yardım dileyen: 840
Udhuke: Komedi: 840
Zamm: Bir şeye bir şeyi ekleme, arttırma. Katma: 840
Şefeteyn: İki dudak: 840

Hammar: Meyhaneci. Mürşid, şeyh, kılavuz: 841
Ruham: Mermer: 841
Erham: Başı beyaz olan at: 841
Ketkat: Kelâmı çok olan, fazla konuşan: 841
Gamz: Göz yummak, gizli olmak, yumuşak muamelede bulunmak: 1840=841
Zifan: Öldürücü zehir: 841
Mehdî Muhammed Salih: 59+92+691=842=1841

Şarab: İçki. Mey. Bâde. Hamr: 503
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312=1503
Bâşir: Müjde veren: 503
Tünban: Don. Şalvar: 503
Tencim: Yıldız ilmiyle uğraşmak. Yıldızların hareketinden mânâ çıkarmaya çalışmak:
503
Bişar: Esir, kul. Harbte teslim alınan kimse. Altun, gümüş kakmalı işlemeler. Takatsiz,
dermansız, hâlsiz: 503
İstima: Birisinin ziyâretine gitme: 503
İstizmar: Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksat ve niyetini anlamaya
çalışma: 1502=503
Mütecennî: Meyve devşiren, meyve toplayan: 503

Mey: Şarab. İçki: 50
Nasreddin Hoca: 1050
Kudek: Çocuk. Sabi. (Ma’sum: Suçsuz. Küçük çocuk. Saf, temiz): 50
Nazar: Altun. Tazelik: 1050
Kell: Ağırlık. Yorgunluk. Yetim. Ufak taneli yağmur. Semizlik. Cibinlik dedikleri ince
örtü: 50
Gül: 50
Meyvac: Radyo. Çok fırtınalı. Fırtınalı: 50
Edeme: Derinin iç yüzü. (Dışına “beşere” derler.): 50
Hulave: Kafanın ortası: 50
Zamir: Bir şeyi gizlemek. İç. Bir şeyin iç yüzü. Niyet. Vicdan. Kalb. Gaye. “Ben, sen,
o” gibi ismin yerini tutan kelime: 1050

Bâde: Şarab, içki. Kadeh: 12
Hubub: Su üzerinde kabarcıklar: 12
Hacc: Hacı. Hacca gitmiş kimse: 12
Hev: Himmet: 12
Bedv: Zihne âniden doğan: 12
Cankurtaran: 1012
Bâhâ: Suyun derin yeri. Açık meydanlık. Alan. Bir evin çevresindeki kapalı avlu veya
bahçe: 12

Melsa’: şarab. Pürüzsüz düz yer: 140
Kayl: Ulu, şerif kimse. Öğle vakti şarab içmek: 140
Ken’: Tilki eniği: 140
İsa: 140
Mesbah: Doğacak yer ve zaman. Tulu’ edecek yer ve zaman: 140

HACC
Levha: 24 Mayıs 1995… Kumandan’la Hacca gidiyoruz. Yollarda ve gittiğimiz
yerlerde tehlikeler. Kumandan’la kaldığımız mekânın müdavimleri arasında kavga durumu
var… Tabanca saklama gibi bir mesele. (Hayreddin Soykan)

Hacc: Hacı. Hacca gitmiş kimse: 12
Büdüv: Görünür hâle gelme. Âşikâr olma. Zâhir hâle gelme: 12
Hebbe: Vak’a. Zamandan bir asır. 12
Gata: Örtü. Perde: 1011=12
Tehatub: Hitablaşma: 1012
Tabbağ: Kılıç yapan kimse: 1012
Tabe: “İyi ve temiz olsun” meâlinde: 12
Zad: Artsın, çoğalsın: 12
Bud: Varlık: 12

Hatar: Tehlike. Uçurum. Emniyetsizlik. Korku. (Hatare: Hürmetli ve izzetli
olmak.): 809
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer
arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809

Muhatara: Tehlike. Korkulacak hâle tutulma. Ziyân. Korku: 855
Mahyere: Beğenip seçmede serbestlik: 855
Mahtur: Hatara, tehlikeye yakın. Düşünen. Fikir ve endişe: 855
Tente: Örümcek ağı: 855
Hurtum: Şarab. Burun: 855
Uztumme: İnsanın ırk ve nesebi. Her şeyin aslı: 855

Ahtar: Tehlikeler. (Ahter: Yıldız. Baht, talih.): 811
Ahîr: En son, sonraki: 811
Dervah: Hastalıktan yeni kurtulan. Doğru, asıl, gerçek. Cesaret, şecaat. Ayıp, utanma.
Sertlik, kabalık: 811
İhtar: Hatırlatmak. Tenbih. Uyarma. Kalbe doğuş. İlhâm: 811
Zabt: Zabt etmek. İdaresi altına almak. Sıkıca tutmak. Kendine maletmek. Kavramak.
Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. Bağlamak: 811
Tesettî: Asan olma, kolaylaşmak. Beklemek, gözlemek: 811

Cane: Silâh: 59
Mehdî: 59
Dehen: Ağız: 59
Hına: Kına: 59

DİYET
Levha: 21 Ekim 2001… Bartın’da bir süre durduğumuz evin geniş bahçesinin
oratsında Üstad 30-40 yaşlarında. Üzerinde kahverengi ceket var. Saçları koyu kahverengi ve
gür. Bıyıklarının dikdörtgenimsi şekli dikkatimi çekiyor. Eve girmek istiyoruz, fakat nasıl
oluyorsa kapıyı işaret ediyor. Üstad, tam tırmanacakken sakin bir şekilde, “diyet ödeme
zamanı geldi!” diyor. Bu sözü garib karşılıyorum. Rüyânın başından beri Üstad’a 2-3 metre
uzaktayım ve film seyreder gibi yaptıklarını takib ediyorum. (Erkan Acar.)

Kunbul(e): 30 ile 40 yaş arasındaki kimse. Kalın vücudlu kimse. Sinirli ve
hiddetli olan. At. Bomba: 187
Mehdî Salih: 188=1187
Vâkıf: Bilen, haber sahibi. Aşina. Bir işten iyi haberi olan. Vakfeden. Duran, ayakta
duran: 187
Mukavim: Sağlam. Dayanıklı. Mukavemet eden. Direnen: 187
Vifak: Bir fikir üzerinde anlaşmak. Barış. Uygunluk: 187
Sı’sıa: Sığınacak yer. Her nesnenin aslı. Horozun ayağında çıkan fazlalık parmak: 187

Kunbul(e): 187= 1186
Sufî: Tasavvuf ehli: 186
Vefk: Uygun gelme. Uyma. Muvafık olma. Tesirli dua: 186
Naus: Yüksek yer: 186
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. Sâlim, sağlam: 186
Ayyuk: Samanyolunun daima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi.
Gökyüzünün pek yüksek yeri: 186
Lakane: Zeki ve seri anlayışlı olmak: 186
Kavf: Bir kimsenin peşinden gitmek. Ense saçı: 186
Fevk: Üst. Üst taraf. Yüksek derece. Yukarı: 186

Diyet: Kan bedeli. Yaralanan veya öldürülen bir kimse için en yakın vârisine
ödenmesi şer’an hükmolunan para veya mal. Can pahası. Para, değer, kıymet: 414
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+322= 414
Hut: Balık. Büyük balık. Şubat ayında güneşin girdiği, semanın güney yarımküresinde
burc: 414
Derdur: Anafor. Girdab. Derin çukur yer: 414
İki aktör: 707+707=1414
İttihad: Birleşmek: 414
Ab-şinas: Gemi kılavuzu. Sudan anlayan: 414
Ebyat: Beyitler. Beyitlerden müteşekkil: 414
Tegayüb: Birkaç kişinin topluca kaybolması: 1413=414
İctihad: Gayret etmek. Çalışmak. Anlayış. Kanaat: 414
Canişin: Birinin yerine geçen. Vekil: 414
Tababet: Hekimlik: 414

ZELZELE
Levha: 13 Nisan 2001… Kumandan sakalsız, bıyıksız ve çok genç. Dizüstü oturmuş,
ben de ayaktayım. Bana bir şeyler anlatıyor. Dışarıdan gürültüler geliyor. İlkönce başka
koğuşlardan geliyor sanıyordum, sonra deprem olduğunu anladım. Tavandan tozlar
dökülüyor. Kumandan’a, “efendim deprem oluyor!” diyorum. Kumandan oturuşunu hiç
bozmadan bir noktaya bakıyor. (Kartal Cezaevi –Ünsal Zor.)

Recefe: Zelzele: 288
Harf: Harf. Vecih, üslûb. Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı: 288

Racife: Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha: 289
Fıtr: Oruç açmak, iftar etmek: 289
Futr: Yaratmak, halk: 289
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191=1289

Zelzal: Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma: 75
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322=1075
Lümme: Nişân. Alâmet. Nokta. Damga. Vesvese. Çok cemaat, çok kalabalık: 75
Savt: Kamçı, kırbaç. Bir şeyi diğerine karıştırmak: 75
Sübüha: Nur. Azamet, büyüklük: 75
Hüneyhe: Saat. Kıyamet: 75
Nahide: Yeni yetişmiş kız. Zühre (Venüs) yıldızı: 75
Kene: Hayvanların etine yapışıp emen küçük böcek: 75

Tahdik: Gözünü dikip, ayırmadan ve dikkatle bakmak: 522
Kelime-i Tevhid: 523=1522
Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri: 522
Tensib: Uygun görme. Münasib kılmak: 522
İ’nat: Zahmete uğratma, meşakkate maruz bırakma. Mukayyed kafiye ve mukayyed
seci’ sanatı: 522

İKİ CEMEL
Levha: 27 Ekim 1998… Bahçede meyveli, yemyeşil bir ağacın altındayım. Gaibten,
“iki deve bir araya gelince İsâ Aleyhisselâm zuhur edecek!” diye bir ses geliyor. (Bandırma
Cezaevi – Ahmed Söylemez)

Cemel: Erkek deve (Cemil: Güzel): 73
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072=73
Hilbilab: Sarmaşık: 73
Sücud: Secdeye varmak: 73
Tahhane: Çok asker. Deve sürüsü: 73
İsa’: Teselli verip, sabra irşad etmek: 73

İki cemel: 73+73=146
Rahman Ssûresi, 19. âyet: (Meâli: İki deniz birbirine kavuşuyorlar.): 146
Ya’lul: Su üzerinde peyda olan kabarcık. Beyaz bulut. Çift hörgüçlü deve: 146
Ullame: Kına: 146

İbl: Dişi deve. Deve sürüsü: 33
Dü-dide: İki göz: 33
Güz: Sonbahar: 33
Kuz: Bardak, kadeh. Tas, çanak: 33

İki ibl: 33+33= 66
Seha: Büyük cüsseli. (Seha’: Beyin zarı): 66
Hilâl: Yeni ay şekli. Yeni ay: 66

17.07.2008- 80.SAYI

KAYIP PARA ÇANTASI


Levha: 2 Kasım 1984… Çantamı ve dosyamı kaybetmiş olmanın sıkıntısı içindeyim…
Bir yerde, zemin üzerindeki bir kartonda kocaman harflerle yazılmış bir yazı görüyorum…
Mehmed Kısakürek de orada!..

Ma-fat: Kaybolan. Elden çıkan şey. Kaybedilen. (Yevmiye: Sene 1982… Kâzım
Albayrak’ın Sanayi Çarşısı’ndaki oto parçası satılan dükkânından çıkınca, para
çantamı ve içinde arabanın ruhsatı, ehliyetim ve nüfus kâğıdım olan dosyamı
düşürüyorum… Himmetle lütuflandırıldığım dava… O hâdiseyi Üstadım’a anlattım ve
büyüklerden himmet istediğimi, bulunması benim için şart olan dosyamı bulduğumu
söyledim… Heyecanla atıldı: Onlardandır!.. Benim çantam kaybolmuştu… Bunu ben
yazdım: Elim böyle döndürülüyor ve sanki çantam elime tutuşturuldu… Hâdisenin oluş
mekanizmasında benim hiçbir irâdi dahlim yok ki!): 522
Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri: 522
Kelime-i Tevhid: 523=1522
Hırka-i Tecrid: Tecrid hırkası, derviş hırkası: 523=1522
Tensib: Uygun görme. Münasib kılma: 522

Emya: Para kesesi, çanta: 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052
Hüvam: Hayranlık hâli: 52
Nazır: Taze. Tazeleşen: 1051=52
Müeddeb: Tedib edilmiş. Edeblendirilmiş. Terbiye edilen. Edebli: 52
Müeddib: Terbiye eden: 52
Mugve: Canavarı düşürüp yakalamak için kazıp örttükleri kuyu: 1051=52
Mevbed: Mecusiler reisinin –zerdüşt- ulusu: 52

Hemyan: Çanta, kese, torba, dağarcık: 106
Heyeman: Şaşkınlık. Tutkun olma, âşıklık: 106
Domon. (Zazaca): Çocuklar: 106
Nehami: Demirci: 106
Fedaviyye: Fedaîler: 106
Himan: Susamış, susuz: 106
Minu: Şişe, sırça, cam. Zümrüt. Cennet, Firdevs: 106

HADÎS-İ ŞERİFLER
Levha: 5-8 Eylül 2000… Rüyâmda mavi kapaklı bir kitab görüyorum. Kitabın
kapağında, “Allah Resûlü’nün HADÎS-İ ŞERİFLER’i” yazıyor. Sonra kitabı karıştırırken, tam
sayfa olarak bir levhada “Kumandan’la ilgili Hadîsler” yazan bir bölüm görüyorum…
İçindekileri okuyamadan uyanıyorum. (Hasan Solak)

Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri: 522
Tensib: Uygun görme. Münasib kılmak: 522
Kelime-i Tevhid: 523=1522

Hadîs-i Şerif: 522+590=1112
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506=1112
Abâdile: Abdullah isimliler: 112
İrsiyet: Veraset: 1111=112
İnsa: Unutma, unutturma. Tehir eylemek: 113=1112
İlâve: Katma, ek yapma, arttırma, zam. Zeyl: 112
Zâtî: Zâta mensub. Hususî. Özel: 1111=112
Esamî: İsimler: 112
Ilhiz: Büyük kene: 112

TEYİD
Levha: 16 Eylül 2000… Rüyâmda, perde arkasında ve gaibten gelen Davudî bir ses
işitiyorum. Sesin, Allah Resûlü’ne âit olduğu söyleniyor. Allah Resûlü, sanıyorum bir
Sahabîsi’ne, “Salih’in davası yayından çıkan bir ok gibi hedefine yakındır!” buyuruyor. Ben
de bu esnada, “Allah Resûlü, Kumandan için Hadîs-i şerif söylüyor, geçen hafta Hasan Solak
görmüştü rüyâsında. O kitabdaki hadîsleri söylüyor!” diyorum. (Fazıl Duygun.)

Hicret’in Birinci yılında, namaz vakti geldikçe sahabîler kendi kendilerine toplanırlar,
ayrıca davet yapılmazdı… Bu işi bir usûle bağlamak için Allah’ın Resûlü, sahâbîleriyle
görüşüp sordular:
-“Halkı namaza ne şekilde çağıralım?”
Bazıları:
-“Biz de Nasraniler gibi çan kullanalım… Namaz vakitlerinde çanlar çalınsın!”
Bazıları:
-”Yahudiler gibi boru çalınsın!”
Bazıları:
-“Namaz vakitlerinde ateş yakıp yukarı kaldıralım… Halk alevi veya dumanı görüp
mescide gelsin!”
Sahâbî Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe, Allah Resûlü’ne gelip dedi:
-“Ey Allah’ın Resûlü; ben bu gece bir rüyâ gördüm. Yanıma yeşil kaftanlar giyinmiş
bir kimse geldi ve bana bazı kelimeler talim etti. Öyle bir hâldeyim ki, uykuda mıyım, değil
miyim, belli değildi. Doğruyu söylüyorum…”
Ve, ezan ile kameti, rüyâsında öğrendiği gibi Allah’ın Resûlü’ne okudu… Kâinat’ın
Fahri buyurdular ki:
-“İnşallah gördüğün rüyâ haktır. Sen işittiklerini Bilâl’e öğret… Onun sesi
seninkinden gürdür… Senden duyduğu gibi ezan okusun!”
Abdullah bin Zeyd, rüyâda öğrendiğini Bilâl’e ezberletti ve o da ilk ezanı okudu…
Hazret-i Ömer, ezan sesini duyunca aceleyle:
-“Ey Allah’ın Resûlü; seni hak Peygamber olarak gönderen Allah üzerine söylüyorum
ki, rüyâda nasıl gördümse Bilâl ezanı öyle okuyor.”
Meğer Hazret-i Ömer de aynı rüyâyı görmüş!..
Vahy, ilhâm ve bedahet davasını, Allah’tan gelen ve Allah’a dönen insanın kaderinin
hasrında bütünleyen mânâ, “ezan” bahsinde göründü… Bu mevzuda bir din büyüğünün tefsiri
şudur:
-“Allah, ezanı vahy yolundan Peygamberi’ne bildirmeyip sahâbîlerine rüyâda malûm
etmekle, bazı hâlleri ümmete doğrudan doğruya tecelli ettirerek, bütün din ölçülerinin hak
olduğuna dair delil vermiş ve itikadlarını kuvvetlendirmiştir.”
Bu da azim bir nimet!

Te’yid: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metanet verme. Doğrulama.
Destekleme: 425
Teke: Bir cilt defter. Keçilerin erkeği. Sürünün önünde giden kösemen. (Cefr: Dört
aylık keçi oğlağı. Geniş ve örülmemiş kuyu. Cifr… Cifr: Ebced.): 425
Tedviye: İlâç verme: 425
Tahayyüz: Yer tutmak, yer almak. Ehemmiyet kazanmak. Herhangi bir cismin
boşlukta yer alması: 425
Techiz: Donatma. Gereken şeyleri tamamlama. Cihazlanma: 425
Tehzic: Makamla şarkı söyleme: 425

TEKRAR
Levha: (…) Ekim 2000… Haberci dergisinin bürosundayım. Fazıl Duygun ağabeyin
masasının üzerinde bir kâğıt var, onu okuyorum. Uzun bir liste hâlinde bir şeyler yazılmış;
Allah Resûlü’nün Kumandan’la ilgili söylediği hadîslermiş. Fazıl ağabeyin rüyâsında işittiği,
“Salih’in davası, yayından çıkan ok gibi, hedefine yakındır!” sözünü yazılı olarak okuyorum
ve “Allah Allah, bu Fazıl ağabeyin rüyâsında gördüğü şeyler!” diyorum. (Ümit Elönü.)

Tekrir: Tekrar etme. Sözün tesirini arttırmak için bile bile tekrarlama: 830
Müteşeffi: Şifa bulan. Öcünü alarak rahatlayan: 830

Tekrir: 830=1829
Mehdî Muhammed Salih izzet Erdiş: 62+92+691+477+506=1828=829

Kürur: Bir şeyin tekrarlanması: 426
Tahdid: Tarif etmek. Hududlandırmak. Sınırı belli etmek. Keskin etmek. Bilemek.
(Üstadım’ın Noktalama’sı: Su oldu boyuna bilenmekten, -Yandı benlik madenim, boyuna
törpülenmekten!): 426
Nüşu’: İlâç içirmek: 426
İkdirar: Bulanma, bulanık olma. (Keduret: Bulanıklık. Gam, tasa, keder: 630… Hull:
Dost: 630… Keşîş: Manastır sahibi, yurt sahibi: 630): 426
Hıyazet: İlâve etmek, toplamak: 426
Müşayaa: Biriyle dostluk etmek. Birine tâbi olmak. Çağırmak. Haykırmak: 426
Tecviz: Câiz görme. İzin verme: 426
Mürafaka: Yoldaşlık: 426
Mersus: Sağlam yapı: 426
Meşmum: Koklanmış. Itır ve misk gibi güzel kokulu şey: 426
Tehyi’: Hazırlama, hazırlanma: 426

Kerre: Bir defa. Bir adet. Bir: 225
Harbiye: 225
Tuyur: Kuşlar. (Tuyur: Birbiri ardınca iade etmek, peşpeşe geri çevirmek.
Tekrarlamak.): 225
Kard: Bıçak: 225
Piruz: Uğurlu, hayırlı: 225
Tavrî: Ehad, vâhid, bir. Vahşî adam veya kuş: 225
Buhayre: Göl. Küçük deniz: 225
Harîz: Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış: 225
Mikaa: Yaşlı ve uzun boylu kimse. Kassarlar tokmağı. (Kassar: Leke çıkaran. Çırpıcı,
yıkayıcı.): 225
Perviz: Üstün, galib, muzaffer. Elek. Süzgeç. Güzellik. Balık. Cilve: 225

Kerrat: Kerreler. Defalar. Çarpım cetveli: 62
Tartib: Tazelik verme. Islatma, rutubetlendirme. Islatılma. Hoşlandırılma: 621

Mükerrer: Tekrarlı. Tekrar olunmuş: 460
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+1302=1459=460
Yetîm: Babası ölmüş çocuk. Tek, eşsiz, baliğ. (Üstadım’ın mısraı: Bir merhamet
heykeli mahzun bakışlı yetîm.): 460
Tedvim: Kuşun uçarken deveran etmesi. Teskin etmek, sakinleştirmek: 460
Temzic: Bir kimseye birşey vermek. Karıştırmak. Katmak. Meczetmek: 460
Teganni: Muhtaç olmamak. Kâfi bulmak. Zengin olmak. Şarkı söylemek. Bir ibareyi
makamla okumak. Bir şâirin birisini medh veya hicvetmesi: 1460

CİBRİL – AZRAİL
Levha: (…) Ekim 2000… Yemyeşil bir uçurumun kenarındayız. Uçurum yerden
yüzlerce metre derinde ve binlerce insan sıraya girmiş. Burak Çileli ile beraberim. Burak, “bir
halk oylaması yapılsaydı, halk bizi seçerdi!” diyor. 1999 Devrim yılını söylüyormuş. Tam bu
esnada helikopter ve uçak karışımı bir hava aracı, uçurumun kenarında duruyor ve benim de
dahil olduğum bazı insanlar bu hava aracına biniyoruz. Aracın pilotları erkek manken gibi
yakışıklı ve babayiğit 2 genç pilot! Ben biner binmez, “Esselâm, ne haber Cebrail ve Azrail!”
diyorum ve hemen arkalarına, yanlamasına dizilmiş koltuklardan birine oturuyorum. Ben,
pilotların, Lût âleyhisselâma yakışıklı ve güçlü erkek misafir gibi gelen “Cebrail” ve “Azrail”
olduklarını düşünüyorum ve biraz da tanışıklığın verdiği cesaretle hafif laubali davranıyorum.
Onlara, “Allah Resûlü, Kumandan’ın davası, yayından çıkan ok gibi hedefine yakın demiş; siz
ne diyorsunuz?” diye soruyorum. Bana yüzlerini dönüp gülümsüyorlar! (Fazıl Duygun.)

Rehakâr: Kurtarıcı: 427
Tahtgâh: Başşehir. Taht yeri: 1426=427
Kitbe: Kitabe yazmak. Arttırmak ve biriktirmek: 427
Kütbe: Dikiş: 427
Meşguf(e): Âşık, tutkun: 1426=427
Tahzib: Takım hâline getirmek. Grublaştırmak: 427
Tezvid: Yol azığı hazırlama: 427
Zerger: Kuyumcu. Altun işleme: 427

Tayyar: Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havada kaybolup gaib olan: 220
Feylak: Büyük adam. Çok asker. Kolordu. İpek böceği ve kozası: 220
Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus bir yeri olmayan: 220
Verta: Uçurum, çukur yer, varta. Halledilmesi zor iş: 220
Cebire: Halkın bir işe hazırlık yapması: 220
Tarî: Birdenbire çıkan, ansızın görünen: 220

Lut: (Hazret-i İbrahim’in kardeşi Harran oğlu Lût Aleyhisselâm… Kendisinde
tecelli eden hikmet, “Melk”: Şiddet ve kuvvet mânâsına olan MELK hikmetinin Lût
Peygamber’e nisbet edilmesinin sebebi, kavminin hayvanî arzularına şiddetle bağlı
olmaları karşısında Allah’tan kuvvet, dayanacak kabile ve taraftar istemesi, Allah’ın da
ona yardım ederek kavmini şiddetli bir belâ ile kahretmesidir.): 45
İcal: Korkutmak: 45
Lüha: Gümüş. Bahşiş, hediye: 45
Halbe: Bir yarış yapmak veya birşeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu: 45

Cibril: Cebrail: 245
Merre: Def’a, kerre. Bir hareketin bir defada olduğunu bildiren fiil: 245
Seyfeddin: Dinin kılıcı, dinin askeri: 245
Murad: Gaye. Maksad. Emel. Arzu edilen şey. İstenerek, ümid ederek beklenen: 245
Mühr: Mühür. Sikke. Damga. İmza yerine basılan damga. Tay: 245
Demrağ: Çok kırmızı olan: 1244=245
Erdem: Usta gemici: 245
Ermed: Kül rengi, gri. Boz renkli nesne. Gözü ağrıyan adam: 245
Mader: Ana. Ümm: 245
Medar: Sebeb. Vesile. Bir şeyin etrafında döneceği yer. Gezegenlerin çizdiği daire:
245
Herem: Kocamak, yaşlanmak. Firavunlar zamanından kalma piramit şeklindeki
mezarların beheri. Mahrutî şekil, piramid: 245
İcmar: Yeni ayın görünmesi. Tahmini hesab yapmak. Bir araya toplamak. Süratle
yürümek. Atın sıçrayarak yürümesi. Bir şeyin umumî olması. Ateşe öd ağacı koymak: 245

Azrail: (Üstadım’dan bir mısra: Son marifet gözümde, Azrail’e tebessüm.): 319
Şehîd: Şâhid olan. Meşhude. Allah yolunda canını feda eden Müslüman. Şâhidin
mübalâğası. Allah Resûlü’nün bir ismi. (Esma-i Hüsna’dandır: O’ndan saklı yok.): 319
Şehva: Yay yapımında kullanılan ağaç: 319
SIBGATULLAH
Levha: 7 Temmuz 2008… Gaybtan bir ses, “Sıbgatullah senden farklı olarak, bir hâlin
kendisini, bir de hâlin izâhını yazıyor!” diyor. Kasdın Kumandanımız ve onun İNSAN yazısı
olduğu hissi içindeyim. (Bolu F-Tipi Cezaevi- Abdüsselâm Tutal)

Sıbgatullah: Allah’ın dilediği tarz, mânevî renk, biçim ve şekilde yaratması,
İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. Allah’ın dini: 1558
Tahsin: Kale gibi sağlamlaştırma. Muhafaza altına alma: 558
Muhadese: Konuşma. Birbirine hikâye etme: 558
Nasihat: Tavsiye, ihtar, öğüt: 558
Tashin: Sahneye koymak: 558
Tenazuk: Birbirine öğretmek: 558
Hins: Ağır yük: 558

Sıbgatullah: 1558=559
Kaptan Kusto Müslüman: 163+175+221=559
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+332=1559
Kaptan Kusto Daverî. (Hükümdarlık, kavga, mücadele.): 163+175+221=559
Kamtarir: Çatık suratlı: 559
Itfet: Şefkat, merhamet. Boncuk: 559
Nurpaş: Nur saçan, nur saçıcı: 559

Rüyâ hakkında yaptığım tefe’ülde üç “hayır” çıktı.
Tevbe Sûresi, 48. âyet: Doğrusu bunlar, daha önce (UHUD harbinde)fitne çıkarmak
istemişler ve sana türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet Hak(kın yardımı) geldi. Allah’ın emri,
onlar istemedikleri hâlde, galib geldi. (Not: Bu âyetler, Tebük savaşındaki hâdiseleri
anlatmaktadır. Münafıklar bu zor günlerde İslâm ordusuna katılmamışlar, bahaneler
uydurarak Allah’ın Elçisi’nden izin almışlar, savaşa gitmemişlerdi. Allah’ın Resûlü’de
bunlara izin vermişti; çünkü gönülsüz savaşa katılan insanlardan bir hayır gelmeyeceğini
biliyordu. İşte bu âyetler, onların bu kötü davranışlarını mü’minlere anlatmaktadır.)
Tevbe Sûresi, 55. âyet: Onların ne malları ne evlatları seni imrendirmesin. Allah,
bunlar sebebiyle onlara ancak dünya hayatında azaba uğratmayı ve kâfir oldukları hâlde
canlarının çıkmasını istiyor.
Saffat Sûresi, 77.âyet: Hem zürriyetini, bâki kalanların tâ kendileri yaptık.
Saffat Sûresi, 103.âyet: Vaktâ ki, böylece ikisi de teslim oldular ve İbrahim çocuğu
şakağı üstü yıktı. (Saffat Sûresi, 102.âyet: Vaktâ ki, yanında koşmak çağına erişti. İbrahim,
“Yavrucuğum! Ben, rüyâmda seni kestiğimi görüyorum. Artık bak, sen ne diyeceksin?” dedi.
Çocuk, “Babacığım! Sen ne emrolundunsa onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”
dedi.)

Tefe’ülde ilk iki açış aynı çıktı: Tevbe Sûresi’nin sayfa başındaki 48. ve 55. âyetleri.

Sıbgatullah: 1558
Zemistan: Kış mevsimi: 558

İSTANBUL
Levha: 22 Haziran 2008… İstanbul şehri, yeni İstanbul biçiminde kurulmuş. Arada bir
dağ var. Herkes işine veya evine kayakla gidiyor, her taraf kar kaplı. Güneş de var. Fakat kar
yağdıkça dağın yüksekliği artıyor, yâni her ân yükseliyor. Kayaklarıyla uçarak dağı aşmak
istiyorlar. Cem Yılmaz, deontoloji masteri yapıyormuş. Aynı kurgu içinde Sağmalcılar
Cezaevi’nin kapıları açılmış, bir adamı iterek dışarı çıkarmaya çalışıyor. Adam kaçarak
ortadan kayboluyor. (Bülent Salim)

Deontoloji: Etik, ahlâk bilgisi: 520
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332=520
Dervîş: 520
Letafet: Hoşluk, lâtiflik. Cisimden alâkayı kesip bir nevi nuraniyet kesbetmek.
Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik: 520
Sittin: Altmış. (60): 520
Tenasî: Unutmuş görünmek. Unutmak: 521=1520
Takviye: Kuvvetlendirmek: 521=1520

İstanbul: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549=550
Semud: Salih Peygamberin kavmi: 550

İstanbul şehr(i): 550+505=1055
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302=2055
Necb: 55
Damga: 1055
Meyh: Kuyunun suyunun çok olması: 55

Kar: 301
Kar’: Okumak, kıraat. Cem’etmek, toplamak: 301
Erak: Uykusuzluk: 301
Âhiz: Alan. Alıcı. Ahzeden. Ses alıcı âlet. Kabul etme, alma: 1301
Zerrat: Zerreler. Moleküller: 1301
Müste’hir: Geciken, geri kalan: 1301
Merhun: Rehin edilmiş olan. Belirli bir müddetle bir şeye bağlı olan. Mânâsı diğer
beyitle tamamlanan beyit: 301
Terhis. İzin ve ruhsat vermek. Serbest bırakmak: 1300=301

Selc: Kar: 533
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532=1533
Müste’cel: Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar tehir edilmiş
olan: 534=1533

Sudd: Dağ: 94
Hafe: Sahil, kıyı, deniz kenarı: 94
Sıba’: Tulu etmek, doğmak. Kalbin meyli: 94

Cebel: Dağ, yüksek tepe. Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fazıl kimse: 35
Cebl: İhtira, ibda. Yoktan yaratan: 35

Kuhe: Dağ. Hücum, saldırma. Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey: 36
Selase: Üç: 1035=36
Ebcel: İri cüsseli adam: 36
Cibal: Dağlar: 36
Âlih: Mabud: 36
Ekiden: Muhkem, sağlam şekilde. Açık ve kesin olarak. Sarahaten ve kat’iyyen.
Mükerreren, tekrar olarak: 36
Gulüvv: Ayaklanma. Taşkınlık. Üşüşme. Hücum. Saldırış. Mübalağanın son derecesi.
(Diğer iki derecesi, tebliğ ve istiğraktır.): 1036

Tur: Dağ. Had ve mikdar: 215
Raise Sultan Barier: 263+547+405=1215
Berûz: Zâhir olmak, zuhur etmek, görünmek: 215
Berûz: Kavga, savaş, muharebe: 215
Zebur: Kitab. Mektub. Hazret-i Davud’a gelen kitab: 215
Zevra’: Derin kuyu. Uzak yer. Bağdat. Dicle nehri. Yay: 215
Diyar: Memleket: 215
Deyyar: Manastır sahibi. Ehad. Bir kimse. Yurt sahibi birisi: 215

Kiyr: Dağ, cebel. Demirciler körüğü: 230
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+154=1230
Sahib-üz zaman: Zamanın sahibi. Müceddid. Mehdi-i zaman: 230
Gir. (Kürtçe.): Tepe: 230
Gir. (Kürtçe): İri: 230
Mefkud: Ölü veya diri olduğu bilinmeyen. Yok. Kaybolmuş: 230

Asib: Dağ, cebel: 142
Men ene?: Ben kimim?: 142
Mehdî: (Büyük ebced.): 142
İLMA’: İşaret etme. Parlatma: 142

FETH
Levha: 26 Mart 2007… Bizim evde çok güzel bir kilise maketi var. Kumandanımız
onunla ilgileniyor ve krokisini çıkarıyor. Kiliseyi fethetmek için uğraşıyormuş. Camdan bir
maket. Kubbesi, bildiğimiz kubbelerden daha sivri ve üçgen parçalardan oluşmuş gibi. Maket,
mavi rengi andırıyor ve kubbesi tam yeşil. O kilise maketinin aslı, Haliç’te ve ablamların
evinden de görünüyormuş. “Şimdi acaba yerinde mi?” diye düşünüyorum. Maketin etrafında
Arabça harfler var. (“İmân ve Tefekkür” için istihare – İstihareci.)

Biat: Nasara kilisesi: 482
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Rey vermek: 482
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312=2480=482
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+322=482

Naus: Manastır, kilise: 118
Mesih: Bir şey üzerinde el yürütmek demektir. İsâ Aleyhisselâmın bir ismidir.
Meshettiği hastaların iyi olmasından kinâye olarak “İsâ Mesih” denmiştir: 118
Çocuk: 118

Maket: Binaların küçültülmüş modeli: 466
Üstad: İlim ve sanatta üstün olan. Usta, sanatkâr. Muallim, profesör: 466
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312=1466

Kubbe: Yarım küre şeklinde yapılan bina damı: 107
Mescid: Secde edilen yer. Namazgâh: 107
Müsevvey: Razı olunmuş, rıza gösterilmiş, izin verilmiş: 1106=107
Mahiyan: Aylar. Balıklar: 107
Dolunay: 107
Müstevsik: Bir kimseye senet veya vesika alan: 1106=107
Müzeyyen: Süslenip bezenmiş: 107
İstihdam: Bir hizmette kullanmak, hizmet almak, hizmet ettirmek. Birçok mânâsı olan
bir kelimenin her mânâsına muvafık kelime söylemek: 107
Servet: Mal, mülk, zenginlik. (Serv: Mal arttırmak. Suyun çok olması: 706… Fikir
kahramanı: 706.): 1106=107
Tesevvür: Kadının çok doğrucu olması. (Velud: Çok doğurucu kadın. Çok eser
veren.): 107
Misheb: Siyah at: 107
Mu-sa(y): Ustura: 107
Kevlan: KANDIRA dedikleri ot: 107
Kahb: Büyük dağ. Yaşlı, ihtiyar, pîr: 107
Visam: Damgalılar. Güzel yüzlü olanlar. (Vesm: Damga, işaret, dağlama, döğme): 107
Zahir: Görünen. Âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. Şübhesiz. Suret. Dış yüz.
Elbette. (Esma-i Hüsna’dandır: Görünen.): 107
Aile: Ev halkı. Akraba. Aynı işte çalışanların hepsi: 107

Tâk: Kubbe. Bina kemeri. Yarım daire şeklinde kapı ve pencere üstü. Çardak.
Kavisli bina. Eyvan: 110
Alî: Necib. Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur, (Esma-i Hüsna’dandır: Yücelikte
sonsuz.): 110
Mühelhil: Lâtif ve nazik söz söyleyen. Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan: 110
Sakk: Kitab. Kapı yapmak: 110

Bam: Kubbe. Çatı. Dam. Kemer. Sabah vakti: 43
Lüccî: Büyük deniz. (Kamus: Büyük lûgat kitabı. Deniz.): 43
Cedvel: Liste. Su kanalı. Kanal. Doğru çizgi çizmeye yarayan âlet: 43
Zahil: unutan. Sıkıntıdan sonra yüreği feraha kavuşan: 43
Pehlev: Şehir, belde. Yiğit, kahraman: 43
Mütesakkıb: Ortası delik olan: 1042=43

Revak: Kubbe. Ev önündeki saçak. Kemer. Çardak: 307
Aşı: 307
Vak’a-nüvis: Osmanlı devrinde zamanın hâdiselerini kaydeden resmî tarihçi: 307

Mukabbeb: Kubbeli: 144
Rahman Sûresi, 19.âyet: 1144
Mehd(î) Muhammed: 52+92=144
Kılavuz: 144
Kıdem: Öncelik ve eskilik. Evveli bulunmak. Ezelî olmak. Başkasından daha önce
olmak: 144
Said: Saadetli. Mesud. Bahtiyar. Mübarek. Allah kendisini sevmiş. O’nun rızasına
ermiş: 144
Kadem: Ayak. Adım. Uğur: 144
Neds: Huruç etmek, çıkmak: 144

Cündübe: Kubbe, kümbet: 64
Mehdiyye: Mehdîye âit ve müteallik. Hediye. Armağan: 64
Düden: Yerin altında akan suların oyup meydana getirdiği derin kuyu: 64

Kubeb: Kubbeler, kemerler: 104
Hus: İki şeyi bir araya getirmek. Dikmek: 104
Fehva: Mevhum, kavram, mânâ: 104

Cünbüz: Kubbe, kemer, kümbet: 755
Zehen: Akıllılık. Hıfz. Kuvvet: 755

Künbed: Kubbe: 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322=1075=76
Habus: Galib kimse: 76
Halhal: Ulu, şerif kimse: 76
Mülebbed: Keçeden kaftan giymek: 76
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 76
Gun: Tarz, gidiş, sıfat. Renk: 76

Takabbüb: Binaya kubbe yapmak: 504
İcalet: El kitabı: 504
Tasaddî: Taarruz etmek, saldırmak. Bir işe başlamak: 504
Dikkat: İncelik, dakik oluş. Ehemmiyet ve kıymet verme: 504
Muvazene(t): Ölçmek. Düşünmek. Uygunluk: 504
Mütesebbib: Bir şeyin olmasına yol açan, sebeb olan: 504

Feth: Açma, başlama. Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret. Faydalı şeyleri elde
etmek için yolları açmak: 488
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302=1487=488
Mümtaz: Diğerlerinden ayrılmış, üstün, seçilmiş. Ayrı tutulan: 488
Telmih: Lâyıkıyla keşfedip nazara arzetmek. Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir
mânâ ifâde için söz arasında mânâlı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânâyı ifâde
etme. İbarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze
işaret etmek: 488
Tahmil: Yüklemek. Taşıtmak: 488
Müstahfaz: Koruyan, hıfzeden, muhafaza eden: 1488

Fatih: Açan. Fetheden. Teshir eden, zabteden: 489
Fettah: En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. Her şeyi en iyi cihetten açan: 489
İndifa-i bürkanî: Yanardağdan çıkan lâvlar: 489

İSTİMLÂK
Levha: 17 Şubat 1993… Beylerbeyi’nde, bir yaşlı karı-kocanın köşküne gidiyorum…
Sonra nasılsa, korkunç güzel bir mağaradayım… İçinde bir dere akıyor ve epey ileride
yukarıya çıkan bir delik… O delikten, Boğaz Köprüsü’ne ulaşan bir caddedeki arabaların
akışını seyrediyorum… Sonra, yaşlı teyzeden, Beylerbeyi’nin neresinde olduğumuzu
kestiremediğimi, köşkten bana göstermesini istiyorum… Tek katlı köşkün çam ağaçlarıyla
dolu bahçesine pencereden baktırarak anlatıyor… Bahçenin ön kısmı, çitle çevrili… Teyze,
“istimlâk yapacaklar, burası da gitmesin diye çit yaptırdık!” diyor… Korudan görülen,
Boğaz’ın nefis manazarası… Yanımda Neclâ Yüksel… Bahçeye çıkıyorum; orada, baklava
dilimi şeklinde çıkıntılı hacimlerle dolu çok büyük ve insana haşyet veren bir bina… Kilise
imiş… Oradan şarkı sesleri geliyor!..

Dehar: Mağara: 210
Sun’: İBDA. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210
Müfelles: İflâsına hükmedilen kişi. (Tasavvufta, benliğin yele gitmesi.): 210
Nısa’: Bir cins beyaz elbise: 210
Radde: Derece. Rütbe. Sıra. Mertebe. Fayda, menfaat. Çizgi, hat: 210
Rüüd: Genç kadın. Kız: 210
Bahr: Deniz. Âlim. Büyük göl veya nehir. Çok yürüyen at. İyi kimse. Yarmak,
yırtmak: 210
Habr: Âlim ve salih kimse. Bilgili. Ferahlık. Nimet, genişlik. Refah, sürûr. Dişlerin
beyazına ârız olan sarılık: 210
Hiccira’: Şân. Zât. Âdet: 210
Faysal: Fasıl. Karar. Hüküm. Hâli: 210
Berh: Şiddet, eziyet, meşakkat. (Berh: Balık. Parça, kısım, hisse, nasib. Su birikintisi.
Şimşek, berk. Yaş olan odunun yanarken çıkardığı yaşlık): 210
Biraz: Savaşa atılma: 210
Bariz: Doğan. Zâhir ve âşikâr. Meydanda olan. Belli. Açıkça: 210

Sumnat: Kilise, mabed: 557
Mu’tezim: Giden: 557
Mevkute: Zamanı muayyen, belirli olarak çıkan matbuat. Gazete, mecmua: 557
İntikah: İyi bir haber veya söz işitip sevinme. Kuvvetsizleşme: 557
Verşan: Kumru kuşunun erkeği. Yabanî güvercin: 557

İstimlâk: İcraî karar alma selahiyetini hâiz bir amme hükmî şahsının, halkın
faydası için bir mülkün bedelini verip alması. Mülk satın almak. Mülk sahibi olmak:
552
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322=1552
İnşar: Ölüyü diriltme. (Hazret-i İsâ’nın bir vasfı: Mesih.): 552
Iknat: Allah’a dua etme. Namazda kıyamı uzatma. İnkısar etme: 552
Mutabık: Münasib gelme. Uygunluk: 552
Mişvare: Testi, çömlek: 552
Münasat: Unutma, nisyan: 552
İktinaf: Bir şeyin etrafını kuşatmak: 552

ŞARKI
Levha: 29 Kasım 1989… Odada birkaç kişi var… Tatar çehreli 30-35 yaşlarında
biri… Piyanist imiş… Ben şarkıya girince, sesimin rengine ve şarkı söyleyebilmeme hayret
ediyor… Ve şarkı söylemem için teşvik ediyor… Ben tam olarak bildiğim bir şarkıyı
hatırlamaya çalışırken, o bana şarkıların sözlerini hatırlatmak için gayret ediyor… “Yine bir
gülnihal, aldı bu gönlümü!” şarkısına gireceğim ama, devamını getiremiyorum!

-Sera: “Şarkı söyleyen” mânâsına gelir ve birleşik kelime yapılır: 261
Re’s: Baş, kafa. Tepe. Uç. Başlangıç.Reis: 261
Uçurum: 261
Ervend: Tecrübe, deneme, sınama. Şeref, şân, şöhret, nam ve itibar, haysiyet: 261
Perende: Uçan, uçucu. Av kuşu. Çark gibi dönerek atılan takla: 261
Mürgek: Küçük kuş: 1260=261

Şarkı: (Üstadım’dan bir mısra: Nerde bizim şarkımız, nerde öbür şarkılar!): 610
Takaffül: Tilki eniği. Kilitlemek. Kapamak: 610
Kureyş: 610
Serasker: Ordu komutanı. Komutan. Harbiye nâzırı: 610
İstihsan: Korumak, korunmak, müdafaa etmek, karşı koymak. Sağlam bir yere
kapanmak: 610
Ma’şer: Cemaat. İns ve cin cemaati. Bölük, topluluk: 610
Tebahhur: Bir şeyin içine dalma ve derinliğine varma. Bir ilimde derin ihtisas
kazanma: 610
Muttasıf: İyi veya kötü bir sıfatla tarif edilen. Vasıflanmış, vasfı mevcud olan: 610
Tacver: Hükümdar, padişâh: 610
Tîr: Ok: 610
İhza’: Kepâze etme: 610

Hanende: Okuyan, şarkı söyleyen: 716
Cehabize: Hakikatlerden haberi olanlar: 716
Tagyişe: Örtmek, örtünmek. Bürünmek. Kendinden geçirilmek: 1715=716
Şehriyar: Hükümdar: 716
Sünuh: Sabit olma. Sağlam ve emin olma. İyice bilme: 716
Şetevıyy: Kışla ilgili. Kış evi. Kışlık elbise. Kış yağmuru: 716

Müteganni: Teganni eden. Terennüm eden: 1500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500
Kazez: Pire: 1500

Tehzic: Makamla şarkı söyleme: 425
Kirdar: Bina. Ağaç: 425
Taviyyet: İnsanın gönlünde gizli olan istek veya dilek: 425
Tahdic: Dikkatle bakmak. Atmak: 425

Terennüm: Yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek. Ötmek. Musikileşmek. Güzel
güzel anlatma: 690
Salih: Karayılan: 691=1690
Hass: Kâmil ve ileri gelenler topluluğu. Hususî. Halis: 691
Turs: Kuvvet: 690
Faziz: Tatlı su. (Fürat: Tatlı su. Fırat nehri.): 1690

MESİH
Levha: 27 Mart 1998… Birecik Devlet hastahânesindeyiz; ben, doktor ve birkaç
kişiyiz. Hastahâne’ye ya bir çocuk getirmişiz, yahut da doğumla ilgili bir durum sözkonusu. O
arada koridordaki odalardan birinin kapısı açılıyor; ve bize doğru gelen sinek –veya böcek- ile
insan arası garib bir mahlûk, çocuk… Üzerinde beyaz entari, saçları uzun ve yüzünün bir
kısmını örtüyor. Böceklerin kıskaçlarına benzer kalın, siyah ve kıllı elleri dikkatimi çekiyor.
Bitkin ve perişan hâli var. Ve yine doğumla ilgili bir durum sözkonusu. Yanımıza geliyor.
Yanımızda kiliseden din görevlileri; piskopos, papaz. Kendi aralarında konuşurlarken onun
Hazret-i İsâ olduğunu söylüyorlar. “Aman Allah’ım! Bunu insanlara nasıl izâh ederiz!”
endişesi içinde iken, o mahlûk tekâmül ede ede son hâlini almış. Benim omuzuma gelen boyu,
50-60 yaşlarında, saçı kısmen dökülmüş, sevimli bir adam hâlini almış. Herhâlde sakalına,
hürmet ve muhabbet kasdıyla dokunuyorum! (Bandırma Cezaevi- Salih Bilen)

Hastahâne: 1721
Halas: Kurtulma, kurtuluş. Selamete ermek: 721
İhlas: Samimi, riyasız, içten gelen: 722=1721
İfham: Ulu etmek, yüceltmek: 722=1721
Mağfiret: Allah’ın, kullarının günahlarını örtmesi: 1720=721
Fiham: Ulu kişiler, itibar ve nüfuz sahibi kimseler: 721
Züka’: Güneş: 722=1721

Şifahâne: Hastahâne: 1037
Bûyahya: Azrail: 37
Evil: Siyaset: 37
Lav: 37

Mesih: Mesh olunmuş. Başka bir şekle, hayvan kılığına girmiş. Şuurunu
kaybedecek hâle gelen. Sarhoş ve şuursuz. Acîbe. Garîbe. Güzelliği olmayan. Tuzsuz ve
tatsız yemek: 710
Mütenekkir: Tanınmayacak kılığa giren, kıyafet değiştiren: 710
Müterekkin: Mânen kuvvet bulan. Erkândan olan: 710

Mesih: İsa Aleyhisselâmın bir ismi: 118
Çocuk: 118

Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay: 123
Niçin?: 123
Efaim: Vâsi olmak, geniş olmak: 123
Vahidettin: 123
Halife: Su içinde biten “kandıra” dedikleri ot: 123
Memleha: Tuzla. Tuz çıkarılan yer: 123
Esasen: Kendiliğinden, aslından, temelinden: 123
Kâmbin: Meramına erdiren: 123
Sipas: Şükretme, dua etme: 123
Pesavend: Kafiye: 123
Mütevezzi’: Gazete satan. Postacı. Dağıtıcı, tevzi’ eden: 123
Nabi’: Yerden fışkıran, kaynayan, akan: 123
Acmî: İnce fikirli. Akıllı. Anlayışlı: 123
Halfe: Andiçme, yemin etme: 123
İktiras: Bir işe ehemmiyet verme, bir işi mühimseme. Kederli ve hüzünlü olma:
1122=123
Meknuz: Gömülü define, örtülü, gizli. Hıfzedilmiş, mahfuz: 123
Melhame: Kanlı harb. Büyük muharebe sahası: 123
Abdest-hane: Abdest alınacak yer. Helâ: 1123

Rîş: Sakal. Tüy. Kıl. Kuş kanadı. Yara. Yaralı. (Yevmiye: Amerika-Rusya, İran-
Irak, İslâm dünyası ve Türkiye, ekonomi ve anarşi… Bütün bunlar konuşulurken, Üstad’da
müthiş bir huzur, müthiş bir güzellik; ve onun nasıl dışa dönük ve eşya ve hâdiseye pençesini
geçirmek isteyici bir mizaca sahib olduğunu bilenlere ters, içe dönük… Bugün (12 Mayıs
1983) hiçbir şeyden o şeye yapışık bahsetmiyor ve birden, “gök gözlü kâfirler” dedikten sonra
sesi ve gözleri… Sesi ve gözleri… Celâl sıfatıyla maruf Üstadım’ın, ömrümce duymadığım
bir şefkat nefesiyle saran sesi… Konuşurken, içini kollar ve uzun uzun sükût araları verirken,
buradan sonra sanki konuşmuş olmak, konuşmayı uzatmak ister gibi kesintisiz konuşuyor.
Dünya ve meseleleri öyle buruşuk ki, ne anlattığı mühim değil, gözümde yok; ama bu
konuşması bitmesin… Tabiî ki bitti… Ve ben, bunun perde önündeki son görüşmemiz
olduğundan habersiz, zevkten kaç köşe olduğum meçhul, elini öpüyorum… “Dur bakayım,
sakal bırakmışsın…” Yüzüm avuçlarının içinde. Eyvah! Kızacak mı? “Benim kadar olmuş,
maşallah maşallah, hadi bakalım!”… Sakala liyakat ve sakalla kıl arasındaki farkı anlamayan
sersemler, vefatından sonra “nihayet sakal bırakmış olması” marifetinden bahsettiler. Bizse,
sakalımızın sakal olmaması şuuruyla Üstad’ın azarlarına sonuna kadar hak vericilik şuurunu
gösterdik.): 510
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510
Vehs: Bir işe girişip ısrar ile devamlı uğraşmak: 511=1510

SERÇE
Levha: 6 Haziran 2004… Bir serçe girmişti koğuşa, onu düşünüyorum. Sağa sola
çarpmasını, onu yakalayıp, okşayıp sakinleştirmemi ve sonra salmamı… Tam bu sırada içeri
bir serçe giriyor ve duvara sinek gibi konuyor. Onu yakalıyorum ve camdan salıyorum.

Bicişk: Bilgin, hakîm. Serçe kuşu: 325
Bicişk: Doktor, hekim: 325
Küşad: Açış. İlk açılış merasimi. Açma, fethetme: 325
Havaşi: Bir yazının kenarına aynen not veya açıklamalar. Haşiyeler. Maiyet adamları:
325
Muarriyye: Hekim bıçağı. Neşter: 325
Müradif: Diğer bir kelime ile mânâsı eş olan. Refik, yoldaş: 325
Herna’: Ufak bit: 325
Kaskase: Yol göstermek. Köpeği çağırmak: 325

Eser: Serçe kuşu. Usfur. (Usfûr: Bir asıl boya.): 261
Nevadir: Az olanlar, nâdirler: 261

ÇAMAŞIR
Levha: 9 Haziran 2008… Kumandan’la konuşuyorum. Üzerinde beyaz bir tişört var,
oturuyor. Ben ayaktayım, Saadeddin ağabey de yanımda oturuyor. Kumandan’ı rüyâda
görmüşüm, anlatacağım ama hiçbir şey hatırlamadığım için söyleyemiyorum ve anlatmaktan
vazgeçiyorum. Yanımda eşya getirmişim Kumandan için. Hâl-hatır sorma tarzı kısa bir
konuşmadan sonra oradan çıkıyorum. Getirdiğim eşyalardan çoğu kapının önüne konmuş.
Bakıyorum ki, anneme ve babama âit çamaşırları da getirmişim,onlar dışarı çıkarılmış. Nasıl
olup bu eşyaları karıştırıp getirdiğime şaşıyorum. Önce, eşyaları görünce hepten reddedilmiş
gibi hissettim, ama sonra durumu fark edip rahatladım. Annem karıştırmış olmalı diye
düşünüyorum. (İbrahim Tatlı)

Came: Çamaşır. Libas, sevb. Evde giyilen bol elbise: 49
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenip büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak.
Hazırlanmak: 49
Levha: 49
Ahla: En tatlı, çok şirin. Çok tatlı: 49
Bezm: Sohbet meclisi: 49
Çakaçak: Silâhlı çatışmadan çıkan ses: 49
Dehüm: Onuncu: 49
İmece: Elbirliğiyle halledilen iş: 49
Lâyıh: Parlak. Meydanda. Aşikâr. Hatıra gelen: 49
Muahat: Kardeşlik edinme: 1048=49
Mudarebe: Bir taraftan sermaye, diğer taraftan emek ile kurulan ticaret şirketi.
Döğüşme, vuruşma: 1048=49
Muhdar: Hazırlanmış. Amellerin sahifelerini müşahede etmiş olarak: 1048=49

İstima: Birisinin ziyaretine gitme: 503
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312=1503
Besamet: Güleryüzlülük: 503
Mübteis: Mahzun, hüzünlü: 503
Bügas: Küçük kuşlar: 1503

KUŞ YAVRUSU
Levha: (…) Ocak 2005… Bugün kaçan muhabbet kuşu, onun yanında da minicik bir
kuş. Onun yavrusu gibi ama, doğuşu bir tuhaf. Elimde bizim kuşa âit bir tüy var ve o minicik
kuş sanki ondan üremiş, üretilmiş gibi. Sonra iki kedi görüyorum.

Bücc: Kuş yavrusu: 5
Salih Mirzabeyoğlu: 691+1312=2003=5
Ad: İsim, nam, şöhret, şân, itibar, haysiyet. (Ad: Salih Aleyhisselâmın kavminin
ismi… Add: Kuvvet, salâbet… Add: Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek.): 5
Çağ: Zaman, vakit, esna, hengâm, mevsim. Yaş. Boy, kamet, tenasub, lüzumu
derecede semizlik. Devir, tarih çağları: 1004=5
Bâb: Kapı. Kısım. Mevzu. Kitab. Hususi madde. Sığınacak yer. İş. Şekil. Tövbe: 5
Bâb: Lâyık, uygun, münasib. Hayır, uğur: 5
İdd: Büyük acîb şey. Belâ, dâhiye. Yalan: 5
Müsterşid: Doğru yolun gösterilmesini, irşadı isteyen: 1004=5
İbsas: Sırrı açıklama, yayma: 1004=5
Âbâ: Babalar, pederler. Mürşidler, ileri gelenler: 5
Gad: Yarın, ertesi: 1004=5
Duht: Kız, kerime: 1004=5
Cebb: Hadım etmek. (Sinyal Muhabbetlerinde anlattığım farelerin hâli.): 5
Cübb: Kuyu. Küb, kulpsuz desti. Zından gibi kullanılan susuz kuyu: 5
Gaib: Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Görünmeyen âlem. Üçüncü şahıs,
hazırda olmayan kimse: 1004=5

Muhabbet Kuş(u): 450+406=856
Mazbata: Bir toplantıda konuşulanların yazılması. Mazbata: 856
Yerhum: Erkek kartal: 856
Nühaz: Yokuş. Güç yer: 856
İndihar: Perdeleme: 856

24.07.2008- SAYI: 81

AL-İ ABA
Levha: (…) Temmuz 2008… Yarışma gibi bir şey yapılıyor… Resûlullah’ın kızlarının
adı soruluyor. “Hazret-i Fatıma!” cevabı veriliyor. O ân Resûlullah’ı görüyorum. Gülerek
sitem eder gibi bir tane kızı olmadığını, diğerlerinin ve ehl-i beytinin yeterince tanınmadığını
söylüyor ve diğer kızlarının isimlerini tek tek dile getiriyor. (Bu kitabın basımı ile ilgili
istihare –İstihareci)

Ehl-i beyt: Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyâde Allah Sevgilisi’nin evine
mensub olanlar bu isimle anılırlar: 448
Musa Mirzabeyoğlu: 116+332=448
Muharrir: Yazan. Tahrir eden. Kitab telif eden: 448
Teheccüm: Saldırma. Hücum etme. Acele etme: 448

Ehl-i beyt: 448=1447
Ümmehat: İslâmı temel eserler. Analar. Esaslar, asıllar: 447
Temeccüd: Şeref sahibi olma. Ululanma: 447
Tev’em: İkiz. Çift doğan çocuklar. Benzer, eş: 447

Âl-i aba: Ehl-i beyt: 105
Mühellil: Tehlil eden. “Lâ ilâhe illallah”ı devamlı tekrar eden: 105
Adakk: İnce, dakik: 105
Adil(e): Adil. Adalet eden: 105
Seyyad: Avcı: 105
Sehm: Ok. Yay. Hisse, nasib. Kısım. Hazine geliri. Korku, dehşet. Haz: 105
Kehf: Mağara. Sığınacak yer altı: 105
Müheykel: Heykelleşmiş. İri vücutlu ve sağlam: 105
Münha: Bildirilmiş, tebliğ edilmiş: 105
Cel’ab: Gözü çok iyi görmek: 105
Melike: Kadın hükümdar: 105
Damenî: Kadın başörtüsü. Eteklik: 105
Dah-sale: 10 yaşında. 10 yıllık. (Cezaevinde 10.senem.): 105
Dirahş: Nur, ziyâ, parıltı, parlama, ışık: 1104=105
İbka: Bâkileştirmek. Devamlı etmek: 105
Kefe: El ayası. Her yuvarlak cisim. Terazi kefesi: 105
Kıbab: Kubbeler: 105
Mavtın: Vatan. Yurt edinilen yer: 105
Menut: Bağlı. Bir millete sonradan dahil olan: 105
Münada: Seslenilmiş, çağırılmış: 105
Münye: Arzu edinilen, istenilen şey. Maksad. Temenni olunan: 105

“İmân ve İslâm Atlası”ndan. (İmâm-ı Kastalânî’den süzmeler.): Emin bilgiye göre,
Allah Resûlü’nün 6 evladı vardı. İkisi erkek ve dördü kız… Erkekler: Kaasım ve İbrahim…
Kızlarsa, “ZEYNEB, RUKİYYE, ÜMM-Ü KELSUM, FÂTIMA… Kızların hepsi İslâm’a
yetişmişler ve Allah Resûlü’nün ardınca hicret etmişlerdir. Zübeyr Bin Bekâr kavlince,
Abdullah isimli bir oğulları da vardı. Ona “Tayyib” ve “Tâhir” derlerdi. Küçük yaşta
Mekke’de vefat etmiştir. Neseb şeklinden çokları bu rivayeti kabul etmişler, bazılarınca da,
“Tayyib” ve “Mutahhar” adlı iki oğulları daha olduğu ve bunların da ikiz doğduğu rivayeti
vardır. Bazılarınca, Nübüvetten, evvel Abdülmenaf adlı oğulları da dünyaya gelmiştir. Gerisi
hep Nübüvvet’ten sonra vücuda gelmişlerdir… İbn-i İshak’a göre İbrahim’den başka erkek
çocukları İslâm’dan evvel henüz memeden kesilmeden vefat etmişlerdir. Ama, ismi geçen
Abdullah, Nübüvvet’ten sonra vücuda gelmiştir… İşin tam gerçeği şudur ki, yukarıdaki
isimlere ilave olarak Abdullah ele alınmak şartıyle Peygamber evlâdı, üçü erkek ve dördü kız,
yedidir.

Zeyneb: Kürtçe’de “Zeyn-ab; su kaynağı, su pınarı” demek. Eski fetva
metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri. Gül: 69
Himyata: Süryanice’dir ve Tevrat’ta geçer. Allah Resûlü’nün İbranice bir ismidir: 69
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069
Hindî: Hind’e âit: 69
Sebz: Yeşil. Yeşil renkli: 69
Sedad: İstikamet. Kasd. Haklı ve doğru şey. Akıl: 69
Saibe: Saime. (Saim: Oruçlu. Oruç tutan: 69
Naciye: Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan: 69
Ebeveyn: Ana ile baba: 69
Leblebe: Esirgemek. Oğula ve kıza çok fazla düşkün olmak: 69
Panzde(h): Onbeş: 69

Rukiyye-Rukye: Duâ, efsun. (Rukk: Yer, arz.): 315
Kadirî: Abdülkadir Geylanî Hazrelerinin tarikatine mensub: 315
Şahide: Kadın şahid. Mezar taşı. Dilber, güzel: 315
Kurut: Küpeler: 315
Keramend: Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste: 315
İşaha: Misvak kullanmak: 315
Muadadat: Yardım etme: 1315
İşe: Casus, hafiye. Orman, sık ağaçlık: 316=1315
Çavuş: (Kaid: Çavuş. Serasker. Kumandan. Süren, sevkeden. Sıradağ. Geniş ark.):
316=1315

Ümm-ü Kelsum: (Ümm: Ana, anne, vâlide. Nine. Asıl, esas. Başlıca olan şey…
Kelsum: Yuvarlak yüzlü. Yanağı ve yüzü etli olan): 637
Pırtuk. (Kürtçe): Kitab: 638=1637
Rehafeşan: Kurtarıcı: 637
Havil: Hizmetkâr: 637
Terkiz: Dikme. Mıhlama, saplama: 637
Terahhul: Göç etme. Bir yerden bir yere göçme. Yola çıkma. Menzile konma:
638=1637

Fatıma: (Fatm: Kesme): 135
Felke: Ayın dolunay şekli: 135
Sıme: Bahadır, kahraman kimse. Berk, muhkem kimse. Büyük erkek yılan: 135
Sea: Güç, iktidar: 135
Sımme: Hâlis ve temiz: 135
Fehîm: Anlayışlı, zeki, akıllı: 135
Münadim: Meclis arkadaşı. Nedimlik eden: 135
Fedakil: Emirlerin Büyükleri: 135
Masad: Dağın yüksek ve yüce yeri: 135
Sekene: Bir yerde devamlı oturanlar: 135

CENGAVER
Levha: (…) 2005… Kumandan, bir masanın üzerinde duran gazeteden kesilmiş Truva
Atı’na benzer bir resmi göstererek, “burada ne var?” diye soruyor. Ben de, “bir savaşçının
başı var!” diyorum. Kumandan bana, “o burada değil, burada!” diye resmin arkasını çeviriyor
ve ekliyor: “O âlimler ki, kavgayı gönüllerinde verir!”… Arkasını çevirdiği resimde, tam
techizatlı bir savaşçının resmi var. Elimle fotoğrafa dokununca, elime yapışıyor; sanki
yapıştırıcı varmış gibi zorlanarak çıkarıyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Abdülmetin Torsun.)

Ceride: Gazete. Resmi dairenin hesablarının tutulduğu defter: 222
Ceride: Yalnız, tenhâ: 222
Harîd: Tek, ayrı: 222
Haydar: Arslan. Kahraman, yiğit. Gazanfer. Hazret-i Ali’nin bir nâmı: 222
İmsas: Emdirmek, emdirilmek. Suda erimiş ilâcı şırınga etmek: 222
İkna’: Kanaat vermek. Razı etmek. Razı edilmek. İnandırmak. İnandırılmak. Ayakta
iki tarafa bakmadan durmak: 222
İnsaf: Merhamet ve adalet dairesinde hareket. Hakikati kabul ve itiraf: 222
Gebr: Mecusi. Zerdüşt: 222
Mızfar: Zafer kazanan. Galib olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz:
1221=222

Ceride: 222=1221
Muhammed Salih: 221
Tahyir: İstediğini seçmesini teklif etme: 1220=221

Takvim: Gazete. Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma.
Ta’dil etme. Bir şeye kıymet takdir etme: 556
Kunut: Yatsı ve sabah namazlarında ayakta okunan duâ. Duâ. Taat. Şükür eylemek.
Namazda dünya kelâmından imsak eylemek: 556
Ruşen: Parlak, aydın. Belli, âşikâr: 556
Tevennuk: Dikkatle bakmak: 556
İntikad: Tenkid: 556
Mübahase: Bir şeyin bahsini etme: 556
Nekahet: Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl. Fehmetmek, anlamak, bilmek: 556

Ruzname: Günlük gazete, günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt. Vakit cetveli,
takvim. Bir meclis veya heyetin müzakerat programı. Her günkü gelir ve giderin
yazıldığı defter: 309
Hurufiye: 309
Rakde: UYKU. Berzah: 309
İrzak: Rızıklandırmak, maddi ve mânevi ihtiyacını vermek: 309

Kirişek: Savaşçı, cengâver: 550
Mukît: Muhafaza eden. Hafız. Amelleri zayi etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve
rızık veren. (Esma-i Hüsna’dan, mukît: Kuvvet verici.): 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549=550
Aramram: Asker çokluğu. Şiddetli hâl ve iş: 550

Cengaver: Cenkçi. Yiğit olan. Kahraman. İyi harbeden: 280
Mehdî Muhammed Salih: 280
Dürraa: Ferâce, kaftan, elbise: 280
Gerdun: Dünya, felek. Dönen, devreden, çevrilen: 280
Esbriz: Savaş meydanı. At koşucusu: 280
Akîk: Yolunu yaran gür su. Yüzük gibi şeylere takılan, ekseriya kırmızı, kıymetli taş.
Hicaz vilâyetinde bir vâdi: 280
Kindare: Arkasında deve hörgücü gibi hörgücü olan balık: 280
Memerr: Geçilecek yer. Cadde, sokak. Geçit yeri: 280
Raide: Gürleyen bulut. Sözü çok olan kişi: 280
Gafr: Örtmek. Ay menzillerinden üç küçük yıldız: 1280

Ceng-cü: Kavgacı, dövüşçü, cenkçi: 82
Kamer Sûresi, 45. âyet. (Noktalı.): (Ebu Cehil Bedir’de “Biz muzaffer bir orduyuz!”
dediği vakit şu âyet indi: Yakında o ordu bozulacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.): 82
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082
Biya’: Kiliseler. (Beyat: Geceleyin çalışma, geceyi işle geçirme… Bey’at-biat: Nasâra
kilisesi… Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. Birisinin hakemliğini veya hükümdarlığını
kabul etmek. El tutarak bağlılığını alenen izhâr etmek. Bağlılığını tazelemek. Rey vermek.):
82
Leban: Göğüs: 83=1082
Acza’: Kumdan yapılmış büyük tepe: 82
Büsüta: Genişlik. Tekellüfsüzlük: 82
İlâm: Düğün yemeği. Elem vermek. Rencide etmek. (İ’lam: Bildirmek. Belli etmek.
Anlatmak. Mahkeme hükmünü bildiren resmi karar yazısı.): 82
Kesb: Kazanç. Çalışmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu. Bir kimsenin kendi
kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi: 82
Mızmar: Koşu meydanı. Yarışma sahası:1081=82
Müevvel: Tevil edilmiş. Zâhiri mânâdan başka bir mânâ verilmiş. Tefsir edilmiş olan.
Tabir edilmiş: 82
Semsam: Eline ne alırsa kıran. (Semsem: Tilki. Bir yerin adı.): 1081=82

Cengebazi. (Kürtçe): Cengaverlik, mücadele, savaş: 94
Saib: Maksada uygun. Hedefe doğru ulaşan. Doğru: 94
Isga’: Söylenilen bir sözü dinleyip, kabul edip, yapma. Söylenilen bir sözü kulak verip
dinleme. Meyl etmek. Eksiltmek: 1093=94

Muharib: Harbeden. Cesur. Atılgan: 251
Ramî: Ok, mermi ve bunun gibi şeyler atan atıcı: 251
Ramî: Çok itaatkâr olan: 251
Behramec: Çiçeği kokulu bir nevi söğüt ağacı. Her renkte olan leylak çiçeği: 251
Mutrib: Şarkıcı, şarkı söyleyen. Hanende. Çalgıcı, çalgı çalan: 251
Müsaif: İşi bitiren, uygunluk gösteren: 251

Lasıb: Yapışkan. Dar ve derin kuyu: 123
Uyku: 123
Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay: 123
Nusha: Nüsha. Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret. Muska, duâlı kâğıt. Gazete
ve dergilerde sayı: 123
Gülbank: Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhî, tekbir: 123
Pesavend: Kafiye: 123

Masik: Yapışkan. Zapteden, istilâ eden, tutan: 121
Semmak: Balıkçı: 121
Tahallüs: Halâs olmak. Kurtulmak. Şiirde mahlâs kullanmak: 1120=121
Mevaid: Söz verilmiş vakitler. Vaadedilen muayyen, belli zamanlar: 121

Lezc: Yapıştırma. Yapışmak. Sıvanıp yapışmak: 733
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+691+477+506=1733
“414 şehid”: 414+319=733
Bazil: Cömert. Bol bol veren, dağıtan. Fazl: 733
Cezel: Şad olmak: 733
Cizl: Tomruk: 733
İstir’a: Riayet isteme: 733
Musaberet: Karşılıklı sabır. Sabırlılık. Katlanmak. (Üstadım’ın şiirinden bir mısra: Sen
de kim oluyorsun, asıl sabreden Allah!): 733

Lezc: 733=1732
Ayet el-kürsî: 732
Ahlâk: 732
Nüfha: Beyaz yüce tepe: 732

BALIK TUTAN
Levha: 19 Eylül 1988… Balık tutuyoruz… Yalçın Turgut’un oltasının kamışı kenarda
dururken, misinesi kıyının başka yerinden suda ve takılmış… Misinenin “v” gibi duruşu
dikkatimi çekiyor… Hile!

Mahigîr: Balık tutan, balık avlayan: 286
Rauf: Çok acıyan, çok esirgeyen. (Esma-i Hüsna’dandır.): 286
Naka-i Salih: Salih Aleyhisselâmın bir mucizesi olarak kayadan çıkan devesi: 286
Fevr: Hemen. Birdenbire. Acele. Sür’at. Bir adamın geldiği semt ve cihet. Suyun
kaynayıp fışkırması: 286
Fürug: Işık. Ziyâ. Aydınlık. Nur: 1286
Kamkame: Büyük, derin deniz: 286
Kerrus: Büyük başlı: 286
İfrad: Tek olarak söylemek. Ayırmak. Göndermek. Yollamak: 286
Bedarf: Muayyen bir gayenin gerçekleşmesi için zaruri olan veya zaruri görülen
muayyen kalitede bir mal veya meta miktarıdır: 286
Ariye: Emanet olarak –geri verilmek üzere- alınan mal: 286
Vefr: Bir kimsenin ihsanını kabul ettikten sonra rızasıyla reddetmek. Bolluk. Medh ü
sena ile birisinin namusunu muhafaza etmek: 286
Mergame: Galib olmak. Kahretmek: 1285=286
Gurfe: Yüksek, âli bina. Yüksek derece. Cennet köşkleri: 1285=286

Arkî: Balık avcısı: 300
Resîl: Elçi: 300
Fikr: Düşünce. Akıl. Rey, istek: 300
Münir: Nurlandıran, ışık veren, ziya veren: 300
Sarî: Gemici: 300
Kifr: Büyük dağ: 300
Rakk: Kitab, sahife. Kâğıt yerine kullanılan ince deri parçası. Tomar. Yama: 300
Mükerrem: Hürmet ve tâzim edilen. Muhterem. Kerim olan: 300
Gıtrif: Başkan, reis. Asil ve itibarlı kimse. Soylu kişi: 1299=300
Merdane: Erkekçesine. Merdcesine. Erkek ayakkabısı. Çeşitli işlerde kullanılan
silindir. Oklava: 300
Renim: Türkü söylemek: 300
Resm: Yazma, çizme, desen. Eser, iz, işaret, nişan, alâmet. Suret. Tertib. Tarz, üslûb.
Fotoğraf. Âdet, usûl, tavır, davranış. Alay, merasim. Bir şeyi başkalarından ayırdeden tarif:
300
Kınkın: Yol gösterici, kılavuz. Bir cins çekirge. Yer altındaki suyun miktarını bilip
kazan kimse: 300
Kafsal: Arslan: 300

GÖĞÜS
Levha: 15 Ocak 2003… Edirnekapı şehitliğinin önü… Birileri şeker kutuları şeklinde
birşeyler satıyor veya bir şeye teşvik mânâsına hediye ediyorlar. Şehitliğin giriş zemininde
rahmetli Kayınpederim Muhammed Ustaosmanoğlu’nun yere çizilmiş mozaik –kafa ve göğüs
resmi. Birileri orada bulunan bina ve işyerlerini ele geçirdikten sonra, resmi çekiç ve murçla
kırmaya çalışmışlar; bir gözü ve yüzün muhtelif yerleri kırık gibi. İçimden, “yine de benziyor,
bozamamışlar!” diye geçiyor. Kayınpederim yanıma gelip, kabartma resmin göğüs kısmını
göstererek, “burası Kumandan’ın!” diyor, yürüyor. “Kumandan” kelimesini çok samimi ve
yakın birisi gibi kullanması dikkatimi çekiyor… Hatice, Hacer, Hüda ve ben, şehitliğin karşı
kısmına geçiyoruz. Çöplük gibi bir yer ama, aynı zamanda dünya mekânına benzemeyen bir
durum var. Burnuma tuhaf bir koku geliyor, orada menfaatimizle ilgili bir durum var. (Bolu
F-Tipi Cezaevi –Sadeddin Ustaosmanoğlu)

Teşvik: Şevklendirme. Kışkırtma. Kaldırma. Cesaret verme: 816
Havra: Büyük kumlu tepe: 816
Te’tiye: Su yolunu vermek: 816

Sadr: Kalb, göğüs, ön. Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Meclisin önü ve
en muteber yeri. Reisin oturduğu yer. Rücu. Baş, reis, başkan: 294
Bergaman: Ejder. Büyük yılan: 294
Feride: Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ. Yalnız ve münferid.
Evliya. Zamanında eşine rastlanmayan. Eşi ve emsali yok. Dizilmiş inci. Bir tane nefis
kıymetli cevher. Kendi reyi ile hareket eden mağrur kimse: 294
Ebsar: Gözler. Dikkat sahibleri. Görücüler: 294
Rasd: Yol gözlemek: 294
Urfe: Görülmemiş, tuhaf, yeni şey. Şaşılacak şey: 294
Merhum: Kendine rahmet edilmiş. Rahmete kavuşmuş: 294

Kasas: Göğsün ortası. Göğüs kemiği. Haber vermek. Hikâye etmek. Tetebbu
etmek: 280
Mehdî Muhammed Salih: 280

Berk: Göğüs, sadr: 222
Berk: Metin, sağlam. Katı. Sert. Serin: 222
Berk: Yaprak: 222
Berg: Yaprak. Azık. Azm, kasd. Hazırlık. Mal, mülk: 222
Anka: İsmi olup cinsi bilinmeyen bir kuş. Zümrüd ü anka ve simurg diye de anılır.
Uzun boyunlu kadın. Zahmet, meşakkat: 222
Rekb: Atlılar alayı, süvari takımı. Diz ile vurmak. Dizi vurmak: 222
İlsak: Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak: 222
İnsiyak: Mânen sevkolunma. Gönderilmek. Ardı sıra gitmek: 222
İzahat: İzahlar: 1221=222
Kiber: Ululuk. Büyüklük. Yaşlılık: 222
Kübr: Yakınlık: 222
Kuslub: Kuvvetli, dayanıklı: 222
Mevsuf: Vasıflanan. Bir sıfatla tavsif edilen: 222
Rüküb: Üzengiler: 222

Cevş: Zırh. Göğüs. Orta: 309
Haş: Kalb: 309
Rakde: BERZAH: 309
Aşub: Karıştıran, karıştırıcı mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 309
Serlevha: Yazıda başlık: 309
Medrese: 309
Mescur: Muhtelit. Boş. Deniz. Sulu süt. Dizilmiş salkım olmuş inci. Yanmış.
Kızdırılmış. Doldurulmuş. Taşkın su. Alevli ateş, kızgın fırın. Firavun’un battığı deniz: 309
Artal: Akranlarından ve benzerlerinden çok daha iri yapılı olan: 309

Cevş: 309=1308
Arvasî: 308

Leban: Göğüs: 83
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332=1082=83
Çengî: Rakkase. Ele âit, el ile ilgili: 83
Mücadele: Uğraşma. Savaşma: 83
Fica: Birdenbire, ansızın: 84=1083

ÖLÜM
Levha: 17 Temmuz 2001… Musa Bey vefat etmiş, onun cenazesiyle ilgili bizim
memleketteki evde hazırlık var ve oradan kalkacakmış. Musa Bey’in yakını ve onun hiç
sevmediği biri, bizim oralarda dolaşıyor; herhâlde cenazeyi bekliyor. Onu takib ediyorum ve
“Musa Bey seni hiç sevmezdi!” diyorum. Onu bizim evde görüyorum; beni görünce kaçmaya
çalışıyor, takib ediyorum, başka bir odaya kaçıyor. Pencereden dışarı çıkıyorum ve kapalı
salonda onun dışarı çıkmasını bekliyorum. Pencereden dışarı çıkıyor ve beni görünce çok
korkuyor. (Metris Cezaevi- Abdülmetin Torsun)

Muvat: Ölüm, mevt: 447
Atom: 447
Tev’em: İkiz. Çift doğan çocuklar. Benzer, eş: 447
Medbee(t): Kul, abd. Kabaklık, kabağı çok olan yer: 447
Te’vil: Döndürmek. Bir nesneyi red ve irca etmek: 447

Mevt: Ölüm: 447
Meşuk: Âşık, tutkun: 446
Matte: Vesile, sebeb: 446
Te’liye: İbadet ettirmek: 446

Meniyye: Ölüm, mevt. Takdir olunmuş olan: 105
Âl-i aba: Ehl-i beyt: 105
Mühellil: Tehlil eden. “Lâ ilâhe illallah”ı tekrar eden: 105

Menie: Ölüm, mevt: 106
Hablullah: Allah’ın ipi. İhlâs. İtaat. Cemaat: 106
Sahabe: Sahibler: 106

Neyt: Ölüm. Cenaze. Kalbin asılı olduğu damar. Derinliği adam boyu olan kuyu:
69
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069
Enbûy: Koklama, koku alma: 69

Müşaabe: Ölmek, vefat etmek. Uzaklaşmak: 418=1417
Necib Fazıl Kısakürek: 1417
İhtiva: İçinde bulundurmak, içine almak, havi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak
ve korumak: 417

Men’at: Ölüm haberi: 561=1560
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1559=560
Mensiyyet: Unutulma, hatırdan çıkma: 560

MUKABELE
Levha: 6 Haziran 2008… İki büyük oda… Birinde kadınlar, diğerinde erkekler var…
Başbakan Receb Tayyib Erdoğan gelip mukabele okuyacakmış… Mukabelenin açılış
konuşmasını Kumandanımız yapıyor; kadınların bulunduğu odanın kapısında durup oradan
hitab ediyor… Çok dinç, uzun boylu, buğday tenli, saçları bukle bukle, ortadan ayrılmış ve
uzun. Heybetli görünüşünden çok etkileniyor, kendimden geçiyorum. Beni diğer odaya
götürüyorlar. Kumandanımızın konuşması devam ediyor. O sırada herkes camdan gökyüzüne
bakıyor. Gökyüzünde ay, dolunay hâlinde. Bir çekiliyor, yıldız kadar kalıyor, sonra tekrar
yaklaşıyor, parlak şekilde görünüyor. Böyle üç kere tekrarlıyor… Sonunda bir televizyon
ekranı gibi dünya haritasını gösteriyor, tsunami olacakmış, haritada tsunami olacak yerleri
gösteriyor. Fatma ablam yanımda, “az kaldı 4-5 saat sonra öleceğiz!” diyor.( Zeyneb
Ustaosmanoğlu.)

Mukabele: Karşılık, karşılamak. Mücadele. Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş,
karşılıklı yapılan okuma. Camide Kur’ân’ı Kerim okuyup halka dinletmek. Yüz yüze
okumak. Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu
yıldıracak tedbirde bulunmak: 178
Hace Ubeydullah Ahrar: (Hacegân yolunun 19.büyüğü): 1177=178

Heybet: Hürmetle beraber korku hissi veren hâl. Sakınıp korkulacak hâl. Azamet: 417
Necip Fazıl Kısakürek: 1417
Müşaabe: Ölmek, vefat etmek. Uzaklaşmak: 418=1417
İctiyab: Gömlek giyme. Yırtma. Kuyu kazma: 417
Zerir: Zeki, hafif kimse: 417
Te’dib: Edeblendirme. Terbiye verme. Haddini bildirme: 417

Hebl: Ölüm, mevt. Taaccüb makamında kullanılır: 37
Evvel: (Esma-i Hüsna’dandır: Vücudunun öncesi olmayan.): 37
Lév. (Kürtçe): Dudak. (Şefe: Dudak. Kenar… Şef: Kurban Bayramı. Çift. Namazların
her iki rekatı.): 37

Vefat: Ölüm. Ahirete göçme: 487
Celcelutiye: Hazret-i Ali tarafından cifr ve ebced hesabiyle tertib edilen Süryanice bir
kaside. Esas mânâsı “bedi” demektir: 487
Seyyid Fehim Arvasî: (Hacegân yolunun 32. büyüğü): 487
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302=1487
Ta’biye: Askerlerin muharebede yerleştirilme düzeni: 487
Tezkin: Teşbih etmek, benzetmek: 487
Tenezzül: İnme, düşme. Aşağılama. Gönül alçaklığı. Mekânını yukardan aşağıya
getirmek: 487

Hatf: Ölüm. Ölmek. Vefat etmek: 488
Yahtemil: İhtimal: 488
Tahmil: Yüklemek. Taşıtmak. Bir kimse üzerine bir işi bırakmak: 488
Tahnik: Fikrini düzeltmek: 488
Tenkih: Nikâh etmek, nikâhlanma: 488

CENNET
Levha: 5 Haziran 2005… Toprak yol kenarı, duvar, duvarın üst tarafı bir bahçe. Neclâ
Yüksel, yüksek sesle konuşuyor; galiba kitabla ilgili birşey veya kitab okuyor. Biz aşağıdayız;
baba evi fertleri ama, bir tek babamı hatırlıyorum. Yerde yatak filân yok, ama biz yatak
varmış gibi o toprak yere yatıyoruz. Ben, hürmeten, babamın ayak ucuna yatıyorum. O beni
hizasına yatmaya çağırıyor, ben yine hürmeten diz hizasına yatıyorum. Tam uykuya
dalmışken, babam telâşla beni uyandırıyor ve “annen gitti!” diyor. Büyük bir heyecanla
“nereye gitti?” diyorum. Babam, “annen gitti!” diyor. Büyük bir heyecanla “nereye gitti?”
diyorum. Babam, “annen cennete gitti!” diyor. Bu arada ben, telâşla, sol elime yapışmış olan
kocaman kırmızı bir örümceği atmak için sol kolumu silkeliyorum. Sonra hemen hasta gibi
olan annemi kucaklayıp doktora yetiştirmek istiyorum. Bu arada onun saçlarının çok
beyazladığını görü-yorum.

Cennet: (Dedi ki: Dünya ve ahirette iyi bir makama Cennet, alçak ve kötü bir
makama da Cehennem denilebilir.): 453
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 1453
Mübteda-bih: Kendisiyle başlanılan: 454=1453
Tahliye: Süslemek. Donatmak. Donatılmak. Tatlılandırmak: 453
Nebagat: Meydana çıkma: 453
Cünnet: Örtü, kadın başörtüsü. Yağan. Kalkan: 453

Refref: Cennet. Kuşu çok olan çimenlik, kır. Mânevî bir binek. Dalları salkım
salkım olan bir ağaç. Yeşil elbise. İnce yumuşak kumaş. Döşek. Kenar saçağı: 560
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1559=560
Men’at: Ölüm haberi: 561= 1560
İnşirah: Ferahlanmak, mesrur olmak: 560
Atıfet: Koruma, sevgi. Acıma. Şefkat. Hüsn-ü zan. Karşılıksız sevgi: 560

Huldzar: Cennet: 842
Mehdî Muhammed Salih: 59+92+691= 842
Müteberrir: Allah’a derinden ve içten itaat eden: 842

Güşta: Cennet, firdevs: 721
Mirfa(t): İttifak etmek, bir olmak, birleşmek: 721
Halas: Kurtulma, kurtuluş. Selâmete ermek: 721
Fiham: İtibar ve nüfuz sahibi kimseler, ulu kişiler: 721

Minu: Cennet, Firdevs. Zümrüt. Şişe, sırça, cam: 106
Mükayele: Bir kimsenin davranışına aynıyla karşılık verme. Ölçülme: 106
Cincin(e): Göğüs kemiği: 106
Fedaviyye: Fadailer: 106
Miyane: Ara. Orta. Vasat. Ortaya serilen halı. Gerdanlığın ortasındaki büyük inci: 106
Hiyman: Susuz: 106
Azhar: En zâhir. En açık. Besbelli. Bir ibarenin en açık ve kat’i olan mânâsı: 1106
Zürur: Ay, güneş ve yıldızın doğması: 1106
Mescid: 107=1106

HALİC
Levha: 5 Aralık 2002… Bir koğuş içerisinde Yahya Yıldırım’la beraberiz. Yahya’nın,
Haliç’e bakan büyükçe bir cam kenarında yatağı var. Vakit gece. Camdan dışarıya
baktığımda, semâda Kelime-i Tevhid’i, hemen altında “M……d Allah’ın Resûlü”, onun
altında da üç hilâli görüyorum. İlk önce bu görüntünün cama Yahya tarafından çıkartma gibi
yapıştırıldığını zannediyorum. Fakat dikkatlice baktığımda, Haliç’in semasında durduğunu
görüyorum. Hilâllerin bayrağımızı tedâi ettirmesine mukabil, neredeyse içiçe geçecek kadar
yakın ve bitişik durmaları gözüme çarpıyor. Ardından, orada bulunanların birisi, bu
mahyavari görüntünün, Büyük Şehir Belediyesi tarafından oraya asıldığını söylüyor. (Bolu F-
Tipi Cezaevi – Fatih Turplu.)

Halic: İP. Liman. Boğaz. Kanal. Körfez. Koy. Denizin kara içine nehir gibi
uzanmış kısmı. Irmak. Büyük çanak: 643
Ebu’t-turab: Hazret-i Ali’nin bir lâkabı. (Toprağın babası.): 643
Magarat: Mağaralar: 1642=643
Mecerre(t): Kehkeşân. Samanyolu: 643
Mugterib: Batan, gurub eden. Gurub. Gurbete çıkan: 1642=643

Manzara: Dışarıyı görecek pencere: 1195
Desfan: Bir şeye talib olan kişi: 195
Fakih: Fıkıh ilmini bilen. Zeki, anlayışlı kimse: 195
Sadık(a): Doğru, hakikatli, sadakatli, dürüst: 195
Kıssa: Fıkra. Hikâye. Vak’a. Macera. Rivayet: 195
Sıdak: Nikâh bedeli: 195
Sîsa: Köşk. Kale. Sığınacak yer. Sığır boynuzu: 195

Manzara: 1195=196
Münamese: Sırlaşmak: 196
Lifafe: Sargı. Kefen: 196
Kafiye: Tâbi olan şey. Her şeyin son tarafı. Manzum yazılan satırların ses bakımından
sonlarının aynı olması: 196
Füsun: Şaşırtıcı, hayret verici ve kendine cezbedici bir güzellik. Büyü: 196
Ma’füvv: İstisna edilmiş, müstesna kılınmış, ayrı tutulmuş. Suçu affedilmiş.
Bağışlanmış: 196
Fesane: Masal. Efsane: 196
Meslus: Deli, divane: 196
Asdak: Samimi şeyler: 196
Asûs: Av arayan kimse: 196
Hashas: Toprak. Ufak taş: 196
Vefik: Arkadaş. Kafa dengi. Aynı fikirde olan. Uygun: 196
Vakkas: Savaşçı. İyi muharebe eden. Okçu: 197=1196

Kelime-i Tevhid: 523
Hırka-i Tecrid: 1523

Kelime-i Tevhid: 523=1522
Hadîs: 522

Üç hilâl: 3x66=198
Ayasofya: 199=1198
Ebu-l husayn: Tilki: 198
Kubus: Süratle yürüdüğünden yere tırnağının ucundan başka yeri değmeyen at: 198

Bayrak: 312
Rakib: Daima görüp kontrol eden, gözeten. Bekçi. Her işde birbirinden üstün olmaya
çalışanların her biri. Esma-i Hüsna’dandır: 312
Mirzabeyoğlu: 312
Nebras. (Süryanice): Lâmba. Çıra. Kandil. Nur merkezi: 313=1312
Pîş: Önünü gören, ileri görüşlü. İlerleme, üstünlük. Huzur, ön, ileri taraf: 312
Vakur: Ağırbaşlı, temkin sahibi. İzzetli, vakarlı: 312
Ma’ber: Geçit, kemer, köprü. Geçilecek yer: 312
Busayrî: Busayr’da doğdu. (Miladî 1213-1295) Meşhur Arab şâiri ve hattatıdır.
“Kaside-i Bürde” sahibidir. Esas ismi “El-Kevakib-üd Dürriye fi Medh-i Hayrilberiyye” olan
kasidesine, tutulmuş olduğu hastalıktan, rüyâsında Resûlullah’ın hırkasını (bürde) üzerine
örtüp şifâ bulması sebebiyle “Kaside-i Bürde” ismini vermiştir: 312
İrmegan: Saadet. İkbal, uğurluluk. Terbiye eden, mürebbi: 312

AFİŞ
Levha: 23 Temmuz 1985… Birileriyle arabaya binip çatışmadan kaçıyoruz…
Dönüşte, Üstadım’ı bize âit bir afişin önünde yorgun bir vaziyette görüyorum… Elinde ok
gibi bir kamış, bizim afişimizi müdafaa etmiş… Koluna giriyorum… İçinde iltifat hissi
duyduğum bir sitem ediyor… Müthiş duygulanıyorum… Neredeyse ağlayacağım… Ben
büyük bir haz içinde iken, güyâ Üstadım’ın siteminden üzülmüşüm gibi aktarırken, bir
arkadaş işin öbür tarafına dikkat çekiyor ve onun iltifatını belirtiyor… Sonra… Boğaz
Köprüsü gibi bir köprü üzerinde yığınlar birbiriyle savaşıyorlar ve birbirlerine kamışlar ve
kamış okları atıyorlar… Attıkları okların öldürmediğini görüyorum!

Afiş: Duvar ilânı: 391
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+332=391
Meşhûm: Cesaretli. Sözü geçer kimse. Zeki. Akıllı. Korkmuş. Korkutulmuş. Çok
güzel hareketli at: 391
Şafî: Yeter görünen, kifayet eden. Hastaya şifa veren: 391
Kassar: Leke çıkaran. Çırpıcı, yıkayıcı: 391
Maarif: Tahsil ile elde edilen ilim, malûmat. Maharet, üstadlık, hüner. Kültürler.
Çehrenin manzarada zâhir olan yerleri: 391
Veşia: Tarikat: 391
Menşe’: Esas. Kök. Bir şeyin çıktığı, neş’et ettiği yer. Beslenip yetişilen yer: 391
Hâl-aşina: Hâl ve durumdan anlar: 391
Minkar: Yırtıcı kuşların gagası. Taşçı kalemi: 391
Teşahhus: Şahıslanma. Tarif edilebilir hâle gelme: 1390=391

Taab: Yorgunluk: 472
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302=2470=472
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+98+1312=1472
Tenzih: Suç ve noksanlıktan uzak sayma: 472

Dahdaha(t): Yorulmak, yorultmak. Yavaşlamak. Emre itaat ettirmek. Hor
etmek: 1608
Serçeşme: Pîr. Baş. Çeşme başı. Pınar: 608
Rütub: Sâbit olmak, kaim olmak, devamlılık: 608
Bahe: Kaplumbağa: 608
Pertev: Ziyâ, ışık. Atılma, sıçrama, hız: 608
Tariz: Meyyit, ölü: 608
Hicret: Bir yerden bir yere göçmek: 608
Şevşeb: Karınca: 608
Tahakkuk: Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat
edilmek: 608
Rebvet: Yüce, yüksek yer: 608
Baharet: Galib olmak: 608
Basika: Su ile tamamen dolu kuyu: 608
Avah: Teessüf ifâdeleri. Rızık, kısmet, nasib: 608
Batere: Tef: 608
Hava: Hâli’ olmak, boş olmak: 608
Müstehak: Hak eden, hak etmiş. Kendisi kazanmış: 608
Tebrie: Bir kimseyi şübheden ve zandan kurtarmak. Borçtan kurtarmak. Nezahet,
ismet. Beraat ettirmek: 608

İhriz: Bitkin, dermansız: 1019
Vâhid: Bir , tek, biricik. Ferid. (Esma-i Hüsna’dan, El-Vâhid: Bir ve eşsiz… Vahîd:
Yalnız, tek. Hazret-i Peygamber’in de bir ismidir. Benzeri bulunmayan hiçbir mahlûkla
müsavi olmayan ve tek olan meâlindedir.): 19
Taha’: Döşenmiş ve yayılmış yer. Bir nebat cinsi: 19
Eyyüb: 19
Tavd: Büyük dağ. Tepe. Sebat: 19
Vücud: Varlık. Var olmak. Bulunmak. Cesed, cisim, ten, gövde: 19
Havceb: Kırmızı gül: 19
Darih: Kabir, mezar: 1018=19
Gayub: Kaybolmak: 1018=19
Hayic: Âşık, hayran: 19
Haya: Yağmur: 19
Dehy: Kişinin fikir ve ferasetinin isabetli ve doğru olması: 19
Bûya: Güzel koku: 19
İcad: Vücuda getirmek. Yeniden bir şey meydana getirmek. Yoktan var etmek: 19
Hedy: Harem-i Şerif’te kesilen kurban: 19
Hüda: Doğru yol göstermek. Doğruluk. Hidâyet. Kur’ân’ın bir ismi: 19
İhab: Verme, bağışlanma: 19
GAZİ: Din uğrunda harbeden. Muzaffer olan ve harbten sağ dönen. (Gazi ana:
1018+52=1070… Büyük Doğu-İBDA: 1060+9=1069=70): 1018=19
Dude: Solucan: 19
Dude: Kavim, kabile, aşiret, aile. İsinden mürekkeb yapılan çıra: 19
Cahî: Âşikâr, aleni, açık, meydanda olan: 19
Habat: Vücutta kalan yara izi: 19
İbah: İtibar etmek, ehemmiyet vermek. Hürmet etmek: 19
Tevbih: Azarlama: 1018=19

İhriz: 1019=20
Vedud: Çok şefkatli. Kendisine çok sevgi beslenen. (Esma-i Hüsna’dandır: Müminleri
seven): 20
Hâdî: Hidayete ermiş. Mürşid. Rehber. Delil. Hidayet yolunu gösteren. Hidayete,
doğruluğa eriştiren. Önde giden. (Esma-i Hüsna’dandır: Doğruyu gösterici.): 20
Rahman Sûresi 20. âyet: (Meâli: Aralarında birleşmelerine bir engel var.): 2020
Céwî. (Kürtçe): İkizler: 20
Hacace: Su üstünde olan yağmur kabarcığı: 20
İha: Sevketme, gönderme: 20
Hıyata(t): Terzilik, dikiş dikme sanatı: 1020
Müteşerrif: Şereflenen, şeref duyan: 1020

Teadud: Kolkola girme. Birbirini tutma. Birbirine yardım etme: 1275
İdris: İlk yazı yazan ve terzilik yapan peygamber. (M.Nuri Gençosman: İdris
Peygambere “Kuddusî” hikmetin nisbet edilmesinin sebebi, ağır riyazetlerle nefsini terbiye
ederek her türlü hayvanî temayüllerden arınmış, ruhanî varlığı cismanî varlığına galebe
ederek miraca mazhar olmuş bulunmasındandır. 16 sene yiyip içmeden, uyumadan çetin bir
riyazete devam ettiği rivayet edilmektedir.): 275
Ruhanî: Ruha âit: 275
Deyranî: Manastır sahibi: 275
Addar: Denizci, gemici taifesi: 275
Seriyye: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi: 275
Sürye: Gece seyri. Ulaşmak, varmak: 275
Garîse: Yeni dikilmiş fidan: 1275
Kerime: Kendine ikram edilmiş kimse. Şerefli. Güzide, seçkin, kımetli şey. Vücudun
kıymettar yerlerinden her biri. Kız evlâd: 275
Rümle: Siyah hat: 275
Edra’: Vücudu beyaz, başı siyah olan at: 275
İrca’: Geri çevirmek, geri döndürmek. Alışverişi faydalı kılmak. Musibet vaktinde
Allah’a sığındığını âyet okuyarak ifâde etmek: 275
Pervizen: Elek, kalbur. (Üstadım’ın “Geliyorum” isimli şiirinden: Akıl sormaya
mecbur; -Gökleri kalbur kalbur –Eliyorum!): 275
Satur: Satır, büyük bıçak. (Sult: Büyük bıçak): 275
Bircis: Müşteri yıldızı. Sütlü deve: 275

Teadud: 1275=276
Mansus: Nass ile sabit kılınmış. Âyetlerle tesbit edilmiş. İzhâr ve beyan edilmiş.
Kur’ân’da açıkça anlatılmış: 276
Cercis: Taberî tarihine göre, İsâ Aleyhisselâmdan sonra gelmiş ve Filistin’de yaşamış
ve onun şeriati ile amel etmiş olan bir Peygamber’dir. 7 sene tebliğde bulunarak çok
işkencelere maruz kalmış, müteaddit defalar öldürülmüş ve mucize ile dirilerek tekrar tebliğ
vazifesine devam etmiştir. Kendisine düşmanlık eden kavim ateşle helâk edilmiştir. En
sonunda Cercis Aleyhisselâm yine şehid edilmiştir: 276
Ru’: Kalb, fuad. Kalbde korku ârız olacak yer. Zihin ve akıl: 276
Kenare: Sahil, deniz kıyısı. Kıyı, kenar. Köşe, uç. Son, nihayet. Çember. Etrafı
çevrilen şey. Kucaklama. Kucağa alma: 276
Rasiye: Büyük dağ: 276
Aristo: 276
Perendek: Küçük tepe: 276
Rükûn: Bir şeye samimi olarak meyletme. Can ve gönülden meyil: 276
Vara’: Haramdan ve yaramaz işlerden sakınmak: 276
Engare: Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış, taslak. Hikâye, efsane, roman, kıssa.
Baştan geçen bir hâdiseyi tekrarlama. Hesab defteri: 277=1276

Tenazul: Birbiri ile oklaşmak: 1281
Kunais: Büyük cüsseli, iri vücutlu kimse: 281
Tefahür: Övünme: 1281
Üsture: Efsane: 281
Arbede: Cidal, kavga, patırtı: 281
Ayar: Saadete, mutluluğa doğru gitme. Altun ve gümüşten yapılmış şeylerin saflık ve
hafiflik derecesi: 281
Esatir: MİTOLOJİ. Saflar. Sıralar: 281
Giryan: Gözyaşı döken. Ağlayan: 281

Pır. (Kürtçe): Köprü: 212
Bîr. (Kürtçe): Hatırlamak: 212
İ’mak: Derinleştirme. Bir şeyin derinliğine varma: 212
Ribbî: Büyük kalabalık: 212
Hücre: Medine’nin ismi: 213=1212
Muakkib: Ardına düşen, takib eden, ardından koşan: 212

HALÂSKÂR
Levha: 2 Nisan 2008… Bizim şu ân İstanbul Gaziosmanpaşa’daki evin duvarında bir
gazete ebadında afiş-poster asılmış… “Herkesin beklediği kurtarıcı geldi” yazıyor. Sağ
tarafında çok güzel hat yazısıyla, “Allah’tan bir zafer ve yakın bir fetihdir. (Mekke’nin
fethini) sen müminlere müjdele” meâlindeki âyet yazılmış… Afişi sanki Sadeddin
Ustaosmanoğlu hazırlamış veya onlar asmışlar… Afişin altında BARAN yazıyor.
Kumandanımız’ın “Büyük Muztaribler 2” eserinin kapağındaki hat yazısı gibi, bazı tarihler
yazılmış. (Bolu F-Tipi Cezaevi – İsmail Uysal)

Saff Sûresi, 13.âyet: (Meâli: Başka bir kazanç daha vardır ki, onu seveceksiniz.
Allah’dan bir zafer ve yakın bir fetih(dir). (Mekke’nin fethini) sen müminlere müjdele.):
3326
Tezkere: Pusula. Herhangi bir iş için izin verildiğini bildirmek üzere alınan resmî
vesika: 1325=326
Kaskase: Asâ, baston, sopa. (İktidar sembolü.) Çok karanlık gece: 326
İndira’: Bir işe girişme bir şeye teşebbüs etme. Öne geçme. Buluttan kurtulma: 326
Ferahem: Toplu, devşirili. Birikme, yığılma, toplanma: 326
Şekah: Yakınlık: 326
Şevk: Diken. Birinin hiddet ve şevketi görünme. Ekin: 326

Saff Sûresi, 13.âyet: 3326=2327
Magfur: Rahmetlik olmuş. Günahlarının affı için kendisine dua edilmiş: 1326=327
Şebeke: Hüviyeti sureti. Balık ağı. Kafes şeklinde olan yer. Ağ şeklinde olan nescler,
dokular. Ağ gibi yapılmış hat ve yolların tamamı: 327
Nevmî sınaî: Hipnoz: 327

Saff Sûresi, 13. âyet: 2327=1328
Müferrah: Ferahlanmış. Üzüntüden ve sıkıntıdan kurtulmuş: 328

Saff Sûresi, 13. âyet: 3326=329
Keşt: Keşfetmek. Soymak. Fazlalığı kesmek. Koparmak. Açmak. Yüzden perdeyi
kaldırmak: 329
Müfrit: İfrat eden. Mübalağâlı: 329
Muftır: Oruç açan, iftar eden: 329
Bizişk: Doktor, tabib: 329
Erbaun: Kırk sayısı: 329

Saff Sûresi, 13.âyet. (Rüyâdaki afişte geçen yazılı kısım): 2037
Manzum: Şiir. Ölçülü, mizânlı, tertibli. Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş: 1036=37
Evvel: İlk. İbtida. (Esma-i Hüsna’dan, El-Evvel: Vücudunun öncesi olmayan.): 37
Bilâd: Beldeler. Diyarlar. Memleketler. Şehirler: 37
İdla’: Delil gösterme. Kovayı suya sarkıtma: 37
Labüdd: Çok lâzım. Gerekli. Ayrılık yok: 37
Alev: Ateşten çıkan parlak ve yanar hava. Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama:
37
Helsas: Cemaat, topluluk: 1036=37
Lebbe: Göğsün gerdanlık takılan yeri. Erkeğini seven kadın. (Arub: Erkeğini seven
kadın… Arube: Fasih Arabça konuşmak. Cuma günü): 37

Saff Sûresi, 13. âyet. (Rüyâdaki afişte geçen yazılı kısım): 2037=1038
Ebdal: Evliya zümresinden bir cemaat: 38
Hıll: Helâl: 38
Abile: Su üzerindeki kabarcık: 38
Evvelâ: İlk önce, birinci olarak, her şeyden önce: 38
Galebe: Üstün gelmek. Yenmek. Bozmak. Çokluk. Bastırmak: 1037=38

Saff Sûresi, 13. âyet. (Rüyâdaki afişte geçen yazılı kısım): 2037=39
Hal: Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. Cezbe. Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet. Faili mefulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür: 39
Dele: Kova: 39
Tull: Süt: 39
Cevl: Tavaf etme: 39
Hakî: Anlatan. Hikâye eden: 39
Cul: Akıl, rey. Kuyu duvarı: 39
Dile: Dil, gönül, kalb, yürek. Gönül sahibi: 39
Hedel: Bir şeyi aşağıya indirmek: 39
Ecille: Büyükler. İlim, fazilet ve rütbe itibariyle yüksek olanlar: 39
Lüvab: Susamak. Kulpsuz bardak. (Gayn: Susuzluk… Gayn: Bir harf): 39

Münci: Necat veren, kurtaran: 103
İsa: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek. Vasiyet, sipariş. Nasbetme: 103
Fevzî: Kurtuluşa âit: 103
İsma: İsim koymak. Yükseltmek: 103
Esma’: Adlar, namlar: 103
Beka: Devamlılık. Dâim ve sâbit olma. Bâki olmak. Ebedilik: 103
Hırşa’: Yılan derisi: 1102=103
Mabeyn: Ara. Aradaki şey. İki şeyin arası: 103
Mahmiye: Bir şeyi koruma. Muhafaza ve himaye. (Muhafazalı) büyük şehir: 103
İcl: Sığır yavrusu: 103
Selha: Kıyamet günü: 103
Bumehen: Deprem. Zelzele: 103
Hisse: Pay. Nasib. Varise intikal eden kısım: 103
Ezmine: Zamanlar: 103
Necmî: Yıldızla ilgili: 103
Çengel: Pençe. Bir şey asmaya yarayan âlet. Orman, ağaçlık yer: 103
Memduh(a): Beğenilmiş. Medholunmuş. Allah Resûlü’nün sevdiği iş: 103

Halâskâr: Kurtarıcı: 942
Müsbit: İsbat eden, tesbit eden. Hakikat olduğunu, doğruluğunu belli eden: 942
Mübezzir: Sırrı ifşâ eden. Çok söz söyleyen: 942
İstitmam: Tamamlama, tamamlamaya çalışma. Tamamlanmasını isteme. Bitirmek için
uğraşmak: 942
Ezmâr: Kahramanlar: 942
Müsbet: İsbat olunan. Delilli. Yazılıp kaydedilmiş. Tesbit edilmiş olan: 942

HATT
Levha: 29 Ağustos 2004… Tebrik kartı veya buna benzer bir işle meşgulüm. İslâm
harfleriyle Kumandanımız’ın yeni form stiline benzer bir şekilde hat yazıyorum. Hazırladığım
çalışmanın sol alt köşesindeki boşluğa, yine aynı karaktere benzeyen, daha önce Turan
Bartın’ın yaptığı amblem biçimindeki “Mehdî” yazısını yazıyorum. Kumadanımız “Mehdî”
yazan kısma bakarak, “evet, Mehdî benim!” diyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Mehmed Yavuz
Uçum)

Hatt: Yazı. El yazısı. Nâme. Mektub. Sınır. Hudud. Gençlerde yeni çıkan bıyık ve
sakal. Çizgi gibi uzanan belirsiz hafif yol. Deniz yalısı. Gemilerin hareketteki istikameti.
Ferman, buyruk. Padişah emri. Sadece uzunluğu olan: 609
Hutt: Emir. Kıssa: 609
Hab: Uyku. Rüyâ: 609
İbtihar: İki parça olma, ikiye bölme: 609
Rahat: Üzüntüsüz, tasasız, telâşsız olmak. Müsterih. Dinlenmek. El ayası: 609
Sevakıb: Parlak yıldızlar: 609
Bedud: Suyu az olan kuyu: 1608=609
Davda’: Meş’ale. İnsan sesleri: 1608=609
Hatar: Bir şeyin etrafını çeviren çember nev’inden şeyler. Çadırın eteklerine bağlanan
parça. (Hatar: Tehlike. Uçurum. Emniyetsizlik. Korku.): 609
İrtibah: Yükselme, yükseğe çıkma: 609
İrtiva’: Suyu içerek kanma. Vücuttaki organ ve eklemlerin kuvvetlenip kalınlaşması:
609
Teberrüz: Görünme, meydana çıkma: 609
Terdad: Tekrar: 609

Hataî-Hatay: Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek
yapılmayıp, sanatkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan
şekiller. Türkistan’da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt: 418=1417
Necip Fazıl Kısakürek: 1417
Rayedar. (Kürtçe): Mesul, sorumlu: 417
Hidadet: Demircilik: 417
KOŞU-YARIŞ
Levha: 11 Ocak 1998… Zenginlerin oturduğu bir muhitte, boş bir yol… Kumandan,
Himmet Meğer ağabey ve ben, orada buluşuyoruz. Kumandan’ın mütebessim hâli… Sakalları
simsiyah, genç ve atletik vücutlu. Koşuya çıkıyoruz, derken yarışır gibiyiz. Ben öne
geçiyorum ve koşu bitiyor. Hep mütebessim. Kumandan’la bir süre daha yürüyoruz ve
vedalaşıyoruz. O, caddeye çıkarak bir minibüse biniyor; sanıyorum ticarî bir araba veya servis
aracı. Böyle normal bir insan gibi minibüsle evine gitmesine, saklanmadan dolaşmasına
şaşıyorum. Halbuki biz onun çok iyi saklandığını ve hiç dışarı çıkmadığını düşünüyorduk,
öyle sanıyorduk. Bu rüyâyı Mustafa Ayyıldız’a anlatıyorum, o da “Himmet ağabeye anlattın
mı?” diye soruyor ve “git ona anlat!” diyor. (Bandırma Cezaevi –Halil Kantarcı)

Taz: Koşma, koşuş: 408
Hatt: Yolmak. Çekmek: 408
Şekub: Ruşen olmak, parlamak: 408
Ismarlama: Sipariş verme, emanet etme. Siparişle yaptırılmış, hazır alınmayan: 408
Tebevvü: Makam tutmak: 408
Te’z: Cenk adip dövüşürken birbirine yakın olup yoldaşını gözetmek. Yara: 408

Taz: 408=1407
Mehdî Nur Muhammed: 59+256+92=407
Berdar: Asılmış, yukarı kaldırılmış. Tutucu, itaat edici ve ettirici. Meyveli. Meyve
verici: 407
Tedavvür: Açlık. Çağırmak, bağırmak. İnlemek: 1406=407

Tesabuk: Müsabaka. Yarış etme: 563
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+332=1562=563
Necis: Gizlenen sır, nişân. Gizli olan şeyi halk içinde ifşâ etmek. Bir nevi yeşillik: 563
Cinsî: Zırh yapıcı: 563

Müsabaka: Karşılıklı yarışma: 208
Rahib: Abid. Aslan. Keşiş: 208
Rub: Süpürge. Süpürme: 208
Gubre: toprak renkli olmak: 1207=208

İstibak: Yarış etme, yarışma: 564
Mehdî Erdiş: 59+506=565=1564
Tednik: Yakın olmak: 564
Takaddüs: Mübarek kılma. Mukaddes olma: 564

31.07.2008- SAYI: 82

ABDÜLKADİR GEYLÂNÎ
Levha: (…) Temmuz 2008… Atatürk’ü görüyorum. Büst gibi yalnız kafası; sağa sola
dönüyor, konuşuyor, mekanik bir şekilde hareket ediyor. Abdülkadir Geylâni Hazretleri için,
“o beni mahvetti, bütün plânlarımı bozdu!” diyor. Mahmud Efendi Hazretleri, “o iyi işler
yaptı, iyi işler yaptı!” diyor ve gülüyor. Öbür yanında olan Abdülkadir Geylâni Hazretleri de
gülüyor. (Zeyneb Ustaosmanoğlu)

Abdülkadir Geylâni: 532
Selman-ı Farisî: (Sahabî ve Hacegân yolunun 3. büyüğü.): 532
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532
Got ku. (Kürtçe): Dedi ki: 532

Gavs-ül A’zam: (Abdülkadir Geylanî Hazretlerinin nâmı): 2548
Cafer-i Sadık: (Hacegân yolunun 5. büyüğü.): 548
Mirşah: Süzgeç: 548
Mesabe: Derece. Menzile. Rütbeç Sevab yeri. Merci, melce’: 548
Müreşşah: Terbiye edilmiş. Damla damla süzdürülmüş: 548
Müşariz: Açıklayan, şerheden. Teşrih yapan doktor: 548

Gavs-ül A’zam: 2548=1549
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322=1549
Tenasuh: Birbirine nasihat etmek: 549
Saltanat: Kudret, kuvvet. Hâkimiyet, padişâhlık. Tantana, gösteriş. Bolluk. Zenginlik:
549.
İstanbul: 550=1549

Hazv: Takdir etmek. Kat’etmek, kesmek: 714
Mürtedi’: Yasak olan şeyleri yapmayan, onlardan kaçınan: 714
Tasre: Süt koyu olmak. Dirlik, iyi olmak: 714

HÂL-İ SİYAH
Levha: 16 Ocak 1999… Bir oda; cezaevi imiş… Oraya Kumandan’ı ziyarete
gidiyoruz. Yanında 3-4 kişi daha var. Kumandan’ın yanına oturuyoruz. Kumandan bizimle
konuşmaya başlıyor; o ânda yüzündeki “ben” dikkatimi çekiyor. Sonra ayağa kalkıyor ve
eliyle İBDA selamı veriyor; bu sırada elinin sağ yöne doğru çekildiğini farkediyorum. Biz de
ayağa kalkıyoruz; selâm veriyoruz; bizim elimiz de o yöne doğru çekiliyor. Görünmez bir güç
ellerimizi o yöne doğru çekiyor; ellerimiz bizim kontrolümüzde değil. Kumandan bir noktada
duruyor ve “burası Eyüb Sultan Hazretleri” diyor ve selâm veriyor. Biz de aynı şekilde selâm
veriyoruz. Sonra ellerimiz diğer yöne doğru yarım daire şeklinde çekiliyor. (Havva Sak.)

Hâl-i Siyah: Ben, siyah benek: 707
Aktör: 707
Faktör: Bir neticeyi meydana getiren unsurların her biri. Amil: 707
Teşeddüd: Kuvvet ve dayanıklılık kazanma. Şiddetlenme. Keskinleşme. Sertleşme:
708=1707

Nişan. (Kürtçe): Ben, siyah benek: 411
Âyet: Eser. Nişân. Alâmet. İşaret. Menzil, mekân. Kur’ân’ın her bir cümlesi: 411
Réveber. (Kürtçe): Yönetici. İdareci: 411
Ebu Eyyub-il Ensarî: 411
Abdülkadir: 412=1411

FATİH
Levha: 7 Aralık 2002… Selâtin Câmilerinden biri. Mahmud Efendi Hazretleri dışarı
çıkıyor. Arkasında kalabalık cemaat. Kapı çıkışında bir adam yanına yanaşıp, “şuna da bak!”
diyerek önüne kefenlenmiş bir tabut içinde beş santim büyüklüğündeki bebeği kefenin baş
ucundan tutarak ona gösteriyor. Efendi Hazretlerinin elinde Kur’ân var, parmak ucuyla
satırları takib ederken, “burada bir tane F var!” diyor, bir olumluluğa işaret ediyor; ve diğer
satırlarda da F’lerin olduğunu gösteriyor. “Burada bir tane daha var!” derken, içime babam
(Ahmed Hoca) olduğu hissi doğuyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Sadeddin Ustaosmanoğlu)

Da’vâ cetvelinde “F” harfinin sayı değeri 489 ve Allah’ın isimlerinden “Fatih”e denk
geliyor.

Fatih: Açan. Fetheden. Teshir eden, zapteden: 489
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1391=1489
Fettah: En iyi, en çok fetheden. Darlıktan kurtaran. her şeyi en iyi cihetten açan: 489
Müstahfaz: Koruyan, hıfzeden, muhafaza eden: 1488=489
İndifa-i bürkani: Yanardağdan çıkan lâvlar: 489
Tecevvüf: İçi boş olma. İçine işleme, nüfuz etme: 489
Tecvi’: Acıktırma. (Üstadım’dan bir mısra: Soframıza açlığı besleyenler buyursun.):
489

İftah: Fethetmek. Açmak: 490
Mümit: Helâk eden. (Esma-i Hüsna’dandır: Hayatı kaldırıcı): 490
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+322=1490
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302=1490
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+126+1302=1490
İthaf: Hediye etmek. Armağan vermek. Birisinin namına eser yazmak: 490
Kist: Kimdir?: 490
Kiyaset: Zeki. Uyanıklık. Zekâ. Feraset: 491=1490
Müteyyim: Aşk ve muhabbetin hor ve zelili olan kimse: 490
Hafat: Sahiller, deniz kenarları, kıyılar: 490
Küta’: Tilki eniği. Tamamlamak, toplanmak: 490

Şehav: Açmak, feth: 314
Kadîr: Mukaddir. Muktedir. Nihayetsiz kudret sahibi (Allah): 314
Yavuz Sultan Selim: 24+150+140=314
Tışe: Ufak çocuk: 314
Hârika: Ateş, nâr, od: 314

Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin “harflerin ilmi”ne âit cetvelinde “F” harfi, Allah’ın
“Kaviyy” ismine ve mertebesi “Melekler”e denk geliyor.

Kavî: Sağlam, metin, zorlu, kuvvetli, güçlü. Varlıklı, zengin, sâlih, emin,
mutemed: 116
Masiva: Allah’tan gayrısı. Dünya ile alâkalı şeyler: 116
Mulim: Elem ve keder verici. (Mu’lem: Belirtilmiş. İşaretlenmiş.): 116
Süluk: Belli bir gruba girme. Bir tarikate bağlanma: 116
İ’dam: Vücudu ortadan kaldırmak. Öldürmek: 116
İd’am: Direk vurmak: 116
Ma’bed: İbadet edilen yer: 116
Mükevvin: Tekvin eden, meydana getiren: 116
Nühust: İlk gelen, evvel doğan, evvelki olan: 1116
Tesvir: Toz kaldırma. Derin ve gizli mânâyı araştırma: 1116
Tevris: Vâris kılmak. Ateşi yakmak, alevlendirmek için tahrik etmek: 1116
Uful: Gurub, batış. Gözden kayboluş. Görünmez olmak. Ölmek: 117=1116
SARI CEKET
Levha: 7 Aralık 2004… Kumandan’la volta atıyoruz. Üzerinde sarı renkli bir ceket
var. Volta atarken sigaramın közü uçup ceketinin arka tarafına değiyor. Ben de, elimle hemen
sıvazlayıp közü atmaya çalışıyorum; ama nafile, cekete değdiği yeri yakmış. Fena hâlde
korkuyorum. Ceket hem kaliteli, hem de Kumandanımız’ın en sevdiği giysisi imiş.
Kumandan’a dönüp, şakayla karışık “efendim size bir ceket borcum olsun!” diyorum. Biraz
kızar gibi oluyor ama, yakından incelediğimde ceketin zaten epeydir kullanıldığından
yıpranmış olduğunu görüyor, önemsemiyor. Sonra ranzasına çekiliyor. Üzerinde bir yorgan.
Bana ayak ucunu göstererek, oraya oturmamı söylüyor. Bir mesele anlatıyor. Ben de
gözlerimi kapatarak, elimle çıplak olan ayaklarını tutuyorum; ve dayanılmaz bir cezbeye
kapılıyorum. (Hasan Kapar)

Muza’fer: Sarı renkte. Safran renginde: 397
Fersendac: Ümmet: 398=1397
Tavzif: Vazifelendirmek, iş vermek: 1396=397
Guşmal: Yola getirme, kulak bükme, ihtar etme: 397
Kasırga: Çevrintili rüzgâr: 1396=397
Sakur: Sivri burunlu büyük balta. (Teber: Balta… Ta’bir: İfâde. Rüyâ yorma. Söz):
397

Safra: Sarı. Karaciğere bağlı öd kesesi içindeki yeşilimsi sarı ve acı su ki, yağların
hazmına hizmet ader: 372
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312=1371=372
Yunus Emre: 126+246=372
Akreb: 372
Şesib: Yay: 372
Bişing: Balyoz. Kazma. Küskü. Burgu: 372
İfras: Fırsat ele geçme: 372
Müstebdı’: Kârı veren kişiye olmak üzere, sermaye verilen kimse: 1372
Aşşab: Nebatları toplayarak her biri üzerinde ilmî incelemeler yapan âlim: 373=1372
Şi’b: Keçi yolu, dar yol, dağ yolu: 372

Zer: Sarı. Altun. Nöbet. Oruç. Çile: 207
Mazrus: Örülmüş, örülerek yapılmış: 1206=207
Rizz: Gizli ses: 207
Rüzz: Pirinç: 207
Kamus: Lûgat. Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri: 207
Reva: Lâyık, uygun. Meydana gelmek. Gidici: 207
Garv: Acib: 1206=207
Haşuş: Helâ. (Sıfır sıfır) Abdesthâne: 1206=207

Asfer: Sarı, uçuk benizli. Soluk. Kızıl. Islık çalan. Bomboş şey: 371
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312=1371
Alemgir: Bütün âleme yayılan, dünyayı zapteden: 371
Şamil: Çevreleyen, içine alan, ihtiva eden, kaplayan. Çok şeye birden örtü ve zarf
olan. (Büyük Çeçen kahramanı, şehidimiz Komutan Şâmil hatırlanmalı): 371

Sako: Üst tarafa giyilen elbise. (Ceket, aba, palto): 167


Nakîbe: Akıl. Nefs. İnsan ruhu. (Yevmiye: Nefsimizin bir hakikati var!): 167
Zerdî: Sarılık. Sarı renkte olma: 221
Muhammed Salih: 221
Naki’: Taze. Şifâlı devâ: 221

TİLKİ GÜNLÜĞÜ
Levha: 24 Kasım 2001… Usame’yi görüyorum, kucaklaşıyoruz. Mahzun ve
tevekküllü hâli bana Ahmed Hamdi Arvas’yi hatırlatıyor. Yanında çoğu yaşlı 10-15 kişi var.
Gökyüzünden bombardıman yapılıyor. Usame ve adamları bir ağaç gölgesine sığınmışlar.
Bomba atan uçaklar görünmüyor ama, bombalar yere çakılıyor. Büyük bir gürültü ile patlayıp
alev topu şeklinde yangın çıkıyor. Sağa sola kaçışan insanlara isabet ediyor. Bir kişi yanarak
ve bağırarak koşuyor. Bombalardan hiçbiri Usame ve adamlarının bulunduğu bölgeye
düşmüyor. Ayaktaki biri atılan bombaların hesabını yaparak isabet etmez deyip Usame’ye
bildiriyor. Fakat ben endişeliyim. Usame beni yanındakilerle tanıştırıyor. Büyüklerin
ellerinden öpüyorum, gençlerle kucaklaşıyorum. Usame kısık bir sesle bana Kumandan’ın
“Tilki Günlüğü” ile ilgili bir şeyler soruyor. Ben de kendisine, “Tilki Günlüğü çok acayip bir
kitabtır, ona izinsiz yaklaşanlara o hiçbir şey söylemez, söylemediği gibi de insanın ayağının
kaymasına sebeb olur” meâlinde bir şeyler söylüyorum. (Kartal Cezaevi – Osman Temiz)

Rajane ya Rovî: (Kürtçe): Tilki Günlüğü: 264+11+222= 497
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1312=1497
Fethî: Fetihle alâkalı. Ferahlık verici: 498=1497
Mütemayiz: Temayüz etmiş: 498=1497
Mevamit: Allah Resûlü’nün İncil’deki bir ismi: 497
Tevafi: Tamam olmak, tamamlanmak: 497
Mütemeyyiz: Seçilen, seçkin: 497
Sıhhat: Sağlamlık. Soğruluk. Sağlık: 498=1497

Aso û Hafiye: Ufuk ile Hafiye: 67+6+695=768
Müteşabik(e): Beraber ve karışık olanlar, birbirine karışanlar. Girift: 768
Rewşenbîr. (Kürtçe): Aydın: 768

ÖRGÜ
Levha: 23 Şubat 2003… Mahmud Efendi Hazretleri karşımızdaki daireye gelmiş,
çekyatta yatıyor. Annemin (Ayşe Hanım) elinde benim ördüğüm bir fes var. Efendi soruyor:
“O ne?”… Annem “fes!” diyor. Efendi eline alıp, kimin yaptığını soruyor. Annem, “bizim
Meryem ördü!” diyor. Efendi, elinde evirip çeviriyor, sonra da “böyle şeyleri yapmayın deriz
ama, yapılınca da güzel oluyor!” diyor ve kendisinin olmasını istiyor. (FURKAN Lûgatı’nın
yapılmasıyla ilgili istihare – İstihareci)

Madrus: Örülmüş şey. Örülerek yapılmış. (Medrus: Ders olarak okunmuş. Deli,
mecnun. Eskimiş elbise): 1106
Hablullah: Allah’ın ipi. İhlâs. İtaat. Cemaat: 106
Adak: Nezredilen şey: 106

Nesic: Dokunmuş: 123
Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay: 123
Müceff: İçi boş: 123
Acmî: İnce fikirli. Akıllı. Anlayışlı: 123
Hasene: İyilik. Güzellik. Hayırlı amel: 123
İktiras: Bir işe ehemmiyet verme, bir işi mühimseme: 1122=123

Tenide: Dokumak, örmek. Örümcek ağı: 469
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+1312=1469
Tesehhüd: Uyanıklık: 469
Deste: Süpürge. Tutam, bağ, demet, kabza. Mededkâr. Küstah: 469

Fetil(e): Örgü: 520
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332=520
Derviş: 520
İhtifal: Hürmet ve saygı için büyük cemaat ile yapılan merasim. Cenaze alayı: 520
Tef’il: Tefe’ül etmek: 520

Turbuş: Fes. Takke, külah. Başa giyilen örtü: 517
Mus’a Mirzabeyoğlu: 205+1312=1517
Debistan: Mekteb. Okul: 517
Bidistan: Söğütlük: 517
Mültezem: Bir şeyi kendi üzerine lâzım eden: 517
Mültezem: Lüzumlu görülen: 517
Astane: Eşik, atabe.Paytaht. Mânevi büyüklerin kabri. Büyük tekke. Merkez:
518=1517
Metbu’: Kendisine uyulan. Tâbi olunan. HÜKÜMDAR. (Hüsrev: Hükümdar: 866…
Rüsuh: İlim ve fennin derinliğine vukufiyet. Sağlamlık. Devamlılık. Yerinde, sağlam, sâbit ve
devamlı olmak. Maharet. Meleke: 866): 518=1517
Mütehammil: Tahammüllü: 518=1517

Munika: Hoşa giden, beğenilen şey. Güzel: 201
Nafi’: Menfaatli. Faydalı. Yarar. Şifalı. (Esma-i Hüsna’dandır: Dilediğine menfaat
veren): 201
Enfüsî: Bir kimseye mahsus görüş, düşünüş. Nefse, kendi hayatına âit: 201
Hurt: Balta. İğne deliği: 201
Min’am: Afiyet veren. Belâ ve musibeti defeden: 201
Muntabık: İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun: 201
Alemeyn: İki âlem. Dünya ve ahiret: 201

RECEB
Levha: 2 Ocak 2000… Okmeydanında oturduğumuz eski evin dış kapısını açıyorum,
karşımda vefat etmiş olan Receb dedem, annem veya birileri. Dedemin elinde asâ veya baston
var. Birden dedem, Kumandan oluyor veya öyle hissediyorum. Sonra Kumandanımız’ın
“Mehdî” olduğu içime doğuyor; ardından, bu gelenin Peygamber Efendimiz olabileceği…
Sonra ben yine bizim mahallede yürüyorum ve yanımda Kumandanımız’ın kızı var; ama
şimdiki (8-9) yaşından daha büyük. Yolda yürürken bir mevzu hakkında konuşuyoruz ve o
bazı işlerin nasıl hallolacağına dair –ihtilâl olabilir- ya soru soruyor veya öyle bir hâli var.
Ben de, “siz dua ederseniz, inşallah olur!” diyorum ve o ân onun Hazret-i Fatıma validemiz
olabileceği içime doğuyor. (Metris Cezaevi –İbrahim Kapucu)

Receb: Azametli, heybetli. Ta’zim etmek. Cennet’te bir nehir ismi. Mübarek üç
ayların birincisi ve Kamerî aylardan yedincisi: 205
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarımkürede bir burç ismi:
205
Reh: Yol, kaide, tarz, usul: 205
Rad: Cömert, eli açık, faziletli, üstün, değerli: 205
Gabra: Yeryüzü, arz, toprak. Bir nebat çeşidi. Kuraklık, kıtlık. Çok tuzlu. Toprak
rengi. (Gabir: İstikbâl. Kalan): 1204= 205
Ihtibar: İmtihan ve tecrübe etmek: 1204= 205
İcra: İşi yürütmek. Suyu akıtmak: 205
Dar’: Sahib, mâlik, tutan: 205
Irgab: Rağbet ettirme: 1204=205
Kal’a: Kale. Çoban çantası: 205

Asa: Değnek. Baston. Sopa: 162
İnsan: İns. Nisyan: 162
İm’an: Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek. Bir adamın hakkını ikrar
etmek. Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere mübalağa ve içtihad
etmek: 162
Menba’: Kaynak. Nimetin veya herhangi bir şeyin çıktığı yer. Suyun çıktığı yer. Pınar:
162
İkan: İyi ve yakinen bilmek. Sağlam iş: 162
Çapkun: Seri ve yorulmaz cinsten bir at: 162

TEFRİKA
Levha: 1 Temmuz 2008… Arkadaşlarla kalabalık bir şekilde Cezaevi’ne gidiyoruz.
Kumandan’ın koğuşundayız. Benden süt istiyor, sütü götürüyorum. Sütü çarşafın üstüne
döküyor. Sonra da kendisi çarşafın tam ortasına oturuyor. Yâni, sütün üstüne… Oturur
oturmaz süt koyulaşarak kahverengi bir dere oluyor. Ardından bu dereyi işaret ederek bize
hitab ediyor; “bu gördüğünüz Allah Resûlü’nün seccadesiydi” diyor. Biz şok oluyoruz! Pür
dikkat Kumandan’ı dinliyoruz. Sözüne devam ediyor: “Bugüne kadar Salih ismini almış olan
kişiler, Mehdî’nin SALİH isminde olacağını bildikleri için bu ismi almışlardır. Artık benim
çıkacağım zaman yaklaştığı için açıkça söyleyebilirim: Mehdî Salih benim! Birkaç hâdise
daha gelişecek, bunlardan sonra her şey bitecek. Bu politikaya devam edin!”… Kumandan
bunları söylerken, benim içime doğan hissiyat, BARAN dergisinin politikası oluyor. O
kalabalıkla gelen birkaç Kemalist genç de var. Onlar da, “acaba bugüne kadar biz yanlış mı
yaptık?” diye birbirlerine soruyorlar. Bu arada Kumandan arkadaşlara dönerek: “Müsaade
edin, Mustafa’yla 13 dakika görüşeyim!” diyor. Bunun üzerine beni kıskananlar, Kumandan’a
hitaben, “efendim, biz de rüyâ görüyoruz, biz de yazıyoruz; bizimle niye görüşmüyorsun?”
diye sitemvârî bir hâl içine giriyorlar… Kumandan da onlara, “Mustafa’nın gördüğü rüyâlar
eserlik çaptadır. Ayrıca Mustafa’yla konuşmasak da haberleşiyoruz!” diyor. BARAN’daki
“İNSAN” tefrikasını kastederek, “Mustafa İNSAN’ı iyi anlar, İNSAN’ı yazmaya devam
edeceğim için onunla görüşmem gerekiyor!” diyor. Bu arada bir gürültü geliyor…
Cezaevi’nin üstü, Hayran Hanım’ın eviymiş ve orada kalıyormuş. Gürültü evden geliyor… O
ânda bende oluşan his, Allah Resûlü’nün eviyle mescidinin yan yana oluşu; aklıma bu geliyor.
Kumandan’ın da evi sanki yukarıdaymış, koğuşu da mescidiymiş gibi. Bu arada Kumandan’a
birisi Hayran Hanım’ın kendisiyle görüşmek istediği haberini getiriyor. Kumandan bana
dönerek, “yengenle sen görüş!” diyor. (Mustafa Fişenkçi)

Şir: Süt. Aslan: 510
Sünnet: kanun. Yol. Âdet: 510
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510
Tenkil: Tepeleyip sindirmek. Başkalarına ibret olacak şekilde ceza vermek. Rezil ve
rüsvay etmek. Uzaklaştırmak: 510
Taki: Kendini koruyan, saklayan: 510
Takat: Güç, kuvvet, iktidar: 510
Taka: Pencere. Takat. Kubbeli mahfe: 510
Tekemmün: Pusuya yatma, gizlenme: 510
Cüsu: Dizüstü çökmek: 510
İlliyet: Sebbele alâkalı. Esas sebeble alâkadarlık. Sebeb arayış: 510

Tull: Süt: 39
Dile: Dil, gönül, kalb, yürek. Gönül sahibi: 39
Balû: Ana baba bir kardeş. Siğil, sivilce: 39
Dehl: Zamandan bir saat: 39
Ezkiya: Saf, temiz. (Ezkiye. (Kürtçe): Ben kimim?): 40=1039
Hal: Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. Cezbe. Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet. Faili, mef’ulü veya her ikisinin durumunu bildirir sözdür: 39
Saff Sûresi, 13. âyetten: (Meâli: Allah’tan bir zafer ve fetih yakındır): 2037=39

Çarşaf: Yatağın üstüne serilen veya yorgana kaplanan bez örtü. Bir kadın giyimi,
örtüsü: 585
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1302=1585
Nesle: Geniş gömlek: 585

Çarşaf: 585=1584
Direfş: Alem, bayrak, sancak: 584
Mütekaddim: Takdim olunan, sunulan: 584
Tefakkud: Arayıp sorma, sorup soruşturma: 584
Müsted’a: İstenen, arzu edilen. Dilekçe ile istenen şey: 584
Tasfid: Muhkem ve sağlam bağlamak: 584

Kahverengi: (Kahve: Hâlis süt. Şarab. Kahve. Güzel koku. Bolluk, bereket): 396
Neşame: Yüksek beyaz bulut: 396
Makrun: Müsaadeye mazhar: 396
Kahraman: İş buyuran, hüküm sahibi. Yiğit, cesur, bahadır: 396

Cu: Akarsu, ırmak, nehir, çay, dere. (Cu’: Açlık): 9
İbda’: İzhâr etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numunesiz şey
yapmak: 9
Ebu: Peder, baba, ata: 9
Hazrevat: Yeşillik. Gökyüzü, felek. Asuman: 2007=9
Câh: Kuyu: 9

Seccade: Namaz kılmakta kullanılan küçük halı, kilim cinsinden sergi: 73
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322=1072=73
Hidas: Nihayet, son, netice, bitim: 73
Hamke: Bit: 73

Bîr: Seccade, halı, kilim, yatak, döşek gibi eşyalar. Yıldırım: 212
Bîr. (Kürtçe): Hatırlamak: 212
İbhar: Deniz yolculuğu: 212
A’mak: Derinlikler: 212
Ehbar: Âlimler. Sürurlu anlar: 212
Bahadır: Kahraman. Cesur: 212
Kahkaha’: Öldürücü bir yılan: 212
Zehr: Zehir, ağu, semm: 212
Zırh: Cevşen. Muharebe elbisesi: 212

Haliçe: Seccade. Küçük halı. Kilim: 648
Lübahiye: Mükemmel hilkatli kadın: 648
Hürmet: Riâyet. İhtiram. Haysiyet. Şeref: 648
Mütehakkık: Tahakkuk eden, doğruluğu meydana çıkan: 648
Rahmet: Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek. Yağmur: 648
Ahzem: Erkek yılan: 648
Humret: Kırmzılık. Kızıllık. Masumane şefkat: 648
Lahiz: Sel suyu: 648
Mebşuş: Silinmiş: 648
Meskub: Delikli. Delinmiş: 648
Mezaret: Kalbin şiddeti: 648
Muvarat: Bir şeyi örtüp gizleme: 648
Terhil: Nakletme. Göç ettirme: 648
Terceme: Bir dilden başka dile çevirmek: 648

Merdüm: İnsan. Adam: 284
Ceffar: Cifir yapan kimse. (Cifr: Harflere verilen sayı kıymeti ile, geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih veya isme dair işaretler çıkarmak ilmidir.): 284
Faric: Keder ve tasadan kurtaran: 284

Tabs: İnsan: 71
Lâm: Ebced değeri 30 olan harf: 71
Hasib: Hesab eden. (Esma-i Hüsna’dandır: Hesab görücü): 71
Yevmiye: Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret. Günlük hâdiseleri
günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete: 71

Beriyye: İnsan. Halk. Mahlûk. Sahra. Çöl. Kır: 217
Ruya: Yerden biten bitki: 217
Tevrih: Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. Vakit bildirmek: 1216= 217
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas Sûreleri: 1217

Kes: İnsan. Kişi. (Ke’s: Çanak. Kadeh. Dolu kadeh… kes’: Tâbi olmak): 80
Cu’an: Aç olarak. Acıkmış olarak: 80
Heylele: “Lâ ilâhe illallah” demek: 80
Sehaya: Beyin zarları: 80
Zanûzede: Diz çökmüş: 80
Acz: İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Bir şeyin geri tarafı: 80
Acüz: Her nesnenin dibi, kökü ve sonu. Yay kabzası: 80
Mevlid: Doğma. Doğulan yer ve zaman: 80
F: Bir harf. “Sonra, hemen” mânâlarını ifâde etmek için fiillerin başına getirilen edat
harfi. Bazen mecaz olarak “vav” yerine de kullanılır. (Edat: Sebeb. Âlet. KENDİ BAŞINA
MÂNÂ İFÂDE ETMEYİP, kelime veya fiillerle birlikte mânâ ifâde eden, kelime veya harf.
İsim ve fiilden gayrı kelime): 80
Muhtelit: Karışmış, karışık: 1079= 80

İns: İnsan: 111
Elif: Birinci harfin adı. (Allah, insanın bâtınını kendi suretinden, zâhirini de unsurlar
âleminden yarattı): 111
Sahabî: 111
Masî. (Kürtçe): Balık: 111

Yasin: “Ya seyyid, ya insan” gibi muhtelif mânâlar rivayet edilir. Allah
Resûlü’nün isimlerindendir. Huruf-u mukattaadır: 70
Kün: “Ol” mânâsına emirdir: 70
Necibe: Soyu sopu temiz kimse. Asilzâde: 70
Kilk: Kalem: 70
Nüvid: Müjde, beşaret. Hayırlı haberlerle tebşir: 70

Tefrika: Bir gazete veya dergide parça parça çıkan yazı: 795
Hasisa: Bir şeye mahsus hâl: 795
Müncezib: Cezbedilen: 795
Teşfiye: İyileştirme, şifalandırma: 795
Müezzin: Ezan okuyan: 796= 1795
Mütearife: Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu aşikâr. İsbatı icab etmeyen
söz: 796= 1795
Mensur: Dağılmış. Saçılmış. Gece vakti güzel kokan bir çiçek. Nesir hâlindeki yazı:
796= 1795

HAKÎM’İN KULU
Levha: 24 Mayıs 2004… Mehmed Yavuz Uçum’la ben, sokakta yürüyoruz. Vakit
gece. Bazı şeyler konuşurken, söz dönüyor, “Abdülhakîm Arvasî Hazretleri” diyorum. Efendi
Hazretlerinin ismini söylediğim ânda, karşımızda bulunan bir dükkânın kepengi açılıyor ve
Üstad görünüyor. Onun görünmesi, Efendi Hazretlerinin ismini telaffuz ettikten sonra değil,
telaffuz ederken. Kucaklaşıp, tokalaşıyoruz. Ardından, Üstad şöyle sesleniyor: “Ben
Abdülhakîm Necip Fazıl!”… Üstad böyle söyleyince biraz evvelki tevafuku, Efendi
Hazretlerinin ismini söylerken göründüğünü anlatıyorum, çok seviniyor; o kadar seviniyor ki,
bize iki-üç kere sarılıyor ve yüzünü yüzüme değdiriyor. Hemen ardından Yavuz’un bileğini
ağzına götürüyor ve emmeye başlıyor. Kan alıyormuş. Ardından, Yavuz’u kastederek bana,
“bin kere yaptım, bu da anlamadı!” diyor. Bunu söylerken gözlerime bakıyor ve yaptığının
kasıtlı olduğunu imâ ediyor. (Fatih Turplu)

Abdülhakîm: 184
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+515= 1183= 184
Mukaddim: Takdim eden. Öne, ileri geçiren. Öne koyan. Cüretli çeri kimse. Gözün
pınarı. (Esma-i Hüsna’dandır: Öne alıcı): 184
Fasaha: Halis olmak. Ruşen olmak, parlamak: 184
Makdem: Dönüp gelme. Gelme: 184
Mukdim: İşine düşkün, gayret ve fedakârlıkla çalışan. Cüretli ve cesaretli olan: 184
Münsedil: Salıverilmiş. Gevşetilmiş, sarkıtılmış olan: 184
Mülakaha: Hâmile olmak: 184

Abdülhakîm Necib Fazıl: 184+65+911= 1160
Mensî: Unutulmuş, hatırdan çıkmış: 160
Kıss: Nasâra taifesinin ulusu, reisi ve danışmendi: 160
Ass: Gece gezip dolaşmak: 160
Mümessek: Misk kokulu: 160
Sünen: Sünnetler: 160
Kesf: (Güneş ve ay) ışığını kesme. Görünmez olma: 160
Kenif: Hıfzedici, koruyan. Örtücü. Kalkan. Ayakyolu: 160
Nefel: Ulü-l emr’den emir almadan düşmana karşı çıkan az sayıda cemaat.
Düşmandan alınan mal, ganimet: 160
Fesk: kan dökmek, adam öldürmek. Yola gitmek: 160
Mean: Hatib: 160

Abdülhakîm Necib Fazıl: 1160= 161
Mâni’: Men’eden. Geri bırakan. Esirgeyen. Engel. Özür. (Esma-i Hüsna’dandır:
Dilediğini engelleyen): 161
Umman: Büyük deniz. Okyanus: 161
Ninan: Balıklar: 161
Mütehallis: Kurtulan, halâs bulan. Mahlâs alan: 1160= 161
Salvele: Allah Resûlü’ne okunan salavât ve dua: 161
Naim: Taze, körpe: 161
Simyan. (Süryanice): Hak: 161
Senan: Parlak, ziyâdar, ışıklı: 161
Sinan: Mızrak, süngü: 161
Keselan: Tembellik. Yorgunluk. Ağırlık: 161
Fua: Güzel koku. Şiddetli koku. Her nesnenin evveli. Kertenkele: 161
Kemanen: Pusuya gizlenmiş askerler. Pusular: 161
Âsil: Kovandan bal alan kişi: 161
Mesas: Esas, asıl, kök: 161
Ma’na: Mânâ. İç. İçyüz. Lâfzın delâlet ettiği şey. Rüyâ, düş. Dilemek, irade: 161
Akademi: Eflâtun’un talebelerine ders verdiği mekân. Yüksek mekteb. Âlimler,
edebiyatçılar heyeti: 161
Alyan: Uzun, iri yarı kimse: 161
Afî: Silen, silinmiş. Affeden, bağışlayan. Affedilmiş, bağışlanmış. Yalvaran. Uzun
saçlı. Tencere altında arta kalan: 161
Bendeka: Hiddetli bakma, sert bakma: 161
Seffak: Kan döken, kan dökücü: 161
Sinyal: (Fransızca): Kararlaştırılmış bir haberi verme işareti, işaret: 161

Mekk: Emmek. Helâk etme: 60
Sin: (Da’va cetvelinde sayı değeri 180 ve Allah’ın Semi’ ismine denk gelen harf):
Ebced değeri: 60
Büyük Doğu: 1060
Kelacu: Kadeh: 60
Heyatile: Hind taifesinden bir kavim: 60
Hinna’: Kanat: 60
Zenc: Siyah, kara: 60
Hamza: 60
Damiye: Kanı akan yara: 60
Demevî: Kana dair. Asabî. Kan çokluğu sebebiyle hasıl olan mizaç: 60
Düluk: Batma, güneş batması: 60
Huzme: Demet, deste. Bir kucak şey. Bir ışık kaynağından çıkan şua: 60
Müzdeviç: Evlenen. Bir kelimeye kafiye olan: 60

Merd: Emmek. Silmek. Mesh etmek. Misvak ağacının yemişi: 244
Merd: Adam. Kişi. İNSAN. Erkek. Sözünün eri: 244
Mündefi’: İndifa etmiş. Def olunmuş: 244
Ciryal: Altunun kırmızılığı. Bir cins kırmızı boya. Temiz renk. Şarab: 244
Merc. (Kürtçe): Ortam. Şart: 244
Mürd: Ölmüş. Ölü: 244

DİVANE
Levha: 10 Nisan 1994… Bir yerde yorgan döşek yatıyorum. Odaya Kumandanım
giriyor; diş doktorundan geliyormuş. Kızlarımın kitablarımı karıştırması üzerine yerimden
kalkarak kitablarımı alıyorum. Efendi Hazretlerinin resmi yapıştırılı olan defterimi
Kumandanım’a gösteriyorum. Resme uzun uzun bakıyor ve “bende fotoğrafı var!” diyor.
Gelip yerime yatıyorum. Annem elinde yemek tepsisiyle odaya girince, Kumandanım onun
elinden tepsiyi alarak yanıma koyuyor. Ona dikkatlice bakınca, üzerinde yamalı ve bazı
yerleri sökük eski kahverengi bir hırka var. “Nedir bu hâl?” diyorum. Deli değil ama,
meczubmuş. Hırka da Peygamber Efendimiz’in hırkasıymış. Bana, “kalk kahvaltını yap,
kuvvetlenmen lâzım!” diyor. Kalkıp sofraya oturuyorum. Bir lokmalık çeşit çeşit yemekler
var. Sadece pirinç pilâvını ve fsulyeyi hatırlıyorum. Kumandanım, “ilâç alacağım!” diye çıkıp
gidiyor. (Şerife…)

Teke: Bir cilt defter. Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen: 425
Der-kâr: Malûm, aşikâre: 425
Tedviye: İlâç verme. Kuş kanadının fısıltısı: 425
Te’yid: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metanet verme. Doğrulama. Destekleme:
425

Meczub: Cezbedilmiş. Başkasının tesiri ile hareket hâlinde olan. Aklı gitmiş olan.
Aşk-ı İlâhi ile kendinden geçmiş. Deli. Divane. Mecnun: 751
Hınak: İdama giderken boyna geçirilen ip: 751
Taarüf: Birbirini tanımak: 751
Terafu’: Duruşmaya girme: 751
Âzin: İzin veren. Kefil. Kapıcı, perdeci: 751
Tefasir: Tefsirler: 751
Temaşî: Birbiriyle yürüyüşmek: 751

Dîvane: Deli. Aklı başında olmayan: 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76
Günbed: Kümbet, kubbe: 76
Peçeng: Küçük pencere. Baca, menfez, delik. (Üstadım’ın “Zındandan Mehmed’e
Mektub” şiirinden: Garib pencerecik, küçük, daracık; -Dünyaya kapalı, Allah’a açık): 76
Ayine: Ayna. Mir’at: 76

Mecnun: Deli. Çılgın. İnsanların çok hususta uymayan. Âşık: 149
Hasan: Namahremden korunur üzere olmak, korunmak: 149
Havleka: Lâ havle çekmek: 149
Muttali’: Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakıp görerek anlayan. Vakıf. Derk
eden: 149
Muttala’: Gelecek yer. Haberli olma mevzii: 149
Müdehmes: Gizli, saklı: 149
Tafs: Ölüm, mevt: 149
Mahık: Yok eden. Silen. Ortadan kaldıran: 149
Seft: Tabut. Kabir üstüne konulmuş taş. (Yevmiye: Ölümü hissetmekte erişilmez
düşünce Yunus Emre’dedir: “Başları üsütünde hece taşları – Ne söylerler, ne bir haber
verirler!”): 149
Matla’: Güneş ve yıldızların doğdukları yer. Yıldız ve güneşin zuhur etmesi. Kaside ve
gazelin ilk beyti: 149
Nassah: Terzi, hayat: 149
Nussah: Nasihat edenler: 149

Hezarmîh: Bin yerinden yamalı derviş hırkası. Çok süslü. Gök yüzlü: 863
İnzibat: Asayiş, düzen, rahatlık. Sağlamlaşmak: 863
Nazic: Pişmiş, yetişmiş, kıvamına ermiş, olgunlaşmış: 863
Perestar: Kul. Hizmetçi. Tapan: 863
Sürh-âb: Kırmızı su. Kan veya şarab: 863
Zabyan: Ağaç: 863

Taam: Yemek. Yenilen şey: 120
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân yolunun 7. büyüğü): 158+961= 1119= 120
Nesy: Unutma, nisyan. Unutulmuş: 120
Misk: Bir cins güzel koku: 120
Fely: Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kesmek. Kılıç ile vurmak: 120
Mu’ciz: İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren iş: 120
İflâh: Mübarek ve muvaffakiyetli olmak. Selâmete öıkmak. Felâha kavuşmak. Nimette
daim ve kararlı olmak: 120
Mükenna: Künyeli, künyelenmiş: 120
Kesîl: Tembel kimse. (Küst, sahil): 120
Kemin: Pusuya saklanmış adam. Pusu. Belirsiz. Gizli yer: 120
Semek: Balık: 120
Yümkin: Olabilir, mümkün: 120
Med’uv: Davet edilen. Davetli: 120
Ma’y: Su arkı. Su mecrâsı: 120
Lüka’: Ufak çocuk. At: 120
Kesm: Çok miktar atlar: 120
Sıll: Bir nevi yılan. Bir nevi ot: 120
Müz’ic: Usandıran, rahatsız eden: 120
Neml: Karınca. (Üstadım’dan: Ruhum kelle şekeri, vehimlerse karınca, -Kömürden
kara rengim, onlar beni sarınca!): 120
Dümu’: Gözyaşları. (Du’ma: Ulu yol): 120

TESBİH
Levha: (…) Şubat 2001… Camdan bakıyorum; bir ışık görüyorum, ne olduğunu
anlamadım. Önce yuvarlak oldu, büyüyüp küçüldü, daha sonra Kumandan’ın boy resmini
içine aldı. Sadeddin (Ustaosmanoğlu) ağabeyim de ayakta, karşısında. Aralarında bir tesbih
alışverişi oluyor. Bir el feneri var, onu da alıp veriyorlar. Fener de bir ışıktan ayrı olarak ışık
veriyor. Ara sıra Kumandanımız, Sadeddin ağabeyin boynuna sarılarak ona bir şeyler
anlatıyor. Işığın içinden hızlı hızlı âyetler geçiyor. (Zuhurat- Fatma Yıldırım)

Münadea: Kucaklaşmak: 170
Müslim: İslâm olan, selâmette olan: 170
Fass: Gözbebeği: 170
Kalem: Kamış. Yazı yazmada kullanılan her türlü âlet: 170
Kamel: Bitli kişi: 170
Ays: Koruluk: 170
Kaml(e): Bit: 170
Muayyin: Tâyin eden, belirten, belirtici: 170
Musalli: Namaz kılan: 170

Tesbih: Tesbih çekme âleti. Sübhanallah demek: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480
Taat: İbadet etmek. İtaat etmek: 480
Milliyet: 480

Tesbih: Hafifletmek. Derin uyumak: 1072
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332= 1072
Haste: İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş: 1072
Abb: Işık, nur, ziya. Güzelleşme: 72
Yabende: Bulan, bulucu. Keşfeden, kâşif: 72

Tesbih: Daim olmak, süreklilik. Bir kimseyi hayatında sena etmek: 917
Sübûtî: Müsbet, isbatlı olan. Varlığı katiyen isbat edilene âit: 918= 1917

Fener: 330
Seyyid Nur: (Hacegân yolunun 27. büyüğü): 330
Nireng: Büyü, efsun. Düzen, hile, aldatmaca. Resim, taslak: 330
Musırr: Direnen. Ayak direyen. Vaz geçmeyen. Sözünden dönmeyen: 330
Müradefe: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânâda olması. Arkadaşlık, beraber
yolculuk: 330
Ser’: Üzüm çubuğu. Yaş ve taze çubuk. Yumuşak bedenli yiğit: 330
Aras: Yorgunluk, bitkinlik. Hayranlık: 330
Mısr: İki şeyin arasındaki perde, hâil. Memleket, Şehir: 330

DUA
Levha: 18 Haziran 2001… Eşim (Mehmed Fırat) ile birlikte Kumandanımız’ı ziyarete
gidiyoruz. Eşimin yanında gençten birisi Kumandanımız imiş. Görüşürken bana, “iyi dua
ediyorsun, dua böyle edilir!” diyor. Bir mânâ veremiyorum. Elbet dua ediyorum ama, hangi
rüyâya dair, hangi hâle dair böyle söylediğini anlamıyorum. Benim sessiz kalmam üzerine,
“sessiz kalmak da iyidir!” mânâsına bir söz söylüyor. Sesini daha iyi duymak için yanına diz
çöküyoruz, o taburede oturuyor. Ses yankılanıyor, bu yüzden tente gibi üzerimize bir
battaniye alıyoruz; battaniyenin rengi, kahverengi, yeşilimsi. Görevli kadın, “ne
yapıyorsunuz?” diye bağırıp üzerimizden alıyor. Kumandanımız dışarıda bir dükkân kapısı
önünde ayakta duruyor, bu vaziyette ziyaretimizi yapıyoruz. Emel Zor ve Nuray Zor,
hediyelik eşya bakıyorlar. Kumandanımız, “iş yapanlar görünsün diye biraz daha sıkıntı
çekilecek!” diyor. (İpek Fırat)

Duâ: Allah’a karşı rağbet, niyaz, yalvarış, tazarru. Salât, namaz. Allah’tan hayır
ve rahmet dilemek. Salâvat getirmek. Birisini çağırmak. Birisini bir şeye sevketmek. Bir
kimseyi bir isimle isimlendirme. Söz, kelâm. Okumak: 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76

Daî: Dua eden, duacı. Sebeb. Davet eden. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. Çağıran.
Müezzin: 85
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085
Uzub: Kayıp ve görünmez olmak: 85
Kese: Kısa yol, kestirme yol. Malî iktidar, servet: 85

Salat: Namazlar. Bütün dualar. Nasara kilisesi: 520
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332= 520
Mekinet: Onur, vakar, ciddiyet: 520
Sult: Büyük bıçak: 520

ŞAFAK
Levha: 4 Aralık 1998… Üstad’ı görüyorum, “Şafak” mevzuunda konuşuyor. Yanında
“Şafak” isimli bir bebek var ve “Şafak29!” diye bağırıyor. (Abdurrahman İğdi)

Üstad: İlim ve sanatta üstün olan. Usta, sanatkâr. Muallim, profesör: 466
Men’uş: Tabuta koyulmuş. Hayırla yadedilen ölü. Yukarı kaldırılmış. Fakir olduktan
sonra sevindirilmiş: 466
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466
Nevtî: Gemici: 466
Nüveyt: Çekirdekçik: 466
Tenvat: Atın yanına asılan şeyler: 466
Maket: 466

Şafak: Tan zamanı. Gündüz. Merhamet. Harf: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480
Da’vat: Dualar, niyazlar, çağırışlar: 481= 1480
Milliyet: 480
İ’tiza: Bir kavim veya kimseye bağlı olma: 480
Tahsib:Ölüyü taş altına gömmek: 480

Vecih(e): Münasib. Bir kavmin büyüğü, reisi. Hürmetli insan. Güzel, hoş, lâtif.
Sultan huzuruna girenler. Makam ve şeref sahibi: 29
Zaviye: Küçük tekke. Köşe. İki çizginin birleşmesiyle hasıl olan köşe, şekil. Açı: 29
Vatîd: Sağlam ve sabit olan: 29
Tahtit: Çizme. Çizgi ile belli etme. Çizgi: 1028= 29
Zekâ: Saflık, duruluk. Hâl düzgünlüğü: 29
Züka’: Nakit: 29
Avize: 29
Bezek: Ziynet, süs, debdebe, gösteriş: 29
Hatîb: Odunu çok olan kimse. (Hatib: Hitabeden: 612… Derviş Muhammed: 612): 29
Vâkib: Ayakta duran kişi: 29

Şafak 29: 480+29= 509
Haşir: Haşreden, cem eden. Allah Sevgilisi’nin bir ismi: 509
Mahmud Encir (Fagnevî): (Hacegân yolunun 12. büyüğü): 1508= 509
Bist ü yek. (Kürtçe): Yirmibir. (Hacegân yolunun 21. büyüğü: Derviş Muhammed):
509
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510= 1509
Mitoloji: Efsane: 509
07.08.208- SAYI: 83
KÖPEK
Levha: 5 Temmuz 2005… 4-5 tane cins köpeği olan bir kadın… Köpeğinin
kokmasından dolayı etraftan şikâyetler sözkonusu… O ânda Peygamber Efendimiz, yanında
Hazret-i Ebubekir ile birlikte teşrif buyuruyorlar. Ben onları süzerken, onlar bir masaya
karşılıklı oturarak birşeyler konuşuyorlar. Efendimiz, köpeklerin kokusundan rahatsız olunca,
onları hemen uzaklaştırmamız sözkonusu oluyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Mehmed Ali
Bayram)

Kelb: Köpek. Meşhur bir yıldız. İki adım arasına koyarak dikilen kayış.
Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel. Şiddet. Hırs. (Üstadım’ın
“Sonsuzluk Kervanı” isimli şiirinden: Sonsuzluk Kervanı, “peşinizde ben, -Üç ayakla
seken topal köpeğim!” –Bastığınız yeri taş taş öpeyim. –Bir kırıntı yeter, kereminizden!
–Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben…): 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052
Ene: Ben: 52
Ben: Harman, ekin. Çitlenbik. Üzüm bağı: 52
Nazır: Taze. Tazeleşen: 1051= 52
Medh: Övmek: 52
Jile: Yelek: 52

Basir: İt, köpek. Basiret sahibi ve anlayışlı olan. Hakikatleri anlayan. En iyi ve en
anlayışlı. Kalb gözü ile gören: 302
Mirzabeyoğlu: 1302
Kaptan Kusto Müslüman (Noktalı): 152+100+50= 302
Derviş Muhammed. (Noktasız): 210+92= 302
Sabir: Kefil. Yağmursuz beyaz bulut: 302
Kura’: İbadet eden: 302
Şebb: Ateş yakmak. Meşhur taş. Cenk koparmak, kavga etmek: 302
Esir: Birbirine yakın olmak: 302
Murane: Karıncavâri, karınca gibi: 302

Asin: Pis kokulu: 111
Masî. (Kürtçe): Balık: 111

Zefer: Kötü koku: 980
Zalim: Kaymağı alınmadan içilen süt. Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak: 980

Köpek: 48
Emced: Pek büyük, en büyük, şerefi şânı çok olan: 48
Macid: Şerif. Çok âli. Yüce. Kerim. Hoş: 48
Hayl: Kuvvet. Havl: 48
Meded: İnayet, yardım, imdad: 48
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48
Kevkeb: Yıldız. Parıldamak: 48
Mişvaz: Sarık: 48

Zagar: Av köpeği: 1208= 209
Baver: Sağlam. Pek doğru. Tasdik, inanma. Razı olma: 209
Agvar: Mağaralar: 1208= 209

YELEK
Levha: 18 Mart 2004… Benim kitabım veya yazımı velî bir zât okumuş veya hülâsa
olarak biliyor; ondaki müsbet intibâdan, içim çok hoş oluyor. Bu çerçevede uzun uzun
uğraşıyorum. O zât, dedem Abdülkadir Güleray’a benziyor, o imiş gibi ama, değil. Bununla
ilgi içinde, sanki Bursa’dan, Kütahya üzerinden, Eskişehir’e gidecek. Üzerinde, ayak
bileklerine kadar uzun beyaz bir entari; üzerine siyah bir yeleği giymesi için tutuyorum, o
beyaz yeleğini istiyor, onu tutuyorum, giyiyor.

Yelek: Kolsuz, yaka kısmı açık ve bele kadar üst giyeceği: 60
Mucîz: İcazet veren, izin veren: 60
Mü’yed: Büyük emir: 60
Dahim: Taç: 60
Müeyyed: Teyid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış.
Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş: 60
Hamza: 60
Mahcuc: Kasdolunmuş olan. Delil ve bürhanla isbat edilmiş olan. Çok gidip gelinen.
Mekke’nin bir ismi. Kendi yerine Hacca gidilmiş olan: 60
Mubîh: İzin veren, müsaade eden: 60
Müeyyid: Teyid eden. Doğrulayan. Kuvvet veren. Sağlamlaştıran. Yardım eden: 60
Ney: Kâmil insan: 60
Hinna’: Kanat: 60

Yelek(a): Her nesnenin beyazı: 140
Mehd(i) Muhammed: 141= 1140
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimâli olmayan söz veya delil: 140
Amel: İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme. Kâr, iş işlemek. Dinî bir
emri yerine getirme, tatbik etme, itaat, ibadet: 140
Atıs: Şafak: 140
Kîl: Söz, kelâm, söylenilen: 140
Seff: Dokumak. Ahzetmek, almak. Yapmak. Toz hâline getirilmiş ilâç: 140
Elyak: Daha münasib. Daha lâyık: 141= 1140
Mukriz: Ödünç veren: 1140
Teşemmüt: Hayırla ve bereketle duâ etmek: 1140
Zimmet: Himaye temin eden ittifak. Borç. Alâkalı. Uhde. Vicdan. Mesuliyet. Üst.
Üstte olan şey. Koruma zorunda kalma: 1140
Âlim: Bilen. Bilgili. Hoca: 141= 1140
Cafun: Karpuz: 140

Sevb: Elbise. Kaftan. Bez: 508
Evkat: Vakitler: 508
Şaribe: Su kenarında olan taife: 508
Haşr: Toplanmak, bir arada birikmek. Toplama, cem’etme. Kıyamette mahşer yerinde
toplanmak üzere insanların dirilmesi. Kıyamet: 508
Hass: Tergib. Teşvik. Bir kimseyi bir şey için ikna etmek: 508
Şebrev: Gece giden. Gece yolculuğu eden. Karanlıkta yürüyen: 508
Şerh: Açma, genişletme. Açıklama. Bir şeyi dilim dilim kesme. Bollaştırma.
Açıklanmış yazı, risâle: 508
Teslih: Silâhlandırma: 508
Ustam: Güvenilir, emin, itimad edilir. Altun veya gümüşten yapılan at eyeri. (Rikab:
Üzengi. Bir kimsenin huzuru, önü, makamı): 508
Bevs: Bahsetmek: 508
İgase: İmdada yetişmek, yardım etmek: 1507= 508
Müsavat: Denklik, beraberlik. Eşitlik: 508
Mütehakkim: Tahakküm eden: 508
Tehannün: Çok arzu ve istek görmek. Göreceği gelmek. Özlemek: 508
Tasvib: Münasib görmek: 508

İZDİVAC
Levha: 15 Kasım 2001… Ziyarete gidiyoruz: Cezaevi hem bir hastahâne, hem bir
okula benziyor. İçeriye ziyarete giriyorum. Kumandan, yanında bir hanımla birlikte bir
masanın başında duruyor; evleniyormuş. Sanki herkes onları tebrik ediyor. Ben de
Kumandan’ın yanındayım. O sırada içeriye 2 asker veya gardiyan giriyor. “Arama var!”
diyor. Ben Kumandan’a getirdiğim haber kâğıdını yere atıyorum. Adamlardan birisini
karnıbahar sebzesine benzetiyorum. Elini, kolunu, orasını burasını kopartıyorum. Diğer
adamsa kel kafalı. Onun da kafasına şiddetli bir şekilde vuruyorum. Adam görünüşte
etkilenmemiş gibi duruyor ama, dengesi bozulmuş. (Esma Turan.)

Zair: Ziyaret eden, ziyaretçi. Hatır sormaya, görmeye giden. Seyirci: 209
Muksit: Adaletle iş gören. Haklı hareket eden. (Esma-i Hüsna’dandır: Adalet
gösterici): 209
Her-ca: Her yer. (Bir Yunan filozofu, “adaleti seven için dünyanın her yerinde adalet
vardır” der. Dünyanın, takva sahibi olabilmenin şartlarında yaratıldığını düşünürsek, bununla
birlikte Yunan filozofonun sözünün son tecridde hakikatinin hakikati olarak Allah’ın
“Muksit” isminin mânâsında bulunduğunu anlarız.): 209
Cihar: Sesle, sadâ ile ve alenen söyleme ve okuma: 209
Cüdera: Lâyık olanlar, liyâkat sahibi olanlar: 209
Darre: Bir miktar süt: 209
Gazar: Bir cins güverin. Çok fazla: 1208= 209
Barı: Etrafı surlarla çevrili yer: 209
Semhak: Yağmursuz bulut: 209
İrva: Birine hadîs veya şiir rivayet ettirmek. Bolca sulamak. Suya kandırmak: 209
Rah: Hamr, şarab. El ayası. Gitmek: 209

Cezaevi: 29
Vâkib: Ayak üstünde duran kişi: 29
Muhafız: Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklıyan. Koruyan. Koruyan. Bekçi: 1029
Habk: İyi dokumak. Bükmek. Sağlam yapmak: 30= 1029
Hatîb: Odunu çok olan. (Hatib: Hitabeden: 612… Derviş Muhammed: 612): 29
Bezek: Zinet, süs, debdebe, gösteriş: 29

İzdivac: Evlenmek. Nikâh. Çift olmak: 22
Rahman Sûresi, 20. âyet: (19. ve 20. âyetin meâlleri: O Allah’tır ki, iki denizi
salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel ve
birbirlerine karışmayı önleyici bir perde koymuştur.): 2020= 22
Badiye: Kır. Ova. Sahra. Çöl: 22
Bedevî: Çölde yaşayan. Göçebe: 22
Habib: Sevilen. Sevgili. Seven. Dost: 22
Dücye: Bal arısının kovanı. Avcılar kümesi. Zulmet, karanlık: 22
Meazir: Perdeler. Hicabler: 1021= 22
Çide: Devşirilmiş, toplanmış: 22
Hubeyb: Küçük tane, tane, tanecik. (Kuantum fiziğinde –atom altı parçacıklar fiziği-
tesbit edilen, elektronların hem parça ve hem de dalga özelliği göstermesi, parça ve dalga
olarak her iki tarafı tanıyan ve nereden bakılırsa ona âit görünen BERZAH-PERDE
meselesini, ebced hesabı tevafuku (22) içinde düşünmeli.): 22
Büyud: Yok olma, hiç olma, in’idam-idama gitme. (Âyet meâli: “Her şey Allah’ın
vechine karşı helâk halinde”… Âlemin aslının hayâl oluşu… Hakk’ın görünen, halkın ise
akılda-hayâl oluşu; veli gözünde böyle, avam gözünde ise tersi. Yukarıdaki notla birlikte
gözönünde tutulmalı. Bâki olan ruh): 22
Vahi: Mânâsız, saçma. Ehemmiyetsiz: 22
Itya: Avdet etmek, dönmek: 22

Nexweşxane – Nehweşhâne. (Kürtçe): Hastahâne: 422= 1421
İctihah: Hamile olmak: 421
Tecdîd: Yenileme. Yenilenme. Tazeleme: 421
Kaside-i Bürde: Peygamber önünde, meşhur Arab şâiri Ka’b bin Züheyr’in okuduğu
kasidenin adı olup, bu kasideyi O beğenmiş ve iltifat olarak kendi hırkasını ona
giydirdiğinden bu isimle meşhur olmuştur: 421
İhtibab: Odun toplamak, odun kesmek. (Söz toplayan… Allah Sevgilisinin
vasıflarından biri: Kelâm ve mânâ toplayıcılığı… Topluluğu O’nda.): 421
Hüviyyet: Asıl. Mâhiyet. Birisinin kimliği, kökü, esası ve ne olduğu. Allah’ın varlık
sıfatı: 421
Hücciyet: Salih olma, delil sayılabilme: 421
Müstezkir: Hatırlayan: 1420= 421
Sunafir: Her nesnenin hâlisi. Her şeyin iyisi ve doğrusu: 421
Ta’zim: Hürmet: 1420= 421
Şani’: Buğzunda devam ve ısrar eden: 421
Tedavî: İlâç verme. Hastalığı tedavî tarzı: 421
Tevcîb: Lüzumlu yapma. Bir iş için vakit belirleme: 421
Bücbûha(t): Bir yerin orta kısmı. Orta yer: 421
Kirar: Tekrar, tekerrür: 421
Meşmule: Şarab: 421
Tatayyub: Güzel koku sürünme: 421
Tavtie: Anlatılacak maksadı destekleyecek şekilde önceden bazı sözler söylemek: 421
Teheyyü: Hazırlanma, nizâmlandırma: 421
Tepide: Rahatsız, sıkıntıda: 421
Zevzat: Doğurmak: 421
Guşadnâme: Padişah fermanı: 421
Dûpişk. (Kürtçe): Akreb: 422= 1421

İstikfa: Bir kimsenin başına veya ensesine vurma: 643
İrtima’: Birbirine atışma: 643
İstizraf: Zarif görünme, incelik gösterme. Zerafet gösterme: 1642= 643
Dahil: Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir. Birisinin içyüzü, niyeti. İçerde. Birinin
bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dostu. Bir dilden diğerine geçen kelime: 644= 1643
Ebu halid: Köpel, kelb. Canavar: 644= 1643

Feşh: Başına el ile vurmak: 980
İstikbâl İslâmındır: 980
Müteşemmir: İşe hazırlanan. İşe hazırlanmış olan: 980

Tark: Vurmak. Dövmek. Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak. Bulanık su. (Renk)
Vücuttaki gevşeklik: 309
Cuş: Kaynamak, coşmak. Taşmak, deprenmek: 309

Sal’: Baş tepesinin saçsız oluşu, kellik: 190
Nefs: Göz. Ruh, can: 190
Kıtaf: Bağdan üzüm kesecek ve ağaçtan meyve devşirecek zaman: 190
Mukîm: İkamet eden. Ayakta duran. Okuyan. Bir memlekette devamlı oturan: 190
Zafir: Zafer bulan: 1190
Kafy: Kafasına vurmak. Uymak. (Kafiye: Tâbi olan şey. Manzum yazılan satırların ses
bakımından aynı olması): 190

TELEGRAM
Levha: 6 Temmuz 2008… Futbol sahasında maç yapılıyor ve Erman Toroğlu da
maçta. Arkası dönük ve yere eğilmiş. Giydiği forma diğerlerinden farklı, ya siyah veya koyu
lâcivert. Hakem, Erman Toroğlu’na, “kafanı yukarı kaldır, telegram yapacağız,
yapamıyoruz!” diyor. Erman Toroğlu da arkaya dönüyor ve hakemin üzerine yürüyor.
(Kandıra F-Tipi- Selim Aydın)

Hakem:Haklı ile haksızı ayırmada aracılık eden. (Esma-i Hüsna’dandır:
Hükmedici): 68
Sipah: Asker, leşker, nefer. Ordu: 68
Itnabe: Gölgelik: 68
Sevva: Seviyelendiren, düzelten. Doğruya götüren: 68
Niyaz: Dua. Yalvarma, yakarma. Rağbet ve istek. Hâcet ve ihtiyaç: 68
Sacid: Secde eden: 68
Debsa’: Çok fazla kırmızı olduğundan, siyah gibi görünen şey: 68
Hikem: Hikmetler: 68
Hükm: Karar. Emir. Kuvvet. Hâkimlik. Amirlik. İrâde. Kumanda. Nüfûz. Kadılık
etmek. Tesir. Cari olmak. Makam. Bir meselenin tetkikinden sonra verilen karar: 68
Hecs: Gönüle düşen hatıralar: 68
Nevaî: Ahenkle, makamla ilgili: 68
Nevzad: Yeni doğmuş: 68
Saz: Kamış. Bir çalgı âleti. Takım, silâh. Ustalık. At takımı. Düzen, tertib, sıra.
Öğrenme. Kuvvet, kudret. Menfaat. Benzer, misil, eş. Hile: 68
Sebu: Testi: 68
Sehba: Üç ayaklı küçük masa. Üç ayaklı idâm âleti: 68

Hakem: (Esma-i Hüsna’dan, El-Hakem: Hükmedici): 68
Muhyi: (Esma-i Hüsna’dan, El-Muhyî: Hayat verici): 68
Hiss: Duymak. Farkına varmak. Duygu: 68
Ehsa: Şaşmış, hayrette kalmış: 68

Telegram: (Kısaca belirtmek gerekirse, atom-altı parçacıkların tamamı kuantum
olarak nitelendirilebilir. Günümüzde bu gruba giren pek çok parçacık bulunmuş ve
bulunmaya da devam edilmektedir. İçlerinde en fazla bilinenleri ELEKTRONLARDIR.
Kuantum adı verilen parçacıklar, artık hepimizin bildiği gibi kâinatın her köşesinde
bulunmakta, hareketsiz ve sabit olarak gördüğümüz bütün maddelerin varlığı, atomlara ve
dolayısıyla bu parçacıklara dayanmaktadır. “Kuantum parçacıklarını nerelerde kullanırız?”
sorusunun cevabı çok geniş bir skalayı kapsamaktadır. Bugün her evde kullanılan
TELEVİZYONLAR, BİLGİSAYAR EKRANLARI, bilgisayar kasa tâbir edilen bölümünün
içindeki parçaların hemen hemen tamamı, TELEFONLAR, radyolar, teybler, kısacası,
elektronik malzeme ihtiva eden bütün cihazlar hep KUANTUMLARIN belli dış etkilere karşı
gösterdiği tepkilerden yararlanılarak oluşturulmuştur. (…) TELEVİZYONLARIN
ELEKTROMANYETİK DALGAYI ALGILAYIP BUNU GÖRÜNTÜYE VE SESE
ÇEVİRMESİ HÂDİSESİ, AYNEN BEYİNDE DE MEVCUTTUR. BEYİN DE
DIŞARIDAKİ FREKANS OKYANUSUNDAN SADECE VERİ TABANINA UYGUN
FREKANSLARI ALGILAR. ALGILADIĞI FREKANSLARI GEREKLİ DÖNÜŞÜMLERİ
YAPARAK SES, GÖRÜNTÜ, KOKU, TAT VE DOKUNMA İLE ALGILADIĞIMIZ
OLUŞUMLARA ÇEVİRİR. (Havari Kesar’ın KUANTUM isimli eserinden – Dr. Isus
Theodors’un Değerlendirmeleri.) Televizyon vericisi diye seçilen şahsın beynine ayarlı
TELEGRAM cihazını, beynimizi de bütün algılarımızı ve düşüncelerimizi radar cihazına
muhatab bir verici gibi düşünürsek, kestirmeden bir misâlle cep telefonlarıyla karşılıklı
haberleşme gibi durum: Bir yanda cihaz, öbür yanda onun bütün duyu organlarınca
algılanabilir ve eziyet edilebilir tesirlerini yaşayan insan. Frekansı elle tutamayacağına göre,
isbatı kabil olmayan bir iş; bundan dolayı da kolayından “psikolojik bunalım” numarasına
havale edilebilir… “Sinyal Muhabbetleri”nde duyurmak istediğim buydu.): 1676
İrtiad: Izdırablı. Sıkıntılı. Deprenme. Titreme: 676
İstitare: Gönderme veya gönderilme: 676
Şerafeddin: Dinin şerefi. (Telegram’a muhatab olmak ve cihazlarıyla beraber onları
n’ittiğimle birlikte düşünmeli 10 senedir sürüyor.): 676
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 62+293+322= 1676
Tesvir: Büyük derecelere çıkma, büyük işlere yükselme. Koluna bilezik takma: 676
Mehul: BEN, benekli: 676
İdliham: Galib olmak. İhâta edip kaplamak: 676

AMELİYAT
Levha: 3 Temmuz 2008… Ali Rıza Yaman apandisit ameliyatı olmuş, hastahânede
yatıyor. Başında refakatçi olarak Kumandan var. Beraberce yemek yiyorlar. Daha sonra ben
yanlarına gidiyorum ve koltuk gibi bir şeye oturuyorum. O sırada Kumandan gelip koltuğun
kenarına oturuyor ve başımı eliyle tutup göğsüne yaslıyor. Çok heybetli bir hâli var ve elleri
dikkat çekecek kadar büyük. Ben bu esnada titremeye başlıyorum. O sırada Ali Rıza yattığı
yerden, “Kumandanım, çıkıyor, çıkıyor!” diye bağırıyor, ama ne çıktığını görmedim.
Kumandan elleriyle başımı okşuyordu. (Okan Kadir Bektaşoğlu)

Taam: Yemek. Yenilen şey: 120
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân yolunun 7. büyüğü): 158+961= 1119= 120
Semek: Balık. (Masî: Pervasız, korkusuz… Masî, Kürtçe’de, “balık” demek.): 120

Maan: Birlikte, beraber: 111
Istıhab: Saklama, gizleme. Dostluk kurma. Konuşma, sohbet etme: 111
Mekân: (Kevn’den) Yer. Durulan yer. Ev, hâne, mesken. Mahal: 120
Sigal: Düşünce, fikir. Kuruntu, endişe: 111
Fakih(e): Yaş meyve, yemiş. Şenlendiren, sevindiren. (Fakih: Fıkıh ilmini bilen. İslâm
hukukçusu. Zeki, anlayışlı kimse): 111

Sadr: Göğüs, kalb, ön. Her şeyin evveli ve başlangıcının en iyisi. Baş, reis, başkan.
Meclisin önü ve en şerefli yeri. Rücu. Oturulacak yerlerin en iyisi: 294
Isbar: Sabrettirmek: 294
Ebsar: Gözler. Dikkat sahibleri. Görücüler: 294
Rasad: Gözetlemek, beklemek, pusuda olmak: 294
Efruz: Şule. Aydınlatıcı. Parıltı: 294

Haza’: Ameliyat, kesme, yarma: 677
Haz’: Muhalefet etmek. Taksim etmek, bölmek, paylaştırmak: 677
Adud: Zalim. Izdırab veren. Hunhar. Bir lokma. Isırıcı köpek veya at. Yavuz kişi. Dar
ve derin olan kuyu: 1676= 677
Taazzür: Tâzim etmek. Hürmet etmek: 677

Telegram: 1676= 677
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 62+293+322= 677

HARİTA
Levha: 26 Haziran 2008… Çamurlu bir toprak üzerinde harita çizili. Kumandanımız
gelip bakacakmış. O gelinceye kadar muhafaza etmek amacıyla başında nöbet tutuyoruz.
Haritanın üzerindeki dağ resimleri dikkatimi çekiyor. Filmlerdeki define haritalarına benziyor.
(Kandıra Cezaevi – İlhan Doğan)

Rahnâme: Harita. Yol ve yön gösteren kâğıt: 302
Mirzabeyoğlu: 302
Basarî: Görüşle ilgili olan, görmeye âit: 302
Gışa: Örtü, perde. Zar. Deri. Kabuk. Üst tabaka. Zarf. Mahfaza: 1302
Şae: Diledi, istedi, murad eyledi: 302
Rakb: Muntazır olmak, beklemek: 302

Harita: Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek
muvafık bir yere çizilen taslağı. Dağarcık, kulblu kese: 824
Udhiye: Allah rızası içilen kesilen koyun: 824
Hubru(y): Yüzü güzel olan. Güzel yüz: 824

Sudd: Dağ: 94
Mutahhem: Hilkati yerli yerine tamam olup noksanı olmayan. Yuvarlak: 94
Hidfe: İnsan cemaati: 94
İlbas: Giydirme veya giydirilme. Örtme veya örtülme: 94
İdî: Bayramla alâkalı: 94

Nevbet: Nöbet, sıra. Sıra ile görülen iş: 458
Hamiyet: Gayret: 458
Müteheccî: Heceleyen: 458
Necadet: Kahramanlık, efelik, yiğitlik: 458
Teneddüd: Halk içinde meşhur olmak: 458

Define: Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse. Para veya altun gibi
şeylerin saklandığı yer: 149
Nassah: Hayyat, terzi: 149
Havleka: Lâ havle çekmek: 149
Seffah: Cömert, eli açık, civanmerd. Güzel, konuşan, hatib. Kan dökücü, gaddar: 149
İstıham: Ayak üstüne dikili durmak: 149
Ma’dele(t): Adalet eylemek. Adalet yeri: 149
Muhak: Her arabî ayın son üç gecesi: 149

Kenz: Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altun gibi
şeyler. Fâtiha Sûresi’nin bir ismi: 77
Zeken: İlim, feraset: 77
Ebda’: En bediî. Daha çok dikkati çeken: 77
Azze: “Aziz ve şânı büyük olsun, büyük ve aziz oldu” meâlinde: 77
Nagâh: Birdenbire, ansızın, hemen: 77
İzz: Kıymet. Değer. Güçlü oluş. Kavî. Şerif. Azim: 77
İspid: Ak, beyaz: 77
Düello: 77
Azz: Galib olmak. Çok yağmur yağmak: 77
Navek: Ok: 77
Enük: Kurşun: 77

Genc: Kenz. Define, hazine. Gömülü hazine. (Ehl-i kalbin Zebur’da geçtiğini
kabul ettikleri söz: Allah, “ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim, âlemi onun için
yarattım” buyuruyor.): 73
Celil: Celâlet ve celâdet sahibi. Azim, mertebesi yüksek. (Esma-i Hüsna’dandır): 73
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072= 73
Künc: Köşe, bucak, bodrum: 73
İrda’: Meme vermek, süt emzirmek: 1072= 73

Gencine: Kenz. Define, hazine. Gömülü hazine: 128
Hüseyn: Küçük güzel: 128
Halîf: Yemin ederek sözleşenlerin her biri: 128
Senih: Mübarek fiil, iyi ve güzel hareket: 128

Atvad: Dağlar: 21
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020= 1021
Rekz: Hicret. Gaza. Kaçmak. Seğirtmek, koşmak: 1020= 21
Tedvih: Şehirler gezmek: 1020= 21
Beyah: Küçük balık: 21
Tîb: Güzel koku: 21
Uzma: Büyük. İri. En büyük. Çok büyük: 1020= 21
Yadbüd: Hafıza kuvveti: 21
Ahya: Diri olanlar. Canlılar: 21
İhya: Diriltmek. Şnlendirmek. Uyandırmak: 21
Cedid: Yeni, kullanılmamış: 21
Batha: Mekke’nin eski ismi. Kamışlık ve sazlık yer. Çakıllı, taşlı büyük dere: 21
Gavta: Suyun içindeki derinlik: 1020= 21
Gavta: Ağaçlık, sulak yer. Toprakta çukurluk: 1020= 21
Gayıt: Çukur yer. Kenef: 1020= 21

TELEBBÜS
Levha: 21 Haziran 2001… Kartal Cezaevi’ndeyiz. Sıkı bir yönetim var, görüşler
kısıtlı. Kumandanımız bir sandalye üzerinde oturuyor, gözleri dolu dolu ve kısa sakallı.
Üzerinde çok eski tişört var; zavallı bir hâlde. Babam (Sadedin Hoca) çok sıkıntılı, o yana bu
yana koşuşturuyor. Daha sonra Ali Osman Zor ağabey geliyor; Kumandanımız’ın gözleri
birden sevinçle ışıldıyor ve gelenin beklenen Kumandan olduğunu zannediyor. Fakat sonra
boynunu büküyor. Aynı yerde otururken ikinci bir Kumandan geliyor, üzerinde beyaz bir
elbise var, saçları uzun ve başında beyaz bir başörtü. İkinci gelen Kumandan’ın “Mehdî”lik
hâli olduğunu ve birinci Kumandanımız’ın üzerine giydirileceğini düşünüyorum. Babamla
konuşuyoruz. (Hacer Ustaosmanoğlu)

Hezîl: Bitkin. Zayıf, arık: 52
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052
Medh: Övmek: 52
Peym: Haber: 52
Cimah: Binicisi zaptedemediğinden, atın serkeş olup binicisini istememesi: 52
Iztımar: Saç ve sakala kır düşme. Alevlenme, yanma: 1051= 52
Keleb: İt sürüsü. İncitip eza etmek: 52
Vahim(e): Vehmeden, kuran, kuruntulu: 52

İhriz: Bitkin, dermansız. Kımıldamaya ve bir şey yapmaya hâli ve mecâli
olmayan. (İhraz: Nail olmak. Erişmek. Kazanmak. Kesbetmek. Birisini güzel bir surette
korumak): 1019
Vâhid: Bir, tek, cins. Eşi, benzeri, cüz’ü, parçası olmayan Allah. Ferid. (Esma-i
Hüsna’dandır): 19
Vatd: İsbat etmek: 19
Bath: İçinde kum ve çakıl taşları olan geniş su akıntısı. Yüz üzerine düşme. Serilip
yatan adamın boyu. Bırakma: 19
Hebhebe: Davet: 19
Hadae: İki yüzlü balta: 19
Zib: Zinet, süs. Düzgün, iyi elbise: 19
Tavd: Büyük dağ. Tepe. Sebat: 19

İhriz: 1019= 20
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020
Çéwî. (Kürtçe): İkizler: 20
Çiz: Şey. Nesne: 20
Deviyy: Nereden geldiği anlaşılmayan sesler, gürültüler, patırtılar: 20

Telebbüs: Giymek, giyinmek. İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek.
Örtülü olmak: 492
Abdülhakîm Arvasî: 184+308= 492
İfrat hâlde tecrit. (Noktalı harfler): 493= 1492
Ta’ziye: Teselli etmek: 492
Mahmidet: Övme, sena etmek: 492
Tesaül: Birbirine sual etme, soru sormak: 492
Tesbik: Eritip kalıba dökmek: 492
Münbit: Verimli. İnbat eden, ekini güzel yetiştiren: 492

Telebbüs: 492= 1491
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302= 1490= 491
Üftade: Âşık, tutukun. Düşmüş. Fakir, biçare: 491
Emanet: Aminlik. İstikamet üzerine bulunmak. Birisine korunması için bırakılan şey:
492= 1491
Atik: Berrak, saf, temiz, karışmamış, değerli. (Atik: Esaretten serbest bırakılmış olan.
Soyu temiz. Necib. Genç kız. Kadîm. İhtiyar. Yavru kuş. Eski. Hazret-i Ebubekir’in bir vasfı):
491
Israr: Direnmek, sebat etmek: 492= 1491
Ma-ul hayat: Haysiyet. Şeref, yüzü suyu. Hayat suyu: 491
Vifadet: Elçilik: 491
Melekât: Melekeler. Tecrübeler neticesi elde edilen alışılmış bilgiler: 491
Mütehaccim: Cüsseli, hacimli: 491
Tabiat: Yaradılış, huy, karakter. Âlem ve içindekiler: 491
Tefavüd: Birbirinden faydalanma, yararlanma: 491

MOR
Levha: 11 Mart 2001… Bir yolda benim eski mavi Mercedes’le ilerliyorum. Kafam
meşgul. Çok yavaş ilerlememe rağmen, arka arkaya duran iki traktörden geridekine sanki
çarpacakken, son ânda farkettim. 50-60 yaşlarında bir köylü adamla kadın ve 15-16 yaşlarında
çocukları; çocuk bana, “önüne baksana!” gibi bir hareket yapıyor. Benim traktöre çarpacak
durumum yoktu; hem yavaş gidiyordum, hem farkettim. Ama o ânda, gözlerim açık uyumakta
olduğumu anladım. Sonra Üsküdar’daki baba evine geldim. Sözkonusu köylüler ve çocukları
da orada misafir. Müthiş güzel ve parlak, mor renkli bir karpuzun üstünden kesilip bana
veriliyor. Bu renkte bir karpuza şaşıyorum. O kesilen kabuklu dilimi ısırırken de, ağzımın
boyanıp boyanmadığını düşünüyorum. Sonra o çocuğa, insanın gözü açık yolda uyuduğu
zaman, görmediğini, görse de bir refleks veremediğini vesaire anlatıyorum. Çocuk, bahis
uzamadan bahçeye tüyüyor. Annesinin güleryüzlü bir hâli var.

Mor. (Zazaca): Yılan: 246
Müdebber: Düşünce ile hareket edilmiş: 246
Emere: Çöllerde taştan belirlemek için yapılan alâmetler: 246
Haledar: Haleli, halelenmiş. Parlak daireli: 246
Mevr: Başka tesirle bir şeyin dalga gibi gidip gelmesi. Çalkanmak. Suyun yeryüzüne
yayılması. Hayvanlardan yün almak. Yol, tarik. Toz, gubar. Rücu etmek, döndürmek: 246
Muaseme: Hıfzetmek, korumak: 246

Benefşe: Mor. Menekşe denilen güzel kokulu küçük bir bitki: 437
Hoca Ali Ramitenî: (Hacegân yolunun 13. büyüğü): 1436= 437
Musa Mirzabeyoğlu: 116+322= 438= 1437
Gulet: İki direkli ve yan yelkenli gemi: 1436= 437
Tebkiye: Dokunaklı söz söyleyip ağlatma: 437
Tecelbüb: Gömlek giyme: 437
Vülat: Vâliler. Sahib çıkanlar. Koruyan, muhafaza edenler: 437
İctilâb: Celbetme, çekme: 437
Lehbet: Susuzluk: 437
Tebadül: Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa: 437
Tevaggul: Çok uğraşma, meşgul olma. Bir işin çok ilerisine varmak: 1436= 437

Habhab: Karpuz: 20
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020
Haya: Hicab, utanma, ar, namus. Allah korkusuyla günahtan kaçınmak. (İmân ve
İslâm Atlası’ndan: “Haya” kelimesi, med ile “hayat”tan gelir. Kalbin hayatı miktarınca
insanda “haya” vardır. Hayanın azlığı ise kalbin ölümüne işarettir. Kalbde hayat galib oldukça
haya insana hakimdir.): 20
İza’: İyiliğe iyilikle mukabele etmek. Korkmak, havfetme. (İyilik, Allah’tan korkan
insanın yaptığıdır): 20
İzhac: Oturma, ikamet etme: 20
Habıt: Susuturucu. Batıl kılan. Değersizleştiren: 20

Eşen: Karpuz ve kavun hamı, kelek. Ters giyilmiş elbise: 351
Mehveş: Ay gibi güzel: 351
Eşyem: Yüzünde ve vücudunda beni olan adam: 351
Arraf: Hekim. Kâhin, müneccim: 351
Kamarî: Dişi kumrular. (Kamerî: Ay’la ilgili, aya âit): 351
Karin: Kılıcı ve oku olan. Hacla umreyi birlikte yapan: 351
Mukteza: Lâzım getirilmiş. İcâb eden. Lâzım gelen: 1350= 351
Tenezzür: Adak adamak, nezretmek: 1350= 351
Adrenalin: Böbrek üstü salgısından çıkarılan bir hormon. Sentetik olarak da yapılır.
Damar daraltmak ve kanamayı önlemekte kullanılır: 351

Hinduvane: Karpuz, kavun. (Habhab: Karpuz: 20… Rahman Sûresi, 20. âyet:
2020)= 121
Elif: Munis, sahib, dost: 121
Kinan: Perde, örtü: 121
Esna: Daha parlak. En parlak: 121
Hurşid: Güneş. Afitab. Hur. Mihr. Şems: 1120= 121
Enis(e): Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Sevgili. Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan
ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter; kâh deve gibi kükrer, âh at gibi kişner,
insana alışır. Yaban horozu: 121
An: Yüksek büyük dağ: 121
Asl: Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde’. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten,
en ziyâde: 121
Amî: Senelik, yıllık. Avamca: 121
İt’am: Yemek yedirmek. Doyurmak. Taam vermek: 121
Lühmum: İnsanlardan ve atlardan iyi olanlar. Sütü çok olan davar: 121
Eflud: Yetişkin, gürbüz çocuk: 121
Miz’ac: Bir yerde karar etmeyen kadın: 121

Bıttih: karpuz. Kavun: 621
Tercih: Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek: 621
Hatîb: Güzel, düzgün konuşan: 621
Müste’sil: Kökünden koparan. Ele geçiren: 621
Kürat: Küreler. Yuvarlak nesneler: 621
Tefakum: İş büyüyüp güçleşmek: 621
Vetîre: Tarz, üslûb. Dar yol. Burnun iki yanını ayıran zar: 621
Derviş Gusto: 520+101= 621

AY TUTULMASI
Levha: 5 Eylül 2004… Akşam vakti kızıl levhalar hâlinde “V” çizer gibi üç dolunay.
Ortadaki diğerlerinden daha büyük ve asıl ay bu, tutulmuş; tam önünde bir gezegen var. Bunu
görünce, Ramazan ayı olduğunu ve Ramazan’da ay tutulması ile 2. ve 3. ayların zuhurunun,
Mehdî’nin çıkış alâmeti olduğunu düşünüyorum. Fakat diğer insanlar bunun farkında değil.
(Kandıra F-Tipi Cezaevi – Burhaneddin Yalçın)

Sinimmar: Ay, kamer. Gece uyumayan erkek. Haramî: 351
Rafî: Yükseltici. Hâmil. Sahib. (Esma-i Hüsna’dandır): 351
Kur’an: 351
Meşihat: Mürşidlik, şeyhlik. Diyanet işleri dairesi: 1350= 351
Neşg: Aşk galebe edip haykırıp çağırmak. Talim etmek: 1350= 351

Meh: Ay. Kamer. Senenin onikide biri: 45
Maic: Dalgalı deniz: 45
Jügal: Kömür: 1044= 45
Zevail: Yıldızlar. Zeval bulanlar. Zail olan şeyler: 45

Hasf: Ay tutulması. Işığı sönmek: 740
Mütefekkir: 740
Firaset: Zihin uyanıklığı. Binicilik, süvari. Yiğitlik: 741= 1740
Remes: Denizde üzerine binilen sal. Kalan süt artığı: 740
Mirkat: Merdiven. Derece: 740
Temsir: Bir yeri şehir hâline getirme. Azaltma: 740
Mürtesem: Resmolunmuş: 740

Kamer: Gökteki ay. Hilâl. Ay ışığında uyumayıp uyanık durmak: 340
Masdur: Gönderilmiş, yollanmış olan. Göğsü incinmiş ve ağrımış olan: 340
Nasr: Yardım, üstünlük, galib kılma. Yağmurun her yeri sulaması: 340
Murasade: Rasad etme, gözetleme. Dikkatle bakma: 340
Feres: At, kısrak: 340
Sefer: Yolculuk. Muharebe. Harb. Muharebeye hazırlık. Defa, kerre. Muayyen bir
mesafeye gitmek: 340
Kamr: Göz kamaşmak: 340
Fergande: Fena koku, kokmuş. SARILDIĞI AĞACI KURUTAN BİR CİNS
SARMAŞIK. (Hülâsa etmek, tasfiye etmektir de hikmeti ışığında, İBDA’nın batı tefekkürü ve
dünya irfan yemişini bünyeleştirirken, menfiliklerini tasfiye etmekte oluşunu hatırlayınız.):
1339= 340
Fars: Şark kavimleri: 340
Sefr: yazı yazmak. Islah etmek, düzeltmek. Ev süpürmek. Yüzünü açmak: 340
Şemm: Koku hissetmek. Koklamak: 340
Merk: Nüfuz etmek, içeri girmek. Kazımak. Kokmuş deri: 340
Kırm: Ulu, şerefli kişi: 340
Fesr: Beyan etmek, içeri girmek. Tabibin suya bakması: 340
Fers: Katletmek, öldürmek. Boyunlamak. Yırtmak. Parçalamak: 340
Asir: Ağır. Zor. Güç. Müşkül. Düşvâr: 340
Safsaf: Serçe kuşu. Yüksek düz yer: 340
Müressem: Yapılmış, çizilmiş, resmolunmuş. Resmi yapılmış. Çiçekler ve resimlerle
süslenmiş: 340
Müressim: Resmini yapan: 340
Rakam: Sayıları gösteren işaret: 340

Ramazan: 1091
Ferîz: Takdir edici. Hükmedici. Yaşlı, ihtiyar: 1090= 91
Ekyes: Pek kiyasetli, zeki kişi. Mâhir, becerikli adam: 91
Cezzaf: Ağ ile balık tutan balıkçı: 91
Las: Köpek, kelb. Dişi hayvan: 91
14.08.2008- SAYI: 84

“DAĞDAKİ DEĞİŞİM”
Levha: 10 Mart 1999… Kumandan’la Hastahâne’ye gidiyoruz. Tedavi olacak. Tedavi
sonunda Kumandan’ın ayağı kesiliyor; kangren olmasın diye. Biz gönüldaşlar son derece
üzgünüz. Kumandan’ı Hastahâne’den alıp eve götürüyoruz, ben koluna giriyorum. Kumandan
hiç üzgün değil. Odada yanıma oturup bana müjde veriyor. “Hastahâne’de yeni eserim bana
verildi. Adı da ilhâm edildi, sana söyleyeyim: Dağdaki Değişim” diyor. Ayağı kesildiği için,
lütûf olarak Allah tarafından veriliyor. Bunu bana, çok üzgün gördüğünden ve mâneviyatım
düzelsin diye müjdeliyor. Ben çok duygulanıyorum ve iki gözüm iki çeşme ağlıyorum.
(Kitabın ilk kelimesinden emin değilim) Kumandan salondan benim oturduğum halının
üzerine gelirken gayet rahat yürüyordu, ayağından dolayı sekmiyordu, sanki bir şeyi yoktu.
(Bandırma Cezaevi- Kâzım Albayrak)

Kangren: Vücudun sınırlı bir kısmında dokuların hayatiyetini kaybetmesi.
Gangren: 1401
Nişan: Kürtçe’de, yüzdeki benek, ben. İz, alâmet. İşaret. Yara izi. Hedef. Hâtıra için
dikilen taş. Taltif için verilen madalya. Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya
merasim. Tuğra. Ferman: 401
Huzuz: Acı bir deva adı: 2400= 1401

Gangren: Kangren: 1321
Çarenûs: Kader, alınyazısı: 321
Kurtubî: Kılıç. Halid bin Velid’in kılıcı: 321

Ameliyyat: Ameller, işler. Bir bilginin iş olarak tatbiki. Tıb. Operatörlük.
Cerrahlık: 551
Mütealî: Aşkın. Yüksek olan, yükselen. Tecrübe ile elde edilen. İlim hududunu aşan:
551
Müstevliye: İstilâ eden, ele geçiren, zapteden. Galib olan. Yayılan, her tarafı kaplayan:
551
Mişar: Testere. (Miş’ar: Şan, şeref, haysiyet ve vakar): 551
Teennuk: Nazarında ve fikrinde dikkatli olmak. Eşyanın hikmeti, kusursuz ve
pürüzsüz yapılışı: 551
Meşhur: Tanınmış, herkesin bildiği: 551
Naşir: Neşreden, yayan: 551
Mikat: Bir iş için tayin edilen zaman ve yer. Mekke üzerinde hacıların ihrama
girdikleri yer: 551
İstif: Muntazam yığın. Nizâm. Sıra. Dizi: 551
İstifade: Faydalanmak. Anlayıp öğrenmek. Tahsil etmek: 551
İstihdaf: Hedef edinmek, hedef saymak. Hedef gibi karşıda durmak. Erişilmek istenen
hedef ve gaye: 551
Kanit: Kunut ve dua eden. İtaatli. Sükût eden: 551
Maguse: Medet gelmek, yardım gelmek: 551
Mugîs: Yardım eden. Medet edici: 1550= 551
Mütefe’il: Tefe’ül yapan. Hayra yoran: 551
Selaset: Anlatıştaki kolaylık ve rahatlık. Açık, kolay, akıcı, ahenkli ifâde: 551
Sevile: İnsan topluluğu: 551
Sıyanet: Koruma veya korunma. Himâye veya muhafaza: 551
Siyafet: Kılıççılık sanatı: 551
Tenazzur: Dikkatle bakarak düşünmek. Düşünerek dikkatle bakmak: 1550= 551
Tesayüf: Kılıçla vuruşmak: 551
Münasebet: 551

Ameliyyat: 551= 1550
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550
Esrar-engiz: 550

Kuhî Tahavvül: Dağdaki değişim. Dağla alâkalı değişim. Dağdakinin –dağlının-
değişimi. (Kuhî: Dağa mensub. Dağla alâkalı. Dağlı… Tahavvül: Birinden diğerine
geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.):
41+444= 485
Ebu Bekir Muhammed bin Ali. (Muhyiddin-i Arabî): 485
Kaptan Gusto Müslüman: 163+101+221= 485
Kaptan Mirzabeyoğlu: 163+322= 485
Televvün: Renkten renge girme: 486= 1485
Heft: Yedi sayısı. (Ebced’de “Ze” harfinin değeri yedi): 485

Dağdaki Değişim: 1120+1365= 2485= 1486
Memut: Ölmüş. Meyyit: 486
Hatif: Gaibten haber veren cinnî. Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen seslenici,
çağırıcı: 486
Atiye: Azgın. Büküp atan. (Atiyye: Hediye. Bahşiş. Lütûf ve ihsan): 486
Adiyat: Hızla koşmak, seyirtmek. Düşmanlık, zulüm. Daima muharebeye koşup
hücum eden cemaat. Uzaklık: 486
Mü’teme: İkiz doğma: 486

Dağdaki Değişim: 2485= 487
Seyyid Fehim (Arvasî): (Hacegân yolunun 32. büyüğü): 487
Tecdi’: Vücudun bir tarafını kesme: 487
Feth: Açma, başlama. Zaptedme. Ele geçirme. Zafer. Nusret. Faydalı şeyleri elde
etmek için yolları açmak: 488= 1487

Ced: Birinin burun, kulak, el veya ayağını kesmek. Zindana koyup hapsetmek:
77
Müzekka: Allah adı anılarak kesilmiş hayvan. Zekâtı verilmiş. Temizlenmiş, ıslah
edilmiş: 77
Saht: Boğazlamak: 77

İlhâm: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 77= 1076
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76

ŞAMAT
Levha: 1 Temmuz 1999… Hüseyin Yeşilyurt, benim odaya (Metris Cezaevi’nde)
geliyor ve “televizyonda Üstadın kızı konuşuyor; annesi, Üstad’ın sırtında ters (J) harfi
şeklinde 4 tane “ben” olduğunu söylemiş!” diyor. Ben de “hangi kızı; Ayşe mi, Zeyneb ni?”
diyorum… Ve Üstad’ın çıplak sırtını düşünüp, ters “j”nin nasıl olabileceğini hayâl ediyorum.
Hüseyin bana anlatırken, ben de Ali Osman’a bir şey anlatıyordum, o da ayakta dinliyordu.

Şamat: Vücuttaki siyah benekler, benler: 742
Büzm: Kesin karar ve tehammül. Sertlik, kuvvet. Doğru rey: 742
Temaşa: Hoşlanarak bakma. Seyre çıkmak. İbretle bakmak: 742
İstıksas: Kısas isteme: 742
Ikmah: Enaniyet ve azametle kafa tutmak: 742
İntisar: Yardım etmek. Hakkını tamamen almak. Öc ve intikam almak: 742
Esmar: Meyveler. Yemişler: 742
İfsah: Unutmak. Akıldan çıkarmak. İhmâl etmek: 742
İsmar: Meyve ve semere vermek, fayda vermek: 742
Mümaresat: Alıştırmalar. Ustalıklar. Melekeler: 742
Mukarebet: Akrabalık, yakınlık: 743= 1742
Cezm: Her nesnenin aslı. Ağacın kökü. Kesmek, kat’: 743= 1742

Şamat: 742= 1741
Feraset: Anlayışlılık, çabuk seziş: 741
Feraset: Binicilik, süvarilik, yiğitlik: 741
Sefaret: Elçilik, sefirlik: 741
Samir: Yemişli, meyveli ağaç: 741
Mikrat: Su mecrası. (Her taraftan gelen yağmur suyu orada toplanır.) Büyük havuz.
Büyük çanak: 741
Zühul: Unutmak veya bir işi geciktirmek. Kasden unutur gibi yapmak: 741
Ahsef: Kara ile ak, alaca: 741
Hısan: Mümtaz kimseler, seçkin kişiler: 741
Katmer: Bir şeyin kat kat olması. Çok yapraklı: 741
Müttehaz: İttihaz edilen. Kabul olunan, yürürlükte olan, alınan: 1740= 741
Mütehhiz: Alan, ittihaz eden, kabul eden, nefsini alıp kabul eden: 1740= 741
Mirkat: Merdiven. Basamak. Derece: 741

Half: Arka taraf. Arka. Ardı. Kendinden sonra gelen: 710
Halef: Birinin yerine sonradan geçen kimse: 710
Nester: Ağustor gülü, yaban gülü: 710
Nesh: Şer’i bir hükmü yine şer’i bir hükümle kaldırmak. Bir şeyin aynını kopya
etmek, çoğaltmak: 710
Şahadet: Şâhidlik. Bir şeyin doğruluğuna inanma. Delâlet. Alâmet, iz, nişân. Şehitlik:
710
Zebh: Kesme, boğazlama. Kurban kesme: 710
Hazza’: Nâlin yapıcı, nalcı. (Haza’: Kesme, yarma, ameliyat): 710
Tersim: Resmini çizmek. Resmedilmek: 710

Akra’: Sırtlar, arkalar: 303
Mirzabeyoğlu: 1302= 303
Akreb: En yakın: 303
Gışa: Örtü, perde. Zar. Deri. Kabuk. Üst tabaka. Zarf. Mahfaza: 1302= 303
Takazzub: Kesilmek: 1302= 303
Berrak: Nurlu, pek parlak. Bulanık olmayan, duru, açık, saf: 303
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürecek derecede olmak: 303
Baş: Reis, birinci, evvel. Başlıca, en mühim: 303
Barik: Şimşek. Işık. Şiddetli bulut. Yıldırım parıltısı: 303
Firuz: Said, hurrem, saadetli, uğurlu, muzaffer, mansur: 303
Müstahbir: Duyan, işiten, haber alan: 1302= 303
Suhre: Kırmızıya benzer renk. Geniş ve düz olan iki dağ aralığı: 303
Bakır: Çobanları ile beraber gezen sığır sürüsü. Geniş. Arslan. Göz damarı. Hazret-i
Hüseyin’in torunu İmam-ı Bakır’ın bir lâkabı: 303
Burak: Binek. Cennet’e mahsus bir binek: 303
Birak: Cennet merkeblerinden birinin adı: 303
Ceş: Mavi boncuk: 303
Çeş: “Deneyen, sınayan, tadına bakan” mânâlarına gelerek birleşik kelimeler yapılır:
303
İhtirak: Kat’etmek, kesmek: 1302= 303
Müstahber: Haber alınmış, işitilmiş: 1302= 303
Rakıb: Gözeten, bekleyen: 303
Tesebbüt: Sebat gösterme, dayanma, sabretme. Bir nesneye yapışmak. Tevakkuf:
1302= 303
Harfiye: Kendi başına müstakilen bir mânâsı ve tesiri olmadığı hâlde, kendi cinsinden
bir topluluğun içinde olduğu zaman ancak bir vazife gören şeylere denir: 303
Şecc: Baş yarma ve yarılma. Geminin denizi yararak ilerlemesi: 303

Ze: (J harfinin ebced değeri, “ze” ile aynıdır. Ze’ye, “noktalı Re” de denir): 7
Ego: Ene. Ben. (Ego, ruh ve bedenden ibaret insan; hisseden, düşünen ve iradesini
kullanan insan, ben): 1007
Cedd: Kat’edip geçmek. Kesmek. Tâli’li olmak. Büyüklük, azimlik. Dede: 7
Sâbi’: (Sabi: Henüz süt emen çocuk. Büluğ çağına gelmemiş olan çocuk. Üç yaşını
tamamlamayan erkek çocuk.): Yedi, yedinci.
Bih: Yeğ, iyi. Ayva. (Abî: Ayva. Suda meydana gelen ve suda yaşayan. Mâvi): 7
Av: (Kürtçe): Su: 7
Nizamiye: 1006= 7
Dab: Şan ve şeref, haysiyet: 7
Ebedd: Gövdeli, iri cüsseli kimse: 7
Ebed: Ebedîlik: 7
Pad: Saklayan, hıfzeden. Büyük, ulu. Bekleyen, muhafaza eden: 7
Tevessuk: İnanıp güvenerek ve itimad ederek dayanma: 1006= 7
Uhuvvet: Kardeşlik gibi davranan. Kardeşlik: 1007
Bâd: Yel. Rüzgâr. Soluk. Nefes: 7
Bede’: Başlama. Başlayış. Bir şeyi başkasından evvel işlemek: 7
Dahir: Dağ başı. Dere, vâdi: 1006= 7
Vakz: Sıklet, ağırlık: 1006= 7
Puhte: Kâmil insan. Pişmiş, pişkin: 1007
Ebh: Unutulan şeyi hatırlatmak: 8= 1007
Guzz: Oğuz Türkleri: 1007
Tevatür: Kuvvetli haber. Müteaddit şeyler birbiri ardınca zâhir olma. Şâyia: 1007

BİMARHÂNE
Levha: 21 Mayıs 1997… Kumandan, Hastahâne’de yatıyor. Yanında biri var. Daha
sonra ben de yanına gidiyorum ve elimde tüfek ona muhafızlık yapıyorum. Hastahâne’ye
sanki psikolojik tedavî için yatmış; fakat hâlinden anladığım, bir şeyin zamanını bekliyor.
“Mehdî” mevzuuyla ilgili bir şey oluyor, “daha sonra!” diyor; Mehdî’nin gelişini veya Mehdî
mevzuunu daha ileriye tehir ediyor. (Metris Cezaevi – Ali Osman Zor)

Psikoloji: Ruhiyat, ruhî hâdiseleri tetkik eden ilim: 231
Ebu Bekir: 231
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+154= 1230= 231
Kafan: Büyük terazi: 231
Kasım: Kırıcı, ezen, ufaltan: 231
Ikyan: halis iyi altun. İnci parçası: 231
Küvre: Şehir. Ateş yakacak yer. Düz nâhiye: 231
Makass: Makas: 231
Nakkaf: Temkinli kimse, iyi niyet sahibi olan kişi: 231
Sika’: Kadınların örtündükleri peçe: 231
Gevher: Akıl ve edeb. Asıl ve neseb. Elmas, cevher, mücevher. İnci. Bir şeyin künhü
ve esası. Hakikat. Noktalı harf: 231

Sebtane: Tüfek. (Sebt: Rahat etmek. Boyun vurmak. Saç sarkıtmak. Cumartesi
günü. Şaşırmak, hayrette kalmak. Çok zeki. Başı traş etmek… Sebt: Yazma, deftere
geçirme, bir yere kaydetme.): 127
Simavî: Çehreye âit. Simavlı:127
Fıthıl: Âdem Aleyhisselâmın yaradılışından evvel olan zaman: 127
İnhimal: İhmâl etme. Mühlet alma. Gözyaşı dökme. Ciddi şekilde çalışma: 127
Kânun: Ocak. Ateş yanan yer. Zaman. Kış mevsimi. Sakil, ağır adam. Kış mevsiminin
ilk iki ayı. Mangal. Soba: 127
Muazzî: Sabredici: 127
Usul: Ana, baba. Cedler. İstinadgâh. Râcih, delil, kaide. Asıllar, kökler. Bir hedefe
ulaşmak için tutulan düzenli yol. Tarz, metod, tertib: 127
Visal: Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma: 127

Te’hir: Geciktirme, sonraya bırakma: 1211= 212
Pîr: Yaşlı. Reis. Herhangi bir meslek ve sanatın tesis edicisi: 212
Sahib-i zuhur: Başkaldıran, ayaklanan. Başa geçen: 1212
Ejder: Büyük yılan. Canavar: 212

Tüfenk-tüfeng: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550

Bimarhâne: Akıl hastahânesi: 909
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1302= 1908= 909
Reşahat: Sızıntılar, serpintiler: 909
Cüzur: Kökler. (Alt başlığı “Necib Fazıl’dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî’ye” isimli
eserim): 909
Sevabit: Merkazlerinden ayrılmaz olan yıldızlar. Sabit olanlar: 909
Ahazz: Pek bahtiyar, mes’ud, şanslı, mutlu: 909

BERAT GECESİ
Levha: 31 Ekim 2001… Gece vakti birden göğe bakıyorum. Gökte bizim üç hilâl bir
yıldızlı bayrağı görüyorum. Hilâllerin arka taraflarından kılıç şeklinde ışık uzuyor. “Hey, aya
bakın, üç hilâlle üç tane kılıç var!” diyorum. Hızla geçip kayboluyor. Yanımda sanki Şaban
Çavdar ağabey ile Akif Turan var. “Bugün Berat Kandili, berat kurtuluştur!” diyorum. (Kartal
Cezaevi - Ömer Kama)

Akmar: Aylar. Yıldızlar: 342
Şema’: Yüce, yüksek, ulu, âli: 342
Mukarrib: Takrib eden. Yaklaştıran: 342
Nusara: Yardımcılar: 342
Hazım: Kesici, kesen: 1341= 342
Merkab: Gözetleme yeri: 342
Kamra: Ay ışığı olan gece: 342
Efras: Atlar. Beygirler: 342
Makber(e): Mezar. Kabir: 342
Balapûş: Palto, manto, pardösü gibi üste giyilen şey: 342
Birkil: Tüfek: 342

Berat: Nişân. Rütbe. İmtiyaz ve taltif için verilen resmi kâğıt: 603
Berrat: Bıçkı. Törpü: 603
Gurbet: 1602= 603
Saalib: Tilkiler: 603
Retec: Büyük kapı: 603
Sakıb: Parlak. Bir yandan bir yana delip geçen: 603
Sekab: Dayanıp itimad edilen, güvenilen: 603
Tebar: Soy, nesil, neseb: 603
Tecr: Ticaret yapmak: 603
Hadra: Yeşillik. Sebze. En yeşil. Pek yeşil: 1602= 603
Rağbet: İhlâsla dua etmek. İstek, arzu. İyi sayılmak: 1602= 603
Batir(e): Keskin kılıç: 603

Berat: 603= 1602
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322= 602

Berat Gecesi: 603+108= 711
Esîr: Bütün kâinatı kaplamış olan lâtif madde: 711
Aziyy: Deniz dalgası: 711
Hılaf: Söğüt ağacı: 711
Tenamir: Su pınarları. Ocaklar, fırınlar: 711
Tiryak: Panzehir: 711
Zâbih: Boğazlayan, kesen. Kurban kesen: 711

ZAMAN
Levha: 26 Nisan 1999… Cezaevi’ne (Metris) Kumandan’ı ziyarete gitmişim. Cezaevi
mekân olarak farklı. Bana himmet etmesini, yardım etmesini istiyorum ama, söyleyemeden
yanından çıkıyorum. Sonra tekrar polislerin arama yapmasını beklemeden hızla onun yanına
dönüyorum. Kendisine daha bir şey sormadan, “sen benden nasıl şübhe edersin? Görmek
istediğin bu mu? Al o zaman gösteriyorum!” diyor… Ve o ânda, o ve ben hariç etrafımızdaki
herkes donuyor, zaman donuyor; zamanı tutuyor. Bir süre sonra zamanı bırakıyor ve her şey
eski hâlinde. Kumandan, bana kızdığını etrafımızdaki insanların fark etmelerini istemiyor ve
tebessüm ederek “hadi tekrar görüşürüz!” diyor. (Gülsüm Saka)

Zaman (Zeman): Vakit, devir, çağ, mevsim, mehil. (Zaman: Kefil olma, kefillik):
98
Helezon: 98
Namaz: Dua. Zikir. Kur’ân. Kunut. Rüku. Salât. Şükür. Tesbih. Secde. Hamd: 98
Sıbga: Boya, renk. Din, mezheb: 1097= 98
Ez-men: Benden: 98
Hıss: Nasib, hisse: 98
Eldüven: Eldiven: 98
Mahmud: Medhe lâyık. Medholunmuş: 98

Zaman: 98= 1097
Libse: Elbise giyme. Giyiş: 97
Isda’: Yankı. Aks-i seda: 97
Behas: Susama. (Gayn: Susuzluk… Gayn: Ebced değeri 1000 olan harf): 97
Ka’be: 97
Devlethâne: Ev, köşk, konak: 1096= 97
Sual: İstek. İstemek. Soru. Sorulan şey. Dilencilik: 97
Vâfi: Tam, elverişli, kâfi, yeter. Sözünün eri. Vaadini mutlak yerine getiren Allah: 97
Mümeyyiz: Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü fark eden: 97
Nezil: Misafir. İnen, konan: 97
Sahb: Şarabın kırmızı olması. Saçın kırmızıya yakın olması: 97
Salha: Yıllar, seneler: 97

Talât: Görüşmek. Görmek. Vecih, yüz. Çehre. Görünüş. Güzellik. Bir şeye çok
rağbet etmek: 509
Tatmin: İkna etmek. Kandırmak. İnsanın kalbini emin etmek. Rahatlandırmak: 509
Mahmud Encir (Fagnevî): 1508= 509
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510= 1509

Şübhe: Tereddüt: 312
Gaşve: Örtü, hicab. Perde: 1311= 312
Senber: Her umuru bilen, her işten anlayan: 312
Muabbir: Rüyâ tabir eden: 312
Mirzabeyoğlu: 1312
Eşbah: Büyük kapılar. Şahıslar, cisimler, vücutlar. Uzaktan görünen karartılar. Renk,
levn: 312

Tereddüt: Kararsızlık: 608
Rebvet: Yüce, yüksek yer: 608
Tahakkuk: Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleştirmek. Delil ile isbat
edilmek: 608

KİTABLAR
Levha: 5 Mayıs 1996… Kitabçı vitrininin önü gibi bir yerdeyim. Vitrin sanki 1,5
metrekarelik çerçeve gibi. Hepsi ters dizilmiş başaşağı kitablar var. Kitabların isimlerini
okumaya gayret ederken, aralarında çoğunun Büyük Doğu-İBDA eserleri olduğunu
görüyorum. Çerçeveyi tutup düzeltiyorum; evet, Üstad’ın ve Kumandan’ın eserleri bunlar.
İsimlerini hatırlayamadığım kitabların çoğu kırmızı kapaklı. Diğer birkaç tanesi de Batı
klasiği romanlarmış. O sırada çerçevenin sağında Üstadımız’ın büyük bir portresini
görüyorum. (Abdurrahman Kabalcı)

Vitrin: 666
Itkname: Azad vesikası: 666
İstidkak: İncelemek, dakik olmak: 666
Sahv: Ateş ve ocaktan kül çıkarma: 666
Tenvir: Aydınlatma. Bir şey hakkında bilgi verme: 666
Tesevvür: Yüksekten aşağı inmek: 666
Sitare: Yıldız, kevkeb: 666
İstare: Perde, zar: 667= 1666
Temerküz: Merkez tutma, merkezleşme. Yığılma. Birikme: 667= 1666

Vitrin: 666= 1665
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 59+293+1312= 1664= 665
Mehdî Salih İzzet: 59+129+477= 665
Nejat Debre: 665
Reste: Kurtulmuş: 665
İctisar: Cüret ve cesaret göstermek: 665
Destar: Sarık, imame, başa sarılan tülbent: 665
Tedarüs: Okuma, yazma: 665
Maturidî: Maturidî mezhebi ve bu mezhebten olan: 665
Hudavend: Allah, Hâlık, Rabb. Sahib, malik, efendi. Hükümdar, hâkim: 665

Kitab: Kitab. Levh-i Mehfuz. Kur’ân: 423
Akruban: Erkek akreb. (Şibdi’: Akreb. Dil, lisân): 423
Şa’ban: Arabî ayların sekizincisi: 423

Rakk: Kitab, sahife. Kâğıt yerine kullanılan ince deri parçası. Tomar. Yama: 300
Rıkk: Kul, abd. Kulluk, esirlik. Yufka nesne: 300
Arkî: Balık avcısı: 300
Sudur: Olma, meydana gelme. Sâdır olma. Göğüsler, sadırlar: 300
Tazmin: Kefil olmak. Zararı ödetmek. Bir şeyi bir şeye dahil etmek: 1300

Kıtt: kitab ve kâğıt. Nasib, hisse. Erkek kedi: 109
Cümus: Donmak: 109
Hüsam: Keskin kılıç: 109
Tal’: Tomurcuk. Miktar. Kadar. Çiçeklerin üremelerine sebeb olan sarı tozları: 109
Hâk: Vasat. Vasatî. Orta: 109
Mevzun: Vezinli. Ölçülü. Tartılı. Düzgün: 109

Kütüb: Kitablar: 422
Dûpişk. (Kürtçe): Akreb: 422
Kibt: Bal arısı: 422
Tahaddî: Meydan okuma: 422
Tavatu’: Muvafık olmak, uygun olmak: 422
İn’aş: Harekete getirme, canlılık kazandırma. Yukarı kaldırma: 422
Ketb: Yazma. Toplama. Dikme: 422
Ehadiyet: Allah’ın her şeyde kendine âit birlik tecellisi: 423= 1422
İctiyah: Öldürme: 423= 1422

KUNDAK
Levha: (…) 1998… Said ve ben, bizim Erzincan’daki eski evimizin bahçesinde,
sırtımızı evin duvarına vermiş oturuyoruz. Yanımıza kadar sarkan ağacın dalları arasından
kucağımıza kedi-maymun-aslan yavrusu karışımı birşey atlıyor; bu, bembeyaz kundağına
sarılı bir bebek oluyor… Yüzüne dikkatle bakıyorum; zayıf, soluk ve kaşları çatık… Bu
“dünyayı kurtaracak çocuk”muş. Çok etkileniyorum ve hürmet duyuyorum. Yanımdaki iki
kişi ile çocuğu toprağın üstüne yatırıp etrafına geçiyoruz. Ben yere oturup kundağa
eğiliyorum; nurlu ve tertemiz. Bu kundağa Allah Sevgilisi’nin eli değmiş ve Hazret-i
Ebubekir’in gözyaşı ile ıslanmış gibi mânâları sanki bir ses bana bildiriyor; bunun üzerine
vecd içinde ağlayarak yüzümü kundağa bastırıyorum. Kalktığımda vaktin tamam olduğunu
anlıyoruz ve dünyayı kurtarmak için yola çıkıyoruz. Tekbir getirerek bahçeden çıkarken, bir
ara çocuğun yalnız kaldığını düşünüyorum ama, “o dünyayı kurtaracak çocuk, onu melekler
korurlar!” diyorum… Çıkıyoruz. (Murat Küçük)

Şecere(e): Ağaç. Kütük. Sülâle. Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel: 503
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503
Beraş: Ekseri yüzde olan kara noktalar: 503
Bişar: Esir, kul, köle. Harbte esir alınan kimse. Takatsiz, dermansız, halsiz: 503
Bâşir: Müjde veren. Mutlu, mesut: 503

Kundak: Çocukların sarılması. Yangın çıkarmak: 261
Kulakıl: İhlâs ve Muavvezeteyn Sûreleri: 261
Sımsam: Keskin kılıç: 261
Sarr: Sevindiren, sürura sebeb olan: 261
Nühur: Göz, basar, ayn: 261
Tenkiz: İnkaz etmek, kurtarmak, kurtarılmak: 1260= 261

Sirişk: Gözyaşı. Ateş şeraresi: 590
Müttekin: Mutmain. İyice bilen, doğruluğunu, hakikatini tamamlayan. Ayn-el yakîn
bilen: 590
Müstemlek: Satın alınmış mülk: 590

KABATAŞ
Levha: (…) Ağustos 2006… Dedem’le (Muammer Şerif) deniz kenarında yemyeşil
düzlük bir yere gezmeye geliyoruz. Orada, üzerinde “Kabataş” yazan bir levha var. Uzun
boylu, simsiyah saçlı, üzerinde beyaz ihram olan bir zâtı görüyoruz. Ben kendisine nereden
geldiğini sorunca, “Lübnan’dan; İngilizce, Fransızca, Almanca, Arabça bilirim!” diyor.
Annem “Salih Mirzabeyoğlu’nu biliyor musun?” deyince, “evet tanırım!” cevabını veriyor.
Bunun üzerine dedem, “sen kimsin?” diye sorunca, “Allah Resûlü” olduğunu söylüyor. (Ali
Murad Eren)

İ’tisab: Sinirlenme, asabileşme. Kanaat etme: 564
Kelim-dest: Olgun kimse: 564
İktibas: Birisinden ilmen istifade etme. Bir söz veya yazıyı aynen veya kısaltarak
almak: 564
Müstedîn: Ödünç alan: 564

İhtidad: Hiddetlenmek. Keskinleşmek. Hızlanmak: 418
Teheyyüc: Heyecanlanma: 418
Beraverde: İltimas ile korunarak ileri çekilmiş adam. Seçilmiş, ayrılmış şey. Yükseğe
kaldırılmış: 418
Tazi: Arablar: 418
Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418
Musa Mirzabeyoğlu: 116+1302= 1418

Şerif Muammer Erdiş: 590+350+506= 1446
Tevella: Birisini dost edinme. Bir işi üzerine alma. Dönme, yönelme. Ehl-i Beyt’e tam
sevgi. Akrabalık. Yakınlık beslemek: 446

Lübnan: 133
Musabbag: Boyalı, boyanmış: 1132= 133
Abbas: Arslan. Gazanfer: 133
Kıbal: Bir yazıyı karşılaştırma, mukabele etme. Pabucun ayak üstüne gelen yeri: 133
Ebu-n necm: Tilki: 133

Lübnan: 133= 1132
İslâm: 132
Kalb: 132
Naslıhan Kerimem: 821+310= 1131= 132
Haftan: Kaftan. Zırh üzerine giyilen bir cins pamuklu elbise: 1131= 132
Eflâk: Felekler, gökler. Dünyalar, âlemler. Asumanlar: 132
Bismil: Boğazlanmış, kesilmiş: 132

-Şinas: Tanıyan, bilen, anlayan: 411
Ebu Eyyub-il Ensarî: 411
Nişan. (Kürtçe): Siyah benek, ben: 411
Âyet: Eser. Nişân. Menzil, mekân. Kur’ân’ın her bir cümlesi: 411
Reveber. (Kürtçe): Yönetici: 411
Tehabb: Dostluk etme. Muhabbet: 411
Hüccet: Senet. Vesika. Delil. Şâhid: 411
Müşa’: Yayılmış, şüyu bulmuş, herkese duyurulmuş. Ortaklar veya hissedarlar
arasında birlikte kullanıldığı hâlde hisselere ayrılmamış olan şey: 411
Atî: Gelecek zaman. Önde. Aşağıda. Vâki olan: 411

Tearüf: Birbirini tanımak. Tanışmak. Tanış çıkmak: 751
Taarüf: Birbirini bilmek, tanımak: 751
Müşehedat: Gözle görülen şeyler. Görüşler. Keşifle seyredilenler. Mücerret his ile
kat’iyetle hüküm ve tasdik olunan şeyler: 751
Mütegaşşi: Kendinden geçen. Bürünen, örtünen: 1750= 751
Arafat: Âdem Aleyhisselâm ile Havva anamızın bir araya geldikleri yer. İbrahim
Peygamberle Cebrail Aleyhisselâmın konuştuğu yer. Allah Sevgilisi’nin veda hutbesini
okuduğu yer: 751
Meşiet: Dilemek. İrâde. Murad: 751
Hınak: İdama giderken boyna geçirilen ip. (İdam: Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun
yapmak… İdame: Devam ettirmek. Dâim ve bâki kılmak): 751
İzin: Müsaade: 751
Miras: 751

Kabataş: 412
Yâr-ı gar: (Hicret esnasında Allah Resûlü ile Hazret-i Ebubekir’in gizlendikleri
mağara; dostluk mağarası): 1412
Bedahet: Açıklık. Zâhir delil. Belli,açık, aşikâr. Birdenbire hazırlıksız söz söyleme.
Atın yürümesi. Her şeyin evveli, öncesi: 412
İcazet: İzin. Müsaade. Diploma. Reva görmek: 412
Hiddet: Hışım. Öfke. Keskinlik: 412
Tîp: Benzerlerinin ana vasıflarını kendinde gösteren ideal örnek, misâl: 412

KAPI
Levha: (…) Nisan 2007… Bir kapıdan içeriye, ikişer-üçer giriyorlar. Cennet’e kasıyla,
“Müslüman olanlar İBDA’ya giriyor!” diye bir ses. Sesin, Peygamber Efendimiz’e âit olduğu
hissi içindeyim. (Mehmed Yüksel)

Bâb: Kapı. Kısım. Mevzu. Kitab. Hususi madde. Sığınacak yer. İş. Şekil. Tövbe: 5
Salih Mirzabeyoğlu: 691+1312=2003=5
Âdd: Kuvvet, salâbet: 5

İbda’: İzhâr etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. NUMUNESİZ ŞEY
YAPMAK: 9
İcad: Kapı ve pencerelerin üstünde bulunan kemer: 9
Tı: Bir harf. Ebced değeri: 9

Tı harfinin büyük ebced değeri: 10
Peçe: Küçük çocuk. Sarmaşık bitkisi: 10
Ebced: 10

Tı harfinin en büyük ebced değeri: 535
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+278= 536= 1535
Saadet: Said olmuş. Allah’ın rızasına ermiş. Her istediğine kavuşmuş olmak: 535
İslac: Kara tutulma: 535
İndiyyat: Birinin kendine uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına
göre söylediği sözler: 535
Müstehill: Hilâl şeklinde görünen. Yeni doğmuş: 535
Tasliye: “Sallallahû aleyhi vesellem” diyerek dua etmek. Bir şeyi yakmak için ateşe
atmak: 535
Tefhim: Anlatmak. Bildirmek: 535

Tı harfinin en büyük ebced değeri: 535= 1534
Tis’a: Dokuz: 535= 1534
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532= 534
Müstedell: Bir delil ile isbat edilen: 534

Da’vâ cetvelinde “tı” harfi, Allah’ın “Tahir” ismine denk geliyor: Temiz. Pâk.
Zâhir ve bâtında bütün ayıp ve kirlerden temiz-pâk olduğu için, Allah Sevgilisi’ne
verilen bir isim: 215
Raise Sultan Barier: 263+547+405= 1215

Tahir: Yüksek nefes: 227
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151= 1227
Rikz: Gizli ses: 227
Aksiyon: 227
Tarih: Bir işe yaramaz diye kenara atılan nesne: 227
Mazruf: Zarflanan. Sarılıp muhafaza altına alınan. Zarfa konan: 1226= 227

İhdas: İBDA’. Yeniden birşey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak: 514
Bastân: Tarih. Mazi, geçmiş zaman. Eski: 514
Nisacet: Dokumacılık: 514
Haşur: Her malın değerini bilip anlayan tacir: 514
Takayyüd: Bağlanma. Bağlı olma. Kayıtlı bulunma. Çalışmak. Çabalamak. Dikkatli
davranmak: 514
Cemaat: 514
Şürta: Öncü kuvvet. Askerin önünde yürüyüp düşmanla evvel cenk eden taife: 514
İstigna: Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmeme. Gönül tokluğu. Nazlanma.
Azamet ve tekebbür: 1513= 514
Cum’at: Cuma günleri: 514

İhdas: 514= 1513
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513

MENZİL
Levha: (…) Şubat 2007… Muhammed Raşid Hazretleri, Abdülbâki Efendi ve
Kumandan, beraber oturmuşlar, bir rüyânın tâbirini yapacaklar. Rüyâ, Kayınbirderim’in
(Abbas) ve daha anlatılmamış. Bana, “Abbas’ı çağır!” diyorlar. Abbas gelirken, onun
İBDA’cı ve benim Menzil’e bağlı olmam bakımından, “ikimiz de aynı taraftayız!” diyor. Bu
olanları ve rüyâyı, eşim yorumluyor. (Ali Kiracı)

Menzil: İnilen yer. Konulacak yer. Yer. Dünya. Ev. Mesafe: 127
Zaim: Zeamet sahibi. Kefil. Prens. Şef. Lider. Mirza: 127
Azîm: Azimet eden. Gidici: 127
Me’mum: İmâma uyan kimse. İlerdekine uyan: 127
Muazzî: Sabredici: 127
Misvak: 127
Minval: Hareket tarzı, davranış. Usul, yol. Fayda. Üslub, tarz. Bez dokuyan cüllah:
127
İfham: Bildirmek. Anlatmak. Maksadı bildirmek: 127
İfham: İkna edip sükût ettirmek: 127

Kayın: Kadının veya kocanın erkek kardeşi: 161
Sinan: Mızrak, süngü: 161

Tefsir: Gizli bir şeyi aşikâr etme. Mânâyı izhâr etmek. Anladığını anlatmak.
Kur’ân’ın mânâsını anlatan kitab. Ehl-i hadîs ıstılahında, tefsire dair hadîslere “tefsir”
denilir. Yorum: 750
Tearrüf: Bir şeyi araştırarak öğrenme: 750
Mizved: Dil, lisân: 750
Müterakkî: Terakki etmiş: 750
Semir: Meyveli, yemişli. Meyve veren. Sinici su: 750

Rüyâ: Uykuda görülen misâl âlemi. Düş: 217
Ruya: Yerden biten bitki: 217
Tevrih: Bir hâdisenin veya konuşmanın tarihini yazmak. Vakit bildirmek: 1216= 217
Muavvizat: İhlâs ve Muavvezeteyn Sûreleri: 1217
Rabıta: Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217

İBDA İŞARETİ
Levha: 18 Nisan 1999… Seçimde oy kullanılan okul. Büyük, boş bir salon, yerler
buruşturulmuş kâğıtlarla dolu. Salonun bir duvarı, Metris’in kabinlerinden ayıran tel örgülü.
İnsanların gezindiği yerde oğlum Abdülkerim’i tutarak Kumandan’la görüştürüyorum.
Abdülkerim’in üzerinde mavi mont var. Abdülkerim onlara İBDA selâmı veriyor, onlar da
sevinerek karşılık veriyorlar. Kumandan Abdülkerim’in selâm verdiğini görünce, ona yönelip
kendisine selâm vermesini istiyor. Abdülkerim huysuzluk edip kucağımdan iniyor. Kumandan
bana eşim Abdullah’a kızar gibi bir şeyler söylüyor ama, ne dediğini anlamıyorum. Okulun
merdivenlerinden inerken, Şükrü Sak arkamdan koşarak gelip omuzuma dokunuyor ve tam
karşı duvarında Kumandan’ı ve diğer arkadaşların hepsini dışarıda görüyorum. Kumandan’ın
yanına gidiyorum; sigara içiyor. Sigarasının sonunu çok hızlı bir şekilde içine çekip, yine çok
hızlı bir hareketle ateşini kendi avucunda bastırıp, benim parmaklarımın arasına izmaritini
bırakıyor. O kadar hızlı hareket ediyor ki, şaşkınlık içinde onu seyredip avucumun içindeki
sigarasının izmaritine bakıyorum. Mânâ çıkarmaya çalışıyorum. Emel Zor’un yanına gidip
hâdiseyi anlatmak ve bu hareketin ne anlama geldiğini sormak istiyorum; ama onunla
anlaşmaya fırsat bulamıyorum. (Dilek Kiracı)

Sebbabe: Şehâdet parmağı. Sağ elin baştan ikinci parmağı: 70
Yasin: “Ya seyyid, ya insan” gibi çeşitli mânâlara gelir: 70
Kün: “Ol” mânâsında emirdir: 70
Kinn: Perde, örtü. (Berzah): 70
Necîbe: Asilzâde. Soyu sopu temiz kimse: 70
Seha’: Beyin zarı: 70
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9= 1069= 70
Nüvid: Müjde, beşaret. Hayırlı haberlerle tebşir: 70
Arz: Takdim etmek. Bir büyüğe bir şeyi hürmetle vermek. Bir işi büyüğüne hürmetle
anlatmak. İzâh etmek. Bir kimseye bir şeyi izhâr etmek. Kıymetli bir şeyi diğer bir şeyle
değiştirmek. Bir şeyin birden, âniden meydana gelmesi. Altun ve paradan gayrı, mal, metâ.
Bir şeyin genişliği. Bir muamelede aldanmak. Sağlam insanın hemen ölmesi. Delirmek: 70
Necih: Galib ve muzaffer. Sabırlı. Sağlam rey: 71= 1070
Itret: Ehl-i Beyt. Nesil. Zürriyet. Gerdanlık. Kokulu şey: 1070
Kemî: Yiğit, bahadır, kahraman. Savaşçı, cengaver: 70
Müsteş’ir: Soruşturan. Yazı ile bildirilmesini isteyen: 1070
Sud: Kâr, faide, kazanç: 70
Sud: Rengi kara olan şeyler. Sevdalar: 70
Müekkid: Te’kid eden, sağlamlaştıran, tekrar eden, tenbih eden: 70
Nühye: Akıl. Gaye. Son: 70
Leyl: Gece: 70
Lime: Niçin?: 70
Civanî: Gençlik: 70
Helhel: Seyrek, ince, dakik şey. Öldürücü zehir: 70
İhkam: Mânen tahkim etmek. Sağlamlaştırmak. Muhafaza ve fesaddan menetmek: 70
Demuk: Süratli, seri seyir: 70
Nevbahe: Yeni yeşillik. Turfanda yemiş. Hediye: 70
Sahid: Uyanık: 70
Habs: Hapis, alıkoyma. Salıvermeme: 70
Sade: Seyyidler: 70
Kilk: Kalem. Kamış kalem. Kamıştan ok. (Seyf: Kılıç. Kalem): 70
Dase: Orak. (Büyük Doğu Marşı’ndan: Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak! –Doğsun
Büyük Doğu, benden doğarak!): 70
Âdîne: Cuma günü. (Adn: Cennet’te bir makam ismi. Vatan tutmak ve mukim
olmak… Âzine: Cuma veya bayram günü… Âzin: Kefil. Birinin yerine kefalet eden. Kapıcı,
perdeci. İzin veren): 70
Zeyn-ab: Su pınarı: 70

Diae(t): Şehadet parmağı: 476
Müteellih: Allah’ın birliğine inanan: 476
Alâeddin Attar: (Hacegân yolunun17. büyüğü): 476
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+322= 476
Mütevaggil: Bir şeyin çok derinliğine giren: 1476
Tekevvün: Vücuda gelmek. Meydana geliş. Şekillenmek: 476
Taabbüd: İbadet etmek: 476
Mübtehil: Dua ederek dileyen. Yalvaran: 477= 1476
Meşnuf: Uzun başlı at: 476
Vestî: Tercüme, şerh: 476

İbham: Baş parmak. Mübhem, kapalı bırakmak: 49
El-hayy: Diri ve devamlı hayat sahibi. (Esma-i Hüsna’dandır): 49
Evliya: Veliler: 49
Hacim: Saldıran. Hücum eden: 49
Mevc: Dalga. Denizin dalgası. Titreşim. Devir, devre: 49
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak.
Hazırlamak: 49
Levha: 49
Muvahat: Birbirinin kardeşliğini kabul etme. Kardeş etme: 1048= 49

İsaf: Hışım etmek. Öfkelendirmek. Eseflendirmek: 152
Vuu’: Tilki: 152
Kaan: Hükümdar: 152

21.08.2008- SAYI: 85

20 YIL BERABER
Levha: 28 Haziran 1984… Kalın ve yuvarlak bir mermer sütunda, afiş büyüklüğünde
Üstadım’ın kitabı… Kapakta, “20 Yıl Beraber” diye bir başlık… Üstadım onu, hapisteyken
bir senede yazmış… Galiba 333 ve 33 veli gibi, “menkabe – velilerin hayat hikâyeleri”ne dair
bir kitab… 10 cilt olması plânlanmış ama, “hapisten çıkınca birinci ciltte kalmış!” diye
düşünüyorum… Üstadım’ın kitabını okurken, onu hayâl mi ediyorum, yoksa ben okurken
sözleri o söylüyor gibi canlı mı görüyorum, yoksa o mu okuyor, kestiremiyorum… Ama onu
gördüm… Şöyle bir cümle: “40 senede de erilmez ama biz erdik!”… Kitabtaki bu yazının
Hazret-i Hüseyin ile alâkalı olup olmadığını bilmiyorum!

Üstüvane: Silindir. Direk şeklindeki sütun: 132
İslâm: 132
Kab: 132
Münzel(e): Yukarıdan aşağıya kısım kısım inmiş olan: 132
Lika: Kavuşmak. Görüşmek. Rast gelip buluşmak. Yalnız görüşmek. Yüz, sima, çehre:
132
Münavele: Takdimi bir şeyi el ile öne uzatmak. Sunmak, arzetmek: 132

Sütun: Direk, amud. Silindir biçiminde destek. Kolon: 516
Saye: Nişân için dikilen taş. Yolun tanınması için bir yere yığılıp höyük yapılan taş:
516
Mübtede’: Aslında yok iken yeni çıkmış olan: 516
Mübtedî’: Yeni bir şey icad eden. Bedi’a çıkaran: 516
Dasitan: Destan, sergüzeşt. Şöhret: 516
Müteabbid: Kulluk eden. İbadet eden: 516
Takva: 516
Tashih: Daha iyi ve daha doğru hâle getirmek. Düzeltmek. Hastanın ağrı ve acısını
gidermek: 516
Tevsim: İsimlendirme, ad verme. Dağlamak suretiyle ten üzerine işaret koymak,
döğme yapma: 516
Alüfte: Muhabbet ve sevgiden deli gibi olan. Alışık. İfrat eden: 516
Derpiş: Önde olan, göz önünde olan: 516
Müsteva: Müzekker ile müennesi şâmil olan, içine alan: 516
Mütelevvim: Muntazır olan, bekleyen: 516
Mütesavi: Birbirine müsavi olan: 516
Takavvî: Kuvvetlenme: 516
Ta’vil: İtimad etmek. Sesli ağlamak: 516
Tuluat: Hazırlıksız olarak birden kalbe gelen mânâlar, işhâmlar. Doğuşlar: 516
Destane. (Kürtçe): Eldiven: 516
Heme ost: Hepsi odur: 517= 1516
Pişdar: Kumandan. Öncü. Harbte önden düşmana saldıran askerler. Önde giden. Sanat,
meslek: 517= 1516
Üstun: Direk. Sütun: 517= 1516
Bidistan: Söğütlük: 517= 1516

Ruham: Mermer: 841
Mehdî Muhammed Salih: 59+92+691= 842= 1841
Hammar: Mürşid, şeyh, kılavuz: 841
Müşakat: Sıkıntı ve zorluklara dayanma husunda yarışma. Aykırılık: 841
Müştak: Arzu ve iştiyak gösteren: 841
Dahâmet: İrilik, kocamanlık, vücutça büyük olmaklık: 1841

Ruhamî: Mermerden yapılmış. Mermerle ilgili: 851
Dain: Doğruluk. Mâden. Asıl: 851
Kazzan: Pire: 851

Ruhamî Sütun: 851+516= 1367
Düşenbih: Pazartesi günü: 367
Fağfur: Eski Çin İmparartorlarına verilen isim. Yarı şeffaf Çin porseleni. Çin yapısı:
1366= 367
Kırvan: Doğu ve Batı. Dünyanın her tarafı. Kafile, kervan: 367

Ruhamî sütun: 1367= 368
Kürd Suadî: (Suadî: Topalak otu… Kust: Topalak otu): 224+1144= 1368
Kürd Mehd(i) Muhammed: 224+144= 368
Kürd Said: 224+144= 368
Neşide: Şiir, manzume. Yüksek sesle okunan şiir. Atasözü derecesinde kullanılan
beyit veya mısra: 369= 1368

Mermer sütun: 480+516= 996
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+332= 997= 1996
Zıllullah: Allah namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. Halife ve
pâdişahın namı: 996
Şühus: Yüksek olmak. Bir yerden bir yere gitmek. Gözünü bir yere dikip hareket
ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak. Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı
acı çekip kararsız olmak: 996
Menzur: Adanmış, nezrolunmuş, va’dedilmiş: 996

Bist: Yirmi. (Bist: Yavrusu yanında dişi deve. Salıverilmiş, bırakılmış şey…
Bi’set: Gönderilme. Allah Sevgilisi’nin nübüvvetinin başlangıç zamanı): 472
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 472
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+322= 473= 1472
Tıb’: Gölge: 472

Kef harfinin ebced değeri: (Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin tablosunda “Kef”
harfi, Allah’ın “Eş-Şükür” ismine denk gelir ve mertebesi de “Kürsî”dir): 20
Rahman Suresi, 20. âyet: (Rahman Sûresi’nin 19. ve 20. âyetlerinin meâli: İki denizi
salıvermiş birbirine kavuşuyorlar –(fakat) birbirlerine karışmağa engel bir perde var.): 2020
Céwî. (Kürtçe): İkizler. (Da’vâ cetvelinde “Kef” harfi, Allah’ın “Kâfi” ismine denk
geliyor ve sayı değeri: 111… Elif: Birinci harfin adı: 111): 20

20 Yıl Beraber: 472+41+405= 918
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1312= 1918
Sübutî: Müsbet, isbatlı olan. Varlığı katiyyen isbat edilene âit: 918
Buzağı (zı ile): Sığır yavrusu: 1918
Haziyy: Mertebeli, değerli kişi. Yarış atlarının sekizincisi: 918
Hırpadak: Birdenbire. Uygun bir şekilde. Tıpatıp: 918
Terşih: Süzme, sızdırma. Besleyip eğitme, terbiye etme. Sözü özlü söyleme. Tezyin
etme: 918
Teşrih: Bir kitab veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak, tafsilat vermek. İnceden
inceye didikleyip araştırmak. Bir cesedi parçalara ayırarak incelemek: 918

20 Yıl Beraber: 20+41+405= 466
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466
Üstad: 466
Dıteney. (Zazaca): İki tane: 466
Nüütî: Gemi reisi, kaptan: 466

OYUNCAK
Levha: 7 Ağustos 2008… Kaldırımdan beş-altı basamaklı merdiven aşağı inerek, -
bahçe duvarından atlamış hissi içinde-, Kumandan’ın yanına geliyorum. Merdivenlerin
bitiminde, sol tarafta kapalı koğuş kapısı var. Kumandan’ın saçları omuz hizasında. Bıyık ve
sakalları çok kısa ve çevrilme çizgileri dümdüz ve net, hepsi de dikkat çekecek kadar
simsiyah. Ben uzun sakallı ve biraz da beyaz olacağı düşüncesiyle şaşırdım. Yüz hatları
dümdüz, hiç kırışıklık yok, çok genç görünüyor. Bana çok samimi bir ifâde ile, hapishânede
elde edilemeyecek derecede dinî yönümün fazla olduğunu söylüyor. Ben de çocukluğumda
Büyük dedem’den ders aldığımı söylüyorum. Samimi bir tebessümle omuzlarımdan tutup
çekerek, kendi omuzlarına değdiriyor. Sonra, başka bir cezaevi’ndeki bir yakınımın
telefonunu soruyor, onunla tanışıklığı olduğunu öğrenmiş oluyorum. Biz bu sohbeti koğuş
kapısının önünde yaparken, birkaç metre ötede, oturmak için koyulduğu belli beyaz bir
döşeğe gidip oturuyor. Koğuş kapısının önünde, büyükçe boyda Uzi marka bir silah
görüyorum ve “bu silâhı nereden buldu, saklaması zor olur” diye düşünüyorum. Sonra idareyi
aldatmak amaçlı alınmış, oyuncak silah olduğunu anlıyorum ve merdivenlerden yukarı
çıkıyorum. Orası Fatih Camii’nin önündeki ana cadde imiş. Ailemden bazı kişiler, yan
taraftan verilen çuvallar dolusu kitabları alıyor. Üzerinde 2011 yazan tozlu bir ajanda
görüyorum ve “bunun 2009’u yok mu?” diye sorarak sayfalarını çeviriyorum. (Bolu F-Tipi
Cezaevi – Eyüp Atmaca)

Mirkat: Merdiven. Basamak. Derece. (Merakî: Merdivenler. Vesvese içinde
bulunan kimse.): 741
Feraset: Anlayışlılık, çabuk seziş: 741
Hıssan: Belirli ve mümtaz kimseler. Tanınmış iyi kimseler. Ekâbirler: 741

Resalet: Saçı salıverme: 691
Salih: Karayılan: 691
İlhan: Hülagu hanedanının hükümdarlarına verilen isim: 692= 1691
Tasabbur: Sabretme. Sabırlanma: 692= 1691
Risalet: Elçi. Birini bir vazife ile bir yere göndermek: 691
Faziz: Tatlı su. (Fürat: Tatlı su. Fırat nehri): 1690= 691

Mesrube: Uzun saç. Saç kesecek âlet: 307
Avrel. (Kürtçe): Nisan: 307
Arvasî: 308= 1307

Siyah: Kara, esved. Zenci. (Siyaha: Suyun akması. Oruç tutmak): 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76
Ayine: Ayna. Mir’at: 76
Kevn: Hudus. Varlık, var olmak. Vücud, âlem, kâinat. Mevcudiyet: 76

Itf: Omuzbaşı. (Itaf: Kaftan): 159
Atf: Bağlama. Bağ. Ekleme. Meyletme. Şefkat. Sevgi. Eğilme. İkiye bükme. Çevirme.
Geri döndürme. Bir kimse üzerine tekrar hamle etmek. Bir kelimeyi bir kelimeye harf-i atıf
vasıtasıyla ilhak eylemek: 159
Mülattıf: Taltif eden. Bir iyilikle gönül alan. Yumuşatıcı (ilâç): 159
İfza’: Medet etmek, yardım etmek. Korkutmak: 159

İnak: Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma. (İnak: Sözüne inanılır, itimad
edilebilir, mutemed. Müsteşar, müşavir. İstişare, rey… İnaka: Aşırı güzelliği ve
cazibedarlığı ile hayret verme): 221
Müslîman: 221
Musas: Her nesnenin aslı. Ot, nebat: 221

Lu’bet: Oyuncak. Oynayan ve oynatılan şey. Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak
şey. (Oyuncak, Yunanca’da “teknik” demek): 502
Bistüm: Yirminci: 502
Ektaf: Omuzlar: 502
Tebessüm: Gülümseme: 502
Telbis: Hile. Oyun: 502
Tesbil: Bir şeyi Allah rızası için vakfetme. Yolcu etme, yola çıkarma. Yol gösterme.
Kesme: 502

Dest-huş: Oyuncak: 1370= 371
Egniş: İnşâ etme, bina yapma: 371
Akar: Para getiren mülk. Zayi etme, kaybetme. Kumlu yer: 371

Kütüb: Kitablar: 422
Dûpişk (Kürtçe): Akreb: 422

KIRMIZI DUDAK
Levha: 31 Ocak 1999… Geniş bir caddede bir grub gönüldaş geziyoruz. Derken,
caddede işine gelip giden insanlar arasında, onlardan farklı, ayakta dikilen birini görüyorum.
Hemen yanından geçiyoruz. “Aaa! Bu Kumandan!”… Arkadaşlar, sakalsız ve bıyıksız, çok
genç gösteriyor olmasından dolayı olsa gerek, “o değil!” diyorlar. Bense o olduğuna eminim,
ona yaklaşıyorum. Gözlerim insiyakî bir şekilde dudaklarında; çok kırmızı ve kadın dudağına
benziyor… O! (Bandırma Cezaevi – Aydın Alkan)

Bicad: Kırmızı dudak. Yakuttan daha az değerli kırmızı bir taş: 20
Hadî: Doğruyu gösterici. (Esma-i Hüsna’dandır): 20
Vedûd: Müminleri seven. (Esma-i Hüsna’dandır): 20
Azîm: Büyük. Yüce. Çok ileri. (Esma-i Hüsnadan’dır): 1020
Uzma: Büyük. İri. En büyük. Çok büyük: 1020
Ebza: Göğsü çıkık: 20
Rekz: Hicret. Gaza: 1020

Bicad: Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Çizgili olarak yol yol dokunmuş aba, kilim,
halı: 10
Gaza: Din uğrunda kâfirlerle yapılan savaş: 1009= 10
Mütelessim: Yüzü peçeli: 1010
Casus: karpuz: 1010
Ebced: 10
Dü: İki: 10

Dehen: Ağız: 59
Mehdî: Hidayete eren, hidayete vesile olan: 59
Hind: Hindistan’ın kısa adı. Bir kadın adı: 59

Dehan: Ağız. Fem: 60
Sin: İNSAN. Bir harf ve ebced değeri: 60
Büyük Doğu: 1060
Nahb: Önemli iş, mühim iş. Nezretmek, adamak. Seri seyr. Vakit, müddet. Yüksek
sesle ağlamak. Ecel, ölüm, mevt: 60

MİSAFİR
Levha: 8 Haziran 1996… Kumandan’ın bizim eve geldiğini görüyorum. Bahçede biraz
oyalandıktan sonra merdivenleri çıkmaya başlıyor. Yarıya kadar çıktıktan sonra durup
gözlerini bir noktaya dikiyor ve bir müddet öyle dalgın dalgın bir yerleri seyrediyor veya bir
şeyler düşünüyor. Sonra silkinerek kendine geliyor ve merdivenleri çıkmaya devam ediyor.
Ben, kapının önünde ayak altındaki ayakkabı ve benzeri şeyleri kaldırıp yol açıyorum. Daha
sonra Ali Osman ve Kayınvalidem’in de bulunduğu yer sofrasında Kumandan’la birlikte
yemek yiyoruz. Kumandan, Ali Osman’a Cezaevi ile ilgili bir şeyler söylüyor. Ali Osman,
sanki Cezaevi’nden yeni çıkmış gibi. Kumandan’ın sureti olduğundan çok daha farklı. Uzun
boylu ve zayıf, ama yüzü çok daha beyaz. Sakal ve bıyıkları ise çok az kalacak şekilde traş
edilmiş. Konuşurken dudaklarına bakıyorum; somona yakın açık pembe oluşu dikkatimi
çekiyor. (Emel Zor)

Müsafir: Seferde olan: 381
Mehdî Mirzabeyoğlu: 381
Füşag: Sarmaşık otu: 1381
Haşefet: Hiss. Harekete ve yürüyüş sesine derler: 1380= 381
Şefa: Kenar, taraf, uç: 381

Zayf: Misafir. Gelip geçen: 890
Müsteşfî: Hastahâne: 890
Tetmim: Tamamlama, bitirme. Bir şiiri tamam etmek: 890
Harif: Güz mevsimi, sonbahar. Meyve toplama zamanı: 890
Münkız: Kurtaran. Kurtarıcı: 890

Tahdik: Gözünü dikip, ayırmadan ve dikkatle bakmak: 522
Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri: 522

Şefe: Dudak. Kenar. (Şef’: Çift. Kurban Bayramı. Namazların her iki rekâtı):
385
Ayşe: Dirilik, hayat, yaşayış: 385

Şifah: Dudaklar: 386
Yuşa: Hazret-i Musa’dan sonra Peygamber olmuştur: 386
Faruk: Hak ile batılı birbirinden ayıran: 387= 1386
Merkum: Yazılmış. Adı ve bahsi geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış: 386
Mermuk: Mahfuz, hıfzolunmuş: 386
Meşum: Vücudu benekli adam: 386
Mansur: Yardım edilen, yardım görmüş. Galib, muzaffer: 386
Fakıra: Büyük musibet, zahmet, meşakkat. Dâhiye. Belleri kırıp parçalayan şiddet: 386

Penbe: Açık kırmızı renk. Pamuk: 59
Mehdî: 59

TABLO
Levha: 14 Ocak 1999… Kumandan’dan bana, sanki bir mektub gibi, kendi yaptığı 4
aded resim- tablo gelmiş, onlara bakıyorum. Tablonun ilkinde Kumandan’ın yazdığı bir yazı
ve o yazının tabloya geçirilişi gibi durum. Yazı, “Hazret-i İsâ yakında gelecektir” veya
“çıkacaktır!” şeklinde ve “Hazret-i İsâ” lâfzının tam üzerinde “ebcedi 150” yazıyor. Tablo,
Türkiye haritası şeklinde ve kısım kısım çeşitli renklerle Kumandan tarafından resmedilmiş;
ve İstanbul bölgesi çapraz sağ aşağıya doğru oldukça uzun bir hâlde pastel kırmızı renkle
boyanmış, burası sanki Hazret-i İsâ’nın çıkacağı yer olarak işaretlenmiş. Yağlıboya çalışması
gibi olan resmi, duvara asıyorum. Türkiye haritası tablonun tamamını kaplamıyor, bir fon
içinde yer alıyor. (Ufuk Soyhan)

Resm: Yazma, çizme, desen. Eser, iz, işaret, nişân, alâmet. Suret. Tertib. Tarz,
üslûb. Fotoğraf. Âdet, usûl, tavır, davranış. Alay, merasim. Bir şeyi başkalarından
ayırdeden tarif: 300
Rakk: Kitab, sahife. Tomar: 300
Kınkın: Yol gösterici, kılavuz. Yer altındaki suyun miktarını bilip kazan kimse: 300
Sudur: Göğüsler, sadırlar. Olma, meydana gelme: 300

Tablo: (Levha: Üzerinde yazı veya resim bulunan duvara asılacak kâğıt. Bir
sayfanın üzerindeki kalın yazı): 47
Valî: Mâlik. Bir vilâyeti idare eden en büyük memur. (Esma-i Hüsna’dandır: İşleri
yürüten): 47
Agma: Yıldız. YILDIZ AKMASI. (Kur’ân’da Allah Sevgilisi hakkında geçen bir
tâbirdir): 1046= 47
Cilvaz: Reis. Kethuda: 47
Cümd: Taş: 47
Cümd: Yüce sağlam mekân: 47
Behm: Çok siyah olan şey: 47
Dama: Deniz, bahr: 47
İdma’: Kan alma. Kanatma: 47
Ulî: Sahib, ehil: 47
Mezz(e): Emmek, mass: 47
Galiye: Galeyan eden. Diğerinden çok pahalı. Misk ve anberden yapılmış hoş koku.
Hoş kokulu kıymetli bir madde: 1046= 47

Dehma: Koyu kızıl. Belâ. Zahmet. Çok adet. Çömlek. Kadim, eski. Halis kırmızı
koyun: 51
Müceddid: Yenileyen. Yenileyici. Her asrın yenileyicisi, peygamber vârisi olan zât: 51
Marzî: Razı olmaya dair: 1050= 51
Devam: 51
Mahe: Matkab, burgu: 51
İnne: Tahkik edatıdır. Kat’iyyet ifâde eder: 51
Hecmec: Koç: 51
Ümmî: Tahsil görmemiş. Anaya mensub: 51
Vehm: Cüz’i mânâların anlaşılmasına vesile olan meleke: 51
İdame: Devam ettirmek. Dâim ve bâki kılmak: 51
Hame: Kafatası: 51
Eym: Yılan: 51
İdeal: Fikre âit. Tasavvurî, hayâlî. Mefkûre. Emel. Gaye. Hayâlde tasavvur edilen
kemâl. Fevkalâde, mükemmel kimse veya şey: 51
Damir: Kalb. Niyet: 1050= 51
Kilâ: “Her ikisi, her iki” mânâlarında olup daima izâfet olunur: 51

İstanbul: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+322= 1549= 550
Tüfeng: 550
Kafşelil: Kepçe: 550

MANİSA
Levha: 1 Kasım 1999… İllere göre Türkiye haritası. Manisa üzerine konuşuluyor.
Önce normal çizgi ve sınır dahilinde olan şehir, direği ile toprağa dikilmiş bayrak gibi ve
kendi sınırlarında albayrak oluyor. Bizim bayrağımız imiş. Bu şekli alması ile, “göndere
çekildi!” diyoruz. Manisa olmasının sebebi, Üstad’ın doğum yeri olmasındanmış ve bunun
için de bizim Başşehrimiz olacakmış. Bu alâka ile birlikte anneme anlatırken ağlıyorum. Esra,
telefonla biriyle görüşüyor. O mu, bir başkası mı, bayrak göndere çekilirken mi bilmiyorum,
birisi şehadet getiriyor. (Serab Yılmaz)

Manisa: 162
İnsan: İns. Nisyan: 162
Asmanî: Gökyüzüne, aya, güneşe mensub. Açık mavi: 162

Al bayrak: 343
Çeşm: Göz. Ayn. Dide: 343
Asgaran: Kalb ile dil: 1342= 343
Murakıb: Murakabe eden. Teftiş ve kontrol eden kimse. Hıfzeden. Allah’a bağlanmış
olan: 343
Binsar: Yüzük parmağı: 343

Meskat: Doğum yeri: 209
Muksit: Adaletle iş gören. (Esma-i Hüsna’dandır: Adalet gösterici): 209
Her-ca: Her yer: 209
Sun’: İbda. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210= 1209

Meskat: Su maslağı: 601
Hızır: 1600= 601
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322= 602= 1601
Eşkar: Mavi gözlü ve sarı tenli kimse. Yelesi ve kuyruğu kırmızı olan sarı at: 601
Aşkar: Koyu kırmızı. Kırmızı saçlı adam. Doru at: 601
Hudr: Yeşillik: 1600= 601
Mıskat: Su kovası: 601
Mesanî: Çift. Bir şeyin tekrarı. Mükerrer: 601
Akşer: Kızıl çehreli, kırmızı yüzlü adam: 601
Massetmek: Emmek, emerek içmek: 601

Tahtgâh: Başşehir: 1426
Hiyazet: Toplama, bir araya getirmek. Bir şeyi kendine maletme: 426

Kelime-i Şehadet: 806
Hudara: Allah için, Allah aşkına: 806
Zevk: Lezzet alma, hoşa gitme, tatma. Hoş, hoşa giden. Mânevî haz. Güzeli çirkinden
ayırma kabiliyeti: 806
Hur: Güneş. Yiyecek şey: 806
Haver: Şark, doğu: 807= 1806
Haver: Denize suyun döküldüğü yer. Yumuşak, çukur yer. Zayıf olmak: 806
Uhre: Bir şeyin sonu: 806
Bihred: Akıllı kimse: 806
Haşhaşa: Yeni kaftan. Silâh. Silâh sesi, yüksek ses. Kuru ot: 1805= 806
Ihdar: Kendini gözlemek. Bir yerde durmak, ikamet: 806

“ABDÜLHAMÎD HAN”
Levha: 23 Şubat 2008… Kumandan yatakta sırtüstü yatıyor, üstü yorganla örtülü.
Bulunduğumuz yerin neresi olduğu belli değil. Yatağın ayak ucunda kim olduğunu
bilmediğim biri var, tam olarak hatırlamıyorum. Kumandan’a, “Üstad’ın okumadığınız
kitablarını okuyun!” diyor… Veya “okumadığınız kitabları hangileri?” diyor. O ara
Kumandan, bana ya soruyor veya ben cevab verme ihtiyacını duydum, “kütübhâne listesine
bakarak okumadığımız kitabları tesbit ederiz!” diyorum. O da, “gerek yok, İsmail Uysal
benim hangi kitabları okumadığımı bilir!” diyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi –Suat Çakıroğlu)

Abdülhamîd: (Yevmiye: Malûm olduğu üzere, Üstadım’ın dedesi, Abdülhamîd
devrinin adliye ricalindendir ve Ermeniler tarafından Abdülhamîd Han Hazretlerine
yapılan suikast hadisesini muhakeme eden mahkemenin reisidir… Bana, Abdülhamîd
Han hakkında yazdığı eserde dedesinin bahsinin geçtiğini söylüyor ve ekliyor:
“Okumuşsundur!”… Hâdiseyi hatırlıyorum da, hâdiseye bakan zâtın ismini ve onun
Üstadım’ın dedesi olduğunu hatırlamıyorum!.. Fena!.. Ama yüzlemiyor! -Birinci cilt
olarak yayınlandıktan sonra, ikisi bir arada yayınlanan baskıda olabilir mi?-): 169
Kust: Topalak otu: 169
Atıs (Şafak) 29: 140+29= 169
Kıst: Hisse. Nasib. Mizan. Parça parça verilen hediye. Adalet etmek: 169
Saade: Yokuş başı: 169
Kanıt: Delil: 169
Cevsak: Kasr, köşk, konak: 169
Hifaf: Tavaf etmek. Zinet vermek. Yan, taraf: 169
Macun: Hamur kıvamındaki ilâç. Hamur gibi yoğurulmuş şey: 169
Usluc: Yeni belirmeye başlayan ağaç budağı: 169
Mâhasal: Hâsıl olan, meydana gelen. Netice: 169
Magnatıs: Mıknatıs: 1169

Abdülhamîd Han: 169+651= 820
Hayrî: Hayra âit: 820
İzah: Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak: 820
Ihrit: İsmi işitilmeyen bitki: 820
Müfettiş: Teftiş eden. Araştıran: 820
Adahî: Kurbanlar: 820
Dahya’: Ruşen, parlak ve nurlu nesne: 820
Muhassas: Birine âit kılınmış. Tahsis edilmiş. Tâyin edilmiş: 820
Muhassis: Tahsis eden: 820

Kütübhâne: 1078
Hakîm: Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatine vakıf olan. Hikmet
mütehassısı. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan. Tabib, doktor. (Esma-i Hüsna’dandır:
Hikmet sahibi): 78
Levh-i Mahfuz: 1078
İbda’: Allah’ın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı. Misli
gelmemiş bir eser meydana koymak. Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek: 78
Sipahî: Osmanlı askerlik teşkilâtında “Timar” namiyle öşür ve vergi aldıkları araziye
mukabil, harb zamanlarında kendi hayvanları ve kanunen götürmeye mecbur oldukları silâhlı
askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf SÜVARÎ askeri: 78
Himl: Yük. Taşınan ağırlık: 78
Hapis: 78

MEME
Levha: 12 Aralık 1986… Eskişehir’de bir ev… Köprübaşı’ndan gelmişim… Şerif
Muammer’in sorusu üzerine, 3 kitab birden çıkacağını söylüyorum… “Demek bu işi kendine
iş edindin!” diyor… “Evet! Bütün gençliğe talibim!” diyorum… Şerif Muammer, neşeyle bir
küçük kahkaha atıyor… Ben, perdeyle ayrılmış bir bölüme geçiyorum ve heyecanlanarak
gölge boksu yapıyorum… Üstüm çıplak ve sanki aynada kendime bakıyorum… Göğsüm
genişlemiş ve memelerim büyümüş!

Tecsim: Vücud gösterme. Vücudlu gösterilme. Cisimlendirme: 513
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 513
Pistan: Meme: 513
İstignan: Allah’tan başka kimsenin minneti altına girmeme. Gönül tokluğu.
Nazlanmak. Azamet ve tekebbür etmek. (Yevmiye: Allah’tan başka kimseye hiçbir şey borçlu
değilsin!): 1513

Sedy: Meme: 514
Reşîd: Yarayanı ihsan eden: 514
Bastân: Tarih. Mazi, geçmiş zaman. Eski. (Yevmiye: Tarihçi Emin diye biri vardı. Bir
gün Nazım’a bir şey söyledi, Nazım kalakaldı… ): 514
Ahdas: Gençler. Yeni hâdiseler. Dertler, musibetler: 514
Cum’at: Cuma günleri: 514
Huşrüba: Akıl kapan, aklı başından alan: 514
Ta’dil: Aslına zarar vermeden değiştirmek. Doğrulaştırmak. Tebdil etmek: 514
Takbib: Kubbe gibi yapmak: 514

Ahzem: Büyük göğüslü. İşini sıkı tutan, ihtiyatlı, tedbirli. Yüksek yer: 56
Mübdî: Her şeyi hiçten halkeden. Başlayan. Gizli sırları açıklayan. (Esma-i
Hüsna’dandır): 56
Dânâ: Bilen, bilgili, malûmatlı, âlim: 56
Nedb: Dua etmek: 56
Pend: Nasihat, vaaz: 56
Yevm: Gün. Sene. Asır. Devir. Devre: 56
İdam: Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak: 56
Hazim: Basiretli, tedbirli. Göğüs. Göğüs ortası: 56
Mîv: Kıl. (Şa’r: Kıl, saç. Ateş yakmak. Cenk koparmak: 570… Şi’r: Şiir. Anlama,
idrak: 570): 56
Mizah: 56
Miyah: Sular: 56
Mucez: İcâz yoluyla. Kısaca: 56
Müheyya: Hazırlanmış olan. Heyet-i mecmuası tertib ve tesviye olunmuş: 56
Muhaddid: Keskinleştirici, bileyici. Sınırını tâyin eden, sınırlayıcı. Tahdid eden.
Hudutlandıran: 56
Nebac: Sesi yüksek olan: 56
Nebbac: Sesi sert olan: 56

Necd: Meme. Hasma galip gelmek. Açık ve işlek yol. Yüksek yer. Minder, döşeme
gibi oturacak şeyler. Ağaçsız mekân. Mahir kılavuz. Yiğitlik hâli. Gamlılık, gussa. Suudî
Arabistan’ın doğu mıntıkası: 57
Mecid: Azametli, şerefli, galib. (Esma-i Hüsna’dandır: Zât şerefine nasib): 57
Eluk: Sefir, büyükelçi: 57
Mebadî: Mebdeler, başlangıçlar, ilk unsurlar. Prensibler: 57
Kalbüd: Kalıb, şekil. Gövde, beden. İnsan veya hayvan cesedi: 57
Amige: Hakikat. Karışık. Çiftleşme: 57

Behdel: Erkeğin memelerinin büyük olması. Sırtlan yavrusu: 41
Yal: Kuvvet, güç. Boyun, gerdan: 41
Tertil: Yerli yerinde güzel ve lâtif konuşmak. Düşüne düşüne okumak. Beyân eylemek
ve âşikâr kılmak: 1040= 41
Belde: Şehir, memleket. Yer, arz. Göğüs, sadr. İki kaş arasında kıl olmaması: 41
Maraz: Hastalık, illet, dert. Belâ: 1040= 41
Lay: Çamur. Kül. Tortu, posa: 41

Füsham: Göğsü geniş: 188
Mehdî Salih: 188
Kıhf: Kafatası: 188
Kuffaz: Eldiven: 188
Mukmah: Başını kaldırıp bir yere gözünü dikip duran kişi: 188

HİKMET VE İLİM
Levha: 20 Mayıs 2001… Bağımsız milletvekili Mail Büyükerman’ı kalabalık bir
yemekhânede görüyorum. Bana, “Mehdî ile alâkalı âyeti buldum!” diyor. Hangi âyet
olduğunu soruyorum, Yusuf Sûresi’nin 22. âyetini okuyor. Unutmayayım diye mavi kablı not
defterime yazıyorum. Ayrılırken tanıdığım bir genç onu çağırıyor; “gel bu arada kılabilirsin
namazını!” diyor. O da gelmeye niyetleniyor. (Kartal Cezaevi – Sadeddin Ustaosmanoğlu)

Yusuf Sûresi, 22. âyet: (Meâli: Yusuf, kemâl çağına varınca, kendisine (evvelâ)
hikmet ve ilim verdik. İşte iyilik yapanları biz böyle mükâfatlandırırız): 3197
Abdullah (Dehlevî): (Hacegân yolunun 29. büyüğü): 142+55= 197
Abdullah Necib: 142+55= 197
“Necib, men ene? – Necib, ben kimim?”: 197
Asdika: Sadıklar: 197
Kavafî: Kafiyeler: 197
Manzur: Görülen, bakılan, nazar edilen. Beğenilen: 1196= 197
Efsane: 197
Vakkas: Okçu. İyi muharebe eden. Savaşçı: 197
Afsun: Büyü, sihir, efsun: 197
Fanus: Fener. Sâbit ve süslü fener. Bazı şeylerin üstünü kapatmak için camdan
yapılmış kapak: 197
Hashas: Zâhir olma, âşikâr olma: 197
Mefza’: Sığınacak yer. Korku. Korku yeri: 197
Menkabe: Büyük kişilerin hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe: 197
Mi’zef: Çalgı âleti: 197
Müfezzi’: Hayretle ve şaşkın şaşkın baktıran: 197
Sanvan: Kaftan. Eski eşyaların muhafaza edildiği dolab veya sandık: 197
Uknum: Asıl: 197

Yusuf Sûresi, 22. âyet: 3197= 2198
Ebu-l Husayn: Tilki: 198
Kubus: Süratle yürüdüğünden yere tırnağının ucundan başka yeri değmeyen at: 198
Münakkah: Fazlalıkları atılmış, temizlenmiş: 198

Yusuf Sûresi, 22. âyet: 3197: 199
Ayasofya: 199
Münakkat: Noktalı, noktalamış. Nokta koymuş: 199
Halkabend: Toplanıp yuvarlak meydana getirecek şekilde oturma: 199
Mantık: Akıl yürütmeyi öğreten ilim. Konuşturan, söyleten. Akıl, nutuk, söz: 199
Sadaka: 199

Yusuf Sûresi, 22. âyet: 3197= 200
Semsem: Tilki: 200
Manzarî: Güzel, gösterişli ve yakışıklı adam: 1200
Garr: Alnında dirhemden büyük beyaz bulunan at: 1200
Nesif: İki kişi arasındaki sır: 200

ŞIRINGA
Levha: 29 Mart 2001… Anneme, Mehdi’nin bazı vasıflarını anlatıyorum. “Allah,
Resûlullah’a ilmi Cebrail vasıtasıyla bildirdi, Mehdî’ye ise doğrudan kendisi bildiriyor!”
diyorum. Bu sırada Mahmud Efendi Hazretleri, “şöyle bir top düşünün, -iki eliyle tarif ediyor-
, bu pamuğa şırınga ile su verdiğimizde pamuk kuru kalıp, su diğer taraftan çıkar mı? Çıkmaz!
Pamuk o suyu emer, toplayıp alır. İşte Mehdî’nin Allah’tan ilmi alması da böyledir!” diyor ve
bunları anlatırken Kumandanımız’ı kastediyor. (İstihareci)

Cebrail: Allah’ın emirlerini Peygamberlere bildiren büyük melek: 247
Azerm: Şefkat, merhamet. Haşmet, azamet. Haya: 248= 1247
Magare: Mağara: 1246= 247
Göz kapağı: 33+214= 247
Ragame: Toprak: 1246= 247
Mübadir: Bir işe hemen girişen: 247
Magavir: Kıtal eden, harbeden, çarpışan: 1247
Bermah: Burgu, matkab: 248= 1247
Emmare: Emreden. Cebreden: 247

Cibril: Cebrail: 245
Mader: Ana. Ümm: 245
Masduka: Doğru söz: 245
Erdem: Usta gemici: 245
Ermed: Gözü ağrıyan adam. Kül rengi, gri: 245
Çember: 245
Merre: Defa, kerre: 245
Hemr: Gözyaşı akıtmak. Süt sağmak. Hediye vermek. Su dökmek: 245
Macera: Olup geçen şey. Baştan geçen hâdise: 245
Mütehaddir: Örtünen, bürünen: 1244= 245

Süruş: Melek. Cebrail: 566
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+308= 566
Rum Sûresi, 7. âyet: (Meâli: Onlar dünya hayatından bir dış görünüşü bilirler.
ahirettense gafil olanların tâ kendileridir): 3565= 2566
Maunet: Allah’ın Salih kullarına imdadı, inayeti. Yardım. İmdad. Azık. Yol yiyeceği:
566
Meşkur: Şükre lâyık olan. Kendisine şükür arzolunan: 566
Fürfür: Semiz koç: 566

Top: Küre: 408
Tese’sü: Korkmak: 1407= 408
Hazret: Ön. Kurb. Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan: 1408
Guzat: Gaziler: 1408
Tahazzur: Hazır bulunma. Hazır olma: 1408
Otağ: Padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar: 1408
Çetu: Perde, örtü: 409= 1408

Top: 408= 1407
Nur Mehdî Muhammed: 407
Dabbe(t): Yürüyen mahlûk. Debelenen: 407

Mıhkan: Şırınga. Tenkiye âleti: 198
Yusuf Sûresi, 22. âyet: 3197= 2198

Mihcem: Çekip emmeye mahsus âlet: 91
Ramazan: 1091
Fuad: Kalb, gönül, yürek: 91

Hukne: Şırınga. Şırınga edilen ilâç: 163
Muhyiddin: 163
Kaptan: 163

İmsas: Emdirmek, emdirilmek. Suda erimiş ilâcı şırınga etmek: 222
Haydar: Arslan. Kahraman, yiğit. Gazanfer: 222
Bidare: Tutkun, âşık, düşkün: 222
Ceride: Yalnız, tenhâ: 222
Berk: Göğüs. Sadr: 222
İstizan: Bir hususta izin istemek, izin için danışmak: 1222

Mass: Emmek. Bir şeyi eme eme içmek: 130
Da’vâ cetvelinde Allah’ın YASİN ismi “Y” harfine, sayı değeri de: 130
Ayn: Göz. Pınar. Kaynak. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin şereflisi.
Diz. Altun. Nazar değme. Casus. Her şeyin iyisi. Muayene etmek: 130
Selil: Yeni doğmuş erkek çocuk. Netice, semere. Büyük, geniş dere: 130
Felek: Gök, gök katı, devir. Tali’, baht. Büyük ve dairevî olan herşey. Her gök
seyyaresinin gezdiği âlem. Dünya, âlem. Yuvarlak kütük, kızak: 130
Fenn: Hüner. Marifet. San’at. Tecrübe. İlim. Nevi, sınıf, çeşit, tabaka. Türlü. Fizik,
matematik, kimya, biyoloji ilimlerinin umumi adı: 130
Kul: “De, söyle, bildir” meâlinde emirdir: 130
La’l: Dudak. Kımızı. Al renk. Kırmızı ve kıymetli bir süs taşı: 130

Mass: Emici, massedici: 131
Hilkat: Doğuştan gelen vasıf. Yaratma. Yaratılış: 1130= 131
Kale: Dedi. O söyledi: 131
Nasik: Allah yolunda ibadet: 131
Salim(e): Sağlam. Sıhhatli. Sağ. Noksansız. Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve
korkusuz olan: 131
Menam: Uyku. Uyku zamanı. Rüyâ, düş. Uyunacak yer: 131
Silam: Hamd. Şükür. Taş. Su: 131
Asil: Esas. Köklü. Edebli, soylu. Muamelâtta kendi namına hareket eden. Akşam
vakti. Ölüm, mevt: 131
Esatin: Sütunlar. İleri gelen kimseler: 131

ELBİSE
Levha: 12 Mayıs 1999… Metris Cezaevi’ne gitmişiz. Kumandan’ın saçları kızıl.
Herkese emirler veriyor ve sonra “Esma ve Gülçin beyaz giysin!” diyor. Etrafıma bakıyorum
ve diğer hanımların renkli giyinmeye devam edeceğini düşünüyorum. (Gülçin Şenel)

İzdiyar: Ziyaret etme, gidip görme: 223
Kabir: Büyük, ulu. (Kabr: Mezar: 302… Mirzabeyoğlu: 1302): 223
Dervaze: Kapı. Şehir. Şehir kapısı, kale kapısı: 223
Irıp: Balık tutmaya yarayan büyük ağ: 223
Deryaçe: Göl, küçük deniz: 223
Kürrec: Top: 223
İkra: Kiraya verme (İkra’: Okutmak. “Oku” diye emretmek. Selâm göndermek. Yakın
gelmek. Ziyafet istemek): 223
Rikab: Üzengi. Büyük bir kimsenin huzuru, makamı: 223
Vezir: Hükümdar vekili: 223
Ziyare: Meşhur, şöhretli: 223
Ebrek: En bereketli: 223
Ekber: Daha büyük, en büyük: 223
Garize: Asıl. Yaratılıştan olan. Sevk-i ilâhî. Huy: 1222= 223
Tebyiz: Temizce yazma. Ağartma, beyazlatma: 1222= 223
Ziver: Süs, zinet: 223

Müsecher: Beyaz. Ak nesne: 308
Arvasî: 308
Şihab: Parlak yıldız. Kıvılcım. KAYAN YILDIZ: 308
Kubur: Kabirler, mezarlar, türbeler: 308

Siyab: Elbiseler, giyecek şeyler: 513
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 1512= 513
Tefellüc: Felc olma. Yarılıp çatlama. (Felc: Nüzul, inme. İki kısma yarılmak. Küçük
nehir. Fevz, zafer): 513
İsbat: Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu, ayak kaydırma: 513

Libas: Elbise. Karı ve koca. İctima. Şübhe kabul eden söz: 93
İfa: Ödemek. Yerine getirmek: 93
İsla’: Teselli verme, avutma: 93
Ümena: Emin kimseler: 93
Secl: İçi su dolu kova: 93

Telebbüs: Giymek. Giyinmek. İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek.
Örtülü olmak: 492
Abdülhakîm Arvasî: 493= 1492

28.08.2008- SAYI: 86

İNŞİKAK SÛRESİ
Levha: 7 Mart 1995… Dünya… Etrafını çeviren bir şeyden bahsediliyor ve bunun
İnşikak Sûresi ile ilgisi… “Dünyanın 500 senedir beklediği” diye, biriyle ilgili konuşuluyor;
ve dünyanın etrafını çevirenin güneşle dünya arasında perde olduğu… Ben, dünya ve güneşi,
fezada bir yerde gibi durarak seyrederken, bu konuşmaları duyuyorum!

İnşikak: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma: 552
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322= 1552
Esna: Ara. Aralık. Sıra. Vakit. Zaman: 552
İktinaf: Bir şeyin etrafını kuşatmak: 552
Mutabakat: Uygunluk. Lafzın, mevzuu olduğu mânânın tamamına delâleti: 552

Haylulet: Araya girme. İki şey arasına girip hicab olmak: 484
Kaptan Gusto Müslîman: 163+101+221= 485= 1484
Kaptan Mirzabeyoğlu: 163+322= 485= 1484
Fercar: Pergel. (Pergel kelimesi, Kürtçe’de “sistem” mânâsına geliyor): 484
Afitab: Güneş. Pek güzel. Çok güzel yüz: 484
Mütehavvil: Bir hâlde durmayan, başka şekle girip değişen. Bir yerden diğer yere
nakleden: 484
Mütekebkib: Kaftanına bürünmüş: 484
Destek: Küçük el. Payanda: 484

Vasat: İki şeyin arası. Orta, merkez, ara. Meydan. Cemiyet muhiti. İç: 75
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075
Leyle: Bir tek gece, bir gece: 75
Ubab: Her nesnenin muazzamı, her şeyin büyüğü. Cemaat, topluluk. Taşkın sel suyu.
Pek taşkın, coşkun: 75
Hilâlî: Yeni ay şeklinde olan: 75
Milad: Doğum günü. Hazreti İsâ’nın doğum günü kabul edilen yılbaşı: 75
Edlem: Karayağız, siyah adam. Uzun boylu. Uzun yanaklı. Kara eşek. (Bir rivayette,
Mehdî’nin eşeğinin 12 metre olacağı söyleniyor… İmâm-ı Nablusî’nin Rüya Tabiri kitabında,
rüyâda eşek görmenin makbullüğünü anlatmanın mümkün olmadığı belirtiliyor; o kadar
makbul… Eşek; yük yüklenen, sabırlı, mânâyı yüklenen, lisân): 75
Zelzal: Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma: 75

Vesatet: Araya girme, aracılık, vasıta olma: 476
Alâeddin Atar: 476-477
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+322= 476
Diae(t): Şehadet parmağı: 476
Kehanet: (Yevmiye: İslâm’da kehanet diye bir şey yoktur, basiret vardır, feraset
vardır. Allah bildirince de herkes bilir…): 476
Televvüm: Muntazır olmak, beklemek: 476

Meâli
1-2: Gök yarılıp Rabbine boyun eğdiği zaman –ki boyun eğecektir.-
3-4-5: Yer düzeltilip içinde olanları dışarı atarak boşaldığı zaman ve yer Rabbine
boyun eğdiği zaman –ki yer boyun eğecektir.- (Herkes yaptığının karşılığını görecektir)
6: Ey insanoğlu! Sen Rabbine kavuşuncaya kadar çalışıp çabalarsın, sonunda O’na
kavuşacaksın.
7-8-9: Amel defterleri kendisine sağından verilen kimse, kolay geçineceği bir hesaba
çekilir ve arkadaşlarının yanına sevinçle döner.
10-11-12: Ama amel defterleri kendisine arkadan verilen kimse, “mahvoldum” diye
bağırır ve çılgın alevli Cehennem’e girer.
13: Çünkü o, dünyada, adamlarının yanında iken zevk içindeydi.
14: Zira; o, bir daha dirilip dönmeyeceğini sanmıştı.
15: Bilin ki, Rabbi onu şübhesiz görmekteydi.
16: Akşamın alaca
17: Geceye ve gecenin içinde olan şeylere and olsun;
18: Dolunay hâlindeki ay’a and olsun ki:
19: Ey insanlar! Şübhesiz siz bir durumdan diğerine uğratılacaksınız.
20: Onlara ne oluyor da inanmıyorlar?
21: Onlara Kur’ân okunduğu zaman neden secde etmiyorlar?
22: Aksine, inkârcılar yalanlıyorlar.
23: Oysa, Allah, onların sakladıklarını çok iyi bilir.
24: Inlara can yakıcı azabı müjde et.
25: Yalnız, inanıp yararlı işler işleyenlere, onlara kesintisiz ecir var.

Rüyâ Tâbiri
İmâm-ı Nablusi Hazretleri: Rüyâda İnşikak Sûresi’ni okuduğunu görmek, kendi
nefsini hesaba çeken, Kıyamet günü amel defterini inşallah sağ tarafından alanlardan olur. Bu
rüyâ aynı zamanda o senenin bolluk ve bereketli geçeceğine delâlettir.

Toplam Ebcedler
İnşikak Sûresi’nin toplam ebcedi: 32964
İstibşar: Müjde almak. Hayırlı, iyi haberle sevinmek: 964
İstişrab: İmâ ederek ve kapalı olarak anlatmak isteme. İçmek isteme: 364
Nakiza: Dağ içindeki yol: 965= 1964
Nezire: Adak: 965= 1964
Tesniye: Vasıflandırma. Arabça’da bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli: 965=
1964
Ahşican: Zıtlar. Dört unsur. (Toprak, su, hava, ateş): 965= 1964

İnşikak Sûresi toplam ebcedi: 32964
Zıllullah: Allah namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. Halife ve
pâdişahın namı. (Allah’ın gölgesi): 996
Şühus: Yüksek olmak. Bir yerden bir yere gitmek. Gözünü bir yere dikip hareket
ettirmeden ve kapağını açıp yummadan durmak. Bir hâdisenin meydana gelmesinden dolayı
acı çekip kararsız olmak: 996
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+332= 997= 1996
Münakaza: İki sözün mânâsının birbirine zıd olması. Bir sözü evvelce söylendiği
kelâma zıd ve muhalif söylemek: 996
Menzur: Adanmış, nezrolunmuş, va’dedilmiş: 996
Hurkus: BİT gibi bir böcek: 996

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Noktalı harfler): 23464
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1312= 1463= 464
Dest: El. Kuvvet. Kudret. Tasallut. Fayda. Yardım. Âli makam. İkmal: 464
Tevazün: Denklik. Muvazene hasıl olmak. Aynı tartıda çıkmak: 464
Efzunî ömr: Uzun ömürlü olma: 464
Muhteva: Kaplanan, içine alınan. Bir şeyin içindekiler. İçindeki şey: 464
Beyanat: 464
Cinayet: Adam öldürmek, katl: 464

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Noktalı harfler): 23464= 487
Seyyid Fehim (Arvasî): 487
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302= 1487
Celcelutiye: hazret-i Ali tarafından cifr ve ebced hesabiyle tertib edilen Süryanice
kaside. Esas mânâsı BEDİ’ demektir: 487
Tecdi’: Vücudun bir tarafını kesme: 487

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Noktasız harfler): 9500
Salih İzzet mirzabeyoğlu: 691+477+332= 1500
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500
İmtihan: Tecrübe etmek. Bir şeyin hakikatine ıttıla peyda etmek için çok dikkatle
düşünmek. Selâhiyet veya selâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş: 500
Ketf: Omuz. Omuz kemiği. Parça parça kesmek ve bağlamak: 500
Kazez: Pire: 1500

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Noktasız harfler): 9500= 509
Mahmud Encir (Fagnevî): (Başbuğ Veliler 33’den: Namsız ve nişânsız mânâ
kahramanı Ârif (Reyvegeri) Hazretlerinin en ileri müridi… Derken halifesi ve Has Oda
yolunun onikinci konak noktası… İrşad makamına geçince, gizli zikirden alenisine geçtiği
görüldü. Halbuki bu yolun fârikası ve has oda sırrının hususiliği, gizli zikir… Nasıl izâh
etmeli?.. Acaba ne oldu da Mahmud Encir Fagnevî Hazretleri an’aneyi değiştirdi? Değişen bir
şey yoktur. Yolun temel an’anesi yolundadır. Bu tecelli, onda, bir hâlet, maslahat ve hikmet
icabıdır; ve kendisi bizzat gizli zikir yolundan aldığı feyzi dağıtmaya memurdur. Açık zikre
başlamaları veya zikri açıklamaları, mürşidi Ârif Reyvegeri Hazretlerinin ölüm döşeğine
serildiği ana rastlıyor. Reyveger köyünün tepelerinde, Mahmud Encir Fagnevî Hazretleri,
etraflarında büyük bir istekliler halkası birdenbire açık zikre başlıyorlar. Tam o ânda büyük
mürşid Ârif Reyvegerî hasta yatağından doğruluyor ve gözlerini uzaklara, eski müridinin,
yeni mürşidin hâline dikip şöyle diyor: “Mahmud’un bu tavrı bize vaktiyle işaret edilmişti”…
Ve açık zikir devam ediyor… Daha birkaç büyükte kendisini gösteren bu hâlet, içinde
bulundukları ânın icâbına göre mevzii bir tavırdan ve bir mizaç hususiyetinden ileri geçmez
ve “Altun Silsile”ye hâkim ana fârikayı değiştirmez): 1508= 509
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510= 1509
Tatmin: İkna etmek. Kandırmak. İnsanın kalbini emin etmek. Rahatlandırmak: 509

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (En küçük ebced): 2160
Itaf: Kaftan: 160
Nik: Dağın yüksek yeri, dağ tepesi. Kızgın, hiddetli kimse: 160
Selatîn: Sultanlar: 160

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (En küçük ebced): 2160= 162
Yasin Sûresi, 58. âyet. (Noktalı): (Meâli: Esirgeyen Rab’den bir de “selâm” vardır):
162
İNSAN: İns. Nisyan: 162
İkan: İyi ve yakînen bilmek. Sağlam iş: 162
İfa’: Çocuğun büyümesi: 162

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Büyük ebced): 52056
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055= 1056
Mübdi: Gizli sırları açıklayan. Her şeyi hiçten halkeden. Başlayan. (Esma-i
Hüsna’dandır): 56
Mahi: Balık. Semek: 56

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Büyük ebced): 52056= 108
Hakk: Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sabit ve doğru olan şey. Adalet.
Hakikate uygunluk. Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. Münasib. Din, İslâmiyet, Kur’ân.
Vukuu vâcib. Kıyamet. Yapacağını yalansız yapan kimse. Musibet: 108
Zevata: İki zat. İki sahib. Çift: 1108
Ziman. (Kürtçe): Dil, lisân: 108
Muhkem: Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
Kuvvetli olan söz: 108
Müsedded: İstikamette amel eden kişi. Uzunlamasına doğrultulmuş: 108
Müseddid: Tıkayan, sed yapan. Tıkanmış, sed yapılmış. Doğrultan. Doğru yola sevk
eden: 108
Veraset: Miras sahibi olma: 1107= 108
İzhar: Açığa vurma. Meydana çıkarma. Göstermek: 1107= 108
Muhiss: Hissettiren, duyuran: 108
Hasil: Sığır buzağısı: 108

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (En büyük ebced): 205246
Ragame: Toprak. (Hak: Toprak. Turab… Hak: Vasat. Vasatî. Orta): 1246
Rum: Osmanlı Devleti ve Arabistan harici yerler. Anadolu. Romalı: 246
Ma’sum: Günahsız, suçsuz: 246
Mur: Karınca: 246
Ma’kul: Akla yakın, aklın kabul edeceği: 246
Magare: Mağara: 1246
Göz kapağı: 33+214= 247= 1246

İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (En büyük ebced): 205246= 451
Salih Mirzabeyoğlu: 129+322= 451
Seyyid Mahmud Hayranî: 451
Tahtim: Mühürleme. Mühür basma. Tamamlama: 1450= 451
Nakkaş: Nakış yapan: 451
Mürteza: Beğenilmiş, seçilmiş, ihtiyar olunmuş: 1450= 451
Müteceddid: Yenilenen, yenilenmiş olan: 451
Mita’: Bir yerin son bulduğu yerin sonu. Geniş yol. Yolların birleştiği yer: 452= 1451
Mugtebıt: Gıbta olunmuş, hâli iyi olan kimse: 1451
Müctehed: İçtihad olunmuş: 452= 1451

MESAJ
Levha: 30 Ağustos 2007… Kumandan, “bu milletin tarih boyunca horlanan
kadınlarının haklarını koruyan kahraman kızlarına ve analarına!” diye mesaj yayınlamış.
(Zuhurat – İstihareci)

Peyam: Haber. Kürtçe’de “mesaj” demek: 53
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052= 1053
Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve medhedilmeye lâyık. Çok sevilen.
Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi: 53
Mühce: Can, ruh: 53
Hılye: Güzel sıfatlar, iyi hasletler. Süs, zinet. Allah Resûlü’nün evsafı ve bundan
bahseden ilim: 53
Ganec: Şeyh. Baş. Hoca: 1053
Dalgıç: 1053
Gamuz: İtham olunan, töhmet altında bırakılan: 1053
İgna’: Kifayet edip bir şeyin yerini tutmak. Zengin etmek: 1053
Meci’: Gelme, geliş: 53

Mesaj: 108
İnşikak Sûresi toplam ebcedi. (Büyük ebced): 52056= 108
Desthilatdar. (Kürtçe): İktidar, güç sahibi: 1108
Müsabega: Tamamlamak, yerli yerince etmek: 1108
Zenan: Kadınlar: 108

Havatin: Şerefli kadınlar: 475
Ez-ost: Ondan: 475
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+322= 476= 1475
Siyadet: Seyyidlik: 475
Duat: Duâ edenler: 475
İstitbab: Doktora başvurma. İlâç arama. Çare isteme: 475
Tahzin: Hazin hazin Kur’ân okuma. Kederlendirme: 475
Hestî: Varlık. Var olma. Mevcudiyet: 475
Mühlet: Vakit. Bir işi bir zaman için geri bırakmak: 475
İstihza’: Alay etmek. Birini gülünç duruma düşürmek: 475
Işka’: Sarmaşık adı verilen bitki: 475
Sütüde: Övülmüş, medhedilmiş. Övülmeye değer: 475
Temehhül: Takdim etmek. İşinde acele etmemek. Hayırda takaddüm etmek: 475
Nükte: İnce mânâlı söz. İbarenin asıl mânâsından başka olan nazik ve lâtif mânâ,
dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. Yere ağaçla vurup eser bırakmak: 475

Havatin: Şerefli kadınlar: 475
“20 Yıl Beraber”: 20+50+405= 475
Tavassut: Vasıtalık. Ara bulmak için araya girmek. Aracılık. İyi ile kötü arasında
mutedil olanını almak: 475
Tavtin: Bir yerde yerleştirme. Yurtlandırma. Bir şeye bağlanıp onu neticelendirme.
Makam tutunmak. Gönlünü bağlamak: 475

Ezmar: Kahramanlar: 942
Müsbit: İsbat eden, tesbit eden. Hakikat olduğunu, doğruluğunu belli eden: 942
Müsbet: İsbat olunan. Delilli. Yazılıp kaydedilmiş. Teslim edilmiş olan: 942
İstitmam: Tammalama, tamamlamaya çalışma. Tammalanmasını isteme. Bitirmek için
uğraşma: 942

Yevmiye: (Mart 1983)… Üstadım’ın, “Dünya müslümanlarına ve özellikle gençliğe
mesajınız?” sualine verdiği cevab: Bunu aynen yazın, altını çizin: Bu mesaj, benim
“İdeolacya Örgüsü” isimli kitabımda özleştirilmiştir… İslâm âlemi, şeriatten zerre feda
etmeksizin, onu yeni zaman ve mekâna tatbik edecek mütefekkire muhtaçtır; yoksa, kaba
softa, ham yobaz tipi ile cahil ve nasibsiz reformcuya ümit bağlanacak olursa, İslâm âleminin
hâli şu ânda nasılsa işte öyle olur!

TALÂK
Levha: 12 Yemmuz 2008… Kur’ân-ı Kerim’den âyetler. Kumandan tefsir kitabı
yazmış; Fetih Sûresi olabilir. Ama ben, Talâk Sûresi’nin son sayfasının ilk âyetini
okuduğumu hatırlıyorum. Ezan okuyup suya dalıyorum; göğe bakıp Kumandan’ı görüyorum.
(Kırıkkale F-Tipi Cezaevi –Yahya Yıldırım)

Tefsir: Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek. Anladığını
anlatmak. Kur’ân’ın mânâsını anlatan kitab. Ehl-i Hadîs ıstılahında Tefsire dair hadîs-i
şeriflere “Tefsir” denilir: 750
Mehdî Salih: 59+691= 750
İhtişam: Debdebe. Şanlı görünüş. Etbâ dairesi ve takımının kalabalıklığı: 750
Herseme: Arslan, gazanfer, esed, haydar. Burun: 750
Mütegaşşi: Kendinden geçen. Bürünen, örtünen: 1750
Hasîn: Küçük balta: 750
Hanık: Boğmak: 750
Tenakkur: İçtima etmek, toplanmak: 750
Tesfir: Yolcu etme, yola çıkarma, sefere gönderme: 750

Feth: Açma, başlama. Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret. Faydalı şeyleri elde
etmek için yolları açmak: 488
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302= 1487= 488
Tahlim: Kızgınlığını ve öfkesini giderme. Sakinleştirme, teskin etme: 488

Talâk: Boşamak. Boşanmak. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. Nikâhlı
karısını bırakmak. (Kur’ân’ın bir sûresi; “Nisa Sûresi” de denir): 140
İsa: 140
Itlak: Affetme. Boşanma. Salıvermek. Serbest olup her tarafta bulunmak. Cezadan
kurtarmak. Koyuvermek: 140
İlhak: İlâve etmek, katmak: 140
Müselhab: Müstakim, doğru: 140

Talak Sûresi, 6.âyet: (Meâli: -Boşadığınız –o kadınları, gücünüzün yettiği kadar
kendi oturduğunuz yerde oturtun. Bir de üzerlerine tazyik yapmak için onlara zarar vermeye
kalkışmayın. Eğer gebe iseler, çocuklarını doğuruncaya kadar nafakalarını verin. Sonra sizin
hesabınıza çocuklarınızı emzirirlerse, o vakit de onlara ücretlerini verin. Ve aranızda iyilikle –
ücret işini- müşavere edin. Eğer güçlüğe uğrarsanız, o takdirde baba hesabına çoçuğu başka
bir kadın emzirecektir.): 14158
Mehdî Gavs: 62+1096= 1158
Hunk: Boğmak. Boğazını sıkıp öldürmek. Boğazı sıkılıp boğulma: 158

Talâk Sûresi, 6.âyet: 14158: 172
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1171= 172
Asabi: Sinirli, öfkeli. (İ’tisab: Sinirlenme, asabileşme. Kanaat etme… Hadid: Keskin,
öfkeli, hiddetli, çabuk kavrayışlı. Demir, çelik. Sert, kavi olan. Hudut ve sınır komşusu): 172
A’nan: Ufuklar. Ağacın ucu: 172
Ukub: Her nesnenin sonu: 172
Akab: Topuk. Ökçe. Bir şeyin hemen arkası. Bir şeyin gerisinde olan zaman veya
mekân: 172
Akib: Ayağın ökçesi. Adamın evlâdı: 172
Mevsul: Erişen. Vasıl olan. Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş.
Vasletmiş: 172

Talâk Sûresi, 6. âyet. (Noktalı harfler): 10820
Hayrî: Hayra âit: 820

Talâk Sûresi, 6.âyet. (Noktalı harfler): 10820= 830
Müteşeffi: Şifa bulan. Öcünü alarak rahatlıyan: 830
Adahik: Şakalar, gülünç şeyler: 830

Talâk Sûresi, 6. âyet. (Noktasız harfler): 3338
Kaptan Kusto: 163+175= 338
Musarrah: Açıklanmış, izâh edilmiş. Aşikâr, açık, açıkça, belli: 338
Firzan: Arif. Fen sahibi kimse: 338
Akvarel: Sulu boya resim: 338
Evşal: Damla damla akan su. Birbiri ardına katar gibi peşpeşe gelen kimseler: 338
Mubassara: Görme yarışına çıkma: 338

Talâk Sûresi, 6.âyet. (Noktasız harfler): 3338= 341
Mugrak: Batmış veya batırılmış (suya). Gark edilmiş: 1340= 341
Merak: Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük. Dalgınlık.
Kara sevdâ. Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı: 341
Safsaf: Söğüt ağacı: 341

Talâk Sûresi, 6.âyet. (En küçük ebced): 736
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+506= 1736
Halûk: İyi huylu, güzel ahlâklı: 736
Hulusî: Samimi, candan. Hâlis ve içi temiz olan: 736
Mutasavver: Tasavvur edilmiş. Tasvir edilen. Hatırdan geçen. Kabil: 736
Mutasavvir: Tasavvur eden: 736
Zahil: İhmâl eden. Unutan: 736
Nufaha: Su üstündeki kabarcık: 736
Ezkiyad: Keskin zekâlılar: 736

Talâk Sûresi, 6.âyet (Büyük ebced): 19731
Halık: Yoktan yaratan Allah: 731
Halak: Nesib. Hisse: 731
Ezka: En anlayışlı. En zeki: 731
Zaki: Güzel kokulu, keskin kokulu: 731

Talâk Sûresi, 6.âyet. (En büyük ebced): 73835
Fezleke: Hülâsa. Netice. Öz. İcmâl: 835

Talâk Sûresi, 6.âyet. (En büyük ebced): 73835: 908
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1302= 1908

Talâkat: Dil açıklığı. Selâset. Düzgün sözlülük. Güler yüzlülük: 540
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2539= 1540
Rahman Sûresi, 19. âyet. (Noktasız): 540
Katlâ: Öldürülmüş kimseler: 540
İsti’dad: Kabiliyet: 540
İstihmal: Yükleme, yükletme. Havâle etme, havâle edilme: 540
Mütemenna: İstenilen, temenni olunan: 540
İstinkâh: Bir kadını nikâhla isteme, nikâhlamak isteme: 540

Ezan: Namaza davet. Kamet getirmek. Bildirmek: 752
İktiran: Ulaşmak. Yaklaşmak, yetişmek. İki şeyin bir araya gelmesi. İki nimetin aynı
anda bulunması gibi: 752
Keramet-i kevniye: 752
İ’tiraf: 752

Gavs: Dalgıçlık. Suya dalmak. Bir meselenin derinliğine ve hakikatine muttali
olup bilmek. İyi anlamak. Maslahata gayret ile girmek: 1096
Name: Kitab. Mektub. Risâle: 96
Vek’: Akreb sokmak: 96
Selv: Kanaat vermek: 96

Müserrah: Bırakılmış, boşanmış: 308
Gubşe: Toprak renkli olmak: 1307= 308
Sarih: Açık, belli, âşikâr. Sâf ve hâlis olan: 308

Âyet: Eser. Nişân. Alâmet. İşaret. Menzil, mekân. Kur’ân’ın her bir cümlesi: 411
Nişan. (Kürtçe): Yüzdeki siyah benek, ben: 411
Cibve(t): Toplamak. Cem’etmek: 411
Hıyaz(a): Suya dalmak: 1411
Riyazet: İdman. Nefsi kırma, az gıda ile geçinme: 1411
Taazum: Gözünde büyümek. Büyük görülmek: 1411
Terazi: Birbirini razı etmek. Uyuşmak: 1411

MEŞHER
Levha: 29 Temmuz 2008… Kumandan bir tezgâh açmıştı. Orada telkin ve propaganda
yapılacak sanıyorum. Birileri benim onun yanına gitmemi engellemek istiyor. Ne olursa olsun
diye onun yanına gidiyorum. Kumandan, orada bir takım şeyler satmaya başlıyor… Alışveriş
var… Müşteri turistlerden bazıları, müstehzi bir şekilde “bu adam korkulucak biri değilmiş!”
diyorlar. (Kandıra F-Tipi – Celâleddin Sami Erengül)

Meşher: Teşhir yeri. Gösterme yeri. Sergi: 545
Mukteda: Kendisine uyulan. Önde giden. Müctehid. Pişivâ. İmâm: 545
Müstedam: Sürekli, devamlı. Sürüp giden. Devamlı istenen: 545
Meraşid: Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar: 545
Kalite: Vasıf: 545
Merşe: Yuvarlak cisim: 545
Ebu-l vakt: Vakit ve hâlin tesirinde kalmayanlar. Vaktin babası: 546= 1545

Bayi’: Satıcı. Mal satan: 83
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332= 1082= 83
Necl: İstihraç etmek, meydana çıkarmak. Oğul, evlâd, çocuk. Kuşak, nesil, sülâle.
Atmak. Ayak ucuyla vurmak. Yerden çıkan su: 83
Bâf: Dokuyucu mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 83
Mücadele: 83
Eblim: Bal, asel: 83
Hamele: Taşıyanlar, yüklenenler, kaldıranlar: 83
Hamle: Hücum etme. Saldırış. Atılış. Savlet: 83
İhtimam: Süpürmek, süpürülmek: 1082= 83

Ecneb: Ecnebi, garib, yabancı. İtaatkâr olmayan. Sert başlı at: 56
Mezzah: Lâtifeci, şakacı: 56
Dahten: Bilmek: 1055= 56
Hazım: İhtiyatlı, akıllı, gözü açık: 56
Mazriye: Razı olma, memnuniyet: 1055= 56

Ecnebi: Yabancı. Garib. Alışmamış. Başka milletten olan: 66
Nevî: Yenilik: 66
Nevade: Torun. (Nevad: Mahzen. Dil): 66
Vîn. (Kürtçe): İrade: 66
Vîn: Boya, renk. Siyah üzüm: 66
Seha: Büyük cüsseli: 66
Seda’: Bezin hatası. (Üstadım’ın düzen mamulü dışında kalan Müslümanları “dokuma
hatası” diye vasıflandırması hatırlanmalı): 66
Vess: Suya dalmak: 66

Müşteri: Malı parayla alan. Satılan malı alan. Bir yıldız ismidir. Jüpiter. İstekli,
arzulu: 950
Teennüs: Müennes olma: 951= 1950
Mufaddıl: Faziletlendiren: 950
Ebu-l fadl: Altun: 950
Mufazzal: Başkalarına üstün tutulmuş: 950
Mahduş: Tırmalanmış. Vesveselendirilmiş: 950
Mütemetti’: Menfaatlenmiş, faydalanmış. Umre ve Hacc için ihram bağlamış.
Kazanan, kâr eden: 950
Sırat-ı müstakim: Doğru yol: 950
Nüzur: Korkutmak: 950
Temşir: Sevinmek. İzhâr etmek, göstermek: 950
Nezr: Adak adamak: 950

Ahz u itâ: Alışveriş: 1389
Fahiş: Haddini tecavüz eden. İfrat. Mübalâgalı: 389

Ahz u itâ: Alışveriş: 1389= 390
Nemeş: Yüzde olan siyah ve beyaz noktalar. Nakış hatları. Dağınık, parçalanmış
şeyleri toplamak: 390
Muarref: Tarif edilmiş, anlatılıp bildirilmiş. Bildik. Bilinen. Belli. Sınırlı. Hudutlu:
390
Muarrif: Tarif edici. Tanıtan. Tercüman: 390
Mukrin: Birlikte. Beraber: 390
Kurs: Kelebçe. Çevrik nesne. Yuvarlak. Tekerlek şeklinde olan: 390

Bey’u şira: Alışveriş. Alım-satım: 598
Sernivisar (Kürtçe): Başyazar: 598
Muhnis: Birine verdiği sözü geri alan: 598
Münşerih: Gönlü sıkılmayan, neşeli: 598
Müstasveb: Doğru sayılmış, makbul görülmüş: 598
Müstasvib: Doğru sayan,makbul gören: 598
Tesahsu’: Döndürmek: 598
Jimnastik: 598

Müstehzi: İstihza eden. Biriyle eğlenen: 522
İktinan: Saklanma. Gizlenme: 522

İstihfaf: Küçük ve aşağı görmek, küçümsemek, tahkir ve tahfif etmek: 1222
Perhude: Saçmasapan söz. Ateşten dolayı sararmış eşya: 222

İstihfaf: 1222= 223
Asalak: 223
Tarid: Kovulmuş, uzaklaştırılmış: 223

Emin: Kendisinden korkulmayan. Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta
olan. Korkusuz. Kendine inanılan. İtimad edilen. İnanan, güvenen. Çok iyi bilen, şübhe
etmeyen: 101
Gusto: Zevk ve takdir: 101
Kelân: İri, cüsseli, büyük. Heybetli. Geniş, enli. Baş: 101
Kuhken: Dağ kazıcı, dağ deviren. (Üstadım’ın Noktalama’sı: Kaf dağını elemek kolay
mı dolay dolay, -Var ol ey ulvi zorluk, yere bat sefil kolay!): 101
Mümiye: İşaret eden: 101
Sabah: 101
Sema: Gökyüzü. Asuman. Gök. Gölgelik. Bulut ve emsali örtü: 102= 1101
Men hüve?: O kimdir? (İsâ Peygamber için söylenen: O kimdir?): 101
Gams: Yıldız kayması. Suya dalma: 1100= 101
Temessuh: Şekil değiştirme, şekil değişimi: 1100= 101

TELEVİZYON
Levha: 19 Temmuz 2008… Kumandan bir televizyon proğramında sunucuyla beraber;
siması aynı Pakistanlılar’ı andırıyor. Sakalı yok, çok güzel hilâl şeklinde siyah bıyığı var.
Genç ve diri bir görüntüsü var. Necdet Kocataş ağabey uzanmış, Kumandan’ı izliyor. Ona
heyecanla, -Mehdi’nin bir gecede gençleşeceğini kastederek-, “Ağabey, Kumandan nasıl
gençleşmiş!” diyorum, o da bana “koşmaktan, spor yapmaktan!” diye cevab veriyor. (Ferhat
Balaban)

Televizyon: 524
Çistan: Bilmece: 524

Celb-i suret: Televizyon. Uzakta olan bir şeyin suretini –resmini- yanına
getirmek: 731
Talâk Sûresi, 6. âyet. (Büyük ebced): 19731
Müterasil: Mektublaşan, haberleşen: 731
Zekve: Tamamlamak. Kesmek: 731

Şarib: Bıyık. İçen: 503
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503
Cerş: Bir şeyin kabuğunu soyma, kazıma. (Necb: Kabuk soyma): 503
Batik: Keskin: 503
İbs: Sevinmek, ferah: 503
Segab: Kesmek. Dere içinde yağmurdan biriken su. İyi ve tatlı su: 1502= 503
İgtimas: Suya dalma: 1502= 503

Necdet: Yiğitlik, şecaat, kahramanlık. Harb ve kıtal. Yeis, korku. (Necd: Açık ve
işlek yol. Yüksek yer. Minder, döşeme gibi oturacak şeyler. Ağaçsız mekân. Mahir
kılavuz. Yiğitlik hâli. Gamlılık. Hasma galib gelmek. Çok terlemek. Meme. Suudi
Arabistan’ın doğu mıntıkası): 457
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1302= 1456= 457
Havceme(t): Kırmızı gül: 457
Muhazat: Yüzyüze gelme: 457
Ettun: Hamam külhanı. (Üstadım’ın şiirinden: Yaklaştım hamamda külhan yerine; -
Yaklaştıkça daha sıcak bölmeler… -Saplandı mı akıl bir kez derine, -Her ân dirilmeler, her ân
ölmeler…): 457
Meziyyet: İyilik. İyi ve salih hareket veya faaliyet: 457
Mahiyat: Mahiyetler. Esaslar. Hakikatler. İçyüzleri:457
Müteheyyib: Heybetlenen. Heybetli: 457
Nüvat: Nüveler, çekirdekler: 457
Tecennüd: Bir yere toplanıp asker olma: 457
Tenebbüh: Uyanmak. Kendine gelmek. Aklını başına alma: 457
Tevaggun: Savaşta sebat edip ilerlemek: 1456= 457
Tevakül: Birbirini vekil etme: 457

Taz: Koşma, koşuş: 408
Teehhüb: Hazırlanmak: 408
Te’z: Yara. Cenk edip dövüşürken birbirine yakın olup yoldaşını gözetmek: 408

Tek: Koşma, seğirtme: 420
Hidayet: Doğruluk. İslâmlık: 420
Hüreyre: Kedi yavrusu: 420
Müşgin: Siyah şey. Misk kokulu: 420
Na’ş: Kefene sarılıp tabuta konmuş ölü. Cansız vücud: 420
Tebahbuh: Durmaya, oturmaya, girmeye, çıkmaya kadir olmak. Ortada oturmak: 420
Tedcic: Gökyüzünün bulutlu olması. Silâh kuşandırmak: 420

Spor (Sipor): 278
Arvasî: 278
Sipare: Ku’rân’ın her bir cüz’ü. Küçük kitab, mecmua. Otuz cüz: 278
Icre: Başına tülbend sarmak: 278
Murahhil: Bir yerden diğer bir yere göçüren: 278
Raabe: Büyük olmak. Genişlik, vüs’at: 278
Rev’a: Kendisini görenleri şaşırtacak derecede güzel olan kadın veya kız: 278
Ubur: Geçmek. Atlamak. Zorlamak. Suyun öbür yakasına geçmek. (Abr: Sudan veya
başka bir yerden geçmek. Rüyâ tâbir etmek. Söylemeden bir şeyi düşünmek): 278

GENÇ-İNSAN
Levha: 31 Ocak 1999… Etraf kargaşa içinde, Arabistan’dan gelen insanlar. Hac
mevsimi bitmiş ve herkes buraya geliyor. İnsanların üzerinde beyaz elbiseler var. Biz bu
kişilerle büyük bir odaya giriyoruz. İçeriye Peygamber Efendimiz giriyor. Üzerinde beyaz bir
elbise; genç oluşu dikkatimi çekiyor. Avucunun içinde beyaz bir toz var. Bu tozları insanların
suratına üfleyerek onları uyutuyor. Sıra bana geliyor; avucunu açarak, suratıma beyaz tozu
üflüyor. O ânda gözlerimi zorla açık tutmaya çalışmasam uyuyacak şekildeyim. Peygamber
Efendimiz’in, “Düşmanlarınız sizin uyuduğunuzu zannedip yanınıza geldiklerinde, siz uyanıp
onlara saldıracaksınız!” dediğini duydum… Ve o sırada gözkapaklarımı tutacak hâlim
kalmadığından uykuya dalmıştım. (Rukiye Şenel)

Civan: Genç. Taze: 60
Sin( İnsan) harfinin ebced değeri: 60
Mucîz: İcazet veren, izin veren: 60

Seff: Toz hâline getirilmiş ilâç. İlâcı toz hâline getirme. Dokumak. Ahzetmek,
almak: 140
Mesdul: Salıverilmiş, serbest bırakılmış: 140
Mesbah: Doğacak yer ve zaman: 140
Nass: Kat’ilik ve kesinlik. Tevile ihtimali olmayan söz: 140
Ank: Kapı, bab: 140
Cafun: Karpuz: 140
Nitaf: Saf ve duru sular: 140
Selim: Sağlam, kusursuz. Refah ve selâmet üzere bulunan: 140

Nevm: Uyku. Uyumak. Rüyâ. Sönmek. Sükun: 96
Bedîî: Bedi’ ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlâhî ve güzel eserlere müteallik
bulunan: 96
Gîsu: Uzun saç, omuza dökülen saç: 96
Müekkel: Vekil edilen kimse. Vekil tâyin olunmuş kimse: 96
Müekkil: Vekil tâyin eden: 96
İdman: Alıştırmak. Meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket. Beden terbiyesi.
Jimnastik: 96

TANIMA
Levha: 3 Nisan 2001… Kumandan, yanında bir hanım ve kızı, bir vasıtada. Bir adam
arabaya biniyor ve Kumandan’a “ben seni tanıyorum!” diyor; aralarında kısa bir konuşma
geçiyor. (Gülşen Hanım)

Güvah: Bilen. Tanıyan. Şahit. Gören: 32
Leb: Dudak. Şefe. Kenar. Sahil. Kıyı: 32
Pel. (Kürtçe): Sayfa: 32
Lübb: İç. Öz. Her şeyin iyisi, hulâsası. Akıl, içli şeyin içi: 32
Lebb: Lâzım olmak. Akıllı olmak: 32
Pül: Köprü: 32
Kebud: Mavi. Gök rengi. 32
Salis(e): Üçüncü: 1031= 32
Bel: Bedenin ortası. Geminin ortası. Dağın iki zirvesi arasındaki kavisli yer: 32
Bel: Ökçe: 32
Bâl: Boybos, endam. Kanat. Kol, pazu. Üst, yukarı: 33= 1032
Cüll: Gül. Çul. Her nesnenin büyüğü ve muazzamı: 33= 1032
Kic: Dağın yüksek ve yüce yeri: 33= 1032
Yekpa: Tek ayaklı: 33= 1032

Nasin. (Kürtçe): Tanımak: 171
NİSAN: 171

Vasıta: İki şeyi birbirine ulaştıran. Aracı. Arada bulunan. Otomobil: 81
Mütehayyil: Hayâl kuran. Bir şeyi görüp gözetici, idrak edici olan: 1080= 81

04.09.2008- SAYI: 87

BOYANMAK
Levha: 13 Ocak 1990… Yabancı ve yaşlı bir tiyatrocu… Çok meşhur… Birkaç sene
sonra bir yerden tiyatrocu yetiştirmek üzere çocuk alacakmış… Burslu filân vakıf var
herhâlde… “Bu kutsal meslek” gibi lâflarla, ortada hislenip ağlanacak bir durum… Gayet
geniş bir beton saha içinde, güzel bir bina; helâ imiş… Yüksekte kalan ve dikenli telle çevrili
o sahaya, dar bir asma merdivenle çıkılıyor… Bana çabuk olmamı ve yüzümü boyamamı
söylüyorlar; ben de tiyatrocu olarak oyuna çıkacağım… “Tamam! Bir tuvalete gireyim de!”
diyorum… Benim yüzümü ablam boyayacaktı ama, çok savsaklanmamdan boyamıyor… Ben
bütün yüzümü maske gibi, mavi boyayla sıvadım… Rahmetli Adile teyzem, o mavi üzerine
başka renkle gözlerimi boyayacak… Kaşımın hemen altında boyanın dökülüşünü, altına
sürdüğüm maddeyi iyi süremememe bağlıyor!

Munsabig: Boyanan, insibag eden: 1182= 183
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+515= 1183
Xwenasin. (Kürtçe): Kendini tanımak: 183
Safha: Yazılmış ve yazılabilir sahife. El ayası. Kısım. Aynı şey üzerinde görülen
değişik hâllerin her biri. Bir şeyin gözle görülen yüzlerinden herbiri: 183
Mu’cizbeyan: Anlatış tarzı herkese benzemeyen. Tarz-ı beyanı mu’cize olan: 183
Izfar: Tırmıklama, tırmıklanma: 1182= 183
İhtisas: Kendine mahsus kılmak: 1182= 183
Asfiya: Peygambere varis olan muhakkik zâtlar: 183
İkfa’: Sesleri birbirine yakın olan harflerle kafiye yapma: 183
İstihlas: Bir şeyi elde etmeye çalışma. Kurtarma veya kurtarılma: 1182= 183
İstiksar: Çok görme, çok görülme. Çokluğu isteme: 1182= 183
Midenüvaz: Maydanoz. Mide okşayan. (Yevmiye: Maydanoz, “mide okşayan”
mânâsında, mide nüvaz’dan gelir): 183

Ezrak: Gök renkli, mâvi. Saf ve temiz su: 308
Arvasî: 308
Çekdar: Silâhlı: 308

Telvin: Boyanma. Boyama. Renk verme: 496
Melekût: Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münasib ruhu, canı, hakikati. Bir
şeyin içyüzü, iç ciheti. Hükümdarlık. Saltanat. Ruhlar âlemi: 496

ANAHTAR DELİĞİ
Levha: (…) Ekim 2001… (Kumandanımız ve Usame arasında mânevi bir yakınlık var
mıdır düşüncesiyle yatmıştım.) Bir insan boyundan daha büyük bir anahtar deliği, deliğin
ucunda büyük bir tüfek ve tüfeğin ucundaki mermiyi görüyorum. Tam karşısında
Kumandanımız, ağaç bir direğe bağlanmış, kurtulmak için çaresizce çırpınıyor. Biz kaçıyoruz.
Bir yandan da gözümüz Kumandanımız’da. Seyfeddin dayım koşarak gelip,
Kumandanımız’ın iplerini çözüyor. Ortalığı toz duman kaplıyor. (Hacer Ustaosmanoğlu)

Kun. (Kürtçe): Delik. (Doldurulabilir olan delik ki, bu mevzuda “lâzımlık
konulan delikli sandalye, koltuk” buna misâldir. “Abdülhakîm Koltuğu” levhasını
hatırlayınız): 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76
Moğol: 1076
Mübeddel: Değiştirilmiş, değişmiş. Tebdil edilmiş: 76
Haylulet: Kibir. Taazzum. Gurur. Su-i zan. Korkmak. (Haylulet: Araya girme. İki şey
arasına girib hicab olma): 1076
Mülebbed: Keçeden kaftan giymek: 76
Kâhin: Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haber.
Falcı. Âlim. (Yevmiye: İslâm’da kehanet –gaibi bilme- diye bir şey yoktur. Allah bildirince
de herkes bilir): 76
Âsiye: Sütûn. Kederli, hüzünlü kadın: 76
İlhâm: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 76

Miglak: Kilit: 1171
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1171
İddianame. (İddia-name): 172= 1171
Mukallib: Başka tavra geçiren. Başka hâle değiştiren. Bir başka hâle döndüren: 172=
1171
İnan: Büyü ile bağlanma: 171
Nisan: 171

Tüfenk: 550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550
Mukît: Kuvvet verici. (Esma-i Hüsna’dandır): 550

Enük: Kurşun. (Enuk: Kartal): 77
Havta’: Delik. Tavşan yavrusu. Bir nevi sinek: 1076= 77
Zeml: Yük yüklemek. Atın, davarın neşeli yürüyüşü. Refik. Arkadaş: 77
Hakîm: 78: 1077
İbda’: 78= 1077
Acac: Toz. Duman. Bulut. Tütün: 77

Kufl: Kilit, sürgü: 210
Lefk: İki parçayı birbiri üstüne koyup dikmek. Giymek. Örtünmek: 210
Harb: Savaş: 210
Münsal: Kılıç, seyf. (Ulema tarafından Usame bin Lâdin’e “Seyfullah” ünvanı
verildi.): 210
Paderpa: Ayak ayağa. Yanyana: 210
Verd: Gül: 210
Vird: Sık sık okunan dua. Kur’ân’dan her gün okunması vazife bilinen kısım: 210
Vird: Suya vesair şeye yakın gelme. Su hissesi. Suya müteveccih cemaat. Talebe,
şakird, mürid: 210

Delik: Gül tohumu: 64
Delik: Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak: 64
Mehdiyye: Mehdî’ye âit ve müteallik. Hediye. Armağan: 64
Siba’: Esir etmek: 64

Delk: Eski ve yamalı elbise. Dervişlerin giydikleri eski aba. Kılıcı kınından
çıkarmak: 134
Samed: Muhtaç olunan, ihtiyaçsız. (Esma-i Hüsna’dandır): 134
Saliha: 134
İndî: Şahsî. Keyfî. Zâtî: 134
Sa’d: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik. Kutlu, uğurlu: 134
Kald: Gümüş bilezik: 134
Müdmin: İdman eden. Devam eden: 134
Fend: Büyük dağ: 134
Hassase: Hissedici kuvve. Hisseden, duyan: 134
Müfid: İfâde eden, meramını güzel anlatan. Mânâlı, mânidar. Faydalı: 134
Dakal: Boya: 134
İbkal: Yerde ot bitmesi. (Ruya: yerde ot bitmesi): 134
Subesu: Her yanda. Her tarafa: 134

SIKINTI
Levha: 7 Ağustos 2006… Kalabalık bir yerdeyim. Bir ânda yanımdan Allah Resûlü
geçiyor. Bakıyorum, kalabalığın içinde yalnız ilerliyor ve yanında kimse yok; hemen
koşuyorum ve sağ ön tarafına geçiyorum. Sol elimle O’na olan mesafemi ayarlamaya
çalışırken, sağ elimle etrafta bulunan kalabalığı iterek yol açıyorum. Kalabalığın tamamı liseli
öğrenciler… Allah Resûlü, sıkıntılı ve hiddetli! Sebebinin Kumandan’ın içinde bulunduğu
sıkıntılar ile ilgili olduğunu anlıyorum. Böylece yol alırken, Allah Resûlü’ne, kendisinin tabiî
fedaîsi olduğumu belirtmek için kendimi tanıtıyorum; “Efendim ben İBDA’cıyım, adım
Aydın; Ali Osman Zor’un ekibindenim”… Allah Resûlü bütün Sahabîlerin toplandığı alana
doğru gidiyormuş; aldığı bir karar ve onun uygulaması için… Derken merdivenlerin başına
geliyoruz ve inerken, Allah Resûlü’nün yüzü, Kâzım Albayrak oluveriyor. (Aydın Alkan)

Tevbe Sûresi, 128. âyet: (Meâli: Andolsun size içinizden bir Peygamber gelmiştir
ki, sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok ağır gelir. Çünkü O, size çok düşkün, müminlere
karşı çok şefkatli ve merhametlidir): 2903
Kaabıd: (Esma-i Hüsna’dandır: Sıkıcı, kısıcı): 903
Sabit: Doğruluğu isbat edilmiş olan. Duran, yerinde durup hareket etmeyen: 903
Beşaret: Müjde. Hayırlı haber. Müjdeye verilen ihsan. Yeni çıkan acib şey: 903

Tevbe Sûresi, 128. âyet: 2903= 905
Hırka: 905
İbşarat: Müjdelemeler: 905
Azerd: Boya, renk: 905
De’z: Boğmak. Bir şeyi doldurmak: 905

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Noktalı): 989
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+322= 990= 1989
Hâfız: Muhafaza eden. Hıfzeden: 989
Hıfaz: Gayretlilik. Vefalılık: 989
Hızlan: Müflis olmak, iflâs etmek. (Tasavvufta, dervişin Allah yolunda nefs fedası):
989
Hazelan: Kızgın kimsenin yürüyüşü: 989

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Noktasız): 1914
Ma’zad: Alemi, giyen kişinin pazusuna gelen alemli elbise: 914
Mazaci’: Kabirler, mezarlar: 914

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Noktasız): 1914= 915
Muazıd: Yardım eden: 915
İstintac: Netice almak. Netice çıkarmak: 915
Teşhir: Gözönüne serme, gösterme. Sergi serip âleme gösterme. Meşhur ve nâmdar
kılmak. Kılıç sıyırma: 915
Tevkit: Vakit tâyin etmek. Vazifelendirmek: 916= 1915
Mi’vez(e): Kundak. Eski kaftan: 916= 1915

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (En küçük ebced): 341
Safsaf: Söğüt ağacı: 341
Mugrak: Batmış veya batırılmış (suya). Gark edilmiş: 1340= 341

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced): 5205
Gurre: Parlaklık. Her şeyin başlangıcı: 1205
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab: 205

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced): 5205= 210
Sun’: İbda. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210

Tevbe Sûresi, 128. âyet: (En büyük ebced): 29702
Âsâr: Öc almalar, intikamlar. Eserler. İzler. Nişanlar. Abideler. Âdetler: 702

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (En büyük ebced): 29702= 731
Ayet el-kürsî: 732= 1731

TELEFON
Levha: 29 Haziran 2008… Odamdayız… Kumandan, ben ve adını bilmediğim bir
gönüldaş var. Odam Cezaevi hücresi imiş. Kumandan odamda bulunan koltukta oturuyor.
Gönüldaş da sandalyede oturuyor. Gönüldaş, Kumandan’a devamlı hizmet eden birisiymiş.
Ben de yatakta oturuyorum. Sonra yatakta bacaklarımı biraz uzatıyorum. Kumandan benim
bacaklarıma kafasını çevirmeden bakıyor; gözlerinin ucuyla. Kumandan’ın bakışlarını
görüyorum ve hemen bacaklarımı topluyorum, düzgün oturuyorum. Kumandan bana bir şey
diyecek diye utanıyorum. Diğer gönüldaş ortaya bir lâf atıyor: “Daha dikkatli olmak
lâzım!”… Sonra, Kumandan’ın eline bir ceb telefonu geçiyor: Bu telefon her yeri arayabiliyor
ve her yerden aranabiliyormuş. Bu sırada Kumandan’ı biri arıyor, onu dinliyor ama
umursamıyor. Daha sonra, Kumandan bana rakamlar söylüyor. 4 adet rakam. Biri kesin 66,
biri 13 olabilir. Diğerlerini hatırlamıyorum. (Uyanıp tekrar uyudum) Kumandan’ı iki
jandarma kelepçeli hâlde götürüyor. Kumandan kafasını bana çevirerek “63” diyor. Ben,
“Allah resûlü 63 yaşında vefat etti, acaba Kumandan da mı 63 yaşında vefat edecak? Yoksa
onun Mehdîliğini bütün dünya 63 yaşında mı öğrenecek?” diye düşünüyorum. (Bahri
Akpınar)

Hücre: Oda. Odacık. Hüceyre. En küçük canlı varlık. Canlı varlıkların en küçük
yapısı. (Hücre: Medine’nin ismi):216
Raise Sultan Barier: 1215= 216
Muanven: İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı: 216
Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Halid bin Velid Hazretlerinin ünvanı: 216
Bedrî: Bedr’e âit ve onunla alâkalı: 216
Kulafe: Zarf. Kılıf, kın, kabuk: 216
Beyder: Doğru lûgat. Ekin harmanı: 216
Oruç: 216

Hadim: Hizmet eden: 645
Haddam: Muavaffakiyetli kimse. Hizmet eden: 645
Keşîş Dağı: Uludağ: 1645

Telefon: 568
Rum Sûresi, 7. âyet: (Meâli: Bir dış yüzünü bilirler bu değersiz hayatın; ahiretten ise
hep habersizdirler): 3565= 568
Serpuş: Külâh, takke, sarık: 568

Kabile: Ses alıcı. Kabul edici. Kadın ebe: 138
Büyük Doğu-İBDA: 1060+78= 1138
Masbug: Boyalı, boyanmış: 1138
Kubale: Mukabele. Kapı önü: 138
İlvinan: Renklenme, televvün: 138
Sembol: 138

Âhiz(e): Ses alıcı âlet. Ahzeden. Alan. Alıcı. Kabul etme, alma: 1301
Uhuz: Göz ağrısı: 1301
Arık: Uykusuz olma hâli: 301
Nümudur: Görünen. Numune, örnek: 301

Ahize: 1301= 302
Mirzabeyoğlu: 1302

BÜYÜK GEMİ
Levha: 17 Temmuz 1999… Ablam Sevilay’la beraber evin merdivenlerinden yukarı
çıkıyoruz. Ablam, kızı Sıla ile ağır ağır çıkarken, ben içeri giriyorum. Balkondan gökyüzüne
bakıyorum: Hareket hâlinde olan ışıklı bir cisim görüyorum. Aklıma ablamın bir gün önce
gökyüzünde gördüğünü söylediği, yıldızdan daha büyük ve sarımtırak ışıklar yayan cisim
geliyor. “Benim gördüğüm cisim de acaba o mu?” diye düşünürken, cismin gitgide bize doğru
yaklaştığını görüyorum. Yaklaşan şeyin büyük bir gemi olduğunu görünce müthiş bir
heyecana kapılıyorum, biraz da korkuyorum. Sevilay’ın da görmesi için çığlık çığlığa
seslenerek kapıya doğru koşuyorum. Bu rüyâyı rüyâmda Kumandan’a anlatıyorum, yahut
Kumandan’a anlatayım mı diye arkadaşlarına soruyorum. (Neslihan Şadoğlu)

Haliyye: Büyük gemi. Arı kovanı. Ahlâktan kinâyedir. Bekâr kadın, evlenmemiş
kız: 645
Mehter: Reis. Dah büyük. Osmanlı asker mızıkası. Rütbe, nişân veya vazife alanların
evlerine müjde götürenler: 645
Dahim: Nasib ve rızk: 645
Madih: Keskin: 645
Afganistan: 1644= 645
Meradet: Kuvvetlilik, kavilik: 645
Mücarat: Yürümekte yarışmış: 645
Hamarat: Cerbezeli, becerekli: 646= 1645
Hayyale: Fikir sahibleri: 646= 1645
“BEN NECİB FAZIL!”
Levha: 5 Ağustos 1986… Üstadım, Afganistan’da birine telefon ediyor; ben de
yanında duruyorum… Ve onun, “ben Necip Fazıl!” diye titreyerek bir haykırışı vardı ki, öyle
haykırıyor… Adam, hesab verir gibi onun hangi kitablarını istediğini, siparişini söylüyor…
Hayret ettim; Üstadım’ın telefon edeceğini biliyor gibi, o daha kendini tanıtmadan tanıdı…
Sonra, Üstadım başka bir yere telefon ediyor… Karşı taraftan, “aman Hayri yapma!” diye bir
kadın sesi… Ahizeyi kaldırınca geldi… Üstadım, konuşmaları ben de duyayım diye, ahizeyi
aramızda tutuyor… Karşı taraftan bununla ilgili olarak, “büyük bir yıldız!” deniyor!..

Afgan: Afganistan. Afgan milleti: 1132
İslâm: 132
A’yan: Gözler. Bir yerin ileri gelenleri. Muayyen ve müşahhas şeyler. Altunlar: 132
Muaviye: Tilki eniği: 132

Sipariş: Ismarlamak, ısmarlayış: 563
Mehdî Salih izzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+332= 1562= 563

Muatib: Tekdir eden, azarlayan: 513
Muateb(e): Azarlanılan. Azarlanmış. Paylamak, çıkışmak: 513
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513
Tefellüc: Felç olma. Yarılıp çatlama. (Felc: Nüzul inme. İki kısma yarılmak. Küçük
nehir. Fevz, zafer): 513
İsbat: Bir hastalığın devamlı olması, müzmin oluşu: 513
Şurta: Yelkenliye uygun rüzgâr. Önde gidip düşmanla savaşan asker: 514= 1513

Kevkebî: Yıldızla ilgili, yıldıza âit: 58
Mehdî. 59= 1058
Muvahhid: Allah’ın birliğine inanan. Birleştirici olan. Tevhid eden: 58
Muvahhad(e): Bir ve tek hâle konulmuş: 58
Nehc: Doğru yol. Yol, usul: 58
Halek: Kara, siyah: 58
Hıma: Kimsenin giremediği mahfuz otlak. Sultan için korunup hıfz edilen çayır: 58
Havatim: Mühürler, hatemler: 1057= 58
Avan: Anlar. Zamanlar: 58
Mahbub: Muhabbet edilen. Sevilen: 58
Nüvb: Bal arısı sürüsü: 58
Mücahede: Cihad etme. Uğraşma, çalışma. Gayret gösterme: 58

Hayrî: Hayra âit. Hayırla alâkadar: 820
Dahya’: Ruşen, parlak ve nurlu nesne: 820
Vuzuh: Açıklık. Netlik. Aydınlık: 820

KAN ALMA
Levha: (…) Ekim 1999… Kumandan, “kan grublarınızı ölçtürün, tahlil yaptırın!”
diyor. Cevat Şimşek, Sami Erengül’e, ben de Cevat’a söylüyorum. Sami’ye, “ben
Kumandan’ın Mehdî olduğuna inandım, elinde de delil olarak bir şey var ki, bunu kime
gösterse inanır!” diyorum. (Neslihan Şimşek)

Fısad: Kan alma, hacamat: 175
Fassad: Kan alan. Cerrah: 175
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174= 175
Kusto:175
Eflatun: Platon. (Yevmiye: Müjdeli emir, elime verilen ruhî yolumun haritası: Kuru
sıkı pohpohçular… Pohpoha bakmam, kıymeti yok! Benim hayatımı yazabilecek tek
insansın… Tek kelimenin bile israf olmadığına inandığım tek sen varsın; Sokrat ve Eflâtun
gibi… Eflâtun eserlerinde hep Sokrat’ın fikirlerine yer verdi; ondan öğreniyoruz!): 176= 1175
Mıklad: Anahtar. Kilit dili. Hazine: 175
Mukle: Gözün karası. Gözbebeği. Göz. Su taksimi için kullanılan taş: 175
Aysele: Gözsüz, a’mâ, kör: 175
Kaid: Oturan, oturucu, oturmuş: 175
Medafin: Mezarlar, kabirler: 175
Mesaid: Saâdet ve mutluluğa sebeb olan hâl ve ahlâklar: 175

Fezd: Kan aldırmak: 91
Ramazan: 1091
Tafa: İnce bulut: 91
İklîl: Allah Sevgilisi’nin Zebur’da geçen bir ismi. “Müzeyyen tâç” mânâsına da gelir:
91
Palavan: Süzgeç: 91

İdma’: Kan alma. Kanatma: 47
Ulî. Sahib. Ehil: 47
Mivez: Tülbend: 1046= 47

KÖTÜ KOKU
Levha: 23 Mart 2003… Bir mektebin sınıfı gibi, sıralar bulunan bulunan bir yer. Ben
otururken, sıralarda birileri oturmuş, dolu gibi. Psikoloji Profesörleri Ayhan Songar ve Recep
Doksat, ismini hatırlayamadığım bir psikiyatr… Ayhan Songar, büyük bir muhabbetle elini
bana uzatıyor ve “gel konuşalım!” diye beni kendi tarih görüşüne çekmek üzere lâtifeli bir
dille yerine davet ediyor. Bu sırada Recep Doksat ve yanındaki de, kinayeli bir dille
konuşuyor, sitemkâr duruyor. Ben, Ayhan Songar’ın hafif yumuk elini öpüyorum. Ayhan
Songar, konuşmadan sonra bana, sigarayı bırakmam gerektiği ile ilgili olarak bir şey söylüyor
ve şakayla karışık “kötü kokuyorsun” mânâsında eliyle duman kovar gibi yapıyor. Sonra
babam… Bir odada gömme dolabın alt bölümüne uzanmış, bana tarih mevzuunda bir şey
anlatırken, odadaki hareketlilikten sözü bölünüyor… Evin dışına çıktığımda, rahmetli
Babaannemi görüyorum ve elini öpüyorum… Bütün bu gördüklerim aynı mevzu etrafında
birbiriyle ilgili.

Ayhan Songar: 662+1317= 1979
Kabz u bast: Ruhen sıkıntı. Daralma ve genişleme. Birini diğeri üzerine tercih etme.
Münkabiz bir adama ferahlık ve sürurluk vermek, sevindirmek. Beyân ve ifâde etmek. Uzun
uzun ve etraflıca anlatmak: 979

Ayhan Songar: 1979= 980
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1980
Zefer: Kötü koku: 980
Zalim: Kaymağı alınmadan içilen süt. Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak: 980
Huşşaf: Yarasa. Gece kuşu: 981= 1980

Asin: Pis kokulu. Bozulup kokan su. (Doktor Hakkı Açıkalın, “Yunan Mitolojisi ve
Değerlendirmeler”: Bütün Titanlar arasında en çok bilineni ve insanlar tarafından en sık
kullanılan mithos, sosyalist devrimcilerin de bir kahramanı hâline gelmiş olan
Prometheus’tur. Prometheus, insanın deri, kemik ve kas kirişlerinden oluştuğunu, buna
karşılık Olympos İlâhlarının sadece kemik ve kötü kokulu bir yağdan oluştuğunu iddia eder.
Burada alâkaya değer bir tespit var: “Kötü kokulu yağ”. Kış uykusuna yatan hayvanların ortak
özelliklerinden biri, vücutlarında bulunan “kahverengi yağ dokusu” adı verilen bir maddedir.
İnsanda, yeni doğanda mevcut olan bu doku, daha sonraları ortadan kaybolur. Bu dokunun
sırrı çözülebilmiş değildir. Kötü kokulu olduğu da, özellikle ayılar üzerindeki tecrübelerden
biliniyor ve Rusya’nın bazı bölgelerinde kanser tedavisi başta olmak üzere tedavi edici bir ilaç
olarak kullanılıyor. Yine benzer bir yağ dokusuna yarasalarda rastlandı.): 111
Ulya: Pek büyük, pek yüce. Çok yüksek olan. (Başbuğ Velîlerden 33’den: Şah-ı
Nakşibend Hazretleri yolda müridleriyle giderken, onların tâzim –yüceltici- tavırları önünde
durdular. Yerde, bir köpeğin ayak çukurunda birikmiş pis bir su… Suyu gösterdiler: “Ben şu
pis sudan daha âdi ve kirliyim!”… Hayret ve dehşetle bakan ve ne diyeceklerini bilmeyen
müridlerine karşı, eğilip mübarek yanaklarını suya değdirir gibi yaptılar: “Evet, bu pis sudan
daha kirliyim!”… Ne kadar yükseltilmiş olacaklar ki, nefslerini bu türlü alçaltmak ve sıfıra
bürünmek ihtiyacını duymuş olsunlar?): 111
Ma’raz: Bir şeyin arzolunduğu yer. Göründüğü yer. Sergi, meşher: 1110= 111
Masi. (Kürtçe): Balık: 111
Bahik: Bir gözü kör olan adam. (Büyüklerden birini, rüyâda iki gözü de yumulu
görüyorlar… Tâbiri: Bir gözü yumulu görülürse, Mülk âlemi’nden yüz çevirmiş yalnız
Melekût âlemine bakmaktadır; iki gözü de yumulu ise, ne Mülk âlemine ne de Melekût
âlemine bakmakta, sadece Ceberût âlemi’ni seyretmektedir): 111
İns: İnsan. (Nisyan kelimesinden gelir… “Dedi ki”: İnsanın bütün eşya ve hâdiseye
toplu giriftarlığıdır ki, iyiyi de kötüyü de topyekûn hâmil olmasını veya iyide ve kötüde yol
almasını gerektirmektedir. Neticede varlık âleminin en üstün unsuru insan, en alçak unsuru da
yine insandır): 111
Zidk: Sıdk, doğruluk: 111
Sahâbî: 111

Dud: Duman, sis. Tütün. Elem, gam, keder, tasa. (Dude: Küçük solucan: 19): 14
Vehhab: Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan. (Esma-i Hüsna’dandır): 14
Vacid: Vücuda getiren. Varlıklı. Fâtır. Gani ve zengin. Mevcud olan. (Esma-i
Hüsna’dandır): 14
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013= 14
İcade: İyi yapma, iyi işleme: 14
Vech: Tarih. Yüz, çehre, surat. Tarz, üslûb. Her şeyin karşısına gelen ve karşısında
olan. Satıh. Ön. Alın. Cebhe. Suret. Sebeb. Bir şeyin nefsi ve zâtı. Semt. Cihet. Münasebet: 14
Hacib: Kaş. Perde. Perdeci, kapıcı: 14
Debbabe: Tank: 14

Duhan: Duman. Tütün. Kıtlık ve kuraklık: 655
Yasin Sûresi, 58. âyet. (Noktasız): (Meâli: Râb katından onlara selâm vardır): 656=
1655
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 59+293+1302= 1654= 655
Nurullah Mirzabeyoğlu: 353+1302= 1655
Müstenkıh: Anlayan, idrak eden: 655
Müteharriz: Korunan, sakınan: 655

Tarih: İşe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne: 227
Aksiyon: (Yevmiye: Üstadım’a “İstikbâl İslâmındır”ı okurken, onun yüzünü geniş bir
tebessümle aydınlatan cümle: Hatırlamak da ruhî bir aksiyondur): 227
Tahir: Yüksek nefes: (Nefes: 190… Nefs: 190): 227
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151= 1227
Küvar: Petek, bal peteği: 227

Tarih: Hâdiseye vakit tâyin etmek. Zaman tesbiti. Geçen hâdiseleri tesbit
etmekten doğan ilim. Vak’anın vukuuna vakit tâyin eden söz ve makam: 1211= 212
Bîr.(Kürtçe): Hatırlamak: 212
Ihtirat: Kılıç çekme: 1211= 212
Dabire: Askerin bozulması: 212

Tarihnüvis: Tarih yazan. Müverrih: 1337
Hace Muhammed Zahid Koktu: 1336= 337
Mugremun: Ağır borca uğratılmış olanlar: 1336= 337
Nafur: Fıskiye: 337
Şevval: İlk üç günü Ramazan Bayramı olan ay: 337
Feveran: Maddî ve manevî kaynayıp fışkırmak. Köpürmek. Coşmak. Kokunun etrafa
yayılması. Depreşmek. Şiddet: 337
Hazul: Kimsesiz. Yardımsız olarak her şeyden mahrum sürünmek: 1336= 337

Tarihnüvis: 1337= 338
Kaptan Kusto: 163+175= 338
“Aynadaki Yalan”: (Yevmiye: Mart 1983… Üstadım, “Aynadaki Yalan” isimli
romanın genç kahramanı Naci’den bahsediyor… Yaşanmaya değer hayata dair yepyeni bir
sistemi tez olarak hazırlayıp Üniversite ve aydınlar muhitine sunan Asistan Naci’den…
Kendisi kadar beni de çaldıran bir eda ile… Ama… Fikir ve his kütüklüğüne misâl bir
cemiyette, ne mahzun bir hayatı sürükleyişimiz… O romandan bir sahne aktarıyor: Adam
girmiş, tabutta uyuyor; ne his, ne bir şey… Romandaki o hikâye, benim uydurduğum bir şey
değil… Gerçektir o!): 338
ANAFOR: Girdab: 338

SARIK
Levha: 23 Temmuz 2008… Mahmud Efendi Hazretleri bana, “siyah sarığımı getir!”
diyor. Almaya giderken biri, “senin var ya, onu götür!” diyor. Ben, “hayır, kendisine âit olanı
istedi, onu götüreceğim!” diyorum. Muhafazalı camekânvâri bir yerde çeşitli kavuklar ve
sarıklar var, istemiş olduğu siyah sarıklı kavuğu götürüyorum. (Kırıkkale F-Tipi Cezaevi –
Yahya Yıldırım)

Mahmud Ustaosmanoğlu: 1569= 570
Şer’: Emir ve Nehy gibi hükümleri vaz’etmek. Bir işe başlamak. Dalmak. Girmek.
Zâhir etmek, göstermek. Şeriat: 570
Müteayyin: Eşraftan olan. İleri gelen kimse. Belli, âşikâr ve meydanda olan. Taayyün
eden. Karar verilmiş: 570
Musattem: Mükemmel, olgun, tam: 570
Mu’teni: İtina eden. Özenen: 570
Müfettin: Meftun ve hayran eden. Şaşkın hâle getiren: 570
Mütesellim: Teslim edilen şeyi alıp kabul eden: 570

Sahib-üt tâc: Tâc sahibi. Allah Sevgilisi’nin İncil’de geçen bir ismi. Sarıklı. (Tâc:
Hükümdarlara âit başlık. Müslümanların, sünnete uygun olarak veya Allah Resûlü’nü
temsilen başlarına sardıkları sarık, imâme, örtü): 536
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+278= 536
Tevakkul: Dağ üstüne çıkmak: 536
Heftan: Kaftan: 536
Mütenevvim: Rüyâ gören: 536
Müftabih: Hakkında fetva verilmiş olan: 537= 1536

Mişvaz: Sarık: 1047
Valî: Mâlik. (Esma-i Hüsna’dandır: İşleri yürüten): 47
Cilvaz: Reis. Kethudâ: 47
Cümd: Yüce, sağlam mekân: 47
Behm: Çok siyah olan şey: 47
Mebde’: Baş taraf. Başlangıç. Başlama. Kaynak. Kök. Temel. Esas: 47
Galiye: Galeyan eden. Diğerlerinden çok pahalı. Misk ve anberden yapılmış hoş koku.
Hoş kokulu kıymetli bir madde: 1046= 47

Kevr: Sarık sarmak. Tülbend sarmak. Devretmek, dönmek. Çokluk, bolluk,
ziyâdelik: 226
Muvaffık: Muvaffak eden: 226
Ekrad: Kürtler: 226
Mülakane: Telkin etmek: 226
Mefaka: Ansızın tutmak: 226
İdrak: Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Yetiştirmek: 226
Kûr: Kör, âmâ. (Kûran: Körler… Küran: Al renkli at): 226
Müngalika: Kapalı. Kilitli: 1225= 226

Taammüm: Sarık sarma. Umumîleşme. Amca olma. Birini “amca” diye çağırma:
550
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550
Esrar-engiz: 550

Kümme: Kavuk: 65
Necîb: 65
Da’vâ cetvelinde “dal “ harfi, Allah’ın “Mübîn” ismine denk geliyor ve sayı değeri: 65
Dinya: Emmi oğlu, amca oğlu. (Veliyy: Amcazâde, emmi oğlu. Yar, dost): 65
Kemh: Gözsüzlük: 65
Hess: Öldürmek: 65

İFŞAAT
Levha: 1 Şubat 2008… Yağmurcu televizyonda bir muhabire ayaküstü beyanat
veriyor. Ancak, onları gördüğüm gibi onlar da beni görüp, işitebiliyorlar. Yağmurcu, hayatı
boyunca etraftan gördüğü eziyetlerin intihar ettirici derecede olduğunu söylüyor. Dönem
dönem yaşadıklarından bahsederken “… ve geldi geldi, Nisan’da geberdi!” diyerek
devamında ekliyor: “Öteki de yine Nisan’da geberdi!”… Kastettiğinin sıkıntıları mı yoksa
başka bir şey mi olduğunu tefrik edemiyorum. Nisan ayından ikinci bahsedişinde “Mekkâr”
geliyor aklıma. “Tabiî bunları söylerken…” diye devam ettiği esnada göz ucuyla bana
bakışından istifade, cümlenin devamını “…mecazen” diyerek ben getiriyorum. “Evet,
mecazen” diyerek tasdik ediyor, ancak yüzünde, sanki olur olmaz her şey mecaz tâbiri
yakıştırılmasının onda bezginlik hissi uyandırdığı ifâdesi beliriyor. Ayrıca “mecaz” derken,
“intihar” tâbirini mi, yoksa “geberdi” ifâdesini mi kastettiğini anlayamıyorum. Muhabir,
Yağmurcu’nun şu sıralar maruz kaldıklarıyla ilgili olarak 15 Ekim’de yapacağı ifşaat üzerine
konuşuyor. 15 Ekim tarihinin mahkeme günü olduğuyla ilgili bir şeyler… Ardından kameraya
dönüp, seyircileri mevzu hakkında meraklandırıcı bir kapanış konuşması yapıyor. “Bakalım
ne olacak?” mânâsında ihtimâlleri bir bir sıralıyor gibi bir havada züppe tavırlarla ard arda
İngilizce kelimeler söylüyor. Sıraladığı iki kelimelik klişelerin ilkini anlayamıyorum. İkinci
kelime “beybıl”: Muhabir… “Beybıl, beybıl, beybıl” diye bahsederken, sonuncu ihtimâlde
“get beybıl” diyor. Yaptığı züppeliğe alay makamında “ne beybıl?” diyorum. O ânda yayın
kesiliyor. (Kandıra F-Tipi Cezaevi – Burak Çileli)

Bible: (Baybıl okunuyor) Kitab-ı mukaddes, Eski ve Yeni Ahit. Herhangi bir
dinin kutsal kitabı. Müracaat kitabı olarak kabul edilen herhangi bir kitab: 45
Âdem: İnsan. İlk İnsan ve İlk Peygamber’in ismi: 45
Lüha: Gümüş. Bahşiş, hediye: 45
Amed: Gelmek, geliş, vürud eylemek: 45
Tahliye: Boşaltmak. Boş bırakmak. Serbest bırakmak. Temizlemek: 1045

Muhabir: Haber veren. Haberci: 843
Bar-ı sakil: Ağır yük: 843
İstişfa: Şifa istemek: 843
Muhrec: Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş. Bir şeyin sureti çıkarılmış: 843
Muhtazıb: Renklenen, boyanan: 1842= 843
İmza: Kendine âit isim işareti. İcra ve tamam eylemek: 843

İfşaat: İfşâ etmeler, meydana çıkarmalar, duyurmalar: 783
Keştiban: Gemi kaptanı: 783
İştifa’: İyi olma, şifa bulma: 783
Teşci’: Şecâatlandırma, cesaret verme: 783
Arabistan: 783

Muhbir: Haber veren. Haberci. Hafiye, casus: 842
Mehdî Muhammed Salih: 59+92+691= 842
İstifrak: Farkettirmek, ayırdetmeği istemek: 842
İstişmam: Uzaktan haber almak. Koklamak. Hissetmek, sezmek: 842

İŞLERİ ELE ALMAK


Levha: 26 Haziran 2002… Mehmed Tığlı, “Kumandan’ın artık her şeyi ele alma
zamanı geldi!” diyor. Ben de ona, Kumandan’ı rüyâda gördüğümü söylüyorum. Şükrü Sak
yanımıza geliyor, o da rüyâsında Kumandan’ı görmüş. (Metris Cezaevi – Abdülmetin Torsun)

Wexté vî hat. (Kürtçe): Vakti geldi, zamanı geldi: 837
Şevkistan: Dikenlik: 837
Tezkit: Doldurmak: 837

Wexté vî hat: 837= 1836
Hâl-dar: Benli, benekli: 836
Tilâvet: Okumak. Takib etmek, arkasına düşmek: 836
Heltat: Cemaat, topluluk: 836
Lütut: Sabit ve lâzım olmak, gerekmek: 836
Nüfuz: Sözü geçer olmak. İçine alan. Vücudundan işleyip geçmek: 836

Va’de: Bir iş için tâyin edilen zaman: 85
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085
Uzub: Kayıp ve görünmez olmak: 85
Hiff: Yağmurunu döküp hafifletmiş bulut. Biçilmediği için tanesi dağılmış ekin. Bir
nevi balık: 85
Laden: Çamdan çıkarılan zift gibi siyah ve kokulu zamk: 85
Acîb: Şaşılan ve hayret uyandıran şey. Benzeri görülmeyen. Garib: 85
Mücavele: Kıtal edişmek, dövüşmek: 85
Müvellide: Husule getiren. Doğurtan, ebe: 85
Büzü’: Doğmak, tulû etmek: 85
ATV: El ile alıp, yiyip içmek: 85
İcmalî: Kısaca, toplu olarak, tafsilatsız: 85
İcmam: Biriktirme. Atı soluklandırma: 85
Idve: Yüksek yer. Dere kenarı: 85
Sehek: Balık kokusu. Rüzgârın yerden savurduğu toprak. Bir şeyin pis pis kokması.
Demir pası: 85
Lüheym: Zahmet, meşakkat: 85
Müdam: Devam eden. Mübtelâ olan: 85

Kabz: Ele almak. Tahsil etmek. Teslim almak. Tutmak. Kavramak. Mülk.
Amelde zorluk çekmek. Kuşun süratle uçması: 902
Habş: Cem etmek. Toplamak: 902
Bezr: Tohum: 902
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan
münasebetleri, meydana gelişleri. Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. Aynı
kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misâller: 902
Cezr: Kök, asıl, temel. Bünyad. Kesmek. Kendi misline çarpılmakla bir sayı meydana
getiren rakam. Derya, deniz. Arı kovanından bal almak: 903= 1902

TORBA – ÇUVAL
Levha: 14 Aralık 1999… Kumandan’ın çok sert bir komutuyla, bulunduğum
apartmanın merdivenlerinden hızla aşağıya iniyorum. Yanımda naylon torbalar var. Ben
hemen bulup getireceğimi söyleyerek, aramak için yanından ayrılıyorum. (Hasan Parmaksız)

Pélekan. (Kürtçe): Basamak. Sabit merdiven. Merhale: 184
Abdülhakîm: 184
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+515= 1183= 184
Mutallaka: Boşanılmış kadın: 184
Münsedil: Salıverilmiş. Gevşetilmiş, sarkıtılmış olan: 184

Naylon torba: 147+609= 756
Nüvişt: Yazılı, yazılmış. Mektub: 756
Neşvet: Keyif, neşe. Sevinç sarhoşluğu: 756
Heyzam: Bahadır, kahraman: 756
Maziye: Beyaz iyi bal. Beyaz ince yumuşak gömlek: 756
Münaseha: Bir şeyi diğerine nakletmek. Tebdil etmek, döndürmek: 756

Çuval: Torba: 46
Lebîd: Küçük çuval: 46
Dimağ: Beyin. Kafanın içi: 1045= 46
İdam: Katık. Ekmekle beraber yenen şey: 1045= 46
İlad: Doğurma, tevlid etme. Doğurtma: 46
İlâhî: 46
Vav harfi, da’vâ cetvelinde Allah’ın “Vali” ismine denk gelir ve sayı değeri: 46
Liv: Güneş, şems: 46
Mah: Gökteki ay, kamer. Senenin 12’de biri: 46
Güzide: Seçilmiş. Beğenilmiş: 46
Elvah: Levhalar. Tablolar: 46
Eme: Unutmak, nisyân. İkrar etmek: 46
Habile: Yüklü, gebe, hâmile: 46
Daim: Devam eden, daimî: 46
Hüma: O ikisi: 46
Hüma: Devlet kuşu, saadet: 46
Mücab: Cevabı verilmiş olan. Kabul cevabı almış olan. Duası, isteği kabul edilen: 46
Hıbale: Kement: 46
Velûd: Çok eser veren kimse. Çok doğuran kadın: 46

Hemyan: Torba, kese, çanta, dağarcık: 106
Gamus: Şiddetli emir: 1106
Evk: Ağırlık, yük. İçinde su biriken kuyu: 107= 1106
Lev’: Yanma. Yakma: 106
Himan: Susuz, susamış: 106
Gıyasa: Suya dalmak: 1106
Hablullah: Allah’ın ipi. İhlâs. İtaat. Cemaat: 106
Menie: Ölüm: 106

11.09.2008- SAYI: 88

MAKTUL
Levha: (…) Şubat 2005… Kartal Cezaevi’nde Kumandanımız’ın kendini astığı Pazar
gününü (25 Haziran 2000) görüyorum. Eve geliyoruz. Sadedin ağabeyin kızı Hacer,
“Kumandanımız’ı öldürmüşler, şişlenmiş” diyor. Biz şok olmuş, şaşkın hâldeyiz. Daha sonra
rahmetli babamla (Muhammed) eve dönerken, Camcı yokuşundan aşağı iniyoruz, Mahmud
Efendi’nin kardeşi İsmail amca arabaya biniyor ve “Mirzabeyoğlu öldürülmüş doğru mu?”
diyor. (İstihare-İstihareci)

Salb: Asmak. Darağacına çekmek. Çarmıha germek. (Salib: Titreten. Hareketli…
Salib: Heybetli. Şiddetli. Şedid. Haç… Salib(e): Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr
eden. Kapıp götüren, zorla alan. Alan. Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana
gelmediğini söyleyip isbat eden… Sa’leb(e): TİLKİ. Süngü demirinin ağaç sokulan deliği):
122
Esmak: Balıklar. (Ninan: Balıklar: 151… Mehdî Muhammed: 151): 122
Enasî: İnsanlar. Basar. Göz. (Yunus Emre’den: Derya içre balıklar, deryayı
bilmezler… Genel olarak “insanın gafleti” mânâsıyla anlaşılan bu mısraın diğer yönü,
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinden: İnsan, Allah’la âlem arasında BERZAH ve alındığı yere
âit görünen BERZAH, Allah’la insan arasında sonsuz bilgisizlik deryası): 122
Mudaabe: Karşılıklı lâtife yapmak: 122
Sail: Saldıran. (Rahman Sûresi ve Furkan Sûresi’ndeki, salınan iki denizin birbirine
kavuşması ve ama birleşmelerine engel PERDE bulunması meselesi hatırlanmalı): 122
İlaf: Ülfet etmek. Alıştırmak. Ülfet ettirmek. Bir adedi bine çıkarmak: 122
İnas: Alıştırma, ünsiyet ettirme. Görme, bilme: 122
Esas: Temel. Kök. Rükun. Şart. Hakikat ve mahiyetler: 122
Vikaye: Koruma. Sahib olma. Arka çıkma. Kayırma. Herhangi bir hastalık için tedbir
alma: 122
Uzme: Aşiret. Birinin mensub olduğu âile. Akraba: 122
Salâ: Namaza davet için çağırmak: 122
İmsak: Oruca başlama zamanı. Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme. Hapsetmek: 122
Baim: Heykel: 122
Mahafet: Korku. Korkmak: 1121= 122
Haliset: İbarenin düzgün ve akıcı olması: 1121= 122
Neyseb: Karıncaların birbirine bitişerek yol alması: 122
İfal: Hızla gitmek. Uzaklaşmak: 122

Salben: Asarak, asmak suretiyle öldürmek: 123
Mesiha: Gümüş parçası. İyi ve yeni yay: 123
Niçin?: 123
Abdest-hane: Helâ. Abdest alınacak yer. (İdrarat: İdrar. Gelirler. Varidat… Varidat:
Akılan gelen. Kâr): 1122= 123
Halife: Su içinde biten “kandıra” dedikleri ot: 123
Memleha: Tuzla. Tuz çıkarılan yer: 123
İktiras: Bir işe ehemmiyet verme, bir şeyi mühimseme. Kederli ve hüzünlü olma:
1122= 123

Salbetmek: Asarak öldürmek: 593
İnsimag: Yere düşüp ezilme, yaralanıp berelenme: 1592= 593
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 1592= 593
İstikbâl: Gelecek zaman. Gelen bir kimseyi karşılamak: 594= 1593

İntihar: Kendi kendisini öldürmek. İdam-ı nefs: 660
Keramet: (Bir velinin kendi ihtiyarıyla ve bir sebebe mebni olmadan keramet
göstermeyeceği, bunun aksinin felâket oluşu, nice veli kelâmıyla sabittir): 661= 1660

Xvekuji. (Kürtçe): İntihar: 135
Bina pis. (Kürtçe): Pis koku: 135

İdam-ı nefs: Nefsi öldürmek. İntihar etmek, kendini öldürmek: 306
Kahhar: GAlib-i mutlak ve her ân kahretmeye muktedir olan Allah. (Esma-i
Hüsna’dandır): 306
Memkûr: Kızıla boyanmış: 306
Verik: Gümüş: 306
Verak: Bitkilerle yeryüzünün yeşil olması. (Varakî: Yaprakla ilgili… Varaka: Tek
yaprak, kâğıt. Maden yaprağı. Kitab yaprağı. Peygamberimize vahiy geldiği zaman, Hatice
vâlidemizin hâdiseyi bildirdiği meşhur âlim Varaka İbn-i Nevfel’in adı): 306
Vıkr: Ağır yük. Çok su taşıyan bulut: 306
Şev: Gece. Leyl: 306
Akrad: Emir, bey: 306
Fedakâr: 306
Ebrencen: Bilezik: 306

Maktul: Öldürülmüş, katledilmiş olan: 576
Safvet: Sâfilik, temizlik, pâklık. Hâlislik: 576
Şiare: Hac amelleri. Hac nişânları. İbadet için alem kılınan her nesne: 576
Tasavvuf: Bâtın yolu: 576
Şuru’: Başlama: 576
Şuur: Anlayış. İdrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. Nefsin mânâya ilk vusul
mertebesidir. Kendi varlığından haberi olma. Bir şeyi hoşça tanıma: 576
İftisad: Neşter ile kan aldırma: 576

Maktel: Birinin öldürüldüğü yer. Bir katlin yapıldığı yer: 570
Şa’r: Saç. Kıl. Ateş yakmak. Cenk koparmak: 570
Şiir: 570
Şereng: Zehir. (İlâç): 570
Şer’: Şeriat: 570
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1569= 570

Küşte: Öldürülmüş, maktul: 725
Halîfe: Öncekinin yerine geçen: 725
Müfredat: Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri. Bir şeyin içindekiler. Toptan
malûm olan şeylerin tafsilâtı. Tek tek, ayrı ayrı beyitler. Bir ibareyi meydana getiren
beyitlerin her biri. Her biri kendi başına devâ olan nebatlar ve bunlardan bahseden tıb kitabı:
725
Halesa: Hâlis, sâfi: 725
Müteradif: Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden. Yazılışı ayrı, fakat
mânâsı aynı olan kelime: 725

ŞİFALI OTLAR
Levha: 4 Eylül 2004… Bir sürü gazeteler, kâğıtlar, ama hayâl meyâl geçişle…
Yalçın’ın yazmasıyla ilgili bir şeyler. Vasat bir şeyler karalıyor hissi ve hükmü içindeyim.
Elimde eski ve ismi “Cebrail” olan bir kitab. Kitab mı Cebrail Aleyhisselâm’ın, yoksa Cebrail
Aleyhisselâm mı yazmış? Galiba o yazmış. Yalçın, hastalığıyla ilgili gibi, “bunu okuyunca iyi
oluyor insan!” diyor… Sanki otlarla ve otların ilaç gibi kullanımıyla ilgili bir kitab.

Cibril: Cebrail Aleyhisselâm: 245
Masduka: Doğru söz: 245
Macera: Olup geçen şey. (Hatıra) Baştan geçen hâdise: 245
Mücerreb: Tecrübe olunmuş. Denemesi yapılmış. Makbul: 245
An’ane: Âdet, örf. Ağızdan nakledilen söz, haber: 245
Mualleka: Askılar. Henüz karar verilmemiş olanlar. Kocası kaybolan kadın.
İslâmiyet’ten önce Arab’ların Kâbe duvarına astıkları yazılar ve şiirler: 245
Remad: Kül: 245
Ma’kule: Diyet. (Makule: Takım, çeşit. Kategori): 245

Süruş: Cebrail. Melek: 566
Seyyid Abdülhakîm Arvasî. 74+184+308= 566
Maunet: Allah’ın Salih kullarına imdadı, inayeti. Yardım. İmdat. Azık. Yol yiyeceği:
566
Takavvüs: Kavislenme: 566
Şevnir: Çörek otu: 566
Su’rur: Ağaç sakızı parçası: 566

Süruş: 566= 1565
Kaptan Kusto Müslüman: 163+181+221= 565

Nebat: Bitki. Topraktan yetişen, biten her çeşit şey: 453
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1302= 1453
İhticam: Hacamat etme, kan aldırma: 453
Mehbut: Korkudan şaşırmış. Hayret ve korkuya kapılan: 453
Cinnet: Delilik: 453
Hemezat: Kuruntular, vesveseler: 453
İhtitan: Sünnet olmak. (Hacamat yaptırmanın Allah Resûlü’nün sünneti olmasına
nazaran, şifaları arasında “mehbut, cinnet ve hemezat”ın giderilmesi de var mı? Tıbbın bildiği
veya incelemesi gereken): 1452= 453

İşfa: Hastaya şifalı şeyler verme, iyileştirmeye çalışma: 383
Mehdî Mirzabeyoğlu: 384= 1383
İztizkâr: Hatıra getirme, hatırlama. Ezberleme: 1382= 383
İfşa: Duyurmak. Faşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak: 383
Efhaz: Akrabalar, yakın hısımlar: 1382= 383
Şeci’: Kahraman. Yiğit. Şecaatli. (Cihadın şifa olması hatırlanmalı): 383
Kalender: Feylesof. Dünya alâkasından uzak kimse: 384= 1383

Şifa: Hastalıktan kurtulma: 382
Şegaf: Yürek kabı. Yüreği çevreleyen nâzik deri. Bir nesneyi çevirip kaplamak.
(Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, imânsızlıktan dolayı hastalıkların artabileceğini söylemiştir.
Onun bu hikmetini, yine ona âit şu hikmetle birlikte göz önünde tutmalı: “İnan da, istersen bir
odun parçasına inan!”… İnanmak, Allah’a imân için yaratıldı; mücerret inanmanın kıymeti de
buna nisbetle anlaşılmalı): 1381= 382
Abkarî: Kâmil: 382
İşa: (Ağaç) çiçek açma: 382
Füşag: Sarmaşık otu: 1381= 382
Azaye(t): Kertenkele: 1381= 382

ÇADIR
Levha: (…) 1999… Dipsiz bir mekân hissi içindeyim: Çöl iklimi ve havasını andıran
bir arazi. Gayet büyük bir çadırda Kumandan bağdaş kurmuş oturuyor, tefekkür ediyor.
Benim çadıra girişimden haberi olmuyor. Sedir, çadırın bütün zeminini kaplamış. Derken
Kumandan nazar ediyor. Soru sormasına izin vermeden, “efendim birini mi bekliyorsunuz?”
diyorum. Duymamış gibi yapıyor. Soru soran gözlerle baktığımı görünce de “evet!” diyor.
Bende şaşkınlık son hadde; kim, nasıl gelecek? Burası kuş uçmaz kervan geçmez yer.
Kumandan, şaşkınlığının farkında, “Hazret-i İsâ’yı bekliyorum!” diyor. “Ama efendim, şimdi
mi gelecek?” diyorum. Gayet vakarlı bir edâyla, “gün gelir devran döner, biz de gideriz!”
diyor. (Neslihan Kardaş)

Terakkub: Bekleme, gözetleme, yol gözleme. Ümit etme. Muntazır olma: 702
Tebsir: İnsanın gözünü açacak şekilde tarif ve izhar etmek, kalbine basiret verme: 702
Hıbık: Hızlı yürüyüşlü at: 702
Âsâr: Eserler. İzler. Nişânlar. Abideler. Âdetler. Öç almalar, intikamlar: 702
Rehayafte: Kurtuluş: 702

Hayme: Çadır: 655
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 59+293+1302= 1654= 655
Cünbuh: Büyük bit: 655

Fustat: Büyük çadır. Kıldan yapılmış çadır. Kapıya asılan perde. Cemaat: 159
Beyannâme: 159
Nutk: Hitabet. Dervişlerce büyüklerin manzum sözleri: 159
Mensuc: Dokunmuş, dokunulmuş, örülmüş, işlenmiş: 159
Felehdem: Büyük deniz. Hafif nesne: 159
Zamaniyan: İnsanlar. Beşer: 159

Hayme-gâh: Çadır kurulan yer: 681
Fürat: Tatlı su. Fırat nehri: 681
Feragat: Boş olmak, hâli olmak. Tok gözlülük. Hakkından vazgeçmek: 1681
Ferzah: Akrebin isimlerinden biri: 1680= 681
Nahil: Kalburcu: 681
Müstazrıf: Etrafını kuşatan, içine alan. Kuşatmış olan: 1680= 681
Sakalan: İnsanlar ve cinler: 681
Sakif: Nüfuz eden, sözünü dinletip geçiren: 681

Hayme-nişin: Çadırda oturan. Göçebe: 1065
Necib: Soyu temiz. Asilzâde. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65
Leblab: Sarmaşık denen bitki: 65

İhame: Çadır kurma: 647
Mesa’lebe: Tilkisi çok olan yer. (Kütah-ya): 647
Zümh: Yüce ve büyük olmak: 647
Mütebadir: Birdenbire akla gelen. Ortaya çıkan: 647
Rûmet. (Kürtçe): Onur, şeref: 647
Mürue(t): Adamlık, insanlık: 647
Tevamür: Danışmak. İstişare etmek: 647
Mütederric: Derece derece ilerleyen. Hareket eden: 647
Mütecerrid: Tek kalmış. Tecrid olmuş. Bekâr: 647
Mertebe: Derece. Basamak. Rütbe. Paye: 647
Tamur: Kan. Nefes: 647
İstifaka: Hastalıktan kurtulup iyileşme. Sarhoşluktan kurtulma: 647
Muhdec: Azâsı noksan olma. İçine esvab koydukları küçük ev, kiler: 647

İsa: (Başbuğ Velilerden 33’den, Ubeydullah Ahrar Hazretleri: Çocukluğumda rüyâda
gördüm ki, Şeyh Ebubekir Şâşî Hazretlerinin mezarı yanındayım… Ve mezarın eşiğinde İsâ
Peygamber… Hemen ayaklarına düştüm. Elleriyle başımı kaldırıp buyurdular: “Gam çekme!
Seni ben terbiye edeceğim!” Rüyâyı anlattığım insanlar onu tıb ilmi ile tefsir ettiler. Yâni
bana tıb ilminden bir nasib verileceğini söylediler. Ben bu tâbire razı değildim. Benim tabirim
şuydu: İsâ Peygamber ölüleri diriltmekle mümtaz Peygamber… Evliyadan ihya sıfatına
mazhar büyüklere de “İsevî meşreb” denilirdi. Mademki İsâ Peygamber bu fakirin terbiyesini
üzerlerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihya sıfatı verilecek… Nitekim kısa bir zaman
sonra Allah bana öyle bir hâlet ve kuvvet bahşetti ki, bende o mânâ kemâliyle zuhura geldi.
Vasıtamızla nice ölü kalbler gaflet karanlığından şuhud ve huzur ışığına çıktılar): 140-150
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimâli olmayan söz veya delil: 140
Ken’: Tilki eniği. Cem etmek. Yakın olmak: 140
İlm: 140
Cüvalik: Çuval: 140
Talâk: Boşamak. Boşanmak. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. Nikâhlı karısını
bırakmak. (Ölmek): 140

HAYVAN SEMBOLÜ
Levha: (…) Mayıs 2001… Yazılmış birkaç satır âyet-i kerime… Her harf, birer
hayvanla remzedilmiş. Bazı harflerin yukarıya doğru uzanan kısımları, aslan başı ve ejderha
şeklinde. Aslan başı olanlarda, “ellezine” kelimesi yazılı. (Firdevs Ustaosmanoğlu)

Elelzî: Mânâsı kendisinden sonra gelen cümle ile tamamlanan bir kelime. Mevsule:
741
Feraset: Anlayışlılık, çabuk seziş: 741
Müşşat: Ayak üstü yürüyen insan ve hayvan: 741
Müsar: Yükseğe kalkan toz: 741
Rasanet: Sağlamlık, dayanıklılık. Sabit, muhkem, metin: 741
Simar: Meyveler, yemişler. Faydalar: 741

Mevsule: Bitiştirilmiş: 177
Hace Ubeydullah Ahrar: 178= 1177
Vasıf: Vasfeden. Bildiren. Metheden: 177
Magluk: Kapalı, kilitli: 1176= 177
İstihvaz: Zafer kazanma, galib gelme: 1176= 177
Unvan: İsim. Lâkab. Adres. ÖNSÖZ: 177
Müsebbaa: Yedi kere okunması icâb eden duâ: 177
Vâki’: Olan, düşen, konan. Mevcud ve var olan. Geçmiş olan, geçen: 177

Mevsul: Erişen. Vasıl olan. Birleşmiş. Kendine başka şey vasıl olmuş olan. Bitirmiş.
Vasledilmiş. (Mevsil: Kavşak. Kavuşacak yer. Ek yeri): 172
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1171= 172
Esma’: Kulaklar. İşitmeler. (Esma’: Nâmlar. İsimler): 172
Mukbil: Mubarek. Mes’ud. Bahtiyar: 172
İngısas: Suya dalma: 1172
Esatiz: Usta başıları. Bir işin öğretilmesinde önderlik edenler: 1172
İzaat: İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak: 1172

Şir: Aslan. Süt. (Hadîs’te, sütün “ilmin” sureti oluşu, rüyâ tabirinde bildirilmiştir): 510
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510
Akerker: Kuvvetli arslan. Yoğurt: 510
Arekrek: Kuvvetli büyük deva. Aceleci, acul: 510
Felat: Sahra, çöl: 510
Utm: Yabanî zeytin ağacı. (Usm: Zeytin ağacı): 510
Tinîn: Büyük yılan, ejder: 510

Ejderha: Büyük yılan. Büyük canavar: 218
Mushaf: Sahife. Sahife hâlinde yazılı şey. Kur’ân’ın bir ismi: 218
Tevarih: Tarihler. Hadiselerin zuhur zamanını kaydeden kitablar: 1217= 218
Hayr: Büyük avlu. Sakınmak: 218
İstihzan: Akıl etmek, düşünmek: 1217= 218
Hall ü akd: Müşkül meseleleri ve işleri halledip neticeye bağlama. Çözme ve
düğümleme. İdame ettirme: 218
Bankınot: Kâğıt para. (Kaime: Yerine kaim olan, geçen. Kâğıt para): 218
Hicir: Başkalarından üstün ve faziletli olan. Bir kimsenin sireti ve mesleği. Huy, âdet,
tabiat: 218
Paydar: İyice yerleşmiş. Devamlı, kadim. Sağlam. Muhkem. Bedi. Sâbit: 218
Peyrev: Ardı sıra giden, tâbi olan: 218
Rabiye: Yüce, yüksek yer: 218
Ragibe: Rağbet olunan ve rağbetle istenilen şey. İhsan, atiye: 1217= 218
Ruze: Oruç: 218
Zahire: Parlak: 218
Zühur: Parlaklık. Parıldama. Çiçekler. Ezhar: 218
Âzir: Iztırab, sıkıntı. Ağrı, sızı. Azar, tekdir: 218

YUMURTA
Levha: 2 Şubat 2000… Bir cami veya onu andıran bir binanın kapısının önünde bir
çuval var. O binadan çıkıp elimi çuvala sokarak içinden iki tane beyaz yumurta alıyorum. Alır
almaz çuvaldaki yeşilimsi bir yılanın hareketlenerek başını çıkardığını görüyorum. Ya
yumurtaları alırken beni ısırsaydı? Çok korkuyorum. Daha sonra siyah yılan olup kıvrılarak
uzaklaşıp gözden kayboluyor. (Kartal Cezaevi – Mustafa Aşık)

Yeftenc: Sevgililerin zülfü kendisine benzetilen siyah renkli büyük bir yılan: 543
Rahman Sûresi, 19. âyet’ten (Merace’l-bahrayn): (Meâli: İki denizi salmış...): 543
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2542= 1543
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 543
İfrat hâlde tecrit: 1543
Kabiliyet: Dıştan gelen tesirleri alabilme gücü. İstidat, anlayış. Kabul edici yüksek bir
kuvvete malik olmak: 543
Mübaşir: Müjdeleyen. Mahkemede şâhid ve maznunları çağıran. Geçici bir vazife ile
merkezden emirleri götüren, icrâ selahiyeti olan. Müfettiş. Kontrolör: 543
Tesci’: Nesirde kafiye kullanmak: 543
Musabiyet: Bir hastalığa tutulma. Bir musibete giriftar olma: 543
Musab: Sevab kazanmış olan: 543
Mümtehine: İmtihan olunan kadın veya kız: 543
Mütecessim: Şekillenen, cisimlenerek görünen, gözle görülen: 543
Müşeccer: Ağaç gibi dallı budaklı olan yazı veya resim: 543

Beyza: Yumurta. Demir başlık. (Kalbin şekli): 817
Müşahedetullah: Allah’ın kalbte nazar ettiği yer: 816-817
Uhrevî: Âhirete âit, ahiretle alâkalı: 817
Zabıta: Fıkıhta, bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına
şâmil olan hususî kaideye denir: 817

Büyuz: Yumurtalar: 818
Yasin Sûresi, 58. âyet: (Meâli: Allah katından onlara selâm vardır): 818
Duha: Kuşluk vakti. Güneş. Vuzuh ve beyan: 818
Tahrir: Yazmak. Yazılmak. Kaydetmek. Hürriyete kavuşturmak: 818
Hatir: Muhataralı, tehlikeli, korkulacak durum. Büyük ve şerefli kimse: 819= 1818

Estine: Yumurta: 526
Şekûr: Çok şükreden. (Esma-i Hüsna’dandır): 526
İstidlâl: Delil getirmek. Muhakeme. Zihnin, eserden müessire, müessiden esere
intikali: 526
Kevs: Pabuç: 526

“YÜRÜYEN BÜYÜK DOĞU”


Levha: … Şubat 2008… Açık bir kız, siyahı ile beyazı karışmış saçları var. Onunla
evlenmem gibi bir durum var. Halbuki ben evliyim. Kendime şaşıyorum, bu mevzuda
rahatım. Bankada çalışıyor ve onu onurlandırmak için bankaya gidiyorum. Bu banka aynı
zamanda benim hesabımın olduğu bir banka imiş, beni tanıyorlar. Mahçub ve utangaç
tavırlarıyla memnun bir hâli var, Elif isimli kızın. Bu sırada başka bir bayan hesabıma 10
YTL. Para geldiğini söylüyor. Şaşırıyorum ve “beklemiyordum!” diyorum. Meğer “Büyük
Doğu Ocakları Dergisi” için yardım amacıyla, bir hayırsever tarafından gönderilmiş. İçimde
hep acaba “Mütefekkir” ne der kaygısı var. Sonra birden bir ev veya büro gibi bir yerdeyim.
Kafamın yanıbaşından onun uzun saçlarını fark ediyorum. Önümüzdeki genişçe levha gibi bir
şeye,” Büyük Doğu’yu, Büyük Doğu olmayandan ayırmak lâzım” diye yazıyor. Bana yazıyor.
Üzerinde düşünüyorum, birkaç şey daha yazdı fakat aklımda kalmadı. Fakat bu cümleyi
yazarken, yazı “Büyük Doğu’yu”, “Büyük Doğu olmayandan ayırmak lâzım” şeklinde,
hareketlenerek ayrılıyor. Mütefekkir’in bunu vurgulamak için yaptığını düşünüyorum.
Rüyâda yazının bu şekilde ayrılabilmesi dikkatimi çekiyor; “çok önemli” gibi bir mânâ!
(Abdullah Kuloğlu)

Mütefekkir: 740
Mehd(î) Salih: 49+691= 740
Mugterik: Batan, suda boğulan, garkolan: 1740
Muktir: Dar hâlli, durumu sıkıntılı: 740
Müstemirr: Devam eden, sürekli, arasız. Sağlam, kavi, muhkem: 740

Büyük Doğu: 1060= 61
Beyin: 62= 1061
Cünabe: İkiz çocuk: 61
Cinh: Gece karanlığı: 61
Müstesna: İstisna edilen. Kaide dışı bırakılmış olan: 1060= 61
Dececan: Ağırca yürümek: 61
Mücevveze: Eskiden başa giyilen resmi kavuk: 61
Meka: Tilki: 61
Enbub: Minder, döşek, yatak. Döşeme: 61

Beyin: 62
Mehdî: 62
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+322= 1062
Müzavece: Çift olmak: 62
Xevn (Kürtçe): Rüyâ: 62

MEHDÎ MEVZUU
Levha: 5 Temmuz 1995… İki sahamız var. Top mu ne oynayacakmışız. Gençlerden
biri, Ali Osman’a Kumandan’ın hakemlik yapacağını söylüyor. Ali Osman da Kumandan’a
terliklerini veriyor. Hayret içindeyim, “Kumandan ne zaman geldi?” diye. Salona girdiğinde,
“hoş geldiniz efendim!” diyorum, mukabelede bulunuyor. Oturup sohbet ediyoruz. Çok
zayıfladığını, zayıf göründüğünü söylüyorum. Ayağa kalkınca heybeti, boyuposu yerinde
ama, beden olarak bayağı zayıflamış. Neler yaptığımı soruyor. Ben de galiba çay ocağından
bahsediyorum. Müthiş dalga geçiyor ve gülüyor. Ondan sonra yaptıklarımı bir bir
anlatıyorum. En son Bakırköy’deki büroyu anlatırken, malûm hâdiseleri hatırlayıp, ona
hatırlatmaya çalışıyorum. Olup bitenleri bilmiyormuşcasına, “önemli değil, aslolan adaletli
davranmaktır!” diyor. Dışarı gezmeye çıkıyoruz. Maraş İmam-Hatip Lisesi’nin oradan
aşağıya iniyormuşuz. Askerlik meselesini anlatıyor, 3 aylık askerlikten yana epey sıkıntı
çektiğini söylüyor. Bir yerde merdivenden çıkarken, uzun sakallı ve nur yüzlü ihtiyar biri,
Kumandan’a sarılıyor ve şakayla karışık “Mehdi” mevzuunu hatırlatıyor; Kumandan lâfı
geçiştiriyor… O sırada câmi avlusunda abdest alacak ve namazı bekleyen birkaç kişiye, bir
taraftan düzenin kendisine yaptıklarını anlatıyor, öte yandan câmide meseleleri anlatmak ister
bir tavrı var. (Metris Cezaevi – Halis Turan)

Terlik: 741
Müşat: Yayan yürüyen kimseler: 741
Tenasur: Haberler birbirini tasdik etme. Yardımlaşma: 741
Semar: Meyve, yemiş. (Harf: Yemiş toplama): 741

Tilki Günlüğü, 2. ciltten (1 Aralık) Varidat: Ak-Doğuş’u çıkaranlardan Hayrettin
Soykan… Benim fazla mıncıklamaya gelmez ve “laplup” kafayla üzerine gidilmez diye
baktığım “Mehdî” bahsine âit derlediklerini göstermek ihtiyacıyla yanıma gelmişti… Şimdi…
Onun emeğinin hakkı olarak ismini zikrettikten sonra, “şiir idraki” ile bakılması gereken bir
yerde, derlediği hadîsleri sıralayabilirim…
Mehdî Bahsinde bir hadîs: “Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa
ona gelsin, ona katılsın. Zira o, Mehdî’dir.”
Bir başka hadîs: “İnsanların ümitsiz olduğu ve hç Mehdî falan yokmuş dediği bir
sırada, Allah, mehdî’yi gönderir.”
Ve yine bir hadîs: “Bu hitâbtan sonra, yanında sonbahar bulutları gibi birbirinden
habersiz toplanan, Bedir ehli sayısınca, 313 kadar insanla birlikte zuhur eder. Onun ashabı
gece âbid, gündüz ise aslanlar gibidir.”
Tekrar: “Bulutların semada toplandığı gibi, Allah onları onun etrafına bir kavim
toplar. Onların kalblerini uzlaştırır. Onlar içlerinden şehid düşene üzülmez, kendilerine
katılana da sevinmezler. Sayıları Bedir ashabı kadardır. Evvelkiler onları geçemediği gibi,
sonrakiler de onlara yetişemezler ve onların Talûd ile nehri geçenler kadardır.”
Ve bir başka hadîs: “Bir adam, Allah Resûlü’ne sordu: O gün insanların imâmı
kimdir?.. Allah Resûlü: Evlâdımdan 40 yaşındaki Mehdî’dir. Yüzü parlayan yıldız gibi,
yanağında siyah bir ben vardır, üzerinde kutvanî iki aba bulunur. Tavrı, Beni İsrail ricâline
benzer, -yâni heybetli ve acar- buyurdular.”
Ve yine: “Mehdî’nin KAŞLARI ince, yüzü parlak ve gözlerinin siyahı büyük
olacaktır.”
Başka bir hadîs: “Mehdî, benim evlâdımdan bir Recûldür. Rengi Arabî, cismi İsrailî
cisimdir. Sağ yanağında parlayan yıldız gibi bir ben bulunur.”
Bir başka hadîs: “Bu sırada İmran bin Hüseyin, Mehdî’nin nasıl bilinebileceğini sordu.
Resûlullah şu cevabı verdi: O benim evlâdımdandır. Tavrı Beni İsrail ricâli gibidir, üstünde
kutvanî iki cübbe bulunur. Sağ yanağında siyah bir ben vardır. Yüzü parlayan yıldız gibi
nurludur. 40 yaşındadır.”

KILIÇ ZORU
Levha: 13 Nisan 2004… Bolu F-Tipi Cezaevi’ne ziyarete gitmişiz, Kumandan ziyaret
mahalline geliyor ve selâmlaşmadan sonra beni tutarak “seninle biraz konuşalım!” diyor. Bir
odada baş başa muhabbet ediyoruz. Ondan önce ben, ziyaret mahallinde beklerken, hem
benim hem de arkadaşların elinde bir kitab vardı; Kumandan yazmış ve Mehmed Tarakçı
bastırmış. Kitabın adı enteresan: “Yahya Aleyhisselâm, Aliyy ve Mehdî… Aliyy, Allah’ın
isimlerinden. Hemen aklıma, Yahya Aleyhisselâm ve İsâ Aleyhisselâm arasındaki irtibat
geliyor. Kumandan, muhabbet ederken bana, “ben Mehdî’yim diye ortaya çıkmadım, bunca
zorluğu yükledi bana Allah; bunca kokuşmuşluk içerisinde insanların ablayış sahibi olmaları
için bana bu kitabları yazdırdı, bunca zorluğu yükledi!” diyor. Benim aklıma ise,
Kumandanımız’la ilgili gördüğüm ve kendisinin Tâlut’la aynı misyona denk gelen iki rüyâm
geliyor. Yine Kumandan: “Ben tıpkı internetin dahilî sistemi olan lan gibiyim!” diyor… Lan:
Yerel alan şebekesi… Akabinde, “Beni Mehdî olmaya siz zorladınız!” O ân aklıma, daha
önce okuduğum, “Mehdî kendisine tâbi olanların kılıçlarıyla kendisini tehdit etmeleri neticesi
Mehdîliği kabul edecek!” hadîsi geliyor. Bu arada Kumandan, benim lâcivert renkli saatimi
çok beğeniyor, onu çıkarıp kendisine veriyorum. Kumandan evirip çevirip saati inceliyor, ben
ise “efendim, isterseniz sizde kalsın; buraya dışarıdan başka bir saat alırım!” diyorum.
Rüyâmın sonunda Kumandan odadan çıkıp giderken, Tâlut’la ilgili rüyâlarımı anlatmak için
peşinden koşuyorum, ama yetişemiyorum… Sonra yine Cezaevi önündeyiz. Nuray Hanım
(Zor) filân, bütün gönüldaşlar orada ve Kumandan’ın yazmış olduğu yukarıdaki kitabla ilgili
sohbetler mevzu ediliyor. (Fazıl Duygun)

İcbar: Zor. Zorlama. Cebretme: 207
Bühr. (Kürtçe): Kaş: 207
İdra: Bildirmek, bildirilmek. Def etmek: 207
İddira: Anlama, kavrama: 207
Dürc(e): Hokka gibi biçimli ağız. Kutu, küçük kutu: 207
Dabir: Son. Ahir: 207
Cürd: Tüyleri kısa olan at. Piyadesiz (süvari): 207
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı: 207
Cedr: Hâil, perde, zar. Duvar. Bir ot adı: 207
Zer: nöbet. Oruç. Çile. Sarı. Altun, akçe: 207

Câbir: Cebredici. Galib gelen. Merhametsiz. Tekebbür. Aziz ve kavi olan. Kırıkçı,
çıkıkçı: 206
Dair: Devreden. Dolaşan. Bir şeyin etrafını kuşatan. Belli bir şey hakkında olan: 206
Cebbar: Büyüklük, azamet ve kudret sahibi. (Esma-i Hüsna’dandır): 206
Ber-ca: Yerinde, münasib: 206
Füsus: Nükte: 206
Cerab: Torba, dağarcık: 206
Dara: Hükümdar: 206
Kumus: Suya batıp kaybolmak: 206
Darb: Kapı. Büyük, geniş sokak. İslâm diyarıyla küfür diyarı arasında olan sınır: 206
Rübd: Kılıcın cevheri ve rengi: 206
Deber: Savaşırken askerin bozulması: 206
Bedr: Dolunay. Bir şeyin tamam olması. Bir işin ansızın zâhir olması. Tam ve münasib
olan aza. Dolu şey. İyi hizmet eden köle: 206

Cebir: Zabtetmek. Zor. Kuvvet. Bir şeyi ıslah ve tamir etmek. Cebir ilmi. Ameliyat:
205
Mus’a: böğürtlen. Bir kuş adı: 205
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarım küresinde bir burç
adı: 205

Seyf: Kılıç. Kalem: 150
Alîm: Bilen. (Esma-i Hüsna’dandır): 150
Mukad: Ağır yük: 150
Alen: Aşikâr, apaçık, meydanda olma: 150
Mehdî Muhammed: 151= 1150
İsa: 150
Muadele: Muamma. Anlaşılmaz iş. İki şey arasında miktarca, vasıfça beraberlik.
Müsâvilik, eşitlik: 150
Füsat: Büyük çadır. Kapıya asılan perde. Cemaat. Kıl. (Şa’r: Kıl. Saç. Ateş yakmak.
Cenk koparmak, kavga çıkarmak): 150

Haşif: Keskin kılıç. Damdan aşağı asılmış karpuz: 990
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+322= 990

Talût: Yuşâ. Hazret-i Mus’dan sonra Peygamber olmuş ve Beni İsrail’i çöllerden
kurtarmıştır: 446
Mehat: Maviye. Billûr taşı. Güzellik. Güneş. Dağ sığırı. Menzil, konak: 446
Telâiye: İstikamet. Doğruluk üzerine olmak: 446
Bakır halka: 303+143= 446

İNCE VE UZUN KAŞ


Levha: Temmuz-Ağustos 1992… Ben ve amcamın kızı Belgin, hatmeye katılmak için
bir eve gidiyoruz. Merdivenlerden çıkıyoruz; bakıyorum ki hatmeyi Üstad idare edecekmiş.
Üzerinde beyaz ve uzun bir elbise, kafasında beyaz külah var; hatme başlayacak, ben onun
arkasına geçip oturuyorum. Üstad’ın arkasına namaz safları gibi dizileceğiz; bu sırada
Belgin’in yanımda olmadığını görüyorum ve onu aramak için hızla çıkıyorum. Yukarı katlara
geldiğimde bir daireye giriyorum, ev boş ve eşya yok; büyük bis salon var ve burada
Kumandan’la İBDA’cı gençler futbol oynuyorlar. Başka bir genç bana, “bu Kumandan,
bunlar da iBDA’cılar, futbol oynuyorlar!” diyor. Daha sonra Kumandan oyunu bırakıyor ve
üzerime geliyor; ben biraz korkuyorum ve geri geri gidiyorum. Kumandan çok uzun boylu ve
zayıf, 20-25 yaşlarında bir genç tipinde; fakat en çok ince uzun kaşları dikkatimi çekiyor.
“Kaşları ne kadar da uzun, ince ve kavisli!” diye düşünüyorum. Yüzü esmer, fakat çok parlak.
(Odanın içinde de pencereden güneş ışığı girmiş gibi bir aydınlık var. Sarı ışıklı bir oda.
Kumandan’ın yüzü de öyle) Sağ yanağında bir “ben” var. Tam hatırlayamıyorum ama,
bıyıklıydı ve bıyığın bittiği hizanın üstündeydi o “ben”; ancak dikkatimi çeken kaşlarıydı.
Kumandan oyununa dönerken, ben hatmeye katılmak için aşağı iniyorum; oraya geldiğimde
sanırım hatme bitmişti. Üstad’ı yakalıyorum, -yanında Belgin var-, ona “Efendim siz benim
babam olur musunuz?” diyorum. O da bana, “Belgin önce geldi, ben onun babası olacağım!”
diyor. Üzülüyorum ve “ben önce gelmiştim, hem hatmeyi kaçırmasın diye onu aramaya
çıkmıştım!” diyorum. Bunun üzerine Üstad, “üzülme, ben Kumandan’a söyleyeceğim, senin
baban o olacak!” diyor. Oradan ayrılıyorum. (Ayşe Karataş)

Hatme: Baştan aşağı –bütün Kur’ân’ı Kerimi- okuyup bitirmek. Bir arada muayyen bir
şeyi okuyup bitirmek: 1045
Edm: Üns tutmak. İttifak etmek, birleşmek. Islah etmek: 45
Liha: Gümüş. Bahşiş, hediye: 45
Ledig: Yılan ve akreb gibi hayvanlar tarafından sokulmuş olan: 1044= 45
Tahliye: Boşaltmek. Boş bırakmak. Serbest bırakmak. Temizlemek: 1045
Tuvvel: Ayakları uzun bir cins kuşu: 45
Adam: İNSAN: 45
Culah: Dokuyucu: 45
Lüzub: Birbirine kafes gibi girdirip yapıştırma. Sabit olma. Yapıştırma, yapışma: 45

Hatme: 1045= 46
Dimağ: Beyin. Kafanın içi: 1045= 46
Velî: Sahib,mâlik. Evliya. Muhafaza eden. Küçük çocukların hâlinden mesul kimse.
Sıdık. Baba. Babanın babası, cedde: 46
Velî: (Esma-i Hüsna’dandır): 46
Aliyye: Âlete mensub. Âletle alâkalı: 46
İlâhî: 46
Lebîd: Küçük çuval. (hadîs: “Söz odur ki Lebîd’in söylediği: Allah’tan başka her şey
bâtıl”… Bâtını, Allah’ın keyfiyeti bilinmez –keyfiyetsiz- suret sıfatından olan insanın, O’na
âit –O- yönünden başka her şey ve yaptığı bâtıl): 46
Ula: Birinci, ilk, evvel: 47= 1046
Hatime: Son söz. Son. Nihayet: 1046
Bedil: Sâlih kişi. Bir şeyin mukabili, karşılığı: 46
Elvah: Levhalar. Tablolar: 46
“Vav” harfi Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Vâli” ismine denk geliyor ve sayı değeri: 46
Nazif (e): Temiz, pâk, nazik: 1045= 46
Ebabil: Dağ kırlangıcı. Kuş sürüsü. Sürüler: 46

Ezecc: Uzun ve ince kaşlı. (Üstadım, Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin yüzünü tasvir
ederken, kaşlarının uzun ve ince olduğunu belirtmiştir): 11
Ay: (Âyât). Âyetler. Menziller. Mekânlar: 11
Ezec: Süleyman Aleyhisselâmın yaptırdığı bir bina adı: 11
Hab’: Gizli
Saklı, hafi. Gizlemek, setretmek: 11
İzem: Büyüklük: 1010= 11
Ehabb: Çok sevgili. En sevgili: 11
Hedb: Meyve toplamak. Davar sağmak: 11
Casus: Karpuz: 1010= 11
Teşrik: Doğu tarafına gitme. Güneşlendirme. Güneşte kurutma: 1010= 11
Tıbb: Tabiblik. Bir şeyi gereği gibi bilmek. Rıfk. İrâde. Şân. Şehvet: 11
Vad: Oğul: 11
Ecbe: Alnı geniş adam: 11
Deha: 11
Ceva’: Aşktan veya tasadan kalbin yanması. Geniş. Hasta: 11
Gade: Yumuşak bedenli kadın. (Mermare: Yumuşak bedenli kadın… Yevmiye:
Marmara’nın neresinden bir bardak su alsanız aynı çıkar): 1010= 11

GÜLMEK-KÜFRETMEK
Levha: 27 Şubat 2001… Kumandan küfürlü sözler söyleyerek benimle dalga geçiyor,
hep beraber gülüyoruz. Kalkıyorum, biraz moralim bozuk. Aklıma, Don Juan’ın Carlos
Castaneda ile nasıl dalga geçtiği geliyor. (Kartal Cezaevi-İbrahim Tatlı)

Dahık: Gülen, gülücü: 829
Dahhak: Çok gülen, çok gülücü: 829
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 62+92+691+477+506= 1828= 829

Sebbab: Küfürbaz: 65
Sadd: Örten, kapayan, Mâni olan, engel olan: 65

Bâzi: Küfürbaz. Beğenmeyen, ehemmiyet vermeyen: 713
Bahsan: Pejmürde. Salına salına yürüyen: 713
İza: İncitmek, eziyete etmek. İncitilmek: 713
Müstecir: Eman dileyen, himaye isteyen: 713
Müsterca: Rica edilmiş, yalvarılmış. Ümid edilmiş: 713
Ciris: Sazan balığı. (Ciriş: Ceset): 713
Secîr: Posa. (Secîr: Dost): 713
Perestan: Taparcasına sevenler: 713
Perestan: Ocak, fırın: 713
Zühub: Altunlar: 713
Bakteri: 713

Şetm: Küfretmek, sövmek: 740
Zemm: Birisinin ayıplarını söylemek. Ayıplamak: 740
Hâsif: Sararmış. Rengi parlaklığı kalmamış: 741= 1740
Ter’is: Titremek: 740
Sürm: Dişlerin dökülmesi: 740
Tesri’: Hızlandırma. Acele etme: 740
Mütefekkir: 740

Üsbube: Sövme, küfür: 76
Sahi: Hata işleyen: 76
Ucab: Çok şaşılacak gülünç şey: 76
Tahadu’: Aldanmış gibi görünme: 1075= 76
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075=76

Kahkaha: Yüksek sesle ve çokça gülmek: 215
Raise Sultan Barier: 263+547+405= 1215
Fasile: Aile. Familya. Bir cinsten olan bitkilerin hepsi: 215
Deyyar: Bir kimse. Ehad. Yurt sahibi birisi. Manastır sahibi: 215

Kahkaha’: Öldürücü bir yılan: 212
Tarih: 1211= 212
Bîr. (Kürtçe): Hatırlamak: 212
Ihtirat: Kılıç çekme: 1211= 212
Cürde: Süvari. (Kaptan): 212

TUFAN
Levha: 16 Ağustos 2008… Bütün dünya sular altında kalmış. Galiba buzullar erimiş.
Üzerlerinde takım elbise olan, ama yarı insan yarı maymun şeklinde çok kıllı yaratıklarla
savaşıyorum. Belimize kadar su ve yosun içindeyim. Çok kalabalık oldukları için ben bir ân
yeise kapılıyorum. Sonra Kumandan’ın Metris Cezaevi’nde söylediğini sandığım şu sözü
aklıma geliyor: “biz geldiğimiz zaman, teknoloji yerle bir olacak, ilkel çağ yaşanacak!”…
Bunu hatırlayınca kendime geliyorum. İhtilâl ya oldu olacak diye, yalın kılıç savaşmaya
devam ediyorum. (Sebahattin Arslan)

Tufan: Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur. Suların her yeri kaplaması: 146
Rahman Sûresi, 19.âyet: 1145= 146
Mümasse: Birbirine değme: 146
İki kutvanî: 573+573= 1146
Meymun: Maymun. Bereketli, uğurlu. Kuvvetli, kutlu. (“Romancı Allah’ın
maymunudur!” sözü hatırlanmalı): 146
Allâme: Çok büyük âlim. Meşhur olmuş mütefekkir. Her ilimde ihtisas sahibi: 146
Musa: Vasiyet olunan mal. Menfaat: 146
Musaye: Oturak, idrar kabı. Büyük kursak: 146
Mıstabe: Peyke, sedir: 146
İmlise: Çöl, sahra: 146
Kalaye: Kilise odası: 146
Musahhih: Tashih eden. Yanlışları düzelten: 146

BEŞİK-TAŞ
Levha: 22 Ağustos 2004… Kumandan, “Uğur Mumcu öldüğünde ben Beşiktaş
Cezaevi’ndeydim!” diyor. Bu sözünden onu sevmediğini anlıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi-
Receb Kumru)

Beşik: (Mehd: Beşik. Beslenilecek, büyüyecek yer. Yeryüzü. Yayıp döşemek. Kâr
kazanmak. Hazırlanmak): 332
Mirzabeyoğlu: 332
Kaptan Kust: 163+169= 332
Şekîb: Sabır, tahammül: 332
Isram: Derviş olmak: 332
Beşel: İki şeyin birbirine sarılması. İki kimsenin birbiriyle tutuşması: 332
Şibl: Aslan yavrusu: 332
Behkeşe: Emir ve işde çabukluk, bir işi acele yapma: 332
Mubassır: Gözetici, bekleyici, bakıcı: 332
Mısgar: Sarı yüzlü: 1331=332
Zerdfam: Sarı renkte. Sarı renkli: 332
Arsam: İnsan toplulukları. Çadır grupları: 332
İşgal: Zabtetme, istilâ etme: 1332
Beşel: Hırslı, haris kimse: 332
Faran: İncil’de Mekke dağlarına verilen isim. Hazret-i Peygamber’in Faran dağlarında
zuhur edeceği İncil’de haber verilmiştir: 332

Taş: 309
Tarak: Bulutların bir yere toplanması. Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının
üstünde olması: 309
Serlevha: Yazıda başlık: 309
Şedde: Birinci hamle: 309
Şedde: Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek,
sağlamlaştırmak: 309
Haş: Kalb: 309
İrzak: Rızıklandırmak, maddî ve mânevî ihtiyacını vermek: 309

Beşiktaş: 641
Mir’at: Ayna. Meşhur bir cins lâle: 641
Hayâl: 641
Hayyal: At terbiyecisi, at yetiştiren: 641
Muhaddar: Yeşil renkle boyanmış. Rengi yeşil yapılmış: 1640=641
Merrat: Kerrât: Kerreler. Birçok defalar: 641

18.09.2008- SAYI: 89
NAKİL
Levha: 31 Mart 1999… Ben ve Yılmaz Dalyan, tekrar Bandırma Cezaevi’ne
getirilmek üzere Metris’e naklediliyoruz. Yılmaz, “şu kısa zamanda Kumandan’ı görsek
bari!” diyor. Metris’te koğuşa girince, Ali Osman bizi karşılıyor. Yılmaz ona, “bizi geri
götürecekler, Kumandan’ı görebilir miyiz?” diye soruyor. Ali Osman, “Kumandan ve
Sadeddin ağabey bahçede volta atıyorlar, kapı kapanınca içeri girecekler!” diyor ve sonra
Kumandan’ı beklememiz için bizi beyaz bir masaya davet ediyor. Halil Kantarcı masada
oturuyor; üç gün evvel Bandırma’dan sevkleri çıkmış, gelmişler. Ona, “Halil, nasıl, burası
güzel mi?” diye soruyorum. Halil, “zor ama, güzel!” diyor ve kafasını sallayarak bana bir
şeyler anlatmaya çalışıyor. Ali Osman, elinde sandalyelerle içeri girince, ben kapının
kapandığını anlayıp Kumandan’ın geleceğini fark ediyorum ve hazırlanıyorum. Kumandan
geliyor, Yılmaz Dalyan elini öpünce şiddetli bir titremeye tutuluyor. Sıra bana gelince,
omzumdan tutarak “gel bakalım!” diyor. Sesinin inceliği dikkatimi çekiyor. Elini tutuyorum;
eli zayıf. Elini öpüyorum ve sesli olarak ağlamaya başlıyorum. (Bandırma Cezaevi-Yakub
Köse)

Nakl: Bir şeyi başka bir yere götürmek, taşımak, yer değiştirmek. Anlatmak.
Duyduğu bir şeyi başkasına hikâye etmek. Terceme etmek. Yırtık elbiseyi yamamak:
180
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180
Menfa: Nefyolan yer, birinin sürüldüğü yer: 180
SİN harfi Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Semi” ismine denk geliyor ve sayı değeri 180

Dest-bus: El öpme: 532
Selman-ı Farisi: (Hacegân yolunun 3. büyüğü): 532
Abdülkadir Geylânî: Gavs-ı Âzam: 532
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302= 2532
Tekabbel: “Kabul etsin” mânâsına söylenir: 532
Tilka’: Görüşmek ve buluşmak. Mülâkat. Taraf, yön, cihet. Hiza: 532
İstilâm: Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme. Kâbeyi tavaf esnasında hacer-
ül Esved’e el sürmek, el sürmese bile el işareti öper gibi yapmak, okşamak: 532
İ’tilâl: Hasta olma. Bahane etme. Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma: 532
İ’tiyan: Dik dik bakma, gözünü dikme. Yardım etme: 532

Cahcaha: Gönlünde olan sırrını gizlemek. Çağırmak. Su sesi: 1211=212
Bürhe: Zaman, ân, müddet: 212
Carû(b): Süpürge: 212

ÖLÜM HABERİ
Levha: 23 Temmuz 1998… Hatice ablamların evdeyim; gece, karanlıkta, merdiven
başında. Karanlıkta cin gibi bir şey üstüme geliyor. Ondan kaçarken, merdiven altına inip
namaza duruyorum. Sonra kapıdan çıkıp annemle gidiyoruz. Kapının önünden geçen bir at
arabasında biri, “şehid aileleri” filân diye bağırıyor. Onlara bakarken, birden çırılçıplak
oluyorum. Utancımdan hızla koşmaya başlıyorum. Etrafta tanıdık kızlar. Eve doğru koşarken
gece karanlığında İsmail’in sesi. O da cin gibi ve beni karanlıkta boğacak. Derken bir inşaata
giriyorum. İçeride bir süre dolaştıktan sonra çıkmak istiyorum. O da nesi? Bütün kapılar ve
pencereler demir parmaklıklı. Umutsuz bir hâldeyim. Bir odaya giriyorum. Duvarda
Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin posteri. Ona yalvarıyorum; “beni kurtarın!”… Derken
küçücük bir pencere açılıyor ve oradan zorlanarak omuzlarımı ve başımı geçiriyorum,
sürtünerek dışarı çıkıyorum. Yan taraftaki binada Altan, Emrullah ve Şâhin… Şâhin, “Efendi
Hazretlerini gördüm. En son Hac’tan Üstad’la beraber döndüler. Üstad İstanbul’a, Efendi
Hazretleri Bitlis’e gitti ve orada vefat etti!” diyor… Ben de, “O’nun yanında o kadar
bulunmuşsunuz, nurundan hiçbir şey almamışsınız; biz olsaydık, ona canımızı verirdik, her
şeyimizi verirdik!” diyorum. O ânda bir bulanıklık ve bayılma. (Bandırma Cezaevi- Yılmaz
Dalyan)

Pelekam (Merdiven): 175
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174= 175
Kusto: 175
Mükaame: Öpmek: 176= 1175
Nüvisende: Yazıcı, kâtib: 175
Akid: Kuyunun çevresi, etrafı: 175
Hefhefe: İnce belli olmak: 175

Uryan: Çıplak: 331
Me’sar: Hapsetmek. Hapsedecek yer: 331
Şakî: Şikâyet eden. Ağlayan. Hiddetli ve şevketli: 331
Sarim: Kesen, kesici. Şecaatli: 331
Gufran: Allah’ın günahları affedip örtmesi, rahmetli: 1331

Cürde: Çıplak vücut. Atlı asker. (Süvari) Çorak bölge: 212
Racih: Üstün olan. Kıymetli, faziletli ve itibarı fazla olan. Bürhan ve delilin tercihinde
delili üstün olan taraf: 212
İsmail: 212
Evrad: Virdler: 212
Dürece: Merdiven: 212
Berhe: Müddet, ân, zaman: 212
Raî: Görücü, gören. R harfiyle alâkalı. (Râ: Eski Mısır lisânında “Kalbin sevdiği, bir
şeyin merkezi, kalbi” anlamında): 212

Vefat: Ölmek. Ahirete göçmek: 487
Seyyid Fehim (Arvasî): 487
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302= 1487
Tecdi’: Vücudun bir tarafını kesme: 487
İhtimam: Özenmek. Gayret ve dikkat etmek: 487
İfadat: İfadeler: 487
Mevmat: Sahra, çöl. Yazı: 487

Fevt: Ölüm: 486
Müt’eme: İkiz doğma: 486
Fet’e: Zikretmek: 486
Mühimmat: Mühimler. Harb malzemesi: 486
Tekvin: Var etmek. Meydana getirmek. Yaratmak: 486
Hüfat: Nazar etmek, bakmak: 486
Mütatavil: El uzatan: 486
Memşuk: Yazılmış olan, meşkolunmuş. Uzun boylu zayıf at: 486
İ’tizaz: Kendini aziz, izzetli saymak: 486
Tesevvük: Misvak yapmak: 486
Sükût: Susma, konuşmama: 486

Men’a: Ölüm haberi: 162
Kabs: Her şeyin esası, aslı: 162
Saik: Dürten, sevkeden, sürükleyen, götüren. Sebeb: 162
Nakib: Vekil. Bir kavmin veya kabilenin reisi veya vekili. Halkın hayırlısı. En eski
derviş veya dede. Müfettiş: 162
İnsan: İns. Nisyan: 162
Yasin Sûresi, 58. âyet. (Noktalı): 162
Kaptan: 163= 1162
Asa: Değnek. Baston, sopa. (Asa: Genişlik. Zuhur, meydana çıkma. Büyük kadeh…
Asa: Gibi mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapılır: 62… Asa: Vakar, ciddilik. Süs, zinet:
62… Mehdî: 62… Asâ: Ümid ve korku bildirir. Şek ve yakîn mânâlarına delâlet eder. Hitâb-ı
İlâhî kısmında yakîn ve vücub ifâde eder: 140… İsa: 140): 162

TAYY-I MEKÂN: YASİN


Levha: 1 Temmuz 2008… Bolu F-Tipi’nde yatıyormuşum. Yanımda ismini
bilmediğim kaldırım kabadayısı tavırlı, bıçkın bir gönüldaş var. Kumandan birden bizim
odamıza giriyor. Üzerinde mavi spor kıyafetler var. Benim elimde Kumandan’ın sarı bir
pantolonu var. Kemer kısmı lastikli. Pantolonu kemer kısmından asarsam hemen kurur diye
düşünürken, Kumandan, terlediğini ve o yüzden bu kıyafetleri giydiğini söylüyor. Bizim
odamıza gelebilmesine şaşıyorum. Jestlerinden uyanıklık yapıp bir punduna getirerek
odasından çıktığı ve bizim yanımıza geldiği anlaşılıyor. Kumandan, “gardiyanları ikna ettim”
diyor ve ekliyor: “Meselâ, Allah Resûlü’nün bir hadîsi var: Safra kesesinde bir rahatsızlık
olduğu vakit, onu donmuş bir bardağa koyup, ateşe tutmalı. O ateşle, kan dolaşımı sağlanır,
safra kesesi eski hâlini alır.”… Bu hadîsi anlatarak gardiyanları iknâ etmiş. Daha sonra bana
dönüyor ve “hem seninle Baron d’Holbach ve Bacon’ı da konuşuruz!” diyor. Bu arada
Bacon’a dair bir şey daha söylüyor, ama unuttum. Bacon’dan bahsedince, bir Avukat
görüşünde, Samuel Beckett’e âit “Godot’yu Beklerken” eserine dair söyledikleri aklıma
geliyor. Bu ânda Kumandan gülerek, “hem post-modern veled-i zinalara da ders olur!” diyor.
Kumandan’ın tayy-ı mekân eylemiş olabileceğini, bunu bize çaktırmamak için de böyle
davrandığını düşünüyorum. Tam bu esnada yanımda kalan arkadaş sanki içimi
okuyormuşçasına, “Kumandan bana engel olmak için buraya geldi!” diyor. Meğer yanımdaki
arkadaş o gece Endonezya’ya kaçacakmış. Kumandan da ona engel olmak için tayy-ı mekân
eylemiş. (Ali Rıza Yaman)

Basi’: Ter: 172
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 1171= 172
Esans: Bitkilerden veya sun’i yolla elde edilen koku:172
Kab’: Seyahat edip gezmek. Nefes tutulmak. Atın burnu içinden çıkan hırıltı. (Sahil:
At kişnemesi… Sahil: Kişneyen. Kişneyici: 126… Salih: 126): 172
Ka’b: Ağaç çanak. (Torba, çuval vesaire hatırlanmalı): 172
Makleb: Kalbetme. Bir şeyin altını üstüne çevirme. Kalbedilecek veya değişecek yer:
172
Musavele: Döğüşmek için bir kimseye saldırma. Üzerine atılma: 172
Muvasala: Vâsıl olmak. Erişmek. Ulaşmak: 172
İflas: (Tasavvufta, varlığı yele vermek): 172

Spor-sipor: 278
Arvasî: 278

Nıtaf: Ter: 140
Nitaf: Saf ve duru sular: 140
Alîl: Hasta, illetli: 140
Ken’: Tilki eniği. Cem etmek: 140
Sa’y: Ziyaret etme. Cüret etme. Hızlı yürüme. Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme.
Gammazlık yapma. Hac veya Umrede, Safa ile Merve arasında usûlüne göre yedi defa gidip
gelme: 140
Kîl: Söz, kelâm. Denilen: 140

Ranin: Pantolon. Şalvar. Don: 311
Narin: İç oda. İnce, zayıf, nazik: 311
Muhteri’: Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan. (Mucid:
Yeni bir şey icâd eden, meydana getiren, bulan. Yaratan. Yoktan var eden… Mücidd: Elinden
geldiği kadar çalışan, gayret gösteren… Mücîd: Hazır. İyi edici olan. Ölüm. Mevt): 1310=
311
Müsahere: Geceleyin uyanık durma, uyumama: 311
Garik: Suda boğulmuş: 1310= 311
İşhad: Şehid olma. Şâhid gösterme. Delil getirme, delil olarak gösterme. Büyüklerin
eserlerinden delil olarak gösterme: 311
Eşbeh: Mert, yiğit, kabadayı, cesur. (Eşbeh: Daha çok benzeyen. Pek benzeyen): 311
Mustazi: Ziyâ alan. Işıklanan: 1310= 311
Eşhad: Şâhitler: 311
Kadro: 311
Kari’: Okuyucu. Okuyan. Âbid ve zâhid olan. Kur’ân okuyan: 311
Gaşy: Bayılma, kendinden geçme: 1310= 311

Mütelebbis: Giyinmiş, elbiseli. Karışık, başkasına bulaşmış ve karışmış olan: 532
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302=2532
İttias: Öldürme, helâk etme: 532
İttisa: Bollaşmak. Genişlemek: 532

Tedavi: Hastalığı iyi etme tarzı. İlâç verme. İyileşmesi için bakma: 421
Kaside-i Bürde: Peygamberimiz’in önünde meşhur Arab şâiri KA’B bin ZÜHEYR’in
okuduğu kasidenin adı olup, bu kasideyi O beğenmiş ve iltifat olarak kendi hırkasını ona
giydirdiğinden bu isimle meşhur olmuştur: 421
Tecdid: Yenileme. Yenilenme. Tazelenme: 421
Müztezkir: Hatırlayan: 1420= 421
Hücciyet: Salih olma, delil sayılabilme: 421
Guşadnâme: Padişah fermanı. Boşanma kâğıdı: 421

Tayy-ı mekân: Mekânı ortadan kaldırmak. Bir şahsın bir ânda muhtelif yerlerde
görünmesi: 130
Da’va cetvelinde “Ye” harfi, Allah’ın YASİN ismine denk geliyor ve sayı değeri: 130
Sadis(e): Altıncı: 130
Fülk: Gemi. Sandal, kayık: 130
Kelef: Yüzdeki benek, ben. Şiddetli sevgi: 130
Mekyes: Akıllılık ve ferasetle bilinen kimse: 130
Medmum: Kırmızı renkli olan. Dolu, dolmuş: 130
Casus: Hafiye: 130
Kul: “De, söyle, bildir” meâlinde emirdir: 130
Kale: Dedi. O söyledi: 131= 1130
Na’y: Ölüm haberi getirmek: 130
İhsas: Hissetmek. Hissettirmek. Bulmak. Görmek. Zannetmek. İdrak etmek: 130
Nigin: Yüzük. Mühür. Hatem: 130
Akim: İçinde giyecek olan büyük çuval: 130

Feylesof: Filozof: 266
Feylesof (Kürtçe): Mütefekkir: 266
Yusuf Hemedanî: (Hacegân yolunun 9. büyüğü): 110+156= 266
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266
Süver: Sureler: 266
Saika: Yıldırım. Ölüm. Mevt. Nüzul ateşi. Semadan gelen şiddetli ses. Muhlik ve azab.
Bulutları sevke memur melek: 266
Sahir: Uykusuz kalan. Uyuyamayan: 266
Ruzban: Kapıcı: 266

ANSIZIN BULMAK
Levha: 25 Nisan 2004… Üzerimde gri-mavi eşofman; onun cebinin üst tarafında bir iç
çıkıntısına yüzük girmiş, onu çıkarıyorum ve şaşırmış bir şekilde ablama “aradığın yüzük
bende çıktı!” derken, aynı şekilde öbür cebin üstte pot yapmış yerinden de bir yüzük
çıkarıyorum. Ablam da, kayıp metal ve iki küçük mavi taşlı bileziğini bulmuş, onu gösteriyor.

Nebh: Ansızın bulunan yitik. Birşeyi tenbih etmek, unuttuğunu hatırlatmak.
Ansızın yitirmek. Uykudan uyanmak. Şerefli olmak. Meşhur olmak: 57
Mecid: Azametli. Şerefli. Gâlib. (Esma-i Hüsna’dandır: Zât şerefine sahib): 57
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055= 57
Eluk: Sefir, büyük elçi: 57
Havatîm: Mühürler. Hatemler: 1057
Havatîm: Sonlar. Nihayetler: 1057
Magza: Maksad, gaye, meram, istek, arzu. Harb hikâyeleri. Muharebe: 1057
Tahazzün: Hazineye girmek. Yığılmak: 1057
Mugayebe: Gizli şey. Görünmeyen ve saklı nesne: 1057
Rıdvan: Memnunluk, razılık, hoşnudluk. Cennetin kapıcısı olan büyük melek: 1057
Muhacce: Deliller ve isbatlar gösterme: 57
Neva: İntizamlı hâl. Azık, zâhire, rızık. Ahenk, ses, güzel sadâ, nağme. Musikide bir
makam ismi: 57
Decn: Bir yerde mukîm olmak, bir yerde yerleşme. Bol yağmur. Havanın bulutlu
olması: 57
Mehîb: İnsanın kendisinden korktuğu. Heybetli, azametli. Arslan, esed, gazanfer: 57
Hatm: Kırmak, ufalamak: 57
Tamah: Bir şeye göz dikip beklemek: 57
Ecnab: Yanlar. (Pehle: Mezar sandukalarının yan taşları): 57

Hatım: Yüzük: 1041
Hatim: Hitama erdiren, bitiren. Mühür basan: 1041
İdale: Bir şeyin elden ele geçmesi: 41
Manzume: Şiir. Sıra, dizi. Sistem: 1041
İlâhe: 41
Hibal: Urganlar, ipler, halatlar: 41
Hilâb: İçine süt sağılan kab: 41
Lay: Çamur. Kül. Tortu, posa: 41

Gustîrk (Kürtçe): Yüzük: 796
Müştzen: Yumruk vuran. Boksör: 797= 1796
Mütearife: Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr. İsbatı icab etmeyen
söz: 796
Müezzin: Ezân okuyan: 796
Mi’zene: Ezân okunacak yer: 796
Mensur: Dağılmış. Saçılmış. Gece vakti güzel kokan bir çiçek. Nesîr hâlindeki yazı:
796
Hususî: Bir şeye âit olan. Herkese âit olmayan: 796
Teşvif: Tezyin etmek, süslemek. Haberli olmak, anlamak. Bakmak, nazar etmek: 796
Mahnuk: Boğulmuş. Boğazı sıkılmış. Boğuk: 796

Dest-vane: Kadınların bileziği. Savaşta giyilen demir eldiven. Meclisin baş kısmı:
526
Şekûr: Çok şükreden. (Esma-i Hüsna’dandır: Kullukları kabul edici): 526
Nuut: Vasıflar, keyfiyetler, umuma şâmil sıfatlar. Allah Resûlü hakkındaki
medhiyeler: 526
Musa Mirzabeyoğlu: 205+322= 527= 1526

Evrencen: Kadın bileziği: 310
Ömr: Yaşama, hayat, yaşayış: 310
İchaş: Bir kimseden yardım ve meded isteme: 310
Dadaş: Erkek kardeş. Delikanlı, yiğit kimse: 310
Amer: Muammer eylemek. Çok zaman yaşayıp kalmak. Muammer olmak: 310
Semir: Gece anlatılan kıssa, hikâye. Arkadaş, refik: 310
Paguş: Suya dalma: 1309= 310

Bazin. (Kürtçe): Bilezik: 70
Ya-sin: Sure adı. “Ey İnsan!”: 70
Büyük Doğu-İbda: 1060+9= 1069= 70
Gazi ana: 1018+52= 1070
İngıtat: Suya dalma: 1070

ALTUN
Levha: 30 Mayıs 2001… Cezaevi’ne, Hatice Hanımlarla beraber geliyoruz…
Arkamdan bana seslenip “bunları Kumandan’a vereceksin!” diye, bir tane altun bilezik, bir
tane de bileklik altun zincir veriyorlar. Bunları alıp geri döndüğümde Hatice Hanımları
göremiyorum, içeri girmişler. Elimde altunlar, içeri nasıl girebileceğimi düşünüyorum.
(Vahide Karadağ)

Altun: En değerli maden: 96
Amine: Allah Resûlü’nün annesinin adı: 96
Altun: Sabir. Sabırlı. (Berzah’ın, bir yönü ile Hakk, bir yönüyle Halka (mahlûklara)
bakan yönü ve ne taraftan bakılırsa ona âit oluşu bakımından, -bu karışık niteliği bakımından-
“Allah ve Resûlü’ne eza edenler” meâlinde âyet ve hadîsler, bu mânâda anlaşılmalı…
Üstadım’ın “Sabır” isimli şiirinden: Sen de kim oluyorsun? –Asıl sabreden Allah –Sabır,
incecik sırat; -Murat içinde murat –Sabır Hakka tevekkül –Sabır Hakka itimat): 96
Mazmaz: Allah Resûlü’nün Tevrat ve Suhuf-u İbrahim’deki ismi: 96
Vek’: Akreb sokması: 96
Emene: Emn, emniyet, eminlik: 96
İfad: Bir kimseyi elçilik vazifesiyle gönderme: 96
Gavs: Suya dalma. Dalgıçlık. Bir meseleyi derinliğine bilme. Maslahata gayret ile
girme: 1096
Nevm: Rüyâ: 96
Selv: Kanaat verme: 96
İdman: Alıştırmak. Meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket: 96
Vefî: Vefalı. Tam, mükemmel. Bol olan: 96
Mendeb: Tehlike. Ölüm: 96
Bediî: Bedi’ ve güzel olan. Ebedî ve güzel olan. İlâhî, ve güzel eserlere müteallik
bulunan: 96
Gîsu: Uzun saç, omuza dökülen saç: 96
Saga: Kuyumcu: 1095= 96

Zer: Altun, akçe. Oruç. Çile. Nöbet. Sarı: 207
Cedr: Hâil, perde, zar. Bir ot adı: 207
Hereb: Kaçma, firar. Keder: 207
Bühr. (Kürtçe): Kaş: 207
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı: 207
Cered: Çıplak olma: 207
Cerd: Elbisesini soyma. (Tecrid) Ot ve ağaç yetişmeyen yer: 207
Kanun: Nizâm, kâide, emir, nehiy ve yasaklar: 207
Perda: Yarın: 207

Ebu-l Fadl-Ebu-l Fazl: Altun: 950
Sırat-ı mustakim: Doğru yol: 950
Nezr: Adak adamak: 950
Makzî: Ödeyici. Ümid edildiği üzere tamam ve ikmâl edici olan. Kaza olunmuş,
ödenmiş olan: 950
Nişter: Hekim bıçağı: 950
Kazîm: Gümüş. Yazı yazmada kullanılan beyaz deri: 950
Zann: Sezme. Zannetmek, sanmak. Şübhe: 950

Nazir: Altun. Taze. (Nazire: Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş,
örnek. Benzeyen. Bir şâirin manzumesine, başka bir şâir tarafından aynı vezin ve
kafiyede olmak üzere yapılan benzer): 1060
Büyük Doğu: 1060
Heyam. (Kürtçe): Çağ, zaman: 60

Nazar: Altun. Tazelik. (Nazar: Göz atmak. Mülâhaza. Bir türlü kabul etmek.
İltifat. İtibar): 1050
Nasreddin Hoca: 1050
İmdad: Yardım. Yardıma gönderilen kuvvet. Vadeyi uzatmak. Mühlet vermek: 50
Gudek: Çocuk, tıfl: 50

Berzend. (Kürtçe): Bileklik: 265
Nirx. (Kürtçe): Nefs muhasebesi: 265
Nur Muhammed –Nur Osman: 348+917= 1265
Enderî: Kalın ip, halat: 265
Dareyn: Her iki dünya. İki yurt. İki yer: 265
Sadir: Şaşan, hayrette kalan: 265
Suk’a: Başın ortasındaki beyazlık: 265
Mükreh: Zorlanan kimse: 265
Ardin: Deneme. Tecrübe. İmtihan: 265
Panzehir: Zehire karşı ilâç: 265

Destine: Bilezik, el bileziği: 529
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302= 2529
Kamer Sûresi, 45. âyet. (Noktasız): 529
Salahat: Salihlik: 529
Miftah: Açan âlet. Anahtar: 529
Mistik: 530= 1529
Naziat: Hazret-i Azrail’in avanesi olan bir melek taifesi ki, şerlilerin canlarını şiddetle
alırlar. Çekip koparanlar: 529

Destec: Kola takılan bilezik. Desti: 467
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466= 467
Nüvatî: Gemici, mellah: 467
Nevatî: Gemiciler: 467
Tenbîh. Göz açtırmak. Gafletten ikaz etmek. Faaliyetini arttırmak. Sıkı emir vermek.
Bir işin yapılacağı hakkında yapılan nasihat: 467
Tecnid: Askerleri sıraya koyma, sıralama: 467
Temyiz: Bir şeyi diğerinden seçip ayırt etme. Belirsiz olan kelime ve sayıları belirli
hâle koyma: 467
Ab-dest: Namaz vesair ibadetler için usûlüne uygun yıkanmak. Azarlama, paylama:
467
İsticab: Vacib olmak. Hak etmek: 467
İstida’: El uzatma: 467
Beste: Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı. Şarkının makam ve ahengi. Kapalı. Tutucu.
Donmuş. Bir nevi ipek kumaş: 467
Üsvet: Beraberlik. Halka reis olmak. Dert ortağı. Sadık arkadaş. Manevî tabib.
Numune ve örnek tutulacak insan: 467

MEDED
Levha: 21 Ağustos 2001… Bir yokuş… Çıkamıyorum. “Daha önce çıkmıştım, şimdi
niye çıkamıyorum?” diyorum. Bir el uzanıyor. Kumandanımız’ın eli olduğunu görüyorum;
beni çekip yukarı çıkarıyor. (Selma Şişmanoğlu)

Sade: Yokuş başı: 169
Kust: Topalak otu: 169
Abdülhamîd: (1842-1918 yılları arasında yaşamış ve 33 yıl saltanatta kalmış. 34.
Osmanlı Padişahı: Ulu Hakan… Yevmiye: Allah verdi mi, çevreyle beraber veriyor. Allah
Sevgilisi’nin devrini düşün: Hazret-i Ebubekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i
Ali… Bizim devrimizse bomboş!.. Düşün, gerileme devremizde bile kimler var: Bir
Abdülhamîd Han’ı düşün. Onun gibi kimse gelmedi tarihimizde. Bir Osman Paşa’yı düşün
yanında… Bir tek suçu vardı Abdülhamîd’in, bilir misin neydi? (Bilmemem mümkün mü?):
“Merhamet”… Tamam, merhamet; benim yüzümden tek damla müslüman kanı aksın istemem
diyen Hakan… Gittiler, Kızıl Sultan ismini taktılar… Humeyni çok güzel bir söz söyledi: Gök
gözlü kâfirler…): 169
Kıst: Hisse. Nasib. Mizan. Parça parça verilen hediye. Adalet etmek: 169
Musalih: Sulh yapan, barışan: 169

Yokuş: 422
Dûpişk. (Kürtçe): Akreb: 422

Kaş. (Kürtçe): Yokuş: 401
Gurer: Her ayın ilk üç gecesi: 1400= 401
Mutazallil: Gölgede oturan, gölgelenen. Korunan, muhafaza ve himaye gören: 1400=
401
Nasranî: Yardımcı: 401

Hevraz. (Kürtçe): Yokuş: 223
Rikab: Büyük kimsenin önü, makamı: 223
Tahdiye: Kurban kesmek: 1233
Rehide: Sıkıntı ve dertten kaçmış olmak: 224= 1223

Yed: El. Kuvvet, kudret, güç. Yardım. Vasıta. Mülk: 14
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013= 14
İcade: İyi yapma, iyi işleme: 14

Dest: El. Kuvvet. Kudret. Tasallut. Fayda. Yardım. Âli makam. İkmal: 464
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1312= 1463= 464
İntihaz: Fırsat bilip kaçırmamak. Fırsat gözlemek: 464

Meded: Yardım, inayet, imdad: 48
Mişvaz: Sarık: 1047= 48
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan). Kuş tuzağı: 48
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48
Athal: Kül renginde: 48
Magz: Beyin. Öz. İç. Lüb. İlik. Dimağ: 1047= 48
Gamz: Kaş ve gözle işaret etmek, göz kırpmak. Çene ve yanak çukurluğu: 1047= 48
Haly: Altundan ve gümüşten süs eşyaları: 48
Hayl: Kuvvet. Havl: 48
Hüzul: Zayıflık, bitkinlik: 48
Üvam: Susuzluk: 48
Levze: Bir tek badem. Bademcik: 48

“ÜÇ IŞIK”
Levha: 4 Ocak 1998… Kumandan Metris’e gelmiş. Çok güzel bir yüzü ve gözleri var.
ÜÇIŞIK isimli eserin kapağındaki fotoğraf gibi. Ona çalışma masası hazırlanıyor; mutfak
kısmına. Yatak da hazırlıyorlar. Ben de kül tablası arıyorum. Bir adam, dışı geniş ve içi dar
kültablası uzatıyor. Olmaz; daha büyük ve güzel olması lâzım. Boy boy kültablaları var ama,
benim aradığım değil. Raflardan bir kitabı alıyorum. Biri Kur’ân’ın içini oymuş, kül tablası
yapmış; bu da olmaz. Kumandan’la Merkez Camii’nin önündeyiz. O boynunu eğerek
yürüyor. Bunu uzun boylu olmasına bağlıyorum. (Niğde Cezaevi- Bünyamin Eser)

Üç ışık: 9+401= 410
Nîşan (Kürtçe): Benek, ben: 411= 1410
Dühat: Akıllılar. Dehâ sahibi: 410
Pişnemaz: İmâm: 410
Natşan: Susuz kalan kimse: 410
İhtizar: Huzura çıkmak. Hazır olmak. Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması:
1410
Habbe: Yol, tarîk: 410
Muammerîn: Muammerler. Uzun ömürlü kimseler: 410
Koçkar: Dövüş için terbiye olunmuş iri koç: 410
Hüdat: Hidayet edenler: 410
Karneyn: İki boynuz: 410
Musaffer: Sararmış. Boşalmış, hâli: 410
Musaffir: Islık çalan, seslenen: 410
Miş’: Aşı dedikleri kızıl balçık: 410
Şem’: Mum. Meclise zevk veren. Oyun. Mizaç. Huy: 410
Baht: Öz. Halis. Saf. Sade: 410
İtticah: Bir cihete gitmek, yönelmek. Teveccüh etmek: 410
Ahrar: Hürler. Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar. Hürriyetçiler: 410
Behcet: Sevinç. Güleryüzlülük. Güzellik, şirinlik: 410
Bezbeze: Galibiyet, zafer. Sıkılma, daralma. Kısmet, nasib, hisse: 1409= 410
Hidat: Doğru yolu gösterenler: 410
İbavet: Yabancı bir adamın bir çocuğa babalık yapması: 410
Şayk: Dağ, cebel: 410
Unsur: Umumdan ayrılan kısım. Madde, esas, kök. Element: 410
Tegat: Birbirini suya daldırma: 1410

Kül Tablası: 50+112= 162
Sebak: Ders. Yarış. Koşu yapanların aralarında koydukları ödül: 162
İnsilak: Yola girme, süluk etme, yol tutma: 162

IŞIK
Levha: 5 Kasım 1999. (Miraç Kandili)… Kumandan’ı Metris’te ziyârete gidiyorum,
bütün İBDA’cılar onunla. Beni gardiyanlar getiriyorlar ama, iki merdiven basamağından
aşağıya indirmiyorlar. Kumandan’ı görüyorum: Üzerinde kırmızı elbiseler, başında da takke
var. Üzerinde öyle yoğun bir ışık kütlesi var ki, bir ân “Cezaevi’nin çatısını kaldırmışlar!”
diye düşünüyorum. Beni onun yanına bırakmıyorlar. Büyük bir heyecanla, gördüğüm bu
rüyâyı kardeşim Ali’ye anlatıyorum. (Serab Acar)

Işık: 401
Taht: Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarların makamı: 1400= 401

Abb: Işık, ziyâ, nur. Güzelleşme. (Ab: Su. Yağmur, baran. Letâfet, güzellik.
İtibar. Irz. Namus. Vakar. Cilâ. Keskinlik): 72
Bâsıt: Açan. Yayan. Serici. Ferahlık veren. Mücerred olan. (Esma-i Hüsna’dandır:
Açıcı, genişletici): 72
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332= 1072
Zine: Libas, elbise. Düzgün. (Mütelebbis: Giyinmiş, elbiseli. Karışık, başkasına
bulaşmış, karışmış olan): 72
Cedidan: Gece ile gündüz. Yenilenen iki şey. Yenilenenler: 72
Hades: Süratle idrak etmek. Zan ve tahmin eylemek. Fikrini, reyini bildirmek: 72
Muhtebil: Delinmiş olan. (Üstadım’ın “Geçilmez” isimli şiirinden: Aklı yele verip
çıldırmadan geçilmez!): 1072
Ibb: Yük dengi, ağır yük: 72

Ziyâ: Işık, aydınlık, nur. Ruşenlik. (Nur, ziyâ’dan daha umumidir. Çünkü ziyâ
aydınlığın yayılması ve dağılması mülâhazası ile, Nur ise yayılması ve sebatı
mülâhazaları ile serdedilir. Bazılarına göre bizzat olan aydınlığa ziyâ, vasıta ile olan
aydınlığa nur denir… Ziyâ ile mevcudat görünür, hayat ile mevcudatın varlığı bilinir;
her biri, birer keşşaftır): 812
Habîr: Kulunu imtihan edici. (Esma-i Hüsna’dandır): 812
Şah-ı Nakşîbend: 812
İstifra’: Başlama: 812
Ahyar: Hayırlılar. Dostlar: 812
Habir: Haberli. Âlim: 812
Biyz: Parlak ve beyaz: 812
Haher: Kızkardeş. Hemşire: 812
Dabi: Kül, ramâd: 813= 1812

Nur: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık. Kur’ân-ı Kerim.
İmân. İslâmiyet. Peygamber. (Bazılarınca ziyâ, nur’dan daha sağlamdır ve daha hastır.
Nur, dünyevî ve uhrevî olmak üzere iki nevidir. Dünyevî olanı da iki çeşittir: Biri,
envar-ı ilâhîye’den intişar eden nurdur, akıl ve nur-u Kur’ân gibi… İkincisi: Görmekle
hissedilir ki, nurlu cisimlerden ibarettir, güneş, ay ve yıldızlar gibi.): 256
“Nun” harfi, Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Nur” ismine denk gelir ve sayı değeri: 256
Rumî: 256
Muafese: Tedavi etmek: 256
Fuku’: Çok sarı olmak. Safi olmak: 256
Mesfu’: Nazar değmiş: 256
Receban: Receb ve Şaban ayları: 256
El-Cezire: Mezopotamya: 256
Nehar: Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık. Toy kuşunun yavrusu.
Altun: 256
Neberd: Muhârebe, savaş: 256
Ilgarcı: Akıncı: 1255= 256
Mütevazi: Abdest alan, abdestli: 1256

Ruşen: Parlak, aydın. Belli, âşikâr: 556
Resul-ü Ekrem: 557= 1556
Mebhus: Bahsolunan. Bahsolunmuş. Evvelce bahsi geçmiş: 556
Nakvet: Bir şeyin seçkini: 556
Nekahet: Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl. Fehmetmek, anlamak, bilmek: 556
Neşur: Ziyâdesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan: 556

Lem’a: Parlamak. Şimşek gibi çakmak. Güneş ve yıldız gibi parlamak. El ile veya
elbise gibi bir şeyle işaret etmek: 145
Müheymin: Mümin. Hazır. Sadık. Koruyucu. Hâfız. (Esma-i Hüsna’dandır): 145
Rahman Sûresi, 19.âyet: 1145
Mazhar: Sahib olma, nail olma. Bir şeyin izhâr olduğu yer. Çıktığı yer: 145
Mehak: Durgun suyun yeşilliği: 145
İnsibağ: Boya tutma, boyanma: 1144= 145
Gusne: Tek dal: 1145
Mu’sade: Sımsıkı kapatılmış, kilitlenmiş olan: 145
Kenisa: Kilise: 145
Endülüs: Emevî devleti yıkıldıktan sonra, Emevîlerin Afrika’dan Avrupa’ya geçip,
şimdiki Portekiz ve İspanya’da kurdukları devlet: 145

TOPLANTI
Levha: 29 Mart 2001… Bütün evliyalar toplanıyor; Başlarında Mahmud Efendi
Hazretleri var. Evliyaullah oturmuş, Mahmud Efendi Hazretleri ayakta duruyor. Onlara,
“durum çok vahim, durum çok vahim!” diyor. (Zuhurat-Gülşen Hanım)

Vahim: Ağır. Sonu tehlikeli. Çok korkulu: 656
Tevrim: Gazaba getirme, öfkelendirme. Verem etme, verem edilme: 656
Havn: Hıyanet etmek, hainlik yapmak: 656
Hun: Kan, dem. Öç, intikam, öldürme: 656

Ahdan: Dostlar, yoldaşlar: 656
Yasin Sûresi, 58. âyet. (Noktasız): 656
Na-huda: Gemi kaptanı: 656
Tenevvür: Parlama, ışıldama. Bir şey hakkında bilgi sahibi olma. Aydın olmak.
Aydınlamak: 656
İdhan: Tütme. Yanarak dumanı çıkma: 656

İctima’: Toplantı. Toplanmak. Kavuşmak: 515
Erdiş: 515
Kıyadet: Kumandanlık. Kumanda: 515
Destan: Eller. Hikâyeler. Mekir: 515
Tesmiye: İsimlendirme. Besmele çekme: 515
İstinba: Haber sormak. Haber istemek. Vakıf olmak. Bilmek: 515
Teshim: Nakışlı etmek, nakışlamak: 515
Şehrî: Şehirli. İstanbul’lu. Kibar, ince: 515

25.09.2008- SAYI: 90
KALDIRIMLAR
Levha: 4 Ocak 1985… Üstadım’ın “Kaldırımlar” şiirinin, “Biri benim, biri de serseri
kaldırımlar!” mısraı ile uğraşıyorum… Bu sırada teyzem Adile Güleray, güleryüzle elindeki
kâğıtla üstünde hesab yapıyor!

“Biri benim”: 314
Mahrus: Himaye edilen. Korunan. Gözetilen. (Yevmiye: Bu yaşıma kadar, ufak tefek
tehlikelerden korunan ben…): 314
Şühud: Şâhidler. Görme, şâhid olma. Müşahede etme. Görünecek hâlde şekillenme:
315= 1314
Esbran: At süren, süvâri: 314
Şehav: Açmak, feth: 314
Tışe: Ufak çocuk: 314
Hârika: Ateş, nâr, od: 314
Yavuz Sultan Selim: 314
Muharese(t): Muhafaza, koruma: 314
Vahş: İnsandan kaçan, yabanî ve ürkek hayvan-canlı. Tenha ve ıssız yer: 314
Mahsur: Fersiz göz. Yorulmuş ve donuklaşmış göz: 314

“Biri de serseri kaldırımlar”: 1371
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312= 1371=372
Şimal: Sol, sol taraf. Kuzey: 371
Safra: Sarı: 372= 1371
Müşaheke: Benzemek. Hısımlık, akrabalık: 371
Rıka: Kısa mektublar. Dilekçeler: 371
Senanir: Kediler. (Sener: Kedi. Ulu kişi): 371
Alemgir: Bütün âleme yayılan, dünyayı zapteden: 371
Sarraf: Kuyumcu, cevherci. Sarfeden. Para işleriyle uğraşan: 371

“Biri de serseri kaldırımlar”: 1371=372
Yunus Emre: 126+246= 372
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312= 1371=372
Asfar: Sıfırlar. Boş şeyler. (Nilgün Yılmaz’ın “Aylık Dergi”deki bir iktibası şöyle:
Şeyh-i Ekber'e göre de, 'mükemmel sayıların ilki olan 6, her şeyden önce İnsan-ı Kâmil'i
sembolize eder. Ebced hesabında 6'ya tekabül eden “Vav” harfi, “Kün emr-i ilâhisinde (HER
NE KADAR YAZIDA GÖSTERİLMEMEKTEYSE DE) “Kef” ve “Nun” arasında
bulunmakta ve bu sebeple de, Şeyh-i Ekber tarafından HAKK ile HALK, İlâhi ilke ve zuhuru
arasındaki BERZAH olan HAKİKAT-I MUHAMMEDİYE'NİN TEMSİLİ kabul
edilmelidir.): 372
Berku’: Yedinci kat gök. Kadınların yüz örtüsü, peçe. (Peçe: Kadınların yüzlerine
örttükleri örtü… Peçe: Oğlan çocuk. İnsan veya hayvanın yavrusu. Sarmaşık bitkisi): 372
Akreb: 372
Pişin: Peşin, önce, evvel. Önden verilen: 372
Abş: Salâh. Hüsn. İbadet. Gaflet: 372
Şa’b: Taife, cemaat. Akbile: 372

“Serseri kaldırımlar”: (Bir “Tilki Günlüğü” başlığı… Erdal Durdu, “Tilki
Günlüğü Başlıklarının Ebced Değerleri” başlıklı bir çalışma hazırlamıştır): 530+624=
1154
Mehdî Muhammed: 62+92= 154
Memsus: Mesh olunmuş: 154
Kadîm: Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet: 154
Müsnid: Söyleyene isnad edilen söz. Zaman, dehr: 154
Müsned: Haber. İsnad edilmiş: 154
Ül’üban: Oyuncu, aktör: 154
Nasuh: Hâlis. Temiz. Kesin. Kat’i. Çok nasihat eden. (Ezkiya: Saf. Temiz…
Kürtçe’de: Ben kimim?): 154
Hısane: Berklik, sağlamlık, sertlik, muhkemlik: 154
Def’: Ortadan kaldırma. Öteye itmek. Mâni’ olmak. Savunmak. Himâye etmek. Bir
davayı müdafa için karşı dava açmak: 154
Kalita: Eskiden kalyon cinsinden yük taşıyan gemi: 154
Mukayyid: Kayd eden. Kayıt memuru: 154
Sefuh: Suyun akması: 154
Anayasa: 154
Hasın(e): Şerefli, iffetli kadın: 154

Rasaf: Kaldırım. Kaldırım taşları: 370
Sokrat: 370
Nesrin: Yaban gülü. Van gülü. Mısır gülü: 370
Sıfır: Hiçbir sayı olmamak: 370
Safer: Boş ve hâli olmak. Karın içinde durabilen yılan. Arabî aylardan ikincisi: 370
Sırf(e): Sadece, yalnızca. Sâfî ve hâlis şey. Karışık olmayan: 370
Serîr: Taht. Koltuk: 370
Kemiş: Tez yürüyüşlü at: 370
Endişe: Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu: 370
Mısram: Orak: 370
Asîr: Üsâre. Özsu. Suyu alınmak için sıkılmış şey: 370
Fars: Yarmak. Yırtmak. Kesmek: 370
Mümassar: Sarı ile boyanmış nesne: 370
Arak: Ter, rutubet. Dağdaki yol. Çukur. Deve izleri. Sıra sıra olan şey. Zenbil.
Menfaat, sevab. Karşılık. Süt: 370
Kustar: Bir şehre veya beldeye vâli olan kimse. Mizân, ölçü. Tüccar, tâcir. Kesedar,
sarraf: 370
Kırtas: Kâğıt. Kâğıt tabakası, sahife: 370
Ka’r: Derinlik. Dip. Nihâyet: 370
Rasf: Kaldırım döşemek. Birbirine zammetmek, bitiştirmek. Oka kiriş sarmak: 370

Hala: Arapça’da ananın kız kardeşi, teyze. Babanın kızkardeşi, hala. (Halâ’: Boş,
hâli… Hâlâ: Şimdi. Henüz. Şimdiye kadar. Elân… Halâ: (Harfi cerdir.) İstisnaya delâlet
eder… Hâl: Dayı. Vücudda, hususen yüzde görünen ben, benek… Abdülhakîm Arvasî
Hazretleri, Babaannemin dayısı olur, dolayısıyla benim): 636
Havel: Mülk. HAŞMET: 636
İrticalen: Hazır cevablılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir
söylemek: 636
Ihlad: Meyletmek, yönelmek, eğilmek. Ebedî kılmak. Geç ihtiyarlamak: 636
Hilv: Boş oluş. Boşluk: 636

Adil(e) Güleray: 105+267= 372
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312= 1371= 372

HÂLE
Levha:18 Haziran 2001… Kumandanımız ve arkadaşları bir masada oturuyorlar…
Aralarında iki yabancı adam var; Kumandanımız’la dalga geçerek küçük düşürmeye
çalışıyorlar. Kumandanımız’a “Hâle” isminde bir kadının kitabını okuduğumu söylüyorum…
O, adamlara dönüp gözlerinin içine keskin keskin baktı ve “Salih’in kitabını oku!” dedi.
Adam irkilerek geriye çekildi. (Hacer Ustaosmanoğlu)

Hâle: Hala. Teyze: 636
Hulu: Hali olmak: 636
Huluv: Boş olmak, hâli olmak. Boşluk. Boşta olmak: 636
İddihal: Duhul etme, dahil olma: 636
İdhal: Dahil etmek. İçine almak: 636
Taka’vüs: Çok yaşlanma: 636
Tekvir: Başa sarık sarma. Yuvarlaklaştırmak. Kıvırmak. Sarmak. Toplamak. Cem
olmak: 636
Tevkir: Ziyâfet vermek. Bina için yemek pişirip vermek: 636
Velh: Büyümek. Uzamak: 636

Hâle: Ay ve güneşin etrafında bazen görünen parlak daire: 41
İlâhe: 41
-Lay: Söyleyen, söyleyici: 41
Hayalet: Göze görünen karaltı, hayâl: 41
Velga: Küçük kova: 1041
Egam: Saçları ensesine ve yüzüne sarkan ve çok olan kimse: 1041
Dıram: Ateşin alevlenmesi. Ateşin alevi: 1041
Gala: Kaynamak: 1040= 41
Mug: Mecusî. Zerdüşt: 1040= 41
Tıbl: Davul: 41

Kitab: Kitab. Levh-i Mahfuz. Kur’ân: 423= 1422
Kütüb: Kitablar: 422
Dûpişk. (Kürtçe): Akreb: 422
Tehcid: Uyutma. (Menam: Uyku. Uyku zamanı. Düş, rüyâ): 422

Kumandan: 252
Darbum: Eskişehir’in Bizanslılar zamanındaki ismi: 253= 1252
Meraya: Aynalar. Miratlar. Hayvanın memeye süt gelen damarları: 252
Behrame: Yeşil elbise. (Refref: Yeşil elbise. Cennet. İnce ve yumuşak kumaş. Kuşu
çok olan çimenlik, kır. Dalları salkım salkım olan ağaç. Kenar saçağı. Mânevi bir binek.
DÖŞEK): 252
Behreme:Saç ve sakalın kınayla boyanması. Çiçeğin göz alıcı ve câzib olan güzellik
ve parlaklığı. Hindlilerin ibadeti: 252
Behreme: Burgu, matkab: 252
Berheme: Gözünü kırpmadan bir şeye bakıp duran: 252
Mürebbî: Terbiyeci, terbiye den, yetiştiren, ders veren. Pedagog. Besleyen: 252
Beyrem: Kazma âleti. Marangoz rendesi. Uzun ve sert taş: 252
Murabıt: Kalbini Allah’a bağlayan. Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet
bekleme: 252
Enar: Nar meyvesi. (Safrayı söker. Hafakanı defeder): 252
Erume: Kök, anakök. Asıl, menba. Ağacın ve boynuzun kökleri:252
Hürmüz: Eski İran takviminde güneş yılının ilk günü. Zerdüştlerin hayır tanrısı.
Jüpiter, -Müşteri- yıldızı: 252
Mecdere: Lâyık olacak mekân: 252
Müste’zin: İzin isteyen: 1251= 252
Müste’zen: İzin istenilmiş: 1251= 252
Körük: 252
İn’isam: Muhafaza etme, koruma: 252
İnfisal: Yeni bir fasıla geçme. Olduğu yerden ayrılma. Yerini bırakıp gitme: 252
İflilak: Yeryüzünü bulut kavramak: 252
İnkısam: Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim etme: 252
Müberra: Müstesna. Münezzeh. Temiz. Pâk. Noksansız. Berî: 252
Nair: Parlak, parlayan. Düşmanlık: 252
Zümre: Bölük, cemaat, takım, sınıf. Cins: 252

İkra’: Okutmak. “Oku” diye emretmek. Selâm göndermek. Yakın gelmek.
Ziyafet istemek: 303
Mirzabeyoğlu: 1302= 303
Akreb: En yakın: 303
İsrail: Hazret-i Yakub’un lâkabı. (Hadîs: Ümmetimin âlimleri, Benî İsrail
Peygamberleri gibidir): 303
Narbün: Nar ağacı: 303
Bakır: Çobanları ile beraber gezen sığır sürüsü. Geniş. Arslan. Göz damarı. Hazret-i
Hüseyin’in torunu İmâm-ı Bâkır’ın bir lâkabı: 303

Tilavet: Okumak. Takib etmek, arkasına düşmek: 837
Şevkistan: Dikenlik: 837
Tezkit: Doldurmak: 837

Tilavet: 837= 1836
Hal-dar: Benli, benekli: 1836

İÇTİMA
Yaşlı hasta adam, onu yatağına götürmek için koluna giren diğer adama bakıyor ve
karşılarında duran genç adamı kastederek “biz bu çocuk için bir araya geldik!” diyor ve uzun
uzun çok hissî, içli bir konuşma yapıyor. Anlıyorum ki, iri görünümlü o yaşlı adam
Abdülhakîm Arvasî Hazretleri, koluna giren ve oğlum dediği diğer cüsseli kişi Necip Fazıl
Kısakürek, karşılarındaki daha genç görünümlü ÇOCUK diye bahsettiği üçüncü kişi de Salih
Mirzabeyoğlu imiş. (Nilgün Yılmaz)

Mariz: Hasta. İlletli. Dertli: 1041= 42
Hitam: Son, nihayet. Bir şeye mühür basmak: 1041= 42
Mütesabbık: Ortası delik olan: 1042
Lahd: Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar. Eğilmek. Bir tarafına meyilli çukur:
42
Pehle: Mezar sandukalarının yan taşları: 42
Mütehaddır: Yeşil renklenen, yeşillenen: 2040= 42
Rızam: Büyük kaya parçası: 1041= 42
Sülasî: Üçlü. Üçe mensub: 1041= 42
Belat: Döşenmiş taş. Düz yer: 42
Cühal: Zehir: 42
Mâ: Su. Ab: 42
Evlâd: Çocuklar: 42
Behle: Yırtıcı kuşlarla uğraşanların giydiği eldiven: 42
Dahl: Pencere. Çukur yer: 42
Çolpa: Bir ayağı sakat olan. Yürürken önce sol ayağını atan: 42
Ittıla: Kokulu şeyler sürünme. (Ittıla’: Haberli olmak. Yukarıdan aşağıya bakmak): 42
Yeleb: Deriden yapılmış cübbe. Kalkan. Beyaz deve. Polat, demir. Toplamak: 42
Lebve: Dişi aslan. (Şir: Aslan. Süt): 43= 1042
Ebil: Nasâra rahibi ve ekâbiri. (İsevî meşreb, diriltici, ihya eden veli meselesi
hatırlanmalı): 43= 1042

Natık: Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyân eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir
ederek düşünen. Altun ve gümüş olan mal: 160
Fey’: Her nesnenin evveli: 160
Nikat: Noktalar: 160
Kıss: Nasâra taifesinin ulusu, reisi ve danişmendi: 160
Salatîn: Sultanlar: 160
Itaf: Kaftan: 160
Akis: Yere gömülüp köklendikten sonra kestikleri üzüm çubuğu: 160
Entak: Çok güzel söz söyleyen, iyi nutuk veren: 160
Seyfî: Askerliğe âit, kılıçla ilgili, kılıç şeklinde: 160
Atıf: Yüzünü çeviren, bakan. Meyleden. Şefkat edici kimse. Yarış atlarının altıncısı.
İki kelimeyi birbirine bağlayan harf veya kelime: 160
Dafia: Def eden, muhafaza eden: 160
Dikhan: Sipahi. (Süvarî. Kaptan) Bezirgân, tâcir: 160
Kattan: Pamuk satan: 160
Mümsik: Bir şeye sağlam yapışan. Eli sıkı: 160
Kulel: Kuleler. Dağ tepeleri: 160
Nitak: Kemer, kuşak. Peştamal. Kuşak yeri: 160

Şahîs: Büyük cüsseli, iri yapılı kimse: 1000=1
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+332= 1000=1
Elif harfinin ebced değeri: 1
Münkazi: Bitmiş, tükenmiş, sona ermiş, ardı kesilmiş: 1000= 1

Pîr: Yaşlı. Reis. Bir tarikat kurucusu. Herhangi bir meslek ve sanatın temsil
edicisi: 212
Malik-ül Mülk: (Esma-i Hüsna’dandır: Bütün sahibliklerin sahibi): 212
Ejdar: Canavar. Büyük yılan: 212
Tarih: 1211= 212
Hadîd: Dağ eteği. İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur. Arz, yer, dünya. (Hadid:
Demir, çelik. Sert, kavi olan. Çabuk kavrayışlı, keskin, öfkeli hiddetli, titiz. Hudut ve sınır
komşusu. Bir sure adı): 2210= 212
İkfal: Kilitlemek: 212

İctima’: Toplantı. Toplanmak. Bir araya gelmek. Kavuşmak: 515
Erdiş: 515,
Kıyadet: Kumandanlık. Kumanda: 515

Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+308= 566
Süruş: Melek. Cebrail: 566

Seyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık: 976
Necib Fazıl: 976
GÖLGE dergisinin çıktığı tarih: 1975-1976
Va’z: Dini meseleler üzerinde konuşup nasihat etmek: 976
Münafaza: Tozunu gidermek için silkmek: 976

İBDA KÜLLİYATI
Levha: (…) Şubat 2004… Selim Gürsel Avcı’yı görüyorum. Üzüntülü bir hâli var;
sebebi, İBDA Külliyatı’na yeterli ehemmiyetin verilmemesi. Külliyattan yeni keşiflerde
bulunmuş. “Selim, bulduklarından bana da bahset!” diyorum. Okumaya ve bulduklarını
anlatmaya başlıyor. Selim’in anlattıklarını dinleyince, ona hak veriyorum, söyledikleri
hoşuma gidiyor… Daha sonra yolda giderken, Kumandan’a rastlıyorum. Başından, bütün
gökyüzünü kaplayan dev gibi bir kuş çıkıyor, şaşkınlık içindeyim. Gökyüzünde 3-4 tane savaş
uçağı görüyorum; düşman uçaklarıymış. Gökyüzünü kaplayan kuşun, kanatlarıyla vurunca
uçakları düşüreceği kanaatindeyim. Halktan Kumandan’a teveccüh oluyor. Sevinç içindeyim,
“işte bu, odur!” diyorum; kurtarıcı. Bir ânda Yozgat-Sorgun’lu gönüldaş Osman’ın sözleri
aklıma geliyor: “Bahaddin, halk bir ânda Kumandan’a bağlanacak, her şey bir ânda
olacak!”… Osman’ın haklı çıktığını düşünüp, sevinç gözyaşı içerisinde yürümeye devam
ediyorum. (Bahaddin Yeşiloğlu)

Külliyat: Bütün. Hepsi. Hepsi birden. Bir müellifin bütün eserleri: 461
Lezlaz: Kurt: 1461
Mütedavî: Kendi kendine ilâç yapan. Tedavî eden: 461
Katim: Sır saklayan kimse: 461
Sete’: Bezin hatası: 461
Serar: Ayın son gecesi: 461
Se’t: Boğmak: 461
Tebhie: Tebrik etme: 461
Tebançe: Tokat: 461
Tevhim: Vehimlendirme: 461
İttitan: Vatan edinme: 461

İbda Külliyat(ı): 9+461= 470
Aşk: Çok ziyâde sevgi. Sevdâ. Candan sevme. İttibâ’. Alâka: 470
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+1312= 1469= 470
Dost: (Üstadım’dan bir mısra: “Dost, sevgili hep riyâ”… Müraî: İki yüzlü kimse:
252… Kumandan: 252… Berzah sırrını hatırlayınız): 470
Şemlak: Yaşlı, pîr, ihtiyar: 470
Tenhib: Suya gayet yakın olmak: 470
Serîr: Taht, koltuk: 470

İbda Külliyatı: 9+471= 480
Mehdî Necip Fazıl Kısakürek: 62+1417= 1479= 480
Mermer: 480
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480
Dostî: Dostluk: 480
Avdet: Dönüş, geri gelme, dönme. Rücu’: 480
Hetmele: Gizli kelâm, gizli söz: 480

İbda’ Külliyatı: 78+461= 539
Hakîm Külliyatı: 78+461= 539
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2539
Salahiyet: Bir işi yapmaya hakkı olmak. Bir davaya bakmak: 539
Nefehat: Esintiler. Üfürmeler: 539
Tafattun: Anlama, farkına varma, akıl erdirme: 539
Tefattun: Ufalanma. Süratle anlama, idrak etmek: 539
Mütesallit: Musallat olan, peşini bırakmayan: 539
İltizak: Yapışma, birleşme: 539
Süluc: Karlar: 539
Ruzegüşa: Oruç açan: 539

İbda’ Külliyatı: 78+471= 549
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549
Şümürde: Hesab edilmiş, hesablanmış, sayılmış: 549
Hasanet: Bir yerin çok sağlam ve korunulacak tarzda olması: 549

Tayr: Kuş. Uçmak mânâsında masdar: 219
Filozof: 219
Tayir: Kuş. Uçmak. Çabuk yürümek: 219
Zübeyr: Yazılı küçük şey: 219

Müsadefe(t): Rast gelme. Tesadüf etme: 220
Kay’am: Kedi: 220
Tahyir: İstediğini seçmesini teklif etme: 1220

Teveccüh: Bir şeye yönelme. Mânen üzerine düşme. Çevrilme. Hoşlanmak. Sevgi,
alâka: 414
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+322= 414
İki Aktör: 707+707= 1414
Ruberu: Yüzyüze. Karşı karşıya: 414
İttihad: Birleşmek: 414
Canişin: Birinin yerine geçen: 414
Diyet: 414
Teveddüd: Tedricen kendini sevdirmek. Dostluk etmek: 414
Weşanxane. (Kürtçe): Yayınevi: 414

MAZİ
Levha: 27 Kasım 1997… Kumandan, yeni çıkacak kitabı “Hırka-i Tecrid” hakkında
konferans verir gibi konuşuyor. “Geçmiş zamanlara bakın; öyle hâdiseler olmuş, öyle insanlar
gelmiştir ki, hiçbiri unutulmamış, yerlerini korumaktadır!” diyor. (Bandırma Cezaevi –Salih
Tatlı)

Pirtuk. (Kürtçe): Kitab. (Kelimeyi Pir-tuk ve Bîr-tuk diye bölersek, “kitab”ın
“kâmil takva, kâmil vicdan, kâmil evetleme ve kanma” mânâsı ile birlikte, “takva
hatırası, vicdan hatırası, -hangi mevzuda ise- evetleme ve kanma hatırası” şeklinde bir
mânâ doğar… Tuka: Salih âmel, vicdan, takva): 712
İbrahim Kassaroğlu: (İbrahim Kassar, Veliler Ordusu 333’den: Otuz yıl sefer etti;
halkın gönlünde sofilere sevgi ve kabûl uyansın diye… Bazı insanların fesadını düzeltmek
için bütün ömrünü ve varını harcadı): 259+453= 712
Kurbiyyet: Yakınlık kazanmak. Yakınlık. Bir şeye kendi gayretiyle yaklaşmak: 712
Takrib: Yaklaştırma. Tahmin. Yolunu bulma: 712
Ihlaf: Su aramak. Yerine halef etmek. Kılıç çıkarmak için elini uzatmak: 712
İras: Sebeb olmak, vermek. Vâris kılmak, miras bırakmak, miras yemek. Gerekmek:
712
Bursa: 713= 1712

Hırka-i Tecrid: 523
Kelime-i Tevhid: 523
Dedektif: 523
Cemiyyet: Birlik, topluluk. Bir yere cem olmak. Mânevî birlik teşkil eden cemaat: 523

Muhazara: Konferans verme. Hatırda tutulan şeyler. Tarihî ve edebî fıkra ve
hikâyeler anlatma. (Muhazara: Yemiş olmadan henüz ham iken satmak): 1054= 55
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055
Necb: Ağaç kabuğu soymak: 55
Muhibbe: Kadın sevgili. Kadın dost. (Şahide: Mezar taşı. Kadın sevgili): 55
İnba: Haber verme. Tebliğ etme: 55

Mazi: Geçmiş zaman. Geçen, geçmiş olan. Bir işin geçmiş zamanda yapıldığını
bildiren fiil: 851
Züaf: Ağu, zehir: 851
Faşist: 851
Dain: Doğruluk. Mâden. Asıl: 851
Ruhamî: Mermerden yapılmış. Mermerle ilgili. (Ruhama: Rahim’in çoğulu, rahim
olanlar): 851
Temhiz: Doğum ağrısı çekme: 1850= 851
Te’mit: Zihnen tahmin etme: 851
Daygam: Arslan, esed. Isırmak: 1850= 851

RESMETMEK-RESMEDİLMEK
Levha: 4 Mart 1999… Üstad’ın ve Kumandan’ın arka arkaya çizilmiş resimleri. Acaba
Efendi Hazretlerinin çizilmemesi, hayâ duygusundan mı? Bunları düşünüyorum. (Bandırma
Cezaevi – Abdullah Okan Gültekin)

Tersim: Resmini çizmek. Resmedilmek: 710
Terakki: İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme. Artma, çoğalma: 710
Zebh: Kesme, boğazlama. Kurban kesme: 710
Mesih: Mesholunmuş: 710
Halef: 710
Nester: Ağustos gülü, yaban gülü: 710
Nesh: Şer’i bir hükmü, yine şer’i bir hükümle kaldırmak: 710
Nüsah: Nüshalar, sahifeler, yazılı şeyler: 710
Ham’: Eğrilik, aksaklık. (Eğrilik olmasa, her şeyin zıddıyla var olması bakımından
doğru yol olmaz. “Elini küfre değdirse şeriat olur!” mânâsında, her şeyin Allah’tan olmasına
nazar etmek, Allah’ın hikmetlerini düşünmek ve her hâlde Allah’ı anmak mânâsında
“İstikametin Terki” bahsi hatırlanmalı… Alt başlığı “Erkek ve Kadın” olan “İnsan” isimli
eserimizin ilk Levhası’nın girişine bakılabilir): 710
Müterekkin: Mânen kuvvet bulan. Erkândan olan: 710
Cehbez: Basiretli kimse: 710
Şahadet: Şâhidlik. Bir şeyin doğruluğuna inanma. Delâlet. Alâmet, iz, nişân. Şehidlik:
710

Teressüm: Resmedilme, resimlenme. Bir şeyin geride kalan nişâne ve eserlerine
bakma. Tetkik ve teemmül eyleme: 700
Taakkul: Hatırlama. Akıl erdirme: 700
Kefter: Güvercin, kebuter: 700
Keftar: Sırtlan: 701= 1700
Müstaksi: Dikkatle araştıran. Nihayete varmak isteyen: 700
Kefaret: İmha edici ve örtücü. Günahtan arınma: 701= 1700
Meserret: Sevinç. Şenlik. Sürur: 700

Müressim: Resmini yapan: 340
Müressem: Yapılmış, çizilmiş, resmolunmuş. Çiçekler ve resimlerle süslenmiş.
(Zühur: Çiçekler. Ezhar. Parlaklık. Parıldama): 340
Şemm: Koku hissetmek. Koklamak: 340
Merk: Nüfuz etmek, içine işlemek. Kokmuş deri: 340
Mersud: Rasad olunmuş, ölçülüp biçilmiş: 340
Mugarrak: Suya daldırılmış. Gümüşle süslü: 1340
Rakam: Sayıları gösteren işaret. Yazı yazmak: 340
Şam: Vücutta olan benler: 341= 1340
Rakam: Bütün satıcı, bütün satan: 341= 1340
Müfekkir: Fikir yürüten. Düşünen. Düşündüren. Düşünme kuvveti: 340
Makarr: Karar yeri. Karargâh. Kararlı yer. Merkez. Payitaht: 340

ŞARKICI LOKANTASI
Levha: (…) Mart 2008… İbrahim Tatlıses lokanta açmış. Lokantanın girişine
karşılama gösterisi olarak Kâbe’yi koymuş ama, Kâbe olarak değil; görüntü Mescid-i
Aksa’nın kubbesi. O esnada orada bulunuyoruz. Etrafında tavaf ediliyor. Tavaf edenlerden
biri Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri. Bir erkek çocuk var. Osman Hamdi’nin büyümüş 12-
13 yaşlarındaki hâli. (Şimdi 3,5-4 yaşında) Ve onun yaşında bir kız çocuğu. Onları görünce
ben de tavafa giriyorum. Sağ elimiz kubbeye tutunarak tavafa devam ediyoruz. Tavaf
esnasında Hacer-ül esved’in orada selâm vermek için işaret olarak bir çizgi varmış, orada
değil. Bu arada lokanta, cami gibi oluyor. Birileri gelip İbrahim Tatlıses’i soruyor. O
minberde. Üzerinde derviş hırkası gibi örtüler var. Bunlar yünden aba gibi şeyler. Onlar
kaldırılınca İbrahim Tatlıses rabıta hâlinde olarak ortaya çıkıyor. Onun Kumandanımız olduğu
hissi var. (İstihare- İstihareci)

Mutrib: Şarkıcı, şarkı söyleyen. Hanende. Çalgıcı, çalgı çalan: 251
Usman: Gökyüzü. Asuman. (Usm: Her nesnenin bakiyyesi, artık… Usm: Zeytin
ağacı): 251
Muheyh: Beyincik: 1250= 251
Zümürrüd: Zümrüt. Çok yeşil olan renk: 251
Tenakkuz: Halâs olmak, kurtulmak: 251
Behramec: Çiçeği kokulu bir nevi söğüt ağacı. Her renkte olan leylâk ağacı: 251
Bertil: Uzun taş. Uzun, sağlam demir: 251
Kalensuve: Takke, külâh, kavuk: 251
Merbat: Manastır. Tekke: 251
Merve: Mekke’de bir tepe ismi: 251
Mihrab: İmamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer. Şiddetle harbeden
cengâver. Bahadır. Evin şerefli yüksek yeri, çardak. Harb âleti. Orman. Ümit bağlayan yer.
Melikin hususi makamı: 251
Müreccih: Tercih eden. Tercih ettiren sebeb. Meyilli ve sakil, ağır şey: 251
Mürgbaz: Kuşçu. Kuş yetiştiren: 1250= 251
Müsaif: İşi bitiren, uygunluk gösteren: 251
Nagr: Hiddetlenmek, kızmak. Kin tutmak. Çömlek kaynamak: 1250= 251

Sera: Şarkı söyleyen: 261
Ser’: Yumurtlama: 261
Rekam: Birbiri üstüne kat kat yığılmış nesne: 261
Samsam: Keskin olmak. Keskin kılıç: 261
Niyar: Ateşler: 261
Rags: Nimet. Bereket. Hayır. Çoğalmak ve uzamak: 1260= 261
Perende: Uçan. Uçucu. Av kuşu. Çark gibi dönerek atılan takla: 261
Rahdan: Yol bilen: 261
Kulakıl: İhlâs ve Muavvezeteyn sûreleri: 261
Herkül: 261
Muanık: Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan: 261

Hanende: Okuyan, şarkı söyleyen: 716
Hunus: Rücu etmek, vazgeçmek, geri dönmek. Örtülü olmak. Tehir etmek: 716
Esire: Seçkin, güzide. İlim bakiyyesi: 716
Halife: Çadır direği: 716
Tevkir: Tazim. Hürmetle anmak: 716
Sünuh: Sabit olma. Sağlam ve emin olma. İyice bilme: 716
Teveşşî: Saç ve sakalı kır olma, alacalanmak: 716
Cehabize: Hakikatlerden haberi olanlar: 716
Tasrah: Karınca. Bit: 717= 1716
Şehriyar: Hükümdar: 716
Hunîn: Kana bulanmış, kanlı: 716

Mescid-i Aksa: 308
Harîs: Bir şeye fazlası ile düşkün. (Allah Resûlü’nün sıfat isimlerinden: Üzerinize
Harîs.): 308
Arvasî: 308
Harak: Ateş, nâr: 308
Verka: Yabanî güvercin. Açık boz renk: 308
Karabe: Büyük testi. Kırba: 308
Badaş: Mükâfat: 308
Cehş: Medet edişmek: 308
Ervak: Perdeler, örtüler. Çadırlar: 308
Aşug: Serseri. Bilinmeyen, meçhul, yabancı: 1307= 308

Tavaf: Ziyaret etmek. Ziyaret maksadıyla etrafında dolaşmak. Kâbe etrafında
yedi defa dolaşma: 96
Memzuc: Bitişik. Karışık. Birbirine mezc olmuş: 96
Nevm: Uyku. Uyumak. Rüyâ. Sönmek. Sükun: 96

Taif: Etrafını dolaşarak ziyaret eden. Tavaf eden. Dolaşan: 91
Ramazan: 1091
Mecmece: Yazının karışık olması. Kalbinde olanı demek isteyip, yine demeyip
gizlemek: 91
Fuad: Kalb, gönül, yürek: 91

Tabh-hâne: Lokanta, mutfak: 1267
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266= 267
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki sûresi, Felâk ve Nâs: 1267
Merkez: Bir şeyin ortası. Bir şeyin işlek yeri: 267
Rüus: Başlar. Kafalar: 267

Han: Aşçı dükkânı, lokanta. Yemek sofrası. Yemek tepsisi. Yemek: 657
-Han: Okuyan, okuyucu, çağıran mânâlarına birleşik kelimeler yapılır: 657
Havan: Arslan, esed: 657
Merviyat: Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş sözler: 657
Hazen: Gizlemek. Saklamak. Toplamak, cem etmek. Etin kokması: 657
Mütevarî: Gizli, saklı. Bir şeyin arkasına veya altına çekilerek saklanan:657

Aş-hâne: Lokanta: 957
Hamuşî: Susma, sükût etme. Sessizlik, sükûnet: 957
Nevşah: Yeni dal. Yeni bitmiş geyik boynuzu: 957
Ünuset: Dişilik: 957

Aş-kâre: Aşçı: 527
Aşikâre: Belli, açık, meydanda. Bedihî: 527
Şahkâr: En güzel eser. Baş eser, şaheser: 527
Musa Mirzabeyoğlu: 205+322= 527

Rabıta: Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas Sûreleri birlikte: 1217
Rudha: PERDE, setre: 217
Zühre: Berraklık, safilik. Çoban Yıldızı. Tarık. Venüs. Kervan kıran. Çolpan: 217

GİYMEK- GİYİNMEK
Levha: 27 Mayıs 2005… Ben, Ömer Kama, Mustafa Ayyıldız ve yanımızda bir kız,
minibüse Emirgân semtindeki sahile gidiyoruz. Sahil kalabalık ve plaj olmuş; kendi
semtimizden bir arkadaşı uzaktan görüyorum. Sonra bulunduğumuz yerden geriye doğru
döneceğiz. Ömer dönmek istemiyor. Mustafa da “sen bilirsin!” tavrında. Ben, Ömer’in
gitmesini istemiyorum, o da “zaten nereye gideceğim, gidecek bir yer yok ki!” diyor. Sonra,
bir odada oturuyoruz, Kumandan da bitişik odada imiş. Kumandan’ın arkadaşı olan birisi,
sahildeki câminin imâmı imiş; Kumandan’a, “Cihad’ın kazağını giysin, onun tarzında
giyinsin!” diye haber yollamış, o da giyinmiş. Ben biraz şaşkınım. O esnada Ali Osman
Ağabeyi görüyorum ve çok seviniyorum; birbirimize sarılıyoruz. Saçları kulaklarını
kapatacak şekilde uzun. O kendini çekmese, ben öyle sarılı kalacağım. Kendini geri çektikten
sonra, “fazla sarılmak saçımı bozar!” gibi bir şey söylüyor… Daha sonra, küçük koğuş gibi
bir yerde oturuyorum; birisi daha var, orada bana bir defter veriyor, defterin içinde de sanki
not almak için bir bölüm var. (Bolu F-Tipi Cezaevi – Cihad Özpolat)

Telebbüs: Giymek, giyinmek. İki şeyi birbirine benzeterek ayırdedememek.
Örtülü olmak: 492= 1491
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302= 1490= 491
Kelimat: Kelimeler, kelâmlar: 491
Telaküm: Boks. Yumruklaşma: 491
Tafdir: Saç örtmek. Yürürken çok sallanmak. Çok çalışmak: 1490= 491
Tefavüd: Birbirinden faydalanma, yararlanma: 491
Tenaggum: Şarkı söylemek: 1490= 491

Telebbüs: Giymek, giyinmek: 492
İfrat hâlde tecrit. (Noktalı harfler): 493= 1492
Ma-ul hayat: Haysiyet. Şeref, yüz suyu. Hayat suyu: 492

02.10.2008- SAYI: 91
MEKTÛBAT
Levha: 3 Mayıs 1991… Elimde “Mektûbat” isimli ve alt başlığı “Bayramlık” olan
kalın bir kitab var… Benim eserim imiş ve onun ikincisi baskısı imiş!

Mektûbat: Mektublar. Yazılı kâğıtlar. Bu isim altındaki eserlerin en meşhuru,
Allah Resûlü’nün kitabından sonra ümmetin en büyük kitabı olarak, İmâm-ı Rabbânî
Hazretlerininkidir: 869
Necib Fazıl Kısakürek- Salih Mirzabeyoğlu: 1417+451= 1868= 869
Mütefekkir Salih: 740+129= 869
“Nesli Han Hakîm: (Tilki Günlüğü’nün 11 Aralık tarihli başlığı): 869
“Deli midir Şâir?”: (Tilki Günlüğü’nün 5 Haziran tarihli başlığı… Yevmiye: Üstadım,
“şiir benim için MUTLAK HAKİKATİ arama davasıdır!” diyor ve ekliyor: Ama polis nasıl
üniformalı olarak rap rap basarak arar. Şairse hırsız gibi bacadan girerek arar. Mutlak hakikat
de Allah olduğuna göre, şiir Allah’ı arama sanatıdır. Orada cemadla, NEBATLA, hayvanla
konuşulur… Deli midir şâir?): 869
İstitabe: Tövbe ettirme. Tövbe teklif etme: 869

Mektubat-ı Salih: 869+129= 998
Hafız: Esirgeyen. Muhafaza eden. Muhafız. (Esma-i Hüsna’dandır: Koruyucu): 998

Mektubat-ı Salih: 869+129= 998= 1997
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+332= 997
Harbesisa: “Şey” mânâsına kullanılan bir isim. (Üstadım’ın mısraları: :Benden bir
“şey” koptu, şey gibi bir şey, -Benim ismim Bay Necib, Babamınki Fazıl Bey!): 997
Zi-n nur: Nurlu, ışıklı. Parlak. Bahtiyar: 997

Mektubat-ı Salih: 869+691= 1560
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1559= 560
Muttasıl: Bitişik. Aralıksız. Fâsılasız. Hiç durmadan. İttisal eden, ulaşan, kavuşan: 560
Teyakkun: İyiden iyiye araştırıp şübhesiz tam olarak bilmek. Tam yakınlık hâsıl
etmek: 560
Teyeffu’: Yüce olmak, yükselmek: 560
Tanzîr: Benzetme. Benzetilme. Nazire yapma. Bir yazının şekil ve mânâ olarak
benzerini yazma: 1560
Mensiyyet: Unutulma, hatırdan çıkma: 560

Mektubat-ı Salih: 1560= 561
Sani: İkinci: 561
Rahman Sûresi’nin Febieyyi diye başlayan ve 31 defa tekrar olan âyet: (Meâli: O
hâlde –ey insanlarla cinler!- Rabbinizin hangi nimetlerini yalan sayabilirsiniz): 1561
Müstebtin: Bir şeyin ledünnüne, iç yüzüne vakıf olan: 561
Müstenbat: Zımnen anlaşılmış: 561
Men’at: Ölüm haberi: 561
Ma’nat: Dilemek, iradet. Kasdolunmuş nesne: 561
Ünsa: Dişi: 561

Bayramlık: 393
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+332= 394= 1393
İntizam: Tertib, düzen, düzgünlük ve nizâm üzere olmak: 1392= 393
Çeşman: Gözler: 394= 1393
İstinfaz: Dikkatle bakmak, inceleme: 1392= 393
Güncişk: Serçe kuşu, usfur: 393

KOMEDYEN
Levha: (…) Ocak 1998… Kumandan Hastahâne’ye kaldırılıyor, ardından ben de
gidiyorum. Sedyeye uzanmış, Doktor karnını açıyor. Kumandan’ın karnının sağ tarafında
daire şeklinde yanık izi; Doktor neşterle izden giderek kesiyor, deriyi 2 milim kaldırıyor,
altından yeni deri görünüyor. Bulanık’taki “Salihoğlu Büfesi”nde otururken, Televizyon
seyrediyorum: Kadın Sunucu, Kumandanımız’ın karnındaki derinin alınmasını olağanüstü bir
hâdise olarak naklederken, “ünlü komedyen Salih Mirzabeyoğlu!” diye takdim ediyor. Ben de
“sen nasıl komedyen dersin?” diye televizyona saldırıyorum. (Metris Cezaevi – Emrullah
Arslan)

Madhek: Komik. Mashara. (Mashara: Komik. Zevklenme, eğlenme… Mashara:
Büyük taşlı yer): 868
Zurhâne: Spor salonu: 869= 1868

Komedyen: 212
Tarih: 1211= 212
Berrî: Toprağa âit: 212
Birig: Üzüm salkımı: 1212
Garibe: Hayret verici. Tuhaf: 212
Ekonomi: İktisat. Tutum. (Yevmiye: Kelime yetersizliğinden bahsediliyor… O arada
“tasarruf” kelimesi ve oradan da iktisad bahsine kıvrılış: Tasarrufu, iktisad etme
zannederler… O da var ama, tasarruf, bir şeye hâkim olmaktır…): 213= 1212

Yevmiye: 5 Şubat 1983… Makinenin gide gide insan cehdine yer bırakmayacağı
bahsi… Profesör Ayhan Songar’ın, Üstadım’ın bir konferansında sözkonusu ettiği Şarlo’nun
bir filmindeki vida sıkıştırma sahnesiyle makine-insan ilişkisinin hicvedilmesini hatırlatması;
o sahneyi hatırlatması… Ve Üstadım:
- “Şarlo… Nasreddin Hoca’nın hemen arkasından gelir… Milli kahraman dediniz mi
işte onlar… Büyük insandı… Düşünün siz Lenin’in içindeki ukdeyi, başucu eseri olarak bir
Alman generalinin eseriyle Şarlo’yu ele alıyor… Bir maddeci olarak, onun en büyük düşmanı
olması lâzım halbuki… Meselâ onun kadere âit şeyleri, korkunç… Bu sahte liderlere âit
buluşu… Bir (işsiz adam, tesadüfen) amele grevine katılır… Giderken yolda bir otobüs,
kamyonette küçük bayraklar var ya… Eline alır onu, haydi amele bunun arkasına… N’oldu,
onun cenazesini çaldılardı?”

Heccav: Çok hicveden: 15
Pîç: Büklüm, kıvrım, dolaşık. Evveli bilinmeyen. Ağaç kökünden biten sürgün.
Sarmaşık. Vida: 15
Hacac: Kaş kemiği: 15
Vedad: Dostluk. Sevme. Sevgi: 15
Yad: Anma. Hatırda tutma. Zikretme. Hediye. Hâtıra. Hatır, gönül. Uyanıklık: 15
Hebhab: Serab: 15
Bîd: Yok olma: 16= 1015
Bîd: Söğüt ağacı: 16= 1015
Eyid: Kuvvetli, şiddetli kimse: 15
Dahc: Gizlemek, örtmek: 15

Udhuke: Komedi. Gülünç şeyler: 840
Müştak: Başka kelimeden türemiş olan. (Müştak: Arzu ve ihtiyaç. Gösteren, fazla
istekli): 840
Şefeteyn: İki dudak: 840
Zamm: Bir şeye bir şeyi ekleme, arttırma. Katma: 840
Mütekeşşif: Açılan, açığa çıkarılan: 840

Müsteşfa: Hastahane: 890
Mazim: Mazlum: 890
Münkız: Kurtaran. Kurtarıcı: 890
Müntekış: Nakşolunan: 890
Sahr: Büyük taş. Kaya: 890

Cerrah: Ameliyat yapan. Operatör: 212
Evrad: Virdler. Sık sık ve devamlı okunan dualar. Kur’ân’ın hergün okunması vazife
bilinen kısımları: 212

Kaşt: Deri yüzmek. Açmak. Koparmak: 409
Musa Mirzabeyoğlu: 107+1302= 1409
Bürdbar: Sabırlı. Ağırbaşlı: 409
Guzat: Gaziler: 1408= 409
Kartak: Kadife. Terlik. Etekli kaftan: 409
Rapor: Bir tetkik neticesini bildiren yazı: 409
Cerrare: Sarı renkli, küçük zehirli akreb: 409
İbtida: Baş taraf. Evvel. Başlangıç: 409
Bücdet: İlim. Bilgi: 409

“REEL TECRİD SIRRI”


Levha: (…) Mart 2001… Satranç tahtası. Kareler büyük. Kimi kareler kelime, kiminde
fotoğraf görüntüsü. Soldan sağa veya yukarıdan aşağıya okunduğunda belli bir mânâ hissi
veriyor. Mânâlar terkibî hükümler ifâde ediyormuş. En alt kısımda, tablonun dışında “reel
tecrid sırrı” yazıyor. (Kandıra Cezaevi – Yılmaz Şahin)

Şatrenç: Satranç: 562
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+332= 1562
Askat: Vahid-i kıyas: 562
Müstebin: Açık ve meydanda olan. Zâhir, âşikâr: 562
Sünaî: İkili: 562
İsti’la: Yükselmek. Yüce olmak. Terfi etmek. Galib olmak: 1562
Muanat: Bir şeyin zahmetini çekme. Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma, ona
göz kulak olmak: 562
Tenkib: İnceden inceye araştırmak. Dolaşıp gezmek. Ticaret yapmak: 562
İttisak: Dizilmek. Bir nizâm dahilinde sıralanmak. Beraber olmak. Tamam olmak.
Toplanmak: 562
İntifal: Nafile namazı kılma: 562
İstinan: Misvak kullanma. Dişleri temizleme: 562

Reel Tecrid Sırrı: 231+617+270= 1118
Çocuk: (59+59): 118
Mesîh: Bir şey üzerinde eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. İsâ
Aleyhisselamın bir ismidir. Meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak “İsâ Mesih”
denmiştir: 118
Naus: Manastır, kilise. Tekke: 118
Hılf: Birbirine yardım etmek. Ahdetmek: 118
Mülazım: Bir kimseye bağlı olan. Maaşsız acemilik hizmeti. Medrese tahsilini bitirip
icazet alan. Stajyer: 118
Aceme: Çekirdek. Çekirdekten biten hurma ağacı. Sert ve sağlam taş: 118
Sahn: Kırma. Kesr. (Sahne: Manzara. Tiyatro oynanan yer… Sahne: Cerahat, yara):
118
Hadeka: Her görüp beğendiğini aldırmak için kocasına teklif eden kadın. ELMAS.
(Allah Resûlü, kâfirlerde güzel ve iyi bir şey gördü mü, ondan Müslümanlarda da olması için
Allah’a dua ederlerdi… Hadeka: Gözün siyahlığı, gözbebeği… Bü’bü: Gözbebeği. Her
nesnenin aslı. İzzet, kerem. Zeyrek akıllı, zarif kimse. Hâkim, seyyid. Çok değerli ve kıymetli
olan şey… Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: İNSAN, Allah katında bakan gözbebeği gibidir. Bu
yüzden O’na “Halife” ve “İnsan” dendi. Allah mahlûklarına onunla nazar eder): 118

SATRANÇ
Levha: 7 Şubat 2007… Bir ev… Birkaç kişi var. Ablam’a kararlı bir şekilde, “satranç
kesin olarak kumardır!” diyorum.

Satranç. 322
Mirzabeyoğlu: 322
Gusto Müslüman: 101+221= 322
Avişe: Saldırma: 322
Kebş: Koç. (Fürfür: Besili koç. Bir kuş adı: 566… Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566):
322
Zekâret: Erkeklik: 1321= 322
Vaşiye: Evlâdı çok olan kadın: 322
Uhbuşe: Türlü kabilelerden meydana gelen topluluk: 322
Şüvaye: Kıt’a. Büyük nesnelerin küçüğü: 322
Şaik: Dikenli: 322
İstishar: Alay etme, zevklenme, eğlenme: 322

Kumar: 341
Zılliyet: Gölgelik: 1340= 341
Tezemmür: Savaşmak: 1340= 341
Mustabir: Sabreden: 341
Kıram: Nakışlı perde. Çarşaf: 341
Nasır: Yardımcı. Yardım eden: 341
Safsaf: Söğüt ağacı: 341

Yesir: Kumarbaz. Kolay. Az şey. (Yesar: Sol, sol el. Varlık, zenginlik. Gençlik.
Bolluk. Kolaylık… Yesr: Öldürmek): 280
Mehdî Muhammed Salih: 280
Naka-i Salih: 281= 1280
Sekr: Sarhoşluk: 280
Kasas: Haber vermek. Hikâye etmek. Göğüs ortası. Göğüs kemiği: 280
Ayr: Eşek, hımar. (Mishel: Yabanî eşek. Dil, lisân. Eğe, törpü. Ziynet verecek nesne.
Dizgin): 280
LENİN
Levha: 7 Şubat 2001… Bizim koğuşun (Kartal Cezaevi) bahçesi gibi bir yer. Balık
tutmayı hayâl ediyorum ve orası toprak bir mekân oluyor. “Şayet buraya oltamı atarsam, orası
dere olur!” gibi bir niyet içindeyim. Niyet ettiğim yer, dere kıyısı oluyor, sonra bahçe duvarı
da kalkmış, açık kırlık bir mekân oluyor. Derede çok net gördüğüm bir yılan balığı. Başka bir
noktaya bakınca, sırtı dikenli iskorpit balıkları (deniz balığı); onların zehirli olabileceğini
düşünüyorum. Kıyıda yunus balığı kadar büyük bir balık. Kafasından tek elimle rahatça
çevirip bakıyorum; Sırtında Lenin’in göğsüne kadar bir resmi var. Kol kadar başka bir balık,
yaralı, kıyıya vurmuş çırpınıyor. Aynı şekilde bir balık daha; yaralı, birkaç yerinden et
kopmuş. Ona köpekbalığı gibi bir balığın saldırdığını düşünüyorum. Sonra ileriye, denize
bakıyorum ve zargana balığı tutabileceğimi düşünüp hayâl ediyorum.

Hayâl: Zihnen tasarlanan şey. Hakikati bilinmeyip akılla tasarlanan veya gölgeli
görünen şey. Asıl olmayan ve akıldan geçen fikir. (Hay’al: Yakasız gömlek): 641
Mir’at: Ayna: 641
Mer’e(t): Kadın: 641
Meşarık: Şark tarafları: 641
Muhazzar: Yeşile boyanmış: 1640= 641
Merrat: Kerrât. Kerreler. Birçok defalar: 641

Cu: Akarsu, ırmak, nehir, çay: 9
İbda’: İzhâr etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak. Yaratmak. Numunesiz bir şey
yapmak: 9
Zavarib: nabız damarları: 1009
Çav (Kürtçe): Göz: 10= 1009
Ebu: Peder, baba, ata: 9
Dih: On sayısı. (Ebced: 10): 9
Bevg: Üstünlük, galibiyet: 1008= 9
Rebuz: Büyüklük: 1008= 9
İhtiva’: Kendini aç bırakmak: 1009

Çay: Dere: 14
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013= 14
İchad: Eziyet çekme. Gayret etme: 14
Taha: Huruf-u mukattaadandır. (Taha: Bulut… Taha’: Döşenmiş ve yayılmış yer. Bir
nebat cinsi): 14
Hecv: Hiciv: 14

Dere: 205
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarımküresinde bir burç
ismi: 205
Dur’: Doğmak, tulu’ etmek: 205
Selika: Güzel söz söyleme ve yazma istidadı: 205
Acar: Sevablar, mükâfatlar. Kiralar: 205
Red. (İngilizce): Kırmızı: 205

Nehr: Çay, ırmak. Vüs’at, genişlik, bolluk. (Nehr: Boğazlamak, kesmek. Sadr,
göğüs. Namazda sağ elini sol eli üzerine koymak): 255
Peygamber: Allah’tan haber getiren: 1254= 255
Ecerran: İns ve cin: 255
Ilgarcı: Akıncı: 1255
İskandil: Denizin derinliğini ölçmeye yarayan, gemilerde kullanılan âlet. Bir şeyin
hakikatini anlamaya çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme: 255
Hüner: Marifet. Bilgilik. Ustalık, maharet: 255
Felsefe: 255
Fıskiye: 255
Muhrez: Kazanılmış, elde edilmiş. Sudaki balık gibi herkesin faydalandığı şeyin ele
geçmesi: 255
Ürdünn: Uyuklamak. Bir büyük ırmak: 255
Nere: Dalga. Erkek: 255
Nehir: Ay, kamer: 255
Sanduka: 255
Nadir: Az bulunan. Seyrek: 255
Rehin: Bir şeyin yerine teminat olarak tutulmuş olan: 255
Rümye: Ağaçtan nakşolunan suret: 255
Birinc: Pirinç. Pilav. (Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri: Pirinç pilavı yerken, O’na
salâtü selâm okumak lâzım gelmiştir. Zira pirincin nuru, O’nun cevherinden vücud
bulmuştur): 255

Tıb’: Nehir. (Tıb’: Gölge): 472
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 472
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1312= 1472
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+322= 473= 1472
İstikaz: Uykudan uyanma: 1472
Bist: Yirmi: 472

Cirî: Yılan balığı: 213
Darice: Hâle. Ay ve güneş ağılı: 213
Hevber: Kırmızı gül: 213
Tavaddu’: Abdest almak: 1212= 213
Hezar: Bin. Pek çok. Bülbül: 213
Vakvak: Hindistan’da Vakvak beldesinde yetişen ve yaprakları insana benzetilen bir
ağaç. Korkak kişi: 213
Cevder: Öküz: 213
İbtar: Alabileceği miktardan fazla yük yükletme. Şaşma, tuhafına gitme, hayrette
kalma: 213

Zecr: Köpek balığı. Çağırma. Sürme. Men’etme, engel olma. Nehyetme. Zorla
yaptırma, zorlama. Önleme. Sıkma. Kovma. Eziyet etme. Angarya olarak çalıştırma:
210
Haber: Berelenme, yaralanma. Çürüme: 210
Hiccira’: Şân. Zât. Âdet: 210

Lenin: (Meşhur Rus devrimci lideri, ideolog ve siyasetçi Vladimir İllitch
Ulyanov’un müstear ismi… Kelime, Rusya topraklarının önemli bir bölümünü sulayan Lena
nehrinin- kelimesinin türemesi, “Lena nehrine âit” mânâsındadır. “Lena” kelimesi, “Elyu-
Ene; Geniş Nehir” kelimesinden gelir. Yakutça ve Tungusça bir kelimedir. Lena ismi, Batı’da
“Helena” ve “Magdelena”, Rusça’daki “Yelena” kısaltılmış isminin karşılığı olarak kullanılır.
Helena kelimesi Lâtince olup, aslı Yunanca’dır. Helenos, “parlak kişi, parıltılı olan”
kelimesinin dişi formudur; kadın ismi ve çok nadiren de erkek ismi olarak kullanılır.
Magdelena, Lâtince (Maria) Magdelena (Mecdelli Meryem) ismine ithâfen kullanılan bir
kadın ismidir. Aslı Yunanca “Magdelena” olup dil ve edebiyat buuduyla “Magdalalı Kadın-
Mecdelli Kadın” demektir. Onun da aslı Aramîce “Maghdela” olup “Galilee-Celîle” denizinin
kenarında bulunan tarihî bir şehirdir ve mânâsı “kule”dir): 140
İsa: 140
Kelif: Haris kimse. (Kelef: Yüzdeki ben. Şiddetli sevgi): 140
Lesen: Fesâhat. Düzgün, güzel ve akıcı konuşma: 140
Mesil: Su yatağı. Suyun akacak olduğu yer, boru: 140
Amel: İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme. Kâr, iş işleme: 140

Vladimir: “Azametle, büyüklükle, marifetle veya barış içinde hükmeden”
mânâsındadır: 311
Muhteri’: Misli görülmedik bir şey icâd eden. İcâd eden: 1310= 311
Muhtera’: İcad edilmiş. İhtira’ olunmuş: 1310= 311
Tag-(ı) Sagr: 1020+1291= 2311
Müsahere: Geceleyin uyanık durma, uyumama: 311
Itrak: Sükut etmek, susmak. Gözünü yere dikip bakıp durmak: 311
Huş: Akıl, fikir, zekâ. Ruh, can. Ölüm. Zehir: 311
Kadro: 311
Aktar: Kuturlar. Çaplar. Her taraf. Ecza, ilâç satan adam. Kokulu yağlar vesaire satan
adam. (Kötü koku hatırlanmalı): 311
Albatr: Yumuşak ve beyaz bir çeşit mermer, kaymak taşı: 311
Enderun: İç, dâhil. Kalb, içyüz. Osmanlı sarayının iç teşkilâtı: 311
Varaka: Tek yaprak hâlindeki kâğıt. Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitab yaprağı: 311
İşade: Çağırmak. Sesini yükseltmek. Dünyevî matluba erişmek. Binayı yükseltmek:
311
Batş: Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet. Hastalık geçtikten sonra zayıflık: 311
İhtisat: İtibar gösterme, rağbet etme: 1310= 311
Ranin: Pantolon. Şalvar. Don: 311
Pa-puş: Ayak örten. Ayakkabı. (Nâlin): 311

İlitch-İliç: “İlia” isminin “hülya- hayal, kuruntu, vehim”, “Jülia” isimlerinin Rus
versiyonu, biçimi: 54
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052= 54
Müveccih: Doğrultan. Bir tarafa döndüren: 54
Heytal: Tilki: 54
Velice: Büyük çuval. Kişinin sırdaşı: 54
Can: Hayat cevheri: 54
Mevacid: Vecd hâlleri: 54
Amuz: Öğretmek mastarının emir kökü: 54
Cann: Cinlerin babası. Bir beyaz yılan cinsi. Cin taifesi: 54
Leked: Çifte. Tekme: 54
Haliye: Kendini süsleyen kadın: 54
Mevce: Bir dalga. Ses, elektrik ve hararetin yayılma dalgalarından her biri: 54
Dekik: Tam bir yıl. (Rüyânın görüldüğü tarihe nazaran, Telegram’ın başlamasından
sonra tam 1 yıl geçti): 54
Tume: Kadınlar topluluğu: 54

Ulyanov: “Julien” isminin Rus biçimi, o da Julianus’tan mülhem. Julianus,
4.asrın en önemli azîzlerinden olup Hıristiyanlığın büyük şehidlerinden sayılmaktadır.
İzmit’te öldürüldüğü biliniyor: 109
Zevata: İki zât. İki sahib. Çift: 1108= 109
Messah: Mesheden. Dellâk. Mühendis. Ölçü âletleriyle arazi ölçen: 109
Laic(e): Kalbini aşk ateşi saran: 109
Kıdde: Tarikat. Bölük: 109
Cünun: Delilik, cinnet. Otun uzaması, çok olmak. (Üstadım’dan mısra: Aklı yele verip
çıldırmadan geçilmez!): 109
Kifah: Din için muharebe: 109
Hanan: Merhamet, şefkat, acıma: 109
Hasmen: bir meseleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle: 109
Kıtt: Nasib, hisse. Kitab ve kâğıt. Erkek kedi: 109
Kazb: Çok nikâh: 109
Hem-zanu: Dizdize oturup konuşan, yan yana konuşan: 109
Müsabega: Tamamlamak, yerli yerince etmek: 1108= 109

Vladimir İliç Ulyanov: 311+54+109= 474
Hükümet: Devlet. Vekiller heyeti: 474
Bar-ı giran: Ağır yüklü: 474
İtab: Yormak. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek: 474
Taziyane: Sebeb. Vasıta. Kırbaç, kamçı: 474
İstihbab: Bir şeyi iyi ve güzel addetmek: 474
Tabnak: Parlak, ışıklı, münevver: 474
Havatin: Şerefli kadınlar: 475= 1474
Desti: Testi: 474
Uddet: İstidad. Ergenlik sivilcesi. Gelecek zamanın hâdiseleri için mal ve mühimmat
hazırlığı. (Yevmiye: İnsanlar bir kere büluğ ıstırabı çekerler, dehâlar hep yeniden…): 474

Vladimir İliç Ulyanov: 474= 1473
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+322= 473
Kâinat: Var edilen şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler: 473
Nehite: Tabiat: 473
İktina’: Künyeleme. Anlaşılmayacak şekilde söz söyleme. Gizlenme, saklanma: 473
Tahniye: Kınaya boyamak: 473
Zeytun: Zeytin: 473

(Lenin- Vladimir İliç Ulyanov hakkında iştikak ve bilgileri kendisinden istediğimiz
Doktor Hakkı Açıkalın’dan devam: “İlya, İLİTCH, İlyich, İlich, Jules, Julien, Gilles, Gillian,
Lulius, Julius, ULYAN, Guillain, Jully ve HÜLYA” isimlerinin anlamdaş dil geçişleri
olduğunu görüyoruz… Burada İ-litch ve U-lyan üzerinden “İlyan” neticesine ulaşıyoruz.
Oradan da “İlen”e geçebiliriz. Sovyetler Birliği Komünist Partisi içinde Lenin’e, daha ziyâde
“Vilen” adı veriliyordu. Bunun düz mantıkla açılımı, “Vladimir İlyich Lenin”dir: V-I-Len…
Fransızca’da Villain (Vilein), “Köylü”, İngilizce’de ise Villain (Vilein), “Kötü adam, suçlu,
netâmeli kişi” mânâlarındadır. Parti içinde birçok merkezî üye, Lenin’e bu mânâlarıyla
“Vilen” diye sesleniyorlardı.)

Hut: Büyük balık. Balık. Şubat ayında güneşin girdiği, semanın güney
yarımküresindeki burç: 414
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+322= 414
Kıttavş: Kedi: 415= 1414
Hicabet: Kâbe perdeciliği: 414
Ab-şinas: Sudan anlayan. Gemi kılavuzu: 414

YOLUNU GÖZLEMEK
Levha: 28 Aralık 1987… Babam benle kavga eder gibi, “İktisad ve Ahlâk” isimli
eserimi tenkid ediyor… Herhâlde bu mevzuda biri ile konuştu ve pek derdini anlatamadı…
Ablama eser hakkında, “zaten marifet orada; o bilgiyi tertib eden anlayışta!” diyorum… Faik
bana, “babamın yanına gittim; pek belli etmiyor ama, senin gelişini gözlüyor!” diyor… Yan
yan benim gelip gelmediğime bakıyormuş… Pişman oldu herhâlde!

Rasd: Yol gözlemek: 294
Sadr: Göğüs, ön, kalb: 294
Ebsar: Gözler. Dikkat sahibleri. Görücüler: 294
Asbar: Akbulutlar: 294
Fıtra: Fıtrat sadakası, yaradılış atiyyesi: 294
Fitre: 294
İbsar: Tetkik etme, dikkatle bakma: 294

Muntazır: Bekleyen. Gözleyen. Birisinin gelmesini bekleyen: 1590= 591
Muntazar: Ümid ile gözlenen. Beklenen. Gözetilen: 1590= 591
Yafes: Hazret-i Nuh’un üçüncü oğlu. Tufandan sonra Hazar Denizi’nin kuzeyine
yerleşmiştir: 591
Hayran Mirzabeyoğlu: 269+322= 591
Lasanî: Tek, vahid. İkincisi olmayan: 591
Müfe’at: Yılan suretinde alâmet: 591
Mef’at: Yılanlı yer. (Maristan: Hastahâne… Mar-istan (sitan): Yılanlı yer.): 591
İstislam: Uyma, tâbi olma. İslâm olma. Yolun ortasından gitme. (Yevmiye: Öncüsü
artçısı yok bu işin. Ziyânı yok, ortadan gidelim de…): 591
Muafat: Afvetmek. Sıhhat vermek. Musibetlerden muhafaza olunma: 591= 1591
İktitaf: Sözün özünü alma. Ağaçtan meyve toplama: 591
Nakliyat: Nakil işleri. Anlatılanlardan öğrenilenler: 591
Mesna: İkişer ikişer. Derenin büklüm yeri, boğaz yeri. Çalgının ikinci teli: 591
Kıyafet: Feraset. Bir şeyin dış görünüşü, zâhiri. Bir kimsenin giydiklerinin bütünü.
Heyet, suret, şekil. Bir kimsenin ardınca olmak: 591
Samin(e): Sekizinci: 591
Fa’aliyet: İş görmek, çalışmak: 591

Terakkub: Bekleme, gözetleme, yol gözleme. Ümit etme. Muntazır olma: 702
Basiret: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Feraset. İbret alınacak hidayet sebebleri.
Beyyine. Hüccet. Bir evin iki tarafının arası. Yer üstündeki kan: 702
Kıraat: Okuma. Düzgün ve çabuk okuma. Okuma kitabı: 702
İrtimas: Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık: 702

İktisad ve Ahlâk: 596+6+732= 1334
Mutarhef: Tam güzellik: 334
Musaddar: Çıkmış, sudur etmiş: 334
Masdar: Bir şeyin sudur ettiği yer, menba. Fiil kökü: 334
Mahfur: Kazılmış toprak. Hafriyat yapılmış: 334
Recefan: Şiddetli sarsılma, sallanma. Şiddetli gürüldeme. Şiddetli ıztırab, büyük acı:
334
Eşbal: Arslan yavruları: 334

İktisad ve Ahlâk: 1334= 335
İskender: Aristo’dan ders alan İmparator. Zülkarneyn: 335
Mersad: Rasad yeri. Gözleme yeri: 335
Fermude: Buyruk. Emir. Kumanda: 335

KELİMELER
Levha: 3 Nisan 2001… Bir yabancı ile mektub arkadaşı imişim. Gelen mektub zarfları
açık mavi gibi. 40 günde yabancı dil öğrenebilecekmişim. “Her gelen mektubtan 4-5 kelime
öğrenirsem, 150-200 kelime eder; zaten millet 150-200 kelimeyle konuşuyor!” diye, bu işin
nasıl olacağını düşünüyorum.

Kelime: Mânâsı olan en küçük söz veya cümlenin yapısını teşkil eden
unsurlardan birisidir. Kelime, “isim, fiil ve harf” olmak üzere dilbilgisinde üç kısma
ayrılmıştır. (İsimle belirtilen ve keyfiyeti o isme hamledilen müşahhas insana da kelime
denir): 95
İfahe: Kanatmak. Kan fışkırtma. (Fevh: Yaradan kan fışkırması. Güzel kokunun
yayılması. Bolluk, genişlik. Kaynamak… Fevh: Ağız büyüklüğü… “İnsanın bir konuşan
olması” hatırlanmalı.): 95
Sad: Bakır: 95
Kise: Para cüzdanı. Büyük ve küçük kab. Para kesesi. Yoğurt kesesi. Para hesabı. Öz
para. Kestirme yol: 95
Tav’i: Kendiliğinden. İçinden: 95

Kelim: Kelimeler, kelâmlar, lâkırdılar: 90
Men: Ben: 90
Men: Şahsa delâlet eder. “O kimse ki, yahut, kimi, kim, kim ki?” gibi mânâlara gelir.
İstifham için olur: 90
Milî: Kedi: 90
Hünbül: Kürk: 90
Ya’bub: Hızlı akan nehir. Suyu çok akan ark. Bulut. Hızlı giden at: 90
Lekm: Yumrukla vurmak: 90

Kelim: Kendisine söz söylenilen, kendisine hitab olunan. Hazret-i Musa’nın bir
ünvanı. Söz söyleyen, konuşan ikinci şahıs. Yaralı kimse: 100
Kelkel: Göğüs, sadr: 100
Kef: Köpük. (Da’vâ cetvelinde “Kef” harfi, Allah’ın “Kâfî” ismine denk gelir…
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin cetvelinde de, Allah’ın “Eş-Şekür” ismine; ve mertebesi de
“Kürsî”dir.): 100
Milel: Milletler: 100
Menî: Benlik: 100
Menî: Nutfe: 100
Leng: Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması. Tenasül organı: 100
Nümy: Pul. (Pül: Köprü): 100

Mishel: Dil. Lisan. Eğe, törpü. Ziynet verecek nesne. Dizgin. Yabanî eşek: 138
Manivela: 138
Kalû: Dediler, onlar söylediler: 138
Sı’va: Saat: 138
Hılk: Hükümdar mührü. Çok mal: 138
Sembol: 138
Yenbu’: Pınar, kaynak. Kedi yavrusu: 138

Nevad: Dil. Mahzen. Zarar, ziyân, hasar. (Nevadî: Toplantılar… Nevade:
Torun): 61
Nay: Ney. Kamış düdük. (Ney: Kâmil insan. Kamış kalem. Yokluk): 61
Cünabe: İkiz çocuk: 61
Niya: Dede, cedd: 61

Kîl: Söz, kelâm, denilen: 140
İsâ: 140

09.10.2008- SAYI: 92
OĞUL-KIZ
Levha: 5 Eylül 2008… Kasaba gibi bir yerin hafif yokuş ve genişçe olan girişinde
Kumandan’ın babası, 4-5 yaşlarında kızı, 5-6 aylık erkek çocuğu, birisi beyaz ve diğeri de
buna göre biraz daha küçük olan beyaz iki atla gidiyoruz. Kumandan’ın babası, orta boylu,
beyaz seyrek saçlı ve 60 yaşlarında biri. İçimde bu ailenin Şerif olduğuna dair bir hürmet
duygusu var. Beyaz at, kimseyi yanaştırmayacak kadar sertlik gösteriyor. Kumandan’ın 6
aylık oğlunu kucağıma alıp bu beyaz atla o alanda birkaç tur atıyoruz. Kumandan’ın annesi de
bizi seyredenler arasında. İsmini Kumandan’ın verdiği oğlum Osman Sadi’ye, Kumandan’ın
oğlunu gösteriyorum. Kumandan, kendi oğluna da Osman ismini vermiş. Şalvar giymişim ve
attan inerken, bebeği şalvarın geniş yerinde tutuyorum. Atın terkisinden iniyorum. Bebeği
Kumandan’ın babasına veriyorum. Daha sonra bebek, yolun kenarına oturmuş olarak oraya
şifa için gelmiş bir kadın adına bir eve birkaç kere “Hatice ana!” diye sesleniyor. Hepimiz 6
aylık bir bebeğin konuşması karşısında hayretteyiz. Benim başım bebeğin kucağında,
uzanmışım. Bebek bana, “Hazret-i Ebu Bekir Sıddık ve Hazret-i Ömer’in ruhaniyeti veya
şefaati üzerine olsun!” diye dua ediyor ve “bunu Kumandan’a bildirmek gerek!” diyor. Ben
ağlıyorum. Sanki bu hâdise 2001 veya 2002 yılında olmuş ve 2007 veya 2008’de 6-7
yaşlarındaki oğlum olan bir çocuk beni uyandırmaya çalışıyor. Rüyâdan uyanınca galiba hâlâ
ağlar bir hâlde kendimi bulacağım diye düşünüyorum. Uyandım. (Erdal Durdu.)

Kasaba: Küçük şehir. Çarşısı olan büyük köy. Akciğerdeki nefes borularından
her biri. Bronş:197.
Abdullah (Dehlevî): (Hacegân yolunun 29. büyüğü.): 197.
Muazzef: Nefsin arzusunu terkeden, zühd sahibi: 197.
Sanvan: Kaftan. Eski eşyaların muhafaza edildiği dolap veya sandık: 197.
Manzur: Görülen, bakılan, nazar edilen. Beğenilen: 1196= 197.
Kalyon: Buharlı gemilerin icadından önce kullanılan yelkenli ve kürekli harb
gemilerinden biri:197.
Menkabe: Büyük kişilerin hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe: 197.

Bin: Aslı “bün” olup “oğul” demektir. “Bin” şeklinde de söylenir. “Bin” iki ismin
arasına alınarak söylenirse, “oğlu” mânâsını ifâde eder. (Osman bin Salih gibi.). Oğul: Erkek
evlat. Nesil. Yavru. Yaşlıların kendinden küçüklere seslenme sözü. Hanedan, sülâle. Bir ana
arıyla beraber kovandan ayrılan yeni yetişmiş arı topluluğu. Oğul arılarının yaptığı beyaz,
dolgun petek balı. (Akbel: Eğri gözlü. Kabiliyetli kimse. En çok beğenilen.): 52.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052.

Ben: Şuurlu kişiliğimiz: 52.
Hüvam: Hayranlık hâli: 52.
Behme: Cem’ul-cem. Kuzu. Oğlak. Buzağı: 52.
Haccam: Hacamat eden, kan alan: 52.
Müeddib: Terbiye eden: 52.
Vehham: Çok vehimli. Fazla şübhe eden: 52.
Mubid: Tedbirli ve akıllı adam. Zerdüşt: 52.

İbn: Oğul. (Baba’nın “DELİL”idir.): 53.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302=2052= 1053.
Ahmed: Allah Resûlü’nün bir ismi. Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve
medhedilmeye lâyık. Çok sevilen. Beğenilmiş. (Allah Resûlü’nün İncil’deki ismi.): 53.
Kevkebe: Fevkalâde tantana. İhtişâm, debdebe, şöhret: 53.
Cin: 53.

Bint: Kız. Kızı: 452.
Uluhiyyet: İlâhlık: 452.
Nebt: Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme. Ot. (Ruya: Yerden biten bitki.): 452.
Şüfea’: Şefaatçiler: 452.
Müteheccid: Geceleri uyanıp teheccüd namazı kılan: 452.
Bertarum: Kubbe üzerinde. Dam üzerinde: 452.
İnkişâf: Açılma. Meydana çıkma. Yetişme. Terakki etme. Gizli sırların bilinmesi: 452.
Mita’: Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. Geniş yol. Yolların birleştiği yer: 452.

Benat: Kızlar, bebekler: 453.


Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1302= 1453.
İhticam: Hacamat etme, kan aldırma: 453.
Cünnet: Örtü. Kadın başörtüsü. Yağan. Kalkan: 453.
Cennet: 453.

Misheb: Siyah at. (Mishab: Sacayak.): 107.
Lu’be: Oyuncu. Artist: 107.
İçtibaz: Mıknatıstaki kendine çekme hasiyeti: 1107.
Tevarüs: Mirasa konmak. Miras yemek: 1107.
Vika: Kendi ile bir şey saklanılan nesne: 108=1107.
Maglul: Susuz kalmış. (Gayn.) Eli bağlı. Zincirle bağlanmış kimse. Hapsedilmiş olan:
1106=107.
İnhilak: Kendini tehlikeye atmak: 107.
Kuruz: Borçlar: 1106= 107.
Tesevvür: Kadının çok doğurucu olması. (Çok eser verme.): 1106= 107.
Sevvam: Akreb ve yılan gibi hayvanlar: 107.
Musa(y): Ustura: 107.
Aile: Erkeğin eşi. Ev halkı. Akraba. Aynı işte çalışanların hepsi: 107.

Şehba: Kır at, kır katır. Kır renkte olan her şey. Tam techizatlı asker birliği. Pek
kıtlık sene: 308.
Arvasî: 308.
“Gönül Yazan Kaptan”: (Tilki Günlüğü’nün 24 Eylül tarihli başlığı.): 308.
Nisanmus. (Akatça.): Birinci. Nisan: 307-8.
Rakde: Berzah. Uyku: 309= 1308.
Zerrak: İki yüzlü: 308.
Hark: Yakmak. Yanmak. Yangın: 308.

Ergun: Sert başlı at. Hızlı ve oynak olarak giden at: 1257.
Cem-ül cem: Cemi’ olan kelimenin tekrar cem olması. Vahdet-i vücuda dalmak.
Allah’ta fâni olmak: 257.
Enver: En nurlu, daha nurlu, çok parlak: 257
Remzî: İşarete âit, işaretle alâkalı. (Remz: İşaret. İşaretle anlatmak. Güç anlaşılır. Gizli
ve kapalı söyleme.): 257.

Ergun: 1257= 258.
Rahim: Rahmet edici, merhamet eyleyen. (Esma-i Hüsna’dandır.): 258.
Rahmî: Rahmete mensub, rahmetle alâkalı:258.
Mirza: Beyzâde. Bey. Reis: 258.
Bürhan: Delil, hüccet, isbat vasıtası. Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas:
258.
Nehr: Boğazlamak, kesmek. Namazda sağ elini sol elin üstüne koymak. Göğüs, sadr:
258.
Zünnar: İp. (Hıristiyan rahiblerin bellerine bağladıkları kuşak.): 258.
Mahra: Değerli ve itibarlı insan. Uygun, münasib, elverişli: 258.
Urgan: İp. Halat: 1258.
Muhayyir: Hayret veren. Şaşkınlık uyandıran:258.
Mürih: İcad edici. Rahat edici: 258.
Merih: Mars, Dünyadan sonra güneşe en yakın seyyare: 258.

Osman: 661.
Keramet: 661.
Tersa: İsevî: 661.
Sitar(e): Örtünülecek, perdelenilecek şey: 661-666.
Rast: Doğru. Müstakim. Sağ. Uygunluk. Haklı. 661.
Müteanik: Birinin boynuna sarılan: 661.

Hadîce (Hatice)-Ana: 622+52= 674.
Salih İzzet Erdiş: 691+477+506= 1674.
Mehdî Derviş Muhammed: 674.
Mehdî Sabire Mirzabeyoğlu: 674.
Abdülkadir Güleray: 674.
Tedarru’: Cübbe ve zırh giymek: 674.
“Bütün Gençliğe Talibim”: (Tilki Günlüğü’nün 12 Aralık tarihli başlığı.): 674.
Medhal: Dahil olacak yer. Giriş. Esere başlangıç. Önsöz. Mukaddeme: 674.

Daî: Duacı, dua eden. Sebeb. Davet eden. Çağıran. Müezzin: 85.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085.
Uzub: Kayıp ve görünmez olmak. (Tayy-ı mekân: Yâsin.): 85.
Milad: Doğum günü: 85.

Beşîr: Müjde veren. Müjdeli haber getiren. Güler yüzlü. Cemil. Allah Resûlü’nün
vasfı: 512.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513= 1512.
Karure: Gözbebeği. Gözün siyah kısmı. Şişe: 512.
“Fikir Sultan Ahmed’te”: (Tilki Günlüğü’nün 21 Ekim tarihli başlığı.): 512.
“Vasıta Merkez Nokta”: (Tilki Günlüğü’nün 13 Kasım tarihli başlığı.): 512.

AKREB
Levha: 30 Ekim 2001… Kumandan “akrebleri öldürün!” diyor. Kerpiç bir evin
önündeyiz. Manzara bir köyü andırıyor. Etrafı acaib böcekler istilâ etmiş. Üzerinde bir akreb
fark ediyorum ve elimle vurup düşürüyorum. Yerde ayağımla ezmeye çalışıyorum ama, terlik
olduğu için çekiniyorum. Çünkü parmaklarım açık. O da ayağımı sokmaya çalışıyor. Avuç içi
büyüklüğünde rengi beyaza çalıyor. Şekli dikdörtgen bir fare kapanına benziyor. Kardeşlerim
Yusuf ve Mehmed de bir taraftan bunun gibi akrebleri ve hiç görmediğim tuhaf, iri
kahverengi böcekleri eziyorlar. (Kartal Cezaevi — İbrahim Tatlı.)

Dûpişk. (Kürtçe.): Akreb. (Dû: İki. Arka… Pişk: Saçılma, yayılma.): 422.
“İlk Fikir Bende”: (Tilki Günlüğü’nün 16 Kasım tarihli başlığı.): 422.
Tavatu’: Muvafık olmak, uygun olmak: 422.
Kütüb: Kitablar: 422.
Şa’ban: Arabî ayların sekizincisi. (Şeban: Geceler… Şebane: Geceye âit. Gece vakti
olan. Gece ile alâkalı… Yevmiye: Hava alıyor musun bu arada?.. “Arasıra balık tutuyorum
efendim”… Ben de hava almak istiyorum; 15 ŞABAN’DA ÇIKACAĞIM. Biliyorsun Berat
Kandili… Araba sağlam değil mi?.. “Sağlam, efendim…” … İyi… Beraber karşıya geçeriz.
Artık görünme zamanın geldi… Kaçlıydın?.. “50’li efendim”… Tam çağın! —Not: 15 şaban,
Üstadım’la Neslihan Hanım’ın nikâhının kıyıldığı gündür de.): 423= 1422.
İstizlal: Gölgelenme. Gölge altına girme. Sığınma, himâyesine girmek. Gölgede
oturma. (“Dedi ki”: Her gölgede bir rahatlık vardır… Bu demek olur ki, her gölgede bir
rahatlık olduğu gibi her gizlilikte de bir sükûn vardır. Yâni, tecelli güneşi daima zatî şimşek
nev’inden olsa, güneşin dışı nasıl yakıyorsa, O da kalbi o şekilde yakar… Ve insanın gücü
ona yetmez. Sonra; bütün âlem Hakk’ın gölgesidir ki, isim ve sıfatların mahiyeti surete bağlı
olmamakla birlikte, yine onunla rahata ermişlerdir… Bundandır ki, insanların en kâmilleri,
âlemde kendilerine bir zuhur taleb ederler; ve kendilerine istidatlı salih bir kimse ararlar…):
1422.
Şeb’an: EMİN. Karnı doymuş, tok: 423= 1422.
Akruban: Erkek akreb: 423= 1422.
Tecvid: Bir şeyi güzel yapma. Süsleme: 423= 1422.
İnsiraf: Çekilip gitme, çekilme, geri dönme: 422.

Şibdi’: Akreb. Dil, lisan. Belâ. Şiddet. (Üstadım’ın “Çile”sinden: Akreb, nokta
nokta ruhumu sokmuş, — Mevsimden mevsime girdim böylece.— Gördüm ki, ateşte,
cımbızda yokmuş, — Fikir çilesinden büyük işkence… “Sakarya” şiirinden: Akrebin
kıskacında yoğurmuş bizi kader…): 376.
Nilüfer: Beyaz, mavi ve sarı çiçekleri açan bir su bitkisi. (Abu: Nilüfer çiçeği: 9… Üç:
9… İBDA: 9.): 376.
Künnaşe: Kök: 376.
Uruk: Kökler, damarlar: 376.
Meşgale: İş. Meşguliyet. Boş durmayış: 1375=376.
Mişvel: Orak: 376.
Müsaraa: Acele etmek. Bir şeye doğru koşmak. Bir şeye acele teşebbüs etmek: 376.
Muasere: Zorluk, güçlük: 376.
Karia: Kıyamet. Ansızın gelen belâ. Belâ ve musibetten korunmak için okunan dua ve
âyetler. Peygamberimiz’in düşman üzerine saldığı asker grubu. Pek şiddetli rüzgâr: 376.
İşgene: İhtiyarlıktan veya kızgınlıktan dolayı yüzde meydana gelen kırışıklık: 376.
Aşu: Kör olmak. Görmemek. Görmemezlikten gelmek. (Kûran: Körler, âmâlar.): 376.
Kaur: Çok derin. Çöllerde rüzgârın tesiriyle oluşan kum tepeleri. Kumullar: 376.
Veş’: Bir şeyin üstüne çıkma: 376.
Sarife: Değişiklik. Değişme: 376.
Seviş: Misafire yemek ve azık vermek: 376.
Şemul: Sâfi hâlis şarab. Kıble mukabilinden esen rüzgâr: 376.

Akrebe: Dişi akreb. Çevik ve zeki cariye. Kazan, tencere gibi şeyleri ateş üzerine
asmaya yarayan “S” şeklinde bir kanca: 377.
Kavari’: İnsan öleceği zaman okunan âyet-i kerime. Ansızın gelen belâ ve musibetler:
377.
Sebzpuş: Yeşil elbiseli, yeşil örtülü: 377.
İşaa: Bir haberi yaymak, duyurmak: 377.
İaşe: Geçindirmek. Beslemek. Diriltmek: 377.
Meşgul: İşgal olunmuş. Bir işle uğraşan. Dalgın: 1376= 377.
Kâşâne: Büyük süslü ev. Saray. Kışlık mükemmel ev, oda: 377.

MAHKEME
Levha: 8 Ağustos 2008… Bir mahkeme salonundan içeriye doğru giriyorum.
Kumandanımız’ı, “niye Sivas olaylarını savundunuz?” diye, Sivas olaylarıyla ilgili ifâde
vermeye çağırmışlar. Salonda Ergenekon davası sanığı Veli Küçük, gönüldaş İbrahim Tatlı,
şarkıcı İbrahim Tatlıses ve birçok kimse var. Hâkim, Kumandan’a söz hakkı veriyor, ben o
esnada mübaşire para uzatıp Kumandan’ın ihtiyacına binaen 2 paket sigara almasını
söylüyorum. Mübaşir, “hediye yok mu?” diye soruyor ve “iki tane yağda yumurta iyi olurdu!”
diye ekliyor. Bu, bahşiş-rüşvet karışımı bir şeymiş. Kumandan’a bunu bildiriyorum, “ver
gitsin!” gibi bir şey söylüyor… Sonra savunma için ayağa kalkıyor. Münşeat tarzında
yazılmış bir eseri okuyacak. Ben, hemen solunda kitabı tutuyorum ve okurken yerini
kaybetmemesi için, şehadet parmağımla satırları geziyorum. Eserin lirik bir havası var.
Kumandan okurken yetişemiyorum, o yüzden okuması aksıyor, bazen duruyor. Okurken, ne
zaman okusa İbrahim Tatlıses, ne zaman dursa kendisi oluyor. Aksamaya rağmen, öyle bir
yere geliyor ki, coşuyor, sesi iyice yükseliyor, okuduğu kelimeyi vurgulamak için eliyle
uygun hareketler yapıyor. Hâkim tedirgin bir edâyla, “Salih Bey lütfen sakin olun, ricâ
ederim!” diyor. Hâdise çıkmasından endişe ettiğini seziyorum. (Kırıkkale F-Tipi Cezaevi —
Zeynel Abidin Danalıoğlu.)

Mahkeme: 113.
“Müdafi Necib Fazıl”: (Tilki Günlüğü’nün 23 Temmuz tarihli başlığı.): 1112= 113.
Salih İzzet Erdiş: 1112= 113.
Hadis-i Şerif: 522+590= 1112= 113.
Cem’: Farklı şeyleri bir araya getirmek. Toplama. Cemaat. Biriktirme. Bütün eşyayı
Allah ile kaim (görmek) ve kendi havl ve kuvvetini görmemek. (Lâ hâvle…): 113.
Cem’: Cemiyete mahsus: 113.
Muhakeme: Hüküm vermek. Düşünmek. Zihinde inceleme yapmak. Dava için iki
tarafın mahkemeye başvurması: 114= 113.
Candane: Beyin: 114= 1113.
Hidak: Gözbebekleri: 113.
Menduha: Mahlas. İsme ilâve edilen başka isim. Kifâyet. Genişlik. (Yevmiye: İsmini
benimsedin mi? Öyle başlamışsın, öyle devam ettirmen uygun olur. İleride hayatını da öyle
yazarlar.): 113.
Mücmel: Kısa. Öz. Sözü az ve mânâsı çok. Hülâsa edilmiş: 113.
Mücemmil: Güzelleştiren: 113.
Münzevî: Yalnız başına çekilip kimseyle görüşmeyen: 113.
Sicn: Hapis, zindan: 113.
İtbak: İttifak etmek. Kaplamak. Kapamak: 113.
Menakib: Yollar. Omuzlar. (Menakıb: Biyografi. Büyüklerin hayat hikâyeleri.): 113.
Ensa: Unutmalar. (Büyüklerin hayat hikâyesini yazan, Büyük: Öyle zaman olur ki,
yazanın yazdığından haberi olmaz… — Vecd ve kendinden geçme meselesi.): 113.
Enseb: En lâyık, çok münasib, tam yerinde: 113.
Cesim: Büyük. İri vücutlu, kebir. Ehemmiyetli: 113.
Acem: Çekirdek. Arabça konuşmayanlar. Farisî: 113.
Meniha: Hediye, armağan, bahşiş: 113.
Cilf: Boş küb. Arı kovanı: 113.
İsna: Yukarı kaldırmak, yükseltmek. Ateşin alevinin yükselmesi. Bir sene bir yerde
kalmak: 113.
Behnane: Beyaz pide. Maymun: 113.
Nesc: Dokunma, dokunuş: 113.

Velî: Evliya. Sahib, mâlik. Muhafaza eden. Küçük çocukların hâlinden mesul
kimse. Sıddık. Baba. Babanın babası, cedde. (Esma-i Hüsna’dandır: Müminlere dost.):
46.
Dimağ: Kafanın içi. Beyin. (Beyin: 62… Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 1062… Mehdî:
62.): 1045= 46.
“Necib Fazıl’a Vatan”: (Tilki Günlüğü’nün 18 Eylül tarihli başlığı.): 1046.
Mücab: Cevabı verilmiş olan. Kabul cevabı almış olan. Duası, isteği kabul edilen: 46.
Elvah: Levhalar. Tablolar: 46.

Müdafaa: Defetmek, savmak. Düşman hücumunu menetmek. Mahkemede iddia
karşısında savunma: 200.
Akl: Düşünme hassası. Diyet. Sığınacak yer. Menetmek. Kırmızı mihve örtüsü: 200.
Nefis(e): Pek beğenilen, pek güzel, pek iyi: 200.
Fen’: Mis kokusunun etrafa yayılması. Bir kimsenin iyiliğini ve ihsanını söyleyip
medhetmek. Malın çok olması. (Nı’me: Mal. Sanat.): 200.
Nesif: İki kişi arasındaki sır: 200.
Semsem: Tilki: 200.
Muassel: İçine bal katılmış. Ballı: 200.
Alak: Bir işe mülâzemet eylemek. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir şeye ilişip tutulmak.
Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak. Hayvanat-hayat. Kan: 200.
Ması’: Sağlam vücutlu kimse. (Masî: Pervasız, korkusuz… Kürtçe, “masi”: Balık.):
200.
Kal’: Bir şeyi kökünden çekip koparmak: 200.
Kames: Suya daldırmak ve batırmak. Hareket edip acı çekmek: 200.
Lu’lu’: Kurt. Serab: 200.

Hâkim: Galib. Haklı ile haksızı ayırıp hak ve adalet üzere hükmeden: 69.
Himyata: Allah Resûlü’nün İbranice bir ismi: 69.
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9= 1069.
Hindî: 69.
PANZDE(H): Onbeş: 69.
Desse: Toprak içinde gömülüp yatan yılan: 69.
Sedad: İstikamet ve kasd. Akıl. Haklı ve doğru şey: 69.
Ehass: Daha uyanık. Çok hassas: 69.
Neyt: Ölüm. Derinliği adam boyu olan kuyu: 69.
Naciye: Kurtulmuş, necat bulmuş. Cennetlik olan: 69.
Ebeveyn: Ana ile baba: 69.
Zeyneb: Gül. Fetva metinlerinde kadını temsil eden isimlerden biri. (Kürtçe Zeyn-âb:
Su kaynağı, pınar.): 69.
Heyecan: Birdenbire şiddetle hislenme. Coşkunluk. Ürperme: 69.
Belbele: Vesvese vermek: 69.

MEBLAĞ
Levha: 28 Ağustos 1987… Üstadım, çok genç hâlinde… Elinde desteyle paralar var…
Pazarcı nağmesiyle, “şu paralara bak, şu paralara!” diyor… Güleryüzlü ve sevinçli bir hâli
var… Ben, hızla odadan kaçıyorum ve öbür yandan dolanarak tekrar odaya geliyorum…
Üstadım, “ihtiyar adam bana paraları verirken görecektin; cebime atarken sanki Cennet
kokusu geliyordu!” diyor… Galiba 200.000 lira imiş… Fakat, deste deste görünüyordu…
Onun, bu para karşılığında yazı yazdığını düşünüyorum!

Par: Para. Geçen yıl: 203.
Garb: Batı: 1202= 203.
İrb: Akıl. Zihin. Zekâ. Akıllılık: 203.
İrb: Çok açıkgöz. En akıllı: 203.
Gareb: Gümüş kadeh. Kavak ağacı: 1202= 203.
İstismar: Menfaatine âlet etmek. Kıymetlendirmek: 203.
Erga(b): Irmak, dere, çay, nehir. Su akıtmak için açılan yol, ark: 1202= 203.
Gaber: Büyük meşakkat: 1202= 203.
Ereb: Hacet, ihtiyaç. San’at: 203.
Tehabbür: Esasını bilme, iyice bilme: 1202=203.
Cerr: Kendine doğru çekmek. Çekmek. Cezb. Para almak. Uçurum. Kale hendeği:
203.
Bahşiş: Lütfedip verilen para. İhsan. Hediye: 1202= 203.
Mihneka: Gerdanlık. Boğacak âlet. Maktul: 203.

Nakd: Madeni para, akçe. Bir şeyin bedelini peşinen ödemek. Para olarak
bulunan servet. Vezin ve ayarı tamam olan para. Bir şeye hırsızlamasına bakma.
Seçmek. Saymak: 154.
Mehdî Muhammed: 62+92= 154.
Kadîm: Başlangıcı olmayan. Eski zaman. Uzun zamandan beri var olan. Evveli
bilinmeyen hâl ve keyfiyet: 154.
Ül’üban: Oyuncu, aktör: 154.
Nekkad: Bir şeyin iyisini kötüsünü seçen kimse. Paranın kalbını sağlamından ayıran:
155= 1154.
“Müjdeli Haber Veren”: (Tilki Günlüğü’nün 11 Ekim tarihli başlığı.): 96+802+256=
1154.

Meblağ: Para, mevcut para miktarı. Yetişmek: 1072.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332= 1072.
Bâsıt: Açan. Yayan. Serici. Ferahlık veren. Mücerred olan. (Esma-i Hüsna’dandır:
Açıcı, genişletici.): 72.
Radı’: Süt kardeş. Süt emen çocuk. Çekiştirilen, kötülenen kimse: 1071= 72.
Leyla: Çok karanlık gece. Arabî ayların son gecesi: 72.
Ibb: Yük dengi, ağır yük: 72.
İsa’: Teselli verip sabra irşad etmek: 73= 1072.

Kadr: Meblağ. İtibar. Değer, kıymet. Haysiyet. Derece miktarı. Miktar: 304.
Mazhar-ı Can-ü Canan: (Hacegân yolunun 28. büyüğü.): 1304.
Cirsam: Divanelik, delilik. Öldürücü zehir: 304.
Bazih: Büyük. Âli. Yüce: 1303= 304.
Serdem. (Kürtçe.): Çağ, devir: 304.
Eceşş: Gür sesli: 304.
Cilanger: Çilingir. (Üstadım: Şâir, gaibi kurcalayan çilingir.): 304.
İspergam: Gül. Yeşillik. Fesleğen çiçeği: 1303=304.
Merzvan: Hudut muhafızı, sınır beyi: 304.
İkbar: Kabre koyma, konulma: 304.
Sadrî: Göğüsle ilgili, göğse âit: 304.
Kalkadis: Siyah boya: 304.
Mücasir: Cesaret eden: 304.
Müderris: Ders veren. Profesör: 304.
Müstahric: İstihrac eden, ibareden mânâ çıkarma istidadında olan: 1303= 304.
Necran: Susuz: 304.
Rasid: Muntazır, bekleyen kimse. Avını bekleyen kimse. Avını bekleyen ve
yaklaştığında hemen üzerine sıçrayan canavar: 304.
Şedd: Tasvir. Sıkı bağlama, sıkı bağlanma, sıkma: 304.
Şegab: Çanak kırığını tamir eden. Çanak yapan: 1303= 304.
Merdümek: Bebek: 304.
Kader: Tadir-i İlâhî. EZELÎ KISMET. Tali’. Baht. şans: 304.
Müstahrec: Alınmış, çıkarılmış, istihrac edilmiş olan: 1303= 304.
Sermed: Daimî, sürekli. Uzun gece: 304.
Şebeb: Üç yaşına girip dişleri tamamlanmamış olan sığır: 304.

SERVET İKİSİNİN Mİ?


Levha: 5 Ekim 1983… Uykudan uyanmışım… Rüyâ görmüşüm… Yatakta
düşünürken, rahmetli Üstadım’ı görüyorum… Ve onun yazıları… Üstadım bana öfkeyle, “bir
kere yüzünü görmek için, her şeyden ayrılınır!” diyor… Bunu aynı zamanda bir sayfadan
okuyorum… Üstadım bu lâfı, “kelâm fuhşu” bahsiyle ilgili ve Barış Manço’nun
“memleketten ayrı yaşayamam!” şarkısı için söylüyor… Aslında benim evden ayrılamamamı
imâ ediyor ve “yüzünü görmek” de, Allah ile ilgili… Üstadım’ın ifâdesinden sonra, yine bu
bahisle ilgili bir yazısı… Ve bu sırada, şahsı gaib bir ses, “servet bu ikisinin mi hiç?” diye
soruyor… Üstadım’la ikimiz için… Bu söylenirken, arkadaşlarla birlikte Büyük Doğu’ya
yürüyoruz!

Azar: İncitme. Tekdir. Kırılma. Tazib. Zulüm. Ukubat: 209.
Muksit: Adaletle işgören. (Esma-i Hüsna’dandır.): 209.
Her-ca: Her yer: 209.
Ebru: Kaş. Bir nevi dalgalı kumaş ve kâğıt: 209.
Mıntîk: Çok düzgün konuşan: 209.
Hubter: En güzel, pek güzel: 1208= 209.
İrabe: Şübhelendirme, şübheye düşürme: 209.
Zibr: Mektub. Kitab: 209.

İtab: Tekdir etmek. Şiddetle hitab etme. Azarlamak. Terslemek. Paylamak.
Rencide etmek. Darılmak. (İt’ab: Yorgunluk. Yorgunluk vermek. Sıkıntı vermek…
İ’tab: Öldürme, helak etme… İ’tab: Şikayeti kendinden def ile razı ve hoşnud etmek.
Hoşlandırmak. Hışım etmek.): 473.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+322= 473.
İsticdad: Yenileme. Yeniden yapma: 473.
İsti’zam: Büyük tutma ve büyük tanımak. Gururlanmak: 1472= 473.
Tabi’: Birinin arkası sıra giden, ona uyan. İtaat eden: 473.
Tiba’: Birbiri ardınca olmak. Peşpeşe bulunmak: 473.
Teleccüm: Dizgin vurmak: 473.
Tevzin: Tartmak. Ölçülü hâle koymak. Zihinde kararlı hâle koymak: 473.
Bar-ı Giran: Ağır yüklü: 474= 1473.

Servet: Mal, mülk, zenginlik: 1106.
Menie: Ölüm, mevt: 106.
Hablullah: Allah’ın ipi. İhlâs. İtaat. Cemaat: 106.
“Okurlar Fermanını İmânın”: (Tilki Günlüğü’nün 17 Nisan tarihli başlığı.): 1106.
Süvüm: Üçüncü. (Üç: 9… İBDA: 9. Dokuz, Üstadım’ın sevdiği bir sayıdır.): 106.
Küfüv: Denk, eş, benzer, misil, nazır: 106.
Münhebit: Yukarıdan aşağıya inen: 106.
Miyane: Gerdanlığın ortasındaki büyük inci. Ortaya serilen halı. Ara. Helva gibi bazı
yemeklerin pişme kıvamı: 106.
Samme: Zehirli hayvan: 106.
Âhil: Fevkinde kimse olmayan yüksek padişâh. Erkeği olmayan kadın. (Eserin
teşekkül ettiği mahal.): 106.
Sevm: Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme. Su-i kasd. Zulüm ve minnete
giriftar etmek. Derde sokmak. Dağlamak. Başı buyruk olup dilediği yere gitmek. Kuş havada
dolaşmak. Satışa arzetmek. Satın almak, istemek. Fâide yetiştirmek. İstemek, taleb etmek:
106.
Vel’: Yalan. Haps: 106.
“Tı” harfi, Da’va cetvelinde Allah’ın “Zâhir” ismine denk geliyor ve sayı değeri: 106.
Saliye: Yeni yılı tebrik maksadıyla sene başında yazılan tarihli medhiye: 106.
Kaid: Süren, sevkeden. Çavuş. Serasker. Kumandan. Sıradağ. Geniş ark: 106.
Lev’: Yanma. Yakma: 106.

16.10.2008- SAYI: 93
EKMEK
Levha: 5 Haziran 2005… Çocukluğumun ve delikanlılığımın geçtiği, Eskişehir’deki
evimize benziyor. Ben sokak tarafındaki büyük odada, iki koltuğu karşı karşıya getirmiş
yatıyorum. Elektrikler kesilmiş, karanlık. Yarı uykulu, korkuyorum. Hole geçiyorum. Geveze
bir hâlim var. Ev halkı masa başına toplanmışlar, yemek yiyecekler. Ben de oturuyorum.
Yahni gibi bir yemek. Ben ekmeğimi banarken, rahmetli anneannem (Fahriye Güleray), pek
ciddi olmayan bir küskünlük ve kızgınlıkla bana şöyle bir gözucu ile bakarken, elindeki ev
ekmeğini eliyle keser gibi yapıp, ikiye bölmeye çalışıyor… Daha önce: Nasılsa anlamadım,
yüksekçe bir yerde, başında geniş hasır şapka bulunan kıllı bir fare var. Tuhafıma gidiyor.
Bunu kızkardeşim Neclâ’ya söylüyorum. O, “seni gidi” der gibi, oraya bakmamı tuhaf
karşılıyor.

Hubz: Ekmek. (Büyüklerin, “bizim yediğimiz nurdur” sözü hatırlanmalı.): 609.
Hub: Uyku. Rüyâ. (Muhyiddin-i Arabî Hazretleri: Dünya hayatında görülen şeyler,
rüyâda görülen şeyler gibidir. Bu yüzden onun tevil ve tâbiri gerekir.): 609.
Kuvantum: Atom altı parçacıklar fiziği. (Alt başlığı “Suver-i Hayâl” olan “Sefine”
isimli eserim hatırlanmalı.): 609.
İbtihar: İki parça olma, ikiye bölme: 609.
Hutt: Emir. Kıssa. (Hut: Balık. Büyük balık. Şubat ayı içinde güneşin girdiği ve
semanın cenub yarısındaki burcun ismi.): 609.
Rahat: El ayası. (Kef: Avuç içi. Ayağın tabanı… Kef harfi, Muhyiddin-i Arabî
Hazretlerinin tablosunda, Allah’ın “Şekûr” ismine denk gelir ve mertebesi “Kürsî”dir.): 609.
Tah: Atmak. Uzaklaştırmak. Cimâ etmek. (Taha: Serdi mânâsına fiil. Yaymak,
döşeyip düzgün sermek. Arzın hayata münasib şekilde döşenmesi. Düzgün arz… Taha:
Bulut… Taha’: Döşenmiş ve yayılmış yer. Bir nebat cinsi… Taha’: Yüksek bulut. Gam,
hüzün, keder… Tâhâ: Huruf-u mukattaadandır. Allah Sevgilisinin bir ismi.): 609.
Sevakıb: Parlak yıldızlar: 609.
İbaha: Ateşi söndürme: 609.

Bazir: Dedikodu yapan. Geveze. Ekici, eken:903.
İzra’: Korkutma. Çok fazla methetme. Altun arama: 903.
Gaiz: Kızgın, öfkeli: 1902= 903.
Teşabür: Kavga etmek için karşı karşıya gelme. Karışlarını ölçme: 903.

Ebu cabir: Ekmek: 215.
Raise Sultan Barier: 263+547+405= 1215.
Fasile: Aile. Familya. Bir cinsten olan bitkilerin hepsi: 215.
Da’vâ cetvelinde “Tı” harfi, Allah’ın “Tahir” ismine denk gelir ve sayı değeri: 215.

Ma’ne: Ekmek. Az olan akıcı su. Şey: 165.
Saydanî: Tilki. Mülk: 165.
Akise: Karanlık gece. (Akis: Yankı.): 165.
Kunye: Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal: 165.
Nı’me: Mal. Sanat: 165.
Kudas: Gümüş boncuk: 165.
Said: Yukarı çıkan, yükselen, kalkan: 165.
Akdes: En kudsî. En mübarek: 165.
Natuka: Düşünüp söyleme hassası. Güzel konuşabilme kabiliyeti: 165.
Müfehhim: Anlatan, idrak ettiren: 165.

Nan: Ekmek: 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
Men hüve?: O kimdir? (İsâ Aleyhisselâm kasdıyla sorulan.): 101.
Hil’at: Kaftan: 1100= 101.
Halezon: Helezon. Sümüklü böcek kabuğu. (Zaman, helezon şeklinde sonsuza
kıvrılıştır.): 101.

HIRSIZ
Levha: 25 Ağustos 1983… Annem, beni pencereye çağırıyor… Babam da orada…
Sokaktan 45-50 yaşlarında, topluca, yüzünde kurnaz bir gülümseme olan ve siyah elbiseli bir
adam geçiyor… “İşte hırsız!” diye aralarında konuşup onu seyrederken, adam âniden
kayboluyor.

Hım’: Hırsız. Kurt. (Yevmiye: Şâir, hakikati hırsız gibi arar.): 118.
Nayzen: Ney çalan: 118.
İki Mehdî: 59+59= 118.
Çocuk: 118.
Mesih: Bir şey üzerinde eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir. İsâ
Aleyhisselâmın bir ismidir. Meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak “İsâ Mesih”
denmiştir: 118.
Basine: Sanat ehlinin âletleri. Ekincilerin sabanı. Kaba çuval: 118.
Felh: Yarmak, şakk. Kesmek: 118.
Kadîd: İskelet. Pek zayıf insan: 118.
Hayk: Kaplamak: 118.
Hüffel: Memesi süt dolu olan kadın: 118.

Amrut: Hırsız: 716.
Hanende: Okuyan, şarkı söyleyen: 716.
Esire: Seçkin, güzide. İlim bakiyyesi: 716.
Şehriyar: Hükümdar: 716.
Halife: Çadır direği: 716.
Cehabize: Hakikatlerden haberi olanlar: 716.
Tevkir: Tazim. Hürmetle anmak: 716.
Tagyişe: Örtmek, örtünmek. Bürünmek. Kendinden geçirilmek: 1715= 716.

Lıst: Hırsız: 520.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332= 520.
“Veli Sözüne Merak”: (Tilki Günlüğü’nün 22 Ocak tarihli başlığı.): 521= 1520.
Derviş: 520.
Şükr: 520.
Şikar: Avlama. Ganimet: 521= 1520.
Sittin: Altmış: 520.
Salat: Namazlar. Bütün dualar. Nasara kilisesi. (Biat: Nasara kilisesi… Biat:
Bağlılık.): 520.
Tenasî: Unutmak: 521= 1520.
Anet: Hata. Galat. Meşakkat. Kalb darlığı: 520.
Mey’at: Yiğitlik başlangıcı. Atı koşuya hazırlamak. Yere dökülen bir sıvının akıp
gitmesi: 520.

Dayis: Hırsız: 105.
Hems: Gizli ses. Çok gizli. Peçe. Sıkmak. Kırmak. Fütursuz olarak geceleyin yola
gitmek. Ağzını açmadan lokma çiğnemek: 105.
Münhî: Haberci. Haber getiren: 105.
Sayyad: Avcı, avcılık yapan: 105.
Cel’ab: Gözü çok iyi görmek: 105.
Sehem: Ok. Nasib: 105.
Kiffe: Ağ. Tuzak. Her yuvarlak nesne: 105.
Keffe: El ayası. Her yuvarlak cisim. Terazi kefesi: 105.
Edakk: En dakik, pek ince, çok mühim: 105.
Hasbe: Kızamık hastalığı. (Mahsub: Kızamık çıkarmış kişi… Mahsub: Sayılmış,
hesablanmış. Hesabına kaydedilmiş. Bir zâta mensub kabul edilen.): 105.
Ladînî: Ledünnî: 105.
Âl-i abâ: Allah Sevgilisi’nin kendisi ile beraber, kızı Hazret-i Fâtıma, damadı Hazret-i
Ali ve torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’den müteşekkil heyet. Allah Sevgilisi’nin
giydiği abâsını sözkonusu Hazretlerin üzerine örterek hususî dua ettiğinden bu isimle
anılmaları meşhurdur: 105.

Lüss: Hırsız: 120.
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân yolunun, 7. büyüğü.): 158+961= 1119= 120.
Mu’ciz: İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren iş: 120.
Müz’ıc: Gece haramisi: 120.
Fely: Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kesmek. Kılıç ile vurmak: 120.
Lüka’: Ufak çocuk. At: 120.
Sıll: Bir nevi yılan. Bir nevi ot: 120.
Eltaf: Daha lâtif: 120.
Hasna: Güzel kadın: 120.
Dıame: Evin direği. Ulu, şerif kişi, seyyid: 120.

Tunî: Hırsız. Külhanbeyi. Sefih. (Seffah: Kan dökücü gaddar. Güzel konuşan
hatib. Cömert, eliaçık, civanmerd.): 466.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466.
Üstad: 466.
Nüütî: Gemi reisi, kaptan: 466.
Delalat: Delil olmalar, yol göstermeler, kılavuzluklar: 466.

Düzd: Sârık, hırsız: 15.
Hacac: Kaş kemiği: 15.

RAHMÂN SÛRESİ 19-20


Levha: 11 Şubat 2004… Rahmân Sûresi 19- 20’nci âyetlerinde, iki denizin birbirine
karışmasını engelleyici perde tefsirlerine yeni bir görüş getiriyorum ki, daha önce hiç öyle
bakılmamış.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri: (Meâl: İki denizi salmış birbirlerine
kavuşuyorlar – fakat birbirlerine karışmağa engel bir PERDE var.): 1145+2021= 3166.
İlliyun: Cennetin en yüksek tabakası: 166.
Lehfan: Kalbi yanık, hasret çeken, özleyen: 166.
Müessis: Kurucu, tesis edici: 166.
Neame: Gölgelik, gölgelenecek şey: 166.
Assale: Arı, bal arısı. Arı kovanı. Bal peteği: 166.
Menmul: Üzerine karınca üşüşmüş olan şey. (Üstadım’dan bir Noktalama: Ruhum
kelle şekeri, vehimlerse karınca, — Kömürden kara rengim onlar beni sarınca!): 166.
Lesu’: Akreb veya yılan gibi hayvanlar sokmuş: 166.
Suk: Çarşı. Pazar. Alım satım yeri: 166.
Mevsil: Kavşak. Kavuşacak yer. Ek yeri: 166.
İn’idam: İdama gitme: 166.
Mesus: Panzehir taşı: 166.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri: 3166= 2167.
Nüans: İnce fark: 167.
Eyhukan: Maydanoz otu. (Yevmiye: Maydanoz, Farsça “mide nüvaz: mide
okşayan”dan gelir.): 167.
Sako: Üst tarafa giyilen elbise. (Ceket, ABA, palto gibi.): 167.
Nekibe: Nefsi mübarek: 167.
Akves: İhtiyarlıktan beli bükülmüş gibi. Sıkıntılı ân: 167.
Usbe: İNSANLAR. Atlılar. Atlar veya kuşlardan cemaat: 167.
Cefcaf: Hayâsız, ahlâksız kadın. (Fuzûlî, zamanı “şuh facire”ye benzetir.): 167.
Nakîbe: Nefs. İnsan ruhu. Akıl: 167.
Nisvan: Kadınlar: 167.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri: 3166= 1168.
Zifaf: Gerdeğe girmek. Gerdek. (Haclegâh.): 168.
Basıka: Beyaz ve sâfi bulut. Âfet, dâhiye: 168.
Muhassal: Netice. Husule gelen. Tahsil olunan. Sözün kısası: 168.
Mıhsal: Kilit: 168.
Maslub: Asılarak idam olunmuş: 168.
Esvak: Çarşılar. Pazarlar: 168.
Müfhim: Delil ile susturma: 168.
Fedfed: Düz yer. Büyük sahrâ. Yaban. Yüksek mekân. Sığır buzağısı. (Sığır yavrusu:
1917= 918…
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1312= 1918.): 168.
Büsuk: Bir kimsenin akranına üstün olması. Ağacın uzaması. Uzunluk: 168.
Muslih: Islah eden. İyileştiren. Terbiye eden: 168.
Müfehham: Kömürleşmiş. Kömür hâlini almış. (Müfehham: Muhterem. Hürmete
lâyık. Tazim edilmiş olan… Mefhum: Kömürleşmiş olan… Mefhum: Anlaşılan. Mânâ. İfâde.
Sözden çıkarılan mânâ.): 168.
Kabine: Doktorun muayene yeri. Vekiller heyeti. Bakanlar kurulu. Küçük oda: 168

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri: 3166= 169.
Kust: Topalak otu. Suadî. (Adil Teymur Hocaefendi’den: İbn-i Mace’nin, “Sünen”
isimli Hadîs Kitabı, 1. cilt… Kitab-ut Talâk 10. Bab: 35… Hadîs: 2087… Rivayet Ümmü
Atiyye’den… Resulullah buyurdular: “Kadın, bir ölüye üç günden fazla matem tutmaz.
(Giyiniş tarzını tahdid etmez.) Ancak kocası için 4 ay 10 gün müstesna: Boyalı elbise giymez,
asb denilen –basit boyanmış beyaz elbise– müstesna. Sürme de sürmez, temizlenmesinin ilki
hariç koku sürünmez; o da KUST veya ASFAR’dan bir parça.”… Aynı bahis Buharî’de:
Talâk 49, 48… Ve Müslim’de: Talâk 67… Ve Darimî: Vuzû: 10, “bir parça Kust ile…” …
Ve Buharî: Cilt 7, Kitab 76. “Tıb”, Bab: 10… Kust’u, “Hindî ve Bahrî ile yapılan SUUT
denilen ve buruna dökülen Deva Balı tarifi içinde, Kays’ın annesi Muhsan’ın kızından
rivayet: Ben, Allah Resûlü’nden işittim: “Size bu ûd-u Hindî’yi tavsiye ederim. Çünkü onda
yedi şifâ vardır. Onunla, boyunda acılı olan Uzza hastalığında (burun vasıtasıyla) tedavi
yapılır. Onunla Zatülcenb’den (ağızdan dökülür.) kurtulunur.” diyordu.): 169.
Abdülhamîd: 169.
Melfuha: Ana karnındaki erkek çocuk: 169.
Usluc: Yeni belirmeye başlayan ağaç budağı: 169.
Sakat: 169.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri. (Noktalı harfler.). 2378.
Kaptan-ı Derya: 378.
Berku’: Yüz örtüsü. Peçe: 378.
Şeub: Ölüm, mevt: 378.
Şikence: İşkence, azab, eziyet: 378.
Şecea: Küt ve kötürüm kimse. (Felc: Nüzul, inme. İki kısma ayrılma. Küçük nehir.
Fevz, zafer.): 378.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri. (Noktalı harfler.): 2378= 1379.
Ataş: Susama. Hararet. (Gayn: Susama… Gayn harfi, ebcedi: 1000= 1… Elif, ebcedi:
1.): 379.
Küşende: Katil, öldüren, öldürücü: 379.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri. (Noktalı harfler.): 2378= 380.
Müfsir: Nur ve ziyâ veren. Işıklandıran: 380.
Ayş: Dirilik. Hayat. Zevk-u safa: 380.
Kayserî: Büyük şeyh: 380.
Raki’: Gökyüzü: 380.
Mukrem: Bir kavmin ulusu, seyyidi: 380.
Müfessir: Tefsir eden: 380.
Mukmire: Mehtablı. Ay ışığıyla aydınlanmış: 380.
Murakkam: Yazılı, yazılmış. Numaralanmış, sayı konulmuş: 380.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri. (Noktasız harfler.): 510+278= 788.
Hazef: Eski yapıda hepsi noktasız harflerden meydana gelmiş şiirler, nesirler: 788.
Muhteşem: 788.

Rahman Sûresi, 19-20. âyetleri. (En küçük ebced.): 95+83= 178.
Hace Ubeydullah Ahrar: (Hacegân yolunun 19. büyüğü.): 178.
Mukabele: Karşılık, karşılamak. Mücadele. Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş,
karşılıklı yapılan okuma. Yüzyüze olmak: 178.
Fısh: Nasara bayramı: 178.
Suhuf: Sahifeler. Peygamberlere gelen sahife hâlindeki kitab: 178.
Mihlak: Ustura. Mu-sa(y): 178.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (Büyük ebced.): 4372.
Yunus Emre: 126+246= 372.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312= 1371= 372.
Berkî: Yedinci kat gök: 372.
Akreb: 372.
Asfar: Sıfırlar. Boş şeyler. (Esfar: Sifr’in çoğulu. Büyük kitaplar… Esfar: Seferler,
yolculuklar, yola gidişler. Düşmana karşı gidişler, akınlar.). 372.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (Büyük ebced.): 4372= 3373.
Şikenc: Kıvrım, büklüm: 373.
Aşşab: Nebatları toplayarak herbiri üzerinde ilmî incelemeler yapan âlim: 373.
İttiaz: Nasihat ve öğüt dinleme: 1372= 373.
Müstebdı’: Kârı veren kişiye âit olmak üzere, sermaye verilen kimse: 1372= 373.
Yekçeşm: Güneş. Tek gözlü. Deccal’in, –ahirete inanmayan– bir ismi: 373.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (Büyük ebced.): 4372= 2374.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+1312= 1374.
Neşita: Bir şeyin aramaksızın bulunması. Ansızın bulunan nesne. Gâzilerin
kastettikleri yere varamadan yolda buldukları nesne: 374.
İş’ab: Ölme, irtihal etme: 374.
Münferid: Tek başına. Hapishânede tek kişilik hücre: 374.
Müstetbeat: Kelâma tâbi mânâlar. Söz söylerken arasında işaretle anlatma: 1373= 374.
İnşibak: Şebeke gibi olma. Balık ağı gibi birbirine girme: 374.
İşba’: Doyurmak. Doymak. Bir sıvının içinde, belli bir cisimden eriyebilecek en çok
miktarın erimiş bulunması. Arab nazmında kafiye ve vezin zaruretinden dolayı kelimeye bir
harf ilâve edilmesi: 374.
Kendeş: Bir çeşit deva: 374.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (Büyük ebced.): 4372= 1375.
Sarfe: Nurlu bir yıldız. Boncuk: 375.
Ders-i amm: Asistan: 375.
Rasia: Halka: 375.
Asîre: Cibre, posa. (Secir: Posa… Secir: Dost.): 375.
Bincişk: Serçe: 375.
Firsad: Kırmızı dut. Böğürtlen: 375.
Fursa: İçmek, şirb. Nöbet: 375.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (Büyük ebced.): 4372= 376.
Şibdi’: Akreb. Dil, lisân. Belâ. Şiddet: 376.
Künnaşe: Kök: 376.
Nilüfer: Beyaz, mavi ve sarı çiçekleri açan bir su bitkisi: 376.

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (En büyük ebced.): 17914.
Vüzub: Lüzumluluk, icâb etme: 914.
Hazur: Çok dikkatli, çok çekingen: 914

Rahman Sûresi, 19-20. âyet. (En büyük ebced.): 17914= 931.
Erzel: Daha rezil. (Aşkın insanı rezil rüsvay etmesi hatırlanmalı.): 931.
Nafız: Çok titreten. Sıtma: 931.
Teessül: Sermaye edinmek. Cem’etmek, toplamak: 931.
Taktik: 931.
Takatül: Vuruşmak, dövüşmek: 931.

HIRKA
Levha: 27 Aralık 1998… Hırka-i Tecrid kitabı çıktıktan sonra Kumandan, Hırka-i
Tecrid’e dair rakamların mânâlandırıldığı bir rüyâ görmüş, onu okuyorum. (Serab Yılmaz.)

Levha: 6 Mart 1998… Hırka-i Tecrid diye bir pantolon giyiyorum ve uçuyorum.
(Serab Yılmaz.)

Hırka: 905.
Şöhret: Ün, şân. (Süryanice’de “su” demek olan “şehir”: Meşhur. Allah Resûlü’nün bir
ismi.): 905.
Zerre: Atom. Pek ufak parça. Çok küçük karınca. Güneş ışığında görünen ufacık
tozlar. Küçük boylu adam: 905.
İşticar: Zıdlaşma: 905.
Mashara: Maskara. Komik, gülünç. Zevklenme, eğlenme. Kepaze, rezil. (Üstadım’ın
mısraı: Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik…): 905.
Rişte: İplik, hayt: 905.
Hurka: Yanmak. Hararet. Yanık çıban: 905.
Tentene: Dantela: 905.
İbşarat: Müjdelemeler: 905.
Harika: İmkânların üstünde olan şey, hayret uyandıran, hayranlık veren. Büyük ve
görülmedik eser. Görülmedik derecede kıymetli: 906= 1905.

Bürde: Hırka. Üste giyilen libas: 211.
Tarih: 1211.
Hacer: Taş, kaya. Hazret-i İsmail’in annesinin adı: 211.
Nu’man: Kan. Dört ayaklı hayvanlar. Bir lâle cinsi. İmâm-ı Azam Hazretlerinin adı:
211.
Perde: 211.
Re’y: Görüş, görmek. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek: 211.
Sani’: Sanatkârca yapan. Yaratan. İşleyen, yapan (Allah): 211.
Selukiyye: Kaptan kamarası: 211.
Yera’: Sığır buzağısı: 211.
Kaffal: Çilingir: 211.
Lesas: Hırsızlık yapma: 211.

NAMAZ
Levha: … Temmuz 2006… Mahmud Efendi Hazretleri İmam. Namaza başlamadan
önce arkasına bakıyor ve birine başıyla selâm veriyor. Ben de onun yanındayım. O ânda
Kumandanımız oluyor ve bana da selâm veriyor. (Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Salavat: Namazlar. Nasara kilisesi. Bütün dualar, ihtiyaçtan gelen ricalar.
Nimetten gelen şükürler. İbadetler. Allah Resûlü’ne memnuniyet ve bağlılık için yapılan
dualar: 527.
Karargâh: Karar verilen yer. Merkez: 527.
Azimet: Takva ile amel etmek. Kesin karar vermek. Yola çıkmak, gitmek: 527.
Aş-kâre: Aşçı: 527.
Musa Mirzabeyoğlu: 205+322= 527.

Pişnemaz: İmâm: 410.
Karneyn: İki boynuz: 410.
İbavet: Yabancı bir adamın bir çocuğa babalık yapması: 410.
Muammerîn: Muammerler, uzun ömürlüler: 410.

Pişnemaz: 410= 1409.
Tevvab: Çok tevbe eden. Tevbe edenlerin tevbesini kabul eden. (Esma-i Hüsna’dandır:
Tevbeleri kabul eden.): 409.

İmam: 82.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332= 1082.
Binek: Gözbebeği. Hadeka: 82.

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+2171= 2269.
Muhammed Bâbâ (Semmasî): (Hacegân yolunun 14. büyüğü.): 269.
Hayran: Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş 269.
Sidre: Ağaca teşbih edilen 7. kat gökte bir makam ismi: 269.
Ceniver: Sırat köprüsü: 269.
Cüsur: Köprüler: 269.
Tırs: Sahife, kâğıt: 269.
Setr: Hat. Yazmak. Saf: 269.
Encir(e): İncir meyvesi. (Tîn: İncir.): 269.
Cesur: Cesaretli, yiğit: 269.
Ersah: Kurt. Zayıf adam: 269.

ZİKİR
Levha: 5 Ağustos 2004… İkiyüz kere salavat getirmişim. Sonra iki Ayet-el Kürsî
okuyorum; onlara eklenmek üzere.

Zikr: Anmak, hatırlamak. Anılmak. Kur’ân’ın bir ismi: 920.
Zükr: Kalbteki fikir, düşünce: 920.
Teşekkür: Şükür etmek: 920.
Dershâne: 920.
Mefhar: İftihara, övünmeye sebeb olan şey: 920.

Zikr: 920= 1919.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1312= 1918= 919.
Buzağı: 1918= 919.
Dedektif: Hafiye: 919.
Hızve: Kadının, kocasının yanında hürmetli, izzetli ve mertebeli olması: 919.

Ayet-el kürsî: 732.
Ahlâk: 732.
Nüfha: Beyaz yüce tepe: 732.
Mütesabbır: Sabreden: 732.
Müterabbıs: Bekleyen: 732.
Bezl: Esirgemeden bol bol vermek: 732.
İhlak: Elbise eskimek veya eskitmek: 732.
İstinkâr: Bilmediği birşey sormak. Bilmemezlikten gelme: 732.

A’raf: Sırt, tepe. CENNETLE CEHENNEM ARASI bir yer: 352.
A’raf: Âdetler, örfler, an’aneler. (Mahmud Efendi Hazretleri: Allah Resûlü, “İhsan,
Allah’ı görür gibi ibadet etmendir. Eğer sen o Mevlâ’yı görmüyorsan da, o muhakkak seni
görüyor” buyuruyor… İnsan, Mevlâyı zikrettikçe, “O görüyor” artıyor. Sanki Rabbinle karşı
karşıyasın. “Mevlâ ile karşı karşıya” demek doğru olmaz. Mevlâ, MEKÂNDAN
MÜNEZZEH OLARAK bizimle beraberdir. Bizim yalvardığımızı, korktuğumuzu,
zikrettiğimizi görüyor… A’raf 205 tefsirine bakın ve aranızda müzakere edin. Biri öbürüne
öğretsin. Dünyanın sonuna kadar bu iş gitsin. Bu kadar hatimler yaptık, hatırımıza bu âyet
gelmedi, şimdi geldi hatırımıza.): 352.

A’raf Sûresi, 205. âyet: (Meâli: Sabah akşam, içinden yalvararak ve korkarak,
âşikâr olmayan hafif bir sesle Rabbini an da gafillerden olma.): 25520.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+332= 520.

A’raf Sûresi, 205. âyet: 25520= 545.
Mukteda: Kendisine uyulan. Önde giden. Müçtehid. Pişiva. İmâm: 545.
Ebu-l vakt: Vakit ve hâlin tesiri altında kalmayanlar. Vaktin babası: 546= 1545.
Müstedam: Sürekli, devamlı. Sürüp giden. Devamlı istenen: 545.
Küsiste: Kopuk, kopmuş: 545.

TEVBE SÛRESİ
Levha: 4 Eylül 2008… Bir iş hanının orta katı. BARAN Dergisi’nin bürosu imiş…
Kapıdan içeri giriyorum. Yoğun mesaideyiz… Ali Osman ağabey masasında oturmuş beni
çağırıyor. “Buyurun” diyorum. Elindeki kahverengi ambalaj kâğıdını bana uzatıyor ve “bu
Kumandan’dan geldi. Derginin bu sayısında kapaktan gireceğiz. Kapak için bunu çalış!”
diyor… Alıyorum ve Kur’ân alfâbesi ile “Veinyekâdüllezîne…” şeklinde başlayan Tevbe
Sûresi’nin son iki âyeti olduğunu fark ediyorum… Kumandan, Celî Sülüs tarzında kendi
elleriyle yazmış… Kapakta, aynen Kumandan’ın yazdığı şekle bağlı kalarak, dış hatlarını
kalemle çizip sonra içini boyamayı düşünüyorum. Zirâ, kamış ile yapmak zor. (Aydın Alkan.)

Tevbe Sûresi, 128. âyet: (Meâli: And olsun! Size, kendinizden bir peygamber
geldi ki, zahmet çekmeniz onu üzer. Üzerinize titrer. Müminlere çok şefkatli, çok
merhametlidir.): 2903.
Kabız: Kabzeden, tutan. (Esma-i Hüsna’dandır: Sıkıcı, kısıcı.): 903.
Da’vâ cetvelinde “Se” harfi, Allah’ın “Sabit” ismine denk gelir ve sayı değeri: 903.
Tebaşür: Muştulamak. Müjdelemek. Bir işe girişmek: 903.
Beşaret: Müjdeli haber. Müjdeye verilen ihsan. Yeni çıkan acib şey: 903.
İşarat: İşaretler: 903.
Sabit: Doğruluğu isbat edilmiş olan. Duran, yerinde durup hareket etmeyen: 903.
Teşeccür: Ağaçlanma, ağaçlaşma: 903.
İştira: Satın almak: 903.
Zacc: Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek: 903.

Tevbe Sûresi, 128. âyet: 2903= 905.
Azerd: Boya, renk: 905.
Hidaş: Tırmalama: 905.

Tevbe Suresi, 128. âyet. (Noktalı.): 989.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+322= 990= 1989.
Hâfız: Hıfzeden. Muhafaza eden: 989.
Hıfaz: Gayretlilik. Vefalılık: 989.
Hızlan: Müflis olmak, iflâs etmek: 989.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Noktasız.): 1914.
Hazur: Çok dikkatli, çok çekingen: 914.
Mazaci’: Kabirler, mezarlar: 914.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (En küçük ebced.): 341.
Musavvire: Tasvir edilmiş. Suretlenmiş: 341.
Ferzend: Çocuk. Veled. Yavru: 341.
Eşemm: Burnu kuvvetle koku alan: 341.
Safsaf: Söğüt ağacı: 341.
Erkam: Alaca yılan: 341.
Sınar: Çınar: 341.
Mustabir: Sabreden: 341.
Merak: Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük. Dalgınlık.
Kara sevdâ. Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı: 341.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced.): 5205.
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarım küresinde bir burç
adı: 205.
Dar: Mekân, yer: 205.
Dıkak: Herşeyin ufalanmışı: 205.
Selika: Tabiat. Üstüne binen kişinin ayaklarını sallamasından dolayı, devenin
yanlarında meydana gelen ayak izleri: 205.
İhtibar: İmtihan ve tecrübe etmek: 1204= 205.
Duhter: Kız: 1204= 205.
Tahaddür: Tesettür: 1204= 205.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced.): 5205= 4206.
Rida: Hırka. Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal. Akıl. İlim. Seha. Zinet.
Parlaklık veren şey: 206.
Dara: Hükümler: 206.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced.): 5205= 3207.
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı: 207.
Bühr. (Kürtçe.): Kaş: 207.

Tevbe Sûresi, 128. âyet.( Büyük ebced.): 5205= 2208.
Gubre: Toprak renkli olmak: 1207= 208.
Çire: Niçin? Çare: 208.
Cidar: İki yeri birbirinden ayıran perde, zar. Duvar: 208.
Hürr: Esir ve köle olmayan. Serbest: 208.
Mesbuk: Geçmiş. Arkada bırakılmış. Başkasından geri kalan. Sonradan imâma uyan:
208.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced.): 5205= 1209.
Muksit: Adaletle iş gören. (Esma-i Hüsna’dandır.): 209.
Her-ca: Her yer: 209.
Meskat: Doğum yeri: 209.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (Büyük ebced.): 5205=210.
Sun’: İbda. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210.
Musammem: Kat’i olarak karar verilmiş. Kararlaşmış: 210.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (En büyük ebced.): 29702.
Takarrüb: Yakınlaşmak. Yaklaşmak. Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak: 702.
Rehayafte: Kurtuluş: 702.
Basiret: Hakiki kalbiyle hissedip anlama. Feraset. İbret alınacak hidayet sebebleri.
Hüccet. Bir evin iki tarafının arası. Yer üstündeki kan: 702.
Tebsir: İnsanın gözünü açacak şekilde tarif ve izhâr etmek, kalbine basiret vermek:
702.
Mürtebis: Ekmek veren: 702.
Kıraat: Okuma. Düzgün ve çabuk okuma. Okuma kitabı: 702.
Şebbe(t): Genç kadın: 702.

Tevbe Sûresi, 128. âyet. (En büyük ebced.): 29702= 731.
Hımas: Karnı aç kimseler: 731.
Ezell: Çok zelil. (Tasavvufta, kendini tam tükenmiş görmek… Bir de “ezel” var ki,
bu mânâ ona nisbetle “Allah’tan başka herşey bâtıl”a girer: İbtidası ve başlangıcı
olmayan, her zaman var olan… İnsanın bâtını, Allah’ın bilinmez sıfatlarından olan
suretinden: O ezeli insan mânâsı da, Allah Resûlü’nde tecelli ediyor ve ona uygunlukça
dereceler.): 731.
Halık: Yoktan yaratan Allah: 731.
Zekve: Tamamlamak. Kesmek: 731.
Zaki: Güzel kokulu, keskin kokulu: 731.

Tevbe Sûresi, 129. âyet: (Meâli: Eğer aldırmazlarsa de ki: Bana Allah yeter!
Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben, ancak O’na güvendim. O, büyük Arş’ın
sahibidir.): 3882.
Mütaemet: İkiz doğurma: 882.
İstikrar: Tekrarlamak: 882.
Tetbi’: Peşini bırakmayıp iyice araştırmak. Uyma, tâbi olma: 882.
Rastkâr: Doğru adam: 882.
İfhar: Şereflendirmek: 882.
İfrah: Belirsiz bir şeyi belirtme. Şübhe ve tereddütü giderme. Kuş yavrulama. Tohum
yeşerme: 882.
Feza: Yıldızlar arasındaki geniş boşluk. Gökyüzü. Yer geniş olmak. Açık sahra. Saha.
Yerde akan su: 882.
İftirar: Gülmek: 882.
Vuzu’: Kendi nefsini küçümsemek: 882.
Gur-hâne: Türbe: 882.

Tövbe Sûresi, 129. âyet: 3882= 2883.
Bedayi’: Sermayeler, anamallar: 883.
İfda’: Sahraya çıkmak, çöle çıkma: 883.

Tevbe Sûresi, 129. âyet: 3882= 1884.
İstiktab: Söyleyip yazdırmak. Yazısını kontrol ettirmek için yazdırmak: 884.
Idtıca’: Yan yatmak: 884.

Tevbe Sûresi, 129. âyet: 3882= 885.
Fızza: Gümüş: 885.
Kuzfe: Yüksek yer: 885.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktalı harfler.): 2744.
Muktedir: İşe gücü yeten. (Esma-i Hüsna’dandır: Dilediğini yapmakta güçlü.): 744.
Cülazî: Kocaman ve kuvvetli. İriyarı. Hadim, hademe, hizmetkâr. Keşiş. (Hadim,
Süryanice’de “Meryem” demektir; hizmet eden, işe yarar, salih, elverişli.): 744.
Müddessir: Örtünen, bürünen. Gizlenen: 744.
Müştedd: Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış. Şiddetlenmiş: 744.
Misred: Büyük taş, çanak: 744.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktalı harfler.): 2744= 1745.
Halika: Tabiat, mahlûkat: 745.
Ferhest: Büyü, sihir, sihirbazlık: 745.
Tefsire: Sidik kabı: 745.
Semere: Meyve, yemiş. Netice: 745.
Muşta: Yumruk. (Muştu: Müjde.): 745.
Şa’şaa: Parlama. Zâhirî parlak görünüş. Bir şeyi birbirine katıp katıştırmak: 745.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktalı harfler.): 2744= 746.
Husuf: Ay tutulması. Perdelenmek. Dünya gölgesinin ay üzerine gelmesi. Bir şeyin
nuru ve ışığı gitme: 746.
Müesser: Tesir edilmiş, kendisine bir şey tesir etmiş olan: 746.
Me’sere: Eskiden kalma güzel eser. Cömertlik. Güzel hareket ve fiil: 746.
Şehamet: Akıl ve zekâ ile olan yiğitlik. Kahramanlık. Tez anlayışlı olmak: 746.
Hazim: Düşmanı hezimete uğratan: 746.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktasız harfler.): 1138.
Mishel: Dil, lisân. Eğe, törpü. Ziynet verecek nesne. Yabanî eşek. Dizgin: 138.
Halk: Boğaz. Traş etmek. (Halk: Yaratmak. Mahlûkat.): 138.
Hanef: İstikamet, doğruluk. Ayak eğriliği. Eğrilik: 138.
Kabile: Ses alıcı. Kabul edici. Kadın ebe: 138.
Sı’va’: Saat: 138.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktasız harfler.): 1138= 139.
Saydele: Eczahâne: 139.
Kavabil: Kabiliyetler: 139.
Havsala: Zihnin bir şeyi kavrama derecesi. Anlayış, akıl. Karın boşluğu. Cevf. Boşluk:
139.
Neffah: Hayır sahibi kimse. Kokusu çok: 139.
Matfa: Söndürülmüş. (Hamid: Alevi sönmüş ateş. Ölü, ölmüş. Sessiz olan. Ölü gibi
hâlsiz.): 139.
Saye-endaz: Gölge salan. Koruyuculuk eden, himayecilik yapan: 139.
Istılah: Kavram. Tâbir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lâfzı lûgat mânâsından
çıkararak başka bir mânâda kullanmaları. Bir ilim ve mesleğe âit kelime. Terim. Muvafakat.
Uygunluk. Barışma. İttifak: 139.
Musallat: Rahatsız eden. Sataşan: 139.
Tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli şey. Gizli sır. Definenin bulunmasına mani
mefhum şey: 139.
Aklah: Sarı dişli: 139.
Adese: Mercek. Mercimek: 139.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (En küçük ebced.): 288.
Harf: Harf. Vecih, üslûb. Her şeyin ucu, kenarı, sivri ve keskin kıyısı: 288.
Murahham: Kısaltma. Son harfleri ve heceleri düşürülmüş: 288.
Efrug: Şule, nur, ziyâ, ışık: 1287= 288.
Mücerreme: “Tamam” mânâsına gelir bir isim: 288.
Recefe: Zelzele: 288.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Büyük ebced.): 2952.
İnzar: Neticenin kötü olacağını bildirerek korkutma, sakındırmak: 952.
Mütehaddis: Meydana gelen, peydâ olan, meydana çıkan: 952.
Iz’af: Bir şeyin üstüne bir misli koyma: 952.
Müteseyyib: Dul kalan kadın: 952.
İntişar: Dağılmak. Yayılmak. Umumileşmek. Üremek: 952.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Büyük ebced.): 2952= 1953.
Hace Muhammed Masum: (Hacegân yolunun 25. büyüğü.): 953.
İnkıza’: Sonu gelip bitme. Tamam olma. Müddeti sona erme: 953.
Müstentic: Netice çıkaran: 953.
Cizmir: Kütük. (Cezl: Kalın odun, tomruk. Güzel ve muhkem fikir. Kâmil ve olgun
adam.): 953.
Kızban: İnce düz fidanlar, çubuklar, dallar: 953.
Tecsim: Diz üstüne veya göğüs üstüne çökme: 953.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Büyük ebced.): 2952= 954.
İnkıbaz: Büzülme. Çekilip toplanma. Sıkıntı. Gamlı olmak. Kabızlık. Tutukluk: 954.
Mahzur: Hazer edilecek şey. Özür. Korkulacak şey. Müsaade olmayan. Mâni: 954.
İnşihab: Fışkırma: 954.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (En büyük ebced.): 29761.
Furkan Sûresi, 53. âyet: (Meâli: O Allah’tır ki iki denizi salıverdi. Şu tatlı, susuzluğu
giderir, bu tuzlu ve acıdır. Aralarına da kudretinden bir engel ve birbirlerine karışmayı
önleyici bir perde koymuştur.): 5761.
Zât-ul hareke(t): Otomobil. Otomatik: 1760= 761.
Naşitat: Meleklerden bir tâife: 761.
Ramişger: Saz çalan: 761.
Ezin: Kefil. (Kelef: Şiddetli sevgi. Yüzdeki ben.): 761.
Stérk. (Kürtçe.): Yıldız: 761.

Tevbe Sûresi, 129. âyet. (En büyük ebced.): 29761= 790.
İzzet Mirzabeyoğlu: 477+1312= 1789= 790.
Şast: Altmış. (Sin: Ebced değeri, 60.): 790.
Şast: Balık oltası. Okçuların baş parmaklarına taktıkları yüksük: 790.
Ma’rifet: Bilme, bir şeyi cüz’i vecihle bilmek. Hüner. Üstadlık. Sanat. Tuhaflık, garib
hareket. Vasıta, tavassut. İlim ve fenlerle tahsil olunan malûmat. İrfan kazanmak: 790.
Münşeat: 791= 1790.
Destgork. (Kürtçe.): Eldiven: 790.
Teşeffî: Şifâ bulmak. Rahatlamak. Öc almak: 790.

BOŞANMA
Levha: 17 Nisan 2004… Duvarda asılı bir kâğıt. Üzerinde Arabça bir metin. Sanki bir
kısmı Türkçe gibi. Kumandanımız’la hanımının boşanması sözkonusu. Hanımı, Hayran abla
değil bir başka kadın. İkisini de göremiyorum. Bir adam boşanma mevzuuyla ilgileniyor,
işaret parmağını Arabça metin üzerinde yürüterek bir şey arar gibi yapıyor ve
Kumandanımız’ı kasden “o Salih” diyor; sonra da boşanacağı kadını kasden “o kadın” diyor.
Bütün bunlar bir oyun şeklinde oluyor ve sıkıntılı bir durum yok. Ben, Arabça metnin ne
olduğunu okumaya çalışıyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Sadettin Ustaosmanoğlu.)

Muhalaa: Birbirlerinden resmen ayrılmış karı-koca: 746.
Tevbe Sûresi, 129. âyet. (Noktalı harfler.): 2744= 746.
İstirdaf: Beraber olmayı istemek, beraber gitmeyi arzu etmek: 746.
İstirfad: Yardım isteme: 746.

Müfarakat: Ayrılık. Bir yere bırakıp gitmek. Dostlarından ayrı düşmek. Karı-
kocanın talâk veya fesh ile birbirlerinden ayrılmaları: 821.
Tekrar: 821.
Dudhar: Külhancı. Aşçı. Kelebek. (Yunanca’da ruh, “kelebek” demek.): 821.
Hodrey: Kendi fikri ve reyiyle hareket eden: 821.
Ahger: Ateş koru. Yanar hâlde olan kömür: 821.
Müterafık: Arkadaşlık eden, beraber bulunan. Bir arada, karışmış: 821.

Talâk: Boşamak. Boşanmak. Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. (Talak: At
sıçramak ve kalkmak.): 140.
İsa: 140.
Ken’: Tilki eniği. Cemetmek. Yakın olmak: 140.

Güşadname: Boşanma kâğıdı. Padişah fermanı: 421.
Tecdîd: Yenileme. Yenilenme. Tazelenme: 421.
Hücciyet: Salih olma, delil sayılabilme: 421.

Talakat: Dil açıklığı. Selâset. Düzgün sözlülük. Güler yüzlülük: 540.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2539= 1540.
Ma’lat: Derin ve yüksek fikir: 540.
İltikat: Çeşitli kitablardan bilgi toplamak. Toplamak. Yere düşen şeyi almak: 541=
1540.

İstitlak: Boşanmayı isteme: 601.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322= 602= 1601.
Hayranî Mirzabeyoğlu: 279+322= 601.
Hızır: 1600= 601.
Sa’leb(e): Tilki: 602= 1601.
Hudr: Yeşillik: 1600= 601.
Mesanî: Çift. Bir şeyin tekrarı: 601.
Sümkat: Kırmızı, kızıl, ahmer: 601.
Kurakır: Güzel sesli kimse: 601.

Mutallaka: Boşanılmış kadın: 184.
Abdülhakîm: Hakîm Allah’ın kulu: 184.
Kandal: Büyük başlı: 184.
Mehdi Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+515= 1183= 184.

Bive: Dul kadın. (Ahilla: Erkeği olmayan kadın. Fevkinde kimse olmayan büyük
padişah.): 23.
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2021= 23.
İhda: (Müennes) Bir. Ehad: 23.
Ahyed: Allah Sevgilisi’nin Tevrat’taki bir ismi: 23.
Mehdî: (En küçük ebced.): 23.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1023.
Vavî: Vav harfine mensub. Tilki: 23.
Vehbî: Doğuştan. Çalışmakla olmayıp Allah’ın lütfu ile olan: 23.

HASTA
Levha: 24 Ocak 1999… Ankara civarında büyük bir devlet dairesine bizim
insanlarımız Kumandan’ı ziyâret maksadıyla girip çıkıyorlar. İçerisi oldukça kalabalık.
Kumandan için hasta olduğu söyleniyor ve doktora götürmekten falan sözediliyor. Fakat
görünüşü çok iyi. (Sevilay Şadoğlu.)

Maristan: Hastahâne. (Mar-sitan: Yılanlı yer.): 752.
Keramet-i kevniye: (Z. Gündüzalp: Keramet-i kevniye, Kudret-i Rabbaniye’nin ihsanı
ile letafet kesbedip havada uçmak, uzun yolu kısa zamanda gitmek, bir müminin sıkıntı
hâlinde Cenab-ı Hakka dua edip ind-i İlâhi’de makbul bir zattan yardım istemesiyle o
kimsenin imdadına yetişmesi, kale gibi muhkem bir yerde üzerinden kilitli muhkem bir
hücresinde hapis olan zâtın, orada ibadet ve taatla meşgul olduğu bir zamanda görüldüğü
hâlde, aynı zât aynı zamanda çarşıda halk arasında veya câmide görülmesi ve zâtı şiddetle
zehirlemeleri hâlinde ona zehir tesir etmemesi ve ona düşmanları tarafından kurşun isabet
ettirilememesi ve tayy-ı mekân ve bast-ı zaman olması gibi hâdiselere, o zâtın “keramet-i
kevniyesi” denir.): 752.
Bürsün: İnsan eli: 752.
İ’tiraf: Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak: 752.
Me’sure: Ecdattan rivayet edilen. Meşhur. İtibarlı. Beğenilmiş olan. Rivayetle
öğretilmiş meşhur ve mühim haberler. Bir kılıç ismi: 752.
Hakan: 752.
Mütehaşşide(t): Yardım için koşuşup toplanan: 752.

Mef’at: Yılanlı yer: 591.
Hayran Mirzabeyoğlu: 269+322= 591.
İstikfal: Kefil olma: 592= 1591.
Müfe’at: Yılan suretinde alâmet: 591.
Lasanî: Tek, vahid. İkincisi olmayan: 591.
“Kaş Kemiği Bilmece”: (Tilki Günlüğü’nün 10 Aralık tarihli başlığı.): 591.
Fâiliyyet: İşleyicilik. Müessir olmak. Fâile mensub ve müteallik oluş: 591.
Mesna: İkişer ikişer. Derenin büklüm yeri, boğaz yeri: 591.

Mu’tell: Hasta. Sakat: 540.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2539= 1540.
Fetin-ül asr: Asrın en zeki, en akıllı ve anlayışlısı: 540.

Muallel: Hasta. Sakat: 170= 1169.
Rahman 19-20. âyetleri: 3166= 169.

23.10.2008- SAYI: 94

BİAT İÇİN
Levha: 20 Mayıs 2005… Filistin İslâmî Cihad Örgütü’nün şehîd lideri (felçli) şeyh
Ahmed Yâsin bize gelmiş. Bana ve eşim Mustafa’ya, ayrıca oğlumuz 3 yaşındaki Osman
Hamdi’ye olmak üzere, üç çukulata veriyor. “Siz yiyeceksiniz, sakın kimseye verme; ânında
beraber yiyeceksiniz!” diyor. Daha sonra, “nasıl yaşar, nelerle uğraşır?” gibi, Kumandanımız
hakkında sorular soruyor. “Geçen sene kendi niyetine bize 6 gün oruç tutturmuştu, niyeti ne
idi?” diye soruyor. Biz Hatice ablamla birbirimize bakıyoruz, haberimiz olmadığını anlıyor ve
“neyse, o işini bilir, ne yaparsa doğru yapar!” diyor. Üzerinde beyaz elbise, beyaz takke var.
Şehîd olduğunu da biliyoruz. (İstihare — İstihareci)

Şeyh Ahmed Yâsin: 910+53+70-71= 1034.
Ecel: Allah’in takdir ettiği ömür: 34.
Ecell: Çok güzel, çok büyük. En üstün. Çok celil: 34.
Ecell: Evet, neam, belî: 34.
Kuçe: Pazar, çarşı. Dar sokak, küçük sokak: 34.
Dil: Gönül, kalb, niyet. Cesaret, yürek: 34.
Lüdd: Çuval: 34.
Belağ: Eriştirme, yetiştirme. Maksada uyan güzel ifâde. Kâfi gelme, kifâyet: 1033=
34.
Havk: Bez dokumak: 34.
Câl: Akıl. Rey. Kuyu duvarı: 34.
Dell: Naz. Hey’et. Güzel ahlâk: 34.
Pala: SÜZGEÇ. Asılmış, asılı. Yedek at: 34.

Şeyh Ahmed Yasin: 1034= 35.
Cebl: İBDA, ihtira. Yoktan yaratmak: 35.
Cebel: Dağ, yüksek tepe. Bir kavmin meşhuru ve büyüğü, âlim ve fazıl kimse: 35.
Lad: Duvar. (Bir zaman, Peygamberlik Allah Sevgilisi’ne duvar olarak görülmüştü.
Sadece bir tuğla eksikti ve O’nunla tamam oldu.): 35.
Belec: Zâhir ve ruşen olmak. Gözünmek: 35.
Dall: Delil olan. Yol gösteren. Bildiren: 35.

Oruç: Savm: 216.
Seyfullah: Allah’in kılıcı. Hazret-i Halid bin Velid’in ünvanı: 216.
Muanven: Meşhur. İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen: 216.
Bedrî: Bedr’e âit ve onunla alakalı: 216.
Berid: Elçi. Haberci. Postacı: 216.
Pervaz: Nur. Karargâh. Kanat açmak, uçmak,Uçan, uçucu. Hücre: 216.

Cevn: Beyaz. Kara: 59.
Mehdî: Hidayete eren, hidayete vesile olan: 59.

Tâkiyye: Takke: 125.
Adan: Deniz kenarı. Küst. (Adin: Otlakta bulunan dişi deve… Adine: Cuma… Adn:
Vatan tutmak ve mukim olmak. Cennette bir makam ismi.): 125.
Veliahd: Bir hükümdardan sonra hükümdar olan: 125.
Salih: 126= 1125.
Hinduvanî: Hindî kılıç: 126= 1125.

Tefellüc: Felç olma. Yarılıp çatlama. İkiye ayrılma: 513.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513.
İntisab: Bir yere, bir kimseye mensub olmak. Maiyetine girmek. Bağlanmak: 514=
1513.
Hâdis: Sonradan olan şey. Hudus. Hudus eden: 513.
Bastân: TARİH. Mazi, geçmiş zaman. Eski:514= 1513.
Teneddüs: Toprağa gömmek: 514= 1513.

Şehîd: Şâhid olan. Meşhude. Allah yolunda canını fedâ eden müslüman. Şâhidin
mübalağalısı. Allah Sevgilisi’nin bir ismi. (Esma-i Hüsna’dandır: O’ndan saklı yok.):
319.
Dirok. (Kürtçe.): Tarih: 320= 1319.

HAZRET-İ ÖMER -HAZRET-İ OSMAN


Levha: (…) Mart 2003… Mekke’de Hac için bulunduğum zaman gördüğüm rüyâ:
Mescid-i Haram’da Cuma namazı hutbesi… Minber’de Hazret-i Ömer veya Hazret-i Osman
var. O sırada İzzet ağabey minbere doğru yürüyor; üzerinde çok güzel beyaz bir cübbe benzeri
elbise, başında da beyaz sarık var. Hazret-i Ömer veya Hazret-i Osman, elini uzatıp onun elini
tutuyor ve yukarı çekerek cemaate, “bu da bizden!” diyor. (Nezihe Halis.)

Bekke: Mekke’nin eski ismi. Bir yerde toplanmak. Bir yere cem olmak.
İzdihamlık, kalabalık. (Bek’: Birbiri ardınca şiddetle vurmak. Karşılayıp istikbâl
etmek.): 27.
Tuba: Ne hoş. Ne iyi. Herşeyin iyisi. İyilik, güzellik. Baht. Cennet’te bulunan ve kökü
göklerde dalları aşağıda olan ağaç ismi. Çok berrak ve saf olan. Saâdet. Hayır. Devlet: 27.
Taha: Döşeyip düzgün sermek, yaymak. Düzgün arz. (Tâhâ: Huruf-u mukattaadır.
Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biridir… Taha: Bulut.): 27.
Hatat: Sütün kaymağı: 27.

Uhciyye: Bilmece, bulmaca: 27.
Dü-vazdeh: Oniki: 27.
Gâv: Öküz, sığır, bakara: 27.
Agâh: Haberdar. Uyanik. Kalbi uyanık. Malûmatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen: 27.
Muvazzaf: Vazifeli. Bir işle meşgul: 1026= 27.
İhdaiyye: Hediye etme vesilesiyle yazılan yazı: 27.
Kübbe: At sürüsü. İplik yumağı. (Hayl: At. At sürüsü. Atlı sürüsü. Zümre, güruh.
Düşünmek,
hıfzetmek.): 27.

Mekke: Hicaz’da Kâbe’nin bulunduğu en mukaddes şehir. Allah Sevgilisi’nin
doğduğu şehir: 65.
Vatan: Yurt: 65.
Necîb: Soyu temiz. Asilzade. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65.
Hindu: Siyah benek, ben. Hind’in Brahman ahalisinden olan. Hindliler gibi pek esmer.
Satürn- Zühal gezegeni: 65.
Ozan: Eski Türk şâiri ve âlimi: 65.
Se: Üç: 65.
Delâl: İlân edici. Davet eden. Müşterileri çeken. Hakka davet eden: 65.

Haremeyn: İki mukaddes harem. Mekke (Mescid-i Haram: Mekke’de, içinde
Kâbe’nin bulunduğu en büyük ve mukaddes ibadet yeri) ve Medine: 308.
Arvasî: 308.
Şihab: KAYAN YILDIZ. Parlak yıldız. Kıvılcım: 308.
Nisanmus. (Akatça.): Birinci. NİSAN: 307-8.
Harîs: Hirsli. Birşeye fazlasıyla düşkün. (Ümmetine olan düşkünlüğünden dolayı
Allah Sevgilisi’nin bir vasfı.): 308.

Tecmi’: Cuma namazına gelmek. Bir yere toplanmak: 523.
Kelime-i Tevhid: 523.
Hırka-i Tecrid: Derviş hırkası: 1523.
İstinbat: Bir söz veya işten gizli bir mânâyı meydana koymak: 523.

Minber: Câmide hatibin hutbe okumasına mahsus kürsü: 292.
Maran: Yılanlar. (Mîran: Beyler.): 292.
Miralay: ALBAY. Alay kumandanı: 292.
Basar: Görme duygusu. Kalble hissetme. Kalb gözü. Gözün görmesi. İdrak. Fikir.
Allah’ın görme sıfatı: 292.
Sabr: Acıya ve zorluğa katlanma. Muharebede şecaat göstermek. Bir kimseyi bir
şeyden alıkoymak. Öğrendiği birşeyi başkasının da öğrenmesi için sabır göstermek: 292.
Sâlâr: Kafile veya kabile reisi. En büyük başkan. Başkumandan: 292.
Fevvare: FISKİYE: 292.
Resail: Risaleler, mektublar veya küçük kitablar. Dergiler: 292.
Sıbr: Beyaz bulut. Taraf, yön. Çoğul, cemi: 292.
Vüfur: Tamam olma. Çokluk, bolluk, kesret: 292.

Hulefa-i Raşidîn: 4 Büyük Halife: 712+565= 1277=278.
Arvasî: 278.
Sipare: Kur’an’in her bir cüzü. Otuz cüz: 278

Hazret-i Ömer: Derecesi ikinci olan Sahabî ve ikinci Halife: 1408+310= 1718.
Teşdid: Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme: 718.
Terkih: İşi salâha getirmek: 718.

Hazret-i Ömer: 1718= 719.
Tarikat: Yol, mânevî yol. Usûl, tarz: 719.
Müstetîr: Münteşir, yayılmış: 719.
Mutaattır: Güzel kokular sürünen: 719.
Taktir: İmbikten geçirmek. Damla damla akıtmak: 719.
Tedhiş: Korkutma. Ürkütme. Dehşete düşürme: 719.

Hazret-i Osman: (Zi-n nureyn, “iki nurlu” lâkablı.): 1408+661= 2069.
Himyata: Süryanice’dir ve Tevrat’ta geçer. Allah Resûlü’nün İbranice bir ismidir: 69.
Sedad: İstikamet ve kasd. Haklı ve doğruşey. Akıl: 69.
Hindî: Hind’e âit. Hind ahalisinden olan: 69.
Ahkem: En sağlam. En kuvvetli. En çok hükmeden. En hâkim ve akıllı: 69.
Büyük Doğu – İBDA: 1060+9= 1069.

Hazret-i Osman: 2069= 1070.
YÂSİN: “Yâ seyyid, yâ insan” gibi çeşitli mânâlarda rivâyet edilir: 70.
Leyl: Gece: 70.
Büyük Doğu – İBDA: 1069= 70.

Hazret-i Osman: 2069= 71.
Müselles: Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: (Hulefâ-i Selâse: Üç Halife: Hazret-i
Ebubekir, Haz-
ret-i Ömer, Hazret-i Osman.): 1070= 71.
Tabs: İNSAN: 71.
Irz: Namus. Temizlik. Cinsî haysiyet: 1070= 71.

İzzet: Bir kimse zelil iken, kavî ve kuvvetli olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. Değer,
kiymet. Kuvvet. Muhterem ve muteber olmak. Bulunmaz derecede az olanşey: 477.
Alâeddin Attar: (Hacegan silsilesinin 17. büyüğü.): 477.
Cousteau: 478= 1477.
Melavet: Vakit, zaman: 477.
İbadet: 477.
Müvalât: Dostluk: 477.
Tahammül: Yüklenmek. Sabretmek. Katlanmak. Kaldırmak: 478= 1477.
Milahat: Gemicilik, gemicilik sanatı: 478= 1477.
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221= 478=1477.
İbtida’: İbda’: 478= 1477.

İzzet: 477= 1476.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+322= 476.

FAAL
Levha: 4 Haziran 2005… Deniz kenarındayım. Birkaç kayık, sahile üç-beş metre
mesafede. Birinde ayağa kalkmış 15-16 yaşlarında iki zenci çocuk tartışıyorlar. Galiba biri
Müslüman, öbürünün yaptığı bir davranışı Müslümanlara karşı addediyor. Sonra nasılsa, ben
helâdayım; helânın önü açık, kapısız. Zenci çocukların tartıştığı meselenin aynı, bu sefer zenci
bir kadınla 15-16 yaşlarındaki kızı tartışıyorlar. Benim orada olduğumu gördüğü hâlde, kız
denize girmek için soyunmaya başlıyor. Ben oradan ayrılıyorum ve sahilde bir duvar kenarına
geliyorum. Duvara dayalı 8-10 santim kalınlığında ve yaklaşık bir metre boyundaki iki
odunla, bir balta sapı dikkatimi çekiyor. Balta sapını elime alıyorum ve şöyle sıkıca kavrayıp
tartıyorum. Bu sırada, –bizim evimizmiş–, onun bahçesinde güzel giyinmiş, başlarında şapka,
iki küçük kızın birşeyler yiyerek oynayıp dolaştıklarını görüyorum. Bana, Neslihan ve Elif’in
küçüklüklerini hatırlatıyor. Herhâlde evde misafir var diye, eve arka taraftan giriyorum.
İçeride eşya yok, uzun bir masa, yemek hazırlayan ev halkı ve birileri… Ateşteki tencere
başında duran annemi, arkasından görüyorum.Şalvar giymiş, bu dikkatimi çekiyor.

Adan: Deniz kenarı. Küst. (Âdin: Otlakta bulunan dişi deve… Âdine: Cuma
günü… Adn: Vatan tutmak ve mukim olmak. Cennette bir makam ismi.): 125.
Mu’cize: Kerametten yüksek, fevkalâde hâdise: 125.
Sıla: Kavuşmak, ulaşmak, vuslat. Aşikin maşukuna kavuşması. Doğduğu yeri, hısım
akrabayı gidip görmek. Bahşiş, hediye: 125.
Sine: Göğüs. Sadr. Kalb: 125.
Tuful: Çocuklar. Güneşin batmaya yaklaşması:125.
Veliahd: Bir hükümdardan sonra hükümdar olan kimse: 125.
Miad: Vaad edilen gelecek zaman veya yer. Müsaade edilen zaman. Kıyâmet. Mahşer.
Vaad.
Müddet. (Mev’ud: Söz verilmiş. Vaadedilmiş. Vadeli. Vadesi muayyen ve mukadder
olan. Evvelden takdir edilmiş olan.): 125.
İbn-ül ma: Su kuşu: 126= 1125.
Fidam: SÜZGEÇ. Mecusilerin ağızlarına bağladıkları bez: 125.
Ma’bude: Kadın heykeli: 125.
Müfad: Sözün ifâde ettiği mânâ: 125.

Ayme: Süt içmeye iştihasi olmak. Malın iyisi: 125.
Kilise: Mabed. İbadethâne: 125.
Müske: Müracaat olunacak hayır ve fayda. Her şeyin artığı. Akıl, kâmil zihin.
Geçinecek kadar kuvvet ve gıda: 125.
Fehem: Anlayış: 125.
Hemi’: Ölüm, mevt: 125.
İ’nac: Omurga kemiği ağrıma: 125.
Nemle: Vücutta karıncalanma. Bir tek karınca: 125.

Zencî: Siyah irktan olan. Siyahî. (Zenc: Siyah, kara.): 70.
Yasin: 70.
Gats: Batırılma, daldırılma. Batırma, daldırma: 1069= 70.
Sud: Rengi kara olan şeyler. Sevdalar: 70.
Est: Ayakları uzun olan: 70.

Cezl: Kalin odun. Tomruk. Sağlam. Metin. Güzel ve muhkem fikir. Rekik
olmayıp, doğru ve dürüst olan söz veya kelime. Akıllı ve olgun adam: 40.
Habl: İp. Urgan. Halat: 40.
Dahil: Hayrette kalan kimse: 40.
Habel: Ana rahmindeki çocuk, cenin. Gebelik. Musallat fikir: 40.
Hâil: Perde. Mânia. İki şeyin arasını ayıran: 40.
Veled: Erkek çocuk. Oğul. Çocuk. Döl, yavru: 40.
Düvel: Devletler: 40.

Faal: Kerem. Balta sapı: 181.
Faîl: İş yapan. Fiil işleyen. Masdarın mânâsını meydana getirene denir: 181.
Fa’al: Çok işleyen ve çalışan: 181.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180= 181.
Kaf: Ufuk. Harf adı. Bir dağ ismi: 181.
Selasil: Silsileler. Zincir gibi olanlar. Zincirler. Sıradağlar: 181.
Kusto: 181.

Serafil: Şalvar. Don: 381.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+322= 381.
Şemayil: Ahlâk: 381.

Sirval: Şalvar: 297.
Engürek: Gözbebeği: 297.
Dîrokzan. (Kürtçe.): Tarihçi: 298= 1297.
Muran: Karıncalar: 297.
Roman: 297.

KAYA-TAŞ
Levha: (…) Nisan 2005… Cezaevi’nin bir duvarı. Yanında Salih. Duvar sanki yıkık
gibi, büyük taşlar var. Civarda hafriyat var; kum yığınları filân. Salih çok büyük bir kayayı
kaldırıyor. Ben, “aman dikkat et, çok ağır!” diye kaldırmaması için ikaz ederken, o başıyla ve
gözlerini hafifçe yumup “merak etme, birşey olmaz!” diye işaret yapıyor. Kaldırdığı kaya, 1
metre genişliğinde muntazam küb gibi; rengi diğer taşlardan farklı, griye çalıyor ve sanki üstü
naylonla kaplı. (Hayran Erdiş.)

Celmed: Kaya. Taş: 77.
Kenz: Define, hazine: 77.
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 77.
Natih: Şiddetli emir: 77.
Lezim-lizam: Lâzım olmak. İcâb etmek. Lüzumluluk. Ölüm. Kıyamet günü hesabı: 77.
İddia: Birşeyin müsbet veya menfiliğinde ısrar: 77.
Acaib: Şaşılacak ve hayret verici şeyler: 77.
Arzu: Arzu ile Kamber hikâyesindeki kadın kahraman: 1076= 77.
Cülmüd: Sesi çok kuvvetli ve çok çıkan kimse: 77.
Daac: Gözün çok büyük ve siyah olması: 77.
Dümlüc: Doğan kuşu. Kan alacak yer: 77.
Melez: İki ayrı cinsten doğmuş olan. Aydınlıkla karanlık arası, alaca karanlık: 77.
Havta’: Tavşan yavrusu. Bir nevi sinek. Delik: 1076= 77.

Kenz: Şiddet, zorluk, meşakkat: 970.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1302= 1970.
Teşerru’: Şeriate uygun davranma: 970.
Nekz: Gayret etme, uğraşma, çok çabalama: 970.
Zera’: Vahşi sığır buzağısı: 970.
Zalm: Kar. Diş beyazlığı: 970.

Kenz Sûresi: Fatiha Sûresi: 77+341= 418.
Necib Fazil Kısakürek: 1417= 418.
Musa Mirzabeyoğlu: 116+1302= 1418.
Edebiyat: 418.
Ciddiyat: Hakiki sözler. Ciddiyetler: 418.
Te’biye: Yüksek sesle okumak: 418.
Tevahhud: Vahid, tek olmak: 418.
Zeyyat: Zeytin ağacı: 418.

KANSER
Levha: 5 Ekim 1989… “Tilki Günlüğü”nün sahibi, 45-50 yaşlarinda, toplu ve
aydınlık yüzlü bir adam… Birine, günlüğün geçen seneki bu gününü göstererek, teyzemin
(Adile Güleray) kanser hastalığının o günden işaretlendiğini söylüyor; ve “Tilki Günlüğü”nün
öyle kolay bir iş
olmadığını belirterek, günlüğü methediyor… Faik de orada!

Seretan: Kanser hastalığı. Yutmak. Yengeç: 320.
Yerma’: Alçı taşı: 320.
Müskir: Sarhoşluk veren madde: 320.
Dirok. (Kürtçe.): Tarih: 320.
Şihe: At kişnemesi. (Sahil: At kişnemesi.): 320.
Mülkgir: Padişah, hükümdar: 320.
Mer’î: Riayet edilen. Makbul sayılan, hürmet edilen: 320.

Kanser: (Efendi Hazretlerinin yakınlarından, emekli Albay Sabri Bey hasta…
Üstadım, Efendi Hazretlerinin torunu Profesör Hikmet Üçışık’a telefon ederek, onun
durumunu soruyor… Sonra bana dönerek, Sabri Bey’in kanser olduğunu söylüyor ve
ekliyor: “İnsan, şöyle birkaç mevsim daha yaşamasını istiyor!”… O ânda içimden,
ihtiyar Üstadım’ın kendini hiçbir zaman koyvermeyen ve o ânda bile hayat avı
karşısında yeleli aslan gibi vakur duruşunun ibret dersi geçiyor… İçimi bilir öyle bir
bakışı vardı ki!): 441.
Kısakürek: 441.
Mükâşif: Keşifte bulunan: 441.
Teslis: Üçleme: 1440= 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312= 1441.

Piç-pa: Yengeç. (Piç: Büklüm, kıvrım, dolaşık. Nesebi bilinmeyen… Pa: Ayak.
Takat, mukavemet. İz… Kadim: Eski zaman. Başlangıcı olmayan. Evveli bilinmeyen hâl
ve keyfiyet… Ezel: Başlangıcı olmayan, her zaman var olan… Üstadım’dan: Vehim
kadehinde zehirli tütsü, — Kıvrım kıvrım beyin törpüsü… “Evveli bilinmeyen hâlden,
ezelden gelen” ve dolayısıyle ebede bakan bu fikir çilesi tedaisi yanında, işaretlediğim
kelimelerin mânâsi içinde TARİH ve KUSTO’nun da “evveli bilinmeyen hâl” ve kadim
oluşu görülüyor.): 18.
Hayy: Diri, canli, sağ. Birşeyi cem’ ve ihraz etmek: 18.
Hücud: Uykusuz kalma: 18.
Hebve: Toz. Tozlu yol: 18.
Hubub: Tohumlar, taneler: 18.
Karikatür: 1017= 18.
Tiyatro: 1017= 18.
İdab: Doğruluğunu ve hak olduğunu herkese bildirme. Herkesi ziyafete davet etme.
Sofrasını herkese açma: 18.
Cevza: İkizler burcu. Güneş Mayıs ayında bu burca girer: 18.

Haste: Rahatsız, hasta: 1065.
Necîb: Soyu temiz. Asilzâde. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65.

Haste: Uzanmış. Ayağa kalkmış: 1066.
Nevî: Yenilik: 66.
Seha: Büyük cüsseli. (Seha’: Beyin zarı… Seha: Cömertlik, el açıklığı.): 66.
Vess: Suya dalmak: 66.
Hilâl: Yeni ay şekli. Yeni ay: 66.
Heyakil: Heykeller: 66.

Haste: İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş: 1072.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332= 1072.
Ibb: Yük dengi, ağır yük: 72.

30.10.2008- SAYI: 95
KOĞUŞTAN…
Levha: 10 Şubat 1999… Koğuşta eşyalar taşınıp düzenleniyor. Kumandan’ın
odasındaki eşyalar da mescidin olduğu yere çıkarılmış. Kumandan’ın kulak tıkaçları varmış
ve yan yana dizilmiş, onları inceliyorum. Yine aynı yerde, Avukat Harun Yüksel… Gözlük
takmış… Oturduğu bir sandalyeden beni çağırıyor. Bir şiirimde veya yazımda kullandığım bir
müstear isme atıf yaparcasına bana manidar bir ifâdeyle “Necmi” diye hitab ederek, “söyle
bakalım, 10 günde şunu şunu yapan şahıs kimmiş?” diye, daha önce yazdığım bir şiirde geçen
mücerret şahsın ismini soruyor. Ben de sıkılgan bir hâlde “malûmunuz efendim, kimse o!”
diyorum. Sonra cebinden bir dünya haritası çıkarıp beni Kumandan’ın odasına götürüyor. Oda
bomboş ve hafif karanlık. Sonra haritanın Türkiye ve Afrika’nın bulunduğu üçte birlik
kısmını özenle yırtarak bana veriyor. O parçayı bana âit bir bloknotun gözüne saklıyorum. Bu
arada bir dergiden kesilmiş resimler çıkıyor ortaya. İbrahim Tatlı’nın, resimlerdeki bir şahsın
Harun ağabeyin bir akrabası mı olduğuna dair bir sorusuna, tersleyerek cevab veriyorum.
Mescidin orada bulunan bir vitrinde biblo büyüklüğünde bir sürü adam. Bazı konuşmalar…
Vitrinde püskül gibi bir şey var. Meğer vitrin rafındaki minyatür bir tepede toprağa gömülerek
saklanmış bir adamın saçlarıymış. Birden ortaya fırlıyor! Ortaya fırlayan, aslında insan
büyüklüğünde dev bir armut! Yanında da yine dev bir şeftali! O esnada yeşil takım
pijamalarıyla Kumandan, malta boyunca mutfağa doğru gidiyor. (Metris Cezaevi — Mustafa
Aşık.)

Tefriş: Döşeme. Yayma. Yayıp döşeme. Ev eşyasını düzenleme: 990.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+322= 990.
Teşrif: Şereflendirmek. Yüksek yere çıkmak. Bir yere buyurmak: 990.
Muza’af: Bir kat daha artmış. Bir o kadar daha çoğalmış: 990.
Münteşir: Açılmış, yayılmış. Neşredilmiş, basılmış. Duyulmuş: 990.
Terfiş: Görmek: 990.
Şahs: Kişi, kimse. İnsanın cismanî heyeti. İnsanın uzaktan görülen karaltısı. (Şahıs:
Ölçmek için dikilen ve işaret tutulan nişân. Belirten… Şahs: Acı çekmek, ızdırab çekmek.):
990.
Feyz: Ölmek. (Feyz: Bolluk, bereket. İlim, irfan. Mübareklik. Şân, şöhret. İhsan, fazl,
kerem. Yüksek rütbe almak. Suyun çoğalıp çay gibi taşması. Çok akar su. Bir haberi fâş
etmek. İçindeki düşünceyi izhâr etmek.): 990.

Minzar: Gözlük. Bakma âleti. Ayna: 1191.
Mehdi Salih: 62+129= 191.
Feynan: Güzel ve uzun saçlı kişi: 191.

Minzar: 1191= 192.
Menkab: Dağ arasında olan yol. Dar yol. Güzel hareket ve fiil. Delik açılacak yer.
(Menkabe: Meşhur kimselerin ahvaline dair hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe.): 192.
Vukuf: Bir şeyi bilme. Öğrenmiş olma. Bir hâlde kalma. Durma, duruş: 192.
Isnan: Israr etme, inat etme, ayak direme. Gücenme, darılma. Gururlanma, kibirlenme:
192.
Münazır: Münazara etme. Misil, denk, eş: 1191= 192.
Üf’ule: Vazife, görev: 192.

Harita: 824.
İktitab: Yazılmış olan bir şeyin kopyasını çıkarma: 824.
Udhiye: Allah rızası için kesilen kurban: 824.
Hubru(y): Yüzü güzel olan. Güzel yüz: 824.

Rahnâme: Harita. Yol ve yön gösteren kâğıt: 302.
Mirzabeyoğlu: 1302.
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürecek derecede olmak: 303= 1302.
Berk: İlâhî tecelli ile yakınlığa nail olmak. Şimşek çakması. Parlama. Yıldırım.
Zinetlenme, süslenme: 302.

Mive: Meyve kelimesinin aslıdır: 61.
Büyük Doğu: 1060= 61.
Cünabe: İkiz çocuk: 61.
Nevad: Mahzen. Dil: 61.

Kümserat: Armut: 1161.
Münbasit: Yayılan, genişleyen. Yaygın, münteşir, yayılmış. Şen: 1161.

Kümserat: 1161= 162.
Kaptan: 163= 1162.
Yâsin Sûresi, 58. âyet. (Noktalı.): 162.
İNSAN: İns. Nisyan: 162.
İnak: Sözüne inanılır, itimad edilir, mutemed. Müsteşar, müşavir. İstişare, rey: 162.
Asmanî: Açık mavi. Gökyüzüne, aya, güneşe mensub: 162.
Kalgay: Eskiden Kırım Hanlığı’nın veliahtlarına verilen isim: 162.

Azman: Cins ve nev’inin icabından fazla büyümüş. Melez. (Azmen: Pek fazla
şeyler içine alabilen. En çok güvenilen.): 99.
Ezman: Zamanlar. Vakitler. Müddetler: 99.
Savab: Doğruluk. Doğru dürüst: 99.
Nücum: Tulu’ etmek, doğmak. Görünmek, zuhur etmek: 99.
Nücum: Yıldızlar: 99.
Cülus: Oturma. Oturuş. Padişahın tahta oturması: 99.
İdiyye: Bayramlık. Bayram kutlaması. Divan edebiyatı şâirlerinin bayram vesilesiyle
büyüklere yazdıkları medhiye: 99.

Habcame: Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise: 658.
Hâzin: Hazine nâzırı. Bekçi: 658.
Hazume: Sığır, bakara: 658.
Muhattıt: Çizen, resmini yapan: 658.
Muhattat: Çizilmiş, resmi yapılmış: 658.
Müteharri: Araştıran: 658.
Mütehayyer: Hayrette kalınan şey: 658.
İhvan: Kardeşler. Eş, dost. Sadık arkadaşlar. Aynı mezheb ve tarikate mensub olanlar:
658.
Huzzan: Hazine muhafızları: 658.

Refref: Yeşil elbise. İnce yumuşak kumaş. Döşek. Cennet. Kuşu çok olan
çimenlik, kır. Manevî bir binek. Dalları salkım salkım olan ağaç. Kenar saçağı: 560.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1559= 560.
Mensiyat: Hatırdan çıkıp unutulmuş şeyler: 561= 1560.
Mensiyet: Unutulma, hatırdan çıkma: 560.
Ta’lin: Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma: 560.
Teneffül: Nafile namaz kılma veya oruç tutma: 560.
Tuma’nine(t): İtminan. Emin olma, inanma, gönlü rahat olma: 560.

TEDAVİ
Levha: 24 Mayıs 2005… Uzun boylu bir gardiyan, koluma iğne yapıyor. Bir başka
şırınga ile aynı noktadan bir de ayrı istikamette iğne sokuyor. Onlar sanki serum gibi kendi
kendine boşalacak. Niye iğne yaptığını soruyorum. “Yaşanmaz… Suyla tatlıyla…” diyor.
Suyla tatlı yetmez mi demek istedi, yoksa suyla tatlıyla takviye mi yapmak gerekiyor demek
istedi?

Tenkıye: Şırınga âleti. Temizleme, tathir. (Tanzif: Temizlemek. Temizlenmek:
1440= 441… Kısakürek: 441.): 565.
Kaptan Kusto Müslüman: 163+181+221= 565.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 741+184+308= 566= 1565.
Seyyid Muhammed bin Alavî Mâlikî Hasenî: 74+92+52+117+101+129= 565.
Sırrdaş: Birinin sırrını bilen. Sır saklayan: 565.
İstibka: Devamını istemek. Bâki ve dâim kılmak: 565.
Takniye: Çok kırmızı yapmak: 565.

Hukne: Şırınga. Şırınga edilen ilâç: 163.
Muhyiddin: Dini ihya eden, dirilten. (Yevmiye: Asıl dirilişçi biziz, aksiyonlarını –
tersinden de olsa– bizden alıyorlar.): 163.
Kaptan: 163.
Asab: Geyik, gazâl: 163.
Menabi’: Kaynaklar. Pınarlar. Her şeyin zâhir olduğu yerler. Servetlerin çıktığı yerler:
163.
Bünyamin: Yakub Aleyhisselâmın küçük oğlu: 163.
İntibak: Uygun olmak, muvafakat: 163.

İhtikan: Şırınga kullanma. Kan almak: 560.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1559= 560.
Kuş’aman: Büyük erkek akbaba. (Nesr: Akbaba, kartal. Arşı taşıyan meleklerden biri.
Yarayı deşmek. Kuşun eti didiklemesi. Birinin aleyhinde konuşmak. Güneyde bir parlak
yıldız… Nesr: Çoğaltmak, saçmak, yaymak. Manzum olmayan söz veya yazı.): 561= 1560.
İstisvab: Doğru bulma, makul görme, beğenme: 560.
Müstenciz: Va’din yerine getirilmesini isteyen: 560.

İmsas: Suda erimiş ilâcı şırınga etmek. Emdirmek, emdirilmek: 222.
Anka: İsmi olup cismi bilinmeyen bir kuş. Zümrüd-ü anka ve simurg diye de anılır.
Zahmet, meşakkat. Uzun boyunlu kadın: 222.
Müfavasa: Halâs etmek. Ayırmak: 222.
Harid: Tek, ayrı: 222.
Mızfar: Zafer kazanan. Galib olan. Asma çubuğuna sarmaşık gibi sarılan filiz: 1221=
222.

Gardiyan: Kolcu, nöbetçi, muhafız: 1266= 267.
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki –Felâk ve Nâs– sûresi: 1267.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 62+92+129+477+506= 1266= 267.
Merkez: Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hâl, suret. Teşkilâtın en yüksek
makamı. Dairenin orta noktası. Bir şeyin en işlek yeri: 267.
Süvar: Ata binmiş. Binici: 267.
Sivar: Bilezik: 267.
İshar: Uyandırma. Gece uyutmayıp, uyanık bulundurma: 267.
Rezin: Vakarlı, temkinli, ağır başlı: 267.
İstihare: Tefe’ül. Sual sorup cevab istemek. Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. Bir
işin hayırlı olup olmayacağı niyetiyle rüyâ görmek üzere yatmak: 1267.

Muafese: Tedavi etmek: 256.
Eren: Yetişen. Ermiş. Veli: 256.
Mutrız: İşaret ve damga koyan. Alem yapan: 256

Tedavî: Hastalığı iyi etme tarzı: 421.
Tevcîb: Bir iş için vakit belirleme. Lüzumlu yapma: 421.
Tecdîd: Yenileme. Yenilenme. Tazelenme: 421.
Dûpişk. (Kürtçe.): Akreb: 422= 1421.
Kirar: Tekrar, tekerrür: 421.

Muafat: Sıhhat vermek. Afvetmek. Musibetlerden muhafaza olunma: 592.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1312= 1592.
İ’tisas: Gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme: 592.
İstikfal: Kefil olma: 592.
İstisal: Kökten koparıp çıkarmak: 592.
Müntekıb: Yüzü perdeli kişi: 592.

Müsafat: Hastayı tedavi etme. Birbirine kötü muamele etmek: 582.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1302= 1582.
Eşraf: İleri gelen büyükler. Şerefliler: 582.

Mukavvi: Takviye eden. Kuvvetlendiren. Takviye eden ilâç: 156.
Afüvv: Bağışlayan. (Esma-i Hüsna’dandır.): 156.
Kayyum: Bütün eşyanın kendisiyle kaim olduğu Allah: 156.
Gonk: 1156.
Ukus: Akisler, yankılar: 156.
İsevî: Ruhullah’tan: 156.
ASKER
Levha: (…) Ekim 2008… İzzet amcayı görüyorum. Yüzü nur gibi aydınlık, parlak.
Çok güzel bir hâli var. Sonra askerler geliyorlar ve onu götürüyorlar. Bunun üzerine ben
ağlamaya başlıyorum. (Emrah Halis.)

Münevver: Nurlandırılmış. Işıklandırılmış. Parlatılmış. Uyanık, akıllı. İrfan
sahibi: 296.
Rahnüma: Yol gösteren, kılavuz: 296.
Hürman: Akıl: 296.
Hesar: Arslan: 296.

Dırahşan: Parlak. Parıldayan. Parlaklık. Münevver, ziyâdar: 1155= 156.
Müellif: Kitap yazan: 156.
Mevkud: Yakılmış. Yandırılmış olan: 156.

Nur: Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Işık. Her çeşit zulmetin zıddı: 256.
Ilgarcı: Akıncı: 1255= 256.
El-Cezire: Mezopotamya: 256.

Asker: Er, leşker. Nefer: 350.
Ahşam: Bir büyük zâtın yakınları, maiyeti, taraftarları: 350.
Rakîm: ASHAB-I KEHF’in bir ismi. Yazı yazacak levha: 350.
Makdur: Güç. Kuvvet. Kudret. Takdir olunmuş. Allah’ın takdiri. Evvelden takdir
olunmuş: 350.
Meşî: Yürüyüş. Gidiş. Doğru yola gidiş: 350.
Karn: Zaman, devre. Asır. Boynuz: 350.
Şekil: Biçim, dış görünüş. Çehre. Tarz. Formül. Şebih ve misil. Heyet. Suret. Bir
adamın tab’ına muvafık şey. Muhtelif işlerin her biri. Bir şeyin gerek hissedilen gerek
mevhum sureti. Bir veya daha fazla hudut vasıtasıyla mahdut ve mahsur olan şey. Yazıya
nokta, hareke koymak: 350.
Firdevs: Cennetin altıncı katı. Bostan: 350.
Far’: Budak ve ağaç başı. Her şeyin âlâsı. Her kavmin şereflisi: 350.
İnsırah: Açığa çıkma, zâhir olma, sarahat bulma: 350.

Asker: Devredici, seyyar: 281.
Naka-i Salih: (Salih Aleyhisselâmın mucizesi olarak kayadan çıkan devesi.): 281.
Giryan: Gözyaşı döken, ağlayan. (Üstadım’ın Noktalama’sından: Gözyaşı olmasaydı,
ne olurdu hâlimiz.): 281.

İzzet Erdiş: 477+506= 983.
“Nakşî Sırrıdır Kavgam”: (Tilki Günlüğü’nün 4 Ekim tarihli başlığı.): 2981= 983.

İzzet Mirzabeyoğlu: 477+322= 799.
Nümuzec: Örnek, numune, misâl: 799.
Müteneşşıt: Sevinç, neşat elde eden: 799.

AZAD
Levha: (…) Ekim 2008… Babam Cezaevi’nden kurtulmuş. Sadeddin amca’nın
arabasıyla, ben, annem, ablam, karşılamaya gidiyoruz ve çıkışta onu alıyoruz. Sonra yolda bir
mola yerinde lokantada yemek yiyoruz. Orada çok çok güzel bir şelâle var. (Elif Erdiş.)

Tahliye: Serbest bırakmak. Boşaltmak. Boş bırakmak. Temizlemek: 1045.
Adam: İNSAN: 45.
Lüha: Gümüş. Bahşiş, hediye. (Mesiha: Gümüş parçası.): 45.
Amed: Gelmek, geliş, vücud eylemek: 45.
Âmid: Diyarbakır’ın önceki ismi: 45.
Halbe: Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu: 45.

Tahliye: 1045= 46.
Mücab: Cevabı verilmiş olan. Duası, isteği kabul edilen. Kabul cevabı almış olan: 46.
Valide: 46.
Velud: Çok doğuran kadın. Çok eser veren kimse: 46.

Necat: Kurtuluş, selâmet. Yüksek mekân. Ağaç budağı: 454.
Ebu Ali (Farimedi): (Hacegân silsilesinin 8. büyüğü.): 454.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1302= 1453= 454.
Mübteda-bih: Kendisiyle başlanılan: 454.
Taban: Işıklı. Parlak. Parlayan güneş: 454.
Nec’et: Şiddetli nazar. Şiddetli bakış: 454.
İnbat: Nebatı bitirme. Tohumu yere dikip yeşillendirme: 454.
İzmihrar: Surat asma. Yıldız parıldama. Kış mevsiminin şiddetli geçmesi: 454.
Müteveccih: Yönelmiş, dönmüş. Bir yere doğru yola çıkan. Birisine karşı iyi düşünce
ve sevgisi olmak. İhsan ve iltifat üzere olmak. Pir-i fâni olmak. 454.
Telvih: Açıklamak. Zâhir ve âşikâre kılmak. Saç ağarmak. Almak. İşaret etmek.
Lüzumlu şeyden bahsetmek için söze olan kinâye: 454.

Şelale: Büyük çağlayan: 366.
Usur: Asırlar: 366.
Ya’fur: Allah Sevgilisi’nin merkebinin adı. Tüyleri toprak renginde ceylân. Ceylan
yavrusu. Gecenin beşte veya altıda biri: 366.
Şahin: Av avlamak için de kullanılır bir yırtıcı kuş: 366.
Ayişne: Casus, hafiye: 366.
Aşine: Yumurta. (Aşina: Malûmatlı, haberli. Arif. Bilgili. Malik. Tanıdık. Yüzücü.):
366.
Düşenbih: Pazartesi: 367= 1366.
Kırvan: Kafile, kervan. Dünyanın her tarafı. Doğu ve Batı: 367= 1366.

Şela’la’: Uzun boylu kimse: 500.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+332= 1500.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500.
Tekmil: Kemâle erdirme. Bitirme. Tamam. Tam: 500.

Çağlar: Şelâle: 1235.
Girye: Gözyaşı: 235.
Nusus: Nasslar: 236= 1235.
Mısdak: Bir şeyin doğruluğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti. Alâmet. Tavır. Tarz.
Düstur. Değer ölçüsü: 235.
Erike: Taht. Koltuk: 236= 1235.
İKAZ
Levha: 8 Mart 2008… Cem Yılmaz, Sadeddin ağabeyin (Ustaosmanoğlu) yanında.
Cem Yılmaz, yanında bulunan bazı kişilere, “Kumandan şu ân Cezaevi’nde kendi isteği ile
duruyor, zamanı gelince çıkacak…” diyor. Bu sözleri o ân Sadeddin ağabey duymuyor;
Cem’in söylediği kişiler, ona anlatıyorlar. Bunun üzerine Sadeddin ağabey, Cem’e tepki
göstererek, “bu hâdiseyi sen nereden duydun?” diye soruyor. Cem de, “bir telefon
konuşmamızda birine imâ ile anlatırken duydum!” diyor. Sadeddin Ustaosmanoğlu Cem’e,
“bu ve benzeri şeylerin söylenmeyeceğini Kumandan söylemedi mi?” diye ikazda bulununca
Cem de “evet ağabey, söylemişti!” diye mukabelede bulunuyor. (Mustafa Günaydın.)

İkaz: Uyarma. Uyandırmak. Tenbih. Gafletten kurtarmak: 1012.
Hebbe: Vak’a. Zamandan bir asır: 12.
Tabe: “İyi ve temiz olsun” meâlindedir: 12.
Tahabbut: Düşünmek. Aklını eksiltmek: 1011= 12.
Dahh: Yer altında birşey gizlemek: 12.
Deva: İlâç, çare: 12.
Caibe: Halkın ağzında gezen haber: 12.
Caiz: Mümkün olur. Yapılması mübah fiil ve akid: 12.
Pey: İz, işaret, nişân. Ard, arka, akab: 12.

İkaz: 1012= 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013.
Azad: Serbest. Hür: 13.
İcah: Örtü, perde: 13.
Vav: Bir harf. Ebced hesabında 6 sayısının karşılığı: 13.
Tabahat: Aşçılık: 1012= 13.
Uzema’: Mevki ve şeref bakımından büyükler: 1012= 13.
Cadde: Anayol. Şahrah: 13.
Ecuc: Işık veren, parlayan. Parlak nesne. Suyun tuzlu ve açık olması: 13.
Hibab: Dostluk, sevmek. Tohumlar, taneler. Haplar: 13.
Tertib: Tanzim etme. Dizme, sıralama, düzene koyma. Bir şeyi bir yere sabit kılma.
Mertebelere göre davranmak: 1012= 13.
İhtitab: Nikâhla kadın veya kız isteme: 1013.
Zevv: Kadr, kıymet. Miktar: 13.
Zidb: Nasib, kısmet: 13.
HAZİNE
Levha: (…) Nisan 2005… Daha önce gördüğüm zuhuratta, duvar “yıkıldı, yıkılacak”
şeklindeydi; şimdi ise yıkıldı. Anladım ki, Musa Aleyhisselâmın kıssasındaki gibi, duvarın
altında hazine vardı ve ortaya çıktı. Devamlı Kumandanımız’a olan meylim, şimdi onun
Mahmud Efendi Hazretlerine meyli şeklinde değişti. (Gönül Hanım.)

Lakaf: Duvar yıkılmak: 210.
Sun’: İBDA. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210.
Musammem: Kat’i olarak karar verilmiş. Kararlaşmış: 210.
Musammim: Azimli olan. Kararlı olan. Karar veren: 210.
Hazakat: İhtisas. Üstad olmak: 1209= 210.
Na’leyn: Bir çift pabuç. Bir çift takunye: 210.
Nef’î: Menfaat ile alâkalı, faydalı: 210.
Vird: Sık sık okunan dua. Kur’ân’dan hergün okunması vazife bilinen kısım: 210.
Vird: Suya vesair şeye yakın gelme. Su hissesi. Suya müteveccih cemaat. Talebe,
şakird, mürid: 210.

Hazine: Define. Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer: 672.
Rüyâ tâbir etmek: 673= 1672.
Tecris: Sağlam fikirli olmak: 673= 1672.
Berâat: Haşmet, metanet. İlim ve şecaatla, güzel vasıflarda üstünlük. Hüsn ve cemâlde
tam olmak, emsâlinden üstün olmak: 673= 1672.
İbaret: Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir
şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir hâlden bir hâle tecavüz eylemek: 673= 1672.
İstısna’: Sanatlı olarak yapmak. Bir şey yapmak için sanatkârlarla anlaşmak: 672.
İbret: Uyanıklığa sebeb olan. Çok çirkin ve düşündürücü. Tuhaf, acaib: 672.
Teberru’: Bağış: 672.
Vareste: Affedilmiş. Halâs bulmuş, kurtulmuş. Rahat, serbest: 672.
Terabbu’: Bağdaş kurarak rahatça oturma: 672.

Hazine: 672= 1671.
Mehdî Derviş Muhammed: 59+520+92= 671.
Osmanî: 671.
Telegram: 1671.
İstibraz: Meydana çıkmak, açığa vurmak: 671.
İstitar: Yazma: 671.
İstidare: Dönme, dolaşma. Daire biçimine girme, yuvarlak olma: 671.
Sirayet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek: 671.
Hulule: Dostluk: 671.
Münafis: Sırdaş: 671.
Türkân: Türkler: 671.
Taarr: Döşeğinde dönüp ızdırap çeken. Ari olmak, temiz olmak. (Kırgızca, TAZA:
Temiz.): 671.

Define: Para veya altun gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer. Kıymetli
eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse: 149.
Havleka: Lâ havle çekmek: 149.
Tahliz: Bir kimsenin kulağına küpe ve koluna bilezik takmak: 1148= 149.
Nasih: Nasihat eden: 149.
Talik: Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse. Düzgün söz söyleyen kimse: 149.
Talik: Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir: 149.
Ma’dele(t): Adalet eylemek. Adalet yeri: 149.
Mahık: Yok eden. Silen. Ortadan kaldıran: 149.

Rekîz: Sağlam. Gizli, gömülü define: 237.
İstiaze: “Euzu besmele” okuyarak Allah’a sığınma: 1237.
Kebîre: Büyükler. Büyük günahlar. (Mesele, büyüklüğü nefse bağlamamaktır.): 237.
Gehvare: Beşik: 237.
Güzir: Derman, çare, deva: 237.
Küriz: Hizmetkâr, hadim, hademe: 237.
Beladir: Kadınların kullandıkları altun, gümüş, zümrüt, yakut, elmas gibi süs eşyası.
Belâyı defetmek için verilen sadaka: 237.

RABITA
Levha: (…) Temmuz 2002… Allah Resûlü, Mahmud Efendi Hazretleri ve
Kumandanımız beraber oturuyorlardı. Kumandanımız Mehdi imiş. (Rabıta — Gönül Hanım.)

06.11.2008- SAYI: 96
ASHAB-I KEHF
Levha: (…) Temmuz 2002… Ashab-ı Kehf’in kemikleri bir araya toplanıyor.
Kumandanımız’a yardım etmek için toplanıyorlarmış. (İstihareci.)

Ashab-ı Kehf: (Ashab-ı Kehf, 7 kişiden oluşuyor. Kral’a suikast, putları kırmak
gibi imânî eylemlerden sonra, –BİRBİRLERİNDEN HABERSİZ!–, bir vesileyle bir
yerde buluşuyorlar ve bir mağaraya sığınıyorlar… Hadîs meâli: “Ashab-ı Kehf,
Mehdî’nin yardımcısı olacaklardır”… İmam-ı Rabbânî Hazretleri: Bir hadîste Resûlullah
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Küfür her yeri istila edip hükmü cemiyet içinde aşikâre
işlemedikçe Mehdî zuhur etmez.” (…) Bu vakit, Resûlullah Efendimiz’in, ehl-i İslâmın garib
düşeceklerini anlattığı devirdir. Onlara ne mutlu… Ayrıca Resûlullah Efendimiz onları
müjdelemiştir, şöyle buyurmuştur: “Fitne zamanında ibadet etmek, bana hicret etmek
gibidir.”… Malûmunuzdur ki, fitnenin istilâsı zamanında askerlerden küçük bir cesaret
görülecek olsa, fitnenin yatıştığı zaman hiç itibarı olmasa dahi, o zamanda kendilerine çokça
itibar hâsıl olur. İsterse fitne sükûnet buluşundan sonra ondan çok daha cesur hareketler südur
etsin. Zirâ, amelin vakti ve vukuu, kabul yeridir. Bu da fitne zamanıdır. Ashab-ı Kehf’i
görmüyor musunuz? Tek hicretle en yüksek dereceye ulaştılar.): 102+105= 207.
Bühr. (Kürtçe.): KAŞ: 207.
Çire: Niçin? Çerâ?: 208= 1207.
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lûgat kitabı: 207.
Cedr: Duvar. HÂİL, PERDE, ZAR. Bir ot adı. (Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Hayat
bir zar içinde, hayatı örten bir zar, — Bana da hayat yeri, Bağlum Köyü’nde mezar…): 207.
Badir: Hemen yapmak isteyen. Birdenbire vuku bulan. Dolunay. Büyümüş (çocuk).
Olgun
(meyve): 207.
Huh: Duvarda ışık girecek delik. Şeftali: 1206=207.
Tezehhur: Denizin köpürüp taşması: 1207.

Yemliha: Ashab-ı Kehf’ten birinin ismi: 89.
Miltat: Deniz kenarı. Küst. Dimağa ermiş baş yarığı: 89.
Hedef: Nişân noktası. Emel. Varılmak istenen gaye. Yüksek, bülend. İri vücutlu adam.
Bir işe yaramayan, tembel ve uykucu olan: 89.
Muhacim: Hücum eden, saldıran: 89.
Latîm: Babası ve annesi olmayan kişi. (Öksüz ve yetim.) Yüzünün bir tarafı beyaz
olan at. Yarış atlarının dokuzuncusu: 89.
Hamam(e): Güvercin: 89.
Faiz: Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan.
Kapının üstündeki eşik: 89.
Mümehhid: Döşeyen, yayan. Düzenleyen: 89.
Fevc: Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım. Koşmak. Sür’at etmek. İyi
kokunun dağılıp yayılması: 89.
Haff: Bir şeyin etrafını dolanan: 89.
İaz: İşaret etmek: 89.
Cilbend: Büyük cüzdan: 89.
Hamule: Yük: 89.
Hımam: Ölüm, mevt: 89.

Mekselinâ: Ashab-ı Kehf’den birinin ismi: 211.
Ebhur: Denizler, bahrlar: 211.
Bahhar: Gemici, denizci: 211.
Itar: Diğerlerini ihata eden nesne. Dudak kenarı. Elin kasnağı: 211.
Zerd: Sarı. Soluk, solgun: 211.
Dağdar: Kızgın demirle nişân vurulu. Gönlü yaralı. Damgalı: 1210= 211.
Yera’: Sığır buzağısı: 211.
İrade: Emir. İstek, arzu. Dilemek. Ferman: 211.
Mu’ciznuma: Mu’cize gösteren: 211.
Bürde: Hırka. Üste giyilen libas: 211.

Mislinâ: Ashab-ı Kehf’ten birinin ismi: 631.
Hâlik: Yaratıcı. (Esma-i Hüsna’dandır.): 631.
Hâl: Hususen yüzde ve vücutta görünen siyah benek, ben: 631.
Tesanif: Eserler, kitablar: 631.
Sikal: Ağır olan, ağır şeyler: 631.
Fermayiş: Emretmek, buyurmak: 631.
Kaftan: Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük elbise. Hil’at. Esvab:
631.
İlâh: “Sonuna kadar böylece gider” demektir: 631.
Halâ: (Harf-i cerdir.) İstisnaya delâlet eder: 631.

Mernüş: Ashab-ı Kehf’ten birinin ismi. (Mernusa: Mübârek.): 596.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1312= 1595= 596.
Akşemseddin: 596.
ESKİŞEHİR: 596.
Tevkif: Alıkoyma, tutma. Hapis olarak bekletme. Vakfetme. Arafat’ta mevkaf olan
yerde durdurmak. Bir kimsenin koluna bilezik takmak: 596.
Menşur: Neşrolunmuş. Herkese ilân olunmuş. İşleri dağınık. Perişan. Sultanın fermanı.
Bayrak. Prizma: 596.
Müstevfa: Yeter, yetişir, kâfi derecede, yeteri kadar. Tam, mükemmel: 596.
İktisad: Tutum, biriktirme. İtidal üzere bulunma. Beyit ve kasideyi birbirine vasl ile
uzatma:
596.
İstinfad: Bir şeyden bıkkınlık gelme, usanma: 596

Debernüş: Ashab-ı Kehf’ten birinin ismi: 562.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+332= 1562.
Sünaî: İkili: 562.
Askat: Vahid-i kıyas: 562.
Muanat: Bir şeyin zahmetini çekme. Bir nesneyi dikkatle göz altında bulundurma, ona
göz kulak olma: 562.
Bestak: Hâdim, hizmetçi: 562.
İttisak: Dizilmek. Bir nizâm dahilinde sıralanmak. Beraber olmak. Tamam olmak.
Toplanmak: 562.

Sâzenüş: Ashab-ı Kehf’ten birinin ismi: 425.
İbtika’: Ağlama, gözyaşı dökme: 425.
Taviyyet: İnsanın gönlünde gizli olan istek veya niyet: 425.
Tedviye: İlâç verme: 425.
Teke: Bir çeşit defter. Keçilerin erkeği. Sürü önünde giden kösemen. Tezek. (Mayıs.):
425.
Te’yid: Kuvvetlendirmek. Sağlamlaştırma. Metanet verme. Doğrulama. Destekleme:
425.
Tahayyüz: Yer tutmak, yer almak. Ehemmiyet kazanmak. Herhangi bir cismin
boşlukta yer alması: 425.
Tahbiye: Hıfzetmek, korumak. Engel olmak: 425.

Kafeştatâyüş: Ashab-ı Kehf’in isimlerinden biri: 1205.
Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarımküresinde bir burç adı:
205.
Kılaa: Gemi yelkeni: 205.
Mus’a: Böğürtlen. Bir kuş adı: 205.
Receb: Azametli, heybetli. Tazim etmek. Cennet’te bir nehir ismi. Üç ayların bir,
kamerî ayların yedincisi: 205.
Dar: Darağacı. Cenk, kavga, savaş: 205.
Selika: Güzel söz söyleme ve yazma istidadı: 205.

Meded: İnayet, yardım, imdad: 48.
Macid: Çok âli. Şerif. Yüce. Kerim. Hoş. Nazik meşreb. (Esma-i Hüsnâ’dandır.): 48.
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48.
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan.) Kuş tuzağı: 48.
Habil: Hazret-i Adem’in oğullarından biri: 48.
Magz: BEYİN. Öz. İç. Lüb. İlik. Dimağ: 1047= 48.
Mişvaz: Sarık: 1047= 48.
Hecm: Büyük kadeh. Hamle etmek. Saldırmak: 48.
Bolî: Bolu: 48.
Levze: Bir tek badem. BADEMCİK: 48.
Tıhal: Dalak: 48.
“ÎD”
Levha: 11 Ekim 2000… Kumandan’ın bulunduğu odanın-bölmenin önünde
yatacağım. Böylece bir görüşme olabilir belki. Başka bir yerde bulunan Kumandan’ın yanına
gidiyorum. Beklediğimin aksine hoş ve dinç bir hâli var. Kumandan’ın elindeki kâğıtlarda ÎD
kelimesi ile ilgili bakılacak bir internet adresi var. Kumandan bana gazete veya benzeri büyük
boy sayfalar veriyor. Kehf Sûresi’yle ilgili yazılar var. Bunları incelememi ve mevzuumla
alâkalı bir şeyler bulmamı tembihliyor. Geç kalmışlık duygusu ve bir yol bulamamanın
sıkıntısı içinde ne yapacağımı düşünüyorum. Kumandan bana yardım ediyor ve beni bir
kitabçıya götürüyor. 21 (boyunda?) bir Kur’ân-ı Kerim ve parmak hesabı veya parmak ölçüsü
ile ilgili veya boyunda başka bir kitab –galiba o da Kur’ân– alacağım. Kumandan ne kadar
tenzilat istediğimi soruyor. İstemem diyorum ama, o ısrar edince yüzde 50 diyorum.
Tezgâhtar bayana 20 milyon uzatıyorum; o da içinden 8 milyon alacak veya iade edecek.
(Metris Cezaevi — Erdal Durdu.)

ÎD: Bayram. Bayram günü. (Gidip tekrar gelen, bir kimsede âdet olup alışılan
şey. Bayram tekrar geldiği için ÎD denmiştir.): 84.
Mahale: Çare, tedbir. Hile: 84.
Mecalî: Aynalar: 84.
Mümidd: İmdad eden. Uzatan, uzatıcı: 84.
Mümedd: İmdad edilmiş. Uzanan, uzatılmış: 84.
Nakihe: Nikâhlı kadın eş: 84.
Tulme: Ekmek. Havuz dibinde kalan su: 84.
Uhde: Bir işi üzerine alma. Söz verme. Ahidnâme. Bir kimsenin üzerinde olan iş veya
şey.
Mesuliyet hududu. Ric’at ve taalluk dairesi. Becerme, yapma. Sorumluluk: 84.
Avhec: Yılan. Uzun boyunlu: 84.
Mellaha: TUZLA: 84.
Müdlî: Şâhid ve delil gösteren: 84.
Daiyy: Şu kimseye derler ki, bir kişi ona “oğlumdur” demiş olsun: 84.
Siyaha: Suyun akması. Oruç tutmak: 84.
Ledün: “İnd” kelimesi gibi, mekân ve zaman zarfıdır: 84.
Sedk: Lâzım olmak, icab etmek. Ölüm: 84.

İd-i ekber: Arafesi Cuma gününe rastlayan Kurban Bayramı: 307.
Arvasî: 308= 1307.
Zerak: Gök renkli. Mavi: 307.
Vak’a-nüvis: Osmanlı devrinde zamanın hâdiselerini kaydeden resmî tarihçi: 307.
Seravil: Şalvar. İç donu: 307.
Avrel. (Kürtçe.): NİSAN: 307.
Karie: Okuyan kadın. Kırâat eden kadın: 307.
Mesrube: Uzun saç. Saç kesecek âlet: 307.
Revasim: Akarsu: 307.
Zerk: İkiyüzlülük. Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek: 307.

Îdî: Bayramla alâkalı: 94.
Evliya Çelebi: 94.

Ünvan: Adres. İsim. Lâkab. Mukaddeme, önsöz: 177.
Vasıf: Vasfeden. Bildiren. Medheden: 177.
Magluk: Kapalı, kilitli: 1176= 177.
Müsebbaa: Yedi kere okunması icâb eden duâ: 177.
İstihvaz: Zafer kazanma, galib gelme: 1176= 177.
İnfiham: Anlaşılma: 177.

Ünvan: 177= 1176.
Eflatun: Plâton: 176.
Mikvel: Lisân. Dil: 176.
Makale: Söylenen söz. Söyleyiş. Kelâm. Nutuk. Bir bahsin kaleme alınışı: 176.
Vasf: Sıfat. Bir kimsenin veya şeyin taşıdığı hâl: 176.

Kur’ân: 351.
Risman: İp, halat: 351.
Nasara: Nasranîler. (Nasraniyet-Hristiyanlık, ya ortadan kalkarak, ya safileşip İslâm’ı
seçerek,
neticede İslâmiyete karşı terk-i silâh edecektir. Nasraniyet birkaç defa yırtıldı,
protestanlığa geldi. Protestanlık da yırtıldı, tevhide yaklaştı. Tekrar yırtılmağa hazırlanıyor, ya
sönecek veya hakikî Nasraniyetin esasını câmi’ olan İslâmın hakikatini karşısında görecek ve
teslim olacaktır… Hadîs: Hazret-i İsâ nâzil olup gelecek, ümmetimden olacak, Şeriatimle
amel edecektir.): 351.
Asakir: Askerler, erler: 351.
Şamî: Şam şehrinden olan. Şam şehri ile alâkalı: 351.

İdad: Parmakla hesab etmek. Saymak. Sayı. Hesab etmek. Ölüm vakti. Fark.
Vergi. Bahşiş. Denk, hemta. Delilik emâresi: 79.
Levh-i mahfuz: 1078= 79.
Vahdanî: Allah’ın birliği ile alâkalı: 79.
Kütübhâne: 1078= 79.
Nikâh: Evlenme: 79.

Tenzilat: Fiat indirme. İskonto: 898.
Teftih: Açmak. Bırakmak. Yarmak, yardırmak: 898.

İsbi’: Parmak. Ölçü parmağı, arşının yirmidörtte biri: 163.
Muhyiddin: 163.
Kaptan: 163.
Menabi’: Kaynaklar. Pınarlar. Her şeyin zâhir olduğu yerler. Servetlerin çıktığı yerler:
163.
Sabık: Geçmiş. Önceki. Zamanca ve rütbece ileride olan: 163.
Teznib: Bir şeye ilâve, ek, zeyl takma, yazmak. Kuyruk takmak: 1162= 163.

BEDR ASHABI
Levha: 26 Eylül 2008… Kumandan’ın mahkemesi varmış. Herkes toplanmış,
Kumandan’ın çıkmasını bekliyoruz… Karşılıklı iki sıra hâlinde dizilmişiz… Kapıya doğru
bakıyoruz… Kumandan’ı beklerken kapıdan Bilâl-i Habeşî Hazretleri çıkıyor. Başında bir
örtü var ve örtüyü başının arkasına bağlamış. Bilâl-i Habeşî Hazretleri eliyle ileriyi işaret
ederek, –bizim arka tarafımızı–, “mübarek olsun, Bedir Ashabı burada!” buyuruyor. (Havva
Sak.)

Saff: Bir sıra dizilmiş şey. Câmide cemaatın sırası: 170.
Müslim: İslâm olan, selâmette olan: 170.
Kuddûs: Noksandan münezzeh. (Esma-i Hüsna’dandır.): 170.
Hak-bîn: Hakkı gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan: 170.
İshak: (Kur’ân’da ismi geçen peygamberlerdendir. İbrahim Aleyhisselâmın oğludur.
Yakup
Aleyhisselâmın babasıdır.): 170.
Fass: Gözbebeği. Meyve içi, lübb: 170.
Muayyen: Görülmüş olan, kat’i olarak belli olan, ölçülü, tâyin ve tesbit olunmuş,
kararlaştırılmış: 170.
Mükellef: Bir şeyi yapmaya mecbur olan. Vazifeli. Mükemmel hazırlanmış, külfetle
süslenmiş olan. Muvazzaf: 170.
Suud: Yükselmek. Yukarı çıkmak. Derece almak: 170.
Simin: Gümüşten. Gümüş gibi, gümüşe benzer: 170.
Yakîn: Şübhesiz, kat’i olarak bilmek: 170.

Musaffaf: Sıra sıra dizilmiş. Saflar biçiminde düzenlenmiş: 290.
Müdde-i umumî: Savcı: 290.
Meryem: Hazret-i İsâ’nın annesinin ismi: 290.
Sırr: Şiddetli ateş veya soğuk: 290.
Fery: İyi iş işlemek: 290.
Resel: Topluluk, cemaat: 290.
Menar: Câmi minaresi. Nur yeri. Fener kulesi. Yol işaretleri: 291= 1290.

Bilâl-i Habeşî: (Bilâl: Siyah ve beyaz, yâni ak ile kara olmak.): 63+320= 383.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+322= 384= 1383.
Kunu Rovî. (Kürtçe.): Tilki yavrusu: 384= 1383.
Feşga: Dağılmış, münteşir: 1382= 383.
İfşa: Duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak. Gizli bir şeyi herkese duyurmak: 383.
İstizkâr: Hatıra getirme, hatırlama. Ezberleme: 1382= 383.
İşfa: Hastaya şifalı şeyler verme, iyileştirmeye çalışma: 383.
Şeci’: Kahraman. Yiğit. Şecaatli: 383.

Müezzin: Ezan okuyan: 796.
Mi’zane: Ezan okunacak yer: 796.
Arif (Reyvegeri): (Hacegân silsilesinin 11. büyüğü.): 797= 1796.
Hususî: Bir şeye âid olan. Herkese âid olmayan: 796.
Mütearife: Herkesin bildiği. Tanınmış. Meşhur. Doğruluğu âşikâr. İsbatı icâb etmeyen
söz: 796.
Me’zun: İzinli, izin alınmış. Selâhiyetli. Diplomalı. İcâzetli: 797 = 1796.
Müştzen: Yumruk vuran. Boksör: 797= 1796.

Münadi: Müezzin. Nidâ eden, seslenen: 105.
Mühellil: Tehlil eden. “Lâ ilâhe ilallah”ı devamlı tekrar eden: 105.
Al-i aba: Ehl-i beyt: 105.
Meniyye: Takdir olunmuş olan. Ölüm, mevt: 105.
Adil(e): Adil. Adalet eden: 105.
Münhî: Haberci. Haber getiren: 105.
Müheykel: Iri vücutlu ve sağlam. Heykelleşmiş: 105.
Cel’ab: Gözü çok iyi görmek: 105.
Ayke: Sık koruluk: 105.
KEHF: Mağara, in. Sığınacak yer altı: 105.

Ashâb-ı Bedir: 308.
Arvasî: 308.
Nisanmus. (Akatça.): NISAN. Birinci: 308.
Şihab: Parlak yıldız. Kıvılcım. KAYAN YILDIZ: 308.
Şehba: Kır renkte olan şey. Kır katır, kır at. Tam techizatlı asker birliği. Pek kıtlık
sene: 308.

MÜLÂKAT
Levha: 9 Ağustos 2008… Fazıl Duygun ağabey, Mahmud Efendi Hazretleriyle
röportaj (mülâkat) yapmış ve bunu dergide yayınlamış. Dergiye baktığımda Efendi
Hazretlerinin resmi ve bir soruya verdiği cevab var. Soruyu göremiyorum. Cevabında,
“bizlere böyle şeyler sorarak” veya “bizim gibi insanlardan böyle mevzularda cevab
vermemizi bekleyerek niçin sıkıntıya sokuyorsunuz?” diyor. Yazıyı okurken şaşkınlıkla
birlikte, “Efendi Hazretlerine cevabını vermek istemediği bir şeyi ısrarla sormuş ve aldığı
cevab onun üzerinde menfi tesir yapması lâzımken, bunu fikrine delil diyerek gösteriyor!”
diye düşünüyorum. (Hüseyin Düzenli.)

Mülâkat: Karşılıklı görüşme, röportaj. Kavuşma. Buluşma. Birleşme. Resmî
görüşme. Yüz yüze olma: 572.
Şuara: Şâirler: 572.
Eş’ar: Şiirler, manzum ve güzel yazılar: 572.
İş’ar: Yazı ile haber vermek. Anlatmak, bildirmek: 572.
Makalat: Makaleler. Bahisler: 572.
Ba’s: Gönderme, gönderilme. Peygamber gönderilmesi. Diriliş. Yeniden dirilme.
İHYÂ. Uykudan uyandırma: 572.
Ta’sib: İhata edip kaplamak, içine almak. Bir kimsenin başına taş koymak. Açlıktan
dolayı karnını bağlamak: 572.
İ’tikâf: Bir şeye devam etmek: 572.
İ’tinan: Bir kimsenin iç yüzü meydana çıkma. İnsanın önünde durma: 572.
İ’tisam: İstediğini vermek: 572.
İttisaf: Vasıflanmak. Bir hâl takınmak: 572.
Mütelakkıb: Lâkab alan, lâkab takınan: 572.
Mütekabbil: Kabul eden: 572.
Saffat: Saf olanlar, saf yapanlar: 572.
Şebreng: “Gece renginde olan.” Siyah, kara: 572.
Teakkub: Her nesnenin âkıbetine nazar etmek. Sonuna bakmak: 572.

Biniş: Basiret, görüş, görme kabiliyeti.
Mülâkat: 362.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 362.
Şayan: Münasib, lâyık, yaraşır: 362.
A’sar: Asırlar. Yüzyıllar: 362.
Nişib: Yukarıdan aşağıya iniş: 362.

13.11.2008- SAYI: 97
KIYAMET
Levha: 25 Ekim 1994… Yıldızlar müthiş parlak ve iri. Sonra ayı seyreder gibi
gökyüzünden dünyayı seyrediyorum. Dünyanın etrafında at nalı benzeri bir şey; onun
hakkında gökte “kıyamet” diye konuşmalar duyuyorum.

Kıyamet: Dünyanın yıkılıp harab olması. Dünyanın sonu ve mahşer meydanına
bütün insanların toplanacağı zaman. Fazla sıkıntı: 551.
Meşhur: Herkesin bildiği: 551.
İnşikak: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma. (İnşakkat da denilen, Kur’ân’ın 84.
sûresinin ismi.): 552= 1551.
Mübahis: Bir mesele hakkında konuşanlar: 551.
Sevile: İnsan topluluğu: 551.
Tenazzur: Dikkatle bakarak düşünmek. Düşünerek dikkatle bakmak: 1550= 551.
Ufat: Haramdan nefsini koruyanlar: 551.

Kıyamet: 551= 1550.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550.
Tena’ul: Nalin giymek: 550.
İstanbul: 550.
Leşker: Asker: 550.

Tammat: Kıyamet. Son, netice. Keskin çığlık:451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
Murteza: Beğenilmiş. Seçilmiş. Makbul. Rağbet edilen. Hazret-i Ali’nin bir lâkabı:
1450= 451.
Lahutî: Uluhiyet âlemine mensub. Sır âlemi. Gayb âlemine âit. Ruhanî âlemle alâkalı:
451.
Ahmer-i ahter: Kırmızı yıldız: 1450= 451.
Nadiret: Güzellik, parlaklık, tazelik. Hoş ve lâtif: 1450= 451.
Şafi’: Şefaat eden: 451.

Na’l: Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı: 150.
Alîm: Bilen: 150.
Mehdî Muhammed: 151= 1150.
Sultan: 150.
Mukad: Ağır yüklü: 150.
Aks: Hilâf, muhalif, zıd, ters. Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peyda etmesi. Sesin
veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi. Döndürmek. Bir şeyin evvelini ahir ve
ahirini evvel yapmak: 150.

ELİF
Levha: 19 Ekim 2001… “Mehdî” kelimesi, bir çocuğun ilgisi de içinde olmak üzere
111 sayısının yarısını teşkil ediyormuş. Bunu, yanına başka bir kelime daha getirip mütalâa
ediyorum ve doğruluğuna kani oluyorum. “Mehdî” başka kelimelerin toplamı 111 sayısına
denk geliyor. (Erdal Durdu.)

Elif: Birinci harfin adı: 111.
Elf: 1000. Bin adet şey vermek ve ünsiyet eylemek: 111.
İns: İNSAN: 111.
Ahkab: Uzun zamanlar. (Dehr: Çok uzun zaman. İnsan.): 111.
Mekân: (Kevn’den.) Yer. Durulan yer. Mahal:111.
Sigal: Fikir, düşünce. Kuruntu, endişe: 111.

ÛD-İ HİNDÎ
Levha: 3 Ocak 2001… Tilki Günlüğü’nün 5. cildinde bir yer okuyorum. Şöyle bir
ifâde: “Salih Mirza’nın verdiği hükme göre hüküm verilmiştir.”… Salih Mirza, eskiden
yaşamış bir zât. Bunu mütalâa ederken, Kusto’nun “eski bir ataya benzerlik” mânâsına da
geldiğini düşünüyorum. Kitabı, tarihle ilgili kitabların bulunduğu kitablığa koyduktan sonra
tekrar bakmak için alıyorum. Sayfa numarasından aynı bahse bakmak isterken, bakıyorum
sayfa numaraları yok ve bazı yerlerde yazı ile karışık. Beşinci cild yerine altıncısını almışım.
(Erdal Durdu.)

Ûd-i Hindî: (İlhan Doğan’ın Kandıra F-Tipi Cezaevi’nden yolladığı hadîs ve
iktibasın yapıldığı eserden mevzuu ile alâkalı not: “Tedavi olageldiğiniz şeylerin en
üstünü, hacamat olmak ve Kustü’l-Bahr kullanmaktır”… Yine şöyle buyurmuştur:
“Sakın boğaz hastalığında çocuklarınızın BADEMCİK’lerini sıkarak işkence
çektirmeyiniz”… Not: Ûd-i Hindî, “Hind odunu” mânâsına gelen bir ağaçtır. KUST,
KUSTÜ’L-BAHR, ÖD AĞACI aynı tür ağaçların çeşitleridir. Hacamat ise, kelime
mânâsı olarak “emmek” demektir. İçerisindeki hava ateş ile boşaltılan bardak veya
benzeri şişe gibi özel âletle vücudun belirli bölgesine emme yapılmasıdır. Ûd-i Hindî ve
hacamat hususunda “Sahih-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih” isimli çalışmamızdaki
1964. hadîsin açıklamasına bakabilirsiniz. — Abdullah Feyzi Kocaer.): 149.
Mualece: İlâç kullanmak. Hastaya bakmak. Bir işe teşebbüs, bir işe girişmek. Bir
hususa çalışıp devam etmek: 149.
Tahlîz: Bir kimsenin kulağına küpe ve koluna bilezik takmak: 1148= 149.
Havleka: LÂ HAVLE çekmek: 149.
Define: 149.
Nefit: Kaynamak, galeyan: 149.
Mihak: Her Arabî ayın son üç gecesi: 149.

“DİNİN İPİ”
Levha: (…) Mayıs 2000… Ailece Haliç’in içindeyiz. Su çok temiz, dibi görünüyor.
Yeryüzü güneşli, gökyüzü gece laciverti. Yıldız gibi parlak ip benzeri bir cisim. Onunla
gökyüzüne imza atılmış. Biz şaşkınlıkla bakıp, “herşeyi gördük de, bu nasıl iş?” diye hayretler
içindeyiz. Mahmud Efendi Hazretleri yanımızda beliriyor; “size onu tabir edeyim mi?” diyor.
Şehadet parmağıyla o imzayı işaret ederek, “o Salih Mehdi’dir!” dedikten sonra, başını
üzgünlüğünü belli eder şekilde yana yatırıp, “biz her ne kadar zâhirde onun yanında
olamıyorsak da, mânen hep birlikteyiz!” diye ekliyor. (İstihareci.)

Kustî: Bend-i din, “dinin ipi” de denir. Zerdüştlerde, koyun yününden yapılan ve
üç kere bele dolanan ip. Hıristiyan ruhanîlerinin bellerine doladıkları zünnar ki,
Zerdüştlerden intikâldir. (Not: Mustafa Âşık, Cemil Şahin’in notlarından istifâde
ederek KUSTÎ’nin sözkonusu mânâsını bana iletti. Kaynak: “Divan-ı Kebîr Mevlâna
Celâleddin-i Rumî.” Eseri yayına hazırlayan, Abdülbâki Gölpınarlı.): 179.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515=1180= 2179.
Mutlak: Kat’i. Şübhesiz. Asla bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek. Serbest: 179.
Kıytas: BALİNA balığı. Kadırga balığı: 179.
Ukde: Vâlilik ve halifelik için akdolunan biat. Düğüm, bağ. Karışık ve müşkil iş.
Ağaçlık yer: 179.
Mutalsım: Tılsımlayan: 179.
Mutalsam: Tılsımlanmış olan. Esrârengiz hâle gelmiş olan: 179.

Ta’bir: İfâde, anlatma. Söz. Mânâsı olan söz. Terim. Rüyâ yorma. Herhangi bir
şeyden ve hâdiseden, başka mânâya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders
almak: 682.
İktisas: Birinin izinden, ardından gitmek. Bir haberi doğruca söylemek: 682.
Feragat: Hakkından vazgeçmek. Tok gözlülük. Boşalmak, hâlî olmak: 1681= 682.
Hafa: Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık: 682.
Mütercim: Tercüme eden, bir dilden başka bir dile çeviren. Anlatan, anlaşılmayan bir
mânâyı açıklayan: 683= 1682.

İmza: Kendine âit isim işareti. İcra ve tamam eylemek: 843.
Mahrec: Çıkacak yer. Hususî bir meslek veya adam yetiştirmek için daire. Mevleviyet.
Dahilde çıkarılan mahsul ve metaın sarfı için hariç memlekette bulunan mahal: 843.
Muhabir: Haberci: 843.
Bar-ı sakil: Ağır yük: 843.
İstişfa: Şifa istemek: 843.

İmza: 843= 1842.
Mehdî Muhammed Salih: 842.
Tebtil: Tamamen hakka yönelmek: 842.
Dabgam: Arslan, esed: 1842.

Mehdî Salih: 59+129= 188.
Besasa: GÖZ, ayn: 188.

Fasih: Fasahat sahibi: 188.
Kıhf: Kafatası: 188.
Mansub: Nasbolunmuş, memuriyete koyulmuş: 188.
Yakub: Kur’ân’da ismi geçen peygamberlerdendir: 188.
Kuffaz: ELDİVEN: 188.

Mehdî Salih: 62+129= 191.
Füyak: Uzun boyunlu bir su kuşu: 191.
Feynan: Güzel ve uzun saçlı kişi: 191.
Kayıf: Bir kimsenin nesebini ferasetle bilen: 191.
Ufkî: Ufka âit, ufka dair. Yatay: 191.
Süleyman: Beni İsrail peygamberlerindendir. 40 sene hem peygamberlik hem de
padişahlık yaptı.(Süleyman Aleyhisselâm’da tecelli eden hikmet: RAHMANÎ.): 191.
Nekam: İntikam alan: 191.
Zafir: Zafer bulan: 1190= 191.
Fayık: Yüce, âli: 191.
Ken’an: Filistin. Hazret-i Yakub’un memleketi:191.

Mehdî Salih: 59+691= 750.
Muhalif: 751= 1750.
Mizved: Dil, lisân: 750.
Teferru’: Bir çok kollara ayrılma. Bir kimse halkın üzerine havale olma. Çatallanıp dal
dal olma: 750.

Mehdî Salih: 62+691= 753.
Cizn: Kök. Ağaç kütüğü: 753.
Zeban: Dil, lisân, lûgat, lehçe: 753.
Nabiz: Savaşçı, muharib, savaşan. (Nâbız: Hareket eden… Nabız: Atardamarın
vuruşu): 753.

TEVHİD VE BİRLİK
Levha: 8 Ekim 2008… Yüksek Lisans formu almak için İstanbul Üniversitesi’ne
gidiyorum ve form soruyorum. “Form yok, ama mahzen var” deniliyor. Allah Allah, formla
mahzenin ne alâkası var? Mahzen, şarab mahzeniymiş ve bu bir sergi hâline getirilmiş. Bir
hayli alâkamı çekiyor ve “burada bir şarap mahzeni olur da benim nasıl haberim olmaz?”
diyorum. Bu mahzende yıllanmış şarablar var… Ama asıl dikkatimi çekenler, Osmanlı
döneminden kalanlar. Burası Kumandan’ın da hoşuna gider miydi acaba? Bir şarabın tarihini
soruyorum. Adam şarabın tarihini değil de ismini söylüyor: TEVHİD ve BİRLİK. Şarabın
OSMANLI devrinden kaldığını anlıyorum. O şaraba “Tevhid ve Birlik” isminin koyulmasına
Kumandan acaba ne derdi? Şübhesiz bir mânâsı vardır diye düşünüyor ve kendimce hüküm
veriyorum: “Kumandan’ın kesin hoşuna giderdi!” (Ali Rıza Yaman.)

Şarab: Mey. Bâde. İçilecek şey: 503.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503.
İ’tilâ: Yükselmek. Yukarı çıkmak. Yüksek rütbelere çıkmak: 503.
Mütecennî: Meyve devşiren, meyve toplayan: 503.
Mütenacî: Fısıldayan, fısıltı ile konuşan: 504= 1503.

Mahzen: Erzak yeri. Bodrum. Yer altı. Hazine ve define gibi şeyleri koyacak yer.
(Mahzen: Yalnız, ancak, tek… Nevad: Mahzen. Zarar, ziyan, hasar. DİL.): 697.
Havâss: Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar. Muteber zâtlar. Evliyalar. Zenginler.
Mânevî tesir için okunan duâlar: 697.
Isaha: Kulak verip dinleme: 697.
Hun-alûd(e): Kana bulanmış: 697.
Müntehir: İntihar eden: 698= 1697.

Mahzen: 697= 1696.
Fikir Kahraman(ı): 696.
Hafiye: İnsan bedeninde gizli olan can. Gizli,mestur: 696.
Tasavvur: Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. Arzu: 696.
Mütenevvir: Nurlanan, parlayan: 696.
Tevfir: Arttırma, çoğaltma. Bir kimsenin hakkını tam olarak verme: 696.
Teservül: Don giymek. (DON: Giyecek şey. Kılık kıyafet. Çamaşır. Hayvan rengi.
Renk. Tasavvufta, ermişlerin başka bir şekle girerek görünmeleri; “güvercin donuna girerek
geldi” misâlinde olduğu gibi… Don: Buzlanma… Don: İspanyollarda asalet ünvanı.): 696.

Şarab Mahzenî: 503+707= 1210.
Zibar: Kitablar. Yazı yazmalar. Kağıt yapraklar: 210.
Sun’: İBDA. Yapmak. Eser, yapılan iş. Tesir. Güzel iş yapmak: 210.
Musammem: Kat’i olarak karar verilmiş. Kararlaşmış: 210.
Musammim: Azimli olan. Kararlı olan. Karar veren: 210.
Na’leyn: Bir çift pabuç. Bir çift nalin. Bir çift takunye: 210.

Şarab Mahzenî: 1210= 211.
Bürde: Hırka. Üste giyilen libas: 211.
Daru: İlâç, deva, tiryak: 211.

Osmanlı: Osmanlı devleti teb’asından olan. Anadolu Selçuklu Devleti’nin Bizans
sınırındaki Beyliğin reisi olan Ertuğrul Bey’in 1288’de yerine geçen Osman Bey’in
kurduğu devlete mensub olan: 701.
ZA: Sahib, malik, erbab. Ehil mânâlarına gelir: 701.
Kelanter: Çok iri. Daha büyük: 701.
Hilasî: Zenci ile beyaz melezi: 701.
Külhan: Hamam ocağı. (Yevmiye: Üstadım’ın son şiirlerinden: “Yaklaştım hamamda
külhan yerine”… Marsık kokusunu, yanık kokusunu duyuyorsun dünyanın…): 701.
Eser: Yapı, birinin meydana getirdiği şey. Bir hususa dair Allah Resûlü’nden rivayet
bulunması. Bir şeyin varlığına delalet eden tesir. Meydana getirilen kitab: 701.
Ateş: Od, nâr. Kızgınlık, hararet. Hiddet. Hayvanın çevik, hareketli olması. Yangın.
Gözyaşı. Hastalık. Harb: 701.
İsr: Alâmet. Nişane. Ayak izi. Yol. Meslek. Başlamak ve azimet etmek: 701.
Mürsat: Demir almış gemi: 701.
Takarr: Birbiriyle kararlaşmak: 701.
Üsür: Yaranın iyi olduktan sonra kalan izi: 701.

Tevhid: Birleme. Allah’tan başka ilâh olmadığına inanma. “Lâ ilâhe ilallah”
sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah’tan başkasının tesiri olmadığını
anlama, bilme ve yaşama. Allah’ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume: 428.
Müşeffah. (İbranice.): Allah Sevgilisi’nin Tevrat’taki isimlerinden biri: 428.
Musa Mirzabeyoğlu: 116+1312= 1428.
Keth: Kesbetmek. Çalışmak, kazanmak: 428.
Kehribar: Cevher saçan. Güzel sözler söyleyen: 428.
Tehyic: Heyecanlandırma. Ayağa kaldırma: 428.
İhtitat: Yukarıdan aşağıya indirme: 428.
Ergenekon: 428.
Hatk: Yürürken adımların birbirine yakın olması. Yönelmek, teveccüh etmek: 428.
Zekât: Nisab miktarı mala ve paraya sahib olanın, bunun kırkta birini vermesi.
Temizlik. Ziyâdeleşme, artma: 428.

Birlik: 342.
Asgaran: Kalb ile dil: 1342.
Üşgule: Meşguliyet. Uğraşılacak iş: 1342.
Mütesebbit: Sebat gösteren, sebat eden: 1342.
Mukarreb: Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın. Büyük zât veya padişâh gibi
kimselere hizmette yakınlaşmış olan: 342.
Dabsem: Arslan, esed: 1342.
Akmar: Aylar. Yıldızlar: 342.
Esfar: Seferler, yolculuklar, yola gidişler. Düşmana karşı gidişler, akınlar. Büyük
kitablar, ciltler: 342.

Tevhid ve Birlik: 428+6+342= 776.
Mahlûk: Yaratılmış. Yoktan var edilmiş: 776.
Şayeste: Şayan, uygun, yaraşır, lâyık. Nümune: 776.
Avz: Sığınma. Sığınak. Melce. Sığınacak yer: 776.
Uvz: Bir kimseye sığınmak: 776.
Usur: Gözcülük etmek: 776.
Nigâşte: Resmolunmuş. Musavver. Yazılmış: 776.
TABUT
Levha: (…) Haziran 2001… Cebrail Aleyhisselâmı görüyorum. Nuru ile her tarafı
aydınlatıyor. Ortada bir tane tabut, Cebrail Aleyhisselâm “bu tabutun içinde Mehdî var, tabutu
aç!” diyor. Tabutu açıyorum, içinde Kumandan, gülümsüyor. (Nursel Dalmış.)

Tabut: Sandık. Ölü nakline mahsus sandık. Dönüp dolaşıp gelinecek merci-i küll.
Su kovası. Musa Aleyhisselâma inen 10 emirin konulduğu sandık: 809.
BERZAH: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer
arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809.
Gazub: Büyük yılan. Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş. Abus deve: 1808= 809.
Davc: İKİ ŞEYİN BİRBİRİNE EĞİLİP ULAŞMASI: 809.
Mutasarrıf: Tasarruf hakkı olan. Tasarruf eden: 810= 1809.

Seft: Tabut. Kabir üstüne bırakılan taş. (Şâhide: Mezar taşı. Kadın şâhid. Güzel,
dilber.): 149.
Ud-i Hindî: 149.
Hendelin: Sözü çok olan kişi: 149.

Tebessüm: Gülümseme: 502.
Mütebennî: Bir kimseyi oğul edinen: 502.

Tebessüm: 502= 1501.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500= 501.

EN’AM SÛRESİ
Levha: 25 Haziran 2001… Kur’ân okuyacağım. En’am Sûresi’ni açıyorum: “Zaliküm”
diye başlayan âyet… (140. sayfa.)… Bütün yazılar kayboluyor. Kur’ân’ı kapatıp tekrar
açıyorum. Yazılar yine yok, fakat “Mehdî” yazıyor. (Nursel Dalmış.)

En’am Sûresi, 102. âyet: (Meâli: İşte –size bu sıfatlarla işaret edilen– Allah,
rabbinizdir. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O, her şeyin yaratanıdır. Şu hâlde O’na
kulluk edin. O, her şey üzerine vekildir.): 3042.
Sülâsi: Üçlü. Üçe mensub: 1041= 42.
Hatim: Hitama erdiren. Bitiren. Mühür basan: 1041= 42.
Izmar: Kalbte gizlemek, belli etmemek: 1042.
Izram: Ateşi tutuşturma, ateşi alevlendirme: 1042.
Muzarreb: Kaba dikişli kaftan: 1042.

En’am Sûresi, 102. âyet: 3042= 2043.
Cem: Hükümdar. Şah. Hazret-i Süleyman’ın nâmı. İskender’in bir ismi: 43.
Cüllâ: Büyük emir: 43.
Bam: Dam. Çatı. Kubbe. Kemer. Sabah vakti: 43.
Pulad: Çelik: 43.
Levz: Badem: 43.

En’am Sûresi, 102. âyet: 3042= 1044.
Hıyake: Dokumak: 44.
Dil: Lûgat. Lisan, zeban. Tat alma ve konuşma uzvu: 44.
Albay: Yarbay ile tuğgeneral arasındaki rütbe: 44.
Lîd. (İngilizce): Gözkapağı: 44.
Ledüd: Hastanın ağzına dökülen ilâç: 44.

En’am Sûresi, 102. âyet: 3042= 45.
Adam: İNSAN. Erkek kişi: 45.
Lüha: Gümüş. Bahşiş, hediye: 45.
Gayle: Şişman kadın. (Gayl: Irmak, nehir. Ağaç, şecer.): 1045.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Noktalı.): 2124.
Muîd: (Esmâ-i Hüsna’dandır: Öldürücü, diriltici.): 124.
Muîd: Yardımcı. Mubassır. Dersi iade eden, tekrar ettiren. Geri çevirtici. Bir şeyi âdet
edinmiş olan. Tecrübeli. Güçlü. Kuvvetli. Arslan. Gazâ ve cihâd eden kimse: 124.
Amid: Çok hasta. Aşk hastası. Başlıca nokta. Önder, şef, komutan. Rehber. Haraç alan
kimse: 124.
Ma’dud: Hesabedilen. Sayılan. Muayyen. Belli: 124.
Saye-ban: Şemsiye. Gölgelik. Büyük çadır. Koruyan, himaye eden, sahib çıkan: 124.
Latafe: Hediye, armağan: 124.
Sünuh: Çok düşünmeden akla ve kalbe gelen mânâ. Zuhur etmek. Vâki olmak. Sözü
kinaye ve tariz ile söylemek. Kolay olmak. Birini güçlüğe düşürmek: 124.
Cessas: Gizli şeyleri araştıran. Tecessüs sahibi: 124.
Du’ma: Ulu yol: 124.
Mahmul: Yüklenilmiş. Hamlolunmuş. Bir şeyi arkasına yüklenmiş olan. Üzerine
alınmış. Müsned. Haber: 124.
İnd: Hissî ve mânevî mekân. Maddî ve mânevî huzura delâlet eder. Nezd, huzur, yan,
vakt, taraf gibi mânâlara gelir: 124.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Noktalı.): 2124= 1125.
Miad: Vaad edilen gelecek zaman veya yer. Müsaade edilen zaman. KIYAMET.
Mahşer. Vaad. Müddet: 125.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Noktalı.): 2124= 126.
Salih: 126.
Hinduvanî: Hindî kılıç: 126.
Nisu: Başlamak, açmak. (NİSAN kelimesinin kökü.): 126.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Noktasız.): 918.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1312= 1918.
Sübûti: Müsbet, isbatlı olan. Varlığı katiyyen isbat edilene âit: 918.
Buzağı (zı ile): Sığır yavrusu: 1918.
Haziyy: Mertebeli, değerli kişi. Yarış atlarının sekizincisi: 1918.
Hırpadak: Birdenbire. Uygun bir şekilde. Tıpatıp: 918.
Terşih: Süzme, sızdırma. Besleyip eğitme, terbiye etme. Sözü özlü söyleme. Tezyin
etme: 918.
Teşrih: Bir kitab veya ibareyi anlaşılır şekilde açıklamak, tafsilat vermek. İnceden
inceye araştırmak. Bir cesedi kesip parçalara ayırarak incelemek: 918.

En’am Sûresi, 102. âyet. (En küçük ebced.): 294.
Ferid(e): Benzeri pek nadir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ. Yalnız ve münferid.
Evliya. Zamanında eşine rastlanmayan. Eşi ve emsali yok. Dizilmiş inci. Bir tane nefis
kıymetli cevher. Kendi reyi ile hareket eden mağrur kimse: 294.
Bergaman: Ejder. Büyük yılan: 1293= 294.
Isbar: Sabrettirmek: 294.
Ebsar: Gözler. Dikkat sahibleri. Görücüler: 294.
Huruf: Harfler. İsim ve fiil olmayan kelimeler: 294.
İki Kutvanî aba: 1146+148= 1294.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390.
Meşîm: Benli kimse: 390.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390= 4391.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+332= 391.
Marko Polo: (Üstadım’ın “Takdim”im yazısından: Kaptan Kusto… Bu adam bir
devrin (Markopolo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar
âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir.):
391.
Şafî: Yeter görünen, kifayet eden. Hastaya şifa veren: 391.
Teşahhus: Şahıslanma. Tarif edilebilir hâle gelme: 1390= 391.
Afiş: 391.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390= 3392.
Akrebek: Küçük akreb. Saatin kısa olan ibresi: 392.
Ersusa: Büyük sarık, kavuk: 392.
İnfisar: İnkişaf etme, açılma: 392.
İrkas: Oynatma, raksettirmek: 392.
Şebnem: Çiğ. Gece nemi: 392.
Şısb: Şiddet. Nasib: 392.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390= 2393.
İstinfaz: Dikkatle bakma, inceleme: 1392= 393.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390= 1394.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+332= 394.
Münşid: İnşad eden, iyi şiir okuyan. Bir şeyi zâyi edip “var mı?” diye bağıran: 394.
Çeşman: GÖZLER: 394.

En’am Sûresi, 102. âyet. (Büyük ebced.): 5390= 395.


Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+1302= 1394= 395.

En’am Sûresi, 102. âyet. (En büyük ebced.): 30002.
Yakub (Çerhî): (Hacegân silsilesinin 18. büyüğü.): 1001= 2.
Sikat: İnanılır kimseler, itimad edilir kimseler: 1001= 2.
Şazz: Kaide hârici olan. Müstesna bulunan: 1001= 2.
Vazife: Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birine havale edilen şey.
Kıymet verilen iş.
Ücret: 1001= 2.

En’am Sûresi, 102. âyet. (En büyük ebced.): 30002= 32.
Leb: Dudak. Şefe. Kenar. SAHİL. Kıyı: 32.

20.11.2008- SAYI: 98
“SÜT KİMDİR?”
Levha: (…) Ocak 2001… Mihrabta Mahmud Efendi Hazretleri ile babam (Ahmed
Hoca) oturuyor. Konuşmak için yanına gidiyorum. İBDA ile alâkalı mevzuları dinleme cihazı
konulmuş olabilir düşüncesiyle konuşmuyorum. Bir müddet suskun kaldıktan sonra Efendi
hareketlenince, kalkmam gerektiğini düşünüp ben de hareketleniyorum. O ânda kulağıma
yavaşça, “Süt bana dedi ki, artık bunları dinlememiz lâzım!” diyerek İBDACI’ları dinlememiz
lâzım demeye getiriyor. Arkasından da, “Sadeddin’in söylediklerine kulak vermemiz lâzım!”
diye ekliyor. Yanından ayrılırken şalvarlı, cübbeli, kısa boylu, beni Efendi Hazretlerinin
yanına getiren müride “Süt kimdir?” diye soruyorum. “Süt, büyüklerden biridir ama, bugüne
kadar kendisini gören olmadı!” diyor. (Kartal Cezaevi — Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Şir: Süt. Aslan. (Hadîs: Rüyâda görülen süt, ilim sûretidir.): 510.
Sünnet: Kanun. Yol. Âdet: 510.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510.
Şakik: İkiye bölünmüş bir şeyin yarısı. Öz kardeş: 510.
Utm: Yabanî zeytin ağacı. (Usm: Zeytin ağacı.): 510.
Tınnîn: Büyük yılan, ejder: 510.
Kuş’am: Pîr. Yaşlı, koca kimse. Arslan. Sırtlan. Belâ. Karınca yuvası. Örümcek: 510.

Şir: 510= 1509.
Süt: 509.
Mahmud Encir (Fagnevî): (Hacegân silsilesinin 12. büyüğü… “Başbuğ Veliler
33”den: Namsız ve nişânsız mânâ kahramanı Arif Reyvegeri Hazretlerinin en ileri müridi…
Derken halifesi ve HAS ODA yolunun onikinci konuğu… İrşad makamına geçince, gizli
zikirden alenîsine geçtiği görüldü. Halbuki bu yolun fârikası ve HAS ODA SIRRI’nın
hususiliği, gizli zikir… Nasıl izâh etmeli?.. Acaba ne oldu da Mahmud Encir Fagnevî
Hazretleri bu temel an’aneyi değiştirdi?.. Değişen bir şey yoktur. Yolun temel an’anesi
yolundadır. BU TECELLİ ONDA, BİR HÂLET, MASLAHAT VE HİKMET İCABIDIR VE
KENDİSİ BİZZAT GİZLİ ZİKİR YOLUNDAN ALDIĞI FEYZİ DAĞITMAYA
MEMURDUR. Açık zikre başlamaları veya zikri açıklamaları, mürşidi Ârif Reyvegerî
Hazretlerinin ölüm döşeğine serildiği âna rastlıyor. Reyveger köyünün tepelerinde, Mahmud
Encir Fagnevî Hazretleri, etraflarında büyük bir istekliler halkası birdenbire açık zikre
başlıyorlar. Tam o ânda büyük mürşid Ârif Reyvegerî hasta yatağından doğruluyor ve
gözlerini uzaklara, eski müridinin, yeni mürşidin hâline dikip şöyle diyor: “Mahmud’un bu
tavrı bize vaktiyle işaret edilmişti!”… Ve açık zikir devam ediyor… Daha birkaç büyükte
kendisini gösteren bu hâlet, içinde bulundukları ânın icabına göre mevzii bir tavırdan ve bir
mizaç hususiyetinden ileriye geçmez ve ALTUN SİLSİLE’ye hâkim ana fârikayı
değiştirmez.): 1508= 509.

Tull: Süt: 39.
Bâlû: Ana baba bir olan kardeş: 39.
Hakî: Hikâye eden. Anlatan: 39.
Gazal: Güzel göz. Ceylân. Geyik, âhu. Geyik yavrusu. Şarkıcı: 1038= 39.
Ecille: Büyükler. İlim, fazilet ve rütbe itibariyle daha yüksek olanlar: 39.
Hall: İnen. Giren, dahil olan: 39.

Haleb: Süt sağmak. Sağılmış süt: 40.
Ezkiya: Saf, temiz, iyi hâlli kimseler. (Ezkiya: Keskin zekâlılar… Kürtçe, “Ezkiye?”:
Ben kimim?): 40.
Veled: Çocuk: 40.
Delv: Kova. Oniki burçtan birinin adı: 40.
İlgaz: Sözde maksadı gizleme: 1039= 40.
Cüval: Çuval: 40.

Halîb: Taze süt: 50.
Mihad: Yer. Arz. Beşik. Döşeme. Döşek: 50.
Nasreddin Hoca: (Nasreddin: Dine yardımı dokunan.): 1050.
Muhibb: Seven. Muhabbet eden. Dost. Hayrı isteyen: 50.

Süt: 69.
Hindî: Hind’e âit. Hind ahâlisinden olan. (Hindu: Yüzdeki benek, ben.): 69.
Büyük Doğu – İBDA: 1060+9= 1069.
Panzde(h): Onbeş: 69.
Sedad: İstikamet ve kasd. Haklı ve doğru şey. Akıl: 69.

Kim?: 70.
Büyük Doğu – İBDA: 1060+9= 1069= 70.
Gazi ana: 1018+52= 1070.

Gayb: Gizli olan. Görünmeyen: 1012= 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013.
İ’zam: Büyük görmek, büyük bilmek: 1012= 13

“Süt kim?”: 69+70= 139.
İsâ: 140= 1139.
İlm: 140= 1139.

Hâtif: Sesi işitilen ve kendisi görünmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı. Gayıbtan
haber veren cinnî: 486.
Memut: Ölmüş. Meyyit: 486.
Tuf: Yankı. Akseden ses: 486.
Müt’eme: İkiz doğma: 486.

Hâtif:486= 1485.
Ebu Bekir Muhammed bin Ali: Mühyiddin-i Arabî: 485.
Kaptan Gusto Müslüman: 163+101+221= 485.
Kaptan Mirzabeyoğlu: 163+322= 485.
Hetf: Bir şeyi gizlice hatırlatmak. Seslenmek. Fısıldamak: 485.

Kist?: Kimdir?: 490.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302= 1490.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+322= 1490.
Küta’: Tilki eniği. Tamamlanmak, toplanmak: 490.
Lâtin: Eski Roma: 490.

Men hüve?: O kimdir?: 101.
Emin: Kalbinde korku ve endişesi olmayan. Kendisine inanılan. İnanan, güvenen: 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
“Neslihan Kerimem”: 1101.
VEFAT
Levha: 25 Eylül 2008… Mahmud Efendi Hazretlerinin çevresinden üç hoca vefat
etmiş; İBDA’ya yakın ve sempatisi olan Hocaefendiler. Bu Hocaların İBDA ile ilişkilerini
çevremdekilere anlatıyorum. Cenazeler İzmit’te defn olunacakmış, cenaze namazı ise Fatih
Camii’nde kılınacakmış. Fevzipaşa Caddesi’nde Yavuz Selim semtinin oralardayız. Birden
Mahmud Efendi caddeye çıkıyor, hemen koşup karşılıyorum, elini öpüp, refakat-koruma
yapıyorum ve arkadaşlarla birlikte arabasına kadar götürüyoruz. (Kâzım Albayrak.)

Vefat: Ölüm. Ahirete göçme: 487.
Seyyid Fehim (Arvasî): (Üstadım’ın “Başbuğ Veliler 33”den: Mürşide bağlılık ve
kendisini mürşidde kaybediş derecesi de, Seyyid Fehim Hazretlerinde bulduğu misâli kimsede
bulamadı. O, evvelâ müridin en büyüğü, sonra da mürşidin en büyüğü oldu… Her işinde, her
nefes alışında şeyhine “rabıta” hâlinde… Onsuz ne kıpırdanışı var, ne de uykuya dalışı…
Diyorlar ki: “Mürşidimle aramda içi ateş dolu bir dere olsa da beni çağırsalar, hiç
düşünmeden dereye atlar, emirlerine koşarım!”… Mukaddes emâneti Seyyid Tâhâ
Hazretlerinden teslim alışları da pek esrarlı… Evvelâ: “Yapamam; bu kudsî yükü benim zayıf
omuzlarım taşıyamaz. Takatimin üstünde…” dediler ve Arvas’a doğru yola çıktılar. Yolda,
bir dağın tepesinde dinlenirken karşılarına bir adam çıkıverdi: “Seyyid Tâhâ Hazretleri sizi
çağırıyor. Geriye dönmenizi rica ediyor.”… Döndüler… Seyyid Tâhâ Hazretlerinin elinde
bazı mektublar: “Bize gösterdiğiniz bu yakınlık ve sevgi sizin değil mi?”… —“Evet!”… —
“Öyleyse niçin mânevî vârisliğimizi kabûl etmiyorsunuz?”… O ânda dudaklarının
ucuna bir âyet geliyor. Kalblerinde başka bir mânâ mevcut değil… Meâli: “Sana verdiğimiz
nimetleri açığa vur!”… Ve hemen mürşidinin ellerine kapanıp mukaddes yükü omuzlarına
alıyorlar… Hangi mesele ele alınsa, halli için başvurulacak makam tek: Seyyid Fehim
Hazretleri…): 487.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302= 1487.
İhtimam: Özenmek. Gayret ve dikkat etmek: 487.
Ta’biye: Askerlerin muharebede yerleştirilme düzeni: 487.

Dest-bus: El öpme: 532.
Tilka’: Taraf, yön, cihet. Hiza. Mülâkat. Görüşmek ve buluşmak: 532.
Telakkub: Lâkab alma. Lâkablanma: 532.
Sâât (saat’in cem’i): Zaman. Kıyamet. Muayyen vakit: 532.
Tekabbül: Kabullenme. Üstüne alma. Bir şeyi taahhüd ve iltizam etme: 532.

MANZUR
Levha: 25 Kasım 2000… Bir caddede bir dükkânın vitrinine bakarken, babam koluma
giriyor ve ben pek hevesli olmamama rağmen beraber pazar yeri dağıldıktan sonra çöplerin
yığıldığı bir yere geliyoruz. Babam bana sarılıyor ve “İsterdim ki hep senin gözünün önünde
olayım!” diyor. Bu sırada gökyüzüne bakıyorum, kayan bir sürü yıldız görüyorum.

Muanik: Birbirinin boynuna sarılan. Kucaklaşan: 261.
Kulakıl: İhlâs ve Muavvezeteyn sûreleri: 261.
Bakır (nuhas) Halka: (Hadîs: Mehdî’nin göğsündeki bakır halka onu korur.):
119+143= 262= 1261.
Süra: Gece seyri: 261.
Yehmur: Yeri götüren adam. Çok sözlü, çok konuşan. Çok çalışkan ve işe cüretli kişi:
261.
Gırân. (Kürtçe.): Yük: 1261.

İnak: Birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma. (İnak: Sözüne inanılır, itimad
edilebilir. Müsteşar, müşavir. İstişare, rey… İnaka: Aşırı güzelliği ve cazibedarlığı ile
hayret verme.): 221.
Muhammed Salih: 221.
Müslüman: 221.
Divar: Duvar: 221.
Divar: Dil, lisan: 221.

Gams: Yıldız kayması. Suya dalmak: 1100.
Müna: Arzular. Birinin yerine kaim-i makam olmak. Mekke’de hacıların Kurban
Bayramı’nda kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları yer. Suya giden yol. (Şeria: Suya giden
yol.): 100.

Seyyid Mahmud Hayranî: 451.
Şerif Muammer Erdiş: 595+350+506= 1451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
Mürteza: Beğenilmiş, seçilmiş, ihtiyar olunmuş: 1450= 451.

Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312= 1441.
Teslis: Üçleme: 1440= 441.
Mate: Öldü: 441.

Manzur: Görülen, bakılan, nazar edilen. Beğenilen: 1196.
Füsun: şaşırtıcı, hayret verici, kendine cezbedici bir güzellik. Büyü: 196.
Münaseme: Sırlaşmak: 196.
Kafiye: Tâbi olan şey. Her şeyin son tarafı: 196.

Manzur: 1196= 197.
Abdullah (Dehlevî): (Hacegân silsilesinin 29. büyüğü.): 197.
Menkabe: Büyük kişilerin hayat hikâyesi. Kıssa. Hikâye. Menkıbe: 197.
Sanvan: Kaftan. Eski eşyaların muhafaza edildiği dolap veya sandık. (Tarih: İşe
yaramaz diye bir kenara atılmış nesne.): 197.

TÜRBE-MEZAR
Levha: 22 Mayıs 2007… Büyük bir câmi görüyorum. Alt tarafında da odalar hâlinde
türbeler. Baş taraflarda büyük Osmanlı padişâhlarının türbeleri, en kenarda ve köşede ise,
üzerinde Abdülhalık Gucdevanî yazan türbe. Kapısı açılıyor ve içerden orta yaşlı biri çıkıyor.
O esnada kenarda oturan herkesle birlikte, hürmetle ayağa kalkıyoruz. Abdülhalık Gücdüvanî
Hazretleri mi türbedar mı bilmiyorum. O biraz yukarıda, herkes elini öpüyor. Ben biraz
seyrettikten sonra, en son gidip elini öpmek için izin istiyorum. Elini cebinden çıkarıp
uzatıyor, ben de öpüyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — İsmail Uysal.)

Gurabe: Kubbeli türbe: 234.
Musaddak: Doğruluğu tasdik edilmiş. Sadakati ve doğruluğu tasdik edilmiş, isbat
edilmiş olan: 234.
Kaviyyen me’mul: Çok kuvvetle ümid edilen: 234.
Maksad: Meram, gaye: 234.
Musaddık: Tasdik eden. İmzalayan. Doğruluğunu kabul eden: 234.
Ercül: Ayaklar: 234.
Rical: Erkekler. Mevki sahibi kimseler, devlet adamları. Yaya olanlar: 234.

Guristan: Mezarlık, türbe: 737.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+506= 1736= 737.
Bezle: Ahenk ile okunan şiir. Şaka tarzında söylenen söz. Lâtife, hoşa giden nazik ve
kibar söz: 737.
İzhal: Hatırdan çıkarma, unutma: 737.
Usmuh: Kulak. Kulak deliği: 737.
Bizle: Lâtife, şaka: 737.
Bizle: Gündelik elbise: 737.

Medfen: Kabir, mezar: 174.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174.
Mukalled: Boynuna gerdanlık takılmış. Padişâh tarafından nişân takılan kimse. Örnek
tutulan. Misâl alınan. Taklid edilen: 174.
Said: Mezar, kabir. Yeryüzü. Yüksek. Yukarı çıkan. Yol, tarik. Yukarıdaki temiz
toprak, pislikten uzak pak toprak: 174.
Sandal: Güzel kokulu bir ağaç. Büyük başlı deve: 174.
A’kab: Bir şeyin hemen sonrası: 174.
Akd: Anlaşma. Sözleşme. Düğümleme. Düğümlenme. Bağlama. Bağlanma: 174.
Deysak: Uzun yol. Beyaz olan şey: 174.
Dülfin: Denize düşenlere yardım edip onları kurtaran bir balık: 174.
Fasd: Damar kesmek. Kan alma, hacamat: 174.
Mefhum: Kömürleşmiş olan. (Mefhum: Anlaşılan. Mânâ. İfâde.): 174.
Sadef: Yüksek büyük dağ. Her yüksek nesne. Bir yöne yönelmek: 174.

Madca’: Mezar: 913.
Cezrî: Köklü. Kat’i. Köke âit ve müteallik. Radikal: 913.
Pezîra: Kabul eden: 913.
Hadaset: Gençlik. Yenilik. Tazelik. Yeniden oluş. Bir şeyin evveli, ibtidası: 913.
Mütabaat: Birbirine tâbi olmak. Birini takib etmek: 913.
Tahadüs: Haberleşmek: 913.
Tebaşir: Müjde. Her şeyin öncesi, ilk zamanı: 913.
Teşcir: Ağaçlandırma: 913.
Zerabî: İftihar eden. Geniş enli döşek, yatak: 913.
Ezrebî: AZERBAYCAN’ın Arabça adı: 913.
Sebatî: Sebatlılık. Sözünde ve kararında durma: 913.

Abdülhalik (Gucdevânî.): (Hacegân silsilesinin 10. büyüğü.): 1912.
Eşyah: Şeyhler, ihtiyarlar, pir-i fâniler: 912.
Beşeriyyet: İNSANLIK. İnsanın tab’ ve hilkati: 912.
Tahaddüs: Haber vermek. Sezgi: 912.
İftilat: Ansızın bir işe girişmek. Hatıra geliverecek şiir veya söz söyleme: 912.
İltifat: Güzel sözle okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek.
Lütfetmek. Dikkat, itina: 912.
Mübzi’-mübdi’: Kârı ve kazancı tamamen kendisine âit olmak üzere sermaye verme:
912.
Helyostat: Güneş ışınlarını yansıtmaya yarayan bir ayna: 912.
Kazaî: Hüküm verme: 912.
Horasan: İran’ın doğusunda bir memleket ismi. Doğan güneş: 912.
Kazib-kadîb: Ağaç dalı: 912.

İMÂM
Levha: 4 Ocak 2001… Metris Cezaevi’nde ziyaret mahallinin kapı önünde
bekliyorum. Girmeme müsaade etmiyorlar. Sadeddin ağabey geliyor, onunla hasret
gideriyoruz. Geçenlerde bir rüyâ gördüğümü söylüyorum, o da anlatmamı istiyor. “Rüyâmda,
Allah Resûlü gelmiş, bizlere namaza durmamızı emretmiş, biz de hemen saf olmuşuz.
Kumandan önümüze geçerek imâmlık yapmış!” diye anlatıyorum. Sadeddin ağabey,
“imâmlığı Kumandan mı yaptı?” diye soruyor. Ben de, “evet, Allah Resûlü de Kumandan’ın
hemen arkasındaydı!” diyorum. Sadeddin ağabey hemen yerinden fırlıyor ve ziyâret
mahalline giriyor. Birkaç dakika sonra tekbir sesleri geliyor. (Mustafa Fişenkçi.)

Mukteda: Kendisine uyulan. Önde giden. Müctehid. Pişivâ. Namazda kendisine
uyulan imâm: 554.
Muktedî: Tâbi olan. İmâma uyan: 554.
Mu’temid: İtimad eden. İnanan. Güvenen: 554.
Mu’temed: Kendisine güvenilen. İtimad edilen kimse. Kendinden emin olunan.
Ziyâdesiyle doğru ve müstakim olan: 554.
Meşruh: Şerh olunmuş. Anlatılmış. Açıklanmış. İzâh olunmuş: 554.
Takdim: Arzetmek. Sunmak. Öne geçirmek. Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek:
554.
Müstedîm: Devamlı, daimî. Devamını isteyen: 554.
Müstened: Bir şeye istinad etmiş veya o şey sened kabul edilmiş: 554.
Müstenid: Bir şeye dayanan. Bir şeyin üzerine koyulmuş. İstinad eden, güvenen. Bir
delili, şâhidi olan: 554.
Müteammid: Kasteden. Tasarlıyarak yapan: 554.
Mütecanis: Aynı cinsten: 554.
Mütekayyid: Dikkatli davranma: 554.

Muktedâ-bih: Kendisine uyulan, tebaiyyet edilen: 552.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322= 552.
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 92+129+332= 553= 1552.
İnşikak: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma: 552.
Muhdis: Hâdiseye sebeb olan. Yeni bir şey ortaya çıkaran: 552.
Muhaddes: Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirilmiş. Sadık-ül hads olan
kimse. Her zan, tahmine feraseti isabetli olan. Nakil ve rivayet edilmiş olan: 552.
Mevkut: Vakti belli olan: 552.
İnşar: Ölüyü diriltme. (İhya: Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Uyandırmak.):
552.
Iknat: Allah’a dua etme. Namazda kıyamı uzatmak: 552.

İmam: Öne geçmek. Delil ve rehber. Hâkim, reis. Devlet reisi: 82.
Kamer Sûresi, 45. âyet. (Noktalı.): (Meâli: Kesinlikle birliktelikleri bozulacak ve
arkalarına bakmadan gideceklerdir.): 82.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332= 1082.
Leben: SÜT. Boyun ağrısı: 82.
Leban: GÖĞÜS: 83= 1082.
Müevvil: Rüyâ tâbir eden. Tevil eden: 82.
DAĞ ZİRVESİ
Levha: 29 Ekim 2008… Karanlık ve uzunca bir yoldayım. Etrafıma telâşla bakarken,
bir ân duraksıyorum ve önümde bir dağ görüyorum. Belli belirsiz dağın zirvesine bakmak için
başımı kaldırdığımda, zirvede bir el çağırır gibi sallanıyor. Dağa tırmanmaya başlıyorum,
karanlık yerini aydınlığa bırakıyor. Uzun bir tırmanıştan sonra zirveye yaklaşırken
yoruluyorum. Dinlenirken bir el omzuma dokunuyor. Arkamı dönüyorum, karşımda duran
yüz benden kaçınarak, elini “gel” dercesine sallayarak uzaklaşıyor. Tekrar tırmanmaya
başlıyorum ve biraz sonra zirveye ulaşıyorum. Karşımda Kumandan Salih Mirzabeyoğlu.
Sarılacak oluyorum, yaklaştıkça uzaklaşıyor. Bir atlet gibi koşarak yakalamaya çalışırken
düşüyorum. Baygın şekilde yüzüstü yatarken, az sonra uyanıyorum. Sağıma soluma bakıp
birilerini arıyorum; önüme bakındığımda, Kumandan’ın yeni çıkan kitabı “İNSAN”, bir kalıb
içinde gözüme çarpıyor. Kitabı alıyorum ve dağın zirvesinden inmek için aşağı bakıyorum,
orada Kumandan’ı görüyorum. Zirveye doğru, –yâni bana–, el sallayarak uzaklaşıyor. (İzmir
2 Nolu F-Tipi Cezaevi — Cuma Tombul.)

Sudd: Dağ: 94.
Aziz: İzzetli. Sevgili. Çok nurlu. Dost. Şerif. Nadir. Dini dünyaya âlet etmeyen. Sireti
temiz. Ermiş. Hıristiyanlıkta kudsî kabul edilen daimî reis. (Esma-i Hüsna’dandır.): 94.
Evliya Çelebi: 94.
Üzuf: Yakın olmak, yaklaşmak: 94.
İstihlab: Tırmalama: 1094.
İlbas: Giydirme veya giydirilme: 94.
Nühul: Bal arıları. Arılar. Zayıf olmak: 94.
Cilas: Beraber oturmak: 94.
Havf: Kavim, kabile: 94.
Müdemma: Çok kırmızı nesne. Atın çok kırmızı olanı: 94.

Damen: Elbise veya dağ eteği. Taraf. Kenar: 95.
Tahaf: Yüksek bulut: 95.
Vedia: Emanet: 95.
Kelim(e): 95.
Hels: Çok hayır. Gizlemek, saklamak: 95.
Minh: Ondan: 95.

Kûh: Dağ: 31.
Salis(e): Üçüncü. Saniyenin altmışta biri: 1031.
Gull: Kelebçe: 1030= 31.
Hillet: Samimi ve candan dostluk. Kılıç gediği. Nakışlı deri: 1030= 31.
Pa-kub: Çengi. (Çeng: El. Pençe.): 31.
Manzam: Sıra, dizi: 1030= 31.

Kuhe: Dağ. Hücum, saldırma. Dağ tepesi gibi kubbeli ve sivri olan şey. Deve
hörgücü. At eyeri: 36.
Giyah: Nebat, bitki: 36.
Bücal: Kömür. Ateş koru. (Fehîm: Kömür… Fehîm: Anlayışlı, akıllı, zeki kimse.): 36.
Guy: Söyliyen, konuşan, konuşucu. Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir oyun topu: 36.
Ehl: Dost, sahib, mensub. Evlâd, ıyâl. Kavm. Usta, muktedir, becerikli. Yabancı
olmayan: 36.
Halvet: Yalnızlık. Gizlilik: 1036.

Şayk: Dağ, cebel: 410.
Musa Mirzabeyoğlu: 107+1302= 1409= 410.
Pişnemaz: İmâm: 410.
İhtizar: Huzura çıkmak. Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması: 1410.
Habbe(t): Yol, tarîk: 410.
Hadaret: Medeniyet. Bir şeyin yanında bulunmak. Huzur. Yakında olmak. Hazır
olmak. Hazır etmek: 1409= 410.
Hata’: Saçak bükmek. (Hata: Kuzey Çin.): 410.
Şem’: Mum, ışık: 410.

Naıt: Dağ: 130.
Da’vâ cetvelinde “Ye” harfi Allah’ın “Yasin” ismine tevafuk ediyor ve sayı değeri:
130.
Kelef: Yüzdeki benek, ben. Şiddetli sevgi: 130.
Ayn: Göz. Pınar, kaynak, çeşme. Tıpkısı, tâ kendisi. Zât. Eşyanın hakikati. Kavmin
şereflisi. Diz. Altun. Nazar değme. Casus. Her şeyin en iyisi. Muayene etmek: 130.
Na’y: Ölüm haberi getirmek: 130.
Us: Büyük kadeh. Akıl: 130.
Seng: Ağırlık. Vezin. Tartı ve temkin. Sıklet. Beraberlik. Taş, hacer: 130.

Zirve: Bir şeyin, hususen dağın en yüksek yeri: 911.
Fazıl: Fazilet sahibi. Üstün kimse: 911.
Zeir: Öncü, çeri kimse: 911.
Zerdüşt: Mecusilerin reisi: 911.

MORARMIŞ GÖZ
Levha: 26 Eylül 2008… Kumandan, elindeki kâğıt parçalarıyla yanıma geliyor.
Yüzüne bakıyorum… Saçları simsiyah… Yaklaşınca sağ gözünün altında mor bir halka
görüyorum. Gözünün birileri tarafından morartılmasına rağmen, Kumandan gayet sıhhatli…
Bu hâliyle gözündeki morluk, gözüme, özenle çizilmiş ve boyanmış güzel bir desen gibi
görünüyor. Üzülmeye fırsat kalmadan, bunun bile Kumandan’a çok yakıştığını düşünüp
seviniyorum. Kumandan’ın elinde gazete küpürleri, el yazıları ve ayrıca büyük kâğıtlara
kendisinin çizdiği resimler var. Yazıları uzatarak dergiye nasıl koymam gerektiğini izâh
ediyor. Bu hareketlerini Kâzım (Albayrak) ağabeye benzetiyorum. Aklımda çizdiği resimler
var, fakat yanımda diye bakmaya çekiniyorum. Kumandan yanımdan ayrılınca hemen
resimlere bakıyorum; hepsi de abartılı biçimde boyanmış. Bir tanesinde mora çalan mavilikte,
televizyondaki “şirinler” karakterleri var. O kadar çok boyamış ki, kâğıdın boş yerlerinde
mavi lekeler oluşmuş. Öteki resim karanlık… Yoğunlaşınca bunun bir deniz olduğunu
anlıyorum. Daha da yoğunlaşınca denizin ortasında büyük bir gemi silueti… Bakmaya devam
ettikçe geminin –fırça darbeleriyle yapılmış– sarı ışıkları yanıyor. (Yavuz Arslan.)

Kedme: Yara izi, bere: 69.
Himyata: Süryanice’dir ve Tevrat’ta geçer. Allah Resûlü’nün İbranice bir ismidir: 69.
Sebz: Yeşil, yeşil renkli: 69.
Neyt: Cenaze. Ölüm. Kalbin asılı olduğu damar. Derinliği adam boyu olan kuyu: 69.
Ahkem: En sağlam. En kuvvetli. En çok hükmeden. En hâkim ve akıllı: 69.
Südde: Kapı, eşik: 69.
Desse: Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan: 69.

Kelim: Yaralı kimse. Konuşulan kimse: 100.
Kelim: Kendisine söz söylenilen, kendisine hitab olunan. Söz söyleyen, konuşan.
İkinci şahıs. Yaralı kimse. Hazret-i Musa’nın bir ünvanı: 100.
Gusto: Zevk ve takdir: 101= 1100.
Karz: şiir söylemek. Kat’etmek, kesmek. Borç, ödünç: 1100.
Hil’at: Kaftan: 1100.
Temessuh: şekil değiştirme: 1100.
Milel: Milletler: 100.
Deh-sal: Yıldız, seyare, gezegen: 100.
Münciz: Verdiği sözü yerine getiren: 100.
Müncez: Sözü yerine getirilmiş: 100.
Damane: Dağ eteği, dağın çevresi: 100.

Sad: Göz ağrısı, göz hastalığı. (Sad: Yüz sayısı… Sa’d: Mihnet, meşakkat,
zahmet… Sa’d: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik. Kutlu, uğurlu…
Sad’: Yarılmak, yarmak. Kesmek, kat’etmek. Göstermek. İzhâr etmek. Beyân ve meyl
etmek, açıklamak.): 65.
Haste: Hasta, rahatsız: 1065.
Necîb: Soyu temiz. Asilzâde. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65.
Ozan: Eski Türk şâiri ve âlimi: 65.
Yedan: Eller. İki el: 65.
Hünud: Hindliler: 65.
Se: Üç: 65.
Dellal: İlân edici. Davet eden. Müşterileri çeken. Hakka davet eden: 65.
Kilye: Böbrek: 65.

Mor-halka: 240+143= 383.
İfşa: Gizli bir şeyi herkese duyurmak. Fâşetmek. Meydana çıkarmak: 383.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+322= 384= 1383.
Kunu rovi. (Kürtçe.) Tilki yavrusu: 384= 1383.
Kalender: Dünya alâyişinden uzak kimse. Felyesof. Filozof: 384= 1383.

Morarmış göz: 787+33= 820.
Hayrî: Hayra âit: 820.
Ihrit: İsmi işitilmeyen bitki: 820.
Adahî: Kurbanlar: 820.
Muzi’: Meydana çıkaran, açığa vuran: 820.

27.11.2008- SAYI: 99
SEYAHAT
Levha: (…) 2000-2001… Şâm’a giden, bütün koltukları dolu bir otobüse biniyorum.
Birçok tanıdık gönüldaş da otobüste. Eşim Sami Erengül yanımda. Yan koltukta oturan güzel
yüzlü bir zât eğilerek, “Şöförün yanında ayakta duran zât Hazret-i İsâ’dır!” dedi. Hazret-i İsâ,
herkese vazife taksimi yapıyor, vazife dağıtıyor. Üzerinde siyah elbise var ve çapraz iki
mermi şeridi mevcut; ve silâhlı. (Savaşçı, asker kıyafetli.) Orta boylu, dalgalı saçlı. Sıra bana
gelince, pencereden dışarıyı gösterip, “Şam’daki şameyi bul, Akminare’yi!” dedi… Şâm
şehri, hem Bursa’yı, hem İstanbul’u andırıyordu. (Canan Erengül.)

Seyahat: Yolculuk, gezi: 479.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+322= 479.
Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 62+418= 480= 1479.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480= 3479.
Hikemiyyat: (Alt başlığı “Tefekkür ve Hikmet” olan kitabımın ismi.): 479.
Mütegalibe: Sıra ile birbirine galib gelen: 1478= 479.
Teahhüd: Hıfzetmek, korumak. Uymak, riâyet etmek: 479.
Tahamül: Başkasının zahmetini yüklenme: 479.
Taahhüd: Bir işin yapılmasını deruhte etme: 479.
Gayetsiz: Nihayetsiz, sonsuz: 1478= 479.
Irtır: Yerinden ayrılmak: 479.

Seyahat: 479= 1478.
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221= 478.
İbtida’: İbda’. Başlangıç: 478.
Tahkim: Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek. Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak.
Mahkemede hasmın davalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek: 478.
Bayiste: Lüzumlu, gerekli, zaruri: 478.
Deste-dad: El veren, yardım eden: 478.
İstitabe: Hoş ve iyi bulma: 478.
İstizade: Arttırılmasını arzulama: 478.
Mütecadil: Mücadele eden. Şiddetle çekişen: 478.
Ta’bie: Karıştırmak. Beslemek, terbiye etmek. Hazırlamak: 478.
Peyvest: Ulaşma, vasıl olma, kavuşma: 478.

Mütecanî: Fısıltı ile konuşan: 504= 1503.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503.

Muharib: Harbeden. Cenkçi. Cengâver. Cesur. Atılgan. Kahraman. İyi
harbeden. Harb usullerini iyi bilen: 251.
Eren: Ermiş. Veli: 251.
Manzaranî: Gösterişli ve güzel adam: 1251.
Ergan: Söz dinlemek: 1251.
Müste’zin: İzin isteyen: 1251.
Müste’zen: İzin istenilmiş: 1251.
Kumandan: 252= 1251.

Şame: Vücuttaki ben. Kadın baş örtüsü: 346.
Mersum: Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli. An’ane, gelenek. Adı ve bahsi geçmiş.
Bahsedilmiş: 346.
Makru’: Okunan. Okunmuş olan: 346.
Magruk: Gark olmuş. Suda batmış olan: 1346.
Kurum: Değerli insanlar: 346.
Eşme: Kumsal yerde kaynayan pınar: 346.
Haşim: Ezen, yaran, parçalayan. (Haşim: Haşmetli, gösterişli, muhteşem… Haşimî:
Allah Resûlü’nün kabilesinden, O’nun sülâlesinden olan.): 346.
Mukır: Yemişinin çokluğundan dolayı dalları sarkmış olan ağaç: 346.
Muvakkar: Ağırlanmış, saygı gösterilmiş olan. Ağırbaşlı, vakarlı, ciddi: 346.
Muvakkir: Ağırlayan, saygı gösteren: 346.
Mümarese: Çalışarak maharet kazanmak: 346.
Müruk: Sâfi, süzülmüş nesne: 346.
Mukarre: Gözyaşının durması: 346.
Bombarduman: 346.

Şame: 346= 1345.
İmâm-ı Rabbanî: 345.
Kaasım Bin Muhammed: (Hacegân silsilesinin 4. büyüğü.): 345.
Müfekkire: Düşünme gücü ve kuvveti: 345.
Mehrak: Sahife, sayfa: 345.
Meşad: Mukavemet ve galebe etmek: 345.

Akminare: 397.
Tavzif: Vazifelendirmek, iş vermek: 1396= 397.
Guşmal: Yola getirme, kulak bükme, ihtar etme: 397.
Kasırga: Çevrintili rüzgâr: 1396= 397.
Fersendac: Ümmet: 398= 1397.

EBU’L HASEN
HARKAANÎ
Levha: 26 Eylül 2000… Ebu’l Hasan Harkaanî Hazretleri, doğu ülkelerinde, oradaki
müslümanlara yardım için bir savaş başlatmış. Bu savaştan evvel Kumandan ile aralarında bir
anlaşma yapmışlar… Ve Ebu’l Hasan Harkaanî Hazretleri bu savaşta vaadini yerine getirmiş.
Kumandan büyük bir savaşa hazırlanıyor. Üzerinde siyah bir gömlek, kollarını kıvırıyor.
(Kartal Cezaevi — Hasan Kapar.)

Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân silsilesinin 7. büyüğü.): 1119.
Nates: Üstad, âlim: 119.
Nuhas: Bakır. Kızgın maden. Kıtr. Ateş. Dumansız alev. Bir şeyin aslı. Tütün: 119.
Niçün?: 119.
Tıfl: Küçük çocuk. Batmaya yakın güneş. Kıvılcım: 119.
Dem’a: Bir damla gözyaşı: 119.
Falih: İsteğine kavuşan. Kurtulan. Felâh bulan. Çiftçi: 119.
Cefale: İnsan topluluğu: 119.
Ma’hed: Sözleşilen ve anlaşma yapılan yer. Buluşma yeri: 119.
Desen: 119.
Halif: Yemin eden: 119.
Adliye: Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire: 119.

Ebulhasen Harkaanî: 158+961= 1119= 120.
Elif: Munis, sahib, dost: 121= 1120.
Semek: Balık: 120.
Fely: Bit toplamak. Şiirin ince mânâlarını çıkarmak. Kesmek. Kılıç ile vurmak: 120.
Nesi’: Unutkan. Unutulan. Unutulmuş olan: 120.
İhsan: İyilik, lütuf, bağışlamak. Şahitlik etmek, cömertlik yapmak. Allah’ı görür gibi
ibadet etmek. Güzel bilmek. Güzel eylemek: 120.

Maşrık-meşrık: Güneş doğacak cihet. Gündoğusu. Doğu. Şark ciheti. Güneşi bol
yer. Kış vakti güneşe karşı oturacak yer. Tövbe kapısının adı: 640.
Muhh: Beyin. İlik. Cevher, madde: 640.
Dahile: Bir şeyin içyüzü: 640.
Hayl: Düşünmek, hıfzetmek. Zümre, güruh. At. At sürüsü: 640.
İrtihal: Bir yerden bir yere göçmek. Ölmek: 640.
Muktela’: Kökünden koparılmış. Kökünden koparan: 640.
Hulud: Ebedîlik. Bir şeyin aslî hâleti üzere daim olmak: 640.

Hafık: Şark veya garb tarafı. Ufkun nihayeti. Vuran, çarpan, çırpınan: 781.
Hacegî (Emkengî): (Hacegân silsilesinin 22. büyüğü.): 781.
Müsaferet: Yolculuk, seyahat. Misafirlik: 781.
Şearir: Her yöne dağılmak: 781.
Mütegaşşim: Galebe eden: 1780= 781.
Fakare(t): Omurga kemiği: 781.
Fıkarat: Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler. Fasıllar, bölümler. Cümleler, paragraflar.
Omurga kemiklerindeki boğumlar: 781.
Terafuk: Arkadaş olma. Yardımlaşma: 781.
Zimam: Ahd, söz, yemin. Hak. Hürmet: 781.

Hafıkan: Mağrib ile maşrık. Şark ile garb. Doğu ile batı: 832.
Mehd(î) Muhammed Salih: 49+92+691= 832.
Muayenehâne: 832.

GRİ CÜBBE
Levha: 18 Haziran 2000… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin kucağında dürülü gri
cübbesi. Cübbe herkesin kaldıramayacağı kadar ağır. İçimdeki his cübbenin 50 adet 51 ekran
televizyon ağırlığında olduğunu söylüyor. Efendi Hazretlerinin yüzünde müstehzi bir
tebessüm var. (Hatice Nalân.)

Gewher. (Kürtçe.): Gri. (Yevmiye: Efendi Hazretleri hafif toplu idi, torunu Taha
–Üçışık– onu andırır… Üzerinde umumiyetle gri cübbe bulunurdu…): 231.
Gevher: Hakikat. Akıl ve edeb. Asıl ve neseb. Elmas, cevher, mücevher. İnci. Bir
şeyin künhü ve esası. Noktalı harf: 231.
Müslîman: 231.
Ebu Bekir: (En büyük sahabî.): 231.
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+154= 1230= 231.
İn’isan: Emin ve muhafazalı bulunma: 232= 1231.
Kasavise: Keşişler: 232=1231.
Kınaf: Büyük burunlu kişi: 231.
Kasım: Kırıcı, ezen, ufalanan: 231.
Ikyan: Halis iyi altun. İnci parçası: 231.
Havzerî: Birbirinden ayrılmayı isteyen: 231.
Küvre: Şehir. Ateş yakacak yer. Düz nâhiye: 231.
Makass: Makas: 231.
Nakıf: Bakan, nâzır: 231.
Nakkaf: TEMKİNLİ kimse, iyi niyet sahibi olan kişi: 231.
Sikâ’: Kadınların örtündükleri peçe: 231.
Aktaan: Kalem, seyf: 231.
Rekve: İbrik: 231.
Nafık: Geçer para, geçer akçe: 231.
Eyker: İlâç yapılan bir ot: 231.
Küre: Demirci ocağı. Kuyumcu ocağı. Küre: 231.
Küre: Maden ocağı. Toprak ocak: 231.
Müstelezz: Lezzet alınmış, tadına varılmış: 1230= 231.
YÜZME-KOŞU
Levha: 18 Temmuz 2008… Kumandan bir adada Cezaevi’ndeymiş gibi. Orada sürekli
yüzüyormuş. Yanında da 3-4 yaşlarında bir erkek çocuğu var. Ben de ona yüzmeden gelince
yesin diye birşeyler hazırlıyorum. Acele acele domates doğruyorum. “Hadi daha bitmedi mi?”
diye beni çağırıyor. Birşey diyecekmiş. Cezaevi’nden çıkmış, Kâzım ağabeyle, Ali Osman’la,
Ünsal’la falan koşuya gitmiş; hergün düzenli olarak koşuyorlarmış. Kalabalık bir medya
grubu, Kumandan’la görüşmeye çalışıyorlar; kameraları, mikrofonları hazır, Kumandan’ın
koşudan dönmesini bekliyorlar. (Nuray Zor.)

Bile: Ada. Her tarafı denizle kaplanmış olan kara parçası. Yanak. Yan. Kayık
küreği: 47.
Valî: İşleri yürüten. (Esma-i Hüsna’dandır.): 47.
Magz: Beyin. Öz. İç. Lüb. İlik. Dimağ: 1047.
Mişvaz: Sarık: 1047.
Evla: Daha iyi, birincisi, başta lâzım geleni: 47.
Mecd: Büyüklük. Azamet. Şeref, itibar: 47.
Athal: Kül renginde. Gri: 48= 1047.
Daima: Her vakit, her seviyede: 47.
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan.) Kuş tuzağı: 48= 1047.
İdgam: Gizlemek: 1046= 47.
İhtidam: Hizmet etmek: 1046= 47.
Mezz(e): Emmek, mass: 47.
Mizz: Bir şeyin diğerine olan fazlı, üstünlüğü: 47.
Muazale: Bir sözün mânâsını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme. Sözde
kelimeleri tekrarla kullanma: 1046= 47.

Cezire: Ada. Dört tarafı su ile çevrilmiş toprak parçası: 225.
Cüzeyre: Küçük ada, adacık: 225.
Gadîrî: Gölde yaşayan hayvan veya bitki: 1224= 225.
Derrak: Çok dikkatli olan, anlayışlı, müdrik: 225.
Ekder: Bulanık. Boz renkli: 225.
Hazîr: Su sesi, su şırıltısı: 225.
Harîz: Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış: 225.
Tavzih: Açıklamak: 1224= 225.
Maika: Derin, amik: 225.

Şinar: Suda yüzme: 551.
Meşhur: Herkesin bildiği: 551.
Mütealî: Aşkın. Yüksek olan, yükselen. Tecrübe ile elde edilen. İlim hududunu aşan:
551.
Müstevliye: İstilâ eden, ele geçiren, zapteden. Galib olan. Yayılan, her tarafı kaplayan:
551.
Kanit: Dua eden. İtaatli. Sükût eden: 551.

Şinar: 551= 1550.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+322= 1549= 550.
Kirişek: Savaşçı. Cengaver: 550.
Tüfeng: Tüfek: 550.
Aramram: Asker çokluğu. şiddetli hâl ve iş: 550.
İstanbul: 550.
Semud: Salih Peygamber’in kavmi: 550.

Hamr: Yüzmek. (Hammar: Mürşid, şeyh, kılavuz.): 248.
Muhakkak(a): Hakikati belli olmuş. Tahkik edilmiş. Doğru. Mutlaka, ne olursa olsun:
248.
Muhakkik: Hakikati araştırıp bulan. Hakikat âlimi: 248.
Remmaz: İşaretlerle konuşan: 248.
Zamir: Düdük çalan. Ney çalan. (Zamir: Bir şeyin içyüzü. Bir şeyi gizlemek. Niyet.
Vicdan. Kalb. Gaye.): 248.
Mezar: Ziyaret yeri. Ziyaretgâh. Kabir: 248.
Rahil: Göç etme. Hicret etme. (Muhacir: Göç eden. Allah’ın yasak ettiğinden
uzaklaşan.): 248.
Rahm: Acıma, koruma, esirgeme, şefkat etme. Hısımlık, akrabalık: 248.
Ruhum: Esirgemek, korumak, rahmet: 248.
Behram: Merih yıldızı. (Behrame: Yeşil elbise.): 248.
Bihram: Savm, oruç: 248.
Me’rebe: İhtiyaç. Ümitli bulunma. Ümitvar olmak: 248.
Darbam: Direk, kiriş. (Darbum: Eskişehir’in Bizanslılar zamanındaki ismi.): 248.
Bermah: Burgu, matkab: 248.
Lajverd: Lâcivert. (İNSANÎ HAKİKAT’in Perdeleri… Nefsin gaybı: Nuh
Aleyhisselâm ile ve günlerden Pazar ile irtibatlıdır. Lâtifesi, lâtife-i nefsi’dir. Onun lâtifesi
LÂCİVERD renkte olur. Bu makamda 10.000 perdenin açılması gerekir; zikrin ateşi hâlinde
nefs, faaliyetlerden geri durur ve sâlikte bir nevi fena hasıl olur. Bu makamda ölülerin
hâllerine vakıf olunur; tehlikesi, sâlikin kendisini keşif ehli, halkı ise basiretsiz olarak
düşünüp nefs şaşkınlığına düşmesidir.): 248.

Şinah: Suda yüzme: 356.
Muşa: İki renk üzere dokunmuş elbise: 356.
Haşimî: Peygamber sülâlesinden gelen. Bir tarîkat şubesinde olan: 356.
Kannur: Büyük başlı kişi: 356.
Karun: İki şeyi bir araya getiren: 356.
Kurun: Asırlar. Devirler. Çağlar: 356.
Muamere: İmaret etmek: 356.
Fürusî: İyi binici, ata iyi binen: 356.
Sernâme: Önsöz. Takdim. Mektub, kitab vesairenin başına yazılan yazı: 356.
Aruf: Uzun zaman acı ve ızdırab çeken: 356.
İnşibab: Gençleşme, delikanlı olma: 356.

Sabih: Yüzen, yüzücü: 71.
Müselles: Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: 1070= 71.
Alim: Üzüntülü, kederli, ızdırab çeken: 71.
Molla: 71.
Esî: İlâç yapmak: 71.
Sivad: Gizli söz. Sır: 71.
Tabs: İNSAN: 71.
Best: Döşemek, yaymak, neşr: 71.
Eshab: Çekmek, cezb: 71.
Kân: Bir şeyin menbaı. Kuyu. Kaynak. Maden ocağı. Bir keyfiyetin bol olarak
bulunduğu yer: 71.
Meâl: (Geri dönmek ve rücu eylemek’den.) Meydana gelen netice. Mefhum. Kısaca
mânâsı. Kaynak. Husul yeri, peyda olunacak yer: 71.
Hibas: Su bendi: 71.
Hapis: 71.

Sabiha: Gemi. Yüzen: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76.
Moğol: 1076.
Lehüma: O ikisi için. İkisi hakkında: 76.
Bid’: Yeni. İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve yegane: 76.
Gun: Tarz, gidiş, sıfat. Renk: 76.

Sabihat: Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler. Ehl-i imânın ruhları. Yıldızlar: 472.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 472.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1312= 1472.
Bist: YİRMİ: 472.
Mülaet: Allah Resûlü’nün, Hazret-i ABBAS ve dört erkek evlâdını örttüğü perde.
Büyük ihram: 472.
İsticabe: Duanın Allah tarafından kabul olunması: 472.

Şinaver: Suda yüzen. Yüzgeç: 557.
İntikah: İyi haber veya söz işitip sevinme. Kuvvetsizleşme: 557.
Sumnat: Kilise. İbadethâne. Manastır: 557.

Taz: Koşma, koşuş: 408.
Guzat: Gaziler: 1408.
Şekub: Ruşen olmak, parlamak: 408.
Ismarlama: Sipariş verme, emanet etme. Siparişle yaptırılmış, hazır alınmayan: 408.

Tek: Koşma, seğirtme: 420.
Hidayet: Doğruluk. İslâm: 420.
Aşen: Her nesnenin aslı ve kökü. Sözü kendi kanaatine göre söyleme: 420.
Müferrik: Ayıran, tefrik eden: 420.
Herhîr: Bir nevi yılan: 420.
Deharîr: Zamanın şiddetleri: 420.
Ferengîs: Zühre yıldızı. Venüs gezegeni, çoban yıldızı: 420.

TEESSÜR
Levha: 19 Kasım 2008… Kumandanımız bel fıtığı olmuş, eski bir araba ile hastaneye
kaldırıyoruz. Kumandanımız’ın ömrünün son günlerini yaşadığı hissi içindeyim, büyük bir
üzüntü duyuyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Abdüsselâm Tutal.)

Haste: Rahatsız, hasta: 1065.
Necîb: Soyu temiz. Asilzade. Cömert. Güzel huylu ve ahlâklı: 65.
Hünud: Hintliler: 65.
Se: Üç: 65.

Haste: 1065= 66.
Haste: Uzanmış. Ayağa kalkmış: 1066.
Nevi: Yenilik: 66.
Hilâl: Yeni ay şekli. Yeni ay: 66.
Vîn: (Kürtçe.): İrade: 66.
Vîn: Siyah üzüm. Boya, renk: 66.
ELİF harfi, Da’vâ cetvelinde “Allah” ismine tevafuk eder ve sayı değeri: 66.
Hazırûn: Meydanda olanlar. Mevcut ve hazır olanlar: 1065= 66.
Nevey: Çekirdekler: 66.
Kâme: Arzu, istek, meram, gaye, maksad: 66.
Zinde: Dinç, diri, canlı. Güçlü kuvvetli: 66.
Cenaze: İnsan ölüsü: 66.
Nedîb: Yara izi kalan âzâ: 66.

Haste: İstenilen, matlub, taleb edilmiş, istenilmiş: 1072.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+332= 1072.
Nekeb: Hastanın iyileşmesi: 72.
Tesbih: Derin uyumak: 1072.
Binî: Burun. (İnsan ve deniz için kullanılır.) Dağ tepesi. Zirve, uç nokta. Görürlük: 72.
Ibb: AĞIR YÜK, yük dengi: 72.
Mübekkî: Ağlatıcı: 72.

Teessür: Üzülmek. Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Tesir altında kalmak.
Kederlenmek: 1101.
İsm: Ad, nâm. Bilinen veya bilinmeyen, hissedilen veya hissedilmeyen bir şeyi
tanımak, zihne getirmek için kullanılan söz veya lâfız: 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
Gams: YILDIZ KAYMASI. Suya dalmak: 1100= 101.
Mesag: Açlık. Geçmesi kolay olan. İtibar, değer. İzin. Müsaade. Ruhsat. Cevaz: 1101.
Halezon: Helezon. Sümüklü böcek kabuğu: 101.
Eymen: En meymenetli. En uğurlu. Sağ taraf: 101.
Mümazaha: Lâtife yapma: 101.

Teessür: 1101= 102.
İman: İnanmak. İtikad. Hakkı kabul, tasdik ve iz’an etmek: 102.
Alb: Yiğit, kahraman, cesur gibi mânâlara gelen bir sıfattır: 102.
Mendub: Yapılması beğenilen iş. Müntehab. İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı
döküp ağlanan ölü: 102.
Mevkul: Bir vekile emanet edilen: 102.
Mutbein: Kalbi karar etmiş kişi, mutmain. Çukur yer: 102.
Ishab: Yoldaşlık etme: 102.

04.12.2008- SAYI: 100


“ZINDANDAN
MEHMED’E MEKTUB”
Levha: 1 Kasım 2000… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin iki farklı resmi, bende
bulunan resimleriymiş. Fakat rüyâdakiler daha farklı. Birisinde saçları omuzlarına kadar uzun,
uçları kıvır kıvır. Onları yakınım birine vereceğim. Resimlerden birinde sanki gözleri
canlanıyormuş gibi bana bakıyor, göz göze geliyoruz, ne olduğunu pek iyi anlayamadığım
şeyler hissediyorum. Sonra bir arabanın arka koltuğunda oturuyor. Onu son olarak bir yere
götüreceklermiş; mahkeme-karakol gibi bir yere onun bulunduğu arabanın ön camından
bakıyorum. Arkadaki arabada Üstad var. Yâni aynı hizada iki araba ve içindekiler. Efendi
Hazretleri şöförden, Üstad’ın “Zındandan Mehmed’e Mektub” şiirinin kasedini koymasını
istiyor. Kaset koyuluyor, Efendi Hazretleri gidene kadar dinliyor. (Serab Yılmaz.)

Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+308= 566.
Maunet: Yardım. İmdat. Azık. Yol yiyeceği. Allah’ın salih kullarına imdadı: 566.
Umumiyet: Bir şeyin herkese âit olması: 566.

Necib Fazıl Kısakürek: 1417.
Rayedâr. (Kürtçe.): Sorumlu: 417.
İhtiva: İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak
ve korumak: 417.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek: 566+1417= 1983.
İzzet Erdiş: 477+506= 983.
“Nakşî Sırrıdır Kavgam”: (“Tilki Günlüğü”nün 4 Ekim tarihli başlığı.): 983.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek: 1983= 984.
Melhuz: Mülâhaza ve tefekkür olunmuş olan veya olunabilen. Düşünülebilen. Akla
gelebilen. Olabilir: 984.
Mülahaza: Mütâlâa. Dikkatle bakmak. Düşünce ve tefekkür: 984.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu:
566+1427+1013= 2996.
Zıllullah: Allah namına yeryüzünde tasarrufta bulunan insan, halife. Halife ve
padişâhın nâmı: 996.
Menzur: Adanmış, nezrolunmuş, va’dedilmiş: 996.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu:
566+1417+1013= 2996= 1997.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+332= 997.
Harbesisa: “Şey” mânâsında kullanılan bir isim. (Şey: Düşünceye mevzu olan…
Üstadım’dan bir mısra: Bir görünmez şeyin gölgesi dünya.): 997.
Zi-n nur: Nurlu, ışıklı. Parlak. Bahtiyar: 997.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu: 1997=
998.
Hafîz: Esirgeyen. Muhafaza eden. Muhafız. (Esma-i Hüsna’dandır.): 998.

Kaset: 562.
Sünaî: İkili: 562.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+332= 1562.
Askat: Vahid-i Kıyas: 562.
İttisak: Dizilmek. Bir nizâm dahilinde sıralanmak. Beraber olmak. Tamam olmak.
Toplanmak: 562.
Mütesallib: Din işlerinde çok gayretli. Sertleşen. Sağlam, sert: 562.
İstishab: Yanına alma. Birlikte götürme, beraber götürme: 562.

“Zındandan Mehmed’e Mektub”: 728-731.
Direktif: 729= 1728.
“Kadın Bende Bir Fikir.”: (10 Ağustos tarihli “Tilki Günlüğü” başlığı… Eyum:
Erkeksiz kadın: 57… Zen: Kadın, nisa: 57… Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 2055= 57.): 728.

SUT
Levha: 29 Ağustos 2002… Gönüldaşlardan oluşan bir kalabalık. Etrafta birçok mezar
var. Bunlar gönüldaşların mezarları imiş. Hemen arkalarında boydan boya uzanan çok büyük
bir mezar var. Oraya gidip “bu kimin mezarı?” diye soruyorum. “Kumandan’ın mezarı!” diye
cevab veriyorlar, ama ben bu cevabı idrak edemiyorum. Mezarı kazan adam, “biz yukarıya
doğru kazarken, aşağıya doğru iniyorduk!” gibi bir cümle söylüyor. Mezara bakıyorum, çok
derin. Tekrar soruyorum “bu kimin mezarı?” diye; tekrar aynı cevabı alınca gözyaşlarımı
tutamayarak ağlıyorum. Sanki yeni idrak ediyorum. Tarifsiz bir acı… “O Mehdî idi, nasıl
ölür?” diyorum kendi kendime. (Rukiye Şenel.)

REMS: Mezar. Kabir: 300.
Fekr: Etraflıca düşünme: 300.
Sari: Gemici. (Sarî: Sirayet eden.): 300.
Münfelik: Açılan, yayılan. İnfilâk eden, patlayan: 300.

Kabr: Mezar: 302.
Derviş Muhammed. (Noktasız.): 210+92= 302.
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı.): 152+100+50= 302.
Mirzabeyoğlu: 1302.
Uhuz: Göz ağrısı: 1301= 302.
İkra: Okutmak. “Oku” diye emretmek. Selâm göndermek. Yakın gelmek. Ziyafet
istemek: 303= 1302.

REMS: El ile meshetmek. Islah etmek, düzeltmek: 740.
Mehd(i) Salih: 740.
Mütefekkir: Felyesof: 740.
Mürtesim: İrtisam eden, resmi çıkan. Görünür hâle gelen: 740.
Müteressim: Resmeyleyen, teressüm eden: 740.
Sümur: Gümüş. Saliha: 740.

Dahme: Mezar, kabir, türbe. Donanma geceleri atılan hava fişeği: 649.
Mehdi-(i) Muntazır: 1649.
Hutm: Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağzının önüne derler: 649.

Mate: Öldü: 441.
Teslis: Üçleme: 1440= 441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312= 1441.
21 Kerre: 21x21= 441.

Mehdî Muhammed: 154.
İsa-Salih Mirzabeyoğlu: 140+691+322= 1153= 154.
Kadîm: Başlangıcı olmayan. Eski zaman. Uzun zamandan beri var olan. Evveli
bilinmeyen hâl ve keyfiyet: 154.
Pékan. (Kürtçe.) Mümkün, olabilir: 154.

Teveffî: Ölme, vefat. Bütününü aldırma: 496.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek-Mehdî Salih Mirzabeyoğlu:
566+1417+513= 2496.
SUT: Yolda ve sahrada işaret için konulan taş: 496.
Melekut: Her şeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münasib ruhu, canı, hakikati. Bir
şeyin içyüzü, iç ciheti. Hükümdarlık. Saltanat. Ruhlar âlemi: 496.
Fetva: 496.

AÇLIK-TOKLUK
Levha: 15 Ağustos 2008… Sinan’ın evindeyiz. Pencereden bakıyorum, dışarıda loş bir
sokak ışığı var, hava soğukmuş gibi geliyor. İçeride Doktor Hakkı Açıkalın Bey ile
oturuyoruz. Evin kütübhânesinin dış cebhesinde Kumandan’ın bir fotoğrafı asılı. Kapı
çalınıyor ve içeri – arkasında iki üç kişiyle– Kumandan giriyor. (Fakat diğer şahısların
kimlikleri belirsiz ve mekâna dâhil olmuyorlar.) Kendisini çok sağlıklı buluyorum, neşeli bir
hâli var. Doktor elini öpmek içinmiş gibi hafif eğilerek musafaha yapıyor. Ben elini
öpüyorum. Beni saran hafif bir heyecan. Kumandan’la beraber kanepeye otururlarken, Doktor
onun aç olduğuna dair bana işaret yapıyor. Soruyorum. “Hayır lüzum yok, aç değilim!”
cevabını veriyor. Ama ben yine de mutfağa dalıyorum. Önümde bir yığın yeşil biber var.
(Selim Çelik)

Resm: Fotoğraf. Suret. Tertib. Tarz, üslûb. Yazma, çizme, desen. Eser, iz, alâmet,
işâret, nişân. Âdet, usûl, davranış, tavır. Alay, merasim. Bir şeyi başkalarından ayıran
tarif: 300.
İsâ-Mehdî Muhammed: 150+151= 301= 1300.
Fikr: 300.

İsâ-Mehdî Muhammed: 301.
Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296= 301.
Semar: Duru SÜT: 301.
Rasim: Resim yapan, çizgi çizen. Akar su: 301.

Cu’: Açlık: 79.
Milt: Nesebi bilinmeyen: 79.
Levh-i Mahfuz: 1078= 79.
Kütübhâne: 1078= 79.
Seyyah: 79.
Mibzel: Süzgeç: 79.

Cu’an: Aç olarak, acıkmış olarak: 80.
Kes: İNSAN. Kişi: 80.
Heylele: “Lâ ilâhe ilallah” demek: 80.
Fe: Bir harf. “Sonra, hemen” mânâlarını ifâde etmek için fiillerin başına getirilen edat
harfi. Bazen mecaz olarak “vav” yerine de kullanılır. Ebced değeri: 80.
Limmî: (Niçin mânâsına “lime”den.) Alenî. Açık. Nazarî. Akla dayanan: 80.
Sehaya: Beyin zarları: 80.
Ahmal: YÜKLER. Eşya, ağırlık: 80.

Mücaa: Acıkmak: 119.
Nihas: Asıl. Tabiat: 119.
Melamih: Bir şeyin başka bir şeye benzeme noktaları. Güzellik ve çirkinlik eserleri:
119.

Tok: 115.
Rebiü’l Ahir: NİSAN: 1114= 115.
Müsebbiha: Şehadet parmağı: 115.
Vakt: İçinde yağmur suyu biriken çukur. Su ile faydalanılacak mekân: 115.
İlliye: En şerefli, yüksek: 115.
Mülhem: Kalbe doğmuş: 115.
Kıyad: Çekmek: 115.
İ’cam: Harflere, yazıya nokta koymak. İsteğini açıklıkla bildiremeyip, maksadı belirsiz
ve muğlak söylemek: 115.
İmad: Direk, kolon. Temel, esas. Kuvvet. Bir kavmin reisi ve başta geleni. Yüksek
bina: 115.
Kuzeh: Renk renk çizgiler. Bulutları idareye memur bir melek ismi: 115.
Sümmeha: Yer ile gök arası. Her tarafa dağılıp gitmek: 115.
İcma’: Toplama. Dağınık şeyleri toplamak. Hazırlamak. Azm ve kasdeylemek.
Topluluk. Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin birleşmesi: 115.
Kıdve: İlimde ileri olup kendisine uyulan. Kendisine itimad edilip ardınca gidilecek
olan: 115.
Müsevvide: Abbasiye tâifesinden bir fırka: 115.

CESET
Levha: (…) 2000… Eski tarihlerden kalma bir kule; sanki Roma döneminden kalma
gibi. Çok yüksek ve askerlerle korunuyor. Kulenin en tepesinde Kumandan varmış. Ormanlık
bir yerde, kulenin tepesine merdivenlerle çıkılıyor. Merdivenlerden çıkıyorum ve karşımdaki
kapıyı açınca, içeride bir tabut görüyorum. Tabutun içinde, gözleri açık ve tepkisiz bir şekilde
yatan Kumandan var. Onu oradan çıkarmam gerektiğini düşünüyorum ve bunun imkânsız
olduğunu da farkediyorum. Sonra yukarıya doğru çıkan askerlerin ayak seslerini duyunca,
içeride beni görür görmez öldüreceklerini düşünüyorum. Pencereden atlasam da, burada
beklesem de neticenin değişmeyeceğini düşünürken, pencereden atlarsam küçük bir ihtimâl de
olsa yaşayabilirim diyorum. Gözlerimi kapatıp pencereden atlıyorum, ama sanki bir adım atıp
yere inmişim gibi kendimi yerde çimlerin üzerinde buluyorum ve koşarak ormana doğru
gidiyorum. (Hülya Uyar.)

Kule: Yüksek ve dar yapı. Bazı evlerin üst kısmında bulunan küçük ve manzaralı
çıkıntı, cihannüma. Dağın en yüksek kısmı, tepe, zirve: 135.
Xwekujî. (Kürtçe.): İntihar: 135.
Sahil: At kişnemesi. (Sahil: Deniz kıyısı, küst.): 135.
Silhem: Bir kimsenin cisminde değişiklik olması. (Mesih: Mesh olunmuş. Başka bir
şekle, hayvan kılığına girmiş… Mesihî: Hazret-i İsâ Aleyhisselâma âit ve ona müteallik.):
135.
Lehak: Çok beyaz. Öküz, SEVR: 135.
Sea: Güç, iktidar: 135.
Said: Kolun, bilek ile dirseği arasındaki kısım. (Said: Saadetli. Allah kendisini sevmiş.
Mübarek. Bahtiyar… Said: Mezar. Kabir. Yüksek. Yukarı çıkan. Yukarıdaki temiz toprak.
Yeryüzü. Yol, tarik.): 135.
Fedakil: Emirlerin büyükleri: 135.
Felke: Ayın dolunay şekli. (BEDR: Ayın en parlak olduğu hâli. Mekke ile Medine
arasında bir yer ismi. Bir şeyin tamam olması. Sibak ile sür’at etmek. Bir işin ansızın zâhir
olması. Tam ve münasib olan âzâ. Dolu şey. İyi hizmet eden köle.). 135.
Na’ye: Birisinin öldüğünü bildiren söz: 135.

Men’uş: Tabuta koyulmuş. Hayırla yadedilen ölü. Yukarı kaldırılmış. Fakir
olduktan sonra sevindirilmiş: 466.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466.
Nüütî: Gemi reisi, kaptan: 466.
Üstad: 466.

Tabut: Sandık. Ölü nakline mahsus sandık. Su kovası: 809.
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer
arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809.
Davc: İki şeyin birbirine eğilip ulaşması: 809.

Ciriş: Ceset: 503.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503.
Tünban: Don. (Don: Elbise, giyecek şey. Hayvan rengi. Renk. Ermişlerin başka bir
şekle girerek görünmeleri… Don: İspanyollarda asalet ünvanı.): 503.

“Mirzabeyoğlu Tabutta”: (27 Haziran “Tilki Günlüğü” başlığı.): 1150= 151.
Mehdî Muhammed: 151.

KATL-ŞINAK
Levha: (…) Mayıs 2003… Kumandan, Receb, ben ve birkaç İBDA’cı arkadaş…
Bizim caminin (İnegöl’de Çimen Camiî) tarafından sokağımıza giriyoruz… Tam bizim evin
önüne geldiğimizde meçhul bir şahıs beliriyor… Şübhe üzerine, ben ve Receb ona
bakıyoruz… O esnada Kumandan meçhul şahsa tekme vurup yere seriyor… Ben hemen
üzerine çullanıp kafasını kesiyorum… Receb ayaklarını tutuyor… Fakat kesince kan
çıkmıyor. (Selâmî Gülenç.)

Eliz: Tekme. Çifte: 48.
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48.
Darzem: Çok ısırıcı olan yılan. Sütü az olan deve: 1047= 48.
Dümac: Çok sağlam nesne. Gizli, örtülü olan şey: 48.
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan.) KUŞ TUZAĞI: 48.
Bolî: Bolu: 48.
Üvam: Susuzluk. (Gayn: Susuzluk… Gayn: Ebced değeri 1000 olan harf.): 48.
Athal: Kül renginde: 48.
İmha: Keskinletme, biletme: 48.
Lühud: Kabirler, çukurlar: 48.
Mehab: Dehşetli ve heybetli yer: 48.
Meded: İnayet, yardım, imdat: 48.
Emced: Pek büyük, en büyük, şerefi ve şânı çok yüksek: 48.
Humme: “Tamam oldu” meâlinde fiil: 48.
Haly: Altundan ve gümüşten süs eşyaları. (Halley: Kuyruklu yıldız ismi.): 48.
Kevkeb: Yıldız. Parıldamak: 48.

Katl: Öldürmek: 530.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302= 2529= 1530.
Tefkik: Birbirinden ayırmak. Halâs etmek, kurtarmak: 530.
Tenessük: İbadet etmek: 530.
İhtisas: Hissetmek. Sezmek. Duymak. Hislenmek: 530.
İstisdad: Doğruluk, dürüstlük: 530.
Şekir: Ağacın çevresinde kökünden biten fidanlar: 530.
İstihlâl: Helâl saymak. Helâlleşmeyi istemek: 530.
Şerik: Arkadaş. Ortak: 530.
Tekeffül: Boynuna almak. Birine kefil olmak: 530.

İ’dam: Vücudu ortadan kaldırmak. Yok etmek. Öldürmek: 116.
Muhasebe: Hesablaşmak. Hesab görmek: 116.
Ma’bed: İbadet edilen yer: 116.
Sevim: Sevme, câzibe: 116.
Mü’sî: Teselli eden: 116.
Mübdî: 116.
Avn-î şeriat: Şeriat’ın yardımcısı: 1116.
Mahbus: 116.
Küsül: Tembel. Küst: 116.
Misvat: Kazan kepçesi: 116.

Şenaq. (Kürtçe.): İ’dam: 452.
Mücazat: Ceza. Karşılık: 452.
Müttehid: Beraberce, birlikte, birleşmiş: 452.
İttikal: Allah’a tevekkül etme, güvenme, dayanma: 452.
Telhid: Mezar çukuru kazma. Kabre lâhid yapma. Gömme: 452.
Mita’: Bir şeyin son bulduğu yerin sonu. Geniş yol. Yolların birleştiği yer: 452.
Müteheccid: Geceleri uyanıp teheccüd namazı kılma: 452.
Nebt: Bitme, yerden çıkma. Meydana gelme. Ot. (Ruyâ: Yerden biten ot.): 452.
Hacamet: Vücudun bir tarafından kan aldırmak: 452.
Müdavat: Deva bulma. Hastaya bakma. İlâç bulma. Tedavi etme: 452.

Şenq. (Kürtçe.): İ’dam: 451.
Şinak: KUŞ TUZAĞI. Başı büyük at. Sivri başlı kimse: 451.
Seyyid Mahmud Hayranî: 451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
Müteazım: Göze büyük görünen, gözde büyüyen: 1451.

Reşbend. (Kürtçe.) Kuş tuzağı: 556.
Takvim: Düzeltme. Doğrultma. Kıvama koyma. Eğriyi doğru tutma. Ta’dil etme. Bir
şeye kıymet takdir etme. Gazete: 556.
Ruşen: Parlak, aydın. Belli, âşikâr: 556.

18.12.2008- SAYI: 101

HIRKA-I ŞERİF
Levha: (…) 2008… Elimde civcivlerle “Hırka-i Şerif Kur’ân Kursu”na gidiyorum.
Arkadaşlarım bana bir at aldıklarını söylüyorlar. Kursun bahçesine çıkıyor ve civcivleri diğer
hayvanların yanına bırakıyorum. Bana hediye olarak alınan siyah atı da görüyorum. Tekrar
içeri girdiğimde arkadaşlarımın askerlik üzerine konuştuklarını duyuyorum. Onlara diyorum
ki, “merak etmeyin Kumandanımız herkesin istidadına göre iş yapacağını söyledi!”… Benden
bu mevzuda yemin istiyorlar ve Kur’ân-ı Kerim getiriyorlar. Kur’ân’a el basıyor ve aynen
tekrarlıyorum; fakat ruh hâlim bir önceki durumuma göre farklı, daha bir cehdli.
Kumandanımız’ın fermanını okuyor hissi içindeyim. Ayaklarım yerden kesiliyor ve biraz
havalanıyorum. Etrafımdakiler hayret ve korku içerisindeler. Beni tutmalarını, yoksa
uçacağımı söylüyorum ama, kimse yanaşmaya cesaret edemiyor. Yanımda bulunan
gönüldaşım Selim Koçhan beni tutuyor. Daha önce de Kumandanımız’ın fermanını okurken
yerden yükseldiğimi hatırlıyorum. Kursun dışına çıkıp kursa baktığımda, önünde küçük
çocukların oynadığını görüyorum. Kendi kendime, “iyi de ben kursa civciv getirdim, çocuk
getirmedim ki” diyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — Emin Koçhan)

Hırka-i Şerif: Hırka-i saadet. Allah Sevgilisi’nin hırkası: 905+590= 1495.
Şemseddin: Dinin güneşi: 495.
Sababet: Şiddetli sevgi. Âşıklık: 495.
Tehekku’: Teveccüh etmek, yönelmek: 495.
Münacat: Allah’a yalvarmak. Dua. Allah’tan necat için dua. Yalvarmak için yazılan
duâ veya manzume. Sürurlaşmak, neşelenmek: 495.
İstıglab: Kemâle erme, olgunlaşma: 1494= 495.
İnticam: Sona erme, nihayet bulma. Tamamlanma, tamam olma: 495.
Müntecib: Güzide: 495.
Mütemadi: Devamlı, daimî: 495.
Nehmet: Himmet, maksad: 495.
Tatavvüf: Ziyaret etmek: 495.
Tetavvuf: Tavaf etme: 495.
Tenadüm: Birbiriyle konuşma. Sohbet: 495.
Tekmile: Ek, ilâve: 495.
Temime: Heykel: 495.

Hırka-i Şerif: 2494.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1302=1493= 494.
Ta’yid: Bayram etmek: 494.
Hutuf: Ölümler. Vefatlar: 494.

Hırka-i Şerif: 1495= 496.
Fetva: 496.
SUT: Yolda ve sahrada işaret için konulan taş: 496.
Melekut: Herşeyin kendi mertebesinde, o mertebeye münasib ruhu, canı, hakikati. Bir
şeyin iç yüzü, iç ciheti. HÜKÜMDARLIK. Saltanat. Ruhlar âlemi: 496.
Tesvik: Dişleri misvaklama: 496.
-Yafte: “Bulunmuş, bulmuş, bulunan” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır:
496.

Misheb: Siyah at. (Mishab: Sacayak.): 107.
Zâhir: (Esma-i Hüsna’dandır: Görünen.): 1106= 107.
Ok: 107.
Sevvam: Akreb ve yılan gibi zehirli hayvanlar: 107.
Kevlan: Kandıra dedikleri ot: 107.
Zürur: Ay, güneş ve yıldızın doğması: 1106= 107.
ÜSAME: Arslan. Davar otlatmak: 107.
Vesam: Güzel olma. Güzellik: 107.
Müzeyyin: Tezyin eden, süsleyen: 107.
Madrus: Örülerek yapılmış. Örülmüş şey: 1106= 107.
Kubbe: 107.
Dolunay: 107.
Havasıb: Şiddetli fırtınalar, rüzgârlar: 107.

Kur’ân-ı Kerim: 351+270= 621.
Vesika: Belge, sened: 621.
Terviye: Su verme, sulama, suya kandırma. İyiden iyiye ve derin derin düşünme: 621.
Derviş Gusto: 520+101= 621.
Hatîb: Güzel, düzgün konuşan: 621.
Müste’sil: Kökünden koparan. Ele geçiren: 621.
Müstean: Kendisinden yardım beklenen, yardım istenen: 621.

Yemin: Sözü Allah’ı zikrederek kuvvetlendirmek. El tutuşarak, Allah’a
bağlılıklarını bildirerek, Allah’a ve birbirlerine söz vererek ahitleşmek. Mübarek. Sağ
taraf, sağ el: 110.
Ayn harfi, Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Alî” ismine tevafuk eder ve sayı değeri: 110.
Mahbes: Hapishâne: 110.
Me’sede: Arslanlı yer: 110.
Fell: Gedik, rahne. Yaralamak. Cenkte askeri bozmak. Harbteki askerin bozulması.
Kılıç yüzündeki açılan gedik. Susuz kır yer. Güruh, cemaat. Muvakkat delilik: 110.

Ferman: Emir. Tebliğ: 371.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1312= 1371.
Eşmel: Daha şâmil. Çok şeyleri içine alan. Daha çok kaplamış: 371.
Şimal: Sol, sol taraf. Kuzey: 371.
Şamil: Çevreleyen, içine alan, ihtiva eden, kaplayan. Çok şeye örtü ve zarf olan: 371.
Şemal: Ahlâk. Kılıç. Kıble ardında kutub tarafından esen yel: 371.
Alemgir: Bütün âleme yayılan, dünyayı zabt eden: 371.

Tayyar: Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havada kaybolup gaib olan: 220.
Rahib: Bol, geniş: 220.
Sani’: Görülen iş: 220.
Tarî: Birdenbire çıkan, ansızın görünen: 220.
Cebire: Halkın bir işe hazırlık yapması: 220.
Nesik: Düzenli, tertibli, nizâmlı. Süslü, bezenmiş: 220.

PİLİÇ
Levha: (…) Mart 2001… Sinema salonu gibi bir yerdeyiz. Salonun üst balkon
kısmındayız. Ön taraftaki koltukların birinde Mehmed Şişmanoğlu, arka koltuklardan birinde
de Mehmed Tarakçı oturuyor. Bir ara Kumandan salona giriyor ve doğruca Şişmanoğlu’nun
yanına gidiyor. Kızgın bir hâli var. Mehmed Şişmanoğlu’nun çenesini kavrıyor ve ona “piliç”
diyor; “ben kızarsam ne olur biliyor musun?” diyor. Bunun üzerine ben, “piliç katliamı olur
efendim!” diyorum. Böyle söyler söylemez Kumandan’ı merhamet duygusu kaplıyor ve “ben
piliç katliamı yapmam!” diyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Osman Temiz.)

Sinema: (Yevmiye: “Parça bütünün habercisidir!”… Hazret-i Ali’nin belirttiği
hikmet… İhlâs ile hakikati yaşayanda, bu ihmâl kabul etmez… Sinema rejisörlerine
kadar bilinir bu: Bir el düşer böyle, kim olduğunu görmesen de bilirsin!): 151.
Akis: Tersine dönen. Akseden. Yankı: 151.
Âlemî: İNSAN. Dünyaya aid: 151.
Naka’: Temiz olma: 152= 1151.
Nakb: Delmek, DELİK açmak. Dağ içindeki yol. Girmek. (Üstadım’dan bir mısra:
Surda bir gedik açtık, mukaddes mi mukaddes… İngilizce, “delve”: Delmek, kazmak.
Kitabları vesaire aramak, araştırmak.): 152= 1151.

Decac: Horoz, tavuk ve piliç cinsi: 11.
Lafz: Ağızdan çıkan söz, kelime. Bir şeyi atmak: 1010= 11.
Çağz: Kurbağa. Korku, havf. Kapandığı hâlde hâlâ içinde cerahat bulunan yara. Ah ü
zar. İnilti: 1010= 11.
Hüdüb: Sarık. Kirpi. Havlu: 11.
Tıbb: Bir şeyi gereği gibi bilmek. Tabiblik. İrâde. şân: 11.
Yakız: Uyanık: 1010= 11.
Ezecc: Uzun ve ince kaşlı: 11.
Mümtesil: Aldığı emre uyan: 1010= 11.

Ferruc: Tavuk pilici: 289.
Merdüme: Göz bebeği: 289.
Tarf: Göz, bakış, nazar. Göz ucu. Soyu temiz kimse. Necib. Her şeyin nihayeti, sonu.
Göz kapaklarını yummak ve oynatmak. Göze bir şey dokundurmakla yaşartmak. Menazil-i
kamerden bir menzil adı. (Kamer menzillerinden birisinde aslanın alnını teşkil eden dört
yıldızdan ikisi aslan gözüne benzetildiğinden bu menzile de “Tarf” denilmiştir. Bu iki yıldız
erken doğarlar.): 289.
Ahruf: Uçlar. Şiveler, lehçeler. Harfler: 289.
Fart: İfrat, çok aşırı olmak. Aşırılık. Acele etmek ve ansızdan gelmek. Yollara alâmet
olarak konulan nişân: 289.
Ferace: 289.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191= 1289.
Fatr: İbda. Bir şeye başlamak. Yarmak. Yarık, çatlak. Oruç açmak: 289.

Muatib: Tekdir eden, azarlayan: 513.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513.

Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 513= 1512.
Büşra: Müjde. Sevinçli, hayırlı bir haber. İncilin bir ismi: 512.

İKİ ŞAHIS
Levha: 12 Şubat 1999… Kumandan, bizim koğuştaki kendi resmi bulunan yazılı
duvarın önünde, arkası duvara dönük olarak konuşuyor. Karşısında da ben varım ve ikimiz de
ayaktayız. Bir mevzu anlatıyor. Daha sonra Kumandan’ın arkasından bir ses geliyor ve
“yâni…” diye mevzu açıklıyor. Kafamı biraz yana eğip baktığımda, beyaz plastik sandalyede,
duvarın dibinde Kumandan oturuyor. Ben çok şaşırıyorum. Ayakta duran Kumandan, oturan
Kumandan için, “bu benim şeyhim bak!” diyor. Bu sefer daha çok şaşırıyorum. (Metris
Cezaevi — Hüseyin Yeşilyurt.)

İki Şahıs: (Şahıs: Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey’eti. İnsanın uzaktan görülen
karaltısı… Şahs: Acı çekmek. Iztırab çekmek.): 990+990= 1980.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312= 1980.
Şeriat: 980.
İstikbâl İslâmındır: 980.
Müteşemmir: İşe hazırlanan. İşe hazırlanmış olan: 980.
Sıftît: Kavî, kuvvetli, iriyarı, cesim kimse: 980.

“Bu benim şeyhim bak!”: 8+103+960+103= 1174.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174.
Said: Mezar, kabir. Yeryüzü. Yüksek. Yukarı çıkan. Yol, tarik. Yukarıdaki temiz
toprak, pislikten uzak pak toprak: 174.
Mukalled: Boynuna gerdanlık takılmış. Padişâh tarafından nişan takılan kimse. Taklit
edilen. Örnek tutulan. Misâl alınan: 174.
Mefhum: Kömürleşmiş olan. (Mefhum: Anlaşılan. Mânâ. İfâde. Sözden çıkarılan
mânâ.): 174.
Mahsus: Duyulmuş. Hissedilmiş. Derk olunmuş. Duyulan. Aşikâr, belli, zâhir,
meydanda: 174.

“Bu benim şeyhim bak!”: 1174= 175.
Kusto: 175.
Kaytun: HAZİNE: 175.
Mıklad: ANAHTAR. Kilit dili. Hazine: 175.
Mukle: Gözün karası. Gözbebeği. Göz. Su taksimi için kullanılan taş: 175.
Kaid: Oturan, oturucu, oturmuş: 175.

NUR-AY
Levha: 8 Şubat 2008… Kumandan’ın duruşması varmış. Ama duruşma bir okulda…
Duruşma esnasında Nuray Zor abla Kumandan’ın yüzünü falan tutuyor ve bağıra bağıra
“yüzüme bak!” diyor… Kumandan’ın başı önde, hiçbir yere bakmıyor… Nuray abla, “neden
yüzüme bakmıyorsun?” falan diyor ve durmadan ağlıyor… Ben Nuray ablayı arkasından
tutuyorum ve ona mani olmaya çalışarak, “yapma Nuray abla!” diyorum… Bu arada ben de
ağlıyorum… Sonra Kumandan başını yavaş yavaş kaldırıyor ve öylece Nuray ablaya bakıyor.
Gözleri çok açık bir kahverengi… Bal rengi gibi bir renk… Kaplan gibi bakıyor, o sırada
böyle düşünüyorum ve bana da bakar mı acaba diyorum içimden… Kumandan’ın etrafındaki
kadınlardan biri, o başını kaldırınca Kelime-i şehadet getiriyor. Kumandan bana bakmayınca,
sonradan duruşmada onu görmenin sevincinin yeteceğini ve bunu o ânda fark edemediğimi
düşünüyorum. (Büşra Aktaş.)

Nur-ay: 256+11= 267.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266= 267.
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki sûresi: 1267.
Merkez: Bir şeyin ortası. Bir şeyin en işlek yeri: 267.
İstihare: Tefe’ül. Sual sorup cevab istemek. Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek. Bir
şeyin hayırlı olup olmayacağı niyetiyle rüyâ görmek üzere yatmak: 1267.
Tabh-hane: Lokanta, mutfak: 1267.
Serva: Masal. Söz. (Serv: Cömertlik, mürüvvet. Serv: Mal arttırmak. Suyun çok
olması.): 267.

Nazar: Gözdeğmesi. Mülâhaza. İmrenerek bakma. Kötü bakış. Bir türlü kabul
etme. İltifat. İtibar: 1150.
Sultan: 150.
İhsan: Sağlamlaştırmak. Tahkim etmek. Zevcesini namahremden korumak. Kadın
kendisini haramdan sakınmak. Ehl-i azamet olmak: 150.
Ask: Lâzım olmak, lüzumlu olmak: 150.
Mütali’: Tetkik eden. Okuyan: 150.

Temsir: Bir şeye göz dikip bekleme: 1150= 151.
Mehdî Muhammed: 59+92= 151.
Dü-âlem: İki âlem: 151.

Fukm: Çene: 220.
Muhammed Salih: 221= 1220.
Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus bir yeri olmayan. Serseri, derbeder: 220.
Diver: Ev sahibi: 220.
Akna’: En çok kanaat getiren: 221= 1220.
Müstahlis: Kurtaran, halâs eden. Kurtarıcı: 1220.
Müstahlas: Kurtarılmış, halâs edilmiş: 1220.
Salk: Şiddetli ses. Vurmak: 220.
Muzaffer: Zafer kazanmış. Kahraman. Galip gelmiş. Başarmış. Muvaffak olmuş:
1220.
Darağacı: 1220.

Kelime-i Şehadet: 96+710= 806.
Teşevvuk: Şevklenme, sevinme: 806.
Hudara: Allah için, Allah aşkına: 806.
Zevk: Lezzet alma, hoşa gitme. Mânevî haz. Güzeli çirkinden ayırma kabiliyeti.
(İmân, zevken idraktir.): 806.
Bihred: Akıllı kimse: 806.
Haver: Denize suyun döküldüğü yer: 806.
Haver: Şark, doğu: 807= 1806.
Hur: Güneş. Yenecek şey: 806.
Uhre: Bir şeyin sonu: 806.
Rabıta-i Şerife: 217+590= 807= 1806.
Haşhaşa: Yeni kaftan. Silâh. Silâh sesi, yüksek ses. Kuru ot: 1805= 806.

MUSİKÎ
Levha: 31 Temmuz 2007… Kitablarımın arasında Yağmurcu’ya vermek üzere İbn-i
Sina’nın “Musikî” isimli kitabını arıyorum. Sürpriz olsun diye ona isminden bahsetmiyor,
sadece “ya beş para etmez bir kitab veya sadece sizin anlayabileceğiniz bir kitab” diyorum.
Eseri bulup ona veriyorum ancak sonradan yanlışlıkla aynı yayınevinden çıkan başka kitab
verdiğimi farkediyorum; galiba Farabi’ninki. Ona, “efendim, müzik hakkında bir kitab
yazsaydınız iyi olurdu!” diyecekken, birden Kâzım ağabeyin “ELİF-Resim Redd
Kökündendir” isimli eserin yazılışına vesile davranışının taklidi gibi görüneceğini düşünüp
vazgeçiyorum. Daha sonra Yağmurcu, eşyalarım arasında rulo kağıt şerit üzerinde yan yana
dizilmiş pasta büyüklüğündeki tabiat fotoğraflarına bakmaya başlıyor. Oradaki diğer
insanlarla da ilgili, şeridin babama âit pul kolleksiyonu olduğunu söylüyor. “Benim
kolleksiyonculuğum hiç olmadı, biz bilgisayar nesliyiz!” diyorum. Ardından bilgisayar
mevzuunda da, tahliye olduktan sonra tenbihlere uygun olarak aşırıya kaçmadığımı,
görüştüğüm insanlara “Yağmurcu-Gerçekliğin Peşinde” isimli kitabında Muhyiddin-i Arabî
Hazretlerinin tabiata meyil ile ilgili hikmetlerini aktarmaya çalıştığımı, hattâ bu yüzden alaya
alındığımı anlatıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — Burak Çileli.)

Musikî: Müzik. Ses ölçülerinden, ölçülü ses ve sanatkârlığından bahseden ilim:
226.
Mefaka: Ansızın tutmak: 226.
Mef’ul: Yapılan iş. Fâilin eseri. Fâilin fiilinin tesir ettiği şey: 226.
Menkul: Nakledilen. Taşınabilen. Anlatılan. Mukaddes kitabla bildirilen: 226.
İddirak: Akıl etme, idrak etme, anlama. Bir yere toplanmak. Birbirine yetişmek: 226.
Müngalika: Kapalı, kilitli: 1225= 226.
Perhide: İşaret olunmuş: 226.
Nasafe: Hizmet etmek: 226.
Nasıfe: Su mecrası: 226.
Gur: Kabir, mezar: 226.

Tavsiye: Vasiyet bırakma. Ismarlama, sipariş etme. Birini iyi tanıtma. Öğütleme:
511.
Takattub: Kaşların çatılması. Buruşma: 511.

YAĞMURCU: 1266.
Yusuf Hemedanî: (Hacegân silsilesinin 9. büyüğü.): 156+110= 266.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266.
Nurî: Nura mensub, nura âit: 266.
Felyesof: 266.

YAĞMURCU: 1266= 267.
Muavvezetan: Kur’ân’ın son iki sûresi: 1267.

Bilgisayar: (Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Yüzelli sene var ki bozuk bütün
ayarlar, — Eski yanlışları sayıyor, yeni bilgisayarlar.): 344-1344.
Mukaddir: Takdir eden. Bir şeyin kıymetini biçen. Beğenen: 344.

Bilgisayar: 1344= 345.
İmam-ı Rabbânî: (Hacegân silsilesinin 24. büyüğü.): 345.
Kaasım Bin Muhammed: (Hacegân silsilesinin 4. büyüğü): 345.
Müfekkire: Düşünme gücü ve kuvveti: 345.
İcşam: Teklif eden: 345.

25.12.2008- SAYI: 102


HEDİYE
Levha: (…) Ekim 2002… Sahabiler, Bolu Cezaevi’ne buharları tüten tencereler içinde
Kumandanımız’a yemek getiriyorlar. Tencerenin kapağı açıldığında içinden göğsünden
kırmızı yazıyla “Allah” yazılı beyaz tişörtler çıkıyor. (Fatma Aşık.)

Çeres: Zından, hapishane. Zulüm, işkence. Mer’a, otlak. Üzüm teknesi: 263.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 1263.
Piran: Ulular. Pirler: 263.
İsrâ: Yürütmek, göndermek. Gece seferi yapmak. İrsâl etmek: 263.
Pars: Dine bağlı kimse. Namuslu, iffetli kimse. Fars milleti: 263.
Rabbânî: Allah’a dair ve müteallik olan: 263.
Revzen: Pencere: 263.
Agras: Taze fidanlar, yeni dikilmiş ağaçlar: 1262= 263.
Hudahan: Şehâdet parmağı: 1262= 263.
Benevre: Temel, asıl, esas: 263.
Hanadır: Görme kabiliyeti kuvvetli olan: 263.
İrsa’: Sağlamlaştırma, sâbit kılma. Geminin demir atması. Pâyidar olmak: 263.
Matruh: Temeli atılmış bina. Tarh edilmiş, çıkarılmış. Belirtilmiş, konulmuş vergi:
263.
Mutaraha: Birbirine söz söyleme: 263.
Nezare: Azlık, kıllet: 263.
Sarib: Yol, tarik: 263.
Sipar: Veren, feda eden: 263.

İna’: Kab-kacak, tencere gibi eşya. Bir şeyin vakti gelip çatma. (İna:
Uzaklaştırma… İ’na: Zahmete uğramak… İna: Geciktirme, alıkoymak, zayıf
düşürme… İna’: Yemiş toplama zamanı gelme.): 53.
Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve medhedilmeye lâyık. Çok sevilen.
Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi: 53.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052= 1053.
Mucid: Yeni bir şey icâd eden: Yaratan. Yoktan var eden: 53.
Ban: Bey SÖĞÜDÜ. Dam, çatı. Sorgun ağacı. Sevgilinin boyu: 53.
Mehded: Hindiba otu. Acı marul. (Yevmiye: Şiirde, marulun göbek yapraklarından
olmak isterim…): 53.
Gülab: Gül suyu: 53.

Sâhib: Sohbet eden kimse. Bir şeyi koruyan ve ona mâlik olan. Bir iş yapmış olan.
Bir vasfı olan: 101.
Âl: Yüksek. Âlî. Yüce. Bülend: 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
Neslihan Kerimem: 1101.
EMİN: Kalbinde korku ve endişesi olmayıp rahatta olan. Korkusuz. Kendisinden
korkulmayana. Kendine inanılan, itimad edilen. İnanan, güvenen. Çok iyi bilen, şübhe
etmeyen: 101.
Temessuh: Şekil değiştirme: 1100= 101.
Rahş: Gösterişli, güzel at: 1100= 101.
Aleng: Hücum eden asker. Siper, istihkâm: 101.
Amin: “Ya Rabbi! Öyle olsun, öyle kabul eyle!” meâlinde: 101.
Müteşelşil: Şarıl şarıl akıp çağlayan: 1100= 101.

Sahabî: Sahîb çıkan. Allah Resûlü’nü bir kere gören veya O’nun tarafından
görülen. Sohbet edilen: 111.
Elif: Ünsiyet etmek. Birinci harf: 111.
İns: İNSAN: 111.
Fakih(e): Yaş meyve, yemiş, sebze. Şenlendiren, sevindiren. (Fakih: Fıkıh ilmini bilen.
Korkan. Anlayışlı.): 111.

Sahabe: Sahabî’nin çoğulu: 106.
Münhebit: Yukarıdan aşağıya inen: 106.
Hablullah: ALLAH’IN İPİ. İhlâs. İtaat. Cemaat: 106.
Kaid: Süren. Sevkeden. Serasker. Kumandan. Sıradağ. Geniş ark: 106.
Hıyman: Susuz. (Gayin: Susuz… Gayn: Ebced değeri 1000 olan harf.): 106.

Sehab: Bulut. Karanlık. Bulut gibi uçuşan böcekler: 71.
Tabs: İNSAN: 71.
Mele’: Bir cemaatin ileri gelenleri. Güzellik. Kâinatta hiçbir boşluk olmadığını ifâde
eden bir tâbirdir. Dolu mekân. Kalabalık, halk, cemaat: 71.
Lâm: Bir harf. (Da’vâ cetvelinde sayı değeri 129 ve Allah’ın “Lâtif” ismine denk
gelir.): 71.
Alim: Üzüntülü, kederli, ızdırab çeken: 71.
Müselles: Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: 1070= 71.
Mesles: Üçer üçer olmak: 1070= 71.
Nevadî: Toplantılar. Meclisler: 71.

Sehab: Çağırgan, gürültücü kişi: 663.
Tencir: Korkutmak: 663.
Mütebarek: Yüksek yer: 663.
Pasuh: Karşılık, cevab: 663.
Sihab: Miskten ve karanfilden yapılan gerdanlık: 663.
Tahrime: Namaza başlama tekbiri. Hacıların ihrama bürünmeleri: 663.
Hahan: İstekli, arzulu, tâlib: 663.
Hizane: Hazine. Hazinedarlık. Kalb, gönül, hatır: 663.

Sehabî: Bulut ile alâkalı: 81.
Kamer Sûresi, 45. âyet. (Noktalı.): (Meâli: Kesinlikle birliktelikleri bozulacak ve
arkalarına bakmadan gideceklerdir.): 82= 1081.
İmâm: Öne geçmek. Delil ve rehber olmak. Hâkim, reis. Devlet reisi: 82= 1081.
Tesakkuf: Zafer bulmak: 1080= 81.
İf: Vakit: 81.
Farz: Bir şeyi DELMEK, gedik açmak. Bir kimseyi bir vazifeye davet etmek veya
maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âit iken başkasına hibe ettiği muayyen şey. Takdir
veya beyan eylemek. Bir davaya mevzu ve rükun kılınan husus. Addetmek, saymak, tutmak:
1080= 81.

Sehabe: Tek bulut: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76.
Moğol: 1076.

Hediye: Armağan: 24.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332= 1023= 24.
Dibbih: Bir, ehad: 24.
İhata: Etrafını kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. Geniş bilgi ile anlamak,
tam kavramak: 24.

Mühdî: Hediye veren. Hediye gönderen. Hidayete getiren. Allah Sevgilisi’nin
isimlerinden biri: 59.
Cevn: Beyaz. Kara: 59.

“İNANMIYORUM BANA ÖĞRETİLEN TARİHE!”


Levha: (…) Haziran 1983… Bütününe yakın bir kısmı dolu olan stadyum…
Tribünlerin üzerinde siyah renkle örtülmüş ve yüksekçe bir kürsü… Kürsüde, sakalsız hâliyle
Üstadım… Aşağıda, grublar ve sıralar arasında dolanan, tertib komitesinden Ahmed
Kabaklı… Elinde kâğıtlar var… Büyük Millet Meclisi temsilci grubları tamam mı?.. Beliren
sayfada grup ve fertlere dair isimler… Orada bulunanlar gösteriliyor ve “şunlar yok!”
deniliyor… Bunun üzerine Üstadım, beni kastederek orada bir konuşma yapıyor:
“Ressamımızın çizgileri henüz yeterli olmasa da, neleri nelere çevirdiğimizi…” … O bunları
söylerken, pankart üzerinde buna dair yazıyı görüyorum… Arka taraftaki pankartlarda da,
gelmeyenleri sembolize eden kurukafalar… Pankartların önünde, omurgaları tamamlanmış bir
sandal… Tribünlerdeki kalabalığın arka saflarından gayet cılız sesler geliyor: “İnanmıyorum
bana öğretilen tarihe!”… Genel bir ölülük… Topluluk keyfiyeti yerine, sanki tek tek cansız
cesetler… Üstadım, kürsüden teşvik etmek için heyecanlı bir tavır ve gür bir ses tonuyla,
“inanmıyorum bana öğretilen tarihe!” diyor. O ânda birden heyecanla öne atılıyorum ve sağ
yumruğum havada haykırıyorum: “İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”… Kalabalığı
kışkırtıcı birkaç tekrar… Tesiri görülüyor… Kısım kısım, canlı ve gür ses veren grublar:
“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe!”… Bunlar, ölü kitleden ayrılan grublar… Üstadım,
kürsüden hafif sarkarak yukarıdan bana bakıyor… Ben, yumruğum sıkılı bağırırken,
heyecandan ağlamak üzereyim… Kendimi kaybetmiş bir hâlde öne atılıyorum; ve yumuşak
bir siyah yatağa yüzüstü düşüyorum… Sonra… Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin “Fütuhat-ı
Mekkiye” isimli eserini mütalâa ediyorum!

Kürsî: Kürsü. Oturulacak yüksekçe yer. Topluluğa hitab etmek için çıkılan ve
önünde masa ve benzeri şey bulunan yer. Câmilerde vaizin, medreselerde müderrisin
oturduğu yer. Taht, serîr. Koltuk. Erike. Saltanat, kudret ve mülk. Başşehir. Mânevî
makam. Arşın altında bir semâ tabakası: 290.
Fâtır: Benzeri bulunmayan şeyi yaratan. (Allah): 290.
Meryem: Hazret-i İsâ’nın annesinin ismi. Süryanice’de “Hâdim-hizmet eden”
mânâsına gelir: 290.
Sırr: Şiddetli ateş veya soğuk: 290.
İsâ - Mehdî Muhammed: 140+151= 291= 1290.
Cebel-i Nur: Hira mağarası: 291= 1290.
Mern: Kürek: 290.
Kisra: Hükümdar: 290.
Fürade: Yalnızlık. (Üstadım’dan bir mısra: Bir su başında mahzun, yapayalnız
kalmışım.): 290.
Tarif: Yeni: 290.
Ruhsat: 1290.
Resel: Topluluk, cemaat: 290.

Naus: Yüksek yer. (Naus: Kilise. Manastır. İbadet için toplanılan yer. Mabed.):
186.
Sufî: Tasavvuf ehli: 186.
Kavf: Bir kimsenin peşinden gitme. Ense saçı: 186.
Ayyuk: Samanyolunun daima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi.
Gökyüzünün pek yüksek yeri: 186.
Fevk: Üst. Üst tarafı. Yüksek derece. Yukarı: 186.
Fünun: Fenler, ilimler: 186.
Mesmum: Zehirlenmiş. Zehirli: 186.
Makame: Meclis. Topluluk, cemaat, cemiyet. Nutuk tarzında söylenen sözler: 186.
Ma’lum: Bilinen, belli olan: 186.
Masun: Korunan, mahfuz, emin, muhafaza olunan. Sâlim, sağ: 186.
Mukame: Ümmet. İkamet, oturma. Vatan: 186.
Nakıle: Nakleden. Cereyan geçiren: 186.
Senaa: Cemâli güzel: 186.
Vefk: Uygun gelme. Uyma. Muvafık olma. Tesirli dua: 186.
İskendan: Kilit: 186.
Kavf: Bir kimsenin ardına düşüp ittibâ etmek: 186.
Lakane: Zeki ve seri anlayışlı olmak: 186.
Mukavvim: Kıvama getiren. Biçimine koyan. Eğriyi doğrultucu: 186.
Ma’mul: Yapılmış, işlenmiş: 186.
Muamele: Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme. Alış veriş. Resmî dairelerde
yapılan herhangi bir iş: 186.
Vakf: Bir kimseyi veya bir şeyi alıkoymak. Kımıldatmamak. Hapsetmek. Asla
satılmamak ve başka şeye tebdil olunmamak şartı ile bir mülkü Allah yoluna vermek: 186.

Liste: Alt alta yazılmak suretiyle meydana getirilen cetvel: 501.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500= 501.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+126+1312= 1500= 501.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+332= 1500= 501.
Fatik: Çeri ve öncü kimse: 501.
Üstümm: Deniz suyunun toplandığı yer: 501.
Karar: Değişmez hâle gelmek. Sabit ve sakin olmak. Ölçülülük. Muhakemenin
neticesi: 501.
Taglis: Bir işi üzerine alma: 1500= 501.

Rasim: Resim yapan, çizgi çizen. Akar su. (Cu: Akarsu: 9… İbda’: 9.): 301.
Ressam: Resim yapan: 301.
Mührbend: Mühürlü: 301.
Sagır: Küçük, ufak. Bülûğa ermemiş çocuk: 1300= 301.
Semar: Duru SÜT: 301.
Miran: Beyler: 301.
Huz: “Al” emri. Al: 1300= 301.
Âhiz: Alan. Alıcı. Ahzeden. Ses alan âlet. Kabul etme, alma: 1301.
Uhuz: Göz ağrısı: 1301.
Uhz: Sihir, efsun: 1301.
Garak: Suya batmak: 1300= 301.
Ebu Sabir: Tuz, milh: 301.
Erk: Uykusuzluk hastalığı: 301.
Ark: Tarla ve bahçe sulamak için açılan yol, cetvel, hark: 301.
Terhis: İzin ve ruhsat vermek. Serbest bırakmak: 1300= 301.
Kar: Zift, kara boya. Kara taşlı yer. KARA BÜYÜK TAŞ: 301.
Tazmin: Kefil olmak. Zararı ödetmek. Bir şeyi bir şeye dahil etmek: 1300= 301.
Nas Sûresi’nin bütün âyetlerinin toplamı: 5296= 301.
İsâ - Mehdî Muhammed: 150+151= 301.
Derviş Muhammed. (Noktasız.): 302= 1301.
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı.): 302= 1301.

Afiş: Duvar ilânı. (Pankart: Büyük afiş.): 391.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+332= 391.
Altun Boynuz-Suver: Haliç: 96+296= 392= 1391.

Kurukafa: 494.
Fatiha: Kur’ân’ın birinci sûresi. Bir şeyin başlangıcı, ibtidası. Mübaşeret. Başlamak.
Karar vermek: 494.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1302= 1493= 494.
Tekmile: Ek, ilâve: 495= 1494.
Temime: Heykel: 495= 1494.
Cümane(t): Tek inci: 494.
Ta’yid: Bayram etmek: 494.
Dimne(t): Duvar temeli. (Dimne: Tilki.): 494.
Ta’ziz: Bir adamı aziz kılmak. Hürmet ve muhabbetle sevmek: 494.
İsabet: Rastlamak. Matluba uygun iş işlemek. Doğru düşünmek: 494.
Fütaha: Hükmetmek: 494.
Levzetan: BADEMCİKLER. (Hadîs: “Tedavî olageldiğimiz şeylerin en üstünü,
Kustü’l-Bahr kullanmaktır”… Yine şöyle buyurmuştur: Sakın boğaz hastalığında
çocuklarınızın bademciklerini sıkarak işkence çektirmeyiniz.): 494.

Teşvik: Şevklendirme. Şevke getirme. Kışkırtma. Kaldırma. Cesaret verme: 816.
Berhabe: Minder. Döşek, yatak. Aynı yatakta beraber yatılan kimse: 816.
Hodru: Kendiliğinden: 816.
Havatır: Hâtıralar. Fikirler. Düşünceler: 816.
İstinşad: Bir kimseden şiir okumasını isteme: 816.
Davvî: Vatan tutmak: 816.

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 424+54+797+1212= 2487.
Seyyid Fehim (Arvasî): 487.
Celcelutiye: Hazret-i Ali tarafından cifr ve ebced hesabiyle tertib edilen Süryanice bir
kaside. Esas mânâsı “bedi’ ” demektir: 487.
Ta’biye: Askerlerin muharebede yerleştirilme düzeni: 487.

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 2487= 1488.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1302= 1487= 488.
Telmih: Lâyıkıyla keşfedip nazara arzetmek. Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir
mânâ ifâde için söz arasında mânâlı söz söylemek. İma ile söz arasında başka bir mânâyı ifâde
etme. İbarede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir şiire, bir söze
işaret etmek: 488.
Mümtaz: Diğerlerinden ayrı tutulmuş, üstün, seçilmiş. Ayrı tutulan: 488.
Hatf: Ölüm. Ölmek. Vefat etmek: 488.

“İnanmıyorum bana öğretilen tarihe”: 2487= 489.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1489.
Teltim: Kuvvetli sille vurma: 489.
Fatih: Açan. Fetheden. Teshir eden, zabteden: 489.
Kist: Kimdir?: 490= 1489.
Tecvi’: Acıktırma: 489.

İnkibab: Yüzüstü düşme: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76.
Vasıt: Ortada bulunan. İkisinin ortası: 76.
Bid’: Yeni. İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve yegâne: 76.
Saye: GÖLGE. Himaye, arka çıkma. Yardım: 76.
Nuk: KUŞ GAGASI: 76.
Kun. (Kürtçe.): DELİK: 76.

Tekvis: Yüz üstüne düşürme: 496.
Fetva: 496.
SUT: Yolda ve sahrada işaret için konulan taş: 496.
Savt: Ses. Bağırma: 496.

Cünu’: Yüzü üstüne düşürmek: 59.
Mehdî: 59.

ŞEYH NAZIM KIBRISÎ


Levha: 28 Eylül 2008… Şeyh Nazım Kıbrısî Konya’ya gelmiş. Büyük bir kalabalık
var. Ben nasılsa o kalabalığı geçerek yanına gidiyorum. Bana, “sen bana gelmedin ama, ben
sana geldim!” diyor. Bir ânda ortam değişiyor. 18-19 yaşlarında bir genci görüyorum ve onun
bizim gönüldaşlardan biri olduğunu düşünüyorum. Şeyh Nazım Kıbrısî bana, o kişinin kendi
oğlu olduğunu söylüyor. Ben şaşırıyorum ve o sarışın, mavi gözlü gencin bizim
gönüldaşlardan olduğunu söylüyorum. Şeyh Nazım Kıbrısî de, “benim bütün çocuklarım
zaten sizin gönüldaşlarınız!” diyor gülümseyerek… (Hülya Uyar.)

Şeyh Nazım Kıbrısî: 910+991+372= 2273.
Sipahdar: Kumandan, en büyük asker: 273.
İhtira’: İbda’. Evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcâd etmek. Hiç kimse
tarafından kullanılmamış tâbirler ve mazmunlar kullanma: 1272= 273.
Hükümdar: 273.
Secîr: Dost: 273.
Hundure: Gözbebeği: 273.
Ârib: Halis Arab cinsinden: 273.
Bürkan: Yanardağ, volkan: 273.

Şeyh Nazım Kıbrısî: 2273= 1274.
Ra’d: Bulutları sevke memur bir melek adı. Gök gürültüsü. Tehdit etmek, korkutmak:
274.
İ’rab: Hakikati araştırmak ve düzgün konuşmak: 274.
Dır’: Cevşen. Cenkte giyilen zırh: 274.
Kârban: Kervan: 274.
Kürend: Al at: 274.

Şeyh Nazım Kıbrısî: 2273= 275.
İdris: İlk yazı yazan ve terzilik yapan peygamber: 275.
Addar: Denizci, gemici taifesi: 275.
Ruhanî: Ruha âit: 275.
Seriyye: Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi: 275.
Kerime: Şerefli. Güzide, seçkin, kıymetli şey. Kendine ikrâm edilmiş kimse. Kız
evlâd. Vücudun kıymettar yerlerinden her biri: 275.
Sürye: Ulaşmak, varmak. Gece seyri: 275.
Edra’: Vücudu beyaz, başı siyah olan at: 275.
Bircis: Müşteri yıldızı. Sütlü deve: 275.

SOHBET
Levha: 1 Aralık 2008… İsmail Uysal ağabey ile çekyatta oturup kitab okuyoruz.
Kumandan arkamızda bulunan havalandırmasının kanalından seslenince, İsmail ağabey cevab
veriyor. Sonra bir mahkûm seslenince, konuşmasını kesiyor. Ben, “sizi duyuyoruz konuşun!”
diye sesleniyorum, o yeniden konuşmaya başlıyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Receb Kumru.)

Sayh(a): Çağırış: 108.
Ziman. (Kürtçe.): Dil: 108.
Secile: Büyük kova. Dökülmüş su: 108.
Mesh: El sürme. Silme. Abdest alırken başı sığamak. Taramak: 108.
Hasil: Sığır buzağısı: 108.

Kanal: 181.
Mehdi Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180= 181.
Nakıl: Tercüme eden. İşittiğini anlatan. İleten, taşıyan, aktaran, nakleden: 181.
Melami’: Parıltılar, aydınlıklar: 181.

Hitafe: Çağırmak: 491.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302= 1490= 491.
Ma-ul hayat: Haysiyet. şeref, yüz suyu. Hayat suyu: 491.
Israr: Direnmek, sebat etmek: 492= 1491.
Sube(t): At sürüsü: 492= 1491.
Kelimat: Kelimeler, kelâmlar: 491.

Hitab: Söz söyleme: 612.
Derviş Muhammed: 612.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+332= 612.
İki “idam-ı nefs”: 306+306= 612.
Hıtab: Sözü aşikâre ve yüzüne söylemek. Seninle gayrin arasında olan kelâm: 612.
İsti’lan: İlânını istemek: 612.
Meb’as: Yollanma, gönderilme: 612.

Sohbet: 500.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500.

PUR-EVLÂT
Levha: 23 Ekim 1995… Kumandan’ın bir erkek evlâdı varmış, bu bakımdan yüzüme
bakmıyor. (Selim Gürselgil.)

Pur: Oğul, evlât: 208.
Üf’uvan: Erkek yılan: 208.
Rahib: Keşiş. Abid. Aslan: 208.
Raz: Gizli sır, saklı şey. Mimar. Marangozların işini tanzim eden: 208.
Cidar: Duvar. İki yeri birbirinden ayıran perde, zar: 208.
Abdar: Parlak. Sağlam vücutlu. Su veren hizmetçi: 208.
Bahar: 208.
Büru’: Fazilet, ilim ve iyilikte benzerlerine olan üstünlük: 208.

Lâkayd: Kayıtsız. Alâkasız. Karışmayan. Kıymet ve ehemmiyet vermeyen.
Aldırış etmeyen: 145.
Müheymin: Mümin. Hazır. Sadık. Hafız. Koruyucu: 145.
Rahman Sûresi, 19. âyet: 1145.

01.01.2009- SAYI: 103


TELEFON-İNTERNET
Levha: 19 Eylül 2008… Telefon çalıyor, açıyorum. Kumandanımız’ın ablası Nâlan
ablayla hiç tanışmamış olmama rağmen, karşıdaki sesin ona âit olduğunu hemen anlıyorum.
Bana, “Babana internetten birşey gönderdim, hemen baksın, çok acil!” diyor. Ben de, bizde
internet olmadığını söylüyorum. Bunun üzerine, “sen bilgisayarı aç, o karşına çıkacak!” diyor.
Bilgisayarı açıyorum, görsel bir haber var. Haberde, ödüllü bir yönetmenin –Amerikalı
olduğunu düşünüyorum– Kumandanımız’ın hayatını, yaşadığı zorlukları filme çektiğini ve
dergisine kapak haberi yaptığını görüyorum. İnternet’teki bu haber, kısa bir fragman-tanıtıcı
parçadan oluşuyor. Babam bunu gördüğünde, “bu çok büyük bir müjde olabilir!” diyor.
(Hacer Ustaosmanoğlu.)

Telefon: 566.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+308= 566.
Süruş: Melek. Cebrail: 566.
Sinaye: Yünden ve kıldan yapılan İP: 566.
Meşkur: Şükre lâyık olan. Kendisine şükür arzolunan: 566.
Tekavvüs: Kavislenme: 566.

Telefon: 566= 1565.
Seyyid Muhammed b. Alevî Mâlikî Hasenî: 565.
Sırrdaş: Birinin sırrını bilen. Sır saklayan: 565.

İnternet: 1102.
İ’la: Yükseltmek. Bir şeyin yukarısına çıkmak. Yukarı kaldırmak. Şânını yüceltmek.
Şöhretini arttırmak: 102.
Yasıb: Yeşim taşı: 102.
Hafîd: Evlâd. Oğul. Torun: 102.
Kubb: Kürk: 102.
Mübîn: Açık, vâzıh, âşikâr. Ayan kılan, izâh eden. Dilediğine doğru yolu gösteren:
102.
Mebnî: Yapılmış. Kurulmuş. Bir şeye dayanan: 102.
Ashâb: Arkadaş olanlar. Halk. Sahabîler: 102.
Saye-gâh: Gölgeli yer. Gölgelik: 102.
Sebil: Açık ve büyük yol. Büyük cadde. Allah rızası için su dağıtılan yer: 102.
Alb: Eser: 102.
Alb: Yiğit, kahraman, cesur gibi mânâlara gelen bir sıfattır: 102.
Mesag: İtibar, değer. İzin. Müsaade. Ruhsat. Cevaz. Geçmesi kolay olan. Açlık: 1101=
102.
Mübeyyin: Açıklayan. Beyân eden. Meydana koyan: 102.

İnternet: 1102= 103.
İsa: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek. Vasiyet, sipariş. Nasbetme: 103.
Hırşa’: Yılan derisi. Yumurtanın üst kabuğu: 1102= 103.
Ezmine: Zamanlar: 103.
Cüzzet: Kaftan: 1103.
Necmî: Yıldızla ilgili: 103.
İcl: Dana. Sığır yavrusu: 103.
Müneccî: Halâskâr. Kurtarıcı: 103.
Bumehen: Deprem, zelzele: 103.

Mübeşşir: İyi haber verip sevindiren. Hayırlı haber veren. Müjdeleyen: 542.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1312= 2542.
Mübşir: Müjde veren, ibşar eden, müjdeleyen: 542.
Mübşer: Kendisine müjde verilmiş, müjdelenmiş:542.
Telkib: Lâkab vermek, isim takmak: 542.
Taklîb: Döndürme, çevirme. Bir şeyin kalıb ve şeklini değiştirme: 542.

RENKLER
Levha: 22 Ekim 2008… Birkaç defa Hazret-i Ömer ve kızını görüyorum… Sonra Dört
Büyük Halife’yi görüyorum. Görülüşleri, bir cebin ters dönmüş hâli gibi; sarı, kırmızı, mavi,
beyaz renklerde yanyana duruyorlar. Herbiri görev sırası geldiğinde kalkıp görevini yerine
getirip, tekrar yerine geçiyor. Hazret-i Ali ve Hazret-i Ömer’in görev yaptıklarını, görüyorum.
(İstihareci.)

Reng: Renk, levn. Suret, şekil. Oyun, hile, dalavere. (Renk: Bulanık su.): 270.
Derûnî. (Kürtçe.): Psikoloji. Psikolojik: 270.
Seriyy: Nefis. Kuvvetli. Reis. Küçük nehir, ırmak: 270.
Derunî: İçten, gönülden: 270.
Tayeran: Uçuş. Uçma: 270.

Gûn: Tarz, gidiş, sıfat. Renk: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76.
Dua: Allah’a karşı rağbet, niyaz, yalvarış. Namaz. Salavat getirmek. Bir kimseyi bir
isimle tesmiye etmek. Birisini çağırmak. Söz, kelâm. Okumak: 76.

Necr: Renk. Halâs, kurtuluş. Asıl. Şiddetli sevk. Ağaç yontmak: 253.
Nebbar: Fasih dilli, güzel konuşan adam: 253.
Rubban: Kaptan: 253.
Darbum: Bizanslılar zamanında Eskişehir’in ismi: 253.
Mecra: Suyun aktığı yol. Su yolu, kanal. Cereyan eden yer. Bir haberin yayılma yolu.
Bir şeyin dolaştığı yer: 253.
İrgan: Bir işi kolaylaştırma: 1252= 253.
Mücrihe: Yürümesi ve gitmesi tez olan kişi. Hızlı yürüyen kimse: 253.

Telvin: Renk verme. Boyama. Boyanma: 496.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+1312= 1497= 2496.
Mütevekkil: Tevekkül eden. Allah’a güvenen: 496.
Fetva: 496.
Tekvis: Yüzü üstüne düşürme: 496.

Levn: Renk, boya. Sıfat, nev’, çeşit, tür. Bir şeyi diğerinden ayıran alâmet: 86.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085= 86.
Dü gane: İki adet, ikiz: 86.
Üveysî: Sevdiği ve bağlı olduğu zatı görmeden feyz alma tarzı: 87= 1086.
Nul: Kuş gagası: 86.
Mevlud: Çocuk. Yeni doğan çocuk. Mevâlid-i selâseden herbiri: 86.
Bedi’: Eşi, benzeri olmayan. Hayret verici güzellikte olan. Garib. Acib. Benzeri
olmayan şeyleri vücuda getiren. Kimseye benzemeyen. İcad edici olan. Hâlık ve Hallak-ı
Cihan olan. Beğenilen. Yeni bulunmuş ve görülmedik tarzda olan. Sözün garib ve güzel
olması hâli: 86.
Sevk: Misvak yapmak: 86.
Sepidî: Aklık, beyazlık: 86.
Siyahî: Siyahla alâkalı. Zenci. Siyahlık, karalık: 86.
Kiyane: Kefalet, kefil olma: 86.

Derarî: Renkli şeyler. Parlak yıldızlar: 415.
Teeyyüd: Kuvvetlenmek. Teyid olunma: 415.
Hüzzet: Boyun: 415.

Sehane: Renk. Heyet. Süs, ziynet: 123.
Efaim: Vâsi olmak, geniş olmak: 123.
Kâmbin: Merâmına erdiren: 123.
Esasen: Kendiliğinden, aslından, temelinden: 123.
Vahdeddin: Aslı “Vahîdüddîn”dir: 123.

Hulefa-i Raşidîn: Dört büyük halife: 1277.
Kûrân: Körler, âmâlar. (Tasavvuf’ta, Allah’tan başka herşeye gözü kapalı olanlar,
iltifat etmeyenler, O’ndan başkasını görmeyenler.): 277.
Revasî: Büyük dağlar: 277.
Evreng: TAHT, evrend. Şan, şeref, nâm. Zinet, süs. Akıl, irfan. Hoş hâllilik.
Yakışıklılık. (Manzarî: Güzel, gösterişli ve yakışıklı adam… Manzar: Bakılan yer, görülen
yer. Görünüş… Manzara: Dışarı görecek pencere.): 277.
Girdeban: Gözcü, gözetici: 277.
İare: Emaneten vermek. Meccanen –karşılıksız– vermek: 277.

Hulefa-i Raşidîn: 1277= 278.
Rahman 20. âyet. (Noktasız.) : 278.
Erbaa: Dört: 278.
Arub: Erkeğini seven kadın. (Arube: Cuma günü. Hatasız Arabça konuşmak.): 278.
Arvasî: 278.

Zer: Sarı. Altun, akçe. Nöbet. Oruç. Çile: 207.
Ashab-ı Kehf: 207.
Bühr. (Kürtçe.): Kaş: 207.
Kamus: Deniz. Derya. Denizin ortası, derin yeri. Büyük lügât kitabı: 207.
Garv: Acib: 1206= 207.
Dübar: Çarşamba günü: 207.

Mavî: 57.
Mecid: Zat şerefine sahib. (Esma-i Hüsna’dandır.): 57.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055= 57.
Vamî: Borçlu: 57.
Hama: Hıfzetmek. Korumak: 58= 1057.
Nüvaht: Çalgı çalma: 1056= 57.
Medha: Övmek, medhetmek: 57.
Eyum: Erkeksiz kadın. (Âhil: Erkeği olmayan kadın. Fevkinde kimse olmayan yüksek
padişah.): 57.

Kırmızı: 358.
Haneş: Yılan: 358.
Mernusa’: Mübârek: 358.
Haşim: Haşmetli, gösterişli, muhteşem: 358.
Muhaşşa: Haşiye yazılmış: 358.
Muhaşşi: Haşiye yazan: 358.
Münserih: Çabuk çabuk giden. Hızlı hızlı giden hayvan: 358.
Nüşub: Dâhil olmak. İlgilendirmek, taalluk etmek: 358.

Beyaz: Aklık, beyazlık. Müsveddenin temize çekilmesi: 813.
Dabi: Kül, ramad: 813.
Dabi’: Yere yapıştıran, yere yapıştırıcı: 813.
Zühur: Su çok olmak. Irmak su ile dolu olmak. Büyük ve uzun olmak: 813.
İstinşa’: Güzel koku koklama. Haber, havâdis araştırma: 813.
Kabristan: 813.
Tetvibe: Tevbe etmek: 813.
Vuzu’: Abdest alma. Abdest suyu: 813.

Vazife: Bir kimsenin yapmaya mecbur olduğu iş. Yapılması birine havâle edilen
şey. Kıymet verilen iş. Ücret: 1001.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+332= 1000= 1.
Şahsî: Şahsa mahsus, şahsa âit, dair. Kişi ile, şahıs ile alâkalı: 1000= 1.
Zal’: Eğilmek, meyletmek. Dar olmak. Davarın ağır yük getirmekten dolayı yürürken
İki yanına eğilmesi: 1000= 1.

Vazife: 1001= 2.
Yakub (Çerhî): (Hacegân silsilesinin 18. büyüğü.) 188+813= 1001= 2.
Şazz: Kaide hârici olan. Müstesna bulunan: 1001= 2.

YÜZBAŞIOĞLU GIDA
Levha: 30 Temmuz 2005… Aksaray’da, dükkândayız. Yanımda babam (Hamîd) var.
Bitişikteki “Yüzbaşıoğlu Gıda”da Kumandan oturuyor. Babam onun için, “hep buraya
bakıyor!” diyor. Ben de, “o Kumandan; Mutki aşireti reisi Musa Bey’in torunu, her yeri
görür!” diyorum. Kardeşim Çetin dükkâna gelip, Kumandan’ın benim için, “rüyâlarını yazıp
göndersin!” dediğini iletiyor. Sonra, Selim Gürselgil’i görüyorum. Yeni bir eser yazmış,
ondan bahsediyor. Kumandan da masada otururken, lâtife ile karışık ona, “artık bir hafta
havandan geçilmez!” diyor. Selim kalkıyor… Kumandan’a, “ben de aynısını söyledim ona!”
diyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Abdülmetin Torsun.)

Musa Mirzabeyoğlu: 107+1302= 1409.
TAZA. (Kırgızca.): Temiz. (Taz: Koşma, koşuş… Aynı yazılışla “te’z”: Cenk edip
dövüşürken, yoldaşını gözetmek… Taze: Yeni kesilmiş, bayatlamamış, taravetli, buruşmamış.
Yeni duyulan, henüz ortaya çıkan. Kuru olmayan, yeşil. Genç, körpe.): 409.
Tahazzur: Hazır bulunma. Hazır olma: 1408= 409.
Guzat: Din uğruna harbedenler. Gaziler. (Guzz: Oğuz Türkleri… Guzz: Tarikat
adamları.): 1408= 409.
Hazret: Ön. Kurb. Hürmet maksadı ile büyüklere verilen ünvan: 1408= 409.
Cerrare: Sarı renkte, küçük zehirli akreb: 409.
Rapor: Bir tetkik neticesini bildiren yazı: 409.
Eşkah: Kırmızı yüzlü adam, al renkli at: 409.
Otağ: Padişahlarla vezirlere mahsus çadırlar: 1408= 409.

Musa Mirzabeyoğlu: 116+1302= 1418.
Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418.
Tazi: Arablar: 418.
Vahdet: Birlik. Yalnızlık. Teklik: 418.
Tevahhud: Tek olmak: 418.
Zeyyat: Zeytin ağacı: 418.

Sıbt: Torun: 71.
Müselles: Üç. Üçlü. Üçleştiren. Üçgen: 1070= 71.
Tabs: İNSAN: 71.

Yüzbaşıoğlu: 478.
Cousteau: Kusto: 478.
Kaptan Kusto Müslüman: 82+175+221= 478.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 59+98+322= 479= 1478.

Yüzbaşıoğlu: 478= 1477.
İzzet: 477.

Gıza: Gıda: 1702.
Basiret: Hakikati kalbiyle hissedip anlama. Feraset. İbret alınacak hidayet sebebleri.
Hüccet. Yer üstündeki kan: 702.
Âsâr: Eserler. İzler. Nişânlar. Abideler. Âdetler. Öc almalar, intikamlar: 702.
Tebakkur: İlim ve malda genişlik üzere olmak. Âlim ve zengin olmak: 702.

Gıza: Gıda: 1702= 703.
Mahzun: Hazinede saklanan şey: 703.
Müste’rib: Borçlu: 703.
Rekabet: Hıfzetmek. Gözetmek. Başkalarından ileri geçmeye çalışmak. Kıskanmak:
703.
Burkat: Put, heykel, sanem: 703.
Zi’b: Kurt, canavar: 703.
Bihak: Erkek kurt: 703.

Yüzbaşıoğlu Gıda-Gıza: 478+1702= 2180.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180.
Malkoç: Osmanlı imparatorluğunda akıncıların başı: 180.
Kaide: Esas. Temel. Düstur. Nizâm. Yol. Ayaklık. Dip taraf. Bir şeyin meydana
gelmesine temel ve düstur olan husus. Bir ilim ve fennin düsturlarından herbiri: 180.

Yüzbaşıoğlu Gıda-Gıza: 2180= 182.
Kafa: Baş. Ense, arka. Akıl, zekâ, anlayış: 182.
Selaman: Bir büyük ağaç ismi: 182.
Istıfa: Bir şeyin iyisini seçip ayıklama. Bir şeyi ıslah edip sâfileştirmek. Seçmek.
Ayıklamak: 182.
Effak: Bütün dünyayı gezen tüccar. (Kustar.): 182.
Ef’al: Fiiller, işler: 182.
Mansab: Rütbe: 182.
Mukavele: Kavilleşmek. Sözleşmek. Anlaşmada imzalanan ve karar altına alınanların
yazıldığı kâğıt: 182.
Ukba: Ahiret. Cezâ: 182.
Faik: Âli. Her şeyin güzide ve alâsı. Diğerinden daha üstün ve değerli. Üstün, üstünde:
182.
Zafir: Galib gelmiş olan: 1181= 182.
Akib: Bir şeyin ardından gelen. Arkası sıra giden: 182.
Anbes: Arslan: 182.
Munsabb: Bir nehire veya denize dökülen, karışan: 182.
Munsabig: Boyanan, insibag eden: 1182.

TAMİR
Levha: (…) Ekim 2008… Cezaevindeyiz. Formen Temel ağabey, Kumandan,
Sadeddin ağabey, Erhan, Cengiz, Çetin, hep bir aradayız. Kumandan’la Sadeddin ağabey yere
oturmuş… Sonra köşede biraz çöküntü olan yeri Kumandan doldururken, “az kaldı!” diyor. O
sırada ben ve Çetin, yemek alıyoruz. Erhan, çöküntüyü umursamaz bir tavır içinde oturuyor.
Aldığımız yemek, ıspanak üzerine pekmez… (Yakaza — Ekrem Demirci.)

Ta’mir: Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek: 720.
Halif: İki dağ arasındaki yol. Eski elbise. Arkadan gelen. Birinin yerine geçen: 720.
Fehm: Ulu kişi: 720.
Mer’iyyet: Hükmü geçer olma. Makbul oluş: 720.
Zebih: Kesme. Boğazlama: 720.
Nahı’: Âlim: 721= 1720.
Tersin: Süzmek: 720.
Münhul: Elek: 720.
Yaddaşt: Hatırda tutulan şey. Hatıra: 720.
Hasal: Bir işde ortaya konulan ödül. Ağacın zeminde ortaya sarkmış uçları: 720.
Geşt: Seyretme, dolaşma, gezme, tenezzüh. Geçme: 720.
Halas: Üzüm ağacına benzer bir ağaç: 720.
Hılas: Her nesnenin dibine çöken ağırlığı: 720.
Hasekî: Osmanlı sarayında görevli bazı subaylara verilen isim: 720.
Küsr: Çok mal: 720.
Mütearrî: Bir şeyden alâkasını kesen. Soyunan, çıplak: 720.
Şekt: Bedel etmek, karşılık vermek: 720.
Teşhiye: “Gönlün ne isterse sana vereyim” demek: 720.
Teşbih: Enli ve yassı yapmak: 720.
Müfezzaz: Gümüşlü, gümüşle süslü: 1720.
Magfiret: Allah’ın kullarının günahlarını örtmesi: 1720.

Taam: Yemek. Yenilen şey: 120.
Ebulhasen Harkaanî: (Hacegân silsilesinin 7. büyüğü.): 158+961= 1119= 120.
Umud: Direkler. Sütunlar. Seyyidler. Askerî elçiler: 120.
Adulî: Gemici. Mellâh: 120.
Yümkin: Olabilir, mümkün: 120.
Sehna’: Heyet. Suret: 120.
Kuzha: Yol, tarik: 120.

ÜÇ DARAĞACI
Levha: (…) Ağustos 2006… Fatih’te Dâruşşafaka Caddesi’nin Fatih Camii’ne yakın
bir yerinde kalabalık var… Yaklaşıp kalabalığın arka tarafına geçiyorum. Üç tane darağacı
kurulmuş; ortadaki Kumandan için. Ona bakıyorum, bir ân o da bana bakıp gülümsüyor ve
tekbir getirmeye başlıyor. Ben de içimden tekbir çekmeye başlıyorum ve aynı zamanda
ağlıyorum. Kumandan asılmıyor. (Zergûn Yazıcı.)

Acc: Kalabalık. Topluluk: 74.
Vejîn: Diriliş: 74.
Seyyid: Efendi. Allah Sevgilisi’nin soyundan gelen, onun izinden giden. Allah
Sevgilisi’nin bir ismi: 74.
Yedeyn: İki el: 74.
Nuhî: Nuh Aleyhisselâmla ilgili. Çok eski: 74.
Hâcibeyn: İki kaş: 74.
Sevded: Ulu olmak: 74.
Yabanî: Yabana mensub, ıssız yerlerde yaşayan. Yabancı, alışmamış: 74.
Meled: Tazelik, körpelik, nâziklik, gençlik: 74.
Melce’: Sığınılacak yer. Halâs olacak, kurtulacak yer: 74.
Cemal: Yüz güzelliği. Fertteki güzellik. Doğru söz. Hüsün: 74.
Sehv: Keşfetmek, bulmak. İzâle etmek. Kabuk soymak. (Necb: Kabuk soymak.): 74.
Nehide: Kalın kaymak: 74.
Nahvî: Nahiv ilmine âit. Arabça gramere dair. Nahiv ilmini iyi bilen: 74.
Idd: Pınar ve kuyu suları gibi aktıkça kesilmeyen, devamı gelen su. Çokluk, kesret: 74.
Delil: Kılavuz. Doğru yolu gösteren. Beyyine. Bürhan: 74.
Add: Hesablamak. Saymak. Sayılmak. İtibar etmek: 74.
İspehbed: Başbuğ, hükümdar, hakan, kağan: 74.
A’ba: Ağırlıklar, yükler, mesuliyetler. Sandık: 74.
Aba: Ekseriya yünden yapılmış bol giyimli bir libas, elbise: 74.
Ac: Fildişi. Dolu kab: 74.
Deng: Hayran, şaşkın, bön, sersem. İki maddenin çarpışmasından çıkan ses. Pergel
noktası. (Pergel, Kürtçe’de “Sistem” demek.): 74.
Ecmel: Çok güzel, en yakışıklı. Daha güzel: 74.
Nadide: Az bulunur, çok değerli görülen: 74.

Darağacı: 1220.
Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus bir yeri olmayan: 220.

Darağacı: 1120= 221.
Muhammed Salih: 221.
Cerih: Yaralı, yaralanmış: 221.
İsyan: Ayaklanmak. Emre karşı gelmek: 221.

İrtisam: Tekbir getirmek. Allah’a iltica. Emrolunan şeye imtisâl etmek.
Resmedilmek, resmi çıkmak, resimli ve nişânlı olmak: 702.
Takarrüb: Yakınlaşmak. Yaklaşmak. Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak: 702.
Terakkub: Bekleme, gözetleme, yol gözleme. Ümit etme. Muntazır olma: 702.
İttikar: Vakar, gurur ve büyüklük gelme: 702.
Bezz: Galib olma: 702.

Mükebbir: Tekbir getiren: 262.
Bakır (nuhas) halka: 119+143= 262.
İkram: Allah’ın lütfu ve ihsanı. Ağırlamak. Hürmet etmek. İltifat olarak birşeyler
vermek. Bağış. Hesab dışı verilen şey veya yapılan indirme. Tenzilât: 262.
Yârân: Dostlar. Sadık arkadaşlar. Sevgililer: 262.
Rüchan: Üstünlük, yükseklik, üstün olma: 262.
Nevvere: Nurlu, aydın. Aydınlık: 262.
Eras: Başı büyük olan kişi: 262.
Ülker: Süreyya: 262.

Allah Ekber: 289.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+1191= 1289.
Niyâzkar: Dua eden. Yalvarıp yakaran. İhtiyacı olan: 289.
Taraf: Taraftarlık, sahib çıkma. Yan, yön. Yer, memleket, kıt’a: 289.
Çerakise: Çerkesler. Çeçenler: 289.

Allahu ekber: 295.
Seyyid Muhammed Salih: 295.
2 Kutvanî aba: 1294= 295.
Milkdar: Hükümdar: 295.
Mülkdar: Padişah: 295.
Sarre: Sayha, yüksek ses. Çağırıp söylemek: 295.

TAHLİYE
Levha: 8-9 Kasım 2006… Kumandan Hapishâne’den çıkıp, benim de orada olduğum
bir eve geliyor. Evde Fatih-Çarşamba’lı gönüldaşlar var. Kumandan’a ikramda bulunuyorum
ve yanında ayakta duruyorum. Bir ara kapı çalınıyor, kapıyı açınca Abdülmetin Torsun’u
görüyorum. Onun, Kumandan’ın hapisten çıktığından haberi olmadığını biliyorum ve “sana
bir sürprizim var!” diyorum. Abdülmetin içeri giriyor ve Kumandan’a “İbrahim hoş geldin!”
diye sarılıyor. Ben şaşırıyorum. Abdülmetin bana dönüp “İbrahim Kapucu” diyor; benim
Kumandan olarak gördüğüme. O ân sıfat olarak da Kumandan’dan daha değişik bir hâl alıyor.
Ben çok şaşkın bir vaziyette, “nasıl olur, ben Kumandan diye ikramda bulunuyorum, ama o
hiçbir şey söylemiyor!” diye düşünürken, İbrahim Kapucu, “bu ikramı, çok işkence gördüğüm
hapisten yeni çıkmamdan dolayı diye tahmin etmiştim!” diyor. (Nadir Yazıcı.)

İnfaz: Bir hükmü yerine getirme: 832.
Mehd(î) Muhammed Salih: 49+92+691= 832.
Hafıkan: Şark ile garb: 832.
Muayenehâne: 832.
Tebettül: Halktan ayrılmak. Hakka yönelmek ve ubudiyet etmek: 832.
Tebkit: Tekdir etmek. Azarlamak. Vurmak. Başa kakmak. Delille susturmak: 832.
Tektib: Askeri bölüklere ayırmak. Yazdırma: 832.
İltizaz: Lezzet duyma, hoş ve lâtif bulma: 1832.

Tahliye: Serbest bırakmak. Temizlemek. Boşaltmak. Boş bırakmak: 1045.
Adam: İNSAN. Erkek kişi: 45.
Hüm: ONLAR: 45.
Hizmet: 1044= 45.
Culah: Dokuyucu: 45.
Emedd: Daha uzun, pek uzun: 45.
Emed: Son, nihayet. Gayet. Encam: 45.

Tahliye: 1045= 46.
“Vav” harfi, Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Vâli” ismine tevafuk eder ve sayı değeri: 46.

İkram: Ağırlamak. Hürmet etmek. İltifat olarak birşeyler vermek. Bağış. Hesab
dışı verilen şey veya yapılan indirme. Tenzilât. Allah’ın lütfu ve ihsanı: 262.
Gırân. (Kürtçe.): Yük: 1261= 262.
Eras: Başı büyük olan kişi: 262.
Yârân: Dostlar. Sadık arkadaşlar. Sevgililer: 262.
Rizne: Su toplanan yer: 262.
Bakır-nuhas halka: 119+143= 262.
Sebir: Suret. Renk. Asıl. Heyet: 262.

Muanaka: Birbirinin boynuna sarılma. Kucaklaşma: 266.
Yusuf Hemedanî: 156+110= 266.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266.
Ruzban: Kapıcı: 266.
Süver: Sûreler: 266.
Saika: Yıldırım: 266.
Ükrüme: Kerem, bahşiş, lütûf: 266.

08.01.2009- SAYI: 104


YILDIZ-HALY
Levha: 29 Aralık 1986… Satranç oyunu… Benim fotokopi olarak yayınlanan “Kayan
Yıldız Sırrı” isimli şiir kitabımdaki resmim; mavi üzerine siyah baskı… Onu çekiyorum ve
“tedbirimi aldım!” diyorum… Fillerin karşısına çekiyorum!

Gams: Yıldız kayması. Suya dalmak: 1100= 101.
Gusto: Zevk ve takdir: 101.
“Neslihan Kerimem”: 1101.
Duâgû: Dua okuyan, dua eden: 101.
Sabi: Henüz süt emen çocuk. Bülûğ çağına gelmemiş çocuk. Üç yaşını tamamlamayan
erkek çocuk: 102= 1101.
Tavvafe: Kedi: 101.
Men hüve?: O kimdir?: 101.
Sahib: Sohbet edilen kimse. Bir şeyi koruyan ve ona mâlik olan. Bir iş yapmış olan.
Bir vasfı olan: 101.
Sema: Gökyüzü. Asuman. Gök. Her şeyin sakfı. Gölgelik. Bulut ve emsali örtü: 102=
1101.
Hil’at: KAFTAN: 1100= 101.

Kevkeb: Yıldız. Parıldamak: 48.
Mâcid: Azamet ve şerefle vasıflı. (Esma-i Hüsna’dandır.): 48.
Mühic: Ruhlar. Canlar: 48.
Pa-dam: (Ayaktan yakalayan.) KUŞ TUZAĞI: 48.
Magz: Beyin. Öz. İç. Lüb. İlik. Dimağ: 1047= 48.
Bihima: O ikisi, o ikisine, o ikisinden, o ikisiyle mânâsına gelir: 48.
HALY: Altundan ve gümüşten süs eşyaları: 48.
Badam: Badem: 48.
Bolî: BOLU: 48.

Kevkebe: Yıldız, necm. İnsan cemaati. Süvarî alayı: 53.
Kevkebe: Fevkalâde tantana. İhtişam, debdebe, şöhret: 53.
Ahmed: Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve hamdedilmeye lâyık. Çok sevilen.
Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi: 53.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052= 1053.

Kevkebet-ül müzenneb: Kuyruklu yıldız: 1271.
Sure: Kur’an’ın 114 bölümünden her biri. Derece. Durucak yer. Menzilet. Şeref ve
şân. Güzel inşa edilmiş bina. Sur. Refi’. Alâmet, işaret: 271.
Reis: Başkan, baş: 271.
Giramî: Ulu, büyük. Muhterem, aziz, hürmete lâyık: 271.
Seyyar(e): Bir yerde durmayıp yer değiştiren. Gökte veya güneş etrafında dönen
yıldız. Gezegen. Kervan, kafile. Otomobil, zâtıyla hareketli: 271.
Teshir: Zaptetme, hâkim olma. İtaat ettirme: 271.
Saray: 271.
Rüsve: Muhkem ve sağlam olmak. Sâbit olmak: 271.

Kevkebet-ül müzenneb: 1271= 272.
Sipahdar: Kumandan, en büyük asker: 273= 1272.
Hükümdar: 273= 1272.
Arab: 272.
İhtira’: İbda’. Evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek. Hiç kimse
tarafından kullanılmamış tabirler ve mazmunlar kullanma: 273= 1272.
Beraa: İlim ve fazilet ve cemâlde üstünlük: 272.
Ra’b: Doldurmak. Efsun. (Sihir yapanlar okurlar): 272.
Erendiz: Jüpiter. Müşteri gezegeni: 272.
Erkan: Rükünler. Esaslar. Temeller. Temeller: 272.
Rebis: Bahadır, kahraman: 272.

Hadîs-i Şerif’te Mehdî’nin alâmetleri hakkında şöyle anlatılmıştır: “Şark tarafında bir
kuyruklu yıldız doğup aydınlık verecektir.”… 1986 yılında, yani Hicrî 1406’da görülen
HALLEY kuyruklu yıldızı, Hadîs-i Şerif’te belirtildiği gibi hem parlak bir yıldızdır, hem de
Hadîs’le belirtildiği gibi, seyri doğudan batıya doğrudur. Yine Mehdî’nin çıkış alâmetlerinden
olan ay ve güneş tutulmalarından (1981-1982= 1401- 1402) sonra doğmuştur. Dünyadan 76
yılda bir geçen bu yıldız, asır başında beklenen Mehdî’nin alâmetlerinden olarak, asır
başlarında, 1986’da görülmüştür… Tarih boyunca bu kuyruklu yıldızın geçtiği zamanlarda,
Müslümanlar için çok önemli hâdiseler meydana gelmiştir: Nuh Aleyhisselâm’ın kavminin
helâk olması, Hazret-i İbrahim’in ateşe atılması, Hazret-i Musa ile uğraşan Firavun ve
kavminin yok edilmesi, Hazret-i Yahya’nın öldürülüşü… Bu yıldız geçtiğinde meydana gelen
diğer önemli hâdiseler de şunlardır: Hazret-i İsâ Efendimiz doğmuştur. (25 Aralık’ta kabul
edilmektedir.) Resulullah Efendimize ilk vahiy gelmeye başlamıştı. (Bununla ilgili olarak,
Müddessir Sûresi için söylenenlere değineceğiz.) Osmanlı Devleti tarih sahnesinde yer
almaya başladı. İstanbul’un Fatih tarafından fethedilişinde bu yıldız görülmüştür. (Bu yüzden
papazlar, talih bakımından bu yıldıza “Türklerin yıldızı” demiş ve doğuşunu kendileri için
uğursuzluk saymışlardır.)… MÜDDESSİR SÛRESİ, Kur’ân’ın 74. sûresidir. Allah
Sevgilisi’ne “Ey örtünen – Kalk ve korkut, uyar” diye başlar. Sözkonusu Sûre’nin 30.
âyetinde, kâfirler için bir fitne ve müminler için bir rahmet diye yorumlanan 19 sayısı ile ilgili
şu ifâde: “Üzerinde (zebanilerden) ondokuz”… 31. âyette açıklanıyor: “Hem biz o ateşin
bekçilerini hep melekler yaptık, sayılarını da ancak inkâr edenler için bir tecrübe vesilesi
kıldık ki, kendilerine kitab verilmiş olanlar böylece kesin inanç sahibi olsun ve imân edenlerin
de imânlarını arttırsın…..” Halley Kuyruklu Yıldızı 76 yılda bir geçiyor: Buna göre 19’un
dört katı. En son, Hicri 1406’da (Milâdî 1986) görüldü: 1406, 19’un 74 katı oluyor.
MÜDDESSİR SÛRESİ de Kur’ân’ın 74. sûresi. Bir başka husus: Kuyruklu Yıldız’ın 1406-
1986’daki geçişi, Allah Sevgilisi’nin Peygamberlikle vazifelendirildiği milâdî 607’den beri
19. geçişi oluyor.

Müntecim: Yıldızın doğması: 533.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302= 2532= 1533.
Esleb: Vücutta veya yüzde olan ben: 533.
Selc: KAR: 533.
Mülabeset: Karışma. Münasebet. Ülfet etmek. İki şeyin birbirine benzemesi. Takribî
cihet: 533.
Müste’cel: Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar tehir edilmiş
olan: 534= 1533.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî-Necib Fazıl Kısakürek-Salih Mirzabeyoğlu:
566+1417+2003= 3986. (Sovyetler Birliği’nin dağılışı: 989.)
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+322= 987= 1986.
Zeruf: Seri, hızlı, aceleci: 986.
Fevz: Ölüm. (Fevz: Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet): 986.

Stérka bidûv. (Kürtçe.): Kuyruklu yıldız: 762+28= 790.
İzzet Mirzabeyoğlu: 477+1312= 1789= 790.
Münşeat: Kaleme alınmış şeyler. Nesir yazılar.
Mektublar: 791= 1790.
Destgork. (Kürtçe.): Eldiven: 790.
Müteferri’: Dallanan, bir kökten ayrılan. Bir kökle alâkalı olan: 790.

Stérka dümdar. (Kürtçe.): Kuyruklu yıldız. (Dümdar: Ordunun geriden emniyet
kuvveti. Son zamanlarda gelen büyük evliyaullah.): 762+250= 1012= 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013.

Dûvsterk. (Kürtçe.): Kuyruklu yıldız: 777.
Mibzele: Hergün giyilen kaftan, günlük elbise: 777.
İaze: Sığındırmak. Muhafaza etmek. İltica: 777.
İzaa: Açığa vurma, belli etme. Yüksek sesle bildirme, ilân etme. Radyo: 777.
Âsûr: Tuzak, ağ. Şer. Şiddet: 777.
Avaz: Nefret. İkrah. Bir şeyi kerahetle yapma: 777.

Kuyruklu Yıldız: (Kuyruklu: Kuyruklu olan. Kuyruk şeklinde çıkıntısı olan.
Yabanî, vahşî. Akreb… Kuyruk: 422… Kürtçe, “dûpişk”: Akreb: 422.): 458+71= 529.
Kamer Sûresi, 45. âyet. (Noktasız.): 529.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+691+477+1302= 2529.
Destine: BİLEZİK: 529.
Miftah: Açan âlet. ANAHTAR: 529.

YILMAZ
Levha: 24 Aralık 2008… Kumandanımız’ın babası, sağında solunda bulunan birkaç
kişiye konuşuyor: “Onun adı YILMAZ… Yılmaz Salih… Yılmaz Salih bir kod’tur!”…
Yılmaz kelimesini bir sıfat olarak kullanıyor ve doğduğu zamanki hâli, sonra hayatta verdiği
mücadeleyi kastediyor. (Kırıkkale F-Tipi Cezaevi — Zeynel Abidin Danalıoğlu.)

Nebez. (Kürtçe.): Yılmaz: 59.
Mehdî: 59.
Nebez: Lâkab: 59.
Nebz: Bir kimseyi ayıplamak. Kötü lâkab takmak, istihzâ etmek. İhtiyarlık işareti
belirmek: 59.

Yılmaz Salih: 98+129= 227.
Moğol Mehdî Muhammed: 1227.
Mahmud Salih: (Mahmud, Allah Sevgilisi’nin isimlerindendir.): 98+129= 227.
Erzide: Pahası kesilmiş, değeri belli edilmiş şey: 227.
Tahir: Yüksek nefes. (Tahir: TEMİZ. Pak. Zâhirde ve bâtında bütün ayıp ve kirlerden
temiz ve pâk olduğu için Allah Sevgilisi’ne de bu isim verilmiştir… Kırgızca, TAZA:
Temiz.): 227.
Aksiyon: 227.
Kerebe: Suyun aktığı yer: 227.
Tarih: 227.
Evrek: Salıncak: 227.
Berahide: Yola çıkarılmış, gönderilmiş: 227.
Gürbe: Kedi: 227.
Girdab: Tehlikeli yer. Tehlikeli yer ve zaman. Suların dönerek çukurlaştığı yer.
Anafor. (ANAFOR isimli 1982’de çıkan şiir kitabım hatırlanmalı.): 227.

Yılmaz Salih: 98+691= 789.
Hindî Halif(e): 69+720= 789.
İzzet Mirzabeyoğlu: 477+1312= 1789.
Müstatrif: Nadide sayılan: 789.
Ta’tiş: Susatma, susatılma: 789.

Kod: Bir bilgiyi ifâde eden remizler –semboller– sistemi: 110.
Mehmed Emin Tokatî: 1110.
Yemin: Sözü Allah’ı zikrederek kuvvetlendirmek. Kasem. El ele tutuşarak, Allah’a ve
birbirlerine söz vererek ahitleşmek. Mübarek. Sağ taraf, sağ el: 110.
Alî: Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Necib: 110.
Müsebbih: Allah’ı tesbih edip anan: 110.
Dülu’: Huruç etmek, çıkmak: 110.
Yümna: Sağ taraf, sağ el: 110.
Derhuş: Lâyık, münasib, uygun, yakışır: 1110.

Mevlid: Doğma. Dünyaya gelme. Doğulan yer ve zaman: 80.
Heylele: “Lâ ilâhe illallah” demek: 80.
İnkâh: Nikâh etme veya edilme: 80.
Mükâvaha: Muharebede üstün gelme: 80.
İ’dad: Hazırlama. Yetiştirme. Geliştirme: 80.
İd’ad: Korkutmak: 80.
Kennî: Lâkabdaş kimse, isimleri aynı: 80.
Emlet: Mülk etmek. Çiftlendirmek: 80.
Kes: İNSAN. Kişi: 80.

Tevellüd: Doğma. Doğum: 440.
Halat: Hâller, keyfiyetler. Suretler: 440.
Hikâyât: Hikâyeler: 440.
Harb-gir: Harb yapan. Harpçi: 440.
Tevkid: Sağlamlaştırma: 440.
Zebîh: Hazret-i İsmail’in ve Allah Resûlü’nün babası Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Bu
yüzden Allah Resûlü’nün lâkabı “iki boğazlanmışın oğlu”dur: 720+720= 1440.
Goethe. (Almanca.): İlâh: 440.
Kısakürek: 441= 1440.
Kerker: Karındaş sığır: 440.
UZLET
Levha: 10 Eylül 2008… Kumandan, Saadeddin ağabeye “beş günlük bir yere çekildik,
elektrik çıktı!” demiş. Saadeddin ağabey bu haberi bize söylediğinde içinde elektrik bahsi
geçen bir rüyânın çıktığını ve bundan dolayı Kumandan’ın 5 gün uzlete çekildiğini
düşünüyorum. (Hüseyin Düzenli.)

Elektrik. (Yunanca.): Cisimlerin sürtünmesi sırasında çıkan enerji. Bu enerji,
kimyevî ve fizikî yollarla elde edilerek geniş tatbik sahalarında kullanılır. Heyecan,
gerginlik: 681.
Fürat: Tatlı su. Fırat nehri: 681.
Ref’et: Merhamet. Yüce: 681.
Müteemmir: Amirlik yapan kişi. Emreden kimse: 681.
Gaşemşem: Şecaatinden kimseye baş eğmeyen. Zulmedici. Medhi istediği gibi
yapamamak: 1680= 681.
Adid: Hasım. Arkadaş. Isırma: 1680= 681.
Afih: Bir adamın beynine vurmak: 681.
Ferzah: Akreb isimlerinden biri: 1680= 681.
Mirma(t): Nişân oku: 681.
Müstazraf: Etrafı kuşatılmış. İçine almış: 1680= 681.
Müstazrıf: Etrafını kuşatan, içine alan. Kuşatmış olan: 1680= 681.
Mustazref: Nükte, zariflik. Muhit. Hâvi: 1680= 681.
Nahil: Kalburcu. Eleyen: 681.
Riayet: İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek. Tâbi olmak. Otlamak veya otlatmak.
Hıfzetmek, korumak: 681.
Sakif: Nüfuz eden, sözünü dinletip geçiren: 681.
Sakalan: İnsanlar ve cinler: 681.
Sekaret: Sarhoşluk. Hayretler. Şiddetler. Mestlikler: 681.
Teferrug: Vazgeçme. İşi bitirip kurtulma. Satın alınan bir mülkün tapusunu kendi
üzerine çevirme: 1680= 681.

5 Yevm: Beş gün: 5+56= 61.
Büyük Doğu: 1060= 61.
Tunub: Ağaç kökleri. Gövdenin siniri. Süngü eğriliği. Çadırın ipleri: 61.
Niya: Dede, cedd: 61.
Cünabe: İkiz çocuk: 61.
Neve: Torun: 61.
Taben: Akıllılık: 61.
Nevad: Zarar, ziyân, hasar. Mahzen. Dil: 61.
Teşelşül: Suyun yüksek bir yerden dökülerek çağlayan oluşturması: 1060= 61.

5 Yevm: Beş gün: 5x56= 280.
Naka-i Salih: (Naka: Kumdan meydana gelmiş tepe: 151… Naka’: TEMİZ olma: 151-
152… Nâka: Dişi deve. Bir yıldız ismi. Sivilce.): 151+129= 280.
Mehdî Muhammed Salih: 151+129= 280.
Kindare: Arkasında deve hörgücü gibi hörgücü olan balık: 280.
Kirs: Her nesnenin aslı. Bir araya getirilmiş beytler: 280.

Uzlet: Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak: 507.
Selase Işk: ÜÇIŞIK: 1036+470= 1506= 507.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+322= 507.
Musa Mirzabeyoğlu: 205+1302= 1507.
Vesayet: Vasilik. Vasiyet. Tembih, emir. Tavsiye: 507.
Müste’dib: Bilgi ve edeb öğrenen: 507.
Pileste: Fildişi: 507.
Müteseccid: Secde eden, secdeye kapanan: 507.
Leveat: Sevgiden ve mecazi aşktan gelen iç yankıları. Yürekten gelen acılar: 507.
Iktıda: Tâbi olma, uyma: 507.
İstihal: Müstehak olmak. Kolaylıkla elde etmek: 507.
Seccac: Çağlayan. Şarıltı ile akan: 507.
Tevasî: Vasiyetleşme. Birbirine tavsiye etme: 507.
Cedes: Kabir, mezar: 507.

HÜCRE
Levha: 24 Haziran 2007… Kumandan bir hapishânede, hücrede tek başına kalıyor.
Bitişik hücrede de ben varım. Hücreler sırt sırta, kapıları tam zıt kutublarda. İki gardiyan
kollarımdan tutup beni hücreden çıkarıyor; ne oluyor bilmiyorum ama, bir daha bir fırsat
olmaz diye hile tasarlıyorum. Kumandan’ın hücresinin önünden geçiyoruz. Hücrenin
kapısının önünde iki köşede, hilâl şeklinde garib bir kelepçe var. Gardiyanlara belli etmeden o
kelepçeleri açıyorum. Kapının önünde de, nöbet tutar gibi duran büyük bir tepsi boyunda,
gümüş renkli, galiba boşlukta asılı durabilen birşey var. Geçerken onun üzerine birşey
koyuyorum, karışık renkli, pizza gibi görünüyor; bu onu örtüp engelliyor ama, oradan
ayrılmıyor. Benim yerim mi değiştiriliyor, hapisten mi çıkıyorum, bilmiyorum. (Turgay
Doğan.)

Hücre: Oda. Odacık. En küçük canlı varlık. Canlı varlıkların en küçük yapısı:
216.
Raise Sultan Barier: 263+547+405= 1215= 216.
Bedrî: Bedre âit ve onunla ilgili: 216.
Muanven: İsim sahibi. Ünvanlı. Ünvan verilen. Meşhur. Tantanalı: 216.
Seyfullah: Allah’ın kılıcı. Halid bin Velid Hazretlerinin ünvanı: 216.
Şaziyye: Yay. Kavis: 1215= 216.
Tarz: Usul, şekil, üslûb. Yol, heyet: 216.
Vürud: Gelme. Geliş. Vârid olma. Suya gitme. Toplar damarlar: 216.
Beyder: Doğru lûgat. Ekin harmanı: 216.
Buhur: Denizler: 216.
Ervah: Ruhlar. Canlar: 216.
Hubur: Sevinç, sürur. Âlimler: 216.
Pervaz: Hücre. Nur. Karargâh. Kanat açmak, uçmak, uçan, uçucu. Saçmak. Ayna.
Dolap. İnce, uzun tahta: 216.
Hücre: Duvarla çevrilmiş yer: 216.
Kuful: Kilitler. Seferden ve yolculuktan dönme: 216.
Yâre: Yara: 216.
Yâre: Bilezik: 216.
Oruç: 216.
Nusu’: Çok beyaz olmak. Hâlis olmak: 216.
Ri’ye: Sihir: 216.
Avrupa: 216.
Hurub: Harbler, savaşlar: 216.

Hücre: Medine’nin ismi: 213.
Hevber: Kırmızı gül: 213.
Cirî: Yılan balığı: 213.
Revz: Sınamak, denemek, tecrübe etmek: 213.
Zehra: Ay gibi parlak olan. Çok parlak ve safî, berrak: 213.
Bühur: Işıklı, nurlu, aydınlık: 213.
Arize: Sâbit olmak. Kuvvetli ve muhkem olmak: 213.
Ezher: Pek beyaz ve parlak. Ay. Kamer. Saf ve parlak olan. Cuma günü. Vahşî sığır:
213.
Bahtiyar: 1213.

SERBEST
Levha: 16 Kasım 2008… Kumandan, kardeşim Selâmî’nin telefon numarasını istedi…
Ben de verdim. “Ölüm sancısı gibi bir sancı çekiyorum!” dedi, ben de ablası olduğumu
söyledim. Kardeşime haber vermemi söyledi. Bir müddet sonra, devlet Kumandan’ın hapisten
çıkarılmasına karar verdi, sonra da çıkardılar. Çıkaranlar sivil giyimli 3 kişi idiler. Kardeşimin
arkadaşı Receb de oradaydı. (Ayşe Gülenç.)

Telefon: 568.
Rum Sûresi, 7. âyet: (Meâli: Bir dış yüzünü bilirler dünya hayatının, âhiretten ise hep
habersizdiler.): 4564= 568.
Mehdî Erdiş: 62+506= 568.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 1569= 2568.

Devlet: 440.
Kısakürek: 441= 1440.
Teslis: Üçleme: 1440.
Ticval: Memleketi dolaşmak, gezmek: 440.

Serbest: (Serbeste: Başı bağlı. Gizli, kapalı, örtülü.): 722.
Zekâ: Çabuk anlama ve bilme kabiliyeti. Ateşin alevlenmesi. Güzel koku alma: 722.
Züka’: Güneş: 722.
Hastahâne: 1721= 722.
İfham: Ulu etmek, yüceltmek: 722.
İksar: Çoğaltma, fazlalaştırma, arttırma: 722.
İrtisas: Yayılma ve meşhur olma: 722.
Kâğaz: Kâğıt: 1721= 722.

15.01.2009- SAYI: 105


PÎR-İ MİYR
Levha: (…) 2007… Aydınlık ve temiz bir lokal-salon ortamı… Masalarda gençler
oturmuşlar kitab okuyorlar; hepsinin okuduğu kitab aynı… Kitab yeni çıkmış ve o kadar
beğenilmiş ki, herkes onu okuyormuş… Ben “Kumandan’ın kitabı olsa gerek!” diye
düşünüyorum, ama anlıyorum ki değil ve durumu biraz yadırgayarak, şaşırıyorum… Sonra
kitab okuyanlardan birinin yanına yaklaşarak, kitabın ismine bakıyorum… İlginç bir ismi var:
PÎR-İ MİYR… Kitab Ahmed Rufaî Hazretlerinin imiş ve yeni yayımlanmış… İsimde R
harfine ziyâdesiyle vurgu var… Ve kitabın isminden hareketle, “o zaman kitab Kumandan’la
ilgili” diye yorum yapıyorum. (Ufuk Soyhan.)

Kitab: Kitab. Levh-i Mahfuz. Kur’an: 423.
Ukruban: Akrebin erkeği: 423.
Tehdid: Gözdağı verme. Birini korkutma, korkutulma: 423.

Kari’: Okuyan. Okuyucu. Abid ve zâhid olan: 311.
Muhteri’: Misli görülmedik birşey icâd eden. İcâd eden. Yeni birşey bulan. Müfteri:
1310= 311.
Enderun: İç, dâhil. Kalb, içyüz. Osmanlı sarayının iç teşkilâtı: 311.
Ersen: Meclis, cemiyet: 311.
Atrak: Seyyareler. Gezegenler: 311.

Makru: Okunan. Okunmuş olan: 346.
İmâm-ı Rabbânî: 346.
ALBAY SABRİ: 44+302= 346.
Albay Mirzabeyoğlu: 44+1302= 1346.
Zürkum: Çehresi gömgök kimse: 347= 1346.
Veşm: Vücutta yapılan damga, işaret: 346.
Şame: Vücuttaki ben. Kadın başörtüsü: 346.
Kurum: Değerli insanlar: 346.
Mersum: Ad ve bahsi geçmiş. Bahsedilmiş. Yazılmış, çizilmiş. Alâmetli, işaretli.
An’ane, gelenek: 346.

Pîr-i Miyr: 212+260= 472.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 472.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1312= 1472.
Sabihat: Yıldızlar. Ehl-i imânın ruhları. Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler: 472.
Tıb’: GÖLGE. (Yevmiye: Elinizde Gölge dergisinden bir takım bulunması uygun
olur.): 472.
Bist: YİRMİ: 472.

Ra: Bir harf. (İbrahim Hakkı Hazretlerine göre, rüyâ tâbirinde “iyi talihe
delil”dir… Da’va cetvelinde Allah’ın “Rab” ismine tevafuk eder.): 200.
Münakade: Bir şeyin iyisini kötüsünden seçip ayırmak: 200.
Münekkî: Temizleyici: 200.
Münselik: Bir yola girip orada giden. Bir tarikate girmiş olan. Bir meslek tutan: 200.
Fasl: İki şey arasında ek yeri. Hak söz. Halletmek. Ayırmak. Çözüm. Bölüm. Mevsim.
Aynı makamda çalınan şarkı. Çocuğu memeden kesmek: 200.

Raî: R harfiyle alâkalı. R harfine mensub. Görücü, gören: 211.
Dağdar: Pek acıklı, üzüntülü. Gönlü yaralı. Damgalı. Kızgın demirle nişân vurulu:
1210= 211.
Selukiyye: Kaptan kamarası: 211.
Müstahlif: Kendi yerine geçiren: 1210= 211.
Büruc: Yıldız takımları. Her bakanın gözüne çarpacak yüksek köşk. Âşikâr şey: 211.
Averd: Harb. Muharebe: 211.
Darv: İlâç, deva, tiryak: 211.

ABDÜLKADİR GEYLANÎ
Levha: (…) Aralık 1999… Hayran Hanım’ı görüyorum. Boynunda üçgen şeklinde bir
muska var. Dikkatimi çekiyor. Üzerinde Arabça harfler belli belirsiz gözüküyor. Hayran
Hanım’a onun ne olduğunu soruyorum. Bana, “bunu bana Abdülkadir Geylanî Hazretleri
yazdı. Daha doğrusu annem benim için yazdırdı!” diyor. Ben de, “Hayran Hanım’ın annesi
kaç yaşında ki onu görmüş ve bunu yazdırmış?” diye düşünüyorum. Daha sonra Hayran
Hanım, “bu olmasaydı, korunamazdım!” diyor. (Havva Sak.)

Müselles: Üç. Üçlü. Üçgen. Üçleştiren: 1070.
Büyük Doğu: 1069= 70.
“Kün”: OL mânâsında emirdir: 70.

Muska: Bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı defetmek için boyna asılan ve
üstte taşınan yazılı kâğıt. (Müske: Müracaat olunacak hayır ve fayda. Her şeyin artığı.
Akıl, kâmil zihin. Geçinecek kadar kuvvet ve gıda.): 201.
Nafi’: Faydalı. (Esma-i Hüsna’dandır: Dilediğine menfaat veren.): 201.
Sümak: Hâlis, sâfi: 201.
Asim: Engel, mâni, muhafaza eden: 201.

Abdülkadir Geylanî: “Gavs-ı Azam” ünvanlı büyük veli: 412+121= 523.
Kelime-i Tevhid: 523.
Hırka-i Tecrid: 1523.

(Aşağıdaki şiir, Said-i Nursî Hazretleri’nin “SİKKE-İ TASDİK-İ GAYB” isimli
eserinden alınmıştır.)

Tevessel bi-nâ fî külli hevlin ve şiddetin: (Her korku –belâ– musibet ve şiddet
ânında bize tevessül et-ricada bulun.): 1440= 441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312= 1441.

Eğîsüke fi’l-eşyâi dehren bi-himmetî: (Her durumda ve her zaman himmetimle
imdadına koşarım.): 2631.
Hâl: Hususen yüzde ve vücutta görünen siyah benek, ben. Dayı: 631.

Ene li-mürîdî hâfızan mâ-yahâfuhû: (Ben müridimi korktuğu şeyden
koruyucuyum.): 2073.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+322= 1072= 73.

Ve ahrusühû fî külli şerrin ve fitnetin: (Her şer ve fitnede onu korur-gözetirim.):
1856= 857.
Seyyid Salih Muhammed: 74+691+92= 857.

Mürîdî izâ ma kâne şarkan ve mağriben: (Müridim şarkta ve garbta –nerede
olursa– olduğunda.): 2928.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+322= 928.

Eğıshü izâ ma sâra fî eyyi beldetin: (Hangi beldeye giderse –gitsin– ona yardım
ederim.): 3048.
Pa-dam: Ayaktan yakalayan kuş tuzağı. (Mehdî hakkında Muhyiddin-i Arabî
Hazretleri: Dikkat et o kardeşe ki kuş tuzağıdır.): 48.
Bolî: Bolu: 48.
Levze: BADEMCİK. Bir tek badem: 48.
Bihima: “O ikisi, o ikisine, o ikisinden, o ikisiyle” mânâsına gelir: 48.

Fe-yâ münşiden nazmî fe-kul-hü ve lâ-tehaf: (Ey nazmımı inşâd eden-şiirimi
okuyan, ona de ki: Korkma!): 2818.
Yasin Sûresi, 58. âyet: (Meâli: Rabb katından onlara –inananlara– selâm vardır.): 818.

Fe-inneke mahrûsün bi-ayni’l-inâyeti: (Muhakkak ki sen inayet gözüyle
korunmuş olansın.): 1129.
Lâtif: Mülâyim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasib. Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. Çok lütuf edici. Derin, gizli. (Esma-i
Hüsna’dandır: Lütfedici.): 129.
Ali Rıza Bezzaz: (Mahmud Efendi Hazretlerinin Şeyhi’nin Şeyhi.): 1129.
Salih: 129.

Ve kün kâdiriyye’l-vakti li’llahi muhlısan: (Ve Allah için hâlis olarak, vaktin
kâdirîsi –Abdülkadirî– ol.): 1754.
Nişdet: Araştırıp sorma. Kaybolan bir şeyi arama: 754.
İznab: KUYRUK takmak: 754.
Mahlefe: SÖĞÜT’lük: 755: 1754.

Te’îşü sa’îden sâdıkan bi-muhabbetî: (Muhabbetimle sadık-doğru ve saîd-mutlu
olarak yaşarsın.): 1583.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1302= 1582= 583.
Fesc: Ner nesnenin BOŞ’u: 583.
İktifa: Ardından gitme, takib: 583.

Ve ceddî Resûlullahi a’nî Muhammeden: (Ve ceddim Resûlullah’tır; M……d’i
kastediyorum.): 609.
Sevakıb: Parlak yıldızlar: 609.
Hab: Uyku. RÜYÂ: 609.
Takaffül: TİLKİ ENİĞİ. Kilitlemek. Kapamak: 610= 1609.

Ene Abdulkâdiru dâme izzî ve rıf’atî: (Ben izzeti ve rif’ati –şeref ve yüceliği–
devam eden Abdülkadirim.): 1362.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1302= 1361= 362.
A’sar: Asırlar. Yüzyıllar: 362.
Şey’an: Uzaktan gören. İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen: 362.
Nişib: YUKARIDAN AŞAĞIYA İNİŞ. (Yevmiye: Ben mücerretler adamıyım, benim
kumaşım mücerret… Benim hayatımı yazarken en dikkat edeceğin husus da bu; ben hep
yedirdim, indim, hatta fazlaca indim.): 362.

“Şeyh BİRDİR. Ayrılık, müridlerin nazarındadır!” ölçülendirmesi hatırlanmalıdır!

TELEGRAM RAPORU
Levha: 12 Aralık 2008… Avukat Ali Rıza Yaman’ı bekliyorum. Henüz vakit var diye
evde oyalanırken, saat 14’de beklediğimden önce geliyor. Elinde avukat çantası ve evraklar
var. Kumandanımız’ın mahkemesinden geliyormuş. Oldukça yorgun gözüküyor. Hazırlıksız
yakalandığım için hemen çayı demliyorum; sofrayı hazırlamam gerek… Mahkemenin nasıl
geçtiğini soruyorum. Elinde bulunan oldukça kalın belgeleri gösteriyor. Bunlar,
Kumandanımız’a yapılan Telegram işkencesindeki sinyallerin frekans ölçüm raporları imiş.
Böylece Telegram belgelenmiş ve isbatlanmış oluyor. Raporların kalınlığı da uygulanan
işkencenin boyutlarını gösteriyor. Ali Rıza, ısrarlarına rağmen Kumandanımız’ın mahkemeyi
mühimsemediğinden savunma yapmadığını söylüyor. (Kırıkkale F- Tipi Cezaevi — Ali
Acar.)

Muhamî: Avukat. Himaye eden: 99.
Dimne: Tilki: 99.

Evrak: Sahifeler. Yapraklar. (Evrak: Yüzü renkli güvercin. Siyahı beyazına galib
olan at ve deve.): 308.
Arvasî: 308.
Nisanmus. (Akadça.): Birinci. NİSAN: 308.
Şihab: Parlak yıldız. Kıvılcım. KAYAN YILDIZ: 308.

Kassam: Yorulmuş. Hayrı çok olan kimse: 641.
Muhazzar: Yeşile boyanmış. Yeşil renkle renklendirilmiş: 1640= 641.

Kassam: Varisler arasında miras taksim eden. Taksim eden: 201.
Muntabık: İntibak eden. Birbirine uyan. Uygun: 201.

Tezvir: Kendini ziyâret edene ikramda bulunma. Şâhidin şehadetini kabul etme:
623.
Berekât: Bereketler. Bolluklar: 623.
Tebarük: Çoğalmak, ziyâde olmak. Uzamak.
Büyüklük. Genişlemek. Zâhir olmak: 623.

Sinyal: İşaret. Önceden kararlaştırılmış işâret. Kararlaştırılmış bir haberi verme
işareti. (Almanca’da “gong” ile aynı kelime karşılığı.): 161.
Keselân: Yorgunluk. Ağırlık. Tembellik: 161.

Frekans: Devirli hareketlerde bir saniyede meydana gelen titreşim sayısı: 446.
Şerif Muammer Erdiş: 1146.
Bakır halka:303+143= 446.
Velâyet: Velilik. Dostluk. Bir şeye bizzat mutasarrıf olmak. Sözünü geçirmek: 446.
Telâiye: İstikamet. Doğruluk üzerine olmak: 446.
Ehliyyet: Yeterlik. Bir işin ehli olduğuna dair vesika. İktidar. Liyâkat. İstihkak.
Meharet ve mensubiyet: 446.

Telegram: 1676.
Mehul: Benli, benekli: 676.
Şerafeddin: Dinin şerefi: 676.
İrtiad: Iztırablı ve sıkıntılı olmak. Deprenme. Titreme: 676.

Telegram: 1676= 677.
Mehdî Sabîre Mirzabeyoğlu: 62+293+322= 677.

Rapor: Bir tetkik neticesini bildiren yazı: 409= 1408.
TAZ: Koşma, koşuş: 408.
MAHKÛMİYET
Levha: (…) Ekim 2000… Kumandan’ı mahkemeye çıkmış görüyorum. Zayıf
olduğunu düşünüyorum. Hâkim 77 yıl verdiğini söylüyor, çok üzülüyorum. (Rahime Aycan.)

Mahkeme: Davaların görülüp hükme bağlandığı yer: 113.
Salih İzzet Erdiş: 129+477+506= 1112= 113.
Fülc: Fevz ve zafer. Yarık: 113.

Mürafi’: Duruşmaya giren: 391.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+332= 391.
Teşahhus: Şahıslanma. Tarif edilebilir hâle gelme: 1390= 391.

Mahkûmiyet: 524.
Ehadis: Hadîsler:524.
Müteazziz: İzzet, kuvvet, kudret kazanan: 524.
Haynunet: Yakın olmak, yaklaşmak: 524.

Mahkûmiyet: 524= 1523.
Kelime-i Tevhid: 523.
Hırka-i Tecrid: 1523.
Salabet: Metanet. Peklik. Sağlamlık: 523.
İstibtan: Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak: 523.

77 sene: 192.
Müntebiz: Safın arkasında yalnız duran kişi: 1192.
Sahife: SAYFA. Bir mânâ ifâde eden bir şeyin hâli: 193= 1192.

22.01.2009- SAYI: 106


TEKSİF OLMA
Levha: (…) Ocak 2008… Bahçe veya tarla gibi bir yer. Kumandan “konsantre olma-
teksif olma, bir mevzuya zihnî yoğunlaşma” mevzuunda konuşuyor. Konuşmasını el
hareketleriyle kuvvetlendiriyor. Sonra su arkının üzerinden bana doğru yaklaşıyor ve
“melekler her yerde var; levhadaki resimlerde Yâ Lâtif zikrini hafi çekerler!” derken, insiyakî
şekilde ben de çekiyorum. Kalbimde güzel bir hâl meydana geliyor. Bir yandan da ona
bakıyorum… Mehdî’liği düşünürken, bana tebessüm ediyor. Orada bir kişi daha vardı ama,
uyanınca kim olduğunu hatırlayamadım. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — Abdullah Ekim.)

Teksif: Sıklaştırma, koyulaştırma, yığma, toplama. (Teksif: Parça parça etmek.):
1010.
Çav: (Kürtçe.): Göz: 10.
Dü: İki: 10.
Cübbe: 10.
Evc: Zirve. Bir şeyin en yüksek derecesi. Seyyarelerin mahreklerinin merkezden en
uzak noktaları: 10.
Hubb: Sevgi, muhabbet, dostluk. Birisine bir şeyi sevdirmek. Hulus, lüzum. Muhafaza
ve imsak: 10.
Hüd’: Sakin olmak: 10.
Bicad: Hazret-i Abdullah’ın lâkabı. Çizgili olarak yol yol dokunmuş aba, kilim, halı:
10.
Azm: Ulu, kâmil: 1010.
Çug: Su arkı. Boyunduruk: 1009= 10.

Kelim: Söz söyleyen, konuşan. Kendisine söz söylenilen. Hazret-i Musâ’nın bir
ünvanı. Yaralı kimse: 100.
Kelim: Yaralı kimse. Konuşulan kimse: 100.
Müdevven: Kitab hâline getirilmiş. Bir arada toplanıp tanzim edilmiş: 100.
Gusto: 101= 1100.
MELÎK: Hâkim-i mutlak. Hükümdar. Sultan. Padişah. Kadir: 100.
Milel: Milletler: 100.
Kazr: Bir kimsenin peşinden gitmek: 1100.
Semm: DELİK: 100.
Simm: Ağu, zehir. Küçük dar delik. Düzeltme, ıslah. Set: 100.
Hil’at: Kaftan: 1100.
Temessüh: Şekil değiştirme: 1100.
Şakız: Gözü değen kimse. Gözüne uyku gelmeyen. Daima güneş yönüne dönen bir
büyük kertenkele: 1100.
Zahife: Sürüngenler. YILAN gibi yerde sürünenler: 101= 1100.
Hassa: Fil gözü: 101= 1100.

Naşitat: Meleklerden bir tâife: 761.
Furkan Sûresi, 53. âyet: (Meâli: O, O’dur ki, iki denizi birbirine salmış; şu tatlı, yürek
tazeler; şu tuzlu çorak… Aralarına da bir engel ve belli bir sınıf koymuştur.): 5761.
ZÂT-UL HAREKE(T): Zatıyla hareketli. Kendinden hareketli. Otomobil: 761.
Ramişger: Saz çalan. Çalgıcı: 761.
Şefaşif: Çok susamak: 761.
Stérk. (Kürtçe.): Yıldız: 761.

Lâtif: Mülayim. Yumuşak. Nâzik. Mütenasib. Güzel. Şirin. Küçük ve hoşa giden.
Cisimle alâkası olmayan. Göze görünmeyen. Çok lütûf edici. Derin, gizli: 129.
Ali Rıza Bezzaz: 1129.
Salih: 129.
Fatm: Kesmek: 129.
Cessase: Kruvazör, harb gemisi: 129.
Seyehan: Gezi, seyahat. Gölgenin güneşle birlikte dönmesi: 129.

SÖVMEK
Levha: 8 Temmuz 1991… Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Mustafa Emre…
Benim bir kitabımı okuyor. Ona, İNSAN bahsinde gayet muntazam cümlelerle izâhta
bulunuyorum ve “meselâ sövmek bile ruhun ifâdesi olan yerde tabiîlik kazanır ve sıradan
sövgü gibi çirkin kaçmaz; bunun için varoluşçuluk dilinden anlamak gerek!” diyorum. Orada
bulunan Muammer Şerif sözlerimi takdirkâr vaziyette dinliyor ve bunu ifâde ediyor.

Adem: İNSAN, ilk insan ve ilk Peygamber: 45.
Adam: İnsan. Erkek kişi: 45.
Çavele: Güzel renkli bir cins gül: 45.
Lüha: GÜMÜŞ. Bahşiş, hediye: 45.
Habele: Üzüm çubuğu. (Ispartalı Topal Şükrü Efendi’nin istikbale dair kasidesi, Said-i
Nursî Hazretlerinin “Sikke-i Tasdik-i Gaybî” isimli eserinden: Eriş ey avn-i şeriat, eriş ey
Muhyiddin—Elem-i rîş cefasından erişti o reze… REZE: Asma çubuğu.): 45.
Halbe: Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu: 45.
Âmîd: Diyarbakır’ın önceki ismi: 45.
Habîke: Samanyolu. Kehkeşan. Çizgi: 45.
Maic: Dalgalı deniz: 45.
Lut: Sodom nahiyesinde peygamber oldu. (Lut Aleyhisselâmda tecelli eden hikmet,
“Melkî”: Şiddet ve kuvvet mânâsına olan “melk” hikmetinin Lut Aleyhisselâma nisbet
edilmesinin sebebi, kavminin hayvanî arzularına şiddetle bağlı olmaları karşısında Allah’tan
kuvvet ve dayanacak kabîle ve taraftar istemesi, Allah’ın da ona yardım ederek kavmini
şiddetli bir belâ ile kahretmesidir.): 45.

Nisyan: Unutmak. (İnsan kelimesi, nisyan’dan gelir.): 171.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+506= 1171.
Muayin: Kat’i ve kesin olarak belli olan. Görülmüş olan: 171.
Nisan: 171.
İnkilis: Yılan balığı: 171.
Asaf: Süleyman Peygamber’in veziri. Vezir. Bir ot ismi: 171.
İksat: Doğruluk ve hakkaniyet göstermek: 171.
Saf: Katışıksız, berrak, temiz: 171.
Saf: Tüylü ve yünlü hayvan: 171.
Sami’: İşiten, duyan, dinleyen: 171.
Siyak: Ruhun çıkması. Sözün gelişi, ifâde tarzı. Üslûb, tarz, yol. Sürmek, sevk: 171.
Tahfif: Hafifletme, yükünü azaltma. Kolaylaştırma: 1170= 171.

İnsan: 162.
Mehdî Melîk: (Bir Hadis’te, Mehdî’nin Allah Sevgilisi’nin amcası Abbas’ın soyundan
olduğu buyurulmuştur… Bir başka Hadîs: Vaad edilen Mehdî’nin zuhur mukaddimeleri olan
Abbasî Melik Horasan’a vardığı zaman, şark tarafında iki dişli münevver bir boynuz çıkar…
Horasan: İran, Afganistan ve Türkmenistan sınırları içinde kalan bölge.): 62+100= 162.

Abbasî Melik: 143+100= 243.
İgtimaz: Gözünü yumma: 2242= 1243.
Muragıb: Rağbet eden: 1243.
Umera: Emirler, beyler. Seyyidler. Yüksek rütbeli subaylar: 243.
Mecer: BÜYÜK ASKER. SUSUZLUK: 243.
Ilgar: Düşman topraklarına ansızın yapılan akın. Başıboş hayvanın dörtnala koşması:
1242= 243.
Cemr: İnsanların bir araya toplanmaları. Atın sıçrayarak yürümesi. Ateş ve küçük taç
vermek: 243.
Agmar: Yüce kimseler. Seller. (Agma: Yıldız. Yıldız akması.): 1242= 243.
Merec: Mecburi olma: 243.
Mecr: Akıl. Çokluk asker: 243.
Meric: Çalkantılı, dalgalı: 243.
Mürg-ab: Su kuşu. Kurbağa. Ördek: 1243.

Horasan: Afganistan, İran ve Türkmenistan sınırları içinde kalan bölge. Kılıç
imâl edilen yüksek kaliteli çelik: 912.
Abdülhalik (Gucdevanî): (Üstadım’ın “Başbuğ Velilerden 33” isimli eserinden:
Babası, İmâm-ı Malik Hazretlerinin soyundan büyük bir din adamı… Anadolu’nun Malatya
şehrinde otururmuş… Abdülhalik Gucdevanî Hazretleri, Hacegân tabakalarının en
üstünlerinden… Haklarındaki tâbirler: “Serdefter - Defterin başı” ve “Serhalka - Baş halka”…
“TÜRKİSTAN ŞEYHLERİNİN ULULARINDAN”): 1912.
Eşyah: Şeyhler, ihtiyarlar, pir-i fâniler: 912.
Tahaddüs: Yok iken peyda olan. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak. Haber
vermek. Sezgi: 912.
Tebşir: Müjdelemek. Hayır haber vermek. Müjdelenmek: 912.
Mübzi’-Mübdi’: Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere sermaye veren:
912.
İstinkaş: Nakşetmek, nakşedilmesini isteme: 912.
Beşeriyyet: İNSANLIK. İnsanın tab’ ve hilkati: 912.
Helyostat: Güneş ışınlarını yansıtmaya yarayan bir ayna: 912.

Sebb: Sövüp sayma: 62.
Mahdud: Hudutlu, sınırla çevrilmiş: 62

“YENİ GAVS”
Levha: (…) Temmuz-Ağustos 2008… Baran dergisinde Kumandan’ın “İnsan” isimli
tefrikasını okuyorum… Birden yazıda, o ân gerçekleşen taze ve olağanüstü bir hâdisenin elân
aktarılışı gibi bir aktarışla bildirildiği şu bilgiyi-haberi okuyorum: “Yeni Gavs göreve
başladı”… Ve yazıdan öğreniyorum ki, yeni Gavs çok gençmiş ve öyle ki sakal ve saçında
ağarmış bir tek kıl bile yokmuş. (Ufuk Soyhan.)

İnsan: İns. Nisyan: 162.
İm’an: Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek. Bir adamın hakkını ikrar
etmek. Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ile içtihad
etmek: 162.
Niyazmend: İhtiyacı olan, ihtiyaç sahibi. Yalvaran, niyaz eden: 162.
Sebk: İleri geçme, ilerleme. Öne geçme. Vâki olmak. Koşuda kazanan hayvan: 162.
Kabis: Yusuf Aleyhisselâmın rüyâda gördüğü yıldızlardan biri: 163= 1162.
Kabs: Her şeyin esası, aslı. Talim etmek: 162.
Asa: Değnek. Baston: 162.
Asmanî: Gökyüzüne, aya, güneşe mensub. Açık mavi: 162.

Gavs: Çağırma. Nida. Medet istemek. Yardım edici. Medet verici. Kurtuluş.
(Gavsiyyet: Evliyanın başı olmak.): 1506.
Nakş-bend: 506.

Gavs: 1506= 507.
Selase Işk: ÜÇIŞIK: 1036+470= 1506= 507.
Musa Mirzabeyoğlu: 205+1302= 1507.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+126+322= 507.
Vesayet: Vasilik. Vasiyet. Tembih, emir. Tavsiye: 507.
Mütecessid: Cesed şekline giren, gözle görünen: 507.
Şezr: Kızgınlık ve hiddetten dolayı göz ucuyla bakmak: 507.

Rîş: Sakal. Yara. Yaralı. Kıl. Tüy. Kuş kanadı: 510.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510.
Rahman Sûresi, 19. âyet. (Noktasız.): (Meâli: İki denizi salmış, birbirlerine
kavuşuyorlar.): 510.
Tinnîn: Büyük yılan, ejder, ejderha. Gökte yedi burc boyunca uzanan hafif beyazlık.
Ejderha burcu. Gökyüzünün kuzey yarım küresinde “Küçük Ayı” burcunu etrafından saran,
kıvrılıp bir yıldız dörtgeni ile nihayet bulan bir burç. (Tinnîneyn: İki yılan. İki yılana
benzetilen güneş ve ayın devrinin farazî kavisleri.): 510.

Sakal: 631.
Tekbir: 632= 1631.
Hâl: Hususen yüzde ve vücutta görünen siyah benek, ben: 631.
İstislaf: Selef olma: 632= 1631.
Ahal: Bir şeye yaramayarak atılacak şey. (Tarih: İşe yaramaz diye bir kenara atılmış
şey.): 632= 1631.
Hakî: Toprak rengi. Toprakla alâkalı: 631.
Sikal: Ağır olan, ağır şeyler: 631.
Kaftan: Ekseriya mükâfat ve taltif olarak giydirilen süslü üstlük ve elbise. Hil’at.
Esvab: 631.
Tesanif: Eserler, kitablar: 631.

MEHDÎ ÇEVRESİNDE
Levha: 28 Şubat 2001… 1062 diye bir sayı; bu sayıyla ilgili, yangın ve yanarak
ölmüşlerle ilgili birşeyler. 1062 kişi mi ölmüş? Ben sayının özel oluşuyla ilgiliyim… 62 sayısı
Mehdî’ye denk geliyor ya!

Rakam: Sayıları gösteren işaret. Yazı yazmak: 340.
Müfekkir: Fikir yürüten. Düşünen. Düşündüren. Düşünme kuvveti: 340.
Feres: At, kısrak: 340.
Sefer: Yolculuk. Muharebe. Harb. Muharebeye hazırlık. Def’a, kerre. Muayyen bir
mesafeye gitmek: 340.
Fürs: ŞARK KAVİMLERİ: 340.
Karm: Değerli insan. Kıymetli insan: 340.
Fernud: Hüccet, delil, bürhan: 340.
Karem: Deniz içinde bulunan çınar ağacına benzer bir ağaç: 340.
Mugarrak: Suya daldırılmış. Gümüşle süslü: 1340.
Mukarr: İkrâr olunmuş: 340.
Nefir: Cemaat, topluluk. Harb için seferber olan cemaat: 340.
Rakım: Bir yerin denizden yükseklik derecesi. KOD. Rakam yazan. Çizen: 341= 1340.
Rakm: Yazmak. Mühür yapmak: 340.
Resf: Ayağı köstekli gibi yürümek: 340.
Seref: HATÂ etmek. Boş yere ve lüzumsuz harcamak. Âdet, iyi huy: 340.
Telahuz: Gözucu ile bakma. Gözucu ile bakışma: 1339= 340.

Mehdî: 62.
Bâtın: İçyüz. Gizli. İç. Dahilî. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibariyle gizli: 62.
Gayna: Yaprakları çok olan yaş ağaç. (Gayn: SUSUZLUK. Ayn harfinden sonra gelen
harf.): 1062.
Halley Devri: (Bundan kasdımız, Halley Kuyruklu Yıldızı’nın 76 senede bir doğması
bakımından, 1986’daki görünüşüne nazaran tekrar görüneceği zamana kadarki devri.):
1986+76= 2062.
Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 740+322= 1062.
Hevn – Xevn. (Kürtçe.): Rüyâ: 62.
Nezh: Temizlik, saflık. Kerim, pâk, pâkize: 62.
Ahun: Delik, yarık: 62.
Asa: “Gibi” mânâsına gelerek birleşik kelimeler yapılır: 62.
Asa: Vakar, ciddîlik. Süs, zinet. Esneme. (As: Değirmen… Asya: Değirmen.
Dünyadaki kıtaların en büyüğü… Asa: Genişlik. Zuhur. Büyük kadeh.): 62.
Behîm(e): Dört ayaklı hayvan: 62.
Ehun: TOPRAKTA MEYDANA GELEN DELİK, YARIK. (Kıtaların ve yerküredeki
değişikliklerin, magma tabakası üstündeki arz tabakalarının ayrılmasıyla oluştukları
hatırlanmalı. Güney Amerika’nın Afrika’dan böyle ayrıldığını ve deniz üstünde giden vasıta
gibi gidişini; böyle bir hâdise’nin, parçalanma ve ayrılma hâdisesinin, Afrika’da-Ütopya’da
bin yıllarla ifâde edilen zamana nisbet, son yıllarda hızlanarak 2-2,5 metre genişliğe ve 30-40
kilometre uzunluğa ulaştığını, ilim adamları tesbit etmişlerdir.): 62.
Mataya: BİNEK HAYVANLARI: 62.

Mehdî: 1062= 63.
Amije: Şâir. Karışmış, karışık: 63.
Nabi: Haber veren, haberci: 63.
Çîn: “Derleyen, toparlayan” mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 63.
Cünud: Askerler. Ordu: 63.
Jean: Dev. Gayet büyük. Dev cüsseli: 63.
Cess: Araştırma, soruşturma, tahkik etme. El ile yoklama. Barışma: 63.
Canbaz: Canını tehlikeye koyan. Hayvan alışverişi ile uğraşan. Hile yapan. Eskiden
atlı fedai asker: 63.
Çîn: Büklüm. Kıvrım. Buruşukluk: 63.

Halley Kuyruklu Yıldızı’nın görünüşü, Hicrî: 1406= 407.
Nur - Mehdî Muhammed: 256+151= 407.
Rehber: Yol gösteren, kılavuz: 407.
Bed’et: Başlangıç: 407.
DABBE(T): Yürüyen mahlûk. Debelenen: 407.
Cedde(t): Büyük vâlide. Nine. Yeni olmak: 407.
El-karia: Kıyamet: 407.
Berdar: Asılmış, yukarı kaldırılmış. Tutucu, itaat edici ve ettirici. Meyveli. Meyve
verici: 407.
Berere: Dindar ve temiz kimseler: 407.
Ezuz: Pek keskin kılıç veya hançer: 1407.
Tadavvür: Çağırmak, bağırmak. İnlemek. Açlık: 1406= 407.
Bühüt: İşitenleri hayrete düşüren iftiralar: 407.
Bühhüt: Haramzâde, piç: 407.
Kaşbe: Hasis kişi. Maymunun dişisi: 407.

Halley Devri. (Hicrî.): 1406+76= 1482.
İmamet: İmamlık. Halifelik: 482.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480= 482.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+322= 482.
Biat: Bağlılığını, itimadını bildirmek. El tutarak bağlılığını alenen izhâr etmek. Rey
vermek: 482.
Marmara: 482.
Afat: Afetler: 482.

Halley Devri. (Hicrî.): 1482= 483.
İfta: Fetva vermek: 483.
Tabiî: Ashabla görüşmüş ve onlardan ders almış olanlar. (Bu silsile içinde gelenler
diyebiliriz… Toplayıcı Hadîs şudur: Ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız
kurtulursunuz… Kurtuluş Yolu.): 483.
Cüft: Tek olmayan. Çift: 483.
Nebalet: Zekâ, fazilet ve neciblik sahibi olmak. Büyüklük, azamet. İyi olmak.
Cömertlik. Okçu. Ok yapıp satan: 483.
Mütecella: Münkeşif olup görünen, âşikâr olan. Yükseğe çıkan: 483.
Mütecelli: Tecelli eden, meydana çıkan. Parlak: 483.

Dabbet-ül Arz: Kıyamet alâmetlerinden olan bir mahlûk. (Dâbbe, debbe’den, “hafif
yürüyen, debelenen şey” demektir. Şu hâlde, tren, otomobil gibi mekanik şeylere de,
kelimenin aslına göre “dâbbe” demek doğru olabilir ise de, Arabça kullanımı “canlılara”
mahsustur. Fakat bu, bildiklerimizden farklı bir canlıdır ki, ortaya çıkması kıyamet
alâmetlerindendir. Bunun yanında, “bilgisizlikte hayvanlar gibi olan kötü ve şerli kimseler
kasd olunmuştur” görüşünde olanlar vardır; bu durumda dâbbe, “debelenen, hafifçe hareket
eden, depreşen şeyler”in ismi olarak, çoğul olmuş olur. Kadı Beydavî ve bazı hadîsçiler bunu,
“cessase-casus” diye yorumlamışlardır. Diğer bir hadîste de, “Dâbbet-ül arz, Musa’nın asa’sı
ve Süleyman’ın mührü yanında olduğu hâlde ortaya çıkacak; mühr ile müminin yüzünü
parlatacak, Asa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir belli
olacak” buyurulmuştur. Bu hadîs’e göre de DÂBBE, olağanüstü maddî ve mânevî bir kuvvet
ve hâkimiyet ile ortaya çıkıp, büyük bir İslâm devleti kuracak büyük bir kahraman olmuş
oluyor. Şübhe yok ki Musa’nın asası ile Süleyman’nın mührüne sahib olacak olan zât, büyük
bir zât olacaktır. Hem de, kötülerden, şerlilerden değil, hayırlı kimselerden olacak, çünkü
müminin yüzünü güldürecek, kâfirin ise burnunu kıracaktır… “Dâbbe” kelimesi, debelenen
her şeyi içine alan bir isimdir. Hazret-i Ali, bu canlının “hayvan” olarak yorumlanmasına
itiraz sadedinde, “kuyruğu değil, sakalı olan bir canlı” diyerek, onun “insan” olduğuna dikkat
çekmiştir.): 1438.
Musa Mirzabeyoğlu: 116+322= 438.
Betûl: Namuslu kadın. Hazret-i Meryem ve Hazret-i Fatıma’nın bir vasfı: 438.
Cedalet: Yer. Arz. Dünya: 438.
Celâdet: Yiğitlik. Bahadırlık. Metânet: 438.
Tevla’: Eğrilik. (Tevli’: Bir nesneye beyaz noktalar yapmak… Tevle: Sihir, efsun…
Te’vil: Bir nesneye redd ve irca’ etmek. Döndürmek.): 438.

Dâbbet-ül arz: 1438= 439.
Hiyaket: Dokumacılık: 439.
Tecahül: Bilmemezlikten gelme: 439.
Cehalet: Bilmezlik. Nâdanlık: 439.

Dâbbet-ül arz: 1438= 2437.
Hoca Ali Ramitenî: (Hacegân silsilesinin 13. büyüğü… Mesleği dokumacılık…
“Başbuğ Velilerden 33”den: Kendilerine hizmet edip hoşnudluklarını kazanan bir gence
sordular: “Söyle, ne muradın var?”… —“Muradım sizin gibi olmak”… —“Çok güç iş!
YÜKÜMÜ senin üzerine devirirsem takat getiremezsin! Başka birşey iste!”… —“Tek
muradım sizin gibi olmak, başka birşey istemiyorum!”… —“Sana dayanamzsın diyorum!”…
—Dayanamayayım! Bunu istiyorum!”… —“Peki!”… Bu genç, içten ve dıştan Hoca Ali
Ramitenî’ye –Hâce Azizan’a– benzeyip kırk gün sonra öldü.): 1436= 437.
Vülat: Valiler. Sâhib çıkanlar. Koruyan, muhafaza edenler: 437.
Benefşe: Menekşe. Mor: 437.
Lehbet: Susuzluk: 437.
Tebadül: Birbirinin yerine geçmek. Karşılıklı değişmek. Trampa: 437.
Tezzekkî: Mânevî temizlenme. Ahlâken yükselme. Zekât verme: 437.
Amud-u Nuranî: Nuranî sütûn. (İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin Mektubat’ından ve
ondaki 381. mektubtan: Mevlâna Ebülhasan’ın getirdiği pek değerli oğlumuzun mübarek
mektubu gelmekle sürur verdi. Mükerrer olarak, şark canibinden doğan “Amud-u Nuranî”den
sormaktasınız. Bilesin ki, Ashab’ın verdiği habere göre, Resûlullah Efendimiz şöyle
buyurmuştur: “Vaad edilen Mehdi’nin zuhur mukaddimeleri olan Abbasi Melik Horasan’a
vardığı zaman, şark tarafında iki dişli münevver bir BOYNUZ çıkar.”… Bu rivâyetin
yapıldığı hâşiyede yazıldığına göre, o sütûnun iki başı vardı. Bu sütûnun ilk doğuşu, Nuh
Aleyhisselâm kavminin helâkı zamanında oldu. Aynı şey, İbrahim peygamberi ateşe attıkları
sırada da oldu. Firavun ve kavminin zamanında da doğdu. Bir de Yahya Aleyhisselâm
katledildiği zaman doğdu. Her kim onu görürse, fitnelerin şerrinden Allah’a sığınsın. Şark
tarafında meydana gelen o beyazlık, önceleri nurlu bir sütûn hâlinde idi. Sonra ona bir eğrilik
geldi ve BOYNUZ şeklini aldı. İhtimâldir ki, onun için “iki başlı” isminin verilmesi şu itibara
göre ola: Her iki tarafında da bir incelik olup dişe benzerler, bunun için her iki tarafa da “baş”
derler. Nitekim bir süngünün iki tarafı da incelik taşısa, onun için “iki başlı” tâbiri kullanılır…
Kardeşim Şeyh Muhammed Tahir Bedahşi, Confor’dan geldi. Şöyle anlatıyor: “O sütûnun üst
tarafında da iki başı var; iki dişe benziyor ve ikisi arasında da kısa bir aralık var.”… Bu
mânânın teşhisi sahrada oldu. Aynı haberi bir başka topluluk da verdi… Halbuki bu doğuş,
Mehdî’nin zuhuru zamanında olacak zuhur değildir. Zira onun zuhuru, yüzyıl başlarında
olacaktır. Şu ânda ise yüzyıl başını 18 sene geçmiş vaziyettedir. Hadîs-i Şerif’te, Mehdî’nin
alâmetleri hakkında şöyle anlatılmıştır: “Şark tarafında bir kuyruklu yıldız doğup aydınlık
verecektir.”… Bu yıldız da doğmuştur, ama o mudur, o değil midir? Bu yıldıza “Kuyruklu
Yıldız” adının verilmesi ihtimâl ki şu hususa dayanıyor: “Sabitlerin –yıldızların– seyri,
garb’dan şark’a doğrudur.”… Bu yıldızın seyri de, onun seyrine göredir; yâni yüzü şark
cihetine, arkası da garb tarafınadır. BU UZUN BEYAZLIK DA, ONUN ARKA
TARAFINDADIR. Bu mânâ icâbı olarak ona, “Kuyruk…” isminin verilmesi yerindedir. (…)
Bu kuyruklu yıldızın zuhurundan önce doğan NURLU SÜTÛN’a gelince… Onda bir zulmet
ve karanlık görülmedi. Görünürde hayırdan başka birşey zuhur etmedi. Kuyruklu Yıldız’a
gelince, onda sıkıntı şaibesi vardır. Amma anlatıldığı gibi değil. Elbette fayda veren ve zararı
meydana getiren Sübhan Allah’tır. Bir şahsın doğumu, ölümü ve hayatı ile yıldızların bir işi
yoktur.): 437.

Suver: Boynuz. Suretler. (Süver: Sureler… Süvar: Ata binmiş, binici. Kaptan.):
296.
NAS Sûresinin bütün âyetlerinin toplamı: 5296.

Seru: Boynuz. Şarab kadehi: 266.
Yusuf Hemedanî: (Hacegân silsilesinin 9. büyüğü.): 156+110= 266.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266.
NUR MUHAMMED – NUR OSMAN: 348+917= 1265= 266.
Süver: Sûreler: 266.
Nurî: Nura mensub, nura âit: 266.
Felyesof: 266.
Esirre: Tahtlar. Milletin bellibaşlı ileri gelenleri: 266.
Kürum: ÜZÜM KÜTÜKLERİ: 266.

Seru: Boynuz. Şarab kadehi: 266= 1265.
Nirx. (Kürtçe.): Nefs muhasebesi: 265.
Dareyn: Her iki dünya. İki yurt. İki yer: 265.

Şah: Boynuz. Ağaç dalı. Budak. SU ARKI. Karın. Alın. Kadeh: 901.
Ahmed-i Farukî (İmâm-ı Rabbânî) – Salih Mirzabeyoğlu: 450+451= 901.
Abdülhakîm (büyük ebcedle) – Salih Mirzabeyoğlu: 450+451= 901.

Qiloç. (Kürtçe.): Boynuz: 149.
Define: 149.
Ud-i Hindî: Kust-topalak otu nevi içinde bir nebat: 149.
Havleka: Lâ havle çekmek: 149.
Matla’: Güneş ve yıldızların doğduğu yer. Yıldız ve güneşin zuhur etmesi. Kaside ve
gazelin kafiyeli olan ilk beyti: 149.

Neml Sûresi, 82. âyet: (Meâli: Söylenen başlarına geleceği zaman da, onlar için
yerden bir “dabbe” çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin bir şekilde inanmaz
idiklerini kendilerine söyler.): 5189.
Kat’i: Mutlak. Şübhesiz. Tereddütsüz: 189.
Mukaddime: ÖNSÖZ. Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli. Alın. Nasiye.
Alındaki perçem: 189.
Münhamenna: Allah Resûlü’nün ismi mânâsına, Tevrat’ta geçen bir isimdir: 189.

Neml Sûresi, 82. âyet: 5189= 4190.
Naklî: Akla değil, nakle dayanan. Nakliye ile, taşıma ile ilgili: 190.
Ma’kes: Akis yeri. Akseden yer: 190.
Mu’lin: İlân eden. Herkese bildiren: 190.
Müngamis: Suya batmış: 1190.
Muammem: Sarıklı olan: 190.

Neml Sûresi, 82. âyet: 5189= 3191.
Mehdî Salih: 62+129= 191.
Süleyman: 191.
Muaf: Afvolunmuş. İstisna edilmiş. Serbest: 191.
Ken’an: Filistin: 191.
Vakîa: Kıtal. Öldüresiye vuruşmak: 191.
Ufkî: Ufka âit, ufka dair: 191.
Vakfe: Bir hareketin geçici olarak durdurulması. Durak. Duracak yer: 191.
Füyak: Uzun boyunlu bir kuş: 191.

Neml Sûresi, 82. âyet: 5189= 2192.
Menkab: Dağ arasında olan yol. Dar yol. Güzel hareket ve fiil. DELİK açılacak yer:
192.
Müntebiz: Safın arkasında yalnız duran kişi: 1192.

Neml Sûresi, 82. âyet: 5189= 1193.
Sahife: Sayfa. Bir mânâ ifâde eden bir şeyin hâli: 193.
Volkan: Yanardağ: 193.

Neml Sûresi, 82. âyet: 5189= 194.
Kasd: Bir işi bile bile yapma. Niyet. Tasavvur. İstikamet. Yolu doğru olmak: 194.
Münekkid: Tenkid eden. İyiyi kötüden ayıran: 194.
29.01.2009- SAYI:107
TA’BİR
Levha: 8 Ocak 2009… Tasavvuf düşmanı birisiyle münakaşa ediyorum. Tasavvuf
büyüklerini medhedip, onların düşmanlarını yeriyorum. O kişiliği aşağılayıp, “Osman Gazi’yi
kim yetiştirdi, Fatih Sultan Mehmed’i kim yetiştirdi?” diyorum. İsmail Ağa Câmiî’nin
içindeyim. Kapıdan içeri Mahmud Efendi Hazretleri giriyor. Ayağa kalkıyoruz. Çok dinç,
sağlıklı ve yürüyerek geliyor. Gözünde gözlüğü var. Cemaate karşı dönüp rüyâsını anlatıyor:
“O Kumandan…” veya “o Kumandan için…”… Daha sonra, “bir de keçiler gördüm,
zararsızdı!” diyor. (Kırıkkale F-Tipi Cezaevi — Yahya Yıldırım.)

Tasavvuf: Bâtın yolu. Tarikat ehli olmak: 576.
Mehdî Erdiş: 62+515= 577= 1576.
Şuru’: Başlama: 576.
İ’tikad: İnanmak. İnanç: 576.
Şuur: Anlayış, idrak. Vicdan. Hiss-i zâhirle duymak. Nefsin mânâya ilk vusul
mertebesidir. Kendi varlığından haberi olma. Bir şeyi hoşça tanıma. Kıllar: 576.
Meftun: Âşık. Mecnun. Cünun. Fitne ve belâya tutulmuş olan: 576.
Safvet: Sâfilik, temizlik, pâklık. Hâlislik: 576.
Tevakku’: Bekleme. Umma. İsteme, arzu etme: 576.
Müessel: Müebbed. Devamlı: 576.
Müsul: Hürmet ve saygıdan dolayı ayakta durma: 576.
İstikad: Yakma, ateşi tutuşturma: 576.
Semale: Kab veya havan dibinde olan artık. Tereyağ: 576.
Maktul: Öldürülmüş: 576.

Tasavvuf: 576= 1575.
Teskiye: Su verme. Sulama: 575.
Şir’a: ŞERİAT. Bir ırmak veya su menbaından su içmek için girilen yol: 575.
Müsteknih: Künhünü, doğrusunu ve esasını araştıran: 575.
Mesele: GÖLGELİK: 575.
Aşere: On sayısı: 575.
Tesadüf: Bir şey kendiliğinden olma. Tedbirsiz meydana gelme. Rastgelme: 575.
Arşa: Gemi güvertesi: 575.
Mahsusat: Gözle görülen, hisle anlaşılan şeyler: 575.
Sükne: Kuş sürüsü. Boyuna takılan halka ve heykel: 575.
Müstehmil: Mühlet isteyen: 575.
İsticnas: Cinsine benzetme: 575.
İstincas: Bulaşma veya bulaştırma: 575.
Teakud: Akidleşme: 575.

Minzar: Gözlük. Bakma âleti. Ayna: 1191.
Mehdî Salih: 62+129= 191.
Teftiş: Kontrol etmek. Sormak. Ayırmak: 1190= 191.
Ken’an: Filistin: 191.
Vakîa: Kıtal. Öldüresiye vuruşmak. Vak’a: 191.
Manzar: Görünüş. Bakılan yer: 1190= 191.
Vakfe: Bir hareketin geçici olarak durdurulması. Durak. Durulacak yer: 191.
Kıfve: Kuyruk. (Kuyruk: Akreb.): 191.
Müngamis: Suya batmış: 1190= 191.
Füyak: Uzun boyunlu bir su kuşu: 191.
Zafir: Zafer bulan: 1190= 191.

Ta’bir: İfâde, anlatma. Söz. Deyim. Terim. Rüyâ. Herhangi bir şeyden ve
hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânâya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve
ders almak: 682.
Eftar: Baş ile şehadet parmağı arası: 682.
İktisas: Birinin izinden, ardından gitmek. Kısas istemek. İntikam almak. Kıssa. Bir
haberi doğruca söylemek: 682.
İgtifar: Mağfiret olunma. Şüyu’ bulma: 1682.
İhfa: Saklamak. Gizlemek. Gizlenilmek: 683= 1682.
Firzah: Göğsü geniş. (Ferzah: Akreb isimlerinden biri.): 1681= 682.

Kumandan: 252.
Meraî: Aynalar: 252.
Urum(e): Alâmet, nişâne. Kök, dip. Başın tepesi: 252.
Mürebbî: Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. Besleyen: 252.
Murabıt: Kalbini Allah’a bağlayan. Düşmanla karşılaşılacak yerlerde gözetip nöbet
bekleyen: 252.
Erume: Kök, anakök. Asıl, menba. Ağacın ve boynuzun kökleri: 252.
Müste’zin: İzin isteyen: 1251= 252.
Müste’zen: İzin istenilmiş: 1251= 252.
İnfisal: Olduğu yerden ayrılma. Yeni bir fasıla geçme: 252.
Yebrem: “Gelberi” ismiyle bilinen bir cins kürek: 252.

Teke: Keçilerin erkeği. Sürü önünde giden kösemen. Bir cilt. DEFTER. Tezek:
425.
Te’yid: Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırma. Metanet verme. Doğrulama. Destekleme:
425.
Tahayyüz: Yer tutmak, yer almak. Ehemmiyet kazanmak. Herhangi bir cismin
boşlukta yer alması: 425.
Tecziye: Cezalandırma. Parça parça ayırmak: 425.

Gele: Sığır, koyun ve keçi sürüsü. Sürü: 55.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055.
Mucîb: İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suâli cevablandıran: 55.
Mürazaha: Ok ile atışmak: 1054= 55.
Acan: Polis: 55.
Dane: “İtaat etti, aziz oldu” mânâsında fiil: 55.

Keçi: 33.
Ecell: Evet, neam, belî: 34= 1033.
Bagal: Koltuk: 1032= 33.
İstiş’ar: Bir nesnenin yazılıp bildirilmesini isteme: 1032= 33.
Baliğ: Boynuzdan yapılan kadeh: 1033.
Cal(i): Tuzak, ağ. Misvak ağacı: 34= 1033.

Cedy: Oğlak. Burç adı: 37.
Zahid: Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf. Sofi: 17.
Ceyd: Uzun boylu olmak: 17.
Cevâz: Müsaadeli. Ruhsat, izin, câiz olma. Yol, tarik ve meslek: 17.
Badi: Sebeb. İllet. Mucib. Vesile. Zâhir ve âşikâr olan. Halkeden. Hâlık: 17.
Bî-duht: Kızı olmayan. Zühre yıldızı: 1016= 17.

Yevmiye: Günlük hâdiseleri günü gününe kaydetmeye yarayan defter, gazete.
Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret: 71.
Hapis: 71.
Habbas: Zindancı, gardiyan, hapseden: 71.
Enahid: Venüs gezegeni. Zühre seyyaresi: 71.
Müsteş’ar: Bildirilen, haberli: 1070= 71.
Âsî: Doktor, cerrah, tabib. Kederli, hüzünlü: 71.
Hisab: Hesab, matematik: 71.
Testir: Gizleme, saklama, örtme: 1070= 71.
Uruz: Kitab, manifatura eşyası, kumaş gibi mallar: 1070= 71.

Defter: Yunanca “iki kanatlı” mânâsına gelen bir kelimeden alınmıştır. Pusula.
Liste: 684.
Mahluce: Rey ve fikri doğru olmak: 684.
Halecan: Heyecan: 684.
Mütemerrid: Yanıp kül olmuş: 684.
Tedri’: Zırh giydirme: 684.
İstikbar: Önemseme. Kendini büyük görme. Mağrurluk: 684.

İFTİRA
Levha: 3 Mart 2002… Köyde, üst odada yola bakan pencerenin önündeki çekyatta
uzanmışım. Cengiz Durdu geliyor ve sahura kaldırıyor. Kumandan’la ilgili bir şey anlatıyor.
Bir iftira. Ben, “bir bu iftira kalmıştı yapılmayan!” diyorum. Daha sonra aklıma, biz Metris
Cezaevi’nde iken “Tilki Günlüğü” ile ilgili Hürriyet gazetesinin haberi geliyor. Bunu
söylüyorum. Yani atılmayan iftira kalmadı. Yer sofrasında kahvaltı yapacağız. Remziye
yenge de geliyor. Yabancı birisi daha var ve ozon tabakasının delinmesinden dolayı dağ
köylerinde artık yaşanmıyor, eski tadı vermiyormuş. Benim dalgınlığımdan veya ağır
davranmamdan, başka birisi Remziye yengenin bardağına çay dolduruyor. Ben
doldurmalıydım diye düşünüyorum. (Erdal Durdu.)

İftira: Birisinin üzerine suç atmak: 683.
Salih İzzet Erdiş: 691+477+515= 683.
Defter: 684= 1683.
Halenc: Ağaç, şecer: 683.
İgtifar: Mağfiret olunma. Şüyu’ bulma: 1682= 683.
Habnadide: Bülûğa ermemiş çocuk: 683.
Mütercim: Tercüme eden, bir dilden başka bir dile çeviren. Anlatan, anlaşılmayan bir
mânâyı açıklayan: 683.
Mütercem: Tercüme olunmuş. Bir lisândan başka bir lisâna çevrilmiş: 683.

Sahur: Temcid yemeği. Ramazan’da şafaktan önce yenen yemektir: 274.
İdris: İlk yazı yazan ve terzilik yapan peygamber: 275= 1274.
Kürend: Al at: 274.
Çengar: Yengeç. Bakır pasından yapılan yeşil boya: 274.
Dır’: Cevşen. Cenkte giyilen zırh: 274.
Dirin: Eski, KADİM: 274.
Red’: Geri verme, reddetme: 274.
Kündür: “Günlük” denilen nesne. Şişman ve kısa boylu kimse. Yabanî eşek. Büyük
çuval: 274.
Karban: Kervan: 274.
İ’rab: Düzgün konuşmak ve hakikati araştırmak: 274.
Ra’d: Gök gürültüsü. BULUTLARI SEVKE MEMUR BİR MELEK ADI. Tehdit
etmek. Korkutmak: 274.
Gerden: Dönen. Dönücü. Boyun. Şeci’. Bahadır. Pehlivan: 274.
Sahire: Büyücü kadın: 274.
Âric: Yukarı çıkıp yükselen. Çıkıp inen. Topal, aksak, noksan: 274.

Akzef: Çok iftira eden: 881.
Mümazik: Gerçek dost olmayan kimse: 881.
Dıya’: Helâk olmak. Telef olmak: 881.

Kahvealtı: 558.
Kaptan Kusto Müslüman: 163+175+221= 559= 1558.
Tahsin: Kale gibi sağlamlaştırma. Muhafaza altına alma: 558.
Muhadese: Konuşma. Birbirine hikâye etmek: 558.
Nasihat: Tavsiye, ihtar, öğüt: 558.
Tashin: Sahneye koyma: 558.
Tenazuk: Birbirine öğretmek: 558.
Müaneset: Dostane görünmek, görüşmek.
Karşılıklı ünsiyet etmek: 558.
Hins: AĞIR YÜK: 558.
Sıbgatullah: (Seyyid Taha Hazretlerinden gelen bir kolun büyük şeyhi Abdülhakîm
Arvasî Efendi’nin lâkabı: Allahın boyasıyla boyanmış.): 1558.
Mültehif: Yorgan ve battaniye gibi bir şeye sarılmış olan: 558.
Müstenhic: Birinin mesleğine giren: 558.
Zemistan: Kış mevsimi: 558.

Ozon tabakası: 70+184= 254.
Mihrace: Hindu sultan: 254.
Murçe: Küçük karınca: 254.
Mutahhar: Temiz. Pâk. Kudsî. Mübarek: 254.
Sebbabe Abdülhakîm: Şehadet parmağı Abdülhakîm: 70+184= 254.
Müdîr: İdare eden. Çeviren, bakan. İdareden anlayan. İdare memuru: 254.
Pergal. (Kürtçe.): Sistem: 254.
Beran. (Kürtçe.): KOÇ: 254.
Bârân: Yağmur. Rahmet: 254.
Mücahere: Açığa vurma, belli etme, meydana çıkarma: 254.
Mühacere: Bir yerden ayrılmak. Başka bir yere intikal etmek: 254.
Mürevvih: Rahatlandıran. Kokulandıran, râyihalandıran: 254.
Da’fak: Vâsi. Bol ve geniş olan şey: 254.

TAŞINMAK
Levha: (…) Mayıs 2002… Annemlerin eski evindeyiz. Ayşe Özer, rahmetli
Kayınvalidem’e, “buradan ne zaman taşınacaksınız?” diye soruyor. O da cevaben, “Mahmud
Efendi Hazretleri, Sadettinle Hatice bu işi, Mehdî ile yapacaklar dedi!” diyor. Abdullah
amcamın kızı Ayşe de orada, bize bakıyor. Rahmetli Kayınvalidem devamla, “Efendi
Hazretleri dedi ki, bu savaşın başlaması iyi oldu!” cevabını veriyor… “Filistin-İsrail savaşı
mı?” diyoruz… “Hayır! Kumandan’ın başlattığı savaşı kastediyor!” cevabını veriyor. (Hatice
Ustaosmanoğlu.)

Hafz: Taşınmak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve. Bir şeyi
eğmek veya elden bırakmak: 888.
Hâce Muhammed Bâkibillah: (Hacegân yolunun 23. büyüğü… “Başbuğ Veliler’den
33”: Dış nisbeti, Hâcegî Emkengî Hazretlerine varırken, iç nisbeti; yâni zâhirî mürşid
yolundan ayrı ve bazı velilere hâs, ruhaniyet bağiyle, Şah-ı Nakşibend Hazretlerine ilişir.
Böylelerine “Üveysî” denildiğini biliyoruz. Şah-ı Nakşibend Hazretleri de, Abdülhâlik
Gücdüvâni ruhaniyetiyle aynı yoldan gelmişti.): 888.
Harfece: Güzel gıda: 888.
Fazah: Boz renkli olmak: 888.
Tefatuh: Muhakeme olmak. Bir nesneye başlamak: 889= 1888.

İbda’: Bir yerden diğer bir yere çıkmak. İzhâr etmek. Yaratmak. Numunesiz bir
şey yapmak: 9.
Çâh: Kuyu, çukur: 9.
Deh: On, aşer: 9.
Cevv: Yer ile gök arası. Gök boşluğu. Fezâ. Ev veya odanın içi: 9.
Gavga: Dövüşme. Kavga. Gürültü. Savaş: 2007= 9.
Becidd: Ciddi, gerçek, hakikat. Cidden, gerçekten: 9.
Bizz: Açmak, feth: 9.
Bevg: Üstünlük, galibiyet: 1008= 9.
Cah: Makam, mansıb. Kadr, itibar: 9.
Evb: İstikamet. Kasd. Dönülmesi lâzım gelen yere dönmek: 9.
Şahz: Keskinleştirmek: 1008= 9.

Savaş: 398.
Fersendac: Ümmet: 398.
Menbuş: Açılmış, soyulmuş. (Necb: Kabuk soyma.): 398.
Mukantar(a): Kemer şeklinde olan KÖPRÜ. Muhkem. Birbiri üstüne yığılmış çok şey:
399= 1398.

MÜCEDDİD
Levha: 25 Şubat 2008… Birisi Kumandan için “yenileyici” veya bu mânâda bir şey
söylüyor. Bunun üzerine o da, “ben yenilerin yenileyicisiyim!” diyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi
— Suat Çakıroğlu.)

Müceddid: Yenileyen. Yenileyici. Sahih hadîs’le bildirilen, her yüz başında dinî
hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük âlim ve
Peygamber’in vârisi olan zât. (Rüyâda geçen “yenilerin yenileyicisi” ifâdesini,
“yenileyicilere bakışı yenilemek” ve bu bakışla insan ve toplum meselelerine çözüm
getirecek anlayış diye anlamalı.): 51.
Hecmec: Koç: 51.
İnne: Tahkik edatıdır. Kat’iyyet ifâde eder: 51.
Mecaz: Hakiki mânâsı ile değil de ona benzer başka bir mânâ ile konuşmak. Geçecek
yer. Yol. Hududunu aşmak. Yerinden ve haddinden tecavüz etmek: 51.
Marzî: Razı olmaya dâir: 1050= 51.
Devam: 51.
Muazzam: Büyük, iri, cesim, mükerrem, mübeccel, koskoca: 1050= 51.
Mücebbee: İçi boş nesne: 51.
Ene: Ben: 52= 1051.
Mücaz: Câiz görülmüş, uygun, muvafık görülmüş: 51.
Hame: Kafatası: 51.
Eym: Yılan: 51.
İdeal: Fikre âit. Tasavvurî, hâyalî. Mefkûre. Emel. Gaye. Hayâlde tasavvur edilen
kemâl. Fevkalâde, mükemmel kimse veya şey: 51.
Vehm: Cüz’i mânâların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti: 51.
Mevadd: Fezâda, boşlukta yer kaplıyan. Maddeler. Cisimler. Kısımlar. Kanunlar.
Kaideler. İşler. Hususlar. Söz ve beyâna sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası: 51.

“B-7 KOĞUŞU”
Levha: 10 Aralık 2008… Tilki Günlüğü’nü karıştırırken, bir cümlede “B-7 Koğuşu”
ifâdesine rastlıyorum. TELEGRAM vakasından uzun süre önce yazılan Tilki Günlüğü’nde
nasıl olup da B-7 Koğuşu’ndan bahsedilmiş olabildiğine şaşıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi
— Burak Çileli.)

“B-7 Koğuşu”: (Kartal Cezaevi’nde 5 ay bulunduğum koğuş… Alt yapısını
“TELEGRAM” isimli eserimde verdiğim ve “müsait şartlarda” Bolu Cezaevi’nde B-7
koridorundaki hücremde yaşadıklarım ve yaşamakta olduklarımla birlikte yazacağım
kitabın başlığı.): 2+7+1418= 1427.
Rehakâr: Kurtarıcı: 427.
Kitbe: Kitabe yazmak. Arttırmak ve biriktirmek: 427.

“B-7 Koğuşu”: 1427= 428.
Müşeffah. (İbranice.): Allah Resûlü’nün Tevrattaki bir ismi: 428.
Tevhid: Birleme. “La ilâhe illallah” sözünü tekrarlama: 428.
Salih Mirzabeyoğlu: 126+322= 428.
Musa Mirzabeyoğlu: 116+1312= 1428.
İhtitat: Yukarıdan aşağıya indirme: 428.
Ergenekon: (İbrahim Tatlı: Ergenekon, tarih boyunca Türk milletinden hiçbir kavim
veya kol tarafından dillendirilmemiş, adeta hiç var olmamış ve ansızın birileri tarafından
destan diye ortaya atılmış tuhaf bir hikâye. Mağlub olmuş bir milletin, dağ keçilerinin bile
çıkamadığı sarp dağlar ardına kaçıp orada yeni bir ülke bulmalarını ve 400 yıl saklanmalarını
anlatır. Tâ ki, nüfusları artıp da oraya sığmaz olunca çıkmayı düşünmüşler ve o vakte kadar
atalarının öcünü almayı akıllarına getirmemişler… Doktor Mehmed Ölmez: Ergenekon
kelimesinin Türkçe olduğuna dair hiçbir ciddi ilmî delil yoktur… Gökhan Gümüş: Bununla
beraber “Ergenekon” kelimesinin Moğolca olduğunu hatırlarsak…): 428.

ALÂMET-İ FARİKA
Levha: 28 Mart 1999… Kurban Bayramı; Bandırma Cezaevi’nde 12. koğuştan 11.
koğuşa geçmek için alt katta toplanıyoruz. Televizyonda gösteri-yürüyüş görüntüleri; sanırım
müslümanların gösterileri. Televizyona bakarken Cihad Özbolat bu görüntülere binaen bir
eliyle İBDA selâmı verip, diğer eliyle selâmı işaret ederek, “Peygamber Efendimiz yapmış;
işaret vermiş. Ama bunlar unutmuşlar, hâlâ anlamıyorlar!” diyor. Peygamber Efendimiz,
zamanında İBDA selâmı vererek ahir zamandaki Mehdî’nin Kumandan olduğunu bir nevi imâ
ile anlatmış. Fakat bu, zamanla unutulmuş. Cihad Özbolat’a kendisinin nereden öğrendiğini
soruyorum, “Osmanlılar biliyor!” gibi birşeyler söylüyor. Osman Nuri Çoraklı’yı mı
kastediyor yoksa başkalarını mı, bilmiyorum. Peki Osmanlar nereden biliyor? Bizzat
görmüşler mi, yoksa sağlam bir kaynaktan rivayetle mi biliyorlar? Cihad Özbolat meselenin
yeterince açık olduğu düşüncesiyle cevab vermiyor. Anladığım kadarıyla bu çok sağlam bir
kaynaktan öğrenilmiş ve az kişi biliyormuş! (Bandırma Cezaevi — Kürşad Kadir
Karamustafa.)

Logo: (İngilizce: Logotype’nin kısaltılmışı.):
Alâmet-i farika. Firma, ürün veya kuruluşu sembolize eden işaret: 1042.
Hitam: Son, nihayet. Bir şeye mühür basmak: 1041= 42.
Sülasî: Üçlü. Üçe mensub: 1041= 42.
Behle: Yırtıcı kuşlarla uğraşanların giydiği eldiven: 42.

Logo: 1042= 43.
Ulû: Sahibler. Bir şeyin ehli olanlar: 43.
Celî: Parlak, açık, aşikâr, meydanda: 43.
Cîl: Cemaat, insan güruhu. Millet. Boy, aşiret, kuşak: 43.

Alâmet-i farika: 541+386= 927.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+322= 928= 1927.
Haysiyet: İtibar. Şeref. Değer. Kıymet. Derece. Câh. Mesned. Mertebe: 928= 1927.
Mevzua: Kabul edilmiş esas. İlk önce ele alınan fikir: 927.
Mugafaza: Ansızdan tutmak: 1926= 927.
Mütefavit: Birbirinden farklı, çeşitli. Zamanca birbirinden ayrı: 927.

Diae(t): Şehadet parmağı: 476.
MehdîMuhammedMirzabeyoğlu: 62+92+322= 476.
Mübtehil: Yalvaran. Dua ederek dileyen: 477= 1476.
Müteellih: Allah’ın birliğine inanan: 476.
Atih(e): İsyan eden, kafa tutan: 476.
Tüyus: Erkek keçiler, tekeler: 476.

İbham: Baş parmak. Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen
olmayan. Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı: 49.
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek, büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak:
49.
Dehm: Ansızdan gelmek. Çok fazla miktarda asker. Çok adet, kesret: 49.
Dümme: Yol, tarik: 49.
Bezm: Sohbet meclisi: 49.
Emcad: Şeref ve haysiyet sahibleri: 49.

05.02.2009- SAYI: 108


SEYYİD
Levha: 10 Ağustos 2005… Bizim evde Kumandan’la birlikteyiz. Elimde fırça benzeri
bir şeyle gidiyorum ve birşeyler söylüyorum. Bununla ilgili olarak Kumandan, duvardaki
fotoğrafı göstererek, “asıl o öyle!” diyor. Onun yanında bir tahta var; baş tarafında gökkuşağı
renkler… Galiba 11 renk ve her birinin üzerinde bir kızılderili kabilesinin ismi yazıyor.
Tahtanın yan tarafında, yanyana duran renkler. Kırmızı ve yeşil dikkatimi çekiyor. Annem
Fehime Hanım’a,“bak Kumandan Seyyid’tir, sakın onun hakkında kötü söyleme!” diyorum.
Babaannem Muteber Hanım da, “evet, o Seyyid’tir” diye beni destekler mahiyette sözler
söylüyor. Annem bu sözlerden sonra kötü birşey söylemiyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi —
Abdülmetin Torsun.)

Seyyid: Efendi. Allah Sevgilisi’nin soyundan gelen, onun izinden giden. Allah
Sevgilisi’nin bir ismi: 74.
Vejin. (Kürtçe.): Diriliş: 74.
Yedeyn: İki el: 74.
İspehbed: Başbuğ, hükümdar, hakan, kağan: 74.
Kâmyab: İsteğine kavuşmuş. Muradına ermiş olan: 74.
Nuhî: Nuh Aleyhisselâmla ilgili: 74.
Tine: Balçık. Hilkat, yaradılış: 74.
E’bağ: Yükler, hamuleler: 1074.
Balam: Sığır: 74.
Dümel: Büyük kan çıbanı: 74.
Pa-mal: Ayak altında kalmış, çiğnenmiş. (Üstadım’ın “Muhasebe” isimli şiirinden:
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.): 74.
Deng: Hayran, şaşkın. İki maddenin çarpışmasından çıkan ses. Pergel. (Pergel,
Kürtçe’de “sistem” demek.): 74.
Hus: Bir kavmin üzerine nazil olan umur: 74.
Me’cel: Su toplanan yer. (Vakt: İçinde yağmur suyu biriken yer. Su ile faydalanılacak
mekân… Vakt: Zaman. Saat. Çağ. Mevsim. Boş zaman. Geçim. Fırsat. Muayyen, belli
zaman: 506… Nakşbend: Ressam. Nakış işleyen: 506… Erdiş: 506.): 74.
Mecal: Tâkat. Güç. Kuvvet. İktidar. İmkân. Fırsat: 74.
Nekba: Fırtına: 74.

Kabile: Aşiret. (Kabil: Kabul eden. Olabilir, istidatlı, mümkün olan, önde ve
ileride olan… Kabile: Kadın ebe. Kabul edici. Ses alıcı. Telefon.): 147.
Kaime: Uzun bir kâğıda yazılan ferman. Kitab yaprağı. Kâğıt para: 147.
Kavam: Adâlet. Uzun ve güzel boy: 147.
Malikâne: Büyük ve gösterişli köşk. Eskiden, gelirinden hayatı boyunca istifâde
etmek, fakat satamamak ve miras bırakamamak şartıyla verilen arazi: 147.
Mugamese: Birbirini suya daldırmak: 1146= 147.
Velsan: Birbirinin boynuna sarılma: 147.

SALINCAK
Levha: 26 Ocak 2001… Sırtımdan gelen korkunç bir rüzgâr; cezbediliyorum. Uzun
sürüyor. Sürekli Lâhavle çekiyorum ve salâvat getiriyorum. Rüzgâr dindiğinde dışarı
çıkıyorum ve göğe bakıyorum; dolunay var. Gözlerim, uykudan kalkmış olmamdan dolayı
kamaşıyor gibi. Sonra bir salıncağa biniyorum. Üzerimde beyaz ihram var. Sanki bir kale
içindeymişiz gibi ve duvara çıkan taş merdivenlerin basamaklarında beni seyreden Arab
kıyafetli birkaç kişi. Alâkayla bakıyorlar.

Evrek: Salıncak. (Beşik.): 227.
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151= 1227.
Seyyid Mehdî Muhammed: 74+154= 228= 1227.

Evrek: Salıncak: 227= 1226.
Ekrad: Kürtler: 226.
İdrak: Anlayış. Kavrayış. Akıl erdirmek. Yetiştirmek: 226.

Ürcuce: Salıncak: 218.
Mufsih: Fesahatla ve düzgün olarak söz söyleyen: 218.
Ejderha: 218.
Ejir: Akıllı, uyanık, açıkgöz: 218.
Rih: Rüzgâr, yel. Sızı, romatizma. Galebe, kuvvet. Rahmet. Devlet. Hoş ve iyi şey.
Koku: 218.
Tevarih: Tarihler: 1217= 218.
Cirye: Suyun akması ve şırıldaması. Cereyan: 218.
Zevre: Ziyaret etmek: 218.
Tarî: Taze, teravetli: 219= 1218.

Gaze: Çocuk salıncağı: 33.
Bal: Gönül, kalb. Hatır: 33.
Belâğ: Eriştirme, yetiştirme. Maksada uyan güzel ifâde. Kâfi gelme, kifâyet: 1033.
İhtila’: Tenha yere veya halvete çekilme. Taze ot koparma, biçme: 1033.
İgla’: Kaynatma. Pahalandırma: 1033.
Galib: Üstün. Yenen. Mağlub eden. Ekser: 1033.
Lagıb: Acıkmış ve yorulmuş kişi: 1033.
İstimsal: Misâl edinmek: 1032= 33.

Gaze: 33= 1032.
Habaik: Kehkeşanlar. Samanyolları. Çizgiler: 32.
Pül: Köprü: 32.

LÂKAB
Levha: 11 Nisan 2004… Mahmud Efendi Hazretleri, yanında şoförü ve birkaç kişi ile
geliyor. O sırada biri şoföre yaklaşmaya çalışıyor ve herkes onunla ilgileniyor. Biz Efendi ile
baş başa kalınca, ben fırsattan yararlanıp birşeyler sorsam mı diye düşünürken, o sanki
benimle konuşmuyormuş gibi, “Annene selâm söyle!” diyor. Ben, “Bolu Cezaevi’ndekilere
selâmınız olabilir mi?” diyorum. “Onlara çok selâm söyleyin merak etmesinler; onların
mücadelesi vesilesiyle olacak bu işler. Ben hep onlarla beraberim, bunu onlar da bilir zaten.
Sadeddin’e, Kumandan’a çok çok selâm ederim, dua ediyorum!”… Efendi de Kumandan’dan,
“Kumandan” diye söz ediyor. (İstihareci.)

Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+2171= 2269.
Muhammed Baba (Semmasî): (Hâcegân silsilesinin 14. büyüğü.): 269.
Sidre: Ağaca teşbih edilen, yedinci kat gökte bir makam ismi: 269.
Hircas: Gövdeli, iri vücutlu: 269.
Bayramiyye: Bayramla ilgili. Hacı Bayram Veli’nin 14. yüzyılda kurduğu tarikat: 269.
Nevruz: Yeni gün, ilkbahar. Güneş’in Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22 Mart’a
rastlayan gün. İranlılar’ın yılbaşı: 269.
Ruzane: Gündelik, yevmiye: 269.
Üç Hilâl – Bir yıldız: (İBDA bayrağı.): 66x3+71= 269.
Ceniver: Sırat köprüsü: 269.

Nebez: Lâkab: 59.
Mehdî: 59.
Havme: Tasarruf dairesi: 59.
Mahcub: Perdeli, örtülü. Kapalı. Utangaç: 59.
Kuhkub: Dağ vurucu. Dağı yerinden oynatan. Kuvvetli at veya katır: 59.

Kumandan: 252.
Hıntar: Çok acıkmak: 1251= 252.
Gusto Mehdî Muhammed: 101+151= 252.
Tagmiz: Göz yummak: 2250= 252.
İnfisal: Yeni bir fasıla geçme: 252.
İnkisam: Kısımlara ayrılma. Bölünme. Taksim olma: 252.

İBDA YILDIZI
Levha: 14 Şubat 1989… Yalçınla beraberiz… Bir asker ortadaki direğe bayrak
çekiyor… Bayrak mavi renkli ve üzerinde beyaz bir yıldız var… Bu İBDA bayrağı imiş ve
sanki asker ne yaptığının farkında değil… Yalçın, “sadece burada değil, kimbilir kaç yerde
böyle bayrak çekiliyor!” diyor… Ve bayrağı selâmlamak için yerini alırken, ben de yerimi
almak için davranıyorum… Bu sırada biri “hey!” diye sesleniyor… “Eyvah beni anladılar!”
diye kaçmaya başlıyorum… Arkamdan koşan bir genç… Taşlı çukurlu, bayır aşağı ve sonra
bayır yukarı sokak aralarında koşarken, arkadan kovalanıyorum diye kendi gölgemden mi
kaçıyorum düşüncesiyle, bakınıyorum… Bu sırada o genç yaklaşıyor ama, şaka için koştuğu
belli!..

Abî: Çok mavi. Suda yaşayan ve suda meydana gelen: 13.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013.

Yıldız: 71.
Tabs: İNSAN: 71.
Best: Döşemek, yaymak, neşr: 71.
Henie: Şiddetli emir: 71.

Yıldız: 71= 1070.
Sebbabe: Şehadet parmağı: 70.
Büyük Doğu-İBDA: 1060+9= 1069= 70.
Yasin: “Ya Seyyid, ya İnsan” gibi çeşitli mânâlarda rivayet edilir: 70.
İtret: Ehl-i beyt: 1070.
Kün: “Ol” mânâsına emirdir: 70.
Seha’: Beyin zarı: 70.

Ayyuk: Samayolunun daima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın
ismi. Gökyüzünün pek yüksek yeri: 186.
Sufî: Tasavvuf ehli: 186.
Fünun: Fenler. İlimler: 186.

TEHDİD
Levha: 11 Aralık 2007… Galiba Ilgın’daki lisedeyim. İki İBDA’cı genç varmış. “Bir
de İBDA’cı olacaklar!” diye birilerinden şikâyet ediyorlar. “Kimler kimler dururken, gelip
müslümanlarla uğraşıyorlar!” diye kendilerini tehdit ettiklerini, hattâ öldüreceklerini
söylüyorlar. “Ben hallederim!” diyorum. Gençler bir apartmanda kalıyorlarmış. Tehdit
edenler gelir diye merdivende dolaşarak bekliyorum. Işıklar gitmiş galiba. Yukarı çıkarken
Kumandanımız’ı görüyorum. Çok yorgun bir hâli var. Ben sağ tarafından, birisi de sol
tarafından koltuk altlarına girip taşıyoruz; hattâ bir ara kucağıma almaya dahi çalışıyorum.
Önce yukarı çıkıyor gibi, sonra aşağı iniyor gibiyiz. Dışarı çıkıyoruz. Sözkonusu tehlikeli
kişiler geliyorlar. Kumandanımız’ı bir kaya veya ağaç kütüğü üzerine oturtuyoruz. (Kandıra
F-Tipi Cezaevi — Burhaneddin Yalçın.)

Tehdid: Gözdağı verme, birisini korkutma. Korkutulma: 423.
Kitab: Kitab. Kur’ân. Levh-i Mahfuz: 423.
Şa’ban: Arabî ayların sekizincisi. (Üstadım’ın, Neslihan Hanımla şer’i nikâhı 15
Şaban’da, Efendi Hazretleri tarafından kıyılmıştır… Yevmiye: Ben de biraz hava almak
istiyorum, 15 Şaban’da beraber karşıya geçeriz.): 423.
Şeb’an: Emin: 423.
Tecvid: Kur’ân’ı usûlüne uygun okuma. Bir şeyi güzel yapma. Süsleme: 423.
Akruban: Erkek akreb: 423.
Tagziye: Gazâ ettirme, din uğruna savaştırma: 1422= 423.
İctiyah: Öldürme: 423.

İhriz: Bitkin, dermansız: 1019= 20.
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020.

Kille: Yorgunluk. Kesmez olmak: 55.
Necb: 55.

Lügub: Yorgunluk, açlık, meşakkat. Ta’b: 1038.
Neml Sûresi, 82. âyet. (Noktalı.): (81. âyetin meâli: Sen o körleri, sapıklıklarından
çıkarıp hidâyete erdirecek de değilsin; sen ancak âyetlerimize inanacaklara işittirirsin de,
onlar Müslüman olur selâmete çıkarlar… 82. âyetin meâli: Söylenen başlarına geleceği zaman
da, onlar için yerden bir DABBE çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin bir şekilde
inanmaz idiklerini kendilerine söyler.): 4037= 3038.
Ebdal: Evliya zümresinden bir cemaat: 38.
Ülbe: Kıtlık: 38.

Kenare: Kıyı, kenar. Sahil, deniz kıyısı. Küst. Köşe, uç. Son, nihayet. Çember.
Etrafı çevrilen şey. Kucaklama. Kucağa alma: 276.
Mansus: Nass ile sâbit kılınmış. İzhâr ve beyân edilmiş: 276.
Ru’: Kalb, fuad. Kalbde korku arız olacak yer. Zihin ve akıl: 276.

Cizmir: Ağaç kütüğü: 953.
Hace Muhammed Masum: (Hacegân silsilesinin 25. büyüğü.): 953.
Müstentic: Netice çıkaran: 953.
İnşihab: Fışkırtma: 954= 1953.

Kütük: 612.
Derviş Muhammed: (Hâcegân silsilesinin 21. büyüğü.): 612.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+332= 612.
Bih: Menba, kaynak. Temel, asıl, kök: 612.
Hıbat: Yüzde olan dağ ve nişân: 612.
İki “idam-ı nefs”: (Nefsi idam etmek.): 306+306= 612.
İsti’lan: İlanını isteme: 612.

MISIR-MUSIRR
Levha: 22 Ekim 1984… Mısır satan bir kadın… Başörtülü ve şalvarlı… Mısırın iyi
olmadığını söylüyor… Koçan üstünde bir mısır tanesini yokluyorum ve bir taneyi de ağzıma
alıp çiğniyorum… Mısırın iyi olmayışı ile ilgili bir intibâ!..

Mısır: İki şey arasında perde. Memleket. Şehir. (BOLU). Afrika’nın kuzeyinde
bir memleket. Bir hububat ismi: 330.
Seyyid Nur: (Hâcegân silsilesinin 27. büyüğü.): 330.
Musırr: Direnen. Ayak direyen. Vaz geçmeyen. Sözünden dönmeyen. (Yevmiye: Nil
nehri’nin geçtiği memleket, Nil Ülkesi… Kusto’nun mânâlarından biri de “İstikbâli tahmin
etmek”… Kehanet taslamakla, “tahmin isabeti” arasındaki farkı göstermek üzere, Üstadım’ın
verdiği misâl de, Mısır vesilesiyle: Kehanet diye bir şey İslâm’da yok. Allah’ın verdiği akl-ı
selimle, selim duyguyla bazı isabetler olabilir. Meselâ Almanlar Mısır’a tecavüz ettiklerinde
bir yazı yazmıştım. Harbi Almanların kaybedeceğine dair muhtelif yazılarımdan sonra bu
işgal olunca, “orası Mısır ise, ben de Musırrım, yâni ısrarlıyım!” diye yazmıştım ve
yazdıklarım aynen tahakkuk etmişti…): 330.
Cuşak: Kaynama noktası: 330.

KUR’ÂN…
Levha: 7 Eylül 2008… Kumandan’ın olduğu Cezaevi gibi bir yerde, geniş bir
odadayız. Karşımızda ranza gibi iki katlı yatak var. Kumandan üstte Kur’ân okuyor, ben yere
oturmadan önce onu takib ediyor ve okuduğu yeri görebilecek şekilde bakıyorum. Kumandan
çok yavaş okuyor; yeni öğrenenler gibi… Ama mahreçlere çok dikkat ediyor. “Sad” harfini
okuması aklımda kalmış. Biz yerde otururken Kumandan karşımıza gelecek şekilde solumda
oturuyor, onun kim olduğunu hatırlamıyorum. Sağımda Sadeddin ağabey var gibi.
Kumandan’ın burada elektronik cihazlar olmadan sadece Kur’ân okuyup düşünmesi ne kadar
güzel ve zor diye düşünüyorum. Sonra Kumandan inip geliyor ve bizim önümüze oturuyor.
Ben hemen yer veriyorum. Büyüklerin küçüklere hitabı olarak, “hayır sen otur!” diyor. Ben,
“yok efendim, buyur geç!” diyorum ve verdiğim yere oturuyor. Sonra sağında bulunan kişiyle
konuşuyor; çay yapıyormuş. Ben de ona, “çay nerede?” diye sesleniyorum. Kumandan
konuştuğu için duymuyor. Tekrarlamıyorum. Yüzü başka biri olmuş; tanımadığım biri. Ben
onlar konuşurken çay yapıp ikram etmeyi düşünüyorum. (Fatih Turgut.)

Tilavet: Okumak. Takib etmek, arkasına düşmek: 837
Şevkistan: Dikenlik: 837.

Tilavet: 837= 1836.
Hâl-dar: Benli, benekli: 836.
Lütut: Sâbit ve lâzım olmak, gerekmek: 836.
Nüfuz: Sözü geçer olmak. İçine alan. Vücudundan işleyip geçmek: 836.
Heltat: Cemaat, topluluk: 836.

Kari’: Okuyucu. Okuyan. Abid ve zâhid olan. Kur’ân’ı tecvide uygun okuyan:
311.
Şabub: Sağanak yağmur: 311.
Garik: Suda boğulmuş: 1310= 311.
Şüheda’: Şâhidler. Şehidler: 311.
Muhteri’: Misli görülmedik birşey icâd eden. İcâd eden. Yeni bir şey bulan: 1310=
311.

Sad: Bir harf. (Da’vâ cetvelinde Allah’ın “Samed- Kimseye muhtaç olmayan”
ismine tevafuk eder.): 90.
MELİK: Mülk ve melekut sahibi. Padişâh. Mutasarrıf. Bir kavmin başı. Mâlik. (Esma-
i Hüsna’dandır: Herşeye mâlik olan.): 90.
Giyan. (Kürtçe.): Ruh: 91= 1090.
Kümmel: Kâmiller: 90.
Nil: Mısır’daki büyük nehrin ismi: 90.
Ud’iyye: Mesel, hikâyet. Bilmece: 90.
Men: Ben: 90.
Cengiz: Moğol devletinin kurucusu ve büyük hükümdarı: 90.
Milî: Kedi. (Hitler’in lâkabı, Kedi’dir.): 90.
Keys: Zekâ, kavrayış, idrak: 90.
Kilem: Kelimeler, sözler: 90.
Nagm: Gizli kelâm, gizli söz: 1090.
Ni’tal: Kova: 90.

Sad: Yüz sayısı: 94.
İncil: (Büşra: İncil’in bir ismi. Müjde. Sevinçli haber.): 94.
İdî: Bayramla alâkalı: 94.
Calis: Oturan, oturucu. Tahta çıkan: 94.
Cilas: Beraber oturma: 94.
Feyac: Söz, kelâm: 94.
BALÎNA: 94.

Sad: Göz hastalığı: 65
Necîb: 65.

Sa’d: Uğur, uğur getiren şey, iyilik, mübareklik, kuvvetlilik. Kutlu, uğurlu: 174.
Kusto: 175= 1174.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174.
Mukalled: Boynuna gerdanlık takılmış. Padişah tarafından nişân takılan kimse. Taklid
edilen. Örnek tutulan. Misâl alınan: 174.
Said: Mezar, kabir. Yeryüzü. Yüksek. Yukarı çıkan. Yol, tarik. Yukarıdaki temiz
toprak, pislikten uzak pak toprak: 174.
Sadi’: Sabah vakti. Yedi günlük oğlan: 174.
Müs’id: Mesud eden, bahtiyar eden: 174.
Deysak: Uzun yol. Beyaz şey: 174.

Çay: (Çinliler, iyi demlenmiş bir çayda Kâinat’ın dengesi olduğunu söyler ve
tören adabıyla demlerlermiş.): 14.
VACİD(E): Vücuda getiren. Varlıklı. Fâtır. Gani ve zengin. Mevcud olan. ( Esma-i
Hüsna’dandır.): 14.
Hicab: PERDE. Örtü. Hâil. Utanma. Men’etmek. Gizlemek: 14.
Salih Mirzabeyoğlu: 1013= 14.
İhtitab: NİKÂH’la kadın veya erkek istemek: 1013= 14.

12.02.2009- SAYI: 109


HAKİKAT
Levha: 31 Haziran 2001… Kartal Cezaevi’ndeyim. Sıkı bir yönetim var, görüşler
kısıtlı. Kumandanımız bir sandalyeye oturuyor, gözleri dolu dolu ve kısa sakallı. Üzerinde çok
eski kısa kollu bir tişört var. Zavallı bir hâlde. Babam çok sıkıntılı, o yana bu yana
koşuşturuyor. Daha sonra Ali Osman Zor geliyor, Kumandanımız’ın gözleri bir ân sevinçle
parlıyor ve gelenin beklenen Kumandan olduğunu zannediyor. Fakat daha sonra boynunu
büküyor. Aynı yerde otururken ikinci bir Kumandan geliyor. Üzerinde beyaz elbise var.
Saçları uzun ve üzerinde beyaz bir örtü var. İkinci gelen Kumandan’ın, “Mehdîlik hâli”
olduğunu ve birinci –oturan– Kumandanımız’ın üzerine giydirileceğini düşünüyorum.
Babamla konuşuyoruz. (Hacer Ustaosmanoğlu)

Amige: Hakikat. Karışık. Çift olmak: 1056= 57.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055= 57.
Mecid: Azametli. Şerefli. Gâlib. (Esma-i Hüsna’dandır: Zât şerefine sahib.): 57.
Cünd: Asker. Ordu. Bir kimsenin yardımcıları. ŞEHİR. (Bolî.): 57.
Bikle: Fıtrat, yaradılış, tabiat. Kılık, kıyafet. Şekil, biçim: 57.
İham: Vehme düşürmek. İki mânâya gelen bir kelimeden en az kullanılan mânâyı
bilerek kullanma: 57.
Külae: Tehir etmek, sonraya bırakmak: 57.
Van. (Kürtçe.) Onlar: 57.

İki Salih Mirzabeyoğlu: 451+451= 902.
“Ya ileri ya geri, takrib ederim üç otuza”: (Topal Şükrü Efendi’nin kasidesinden.):
1902.
İştikak: Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan
münasebetleri, meydana gelişleri. Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak. Aynı
kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misâller: 902.
Kabz: Tutmak. Ele almak. Kavramak. Almak. Tahsil etmek. Teslim almak: 902.

“Ya ileri ya geri, takrib ederim üç otuza”: 1902= 903.
Nesli-Hân Salih Mirzabeyoğlu: 791+1112= 1903.
Sabit: Doğruluğu isbat edilmiş olan: 903.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma”: (Beyt’in birinci mısraı.): 2242=
244.
Müridd: Suyu çok olan deniz: 244.
Mürg-ab: Su kuşu: 1243= 244.
Lider: Şef. Başkan. Kumandan: 244.
Merd: İNSAN. Adam. Kişi. Sözünün eri: 244.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma — Ya ileri ya geri takrib ederim üç
otuza.”: 2242+1902= 4144.
Mehd(î) Muhammed: 52+92= 144.
Kılavuz: 144.
Said: Saadetli. Mesut. Bahtiyar. Mübarek. Allah kendisini sevmiş, O’nun rızasına
ermiş: 144.
Demak: TİPİ. (Kış günlerinde rüzgârın karı her tarafa savurması.): 144.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma — Ya ileri ya geri takrib ederim üç
otuza.”: 4144= 3145.
Rahman Sûresi, 19. âyet: 1145.
Suadî: Topalak otu. Kust: 145.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma — Ya ileri ya geri takrib ederim üç
otuza.”: 4144= 2146.
Tufan: 146.
Allâme: Mütefekkir. Çok büyük âlim. Her ilimde ihtisas sahibi: 146.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma — Ya ileri ya geri takrib ederim üç
otuza.”: 4144= 1147.
Kaime: Uzun bir kâğıda yazılan ferman: 147.
Ca’ca’: Zindan. Taşsız yer: 147.

“Şükür ya bilmezem esrar-ı gayıbdan amma — Ya ileri ya geri takrib ederim üç
otuza.”: 4144= 148.
Muhsî: Sayı sayan. (Esma-i Hüsna’dandır: İlmi eşyayı kuşatıcı.): 148.
Muhıkk: Hakkı yerine getiren: 148.
Hanefî: 148.
Zü-l Karneyn: İki boynuzlu. Kur’ân’da adı geçen ve Peygamber olup olmadığı
bilinmeyen büyük bir HÜKÜMDAR’ın ismi. İki zülüflü veya Şark ve Garb’ın hâkimi olduğu
için böyle denilir. Eski Yemen padişâhlarından biridir. Hazret-i İbrahim zamanında bulunup
Hazret-i Hızır’dan ders almıştır: 1147= 148.
Akvam: Kavimler. Milletler: 148.

Amige: Hakikat. Karışık. Çift olmak: 1056.
Vipvala. (Kürtçe.): BOMBOŞ: 56.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055= 1056.
Mübdi’: Gizli sırları açıklayan. Herşeyi hiçten halkeden. Başlayan. (Esma-i
Hüsna’dandır.): 56.
Müjde: Sevinç haberi: 56.

Dewr-i vipvala. (Kürtçe.): BOMBOŞ DEVİR. (Yevmiye: Bomboş bir
devirdeyiz.): 210+56= 266.
Yusuf Hamedanî: (Hâcegân silsilesinin 9. büyüğü.): 156+110= 266.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266.
Esirre: Tahtlar. Milletin belli başlı ileri gelenleri: 266.
Kürum: Üzüm kütükleri: 266.

FİDEL CASTRO
Levha: (…) Temmuz 2008… Gümüşsuyu’nda Varan Turizm’in önünde Fidel Castro,
Salih Mirzabeyoğlu hakkında bir konuşma yaptı. Fidel Castro, Kumandan’ın 7 dehlizden
geçtiğini, 7 kere ölüp dirildiğini ve 7 kişiye dağıttığı sadakalarla cümle köpeklere kral
olduğunu açık açık söyledi. Olay herkesin gözlerinin önünde vuk’u buldu fakat çok az insan
bu konuşmaya şâhid oldu. Konuşmada hazır bulunan Kumandan’ın üzerinde deve tüylü bir
palto vardı ve sütlü kahve renginde bir çift ELDİVEN vardı. (Hakkı Açıkalın.)

Fidel Castro: 115+670= 785.
Şifte: Düşkün, tutkun: 785.
Husus: İş. Mevzu. Yol. Usul. Keyfiyet. Madde. Şey. Bir şeyi diğer şeylerden ayıran
keyfiyet: 786= 1785.
Müsterfih: Rahatlık isteyen. Refah ve bolluk isteyen: 785.

Fidel Castro: 115+767= 882.
İfrah: Belirsiz bir şeyi belirtme. Şübhe ve tereddütü giderme. Kuş yavrulama. Tohum
yeşerme: 882.
Mütaemet: İkiz doğurma: 882.
Badi’: Deniz içinde olan ada. Et. Deri: 882.

Hitab: Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma: 612.
Derviş Muhammed: 612.

Sako: Palto: 167.
Usbe: Cemaat. İnsanlar. Atlılar. At veya kuşlardan cemaat: 167.
Muavin: Yardımcı. Yardım eden. Vekil: 167.

Lepik. (Kürtçe.): ELDİVEN: 62.
Mehdî: 62.
Lebik: Tatlı sözlü. Yumuşak konuşan. Zeki, anlayışlı, akıllı: 62.
Necah: Zafer bulmak, murada ermek, ihtiyaçları temine muvaffak olmak: 62.
Banuç: SALINCAK: 62.

Eldüven: 98.
Ez-men: Benden: 98.
Sıbga: Boya, renk, Din, mezheb: 1097= 98.
Sahh: “Doğrudur, yanlışsızdır” mânâsına, eskiden resmi yazılara konulan işaret: 98.

MAKET ŞEHİR
Levha: (…) Şubat 2009… Tahta bir sehpanın üstüne, bir kar eldiveni düşüyor.
Eldiven, bir taraftan diğer tarafa delik; arasından hava geçecek şekilde. Sehpanın altında bir
şehir maketi var, onun üstüne düşüyor gibi; ve şehir, Büyük Doğu imiş! (Elif Erdiş.)

Destane. (Kürtçe.): Eldiven: 516.
Dâsitan: Destan, sergüzeşt. Şöhret: 516.
Mübtedi’: Yeni bir şey icâd eden. Bedi’a çıkaran. Bid’at uyduran: 516.
Tashih: Daha iyi ve daha doğru hâle getirmek. Düzeltmek. Hastanın ağrı ve acısını
gidermek: 516.
Hüşyar: Uyanık, akıllı. Ayık, uslu: 516.
Takva: 516.
Tevsim: İsimlendirme. Dağlamak suretiyle ten üzerine işaret koymak, döğme yapma:
516.

Acan: Polis. (Yunanca’da polis, “şehir” demek.): 55.
Necb: Ağaç kabuğunu soymak: 55.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055.
Tamme: Kıyamet vakti. Belâ. Dâhiye. Keskin çığlık: 55.
Beban: TARZ, ÜSLÛB, METOD: 55.
Mahz: Nikâh. (Mahz: Safî ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ve muhabbet. Tâ
kendisi. Sadece. Su katılmamış hâlis süt.): 55.
Penc: Beş: 55.
Nüh: Dokuz: 55.

Maket: Bina, şehir, gemi vesaire gibi eserlerin belirli ölçüde küçültülmüş modeli:
466.
Dıteney. (Zazaca.): İki tane: 466.
Üstad: 466.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 62+92+1312= 1466.

Şehir: Meşhur. Şeref ve şân sahibi: 515.
Kıyadet: Kumandanlık. Kumanda: 515.
Mutavassıt: Ortada vasıtalık eden. Arada ıslah edici olan: 515.
Teshim: Nakışlı etmek, nakışlamak: 515.

Maket şehir: 466+515= 981.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+129+477+1312= 1980= 981.
Şerafet: Şeriflik, şereflilik. Hazret-i Hüseyin soyundan olan: 981.
Kufahir: Büyük ve iri cüsseli kimse: 981.

TELEVİZYON-8
Levha 21 Ocak 2009… Köydeki evde Kenan ağabeyim yan odada televizyon
seyrediyor. Sesten haberin bizimle ilgili olduğunu anlıyorum ve ben de seyretmeye
gidiyorum. TV 8 kanalında, arka fonda rahmetli Ahmed Arvasî’nin fotoğrafı var ve önde ona
âit Kumandan’la ilgili altı çizili bir sözü: “Salih Bey hata hasıl-1979”… Müsbet mi yoksa
menfi mânâda mı olduğunu anlamaya çalışıyorum. (Erdal Durdu.)

Televizyon-8: 524+8= 532.
Selman-ı Farisî: (Hâcegân silsilesinin 3. büyüğü.): 532.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+1302= 2532.
Mütelebbis: Karışık, başkasına bulaşmış, karışmış olan. Giyinmiş, elbiseli: 532.

Hata: Yanlışlık, yanılma: 611.
İsneyn: İki, Pazartesi günü: 611.
Kamer Sûresi, 45. âyet: (Meâli: Toplulukları dağıtacak ve yüzgeri edeceklerdir.): 611.
Hatb: Mühim iş. İstemek. Konuşmak. Nida: 611.
Meşari’: Caddeler. Açık ve doğru yollar. Su akan oluklar: 611.
Tenasuk: Nizâm üzere dizilmek: 611.
USAM: PİRE: 611.
Miş’ar: Şan, şeref, haysiyet ve vakar: 611.
Ceberut: Azametin daimîsi ve bâtınîsi. Büyükler. Hâkimlik. Kudret, celâdet: 611.
Gayret: Dikkatle ve sebatla çalışmak: 1610= 611.
Taha’: Yüksek bulut. Gam, hüzün, keder: 611.
Tefasil: Tafsiller, ayrıntılar: 611.

Hata: Yarış atlarının sekizincisi: 619.
Büzürgmeniş: Yüksek fikirli, fikirleri değerli olan: 619.
Hıtat: Ülkeler, diyarlar: 619.
Tebriz: Dışarı çıkarmak. Tekebbürlenmek. Göstermek, izhâr etmek: 619.

Hata: Kuzey Çin: 610.
Müş’ir: Haber veren, bildiren: 610.
Kureyş: 610.

Hasıl: Peyda olan. Husule gelen. Meydana gelen: 129.
Salih: 129.

Hata hasıl: 611+129= 740.
Mütefekkir: 740.
Mehd(i): Salih: 740.
Firaset: Binicilik, süvari. Zihin uyanıklığı. Yiğitlik: 741= 1740.

Hata hasıl: 619+129= 748.
Hişmet: Hürmet. Hiddet. Heybet ve utanmak, istihya: 748.
Haşmet: Kendisine tâbi olanlardan dolayı “haşem”den olan, büyüklük ve heybet: 748.

Hata hasıl: 610+129= 739.
Der-Saadet: İSTANBUL’un eski adı: 739.
Turfanda: Mevsiminden önce yetiştirilen sebze ve meyve: 739.

BASKI HATASI
Levha: 30 Temmuz 2003… Devlet çapında bir işadamı, İBDA’ya imkânlarını teslim
ediyor. Bunun üzerine Çeçenistan’da ve güneydeki savaşların Komutanlığını alıyorum. Yeni
imkânlarla bu savaş güzel bir seyir takib edecek ve zafer yakında gelecek. Bu işadamı, orta
yaşlı, sakalsız, bıyıksız, kumral biri. Onunla sohbet ederken, kendi matbaasında bizim
yayınlar basılırken “B.D- BDA” yazısındaki “İ” harfinin baskı hatası olarak atlandığını
söylüyor. Bizim arkadaşların da aynı böyle bir baskı hatası yaptığını söyleyerek, tevafuku hoş
bir şekilde değerlendiriyorum. “Demek ki siz yenisiniz, ama eskiler gibisiniz!” diye lâtife
ediyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Kâzım Albayrak.)

Devlet: 440.
Kısakürek: 441= 1440.
Gîtî: Âlem, dünya: 440.
Mişk: Aşı dedikleri kırmızı toprak: 440.
Hikâyât: Hikâyeler: 440.
Temme: Tamam oldu, bitti: 440.

Çeçenistan: 570.
Şiir: 570.
Şer’: Emir ve nehy gibi hükümleri vaz’etmek. Bir işe başlamak. Dalmak. Girmek.
Zâhir etmek, göstermek. Şeriat: 570.
Sistem: 570.
Teykin: Tam olarak iyice bilme: 570.
İhtifaf: Kuşatma. Etrafını çevirme: 570.
Taslim: Kulağı dibinden kesme: 570.

Tacir: Ticaret yapan, ticaretle uğraşan: 604.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+322= 605= 1604.
İrtia’: Düşünmek, istikbâli düşünmek: 604.
Sırat köprüsü: 604.

Matbaa: 126.
Salih: 126.
Hinduvanî: Hindî kılıç: 126.
Mülevvin: Boyanan, renk veren: 126.
Nüvis: Yazıcı, yazan: 126.

(İ)BDA’: 8.
Şaheser: Üstün ve yüksek eser. Eserin şâhı. Yüksek değerde olan: 1007= 8.
Beda’: Fikir, rey. Çöle çıkmak: 8.
Bed’en: Başlangıçta. İlk önce, ilkin: 8.
Guzz: Oğuz Türkleri: 1007= 8.
Cadd: Ciddi, çalışkan, azimli: 8.
Hırbüre: Kavun: 1007= 8.

(İ)BDA’: 77.
Beda’: Hayret verici, yenilik ve iyiliklerde üstünlük. Acib ve garib olma. Yeni zuhur
etme: 77.
İlham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ: 77.
Enük: Kurşun. (Enuk: Kartal… Kartal Cezaevi hatırlanmalı.): 77.

(İ)BDA’: 873.
A’za: Bedenin her bir uzvu. Bir cemiyete mensub kimse: 873.

B.D-(İ)BDA: 6+8= 14.
Vehhab: Çok fazla ihsan eden. Çok bağışlayan. (Esma-i Hüsna’dandır.): 14.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+322= 1013= 14.
Bedava: Parasız, meccanen, karşılıksız. Çok ucuz. (Üstadım’ın Noktalama’sı: Vazgeç
şübheci akıl şu sefil acabadan, — Cabadan yaratıldın, bari gitme cabadan!): 14.

B.D-(İ)BDA: 6+77= 83.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+332= 1082= 83.
Bâf: DOKUYUCU mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır: 83.

B.D-(İ)BDA: 6+873= 879.
Dacia: Çok fazla bulut: 879.
Medhaldar: Bir işte parmağı olan. Bir işe karışmış olan: 879

ERGENEKON
Levha: (…) Temmuz 2006… Bir yerde karnaval var gibi… Kalabalık oradan yürüyüşe
geçiyor ve Salih’i görmeye gidecekler… Dik bir dağ yamacındaki dar yoldan geçerken,
Abdülhakîm Arvasî Hazretlerini görüyorum. Dağın yola bakan yüzü dik bir duvar gibi ve
siyah renkte. Oradan geçtikten sonra, yaşlı bir kadın bana, Salih için devamlı olarak “Allah
hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez” meâlindeki âyeti okuduğunu söylüyor. (Hayran
Erdiş.)

Karnaval: Hıristiyanların büyük perhizden önce bir hafta süreyle alışılmış dışı
kıyafetlerle yaptıkları eğlence. Bu eğlencenin yapıldığı süre: 388.
Fuhş: Zina. Haram. Haddini aşan: 388.
Muhaşşem: Sarhoş, mest: 388.
Müşmeiz: Nefret eden, tiksinen: 388.
Fahhaş: Her cins fenalığı şahsında toplamış olan kimse: 389= 1388.

Yamaç: Eğik yüz, dağın eğik yanı: 55.
Neceb: Ağaç kabuğu: 55.
Nih: Memleket, şehir, belde. “Koy” mânâsına emirdir: 55.
Kelle: Baş, kafa. Baş gibi yuvarlak her cisim: 55.

Ergenekon: Dik bir yamaç: 428.
“B-7 Koğuşu”: 1427= 428.
Salih Mirzabeyoğlu: 126+322= 428.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 74+184+278= 536.
Heftan: Kaftan: 536.
Lehas: Susuz kişi. (Gayn: Susuzluk: 1060= 61… Mehdî: 62= 1061.): 536.

“Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez.”: (Amene’r-Resûlü’de.): 602.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322= 602.
Ahdar: Yeşil, yemyeşil, pek yeşil: 1601= 602.
Sakb: Delme, delinme. Bir taraftan diğer tarafa açık olan delik. Sütü çok olan deve.
Çok kırmızı, koyu kırmızı: 602.

Padav: Yaşlı kadın. Kocakarı: 14.
Cevad: Çok çok ihsan eden: 14.
Cevadd: Caddeler, büyük ve işlek yollar, tarîkler: 14.

ŞIRINGA
Levha: 18 Ekim 2001… Değişik bir koğuş. Çıkıp giderken koridorda gardiyanı
elindeki şırıngayla yerdeki suyun içinden esrar veya morfin çekerken görüyorum. Karşı
koğuşta kullananlara verecek. Koğuşta, sırtı bana dönük sanki tekerlekli sandalyede oturan iki
kişi görüyorum. Mahkûmlar artık bize alıştılar, bu sebeble bu işleri bizden gizlemiyorlar diye
düşünüyorum… Dar koridorlar kalabalık… Başka bir koğuşa gidiyorum. Neslihan (Erdiş) bir
yatakta oturuyor; herkes etrafına toplanmış. Daha önce anlattıklarını tekrarlamasını istiyoruz.
Kumandanımız’la alâkalı müthiş şeyler söylüyor. “Şöyle şöyle olduğundan şöyle oldu”
diyerek birçok şey sayıyor. Daha önce ona benzer şeyleri Fazıl ağabeyin kızı Zeyneb
söylemiş. İçimden; “bu kadar ilginç ve müthiş şeyleri bu küçük kızların uydurması mümkün
değil!” diyorum ve Kumandanımız’ın vaktinin geldiğine tam kanaat getirdiğim için sevinçle
havaya yumruk sallıyorum. (Kartal Cezaevi — Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Mıhkan: Şırınga. Tenkiye âleti: 198.
Yusuf Sûresi, 22. âyet: (Meâli: Yusuf, kemâl çağına varınca, kendisine –evvelâ–
hikmet ve ilim verdik. İşte iyilik yapanları biz böyle mükâfatlandırırız.): 3197= 2198.
Ebu-l husayn: Tilki: 198.
Ayasofya: 199= 1198.
3 Hilâl: 3x66= 198.
Kubus: Süratle yürüdüğünden yere tırnağının ucundan başka yeri değmeyen at: 198.
Münakkah: Fazlalıkları atılmış, temizlenmiş: 198.
Menkub: Delinmiş. Oyulmuş: 198.

BORNOZ
Levha: 27 Aralık 2008… Kumandan ile beraber bornoz giymişiz ve kafamızda havlu
var. O hâlde Üstad’ın evine gidiyoruz. Üstad’ın da üzerinde kuşaklı gecelik tarzında elbisesi
var. Kumandan’la birlikte karşısına oturuyoruz. Üstad, “hoşgeldiniz ben de sizi
bekliyordum!” diyor. (Bahri Akpınar.)

Bornoz: Başlıklı ve kollu hamam havlusu: 271.
Küran: Al renkli at: 271.
Sarî: Sirayet eden, bulaşıcı. Genişleyip başkasına da geçmeye elverişli olan: 271.
Nuriye: Nura âit, nura mensub: 271.
Hacereyn: İki taş. Altun ile gümüş: 271.
Sahire: Yeryüzü, arz. KIYAMET günü. Asla insan ve hayvan ayak basmadık yeryüzü.
Çöl. Cehennem. (Said-i Nursî Hazretleri: Yaşasın kâfirler için Cehennem.): 271.

Habcame: Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise: 658.
Hâzin: Hazine nâzırı. Bekçi: 658.
Hazume: Sığır, bakara: 658.
İhvan: Kardeşler. Eş, dost. Sadık arkadaşlar. Aynı mezheb ve tarikate mensub olan:
658.

19.02.2009- SAYI: 110


FİRAR
Levha: 25 Ocak 2009… Cezaevi önündeyiz. 40-50 kişilik bir grub, 3-5 polis’in
nöbetçi gibi durduğu Cezaevi’nin önünde sessizce bekliyoruz. Kucağımda küçük oğlum
Mehmed Fehim var. Bağırarak tekbir getiriyorum, diğer insanlar da tekbir getirmeye
başlıyorlar. Kişi sayısı az ama, sesler epey çok çıkıyor diye düşünüyorum. Sonra, “Ya Allah,
Bismillah, Allahu ekber!” sesleri yükseliyor. Ben, “Ya Şeriat, ya ölüm!” diye sloganı
değiştiriyorum… Polis ve gardiyan sayısı az olduğu için Kumandan’ı kaçırabiliriz
düşüncesine kapılıp harekete geçiyoruz. Hücrelerin bulunduğu koridora gelip, hücre kapılarını
açarak Kumandan’ı bulmaya çalışıyorlar… Ben, “baştan ikinci kapı, sol taraftaki!” diyerek,
Kumandan’ın olduğu hücreyi söylüyorum ve koşarak hücrenin önünde durup, “Kumandanım,
Kumandanım!” diye bağırıyorum. Hücrenin köşesinde düşüncelere dalmış olan Kumandan,
benim seslenişimle durumu anlıyor ve hemen hücresinden dışarı çıkıyor. “3-5 gardiyan
atlatmak zor değil” diye düşünüyorum. Kumandan’a yön tarif ederek gitmesine çalışıyorum.
O esnada galiba bir gardiyanı öldürüyorum. Dışarı çıkar çıkmaz bir taksiye atlıyoruz. Ben öne
oturuyorum, Kumandan arkaya oturuyor. Bir bayan daha var, o da arabanın arkasında. Şoför,
“Ankara’ya mı, İstanbul’a mı?” diye soruyor. Ağzımdan “Ankara!” çıkıyor. O sırada
cebimdeki paranın ücreti ödemeye yetmeyeceğini düşünüyorum. Taksiciye ücretin ne kadar
tutacağını soruyorum. Bir yandan paramın yetişmeyeceği ihtimâlini, diğer yandan da yolda
arama yapılabileceğini düşünüyorum. Şimdi bütün yollar tutulmuştur, uçaklar bile kontrol
ediliyordur diye tahmin ediyorum. Bu sırada bir çevirme oluyor bile. “Eyvah herşey bitti!”
diye içimden geçiriyorum; “ama Kumandan’ı tanıyamazlar, şimdiki hâli ellerindeki resme
benzemiyor!”… Kumandan çok uzun, zayıf ve saçları simsiyah; 30-35 yaşlarında görünüyor.
Bütün bunlar olurken, uçsuz bucaksız bozkırın seyrine dalmış, hiç konuşmuyor. Neyse ki
Polis, taksiyi daha önceden kalan trafik cezasını ödemesi için çevirmiş. Ben, bizi yolumuzdan
alıkoyduğu için kızıyorum. Sonra taksiden inip, ormanlık bir alanda ilerlemenin daha uygun
olacağını düşünüyoruz. Bulduğumuz bir evde mola veriyoruz. Ayağı aksak bir amca, bize
yemek veriyor, yolluk da hazırlıyor. Bağışıklığı güçlendirir diye soğan yiyoruz. Kumandan
tahta bir sedirde biraz kestirmek için uzanıyor. Kaylule uykusu yaptığını düşünüyorum; bu
yüzden dinç olduğunu ve ayakta durduğunu… Yolumuza devam ediyoruz ve düğün kalabalığı
olan bir evde konaklıyoruz. Bize ikramda bulunuyorlar. Bizimle iki türbanlı kız ilgileniyor ve
“üstünüzü değiştirmek isterseniz, ileride oto-san kabinleri var!” diyor. Biz ise, oraya gitmeyi
tehlikeli ve gereksiz görüyoruz. (Zeliha Arslan.)

Slogan: Kısa ve tesirli propaganda sözü: 1147.
Gusun: Filizler, ağaç dalları: 1146= 147.
Musbiyye: Çocuklu kadın: 147.
Kavam: Adalet. Güzel ve uzun boy: 147.
Akvem: Daha doğru. En doğru: 147.
Mevasim: Mevsimler. Pazar yerleri: 147.

Slogan: 1147= 148.
Muhsî: Sayı sayan. (Esma-i Hüsna’dandır: İlmi eşyayı kuşatıcı.): 148.
Hanefî: Dört hak mezhebten biri. Bu mezhebten olan: 148.
Nühs: Dağ: 148.
Mahîs: Kaçacak yer. Kaçmak. Kurtulmak: 148.
Muhıkk: Hakkı yerine getiren. Haklı olan: 148.
Mücesseme: Varlığı görünen. Şekillenmiş. Cismi olan: 148.

Baskın: Ansızın, birdenbire hücum. Galib. Ağır, sakil: 253= 1252.
Kumandan: 252.
Erume: Kök, anakök. Asıl, menba. Ağacın ve boynuzun kökleri: 252.
Mürebbî: Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog. Besleyen: 252.

Baskın: 253.
İsâ – Âl-i Abâ: (Allah Resûlü’nün kendisi ile beraber, kızı Fatıma vâlidemiz, damadı
Hazret-i Ali ve torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’den müteşekkil hey’ete abasını
örterek hususî dua ettiğinden, “Hamse-i âl-i abâ” ismiyle, kısaca “Âl-i Abâ” diye anılmaları
meşhurdur.): 150+104= 254= 1253.
Rubban: KAPTAN: 253.
Darbum: ESKİŞEHİR’in Bizanslılar dönemindeki ismi: 253.
Mecra: Suyun aktığı yol. Su yolu, kanal. Cereyan eden yer. Bir haberin yayılma yolu.
Bir şeyin dolaştığı yer: 253.
Mücir: Himaye eden. İmdada yetişen. İmdad isteyen: 253.
Müharebe: Kaçmak, firar: 253.

İsâ – “Âl-i Abâ”: 150+104= 254.
“Âl-i Abâ” – Mehdî Muhammed: 104+151= 255= 1254.
Mürid: İrade eden, isteyen. Tarikate girmiş olan: 254.
Mihrace: Hindu Padişâh. (Doktor Mustafa Özgen: Yeni kurulan Şiî Safevilerle araları
iyi gitmeyince, Osmanlılar’ın doğu sınırı kapanmış oldu. Doğu sınırının kapanması,
Osmanlılar’ın yayılma hedeflerinin daha çok Avrupa ve Kuzey Afrika’ya yönelmesine sebeb
olmuş ve İmâm-ı Rabbânî’nin yaşadığı HİNDİSTAN ile bağlantı kurmasını
engellemişti.): 254.
Bayram: 254.

İsa’: Bir şeyin işlemesini deruhte etmek. Vasiyet, sipariş. Nasbetme: 103.
Âl-i Abâ: 104= 1103.
Müneccî: Halaskâr, kurtarıcı: 103.
İcl: Dana. Sığır yavrusu: 103.
Selha: Kıyamet günü: 103.

Mola: İstirahat için işe ara vermek ve duraklamak. Denizcilikte, “gevşetme ve
koyverme” mânâsındadır. Yolculukta istirahat ve ihtiyaç için oturmak: 77.
Azze: “Aziz ve şânı büyük olsun, büyük ve aziz oldu” meâlinde: 77.
Kenz: Define, hazine: 77.
Vesait: Vasıtalar: 77.
İmhal: Mühlet verme. Sonraya kalmasına müsaade etme: 77.
Mahkede: İkamet mevzii, oturulan yer: 77.

Leng: Topal, aksak. Yolcuların bir yerde iki gün kalması: 100.
Hafave: Bir kimseyi mübalâğa ile sormak. Şefaat etmek. İkram ve iltifatta mübâlağa
etmek: 100.
Fekk: Pir-i fâni olmak: 100.
Kelîm: Kendisine söz söylenilen, kendine hitab edilen. İkinci şahıs. Yaralı kimse: 100.
Nümy: Pul: 100.

Kaylule: Kerahat vakti olmayan kuşluk vakti uykusu, öğle uykusu: 181.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180= 181.
Kusto: 181.
Selasil: Silsileler. Zincir gibi olanlar. Zincirler.
Sıradağlar: 181.

Basal: Soğan. Soğan benzeri kökler: 122.
Esas: Temel. Kök. Rükun. Şart. Hakikat ve mahiyetler: 122.
Asal: İkindi ve akşam arası mânâsına, öğleden geceye kadar olan müddet. Zamanlar ve
vakitler: 122.

Çeşn: Düğün. Bayram. Ziyafet, şölen: 353.
Şuban: Çoban: 353.
Şubban: Gençler: 353.

Firar: Kaçmak. Kaçış: 481.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480= 1481.
Mültehic: Sığınacak yer. Sığınak: 481.
Nikâyet: Düşmanı kılıçtan geçirme: 481.
Hafız: İnsana haddini bildiren. Rahatta olan. Alçaltıcı: 1481.
Da’vat: Dualar, niyazlar, çağırışlar: 481.

Firarî: Kaçkın, kaçak: 491.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1302= 1490= 491.
Emanet: Eminlik. İstikamet üzere bulunmak. Birisine korunması için bırakılan şey:
492= 1491.

BEDÎÎ
Levha: 22 Mart 2003… Elimde “Sefine” isimli Kumandanımız’ın kitabı… Kabı saks
mavi, kenarları şeffaf kâğıt rengi şerit. İçini açıyorum, sayfalar pırıl pırıl, yazılar çok net
görünüyor. Kitabın güzelliğinden dolayı, “aferin Mehmet Tarakçı’ya, Kumandan’ın talimatını
kendinden dinlemediği hâlde, nasıl da tam olarak anlamış ve ne güzel bastırmış kitabı!” diye
övünüyorum. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Sefine: Gemi. Evliya. Çeşitli mevzulara dair kitab. Güney yarım küresinde bir
burç adı: 205.
İsa – “Al-i Ab(a).” (İsa – Ehl-i Beyt.): (İsa: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek.
Vasiyet, sipariş. Nasbetme.): 103+103= 206= 1205.

Kıtt: Kitab. Nasib, hisse. Erkek kedi: 109.
Zevata: İki zât. İki sahib. Çift: 1108= 109.

Bedîî: Bedi’ ve güzel olan. Edebî ve güzel olan. İlâhî ve güzel eserlere müteallik
bulunan: 96.
Mazmaz: Allah Resûlü’nün Tevrat ve Suhuf-u İbrahim’deki ismi: 96.
Mihan: Ulular, büyükler: 96.
Üfhud: Yetişmiş çocuk: 96.

SULTAN
Levha: 4 Mart 1999… Sultan Yıldırım tutuklanıp, tekrar koğuşa gelmiş… Ben helâya
gireceğim ama, mazgaldan Kumandan’ın elbiselerinin asılı olduğunu görüyorum; sonra onun
salonda oturduğunu farkediyorum. Helâya girmek üzere kapısını itince, onun içerde olduğunu
anlıyorum. Şaşkınlıkla, Sadeddin Ustaosmanoğlu Hoca’ya, salonda oturanı göstererek,
“Kumandan orada oturmuyor mu?” diye soruyorum. Niyetim ona, Kumandan’ın aynı ânda iki
yerde birden bulunduğunu bildirmek. Heyecanla karışık hisler içindeyim. Ben Sadeddin
Hoca’ya sorduktan sonra, masa başındaki Kumandan yavaş yavaş belirsizleşiyor. Helâda
yıkanacakmış… Bu esnada, Sultan Yıldırım’la şakalaşarak dövüş sporu yapmaya başlıyoruz.
Derken hızlanıyoruz. Onun çok iyi dövüştüğünü farkedip, “dışarıda çalıştın mı? Çok
değişmişsin!” diyorum. Dışarı çıkalı üç yıl olduğunu ve evlenip çocuğunun bile olduğunu
söylüyor. Koğuşta Kumandan’ın çalıştığı ve yattığı yeri tuğlalarla bölerek oda yapmışlar ve
koğuş genişlemiş. Kumandan’ın odasının önüne oturmak ve yatmak için eski sedirlere benzer
şeyler de yapılmış. “Kim yaptırdı bunları?” diye soruyorum. Şaban Çavdar yaptırmış. Cezaevi
idaresi bize mesele çıkarabilir diye biraz kızıyorum. Sultan Yıldırım’la dövüşürken,
parmağımı boğazına bastırıyorum; kusuyor. “Kus kus!” diyorum. Benim bu şekilde
tiksinmeden davranmam, Sultan’ı şaşırtıyor. Avucuma 4 tane şekerpâre tatlısı gibi, tatlı bir
şey geliyor. Sonra: Sultan, elinde bir cep telefonu sedirde oturmuş, “ben sizi, dışarıda iken
dinliyordum!” diyor… “Nasıl dinliyordun, bana da göster!”… Kumandan, yıkandıktan sonra
gelmiş ve sedirde oturmuş. Sultan için, “Söylediklerinin hepsi doğru!” diyor; ardından, “sakın
bir gevşeme olmasın!” mânâsında birşeyler söylüyor… Ve ekliyor: “Leventler altta daire ise,
ben de dairenin merkeziyim!”… Burada beraber oturup kalkmamızdan istifade, “bizim gibi!”
hesabı istismara yol olmaması ve yaptığı yorumların hafife alınmaması için bunu söylüyor.
(Metris Cezaevi — Ali Osman Zor.)

Libas: Giyilecek şey. Elbise. Karı-koca. İçtima. Şübhe kabul eden söz: 93.
Sabbag: Boyayan, boyacı. Deri altındaki boyalı madde: 1093.
İfa’: Ödemek. Yerine getirmek: 93
Salib: Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr etmek. Kapıp götüren, zorla alan. Bir
şeyin olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden: 93.
Fevz: Kurtuluş. Zafer. Necat. Muvaffakiyet. Selâmet: 93.
Benam: Parmak uçları. (Be-nam: Meşhur. Namlı. Mütemeyyiz. Seçkin. Malûm bir
isimle tesmiye edilen.): 93.
Nıhle: Millet. Yol. Diyânet. Bahşiş, atâ. Dava: 93.
Müntahib: Seçen. Seçmen: 1092= 93.
Müntehab: Seçilmiş. Güzide: 1092= 93.
Labis: Giyinmiş. Giyen. (Mânâda derviş elbisesi, dervişin Allah’ın sıfatlarına
bürünmesidir.): 93.
Basil: Kahraman, cesur, yiğit kimse. Fena, sert, kırıcı söz: 93.
Azife: Yaklaşan. Yaklaşmakta olan. Kıyamet: 93.
İstiskal: Ağır bulup hoşlanmadığını anlatmak. Soğuk muamele ederek seçmediğini
bildirmek: 1092= 93.
Linç: 93.

Helâ: Boş, hâli. Ayakyolu. Abdesthâne. (Hâlâ: Şimdi. Henüz. Şimdiye kadar.
Elân… Halâ: İstisnaya delâlet eder… Hâl: Vücutta, hususen yüzde bulunan benek,
ben.): 632.
Müstakbel: Karşılanan, istikbâl edilen: 632.
Müstakbil: İstikbâl eden, karşılayan. Kıbleye dönen: 632.
Tebellür: Billûrlaşmak. Açığa çıkmak. Meydana çıkmak: 632.
İsti’kaf: Bir yere kapanma. Bir yerde kendini hapsetme: 632.
İstislaf: Selef olma: 632.
Halb: Birinin aklını başından alma. Parçalama, pençeleme: 632.
İskal: Ağır birşey yüklenmek: 632.

Kenef: Yön, taraf. Sığınılacak yer, korunulacak yer. Tuvalet, helâ, ayakyolu: 150.
Kenf: Hıfzetmek. Örtmek: 150.
Kefen: Ölünün sarıldığı bez: 150.
Sultan: 150.

İki Salih Mirzabeyoğlu: 451+451= 902.
Salih Mirzabeyoğlu – Seyyid Mahmud Hayranî: 451+451= 902.
Elf – Münşeat: 111+791= 902.
Azar: Mart ayı: 902.

İki Kumandan: 252+252= 504.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+1312= 1503= 504.
Mütedeyyin: Dinine sadık olan. Borçlu olan: 504.
Tekabbüb: Binaya KUBBE yapmak: 504.
Tedmin: Yığıp toplamak. İhâta edip kaplamak. Lâzım olmak, icâb etmek: 504.
Şedar: Sözü şiirle kesme: 504.
İcalet: El kitabı: 504.
Medeniyet: 504.
Tasaddî: Bir işe başlamak. Taarruz etmek. Yüz döndürmek. Tesadüf etmek. Vuku
bulmak: 504.

İzdivac: Çift olmak, birbirine eş olmak. Evlenmek: 22.
Rahman Sûresi, 20. âyet: 2020= 22.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332= 1023= 2022.
Deha: Yaymak. Döşemek: 22.
Habib: Sevilen. Sevgili. Seven. Dost: 22.
İcaz: Az sözle çok şey anlatmak. Çok mânâya gelen kısa cümlenin hâli: 22.
Dücye: Bal arısının kovanı. Avcılar kümesi: 22.
Hebut: İniş yer: 22.
İta’: Kafiyenin bir mânâda olarak aynen tekrar edilmesi: 22.

İstifrag: Kusma. Kay. Mümkün olanı sarfetmek. (İstifra’: Başlama.): 1742.
Müşaat: Yarış etme. İleri geçme: 742.
İftiras: Zorla yere yıkmak: 742.
Mürtekıb: Bekleyen, gözleyen. Göz hapsine alan: 742.
Velehza: Şaşırmış: 742.
İfsah: UNUTMAK. Akıldan çıkarmak. İhmâl etmek: 742.

İstifrag: 1742= 743.
İstiğfar: Af dilemek. Tevbe etmek: 1742= 743.
Rahman Sûresi, 20. âyet. (Noktalı.): 1743.
Mütekarib: Yaklaşan. Birbirine yakın olan, birbirine yaklaşan: 743.
Müsabir: Devam edici, devam eden: 743.
Cezm: Her nesnenin aslı. Ağacın kökü. Kesmek, kat’: 743.
Cülza: Sağlam deve: 743.

Kay: Kusma: 110.
Silî: Tokat. Şamar: 110.
Kesel: Yorgunluk. Uyuşukluk. Tembellik: 110.
Kavd: Yavaş giden at: 110.
Kadv: Yemeğin kokusu iyi olmak: 110.
Senn: Zırh çıkarmak. Hâlinden döndürmek. Koymak. Keskinleştirmek. Tasvir etmek.
Dökmek: 110.
Mahbes: Hapishâne: 110.
Dümus: Geceleyin çok karanlık olmak: 110.
Hıkb: Uzun zaman, devir: 110.

Tehevvu’: Kusma, istifrag etme: 481.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480= 1481.
Büride-ser: Başı kesik: 481.
İtaat: 481.
İstade: Ayakta durmuş: 481.
Ati(ye): İsyan eden, kafa tutan. Asi. Sert başlı, serkeş. (Atiye: Azgın. Büküp büküp
atan… Atiyye: Hediye. Bahşiş. Lütûf ve ihsan… Atiyen: Aşağıda. İleride, gelecekte.): 481.
İltitam: Dalgalanma: 481.
Serkâr: Müdür, iş başı, kâhya: 481.
Tesviye: Seviyelendirme. Düzleme. Beraber etme. İki şeyi müsavi yapma. Bir neticeye
bağlama: 481.
Memat: Ölüm. Ahirete göç etmek: 481.
İstihya: Utanma, haya etme. Diriltme, yaşatma: 481.
Teemmüm: Kastetmek. Anne edinmek. Birini anne kabul etme: 481.
Mütevalid: Birbirinden doğup üremek: 481.
Mit’em: Bir defada ikiz doğuran kadın: 481.
Akakir: İlâç yerine kullanılan nebatî kökler: 481.
Hafz: Aşırı olmama hâli. Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat. Yavaş yavaş mülayim
yürüyüş. Alçak. Sözü boğaz içinden söylemek: 1480= 481.
Hafız: İnsana haddini bildiren. Rahatta olan. Alçaltıcı: 1481.

Levend: Yeniçeri devrinde deniz erlerine verilen isim. Asker. Boylu boslu,
yakışıklı adam: 90.
Melik: Mülk ve melekut sâhibi. Pâdişâh. Mutasarrıf. Bir kavmin başı. Mâlik. (Esma-i
Hüsna’dandır: Her şeyin hâkimi.): 90.
Giyan. (Kürtçe.): Ruh: 91= 1090.
Milî: Kedi: 90.
Faih: Meyve ve çiçek kokusu: 90.
Melk: Kudret, kuvvet. Şiddet. Mübalâğa: 90.
Feha: Soğan: 90.

Merkez: Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hâl, suret. Şubeleri
bulunan bir teşkilâtın idare olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek
yeri. Teşkilat olan yerin en yüksek makamı. Dairenin ortası: 267.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266= 267.

OLTA KAMIŞI-SOPA
Levha: (…) Kasım 2008… Bir nevi balık oltası kamışı gibi, uzatmalı bir sopa…
Kumandan gökteki yıldızlardan dilediğini alıp indirmek için kullanıyormuş. Ben de bir yıldızı
indirmek için sopayı uzatıyorum. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — İlhan Doğan.)

Kamış: (Üstadım’ın bir Noktalama’sı: Ben gurbet rüzgârının üflediği kamışım,
— Söz onun, ben imzamı atmışım, atmamışım.): 451.
Salih Mirzabeyoğlu: 451.
Arkî Mehdî Muhammed: (Arkî: Balık avcısı.): 300+151= 451.

Kamış: 451= 1450.
Ahmed-i Farukî: (İmâm-ı Rabbanî.): 450.
Abdülhakîm. (Büyük ebced.): 450.
Kaid-ül ceyş: Kumandan. Serasker: 450.
Velediyet: Birisinin evladı olma hâli. Çocuk oluş: 450.

Asa: Sopa. Baston. Değnek: 162.
Mehdî – İsâ: 59+103= 162.
İsâ – “Rahman Sûresi, 20. âyet.”: 140+2020= 2160= 162.
İnsilak: Yola girme, sülûk etme, yol tutma: 162.
Sebak: Ders. Yarış. Koşu yapanların aralarında koydukları ödül: 162.
Kabis: Yusuf Aleyhisselâm’ın rüyâda gördüğü yıldızlardan biri: 163= 1162.

ŞİRKET
Levha: 6 Temuz 2008… Koğuşun üst katındayım. Kardeşim Şuayb, Receb
Kumru’nun yatağına uzanmış; yatağımdan doğrulup ona, “Cezaevi’nden çıktıktan sonra işin
başına ben geçerim!” diyorum. Güyâ bizim kanal komşusu da bizi duyuyormuş, oradan bize
doğru “Mirzabeyoğlu fırça ha…” diyor. Ben de, “eğer Mirzabeyoğlu koysak şirketin adını,
satışlar patlar!”… Aslında şirketin adı bu değilmiş de, bu isim ve fikir hoşuma gitmiş gibi.
(Kandıra Cezaevi — Selim Aydın.)

Şirket: Ortaklık, iş ortaklığı. İki veya daha fazla şahsın emek ve malları ile
müştereken, iktisadî bir gayeye erişmek için bir akidle birleşmeleri: 920.
Şeraket: Ortaklık. Arkadaşlık, refakat: 921= 1920.
Teşarük: Ortaklık etme. Birbirine ortak olma: 921= 1920.
Dershane: 920.
Mefhar: İftihara, övünmeye sebeb olan şey: 920.
Teşekkür: Şükür etmek: 920.
Zükr: Kalbdeki düşünce: 920.
Zikr: Hatırlamak, anmak. Anılmak. Kur’ân’ın bir ismi: 920.
Zilka’de: Onbirinci ay: 920.

Şirket: 920= 1919.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 129+477+1312= 1918= 919.

Fırça: 284.
Merdüm: İnsan. Adam: 284.
Ceffar: Cifir yapan kimse: 284.
Firad: Fertler, kişiler: 284.
Gerdune: Araba, otomobil. Zâtıyla hareketli: 285= 1284.
Cüraf: Sel yolu: 284.
Mümerred: Yüksek, mürtefi. Duvarları yalçın kaya gibi olan düz bina: 284.
Hüri’: BİT: 285= 1284.

26.02.2009- SAYI: 111


MEHDÎ SIRRI MEHDÎ
Levha: 22 Şubat 2001… Bir evde oturuyoruz. Kumandanımız’ın yanında Hayran abla
ve kızları oturuyorlar. Kumandanımız’ın kucağında bir erkek çocuğu, henüz bebek. Hayran
abla ile birlikte onu seviyorlar. O sırada bir ses, “Mehdî oğlu Mehdî gelecek!” diyor. (Firdevs
Ustaosmanoğlu.)

İbn: Oğul. (Çocuk, babanın sırrı ve delilidir… Mehdî oğlu Mehdî: Mehdî’nin
kendini bilmeyeceği şeklinde rivayet edilen hikmetle birlikte düşünülürse, “Mehdî”
bahsinin, Mehdî’nin sırrı çözdükçe çözülmesi gereken sırrı olduğu anlaşılır… Mehdî
Muhammed: 151… Muamma: Anlaşılmaz iş. KARIŞIK. Şey. Bilinmeyen hâl: 151…
Mehdî. (Büyük ebced.): 142… Men ene?: BEN KİMİM?: 142… Abdullah: Allah’ın
kulu: 142… İsa’: Zenginleştirme veya zenginleştirilme. Genişletme: 142.): 53.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052= 1053.
Ahmed: Allah Resûlü’nün bir ismi. Daha çok hamdeden. Çok övülmeye ve
medhedilmeye lâyık. Çok sevilen. Beğenilmiş. Allah Resûlü’nün bir ismi. (Üstadım’ın küçük
ismi.): 53.

Bin: Aslı “bün” olup, “oğul” demektir. “Bin” şeklinde de söylenir. “Bin” iki
ismin arasına alınarak söylenirse, “oğlu” mânâsını ifâde eder: 52.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+691+1302= 2052.

Mehdî oğlu Mehdî: 59+1043+59= 1160.
Itaf: Kaftan: 160.
Salatin: Sultanlar, hükümdarlar: 160.
Mensî: Unutulmuş, hatırdan çıkmış: 160.
Seyfî: Askerliğe âit, kılıçla alâkalı. Kılıç şeklinde: 160.
İspanyol: (Endülüs Devleti hatırlanmalı.): 160.

Mehdî oğlu Mehdî: 1160= 161.
Umman: Okyanus. Büyük deniz: 161.

Mehdî oğlu Mehdî: 62+1042+62= 1166.
Hindistan: Şaka, lâtife: 1165= 166.
Serrişte: İpucu. Emâre, delil. Vesile. Maksad: 1165= 166.

Mehdî oğlu Mehdî: 1166= 167.
Asabe: Babası ve evlâdı olmayan kimseye varis olan. Kuvvet, şiddet. Baba tarafından
akraba olanlar. Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı: 167.
Kavvas: Oklu asker. Okçu. Ok imâl eden kimse: 167.

Mehdî oğlu Mehdî: 59+142+59= 260.
Derun: İç taraf. Kalb: 260.
Kerm: Bağ kütüğü. Asma, üzüm çubuğu: 260.
Makna’: Şâhid. Kanaat edip razı olacak yer: 260.
Mirî: Devlete âit: 260.

Mehdî oğlu Mehdî: 62+142+62= 266.
Yusuf Hemedanî: (Hâcegân silsilesinin 9. büyüğü.): 156+110= 266.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 154+1112= 1266.
Feylesof: 266.
İstihrac: Bir şeyin içinden bir şey çıkarmak. Bir mânâyı istidlâl etmek: 1265= 266.
Kürum: Üzüm kütükleri: 266.
Esirre: Tahtlar. Milletin bellibaşlı ileri gelenleri: 266.

“HALİD BİN VELİD”


Levha: 30 Ocak 2009… İlçemizin (Sakarya-Kocaali) Merkez Camiî önünde toplanmış
büyük bir kalabalık… Bir araya gelmelerinin sebebi, sevgili Peygamberimiz’in gelecek
olması imiş. Kalabalığın içinde bulunan birkaç kişiyi tanıyabiliyorum. Fakat beklenene
nisbetle tavırlarının lâkayt oluşundan müteessirim. Ben, “acaba beni görecek mi, ben onu
görebilecek miyim?” diye heyecanlıyım. Ve O geliyor! Kalabalığın içinde bazıları ile el
sıkıştığını görüyorum. Benim sol tarafımdan ilerlerken, anî bir dönüş yapıp, benimle
musafaha ediyor. İçimde müthiş bir huzur ve mutluluk. Kendisine “Efendim siz kimsiniz?”
diye sorulduğunu duyuyorum. O da cevaben, “BEN HALİD BİN VELİD’İM!” diyor. Çok
nurlu ve güzel bir yüzü olduğunu hatırlıyorum. Uyandığımda da yine çok huzurlu ve
duyguluyum. (Ali Kemâl Ekşi.)

Cemaat: Bir yere toplanmış insanlar. Topluluk. Takım, bölük. Bir imâma uyup
namaz kılan Müslümanların heyeti. Bir mezhebe tâbi, bir heyet teşkil eden ahali.
Aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden, akrabalık, komşuluk,
hemşehrilik gibi rabıtalarla birbirine bağlı insan topluluğu: 514.
Reşîd: Doğru yolda giden, hak yolunda olan. Akıllı, iyi davranan. Ergin, olgun. Büluğ
çağına girmiş kimse. Doğru yola sevkeden, hayra delalet eden. (Esma-i Hüsna’dandır:
Yarayanı ihsan eden.): 514.
Kıyadet: Kumandanlık: 515= 1514.
Erdiş: 515= 1514.
Cum’at: Cuma günleri: 514.
Bastân: Tarih. Mazi, geçmiş zaman. Eski: 514.
Bağistan: Bağlık, bahçelik yer: 1514.

Cemaat: 514= 1513.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+129+322= 513.
Şahvar: Şâha yakışır tarzda, şâh gibi. İyi ve iri cins inci: 513.

Halid bin Velid: (Mehmed Tarakçı’dan: Halid bin Velid, Muğire, Abdullah,
Amr, Mahzum (Başka bir rivayete göre Mahzun), Murre bin Ka’ab… Allah Resûlü ile
Halid bin Velid’in soyu, Murre bin Ka’ab’da birleşiyor. Mahzum ile Murre bin Ka’ab
arasında bir kişi daha olma ihtimali var… Ka’ab: Topuk kemiği, ayak bileği, aşık
kemiği. Şân, şeref, mecd, büyüklük. Bağırma ve çığlık şiddeti: 92… Muhammed: 92.):
635+52+50= 737.
Mehdi Salih İzzet Erdiş: 62+691+477+506= 1736= 737.
Bezle: Ahenk ile okunan şiir. Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz: 737.
İstiare: Ariyet isteme. Ödünç almak. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir
mânâda kullanmak: 737.
Guristan: Mezarlık, türbe. Kabristan: 737.

Seyfullah: Allah’ın kılıcı, askeri. Ashab-ı Kirâm’dan, Halid bin Velid’in ünvanı:
216.
Rüya: 217= 1216.
Raise Sultan Barrier: 263+547+405= 1215= 216.
Mukayese: Kıyas etme. Ölçme. Karşılaştırma: 216.
Avrupa: 216.

Musafaha: El sıkışmak. Tokalaşmak. Muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar
etmek: 224.
Ruhî: Ruha âit, ruhla ilgili: 224.
Gird: Yuvarlak: 224.
Kürd: 224.
Hariye: Yavuz bir yılan: 224.

Tal’at: Görmek. Görüşmek. Görünüş. Veche. Bir şeye çok rağbet etmek: 509.
Mahmud Encir (Fagnevî): (Hâcegân silsilesinin 12. büyüğü.): 1508= 509.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+322= 510= 1509.
Tatmin: İkna etmek. Kandırmak. İnsanın kalbini emin etmek. Rahatlandırmak: 509.
Erşah: Cin fikirli adam: 509.
Mitoloji: Efsane: 509.

İDAM-I NEFS
Levha: 26 Haziran 2000… Hafif üzülmüşe, benzer, ama rahat ve küçük tebessümle
benle birkaç kelime konuşan Yalçın Turgut Balaban. İkimiz de ayaktayız. (Kartal
Cezaevi’ndeki Telegram maceram içinde, kendimi asma işinden sonra ilk hatırladığım,
rüyavâri.)

Salb: Asmak. Darağacına çekmek: 122.
Gevsale: Bir yaşına girmiş sığır yavrusu: 122.
Befm: Keder, tasa, iç sıkıntısı, üzüntü: 122.
Fahamet: Büyüklük. Kadr ü şânı yüksek: 1121= 122.

Asmak: 301.
İsâ-Mehdî Muhammed: 150+151= 301.
Derviş Muhammed. (Noktasız): 210+92= 302= 1301.
Kaptan Kusto Müslüman. (Noktalı): 152+100+50= 302= 1301.
Miran: Beyler: 301.
Mirzabeyoğlu: 1302= 2301.
Rasim: Resim yapan, çizgi çizen. Akar su: 301.
Arık: Uykusuz olma hâli: 301.
Ahz: İşkence etme: 1301.

İdam-ı nefs: İntihar: 306.
Verik: Gümüş: 306.
Kahir: Üstün gelen. Yenen. Galib gelen. Zorlayan. Mecbur eden: 306.
Vıkr: Ağır yük. Çok su taşıyan bulut: 306.

İdam-ı nefs: Nefsini öldüren: 307.
Arvasî: 307.
Ribka: Kement. İlmekli ip: 307.
Avrel. (Nisan.): 307.
İkhar: Kahr etme, kahr edilmiş olma: 307.
Revasim: Akarsu: 307.

İntihar: İdam-ı nefs: 660.
Keramet: 661= 1660.
Hass: Marul. (Has: Reddetme… Hass: Azlık, kıllet… Hass: Zannetmek. Silkmek.
Katletmek, öldürmek… Hassa: İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup
başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Tesir. Menfaat. Adet ve alâmet. Ekâbir,
kavmin ileri geleni… Yevmiye: Üstadım’ın ŞİİR vesilesiyle söylediği: Marulun göbek
yapraklarından olmak isterim.): 660.
Hılal: Dostluk: 660.
Müntesaf: İkiye bölünmüş ve yarı olmuş: 660.
Müsteykın: Yakînen ve kat’i olarak bilmek: 660.
Taratun: FARİSÎ diliyle konuşmak, söyleşmek: 660.
Sitar(e): Yıldız, kevkeb: 661= 1660.

Yalçın Turgut Balaban: 104+1615+87= 1806.
Teşevvuk: Şevklenme, sevinme: 806.
Hare: Kaya, sert taş. Bir cins dalgalı kumaş: 806.
Ihtidad: Otu köküyle birlikte biçmek: 1806.
Zav’: Aydınlık. Işık: 807= 1806.
Hurbe: HER YUVARLAK DELİK. (Abdülhakîm Koltuğu bahsini hatırlayınız.): 807=
1806.
Ihdar: Kendini gözlemek. Bir yerde durmak, ikamet: 806.
KELİME-İ ŞEHADET: 806.
Haver: Denize suyun döküldüğü yer. Yumuşak, çukur yer. Zayıf olmak: 806.
Hudara: Allah için, Allah aşkına: 806.
Haver: Şark, doğu: 807= 1806.
Haşhaşa: Yeni kaftan. Kuru ot. Silâh. Silâh sesi, yüksek ses: 1805= 806.

Küşte: Öldürülmüş, maktul: 725.
Halîfe: Öncekinin yerine geçen: 725.
Halesa: Hâlis, sâfî: 725.

Küşte: 725= 1724.
Hâce Muhammed Zahid: (Hâcegân silsilesinin 20. büyüğü.): 724.
İştibak: Örülmek. Örgülenmek. Karşılıklı birbirine geçmek. Perişanlık. Zâhir olmak.
Güneş battıktan sonra gökte kum taneleri gibi görünen karışık yıldızlar: 724.
Müteferrid: Süslü elbise giydirme. Süsleme ve süslendirme. Bir kimseye mücevher
gerdanlık takma. Bir eseri büyük bir adamın ismiyle süslemek. Eski ilim adamları, bazı
kimselerin adına kitab yazarlar, kitabın baş tarafında onların isimlerini zikrederler, bunu
yapmakla da eseri süslemiş olurlardı: 724.
Mürtedif: Arkasından giden, ardına düşen: 724.
Mürtefid: Kazanan, faydalanan, edinen: 724.
Müstedrek: İdrak edilmek, anlaşılmak istenen şey: 724.
Müstedrik: Anlamak isteyen: 724.
Teşyid: Binayı yükseltip sağlamlaştırmak: 724.

ŞEHÎDLER
Levha: 10 Nisan 1990… Yanyana 6-7 tabut… Tabutlardan birinden çıkan el, elimi
tutuyor… Seyyid Mahmud Hayranî Hazretleri imiş… Yanında da, amcasının oğlu Seyyid
Mustafa diye bir zât imiş… Bu zâtlar ve onların tabutlarının yanındaki tabutta yatanların
şehidler oldukları bahsi geçiyor!

Tabut: Sandık. Ölü nakline mahsus sandık. Dönüp dolaşıp gelinecek merci-i küll.
Su kovası: 809.
Berzah: İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile ahiret arası. Perde. Sıkıntılı yer. İki yer
arasındaki geçit. Mani’a, engel: 809.
Müsteşhid: Şâhid gösteren: 809.
Müşteşhed: Şâhid olarak gösterilen: 809.
Gazub: Öfkeli, kızgın, hiddetli. Kükremiş. Büyük yılan: 1808= 809.

Veliyy: Amca oğlu, amcazâde. Yar, dost: 46.
Velî: Sahib, malik. Evliya. Muhafaza eden. Küçük çocukların hâlinden mesul kimse.
Sıddık. Baba. Babanın babası, cedde. (Esma-i Hüsna’dandır: Müminlere dost.): 46.
Velûd: Çok doğuran kadın. Çok eser veren kimse: 46.
Elvah: Levhalar. Tablolar: 46.

Seyyid Mustafa: 74+229= 303.
Mirzabeyoğlu: 1302= 303.
Rakıb: Gözeten, bekleyen: 303.
Burak: Binek. Cennete mahsus bir binek: 303.

Şehîd: Şâhid olan. Meşhude. Allah yolunda canını fedâ eden müslüman. Şâhidin
mübalâğalısı. Allah Resûlü’nün bir ismi. (Esma-i Hüsna’dandır: O’ndan saklı yok.):
319.
Dirok. (Kürtçe.): Tarih: 320= 1319.
Mahrusa: Büyük şehir: 319.
Tarîk: Yol. Tarz. Usul. Vâsıta. Meslek: 319.
Pişva: Reis. Baş. Hâkim. Mukteda, imâm: 319.
Hükümran: Hâkim, hükümdar. Hükmetme: 319.
Serhan: Canavar. Kurt: 319.

UYKUSUZLUK
Levha: 25 Aralık 2008… Kumandanımız’ı görüyorum… “Efendimiz’i gördüm!”
diyor. Gece bir saatten az uyumuş, (Zannedersem Telegram’dan dolayı.) fakat dinç
görünüyor. Şu ân kaldığımız Kırıkkale F-Tipi’ndeki somyaların aynısı olan somyasının başına
oturarak bir paket bisküvi çıkarıyor ve yemeye başlıyor. “Acaba kırıntı döküldü mü, altına
birşey sersem mi?” diye düşünüyorum. Sonra yanlış anlaşılır diye vazgeçiyorum ve sehba
niyetine kullanması için somyayı ona yaklaştırıyorum. (Kırıkkale F-Tipi Cezaevi — İsmail
Uysal.)

Arık: Uykusuz olma hâlindeki, uykusuz kimse: 301.
İsa - Mehdî Muhammed: 150+151= 301.
Gark: Batmak. Suda boğulmak: 1300= 301.
Arakk: Çok ince. En ince: 301.
Gülnar: Nar çiçeği: 301.
Mesarr: Sevinçler. Sürurlar. Zevkler: 301.
Asir: Karmakarışık. Bitişik komşu: 301.
Mikram: Çok ikram ve kerem eden: 301.
Mürtesih: Sağlam, sıkı ve sâbit olan: 1300= 301.

Bisküvi: 114.
Ucam: Çekirdek: 114.
Utle: Boş olmak. Şahıs: 114.
Candane: Beyin: 114.
Nayban: Ney çalan: 114.
Adil: Eş, denk, akran: 114.
Sal-dide: Yaşlı, ihtiyar. Tecrübeli, gün görmüş: 114.
Nedis: Akıllı kişi: 114.
Danende: Bilgin, bilen. Haberli: 114.
Dam’: Gözyaşı. Helâk olmak: 114.
Kemend: Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kemend. Uzakta olan bir şeyi
yakalamak üzere atılan ucu ilmekli ip. Güzelin saçı: 114.
Mesdud: Seddedilmiş. Hududlanmış: 114.
Muhakeme: Dava için iki tarafın mahkemeye başvurması. Düşünmek. Zihinde
incelemek: 114.
Kayd: Kelepçe, bağ. Bağlamak. Bir şeyi bir yere bağlamak. Deftere geçirmek.
Sınırlamak. Şart: 114.
Falic: Felce uğramış. İsabeti çok olan ok: 114.
Tal’a: Görmek: 114.

05.03.2009- SAYI: 112


“İMÂN VE İSLÂM ATLASI”
Levha: 6 Nisan 2003… Elimde Üstadım’ın “İmân ve İslâm Atlası” isimli eseri. Ondan
çok net okuduğum bir hususu, kalkınca unuttum.

“İmân ve İslâm Atlası”: 162+7+132+111= 412.
Ayât: Âyetler. Deliller. Menziller. Mekânlar: 412.
Gayat: Gayeler: 1412.
Yâr-ı Gar: (Hazret-i Peygamber’in Hicret sırasında Hazret-i Ebubekir’le saklandıkları
mağara. Gizli zikir, Hazret-i Ebubekir’e bu mağarada tâlim edilmiştir.): 1412.
Gaybet: Başka yerde bulunmak. Bir şeyin diğer şey içinde gaib olması: 412.
Rahrev: Yolcu: 412.
Meş’ab: Yol, tarîk: 412.
Bedahat: Delil ve isbata ihtiyacı olmayan şekilde aşikâr olan şeyler: 413= 1412.
İCAZET: İzin. Müsaade. Diploma. Reva görmek: 412.
Evtad: Direkler. Kazıklar. Ricâlullah’tan birine verilen isim: 412.
Hadîd: Kınalı, kına yapılmış. Boyalı, boyanmış: 1412.
İhtida: Hidayete ermek. Başkasına takaddüm: 412.
Atiyen: İleride, gelecekte. (İstikbâlde.): 412.
Gayet: Çok, pek çok. Nihayet. Gaye. Encam: 1411= 412.
Recrace: Asker kalabalıklığı. Ses çokluğu: 412.
Hiddet: Öfke. Kızgınlık. Dargınlık. Hışım. Keskinlik: 412.

“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle”:
(Üstadım’ın, 28 Şubat 1982 tarihi atarak bana hediye etmiş olduğu “İmân ve İslâm
Atlası”, bu ifâdeyle imzalanmıştır.): 300+204+1108+1060+83+129+373+137= 3394.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+332= 394.
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+1302= 1394.
Çeşman: GÖZLER: 394.
Münşid: İnşad eden, iyi şiir okuyan. Bir şeyi zayi edip “var mı?” diye bağıran: 394.
Hafişe: Sel yolu: 394.
Menşed: İsteme, talebetme: 394.

“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle”: 3394=
2395.
Muhammed Mirzabeyoğlu: 1394= 395.
Meşîme: Ana rahmi: 395.
Kusre: Yakın, karib: 395.
MARKO POLO: Meşhur tetkikçi seyyah, kâşif: 395.
Kasara: Boyun kökü. Yoğun ağaç. Gemilerin baş ve arka taraflarındaki yüksek
güverte: 395.
Sakre: Güneşin tesirinin çok olması: 395.
Şemime: Güzel kokulu şey, râyiha: 395.

“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle”: 3394=
1396.
Meşyum: Bedeninde beni olan, benli adam: 396.
Makrun: Ulaşmış. Kavuşmuş. Yakın. Müsaadeye mazhar. Çatık kaşlı olmak: 396.
Kahraman: Yiğit, cesur, bahadır. İş buyuran, hüküm sahibi: 396.
Ma’ruf: Bilinen, tanınmış. Belli, meşhur. Şeriat’in makbul kıldığı veya emrettiği.
İhsan, tatlı dil, iyi muamele: 396.
Muarefe: Karşılıklı görüşme ve danışma: 396.
Şifahî: Ağızdan, sözlü: 396.
Münşee: Yelkeni çekilmiş gemi. Müsvedde yazılan kâğıt: 396.
Merfu’: Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Hükümsüz bırakılmış: 396.
Kahverengi: 396.
Kusare: Hususi hücre. Gemilerde en üstteki güverte: 396.
Menkur: DELİNMİŞ. Oyulmuş. (Boş.): 396.
Minşega: Ot ve yem koydukları kab: 1395= 396.
Meşkul: Ön ayaklarıyla arka ayağının birisi bileklerine varana kadar beyaz olan at:
396.
Neşame: Yüksek beyaz bulut: 396.

“Fikir çilesi haysiyetinin müstesna genci Salih Mirzabeyoğlu’na sevgiyle”: 3394=
397.
Tavzif: Vazifelendirmek, iş vermek: 1396= 397.
Muza’fer: SARI renkte: 397.
Guşmal: Yola getirme, kulak bükme, ihtar etme: 397.
Kasırga: Çevrintili rüzgâr: 1396= 397.
Fersendac: Ümmet: 398= 1397.

REHBER
Levha: (…) Mayıs 2001… Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin yakınlarından Muhib
Işıklar Efendiyi görüyorum. Annemle bana imamlık yapıyor, namaz kılıyoruz. Namazdan
sonra, “beni takib edin, ben sizi Üstad’a götüreyim!” diyor. (Cengiz Acar.)

Muhib Işıklar: 50+632= 682.
Salih İzzet Erdiş: 691+477+515= 1683= 2682.
Ta’bir: İfâde, anlatma. Söz. Mânâsı olan söz. Terim. Rüyâ yorma: 682.
Eftar: Baş ile şehâdet parmakları arası: 682.
İstinsaf: Alacağını alma. Hakkını tamamen alma, ödeşme: 682.
Ta’rib: Bir kimseden söz nakletme: 682.
Bih-ken: Kökünden çıkaran, kök söken: 682.
Feragat: Tok gözlülük. Hakkından vazgeçmek. Boşalmak, halî olmak: 1681= 682.

Seyyid Abdülhakîm Arvasî - Necib Fazıl Kısakürek: 566+1417= 1983.
İzzet Erdiş: 983.
“Nakşî Sırrıdır Kavgam”: (Tilki Günlüğü’nün 4 Ekim tarihli başlığı.): 2981= 983.

Necib Fazıl Kısakürek: 1417= 418.
Musa Mirzabeyoğlu: 116+1302= 1418.
Tevahhud: Vahid, tek olmak: 418.

Üçışık: 410.
Musa Mirzabeyoğlu: 107+1302= 1409= 410.
Pişnemaz: İmâm: 410.
Muammerîn: Muammerler. UZUN ÖMÜRLÜ KİMSELER: 410.
Ahrar: Hürler. Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar: 410.
Hüdat: Hidayet edenler: 410.
Habbe: Yol, tarîk: 410.

Mukteda: Kendisine uyulan. Önde giden. Müctehid. İmâm. Pişiva: 545.
Meraşid: Gaye ve maksada ulaştıran doğru yollar: 545.

Mukteda: 554.
Muktedî: Tâbi olan. İmâma uyan: 554.

Mukteda-bih: Kendisine uyulan, tebaiyyet edilen: 552.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322= 1552.
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 92+129+332= 553= 1552.
İnşikak: İkiye ayrılma. Çatlama. Yarılma: 552.
Muhaddes: Haber verilmiş. Tahdis olunmuş, şükranla bildirilmiş. Sadık ül hads olan
kimse. Her zan, tahmine feraseti isabetli olan. Nakil ve rivayet edilmiş olan: 552.
Necs: Yerden define çıkarmak. Kuyuyu ayıklamak: 553= 1552.
Müntesib: İntisab etmiş, intisab eden, girmiş, alâkalı: 552.

SERBEST…
Levha: 6 Haziran 2001… Dışarıda müthiş bir yağmur yağıyor. Kapı çalıyor, eşim
Ünsal geliyor. (Cezaevi’nden çıkıp gelmiş.) Ona “hoşgeldin!” derken, bir taraftan da
“Kumandan Ünsal’ı neden gönderdi?” diye ağlıyorum. Ünsal çok bitkin. Cemil Şâhin ve
Yılmaz Şahin yatarken, Ünsal oturmuş birşeyler yazıyor. Uzaktan ona bakıyorum;
Kumandan’a benziyor. Tekrar kapı çalıyor, perdeyi aralayınca Kumandan’ı görüyorum. Ona,
“hani Ünsal’ı bırakmayacaktınız, tutacaktınız!” diyorum. Ona ihtiyacı kalmadığını söylüyor
ve el sallayarak dönüp gidiyor. Üzerinde sarık ve cübbe var. Cübbesinin arkasında siyah
benekler… İSTEDİĞİ ZAMAN Cezaevi’nden çıkabildiği için, tekrar Cezaevi’ne gidiyor. Ben
de arkasından İBDA selâmı yaparak, “Hayran Ablaya da uğrayın, sizi o da görsün!” diyorum.
(Nuray Zor.)

Rahmet: Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek. YAĞMUR:
648.
Mütehakkık: Tahakkuk eden, doğruluğu meydana çıkan: 648.
Hurmet: Hürmet: 648.
Mezaret: Kalbin şiddeti: 648.
Meskub: DELİKLİ. Delinmiş: 648.
Haliçe: Seccade. Küçük halı. Kilim: 648.
Lahiz: Sel suyu: 648.
Ahzem: Erkek yılan: 648.
Mütereddid: Kararsız. Bir yere gidip gelen: 648.
Terhil: Göç ettirme. Nakletme: 648.
Terceme: Bir dilden başka dile çevirmek: 648.

BÂRÂN: Yağmur. Rahmet: 254.
Beran. (Kürtçe.): Koç: 254.
Carin: Yılan yavrusu. Aşınmış eski bez. Belirsiz yol: 254.
Radim: Eski kaftan: 254.
Bayram: 254.
Mürid: İrade eden, isteyen. Tarikate girmiş olan: 254.
Pergal. (Kürtçe.): Sistem. 254.
Ramuz: Deniz: 254.

İksar: Bir şeyi yapmak imkânı varken yapmama: 392.
İnfisar: İnkişaf etme, açılma: 392.
İrkas: Oynatma, raksettirme: 392.

Serbest: Kayıtsız. İstediği gibi hareket edebilen. Sıkılmayan. Engelsiz. (Serbeste:
Başı örtülü.): 722.
Zekâ: Çabuk anlama ve bilme kabiliyeti. Ateşin alevlenmesi. Güzel koku alma: 722.

BAŞI KESİK
Levha: 29 Ocak 2009… Fatih-Çarşamba sokakları İsrail askerleriyle dolu. İçinde
Kumandan’ın başının bulunduğu bir naylon torbayı önüme atıyorlar. İçine bakıyorum,
Kumandan’ın saçları yüzünü örtmüş. Tanıyabilmek için saçlarını kaldırıyorum. Hayran abla
ve ben, ağlamaya başlıyoruz. Hayran abla, “tek tesellim, artık acı çekmeyecek olması!” diyor.
Biraz sonra babamın başını da önümüze atıyorlar… Kumandan’ın başı boynundan
kesilmişken, babamın başı –arkası olmayacak şekilde– yarım baş olarak kesilmiş ve o şekilde
bedenine dikilmiş. Başıyla bedeni arasında onca damar kopmuşken, gözlerinin nasıl
görebildiğini ve nasıl konuşabildiğini hayretle soruyorum. Bana, “başımız kesilse de görmeye
devam ederiz!” diyor. Kumandan öldükten sonra artık hiç kimsenin İslâm için mücadele
etmeyeceğini düşünüyorum. Sonra; aralarında Ünsal Zor ağabeyin de bulunduğu bir grub
İsrail askeri, Kumandan’ı Mahmud Efendi Hazretlerinin evine doğru iterek götürüyorlar. Ben,
Ünsal ağabeyi onların yanında ve Kumandanımız’a kötü muamele yaparken görünce,
gömleğinin arkasından tutup “senin onların yanında ne işin var?” diye bağırıyorum. Ünsal
ağabey omzunu silkerek Kumandan’ı itmeye devam ediyor. (Hacer Ustaosmanoğlu.)

Muşamma’: Muşamba, naylon: 450.
Ahmed-i Farukî: (Soyu Hazret-i Ömer’e çıkan İmâm-ı Rabbanî’nin ismi.): 450.
Abdülhakîm. (Büyük ebced.): 450.
Seyyid Mahmud Hayranî: 451= 1450.
Salih Mirzabeyoğlu: 451= 1450.
Velediyet: Birinin evlâdı olma hâli. Çocuk oluş: 450.
Hetme: Çok kelâm, çok söz: 450.
Mübtehic: Sevinmiş, memnun: 450.
Yütm: Yetim: 450.

Büride-ser: Kesik baş: 481.
Memat: Ölüm. Ahirete göç etmek. (Üstadım’dan: Hayat memat diyorlar, — Benim
gözüm mematta…): 481.
Tevaüd: Birbirine söz verme: 481.
Akakir: İlâç yerine kullanılan nebatî kökler: 481.

Büride-ser: 481= 1480.
Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 62+1417= 1479= 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480.
Muasfer: Usfur ile boyanmış nesne: 480.
Taat: İbadet etmek. İtaat etmek: 480.
Tesbih: 480.
Tea: Dua: 480.
Tey’: Yere akmak. Kusmak: 480.

Mate: Öldü: 441.
Kısakürek: 441.
Salih Mirzabeyoğlu: 129+1312= 1441.
Teslis: Üçleme: 1440= 441.
İki Zebih: (Zebih, Hazret-i İsmail’in ve Allah Resûlü’nün babası Hazret-i Abdullah’ın
lâkabıdır. Bu yüzden Allah Resûlü’nün lâkabı, “iki boğazlanmış”ın oğludur.): 720+720=
1440= 441.
Murtaz: Alıştırılmış, talimli hayvan. (Murtazi’: Süt emen… Murteza: Beğenilmiş.
Seçilmiş. Makbul. Rağbet gören. Beğenilen. Hazreti Ali’nin bir lâkabı.): 1441.
Miat: Yüz sayıları, yüzler: 441.

İhtidad: Hiddetlenmek. Keskinleşmek. Hızlanmak. Azmak: 418.
Ciyadet: Tazelik, yenilik. İyilik, güzellik: 418.
Ciddiyat: Hakiki sözler. Ciddiyetler: 418.
Tehecci: Heceleme: 418.
Bitevî: Sürekli, durmadan. Bütün, yekpâre: 418.

İtisab: Sinirlenme, asabileşme. Kanaat etme: 564.
İktibas: Bir söz veya yazıyı aynen veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade
etmek: 564.
Tendik: Yakın olmak: 564.
Kelim-dost: Olgun kimse: 564.
Mehdî Erdiş: 59+506= 565= 1564.

İsrail: Hazret-i YAKUB’un lâkabı: 303.
Mirzabeyoğlu: (Hadîs: Ümmetimin âlimleri, Benî İsrail peygamberleri gibidir.): 1302=
303.
Seyyid Mustafa: 74+229= 303.
Baş: Reis, birinci, evvel. Başlıca, en mühim: 303.
İ’cazkâr: Mucizeli olmak. Başkasını acze düşürecek derecede olmak: 303.
Akreb: En yakın. (Kürtçe, “düpişk”: Akreb: 422… Kütüb: Kitablar: 422.): 303.
Merzvan: Hudut muhafızı, sınır beyi: 304= 1303.
Karib: Gemi sandalı: 303.
Serabil: Gömlekler: 303.
Birsam: Halusinasyon: 303.

İsrail Asker(i) - (Hazret-i Yakub’un Askeri.): 303+350= 653.
Mehdî Hayran Mirzabeyoğlu: 62+269+322= 653.
Mirzabeyoğlu Askeri: 1302+350= 1652= 653.
Mürteca: Ümit ve rica olunan şey. Umulmuş olan: 653.
Mürteci: ARZULU, ÜMİTLİ: 653.

Ün-sal: 142.
Men ene?: Ben kimim: 142.
Kablî: İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile: 142.
Abdullah: Allah’ın kulu: 142.
Musîb: İsabetli, yanılmayan, doğru. Allah Sevgilisi’nin isimlerinden biri: 142.
İsa’: Zenginleştirme veya zenginleştirilme. Genişletme: 142.
İmameyn: İki imam. (İmameyn deyince, fıkıh kitablarında umumiyetle İmâm-ı Ebu
Yusuf ile İmâm-ı Muhammed anlaşılır. Bazen de İmâm-ı Azam ile İmâm-ı Şâfi için
kullanılır.): 142.
Ulema: Alimler: 142.
İlma’: İşaret etme. Parlatma: 142.

DAVET
Levha: (…) Ocak 2009… Ya Necib Fazıl dededen telefon geliyor veya ben onu
arıyorum. Gençlerle yeniden sohbet etmeye başlamış. Telefonla konuşurken yüzünü
görüyorum, üzerinde kırmızı kazağı var, hafif sakallı. Bana “sen kimsin?” diyor,
duraksıyorum. Önümdeki bir kitabtan “Mirzabeyoğlu” yazısını okuyup, “ben Salih
Mirzabeyoğlu’nun kızıyım!” diyorum. Memnun oluyor ve hafif tebessüm ediyor. O sırada
aklımda, Üstad’ın kaç kitabını okuduğum, nelerden bahsetmem gerektiği gibi şeyler var. “Sen
de annen gibi gel!” diyor. (Neslihan Erdiş.)

Necib Fazıl: 65+911= 976.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık: 74+184+308+410= 976.
Zulame: Mazlumun hakkı: 976.
Va’z: Dini meseleler üzerinde konuşup nasihat etmek: 976.

Telefon: 568.
Rum Sûresi, 7. âyet: (Meâli: Bir dış yüzünü bilirler dünya hayatının; ahiretten ise hep
habersizdirler.): 4564= 568.
Mehdî Erdiş: 62+506= 568.
İstihzar: Dayanmak. Güvenmek. Arka vermek. Yardım istemek. Zahir istemek.
Ezberlemek. Aşikâr etmek: 1567= 568.
Mütehassis: İnsan sesine kulak verip dinleyen. Hayırlı işlere dair haberlere dikkat edip
araştıran. Çok duygulu, duygulanmış, hisli: 568.
Maslahat: İş, mesele. Sulh yolu. Fayda, maksad, keyfiyet: 568.
Tenkih: Bir şeyin hakikatine ermek: 568.
İkametgâh: Ev, hâne. İkamet yeri: 568.
Müstahkem: Sağlamlaştırılmış, istihdam edilmiş: 568.
Mütehassıl: Husule gelen, meydana gelen: 568.
Taktin: Filiz sürme: 569= 1568.

Sohbet: 500.
Metin: Sağlam. Metanet sahibi. Kendine güvenilir olan. (Esma-i Hüsna’dandır:
Kuvvette kemâl.): 500.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+332= 1500.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 59+129+1312= 1500.
Temenna: Eliyle selâm, rica, dilek. Minnettar olma: 500.
Tekmil: Kemâle erdirme. Bitirme. Tamam. Tam: 500.
Temenni: Dilek. İstek. Dua. Rica etmek: 500.
Güft: Dedi, söyledi. Söz, lâkırdı: 500.
İmtihan: Tecrübe etmek: 500.
Sît: Ün, şöhret, nam. Çatırtı, patırtı, gürültü: 500.
Kazez: PİRE. (Usam: Pire.): 1500.
Fetk: Zamanını gözeterek açıktan adam öldürmek. Yaralamak. İnad etmek: 500.
Temellül: Bir milletin ferdi olma, milletlenme: 500.
Kift: Çuval ve buna benzer kab. Küçük çömlek: 500.

Vaiz: Nasihat veren: 977.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+1312= 1977.

Kırmızı Kazak: 358+209= 567.
Rum Sûresi, 7. âyet: 4564= 1567.
İsnevî: İki ile alâkalı. Pazartesi ile alâkalı. Her pazartesi oruç tutan kimse: 567.
Üsrüş: Güzel ses: 567.

Kırmızı Kazak: 567= 1566.
Rum Sûresi, 7. âyet: 4564= 2566.
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566.
Süruş: Melek. Cebrail: 566.
Maunet: Yardım. İmdad. Azık. Yol yiyeceği. Allah’ın Salih kullarına imdadı, inayeti:
566.
Fürfur: Semiz, besili koç: 566.

Hayran: Takdirkârlığından dolayı şaşa kalmış. Çok takdir etmiş. Çok beğenmiş:
269.
Muhammed Baba (Semmasî): (Hâcegân silsilesinin 14. büyüğü.): 269.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 98+2171= 2269.
Mechuriye: Aşikâre olunmuş, açıklanmış, meydana konulmuş: 269.

Da’vet: Çağırma. Delil ileri sürme. Dua. Ziyâfet: 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480.
İ’tiza: Bir kavim veya kimseye bağlı bulunma: 480.

EBRU
Levha: 17 Ocak 2009… Kumandan ve eşim Mehmed divanda oturuyorlar. Kumandan
30’lu yaşlarda. Ben çekmecede onun ebru çalışmalarını görüyorum, hayran oluyorum.
Bunlardan ve daha güzellerinin, Harun Yüksel’de olduğunu söylüyor. Bulunduğumuz ev,
tarihî bir ev veya yalı gibi; denize nazır. Hayran abla ve kızları evden ayrılmış ve deniz
motoruyla gidiyorlar. Ben balkondan onlara el sallıyorum. (İpek Fırat.)

Ebru: KAŞ. Bulut renginde, buluta benzer, bulut gibi dalgalı, bulutlu. Kâğıt
üzerine kendine has usulle yapılan, mermer damarları gibi dalgalı şekilli süsleme: 209.
Muksit: Adaletle iş gören. (Esma-i Hüsna’dandır.): 209.
Hubter: En güzel, pek güzel: 1208= 209.
Berced: Halı. Kalın kilim: 209.
İrva: Birine hadîs veya şiir rivayet ettirmek. Bolca sulamak. Suya kandırmak: 209.
Berj: Kuvvetli kasırga. Su girdabı: 209.
İzar: Suyun dibi: 209.
Vecr: Mağara: 209.
Maskat: Düşülen yer: 209.
Kaside: Onbeş beyitten az olmak üzere, her beyit kafiyeli olarak büyük kimseleri veya
herhangi bir şeyi öven manzume şekli: 209.
Kazak: Her kavmin askerliğe, akın ve çapula ayrılmış efradı. Yünden örme, üste
giyilen giyecek: 209.

Cez’: Ağaç kökü, ağaçların alt kısımları: 773.
Ciz’: Ağaç kökü. Kuru direk. Çatı örtüsünde kullanılan ağaçlar. Ağaç kütüğü. (Cezl:
Kalın odun. Sağlam. Metin. Güzel ve muhkem fikir. Doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
Olgun ve akıllı adam.): 773.
İ’tişa’: Akşam vakti yola çıkma: 773.

Harun: İlerleyeceği yerde duran veya geri giden hayvan. (Ebu Eyyub: Deve,
cemel… Nu’man: Dört ayaklı hayvanlar. İmâm-ı Azâm Hazretlerinin ismi. Şakayık-ı
nu’man denen bir lâle çiçeği… Bu misâllerde olduğu gibi, bazı isimlerin hayvan ve sair
canlılara teşmili mânâsına ve hikmetine dikkat. Her şeyde her şey bulunuşuna nisbet,
kâinatın insanlar ve İNSAN’da toplanışı.): 264.
Mehdî Muhammed Salih İzzet Erdiş: 151+1112= 1263= 264.
Sirac: Lâmba. Işık. Fener. Mum. Kandil. Şevk veren şey. Güneş ve ay mânâsına. “Nur
Saçan” meâlinde Allah Resûlü’ne verilen bir isimdir: 264.
Nahire: Ayın birinci günü. Ayın son gecesi: 264.
Urgun: Âşık, vurgun: 1263= 264.
Müdrik: Aklı eren. Anlayan. Kavrayan. Bülûğ çağına girmiş olan: 264.
Nevbahar: İlkbahar: 264.
Nühur: Kurbanlar: 264.
Nühur: Akarsular, ırmaklar: 264.
Pervane: Fırıldak, çark. Geceleri ışığın etrafında dönen kelebek. Haberci, kılavuz: 264.
Serd: DELMEK. Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek. Halkaları birbirine
geçirmek. Dikmek. Vurmak: 264.
Cereyan: Akma, akış, gidiş. Hareket, akıntı, gezme. Mürur. Vuku, vâki olma. Aynı
fikir ve gaye etrafında toplananların meydana getirdikleri faaliyetler: 264.
Yahmur: Yaban eşeği. (Uzun zamanlar.): 264.

Harun: Musa Peygamber’in büyük kardeşi ve yardımcısı: 262.
Er’es: Başı büyük, KOCAKAFA: (Üstadım’ın Bahriye Mektebi’ndeki lâkabı.): 262.
Nuhas –bakır– Halka: (Bir rivayete göre MEHDİ’yi, boynundaki “bakır halka”
koruyacaktır.): 119+143= 262.
Sebir: Suret. Renk. Asıl. Heyet: 262.
Mükebbir: Tekbir getiren: 262.

Feylak: Büyük adam. Çok asker. İPEK böceği ve kozası: 220.
Müslüman: 221= 1220.
İsâ - “Büyük Doğu-İBDA”: 150+1069= 1219= 220.
“Büyük Doğu-İBDA” - Mehdî Muhammed: 1069+151= 1220.

İpek: 24.
Salih Mirzabeyoğlu: 691+332= 1023= 24.
Dibbih: Bir, ehad: 24.
İhata: Etrafını kuşatmak, içine almak. Kuşatılmak, sarılmak. Geniş bilgi ile anlamak,
tam kavramak: 24.

Teşyi’: Uğurlamak. Gideni selâmetlemek. Yolcu etmek. Cesaretlendirmek: 790.
Şast: Altmış: 790.
İzzet Mirzabeyoğlu: 790.
Münşeat: Kaleme alınmış şeyler. Nesir yazılar.
Mektublar: 791= 1790.

12.03.2009- SAYI: 113


ZİHİN KONTROLÜ
Levha: 24 Mart 2001… İpek Fırat bana defter boyunda bir zarf veriyor ve birşey
söylemeden mânâlı bakıyor. Zarfı Eskişehir’deki arkadaşlar, bir yerden ele geçirmişler. Açıp
içindeki film negatifini ışığa doğru tutup bakıyorum. Kumandanımıza telegram yapıp
yapmadıklarını kontrol ediyorum. Ağaçlar ve evler var; Kumandanımız’ı filmde görmeyince
seviniyorum ve “artık alamıyorlar!” diye düşünüp dua ediyorum. (Yakaza — Hatice
Ustaosmanoğlu.)

Zarf: Kab, kılıf. Mahfaza. İçine mektub konulan kılıf kâğıt: 1180.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180.
Mu’lem: Belirtilmiş, işaretlenmiş: 180.
Yelmek: Kalın kaftan: 180.

Zarf: 1180= 181.
Kusto: 181.
Xnekıto. (Zazaca.): Boğazlanmış: 181.
Maalem: İz. Eser. Nişân. Dinî mesele: 181.
Zafir: Galib gelmiş olan: 1181.
Munsabb: Bir nehire veya denize dökülen, karışan: 182= 1181.

Film: 150.
Mehdî Muhammed: 151= 1150.
Mukad: AĞIR YÜKLÜ: 150.
Aff: İffet, namus. İffetli olmak: 150.
Maîl: Ehil, iyal, çoluk çocuk: 150.

Telegram: 1676.
Mehul: Benli, benekli: 676.
Şerafeddin: Dinin şerefi: 676.

Zihin Kontrolü: 755+798= 1553.
Mevlâna Celaleddin-i Rumî: 128+169+256= 553.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 62+691+477+322= 1552= 553.
Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 92+129+332= 553.
İ’lanat: İlânlar: 553.
İstis’al: Soruşturma, tahkik etme, araştırma: 553.
Tefeccu’: Canı yanma, acıma. Kaygılı olma. Belâ ânında hüzünlü olma: 553.

Beyin Kontrolü: 62+798= 860.
Mütekerrir: Tekkerür eden. Tekrar: 860.
Sürh: Kırmızı, kızıl, ahmer. Kırmızı mürekkeb: 860.
Tenkiş: Resim yapma, nakşetme, nakışlama: 860.
Haras: Dilsizlik: 860.

Kontrola Hiş. (Kürtçe.): Zihin kontrolü: 793+308= 1101.
Gusto: Zevk. Takdir: 101.
Men hüve?: O kimdir?: 101.
Vassad: Ören, örücü, dokuyan, dokuyucu: 101.
Kefa: Sıkıntı, mihnet, meşakkat: 101.
İfk: Bühtan. İftira: 101.

Kontrola Hiş: 1101= 102.
Enkal: İşkence âletleri: 102.
İmlal: Usandırma veya usandırılma: 102.

Raçavkirina Hiş. (Kürtçe.): Zihin kontrolü: 582+308= 890.
Mazim: Mazlum: 890.
İfzah: Kusuru, kötülüğü, ayıbı açığa vurma. (NİYET… Sinyal Muhabbetleri
hatırlanmalı.): 890.

Kontrola Méju. (Kürtçe.): Beyin kontrolü: 793+54= 847= 1846.
Müverrah: Tarih konulmuş, tarihli, tarihi belli: 846.
Müverrih: Tarih yazan, tarihçi. Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse: 846.

Raçavkirina Méju. (Kürtçe.): Beyin kontrolü: 582+54= 636.
Hilv: Boş oluş. Boşluk: 636.
Havel: Mülk. HAŞMET: 636.
İrticalen: Hazır cevablılık. Düşünmeden veya birdenbire açıkça güzel söz veya şiir
söylemek: 636.

Raçavkirina Méju: 636= 1635.
Lütre: Ancak konuşanların anlayabileceği uydurma dil, kuşdili. Boşboğaz: 635.
Letre: Parça parça. Paramparça. Eski, yırtık: 635.
Hılle: Kılıç gediği: 635.
Halaca: Abdesthâne. Helâ: 635.
Müstes’ad: Uğurlu sayılan, uğurlu sayılmış: 635.
Halid: Sonsuz, ebedî. Daimî: 635.
Hulle: Dostluk: 635.
Rahman Sûresi, 19. âyet. (Noktalı harfler.): 635.
Salih Erdiş: 129+506= 635.

Venérana Méju: Beyin kontrolü: 310+54= 364.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+1302= 1364.
Enbuşe: Ağaç kökleri. Patates gibi yerden çıkarılan şeyler: 364.
İbşas: Bazı bitkilerin veya çiçeklerin birbirine karışması: 364.
Kantara: Taştan yapılan, kemerli büyük köprü: 364.
Endiş: Düşünen, mülâhaza eden, ölçülü davranan mânâsına sıfat terkiblerinde
kullanılır: 365= 1364.
Ömr-ü tavil: Uzun ömür: 365= 1364.

“Nöroloji Lenguistik Program” (İngilizce.): (Beyin Kontrolü Programı):
315+687+469= 1471.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 1471.
Taarruz: Düşmana hücum etme. SATAŞMA. İlişme: 1470= 471.
Teessî: Sabır gösterme: 471.
Esbtaz: At koşturan. At koşturacak meydan: 471.
Eyniyet: Mekânda bulunması sebebiyle bir şeye arız olan hâlet: 471.
Fürakıs: Galiz ve şiddetli nesne: 471.
İstihzar: Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme: 1470= 471.
Mar-gîr: Yılan tutan, yılan tutucu: 471.
Tahasüb: Hesablaşmak: 471.
Tatbin: Bir şeye çamur sürmek: 471.
Tazarru’: Bir şeye gizlice yaklaşmak: 1470= 471.
Telaggum: Dürtülmek: 1470= 471.
Tenvih: Sulandırma. Yaldızlama. Haksız yere süsleyip haklı gösterme: 471.

“Nöroloji Lenguistik Program” (İngilizce.): 1471= 472.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1312= 1472.
İhtibas: Hapsolunma, hapsetme, tutulma, tutukluk: 472.
İhtisab: Hesab sorma, mesuliyet, ihtisab dairesinin aldığı vergi. Ceza: 472.
Mülaet: Allah Sevgilisi’nin, HAZRET-İ ABBAS ve dört erkek evlâdını örttüğü perde.
Büyük ihram: 472.
Esarir: Gizli sırlar. Yüz ve avuçtaki çizgiler: 472.
Tearuz: İki kişi arasında zıddiyet: 1471= 472.
Tezniye: Zinaya mensub etmek: 472.

KURT
Levha: 25 Aralık 1983… Köy yolunda, tek atlı ve dört tekerli bir araba… At arabası…
Yolun dışında, tepeler arasında bir dar patika… Bizi tepeden takib eden iki kurt… Alt çeneleri
çizgi filmlerdeki gibi; dışa, aşağıya doğru, yumurta şeklinde çıkık… Arabaya babamı
bindiriyorum ve kendim arabanın arkasındaki ipe sarılıyorum; beni çeksin, yardım etsin diye!

Kıllîb: Kurt. Eski kuyu: 142.
Men ene?: BEN KİMİM?: 142.
MEHDÎ. (Büyük ebcedle.): 142.
Asib: Dağ. Cebel: 142.
Nusb: Meşakkat, zahmet, elem. Zehir, ağu. Belâ, musibet. HEYKEL: 142.

As’âs: Kurt. Gece çok dolaşıp gezen kimse: 261.
Kulakıl: İhlâs ve Muavvezeteyn sûreleri: 261.
Yehmur: Çok sözlü, çok konuşan adam. Çok çalışkan ve işe cüretli kişi. Yeri götüren
balık: 261.

Sid(e): Kurt. Yağlı keçi. Aslan: 74.
Seyyid: Allah Resûlü’nün soyundan gelen, onun izinden giden. Allah Resûlü’nün bir
ismi: 74.
Vejin. (Kürtçe.): Diriliş: 74.
Balam: Sığır: 74.

Serhan: Canavar. Kurt: 319.
Şehîd: Şahid olan. Meşhude. Allah yolunda canını fedâ eden Müslüman. Şahidin
mübalâğalısı. Allah Resûlü’nün bir ismi: 319.
Tarîk: Yol. Tarz. Usûl. Vâsıta. Meslek: 319.
Pişva: Reis, baş. Hâkim. Mukteda, imâm: 319.

Zi’b: Kurt, canavar: 703.
Karabet: Soyca yakınlık. Hısımlık. Akrabalık: 703.
İrtika’: Yükselme, yukarı çıkma. Daha yüksek derecelere ve mevkilere çıkmak: 703.

Lu’lu’: Kurt. Serab: 200.
Semsem: Tilki: 200.
Ebu Süleyman: Horoz: 200.
Nesif: İki kişi arasındaki sır: 200.

La’lus: Kurt: 196.
Fesane: Efsane. Masal: 196.

Hali’: Kurt. Ailesinden ayrılan kimse: 710.
Halef: Birinin yerine sonradan geçen kimse. Babadan sonra kalan oğul: 710.
Nesh: Şer’i bir hükmü yine Şer’i bir hükümle kaldırmaktır. Bir şeyin aynını kopya
etmek, çoğaltmak. İbtâl etmek. Nakletmek, kaldırmak, bir şeyi zâil kılmak: 710.

Hemla’: Seri. Kurt: 145.
Rahman Sûresi, 19. âyet: 1145.
Suadî: Topalak otu. Kust: 145.
Saut: Enfiye gibi burna çekilen ilâçlar: 145.
Mütedessir: Elbise giyen, libasa bürünen: 1144= 145.
Nek’a: Her kırmızı olan şey: 145.

Hüdlul: Kurt (canavar): 75.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075.
Zelzal: Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma: 75.
Lümme: Nişan. Alâmet. Nokta. Damga. Vesvese. Çok cemaat, çok kalabalık: 75.

Silfed: Kurt: 174.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174.
Fasd: Damar kesmek. Kan alma, hacamat: 174.

Selfe: Kurt: 175.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 62+129+477+506= 1174= 175.
Kusto: 175.

Kust: Topalak otu: 169.
Rahman Sûresi, 19-20. âyetler: 1145+2021= 3166= 169.
İki Kutvanî (KUTVAT) Aba: (Hadîs: Mehdî’nin üzerinde iki “kutvanî aba” bulunur…
Kutvanî: “Pamuklu kumaş” mânâsına gelen bir kökten… Kutvat: Kutvan, “uyulacak örnek,
model” mânâsına geliyor. Müennes kelime olduğundan, sonu “tâ’-i te’nîs-dişi ta” ile bitiyor.):
2x(510+74)= 1168= 169.
Kanıt: Delil: 169.

İSTANBUL’LU MAHMUD
Levha: (Kış ayları.) 2001… Kapı çalındı, kapıyı açtım: Ilgın’dan tanıdığım Nurcuların
“yazıcılar grubu”ndan bir Nurcu ağabey. Birkaç yıl önce çok samimi olduğum, sevdiğim
birisiydi. İçeriye buyur ettim. Montunu çıkarıp kapının arkasındaki –normalde orada
olmayan– katlanıp üstüste konulmuş yer yataklarının, battaniyelerin üzerine koydu. Kanepe
ile elbise dolabı arasındaki 1 metrekarelik dar alanda sanki bir yer sofrası varmış. O ağabeyle
beraber karşılıklı olarak, vird çektiğim bu yerde oturduk. Gözlerimin içine bakarak,
“İstanbul’lu Mahmud, asıl Mahmud” diye 3 kere tekrarladı. Birinci “Mahmud” isim, ikinci
“makam” veya “sıfat” imiş. Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretleri aklıma geliyor. “Hayır o
değil; İstanbul’lu genç Mahmud!” diyor ve ayağa kalkıp dışarı çıkıyor. Ben de şaşkınlıkla
ayağa kalkıyorum. Montunu unuttuğunu düşünüyorum. (Teheccüt namazı için kalktığımda,
ayakta iken vukubulan yakaza — Burhaneddin Yalçın.)

İstanbul’lu Mahmud: 586+98= 684.
Salih İzzet Erdiş: 691+477+515= 1683= 684.
Hafcag: Tatar beyi. Kıpçak: 1684.
Halecan: Heyecan: 684.
Mahluce: Rey ve fikri doğru olmak: 684.
İstikbar: Önemseme: 684.
Defter: Yunanca “iki kanatlı” mânâsına gelen bir kelimeden alınmıştır: 684.
Müteremmid: Yanıp kül olmuş: 684.
Muhmid: Ateşin alevini bastıran: 684.
Tedri’: Zırh giydirme: 684.
Muhalata: Karışma, güzel uyuşma, anlaşma: 684.

MİLÂD
Levha: 11 Mayıs 1999… Kumandanımız “14 Mayıs’ta çocuk doğacak, arkadaşlara
söyle!” diyor… “Efendim, 14 Mayıs’a 3-4 gün kaldı nasıl olacak, hem milleti nasıl
inandıracağız?” diyorum. Kızgın bir şekilde, “öyle anlat, çocuk 14 Mayıs’ta doğacak!” diyor.
(Bandırma Cezaevi — Mehmed Fırat.)

Milad: Doğum günü. Hazret-i İsâ’nın doğum günü kabul edilen yıl başı: 85.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085.
Künye: Bir kimsenin nereden ve kimden olduğunu bildiren hüviyeti yazılı kâğıt: 85.
Va’de: Bir iş için tayin edilen zaman. Bir işi tehir etmek, sonraya bırakmak için olan
belli vakit. Ecel: 85.
Büzü’: Doğmak, tulu’ etmek: 85.

Mesbah: Doğacak yer ve zaman. Tulu’ edecek yer ve zaman: 140.
İsâ: 140.
Kılade: Gerdanlık. Boyna takılan kıymetli şey. Akarsu: 140.
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimâli olmayan söz veya delil: 140.
Asy: Yaşamak. Kocamak, ihtiyarlamak: 140.

Melfuha: Ana karnındaki erkek çocuk: 169.
Kust: Topalak otu: 169.
Abdülhamîd: 169.
Saade: Yokuş başı: 169.
Kanıt: Delil: 169.

Tevellüd: Doğma, doğum: 440.
Gîtî: Âlem, dünya: 440.
Devle(t): 440.

19.03.2009- SAYI: 114


YEŞİLLİK
Levha: 20 Şubat 2009… İzzetler’in salonuna Aslı ve Murat’la (kızım ve oğlum)
giriyorum. Çocukların küçüklük hâlleri. İçeride çok güzel bir hava var. İzzet de oturuyor.
Salonun pencereleri açık. İçeriye bir sürü değişik türde kuşlar giriyor ve çok rahat
geziniyorlar. Serçe gibi küçük kuşlar da var, tavuktan daha büyük ve göğsü rengarenk olanlar
da var. Soldaki duvarın önündeki yatak dikkatimi çekiyor. Beyaz çarşaflı, üstünde gri bir örtü
var. Salonun bina girişine olan duvarında, bir kapı var. Kapıyı açıp dışarı çıkıyorum. Genişçe
bir balkon. İzzet’in odasının sonuna kadar uzanıyor. Bu balkon bir agoraya açılıyor. Orada
birkaç insan var. Balkon yemyeşil, büyük saksılara dikilmiş, çiçeksiz, yeşil yapraklı çok güzel
bitkilerle dopdolu. Yanımda İzzet de var. Ben, “Hayran’ın eli değmiş herhâlde bu bitkilere, o
elinin değdiği herşeyi düzeltir!” diyorum. O da, “ben zaten onun elini beğendim!” diyor.
(Nalân Tezeren.)

Sükne: Kuş sürüsü. Boyuna takılan halka ve heykel. Boyna vurulan demir: 575.
Şir’a: Şeriat. Bir ırmak veya su menbaından su içmek için girilen yol: 575.
İsticnas: Cinsine benzetme: 575.
İstincas: Bulaşma veya bulaştırma: 575.
Mesele: Gölgelik: 575.

Sükna: Mesken. Oturacak yer: 140.
İsa: 140.
Itlak: Serbest olup her tarafta bulunma. Cezadan kurtarmak. Affetme. Salıvermek:
140.
Mutmainn(e): İçi rahat. Müsterih. Şübhesi kalmamış. EMİN: 140.
Nass: Kat’ilik, kesinlik, açıklık. Tevile ihtimali olmayan söz veya delil: 140.
Yelek(a): Her nesnenin beyazı. Beyaz keçi: 140.

Sükn: Yolun ortası: 570.
Mahmud Ustaosmanoğlu: 570.
Mütesekkin: Teskin edici, yatıştırıcı. Yatışan, teskin olan: 570.
Şi’r: Şiir. Anlama, idrak: 570.

Avatık: Yavru kuşlar. Yaşlılar. Genç kızlar. Hür ve serbest olanlar: 577.
Mehdî Erdiş: 62+515= 577.
Mareşal: Müşir: 577.
Müstelzim: Lüzumlu, gerektiren: 577.
Senagû: Medheden: 577.
Su’be: Yeşil başlı kertenkele. 577.

Çarşaf: 585.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 62+92+129+1302= 1585.
Şer’iyye(t): Şeriate uygun olan: 585.
Şifre: 585.
Tefekkuh: Fıkıh ilmini tahsil etmek: 585.
Kaydetmek: Yazmak. Bağlanmak. İlgilenmek, alâkalanmak: 585.
Müstefad: Anlaşılıp istihrac olan. Kazanılmış olan, istifade edilmiş. Mânâ. Mefhum:
585.
Nekise: Nefs. Hilâf, ters: 585.
Mütekadim: Geçmiş bulunan, tekadüm eden: 585.
Tasfiye: Saflaştırmak. Hesabı kapatmak: 585.

Pişhâne: Balkon. Bir yere gidileceği zaman önden gönderilen çadır ve yol eşyası:
968.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+1302= 1967= 968.
Haspuş: Hilekâr, ikiyüzlü. (Pişdar: Yüzsüz. Yüzsüzlükle iş beceren. Kumandan.
Harbte ileriden düşmana gönderilen asker. Öncü. Önde giden. Önayak olan. Meslek, sanat.):
968.

Hadra: Yeşillik. Sebze. En yeşil. Pek yeşil: 1602.
Âmen’r-Resûlü’de, “Allah hiçbir nefse takatinden fazlasını yüklemez”: 602.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+322= 602.
Sa’leb(e): Tilki: 602.
Habb: Aldatıcı, kurnaz. Denizin kabarması, med, denizde dalga olması: 602.
Sakb: Delme, delinme. Bir taraftan diğer tarafa açık olan delik. Sütü çok olan deve.
Çok kırmızı, koyu kırmızı. (Kürtçe, “kun”: Delik… Kün: “Ol” emri. “Allah bir şeye OL der
ve o şey OLUR”… “Kün” lâfzında, “kun” kelimesinden farklı olarak, “Vav” harfi yoktur.
Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin, “Kef” ve “Nun” arasında “Vav” harfinin gizli bulunduğunu
ve Allah Resûlü’nü belirttiğini işaretleyişi, hatırlanmalı… Kün’ün sırrı BERZAH, berzahta!):
602.
Rağbet: İstek, arzu. İyi sayılmak. İhlâsla dua etmek: 1602.

Dest: El. Kuvvet. Kudret. Tasallut. Fayda. Yardım. Âli makam. İkmal: 464.
Mehdî Muhammed Mirzabeyoğlu: 59+92+1312= 1463= 464.
Diyanet: Din işleri: 465= 1464.
Dilalet: Kılavuzluk etmek. Nazlanma. İşve. Üstünlük, galebe: 464.
Esbat: Rahatlar, huzurlar. Haftanın son günleri: 464.
Tevazün: Muvazene hasıl etmek. Aynı tartıda olmak: 464.
Mütevazi: Paralel: 464.
"DERXWESA SALİH”
Levha: 7 Nisan 2008… Kapağında “Derxwesa Salih” yazan bir dergiyle uğraşıyorum.
Dergi baştan sona aşkla ilgili bir şiir… Bu şiirle uğraşırken namazı –sanırım sabah–
kaçırıyorum. (Büşra Aktaş.)

Derx. (Kürtçe.): Yeşil ağacın nazik dalı: 209.
Derx. (Kürtçe.): Metin ezberleme: 209.
Derh: Men etmek, engel olmak: 209.
Muksit: Adaletle iş gören. (Esmâ-i Hüsnâ’dandır.): 209.
Berced: Halı. Kalın kilim: 209.
Kaside: Onbeş beyitten az olmamak üzere, her beyit kafiyeli olarak büyük kimseleri
veya herhangi bir şeyi öven manzume şekil: 209.
Üvera’: Ateş ve güneş harareti. Susuzluk harareti: 209.

Wesa. (Kürtçe.): Öyle. (Onun gibi, ona benzer.): 67.
Beniyye: Kâbe: 67.
Cündî: Süvarî. Ata iyi binen, binici: 67.
Sipeh: Asker, leşker. Ordu: 67.
Navî: Üç direkli gemi. İçi oyuk olan şey: 67.
Muhit: İhata eden. Etrafını kuşatan, çeviren. Etraf. Çevre. Büyük deniz. Okyanus.
Büyük âlim: 67.
Nebih: Namlı, şanlı, şöhretli: 67.
Sav: Vatan. Niyet: 67.
Ugniyye: Ahenk: 1066= 67.
Beyyin(e): Aşikâr. Açıklanmış. Gün gibi ortada delil. Kavl. Bürhan: 67.
Bıtane: Gizlenilen hâl. Gizli şey. Sırdaş. Asfar. (Kust.). Bir şehrin ortası, merkezi: 67.
Bitane: Çarşaf. Kaftan astarı. Dostluk. Hâlis olmak. Kuvvetli olmak: 67.
Bünyad: Temel, esas. Yapı, binâ: 67.

Derxwesa: Yeşil ağacın nazik dalı gibi, ona benzer: 209+67= 276.
Mansus: Nass ile sabit kılınmış. Âyetle tesbit edilmiş. İzhâr ve beyan edilmiş.
Kur’ân’da açıkça anlatılmış: 276.
Ru’: Kalb, fuad. Kalbde korku ârız olacak yer. Zihin ve akıl: 276.
Aristo: (Büyük İskender’in hocası, filozof… Yevmiye: Dikkat et, her aksiyoncunun
bir hocası olmuştur. Büyük İskenderinki Aristo…): 276.

Derxwesa Salih: 276+129= 405.
Kinekeş: Düşmandan öc ve intikam alan: 405.
Beraber: Birlikte bulunan. Müsavî, eşit. Bir hizada olan. Refakat, birlik: 405.
Berbar(e): Evin dam kısmında olan oda. Çardak. Kameriye: 405
Ebaet: Kamışlık yer. Kamış: 405.
Eşdak: Doğru konuşan. Sâdık: 405.
İbaet: Bir şeyi diğer bir şeye ircâ etmek: 405.

Derxwesa Salih: 276+691= 967.
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 59+129+477+1302= 1967.
Pişhayme: Padişah ve vezirlerin divan çadırı: 967.
İstişare: Fikir danışmak. 967.
İstigase: Medet isteyiş. Yardım istemek: 1967.
İstihşar: Şöhret sahibi olma. Şöhret kazanmak: 967.

İMZA
Levha: 16 Şubat 2009… Rüyâmda Yalçın Turgut’u görüyorum. Geri dönmüş, sevinen
bir hâli var. Öyle düşünüyorum. Hafiften omuzuna dokunuyorum. O sırada Kumandan
geliyor. Kumandan’ı karşılayanlar arasında, imza almak isteyenler var. Herkes Kumandan’a
mektub zarflarını imzalatmak için uzatıyor. Zarfların pul kısımları yırtılmış. Ben de
Kumandan’a kâğıt veya zarf bulup imzalatmak istiyorum. Cebimden kâğıt yerine, beyaz bir
takke çıkıyor. İmzalaması için Kumandan’a uzatıyorum. Takkenin üst kısmında kırmızı
yapışkan bir sıvı var. Kumandan takkenin üst kısmını imzalayarak birşeyler yazıyor.
Çevreden, “bu imza görünmez” veya “böyle birşey olmaz” diyorlar. Ben de “o yazının
okunması kalb ile olur!” diyorum. Kumandan imza atarken, “bu benim tesbihim” diye
içimden geçiriyorum. Başımda nasıl duracağını ve gururla taşıyacağımı düşünüyorum.
Kumandan hiç konuşmuyor, sessiz. Bir mesele var, “Ünsal çözer” diye bir husus. (Mehmet
Tahir Başarıcı).

İmza: Kendi ismini veya kendine âit bir işareti, kendisinin kabullenerek yazması.
İcra ve tamam eylemek: 843.
Dabgam: Arslan, esed: 1842= 843.
Bar-ı Sakil: Ağır yük: 843.

Zarf: Kab, kılıf. Mahfaza. İçine mektub konulan kılıf kâğıt: 1180.
Kusto: 181= 1180.
Mehdî Salih İzzet Erdiş: 59+129+477+515= 1180.
Muallem: Talim görmüş, talimli: 180.
Muallim: Talim eden, öğreten, ilim öğretmek: 180.
İfsah: Fesahatle konuşmak. Açık ve düzgün söz söylemek: 180.
Samim: İç, asıl, öz: 180.
Yelmek: Kalın kaftan: 180.

Tâkıyye: Takke: 125.
Sılle: Vuslat, kavuşma. Hediye, atâ: 125.
Sine: Göğüs. Sadr. Kalb: 125.
Adan: Deniz kenarı. Küst: 125.
Mefad: Fayda vermek: 125.
Miad: Vaad edilen gelecek zaman veya yer. Müsaade edilen zaman. Kıyamet. Mahşer.
Vaad. Müddet: 125.

Tesbih: 480.
Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 62+418= 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480.
Aşîk: Fazla âşık, çok tutkun: 480.
Tea: Dua: 480.
Tamam: Bitme, bitirme, son, nihayet. Tam, eksiksiz, münasib: 481= 1480.

Mümzî: İmzâ sahibi, imzâ eden: 890.
Mümza: İmzâ sahibi, imzâ eden: 890.
Münkız: Kurtaran. Kurtarıcı: 890.
Müntekış: Nakşolunan: 890.
MECMUA
Levha: 15 Mart 2008… Muammer dayımın küçük çocukları Merve ve Emre ile
beraber bizim evdeyiz. Ben Merve’yi küçüklük hâliyle hatırlıyorum ama, 3 yıl üniversitede 4
yıl da Kandıra Cezaevi’nde geçirdiğime göre, Merve büyüdü, benim Merve zannettiğim
herhâlde kardeşi Büşra diye düşünüyorum; 5-6 yaşlarında. Ona, bizim dergilerden birisini
gösteriyorum. Karıştırırken, en son sayfalarda Kumandanımız’ın yazısı. “Ben bunu
okumadım, yeni galiba” diye heyecanla yazının ilk sayfasına dönüyorum. Onun bir resmi var.
Sözkonusu yazının hemen önünde 5-6 sayfalık bir Hadîs derlemesi varmış; galiba ahlâkla
ilgili. Abdullah Ekim, bu yazıyı okurdu diye düşünüyorum; ne de olsa Kumandanımız’ın
yazısı ve ebcedlerle, Tablolar’la dolu. Derlemenin başını buluyorum. Bu son iki yazı,
dergiden farklı kağıt ve renkle basılmış. Bolu Cezaevi’ndeki hücresinde ikili ranzanın önünde
derlemeyi yapan Gönüldaş’ın resmi var. Sonra tekrar Kumandan’ın yazısının başını bulmaya
çalışıyorum. Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin fotoğrafı denk geliyor; büro gibi bir yerde
çekilmiş, arkasında duvarda bir halı veya kilim asılı, turuncu ve sarı renkte. Büşra’ya gösterip,
“aynısı bizim evde de var!” diyorum. Ama fotoğraftaki, dünya haritası imiş. Türkiye’nin Batı
ve Kuzey kısımları kadraj dışında, Doğusu ile alt kısmı ise Efendi Hazretlerinin arkasında
kalmış. Gözleri çok derin bakıyor ve hafif yan durmuş. Gözlerine dikkatle bakınca
Kumandanımız’ın gözleri hissini veriyor. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — Burhaneddin Yalçın.)

Merve: Mekke’de bir tepenin ismi olup, hacılar Merve ile Safâ arasında 7 kere
gidip gelirler. (Merv: Bir cins güzel koku.): 251.
Eren: Ermiş. Veli: 251.
Emir: Emredici olan. Seyyid. Şerif. Allah Resûlü’nün soyundan gelen. Zengin: 251.
Eren: Sevinmek, sürur: 251.
Zümürrüd: Zümrüt. Çok yeşil olan renk: 251.
Kalansuve: Takke, külah, kavuk: 251.

Emre: Ak gözlü, beyaz gözlü: 246.
Ma’sum: Günahsız, suçsuz: 246.
Mur: Karınca. Neml: 246.
Mahir: Becerikli, hünerli, sanatkâr: 246.
Muaseme: Hıfzetmek, korumak: 246.
Mihar: Taylar: 246.

Mecmua: Tertib ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi. Seçilmiş yazılardan meydana
gelmiş kitab. Risâle. Koleksiyon. Dergi: 164.
Nokta: Benek. Durak, mevki. Mahal. Durak işareti: 164.
Akıncı: 164.
Asaib: Cemaatler, tayfalar. Başa sarılan sargılar, nesneler: 164.
Müfdem: Kızıla boyanmış nesne: 164.
Viqîvala. (Kürtçe.): Bomboş: 164.
Ma’den: Maden. Bir haslet veya hususiyetin kaynağı. Herşeyin aslî mekânı, menba ve
mehazı olan yer. Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de
maden denilir: 164.
Sada’: Kasd ve teveccüh etmek. Bir şeyi aşikâre söyleme. Mevkiine tevcih ve isabet
ettirme. Kat’etmek. İzhâr ve beyân eylemek. Yarık ve çatlak. Birşeyi ikiye yarmak: 164.
Sadak: Okları koymaya mahsus torba: 164.
Tasfiye: Halâs etmek, kurtarmak: 164.

FUZÛLÎ
Levha: 8 Mayıs 2007… Büyük ve kalabalık bir caddenin kaldırımında, ileriden
Yağmurcu’nun azarlayıcı sesi geliyor. Sanki yapılan faaliyetleri tenkid babında birilerine
kızıyor. Sonra Televizyondaki bir yerli diziyi vesile ederek fikrî izâhlara başlıyor. Kurduğu
irtibatlardan büyüleniyorum. Kaldırımda, bu mevzuda kendini kaybetmiş bir şekilde yüksek
sesle söylene söylene gelirken görüş alanıma giriyor ve yanımdan geçerek ilerlemeye devam
ediyor. “Fuzul” ve “Su” kelimelerini duyuyorum. Fuzûlî’nin “Su Kasidesi”ni hatırlatıyor bu
bana. Saçı 25 Ocak sonrası gibi traşlı, üzerinde solgun ve gösterişsiz bir kıyafet, elinde karton
koliyle, dışarıdan nasıl göründüğünü umursamadan bir mecnun edasında söylenmeye devam
ederek kaldırımdaki kalabalığın arasında gözden kayboluyor. Böyle tek başına dolaşmasının
doğru olmadığını, koşup yanına yetişmem gerektiğini düşünüyorum, ancak edeb hissim
tereddüt etmeme yol açıyor. (Kandıra F-Tipi Cezaevi — Burak Çileli.)

Fuzul: Fazla şey. Lüzumsuz da olabilen: 916.
Füzul: Ganimetten artık taksimi mümkün olmayan şey: 916.
Tevkit: Vakit tâyin etmek. Vazifelendirmek: 916.
Akziye: Hükümler. Kararlar. Tam cümleler: 916.
Fazıle: İnsandan başkalarına da geçebilen huy, haslet: 916.
Tesevvî: Düzeltme, tesviye etme, düzleme: 916.
Şüyuh: Şeyhler. İhtiyarlar: 916.
Gavsiyyet: Evliyaullah’ın başı olmak: 1916.
Kazıye: Ölüm: 916.

Mecnun: Deli. Çılgın. Âşık: 149.
Ud-u Hindî: Kust nevinden bir nebat: 149.
Qıloç. (Kürtçe.): Boynuz: 149.
Havleka: Lâ havle çekmek: 149.
Define: 149.
Kademe: Derece, sıra. Merdiven basamağı: 149.
Hendelin: Sözü çok olan kimse: 149.
Muttala’: Gelecek yer: 149.
Tafs: Ölüm, mevt: 149.

ŞOFÖR
Levha: 17 Şubat 2009… Bir minibüsün ön koltuğunda gidiyorum. Sanayi bölgesi gibi
bir yerde, benzin alıyor ve camlarını yıkatıyor. Yolcularda zaman kaybından dolayı
memnuniyetsizlik var. Şoför arabayı başkasına bırakıp gidiyor, ben de onun peşinden… “Aaa!
Kumandanmış!”… Üzerinde boğazlı bir kazak, deri bir yelek var; bıçkın bir eda… Daha
sonra, oto sanayi sitelerindeki dükkânların asma katı gibi bir yerdeyiz. Kumandan arkasını
dönmüş, birşeyler hazırlıyor. Benim ellerim, üstüm başım, kir-pas içinde; elimde de üstüpü
bezi var… Musluklu bidonda elimi yıkayıp, masaya oturuyorum. Masada Kumandan, gazeteci
Leyla Umar ve Hakkı Devrim var… Benim masaya yönelmemle birlikte, Şener Özönder
masadan kalkıp, arka taraftaki eski bir koltuğa oturuyor… Allah Allah, ne oldu ki şimdi? Ben
Hakkı Devrim ile Leyla Umar’ın arasına, bir tabureye oturuyorum. Kumandan plastik
tabaklara gözleme, kek ve üstünde çilek olan güzel bir pasta koymuş. Kola da var. Hakkı
Devrim mütemadiyen konuşuyor, Kumandan’ın kitablarını herkese tavsiye ettiğinden
bahsediyor. Kumandan’ın kitabları cinsiyet-varoluş meselesinde son derece mühimmiş; Hakkı
Devrim böyle söylüyor. Tavırları son derece tabiî, hiçbir müraîlik yok. Leyla Umar ise, hiç
konuşmuyor. Hakkı Devrim bir ara bana dönüyor ve “Barok, Rokoko…” diye saymaya
başlıyor. Ve bana, “bir şey daha vardı, o neydi?” diyor. Ben de “Gotikmi?” diyorum. “Hah,
evet Gotik… İşte o dönemden beri cinsiyet problemi var insanlarda. Kumandan bunu
halletmiş, okumak lâzım!” diyor. İNSAN kitabını kasdettiğini düşünüyorum. Masadaki
tabaklar öylece duruyor. Karnım da aç… Ama Kumandan’dan çekindiğim için yiyemiyorum.
Hakkı Devrim şakayla karışık bir şekilde, “gece gündüz koşturmak için mi yemiyorsun?”
diyor. Ben de gülerek, “az yiyenin kafası çok çalışırmış” diyorum. Kumandan beni tasdik
ediyor: “Evet, evet; geçen günlerde çok yedim, başım ağrıdı. Oysa benim aheste yemem
lâzım!”… Leyla Umar’a, Radikal Gazetesi’nin Pazar günü eki Genel Yayın Yönetmeni’nin
ismini sorsam mı? Kim olduğunu biliyorum ama, maksat mevzu açılsın. Niyetim, vesilesiyle
orada Telegram’a dair yazı yayınlatmak, yahut “Yeni Devir Hukuk Derneği Başkanı” sıfatıyla
benimle röportaj yapmalarını sağlamak… Böyle bir tavrın müraîlik olacağını, Kumandan’ın
yanında yapılmaması gerektiğini düşünüyor ve susuyorum. (Ali Rıza Yaman.)

Şoför: 592.
Mehdî Muhammed Salih Mirzabeyoğlu: 59+92+129+1312= 1592.
İltifaf: Örtünme, sarınma. Çiçeklerin katmerleşmesi: 592.
Müntekıb: Yüzü perdeli kişi: 592.
İ’tisas: Gece gezip dolaşma, devriye vazifesini görme: 592.
İnşimar: Sallana sallana yürüme: 592.
İstisal: Kökten koparıp çıkarmak: 592.
İstikfal: Kefil olma: 592.

Cerîde: Gazete: 222.
İsâ-Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 150+59+691+322= 1222.
İsâ-Mütefekkir Mirzabeyoğlu: 150+740+332= 1222.

Takvim: Gazete. Düzeltme. Doğrultma. Bir şeye kıymet tâyin eylemek: 556.
Mübahese: Bir şeyin bahsini etme: 556.

26.03.2009- SAYI: 115


TAKRİZ VE TAKDİM
Levha: 15 Eylül 1985… Annem, herhâlde babamla Bursa’ya gidecek… Bana yiyecek
bir şeyler veriyor… Eskişehir’deki Sinan’la, benim “Kültür Davamız” isimli eserimi
konuşuyoruz… Usanmış hâlde, “meselâ, zaman diye bir düşüncen olacak ki, onun İslâmî
anlayış olarak karşılığını bende göreceksin!” diyorum… Harun Yüksel söylediklerimi teyid
ediyor.

“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli
nefs murakabesi eseridir”: (Kültür Davamız’ı Üstadım’ın takrizi ve takdimi.):
6+423+664+417+406+431+131+17+300+130+131+78+190+622+915= 4868.
Hakîm İzzet Mirzabeyoğlu: 78+477+1312= 1867= 868.
Tetnih: Gururlanmak. Sallanmak: 868.

“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli
nefs murakabesi eseridir”: 4868= 3869.
Necib Fazıl Kısakürek - Salih Mirzabeyoğlu: 1417+451= 1868= 869.
MEKTUBAT: 869.
Tefekkür - Kust: 700+169= 869.

“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli
nefs murakabesi eseridir”: 4868= 2870.
Osmanlı - Kust: 701+169= 870.
İzk: Ağaç dalı: 870.
Taaşşuk: Âşık olmak: 870.
Tahazzu’: Mütevazi olma: 1870.
Sürhî: Kırmızılık, kızıllık: 870.
Menfez: Nüfuz edecek DELİK, pencere. Girilecek yer. Ağız, YARIK: 870.

“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli
nefs murakabesi eseridir”: 4868= 1871.
Mülazik: Yapışmış olan. Yapışmış: 871.
Hünkâr: HÜKÜMDAR. Padişah. Sultan: 871.
Dabentî: Güçlü, kuvvetli kimse: 871.
Menafiz: Delikler. Menfezler. Nüfuz edecek yerler: 871.

“Bu kitab, Cumhuriyet sonrası kavruk nesillerin ilk ciddi fikir sesi ve ilk çileli
nefs murakabesi eseridir”: 4868= 872.
Mütebettil: Fani şeyleri bırakıp Allah’a yönelen: 872.
Zai’: Yayılmış olan, dağılmış olan. Herkesçe bilinen şey: 872.
Tetebbu’: Araştırıp tetkik etme. Derinliğine inceleyip tanıma, öğrenme. Öğrenmek için
okuma: 872.
Bid’: Birden dokuza kadar veya üçten ona, yahut da onikiden yirmiye kadar olan
sayılar. Birkaç. Gecenin bir kısmı: 872.
Zab’: Sırtlan. (Keftar: Sırtlan… Kefter: Güvercin.): 872.

“MÜTEFEKKİR…”
Levha: 3 Nisan 1988… Ülkücü Gençlik Derneği Başkanlarından Lütfü Şehsuvaroğlu,
yüksekçe bir yerden kendi yazısını geniş bir salondakilere okuyor… Çıkaracakları derginin
müsveddesi… Ben de merdivenlerden çıkarken, ne diyor diye durup dinliyorum… Bu sırada,
“hayatı düşünmeyle geçen mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’na…” diye, bana teşekkür ediyor
ve dönüp tebessüm ediyor… Anlıyorum ki, okuduğu yazı benim hakkımda ve beni
methediyor… Ben mahçub bir vaziyette kalıyorum, çünkü o yazının benim hakkımda
olduğunu bilerek durmamıştım… Bunu ifâdeyle oradakilere teşekkür ediyorum.

Şahsüvar: Ata iyi binen: 573= 1572.


Albay Abdîbakî Dilmurad: (Kırgız – BARAN dergisi Orta Asya temsilcisi.):
44+249+279= 572.

Albay Abdîbakî Dilmurad: 44+189+279= 512.
Âsitan: Dergâh. Tekke. Kapı eşiği: 512.
Hades: TAZE. Yeni olmak. Yiğit. Genç: 512.
Beşîr: Müjdeli haber getiren. Müjde veren. Güler yüzlü. Hub. Cemil. Allah
Resûlü’nün bir vasfı: 512.
Zuhurat: Birden oluveren şeyler. Hesabta olmayan umulmadık hâdiseler. Sunuhat:
1512.
Vakahet: İbadet, taat. Bir adamın sözünü dinleyip itaat ve imtisal etmek, ona uymak:
512.

Salih Mirzabeyoğlu: 451= 1450.
Ahmed Farukî: (İmâm-ı Rabbanî): 450.
Abdülhakîm. (Büyük ebced): 450.
Albay Ali Barat Apsarat: (Kırgızistan’daki İBDA’cı TAZA DİN HAREKETİ
Liderlerinden.): 1449= 450.
Kaid-ül ceyş: Orduyu, askeri idare ve sevkeden. Kumandan. Serasker: 450.
Dü-giti: İki alem. Dünya ve ahiret: 450.

Albay Ali Barat Apsarat: 1449.
Tebzil: Çok azimle bir işe başlamak, adamak. DELME, yarma: 449.
Hatim: Hâkim. Sağlamlaştıran: 449.
Danişmend: Bilgili, ilimli: 449.
Tehacüm: Bir yere istekle, hızlıca toplanmak, üşüşmek: 449.
Tedliye: Delil ve vesika hazırlamak: 449.

Haşed: Cemaat, insan topluluğu: 312.
Albay Djumay Suyunaliyev: (TAZA DİN Hareketi Liderlerinden.): 44+78+190= 312.
BAYRAK: 312.
Mi’ber: KÖPRÜ. Su geçme geçidi. Kayık, sal gibi vasıtalar: 312.
Başbuğ: Osmanlı devrinde akıncı kuvvetlerinin komutanı. Lider: 1311= 312.
Yeşb: YEŞİM denilen taş: 312.
Tafadul: Fazilet göstermek: 1311= 312.
İrmegan: Saadet. İkbal, uğurluluk. Terbiye eden, mürebbi: 312.
Takadî: Birbirine hakkını verme: 312.

TAZ(A) DİN: 408+64= 472.
İktan: Yapıştırma, yapıştırılma: 472.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1302= 2470= 472.
Mehdî Mahmud Mirzabeyoğlu: 62+98+1312= 1472.
Bist: YİRMİ: 472.
Sabihat: Yıldızlar. Ehl-i imânın ruhları. Yüzücü olanlar, yüzenler. Gemiler: 472.
İsticabe: Duanın Allah tarafından kabul olunması: 472.
Mülaet: Allah Resûlü’nün HAZRET-İ ABBAS ve DÖRT EVLÂDI’nı örttüğü örtü:
472.
Tıb’: GÖLGE: 472.
Teba’: Tabi olma. Uyma: 472.

KUŞ YUVASI
Levha: (…) Haziran 2007… Akşehir’deki evin bulunduğu çıkmaz sokağı görüyorum.
Çocukluğumuzda ve bizden biraz küçük Mahir isimli çocuğun yetişkin hâli… Eski Mescidin
çatısında, kuş yuvası var; güvercin besliyor. Güvercinler yumurtlamış. “Kuş, tayr demek,
tayyare kelimesi de ondan…” diye, sanki yuva yerine –belki yuvadan–, tayyare (uçak) maketi
yapıyor. Çok güzel bir maket, ama nasılsa gemi maketi olmuş. Mescid’in içine giriyorum;
duvar boydan boya perde gibi ve üzerinde bir sürü velî –sureti ve hey’eti–, hareket ediyor,
gidip geliyorlar. Onun karşısındaki duvarda da, aynı şekilde Üstad; ve o şiir okurken,
Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretlerinin, onun önünde devamlı dolaşan görüntüsü. (Hayran
Erdiş.)

Mescid: Namazgâh. Secde edilen yer: 107.
Zemin: Yer. Yeryüzü. Meydan. Satıh. Tarz. Eda. Mevzu: 107.
Üsame: Arslan. Davar otlatmak: 107.
KUBBE: 107.

Künam: Kuş yuvası. Hayvan ini. İnsanın rahat edip dinleneceği yer: 111.
İns: İNSAN: 111.

Ahkab: Uzun zamanlar. Yabanî eşek: 111.
Ma’: Yeryüzüne dağılıp döşenmek: 111.
Kuvvad: Kumandanlar, seraskerler: 111.

Vekr: Kuş yuvası: 226.
Ekrad: Kürtler: 226.

Evkar: Kuş yuvaları: 228.
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+59+92= 1227= 228.
Mustafa: Güzide. Has ve seçilmiş: 229= 1228.

Kefter: Güvercin: 700.
Osmanlı: 701= 1700.
Mürsat: Demir atmış gemi: 701= 1700.
Taakkul: Hatırlama. Akıl erdirme: 700.
Keftar: Sırtlan: 701= 1700.
Kefaret: Örtücü ve imha edici. Günahtan arınma: 701= 1700.

Beyz: Kuşun yumurtlaması. Yumurta: 812.
Habir: Haberli. Âlim. (Esmâ-i Hüsnâ’dandır: Kulunu imtihan edici.): 812.
Şah-ı Nakşîbend: 812.
Ahyar: Hayırlılar. Dostlar: 812.
Zâbit: Askere kumanda eden rütbeli asker. Kuvvetli, yavuz. Zabteden. Subay.
Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse: 812.

Aşku: Gökyüzü. Gök. Tavan. (Kubbe.): 327.
KIRGIZ: Asya’nın Kuzeybatısı’nda ve Türkistan’la Sibirya arasında, başka bir
ifâdeyle Türkistan’ın Kuzey taraflarında ve Doğu Türkistan’ın Kuzeyinde olarak Rusya ve
Çin hududunda bulunuyorlar. Batı tarafındakilere Kırgız ve Kazak, Çin hududundakilere ise
Kara Kırgız ismi verilmiştir. Kırgız ismi, kır kelimesinden mürekkeb olup, “kır adamı”, yâni
“göçebe” demektir. Kırgız ve Kazaklar, Rusya’daki Volga Nehri’nden Doğu Türkistan
hududuna kadar geniş ve uzun bir mıntıkada bulunup, yurtları yaklaşık olarak 2.5 milyon
kilometre genişliğindedir: 1327.
Şübke: Yakınlık. Akrabalık: 327.
Şebeke: Hüviyet sureti. Balık ağı. Kafes şeklinde olan yer: 327.
Müferrah: Ferahlanmış. Üzüntüden ve sıkıntıdan kurtulmuş: 328= 1327.
Magfur: Rahmetlik olmuş. Günahlarının affı için kendisine dua edilmiş: 1326= 327.
Nevmî sınaî: Hipnoz: 327.

Kırgız: 1327= 328.
Erbaun: Kırk sayısı: 329= 1328.
Muftır: Oruç açan, iftar eden: 329= 1328.
Müfrit: İfrat eden. MÜBALÂĞALI: 329= 1328.
Mefrat: Çok büyük: 329= 1328.
Bizişk: Tabib, doktor: 329= 1328.
Mutref: Haz kumaşından dokunmuş birkaç alemli Arab kaftanı. Başı ve kuyruğu beyaz
veya siyah olup, vücudu başka renk olan at: 329= 1328.

Kırgız: 347.
Mızrak: 348= 1347.
Zürkum: Çehresi gömgök kimse: 347.
Beşme: Göz ilâcı: 347.
Nur Muhammed: 348= 1347.
Murakabe: Kontrol etmek. Teftiş etmek. İç âlemine bakmak. Gözetmek. Hıfz etmek.
Beklemek. İntizar. Dalarak kendinden geçmek: 348= 1347.
İstifaze: Feyz alma, feyz bulma: 1347.
Haşem: Taraftarlar. Düşmanlarına karşı koruyanlar. Aile: 348= 1347.

Münşid: İnşad eden, iyi şiir okuyan. Bir şeyi zâyi edip “var mı?” diye bağıran:
394.
Menşed: İsteme, talebetme: 394.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 62+332= 394.
Muhammed Mirzabeyoğlu: 92+1302= 1394.
Çeşman: GÖZLER: 394.

DİŞİ AYI
Levha: 17 Kasım 2008… Yüksek dağlarla çevrili bir göl, etrafı ormanlık. Gölün suyu
çok berrak. Kumandan dişi bir ayı formunda ve çok iri cüsseli. Büyük bir kayanın üzerine
çıkmış ve oradan el ve kol hareketleri yapıyor. Öfkeli gibi, ama tipik bir sinirlilik hâlinden
ziyâde birşeyler haber verir gibi. Belki gergin sıfatı uygun olabilir. Göl ufak olmasına rağmen
bir yakasında çok büyük bir transatlantik var. Çok katlı. Güverteye çıkıyorum ve
Kumandan’la onun bir el mesabesinde olduğunu farkediyorum. Gemi hareket ediyor ve
müthiş bir hızla karşı yakaya geçiyor. Ve tekrar hareket ettiği yere dönüyor. Garib bir sıkıntı
var ve Kumandan’ın iyice saldırganlaştığı görülüyor. Gemiye saldıracağı düşüncesine
kapılıyorum, fakat gemiden ayrılmak da istemiyorum. Gemiden atlama ihtimâlini aklımda
tutuyorum. İnenler var, arada kalanlar var, inmemek isteyenler var. Bu arada gemi hafifçe yan
yatıyor ve batacağından kuşkulanıyorum. Çok kararsızım. Dişi ayı formundaki Kumandan, sol
elinin (pençe) işaret parmağının tırnağıyla gemiyi uzunlamasına ortasından ikiye bölecek
biçimde çizerek yırtıyor. Geminin sarsıldığı, belirgin bir panik ortamının hâsıl olduğu aşikâr.
Kaçışanlar var. Yerimde hareketsiz kalıyorum. “Derhal herkes binsin ve süratle hareket
edilsin!” diyor. Sesinde kızgınlıkla karışık müşfik bir ton var. Geminin karaya oturduğunu
görüyorum ve kalkamayacağı hissi hâkim oluyor. Penbe entarili esmer bir kadın, Kumandan’a
doğru bir çalı süpürgesi uzatıyor; fakat “al şunu!” der gibi sert bir edayla. (Hakkı Açıkalın.)

Jey: Göl. Irmak: 17.
Gaiyye: Maksad ve gayeye âid. Son ile alâkalı: 1017.
Tiyatro: 1017.
Edib: Edebiyatçı. Edebli, terbiyeli: 17.
Zade: İyi İNSAN. Evlâd, oğul: 17.
Zahid: Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf. Sofi: 17.
Zi: Kılık, kıyafet. Elbise: 17.
Cevaz: Müsaadeli. Ruhsat, izin, câiz olma. Yol, tarik ve meslek: 17.
Habıt: Yukarıdan aşağıya inen: 17.
Debdebe: Tantana. HAŞMET: 17.
Hâcce: HACCA gitmiş kadın veya kız: 17.
Tevsik: Vesikalandırmak. Yazılı hâle koymak. Bir kimse hakkında, “bu emindir,
mutemeddir” demek: 1016= 17.
Te’hıyye: Birbirine kardeş olma: 1016= 17.
TEVRAT: Hazret-i Musa’ya inen kutsal kitab: 1016= 17.

Jir: Göl. Havuz: 217.
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas Sûreleri: 1217.
Rüya: 217.
İhraz: Nâil olmak. Erişmek. Kazanmak. Birisini güzel bir suretle korumak: 217.
ORDU: 217.

Bürke: Küçük göl. Havuz. Martı. Kurbağa: 227.
Moğol Mehdî Muhammed: 1076+151= 1227.
Tahir: Yüksek nefes: 227.
Vakir: Yuvasına girmiş kuş: 227.

İşe: Orman, sık ağaçlık. Casus, hafiye: 316.
Verîk: Gür sakallı adam. Sık yapraklı ağaç: 316.
Sinnevr: KEDİ: 316.
Müteazid: Kol kola tutunan, kol veren, birbirine yardım eden: 1315= 316.
Çavuş: Vaktiyle divanlarda hükümdarların hizmetinde bulunan yaver veya muhzır gibi
SUBAYLARA denilirdi. Tanzimat’tan evvelki Osmanlı saray teşkilâtında çavuşlar, padişahın
yaverleri ve çavuşbaşı mabeyn müşiri idi. Onbaşıdan üstte ve astsubaydan alttaki derecede
olan asker. İşçilerin başları, şefleri: 316.
Figür: Oyuncunun hareketi. Resim, şekil, canlı resim. Mecaz: 316.
Nevres: Yeni yetişmiş, yeni yetişen, yeni biten. Genç, TAZE: 316.
Nevres: Su kuşlarından mavi renkli bir kuştur; başının yarısı siyah-yarısı beyaz olur,
güvercin büyüklüğündedir. Su üstüne yakın uçar ve balık görünce kapar: 316.
Veşy: Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek. Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa
etmek. Bir çeşit elbise: 316.
Mürevva’: Aklı, fikri sağlam olan kişi: 316.
Doruk: 316.

Dahm: İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın. (Dahm: Cemaatin kuvvetli olması.
Şiddetle def’etmek.): 1440.
Devlet: 440.
Celevat: Hüsn-ü zuhurlar, güzel zuhurlar: 440.

Eskaf: Uzun boylu, iri kimse: 241.
Mar: Yılan: 241.
Mürg: Merg. Kuş: 1240= 241.
Emr: İş buyurma. Buyurulan şey. Madde, husus, hâdise: 241.
Mer’a: Aynalar: 241.
Me-ra: Beni. Benim. Bana: 241.
Muhtar: İhtiyar eden. Seçilmiş olan. Hareketinde serbest olan. Hür: 1241.
Mugar: Düşman üstüne hücum etmek: 1241.

Kare: Dişi ayı. Meşe. Yüksek yer: 306.
Kare: Doğuştan kör. Koyun sürüsü: 306.
Hirmas: Arslan: 306.
Verık: Çok eskiden kullanılan gümüş para. Kıymetli para: 306.
Fedakâr: 306.
Vıkr: AĞIR YÜK. Çok su taşıyan bulut: 306.

Hırs: Ayı: 860= 1859.
Kırgızistan: 859.
Turhan: Beşbin neferin zabiti: 860= 1859.
Teşfi’: Şefaat etmek, affı için sebeb olmak: 860= 1859.
Mahuza: Temiz, itibarlı, şerefli, asil. Saf, hâlis, katıksız: 859.
Davban: Güçlü, büyük deve: 859.
Huncur: Sütlü deve: 859.
Nazıh: Deve ile su çekilen kuyu: 859.

Sebenta: Çeri. Öncü. Ayı: 522.
Eşrak: Ortaklar: 522.
Müktesib: Elde eden, kazanan: 522.
İşkâr: Av. Avlama: 522.
Hadîs: Allah Resûlü’nün sözleri: 522.

Trans-atlantik: Büyük gemi: 921.
Müfahir: Övünen: 921.
Müfaz: Bol. Bereketli. Feyizli: 921.

Sabiha: Gemi. Yüzen: 76.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+322= 1075= 76.
Künbed: Kubbe: 76.
Vekn: Kuş yuvası: 76.

Meşakkat: Zahmet. Sıkıntı. Güçlük. Zorluk: 840.
Ruham: Mermer: 841= 1840.
Erham: Başı beyaz olan at: 841= 1840.
Kırgızistan: 1839= 840.
Müştakk: Başka kelimeden türemiş, iştikak etmiş: 840.
Tenfiş: Pamuk gibi ditme. Yün atma: 840.
Müstefsir: Soruşturup anlamak isteyen: 840.

Pençe: El ayası ile baş parmağın tamamı. Hayvanların ön ayaklarının
parmaklarıyla tırnakları. Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı
boyaya sürüp kağıt üstüne basmalarıyla olan şekil, TUĞRA. Kuvvet. Savlet, safvet: 60.
Büyük Doğu: 1060.
Kaluc: Güvercin. Küçük parmak: 60.
Mubîh: İzin veren, müsaade eden: 60.

Semra: Esmer. Kumral renkte olan: 305.
Istahar: Küçük göl, havuz. Su birikintisi: 305.
Merese: İP: 305.
Kadir: Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sahibi ve herşeye gücü yeten (Allah): 305.
Kudar: Büyük yılan. Aşçı, tabbân. Deve boğazlayıcı: 305.
Kankane: Yol göstermek: 305.
Karre: Soğukluk, soğuk: 305.
Kurre: Parlaklık. Dilşad olmak. Gözün parlak ve nurlu olması. Ağlamaktan sonraki
serinlik. Bir atımlık şey. Kurbağa: 305.
Dagş: Hücum etmek: 1304= 305.
Kahr: Zorlama. Cebir. Ezme. Mahvetme. Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme: 305.
Tahaddüş: Tırmalanma. Üzüntü duyma: 1304= 305.

Tahdiş: Tırmalamak. Kaşımak. Kurcalamak: 1314.
İgtiyaz: Gazaba gelme: 2312= 314.
Yavuz Sultan Selim: 24+150+140= 314.
Şehav: Açmak, feth: 314.

Penbe: Pamuk. Açık kırmızı renk: 59.
Mehdî: 59.
Kulab: Göl, büyük havuz. Büyük dalga: 59.
Ecnad: Askerler: 59.
Hind: (İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin medfun bulunduğu yer kasdıyla söyleyelim:
Mehdî sırrının bulunduğu yer.): 59.
Necv: Yüzmek. İki kişi arasında olan sır. Karından çıkan necis: 59.

Algun: Koyu ve parlak penbe, kırmızı: 107.
Mu-sa(y): Ustura: 107.
Sevvam: Akreb ve yılan gibi zehirli hayvanlar: 107.
Lu’be: Oyuncu: 107.

Üful: Batmak, kaybolmak. Ölmek. (Üf’ule: Vazife, görev.): 117.
Müzzemmil: Elbise içine sarınan. YÜKÜ yüklenen: 117.

ŞEHÎD
Levha: 20 Haziran 2004… Ben ve Mustafa Aşık, bir sırada oturuyoruz. Sınıf gibi bir
yerdeyiz. Yanımıza Sancar Kartal ağabey geliyor. “Bizim bir resim yapmamız gerekiyor, ama
biz yapamıyoruz!” diyoruz. (Şehid) Sancar Kartal ağabey, “ben yaparım!” diyor; ve sadece
bir başparmak çiziyor. Bu, Kumandan’ın baş parmağı imiş. (Bolu F-Tipi Cezaevi —
Abdülmetin Torsun.)

Tersim: Resmini çizmek. Resmedilmek. Resmini yapmak: 710.
Şahadet: Şâhidlik. Bir şeyin doğruluğuna inanma. Delâlet. Alâmet, iz, nişân.
ŞEHİTLİK: 710.
Tefkir: Düşündürme veya düşündürülme: 710.
Felah: Başlangıç, mebde’, ibtida: 710.

İbham: Baş parmak. Mübhem, kapalı bırakmak. Belirsiz olmak. Muayyen
olmayan. Sözün kolayca anlaşılmayacak şekilde kapalı olması, vâzıh olmayışı: 49.
Mehd: Beşik. Yeryüzü. Beslenilecek büyüyecek yer. Yayıp döşemek. Kâr kazanmak.
Hazırlanmak: 49.
Lehîd: Götürdüğü YÜK ağır olduğundan eziyet çeken deve: 49.
Dehm: Ansızın gelmek. Çok fazla miktarda asker. Çok adet, kesret: 49.
Dümme: Yol, tarik: 49.
Hedîl: Erkek güvercin. Güvercin sesi: 49.
Ecüme: Havuz: 49.
Hacim: Hücum eden. Saldıran: 49.

UMRE
Levha: (…) Ağustos 2002… Allah Resûlü geliyor. Ben, “Ya Resûlullah, ben Umre’ye
Kumandanımız için geldim; ona dua etmek için. Dualarımın kabul olması için, duacı olun!”
diyorum. Allah Resûlü, “evet!” mânâsına başını öne eğiyor. Yan tarafta Hazret-i Ali yatıyor;
yüzünün bir kısmını görüyorum. Çok zayıf. Allah Resûlü onun yanına gidiyor. Allah
Resûlü’nün nuru beni yakacak gibi olunca, şiddetle uyanıp dehşetle ablamın yanına koştum.
(İstihareci.)

Umre: Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe’yi Mekke ve Medine’deki mukaddes
yerleri ziyaret etmek. Kâbe’yi tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki
arasında sa’yetmekten ibarettir. Farz olan Hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umre’ye
de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk eden Hacca da, Hacc-ı Ekber denilir:
315.
Şahide: Kadın şahid. Mezar taşı: 315.
Keramend: Münasib, muvafık, lâyık, uygun, şayeste: 315.
Kadirî: Abdulkadir Geylanî Hazretlerinin tarikatine mensub: 315
Rukye: Duâ, efsun: 315.

Tea: Dua: 480.
Mehdî Necib Fazıl Kısakürek: 62+1417= 1479= 480.
Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 691+477+1312= 2480.
Metevellid: Doğan, dünyaya gelen. İleri gelen, çıkan, hâsıl olan: 480.
Milliyet: Aralarında din, dil ve tarih bağı olan topluluk. Ümmet: 480.
Dostî: Dostluk: 480.
Da’vet: Dua. Ziyafet. Çağırma. Delil ileri sürme: 480.

Mucîb: İcabet etme. Cevab veren. Sebeb kabul eden. Duaya cevab veren. (Esmâ-i
Hüsnâ’dandır.): 55.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+1302= 2055.
Mücehhiz: Gerekli cihazları hazırlayan. Techiz eden: 55.

02.04.2009- SAYI: 116


SİMURG
Levha: 26 Şubat 2009… Mahmud Efendi Hazretlerinin yanındayım. Câmideyiz.
Cemaatten biri, hamle yapıyor, elini tutup uzaklaştırıyorum. Daha sonra Mahmud Efendi ile
bir arabadayız. Birileri arabanın önüne atlayıp, garib hareketlerle hamle ediyorlar. Aşağıya
inip, arabada bulunan zâtın Mahmud Efendi olduğunu söyleyip ikâz ediyorum. Sonra tekrar
câmideyiz. Çocuk gibi, Mahmud Efendi’nin dizlerine kıvrılmış onu seyrediyorum. Şöyle
buyuruyor: “Cennet Türkiye’nin Yılanı O!”… Bende bu sözü Kumandan için söylediği hissi
mevcud. “Yılan, Karayılan…” gibi tedâilerle Kumandan’ı düşünüyorum. (Kırıkkale F-Tipi
Cezaevi — Yahya Yıldırım.)

“Cennet Türkiye’nin Yılanı O”: 453+741+111+6= 1311.
Kadro: 311.
Muhteri’: Misli görülmedik birşey icâd eden. Yeni birşey bulan: 1310= 311.
Simurg: Devlet kuşu, anka kuşu, zümrüdü anka. Mürşid-yol gösteren: 1310= 311.
Huş: Akıl, fikir, zekâ. Ruh, can: 311.

Mirzabeyoğlu: 1311= 312.
Başbuğ: Osmanlı devrinde akıncı kuvvetlerinin komutanı: 312.
Bayrak: 312.
Nebras. (Süryanice.): Lâmba. Çıra. Kandil. Nur merkezi: 313= 1312.

FİKİR ŞAHSİYETİ
Levha: 10 Mart 2009… Kumandanımız’la ilgili birşeyler konuşuluyor, ben de
konuşulanların Kumandanımız’ı gerektiği şekilde ifâde etmediğini düşünerek müdahale
ediyorum ve son noktayı koyuyorum: “Fikir şahsiyeti eşittir, İBDA” diyorum. (Mehmed
Atılgan.)

Fikir şahsiyeti: 300+1410= 1710.
Cezbe: İstiğrak: 710.
Tefkir: Düşünme veya düşündürülme. Endişe etmek: 710.
Şahadet: Şâhidlik. Bir şeyin doğruluğuna inanma. Delâlet. Alâmet, iz, nişân. Şehitlik:
710.

Fikir şahsiyeti: 1710= 711.
Esîr: Bütün kâinatı kaplamış olan lâtif madde: 711.
Cazibe: Çekme kuvveti. Letafet zamanı. Hüsnü cemâl: 711.
Zabih: Boğazlayan, kesen. Kurban kesen: 711.
Hılaf: SÖĞÜT AĞACI: 711.

YALÇIN
Levha: 2 Ocak 2004… Aslı, nişânlısı Cüneyd, kayınvâlidesi, ablam, amcaoğlu
rahmetli Remzi Yalçın ve ben… Eskişehir’deki eve benziyor ama, İstanbul’da…
Ağabeyim’in (Salih Mirzabeyoğlu.) kurtuluşunda, Remzi Yalçın’ın faydası olacakmış. (Neclâ
Yüksel.)

Remzî: İşarete âit. İşaretle alâkalı: 257.
Cem-ül Cem: Cemi’ olan kelimenin tekrar cem olması. Vahdet-i vücuda dalmak.
Allah’ta fâni olmak: 257.
Mavera: Bir şeyin gerisinde veya ötesinde bulunanlar: 257.
Unfuvan: Gençliğin ve güzelliğin başlangıcı, en parlak zamanı. Parlaklık, tazelik: 257.

Yalçın: 104= 1103.
İsâ: Bir şeyin işlemesini deruhte ettirmek. Vasiyet, sipariş. Nasbetme: 103.
Benan: Parmaklar. Parmak uçları. (Benam: Parmak ucu… Be-nâm: Meşhur bir isimle
tesmiye edilen.): 103.

Yalçın: 104.
Al-i Âba: Ehl-i beyt: 105= 1104.
Cinan: Cennetler: 104.

Remzî Yalçın: 257+104= 361.
Mehdî Mirzabeyoğlu: 59+1302= 1361.
İntırak: Gürleme. Patlama: 361.

DEVLET
Levha: 7 Şubat 2009… Yüzünü görmediğim (yahut hatırlayamadığım) biri veya bir
ses, Kumandan’ı kastederek “devletini kuracak –veya kurdu–, ama o 30 yıl yaşayacak!” diyor.
Hesab yapıyorum. (Muhammed Topçu.)

Ömr: 310.
Şahid: Şahitlik yapan. Bilen, tanıyan. Senet yerine geçecek kadar makûl ve muteber
sayılan. Gören. Melaike-i kirâm. Hazır: 310.
Erkat: Aklı karalı alaca yılan. Yer yer beyazlığı olan her kara nesne: 310.

Va’de: Bir iş için tâyin edilen zaman. Ecel: 85.
Mehdî Salih Mirzabeyoğlu: 62+691+332= 1085.
Vusta: Orta. Ortası. Orta parmak: 85.
Vasit: Hakem, aracı. Orta: 85.
Sikke: Damga. Nereye ve kime âit olduğunun bilinmesi için konulan mühür. Para
üstüne vurulan damga. Düz, doğru yol. Mevlevîlerin keçe külâhı: 85.

Hisab: Hesab. Aritmetik: 71.
Sech: Tırmalama. Bir şeyin kabuğunu veya derisini soyup ayırma: 71.
Ahseb: Çok iyi hesab edilmiş, münasib. Hasis. Miskin. Saçı kırmızıya yakın. Tüyünün
rengi boz olan kızıl deve: 71.
Tabs: İNSAN: 71.

Devlet: 440.
Kısakürek: 441= 1440.
Letta: Büyük emir: 440.

ASR SÛRESİ
Levha: 4 Haziran 2003… Kalabalığız; Kumandan, Kâzım ağabey, Fazıl ağabey ve
birçok arkadaş var. Spor salonuna çıkacakmışız. Çıkarmıyorlar. Sonra üç kişiye müsaade
ediyorlar. Uzun bir merdivenden iniyoruz, sonunda bir kapı var; açıkça mavi önlüklü
çocuklar, ders yapıyorlar. “Biz de katılabilir miyiz, mesele çıkarmayız!” diyorum. Kabul
ediyorlar, fakat yeşil hırkalı öğretmen “hayır!” diyor. Aşağı iniyoruz. Kabir gibi bir toprak
yığını; başucunda rahmetli İbrahim, Ayhan ve bir arkadaşım daha var. İBDA’cı imişler.
Kumandan’ın gelmesini bekliyoruz, gelmeyince ben gidip bakayım diye geri dönüyorum…
Gittiğim yer, eski mahalledeki câmi imiş ve Cuma namazı kılınıyor. Cemaat çok kalabalık.
Kumandan ve diğer arkadaşlar içerdeler. Kumandan, imâm ile konuşuyor, duyamıyorum.
Bütün cemaat, onu görmek ve sesini duymuş olmaktan memnun ve heyecan içinde.
Kumandan, İmâma, “tamam, ben okurum; lillahil hamd kısmına gelince, İbdacılar benimle
birlikte sesli tekrar etsin!” diyor. Eline mikrofonu alıp müezzin kısmı gibi bir yere dizüstü
oturuyor. Saçları ve sakalları çok güzel ve beyazlık ayrı bir heybet katmış. Bu arada, Kâzım
ağabey ve arkadaşlar “lillahil hamd”ı tekrar edip herkesin duyması için câmiden dışarı
çıkmışlar. Ben içeride, kollarımı kavuşturmuş dikiliyorum. Kumandan “Asr Sûresi”ni çok
güzel bir sesle okuyor. Her âyette ben de içimden tekrar ediyorum ki, sesli okuyacağım kısmı
kaçırmayayım diye. Son âyet “lillahil hamd” imiş ve oraya gelince bütün cemaat şevkle,
bizimle beraber tekrar ediyor. “Sadece İBDA’cılar tekrar edecekti ama, cemaat İslâm’ı
İBDA’nın temsil ettiğini anladı, onun için katıldı; yoksa katılmazlardı!” diye düşünüyorum ve
bu düşüncemi Kumandan’a söylemeye niyetleniyorum. Kumandan kalkıp dışarı yöneliyor,
arkasından ben de. Başımı çevirip ön safa baktığımda, ortada iki kadın görüyorum. Yeşil
öğretmen hırkası giymişler ve tebessüm ediyorlar. Birisi oyuncu Zühal Olcay; onun da bizim
düşüncelerimize katıldığı hissi var. Kapıda Fazıl ağabey, Kumandan’ın ayakkabısını bulup
önüne koyuyor. Kumandan “Asr Sûresi”ni okurken, son âyetin “lillahil hamd” oluşu normal
gelmişti. Herkes de aynı şekilde okudu ve sanki sûrenin son âyeti oydu. (Bolu F-Tipi Cezaevi
— Tayyar Tercan.)

Asr: Bir devrelik zaman. İkindi vakti. Zamanın bir cüz’ü. Konuşan kimselerin
beraber yaşadığı müddet. Yüzyıl. Eskiden bazılarınca 40, 50, veya 60 yıllık müddet.
İnsanın ortalama yaşayış zamanı. Gece ve gündüzün her biri. Birisinin aşireti.
Men’etmek. Suyunu çıkarmak için bir şeyi sıkmak. (Asr Sûresi için, İmâm-ı Şafiî
Hazretleri şöyle buyurmuştur: Başka bir şey inmemiş olsaydı bile, Kur’ân’dan bu sûre
insanlara yeterdi. Bu, Kur’ân’ın bütün bilgilerini öz olarak ihtiva ediyor.): 360.
Şin. (Kürtçe.): Mavi: 360.
Şin: Bir harf. Çok nikâhlı kimse: 360.
Sipahsalar: Askerlerin en büyüğü serasker: 360.
Arif: Çok irfanlı, meşhur âlim. Bir işden iyi anlayan: 360.
Tenzir: Olacak bir hâdiseyi haber vererek korkutma: 1360.

Lillahil hamd: Ne kadar hamd ve şükürler varsa ve olmuşsa, cümlesi Allah’a
mahsustur, O’na gider, O’na âittir: 178.
Hace Ubeydullah Ahrar: (Hâcegân silsilesinin 19. büyüğü.): 1177= 178.
Makbul: Kabul olunan, beğenilen. Sevablı: 178.

CEZB
Levha: 10 Mart 2003… Salon gibi bir yerdeyim… Yan odadan Kumandan çıkıyor…
Bıyığı var, ama sakalı yok. Henüz sinekkaydı traş olmuş gibi. Gülümsüyor, “nihayet sen de
geldin!” diyor. Ne yapmalıyım acaba diye düşünürken, “acaba yüzünden mi öpsem,
boynundan mı?” diye düşünüyorum. Eğilip, alnıma götürmeden elini üç kere öpüyorum.
Sonra sarılıp boynundan öpmeyi düşünüyorum… Şiddetli, güzel bir cezbe hâli… “Allah” diye
çığlık atıp cezbeden çıkmak istiyorum ama, bir türlü çığlık basamıyorum. Kumandan bunu
fark ediyor. Koltuk altından, kaburgalarımdan iki eliyle tazyik yaparak, bana “Allah derken,
dilin üst damağına yapışmalı!” diyor. (Tekirdağ Cezaevi — Hasan Kapar.)

Muhallak: Traş olmuş: 178.
Safh: Suç bağışlama, dostluk etme. Bir şeyin bir tarafı. Bir şey içirme. Yüz çevirme:
178.
Mümahhas: Tecrübe ve imtihan edilmiş. Denenmiş, sınanmış: 178.

Unk: Boyun, gerdanlık, gerdan: 220.
İsâ – “Büyük Doğu-İBDA”: 150+1069= 1219= 220.
Hercaî: Her yerde bulunur, kendine mahsus bir yeri olmayan: 220.
Amik: Dibi çok aşağıda, derin. İnceden inceye pek ziyâde araştırmadan sonra anlaşılan
mesele: 220.
Habir: TAZE ve yeni şey: 220.
Feylak: Büyük adam. Çok asker. Kolordu. İpek böceği ve kozası: 220.

ZİKR-RABITA
Levha: 21 Mart 2003… Kumandanımız’a iki rüyâ anlatmışım. Birinde Hasan Kapar’ın
rüyâsında olduğu gibi, “dilin üst damakta olması” meselesi sözkonusu. Mektubtaki rüyâyı
anlatmışım ama, dil damakta olmalı bölümünü unutmuşum. Heyecanla tekrar mektuba
bakıyorum ve “en önemli bölümünü anlatmayı unutmuşum!” deyip, okuyorum. Aslında,
“zikirde değil de rabıtada dil damakta olmalı!” diyorum ve diğer rüyâda da bu mevzuun
geçtiğini hatırlıyorum. Elini başından yüzüne doğru sıvazlarken, arkaya doğru yaslanıyor ve
“vay be!” diye hayretini izhâr ediyor. (Bolu F-Tipi Cezaevi — Sadeddin Ustaosmanoğlu.)

Zikr: Anmak. Hatırlamak. Anılmak: 920.
Zükr: Kalbteki fikir, düşünce: 920.
Teşekkür: Şükür etmek: 920.
Şirket: Ortaklık, iş ortaklığı: 920.
Dershâne: 920.

Rabıt(a): Rabteden, bağlayan, bitiştiren. Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki
şeyi birbirine bağlayan tertib. Tertib, sıra, düzen, usûl: 217.
Muavvizat: İhlâs, Felâk ve Nas Sûreleri: 1217.
Ordu: 217.

You might also like