You are on page 1of 25

ARDINIZA YASLANIN VE

OKUYARAK GULUMSEYIN :-)


Ah, bir salak olsaydım!

Şakir, bizim sınıfın en salağıydı. Hatta okulun en


salağıydı. Tarih
dersinde kopya istesek, hazırladığı kopyaları
karıştırıp coğrafya kopyası
verirdi.
Düz yolda yürürken düşmeyi becerir, kafasını
geçtiği her kapının
pervazına vurur, okul çıkışında caddeyi geçerken
sık sık ezilme tehlikesi
geçirir, ikide bir rapor alıp okula gelmezdi.
Yaşar Doğu, Celal Atik, Nasuh Akar'ların Olimpiyat
zaferlerinden olsa
gerek hepimizi bir güreş merakı basmıştı. Teneffüslerde itişe
kakışa
güreşip dururduk. Şakir de güreşmeye pek meraklıydı. Ama
birini
yenebildiğine hiç rastlamadım. İlkokula 3. sınıftan başladığım
için
sınıfın en küçüğüydüm. Üstelik bir hayli sıskaydım da...

Benim ikim gibi olmasına rağmen Lapacı Şakir'i yatırıp


dururdum.
Heyecanlanınca Şakir'in dili de tutulurdu. Konuşamaz,
'hıgık, mıgık' bir
şeyler kekelerdi. Bu arada gözleri börtler, suratını al
basar, tepinmeye
benzeyen garip hareketler yapardı.
Okul numaralarımız peşpeşe olduğu için öğretmenler
ikimizi beraber tahtaya
kaldırırlardı. Şakir sorulan soruya inileyerek 'humpuf!..
Murg!..' diye
yanıt vermek uğruna kıvranırken öğretmen, çektiği azabı
durdurmak için
aynı soruyu bana sorardı.
Ben soruyu yanıtlarken Şakir de kafasını yukarıdan aşağıya
doğru sallayarak
cevabı onaylar, böylece cevabı bildiğini gösterirdi. Öğretmen
ikimize de
aynı notu verip sıramıza yollardı. Bazen soruları ben
bildiğim halde
Şakir'in daha yüksek not aldığı olurdu. Zaten Şakir'in bir
adı da Ballı
Şakir'di.
Okul bahçesinde top oynarken çok beceriksiz olmasına rağmen
nedense
acıyıp Şakir'i de oynatırdık. Örneğin Şakir'den daha iyi
oynamalarına
rağmen Doğan Hızlan'la Konur Ertop'u oynatmazdık.

Adam yerine koymadığımız için maçta Şakir'i kimse tutmazdı.

O da gidip kale önüne dikilirdi. Ama en çok golü de Ballı Şakir


atardı.
Top orasına burasına çarpar gol olurdu.
O zamanlar, ortaöğretimde kızlar ve erkekler ayrı okullarda
okurlardı.
Burnumuzun altındaki tüyler, hafiften kıla dönüşmeye
başladığı için
hepimiz potansiyel birer Kazanova'ydık. Yaşanmamış yaz
tatili
maceralarımızı bütün öğrenim yılı boyunca birbirimize
anlatırdık.
Her anlatışta zamparalık öyküsü biraz daha gelişir
bakıştığımız kız,
konuştuğumuz kız olur, konuştuğumuz kız ise seviştiğimiz kıza
dönüşürdü.
Bir tek Şakir'in sevda öyküleri yoktu.

Öykü uydurmayı beceremediğinden mi,yoksa


inanmayacağımızı bildiğinden mi
susup sadece bizi dinlerdi.
Gerçi hiçbirimiz hiçbirimizin öyküsüne inanmazdık
ama,
anlatmadan da duramazdık.
Ama Meral'i yine salak Şakir tavlamıştı. Meral bizim
okulun bahçesine
bitişik bir evde otururdu. Keyfinden ya da hainliğinden
sık sık cama
çıkardı. Okul bahçesinden gelen naraları ve feryatları
duymazdan gelir,
hülyalı mavi gözlerini gökyüzüne dikip kırıtırdı.

Meral'i rüyasında görmeyen öğrenci herhalde yok gibiydi.


Meral, yine bir gün pencere şovu yaparken biz Şakir'i gaza
getirdik.
'Kız sana bitik, kız sana yangın!.. Haydi Şakir göster kendini,
okulun
şerefini kurtar!' diye el verdik Şakir'i okul duvarının üstüne
çıkardık.
Şakir'i yine al bastı, 'Humpf mumpf!' diye konuşmaya çalışıp
acayip
hareketler yapmaya başlayınca duvarın üstünden kayıp
Meral'lerin
bahçesine düştü. O sırada ders zili çaldı.
Şakir'in bu aşk düşüşünün gerisini göremedik.

Ama tahmin edebildik. Çünkü Meral'in bütün


Cerrahpaşa'ya
belasıyla nam salmış asabi bir ağabeyi vardı. Vee 2 gün
sonra okula gelen
Şakir'in mor sol gözünden ve topallayarak yürümesinden
tahminlerimizin
doğru çıktığını anladık.
Ama Şakir'i Meral'le bir muhallebicide el ele,yanak yanağa
muhabbet ederken görebileceğimizi tahmin edememiştik.
Okul bitti, hepimiz bir tarafa dağıldık.
Konur Ertop yaman bir edebiyat düşünürü oldu.

Doğan Hızlan hiç büyümedi. Eskiden de böyle yaşlı başlı bir

mütefekkirdi. Şimdi aynı gazetede icrayı lûbiyat ediyoruz.

Oktay benimle Akademi'ye girdi. Orhan ordudan emekli oldu.

Mustafa hepimizi güreşte yenerdi.


Şampiyon bir güreşçi olabildi mi bilmiyorum. Orhan Kemal
hayranı
Erol ne oldu?
İlhami, bir gün gazeteye beni ziyarete gelmişti. Ben
bunak,
can arkadaşımı anımsayamamıştım.

Kırık bir tebessümle hoşçakal deyip gitmişti. Bir gece


yarısı İlhami'nin
kim olduğunu bulup yataktan fırlamıştım. Camı açıp

'İlhamiii, seninle bağ bahçe dolaşırdık... Subay


kumaşından bozma bir
ceketin vardı... Ne olur bir daha gel!' diye gece
karanlığına doğru
Şakir'i gazetelerde ve televizyonlarda hep önemli bir
adamın yanında
aptal aptal sırıtırken gördüm. Yıllar sonra, bir gün bir
tiyatro galasında
canlısına rastladım. Sarılıp sarmaştık.
Konuşurken bir ara elindeki kanapenin zeytinini nasıl
becerdiyse yandaki
güzel hanımın açık yakasından içeri kaçırdı. Tabii,
kaçırmakla kalmayıp
elini açık yakadan içeriye daldırıp zeytini aramaya da
başladı.
Ben, güzel kadının gıdıklı kahkahalarını duyunca
saklanacak yer aramaktan
vazgeçtim.
Şakir, alkolle yüklüydü. 'İllaa bize gideceğiz' diye tutturup
beni
sürükleyerek bir arabaya bindirdi. Araba dedimse aklınıza
öyle Reno,
Ford,Honda gibi normal arabalar gelmesin.

Camları koyu füme, içi deri ve ağaç kaplı bir salon


salomanjeydi.
Tahminime göre özel yaptırılmış bir Mersedes'ti.
Şakir'in evi ise Boğaz'a nazır bir saray yavrusuydu.
Duvarlarda ünlü
ressamların tabloları vardı. Hatta, bir Dali ve bir Miro'ya
takıldım
kaldım.

'İspanya gezimizin anıları' dedi.

'Benim hatırladığım, sen bir memur çocuğuydun. Bunlar


nereden?'

'Aptallıktan.'
Bu yanıttan hiçbir şey anlamadım, ama yine sordum:

'Bu ev senin mi?'

'Tabii, ama bir de yazlığımı görmelisin. Bir Yunan adası satın


aldım.
Oraya bir yazlık yaptırdım. Özel helikopterimle arada bir
kaçıyorum.'
'Bunca parayı nasıl kazandın lan?'

'Çünkü ben bir salağım.'

'Estağfurullah.'

'Estağfurullahı filan yok, benim mesleğim salaklık.'

'Nerede çalışıyorsun?'
Şakir, adını veremeyeceğim çok ünlü bir holdingin genel müdür
yardımcısı
olduğunu söyledi. Şaştım kaldım. Farkında olmadan, 'Seni nasıl
genel müdür yardımcısı yaptılar yahu?' diye mırıldanmışım.

'Salak olduğum için enayi... Sen genel müdür olsan yanına zeki
birini
ister miydin? Ben bir halt edince babam zeki olan ağabeyimi
döverdi. Zeki adam tehlikelidir ve beladır. Seni yerinden eder.

Zeki olanlar hababam sorun çıkarırlar.


Salaklık nimettir. Herkes salakları sever ve gözetir.
Çünkü tehlikesizdirler. Ayrıca insanda merhamet uyandırırlar.
Salaklığım sayesinde üniversiteyi bana bitirttiler. Sonra da

bu şirkete memur olarak girdim. Şef yardımcısı, müdür


yardımcısı, derken
genel müdür yardımcısı oldum. Sen zekiydin de ne oldun?
Altmışını
geçtin,hálá üç otuz para maaşa talim ediyorsun.'
Bir ara, altın kakmalı fildişi bir satranç takımına gözüm ilişti.
Şakir,
'Oynayalım mı?' diye sordu.

'Haydi be, sen tavlayı bile doğru dürüst oynayamazdın!'

Oynadık, herif beni 18. hamlede mat etti. Hem de benim gibi
bir ustayı!..
O sırada salona yeşil gözlü, ceylan sekişli, Şakir'den en az 30
yaş daha
genç bir hanım girdi. Şakir'e merhamet ve sevgi dolu
bakışlarla bakıp,

'Ruhum, canım, bir tanem. Senin uyku saatin çoktan geçti. Gel
seni
yatırayım!' dedi ve Şakir'i alıp götürdü. Salon kapısından
çıkarken
Şakir,kafasını kapının pervazına çarptı.
Ben de zeki zeki gülümsedim.
Ah, bir salak olsaydım
RAHMETLI OGUZ ARAL'DAN

M
BY A
Y

You might also like