You are on page 1of 177

www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.

tr

ÖNSÖZ

Big Bang Teorisi doğru mu? Big Bang Teorisi felsefe ve dinler açısından hangi
sonuçları doğuruyor? Tanrı var mı? Tanrı’nın varlığı bilimsel verilerle ve akılcı delillerle
ispatlanabilir mi? Evren, bilimsel kanunlar, evrensel tüm oluşumlar, bütün canlılar ve biz;
tesadüfen mi oluştuk, yoksa bilinçli bir yaratılışın ürünleri miyiz? Bu sorulara
vereceğimiz cevapların, neye inanmamız gerektiği ve hayatın bir anlamı olup olmadığı
hususlarında önemli neticeleri olacaktır. Bu inançlar ve hayatın anlamı konusundaki
yaklaşımımız ise hayatımızın ahlak gibi pratik alanlarında belirleyici olacaktır.

Evren hakkında ne düşündüğümüz gerçekten de önemlidir. Evren hakkındaki


görüşümüz, evrenin bir parçası olan kendimiz hakkındaki görüşümüzü de
oluşturmaktadır. Big Bang (Büyük Patlama) teorisi evrenin kökeni ve yapısı hakkındaki
bilgimizi arttırmış ve evreni daha iyi tanımamızı sağlamıştır. Big Bang teorisi, evrenin
tek bir noktadan, çok yoğun ve çok sıcak bir şekilde oluşmaya başladığını; evrenin
sürekli genişlediğini ve bu genişlemeyle evrendeki sıcaklığın ve yoğunluğun düştüğünü,
buna bağlı olarak evrendeki tüm aşamaların gerçekleştiğini, bu aşamalarda atom-altı
dünyadan yıldızlara kadar tüm oluşumların meydana geldiğini gösterir. Kitap boyunca
“Big Bang” ve “Big Bang teorisi” deyimlerini bu anlamda kullandım.

Big Bang’in bilimsel açıklamasının yanında, felsefe ve dinler açısından sebep


olduğu sonuçları da çok önemlidir. Son birkaç yüzyılda bilimin, felsefenin ve dinlerin
arasına kalın duvarlar örüldü. Bilim adamlarının çoğu, evrenin “nasıl” oluştuğu ve
yapısının “ne” olduğu konularına o kadar odaklandılar ki, elde ettikleri bilimsel verilerin,
felsefe ve ilahiyat alanı açısından sonuçlarıyla ilgilenmediler. Felsefecilerin çoğu, bilimin
verilerini takip etmeyi gerektiren bir uğraştan uzak durdular ve pozitivist dil felsefesi
geleneği gibi, felsefeyi dillerin çözümlenmesine indirgeyen sınırlayıcı yeni geleneklerin
etkisi altında kaldılar. İlahiyatçıların çoğu da, bilimsel araştırmaya girişmekten uzak
durarak bilim, felsefe ve dinler arasında örülen bu duvarları kabullendiler.

1
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bilimin farklı, felsefenin farklı, dinin farklı hakikatleri olamaz; fakat, yanlış bilim,
yanlış felsefe ve yanlış din olabilir. Anlaşılıyor ki , bu duvarların içinde kalan tüm bu
faaliyetlerin yanlışlıklarına müdahale edilememesi ve her alanın kendi otoritesini
muhafaza edebilmesi için bu duvarlar örülmüştür. Bu ise, bilimin verilerinden gerekli
sonuçların çıkarılamamasına, felsefelerin kısır şüphelere boğulup kalmalarına ve din
alanına sayısız hurafelerin sokulmasına sebep olmuştur.

Bu çalışmamda, tüm bu sakıncalı sonuçlardan korunmak için bilim, felsefe ve din


alanını hep beraber ele aldım. Kitabın ilk iki bölümünde, Big Bang teorisi ortaya
konmadan önceki felsefe ve bilim tarihini tanıttım. Böylelikle okuyucunun, Big Bang
teorisini, tarihsel bir bakış açısıyla değerlendirebilmesini hedefledim. Üçüncü, dördüncü
ve beşinci bölümlerde Big Bang teorisinin temel ve yan delilleri ile Big Bang teorisine
karşı yapılan bilimsel itirazları ve bunlara verilen cevapları inceledim. Bu üç bölüm daha
çok Big Bang’in bilimsel verileri ile alakalıdır. Bu bölümlerden sonraki dört bölümde,
Big Bang’in ışığında felsefe tarihini ve dinleri inceledim. Tanrı’nın var olup olmadığı ve
evrenin ezeli olup olmadığı konusunda yapılan tartışmalarda, Big Bang’in hangi tezleri
desteklediğini hangilerini yanlışladığını göstermeye çalıştım. Böylece binlerce yıldır
yapılan tartışmayı Big Bang’e yargılattım. Kitabın son bölümünde, Big Bang’in ve
evrendeki oluşumların, bilinçli bir yaratılışı gerektirip gerektirmediği konusunu ele
aldım. Tüm bunları yaparken bilim tarihi, felsefenin önemli tartışmaları ve dinler
hakkında okuyucuyu bilgilendirmeye çalıştım.

Bu çalışmayı hazırlamamda, yaptığımız tartışmalarla, önerdikleri kaynaklarla,


yazdıklarımı okumalarıyla ve beni teşvik etmeleriyle birçok kişinin yardımları oldu. Bu
şahısların herbirine, ayrıca değerli katkılarından dolayı Feryalim’e ve değerli
profesörlerimiz Bekir Karlığa’ya, İlyas Çelebi’ye, Necip Taylan’a ve Kasım Turhan’a
teşekkürlerimi sunuyorum. Bu kitabı okuyan siz değerli okurlarıma da ilgilerinden dolayı
teşekkür ediyor; eleştirilerinizi, katkılarınızı ve önerilerinizi, kitabın arka kapağında
yazılı olan internet adreslerine göndermenizi rica ediyorum.

2
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

I – BIG BANG TEORİSİ


ORTAYA KONMADAN
ÖNCEKİ DURUM
1.BÖLÜM
BIG BANG TEORİSİNDEN ÖNCE
FELSEFE TARİHİ VE DİNLER

Big Bang teorisinin felsefi sonuçlarını daha iyi anlayabilmek için öncelikle bu teori
ortaya konmadan önce felsefe tarihinde ileri sürülen fikirleri incelemek faydalı olacaktır.
Böylelikle, bu teorinin insanlık tarihi boyunca ortaya konan fikirlerden hangilerini
desteklediği, hangilerini geçersiz kıldığı anlaşılabilecektir.

Big Bang’in temel ve yan delilleri ile karşıt delillerini göstereceğimiz sonraki
bölümlerin ardından, şimdi kısaca özetleyeceğimiz fikirler çok detaylı bir şekilde ele
alınacaktır. Bu bölümde kısaca tanıtılan felsefe tarihi, o bölümlerde detaylı bir şekilde
Big Bang’e yargılatılacaktır. Bu bölümde sadece Big Bang’ten önceki durumun
zihinlerde canlandırılması amaçlanmıştır.

Felsefe tarihinin en önemli sorunlarının başında Tanrı’nın var olup olmadığı gelir.
Yine bu sorunla çok alakalı olduğunu göreceğimiz maddenin ve evrenin ezeli olup
olmadığı meselesi de felsefe tarihinin en önemli sorunlarının başında gelmektedir.

3
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Felsefe tarihinin bu iki önemli sorunu bu kitabın en temel tartışma odağını oluşturacağı
için, Big Bang’ten önceki felsefe tarihi bu iki soruya verdikleri cevaba göre ayrılıp
incelenecektir.

TANRININ VARLIĞINI İNKAR EDEN VE MADDENİN


EZELİLİĞİNİ KABUL EDEN GÖRÜŞ

Materyalist felsefenin en temel tezi olan bu görüşe göre yalnız madde gerçektir ve
onun dışında hiçbir şey yoktur. Madde yaratılmamıştır, yok edilemez, kendiliğinden
varlığını sürdürür, evrenin tek yapı taşıdır. Materyalizmin bu inancından çıkarttığı sonuca
göre Tanrı yoktur, dolayısıyla Tanrı’nın varlığı fikri üzerine inşa edilmiş dinlere inanç
yanlıştır.

Maddenin ezeliliği fikri, materyalist felsefenin dışında da savunulmuştur. Örneğin


Budizm’de (kuruluşu M.Ö. 5. yy), Tanrı’nın hiçbir müdahalesi olmadan, var olan her
şeyin mekanik yasalara uygun olarak maddeden meydana geldiği söylenir. Budizm’in
bazı kollarında Tanrı’nın varlığı kabul edilmiş olabilir, fakat temel metinlerde Tanrı’dan
hiç bahsedilmediği ve evren ezeli kabul edildiği için; Budizm, Tanrı’yı yok sayan ve
maddeyi ezeli kabul eden başlığın altında incelenebilir.

Hint felsefesinin (kuruluşu M.Ö. 20. yy’a kadar uzanır) önemli bir bölümü de
evreni ezeli kabul eder ve Tanrı’ya yer vermeden evreni açıklamaya çalışır. Çin
düşüncesindeki Taoizm’de de (kuruluşu M.Ö. 6. yy) her şeyin kendiliğinden oluştuğu ve
evrenin ezeli olduğu fikrine rastlanır. Bu konu ileride daha ayrıntılı işlenirken
Uzakdoğu’nun bu felsefelerinden ve dinlerinden alıntılar yapılacak, Big Bang’in tüm bu
felsefeler ve dinler için doğurduğu sonuçlar gösterilecektir.

Eski Yunan’ın atomcuları Demokritos (M.Ö. 460-370) ve O’ndan felsefesinin ana


çizgilerini alan Epikuros (M.Ö. 341-270), günümüz materyalist görüşlerinin babası kabul
edilirler. Onlar da evreni ezeli (öncesiz) ve ebedi (sonsuz) kabul ediyorlardı ve Tanrı’ya

4
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yer vermiyorlardı. Fakat Tanrı’yı açıkça inkar ederek evreni ezeli kabul etme ilk olarak
Lucretius’ta (M.Ö. 98-55) kendini gösterir. İlk olarak O’nda apaçık gözüken ateizmden
dolayı, O’nu, materyalist felsefenin ilk temsilcisi olarak kabul edenler de vardır.

Felsefe tarihindeki matematikçi d’Alembert, iktisatçı Turgot, ayrıca Condorcet,


Baron d’Holbach da materyalist felsefenin temsilcileridir. Fakat hiç şüphesiz ki
materyalist felsefenin en ünlü ve en etkili olmuş temsilcileri Karl Marks (1818-1883) ve
Friedrich Engels’tir (1820-1895). Felsefelerini eylemle birleştiren Marksçılar, Marks’ın
ölümünden 70 yıl sonra Dünya’nın üçte birini yanlarına almışlardır. Karl Marks’ın
dışında düşünceleri bu kadar kısa bir zamanda bu denli büyük etki yaratmış bir
düşünürün olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Marks’ın ve Engels’in yazılarını okuyanlar,
onların felsefenin en temel sorununu şu şekilde ortaya koyduklarına tanık olacaklardır:

1- Ya madde ve doğa öncedir, Tanrı yoktur.


2- Ya da Tanrı öncedir, madde ve doğa Tanrı’nın eseridir.

Onlara göre felsefenin en temel sorunu budur. Onlar felsefenin en temel sorununu
ortaya koyarken birinci maddenin doğruluğunu savunmuşlardır. Materyalist felsefenin en
ünlü ideologları bilimi kutsamışlar, dinlerle berabar agnostikliğin (bilinemezciliğin) her
türlüsüne de karşı çıkmışlardır. Bilimi kutsayan bu kişilerin görüşlerinin, Big Bang
teorisi tarafından bilimsel bir merkezde ele alınması gerçekten de ilginç olacaktır. Onlar
bilimin hakemliğini kabul etmişlerdi, bilimin felsefi sonuçlara yol açacağını
savunuyorlardı. Bakalım bilim (Big Bang örneği ile) onların felsefesini nasıl
yargılayacak! Bu ilerleyen bölümlerde ayrıntılı bir şekilde ele alınacaktır.

HEM TANRININ HEM DE MADDENİN VARLIĞINI


EZELİ KABUL EDEN GÖRÜŞ

Materyalistlerin de kabul ettiği gibi iki temel görüş vardır. Ya madde ezelidir ve
Tanrı yoktur, ya da Tanrı ezelidir ve madde sonradan yaratılmıştır. Fakat felsefe tarihinde

5
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

çok geniş bir yer kaplayan felsefecilerden Platon’un (M.Ö. 427-347) ve Aristo’nun (M.Ö.
384-322), hem Tanrı’nın hem de maddenin varlığını ezeli kabul eden görüşte olmaları, bu
fikrin de özel bir bölüm olarak ele alınmasının sebebidir.

Evrenin ezeliliği fikri Aristo’da kendini daha da açık bir şekilde gösterir. Ona göre
yıldızlar ezeli bir yakıtla yanarlar ve ebedidirler. Platon her şeyin “kaos” tan çıktığını
söylerken, onun bu açıklamasının yoktan yaratılışa daha yakın olduğu söylenebilir, fakat
Platon yorumcularının çoğunluğuna göre Platon da maddenin ezeliliği fikrine
inanmaktadır.

Bu görüşün tarihteki en önemli savunucuları Platon ve Aristo olmakla beraber,


onlardan sonra gelip onlardan etkilenen filozoflar da benzeri görüşleri savunmuşlardır.
Örneğin Farabi ve İbni Sina’nın bu görüşlerden etkilenmesi ve Gazali’nin onlara getirdiği
eleştiriler İslam dünyasında çok ünlüdür.

Platon ve Aristo, Hristiyan dünyasında adeta Hristiyanlık öncesi azizler olarak


kabul edilmelerine rağmen, tek Tanrılı dinlerle en büyük farklılıklarından biri maddenin
ezeliliği konusunda olmuştur. Bu yüzden Big Bang’in bu konuda söyleyecekleri tarihin
bu önemli tartışmasına da ışık tutacaktır. Acaba kim haklıydı? Platon ve Aristo mu?
Yoksa tek Tanrılı dinler mi? Bakalım Big Bang ne karar verecek?

AGNOSTİK (BİLİNEMEZCİ) TAVIR

Daha önce görüldüğü gibi Tanrı’nın varlığı ve maddenin ezeli olup olmaması
konusunda iki temel görüş vardır, Platon ve Aristo’nun görüşleri ise üçüncü bir görüş
olarak bunlara ilave edilebilir. Felsefe tarihini incelerken, bu konuda dördüncü bir görüş
olmasa da, bu üç görüşe girmeyen, fakat önemli bir yer işgal eden dördüncü bir tavıra
rastlıyoruz. Bu agnostik (bilinemezci) tavırdır. Agnostik tavır, daha önce sayılan
görüşlerin hangisinin doğru olduğunun bilinemeyeceği iddiasındadır. Yoksa agnostizm
alternatif bir model sunmamaktadır. Bu tavıra sahip olanları da üçe ayırabiliriz:

6
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

1- Agnostik-Ateistler: Bu tavırda olanlar, Tanrı’nın varlığının bilinemeyeceğini iddia


ederler ve bu noktadan ateizme geçip, bilinemeyen bir Tanrı’yı yok kabul etmenin
doğru olacağını düşünürler.

2- Agnostik-Fideistler: Bu tavırda olanlar, akılla ne Tanrı’ya inanılabileceğini ne de


Tanrı’nın reddedilebileceğini belirttikten sonra, aklın karışmadığı bir imana geniş
bir yer açarlar ve Tanrı’nın varlığına inanırlar. Tarihin en ünlü agnostiği Kant da
bu sınıfa dahil edilebilir.

3-Agnostik olup daha ileri gitmeyenler: Bu tavıra sahip kişiler ise agnostik
tavırlarından daha ileri gitmezler. Agnostiklikten Tanrı’ya inanca veya ateizme
geçmezler. Bunların hareket noktası aynı zamanda durdukları noktadır.

Agnostizm, pozitivist ya da materyalist öğretilerde karşımıza çıkan nihai


gerçekliğin bilinemez olduğu görüşü olarak tarif edilir. Hepsinden önemlisi agnostizm,
Tanrı’nın var olup olmadığını bilemeyeceğimizi söyler. Tabi ki agnostizme göre
maddenin, evrenin başlangıcı olup olmadığı da bilinemezler listesindedir.

Agnostikliğin kökeni Eski Yunan’da aranır ve benzeri görüşler Sofistler’e kadar


götürülerek aktarılır. Kesin ve mutlak bilginin imkansızlığını savunan Protogoras (M.Ö.
485-420) ve Gorgias (M.Ö. 5. yy), Sofistler’in bu konudaki en ünlü örnekleridir.

Fakat agnostizm denince felsefe tarihindeki iki önemli isim gündeme gelir.
Bunlardan birincisi David Hume (1711-1776), ikincisi ise ondan etkilenen ve ondan daha
da ünlü olan Immanuel Kant’tır (1724-1804). Bu iki isim de Tanrı’nın var olup
olmadığını bilemeyeceğimizi, pekala maddenin de ezeli olabileceğini, fakat bunu da
bilemeyeceğimizi söylemişlerdir. Tanrı’nın varlığını kanıtlayan delillere bu ikilinin
yönelttiği itirazların temelinde bu görüş vardır. Big Bang’e agnostizmi yargılatırken bu
itirazları ele alacağız.

7
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Big Bang, evrenin başlangıcı hakkında bilginin mümkün olduğunu ortaya koyar ve
hem teorik, hem de gözlemsel ve deneysel verileriyle bunu destekler. Bilginin mümkün
olduğunu gösteren ve agnostizmin ulaşılamaz ve açıklanamaz kabul ettiği çok temel bir
konuyu açıklayan Big Bang, agnostizmin birçok itirazını geçersiz kılmaktadır.

TANRI’NIN VARLIĞINI VE MADDENİN YARATILMIŞ


OLDUĞUNU KABUL EDEN GÖRÜŞ

Bu görüşü savunan tarihteki en önemli aktör, hatta tek aktör tek Tanrılı dinlerdir.
Tek Tanrı’ya inanan dinler, kendilerinin dışındaki herkese karşı Tanrı’nın var olduğunu,
maddenin ve evrenin yaratılmış olduğunu savunmuşlardır. Yahudilik, Hristiyanlık ve
Müslümanlığın mezhepleri arasında birçok farklar olmakla beraber, Tanrı’nın ezeli
varlığı ve maddenin yaratılmış olması konusunda üç büyük din bütün mezheplerinde aynı
ortak görüşe sahiptir. Bu dinler, bu görüşlerini kutsal kitaplarına dayandırarak
temellendirirler. Maddeci ateizmin, maddenin ezeliliği konusundaki ortak görüşüne
karşın, tek Tanrı’ya inanan dinlerin maddenin yaratılmışlığı ve dolayısıyla başlangıcı
olduğu konusundaki ortak görüşü önemlidir. Bu tek Tanrılı dinleri, kendileri dışındaki
her görüşten ayıran temel bir konudur.

Tek Tanrılı dinlerde Tanrı’nın yüceliği ve kudreti en temel kavramlardır. Bu


yüzden Tanrı’nın yüceliğine ve kudretine ters düşecek bütün izahlar reddedilir. Tanrı’ya
eksiklik atfeden anlatımlar, görüşler dışlanır. Yaratılmamış, kendi kendine var olma
fikriyle madde, Tanrı’nın gücü ve kudretinden bağımsız bir varlık kazanmış olur. Bu
yüzden yaratılmamış madde fikri, tek Tanrılı dinlerin kesinlikle karşı çıktıkları bir
kavramdır.

Tek Tanrılı dinlerin ortaya koydukları çok önemli dört tane iddiaya dikkatleri
çekmek istiyorum. Çünkü bu dört nokta – ileride ayrıntılı bir şekilde görüleceği gibi –
Big Bang’in ortaya koydukları açısından çok önemlidir. İnsanlık tarihinde bu dört tane
iddianın hepsini birden sadece ve sadece tek Tanrılı dinler ortaya koyup savunmuşlardır.

8
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bu dört tane iddianın incelenmesi; “Tek Tanrılı dinler, kendileri dışındaki sistemlerle bu
çok temel görüş ayrılıklarında haklılar mı, haksızlar mı?” sorusunun cevabını verecektir.
Bu dört iddianın doğru olup olmadığında hakemliği Big Bang yapacak, ilerleyen
sayfalarda kararı o verecektir. Tek Tanrılı dinlerin dört iddiası şöyledir:

1- Evren yoktan yaratılmıştır. Dolayısıyla madde ezeli değildir, yani başlangıcı


vardır.

2- Evrenin yaratılışı belli aşamaların gerçekleşmesiyle, aşamalı-gelişmeci bir süreç


takip edilerek gerçekleşmiştir.

3- Evren amaçsal olarak yaratılmış ve tasarımlanmıştır.

4- Evrenin başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır. Günü gelince evren kıyamet
sürecini yaşayacaktır.

9
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

2. BÖLÜM
BIG BANG TEORİSİNE KADARKİ
BİLİM TARİHİ

Bu bölümde astronomi tarihi çok kısa şekilde incelenecektir. Amaç Big Bang
teorisi ortaya konana kadarki bilimsel sürecin zihinlerde canlanması, böylece Big Bang
teorisinin tarihsel perspektifte yerine oturtulabilmesidir.

ESKİ UYGARLIKLARDAKİ GELİŞMELER

Günümüzde on yaşında bir çocuk için bile sıradan olan bilgiler, eski çağların
insanları için çözülemez bilmecelerdi. İnsanların bilme arzusunu çoğu zaman mitolojiler
ve efsaneler karşılıyordu. Bugünkü bildiğimiz anlamda bilimsel çabaya, tarihin bilinen
dönemlerinin çok uzun bir kısmında rastlayamıyoruz.

Sümerler’in M.Ö. 3000 yılında teknik bilgiler elde ettiklerine, bunları kendi
refahları için kullandıklarına tanık oluyoruz. Sümerler’in yerini alan Babiller de
matematikte ve astronomide ilerlemeler kaydettiler. Uzun ve dikkatli gözlemler sonucu
başarılı bir takvim oluşturmayı başardılar ve bunu tarımda kullandılar. Güneş’in her gün
gökyüzündeki kapıların ayrı birinden girdiğini, ayrı birinden çıktığını söylediler...
Babiller’in gökyüzüyle ilgileri astronomi kadar astroloji merkezliydi, gökyüzünü
gözleyerek gelecek ile ilgili işaretler elde etmeye çalışıyorlardı...

Mısır’da da matematik ile astronomi üzerine önemli gelişmelere rastlıyoruz... Eski


Çin ve Hint uygarlıklarının da matematik ve astronomi alanlarında başarılı gelişmeler
kaydettiklerine tanık olmaktayız... Bunlar, günümüzün bilimsel anlayışından farklı
olarak, daha çok günlük ihtiyaçlara yönelik çalışmalar olarak gözükmektedir.

10
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bahsettiğimiz medeniyetler gökyüzü cisimlerinin hareketlerini gözlemlediler; bu


cisimler arasında buldukları düzenli ilişkilere dayanarak ileride oluşacak durumları
tahmin etmeye, tarımda bunlardan faydalanmaya, astrolojik kehanetlerde bu verileri
kullanmaya çalıştılar. Bildiğimiz kadarıyla onlar, günümüz bilimi gibi gözlem verilerini
açıklama ihtiyacı duymadılar, teorik temelde gözlemleri değerlendiremediler. Böyle
olunca da astronomi biliminde bugünkü anlamda bir ilerleme kaydetmeleri mümkün
değildi. Fakat şunu da belirtmeliyiz ki son bulgular, bu medeniyetlerin bilim tarihi
kitaplarında aktarılandan daha çok ilerlediklerini, Eski Yunan’daki gelişmenin kökenini
oluşturduklarını ortaya koymaktadır. Bu da bizi, bilim tarihini Eski Yunan’dan başlatan
alışkanlığın gözden geçirilmesi gerektiği sonucuna götürmektedir.

ARİSTO VE BATLAMYUS’UN DÜNYA MERKEZLİ EVRENİ

Aristo, Dünya’nın sabit merkez olduğunu; bütün gezegenlerin, yıldızların, Güneş’in


ve Ay’ın, Dünya’nın çevresinde döndüklerini savunuyordu. O’na göre yıldızların ham
maddesi ve Dünya’nın ham maddesi birbirlerinden tamamen farklıydı. Yıldızlar ezeli bir
yakıtla yakılmışlardı. Bunlar hem ezeli, hem de ebediydi. Oysa Dünya, kusurlu ve
eksikti, yıldızlar gibi mükemmel değildi.

Daha sonra Batlamyus (Ptolemy, 85-165) Aristo’dan aldığı mirası kullanarak,


Eudoks’un ve Hipparkus’un görüşlerinden de yararlanarak astronomik bir model ortaya
koydu. Bu modele göre Dünya merkezdeydi. O dönemde bilinen beş gezegen Merkür,
Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn ve onlarla beraber Ay ve Güneş, Dünya’nın etrafında
dönüyordu. Yıldızlar ise en dışarıdaki en geniş halkadaydılar. Bu Batlamyus’un
kullandığı mirasın sahipleri olan Pisagor’un, Platon’un, Aristo’nun beğeneceği bir
modeldi; evren dairelerle ve kürelerle tanımlanıyordu.

11
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

MÜSLÜMAN DÜNYADA BİLİMİN ALTIN ÇAĞI

Özellikle 8. yüzyılla 13. yüzyılın arasındaki dönem, Müslüman dünyanın bilimde


zirvede olduğu dönemdir. Bilim tarihçilerinin birçoğu Batı dünyasında aynı dönemi
“Karanlık Çağ” olarak nitelendirirlerken, aynı bilim tarihçileri Müslüman dünyasının bu
dönemdeki bilimsel durumunu “Altın Çağ” olarak tarif etmektedirler.

Bu dönemde Müslüman toplumlar, başta Grek mirası olmak üzere, Hint ve İran
mirasını kullandılar. Tüm bu medeniyetlerin eserlerini çevirdiler, kendileri de bilimsel
araştırma ve gözlemleriyle önemli atılımlar gerçekleştirdiler. Bugünkü anlamda rasathane
ilk olarak Meraga’da 1259 yılında kuruldu. Buradaki çalışmalarıyla Nasreddin Tusi,
Batlamyusçu evren modelinin eksikliklerini eleştirdi. Harezmi, Bitruci ve Biruni gibi
birçok bilgin de astronomiye önemli katkılarda bulundu...

Müslüman toplumların yaptığı çeviriler ve oluşturdukları bilimsel birikim,


Arapça’dan diğer dillere yapılan çeviriler aracılığıyla Batı dünyasına geçti. Birçok bilim
tarihçisine göre, Batı dünyasının Rönesans’tan bugünkü teknolojik gelişimine kadarki
süreç, Müslüman toplumlardaki bu birikimin Batı’ya aktarılması sonucu gerçekleşmiştir.
Batı dünyası kendi tarihsel kökeni olarak gördüğü Eski Yunan’la; Platon’la, Aristo’yla ve
Batlamyus’la bu çeviriler sonucu tanıştı. Batlamyus’un kitabını Araplar “El-Mecisti”
adıyla çevirmişlerdi, orijinal adı “Mathematica” olan bu kitabı Batı dünyası, Arapça’dan
çevirdiği için “Almagest” olarak tanıdı.

KİLİSE VE KOPERNİK İLE BAŞLAYAN SÜREÇ

Batlamyus’un sistemi, ilk ortaya konmasından sonra 1500 yılı aşkın bir süre başta
Hristiyan toplumları olmak üzere geniş bir kitle tarafından, astronominin temeli olarak
ele alındı. Evet, tamı tamına 1500 yıl! Kilise’nin bu astronomik sistemi doğru kabul
etmesinin sonucunda, bu sistem, Hristiyanlığın resmi görüşü olarak kabul edildi. Katolik
kilisesi, Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edildiği için, Kilise’nin bu

12
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

konudaki kararına karşı gelmek, Tanrı’ya karşı gelmek olarak değerlendiriliyordu.


Böylece Aristo ve Batlamyus’un evren modeli, kendilerinin bile hayalini
kuramayacakları kadar geniş bir taraftar kitlesine kavuşmuş oldu. Kendileri aziz, fikirleri
kutsal öğretiler oluverdi!

Bu sistemin geçersiz olması sürecini başlatan Kopernik(1473-1543) oldu. O, Dünya


yerine, Güneş her şeyin merkezi yapıldığında, bu sistemin, gözlenen evrenle daha uyumlu
olacağını ortaya koydu. Bin yılı aşkın süredir geçerli olan Batlamyus sistemine karşı bu
itiraz, önceleri Kilise’yi telaşlandırmadı. Fakat sonra bu fikir, Katolik kilisesi tarafından
olduğu gibi, Luther ve Calvin tarafından da reddedildi. Onlara göre, Dünya’nın evrenin
merkezi olmaması düşünülemezdi!

Eğer bu sistem doğruysa, Kilise ve Kilise’nin aziz olarak ilan ettiği kişiler yanılmış
olacaktı... Kilise’nin yanıldığına dair bu ilk ciddi itiraz, laiklikle neticelenen sürecin de
ilk sebeplerinden biridir. Kilise’nin bilgisinin ve kararlarının mutlak olduğu fikri
sarsılmasaydı, hiç şüphesiz ki laiklik ve sekülerleşme diye adlandırılan süreçler
gerçekleşmeyecekti.

Bu sürece ihtiyaç duyulmasının altında, Kilise’nin kutsal ilan ettiği görüşleri


(özellikle Aristo’nun görüşlerini) bilime dayatması, kendi kontrolünde olan eğitim
sistemini istediği gibi yönlendirmesi vardır. Aristo fiziğinin yanlışlarına tüm Batı
dünyasını yüzlerce yıl mahkum eden, bu fiziği Tanrı’nın vahyi gibi kutsallaştıran sebep,
Kilise’nin bilimi kontrol etmesi olmuştur. Bunun ortaya çıkardığı zararlar, laikliğin ve
sekülarizmin dayanaklarını oluşturmuştur.

TYCHO BRAHE VE KEPLER

Teleskobun icadından önce bilinen en ciddi gözlemleri Tycho Brahe (1546-1601)


gerçekleştirdi. Danimarka kralının desteğini alan Brahe, gökyüzünün haritasını detaylı bir
şekilde çıkarmıştı. Bu arada İslam dünyasına dönersek, aynı yıllarda Takiyuddin

13
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

tarafından (1575’de) İstanbul’da rasathane yapıldığına tanık olmaktayız. Fakat artık


Müslüman dünyanın “Altın Çağı” sona ermiştir. Kıskançlıklar bilimsel çabanın önüne
geçmiş ve uğursuzlukla suçlanan Takiyuddin’in rasathanesi 1582’de top mermileriyle
yıkılmıştır. Müslüman dünyanın, bilimin gelişmesine katkıda bulunacağı süreç artık çok
gerilerde kalmıştır.

Batı dünyasında ise Brahe’nin çok önemli gözlemleri Kepler’in (1571-1630)


teorisyenliğiyle buluştu. Kepler çok iyi bir matematikçiydi, Brahe’nin gözlemlerini
değerlendirerek Kopernik’in sistemindeki eksiklikleri düzeltti. Kopernik, gezegenlerin
hareketinin dairesel olduğunu sanıyordu, oysa Kepler, yörüngelerin elips şeklinde
olduğunu ortaya koydu. Kepler, bir yandan Kopernik’in sistemini düzeltirken, bir yandan
da O’nun, Güneş merkezli sisteminin doğruluğunu onayladı. Tüm bu gelişmeler olurken
hala Batlamyus’un sistemi genel kabul görüyordu, hala Kilise’de bir telaş göze
çarpmıyordu.

Kepler’in doğa ile ilgili bulduğu matematiksel yasalar, bundan sonra matematiğin
bilimlerde alacağı merkezi rolün de habercisiydi. Bu yasalar sadece kuru soyut bilgiler
değildir. Uzaya gönderilen uydulardan ve araçlardan, Dünya’mızın Güneş etrafında
dolanışından, uzak yıldızlara kadar hep bu matematiksel yasalara tanık olmaktayız.

GALILE İLE ZİRVEYE DOĞRU ADIMLAR

Kepler yeryüzündeki fizik yasalarını gökyüzündeki cisimlere ilk uygulayan kişiydi.


“Astronomi fiziğin bir parçasıdır” diyen Kepler’i, bu yüzden ilk astro-fizikçi kabul
edenler vardır. Bilimin, Kepler’le zirveye doğru tırmanışı, Galile(1564-1642) ile devam
etti. Galile hareket yasalarını keşfetti. Teleskobu onun bulup bulmadığı tartışmalı olmakla
beraber, teleskobu kullanarak ilk ciddi yıldız gözlemlerini onun gerçekleştirdiği herkesçe
kabul edilmektedir.

14
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Galile, teleskopla yaptığı gözlemleri de değerlendirerek, Batlamyus’un evren


modeline ölümcül darbeyi vurdu. Bu sefer Kilise, Galile’ye, Kopernik ve Kepler’e
davrandığı kadar yumuşak davranmadı. Kilise, Galile’yi, Engizisyon mahkemesinde
yargıladı ve Galile, hayatını kurtarmak için Dünya’nin hareket ettiği ve Güneş’in, evrenin
merkezi olduğu fikirlerinden vazgeçtiğini söylemek zorunda kaldı.

Bu olay, din-bilim çatışmasının en ünlü örneği olarak, bu konunun işlendiği


eserlerde en başta anlatılır. Oysa Batlamyusçu evren modelini kabul etmeyen bu kişilerin
hepsi Tanrı’ya yürekten inanıyorlardı, hem de Kilise’ye bağlıydılar. Onların birçok
sözünden Tanrı’ya bağlı olduklarını anlayabiliyoruz. Bu şahısların hiçbirinin Kilise ile
çatışmak gibi bir niyetleri yoktu. Fakat bilimsel çabalarıyla vardıkları sonuçlar, Kilise’nin
resmi görüşleriyle çatışıyordu. Onlar bu sonuçların, Tanrı’nın varlığıyla ve gücüyle
çelişmediğini düşünüyorlardı. Örneğin Galile “Matematik, Tanrı’nın, evreni yazdığı
dildir” diyordu. Tanrı’nın yarattığı evrenin de Tanrı’nın bir kitabı olduğunu düşünüyordu,
Tanrı’nın kitapları arasında çelişki olamayacağını vurguluyordu. Galile’nin bu görüşleri,
Kilise’nin, sarsılan otoritesini kurtarmak için onu hapsetmesini, maddi ve manevi
işkenceler yapmasını engellemedi.

Kilise, ilerleyen yıllarda Galile’ye haksızlık ettiğini kabul edecektir. Bu da aslında


Kilise’nin, geçmişte, kendi iradesini, Tanrı’nın iradesinin yerine geçirdiğini itiraf etmesi
demektir. Galile, Aristo’dan beri gelen anlayışı iyice sarstı. O, Aristo’nun nitel yöntemli
fiziği yerine, nicel (sayısal) yöntemleri merkeze koyan fiziği yöntem olarak benimsedi.
Doğayı kelimelerle değil, matematiksel kesinlik ve objektiflik çerçevesinde anlamamız
gerektiğini ortaya koydu.

15
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

ARİSTO VE ATIN DİŞLERİ

İşte Kopernik-Kepler-Galile sürecinin en önemli devrimi budur. Aristo’nun mantığı


yerini matematiğe bırakmıştır ve Aristoculuğun, Kilise tarafından kutsallaştırılması sona
erdirilmiştir. Artık Aristo fiziğinin ilkeleri tartışılabilir olmuştur ve tüm fizik,
matematiksel ve deneysel temelde baştan oluşturulmaya başlanmıştır. Anlatılan bir
hikayeye göre Ortaçağ’da biri “Atın kaç dişi var?” diye sormuştur, ona cevap veren kişi
ise basit gözlemle cevaplanabilecek bu soruyu “Bakalım Aristo bu konuda ne demiş?”
diye, Kilise’nin kutsallaştırdığı Aristo’nun metinlerinden cevaplamaya kalkmıştır.

Yeni yönteme göre olaylar tek tek gözlemlerle kaydediliyordu, deneyler ve


incelemelerle matematiksel yasalara varılıyordu. Bu yasalarla olaylar açıklanabildiği gibi,
gelecek hakkında tahminler de yapılabiliyordu. Kopernik-Kepler-Galile süreci,
matematiğin başarılarının anlaşılmasını, kozmolojinin (evren-biliminin) masa başında
sadece akıl yürütmekle değil, deney ve gözlemlerle destekli bir şekilde yapılması
gerektiği fikrini yerleştirdi.

Daha sonra Rene Descartes (1596-1650), felsefede olduğu gibi, bilimde de


matematiksel yöntemin yerleşmesine çalıştı. Uzayın ve maddenin matematiksel temelde
ele alınmasında O’nun katkısı büyüktür. Galile’nin fiziği, klasik fiziğin temelini
oluşturacaktır, ama Descartes’ın matematiksel yaklaşımının da modern bilime katkıları
büyük olacaktır.

DEVLERİN DEVİ NEWTON

Kopernik’in ve Kepler’in gösterdiği Güneş merkezli sistem, Galile’nin gözlemleri


ve fiziğe yaklaşımı, evrenin daha iyi anlaşılmasını sağlıyordu. Fakat gezegenleri neyin
yörüngede tuttuğu, Dünya’nın altındakilerin neden düşmediği gibi sorular cevaplarını

16
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

bulamamıştı. İşte tüm bu soruların yerine oturması için bir dev gerekiyordu. O dev de
Isaac Newton’du (1642-1726).

Bir çok kişiye göre bilim tarihinin gelmiş geçmiş en önemli kişisi Newton’dur.
Onun bu konudaki tek rakibi Einstein’dır. Newton, ağaçtan elmayı düşüren kuvvetin,
aynı zamanda Ay’ı Dünya’mıza doğru çektiğini ortaya koydu. Bu yasa sayesinde
Dünya’nın altındakiler(!) düşmüyordu, bu yasa sayesinde tüm gezegenler yörüngelerinde
hareket ediyordu. Bu “evrensel çekim yasası” idi. Newton bu yasayı matematiksel
denklemleriyle ortaya koydu. Yer çekimi, cisimlerin kütlelerinin karesiyle doğru orantılı,
cisimlerin arasındaki mesafenin karesiyle ise ters orantılıydı.

Newton’un hareket yasaları, hiçbir şeyin doğal halinin durağan olmadığını ortaya
koyuyordu. Bu da Batlamyus’un, evrenin çevresindeki yıldızları sabit gören fikrini
ortadan kaldırıyordu. Artık Batlamyus’un modeli tamamen terk edilmişti. Kilise,
Dünya’nın, Güneş’in çevresinde dönen gezegenlerden biri olduğunu artık kabul ediyordu.
Newton, evrensel çekim yasasını, Tanrı’nın evrende işleyen kanunu olarak tarif ediyordu.
Bu yasalar yeryüzündeki fizik yasalarının, evrenin tümünde de geçerli olduğunu
gösteriyordu. Aristo’nun, yıldızların karakterini ve yeryüzünü farklı gören görüşü,
böylece geçerliliğini tamamen yitirdi.

Newton’la beraber insanlık ilk defa detaylı ve sistematik bir kozmoloji bilgisine
sahip oldu. Fakat evrenin oluşumunu bilimsel bir şekilde ortaya koyan bir kozmogoni
(evren-doğum bilimi) hala mevcut değildi. Newton’dan sonra Kant (1724-1804), daha
sonraysa Laplace (1749-1827), Newton’un kanunları çerçevesinde, mekanik yasalarla,
gaz bulutlarından gezegenlerin oluşumunu tarif ettiler. Kant’ın ve Laplace’ın çalışmaları,
bilimsel olarak ilk ciddi kozmogoni oluşturma çabası olarak nitelendirilebilir.

Bu çalışmalarda yıldızların ve gezegenlerin yerçekimi etkisiyle gaz bulutlarından


oluşması tarif ediliyordu, fakat daha öteye gidilemiyordu. Atom-altı parçacıklar, atom ve
gaz bulutlarından yıldızların oluşumuna kadar tam detaylı bir şekilde bilimsel bir
kozmoloji ve kozmogoni, ilk olarak Big Bang teorisi ile ortaya konacaktır. Ama bunun

17
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

için yeni devlere ihtiyaç vardır. Einstein-Hubble-Lemaitre, Dünya’nın beklediği bu


devlerdir...

18
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

II – BIG BANG TEORİSİ VE


BİLİM

3. BÖLÜM
BIG BANG TEORİSİNİN TEMEL
DELİLLERİ

Bu bölümde, Big Bang teorisinin temel delilleri, bu delillerin ortaya konma ve gelişme
sürecine bağlı kalarak incelenecektir. Böylelikle bir yandan Big Bang teorisinin tarihsel gelişim
sürecini zihinlerde canlandırmak, bir yandan da Big Bang teorisini destekleyen en temel delilleri
göstermek hedeflenmiştir.

1. TEORİK DELİL

NEWTON’UN EVREN TABLOSUNDAKİ EKSİKLİK

Newton, çekim gücü egemenliğinde sonsuz bir evren öngörmüştü. Çünkü sonlu ve durağan
bir evrenin içinde, birbirini çeken madde yapışacak ve tek bir bileşene dönüşecekti. Oysa evrende
böyle bir yapının olmadığı görülüyordu. Newton, maddenin sonsuz bir evrene yayıldığını
söyleyerek bu sorundan kaçmaya çalıştı. Oysa bu evren modeli de sorunu çözemiyordu; eğer her
nesne, diğer bir nesne üzerinde çekim kuvvetine sahipse, evrendeki yıldızlar neden bu kadar uzun
süredir birbirlerinden ayrı kalmışlardı? Evreni sonsuz büyütmek sorunu çözmüyordu; belli bir
bölgedeki yıldızlar birbirlerine azıcık yaklaşacak olsalar, aralarındaki çekim kuvveti uzak
yıldızların itme kuvvetine üstün gelecekti ve birbirlerine yapışacaklardı; yıldızlar birbirlerinden
azıcık uzaklaşsalar, çekim kuvvetinden kurtulduklarından gittikçe daha da uzaklaşacaklardı.
Kısacası evreni sonsuz büyütmek, çekim kuvvetinin yol açacağı sorunları yok etmiyordu, evren

19
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

sonsuz bile olsaydı her şey sonunda yine çekim gücüyle bir tek bileşene dönüşecekti. Bu ise
milyarlarca yıldır var olduğunu bildiğimiz evren ile uyumlu değildir.

Newton’un sonsuz evren fikri, yaratılışın başlangıç zamanını göstermek açısından güçlük
çıkarıyordu ve zihinde belirsizliğe yol açıyordu. Fakat sonsuz güçlü Tanrı’nın, sonsuz bir evren
yaratabileceği, Kilise dahil bir çok ilahiyatçı tarafından benimsenmişti. Newton’dan sonraki bilim
adamları ve felsefecilerin aşağı yukarı hepsi, Newton fiziğinin etkisi altındaydılar ve evreni sonsuz
büyüklükte kabul ediyorlardı. Bu, Big Bang teorisi ortaya konana kadar böyle devam etti.

NEWTON FİZİĞİNDE YAPILAN DÜZELTME

Albert Einstein da başta Newton’un fiziğinin etkisi altındaydı; Einstein, 1916 yılında ilk
olarak durağan bir evren modelini ortaya attı. Ne var ki hemen sonra durağan bir evrenin çekim
gücünün etkisiyle tek bir bileşene çökeceğini gördü. Durağan evren modelini, kendi teorisiyle
bağdaştırabilmek için Einstein’ın, denklemlerine soktuğu “kozmik itme” hiç bir mantıksal sebebe,
gözleme veya teorik gerekliliğe dayanmıyordu. “Kozmik itme”yi, Einstein’ın ortaya atışının tek
nedeni, Newton’un sonsuz durağan evren modeline karşı beslediği inançtı, bunun aksinin imkansız
olduğunu sanıyordu. İlerleyen yıllarda Einstein, bu fikrini hayatının en büyük hatası olarak
değerlendirecek, durağan ve sonsuz evren fikrinin yanlışlığını kabullenecektir.

1922 yılında bir Rus meteorolog ve matematikçisi olan Aleksander Friedmann, Einstein’ın
görmezlikten geldiği ve başlangıçta kabul etmeyi reddettiği bir şeyi farketmişti; evren genişliyor
olabilirdi. Friedmann, Einstein’ın izafiyet teorisiyle ortaya koyduğu denklemler üzerinde çalıştı ve
bu denklemlerin, evrenin genişlemesini gerekli kıldığını ortaya koydu. Böylelikle durağan değil,
dinamik bir evren tasarımlanıyordu; ortaya konan bu model, Newton’un sistemindeki eksiği
giderdiği için, Newton’un sistemini daha da mükemmel bir duruma getiriyordu. Böylece çekim
kanunlarının, evrendeki tabloyla bir çelişkisinin olmadığı anlaşıldı. Evrenin genişlemesinin
dinamizmi, evrendeki galaksilerin tek bir bileşene dönüşmelerini engelliyordu.

Bu keşif, Einstein’ın formülleriyle yapıldığı için, Einstein fiziğiyle de uyumluydu. Newton’un


çekim yasalarının içine düştüğü çelişki Einstein’ın formülleriyle çözülmüştü ve kutsal bir “kozmik
itmeye” ihtiyaç olmadığı formülsel olarak ortaya konmuştu.

20
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

LEMAITRE’IN ÇÖZÜMÜ

Belçikalı kozmoloji uzmanı Georges Lemaitre, aynı dönemde Friedmann’dan bağımsız


olarak evrenin genişlediğini buldu. Lemaitre aynı Friedmann gibi Einstein’ın formülleri üzerinde
çalışmıştı ve bu formüllerin bizi götüreceği sonucun, evrenin genişlediği olduğunu söylüyordu.

Genişleyen bir evren modeline göre genişleme çekim gücünü dengelemekte, böylece
evrendeki madde tek bir bileşene dönüşmekten kurtulmaktadır. Genişleyen evren, her an, bir
evvelki andan daha büyük olmaktadır. Bu aynı zamanda evrenin, her evvelki an, bugünkünden
küçük olması demektir. Bu ise çok eskiden evrenin tek bir bileşenden başlaması demektir. Lemaitre,
bunun evrenin başlangıç noktası olduğunu söyledi. Kusursuz modeli bulduğuna inanıyordu:
Tanrı’nın “birinci atom” olarak yarattığı ve bir meşe palmutundan bir meşe ağacının büyüdüğü gibi
büyüyüp genişlemeye devam eden ve dönemin bilimsel dahisi Einstein’ın matematiğini sadakatle
izleyen bir evren modeli. Böylece Big Bang teorisi ortaya kondu.

Lemaitre bir Cizvit papazıydı ve Vatikan Gözlemevi’nin en önemli kozmoloji uzmanıydı.


Onun “teorik temelde” ortaya koyduğu bu fikri, Katolik kilisesi çok beğendi ve en başından itibaren
Lemaitre’a destek verdi. Böylece dini çevreler içinde Big Bang’in önemini ilk kavrayan (1920’li
yıllardan itibaren) Katolik kilisesi oldu ve 1951 yılında Kilise, bu teorinin, dinin izahlarıyla tam
uyumlu olduğunu resmen açıkladı.

EINSTEIN’IN FORMÜLLERİ

Einstein, Newton’dan miras aldığı birikim sayesinde formüllerini ortaya koydu. Einstein’ın
formülleri çekim gücünü, Newton’un ortaya koyduğu formüllerden daha doğru bir şekilde
anlamamızı sağlıyordu. Örneğin Newton’un formülleri, Merkür gezegeninin yörüngesini tam olarak
açıklayamıyorken, Einstein’ın formülleri bunu tam olarak başarabiliyordu.

Einstein’a göre kütlesi olan cisimler uzayı çökerterek etkilemektedir. Uzay salt bir boşluk
değildir, kütleye bağlıdır ve kütleden etkilenmektedir. Anlaşılması zor gözüken bu olay şöyle bir
benzetmeyle anlaşılabilir: Uzayı temsilen iki boyutlu bir çarşafı düşünelim. Çarşafı gergin bir
şekilde iki kişi tutsun. Bu çarşaf üzerine bir elma koyalım. Çarşaf hemen gerginliğini kaybeder ve
kütlenin etrafına çöker. Eğer elma yerine bir gülle koyarsak çarşaf o kadar çok çöker ki, o çarşafı

21
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

elle tutmak zorlaşır. Demek ki kütle arttıkça; cisimler, yüzeyi daha çok eğriltiyor, çökertiyor
şeklinde bir yargıya varabiliriz.

Einstein’ın yerçekimi açıklamasına göre, uzayı en fazla Güneş çökerttiği için, biz, Güneş’in
çevresinde döneriz. Einstein’ın bu açıklamasında evren, eğer durağan bir yapıda olsaydı, bütün
maddenin (yıldızların, gezegenlerin...) zamanın ve mekanın en büyük çukurunun dibinde
birleşecekleri görülmektedir. Newton’un fiziği cisimlerin birbirlerini çekmelerini açıklamıştır,
Einstein’ın fiziği ise bunu daha geliştirmiş ve kütlesi olan bir cismin, zamanı ve uzayı nasıl
değiştirdiğinin matematiğini ortaya koymuştur.

MADDE-UZAY VE ZAMANIN BİRBİRİNE BAĞLANMASI

Einstein’ın formülleri maddeyi, uzayı ve zamanı birbirine bağladı. 1920’lerden önce


“mutlak uzay” ve “mutlak zaman” görüşü egemendi. Uzayın ve zamanın sonsuzdan gelip sonsuza
uzandığı ve cisimlerin hareketinden ve çekim gücünden hiç etkilenmediği zannedilirdi. Einstein’ın
“izafiyet teorisi” ile, uzayın ve zamanın, ayrı ve mutlak varlıklar olarak algılanmasının hata olduğu
gösterildi ve uzay-zaman kavramı kullanılmaya başlandı. Uzay-zamanın yapısı, cisimlerin
hareketini ve kuvvetlerinin işleyişini etkiler, uzay-zaman, bu etkilemeyle kalmayıp, evrende olup
biten her şeyden de etkilenir.
Uzay ve zaman kavramları olmadan nasıl evrendeki olaylardan söz edemiyorsak, “izafiyet
teorisinde”, evrenin sınırları dışında bir uzay ve zamandan söz etmek de anlamsızdır. Bundan çıkan
sonuca göre anlamsız olan soruları şöyle özetleyebiliriz: Evren genişlemekte iken, evrenin dışında
cisimlerin ulaşmadığı noktada ne olduğunu sormak anlamsızdır. Burada cisimler olmadığı için,
uzayın ve zamanın burada varlığını sorgulamak anlamsızdır. Veya genişleyen evren geriye doğru
kapandığında her şeyin birleştiği ve uzayın yok olduğu ana gelince; bundan önce kaç yıl geçti gibi
sorular da anlamsızdır. Çünkü uzayın olmadığı anda zaman da anlamsızlaşır.

ZAMAN KAVRAMINDA DEVRİM

Einstein’ın formülleri bizi uzayın genişlediği fikrine vardırdığı gibi, uzayın genişlemesinin
en sonuna dek geriye götürülmesinin sonucunda -uzay yok olduğu için- zaman kavramının da yok
olacağına vardırır. Bundan da, Big Bang’in sadece maddenin değil, bununla beraber zamanın da
başlangıcı olduğunu anlıyoruz. Daha sonra Roger Penrose ve Stephen Hawking’in yaptığı
matematiksel denklemlere dayalı teorik ispatları da bunu ortaya koymuştur.

22
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

İzafiyet teorisi, zamanın mutlak olmadığını, zamanın, hıza ve çekim gücüne bağlı olarak
değiştiğini göstererek, büyük bir zihinsel devrime sebep oldu. Newton’un fiziğindeki mutlak zaman
kavramı ve Kant’ın felsefesinde mutlak zamana dayanarak ortaya koyduğu zihinsel çatışkıları,
Einstein’ın zihinsel devrimiyle değerini yitirdi.

İlerleyen yıllarda yapılan deneyler de Einstein’ın haklılığını gösterdi. Örneğin biri


Londra’dan Çin’e uçan bir uçağın içinde ve diğeri yeryüzünde olmak üzere iki tane çok hassas atom
saati aynı anda kuruldu. John Laverty’nin ayarladığı bu saatler 300.000 yılda sadece 1 saniye hata
yapabilecek kadar mükemmeldiler. Uçak yüksekten uçtuğu için, Dünya’daki çekim gücünden daha
düşük bir çekimde hareket etmektedir. Çekim gücü zamanı etkilediğine göre uçuşun sonunda iki
saatin farklı zamanları göstermesi beklenmektedir. Bu fark çok az olduğu için, ancak böylesi hassas
bir saatle bu farkı tespit etmek mümkündü. Nitekim saatlerin arasında saniyenin 55.000.000.000’da
1’i kadar fark vardı. Bu da, Einstein’ın zamanın izafiliği konusunda teorik olarak söylediklerini,
deneysel olarak ispat ediyordu. Zamanı, mutlak ve çekim gücünden bağımsız kabul eden eski
yaygın inanışa göre, böyle bir şey asla olamazdı. Bu deney gibi daha birçok deneyle Einstein’ın
formülleri doğrulandı.

Einsten’ın yaklaşımı zaman konusunda zihinlerde çok köklü bir devrim yaptı. Einstein’ın
formüllerinin sonucu olan uzayın genişlemesi ise, zamanın başlangıcına doğru götürüldüğünde,
uzayın yok olduğunu gösteriyordu. İzafiyet teorisinin formüllerine göre uzaya bağlı olan zaman,
böylece, uzay ile ve madde ile aynı anda yaratılmış oluyordu. Einstein’ın formüllerinden mutlaklığı
sarsılan zaman kavramı, sonsuzdan beri var olma özelliğini de bu formüllerin götürdüğü
sonuçlardan dolayı kaybediyordu. Artık zaman, başlangıcı olan izafi bir kavramdı. Fakat bu,
bazılarının sandığı gibi, zamanın, zihin tarafından üretilen bir kavram olduğu ve dış dünyada
varlığının olmadığı anlamına gelmiyordu. Tam tersine bu yaklaşım uzayı-zamanı-maddeyi birbirine
bağladığı ve bunları matematiksel olarak açıkladığı için, dış dünyada maddenin varlığı kadar
zamana da bir gerçeklik yüklüyordu.

Konumuz açısından maddenin başlangıcı olması kadar, zamanın da başlangıcı olması; Big
Bang teorisinin her ikisinin başlangıç anını beraber ortaya koyması çok önemlidir.

23
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

OLBER PARADOKSUNUN VE SONSUZ ÇEKİM


PARADOKSUNUN ÇÖZÜLMELERİ

Başta Big Bang’in gözlemsel delillere dayanmadan teorik temelde ortaya konduğunu
görüyoruz. Teorik delil, üzerinde yıllarca tartışılmış olan Olber Paradoksu’nu da çözmektedir. Bu
paradoksta; Newton’un ileri sürdüğü gibi evrenin sonsuz büyüklükte ve yıldızlarla dolu olması
durumunda, gecelerin de gündüzler kadar aydınlık olması gerektiği ortaya konmaktadır. O zaman
gece kavramı ortadan kalkmalı ve her yer ışıl ışıl olmalıdır. Olber, kendi paradoksuna bir çözüm
önerdi; evrende büyük miktarda toz olduğuna dikkat çekerek, bu maddenin yıldız ışığının büyük
bölümünü emeceğini ve gökyüzünü karartacağını öne sürdü. Oysa anlaşıldı ki, bu toz da sonunda
ısınacaktı ve emdiği ışınımla aynı yoğunlukta parlayacaktı. Big Bang ile evrenin bir başlangıcının
olması gerektiğinin ortaya konulmasıyla ve uzayın genişlediğinin anlaşılmasıyla bu paradoks
çözümlendi. Yıldızlar sonsuzdan beri yoksa ve evren genişliyorsa böyle bir paradoks da ortadan
kalkıyordu.

1871 yılında Johann Friedrich Zöllner’in ortaya koyduğu sonsuz çekim paradoksu da Big
Bang’in genişleyen evren modeliyle ortadan kalkıyordu. Zöllner, Newton’un öngördüğü gibi sonsuz
ve durağan bir evrende homojen dağılımlı yıldızlar kabul edersek, evrenin her noktasına sonsuz
çekim gücü(!) uygulanacağını gösterdi. Her noktada sonsuz çekim gücünü kabul etmek ne
sağduyuyla, ne de gözlenen evrenle uyumluydu. Sürekli genişleyen, dinamik, sonsuz olmayan evren
modeli (Big Bang’in modeli) bu paradoksu ortadan kaldırıyordu.

HAWKING’İN HAYRETİ

Evrenin genişlediği, ilk olarak gözlemlerle değil, matematiksel formüllere dayanarak teorik
temelde ortaya kondu. Hawking yirminci yüzyıldan evvel hiç kimsenin evrenin genişlemekte
olduğunu anlayamamasına (Newton’un bile) şaşırmakta ve şöyle demektedir: “Bugün biliyoruz ki,
kütlesel çekim kuvvetinin her zaman etkili olduğu sonsuz genişlikte durağan bir evren modeli
olanaksızdır. Yirminci yüzyıl öncesi, evrenin genişlemekte ya da büzülmekte olduğunun hiç
önerilmemiş olması, o zamanın genel düşün ortamı için ilginç bir saptama. Genel inanışa göre
evren ya sonsuzdan beri hiç değişmeyen bir durumda varlığını sürdürmekteydi, ya da geçmişte bir
anda az çok bugün gözlemlediğimiz biçimde yaratılmıştı.” Başka bir yerde ise şöyle demektedir: “
Evrenin genişlemekte olduğunun ortaya çıkarılışı 20. yüzyılın en büyük düşünsel devrimlerinden

24
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

biridir. Bu günden geçmişe bakıldığında kimsenin bunu neden daha önce akıl etmediğine şaşmamak
elde değil. Newton ve diğerleri, statik bir evrenin kütlesel etkiyle zamanla büzülmeye başlayacağını
kestirmeliydiler.” Aslında Newton’un çekim yasası evrenin durağan olamayacağı sonucunu kendi
içinde barındırıyordu. Hawking, buna rağmen Newton’un ve sonraki yıllarda birçok fizikçinin bunu
görememesine, evrenin genişlediğinin anlaşılamamasına şaşırmaktadır. Hawking’e göre bu 1920’li
yıllara kalmamalı, daha önce çözülmeliydi.

Başta Big Bang Teorisi sadece “teorik delile” sahipti. Gözlemsel deliller daha sonra
bulunmuştur ve teorik delil ayrı bir yönden ispatlanmıştır. Platon, evrenin, Tanrı’nın koyduğu
matematiksel prensipler ile oluşturulduğunu savunuyordu. Modern çağda Einstein, teoriye bağlı
olarak gözlediğimiz oluşumları değerlendirmediğimiz taktirde, oluşumların, anlaşılır olamayacağını
söylemiştir. Teorilerin matematiksel prensipler ile açıklandığını düşünürsek, evrene bu
matematiksel bakış, Platon’un ve Einstein’ın buluştuğu noktadır. Big Bang için ilk delil olarak
sunduğum “teorik delil” de işte böyle matematik temelli delillerden oluşmaktadır. Big Bang’in bu
teorik delilleri:
1- Newton’un çekim kanunlarıyla ilgili paradoksları çözüyordu.
2- Einstein formüllerine dayanıyordu (Bu formüller deneylerle desteklenmektedir).
3- Zamanın da madde ile beraber başlangıcı olduğunu ortaya koyuyordu.
4- Olber paradoksunu çözüyordu.
5- Sonsuz çekim paradoksunu çözüyordu.

Böylece evren kozmolojisindeki paradokslar ayıklandı, çekim kanunları daha anlaşılır oldu
ve izafiyet teorisinin matematiksel formüllerinin mükemmel bir uygulaması gerçekleşti. İlk defa,
evrenin başlangıcının bilimsel şekilde ciddi bir açıklaması yapılmış oldu.

2- GENİŞLEME DELİLİ

TELESKOBA DAYANAN ZİHİNSEL DEVRİM

Big Bang’in ilk delili olan “teorik delil”, Einstein’ın formüllerine dayanıyordu ve evrenin
sabit ve durağan bir yapıda olamayacağını, aksine evrenin genişlediğini ortaya koyuyordu. Bu delil
ilk olarak ortaya konduğunda, gözlemsel ve deneysel veriler mevcut değildi, sadece teorik olan
matematiksel temelli prensipler mevcuttu.Üstelik bu prensipler uygulandığında Olber paradoksu,
sonsuz çekim paradoksu gibi sorunlar da çözülüyordu. Evrendeki tablo matematiksel olarak ifade

25
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

ediliyordu ve Newton’un fiziğindeki eksiklikler düzeltiliyordu. Bu açıklama evrenin sabit, durağan


ve sonsuz olduğu fikrini yanlışlıyordu.

Bilimsel gelişmelerin sonucunda, özellikle teleskobun bulunmasıyla, gökyüzüne bakmak


için yeni bir heyecan başlamıştı. Gittikçe daha güçlenen teleskopların yardımıyla gökyüzü hakkında
yeni bilgiler ediniliyordu. Newton, teleskoplara aynalar ilave ederek Galile’nin görebildiği her şeyi
daha da çok büyüterek, daha net görüntüler elde etmeyi başarmıştı. Yıldızlar artık daha büyük
görünüyorlardı, bilim adamları evrenin ve yıldızların özelliklerini keşfetmeye çalışıyorlardı.

1920 yılına ulaşıldığında, gittikçe gelişen teleskopların en gelişmişi Amerika’nın California


eyaletinde Mount Wilson’daydı. Edwin Hubble(1889-1953)bu teleskopla çalışma iznini almıştı.
Onun bu teleskopla yaptığı çalışmalar, evren hakkındaki bilgimizde zihinsel devrimler yapacak
nitellikte olmuştur. Bu sefer bu zihinsel devrim gözlemsel delillere dayanacaktır.

HUBBLE’IN GÖZLEMLERİ VE DOPPLER ETKİSİ

Hubble’ın teleskobuyla yaptığı gözlemler O’nun, evrendeki galaksi sayısının yüz


milyondan fazla olduğunu ilk olarak ortaya koymasıyla başladı. Onun bu sözlerini duyanlardan “Bu
adamın artık emekli olma zamanı geldi” diyenler çoğunluktaydı.

Alaylara kulaklarını tıkayarak çalışmalarını sürdüren Hubble, 1929 yılında, uzak galaksilerin
Samanyolu’muzdan uzaklaştığını farketti. Uzayda hangi yöne bakılırsa bakılsın galaksiler
birbirlerinden uzaklaşıyordu. Hubble ısrarla gözlemlediği bütün galaksilerde aynı sonucu elde etti.
Hubble’ın bu keşfi, uzaydaki yıldızların sayılarına dair keşfinden de büyük bir zihinsel devrime yol
açacaktır. Başta, bu beklenmedik keşfin önemi iyice anlaşılamadı.

Hubble’ın keşfettiği evrenin en iyi örneği, şişen bir balondur. Balonun yüzeyinde bir nokta
işaretleyin ve sonra onun çevresine rastgele başka noktalar serpiştirin. Balon şişerken genişleyecek
ve yüzeyindeki noktalar ilk başlangıç noktasından ve birbirlerinden sürekli uzaklaşacaklardır.
Kısacası, evrenin de şişen bir balon gibi genişlediği anlaşıldı.

Hubble, evrenin genişlediğini Doppler etkisini kullanarak keşfetti. Aslen Avusturyalı bir
fizikçi olan Doppler(1805-1883), akustik fiziğinde “Doppler etkisi” olarak bilinen özelliği

26
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

bulmuştur. Dalga boyunun ses ve ışık kaynağının hareket etmesi ile nasıl değiştiği, bu özellik ile
açıklanır. Bu, hızla otomobil süren bir sürücünün, trafik radarına yakalanmasına neden olan etkinin
aynısıdır. Trafik polislerinin cihazları, Doppler etkisini kullanarak, kimin kaç kilometre süratle
gittiğini gösterirler.

Hıza ve dalga boyunun ilişkisine bağlı olan Doppler etkisine her gün tanık oluruz.
Yanımızdan hızla geçen bir kamyonun sesini dinleyelim. Kamyon yanımızdan geçerken sesi yüksek
bir perdede işitilir ve geçip kaybolduğunda işitilme perdesi düşüş gösterir. Yaklaşan cisimden gelen
dalga boyu gittikçe küçülür, uzaklaşan cisimden gelen dalga boyu ise gittikçe büyür. Bu yaklaşan ve
uzaklaşan cisimlerin ses perdesindeki değişikliğin sebebidir. Bu hem ses dalgaları için, hem de
ışıktan gelen dalga boyu için aynı şekilde geçerlidir. Işık da ses gibi dalgalar halinde yayıldığından
aralarında bir fark yoktur. Bu özellik yapılan bir çok deneyle kanıtlanmıştır.

Yakınlaşmakta olan ışık kaynağının dalga boyu küçüldüğü için, ışık spektrumundaki mavi
renge doğru kayar. Uzaklaşmakta olan ışık kaynağının dalga boyu ise büyüdüğü için, ışık
spektrumundaki kırmızı renge doğru kayar. Hubble, Doppler etkisini kullanarak yıldızların ışığını
incelediğinde, hep ışığın kırmızıya kaydığına; yani tüm yıldızların, içinde bulundukları
galaksileriyle beraber uzaklaştıklarına tanık oldu. Oysa normal durumda beklenen, bazı galaksilerin
yıldızlarından gelen ışığın yaklaşma sonucu maviye kayması, bazılarının ise kırmızıya kaymasıydı.
Hubble’dan sonra defalarca yapılan gözlemler, -Milton Humeson’un ve daha birçok kişinin
gözlemleri- hep bu sonucu onayladı. 1950 yılında Amerika’da Mount Palamar’da Dünya’nın en
büyük teleskobu inşa edildi. Bu teleskopla yapılan gözlemler de Hubble’ı onayladı.

LEMAITRE VE BOKSÖR HUBBLE

Edwin Hubble başta boksör olmayı düşünüyordu. O, bu isteğinde ısrarcı olup teleskobik
gözlemlerini bıraksaydı, acaba kaç kişiyi nakavt ederdi? Oysa görülüyor ki onun gözlemleri;
evrenin sabit, durağan bir yapıda olduğunu düşünen bir yığın bilim adamını nakavt etmiştir. Teorik
delilin sersemlettiği sabit ve durağan evren fikri, denilebilir ki Hubble’ın karşısında nakavt
olmuştur.

Günümüze kadar yapılan tüm gözlemler Hubble’ın bulgularını onaylamıştır. Fakat en başta,
Hubble’ın bulgularının yol açacağı felsefi sonucu gören ateistler direnmişler ve evrenin
genişlediğini kabul etmek istememişlerdir. Genişleyen bir evren; değişmez, sonsuz, ezeli ve ebedi
evren fikrine bağlanmış ateist bilim adamlarının kabul edemeyecekleri bir kavramdı. Bu nedenle

27
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Hubble gözlem verilerini ilk ortaya koyduğunda, onu küçümseyenler ve ulaştığı sonuçları göz ardı
edenler oldu.

Ancak bu yeni buluş özellikle bir bilim adamını heyecanlandırmıştı. Bu daha da önce
kendisinden bahsettiğimiz Lemaitre’dır. Daha evvel gördüğümüz gibi Lemaitre ve Friedmann
birbirlerinden bağımsız olarak, teorik temelde, genişleyen bir evrenin gerekliliğini matematiksel
formüller ile ortaya koyan kişilerdir. Lemaitre sadece teorik açıklamayla yetinmemiş, Hubble’ın
gözlemsel verilerini de kullanmış, böylece Big Bang’i hem teorik, hem de gözlemsel delillerle
destekli bir şekilde ortaya koymuştur. Sonuç olarak matematiksel formüllerle masa başında
hesaplananlar (teorik delil) ve teleskobun içinden bakılarak varılan sonuçlar (genişleme delili)
birleşmiş bulunmaktadır.

Hubble’ın kendisi bile keşfettiği bilginin 20. ve 21. yüzyılın fiziğini ve felsefesini bu ölçüde
etkileyecek çapta olduğunu başta fark edememiştir. Öyle görünüyor ki bunun önemini anlayan ilk
kişi olmanın ayrıcalığı Lemaitre’a aittir.

LEMAITRE, EINSTEIN VE HUBBLE BULUŞUYOR

Daha önce de belirttiğim gibi, kendi formüllerinden evrenin genişlediği anlaşılan Einstein da
başta bu teoriyi kabullenemedi. Çünkü O da Newton’un sonsuz, durağan evrenine yürekten
inanıyordu. Bir gün üç seçkin kişi; Lemaitre, Einstein ve Hubble California Teknoloji Enstitüsü’nde
bir araya geldiler. Lemaitre, burada Big Bang teorisini adım adım anlattı. Evrenin başlangıcının bir
“ilk atom” olduğunu, sonra bu teklilliğin parçalanarak birbirinden ayrıldığını, evrenin sürekli
genişlediğini, bunu tersine sararsak da aynı sonucu kavrayacağımızı, evrenin öncesi olmayan bir
günde yaratıldığını söyledi. Gerekli bütün matematik hesapları yapmıştı, dinleyicilerden olan
Hubble’ın verilerini, diğer bir dinleyici Einstein’ın formülleriyle birleştiriyordu. Lemaitre,
söyleyeceklerini bitirdiğinde kulaklarına inanamadı, Einstein ayağa kalkmış ve duyduklarının, o
güne kadar dinlediği en güzel ve en tatmin edici anlatım olduğunu kabul etmişti.

Bu zaferin ilk farkına varanlardan biri de Katolik kilisesidir. Hem yaratılış anını tespit
edebilmek, hem de zamanın en iyisi olarak kabul edilen bilim adamından destek almak, Kilise için
sevindiriciydi. Geçen süre ve elde edilen tüm bulgular, Big Bang’in gerçekleştiği fikrini
onaylamıştır. California Teknoloji Enstitüsü’ndeki buluşma Big Bang teorisinin ortaya konuşu
açısından gerçekten de ilginçtir. Big Bang teorisinin babası Lemaitre, teorinin ortaya koyduğu
izafiyet teorisinin matematiğiyle “teorik delile” kavuşmasında payı olan Einstein, yaptığı

28
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

gözlemlerle teoriyi “gözlemsel delile” kavuşturan Hubble bir araya gelmişler ve Big Bang’i
onaylamışlardır.

HUBBLE YASASI

Hubble’ın ve onunla beraber Mount Wilson Gözlemevi’nde çalışan Vesto M. Slipher’in ve


Milton Humason’un bulgularının önemli bir yanı daha vardır. Bu da gözlemler sonucunda Hubble
Yasası’nın ortaya konmasıdır. Bu yasa, galaksilerin bizden uzaklıklarının, hızlarıyla orantılı
olduğunu ortaya koyar. Hubble yasası kullanılarak galaksilerin uzaklaşma hızları tespit edilmekte
ve belli bir zaman sürecinin sonunda hangi galaksinin nerede olacağı tahmin edilebilmektedir. Bu
hesaplama, galaksilerin uzaklıklarıyla hızları arasında doğrusal bir bağlantı olması sebebiyledir.
Örneğin bir galaksinin bir milyar yıl sonra hangi konumda olacağını tahmin edebiliriz. Bu
bağlantıyı ters çevirip geçmiş zamana da uygulayabiliriz. Zaman çizgisinde ileriye doğru değil de
geriye doğru gidersek, sonunda evrenin başlangıç noktasına varırız. Böylece de Hubble Yasası’nı
kullanarak evrenin yaşını bulmuş oluruz. Bu ise yaratılış anının, zamanı belirtilerek tespit edilmesi
demektir.

Hubble Yasası’nı veren formül incelenirse; evrenin yaşının, Hubble Sabiti ters alınarak
bulunabileceği görülür. Hubble Sabiti’nin tam anlamıyla hesaplanmasında zorluklar vardır, bu da
evrenin yaşının tartışmalı olmasına yol açmaktadır.

Evrenin yaşının hesaplanmasında bilim adamları birbirlerinden bağımsız şekilde farklı


metotlar uygulayarak sonuca varmaya çalışmışlardır. Fakat birçok bilim adamının birbirlerinden
bağımsız bir şekilde yaptıkları araştırmaların hepsinde varılan sonuçlar 10 milyar-25 milyar yıl
aralığında değişir; düzeltmelerin ve değişik hesap metotlarının hiçbiri bu aralığın dışına
taşmamaktadır. 1990’lı yıllardan sonra yapılan araştırmalarda elde edilen sonuçların 15 milyar yıl
civarında olduğu görülmektedir. Görüldüğü gibi evrenin yaşı hiçbir araştırmada bir trilyon yıl, 10
katrilyon yıl, bin yıl, 100 bin yıl, 10 milyon yıl gibi çok alakasız sonuçlar vermemekte, tüm ayrı
hesap yöntemleri belli bir aralığın içinde sonuçlanmaktadır.

EVRENİN BİRBİRİNE DENK HİÇBİR ANI YOKTUR

Başta matematiksel “teorik delil” ile ortaya konan evrenin genişlemesi, gözlemsel
“genişleme delili” ile de desteklenmiş ve sonra gözlemlerin, bulguların ve farklı metotların

29
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

çerçevesinde hesaplamalar yapılmış ve evrenin yaşı belli bir zaman aralığının içinde tespit
edilmiştir. Artık evrenin başlangıcı olup olmadığı değil, evrenin yaşının en doğru şekilde nasıl
hesaplanacağı tartışılmaya başlanmıştır.

Yapılan en son gözlemler de evrenin genişlediğine ilave deliller katmıştır. Big Bang’e göre
evren, başlangıçta çok yoğundur ve bu yoğunluk, genişlemeyle sürekli azalmaktadır. Uzak
galaksilere baktığımızda aslında evrenin geçmişine bakmakta olduğumuzu aklınızda bulundurun.
Çok uzak galaksilerin ışığı milyarlarca ışık yılı mesafeden geldiği için, biz bu galaksilerin
milyarlarca yıl önceki halini görmekteyiz. Evrenin milyarlarca yıl önceki durumunu böylece
gözlemleyerek, evrenin, o zamanlar daha yoğun olduğunu anlamaktayız. Bu, Big Bang’in bir kez
daha doğrulanması demektir. Milyarlarca yıl önce daha yoğun olan evren, genişleye genişleye
bugünkü yoğunluğuna düşmüştür.
Evrenin her an genişlemesi astronomi bilimini ve insan zihnini derinden sarsan bir
değişikliktir. Böylesi bir değişikliğin tüm bilim tarihinde örneği çok azdır. Dünya merkezli sistem
yerine Güneş merkezli bir sistemin oturtulmasının yaptığı zihniyet değişikliği işte böylesine
derinden bir değişikliğin benzer bir örneğiydi. Bence, Big Bang’in sebep olacağı zihinsel devrim
ondan daha da önemlidir (Her ne kadar Kopernik devrimi kadar değeri anlaşılmasa da).

Her an genişleyerek büyüyen bir evren, Herakleitos’un (M.Ö. 540-480) “Aynı nehirde iki
defa yıkanılmaz” sözünü hatırlatmaktadır. Genişleyen evren her an farklı bir evren olmakta ve biz
her an farklı, yeni boyutları olan bir evrende var olmaktayız. Bu evrenin içinde hiçbir an, birbirinin
aynı olamaz. Bunun için şöyle diyebiliriz: “Evrenin birbirine denk hiçbir anı yoktur.”

Müthiş bir değişim fikri gözlemlerle delillenmekte ve bizleri Herakleitos’un öngördüğünden


çok daha ötesine götürmektedir. Genişleyen evrenin insan zihninde uyandırdığı dinamizm ve sürekli
değişim fikirlerinden daha da önemli sonuçları vardır. Bunlar, bu gözlemin bize evrenin kökeni ve
sonu ile ilgili gösterdiği sonuçlarıdır.

3- KOZMİK FON RADYASYONU DELİLİ

SONSUZ EVREN FİKRİNİN YIKILMASININ HAYAL


KIRIKLIĞI

30
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Big Bang teorisinin ortaya konduğu zaman dilimi, Marksist ateizmin yükselişte olduğu,
pozitivizmin birçok bilim adamınca tek geçerli felsefi sistem olarak kabul edildiği yıllardı. Böyle
bir zaman diliminde, ateizmin temel görüş olarak kabul ettiği ve Tanrı’yı devre dışı bıraktığı için
pozitivizmin de çok memnun olduğu “sonsuzdan beri var olan evren” fikri yıkılıyordu. Evrenin
başlangıcı olduğu fikri ateist bilim adamlarınca “iğrenç” olarak nitelendiriliyordu. Örneğin Sir
Arthur Eddington hislerini açık bir dille şöyle ortaya koyuyordu: “ Evrenin başlangıcı olduğu fikrini
felsefi açıdan iğrenç buluyorum...” Böyle bir ortamda, Big Bang’e karşı durma çabalarının
kökeninde bilimsel kaygılardan çok ideolojik yaklaşımların ve ateizmin psikolojisinin rol
oynadığını görüyoruz.

Fred Hoyle, bir radyo programında, evrenin bir bütün iken ayrılıp genişlediğini savunan
görüşten “Big Bang” diye alaycı bir şekilde söz etti. Bundan sonra Big Bang (Büyük Patlama) ismi
meşhur oldu ve kendisiyle alay edilmek için bu teoriye takılan ad, onun gerçek adına dönüşüverdi.
Fred Hoyle Big Bang’e karşı “Durağan Durum” (Steady State) modelini savunuyordu. Kitabın
ilerleyen sayfalarında bu model incelenecektir.

NEREDE BU PATLAMANIN FOSİLİ

Big Bang’in ortaya konduğu zaman diliminde, yıldızların yaşam süreçleri içerisinde bir çok
elementin oluştuğu ortaya konmuştu. Bu konuda özellikle Fred Hoyle’nin ve onun çalışma
arkadaşlarının katkısı büyüktü. Big Bang, yıldızların içinde üretilemeyen ve yıldızların oluşmasını
sağlayan hidrojenin nereden geldiğini açıklıyordu. Bu yönüyle Big Bang, başından beri kendisine
karşı çıkan Hoyle’nin eksik bulgularını tamamlıyor, elementlerin oluşumunun açıklanmasını
mükemmel bir şekilde yerine oturtuyordu. Atom-altı kurama göre hidrojeni meydana getirmek için
aşırı derecede yüksek sıcaklıkta bir ortam lazımdı. Big Bang evrenin başlangıcında çok yüksek
sıcaklıktaki ve çok yoğun olan bu ortamın varlığını gerekli görüyordu.

Hoyle, bu sorunun mutlaka Big Bang dışında bir açıklamasını bulmaları gerektiğini
düşünüyordu. Big Bang’e karşı direnmeye devam ederken ise şöyle diyordu: “Eğer evren sıcak bir
Big Bang ile başlamışsa, o zaman bu patlamanın bir kalıntısı olmalı. Bana bu Big Bang’in bir
fosilini bulun.”

Hoyle’nin alayları sonucunda “Big Bang” isminin yerleşmesi dışında “fosil” yaklaşımı da
yerleşmiştir. İleride “kozmik fon radyasyonu” bulununca birçok kişi bu radyasyonu “fosil
radyasyon” olarak da isimlendirecektir. Hoyle’nin, Big Bang’in “fosilinin” bulunması için meydan

31
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

okuması, Big Bang’i destekleyen çok önemli kanıtların bulunmasına neden olmuştur. Hoyle’nin
itirazları, adeta bumerang olmuş; Big Bang’i öldürmek yerine, yaygınlaştırmış ve Durağan Durum
modelinin sonunu getirmiştir.

GAMOW’UN TEORİK HESAPLAMALARI

Kozmik fon radyasyonuda ilk önce matematiksel hesaplara dayalı biçimde, teorik bazda
ortaya konmuştur. Gamow ve Alpher 1 Nisan 1948’de alfa-beta-gama adlı tezlerini ortaya koydular.
Bu tez, Big Bang’in başlangıcında olması gereken muazzam miktardaki enerjinin, evrenin
genişlemesiyle birlikte yavaş yavaş azalacağını ve bu enerjinin eş değeri olan bir sıcaklık değerinin
bugün dahi saptanmasının mümkün olacağını ileri sürüyordu.

George Gamow ve arkadaşlarının makalesi, evrenin başlangıcında atomların birbirleriyle


nasıl bir reaksiyona girdiklerini, çekirdek fiziğindeki son bulguların ışığı altında anlatıyor ve bu
reaksiyonlar sırasında açığa çıkan sıcaklık değerinin milyarlarca derece yükseklikteki sıcaklığa
eriştiğini sergiliyordu. Bu kadar yüksek sıcaklığın ait olduğu yüksek enerjili bir ışımanın
(radyasyonun) ilk dönemlerdeki evreni tamamen doldurduğu ve bugün dahi bu enerjiden arta kalan
bir sıcaklık değerinin uzayda bulunduğu bu çalışmayla gösteriliyordu. Kısacası Gamow, Hoyle’nin
alay etmek için ileri sürdüğü “fosilin”, gerçekten olması gerektiğini ortaya koymuştur. Üstelik
yapılan hesaplarla uzayın her tarafına yayılan bu radyasyonun sıcaklığının, eksi 268 dereceye kadar
(5 Kelvin mutlak sıcaklık değeri) düşmüş olduğu tahmin edilmiştir.

Big Bang’den sonra ortaya çıkan bütün radyasyonların evrenin içinde belirli başlangıç
noktaları olacaktır ve sadece o noktalardan dışarı yayılacaklardır. Oysa Big Bang’in sebep olduğu
radyasyonun en önemli özelliği evrenin her yanına yayılmış olmasıdır. Kısacası 1-Evrenin her
yanına yayılmış, 2-Sıcaklığı iyice düşmüş bir radyasyonun varlığı, Big Bang’ten yola çıkılarak
matematiksel hesaplamalarla ortaya konmuştur. Acaba “fosil” diyerek alay edilen bu radyasyon
bulunabilmiş midir?

FOSİL RADYASYON BULUNUYOR

1960’lı yıllara gelindiğinde Princeton Üniversitesi’nde Robert Dicke ve çalışma arkadaşları,


Gamow ve arkadaşlarıyla aynı sonuca vardılar. Evrenin başlangıcı çok sıcaktı, bu durumda evren
sıcak elektron ve protonlarla, yüksek enerjili fotonlarla doluydu. Evren genişledikçe bu

32
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

ışınım(radyasyon) soğuyacak ve günümüzde de elektromanyetik tayfın mikrodalga bölgesinde


gözlenebilecekti. Princeton astronomlarının, daha önce Gamow ve arkadaşlarının benzer bir
öngörüye sahip olduklarından haberleri olmadığı söylenir. En azından şurası kesindir ki; Gamow ve
arkadaşları bu radyasyonun varlığını öngördüler, fakat deneysel olarak bunun araştırılmasını
önermediler.

Kozmik fon radyasyonunu özel aletler kullanarak bulmaya ilk teşebbüs eden Robert Dicke
ve ekibi olmuştur. Dicke ve arkadaşları Roll ve Wilkinson, 1965’te Dicke’nin dizayn ettiği
mikrodalga radyasyon saptayıcıyı inşa ediyorlardı. Ama kendilerine Nobel ödülü kazandıracağına
inandıkları bu keşfi yapanlar başkaları oldu. Bu kişiler, Amerika’da Bell Telefon Şirketi’nde çalışan
iki mühendisti ve adları Arno Penzias ve Robert Wilson’dı. Bu mühendisler kozmik fon
radyasyonunu rastlantısal olarak keşfettiler. Radyo ölçümleri yaparken, belli dalga boylarında
ölçtükleri ışınımda fazlalık olduğunu gördüler. Bunun yol açtığı parazit, ekibin çalışmalarına engel
oluyordu. Ne yaparlarsa yapsınlar bu paraziti önleyemediler. Bunun üzerine, uzaydaki radyasyon
hakkında en bilgili insanların Princeton Üniversitesi’ndeki Dicke ve arkadaşları olduğunu
öğrendikleri için, onları aradılar. Dicke ve ekibi, Penzias ve Wilson’un bulgularını dinledikten
sonra, onların, kendilerinin aradığı radyasyonu bulduğunu anladılar.

Böylece Hoyle’un alay ettiği “fosil” bulundu ve Nobel ödülünü Dicke ve ekibi alamadı ama,
Penzias ve Wilson bu buluşları sayesinde Nobel’i aldılar. Bu radyasyonun bulunmasına birçok kişi
“kesin delil” dedi. Hoyle’nin, Big Bang’e karşı rakip olarak savunduğu Durağan Durum modelini
savunmak “kozmik fon radyasyonunun” bulunmasıyla imkansız hale geldi.

Bulunan radyasyon tam da beklendiği gibi evrenin her yerinden gelmektedir. Radyasyonun
sıcaklığı ise -270 derecedir (3 Kelvin). Bu değer Gamow’un arkadaşlarının daha evvel hesapladığı -
268 dereceye (5 Kelvin) çok yakındır. Alpher ve Herman 1949 yılında sıcaklığını bile yaklaşık
olarak hesapladıkları, olması gerektiğini ısrarla savundukları fosil radyasyon 1965 yılında
bulununca, olayı şöyle değerlendirmişlerdir: “1965 yılının kozmolojinin tarihsel gelişiminde önemli
bir yıl olduğunu herkes kabul eder, hatta bazıları bu yılı modern kozmolojinin doğum yılı olarak
kabul ederler.”

33
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

4- KOZMİK FON RADYASYONUNUN


İNCELENMESİNDEKİ DELİLLER

BU RADYASYONDA HAFİF DALGALANMALAR OLMALI

Kozmik fon radyasyonunun bulunması Big Bang için çok önemli bir delildir. Bu radyasyon
üzerinde yapılan incelemeler ise, Big Bang teorisi için ekstra deliller getirecektir. Kozmik fon
radyasyonuna “fosil radyasyon”, “mikrodalga arka alan ışınımı” veya “kozmik mikrodalga fon
ışınımı” gibi adlar verilmektedir. Bu farklı adlar kimseyi şaşırtmasın, çünkü bu farklı isimlerin
hepsi aynı şeyi ifade etmektedir. Penzias ve Wilson’ın gözleminden sonra Princeton
Üniversitesi’nden Roll ve Wilkinson, bu deneyin sağlamasını kendi ürettikleri hassas aletler ile
yaptılar. Bu deney, Penzias ve Wilson’ın bulduğu verilerin doğruluğunu onaylayan birçok deneyin
ilki oldu.

Kozmik fon radyasyonu bulunduktan sonra, bu kez de bilim adamları bu radyasyon üzerinde
dalgalanmalar aramaya koyuldular. Bu dalgalanmalar evrenin oluşması için gerekliydi. Eğer Big
Bang ile etrafa saçılan madde tamamen homojen bir şekilde dağılsaydı; ne galaksiler, ne yıldızlar,
ne de dünyamız oluşurdu. Tüm bunların oluşması için biraz daha fazla yoğun ve biraz daha az
yoğun alanlar gerekliydi. Madde bir araya gelip galaksileri oluştururken, galaksilerin aralarında
büyük boşluklar kalmıştı. Evrenin bir noktadan başlayan gelişiminin çok erken aşamalarında
sıcaklıktaki çok küçük farklılıklar bile bunun oluş şeklini açıklardı. Biraz daha sıcak olan noktalar,
sıcaklığı ondan çok az düşük olan noktalara kıyasla daha çok enerjiye sahip olacaklar, böylece sıcak
noktalarda daha soğuk alanlara kıyasla daha çok parçacık oluşacaktı. Bu süreç galaksilerin ve uzay
boşluğunun oluşumuna sebep olacaktı.

DALGALANMALAR DA BULUNUYOR

Penzias ve Wilson’ın kullandıkları dedektörün kozmik fon radyasyonundaki teorik olarak


beklenen dalgalanmaları tespit etmesi mümkün değildi. Çok duyarlı ölçümler için Dünya
atmosferinin parazit kaynaklarının elenmesi gerekliydi. Ağırlıkça ve hacimce büyük aletleri helyum
balonlarına yükleyip gönderme çabaları oldu. Daha sonra U2 uçağı “kozmik fon radyasyonu”

34
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

araştırmalarıyla görevlendirildi. Hassas dedektörü, uçağın dışında taşımak için özel bir bölmesi olan
kokpit inşa edilmişti, uçağın camı bile hassas ölçüm yapılmasını önlerdi. Ancak sonuçta uçağın
hareketinin ve her bölgede ölçüm yapabilme zamanının sınırlı olduğunu gördüler. Uçak, balon gibi
bir noktada kıpırdamadan duramıyordu, aynı noktadan defalarca geçebilmesine rağmen ölçümler
tamamlanmadan yakıtı bitecekti. Tek gerçekçi çözüm bir uydu kullanmaktı.

Beklenen atılım John Mather tarafından 1989 yılının Kasım ayında fırlatılan Kozmik Fon
Kaşifi (COBE) uydusuna bir araç yerleştirilerek gerçekleşti. Mather’in geliştirdiği araç, kozmik fon
radyasyonunun sıcaklığını daha önce ulaşılmamış bir duyarlılıkla ölçmeyi başardı. Sıcaklığın kesin
değeri yalnızca 0.005 Kelvin belirsizlikte 2.726 Kelvin olarak bulundu.

COBE, uzayda üç yıl kalmıştı ve 1992’de elde ettiği veriler, kozmik fon radyasyonunun
varlığını ve uzayın her yönünden geldiğini tespit etmekten de fazlaydı. Beklenen çok küçük
dalgalanmalar da tespit edilmişti. COBE’nin gönderdiği verilerden bilgisayarın çizdiği resim, eski
evrenin haritasındaki çok küçük dalgalanmaları da gösteriyordu. Resmin daha sıcak ve daha soğuk
kısımlarını ayırt edebilmek için bilgisayardaki modele pembe ve mavi renkler katıldı. COBE’nin
evrende keşfettiği dalgacıklar yeniden incelenip titizlikle kontrol edildi, gerekli veri elde edilmişti.
Big Bang sürecinden çıkan kozmik fon radyasyonunda, çok küçük sıcaklık dalgalanmaları vardı ve
bunlar da galaksilerin oluşup bugün gördüğümüz hale gelmeleri için yeterliydi. Big Bang bir kez
daha büyük bir zafer kazanmıştı.

George Smoot, bilgisayarının evrendeki dalgacıkları göstermek için çizdiği pembe ve mavi
resmi yayınladığında, dünyanın bütün gazetelerinin manşetlerine geçmişti. Kozmolojik bir
gözlemin medyada bu kadar ön plana çıkması o güne kadar hiç görülmemişti. Stephan Hawking’in
bu bulgu hakkındaki görüşü de meşhur resim ile aynı sayfalarda geçiyordu: “Bu, yüzyılın, hatta
belki de tüm zamanların en büyük buluşudur.”

COBE uydusunun proje lideri ve California Universitesi’nin astronomu George Smoot’un


açıklaması ise çok ilginçtir: “Bu buluşumuz evrenin bir başlangıcı olduğunun bir delilidir.” ve şöyle
ekledi: “Bu, Tanrı’ya bakmak gibi bir şey.”

35
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

UYDULU, BİLGİSAYARLI DESTEK

Gerçekten de mühendislik harikası uydular, elektronik mucizesi bilgisayarlar, matematiğin


yüksek uygulamaları birleşmiş ve hepsi beraber Big Bang’e destek vermiştir. Evrendeki tablo artık
daha evvel hiç olmadığı kadar anlaşılırdır. Galaksilerin oluşumu için olması gereken küçük sıcaklık
dalgalanmalarının bulunmasını, belki de bu dalgalanmaların olması gerektiğini ortaya koyanlar bile
ummuyorlardı. Kozmik fon radyasyonunun olması gerektiğini teorik olarak ilk ortaya atan “alfa-
beta-gama” tezi tarihteki seçkin yerini almıştır. Penzias ve Wilson 1965’teki buluşları nedeniyle
1987’de Nobel ödülünü aldılar. Kozmik fon radyasyonunu ölçmek için milyonlarca dolar
harcanarak uzaya gönderilen COBE uydusu “fosil radyasyonu” çok duyarlı bir şekilde, sıcaklığıyla,
çok küçük dalgalanmalarıyla ölçtü. Bazı fizikçiler bu ölçümü tüm zamanların en büyük buluşu
olarak değerlendirdiler. Kozmik fon radyasyonunun bulunması ve bu radyasyonun incelenmesi Big
Bang açısından çok önemlidir. Fakat kozmik fon radyasyonunun bize sunacağı daha başka deliller
de olacaktır.

GEÇMİŞTEKİ KOZMİK FON RADYASYONUNUN SICAKLIĞI

Daha evvel de söylediğimiz gibi Big Bang’in öğrettiği en önemli bilgilerden biri evrenin çok
sıcak ve çok yoğun ortamda başladığı, sürekli genişlemeyle bu yoğunluğun ve sıcaklığın
düştüğüdür. Kozmik fon radyasyonunun sıcaklığı da sürekli düşmektedir ve şu anda 2.7 .Kelvin’e
eşittir. Uzaktaki galaksilerden gelen ışığa baktığımızda, aslında geçmişe baktığımızı unutmamalıyız.
Uzak galaksilerden gelen ışık milyarlarca ışık yılı kadar uzaktan gelmektedir. Belki de şu anda
bizim baktığımız o yönde, o galaksi yoktur, fakat biz o galaksinin milyarlarca yıl önce yola çıkmış
ışığını seyretmekteyiz. Kısacası, geçmişe bakmaktayız.

Big Bang teorisine göre milyarlarca yıl önce evren daha yoğun ve daha sıcaktır, eğer
milyarlarca yıl önceki halini gördüğümüz galaksideki kozmik fon radyasyonunun sıcaklığını
ölçebilirsek, sıcaklığın günümüzdekinden daha yüksek olduğunu bulmamız gerekir. 1994
ilkbaharında, araştırmacılar, bunu gerçekleştirmeyi başardılar. Uzak galaksilerdeki kozmik fon
radyasyonunun sıcaklığı 7.4 Kelvin’di ve bu değer şu andaki 2.7 Kelvin’den daha yüksekti.

36
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bu gözlem Keck teleskobuyla gerçekleşti, bu teleskop, zamanının en büyük optik cihazıdır.


1996 yılında aynı astronom grubu daha da uzaktaki bir galaksinin sıcaklığını ölçtüler, bu sefer 8
Kelvin’in çok az üzerinde bir değer buldular. Daha sonra farklı bir astronom grubunun daha da
uzaktaki bölgeleri taramalarıyla 10 Kelvin sıcaklık derecesi saptandı. Tüm bu veriler Big Bang’in
doğruluğunu onaylıyordu; ne kadar uzak geçmişimize bakarsak, o kadar yüksek bir sıcaklıkla
karşılaşıyorduk. Böylece kozmik fon radyasyonunun geçmişini incelememiz de Big Bang’i
destekleyen ilave bir delil oluşturdu.

TEORİNİN VE GÖZLEMİN BİRLEŞMESİ

Kozmik fon radyasyonu ve bu radyasyonun incelenmesiyle Big Bang’e dair elde edilen
deliller; önce teorik temelde, matematiksel hesaplamalarla ortaya konmuştur. Daha sonra yapılan
gözlemler teoriyi desteklemiştir. Böylece evrenin bir tekilliğin parçalanmasıyla genişlediği nasıl
önce teorik temelde ortaya konup matematiksel olarak ispatlandıysa ve daha sonra gözlemsel
verilerle desteklendiyse, aynı şekilde kozmik fon radyasyonunda da matematiksel teori gözlemle
kucaklaşmıştır. Bu kucaklaşmayı şöyle özetleyebiliriz:
1- Teorik bazda: Gamow ve arkadaşları, evrenin, çok sıcak ve çok yoğun bir durumdan,
daha az sıcak ve daha az yoğun bir duruma geçtiğini ve evrenin bu sıcak ve ışımalı
ilk halinin hala radyasyon olarak kalıntısının olduğunu ortaya koydular.
Gözlemsel bazda: Penzias ve Wilson kozmik fon radyasyonunu buldular.

2- Teorik bazda: Gamow ve arkadaşları bu radyasyonun evrenin her tarafına yayılmış


olması gerektiğini ortaya koydular ve sıcaklığını yaklaşık olarak hesapladılar.
Gözlemsel bazda: Penzias ve Wilson’un bulduğu, daha sonra da farklı gözlemlerle
doğrulandığı üzere bu radyasyon, evrenin her tarafına yayılmıştır ve Gamow’un
arkadaşlarının hesabı, radyasyonunun sıcaklığına çok yaklaşmıştır.

3- Teorik bazda: Var olan galaksilerin oluşabilmesi için evrenin ilk sıcaklığında
dalgalanmaların olması gerektiği ortaya kondu.
Gözlemsel bazda: 1992’de COBE uydusu evrenin ilk haline ait sıcaklık
dalgalanmalarını tespit etti. Bu dalgalanmanın fotoğrafı bilgisayarın yardımıyla
çizildi.

37
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

4- Teorik bazda: Evrenin geçmişi daha sıcak olduğu için, geçmişteki kozmik fon
radyasyonunun sıcaklığı da daha yüksek olmalıdır.
Gözlemsel bazda: 1994 yılında uzak galaksilerden gelen ışık incelenerek geçmişteki
kozmik fon radyasyonunun daha yüksek olduğu doğrulandı. Daha sonra yapılan
gözlemler de bu sonucu destekledi.

FELSEFE, İLAHİYAT VE BİLİMİN ARASINDAKİ


DUVARLAR

Bilim çevreleri Big Bang’in teorik, gözlemsel ve deneysel verilerinin değerini anlamışlardır.
Fakat felsefe ve ilahiyat çevreleri için ne yazık ki aynısı söylenemez. Bunun birçok sebebi
sayılabilir, fakat bunun sebeplerinden biri her ne kadar teori 1920’li yıllarda ortaya konmuş olsa da
1990’lı yıllarda hala yeni delillerin elde edilmesidir. Tüm bu delillerin fizik, astronomi
arenalarından felsefe ve ilahiyat arenalarına geçmesi, bu arenalarda da yankı bulması vakit
gerektirmektedir. Ne yazık ki pozitivist bilim anlayışı fizik bilimi ile felsefenin ve ilahiyatın arasına
duvar örmüştür ve günümüzün bilim anlayışı yaygın olarak pozitivisttir. Felsefeciler ve ilahiyatçılar
da poztivizmin bu duvarını kabullendikleri için felsefe, ilahiyat ve bilimin bulgularına topluca
bakanlar, bunları bir arada değerlendirenler azınlıkta kalmışlardır. Bu çalışmanın ilerleyen
bölümlerinde bu azınlığın neden çoğalması gerektiğini göstermeye çalışacağım.

5- ELEMENTLERİN MİKTARINDAKİ DELİL

HİDROJENİN MİKTARINDAKİ DELİL

Uzaydaki maddelerin oranını Fraunhofer’in bulduğu “Fraunhofer çizgileri” sayesinde


saptamaktayız. Işığın kırılarak renk spektrumunda ayrıştırılması Newton’dan beri bilinir.
Fraunhofer, renk spektrumundaki gökkuşağının içinde çok sayıda çizgi gördü; bunların bir kısmı
koyu renkli çizgiler, bir kısmıysa açık renkli çizgilerdi. Bunlara neyin sebep olduğunu çözemedi,
fakat her elementin çıkardığı çizgilerin farklı olduğunu gördü. Fraunhofer, 1816 yılındaki
çalışmalarında bu bulguların önemini kavrayamasa da; ondan sonra 1880 yılında William Huggins
bu çizgilerin, elementlerin adeta parmak izi olduğunu keşfetti.

38
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Işıkla gelen bu parmak izini inceleyerek ışığın kaynağında ne olduğunu anlayabiliriz.


Böylelikle Güneş’in ve yıldızların birbirlerinden farklı yapıda olmadıkları anlaşıldı. Hepsi de
temelde hidrojenden ve helyumdan oluşuyordu; Güneş, evrendeki yıldızlar kümesinin bir alt
kümesiydi. Evren yer çekimi kanunlarıyla işleyen, içindeki yıldızların ve gezegenlerin hepsinin
hareket ettiği, aynı ham maddelerden oluşmuş bir yerdi.

Fraunhofer çizgileri sayesinde evrenin yüzde 73’ünün hidrojen ve yüzde 25’inin helyum
olduğu saptanmıştır. Bu sonuç ise Big Bang’i destekleyen bir delildir. Atom-altı araştırmalarına
göre atomu oluşturan parçacıklardan hidrojen atomunun oluşması için yüksek sıcaklıkta bir ortam
gerekmektedir. Bu konudaki ilk detaylı öngörü Gamow ve arkadaşlarının çalışmalarıyla 1948
yılında ortaya konmuştur. Gamow’un öngördüğü gibi evrenin çok yüksek bir sıcaklıktan hızla
soğuması; proton ve nötronların beraberce elementleri oluşturmasının ve evrendeki yüzde 73
oranındaki hidrojenin açıklamasıdır. Yıldızların içinde oluşan süreçlerde hidrojen oluşamaz, oysa
Big Bang hem hidrojen atomunun nasıl oluştuğunu, hem de miktarını açıklamıştır.

HELYUMUN MİKTARINDAKİ DELİL

Big Bang ile evrenin oluşumunun ilk anlarında helyumun meydana geldiği anlaşılmıştır.
Evrenin başlangıcı protonlardan, nötronlardan ve elektronlardan oluşan sıcak bir karışımdır. Bu
karışım soğudukça nükleer tepkimeler gerçekleşebilmiştir. Özellikle nötronların ve protonların
çiftler halinde birleştiği; bu çiftlerin de birleşerek helyum elementinin çekirdeğini oluşturduğu
hesaplanmıştır. Kuramsal hesaplamalarda evrende yüzde 25 oranında helyum olduğu ortaya
konmuştur. Yıldızların içindeki tepkimelerde de helyum oluşabilmektedir. Fakat yıldızların içindeki
bu oluşumlar yüzde 25 oranındaki helyumu açıklayamaz.

Yapılan tüm gözlemler bu verileri doğrulamıştır. Örneğin 1999 yılında Amerikalı ve


Ukraynalı astronomlar, Multiple Mirror ve Keck teleskoplarıyla yaptıkları gözlemlerde, yıldızların
oluşturduğu helyum oranını çıkarttıktan sonra yüzde 24.52 helyum oranını elde ettiler. Bu oranı
uzaktaki en yaşlı galaksileri gözleyerek elde eden astronomlar, Big Bang’in öngörüsünü bir kez
daha doğruladılar. Daha sonra 2000 yılında “Astrophysical Journal” da çalışmalarını yayınlayan
Kanadalı astronomlar da çok yakın sonuçlar elde ettiler. Bu çalışmalar da, en eski cisimlerin var
olduğu zamandan beri, yani evrenin daha ilk başlarından itibaren helyumun var olduğunu ortaya
koymuştur.

39
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

EVRENİN HER YERİNDEN GELEN DELİL

Big Bang’in, evrenin tek bir noktasından başladığını, çok yoğun ve çok sıcak ortamın
genişleyerek daha az yoğun ve daha az sıcak ortama dönüştüğünü bir kez daha hatırlayalım. Bu
anlatımda hidrojen ve helyum da bu genişlemedeki süreçlerde açıklanır. Kozmik fon
radyasyonunun önemli bir özelliğinin, evrenin her yanına dağılması olduğunu gördük. Genişleyen
evren ile oluşan dörtte üç oranındaki hidrojen ve dörtte bir oranındaki helyum için de aynı sonuç
beklenmektedir. Evrenin genişlemesiyle evrenin her yanında aynı oran gözlemlenmelidir, çünkü
evrenin genişlemesiyle bu madde oranı evrenin her yanına dağılmıştır. Big Bang’e göre
gözlemlenmesi gereken sonuç ile yapılan gözlemler tamamen uyumludur. Evrenin neresine
bakarsak bakalım hidrojen ve helyum hakim elementlerdir ve evrenin dörtte üçü kadarı hidrojenden
ve dörtte biri kadarı helyumdan oluşmaktadır.

DÖTERYUMUN VE LİTYUMUN MİKTARINDAKİ DELİL

Evrende var olan bütün döteryum (hidrojen atomunun bir nötron fazlalı izotopu) ve lityum,
Big Bang’in ilk dakikalarında oluşmuştur. Yıldızların içindeki süreçler bu atomları oluşturamaz,
tam tersine bu atomları parçalar. Oysa Big Bang, döteryumun ve lityumun varlığını açıklamaktadır.

Keck teleskobuyla ve Hubble teleskobuyla gerçekleştirilen gözlemler, Big Bang’in,


döteryumun ve lityumun miktarlarıyla ilgili öngörüsüyle tamamen uyuşmaktadır. Örneğin Vanioni
Flam, Coc ve Casse’nin 2000 yılında yayımladıkları araştırmaları ve daha evvelki bir çok araştırma
bunu onaylamaktadır.

1994 yılına kadar evrendeki döteryum ve lityum miktarına dair tespitler nispeten yakın
yıldızlarda yapılmıştı. Oysa 1994 yılından itibaren 12 milyar ışık yılı kadar mesafedeki (yani
milyarlarca yıl geçmişteki ) gaz kütleleri incelendi. Bunlarda da döteryuma ve lityuma rastlandı.
Aynen Big Bang’te öngörüldüğü gibi, evrenin ilk zamanlarından beri bu elementlerin var olduğu
böylece bir kez daha ispatlandı.

Bu delilde vardığımız sonuçları kısaca şöyle özetleyebiliriz:


1- Evrenin dörtte üçü kadarı Big Bang’in öngördüğü gibi hidrojen atomundan oluşur.
2- Evrenin dörtte biri kadarı Big Bang’in öngördüğü gibi helyum atomundan oluşur.
3- Big Bang’in öngördüğü gibi bu oranlar evrenin her yönünde tespit edilmektedir.

40
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

4- Hidrojen atomunun oluşması için gerekli çok yüksek sıcaklıktaki ortamı ancak Big
Bang sağlar.
5- Helyum yıldızlarda oluşabilir, ama evrendeki yüzde 25’lik helyum oranı ancak Big
Bang ile açıklanabilir.
6- Yıldızlar döteryum, lityum gibi elementleri parçalar, bu elementlerin oluşumu ancak
Big Bang ile mümkündür.
7- Son yıllarda en uzak (en eski) galaksilerin ve gaz bulutlarının gözlemlenmesiyle
bunlarda tespit edilen hidrojen, helyum, döteryum, lityum, elemenlerinin miktarı da;
evrenin en eski zamanlarından beri bu elementlerin var olduğunu ispatlamaktadır.
Aynen Big Bang’de öngörüldüğü gibi...

6- ATOM-ALTI DÜNYADAN YILDIZLARIN


AŞAMALI GELİŞİMİNE DELİLLER

MİLYARLARCA DOLARLIK HIZLANDIRICILAR

Atom-altı dünyanın daha iyi tanınabilmesi için atom-altı parçacıkları hızlandırmaya yarayan,
çok yüksek sıcaklık ortamlarını taklit eden hızlandırıcı tüneller inşa edilmiştir. Dünyanın en gözde
fizikçilerinin çalştığı bu deney ortamları milyarlarca dolarlık bütçeyle imal edilmiş teknoloji
harikalarıdır. Bu hızlandırıcıların en güçlüleri İsviçre’de Cenevre şehrindeki CERN, Amerika’da
Chicago şehrindeki Fermilab ve yine Amerika’da San Francisco şehrindeki SLAC’tır. Bu tünellerde
yapılan deneyler, Big Bang’in tüm delilleriyle uyumludur ve yaşadığımız evreni oluşturan Big
Bang’in matematiksel modelini onaylamaktadır.

Big Bang, başlangıç sıcaklığında sadece enerjinin var olabileceğini, enerjinin soğuma
aşamalarına bağlı olarak tüm atom-altı parçacıklarının oluştuğunu, sonra aşamalı gelişmeci bir
süreçle gaz bulutlarının ve dönem dönem yıldızların oluştuğunu söylemektedir. Atom-altı dünyanın
oluşumunun tüm safhaları; sıcaklığın bu düşüşüne, genişlemeye ve yoğunlaşmanın azalmasına bağlı
olarak açıklanır. Maddenin ve anti-maddenin ortaya çıkışı; elektronların ve pozitronun (elektronun
anti-maddesi), protonun ve anti-protonun, kuvarkların ve karşı kuvarkların ortaya çıkışı ve

41
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

birbirlerini yok edişleri, hep Big Bang modeline göre açıklanmaktadır. Kısacası atom-altı dünyadaki
tüm aşamalar ve evrenimizin bugünkü atom-altı dünyası, Big Bang’in evren modeline göre
açıklanmakta ve başta bahsettiğimiz hızlandırıcı tünellerde olmak üzere yapılan deneyler, bu
açıklamaları onaylamaktadır.

İLK ÜÇ DAKİKA

Evrenin başlangıcından yaklaşık bir saniye sonra evrenin her yerinde sıcaklığın yaklaşık on
milyar derece olduğu matematiksel yöntemlerle hesaplanabilmektedir. Bu, matematiğin en yüksek
uygulamalarıyla mümkün olmaktadır. Fizikle ve matematikle fazla ilgilenmeyenler evrenin ilk
saniyesi hakkında insanların hangi cüretle konuştuklarını pek anlayamamaktadırlar. Fakat atom-altı
dünyanın en meşhur kitapları bu oluşumları saniyeden daha küçük dilimlerden başlayarak
aktarmaktadır.

İyi bir teoriden beklenen öngörülerde bulunma gücü Big Bang’de en mükemmel şekilde
vardır. Evrendeki maddenin aşamalı gelişimini anlatan “İlk Üç Dakika” kitabının (bu konunun belki
de en ünlü kitabı) yazarı Steven Weinberg anlatımlarına şöyle bir giriş yapmaktadır: “Artık evrimin
ilk üç dakika içerisindeki kozmik akışını izlemeye hazırız. Olaylar önceleri, sonraya göre çok daha
hızlı aktığı için olağan bir filmdeki gibi, resimleri eşit zaman aralıklarına dizilmiş göstermek
yararlı olmayabilir. Bunun yerine filmimizin hızını evrenin sıcaklığının düşmesine uyacak şekilde
ayarlayacağız; her seferinde sıcaklığın üçe bölümü kadar düşüş oldukça kamerayı durdurup bir
resim çekeceğiz.” Weinberg altı film karesiyle bu aşamaları anlatır. Big Bang’in matematiksel
modelinin bir sonucu olan öngörüde bulunma gücünü gösterebilmek için bu altı kareyi kısaca
özetleyerek aktaracağım:

Birinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 100 milyar Kelvin’dir. Evren, madde ve ışınımdan
oluşmuş ayrılmaz bir çorba gibidir. Bu çorba içinde her bir parçacık diğer parçacıklarla çok hızlı bir
şekilde çarpışır. Birinci film karesinde çok az sayıda çekirdek parçacığı vardır. Yaklaşık olarak her
bir milyar fotona ya da elektrona, ya da nötrinoya karşılık bir proton, ya da bir nötron. Bu film
karesinin alındığı zaman ölçüsünün, saniyenin yüzde biri kadar olduğunu hatırlatmakta fayda
vardır.

İkinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 30 milyar Kelvin’e düşer. Birinci film karesinden beri
0.11 saniye geçmiştir. Az sayıdaki çekirdek parçacıkları hala çekirdekleri oluşturmak üzere

42
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

bağlanmamışlardır. Çekirdek parçacıklarının dengesi yüzde 38 nötron ve yüzde 62 proton şeklinde


bir kayma göstermiştir.

Üçüncü Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 10 milyar Kelvin’e düşer. Birinci kareden beri 1.09
saniye geçmiştir. Evren hala nötronların atom çekirdeklerini oluşturmak üzere bağlanmalarına
meydan vermeyecek kadar çok sıcaktır. Azalan sıcaklık nedeniyle, proton ve nötron dengesinden
yüzde 24 nötron ve yüzde 76 proton olmak üzere bir kayma olmuştur.

Dördüncü Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 3 milyar Kelvin’e düşer. İlk kareden beri 13.82
saniye geçmiştir. Nötronlar öncesinden çok daha yavaş olmakla birlikte hala protonlara
dönüşmektedirler, şimdi denge yüzde 17 nötron ve yüzde 83 protondur. Evren, artık helyum gibi
çeşitli kararlı çekirdeklerin oluşmasına yetecek kadar soğuktur, fakat bu hemen gerçekleşmez.
Beşinci Film Karesi: Evrenin sıcaklığı 1 milyar Kelvin’e düşer. Beşinci kareden kısa bir
zaman sonra çarpıcı bir olay olur. Sıcaklık, döteryum (hidrojen elementinin izotopu) çekirdeklerinin
artık parçalanmadığı bir noktaya düşer. Ne var ki, helyumdan daha ağır çekirdekler sezilir sayıda
oluşamazlar. İlk kareden bu yana 3 dakika 46 saniye geçer (Bu noktada Weinberg, 46 saniye için
okuyucudan özür diler. Kitabın ismini 3 dakika 46 saniye koysaydı kulağa hoş gelmeyeceğini
vurgular).

Altıncı Film Karesi: Beşinci karede arzulanan noktaya ulaşılmıştır, temel elementler artık
oluşmuştur. Fakat ne olacağını göstermek için Weinberg filmi bir kare ileriye götürür. Bu karede
sıcaklık 300 milyon Kelvin’dir. İlk kareden beri 34 dakika 40 saniye geçmiştir. Çekirdek
parçacıkları artık helyum veya hidrojen şeklinde bağlıdır (bir önceki bölümde bu konuya değindik).
Fakat evren hala o kadar sıcaktır ki henüz kararlı atomlar oluşamamaktadır.

PLANCK ZAMANI

Görüldüğü gibi matematiğin yüksek uygulamaları ve parçacık hızlandırıcılarda yapılan


deneyler sayesinde, Big Bang ile açıklanan evrenin, ilk saniyesinde olanlar anlaşılmaya
çalışılmaktadır. Ancak evrenin 10-43 saniyelik(1 saniyenin, 1’in arkasına 43 tane sıfır yazacağımız
sayıya bölünmüş kısmı) bölümü için konuşulamamaktadır. Bu zamana Planck zamanı denmektedir,
bu zaman diliminde çekim kanunu gibi fizik kanunları işlemediği için, bu zaman dilimi tarif
edilememektedir. 1032 Kelvin derece (Planck çağı) üzerine konuşulamaz, bu Planck zamanındaki
evrenin sıcaklığıdır.

43
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Planck zamanından sonra sıcaklığın ve yoğunluğun düşüşü ve evrenin genişlemesi


çerçevesinde atom-altı dünyadan galaksilere evrenin oluşumunun bu kadar detaylı anlatılabilmesi,
Big Bang’in bilgimizi ne kadar arttırdığını gösterir. Bir saniyeden çok çok daha kısa olan Planck
zamanı, artık tartışma konusudur. Oysa binlerce yıl bilim dünyası, bilimsel anlamda bir
kozmogoniden (evrenin oluşumunun açıklamasından) yoksundu.

Atom-altı dünya ile ilgili tüm deneyler ve hesaplar Big Bang’i desteklemektedir.
Kuvarklardan glüonların oluşumuna, protonlardan, nötronlardan ve elektronlardan nötrinolara kadar
tüm parçacıklar, Big Bang’in modelinde yerini bulmaktadır. Bu parçacıklar kadar bunların karşı
parçacıklarının oluşumu ve birbirleriyle etkileşimleri ve bugünkü duruma aşamalı bir süreç sonunda
gelinmesi de Big Bang’in anlatımlarında yerini bulmaktadır.

YILDIZLARIN AŞAMALI GELİŞİMİ

Big Bang’in atom-altı dünyanın oluşumunu aşamalı-gelişmeci bir süreçte anlatması


gözlemle ve deneyle desteklendiği gibi, yıldız kümeleri hakkındaki aşamalı-gelişmeci anlatımları da
gözlemle desteklenmektedir. Astronomlar yıldızları 1.Popülasyon, 2.Popülasyon ve 3.Popülasyon
yıldızlar olarak üçe ayırırlar. Bunlardan ilk ortaya çıkan yıldızlar 1.Popülasyon yıldızlardır (Bazıları
yıldızların keşfine dayanarak numaralandırma yaptıkları için, popülasyon numaralandırmaya,
yaptığımızın tersinden başlarlar). 1. Popülasyon yıldızlar evrenin maddesinin daha yoğun olduğu
dönemde ortaya çıktıkları için, bu yıldızlar “süperdev yıldızlar” olarak adlandırılır. Bu yıldızların
ömrü kısadır ve büyük bir patlamayla bütün maddelerini uzaya saçarlar. Teorisyenler, bu yıldızların
ancak çok az bir kısmının gözlemlenebileceği kanaatindedirler. 2. Popülasyon yıldızlar ise, Big
Bang’in aşamalı-gelişmeci süreçlerine dayanılarak şöyle tarif edilmişlerdir:

a) En büyük yıldız grubu bunlardır.

b) Belli bölgelerde daha yoğundurlar (genç yıldızların oluşma bölgeleri gibi).

c) Her kütlede büyük ve küçük yıldızları beraberce barındırırlar.

Bu üç öngörü de astonomların son yıllarda yaptıkları gözlemlerle uyumludur. 3. Popülasyon


yıldızlar ise (Güneş’imiz dahil), 2. Popülasyon yıldızların dağılmış tozlarından oluşmuştur.
Vücudumuzdaki karbon, kalsiyum gibi elementlerden altın ve demir gibi elementlere kadar birçok
element, 2.Popülasyon yıldızlarda üretilmiştir. Bu bilgi, canlıların, evrenin yaratılışından neden 15

44
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

milyar yıl sonra yaratıldığının da bir sebebini göstermektedir. Çünkü canlılık için mutlaka gerekli
olan karbon atomu gibi atomlar, 2. Popülasyon yıldızlarda üretilmiştir. Bizim içinde bulunduğumuz
bölge, bu yıldızların dağılmış tozlarındaki bu atomlar sayesinde canlılık için gerekli ham maddelere
kavuşmuştur.

Yıldızların aşamalı-gelişmeci süreci gözlemlerle doğrulanmış, bu da Big Bang’i destekleyen


ek bir delil olmuştur. Big Bang, atom-altı dünyadan, ayrı yıldız popülasyonlarına kadar tüm evreni
aşamalı-gelişmeci bir süreçle açıklamaktadır; bu, evreni, binlerce yıldır statik modellerle açıklayan
görüşlere tamamen ters, dinamik bir anlatımdır. Gözlem ve deney, bu anlatımlarda matematiksel
hesaplarla birleşmiş ve evrenin, bilim tarihinde hiç olmadığı kadar anlaşılır olması mümkün
olmuştur.

4. BÖLÜM
BIG BANG’İ DESTEKLEYEN YAN
DELİLLER

Big Bang’in yan delilleri, doğrudan Big Bang’i ispatlamadan, evrenin bir başlangıcı
olduğunu; yani ezeli olmadığını ortaya koyarak, teoriyi dolaylı yoldan desteklemektedir. Big Bang
teorisinin en temel, en önemli felsefi sonucu evrenin bir başlangıcı olduğunu ortaya koymasıdır. Bu
yüzden evrenin başlangıcı olduğunu ortaya koyan her delil, Big Bang teorisini dolaylı yoldan
desteklemektedir. Bu bölümün başında bu delillerin fizik bilimine ait olanlarına değineceğim.
Bölümün sonunda ise, evrenin bir başlangıcı olduğu görüşünün, daha önceden felsefi olarak nasıl

45
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

temellendirildiğini kısaca göstereceğim. Böylece Big Bang’le ilgili delillerin, diğer fiziki ve felsefi
delillerle, evrenin başlangıcı olduğu noktasında nasıl birleştiğine tanıklık edeceğiz.

1- ENTROPİ DELİLİ

ENTROPİ YASASI NE DİYOR

Entropi kavramının temelini ilk olarak Benjamin Thompson 1854’de attı. Fakat Entropi
Yasası’nı ilk olarak Hermann Von Helmhotz 1856’da keşfetti. Entropi Yasası, termodinamiğin
ikinci yasası olarak da anılır.

Bu yasa, bize, evrenin sonunun her an yaklaştığını ve fizik kuralları açısından bu sonucun
kaçınılmaz olduğunu söyler. Buna sebep olan; ısının tek yönlü, geri çevrilmesi mümkün olmayan
akışıdır. Örneğin bir odanın içinde sıcak su dolu bir kova bıraktığımızı düşünelim. Sıcak su
kütlesindeki ısı enerjisi odaya yayılır, fakat hiçbir zaman için bu ısı akışı aksi yönde olmaz; bir kere
ısı enerjisi odaya yayıldıktan sonra, bu ısı enerjisi dönüp de kovadaki suyu eski sıcaklığına
getirmez. Kapalı bir sistemdeki enerji akışı tek yönlüdür ve bu akış tam bir denge noktasına
ulaşıncaya kadar devam eder. Bu denge noktasına “termodinamik denge” denir ve bu durumda
entropi en yüksek değerine kavuşur. Tersine çevrilmesi mümkün olmayan bu fiziki sürecin varlığı,
evrenin de, tıpkı insanlarda olduğu gibi, asla geri dönüşü olmayan bir yaşlanma sürecine sahip
olduğunu gösterir.

Gerek bizim Güneş’imizde, gerekse evrendeki diğer yıldızlarda, ısının bu tek yönlü hareketine
dayalı termodinamik yasa hüküm sürmektedir. Güneş, soğuk uzaya ısı yayarak entropiyi sürekli
arttırır. Fakat uzaydaki bu ısı toplanıp da Güneş’e geri dönmez. Termodinamik yasa, entropinin
sürekli arttığını ve bu sürecin kesinlikle tek taraflı olduğunu söyler.

ENTROPİ YASASI’NIN FELSEFİ SONUÇLARI

Entropi ile ilgili bilgileri birçok kişi salt fiziksel bir konu olarak algılamakta ve ele almaktadır.
Oysa Entropi Yasası, bizi çok önemli felsefi sonuçlara da ulaştırmaktadır. Bu, maddelenerek şöyle
gösterilebilir:

46
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

1- Evrendeki ısı akışı tek yönlüdür ve bu akış geri çevrilemez (Termodinamiğin ikinci
kanunu).
2- Buna göre evrende bir gün termodinamik denge oluşacak ve “ısı ölümü” yaşanacaktır.
Kısacası evren ebedi değildir, evrenin bir sonu vardır.
3- Eğer evren sonsuzdan beri var olsaydı, aradan geçen zamanda evren çoktan termodinamik
dengeye gelip “ısı ölümü”nü yaşıyor olacaktı. Ölümlü bir evren, sonsuzdan beri var
olamaz.
4- Evren sonsuzdan beri var olamıyorsa demek ki evrenin bir başlangıcı vardır. Bu başlangıç
durumundaki (t=0) evren, düşük entropili bir halden yüksek entropili duruma doğru
gitmektedir. Entropinin sürekli olarak artıp hiç azalmaması, evrenin başlangıcının çok
düşük entropili olduğunu gösterir.

ENTROPİ, KARAMSARLIK VE ÜMİT

Daha önce felsefecilerin bir kısmı Entropi Yasası’nın, evrenin ebedi olmadığına ilişkin
sonucu üzerinde durmuşlar ve evrenin başlangıcı olduğuna dair sonucunu göz ardı etmişlerdir.
Örneğin Bertrand Russell, insanlığın tüm ürünlerinin ve evrenin yok oluşunun kendisinde
uyandırdığı karamsarlığı yazılarında açıklamıştır. Bilim adamı ve felsefecilerin, entropinin, evreni
yok oluşa götürdüğüne odaklanıp, evrenin başlangıcı olduğu sonucunu göz ardı etmelerine Paul
Davies şaşırmaktadır: “19. yüzyıl bilimcilerinin bu derin anlamlı sonucu (evrenin başlangıcı
olduğunu) kavrayamamış olmaları çok ilginçtir.”

Entropi Yasası’nın insanlığı ümitsizlik yerine ümide sevkedecek sonuçları vardır. İnsanoğlu
ölümlü olması nedeniyle, zaten Entropi Yasası olmasa da, insanlığın ürünlerini ve evrenin
güzelliğini, sürekli algılamaktan mahrum kalacağını bilmektedir. İnsanoğlunun karamsarlığını
yenmesini sağlayacak unsur, kendi öldükten sonra evrenin ebedi var olması değil, kendisinin ebedi
yaşayabilmesidir. İnsanoğlunun bunu yapmaya gücünün yetmediği ortadadır. Öyleyse insanoğluna
ümidi verecek olan, bu gücü keşfedebilmesidir. Entropi Yasası, evrenin başlangıcı olduğunu ortaya
koyarak, evrenin kendisi dışında bir Güç’e olan ihtiyacını temellendirmekte ve tek Tanrılı dinlerin
evrenin başlangıcı olduğu konusundaki iddialarını desteklemektedir. Maddeyi ezeli kabul eden
kimselerin ezeli ve ebedi olarak değerlendirdikleri evrenin ölüme gittiğini öğrenmeleri karşısında
karamsarlığa kapılmaları doğaldır. Fakat evrenin başlangıcı ve sonu olduğundan, Tanrı’nın varlığını
ve tek Tanrılı dinlerin mesajının doğruluğunu delillendiren ve ümidi Tanrı’nın varlığında bulanlar
için “Entropi Yasası” karamsarlığa sebebiyet vermez.

47
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

ENTROPİ VE BIG BANG BULUŞMASI

Evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğu fikri, bilimsel deliller temelinde detaylı olarak Big
Bang teorisi ile ortaya koyulmuştur. Termodinamiğin kanunları (Entropi Yasası), daha önceden
ortaya koyulmuştu, bunların bizi ulaştırdığı sonuç da görüldüğü gibi tamamen aynıdır. Sonuç olarak
termodinamik kanunlar, astronomik gözlemler ve izafiyet teorisinin formülleri; evrenin başlangıcı
ve sonu olduğu sonucunda birbirlerini desteklemektedirler.

Entropi Yasası, Big Bang’den ayrı bir fiziksel yasa olup, ulaştığı sonuçlar ile Big Bang’i
onayladığı için, bu yasayı, Big Bang’in yan delillerinden biri olarak değerlendirdim. Fakat bu yasa
bir yönüyle Big Bang’in doğrudan delillerinden de biridir. Evrendeki entropi miktarı çok yüksektir
ve bu yüksek entropiyi ancak sıcak ortamdaki bir Big Bang başlangıcı ile açıklayabiliriz (Entropi
miktarı, ışığın en küçük parçası fotonların, proton ve nötron gibi baryonlara oranıyla ölçülebilir).
Süpernova patlaması en çok entropiye sebep olan olaylardan biri olmasına rağmen sebep olduğu
entropi, evrendeki entropiden çok daha azdır. Bilinen hiçbir evrensel oluşum, evrendeki bu yüksek
entropiyi açıklayamaz. Oysa Big Bang ile bu yüksek entropi oranı tamamen uyumludur.

2- IŞIĞIN SON BULMASINDAKİ DELİL

DEĞİŞMEYEN EVREN YANILGISI

Yıldızlarla dolu evren, birçok insanda sabit ve değişmez bir evren hissi uyandırmaktadır.
Aristo gibi bir felsefeci, yıldızların ezeli ve ebedi olduğuna kanaat getirmiş, yıldızların hiç
tükenmeyen bir yakıta sahip olduklarını ileri sürmüştür. Geceleyin, gökyüzüne çıplak gözle bakan
birçok kişi durağan evren fikrine kapılmış, evrendeki dinamizmi, sürekli var oluş ve yok oluş
sürecini gözden kaçırmıştır.

Yıldızların yapısı keşfedilmeden önce, yıldızların sonsuzdan beri var olduğunu, sonsuza dek
var olacağını, yıldızların tükenmez bir kaynak olarak sonsuza dek ışık vereceğini, aşağı yukarı tüm

48
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

materyalistler savunuyordu. Oysa yıldızların belirli bir ömrü olduğunu, yıldızların (Güneş dahil
hepsinin) hidrojeni helyuma çevirerek varlıklarını sürdürdüğünü, yakıtları bitince ise varlıklarının
sona erdiğini öğrendik. Bu anlaşıldıktan sonra ölen yıldızların yerine yeni yıldızların oluştuğunu,
bunun sonsuza dek böyle gideceğini zannedenler oldu. Fakat bunun da yanlış olduğu artık
bilinmektedir. Bir gün gelecek uzayda hiçbir yıldız kalmayacak, hiçbir ışık var olmayacaktır.

Var olan yıldızların ölümünü yeni oluşan yıldızlar takip etmektedir. Bu süreç yıldızları
oluşturacak kadar gaz olduğu sürece devam edecektir. Bu gazların kaynağı, evrenin başlangıç süreci
olduğu gibi, süpernovalardaki ve diğer yıldızlardaki patlamalar ve püskürmeler de evrendeki gaz
oluşumunun kaynağıdır. Bu gazlar kütle çekimi kuvvetinin etkisi ile sıkışır, çöker ve yıldızların
oluşumuna sebebiyet verir. Bu yıldızlar belirli bir ömür yaşadıktan sonra kara deliklere, nötron
yıldızlarına, beyaz cücelere, kırmızı devlere dönüşüp ölürler. Yeni yıldızların oluşumu için yeterli
ham madde (gazlar) gittikçe azalmaktadır. Bu ham madde tükenince, artık hiç yıldız oluşmamaya
başlayacaktır. Yaşayan son yıldızların ölümüyle ise evren sürekli bir karanlığa gömülecektir (Eğer
evrenin sonunu getiren başka bir olay daha önce yaşanmazsa).

IŞIĞIN SON BULACAK OLMASINDAN FELSEFİ


ÇIKARIMLAR

Mevcut bilimsel verilere göre bu süreç milyarlarca yıl sürecektir. Bu kadar uzakta gözüken bir
süreç, birçok kişiyi pek fazla ilgilendirmeyecektir. Oysa bu süreç felsefi açıdan önemli bilgiler
vermektedir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

1- Evrendeki ışık belirli bir zaman sonra yok olacaktır.


2- Işık olmadan yaşam mümkün olmadığına göre bu evrende yaşam ebedi olamaz.
3- Eğer ki evrende var olan ışık belli bir zaman sonra yok oluyorsa, demek ki ışık sonsuzdan
beri var olamaz, ışığın bir başlangıcı vardır.

49
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Işığın (veya yıldızların), belli bir zaman sonra yok olacağının ve başlangıcı olduğunun
gösterilmesi, ezeli ve ebedi evren fikrinin yanlışlığını göstermektedir. Bu da Entropi Yasası ile ve
Big Bang’in delilleriyle tamamen uyumlu bir sonuçtur.

Artık yıldızların ezeli varlıklar olduğu fikri geçersiz olmuş, yerini en hatasız ölçümle
yıldızların yaşını saptama çabası almıştır. Yapılan hesaplara göre en yüksek adette olan 2.
Popülasyon yıldızlar, evrenin başlangıcından 1,5 ile 5 milyar yıl kadar sonra oluşmuşlardır.
Gözlemlenebilen 2. Popülasyon yıldızların yaşı bu sayıya eklenirse evrenin yaşı bulunabilir. Buna
dayanarak yapılan ölçümlerde evrenin yaşı yaklaşık 15 milyar yıl olarak tahmin edilmektedir. Bu
sonuç “Hubble sabitine” dayanarak yapılan tahminlerle çok yakındır. Yıldızlar ve saçtıkları ışık,
ezeli evren modellerini yalanlamakta, evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğunu ise doğrulamaktadır.

3- RADYOAKTİF ELEMENTLERİN YAŞINDAKİ


DELİL

RADYOAKTİF ELEMENTLERİN YARI ÖMRÜ

Radyoaktif elementler günümüzde lise öğrencileri tarafından bile öğrenilmektedir. Oysa


radyoaktifliğin bulunması insanlık tarihinin son dönemlerinde olmuştur. Radyoaktiflik, Fransız
bilim adamı Henry Becquerel tarafından 1896 yılında bulunmuştur. Radyoaktiflik kısaca, bir atom
çekirdeğinin tanecik ya da elektromanyetik ışıma yayarak parçalanmasıdır. Böyle bir parçalanmada
radyoaktif atomların hepsi birden parçalanmaz. Radyoaktif maddenin etkisi zamana bağlı olarak
gittikçe azalır, çünkü zamana bağlı olarak sürekli atom sayısı azalmaktadır. Radyoaktif maddedeki
atomların belirli bir bölümünün ayrışması için geçen süre her zaman aynıdır. Buna binaen
radyoaktif maddedeki atomların yarısının parçalanması için geçen süre hesaplarda kullanılmaktadır.
Bu süreye “radyoaktif maddenin yarı ömrü” denmektedir ve bu süre her radyoaktif maddede
farklıdır. Bazı radyoaktif elementlerin yarı ömrünü aşağıdaki tablodan öğrenebilirsiniz.

Radyoaktif İzotop Yarı Ömür


Toryum 232 14.100.000.000 yıl
Uranyum 238 4.510.000.000 yıl

50
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Uranyum 235 707.000.000 yıl


Neptunyum 237 2.250.000 yıl
Karbon 14 5600 yıl
Radyum 226 1622 yıl
Aktinyum 227 21.6 yıl
Berkelyum 249 314 gün
Polonyum 210 138 gün
Aynştanyum 253 20 gün
Radon 222 3.8 gün
Fermiyum 251 7 saat

RADYOAKTİF ELEMENTLERLE TARİHLENDİRME

Radyoaktif izotop listesinde gördüğümüz Uranyum235’i örnek olarak ele alalım. Belli bir
miktarda var olan Uranyum235, 707 milyon yılda bu miktarın yarısına düşecektir. Daha sonraki 707
milyon yılda geriye kalan miktar yine yarıya düşecektir, bu her 707 milyon yıllık dönemde bu
şekilde tekrarlanır. Sonuçta, ortamda dönüşmüş maddeler ve Uranyum235 atomları hesaplanarak,
kaç yıl önce ne kadar Uranyum235 atomu olduğu matematiksel yöntemlerle belirlenebilir. 1960’ta
Nobel Kimya Ödülü’nü kazanan ABD’li atom fizikçisi Willard Frank Libby, Karbon14 radyoaktif
atomunu, radyoaktif elementlerin bu özelliğine dayanarak, tarihlendirme amacıyla jeolojide
kullanmıştır. Bu da radyoaktif elementlerin bilim dünyasındaki önemini daha da arttırmıştır.

Modern gözlem teknikleri, kimyasal elementlerin yaşını, mevcut radyoaktif elementlerden ve


onların, yarı ömürleri sonucunda oluşan radyoaktif elementlerin miktarlarından anlamamıza olanak
vermektedir. 1997 yılında İngiliz ve Amerikan astro-fizikçileri; Margaret ve Geoffrey Burbidge,
William Fowler ve Fred Hoyle atom ağırlığı yüksek olan elementlerin, sadece süpernovaların
içindeki süreçlerle oluşabileceğini ortaya koydular. Onların çalışması ve sonraki çalışmalar bize
Toryum232, Uranyum238 ve Uranyum235 gibi elementlerin ilk süpernovalardan kaldığını
göstermektedir. Bu elementlerin mevcut miktarı ve yarı ömre dair önceden değindiğimiz hesaplar,
ilk süpernovaların yaşını bize vermektedir.

51
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

RADYOAKTİF ELEMENTLERE GÖRE EVRENİN YAŞI

Toryum232’nin Uranyum238’e ve Uranyum235’in Uranyum238’e oranına dayanarak,


Avrupalı fizikçiler Thielemann, Metzinger ve Klapdor 1983’te ilk süpernovaların 16.8-22.8 milyar
yıl aralığında oluştuğunu söylediler. Sonra 1987 yılında William Fowler, bu hesapları düzeltmeye
çalıştı ve daha evvelki Thielemann’ın hesaplamalarının 3 milyar yıl ile 9 milyar yıl arasında
azaltılması gerektiğini söyledi. Daha sonra ise Thielemann ve iki arkadaşı Cowan ile Truran
yeniden hesaplamalar yaptılar ve 12.4-14.7 milyar yıl aralığına ulaştılar. Bunlardan sonra Amerikalı
fizikçi Donald Clayton, sekiz ayrı metot kullanarak, ilk süpernovaların tarihi için 12 milyar yıl ile
20 milyar yıl geniş aralığını ileri sürdü.

Evrenin başlangıç safhasında maddenin çok yoğun olduğu dönemde ilk süpernovalar
oluşmuştur ve bu evrenin başlangıcına çok yakın bir zamandır. Bu yüzden radyoaktif elementlerin
ilk süpernovanın oluşumuna dair verdiği tarihler yaklaşık olarak evrenin yaşını vermektedir. Gerek
bu tekniklerle, gerek yıldızların yaşına bağlı olarak, gerek Hubble sabiti kullanılarak yapılan
hesaplar hep aynı zaman aralıklarını vermektedir. Bu hesapların hiçbirinde evrenin yaşı; bir trilyon
yıl, 200 milyar yıl veya bir milyar yıl, 10 milyon yıl, 5 milyon yıl gibi birbiriyle alakasız sonuçlar
vermemektedir. Bazı güçlüklerden dolayı tam ve kesin bir hesap yapılamamaktadır ama tüm farklı
hesaplarda evrenin yaşı 15 milyar yıl civarında çıkmaktadır. Hesap yöntemlerinin hep farklı
kriterlere dayanmasına karşın sonuçlar hep yaklaşık aralıklarda gerçekleşmektedir. Radyoaktif
elementlerin sahip olduğu özelliklerin kullanılması görüldüğü gibi bu hesap yöntemlerinden birini
oluşturmaktadır. Evrenin ezeli olup olmadığı tartışması artık yerini evrenin başlangıcının tam olarak
ne zaman olduğu tartışmasına bırakmıştır.

Ayrıca protonları oluşturan kuarkların çok uzun bir süre içinde ( 1031 yıl olarak tahmin
ediliyor) elektronlara dönüşmesi bekleniyor. Bu ise protonların ve atomların sonu demektir. Proton
bozulmasına dair bu beklenti de protonların, dolayısıyla atomların ezeli olmadığının bir delilidir.
Eğer bunlar ezeli olsalardı şu anda var olamayacaklardı, demek ki Big Bang için bu da bir “yan

52
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

delil”dir. Fakat üzerinde çok spekülasyonlar yapılan ve bilimsel kesinliğe sahip olmayan bu konuya
girmiyor ve “bilimsel yan delilleri” burada noktalıyoruz.

4- EVRENİN BAŞLANGICI OLDUĞUNUN


FELSEFİ DELİLLERİ

EVRENİN BAŞLANGICININ FELSEFİ SAVUNMASI

Astronomi ve fizik alanında incelediğimiz gelişmelerin yaşanmadığı dönemde; kozmik fon


radyasyonun bilinmediği, evrenin genişlemesinin gözlenmediği, entropiden ve radyoaktif
elementlerden insanların haberinin olmadığı zamanda evrenin bir başlangıcı olduğu akılcı
argümantasyonlarla savunulmuştur. Yahudi filozof Sadia, Hristiyan filozof Bonaventure, Müslüman
filozof Kindi ve daha birçok filozof bunun örneklerini vermişlerdir. Geniş bir kitap olabilecek bu
konuya çok kısaca değinmeye çalışacağım. Bu argümantasyonlar kurulurken özellikle evrenin,
evrendeki hareketin ve evrendeki zamanın sonsuz olamayacağının üzerinde durulmuştur. Evrenin
başlangıcının sebepsiz olamayacağı vurgulanmış ve evrenin kendi dışında bir Sebep’e ihtiyacı
olduğu gösterilmiştir. Bunu özetle şöyle gösterebiliriz:

1- Her var olmaya başlayan, başlangıcı için bir sebebe muhtaçtır.


2- Evrenin bir başlangıcı vardır.
3- O halde evrenin var olmaya başlamasının bir sebebi vardır.

İkinci madde argümantasyonun kalbini oluşturmaktadır. Bu argümantasyona itiraz edenler de


bu maddeye itiraz etmişlerdir. Big Bang’in temel delilleri ve yan delilleri bu maddenin bilimsel
yönden ispatını oluşturmaktadır. Fakat bilimsel deliller olmadan sırf felsefi açıdan da bu
argümantasyon savunulabilir. Buna göre evrendeki hareket ve evrendeki zaman sonsuz olamaz,
zaman kavramının başlangıcı evrenin de başlangıcıdır. Evrendeki zaman, evrendeki hareketin
ölçüsüdür, hareket eden evrenin parçaları, yani evrenin kendisidir. Hareketin olmadığı bir evren
düşünülemez. Öyleyse evrenin zamanının başı varsa, bu başlangıç evrendeki hareketin ve evrenin
kendisinin de başlangıcıdır. Bu başlangıç, evrenin kendi dışında bir Sebep’e olan ihtiyacını doğurur.

53
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

GERÇEK SONSUZ VE KURGUSAL SONSUZ

Anlaşıldığı gibi sonsuz kavramının incelenmesi konumuz açısından hayati öneme sahiptir. Bu
noktada sonsuz kavramının bir ayrıma tabi tutulması ve bir karışıklığın önlenmesi çok önemlidir.
Cantor gibi matematikçilerin oluşturduğu sayı dizileri “kurgusal sonsuz” sayı dizileridir ve evrende
hiçbir şeye karşılık gelmemektedir. Oysa “gerçek sonsuz” olan, “kurgusal sonsuz” olandan ayırt
edilmelidir. Bir şeyin “gerçek sonsuz” olduğunu iddia etmek apayrı bir şeydir. Ne kadar ilginçtir ki
Elealı Zenon’dan, Russell, Frege, Hawking gibi ünlü matematikçilere kadar birçok kişi bu ayrımı
yapamadıkları için birçok paradokslara düşmüşlerdir. Matematiğin paradoksları diye felsefe ve
matematik kitaplarında görülen paradoksların kökeni “gerçek” ile “kurgusal” olanın ayırt
edilememesinden kaynaklanmaktadır. Fakat bu paradoksların önemli bir görevi olduğu
anlaşılmaktadır. Bu paradokslar muhatabına: “Şu anda evrende gerçekten var olanın matematiğiyle
değil, kurgusal olan matematikle uğraşıyorsun!” demektedirler. Cantor gibi, sonsuz sayı dizilerine
dayalı matematik tabi ki yapılabilir. Fakat bunların evrendeki karşılığının olmadığı
unutulmamalıdır.

ZENON’UN TAVŞANI VE KAPLUMBAĞASI

Ana konumuzun biraz dışına taşarak, zihinde kurgulanıp gerçek ile karıştırılan matematikte,
“kurgu” ve “gerçek” ayrımının yapıldığında, felsefe tarihindeki paradoksların nasıl çözülebileceğine
kısaca değineceğim. Elealı Zenon’a göre tavşan hiçbir zaman kaplumbağaya yetişemez. Çünkü
tavşan kaplumbağanın olduğu X noktasına eriştiğinde, kaplumbağa Y noktasına kadar gider, tavşan
Y noktasına geldiğinde kaplumbağa ise Z noktasına gelecektir, bu sonsuza dek böyle sürdürülür, bu
yüzden tavşan kaplumbağayı hiçbir zaman yakalayamaz. Zenon bu tarz paradokslarıyla, evrende
hareketin ve değişimin olmadığını göstermeye çalıştı. Oysa kurguladığı matematiksel modelle
evrendeki hareketin alakası yoktur. Herşeyden önce tavşan kaplumbağanın tam yanına gelince,
durup kaplumbağanın ileri doğru hareket etmesini beklemez. Matematiğin basit formülünden
biliyoruz ki Alınan Yol = Hız x Zaman.
Evrende belli uzunluklar vardır; 10 kilometre, 100 metre gibi. Fakat bu uzunluğu bir sayıya
bölerken paydaya sonsuz yazmamız hayali bir uygulamadır. Birincisi, “sonsuz” bir sayı değildir, o
ancak sürekli devam etmek gibi bir durumu tarif eder. İkincisi, evrende “sonsuz”a bölünmüş bir

54
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

bütünlük yoktur, bütünlüğü bu şekilde bölmek hayali bir çabadır, üstelik gerçekliği olmayan bu
çabayı zihin de beceremez. Bir cismi “sonsuza bölmek” ile ancak bir cismi gittikçe daha büyük bir
sayıya bölebileceğimiz kastedilebilir. Eğer “sonsuz”un, “sürekli artan” anlamı dışında, onu gerçek
bir sayı olarak alırsak, gerçek dünyada rastlanmayan bir saçmalığı kendimiz üretmiş oluruz. Zenon
bir okun hedefini vuramayacağını söylerken, okun atım yeri ile hedefin arasını sonsuza bölüyordu
ve bu mesafenin sonsuz olduğu için aşılamayacağını söylüyordu. Oysa bu sonsuza bölme ancak
hayaliydi ve ok da bunu dinlemiyordu. Tavşanlar da bu tip saçmalıklarımıza kulak asmadan
kaplumbağaları geçerler. Tavşanın kaplumbağanın yanına geldiğinde durduğunu söylemek ve bu
duruşları sonsuza götürmek, evrende gerçekte var olana aykırıdır.

Matematikte meşhur bir paradoks da Russell’ın kümeler paradoksudur. Bu paradoksta önce


kümenin tarifi yapılır, bu tarife göre küme; kendisi kendisinin üyesi olmayan aynı cins varlıkları
kapsar. Örneğin köpekler kümesi evrendeki tüm köpekleri kapsar ama “köpekler kümesi” bu
kümenin (kendi-kendisinin) üyesi değildir. Tüm kümeler bu özelliğe uyar ama “kümeler kümesi”ne
gelince iş bozulur. Bu kümenin içinde diğer üyeler olduğu gibi “kümeler kümesi” de olmalıdır.
Fakat o zaman “kümeler kümesi” kendi kendisinin üyesi olacaktır ki bu, kümenin verilen tanımına
aykırıdır. Frege, matematiğin önemli bir bölümü olan kümeler teorisiyle ilgili Russell’ın bu
paradoksunu duyunca, paniğe kapılmış ve “Matematik topallıyor” demiştir. Oysa matematikte
kümeler hakkında, kendi yaptıkları, evrende aslında olmayan “kurgusal tarifi” değiştirselerdi, ortada
bir paradoks kalmayacaktı. Bu örneklerde görüldüğü gibi bazı matematikçiler zihinsel kurgularını
gerçek ile karıştırmışlar, zihinsel kurgularını adeta Platon’un idealarına dönüştürmüşlerdir.

SÜREKLİLİK OLARAK SONSUZ

Zihinsel kurgu ile evrenin gerçeğinin en çok karıştırıldığı kavramların başında “sonsuz”
gelmektedir. Matematikte “sonsuz”u adeta gerçek bir sayı gibi algılayanlar olmuştur. Oysa
“sonsuz” diye bir sayı yoktur, “sonsuz” bizim hiç durmaksızın, sürekli olarak ilerleyeceğimizi
söyler. Örneğin doğal sayı dizisini ele alalım: {0,1,2,3,4.....}. Bu sayı dizisinin sonsuza gittiğini
söylerken aslında bu sayı dizisinin bir hedefe gittiğini söylemiyoruz, bu sayı dizisinin 1 arttırılmak
suretiyle sürekli ilerlediğini söylüyoruz. Bu yüzden sayı dizilerinin hiçbiri sonsuzu tamamlamaz,
sürekli ilerlerler, eğer bir yerde bu sayı dizisi duruyorsa zaten “sonsuz” kavramının tanımına
aykırıdır demektir, çünkü “sonu” vardır.

Bu tariften sonra evrenin zamanının geçmişte ve gelecekte sonsuz olduğunu iddia edenlerin
iddiasını birbirinden ayırmalıyız. Evrenin geçmiş ve geleceğini Cantor’un sayı dizileri gibi

55
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

düşünenler, bu söylemi çok düşünmeden kabul edebilirler. Evrenin sonsuza gittiğini söyleyenler
evrendeki zamanın sürekli olarak hiç durmadan ilerlediğini söylemiş olurlar. Bu yüzden geleceğe
doğru ilerlemeye “potansiyel sonsuz” diyenler olmuştur. Bu tanım açıkladığımız sonuç açısından
bir şey değiştirmez. Fakat ben, bu tanımı kullanmayı bile uygun bulmuyorum. Çünkü potansiyel
kelimesi gerçekleşme gücüne sahip olmayı çağrıştırabilir. Oysa sonsuza giden bir süreç, sonsuzun
tanımı gereği hiçbir zaman durmaz, sonsuza hiçbir zaman ulaşmaz, zaten sonsuz diye bir nokta
yoktur, “sonsuz” varılacak bir hedef değildir, o ancak hiç durmadan ilerlemeyi ifade eder. Bu
yüzden evrenin gelecek zamanının “gerçek sonsuz” (gerçekleşip, tamamlanabilen sonsuz) olduğunu
söyleyenler hata yaparlar. Sürekli ilerlemenin neresinde durursak duralım bu sonsuz değildir.

Oysa evrenin geçmişinin sonsuz olduğunu söyleyenler, sonsuzun tamamlandığını, evrenin


yaşının “gerçekleşmiş sonsuz” olduğunu söylerler. Görüldüğü gibi burada “sonsuz”un tanımı, artık
süreklilik dışında, bir bitmişlik, bir tüketilmişlik ifade eder. Gelecek zamanın sonsuz olmasıyla bu
çok farklıdır, bu çok önemli fark, birçok kişinin gözünden kaçmıştır.

SONSUZ GEÇİLEBİLİR Mİ?

Bizim sonsuz zaman geçtikten sonra bu noktada olduğumuzu söylemek; sonsuz+1’in


olabileceğini, sonsuzun geçilebileceğini söylemek demektir ki, bu sonsuzun tanımına aykırıdır.
“Sonsuz” kavramını kurgusal olarak kullananlar bunu gözden kaçırmışlardır. Bunu kısaca şöyle
gösterebilirim:

1- Sonsuz sürekli olarak ilerleyen ve ilerlemeyle tamamlanmayan demektir.


2- Evrendeki geçmiş zamanın sonsuz olduğu söylenmektedir.
3- O zaman bizim bu noktada var olabilmemiz için sonsuzun geçilmiş olması lazımdır.(2.
maddeye göre.)
4- Sonsuz geçilemeyeceğine göre (1. maddeye göre) ve bizim var olmamız inkar
edilemeyeceğine göre, evrendeki geçmiş zaman sonsuz olamaz.
5- Öyleyse evrendeki zamanın başlangıcı vardır.

Sonsuz kavramının yanlış kullanılması düzeltilirse görüldüğü gibi evrenin zamanının bir
başlangıcı olduğu da anlaşılacaktır. Bir kere daha belirtmeliyim ki matematiğe, evrende var
olmayan kurgusal unsurlar katılması değil, bu “kurgu” ile evrendeki “gerçeğin” karıştırılması
yanlıştır. Matematiğin paradokslarının, bu hataları düzeltmede önemli bir yardımcımız olacağı
görüşündeyim. Şu cümle sloganımız olabilir: “Matematik olan bitenin (evrendeki gerçeğin)

56
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

matematiği olduğu müddetçe hiçbir paradoksu olamaz.” Eğer matematiğin ontolojik statüsünde
(matematiksel kavramların kurgusal mı, gerçek mi olduğunda) hata yapılmazsa, paradokslar
oluşmayacaktır. Nitekim bilimlerin ilerlemesinde matematiğin doğru uygulamalarının tartışılmaz
bir yeri vardır. Kurgusal olarak tasarlanıp evrendeki gerçekliğe uymayan matematiğin ise bu
ilerlemede hiçbir katkısı olmamıştır. Bu matematik ancak bir oyalanma, bir fikir jimnastiği ve bir
paradoks üretme kaynağı olmuştur.

Matematikle uğraşanlar kurgusal düzenlemelerden çekinmemelidirler, fakat kurgusal olanı


evrenin gerçeği ile karıştırmaktan çekinmelidirler. Örneğin Pamela Huby, Cantor’un sonsuz sayı
dizilerini ele aldığında, bunların “gerçek sonsuz” hakkında hiçbir şey söylemediklerinin tespitini
yapabilmektedir. Veya Robinson bu sayı dizilerinin gerçekten kopukluğunu tespit edebilmiştir.
Fakat herkesin “kurgu” ile “evrenin gerçeği” ni ayırt etmede bu kadar başarılı olmadığı
anlaşılmaktadır. William Lane Craig bu konuyu çalışmalarında detaylıca irdelemekte ve evrenin
sonsuz zamandan beri var olamayacağını şu argümantasyonla özetlemektedir:

1- “Gerçek sonsuz” var olamaz.


2- Zamanda sonsuza dek geri gitmek “gerçek sonsuz” oluşturur.
3- Öyleyse zamanda sonsuza dek geri gitmek mümkün değildir.

HILBERT’İN HOTELİ

Sonsuzla ilgili Cantorcu düzenlemeleri gerçek dünyaya uyarladığımızda çelişkileri görürüz.


Cantor’u takdir etmeliyiz, fakat bu evrende “gerçek sonsuz”un olmadığını bilmeliyiz. Bunu
anlamak için bu konuda bir klasik olan Hilbert’in hotel örneğini inceyebiliriz: Bir hotelde “gerçek
sonsuz”(sonsuza giden değil) oda olduğu iddiasını ele alalım. Düşünelim ki bu hotelin sonsuz
odaları doludur ve sonsuz müşteri de gelip bizden oda istiyor. Biz de; “Tamam” deyip, No 1’deki
müşteriyi No 2’ye, No 2’yi No 4’e, No 3’ü No 6’ya, No 4’ü No 8’e kaydırmak suretiyle bütün tek
numaralı odaları boşaltıyoruz.(Tek sayılar kümesinin sonsuz olduğunu hatırlayın: 1,3,5,7,9...).
Böylece sonsuz yeni müşteri sonsuz odaya kolayca yerleşir. Fakat hotelin odaları hiç artmaz,
hotelin doluluk oranı evvelden de sonsuzdur, şimdi de sonsuzdur! Diğer taraftan her oda sahibi bir
doğal sayıya karşılık geldiği için, odaya yeni yerleşecek kişiye hiçbir oda veremeyeceğimiz de
söylenebilir. Bu sonsuza bir şey eklenemeyecek olmasındandır. Üstelik hotelin yanına bir hotel
yapıp birkaç oda inşa etsek ve buraya birilerini yerleştirsek, oteldeki insanların sayısının yine de
arttığını iddia edemeyiz (Çünkü Sonsuz+Herhangi bir sayı = Sonsuz).

57
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Sonsuz kavramının incelenmesinden anlaşılmaktadır ki arka arkaya eklemeli bir diziyle


“gerçek sonsuz” bir sayıya ulaşılamaz. Zamanın içinde her an, bir diğerini takip etmekte ve zaman
böylece tek yönlü olarak ilerlemektedir. Her an bir önceki ana eklendiğine göre zaman da “gerçek
sonsuz” bir kavram olamaz. Bunu William Lane Craig şöyle özetlemektedir:

1- Zamana ait olaylar dizisi, arka arkaya eklenmeyle devam eder.


2- Arka arkaya eklenmeyle oluşan bir dizi “gerçek sonsuz” olamaz.
3- O halde zamana ait olaylar “gerçek sonsuz” değildir.

Buradan da evrendeki zamanın, dolayısıyla evrenin bir başlangıcı olduğuna varırız.

KANT’IN ANTİNOMİLERİNE ÇÖZÜM ÖNERİSİ: SAÇMA VE


NASILI BİLİNMEYEN AYRIMI

Kant, zihinsel çatışkıları (antinomileri) anlatırken, evrenin başlangıcı olduğunun da, evrenin
sonsuz olduğunun da aynı derecede tutarlı (veya tutarsız) olduğunu söyler. Bu konuya ilerleyen
bölümlerde de değineceğim. Bu konudaki önerim antinomilerin çözümü için “saçma” (imkansız) ve
“nasılı bilinmeyen” ayrımı yapılmasıdır. Buna göre, şimdiye kadar ileri sürdüğümüz delillerden
dolayı evrenin sonsuzdan beri var olduğunu ileri sürmek saçmalığa indirgenebildiği (reductio ad
absurdum) için “saçmadır” (imkansızdır). Fakat Tanrı’nın evreni belli bir başlangıç ile yarattığını
iddia ettiğimizde burada saçmalığa indirgenecek bir nokta yoktur. “Tanrı bunu nasıl yaptı?”
sorusundan dolayı bunun “nasılı bilinmeyen” bir yönü olduğu ileri sürülebilir. Bu ise inkar için bir
sebep değildir. Görüldüğü gibi Kant’ın antinomileri bu şekilde çözülebilir. Antinomilerde ortaya
konan iki şıktan birinin mutlaka doğru olduğu bellidir. Antinomilerde ortaya konan iki şıkkın her
biri diğerinin değillemesidir (tam tersidir). Şıklardan hangisi değillenirse (yanlışlığı gösterilirse)
diğerinin doğruluğu anlaşılır. Bu ayrımı gerçekleştirmek için şıklardan hangisinin saçmalığa
indirgenip eleneceğini göstermek gereklidir. Böylece öbür şıkkın doğruluğu anlaşılmaktadır.

“Saçma” (imkansız) olan ile “nasılı bilinmeyen” farkına şu örnekleri verebiliriz: 2’nin 3’ten
büyük olduğunu veya eşit olduğunu söylemek saçmadır (imkansızdır). Uçağın motorunun nasıl
çalıştığını bilmeyen bir kişi için ise uçağın motoru “nasılı bilinmeyen” kategorisindedir. “Saçma”
imkansız olanın ifadesidir ve gerçek olamaz, oysa “nasılı bilinmeyen” hakkında yeterli bilgiye sahip
olamadığımız, ama gerçek olması mümkün olandır.

58
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Kısacası Kant formüle ettiği zihinsel çatışkıların her iki yönünü aynı değerde göstermekle
hata etmiştir. Whitrow da, Kant’ın evrenin ezeli olduğuna dair anti-tezini, evrenin zamanının
başlangıcından önce zaman kavramını kabul etmenin hata olduğunu söyleyerek reddetmiştir.
Nitekim izafiyet teorisinin formülleri, uzayı ve zamanı birbirine bağlamış, uzayın olmadığı noktada
zamanın olamayacağını göstermiştir. Fakat evrene bağlı olmayan “mutlak zaman” kavramına göre
(Kant antinomilerini Newton’un “mutlak zaman” kavramına göre formüle etmiştir) antinomilerini
formüle eden Kant, Whitrow’un tespit ettiği hataya düşmüştür.

Evrenin bir başlangıcı olduğu ve kendi dışında bir sebebe bağlı olduğu incelediklerimizin
dışındaki felsefi argümantasyonlarla da savunulmuştur. Bu konu, bu kitabın hacmini aşacak
niteliktedir. Bu bölümdeki amacım bilimsel veriler olmadan da felsefi olarak evrenin başlangıcının
olması gerektiğini ortaya koyabilmektir. Bunun için evrenin geçmişinin sonsuz olamayacağının
felsefi açıdan gösterilmesi üzerinde yoğunlaştım. Evrenin başlangıcı olduğu hususunda felsefi
deliller, Big Bang’in, termodinamiğin ve izafiyet teorisinin delilleriyle buluşmaktadır.

5. BÖLÜM
BIG BANG’E KARŞI OLUŞTURULAN
BİLİMSEL MODELLERİN İNCELENMESİ

Big Bang teorisi ile evrenin bir başlangıcı olduğu, bu başlangıçta maddenin çok yoğun,
sıcaklığın ise çok yüksek bir seviyede bulunduğu, evrenin genişlemesi ile yoğunluğun ve sıcaklığın
düştüğü ve düşmeye devam ettiği; anlatılan bu süreç içinde atom-altı parçacıklardan galaksilere
kadar tüm evrensel oluşumların gerçekleştiği söylenir. Big Bang teorisinin bu temel ortak
noktalarının dışında yapılan kozmolojik birçok tartışma da vardır. Örneğin evrenin artışı sabit olan
bir hızla mı genişlediği, yoksa belli bir dönemde şişerek(enflasyonist bir şekilde) mi genişlediği,
evrenin genişleme hızını ifade eden Hubble sabitinin tam değerinin ne olduğu, sicim kuramlarının
kütle çekimi kuvvetini açıklamakta ne kadar başarılı olduğu, bu tartışmalar arasında sayılabilir. Bizi
amacımızın dışına çıkartacak bu tartışmalara bu kitapta girmeyeceğim. Evrenin sabit bir hızla

59
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

genişlemesi veya genişlemenin belli dönemlerde sıçramalar yapması, Hubble sabitinin beklenenden
küçük veya büyük çıkması, bu kitapta üzerinde odaklandığımız sonuçlar bakımından önemli
değildir. Bu bölümde özellikle evrenin bir başlangıcı olduğu fikrine karşı, evrenin ezeli olduğunu
bilimsel bir şekilde savunmaya çalışmış olan modelleri ele alacağım ve onları bilimsel açıdan
inceleyeceğim. Gerçi Big Bang teorisinin temel ve yan delilleri Big Bang’i ispat ederken karşıt tüm
modelleri geçersiz de kılmaktadır. Fakat yine de öneminden dolayı bu modelleri ele alıp incelemek
yararlı olacaktır. Bölümün sonunda ise, hiçbir delile dayanmadan, hayali bir kurgudan öteye
geçemeyen modellere Ockhamlı’nın usturasının uygulanması önerilecektir.

1- DURAĞAN DURUM (STEADY STATE) MODELİ

EVRENİN GENİŞLEMESİ İLE MATERYALİZMİ UZLAŞTIRMA

1918’de William MacMillan’ın ve 1920’lerde James Jeans’in çalışmaları Durağan Durum


modelini ortaya atanlara ilham kaynağı olmuştur. Fakat Durağan Durum modeli 1940’lı yıllarda
Hermann Bondi, Thomas Gold ve Fred Hoyle’un çalışmalarıyla ortaya konmuştur. Bu yıllarda artık
hiçbir bilim adamı, Hubble’ın evrenin sürekli genişlediğine dair gözlemlerine direnememektedir.
Maddeyi ve evreni, ezeli ve değişmez kabul eden ateistler bu sonucu kabullenemediler. Genişleyen
evren değişmez olamazdı. Değişen sonsuzdan beri var olamazdı, eğer sonsuzdan beri var olamazsa
başlangıcı olmalıydı. Devamını ise düşünmek bile istemiyorlardı.

Bir tarafta evrenin genişlediğine dair gözlemsel ve teorik deliller, diğer tarafta maddeyi
evrenin biricik unsuru kabul eden materyalistlerin, evrenin değişimini kabullenemeyişleri vardı.
Durağan Durum modeli bu tarz bir ruh haliyle, evrenin genişlemesine rağmen değişmediğini ortaya
koymak için geliştirildi.

60
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bu modelin mimarlarının en ünlüsü Fred Hoyle idi; O, Big Bang ismini teoriyle alay etmek
için kullanmıştı, fakat sonra teori bu isimle meşhur oldu. Hoyle’un, Big Bang’in felsefi
sonuçlarından rahatsız oluşu bir sır değildir. O, Big Bang’in bir başlangıcı gerektirdiğini ve bu
başlangıç fikrinin evrenin, evren dışındaki Tanrı ile açıklanmasına sebep olacağını söylüyor ve
bundan memnuniyetsizliğini ifade ediyordu. Durağan Durum modeli böylece yeni bir bilimsel
bulguya dayanmadan, ateist endişelerle oluşturuldu. Fred Hoyle gibi çok iyi bir fizikçinin buna
sahip çıkışı, Big Bang teorisi için iyi bir sınav oldu. Big Bang’in karşısında, her ne olursa olsun bu
teoriyi yalanlamak için çalışan ünlü bilim adamları vardı. Fakat gücünü gerçekliğinden alan bir teori
tüm bunlara direnebilmeliydi.

BAŞLANGIÇTAN KAÇIŞ İÇİN SÜREKLİ YARATILIŞ FİKRİ

Big Bang teorisinde ortaya konduğu gibi, evren genişledikçe madde yoğunluğu
azalmaktadır. Eğer evren ezeli olsaydı, azalan madde miktarı yüzünden hiçbir yıldız, hiçbir gezegen
oluşamazdı. Hoyle, bu sorunu çözmek için ortaya beklenmedik bir iddia attı. Genişlemeyle ortaya
çıkan madde yoğunluğunun azalması sorunu, sürekli madde yaratılışı ile halledilebilirdi. Hoyle’u
tanımayanlar ve bu iddiayı ortaya atışındaki arka planı bilmeyenler, O’nun, Tanrı’nın sürekli
yaratışını temellendirmek için böyle bir iddia ortaya attığını sanabilirler. Fiziğin en temel
ilkelerinden biri madde ve enerjinin korunmasıdır. Bu iddia, bu en temel yasaya uymamaktadır.
Fakat genişleyen bir evrenin değişmediğini, böylece ezeli olduğunu iddia etmek için başka bir yol
yoktur. Hoyle “yoktan ve sürekli madde yaratılışı” fikrini muhakkak ki çok isteyerek ortaya
atmamıştır. Fakat genişleyen evrenin onu götürdüğü çaresizlik, bu fikri iddia etmesine sebep
olmuştur.

Hoyle, bu iddiasını ortaya atarken, gözlemsel ve deneysel hiçbir veriye sahip olmamıştır,
hiçbir zaman hiç kimse de bu konuda bir delil ortaya atmış değildir. Hoyle, bu metafizik iddiasını,
fiziksel bir iddia olarak sunmaya çalıştı. Fakat yeni maddenin veya yeni enerjinin ( E = M ⋅ c 2 ’ye
göre madde enerjinin bir formudur. Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebilir) nereden
geldiğini hiçbir zaman gösteremedi. Bunun yerine yapılan hesaplarda, her 10 milyar yılda, evrenin
her metreküpünde iki hidrojen atomunun yaratılması gerektiği söylendi. Bu miktar çok küçüktür,
ama nereden ve nasıl bu atomların yaratılacağı sorusunun cevabı yoktur.

61
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

YARATILAN MADDENİN MİKTARI SORUNU

Hoyle’un iddiasının geçersizliğini açıklayan yazıların hemen hepsinde Durağan Durum


modelinin bu açmazı ortaya koyulur. Dikkat çekmek istediğim gözden kaçan bir açmaz daha vardır.
Eğer böyle bir madde yaratılıyor olabilseydi, bir de bu maddenin gerekli oranda nasıl yaratıldığı
sorunu ortaya çıkacaktı. Evrenin genişleme hızına göre gerekenden az madde yaratılıyor olsaydı,
uzay, atomlar arası mesafelerin galaksiler arası mesafelere eşit olacağı bir mekan olurdu. Yaratılan
madde miktarı gerekenden çok fazla olsaydı, uzay, her noktası bir yıldız çekirdeği kadar yoğun
durumda da olabilirdi.

Öyleyse, Durağan Durum modeli, “yoktan sürekli yaratılan maddeyi” açıklayamadığı gibi, bu
yaratılışın durağan durumun sabitliğini nasıl koruduğunu açıklamakta da çıkmaz içindedir. Bilinçsiz
olan fiziki süreçler, adeta bilinçliymişçesine nasıl sabit bir durumu korumak için düzenli ve sürekli
bir yaratılışı gerçekleştirebilirler? Durağan Durum modelinin savunucuları bu noktada da açmaz
içindedirler.

Ünlü fizikçiler Alpher ve Herman’a göre 1950’li ve 1960’lı yıllarda Durağan Durum
modelinin ilgi görmesinin iki sebebi vardır. Bunlardan birincisi, Big Bang’i savunanların, o yıllarda
evrenin genişleme oranını ve evrendeki madde yoğunluğunu iyi hesaplayamamaları neticesinde
evrenin yaşının olduğundan genç olduğunu savunmalarıydı. Bu ise yıldızların hesaplanan yaşıyla
uyumsuzluk kaydetmişti. Daha sonraki yıllarda gelişen teleskoplar ve yeni ilerlemeler ile bu sorun
çözüldü (Evrenin yaşının değişik yöntemlerle hesaplanmasını daha önce işledik).

İkinci neden ise Big Bang teorisinin evrenin bir başı olmasını gerektirmesiydi ve bunun
felsefi sonuçları kabul edilemiyordu. Bu sorun hiçbir zaman aşılamazdı, çünkü bu sorun bilimsel
değil psikolojikti. Ünlü fizikçi Arthur Eddington şu satırlarında bu psikolojik yapıyı ortaya
koymuştur. “Bu konuyu (evrenin genişlemesi) ele alıştaki zorluk, bunun, her şeyin ani ve özel bir
başlangıcı olduğunu gerektirmesindendir. Evrenin başlangıcı olduğu fikrini, felsefi açıdan iğrenç
buluyorum...”

GENİŞLEMENİN MEKANİZMASI SORUNU

62
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Durağan Durum modeli, genişleyen fakat değişmeyen bir evren sunuyordu. Peki evreni
genişleten mekanizma neydi? Neden bütün galaksiler tek bir merkezden fırlatılmışçasına, bir
balonun şişmesi gibi genişliyorlardı? Durağan Durum modelini ortaya koyanlar bunu hiçbir zaman
izah edememişlerdir. Oysa Big Bang, genişlemeyi sağlayan mekanizmayı mükemmel bir şekilde
açıklıyordu.

Durağan Durum modelinde genişlemenin sonsuzdan beri devam ettiği iddiasını düşünün.
Böyle bir evren hem zaman açısından, hem hacim açısından sonsuz olacaktır. Bu ise karşımıza
birçok paradoks çıkaracaktır. Örneğin karşımıza daha evvel bahsettiğimiz Olber paradoksu çıkar.
Sonsuz madde ile dolu sonsuz evrenden gelen ışıklar geceyi de gündüz kadar aydınlatmalıdır.
Aradaki toz bulutlarının ışığı emmesi bir şey değiştirmez, bir süre sonra bu tozlar da ısınıp,
soğurduğu ışınımla aynı yoğunlukta parlayacaktır. Fakat hepimiz görüyoruz ki gece karanlıktır ve
bu gözlemimiz, sonsuz büyüklükte ve galaksilerle dolu olan Durağan Durum modelinin evrenine
aykırıdır.

HOYLE’UN BIG BANG’E KATKILARI

Hoyle ve arkadaşları, hidrojen atomlarının, çekim gücünün etkisiyle birleşerek, büyük


kürelere dönüşüp, yıldızları oluşturduklarını ortaya koydular. Yuvarlanan kartopunun büyümesi gibi
büyüyen kürelerde, kütle çekiminin içe doğru basıncı da sürekli artmaktaydı. Bu basınç çoğaldıkça
hidrojen atomlarını birbirinin içine geçirerek, bir sonraki ağır atom olan helyumu oluşturdu.
Buradan açığa çıkan enerji, yıldızların içindeki çekim gücünü dengeler ve dışarı doğru patlayıcı
basınç yapar. Bu süreç yıldızların milyarlarca yıllık ömrünü sağlar. Anlaşıldı ki yıldızlar,
Aristo’nun sandığı gibi sonsuz bir yakıtla yanmamaktadır; fakat hidrojenin helyuma dönüşmesinden
oluşan bu yakıt, milyarlarca yıl bir yıldızı yaşatabilmektedir.

Hoyle ve arkadaşları, yıldızların içinde oluşan süreçte elementlerin birçoğunun oluştuğunu


gösterebildiler. Peki yıldızları yapacak hidrojen nasıl oluşmuştu? Atom-altı kuram, hidrojenin
meydana gelmesi için çok yüksek sıcaklıkta bir ortam gerektirmektedir. Big Bang, evrenin, çok
yoğun ve çok sıcak başlangıcı olduğunu söylemektedir. Hoyle’un “Bana fosilini bulun” dediği bu
sıcak başlangıcın 1965 yılında fosilinin bulunmasıyla Durağan Durum taraftarları önemli ölçüde pes
ettiler. Kozmik fon radyasyonunun anlatıldığı bölümde bu konu detaylıca işlenmiştir.

1990’lı yıllarda Durağan Durum modelini geçersiz kılan birçok yeni delil ortaya kondu.
Artık evrenin genişlemesiyle madde yoğunluğunun azaldığı, yıldızların ve ışığın günün birinde yok

63
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

olacağı biliniyordu. Hele bir de bu yıllarda COBE uydusundan, kozmik fon radyasyonu ile ilgili
ilave deliller gelince, zaten savunulamaz durumda olan Durağan Durum modelinin geçersizliği ek
deliller kazandı. Uzaktaki cisimlerin kozmik fon radyasyonunun, daha sıcak olduğunun ölçülmesi
de 1990’lı yıllarda bulunan ve Durağan Durum modelini geçersiz kılan delillerdendir. Uzak
cisimlere bakarken aslında evrenin geçmişine bakıyoruz, çünkü ışık hızı çok hızlı olsa da sonlu bir
hızdır. Evrenin geçmişinin daha sıcak olduğunun tespiti tek başına Durağan Durum modelini
geçersiz kılacak niteliktedir. Sonuç olarak Ivan King’in kelimeleriyle: “Durağan Durum modeli
uzayda her şeyin zamanla nasıl değiştiğinin kesin gözlemlerle ispatlanması sonucunda istirahate
çekildi.”

Big Bang, evrenin, aşamalı gelişmeli bir süreçle oluştuğunu ortaya koyar. Yıldızların
içindeki elementlerin oluşumu bu sürecin bir parçasıdır. Hoyle ve ekibinin bu konudaki katkıları ve
Big Bang’e yaptıkları muhalefetin yeni delillerin bulunmasına sebebiyet vermesi çok önemlidir. Bu
yüzden O ve ekibi, Big Bang teorisinin detaylı bir şekilde ortaya konmasına emekleri olan
Lemaitre, Friedmann, Hubble ve Gamow ile birlikte anılmaktadırlar.

DURAĞAN DURUM MODELİ’Nİ GEÇERSİZ KILAN DELİLLERİN


ÖZETİ

Durağan Durum modeli, Big Bang teorisine karşı en uzun süre direnen teoridir. Bu yüzden
Big Bang teorisinin tarihi, Durağan Durum modelinin anlatımını da içerir. Bu modelin, uzayın
genişlemesini kabul etmesine rağmen, evrende değişimin ve başlangıcın olmadığına direnmesi de
önemlidir. Bu model, materyalizmin ezeli evren fikrini savunmak için ortaya atılmış, ünlü bilim
adamlarınca savunulmuş ve materyalistlerin en iddialı bilimsel çabası olmuştur. Bu modeli geçersiz
kılan delillerin bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

1- Durağan Durum modeli, fiziksel bir süreçle sürekli olarak maddenin yoktan
yaratıldığını söyler, fakat fiziksel olduğu söylenen bu süreç, fizik yasalarına aykırıdır.

64
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

2- Eğer Durağan Durum modelinin ileri sürdüğü gibi madde sürekli olarak yoktan
yaratılsaydı, bu yoktan yaratılış sürekli belli bir oranı tutturmak zorundaydı. Sadece
fizik yasalarına dayanarak oluştuğu söylenen bu dengenin açıklaması yapılamaz.

3- Enerjiden her madde oluşmasında madde miktarı ile tamamen aynı miktarda anti-madde
oluşur. Eğer evrende sürekli olarak enerjinin maddeye dönüşümü ile madde yaratılsaydı,
madde ile tamamen aynı miktarda anti-madde olacaktı. Bu gözlenen evrene aykırıdır
(Big Bang’in sıcaklığı maddenin anti-maddeden fazla çıkışını açıklayabilir).

4- Evrenin genişlemesini açıklayacak bir mekanizma (Big Bang gibi), Durağan Durum
modeli ile ortaya konamaz.

5- Durağan Durum modeli evrendeki çok büyük orandaki entropiyi açıklayamaz.

6- Gözlenen kozmik fon radyasyonu, Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

7- Çok uzaktaki yıldızlardan elde edilen bilgiler ile evrenin eski dönemindeki kozmik fon
radyasyonunun, mevcut kozmik fon radyasyonundan daha sıcak çıkması, Big Bang’i
ispat ederken Durağan Durum modelini geçersiz kılar.

8- Evrende belli bir noktadan sonra kırmızıya kaymaların gözlenmemesi, Durağan Durum
modelinin, sonsuz büyük evren iddiasını geçersiz kılmaktadır.

9- Durağan Durum modeli sonsuz evren tasarımıyla Olber paradoksunun oluşmasına sebep
olmaktadır.

10- Durağan Durum modelinde, kendi kendine oluşan madde, hidrojene nispetle belli bir
helyum oranında olmalıdır. Bu oranın mevcut modelde nasıl oluşacağı belirsizdir. Oysa
bu konuda, Big Bang’e dayanarak yapılan öngörü kusursuzdur.

11- Evrendeki döteryum, lityum gibi hafif elementlerin Durağan Durum modelinde hiçbir
açıklaması yoktur (Big Bang teorisi ile bunlar çok düzgün bir şekilde tahmin edilmiştir).

65
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

12- Galaksilerin ve kuasarların geçmişteki ışığını algılıyoruz. Onların galaksimize yakın


bölgelerden maddesel karakter ve dağılım itibariyle farklılıkları Durağan Durum
modelini makul olmayan bir duruma getirmiştir.

13- Hugh Ross’un dediği gibi, galaksimizin çevresinde çok yaşlı galaksilerin olmaması
Durağan Durum modelinin, evrenin sonsuz yaşı olduğu iddiasını; galaksimizin
çevresinde çok genç galaksilerin olmaması ise Durağan Durum modelinin sürekli
yaratılış fikrini geçersiz kılmaktadır.

14- Evrendeki gaz bulutlarının sonsuza dek yıldız oluşumuna izin vermeyeceğinin
anlaşılması Durağan Durum modelinin sabit, değişmez evren fikrini yıkmıştır.

2- AÇILIP KAPANAN (OSCILLATING) EVREN


MODELİ

DELİL YERİNE FELSEFİ ENDİŞE

Durağan Durum modeli uzun yıllar Big Bang teorisinin en ciddi rakibi olarak görüldü. Fakat
gözlemsel astronominin buluşları, Durağan Durum modelini saf dışı bırakırken, Big Bang’in
delilleri gittikçe daha da arttı. Evrenin bir başlangıcı olduğu fikrinin felsefi sonucundan rahatsız
olanlar, bunun üzerine Açılıp Kapanan (Oscillating) Evren modelini ortaya attılar. Bu model de
bilimsel bulgular sonucunda değil, felsefi endişelerin sonucunda ortaya atıldı. Bunu John Gribbin’in
şu sözlerinden anlayabiliriz: “Evrenin ortaya çıkışını anlatan Big Bang Teorisi ile ilgili en büyük

66
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

problem felsefidir, hatta teolojiktir(ilahiyatla alakalıdır) diyebiliriz. O zaman patlamadan önce ne


vardı? Bu problem tek başına Durağan Durum modeline başlangıçtaki hızını vermeye yeterliydi;
fakat bu teori ne yazık ki gözlemlerle çatışmaktadır, bu güçlükten kurtulmanın en iyi yolu, evrenin
bir tekillikten açılıp, geriye kapandığını, tekrar açılıp, tekrar kapandığını ve bu süreçlerin belirsiz
sayıda olduğunu söyleyen modelle ortaya konulmuştur.”

Hiçbir gözlemsel delil ve teorik sebep yokken, Açılıp Kapanan Evren modelinin ortaya
konması, sadece ve sadece evrenin başlangıcı olduğu sonucunun bizi evren dışı bir Sebep’e ve
Güç’e götürmesi yüzündendir. Fakat bu çaba bir şeyi ispatlamaktadır: Big Bang’in delilleri o kadar
güçlüdür ki, bu teorinin götürdüğü felsefi sonuçlardan kaçınmak isteyenler bile, sonuçta bu modeli
tekrarlatarak, bu teorinin bir başlangıcı gerektiren felsefi sonucundan kaçınma yoluna sapmışlardır.

EVRENİ YENİDEN AÇACAK BİLİMSEL BİR MEKANİZMA


YOK

Her şeyden önce bu model, fiziğin bilinen tüm kurallarına aykırıdır. Yale Üniversitesi’nden
Profesör Tinsley’in dediği gibi evrenin kapanışını geriye doğru sıçratacak hiçbir fizik kuralı yoktur.
Fiziğin bize söylediklerine göre evren, uzay ve zaman hep beraber Big Bang ile başlar, daha sonra
bu genişleme ya Big Chill (Büyük Donma) veya Big Crunch (Büyük Çatırtı) ile son bulur.

Evrendeki genişlemenin bir noktada durup kütle çekiminin etkisiyle geri kapanmanın (Big
Crunch) mı yaşanacağı, yoksa genişleme hızının kütle çekimine galip gelip evrenin bir ısı ölümüyle
(Big Chill) mi yok olacağı hala tartışılmaktadır. Bu senaryolardan hangisinin doğru olduğunun
bilinebilmesi için şu değerlerin tam olarak hesaplanması gerekmektedir:

1- Evrendeki madde yoğunluğu


2- Evrenin yaşı
3- Evrenin genişleme hızı

İki senaryodan hangisinin daha doğru olduğunun hesabı için özellikle “madde yoğunluğunu”
hesaplamak önemlidir. Saydığımız üç şıktan en çok sorunlu olan ise madde yoğunluğunun
hesaplanmasıdır. Çünkü evrendeki karadelikleri (ışık yaymadığı için) ve nötrino gibi egzotik
maddeleri tam olarak hesaplamak mümkün olmamaktadır. Evrendeki kapanmayı sağlayacak madde
miktarı “Omega” diye adlandırılan kritik bir değerle ifade edilmektedir. Şimdiye kadarki hesaplar,

67
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

evrendeki madde yoğunluğunun kritik değerin altında olduğunu göstermektedir. Bu beklenenden


çok egzotik madde veya karadelik bulunmasıyla (veya kütle çekimi olan başka maddeler)
değişebilir.

Maddenin kritik yoğunluğun altında olması evrenin sürekli genişleyerek bir ısı ölümü
yaşayacağını söylediğinden, bu senaryo artık evrenin kapanmasına izin vermez ve Açılıp Kapanan
Evren modelini geçersiz kılar. Ben, bu iki senaryodan, Büyük Çatırtı’nın (Big Crunch)
gerçekleşmesinin evrendeki tabloyla daha uyumlu olduğunu sanıyorum. Ham madesi toprak olan
elementlerden yaratılan bitkiler, hayvanlar ve insanlar ölünce asıllarına geri dönmektedirler. Toz
bulutlarından oluşan yıldızlarda da aynı geri dönüşü gözlemleyebiliriz. Evrenin başladığı şekilde
kapanması bence genel evren tablosuyla daha uyumlu ve daha güzel bir senaryodur. Kitabımız
boyunca mevcut bilimsel delillerden sonuca gittik. Bu konuda ise evrendeki mevcut tabloya
bakarak olası gözüken iki senaryodan hangisinin yaratılmasının daha uygun olduğunu tahmin
etmeye çalıştım. Tabi ki bu bir tahmindir, bilimsel bir veri değildir. Bu tahmini yapıştaki
motivasyonum daha basit, daha güzel, daha uygun gördüğüm senaryodan yana oyumu
kullanmamdır. Bu yine de bir tahmindir...

Evrenin kapanacak olması, kütle çekimine karşı gelecek ve maddeyi dışarıya çekecek hiçbir
fiziksel kuvvetin olmaması karşısında nihai son olur. Kısacası evrendeki maddenin, genişlemeyi
durdurup, kapanışa geçirtip ve kapanmayı sağlaması birşey değiştirmez: Açılıp Kapanan Evren
modeli yine fizik kurallarına aykırıdır.

TEKİLLİK ZAMANIN DURMASIDIR

Roger Penrose, her kara deliğin bir tekillik olduğunu ve madde parçacıklarının bu tekilliğin
içinde birbirinin üzerinden kayıp geçmesinin mümkün olmadığını gösteren ilk kişidir. Penrose daha
sonra Hawking ile yaptığı çalışmalarında, evrenin ve zamanın bir tekillikten doğduğunu ispat
etmiştir. Bundan önce, Açılıp Kapanan Evren modelini savunanlar, evrenin kapanma döneminde bir
tekilliğe düşmeden, maddenin yan yana geçerek evrenin yeniden açılacağını söylemişlerdi. Penrose
ve Hawking’in matematiksel ispatları bunun mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Bu ikilinin
çalışmaları, bu tekilliğin içinde zamanın durduğunu da göstermiştir. Kısacası, evrenin kapanması
demek, zaman kavramının bitmesi demektir, oysa Açılıp Kapanan Evren modeli ile zamanın hiç
kesintiye uğramadan devam ettiği, evrenin bir başlangıcı olmadığı savunulmaya çalışılmıştı.

68
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Einstein, izafiyet teorisini ortaya koymadan önce; uzayın içinde zamana bağlı olarak
cisimlerin çekim uyguladığı, galaksilerin hareket ettiği, fakat uzayın ve zamanın bunlardan hiç
etkilenmediği zannediliyordu. İzafiyet teorisinin yol açtığı en büyük zihinsel devrim, uzayın ve
zamanın da değişken olduğunu ve bunların birbirine bağlı olup, her ikisinden uzay-zaman diye bir
arada söz edilmesinin doğru olduğunu göstermesidir. O zaman uzayın kapandığı an olan “tekillik”,
zamanın yok oluşunu ifade eder. Artık kapanan evreni yeniden açacak bir kuvvet kalmadığı gibi, bu
olaylar dizisini devam ettirebileceğimiz bir “zaman” da yoktur.

Bu yüzden “Big Bang’den önceki zamanda ne oldu?” sorusuna, “Big Bang’den önce uzay-
zaman yoktu” diye cevap verilir. Peki “Big bang uzayın neresinde oldu?” diye sorulursa ise cevap
“Big Bang uzayı oluşturdu, Big Bang’ten önce uzay yoktu” şeklindedir.

ENTROPİDEN KAÇILMAZ

Önceden gördüğümüz gibi termodinamiğin ikinci kanunu evrende sürekli entropinin


arttığını söylemektedir. Buna göre en sonunda termodinamik dengeye gelinecek ve hareket
duracaktır. Entropi artışı, mekanik bir işi gerçekleştirecek enerjinin gittikçe azalması demektir.
Atılan bir topun zıplamalarının gittikçe azalıp sonunda durması buna bir örnektir. Açılıp Kapanan
Evren modeli ile evrenin ve zamanın sonsuz sürekliliği savunulmaya çalışılmıştır. Bu süreklilik ise,
evrenin her durumunun birbiriyle fiziki bağlantısını gerektirir. Fakat entropiden kaçış yoktur. Evren
açılıp kapanabilseydi bile entropisi arttığından bir süre sonra açılmayı sağlayacak mekanik enerjiyi
bulamayacaktı. Fiziğin en temel yasalarından olan entropi, her durumda evrenin sonu olduğunu,
sonu olanın ise başı olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Gözlemsel astronominin verileri de bu modeli geçersiz kılmıştır. Evrende görünen maddenin


homojen yayılımı bu model ile açıklanamaz. Evrenin çöküş döneminde birçok yeni karadelik
oluşacaktır ve bu karadelikler ile daha önceden var olan karadelikler, etraflarındaki maddeyi
yutarak kapanacaktır. Bu ise maddenin homojen olmayan bir şekilde yayılmasını doğurur. Evrenin
kapanışı başlangıç döneminden daha çok karadelikli olup, evrenin ilk döneminin tam simetriği
değildir. Bu ise homojenitenin ve istenen simetrinin her açılıp kapanmaya taşınmasını önler. Bu da
açılıp kapanmanın sürekliliğini imkansız kılar.

RİCHARD TOLMAN’IN ÇALIŞMALARI

69
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Richard Tolman’ın çalışmaları da Açılıp Kapanan Evren modelinin imkansız olduğunu


ortaya koymaktadır. Buna göre evren, Big Bang sürecinden kalan ışınımlara sahiptir ve yıldızların
yaydığı ışık bunu sürekli arttırmaktadır. Buna göre, evren eğer kapanmaya başlarsa, Big Bang’den
hemen sonraki ışınım enerjisinden daha fazla ışınım ile kapanmaya başlayacaktır. Yani evren eski
boyutuna ulaştığı her noktada daha sıcak olacaktır, bu, maddeden ışınıma enerji transferi ile
gerçekleşmiştir. Bu, evrenin daha hızlı çökmesine neden olur.

Eğer fiziki olarak yeniden açılma mümkün olabilseydi, evrenin daha evvelki
genişlemesinden daha hızlı gerçekleşecekti. Bu ise bir noktadan evrenin kapanamayacak hızda
genişlemesi demektir. Rus fizikçiler İgor Novikov ve Yakob Zel’dovich de Açılıp Kapanan Evren
modelinin simetrik döngülerinin savunulamayacağını ve bu modelin sonlu bir başlangıç fikrinden
kaçamayacağını çalışmalarıya göstermişlerdir.

EVRENİN KRİTİK HIZININ AYARLAYICISI

Açılıp Kapanan Evren modelinin sadece fiziksel olarak işlediğini ve hiçbir evren dışı
Güç’ün bunda etkisi olmadığını söyleyenleri, bekleyen çok önemli bir sorun daha vardır. Eğer Big
Bang çok hızlı bir patlama olsaydı, evrendeki madde çok hızlı bir şekilde uzaya dağılacaktı ve hem
yıldızlar hem de galaksiler oluşamayacaktı. Eğer Big Bang daha yavaş bir patlama olsaydı, bu sefer
kütle çekiminin etkisiyle madde hemen kapanacaktı ve hem galaksiler hem de yıldızlar yine var
olamayacaktı. Açılıp Kapanan Evren modelinde bütün patlamaların simetrik olması gerekmesinin
bir sebebi budur. Çünkü öbür türlü madde bir daha toplanmayacak şekilde dağılıp sona gelinecektir
veya hiçbir zaman açılamayacak bir şekilde kapanma yaşanacaktır. Entropi Yasası ve Tolman’ın
çalışmaları, Açılıp Kapanan Evren modeli mümkün olsaydı bile bu sondan kurtulmanın
imkansızlığını göstermektedir.

Bir an için Entopi Yasası’nı ve Tolman’ın çalışmalarını bilmediğimizi düşünelim. Evrenin


hemen çökmemesi ve maddenin gök cisimlerini oluşturmadan dağılmaması için Big Bang patlaması
kritik bir hızda olmalıdır. Bu hızın oluşmasının olasılığı, bazı bilim adamlarının benzetmesine göre
bir kurşun kalemin havaya atıldığında ucunun üstünde durmasının olasılığı kadar bile değildir. Bu
olasılığın deneme yanılmayla bulunması mümkün değildir. Çünkü yanılmaların bir yönü maddeyi
kaçırır, bir yönü ise açılamayacak bir tekillik oluşturur. Öyleyse Açılıp Kapanan Evren modelini
oluşturanlar, bir defa havaya atılan bir kurşun kalemin, ucunun üzerinde tesadüfen durduğunu kabul

70
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

etmek zorundadırlar; ayrıca bu kalemin havaya her atılışında bu olayın tekrar tekrar gerçekleştiğini
de kabul etmek zorundadırlar. Evreni düzenleyici dış bir Güç kabul etmeyenler ne yapabilirler ki?

AÇILIP KAPANAN EVREN MODELİNİ GEÇERSİZ KILAN


DELİLLERİN ÖZETİ

Bu modeli Hindu reenkarnasyon inancının bilimsel karşılığı olarak görenler olmuştur. Hindu
inancında evren ezelidir ve ruhlar, evrenin içinde döngüsel bir gelip gitme yaşarlar. Hindu
“reenkarnasyon” inancı da köklerinde ezeli evren fikrini taşımaktadır. Açılıp Kapanan Evren modeli
ezelilik ile döngüselliği bir arada taşıdığı için, Hint reenkarnasyonuna benzetilmiştir.

Açılıp Kapanan Evren modelinin tek bir delili bile yoktur. Üstelik bilimsel deliller, Açılıp
Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır. Bu modeli geçersiz kılan bilimsel verilerin bir kısmını
şöyle özetleyebiliriz:

1- Kapanan bir evrenin yeniden açılması, yer çekimi gibi fiziksel yasalara aykırıdır.

2- İzafiyet teorisinin formülleri üzerine çalışmalar Big Bang’in, uzayın ve zamanın


başlangıcı olduğunu ortaya koymuştur.

3- Evrendeki maddenin homojen yapısı Açılıp Kapanan Evren modeli ile uyuşmaz.

4- Termodinamiğin ikinci kanunu (Entropi Yasası) bütün verilerden bağımsız


olarak ezeli Açılıp Kapanan Evren modelini geçersiz kılmıştır.

5- Tolman’ın çalışması, eğer evren kapandıktan sonra yeniden açılabilseydi, her


açılmanın ilkinden daha hızlı olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu ise bir
noktada, tüm maddenin bir daha toplanamayacak şekilde dağılması demektir.
Sonuçta evren ebedi olamıyorsa başlangıcı olmalıdır.

6- Açılıp Kapanan Evren modeli evrenin “kritik hızda” genişlemesini gerektirir.


Fakat ayarlayıcı üstün bir Güç olmadan, bu kritik hızın nasıl gerçekleştiğini tarif
edemez.

71
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

7- Açılıp Kapanan Evren modeli bu “kritik hızın” sürekli korunmasını da gerektirir.


Bu ise tesadüfen ucu üstünde durmuş olan kaleme her tekme atılışında bu
kalemin yine ucu üstünde durmayı başarması gibidir.

3- STEPHEN HAWKING VE HAYALİ ZAMAN

HAWKING VE PENROSE’UN TEKİLLİK TEOREMLERİ

Stephen Hawking ve Roger Penrose, Einstein’ın formüllerini kullanarak yaptıkları


çalışmalarda, evrenin ve zamanın bir tekillikten başladığını, Big Bang’den önce zaman kavramının
bir anlamı olmadığını ortaya koymuşlardır. Hawking, Kant’ın antinomilerini, Newton’un “mutlak
zaman” kavramına göre oluşturduğunu, bu yüzden yanıldığını göstermektedir. Ayrıca O,
Augustine’in, zamanın evren ile beraber başladığına dair düşüncesini, zamanın izafiyetine dair
bilgilerin bilinmediği bir dönemde ortaya koymasını övmektedir. Hawking, hiçbir zaman Penrose
ile yaptığı çalışmaları geçersiz kabul etmemiş, her zaman bu çalışmalarına sahip çıkmış ve bu
çalışmalarını doğru bulmuştur. “Zamanın Kısa Tarihi” isimli ünlü kitabında Hawking şöyle
demektedir: “Roger Penrose ve ben gösterdik ki, Einstein’ın genel görelilik kuramı, evrenin bir
başlangıcının olmasını gerektirir ve de olası bir sonunun.”

Peki Stephen Hawking’in, evrenin bir başlangıcı olmadığına dair izahı nereden çıkmaktadır?
Evrenin başlangıcı olduğunu teorik olarak Penrose ile beraber ispat ettiğini söyleyen bir kişi, diğer
yandan bir başlangıcın olmadığını nasıl söyler? Hele hele Hawking’in en son kitapları da dahil tüm
çalışmalarında, Penrose ile beraber yaptığı çalışmalara sahip çıktığını, bunları hiç reddetmediğini
düşünürsek, bu çelişki nasıl açıklanabilir?

HAYALİ ZAMANIN İŞİN İÇİNE SOKULMASI

Big Bang ile ilgili bilgimiz Planck zamanına kadar gitmektedir. Planck zamanı, Big
Bang’ten sonraki 10 −43 saniyedir. Bu sayıyı yazmaya üşenmezseniz şöyle de yazabilirsiniz:
0.0000000000000000000000000000000000000000001 saniye.

72
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Hawking de bilgimizin buraya kadar gittiğini kabul etmekte, fakat Big Bang başlangıcı ile
bu zaman dilimi arasındaki bilinememezlikten rahatsızlık duymaktadır. Bu zaman diliminde
sıcaklık 10 32 Kelvin gibi müthiş bir değere ulaşmaktadır. Bu sıcaklık yüzünden, kütle çekim
kuvveti, nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvetlerin hepsi birleşmekte ve bu zamandan öncesi
bilimsel olarak tanımsız olmakta, fizik kuralları durmaktadır.

Hawking, “fizik kurallarının” kesildiği bu andan rahatsız olmaktadır. O’na göre bu nokta
fizik kurallarının bağımsız geçerliliğine bir darbedir. Hawking, “Ceviz Kabuğundaki Evren”
kitabında, bu rahatsızlığını şöyle dile getirmektedir: “Eğer bilim kanunları evrenin başlangıcında
askıdaysa, başka zamanlarda da yanlış olamazlar mı?” Hawking, evrenin ve fizik kanunlarının
evren dışı bir Güç tarafından yaratıldığı, evrenin ve fizik kanunlarının O’na bağımlı olduğu fikrini
pozitivist yaklaşıma aykırı görmekte, her şeyi mutlaka mevcut fizik kanunları çerçevesinde
açıklamaya çabalamaktadır. Zamanın “gerçek zaman” olması halinde başlangıcı olması gerektiğini
kabul eden Hawking, bu sonuçtan kurtulmak için “hayali zaman” (imaginary time) kavramını işin
içine sokar.

Buna göre Planck zamanından öncesi “hayali zaman” kavramıyla açıklanacaktır ve bu


zamandan önce, Einstein’ın formülleri bir kenara bırakılacak, evrenin boyutu çok küçüldüğü için
kuantum kuramının belirsizlik ilkesinden yararlanılacaktır. Bu yüzden buna Kuantum Çekim
modeli de denmiştir. Evrenin boyutunun küçüldüğü fakat yoğunluğunun arttığı bu durumda,
kuantum durumunun geçerli olduğunu iddia etmek için ne bir delil ne de akılcı bir neden vardır.
Evrenin bütün yoğunluğunun tek bir noktaya sıkıştığı bu durumu, atomun içinde geçerli olan
kuantum durumuyla aynı görmek hiç de mantıklı değildir.

SADECE FİZİK KURALLARIYLA SINIRLI KALMAK ARZUSU

Hawking formüllerin içine “hayali zaman” kavramını sokarak, Penrose ile beraber
çalışmalarında vardığı evrenin ve zamanın başlangıcı olduğu sonucundan kaçınmaktadır. Penrose
ile çalışmaları ise “gerçek zaman” için yine geçerli olduğundan, onlardan da vazgeçmemektedir.
Hawking, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabında şöyle demektedir: “Gerçek zamanda, evren, uzay-
zamanın sınırını oluşturan ve bilim yasalarının işlemediği tekilliklerde başlamakta ve son
bulmaktadır. Fakat hayali zamanda, tekillikler ve sınırlar bulunmamaktadır.” Bu durumu şöyle
özetleyebiliriz:

73
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

1- Hawking, zamanı “gerçek zaman” olarak ele aldığımızda, zamanın başlangıcı


olduğunu kabul etmektedir.

2- Hawking, zamanı “hayali zaman” olarak ele aldığımızda, evrenin zamansal bir
başlangıcı olduğundan kaçınabileceğimizi söylemektedir.

Hawking, evrenin hayali zamandaki tarihsel başlangıcını Güney Kutbu’na benzetmektedir.


Ona göre “Başlangıçtan önce ne oldu?” diye sormanın hiçbir anlamı yoktur. Bu tür hayali zaman,
Güney Kutbu’nun güneyindeki noktalar kadar tanımsızdır.

Hawking, Tanrı’nın varlığını hiçbir zaman ateist bir tavır ile inkar etmez. Fakat O, Tanrı’nın
varlığına başvurmadan açıklanacak bir evren tasarımı yapmaya uğraşmaktadır. Böylece evreni
açıklamak için Tanrı’ya olan ihtiyaç yok olacak, fizik kanunları ile her şey açıklanabilecektir.
Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” kitabında açıkça “Zaman ve uzayın sınırsız ve sonlu olduğu
düşüncesinin yalnızca bir öneri olduğunu vurgulamak isterim” demektedir. O, zamanın, Güney
Kutbu gibi sonlu ama sınırsız (başlangıçsız) olduğuna dair yaklaşımının, bilimsel gözlem ve
verilere dayanmadığını açıkça söylemektedir. Bu önerisi, O’nun, fizik kurallarının bir başlangıçla
kesilmesini psikolojik olarak istememesinden kaynaklanmaktadır.

HAYALİ ZAMANIN GERÇEKLİĞİ

Hawking, “hayali zaman”ın varlığını önerirken, kendi uzmanlık alanı olan fizikten felsefeye
geçmektedir. Çünkü bu kavram bilimsel gözlem ve deneyden kaynaklanan bir kavram değildir.
Benim gibi, bilgide bölünme olmadığını, felsefe ve fizik gibi bilgi alanlarının hepsini gerçekliğe
ulaşmak için birleştirmek gerektiğini savunan biri, bir fizikçinin felsefe yapmasını, bir felsefecinin
fiziki problemlere girmesi kadar hoş karşılar. Fakat sorun Hawking’in felsefe yapması değil, ne
kadar doğru felsefe yaptığıdır. Bu noktada “hayali zaman” kavramının fizik ve felsefe açısından
gerçekliğini tartışma aşamasına geliyoruz. Soruyu felsefi ağız ile sorarsak “Hayali zamanın
ontolojik gerçekliği nedir?” ana sorumuzdur.

Aslında Hawking, Zenon’un ve Russell’ın gerçek ile zihinsel kurguyu karıştırmasındaki


hataya düşmüştür (“Evrenin başlangıcı olduğunun felsefi delilleri” başlığı ile bu konuyu önceden

74
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

işledik). Kurguladıkları matematiğin gerçeklikteki karşılığı ile ilgilenmeden, sırf karşılarındaki


sayılarla ilgilenenler bunu anlayamamışlardır. Oysa evreni açıklamak için matematiksel formüllere
başvuranlar, kurguladıkları matematiğin gerçeklikteki karşılığıyla ilgilenmek zorundadırlar. Çünkü
fizik, matematiği alet olarak kullanan bir bilimdir. Kurgusal olup, gerçeklikte karşılığı olmayan
matematiğin, fizik ile bir alakası yoktur.

Güncel hayattan bir örnek ile “gerçeğin matematiğinin” ve “zihinsel kurgunun


matematiğinin” farkını göstermeye çalışacağım. Üç kişinin, üç ayrı elma ağacını düşünelim. Bence
bunlardan ikisi bazı durumlarda, üçüncünün elma ağacındaki elma sayısını bilmeden “Bizim
üçümüzün elma ağaçlarındaki elmaların sayısı 100’den fazladır.” diyebilirler. Örneğin bu ikisi sırf
kendi elma ağaçlarındaki elmaları sayıp birinci ağaçta 70, ikinci ağaçta 80 elma saymış olabilirler.
Oysa Hawking gibi matematiği sırf kurgusal olarak düşünen biri, yaptığı formüllerin evrendeki
gerçekliğe karşı gelip gelmediğine aldırmadan bu formüllerle başarılı bir şekilde oynadığı için,
bizim üç ağaçtaki elmaların hiçbir şekilde 100’den fazla olduğunu bilemeyeceğimizi, üçüncü ağacın
elma sayısını her zaman bilmek zorunda olduğumuzu söyler. Biz eğer “Nasıl olur? Sırf iki ağaçta
150 elma var!” dersek, O da bize “ya üçüncü ağaçta (-60) elma varsa ne yapacaksınız? 80+70+(-
60)=90 eder.” der ve sizi mat etmenin sebep olduğu rahatlık ile gülümser!

Basit elma ağacı örneğinde; Hawking gibi matematiği gerçekteki karşılığına bakılmayan
formüller olarak görenlerle, bizim gibi düşünenler arasındaki fark görülmektedir. Hawking birçok
yerde matematiksel formüllerin gerçeklikteki karşılığı ile ilgilenmediğini söylemektedir. Örneğin
“Ceviz Kabuğundaki” Evren kitabında şöyle demektedir: “Bununla birlikte, pozitivist açıdan
bakıldığında bir kişi neyin gerçek olduğunu belirleyemez. Yapabileceği tek şey içinde yaşadığımız
evreni tanımlayan matematiksel modeli bulmaktır.”

Oysa “hayali zaman”ın, bırakın gerçeklikte bir karşılığının bulunmamasını, gerçekliğe


tamamen aykırıdır da. Hawking’in, “Zamanın Kısa Tarihi” ndeki “hayali zaman” tanımı bunu
göstermektedir: “Birisi hayali zaman içinde ileriye doğru yol alıyorsa, dönüp geriye gidebileceğini
de düşünebiliriz. Bu demektir ki hayali zaman içinde ileri ve geri yönler arasında önemli bir ayrım
yoktur.” Hepimiz zamanın tek yönlü olduğunu ve geri çevrilemeyeceğini biliyoruz. Hiçbirimiz
“Geriye dönüp de büyükbabasını öldüren birine ne olacak?” şeklinde bir soruya “Bu zamanın
tanımına ve gerçekliğine aykırıdır” dışında bir cevap vermek zorunda değiliz. Görüldüğü gibi
Hawking, elma ağacının problemini kağıda (-60) elma yazmayla çözdüğünü zanneden kişi gibi,
matematiksel formüllerde zamanı hayali olarak kurgulayabilme ile gerçekte zamanın hayali
olmasını karıştırmıştır.

75
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Evrensel gerçeklikle kurgusal matematiği karıştırmak, gerçeklikten kopuk birçok


matematikçinin düşmüş olduğu bir hatadır. Hawking’in zaman konusunu ele alırken yaptığı bu hata,
O’nun, felsefi değerlendirmeler yaparken fizikteki kadar başarılı olmadığını göstermektedir.
Aslında bu başarısızlığın asıl sebebi “Ben nasıl gerçekliği kavrarım?” çabası yerine “Ben kafamdaki
kurguyu nasıl doğru çıkartırım?” zorlamasıdır.

HAWKING’İN KABULLENDİĞİ BİR HATASI

Hawking, zamanı Kuzey ve Güney Kutbu benzetmesi ile anlamaya çalışmasının kendisini
önemli bir hataya düşürdüğünü kabullenmektedir. Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” isimli kitabında
yanılgısını şöyle aktarır: “İlk önceleri, evren çökmeye başladığı zaman düzensizliğin azalacağına
inanıyordum. Çünkü evrenin yeniden küçüldüğü zaman düzgün ve düzenli duruma dönmesi
gerektiğini düşünüyordum. Bu, büzülme evresinin, genişleme evresinin zaman içinde tersi gibi
görünmesi anlamına gelmekteydi. Büzülme evresindeki insanlar yaşamlarını geriye doğru
yaşamalıydılar: Doğmadan önce ölmeleri ve evren büzüldükçe gençleşmeleri gerekmekteydi...
Birazcık, dünyanın yüzeyi ile kurduğum benzetmeden dolayı yanılgıya düştüm. Eğer evrenin
başlangıcının Kuzey Kutbu’na karşı geldiğini düşünürsek, evrenin sonunun da, nasıl Güney Kutbu,
Kuzey Kutbu’na benziyorsa, başlangıcına benzemesi gerekirdi. Ama, Kuzey ve Güney Kutupları
hayali zaman içinde evrenin başlangıcına ve sonuna karşılık gelmektedir... Bir yanlış yaptığımı
anlamıştım: Sınırsızlık koşulu aslında, düzensizliğin büzülme evresinde de artmayı sürdüreceğini
söylemekteydi. Evren küçülmeye başladığı zaman, ya da karadeliklerin içinde, zamanın
termodinamik ve psikolojik okları yönlerini değiştirmeyecekti.”

Zaman tek yönlü işler. Zamanın en önemli kavramları “önce” ve “sonra”dır. “Sonra”, hep
“önce”yi takip eder. “Sonra”nın sebepleri hep “önce”dedir. Bir filmi tersten izlediğimizi düşünelim.
Normalde geriye işlemeyen zamanı, filmi sondan izlerken geriye işletmiş gibi oluruz. Bu filmde
mantıki tutarlılık yoktur ve evrende böyle bir geriye sarma mümkün değildir. Bu örnekte, filmi
sondan izlediğimizde, sebeplerle etkilerin yerini değiştirmiş oluruz, fakat zamanın içinde “önce” ile
“sonra”nın arka arkaya gelmesinden yine kendimizi kurtaramayız. Yaptığımız “önce” ve “sonra”nın
mantıki tutarlılığını yok etmektir, fakat “önce” ve “sonra” kavramları yine mevcuttur. Zamanın tek
yönlü işleyişine ve “önce”, “sonra” kavramları üzerine kurulu oluşuna herkes tanıktır. Daha evvel
değindiğim gibi, entropi sürekli arttığı için, termodinamik ok da tek yönlü ilerler.

76
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Ana konumuz açısından bir sonucu değiştirmese de, Hawking’in termodinamik oku ile
insanın psikolojik okunun aynı yönde ilerlediğine dair fikrini de yanlış bulduğumu belirtmek
istiyorum. Evrende hem zamanın tek yönlü ilerlediği, hem de entropinin artarak tek yönlü ilerlediği
elbetteki doğrudur. Fakat bu ikisini özdeşleştirmek hatadır. Evrende toplam entropi sürekli artar, bir
odanın ufak bir bölgesinde klima çalıştırıp, klimanın makinesini odanın dışına çıkartıp, pekala bir
odanın köşesindeki entropiyi düşürebiliriz. Ama ne yaparsak yapalım toplam entropi hep artar.
Oysa ne yaparsak yapalım hiçbir insanın zaman kavramını değiştiremez, psikolojik oku ile
oynayamayız; kimsenin “önce” ve “sonra”sının yerlerini bir an bile değiştiremeyiz. Zaman, her
insan için ve evrenin her noktası için, her an, tek yönlü akar. İlerleyen zaman, hiçbir zaman “toplam
zaman” kavramıyla ifade edilmesine bağlı olarak tek yönlü değildir, oysa termodinamik ok hep
“toplam entropi” ile ilerler. Ayrıca insanın zamanı algılayışıyla Entropi Yasası arasında mutlak bir
örtüşme gösterilemez. İnsanlar, Entropi Yasası’nın farkına varmadan evreni algılarlar, eğer
sistemdeki entropi artıyorsa, insanın zaman algısının değişeceğine dair mantıki hiçbir gerekçe
yoktur. Bu da psikolojik ok ile termodinamik okun farklı olduğunu gösterir ve Hawking burada da
yanılmaktadır. Görülüyor ki Hawking, entropinin tek yönlü akışı ile zamanın tek yönlü akışını
özdeşleştirme ( paralel olanı özdeş sanma) hatasına düşmüştür.

HAWKING VE BİLİM-KURGU

Bizi ilgilendiren asıl konuya dönersek, Hawking’in kendi itiraflarından, zaman konusu
hakkındaki yanlış değerlendirmelerinin kendisini düşürdüğü hatalar bellidir. Kim bilir bunun belki
de bir nedeni Hawking’in bilim-kurguya olan merakıdır ve O, kitaplarında bir bilim-kurgu heyecanı
oluşturmak istemektedir. Onun sonradan yanlışlığını anladığını söylediği; önce ölüp, sonra yaşayıp,
en sonunda da doğacak olan insan fikri, bu heyecanı hem Hawking’in zihninde, hem de
okuyucularda oluşturabilmektedir. Hawking’in fikirleriyle ilgilenenlerden, hatta onun projeleri için
para bulunmasını sağlayanlardan biri en ünlü bilim-kurgu yapımcısı Spielberg olmuştur. Bu ikili
buluşmalarında birbirlerine iltifatlar etmiş, Hawking şaka yaparak çevireceği filmin isminin
“Dördüncü Geleceğe Geri Dönüş” olması gerektiğini söylemiştir.

77
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Hawking’in zaman hakkındaki yaklaşımlarının gerçek dünyada karşılığı yoktur, felsefi


olarak söylersek bu zaman anlayışının ontolojik bir değeri yoktur. Cavalleri’nin dediği gibi:
“Gözlemlere dayanan her değer gerçek bir sayı ile ifade edilmelidir, yoksa o hayali bilimin veya
bilim-kurgunun konusudur.” Hawking fizik teorilerin sadece matematiksel modeller olduğunu ve bu
modellerin gerçeğe karşılık gelip gelmediklerinin önemsiz olduğunu söylemiştir. Bu zihniyet
Hawking’in “hayali zaman” kavramını oluşturmasına ve bu hayali zamanda bir bilim-kurgu
filminde olduğu gibi ileri-geri gidebileceği iddiasını ortaya atmasına sebep olmuştur. Cavalleri’nin,
gözleme dayanan gerçek sayıları kullanmayanların, bilim-kurgu yaptıklarını söylemesi, ne kadar da
doğrudur!

Hawking’e getirilen diğer bir eleştiri ise, Hawking’in modelinde evrenin başına gittiğimizde
gerçek zamandan hayali zamana geçişte, zaman kavramının uzaysal boyutlarla eşitlenmesidir.
Uzayın boyutlarında arada olmak esastır; örneğin X ile Y doğrusunun ortasında A noktası var
olabilir ama zamanda “öncelik” ve “sonralık” esastır. Örneğin: B olayı, C olayından öncedir, C ise
D olayından öncedir gibi. Hawking’in yaklaşımında zaman, uzayın diğer boyutları ile aynı
kategoride kabul edilir ve kendine has özelliği göz ardı edilir.

Hawking’in en büyük sıkıntılarından biri “hayali zaman” ı, “gerçek zaman” a bağlamaktır.


Hayali zamanda, kuantum durumundan nasıl gerçek zamana geçilmiştir? Hawking’in hayali zaman
ve gerçek zaman konusundaki sıkıntısını, Zamanın Kısa Tarihi isimli kitabının şu sözlerinden
anlayabilirsiniz: “Bundan dolayı gerçek zamanın mı, yoksa hayali zamanın mı gerçek olduğu
sorusunu sormanın anlamı yoktur.” Hawking’in hayali zaman tasarımı, ne felsefe, ne fizik, ne de
sağduyu açısından geçerlidir. Hawking, uydurduğu bu kavramdan gerçek zamana nasıl geçildiğini
hiçbir zaman gösterememiştir.

HAWKING VE POZİTİVİZMİ

Evrenin başlangıcında Planck zamanında, bütün fiziksel kanunlar yok olur. Bu durumda tam
bir tarif edilemezlik hatta hayal bile edilemezlik vardır. İbni Sina, yokluğun bir şey olmadığını, o
yüzden hayal bile edilemeyeceğini söyler. Evrenin ilk hali İbni Sina’nın “yokluk” tanımına tam
uymaktadır. Yokluktan beklenen tarif edilemezlik ve fiziksel kanunların yokluğu durumu, evrenin
başlangıcında vardır. Evrenin başlangıcına dair matematiksel formüller, evrenin bu durumunda

78
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yoğunluğun sonsuz olduğunu göstermektedir. Oysa evrendeki hiçbir şeyin yoğunluğu sonsuz
olamaz, bu durum da evrenin başlangıcının yokluğa karşılık geldiğini desteklemektedir. İşin ilginç
yanı, bilimsel formüller ve matematik hesaplar, evrenin tam başına geldiğimizde fizik kanunlarının
işlemeyeceğini göstermektedir. Kısacası bilimsel formüller, evrenin başlangıcının “yokluk” ile aynı
tanımlara sahip olduğunu göstermektedir. Evrenin başlangıcında uzayın yok olması, zamanın
durması da bu başlangıç durumunun yokluğa denk olduğunu göstermektedir. Uzay ve zamanın
olmadığı maddi bir varlık tarifi mümkün değildir.

Görülüyor ki Stephen Hawking bu sonucu görmüştür ve kendisinin de belirttiği gibi


fiziksel kanunların kesilmemesini arzu etmektedir. Birileri Hawking’e arzu edilenle gerçek olanın
farkını anlatmalı! Hawking bunun üzerine kendi pozitivizmini evrene yüklemek için “hayali
zaman” kavramını tasarladı. Hawking’i pozitivizmin kelamcısı (pozitivist-dinin savunucusu) olarak
görebiliriz, O kendi dinine inançlı Hristiyan arkadaşlarının çoğundan daha çok bağlıdır. O,
evrendeki fizik kurallarının durduğu anı kabul etmeyi dinden çıkma (pozitivist-olmama) olarak
görmekte ve “hayali zaman” ile direnmektedir. Fakat Hawking’in, fizikten felsefeye geçip felsefe
yaptığı anlarda, başarılı olamadığı görülmektedir. Fiziki konuları iyi takip edemeyen birçok kişi, ne
yazık ki O’nun, evrendeki gerçekliği tam açıklayan bilim yaptığını sanmakta ve kötü felsefesini fark
edememektedirler. Ne yazık ki bilimsel konulardan uzak durmayı marifet sayan birçok felsefeci de
Hawking’in “hayali zaman” konusundaki yanlışını ve bu yanlışı kurgulayış nedenini
anlayamamışlardır. Görülüyor ki bu kavram hem felsefeye, hem fiziğe, hem de sağduyuya
aykırıdır. Evrene ne bu kavramı, ne de Hawking’in pozitivizmini yüklemek mümkün değildir.

4- OCKHAMLI’NIN USTURASI

OCKHAMLI’NIN USTURASINI KULLANMAK

Ockhamlı William 1285-1347 yılları arasında yaşamış ünlü bir filozoftur. Ockhamlı’nın
usturası, gereksiz spekülasyonları önlemeye, onlara değer vermemeye yarayan, O’nun geliştirdiği
bir tutumluluk ilkesidir. Buna göre, herhangi bir şeyi açıklamak üzere öne sürülen birden fazla
açıklama söz konusu olduğunda, açıklanmak durumunda olanı, en az sayıda açıklayıcı ilke ve
kabulle açıklayan ve olabildiğince çok şeyi açıklamayı başaranın seçilmesi gerekir; en basit
açıklama, gerçekliği olduğu şekliyle tarif eden en muhtemel açıklama olma durumundadır.

79
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Ockhamlı’nın bu ilkesi, hem modern bilimin, hem de felsefenin önemli ilkelerinden biri
olarak geniş kabul görmüştür. Bu ilke sayesinde “zihnimizde ve dilimizde var olanlar” ile “gerçekte
var olanları” ayırt etmeyi öğrenir, gereksiz ve yararsız izahlarla uğraşmaktan korunuruz. Bu ilkenin
usturadan söz etmesinin nedeni, gereksiz olanı kopartıp atmaya yaramasıdır.

Teorik fizikte, Ockhamlı’nın usturasının hışmına uğraması gereken birçok spekülasyon


vardır. Bu spekülasyonların usturanın hışmına uğramalarını gerektiren ortak nedenler şunlardır:

1- Bu iddialar hiçbir delile dayanmamaktadır.

2- Bu iddialar evrendeki hiçbir olguyu açıklamamakta ve bilgimize katkıda


bulunmamaktadır.

3- Bu iddialar sadece bilim-kurgu filmlerinin işlevini görmekte ve tartışarak vakit


kaybına sebep olmaktadır.

SONSUZ EVRENLER VE VAKUM DALGALANMALARI MODELİ

Evrende herhangi bir gerçekliği daha iyi anlamamıza yaramayan matematiksel modeller
Ockhamlı’nın usturasıyla kesilmelidir. Çünkü matematiksel bir model, ancak evrendeki
gerçeklikleri anlamamıza katkısı olduğu ölçüde değerli olabilir. Yoksa salt zihinsel bir kurgunun
ötesine geçemez. Evrenin bol boyutlu tasarımıyla ilgili matematiksel boyutlar böyledir. Evrenin
algılanan esas boyutları dışındaki boyutlarının çok küçük ve kıvrılmış olduğunu söyleyen bu
tasarımların çoğu bilgimize hiçbir katkı yapmaz. Bu tasarımlar, evrende gözlenen olguları
anlamamıza katkı yapmadığı ve ciddi delile dayanmadığı müddetçe kaale alınmamalıdır.

Evrenin sayısını sonsuzca büyüten, tek bir evreni sonsuz evrenle açıklamaya çalışan
modelleri, Ockhamlı William duysa, bu modelleri herhalde lime lime doğrardı. Bu modellerin
hiçbirinin tek bir delili olmadığı gibi, evrendeki herhangi bir olguyu daha iyi anlamamıza en ufak
bir katkıları da yoktur.(Evrenimiz dışında tabi ki evrenler olabilir. “Evrenimiz dışında evren
olamaz.” demek “Tanrı bu evren dışında evren yaratamaz.” demektir. Fakat “Evrenimiz dışında bir
evren olamaz” demek kadar, bilimsel açıdan evrenimiz dışında bir evren olduğunu savunmak da
mümkün görünmemektedir.) Sonsuz evrenli modellerin çoğu evrendeki oluşumları tesadüfle izah

80
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

etme çabasının ürünüdür. Ockhamlı’yı dinlesek hiç kaale almamamız gereken bu modelleri,
Ockhamlı’nın haklı tavsiyesini dinlemeyerek ilerideki “tasarım delili” bölümünde ele alacağız ve bu
modeller doğru olsaydı bile, evrendeki bilinçli tasarımı reddedemeyeceğimizi göstereceğiz.

Edward Tyron’un 1973 yılında ortaya attığı Vakum Dalgalanmaları modeli (Vacuum
Fluctuation Model), bizim evrenimizin ve diğer birçok evrenin kuantum dalgalanmaları sonucunda
oluştuğunu söylemiştir. Bu modele göre tüm evrenleri doğuran süper-uzay adeta bir sabun
okyanusudur ve her evren bu süper-uzaydan çıkan bir baloncuktur. Bizim evrenimiz de bu sonsuz
sayıdaki baloncuklardan biridir. Christopher Isham bu modelin teorik açmazlarını göstermiştir. Bu
modelin iddia ettiği gibi sonsuz zaman geriye gidersek, bu baloncuk evrenler her yere saçılacaktır
ve bu evrenler genişledikçe birbirine geçecek ve çarpışacaktır. Bu ise tüm gözlemlere aykırıdır.
Ockhamlı’nın usturası ise bu modeli inkar için delil aramaz, onun delilsiz oluşunu ve tek evreni
sonsuz evrenle açıklamaya kalkışını usturayı indirmek için yeterli bulur.

Andrei Linde’nin Kaotik Şişme (Chaotic Inflationary) modeli ise, şişen evrenlerin mini
evrenlere bölündüğünü, daha sonra bu mini evrenlerin şişip yeni mini-evrenlere bölündüklerini, bu
sürecin kesintisiz devam ettiğini söyleyerek sonsuz evrenler önerir. 1994’te Arvind Borde ve
Aleksander Vilenkin, sonsuzdan beri şişen bu modelin şekil (geodesy) olarak geçmişte tam
olamayacağını, bu yüzden bu modelin de bir başlangıç tekilliğinden kaçamayacağını
göstermişlerdir. Sıra dışı iddia ciddi delil gerektirir. Diğer sıra dışı “sonsuz evren” modelleri gibi bu
model de ciddi hiçbir delile sahip değildir. Ockhamlı’nın usturası, bu tip bir modelin de bilimsel
açmazını dinlemeye gerek bile duymaz, bu modelin bilimsel bir delile sahip olmaması ve sonsuz
evrenle tek bir evreni açıklaması usturayı çalıştırmaya yeterlidir.

BIG BANG’İN GÜCÜ

Sonsuz evren modelleri termodinamiğin ikinci kanunundan kaçamazlar. Bu kanunun bizi


götürdüğü sonuç, entropinin sürekli arttığı ve sonunda sistemleri termodinamik dengeye getirdiği,
bu yüzden tüm fiziki sistemlerin bir başlangıcı olduğudur. Ayrıca sonsuzun aşılamayacağına dair
daha evvelden incelediğimiz felsefi deliller de bu modellerin hepsini geçersiz kılar.

Bu bölümün en başından itibaren incelenen hiçbir model, Big Bang’in sahip olduğu delillere
sahip değildir. Hatta tek bir delile bile sahip değildir. Big Bang’in temel delillerini incelerken Big
Bang’i doğrulayan gözlemsel ve teorik delilleri inceledik. Ayrıca Big Bang ile bizi aynı sonuçlara
götüren yıldız incelemeleri, radyoaktif elementlerin incelenmesi, termodinamik kanunlar ve felsefi

81
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

deliller de bu teorinin gücüne güç katmaktadır. Alternatif olarak ortaya atılan teoriler ise hem
bilimsel dayanağa sahip değildir, hem de gözlemsel ve teorik deliller ile geçersiz olmaktadır.

Evrenin genişlediği anlaşıldıktan sonra, bir daha evrenin ezeli olduğunu bilimsel açıdan
makul olacak bir şekilde izah etmek mümkün olmamıştır. Bundan sonraki bölümde görüleceği gibi,
evrenin ezeli olduğunu savunan materyalistler, tarih boyunca; evrenin, maddenin, hatta yıldızların
değişmez yapıda olduklarını savunmuşlardır. Big Bang’in ve modern fiziğin bulguları
keşfedilmeden önceki bu materyalist inanç, evren ezeli ise bilimsel beklentinin nasıl olması
gerektiğini göstermektedir. Bilimsel deliller ortaya konmadan önceki bu süreç samimi fikirlerin
anlaşılmasına daha müsaittir, çünkü bu durumda, psikolojik durumun sonucu olarak bilimsel olanın
çekiştirilmesi mümkün değildir. Yeni bulguları ve Big Bang’in verilerini materyalist yorumlarla
birleştirmeye çalışmak, sadece tek Tanrılı dinlerin tarih boyunca savunduğu sonuçlardan kaçışın
psikolojik bir göstergesidir. Materyalizmin biricik unsur (cevher) olarak gördüğü evrenin, ezeli
değişmezliğine ihtiyacı çok açıktır; fakat Big Bang’in, bir başlangıçtan itibaren hiç durmayan bir
değişimi gösterdiği de çok açıktır.

III – BIG BANG FELSEFE


TARİHİNİ YARGILIYOR
Kitabımızın bundan sonraki dört bölümünde Big Bang teorisinin sonuçlarına dayanarak
felsefe tarihini yargılayacağız, ayrıca Big Bang teorisinin dinler açısından doğurduğu sonuçları ele
alacağız. Tarihin eski dönemlerinde de ateizm vardı, şimdi de var; eskiden de şüphecilik vardı,
şimdi de var; eskiden de tek Tanrı’ya inananlar vardı, şimdi de var. Tarih boyunca tek Tanrı’ya
inananlar neler iddia etti? Ateistler çağlar boyunca neler iddia ettiler? Fiziğin en önemli teorisi Big
Bang’in verileri tarihsel iddiaların hangisini doğruluyor, hangisini yalanlıyor? Binlerce yıllık
tartışmanın yargılanmasını bu kitapta Big Bang yapmaktadır. Tabi ki binlerce yılın yargılanması
günümüzde de aynı fikirlere inananlar açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır.

82
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Son asırda bilim adamlarının çoğu, bilimsel verilerin, felsefe ve dinler açısından doğurduğu
sonuçlara karşı çok umursamaz oldular. Diğer yandan felsefeciler ve ilahiyatçılar (teologlar),
bilimsel bilgi ile ilgilenmeden, felsefeyi ve bilimi birbirleriyle hiç alakası olmayan ayrı alanlar
olarak görmeye ve göstermeye çalıştılar. Bazı bilim adamları ise bilimsel başarılarıyla ters orantılı
şekilde çok başarısız felsefi yaklaşımlar sergilediler. Kitabımızın bundan sonraki dört bölümünde
Big Bang’in, felsefe ve dinler açısından doğurduğu sonuçları göstermeye çalışacağım. Bu
çalışmayla, bilimin ve felsefenin –yöntemleri farklı olmakla beraber- birbirlerinden kopuk
olamayacağını ve insanlığın bilincinde bölünme yaşanamayacağını, bilimin ve felsefenin farklı
gerçekliklere karşı gelemeyeceğini göstermeyi hedefliyorum.

6. BÖLÜM
BIG BANG’İN IŞIĞINDA TANRI’NIN
VARLIĞINI İNKAR EDEN VE MADDENİN
EZELİLİĞİNİ KABUL EDEN GÖRÜŞ

HAMLET’İ TAKLİT EDEN MATERYALİST NE DER

Bu görüş ateistlerin, materyalistlerin görüşüdür. Bu görüşe göre madde yaratılmamıştır, yok


edilemez, kendiliğinden varlığını sürdürür, evrenin tek yapı taşıdır, onun dışında hiçbir şey yoktur.
Eğer Hamlet’in “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu” sözünü Hamlet’i taklit eden bir
materyalist felsefenin ideoloğu söylemeye kalksaydı, herhalde şöyle derdi: “Maddenin ezeli olup
olmaması, işte bütün mesele bu”. Materyalistlere göre var olan her şey madde sayesinde var olur ve
maddidir. Dinlerin savunduğu; maddeyi yaratan, maddeye şekil veren, maddenin varlığının bağımlı
olduğu, madde dışı bir Tanrı var olamaz. Bu maddi evren yaratılmamış ve yok edilemez olduğuna
göre onun bir başlangıcı da, bir sonu da yoktur. İşte bunlar ateistlerin tarih boyunca en temel
iddiaları olmuştur.

83
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bu bölümde görüleceği gibi, tarih boyunca materyalizm bu şekilde savunulmuştur.


Günümüzde zorlama ve tutarsız izahlarla materyalizmin mevcut bilimle uyuştuğunu söyleyenler
olmaktadır. Bu izahların bilimsel olmaktan çok, psikolojik olduğu görünmektedir. Bunun
anlaşılması için materyalistlerin tarih boyunca savundukları temel iddialarının incelenmesi faydalı
olacaktır. Çünkü bilimsel delillerin ortaya konmadığı dönemde açıklanan bu fikirler, eğer gerçekten
materyalizm doğru ise, neyin nasıl olması gerektiğini göstermektedir. Bu yüzden, bu kitapta,
incelenen görüşler, tarihi geçmişleriyle ele alınmaktadır. Böylece binlerce yıllık tartışmanın
değerlendirmesi yapılacak, Big Bang’in ışığında kimin haklı, kimin haksız olduğu irdelenecektir.
İki sorunun cevabı açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır:

1- Ne dediler?
2- Ne oldu?

HİNT FELSEFESİ VE BUDİZM

Hint felsefesinin içinde hem tek Tanrıcı (teist), hem çok tanrıcı (politeist), hem de ateist
unsurlar bulunmaktadır. M.Ö. 2000’lere kadar uzanan Hint felsefesinin önemli bir bölümünün
evreni ezeli kabul ettiği ve Tanrı’ya yer vermediği görülmektedir. Bu yüzden Hint felsefesine
inananların önemli bir kısmı da, maddeyi ezeli kabul edip Tanrı’yı yok sayan materyalistlerle
beraber değerlendirilmelidir. Hint felsefesinin önemli kollarından Ceyna’ların bir şairi, inancındaki
ezeli evren görüşünü şu şekilde dile getirmektedir:

Hiçbir varlık bu evreni oluşturamaz.


Nasıl maddi olmayan bir Tanrı maddi bir evren yaratabilir?
Eğer ilk önce bunu, sonra evreni yaptı dersen sonsuz geriye gidişle karşılaşırsın.
Eğer bu madde doğal olarak oluştu dersen başka bir safsataya düşersin.
Bütün evren kendi yaratıcısı olmalıdır...

Taoizm’de her şeyin kendiliğinden oluştuğu ve evrenin ezeli olduğu fikrine rastlanmaktadır.
Fakat Taoizm hakkında yapılan yorumlarda buna tamamen zıt görüşler de ileri sürülmektedir.
Marksizm’deki veya tek Tanrılı bir dindeki açık ifadeleri Taoizm’de (aslında Uzakdoğu dinlerinin
bir çoğunda) bulamayız.

84
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Budizm’de, Tanrı’nın hiçbir müdahalesi olmadan, var olan her şeyin mekanik yasalara
uygun olarak maddeden meydana geldiği söylenir. Budizm’in bazı kollarında Tanrı’nın varlığı
kabul ediliyor olabilir, fakat temel metinlerde Tanrı’dan hiç bahsedilmediği ve evren ezeli kabul
edildiği için; Budizm’i, Tanrı’yı yok sayan ve maddeyi ezeli kabul eden başlığın altında
inceleyebiliriz.

DEMOKRİTOS, EPİKUROS VE LUCRETİUS

Görüldüğü gibi, Uzakdoğu’da da materyalist felsefeye benzer görüşleri savunanlar olmuştur.


Yazılan kitapların birçoğu materyalizmin tarihini Eski Yunan’dan başlatır. Bu konuda öne çıkan ilk
isim Demokritos’tur. O’na göre bütün madde ezeli ve ebedi olan atomlardan oluşur, bu atomlar yok
edilemez ve değişmez. Bu fikirlerinden dolayı Demokritos, günümüz materyalistlerinin fikir babası
sayılır. Maddenin varlığı ezeli kabul edilip, her şey sadece maddeyle açıklanınca; Tanrı’ya ihtiyaç
kalmamakta, böylece de ateist fikirler temellendirilmeye çalışılmaktadır. Maddenin devamlılığı fikri
daha önce Anaksimandros ve Herakleitos’un fikirlerinde de ima edilmiştir, ama vurgu ve açıklık
Demokritos’taki gibi değildir.

Epikuros, Demokritos’un önemli takipçilerindendir. O’na göre her şey birbiri ardından
doğum ve ölümü meydana getiren ezeli bir düzene göre işlemektedir. Tarihin en etkin materyalisti
Karl Marks da doktora derecesini “Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri” teziyle,
materyalizmin fikir babalarını inceleyerek almıştır.

Günümüz materyalistlerine çok daha yakın olan antik dönemin ismi ise Lucretius’tu. O,
sadece maddenin ezeliliğini savunmakla kalmamış, günümüz materyalist ateistleri gibi Tanrı’nın
yokluğunu da ısrarla vurgulamıştır. O, fikirlerini şiir dizeleri şeklinde aktarmıştır:

İlkemiz şu olacak konuyu girerken:


Hiçten hiçbir şey yaratılamaz Tanrısal güçle.
Ölümlülerin bunca korkuya kapılmaları,
Yerde ve gökte tanık oldukları olaylara
Gözle görülür bir neden bulamamalarındandır.
Kolaydır Tanrı’nın istemiyle açıklamak bunları

85
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Hiçten hiçbir şey yaratılamayacağını kavrayınca


Daha açık seçik göreceğiz önümüzdeki yolu.
...

Öyleyse iki türdür bütün nesneler:


Atomlar ve onlardan oluşan bileşikler.
Çünkü hiçbir güç yıkamaz atomları
Mutlak son oluşları sonsuza dek korur onları.

MARKSİZM

Felsefe tarihindeki d’Alembert, Turgot, Condorcet, Baron d’Holbach da materyalist


felsefenin temsilcileridir. Fakat materyalist felsefenin en ünlü ve en etkili olmuş isimleri Marksist
felsefenin kurucuları Karl Marks ve Friedrich Engels’tir.

Marksist teorisyenler, felsefenin en önemli sorununun, evrenin ve maddenin ezeli olup


olmadığı meselesi olduğunu ve materyalistleri kendileri dışındaki felsefelerden ayıran en önemli
özelliğin evrenin ezeliyetini savunmaları olduğunu söylerler. Friedrich Engels, Karl Marks ile
beraber yazdığı “Felsefe İncelemeleri” adlı kitabında bunu şöyle belirtmektedir: “Ortaçağın
skolastiğinde büyük bir rol oynamış olan düşüncenin varlığa göre durumu sorunu; tinin(ruhun) mi,
yoksa doğanın mı, hangisinin esas öğe olduğu sorunu, bu sorun, kilise bakımından, şu keskin biçimi
aldı: Evren Tanrı tarafından mı yaratılmıştır, yoksa bütün öncesizlik boyunca var mı idi? Bu soruyu
yanıtlayışlarına göre filozoflar iki büyük kampa ayrılıyorlardı. Tinin doğaya göre önce gelme
özelliğini ileri sürenler ve buna göre de, son aşamada, ne cinsten olursa olsun evren için bir
yaratılmayı kabul edenler. Bunlar idealizm kampını oluşturuyorlardı. Ötekiler, doğayı esas öğe
sayanlar ise materyalizmin değişik okullarında yer alıyorlardı. Başlangıçta, iki deyim, idealizm ve
materyalizm, bundan başka bir anlama gelmiyordu, biz de burada, onları başka bir anlamda
kullanmayacağız.”

Materyalist felsefenin ünlü savunucularından yazar Georges Politzer de bu ayrıma dikkat


çekmiştir: “Felsefenin temel sorunu işte budur. Hangi tarzda ortaya konursa konsun, bu sorunun
mümkün iki cevabı olabilir ancak. Ya madde (varlık, tabiat) ebedi, sonsuz aslidir ve ruh (düşünce,
bilinç) türemedir. Ya da ruh (düşünce, bilinç) ebedi, sonsuz, aslidir ve madde (varlık, tabiat)
türemedir.”

86
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Dünya’da ateizmin geniş bir şekilde yayılmasına sebep olan Karl Marks’ın, Friedrich
Engels’in ve onların Lenin, Mao gibi takipçilerinin hepsi maddenin ezeliliğini savunmaktadırlar. Bu
onların sisteminin kaçınılmaz temel şartıdır. Çünkü her türlü idealizmden kaçınmak ve ateist olmak,
komünist materyalizmin temel felsefesini oluşturur. Bu noktada komünist materyalistlerle diğer
ateist materyalistler de tamamen aynı şekilde düşünür. Maddenin ezeliliği, tüm materyalistlerin
ortak ve tartışılmaz paydasıdır. Komünizm, Marks’ın ölümünden 70 yıl sonra, kendilerine Marksçı
adını veren toplulukların, dünyanın üçte birini yönetimleri altına almalarıyla, tüm materyalist
görüşler arasında en etkin olanı olmuştur. Ateist materyalistlerin ortak izahlarına dayanarak şu
ayrım yapılabilir:

1- Ya Tanrı evrene göre öncedir. Evren Tanrı’nın eseridir. Materyalist felsefeler


hatalıdır.

2- Ya da madde öncedir ve ezelidir. Tanrı yoktur. Her şey madde ile açıklanır.
Tek Tanrılı dinler hatalıdır.

GÜNEŞE TAPANLARLA MATERYALİSTLERİN FARKI

Bilimsel bulguların felsefeler ve dinler için sonuçlar doğurduğunu daha önce gördük. Örneğin
Güneş’i tanrı olarak kabul eden bir dini ele alalım. Güneş’in yapısı bilimsel olarak anlaşıldıktan
sonra, Güneş’in başlangıcının ve sonunun olduğu anlaşılır ve bu bilgiler Güneş’i tanrılaştırmanın
hatalı olduğunu bilimsel açıdan ortaya koyar. Aynı şekilde Big Bang teorisi, evrenin belli bir
zamanda başlangıcının olduğunu ve de sonunun geleceğini ortaya koymaktadır. Bu sonuç kesinlikle
materyalist felsefelerin iflası demektir. Güneş’e tapan kişiler bilimsel bulgulara rağmen uzun
zamanlar boyunca savunulmuş bu fikirlerinden vazgeçmeyebilirler, nitekim çok az da olsalar hala
bu inanca sahip kişiler vardır. Big Bang teorisine rağmen materyalizmin devamı, Güneş’in yapısı
bilimsel olarak anlaşıldıktan sonra, Güneş’e tapmaya devam edenlerle aynıdır. Evrenin ezeliliği ve
ebediliği temeli üzerine sistemlerini kuranlar, evrenin bir başlangıcı olduğu bilimsel olarak ortaya
çıktıktan sonra buna devam ettikleri için; Güneş’e tapanlarla aynı sınıfa girmişlerdir. Bu tavra sahip
materyalizmi, bilimsel materyalizm olarak değil de bilim-dışı materyalizm veya materyalist fideizm
(imancılık) olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.

Bilimi ve aklı reddeden bir Hindu, kendi felsefesinin (veya dininin), sonsuz döngüleri içinde
barındıran ezeli evren tasarımını, bilimsel bulguları hiç dikkate almadığı için devam ettirebilir.
Fakat bir Marksist-ateist için bu o kadar kolay değildir. Çünkü Marksizm bilimi kutsamıştır ve

87
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Marksist teorisyenler hem dinlere, hem de şüpheci felsefelere karşı olmuşlardır. Örneğin Engels, bir
yandan bilimin başarılarına atıf yaparken, bir yandan da Kant’ı bu başarılara dayanarak şöyle
eleştirmektedir: “Kant’ın çağında, doğal nesneler konusundaki bilgimiz gerçekten öylesine bölük
pörçüktü ki, onların herbiri üzerinde bildiğimiz az bir şeyin ötesinde sırlarla dolu bir kendinde-şey
bulunduğu pekala sanılabilirdi. Ama bu kavranamaz şeyler, bilimin dev adımlarıyla ilerlemesi
sırasında kavrandılar, çözümlendiler, üstelik yeniden üretildiler; üretebildiğimiz şeyin bilinemez
olduğunu elbette düşünemeyiz. Bu yüzyılın (19. yüzyıl) ilk yarısında, organik maddeler kimya için
sırlarla dolu nesnelerdi; bugün, onları birbiri ardına, organik süreçlerin yardımı olmaksızın
kimyasal öğelerini kullanarak yapmayı öğreniyoruz.”

BİLİMSEL GELİŞMEYLE DEĞİŞİM

Bilimi kutsamış olan materyalist anlayışlar, bilimdeki değişikliklerin felsefeyi yeniden


yapılandırması gerektiğini söylemişlerdir. Örneğin Lenin, Engels’ten alıntılar yaparak şöyle
demektedir: “Doğa bilimleri alanında çığır açan her buluşla materyalizm biçimini değiştirmelidir.”
Marksist-materyalistler bilime verdikleri önemi ısrarla vurgulamışlar ve “bilimsel sosyalizm”,
“bilimsel tarih anlayışı” gibi deyimlerle sürekli bilimsel yanlarını ön plana çıkarmışlar, kendileri
gibi düşünmeyenleri bilim dışı olmakla suçlamışlardır.

19. yüzyıl ve sonrasının materyalistleri, bilimin başarılarını, hem Berkeley idealizmine, hem
de Kant şüpheciliğine karşı kullanmışlardır. Bu yüzden, bu felsefenin fizikteki bilimsel gelişmelerin
yargıçlığını kabul etmemesi büyük bir çelişki olur. Nasıl Engels, kimya bilimindeki gelişmelerle,
Kant’ın “kendinde-şeye” dair şüpheci yaklaşımlarını mahkum ediyorsa, kimya bilimine Kant
şüpheciliğini yargılatıyorsa; Big Bang teorisine, materyalist felsefeyi yargılatmak, benzer bir
tavırdır. Materyalist felsefenin teorisyenlerinin felsefenin en temel sorunu olarak Tanrı’nın mı,
maddenin mi önce olduğu sorununu gösterdikleri noktada; astro-fizik bilimindeki gelişmeler,
materyalizmi yargılamakta ve mahkum etmektedir. Felsefeyi bilime yargılatma, bu sefer
materyalizmi en temelinden- maddenin ezeli olmadığı sonucundan- geçersiz kılmaktadır. Bu sadece
yüzeysel bir revizyon değildir, materyalizmin tamamen iptalidir.

MATERYALİST AHLAKIN DA İPTALİ

Maddeyi ezeli kabul eden tüm felsefeler, en temel noktalarından geçersiz olunca, bütün
sistemlerinin değişmesi gerekmektedir. Çünkü tüm bu felsefeler, bu temel kabullerin üzerinde
yükselmiştir. Örneğin ahlak konusunu ele alalım, maddeyi ezeli kabul eden tüm sistemlerin ahlak

88
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

görüşleri baştan ele alınmalıdır. Çünkü bu sistemler maddeyi asli tek unsur görmüşler, Tanrı’yı yok
saymışlar, sistemlerinin ahlaki yapılarını bu kabullerle oluşturmuşlardır. Bu sistemlerin asli unsuru
yanlış çıkınca, bu unsura dayanan ahlaki sistemleri de geçersiz olacaktır.

Maddeyi ezeli kabul eden her felsefi veya dini sistem aynı ahlaki yapıyı savunmaz, hatta bu
sistemlerin ahlaki kurgularında büyük farklar vardır. Epikuros’un dünyevi zevklerden faydalanmayı
öğütleyen hedonist ahlakını, Budistler’in ihtiraslardan vazgeçmeyi söyleyen ahlakını ve
Marksistler’in ideolojilerine göre biçimlendirilmiş eylemci ahlakını aynı kefeye koyamayız. Fakat
tüm bu ayrı ahlaki yaklaşımlarda, maddeyi ezeli kabul etmek ve Tanrı’nın varlığını dışlamak gibi
ortak temel noktalar vardır. Madde ezeli kabul edilince, maddenin sahip olmadığı bilince sahip
“insan” veya “insanlık” ahlak kavramının merkezine yerleşmektedir. Budizm’in kurtuluş için
ihtiraslardan arınmayı öğütlemesi de, Epikuros’un mutluluğu amaç olarak tavsiye etmesi de hep salt
“insan” merkezli bir bakış açısıyla oluşmuştur.

Fakat insanın sınırlı gücü, ölüm gibi hayatın çok önemli bir gerçeğiyle baş etmesine olanak
tanımaz. Hayatı, kısa ve ölümle noktalanan bir süreç olarak gören insanların, bencil duygulardan
hangi rasyonel temellerle vazgeçeceğini, materyalist felsefeler açıklayamaz. Materyalist felsefelere
inanan bazı kişilerde, iyi ahlaklı davranışlara tanıklık edebiliriz. Bu anlatılana aykırı değildir, çünkü
denmek istenen materyalistlerin ahlaki davranış sergileyemeyeceği değil, materyalist felsefenin
ahlaki davranışları rasyonel olarak temellendiremeyeceğidir. Tanrı’yı evrenin yaratıcısı olarak kabul
eden görüşlerde; Tanrı’nın üstünlüğü, iradesi, gücü asli unsur olduğu için, ahlakın belirlenmesi de
“Tanrı” merkeze konarak gerçekleşir. Tanrı’nın varlığının anlaşılmasıyla, insanlar, kendi baş
edemedikleri ölüm sorunuyla baş etmelerini sağlayacak ve bencil duygulardan kurtulmalarının
gerekçesi olacak rasyonel bir temele kavuşurlar. Buradan da görüyoruz ki Big Bang teorisinin
“ahlak felsefesi” açısından da sonuçları vardır. Çünkü Tanrı’nın varlığını tespit etmek ve maddenin
asli ve biricik unsur olmadığını anlamak, bizi, ahlaki belirlemelerin, Tanrı’nın merkeze konulması
suretiyle gerçekleşeceği sonucuna götürecektir.

Materyalistlerin de kabul ettiği gibi ancak iki şık savunulabilir. Ya madde ezeli ve asli
unsurdur, ya da Tanrı ezelidir ve maddeyi yaratmıştır. Big Bang bu şıklardan birincisini tamamen
geçersiz kılmıştır, böylece ikinci şıkkın doğruluğu anlaşılmıştır. Materyalistler, felsefelerinin en
temelinden çöktüğünü görmeliler ve ahlak ile hayat alanını, Tanrı’nın varlığını göz önüne alarak,
yeniden biçimlendirmelidirler.

89
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

TASARIM DELİLİ

Bertrand Russell bir konuşmasında “İşte evren karşımızda duruyor ve hepsi budur” demiştir.
Bu yaklaşımıyla, ezeli evrenin her şeyin açıklaması olduğunu söylemek istemiştir. Oysa Big Bang,
evrenin, Russell’ın sandığı gibi her şeyin açıklaması olmadığını, evrenin kendi dışında bir Sebep’e
muhtaç olduğunu ve binlerce yıldır savunulan tüm materyalist ateist felsefelerin yanlış olduğunu
göstermiştir.

Gerek Lucretius, gerek Marks, gerekse Russell gibi ateistler, evrenin ezeli oluşuyla beraber
bilinçli bir tasarımın ürünü olmadığını da savunmuşlardır. Bu onların felsefesinin doğal sonucudur,
çünkü Tanrı’nın varlığını inkar eden kişiler, evrenin, tesadüflerin arka arkaya gelmesiyle
oluştuğunu kabul etmek zorundadırlar. Oysa Big Bang sürecindeki oluşumlar, evrenin bilinçli bir
Güç tarafından tasarlandığını gösterir. Big Bang başlangıcındaki patlama daha şiddetli veya daha
yavaş olsaydı evrenin oluşamayacağından, evrenin başındaki madde-antimadde oranından, evrenin
başlangıcındaki entropinin ayarına kadar bütün değerler, evrendeki bilinçli tasarımı göstermektedir.
Bu kritik değerlerin hepsi maddenin içindeki özelliklerle oluşturulmaktadır. Bu ise hem maddenin
yaratıldığını, hem de evrendeki tüm süreçlerin bilinçli bir şekilde oluşturulduğunu gösterir.

EVRENİN SONU VE ÖZET

Daha önce gördüğümüz gibi evren sürekli genişlemektedir. Buna göre iki senaryonun birinin
gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Ya evren geriye kapanmadan sürekli genişleyecek ve ısı ölümüyle
Büyük Donma (Big Chill) süreci yaşanacaktır, ya da genişleme belli bir seviyeye geldikten sonra
çekim gücü geriye kapanmayı başlatacak ve Büyük Çöküş (Big Crunch) yaşanacaktır. Eğer böyle
bir çöküş yaşanırsa, evrenin olmadığı noktada zamanın da önemi kalmadığı için, evren-zamanının
da sonu gelecektir. Big Bang’in felsefi sonuçlarına daha önce değinenler, Big Bang’in, evrenin
başlangıcı olduğunu göstermesinin felsefi sonucu üzerinde durmuşlar, evrenin sonunu
göstermesinin felsefi sonucunu yüzeysel geçmişlerdir. Bu kitapta yapmaya çalıştığım şeylerden biri
de bu önemli felsefi sonuca da dikkatleri çekebilmektedir.

Bilimsel verilerle evrenin sonsuza dek var olamayacağı anlaşılmadan önceki binlerce yıllık
zaman zarfında ateistler, hep evrenin sonsuza dek var olacağını savunmuşlardır. Anlaşılıyor ki
materyalistlerin en azından bir kısmı, kendi varlıklarının ölümle son bulmasına karşın evrenin ebedi
var oluşunda kısmen de olsa teselli aramışlardır. Fakat hepsi, her şeyin açıklamasının içinde
olduğunu ileri sürdükleri maddi evrenin sonsuzluğunu ısrarla savunmuşlar ve evrenin bir kıyamet

90
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

sureciyle yok olacağını savunan dinlere karşı çıkmışlardır. Big Bang, felsefe tarihini yargılarken,
ateistlerin binlerce yıldır savundukları bu tezi de mahkum etmiştir.

Kısacası Big Bang beş önemli noktada, materyalist felsefelerin her şeklini geçersiz
kılmaktadır. Bu felsefelere dayanarak inanç, eylem ve ahlak sistemlerini oluşturanlar; hem inanç,
hem eylem, hem de ahlak sistemlerini baştan ele almalıdırlar. Bu beş madde şunlardır:

1- Evren ezeli değildir. Böylece evreni, maddeyi tek ve asli unsur kabul eden
materyalist felsefeler en temellerinden geçersiz olmuşlardır.

2- İzafiyet teorisinin formülleri evreni ve zamanı birbirine bağladı. Böylece


evrenin başlangıcının ispatı, zamanın başlangıcının ispatı anlamına da
gelmektedir. Zamanı sonsuza dek geriye giden bir süreç olarak tasarlayan
materyalist düşünürler yanılmışlardır.

3- Big Bang ile oluşan süreçler evrende bilinçli bir tasarımın var olduğunu
gösterir. Evreni sırf kendiyle açıklayan, bilinçli bir Yaratıcı’nın müdahalesini
kabul etmeyen materyalist felsefeler bu açıdan da geçersiz olmuşlardır.
(İlerideki bir bölümde “tasarım delili”ni detaylıca işleyeceğiz.)

4- Materyalizm doğası gereği, değişmeyen ve bozulmayan, zamanın geçmesiyle


aşınmayan bir evren ve madde tasarımı yapmıştır. Evrendeki aşamalı süreçler
bunun tam tersini ispatlamıştır. Evrenin genişlemesi, entropi, yıldızların ve
ışığın son bulacak olmasının anlaşılması; değişmeyen tek şeyin sürekli ve
kesintisiz değişim olduğunu göstermektedir.

5- Evren ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir. İnsanlar gibi evrenimiz de bir gün
ölüm sürecini yaşayacaktır. Materyalizm bu en temel tezinde de geçersiz
olmuştur.

91
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

7. BÖLÜM
BIG BANG’İN IŞIĞINDA HEM TANRI’NIN
HEM DE MADDENİN EZELİLİĞİNİ KABUL
EDEN GÖRÜŞ

TEMEL İKİ GÖRÜŞ VE ÜÇÜNCÜSÜ

Bu görüşün tarihteki en önemli savunucuları Platon ve Aristo’dur. Onların görüşleri, onların


takipçileri ve onlardan etkilenenler tarafından da savunulmuştur. Bu ünlü ikilinin, bu görüşü
savunmalarına rağmen, bu fikrin temel bir görüş olmadığı anlaşılmaktadır. Materyalist felsefenin
ideologları haklı gözükmektedir: Ya Tanrı öncedir (ezelidir) ve maddeyi yaratmıştır; ya da madde
öncedir (ezelidir) ve Tanrı yoktur. Felsefenin en temel sorunu bu olmuştur. Buna rağmen, bu görüşe
ayrı bir başlık ayırmamın sebebi, felsefe tarihinin bu iki önemli simasının ve onlardan etkilenenlerin
bu fikirde olmalarıdır.

Evreni ezeli kabul eden ve Tanrı’yı yok sayan materyalist felsefenin görüşü ile Tanrı’yı
ezeli ve evreni yaratılmış kabul eden tek Tanrılı dinlerin görüşü; hem Tanrı’yı, hem de maddeyi
ezeli kabul eden görüşten daha net anlaşılmıştır. Platon’un, Aristo’nun ve onların takipçilerinin bu
konudaki görüşü yorumlara muhtaç olmuştur ve bu şahısları yorumlayanların kimisi bunları tek
Tanrıcı, kimisi de deist (Evrene müdahale etmeyen bir Tanrı anlayışı) olarak değerlendirmişlerdir.
Hem Tanrı’nın, hem de maddenin ezeli olduğunu söyleyen görüşte, maddenin varlık statüsü ve
önemi ikinci derecede olduğu için, bu görüşün tek Tanrılı dinlere daha yakın olduğunun
söylenebileceği kanaatindeyim.

PLATON’UN İDEA’LARI

Platon, Tanrı’nın evreni “kaos”tan yarattığını, bu “kaos”a şekil verdiğini söyler; ilk önce
yıldızlar, sonra gezegenler, sonra da Dünya yaratılmıştır. Bu görüşüyle Platon, yaratılış fikrine,
yıldızların ezeli bir yakıtla yandığını söyleyen öğrencisi Aristo’dan daha yakındır.

92
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Platon’un, Tanrı ve evren ilişkisini nasıl kurduğuna dair en büyük tartışma, Platon’un “idea”
öğretisindeki, yoruma açık izahlarından çıkmaktadır. Platon’a göre evrendeki tüm nesneler, idea
evrenindeki gerçek bir varlığın yansımasıdır. Evrendeki tüm farklı kalemlerin, farklı masaların,
farklı güzelliklerin idealar aleminde karşılık geldiği tek bir gerçek kalem, tek bir gerçek masa, tek
bir gerçek güzellik vardır. İdealar evrenindeki bu varlıklar da mutlaktır. Platon’un izahlarında Tanrı
bu idealara bakarak evrendeki nesneleri yaratır, yani Tanrı bu idealara bağlı hareket eder. Platon’un
anlatımlarında idealar, bazen Tanrı’nın üstünde, bazen Tanrı’nın altındadır, bazen de Tanrı ile
bütünleşir. Platon, Tanrı’yı mutlak iyi ideası olarak görür ve tartışmasız bir şekilde varlık
hiyerarşisinin en üstüne yerleştirir. Gerek Platon’un kimi izahlarında yaratıcı Tanrı’nın
(Demiourgos) idealarla bütünleşmesi, gerek Platon’un, Tanrı’yı, varlık hiyerarşisinde en üste
yerleştirmesi; tek Tanrılı dinlere inanan bazı düşünürlerin, kendi inançlarına da uygun olarak,
ideaları, Tanrı’nın zihnindeki düşünceler ve yaratılanların modeli olarak görmelerine yol açmıştır.
Platon’un, ideaların sahip oldukları özellikleri “iyi ideasından” aldıklarını söylemesi ve Tanrı’yı iyi
ideasıyla özdeşleştirmesi bu yaklaşımla uyumludur. Bu tarz bir yorum ise Platon’un felsefesini tek
Tanrılı dinlerin izahlarına daha çok yaklaştırmaktadır. Platon’un idealarının her birini, müstakil ve
Tanrı’dan bağımsız varlıkları olan, atomize edilmiş gerçeklikler tasarımı olarak görenler de vardır.
Platon yorumcularının bu konudaki farklı görüşleri bu kitabın amacını aşmaktadır.

Platon’da “maddenin yaratılması”na karşılık gelen bir kavram bulunmaz, fakat ezeli kabul
edilen maddenin, materyalistlerin madde kavramıyla alakası yoktur. Platon’un “maddesi” belirsiz,
şekilsiz, görülemeyen, tanımlanamayandır. Yaratıcı Tanrı, maddeyi idealar dünyasının varlıklarına
göre şekillendirir. Platon’un yaşadığımız Dünya’yı “gölge evren” olarak gören yaklaşımı mistik
unsurlara ilham kaynağı olmuştur.

ARİSTO’NUN EZELİ EVREN TASARIMI

Aristo evrenin hiçbir zaman “kaos” dönemi yaşamadığını, evrenin maddesinin hep bir formu
olduğunu, yıldızların ezeli bir yakıtla ezelden beri yandıklarını söyler. O, evrendeki hareketin
kaynağını Tanrı’da bulur ve Tanrı’yı “İlk Hareket Ettirici” olarak niteler. O’na göre Tanrı maddi
değildir, mutlak mükemmelliktir, değişmezdir. Aristo, hareketin mutlaka bir başlangıcı olması
gerektiğini görmüş, fakat maddenin mutlaka bir başlangıcı olması gerektiğini görememiştir. Oysa
onun sisteminde de evrende hareket asıldır ve hareketsiz bir evren olamaz. Hareketin başlangıcı
olduğunu gören Aristo’nun, kendisinin de hareketle bütünleştirdiği maddi evrenin, bir başlangıcı
olduğunu değerlendirememesi, sistemindeki apaçık bir çelişkidir.

93
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Aristo’yu yorumlayan bazı kişiler, O’nun, Tanrı’yı, sadece İlk Hareket Ettirici olarak
gördüğünü, Tanrı’yı evrenin dışına ittiğini söylemişler ve O’na “deist” demişlerdir. Oysa, Aristo,
Tanrı’yı sadece “İlk Hareket Ettirici” olarak evrenin başına koymamış, aynı zamanda Tanrı’nın,
evrenin yöneldiği gayesi olduğunu söylemiştir. Evrenin gayesi olan, nasıl evrenden kopuk olur?
Aristo taibattaki her şeyin bir “gayesel nedeni” olduğunu söylemiştir. Yani evrendeki her oluşum
tesadüfen değil, bir gayeye uygun olarak meydana gelmektedir. Bu ise evrendeki tüm oluşumların
meydana gelmeden önce bilinmesini gerektirir. Evrenin aşamalarını bir heykelin aşamaları olarak
düşünürsek, evrenin son aşamadaki hali daha önce kimin zihnindedir? Kimin zihnindeki tasarım
evrenin yöneldiği hedefi belirlemektedir? Aristo’nun sistemine baktığımızda bunu bilen ve
belirleyen ancak evrenin gayesi olan Tanrı olabilir. Evrendeki “gayesel nedenin” kaynağı olan,
böylece evrendeki her oluşumu bilen ve evrenin gayesi olan Tanrı, nasıl evrenin dışında bırakılmış
olur? Bence, modern yorumcuların bir kısmı, zihinlerindeki pozitivist yaklaşıma daha yakın
gördükleri bir Aristo oluşturmaya çalışmaktadırlar, fakat Aristo’nun en temel izahlarının birçoğu bu
yaklaşımlara aykırı düşmektedir. Aristo, “Metafizik” isimli ünlü eserinde Tanrı’nın sıfatlarını da
açıklar: Evrendeki birliğin Tanrı’nın birliğini kanıtladığını söyler. Tanrı’nın hem kanun, hem de
kanunu koyan; hem düzen, hem de düzenleyici olduğunu belirtir. Herşeyin O’nun tarafından ve
O’nun için düzenlendiğini açıklar. Aristo’nun farklı yorumcularından hangisinin haklı olduğu bu
kitabın konusu değildir, fakat Aristo’yu “deist” diye çok kestirme bir şekilde tanımlayan izah, pek
de haklı görünmemektedir.

Aristo, hocası Platon’un idealar öğretisini haklı bir şekilde eleştirir. İdeaların, faydasız
eşyadan oluşan sahte bir alemle sadece karışıklık çıkardığını, evrendeki varlıkları ve hareketi
açıklayamadığını söyler. Bu eleştiri, ideaların; atomize, soyut, gerçek ve müstakil varlıklar olarak
görülmesine karşıdır. Fakat Aristo’nun, ideaları, Tanrı’nın düşünceleri olarak yorumlayan
yaklaşıma karşı çıkmaması gerekir. Çünkü, Tanrı’nın zihnindeki model, evrendeki oluşumlardaki
“gayesel nedeni” gerçekleştirmektedir. İdealara, Tanrı’nın düşünceleri içinde yer bulan yaklaşım,
bu ideaların, Tanrı’nın evreni yaratırken zihninde var olan “gaye” ile aynı şey olduğunu
söyleyebilir. Aristo, evrendeki varlığın meydana gelmesi için “gayesel nedeni” şart görür. Evrenin
bu gayesel (teleolojik) açıklaması; Platon ve Aristo’nun, tek Tanrılı dinlerle en büyük ortak
noktalarından biridir. Her iki filozof da evrenin gayesini Tanrı’da bulur.

94
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

FARABİ VE İBNİ SİNA

Gerek Platon’un ve Aristo’nun tek Tanrılı dinlerle ortak yönleri, gerekse onların
felsefesindeki mantıktan siyasete kadar zengin unsurlar, tek Tanrılı dinlerin birçok düşünürünü
ciddi şekilde etkilemiştir. Eski Yunan’ın bu felsefecilerini ciddi şekilde ilk ele alan İslam
felsefecileri oldu. Yapılan tercümelerle Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd gibi önemli felseficilerde
özellikle Aristo’nun etkisi büyük oldu.

Bu felsefeciler İslam’ın yoktan yaratılış görüşüyle, Aristo’nun ezeli evren modelini


birleştirmeye kalktılar ve Tanrı’nın, ezelde yarattığını söylediler. Böyle söylemekle onlar hem
Kuran’la, hem Aristo’nun fikirleriyle bir sentez yapmaya çalıştılar. Oysa yaratma fikri bir başlangıç
gerektiriyordu ve ezelde yaratma, yaratmanın başlangıç gerektiren doğasına aykırı düşüyordu. Bu
yüzden bu felsefecilerin açık aklın verilerine ters görüş ileri sürdükleri bellidir. Fakat, Gazali’nin,
onların yaratılışı inkar ettiklerini söylemesi de pek haklı görülmemektedir. Onlar yaratılışı inkar
etmemişler, fakat yaratılışın doğasına aykırı olan ezeli evren fikrini işin içine karıştırmışlardır.
Onlar Tanrı’yı Zorunlu Varlık, geri kalan her varlığı mümkün varlık (zorunlu olarak var olmayan,
varlığı Zorunlu Varlık’a bağlı olan varlık) olarak görmüşlerdir. Ayrıca onlar evrenin, Tanrı’nın
varlığıyla aynı anlamda ezeli olmadığını söylemişlerdir. Örneğin Farabi, El-Cem isimli eserinde,
evrenin bu şekilde ezeliliğine inanmayı, Tanrı’nın varlığını inkar etmek olarak açıklar. Onlar
maddeyi tamamen Tanrı’ya bağlı, Tanrı’nın isteğine tamamen boyun eğen, Tanrı’nın her istediğini
gerçekleştireceği bir nesne olarak görürler. Onların sorunu daha çok “ezeli” kavramının irdelenmesi
ile alakalıdır. Onlar, Eski Yunan’ın ezeli evren anlayışından çok İslam’ın yaratılmış evren
anlayışına (bu yaratmayı ezelde görseler de) yakındırlar. Fakat Big Bang’in evrenin bir başlangıcı
olduğunu gösteren delilleri bu filozofları, evrenin başlangıcını göstererek düzeltmekte ve onlara
karşı bu konuda getirilen itirazların doğruluğunu ortaya koymaktadır. Big Bang teorisinin ortaya
koyduğu şu iki husus Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşd’ün felsefelerinde düzeltme yapmaktadır.

1- Evrenin bir başlangıcı vardır. Demek ki “ezelde yaratma” değil, belli bir zaman
başlangıcı ile yaratma vardır.

2- Evren-zamanının da bir başlangıcı vardır, bu evrenin başlangıcı ile aynı andır. Demek
ki zaman kavramını sonsuza dek geriye götürüp, “ezeli zaman” olduğunu düşünmek
için bir neden yoktur.

95
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

TEK TANRICILIK VE YOKTAN YARATMA

İslam aleminden yapılan tercümeler ile Hristiyan dünyası da Platon ve Aristo ile tanıştı.
Hristiyan düşüncesinin Büyük Albert, Thomas Aquinas gibi etkin isimleri özellikle Aristo’nun
felsefesinden yararlandılar. Hristiyanların bir kısmı onları “İsa’dan önceki Hristiyanlar” olarak
değerlendirdiler. Aristo’nun fizik konusundaki görüşlerini, Kilise resmi görüş olarak benimsedi ve
Aristo’nun kendisinin bile hayalini kurmadığı, felsefesinin dinselleşme süreci böylece yaşandı.

Aristo’nun fikirleriyle tek Tanrılı dinlerin en büyük çelişkisi “yoktan yaratılış” fikri oldu.
Onu dinselleştirip meşrulaştıran Kilise de hiçbir zaman O’nun ezeli evren fikrini benimsemedi,
yoktan yaratılış fikrinden hiç vazgeçmedi. İslam dünyasında da Gazali gibi Aristo’nun mantık ve
doğa felsefesi hakkındaki görüşlerini benimseyenler, O’nun ezeli evren fikrine şiddetle karşı
çıktılar. O’nu benimseyen birkaç filozof ise, görüldüğü gibi yaratılışı dışlamadan, O’nun evren
tasarımını benimsediler. Evrenin ve maddenin yaratılmış olup olmadığının çözümü “Tek Tanrılı
dinler mi, Platon ve Aristo mu haklı?” sorusunun da cevabı olmaktadır. Big Bang evrenin başlangıcı
olduğunu, bu anın zamanın da başlangıcı olduğunu ortaya koyarak tek Tanrılı dinlerin bu çok
önemli konudaki haklılığını ispatlamaktadır.

Şu noktaya özellikle dikkat çekilmesinde fayda vardır; Eski Yunan’da “yoktan yaratılış”ın
olup olmadığına dair bir tartışma ortamına rastlamıyoruz. Eski Yunan’da maddenin ezeliliği
tartışmasız bir hareket noktası olarak ele alınmıştı ve maddenin “yoktan yaratılmış” olup olmadığı
hiç gündeme gelmemişti. Evreni meydana getiren unsurların ne olduğu, evrende gayesel bir yapının
olup olmadığı veya evreni tanımlamayan kimi modeller tartışılmıştı. Bu kadar hararetli tartışma
ortamında “yoktan yaratılış” üzerinde ciddi bir tartışma olmaması gerçekten ilginçtir. Bu durum
“tek Tanrılı dinler olmadan, insan aklı yoktan yaratılış iddiasında bulunamamıştır veya bulunması
zordur” iddiasını haklı çıkarmaktadır. Eski Yunan’ın dinamik tartışma ortamı, insan aklının,
bilimsel verilere dayanmadan, salt düşünce ile nerelere varabileceğinin en güzel örneklerinden
biridir. Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi tek Tanrılı dinler ise diyalektik (akıl yürütme
yoluyla tartışma) neticesinde değil, vahiy kaynaklı kitapların temelinde “yoktan yaratılışı”
savunurlar. Bu yüzden bu dinler, bilimsel birikim ve felsefi diyalektik ortamına ihtiyaç duymadan
iddialarını ortaya koyarlar. Çünkü bu dinler, insani birikimle oluşmadıklarını, yaratıcı Tanrı’nın
mesajı olduklarını söylemektedirler. Dinlerin ve felsefecilerin bu farkının altı çizilmelidir.

96
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Big Bang ise bilimsel yöntemlerle maddenin ve zamanın başlangıcını göstererek yoktan
yaratılışı destekler. Bilimin bu kitapta incelediğimiz bulguları, tek Tanrılı dinlerin ortaya
koyduğunu desteklemekle, Aristo’nun ve Platon’un ezeli madde fikrini yanlışlamaktadır.

PLATON VE ARİSTO DÖNEMİNDEKİ BİLİM

Platon ve Aristo tek Tanrılı bir dinin vahyine sahip değillerdi. Üstelik onların dönemlerinde
bilimsel bulgular çok yetersizdi. Göğün ezeli ve ebedi olduğunu söylerken, göğü, değişme ve
bozulmanın olmadığı tanrısal bir cisim olarak görmeleri bunu göstermektedir. Gittikçe geliştirilen
teleskoplar sayesinde uzayın bütün bölümlerinin, Dünya’mız ile aynı ham maddeden oluştuğu, aynı
atomların uzayın tümünü meydana getirdiği anlaşılmıştır.

Uzayın, Ay altı kısmının bozulma ve değişme olan bir alan, bu alanın üstünün ise
bozulmadan ve değişmeden korunduğunu söylemenin yanlış olduğunu, günümüzdeki lise
öğrencileri bile çok iyi bilmektedir. Artık yıldızların, Aristo’nun sandığı gibi sonsuzdan beri var
olan ve sonsuza dek var olacak cisimler olmadığı, çok sıradan ve tartışılmaya bile gerek
duyulmayan bir bilgidir. Oysa Aristo’nun zamanında insanlar, evrendeki aldatıcı değişmezlik
hissinin etkisindeydiler, yıldızların ezeli olduğunu söylemek bu aldatıcı his ile uyumluydu, tüm
evrenin Ay altı kısmı ile Ay üstü kısmı farklı değerlendiriliyordu.

Aristo ve Ptolemy’nin(Batlamyus) sabit Dünya’yı evrenin merkezi sanan fikri, Güneş’in,


sisteminin merkezi olduğunun anlaşılmasıyla, sonra da diğer yıldızların Güneş ile aynı yapıda
olduğunun anlaşılmasıyla yıkıldı. Bu değişim Aristo-Ptolemy sistemini resmi görüş olarak savunan
Kilise’yi sarstı. Aristo’nun bu kadar etkisine kapılan Kilise’nin hiçbir zaman “ezeli evren” fikrine
kapılmaması önemlidir. Tek Tanrılı dinlerin hem birbirleriyle hem de kendi mezhepleri içinde
birçok ayrılıkları vardır, fakat maddi dünyanın eksikliği ve Tanrı tarafından yaratılmış olduğu
hususunda hepsi ittifak halindedir. Bu çok önemli konu, tek Tanrılı dinlerin hep beraber, kendileri
dışındaki herkese karşı savundukları bir iddiadır. Bu iddianın doğruluğunun tespiti, tek Tanrılı
dinlere güvenilip güvenilmeyeceğinin de tespitidir. Çünkü sırf bu iddianın doğruluğunun tespiti, tek
Tanrılı dinlerin karşısındaki tüm sistemlerin iflası anlamını taşımaktadır.

Platon ve Aristo günümüz biliminin verilerine sahip olacak kadar şanslı değillerdi. Onların
yaşadığı süreçte Kopernik-Kepler-Galile-Newton süreci yaşanmamıştı ve onlar, Einstein gibi bir
mirasa da sahip değillerdi. Ayrıca Hubble teleskobu, Doppler etkisi, Fraunhofer çizgileri gibi
gözlemsel astronomi için gerekli alt yapılar da o dönemde mevcut değildi. Görüldüğü gibi felsefe

97
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

ne kadar yüksek düzeyde yapılırsa yapılsın, eğer kendisinden önce bilimsel mirasa, teknoloji ürünü
gözlem araçlarına ve deney koşullarına sahip değilse, eksik kalma ve yanlışa sapma tehlikesiyle
karşı karşıyadır. Eski Yunan’ın felsefecilerinin sahip olmadıkları bu miras, onların felsefelerindeki
yanlışların en önemli nedenlerinden biri olmuştur. O dönemin biliminin yetersizlikleri kadar, buna
paralel olarak o dönemin bilim ve felsefe dilindeki eksiklikler de, onların felsefesindeki yanlışların
ve kargaşaların sebebi olarak görülmektedir.

ZAMANIN BAŞLANGICI VE ÖZET

Einstein’in “izafiyet teorisi” zamanın mutlak olmadığını, zamanın, hız ve çekim gücü gibi
değişkenlerden etkilendiğini ortaya koydu. Bu, evrenin, hareketin ve zamanın birbirine bağlı olduğu
ve bu üçünden birinin olmadığı durumda, diğer ikisinden söz etmemizin mümkün olmadığı
anlamını taşımaktadır. Öyleyse, evrendeki hareketin kaynağını İlk Hareket Ettirici’de bulanlar,
evrendeki zamanın ve evrenin kendisinin de kaynağını bu İlk Hareket Ettirici’de bulmak
zorundadırlar. Yoksa kendi içlerinde çelişkide kalırlar.

Big Bang teorisinin ve fizik bilimlerindeki gelişmelerin, Eski Yunan felsefesinde yaptığı
düzeltmeler kısaca şöyle özetlenebilir:

1- Evrenin ve maddenin ezeli olmadığı anlaşıldı. Tek Tanrılı dinlere inananların evrenin
ve maddenin başlangıcı olduğuna dair yaptıkları muhalefetin doğruluğu anlaşıldı.

2- Aristo-Ptolemy sisteminde statik sınırlarla çevrili bir evren öngörülmüştü. Big


Bang teorisinin her an genişleyen evreni gözler önüne sermesi, evrenin statik sınırları
olmadığını, evrenin sınırlarının dinamik bir şekilde her an genişlediğini ortaya koydu.

3- Big Bang teorisi ile yıldızların tamamen yok olacağı ve başlangıçları olduğu ortaya
kondu. Yıldızlar üzerine yapılan gözlemler ve hesaplamalar da bunu doğruladı.
Böylece yıldızların ezeli ve ebedi bir yakıtla yandığına ve Ay üstü alemin tanrısal
yapıda olup olduğuna dair Eski Yunan görüşünün geçersizliği anlaşıldı.

4- İzafiyet teorisinin formülleriyle evren-hareket ve zaman birbirine bağlandı. Böylece


evrenin başlangıcının ispatı, hareketin ve zamanın başlangıcını da ispatladı. Böylece
harekete başlangıç bulan, fakat evreni ve zamanı ezeli kabul eden Eski Yunan’a ait
yaklaşım düzeltildi.

98
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

5- Big Bang teorisi, evrenin ezeli olmadığı gibi ebedi de olmadığını, tüm evrenin bir gün
“kıyamet” sürecini yaşayacağını gösterdi. Evrenin bir kıyamet süreci ile yok olmasına
Platon ve Aristo’nun felsefesinde rastlanmaz. Big Bang, onların felsefesindeki bu açığı
göstermiş ve sonsuza dek var olacak evren tasarımının yanlışlığını ispatlamıştır.

99
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

8. BÖLÜM
AGNOSTİK (BİLİNEMEZCİ) TAVIR

TEMEL GÖRÜŞLERİN HEPSİNE KARŞI ŞÜPHECİ TAVIR

Önceden belirtildiği gibi bilinemezci tavır, “Tanrı’nın var olduğu ve maddenin yaratıldığı
görüşü” veya “Tanrı’nın olmadığı ve maddenin ezeli olduğu görüşü” gibi belli bir görüşü
savunmaz, bunun yerine tüm bu görüşleri aynı derecede bilinemez olarak niteler. Bilinemezci tavır
“Bunların hangisinin doğru olduğu bilinemez” der. Bu da bilinemezciliğin şüpheci yaklaşımını bir
iddia haline getirir. Yani bilinemezci tavır da aktif olarak bir fikrin savunulmasıdır, kişi eğer sadece
kendisi ile sınırlı olarak “Ben bilemiyorum” derse bu bir iddia olmaz. Fakat “İleri sürülen şıklardan
hangisinin doğru olduğu bilinemez” demek de bir iddiadır.

Maddenin ezeli ve ebedi olamayacağının ortaya konması, aynı zamanda bilinemezci tavıra
karşı cevaptır. Çünkü bilinemezci tavır, bu görüşlerin doğrulanamayacağı gibi
yanlışlanamayacağını da savunmaktadır. Bu görüşlerin bir tarafının yanlışlanması, geriye kalan
seçeneğin doğru olduğu anlamını taşımaktadır. Bunu şöyle gösterebiliriz.

1- Ya “Tanrı’nın varlığını inkar eden ve maddenin ezeliliğini kabul eden görüş


doğrudur” ya “Hem Tanrı’nın hem de maddenin ezeliliğini kabul eden görüş
doğrudur” ya da “Tanrı’nın varlığını ve maddenin yaratılmış olduğunu kabul
eden görüş” doğrudur.

2- Maddenin ezeli ve ebedi olmadığı gösterilerek hem “Tanrı’nın varlığını inkar


eden ve maddenin ezeliliğini kabul eden görüş”ün yanlışlığı (6. Bölümde), hem
de “Hem Tanrı’nın, hem de maddenin ezeliliğini kabul eden görüş”ün
yanlışlığı (7. Bölümde) anlaşılmıştır.

3- Demek ki “Tanrı’nın varlığını ve maddenin yaratılmış olduğunu kabul eden


görüş” doğrudur.

100
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bilinemezci tavrı savunanlar birinci maddeye itiraz etmeyeceklerdir. Onların itirazları ikinci
maddeyedir. Onlar yanlışlandığını ortaya koyduğumuz görüşlerin yanlışlanamayacağını
savunmuşlardır. Bu yüzden, bu kitabın altıncı ve yedinci bölümlerinde varılan sonuçların
doğruluğu, bilinemezci tavrı geçersiz kılmakta ve üçüncü maddede vardığımız sonucun
doğruluğunu ispatlamaktadır. Bilinemezci tavıra karşı bu açıklama ile yetinmeden, bilinemezci tavrı
tarihsel bir perspektifle sunmak ve en önemli temsilcilerine değinmek istiyorum.

ESKİ YUNAN’DA BİLİNEMEZCİLİK

Bilinemezciliğin kökeni Eski Yunan’a kadar götürülür ve bu görüşün fikirleri Sofistler’den


başlanarak aktarılır. Sofistler’in en ünlüsü olan Protogoras kesin bilginin mümkün olmadığını ve
insanın kendisiyle uğraşmasını söylemiştir. “İnsan her şeyin, var olan şeylerin var olduklarının ve
var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsüdür” Protogoras’ın ünlü sözüdür. Eğer Protogoras
yaşasaydı ve bu kitabı okuduğunuzu görseydi, herhalde boş işlerle uğraşmamanızı, bu kitaptaki boş
bilgiler yerine kendinizi mutlu etmenin yollarıyla ilgilenmenizi söylerdi. Umarım Protogoras’ı
dinlemeden kitabı okumaya devam ediyorsunuzdur.

Doğru ve güvenilir bilgi olmadığı iddiasının olası neticelerinden biri, kişinin “kendini”
hayatın merkezine koymasını; hayatın zorlukları ve ölüm gibi tüm konularla kendi gücü ile baş
etmesini söylemek olacaktır. Bütün bilinemezciler(agnostikler) aynı hayata bakış açısını ve ahlaki
kriterleri savunmamışlardır. Fakat Protogoras ve Gorgias gibi, bütün değerlerin izafi olduğunu,
hiçbir değerin doğruluğunun bilinemeyeceğini savunanların; insanın, canına ve malına saygı gibi en
temel ahlaki kanunları bile temellendirmeleri mümkün değildir. Bilinemezciliğin en temel
konularda yanıldığının ortaya konmasının, ahlak gibi hayatın pratik alanıyla ilgili bir alanda da
değişiklikler yapacağı gözden kaçmamalıdır. Çünkü bu temel konulardaki belirlemeler, ahlaki
yargıların oturtulacağı zemini de belirlemekte ve hayatın pratik alanını izafiyetten ve nihilist bir
karanlığa giden yoldan kurtarmaktadır. Bu kitapta ahlak felsefesinin tartışmalarına detaylı bir
şekilde girilmeyecektir, bu açıklamayla amaç; bu kitapta teorik olarak görülen tartışmaların, aslında
gündelik hayatımızda neyi, nasıl, niçin ve ne şekilde yapacağımızla ilgili pratik sonuçları da
olduğuna işaret etmektir.

101
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

DAVID HUME VE YETERLİ EVREN

Her ne kadar bilinemezciliğin kökeni ve tarihsel başlangıcı Eski Yunan’a kadar götürülse
de, bu görüşün en ünlü temsilcileri olarak David Hume ve Immanuel Kant gösterilir. Hume, “Din
Üstüne” isimli kitabında, ezeli bir Tanrı kabul etmek yerine, pekala ezeli bir evren de kabul
edilebileceğini şu şekilde anlatır: “Bundan ötürü, sizin doğanın ya da sisteminiz uyarınca maddi
dünyanın içinden doğduğu ideal dünyanın Yaratıcısı saydığımız O Varlığın nedeni konusunda nasıl
doyurucu bir çözüme ulaşabiliriz... Yok eğer bir yerde duracak ve daha ileri gitmeyeceksek, niçin
oraya kadar gidelim? Niçin maddi dünyada durmayalım?” Hume’un bu yaklaşımı materyalist
felsefecilerle tamamen aynıdır. Aradaki fark, Hume’un bu izahla amacının Tanrı’nın varlığını
şüpheye boğmak olmasına karşın, materyalist felsefecilerin, Tanrı’nın yokluğunu ve evrenin
ezeliliğini savunmalarıdır. Hume, materyalist felsefecilerin hiçbir zaman reddetmediği evrendeki
neden-sonuç zincirleriyle oluşumların varlığını, hatta materyalizmin ezeli biricik temel unsur olarak
gördüğü madde ve evrenin varlığını da şüpheyle karşılar.

Hume’a göre maddi dünya asli ve ezeli unsur olarak kabul edilebilir ve böylece de yaratıcı
Tanrı dışlanabilir, bu ihtimal de Tanrı’nın varlığı kadar olağan ise, o zaman Tanrı’nın varlığı
şüpheli bir hal almaktadır. Hume, “Din Üstüne” kitabında maddi dünyanın yeterli açıklamayı
verebileceğini şu şekilde dile getirir: “Onun için, bu önümüzdeki maddi dünyadan öteye hiç
bakmamak daha iyi olurdu. Onun kendi düzeninin ilkesini içinde taşıdığını var saymakla, gerçekte
onun tanrı olduğunu söylemiş oluruz, bu tanrısal varlığa ne kadar çabuk ulaşırsak o kadar iyi.”

Hume, evrenin, bilinçli ve yaratıcı bir Tanrı’nın eseri olmak yerine tesadüfi süreçlerin bir
ürünü de olabileceğini söyler. O’na göre evrende gayesel bir yapı olduğunu, bilinçli bir tasarım
olduğunu iddia edemeyiz; evrenin tüm düzeni kendi iç bünyesinde bulunuyor olabilir. Hume,
evrendeki oluşumların bilinçli bir şekilde yaratıldığını söyleyecek bir delilimiz olmadığı
kanaatindedir.

KANT’IN BİLİNEMEZCİ YAKLAŞIMI

Kant’ın bilinemezci düşüncelerinin oluşmasında Hume’un mirası etkili olmuştur. O, en


sistemli şekilde, bilinemezci görüşü ileri süren kişi olarak gösterilmektedir. O, diğer birçok
bilinemezci düşünürden farklı olarak, metafizik ve evren-bilimi konusunda takındığı şüpheci tavrı
ahlak alanında sürdürmemiştir. Kant, ahlak alanında mutlak doğruları reddeden izafi görüşlere karşı
çıktı ve “ödev duygusu”nu temele alan, Tanrı’nın ve ahiretin varlığını, ahlakın gerçekleşmesi için

102
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

vazgeçilmez inançlar olarak gören bir ahlak sistemini savundu. O, ahlaka dayanarak Tanrı’nın
varlığını kanıtlamaya kalkan, bilinen ilk felsefecidir.

Pratik alanda Tanrı ve ahiret inancını savunan Kant, teori alanına geçince bilinemezciliğin
en ünlü ismi olmaktadır. Teori ve pratiğin arasında daha önce hiçbir felsefeci böylesi bir ilişki
kurmamış, teoriyi pratiğin emrine böylesine vermemiştir. O, fideist(temel dini inançların akıl
yoluyla kanıtlanamayacağı, yalnızca iman yoluyla kanıtlanabileceği görüşü) yaklaşıma en uygun
felsefeyi üretmiştir. Bunun için O, hem dinlerin, hem de ateizmin tüm akılcı kanıtlarına savaş
açmıştır.

SAÇMA VE NASILI BİLİNMEYEN

Kant, akılcı bir metafiziğin mümkün olmadığını göstermek için; zihnin, evren üzerine
düşünmeye başladığında, içinden çıkamayacağı çelişkilere düştüğünü söyler. Kant zihnin içine
düştüğü bu çelişkilere antinomi der. Bu antinomilerin daha önce değindiğim birincisi şöyledir:

Tez: Evren zaman içinde bir başlangıca sahiptir ve uzayca sınırlanmıştır.

Karşı Tez: Evren zaman içinde bir başlangıca sahip değildir ve uzayca sınırlanmamıştır.

Kant’ın antinomilerini çözmek için daha evvel “saçma” ve “nasılı bilinmeyen” ayrımı
yapılmasını önerdim. Buna göre eğer ileri sürülen antinomilerden biri saçmalığa indirgenebilirse
diğerinin doğruluğu anlaşılır. Evrenin ezeli olduğu, geçmişte sonsuz zamanın olduğu ve bu sonsuz
zamanın geçilip buraya gelindiği anlamını taşır. Bu ise “sonsuz” kavramının tanımına aykırıdır.
Çünkü sonsuz bir dizi, sürekli artan ve hiçbir zaman tamamlanamayan bir diziyi ifade eder, bu
yüzden sonsuzun tanımı aşılamamayı kapsar. “Sonsuz aşıldı” (Bu, evrenin ezeli olmasının bir
şartıdır) önermesinin yanlışlığı, bu önermenin analitik incelemesiyle (sonsuz kavramının
incelenmesiyle) anlaşılır. Bu aynen “Üçgen dört kenarlıdır” önermesinin yanlışlığının analitik
olarak anlaşılması gibidir. Üçgenin dört kenarının olamayacağı üçgen tanımından çıkar, sonsuzun
aşılamayacağının sonsuz tanımından çıkması gibi. Analitik olarak yanlış olan bir önerme, saçma
olduğu en açık olan bir önermedir. Bu yüzden Kant’ın birinci antinomisinin karşı-tezi saçmalığa
indirgenip reddedilebilir. Oysa Kant’ın antinomisinin tezindeki evrenin bir başlangıcı olduğu
ifadesini saçmalığa indirgeyemeyiz. Evrenin başlangıcının nasıl olduğunun anlaşılmadığı
söylenebilir; Tanrı’nın zamanı nasıl başlattığını bilemediğimizi söyleyebiliriz. Fakat bu, evrenin
başlangıcı olduğunun “nasılı bilinmeyen” kategorisinde olması demektir. Tanrı’nın arıyı nasıl

103
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yarattığını, arının dünyanın en düzgün altıgenini nasıl yaptığını bilmiyoruz. Su molekülünün nasıl
ve neden sıfır derecede donduğunu da bilmiyoruz. Fakat tüm bu “nasılı bilinmeyen”
kategorisindekileri reddedemeyiz. Zaman, tanım olarak, başlangıçsız olmayı gerektirmez. Analitik
bir yaklaşımla da, duyu organlarımızın algısıyla da bunun aksine bir şey iddia edemez ve zamanın
başlangıcı olduğu tezini saçmalığa indirgeyemeyiz. Kant’ın diğer antinomilerini çözmede de
“saçma” ve “nasılı bilinmeyen” ayrımının faydalı olacağı kanaatindeyim.

MUTLAK ZAMAN VE İZAFİ ZAMAN

Kant’ın antinomilerini “mutlak zaman” kavramına göre düzenlediği görülmektedir. Bunun


sebebi Kant’ın, Newton fiziğinin derin etkisi altında olmasıdır. “Mutlak zaman” kavramına göre
evrenden bağımsız bir şekilde akan zaman vardır ve evren bu “mutlak zamanın” içinde var olur.
Oysa Einstein’ın teorik olarak ortaya koyduğu ve daha sonra gözlemsel verilerle desteklenen “izafi
zaman” kavramına göre, zaman, hız ve çekim gücü gibi evrensel değişkenlerden etkilenmektedir;
zaman-uzay-madde hepsi birbirine bağımlıdır, birinin eksikliğinde diğerlerinden bahsedilemez.

Big Bang teorisi evrenin başlangıç anını göstererek, Kant’ın antinomisinin çözümsüzlüğüne
son vermiştir. Ayrıca Big Bang, evrenin genişleyen dinamik sınırlarını ortaya koyarak, Aristo gibi
sınırlı evren ve Giordano Bruno gibi sonsuz evren tasarımlarından farklı olarak; dinamik olarak
genişleyen evren modelini ortaya koymuş, böylece Kant’ın, uzayın sınırlı mı, sonsuz mu olduğuna
dair antinomisini de sonuçlandırmıştır.

Kant’ın incelediğimiz antinomisini ele alan William Lane Craig’in vardığı sonuç da
ilginçtir. Craig, Kant’ın karşı-tezinin evrenin başlangıcı olmadığını ispat etmek yerine, evrenin
Sebep’i hakkında aydınlatıcı bilgi verdiğini söyler. Craig bu noktada Gazali’nin açıklamalarına
göndermeler yapar. Buna göre iki tane durum olası ise, bunlardan birinin gerçekleşmesi, bunu
gerçekleştiren serbest seçimi olan Şahsi bir Varlığı gösterir. Mekanik olarak sonsuzdan beri var olan
sebeplerin sonucu sonsuzdan beri var olmuştur veya hiç olmaz, fakat Şahsi bir Varlık serbest iradesi
ile evreni istediği anda yaratır. “Mutlak zaman” açısından konuya yaklaşılırsa Şahsi Varlık(Tanrı)
evreni ne zaman yaratacağına ezeli zamanda karar vermiş olur. “İzafi zaman” açısından konuya
yaklaşırsak, O, zamansız olarak, zamanın ve evrenin başlangıcını beraber yaratır. Buna göre evrenin
başlangıcının neden bu anda olduğu sorusu da yine hür iradesi olan Şahsi bir Varlığa ihtiyaç
gösterir. Tek Tanrılı dinlerin savunduğu Tanrı da böyle hür iradesi olan Şahsi bir Varlıktır. Böylece
“Evren neden daha önce değil de şimdi var oldu?” sorusu ancak Tanrı ile temellendirilebilir. Sonsuz
zaman açısından ele alınırsa Tanrı bunu hür iradesi ile seçtiği için bu zamandadır. Başlangıçlı

104
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

zaman açısından ele alınırsa daha önceden zaman olmadığı için bu soru geçersizdir, evren Tanrı’nın
zamanı başlatması ile başlamıştır.

Bu arada şunu da belirtmekte fayda vardır; “Tanrı ezelidir” derken Tanrı’nın uzay-zamanı
gibi bir zamanda sonsuz olduğunu düşünmemeliyiz. Bu ifade, Tanrı’nın hep var olduğu
anlamındadır. Tanrı’yı, uzay-zamanının dışında, zaman-üstü veya zamansız olarak tarif etmek daha
doğrudur. Uzay-zamanı, evren ile beraber yaratılmış, başlangıcı olan bir kavramdır. “Mutlak
zaman” kavramını yıkan “izafi zaman” kavramının anlaşılması, birçok felsefi sorunun daha iyi
değerlendirilmesini sağlamaktadır. (İlerideki bir çalışmamda Tanrı ve zaman ilişkisini daha detaylı
bir şekilde ele almayı düşünüyorum.)

UZAY VE ZAMAN SEZGİLERİNİN TASARIMI

Bu bölümün konusunun biraz dışına çıkarak Kant’ın dikkat çektiği, insanın doğuştan sahip
olup deneyden elde etmediği, “uzay” ve “zaman” sezgilerine dair düşünceyi incelemek istiyorum.
Kant’ı ölümsüz yapan bu düşüncesi ile, izafiyet teorisinin verileri birleştirilirse, insan bilincinin
(veya ruhunun) bilinçli tasarımı için önemli ek bir delil elde edileceği kanaatindeyim. Oysa
bilinemezci yaklaşım evrende bir tasarımın veya gayenin temellendirilemeyeceği kanaatindedir. Bu
yüzden, Kant’ın kendisinin ortaya koyduğu bir husus ile Kant’ın bir iddiasının yanlışlığını ortaya
koymak ilginç olacaktır.

Kant, uzay ve zaman sezgilerinin deneyden değil akıldan geldiklerini ispatlamak için çeşitli
deliller öne sürer. Küçük çocuklar mesafeler hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, hoşlarına
gitmeyen şeylerden uzaklaşmak ve hoşlarına giden şeylere yaklaşmak isterler. Öyleyse bunların
yanında, önünde, dışında olduğunu apriori (doğuştan, önsel) olarak bilirler. Ayrıca çocuk, dış
dünyanın farkına varmadan “önce” ve “sonra” duygusuna sahiptir, eğer olmasaydı dış dünyayı
algılamaya başlayamaz, tüm algıları karmakarışık olurdu. Uzay ve zamanı hesaba katmadan hiçbir
şeyi tasarlayamayız. Bu imkansızlık da bu sezgilerin dışardan gelmeseler bile zihinde var
olduklarını gösterir. Ayrıca aritmetik ve geometrinin hakikatlerinin hiçbir deneye başvurulmadan
doğruluğunun bilinmesini de Kant, uzay ve zaman algılarının zihinde, doğuştan, apriori olarak
olduklarının bir delili kabul eder. Çünkü bu hakikatler uzay ve zamana aittirler.

İzafiyet teorisi, uzay ve zamanı, sadece zihnin doğuştan var olan (apriori) sezgileri olarak
gören anlayışı yıkmış, bunun yerine uzay-zamanın birlikteliğini ve zihnin dışında bunların gerçek
varlıklar olduğunu göstermiştir. Kant’ın, uzay ve zaman algısına zihnin doğuştan sahip olduğunu

105
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

gösteren dehaca yaklaşımı doğrudur. Fakat anlaşılmaktadır ki zihinde doğuştan var olan bu algı
şekli kadar, uzay ve zamanın varlıkları da gerçektir. Kant sadece zihinde uzay ve zaman sezgilerinin
doğuştan varlığını göstermiştir. Kant’ın ispatlarının hiçbiri dış alemde zaman ve uzayın varlığını
inkar etmeyi gerektirmez. Modern fizik ve sağduyu, bunların zihnin dışında gerçek varlıklar
olduğunu, eğer olmasalardı, algılardaki bu düzenin imkansız olacağını söylemektedir. Zihnin ve
evrenin bu uyumu, zihin ve evreni birbirlerine uygun bir şekilde tasarlayan bir Tasarımcı’nın varlığı
kabul edilmeden açıklanamaz. Zihindeki bu kategorilerin tesadüfen evrimleştiği de düşünülemez.
Çünkü maddi evrende uzay ve zaman algısını zihinde oluşturacak, bu sezgiye vücut verecek hiçbir
ham madde gösterilemez. Evrenin maddesi uzay ve zamanda vardır, ama bu madde, uzay ve zaman
algısına dönüşecek bir kabiliyet taşıdığına dair hiçbir delil vermemektedir. Ayrıca uzay ve zaman
sezgisi zihinde yavaşça da oluşamaz. Çünkü dörtte bir zaman sezgisi, yarım uzay sezgisi diye bir
şey olamaz. Öyleyse zihnin bu konudaki sezgisi tam bir şekilde oluşmayı gerektirir, bunun yavaş bir
süreçle oluşması açıklanamaz. Bu sezgilerin varlığının eksikliğinde ise insanın var olması mümkün
değildir.

Big Bang teorisi dışımızdaki evrenin ilk andan günümüze kadar süren süreçte aşamalı
gelişmelerini göstermiş ve bilinemezciliğe karşı büyük bir darbe olmuştur. Dış alem matematiksel
formüllerle tarif edilmekte ve evren hakkında, atom-altı parçacıklar hakkında, gezegenler ve
uyduları hakkında yapılan öngörüler doğru çıkmaktadır. Bu formüller sayesinde uzaya uydular
gönderilmekte, uzak galaksilerin yaşları hesaplanmaya çalışılmaktadır. Bu formüllerin sayesinde
yapılan üretimler insanlığın hizmetindedir. Elbette ki keşfedilmesi gereken daha çok şey vardır, ama
zihnin evreni bu şekilde anlamasının harikalığı da gözden kaçırılmamalıdır. Zihnin evreni bu
şekilde anlayabilmesi ancak zihin-evren arasındaki uyum ile mümkündür. Bu ise bunu bilinçli bir
Düzenleyen olmadan mümkün değildir. Evren hakkındaki en basit bilgi anlaşılmayacak kadar
karmaşık olabilirdi veya evren tamamen kaos gibi olup bir rüya gibi anlaşılmaz olabilirdi veya zihin
evreni anlayacak yetenek ve apriori sezgilerden tamamen yoksun olabilirdi. Anlaşılıyor ki tasarımın
delillerinden birçoğunu zihnimizde doğuştan beri taşıyoruz. Evrendeki tasarımın delillerini daha
ayrıntılı bir şekilde ilerideki “tasarım delili” isimli bölümde ele alacağım.

106
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

KANT VE TANRI’NIN DELİLLERİ

Kant, kitaplarında, Tanrı’nın varlığını ispat için ileri sürülen üç delili ele alır ve bu delillerle
Tanrı’nın varlığının temellendirilemeyeceğini söyler. Kant’ın birinci eleştirisi ontolojik deliledir.
Ontolojik delil ile doğuştan kişide bir Tanrı kavramı olduğu savunulur ve bu, Tanrı’nın varlığının
delili olarak kabul edilir. Bu delili tarihte Anselm, İbni Sina, Descartes gibi ünlü filozoflar farklı
formlarda savunmuştur. Kant’ın bu delile getirdiği eleştiri ve onun cevabı bu kitabın konusu
değildir.

Kant’ın eleştirdiği ikinci delil kozmolojik delildir. Adından da anlaşılacağı gibi, bu delil ile
evrenin var olmasından Tanrı’nın varlığına ulaşılır. Bu delilin değişik formülasyonları olduğu için,
kozmolojik deliller ailesinden söz etmek daha uygundur. Bu delil ile evrenin var olduğundan yola
çıkılıp; evrenin, açıklanmaya muhtaç bir olgu olduğu, kendi açıklamasını kendi içinde
barındıramayacağı ve yalnızca Tanrı’nın var oluşuyla açıklanabileceği söylenir. Kant’a göre
kozmolojik kanıt, haksız olarak ilk neden olmaksızın, bir sonsuz neden ve sonuçlar dizisinin
bulunamayacağını kabul eder. Bu Kant’ın birinci ve dördüncü antinomilerinde işlediği
argümanların aynısıdır, bundan önce bunun cevabını inceledik.

Kant’ın kozmolojik delile itirazları daha çok Leibniz’in bu delili formülasyon şeklinedir.
Kozmolojik kanıtın İslam felsefecileri tarafından alemin başlangıcı olduğu üzerine formülasyonu
konumuz açısından önemlidir. Bu formülasyonu şöyle gösterebiliriz:

1- Her başlangıcı olanın bir sebebe ihtiyacı vardır.

2- Evrenin bir başlangıcı vardır.

3- O halde evrenin de bir sebebi vardır.

Kant’ın görüşleri incelenirse bu formülasyonda itiraz edeceği noktanın ikinci madde olduğu
anlaşılır. Gerçekten de ikinci madde buradaki kritik noktadır. Kitabımızın bundan önceki
bölümlerinden “Evrenin Başlangıcı Olduğunun Felsefi Delilleri” kısmında ikinci maddenin felsefi
olarak doğru olduğunu gösterdik. Big Bang teorisinin bütün delilleri ve entropi gibi diğer bilimsel
deliller ise bu maddenin bilimsel olarak da doğru olduğunu ortaya koymaktadır. Kısacası Kant aynı
Hume gibi “Şayet Tanrı, kendi varlığı için bir sebebe muhtaç değilse, evrenin de kendi kendisinin
sebebi olduğu niçin düşünülemesin?” demiştir. Big Bang, termodinamik kanunlar, diğer fiziksel ve

107
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

felsefi deliller evrenin başlangıcı olduğunu göstererek bu ikilinin Tanrı kanıtlamalarına yönelttikleri
en önemli itirazı geçersiz kılmıştır.

ZORUNLU VARLIK

Kozmolojik delilin değişik formülasyonları olabileceğini daha evvel belirttim. İslam


felsefecilerinin Zorunlu Varlık ve mümkün varlık ayrımına dayanan bu delilinin formülasyonu
konumuz açısından önemlidir. Buna göre Zorunlu Varlık’ın yokluğunu düşünmek zihinde çelişki
doğurur, fakat var olmak için başkasına muhtaç olan mümkün varlıkların yokluğu da varlığı gibi
mümkündür. Mümkün varlıkları geriye giden sonsuz sebeplerle açıklayamayız, bunlar kendinden
Zorunlu bir Varlık’ta son bulmalıdır. Buna göre sürekli değişimin olduğu bu evrende, önceden var
olmayıp, sonradan var olan her şey, var olmadan önce ve sonra mümkün varlıktır. Şayet bunların
var olmaları imkansız olsaydı zaten var olamayacaklardı. Böylece mümkün varlıkların, başlangıcı
olmayan Zorunlu bir Varlık’ta son bulmaları gerekir ki, bu Zorunlu Varlık’a Tanrı diyoruz. Big
Bang teorisi, İslam felsefecilerinin bu delilini de desteklemektedir. Bu kısaca şöyle formüle
edilebilir:
1- Mümkün varlık olan her şey Zorunlu bir Varlık’a gerek duyar. Mümkün olanın
yokluğunu düşünmek aklı çelişkiye düşürmez.

2- Ya evrenin, ya da Tanrı’nın Zorunlu Varlık olduğu iddia edilir.

3- Evren mümkün varlıktır, Zorunlu Varlık olamaz. Big Bang evrenin başlangıcı
olduğunu göstererek evrenin Zorunlu Varlık olmadığını ispatlar.

4- O halde evren Zorunlu bir Varlık’a ihtiyaç duyar. Evren, Zorunlu Varlık
olamadığına göre; Tanrı, Zorunlu Varlık’tır.

Kant’ın Tanrı kanıtlamalarında incelediği üçüncü delil teleolojik delildir, buna tasarım,
nizam ve gaye delili de denmektedir. Bu delili “tasarım delili” adıyla ilerideki müstakil bir bölümde
ele alacağım. Kant’ın bu delil karşısındaki tavrı, bilinemezciliği devam etmekle beraber farklıdır. O,
bu delil hakkında şöyle der: “Bu delili daima saygıyla anmalıyız, zira o, en eski, en açık ve
sağduyuya en yakın delildir. O bir yandan tabiatı incelememizi teşvik eder, bir yandan da gücünü
tabiat kaynağından alır. O, algılarımızın doğrudan doğruya tespit edemediği bir takım gayelerin
varlığını telkin eder. Mekanik birlik kavramının yol göstericiliğinde bilgimizin artmasına zemin
hazırlar. Güçlenen bilgi sayesinde alemin yaratıcısına inanmayı karşı konulmaz bir tarzda önümüze

108
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

getirir.” Görüldüğü gibi Kant, bu delili saygıyla karşılar, O’nun bu delili tam reddetmediğini
düşünenler bile olmuştur. Nitekim O, “Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı” isimli erken
dönem kitabında, bu delile uygun izahlar yapmaktadır. Fakat Kant’ın bu delili kabul etmesi
rasyonel bir metafiziğin mümkün olduğunu savunduğu anlamına gelecekti. Kant, felsefesinde
böylesi bir çelişkiyi kabul edemezdi. Nitekim O, bu delilin otoritesini de reddetti. Kitabın “tasarım
delili” isimli bölümünde gerek Big Bang sürecinde, gerekse diğer süreçlerdeki sayısız delillerin
evrendeki tasarımı ortaya koyduğunu göreceğiz. Bu deliller böylesine bir tasarımın, ancak fizik
kanunları gibi maddeye içsel özelliklerin düzenlenmesiyle oluşabileceğini gösterir. Bu ise, bu
delillerin, maddenin yaratıldığını da ispatladığını gösterir. Ayrıca bu deliller evrendeki tüm
oluşumların bilinçli bir planın neticesi olduğunu ve Tanrı’nın evrendeki tüm süreçlere hükmettiğini
gösterir. Buna göre yıldızlar da, atom-altı parçacıklar da, Dünya da, canlılar da Tanrı’nın bilinçli
tasarımının ürünüdür. Kant’ın döneminde evrendeki tasarımı gösteren bu delillerin bir çoğu
bilinmiyordu. Bu delili reddetse de saygıyla karşılayan Kant’ın, bu delilleri bilse tavrının ne
olacağını ben de merak ediyorum.

Big Bang teorisi’nin bilinemezci felsefecilerde yaptığı düzeltmeleri kısaca şöyle


özetleyebiliriz:
1- Evrenin ezeli olmadığı, başlangıcı olduğu anlaşıldı. Hume ve Kant gibi
felsefecilerin “Evren neden her şeyin açıklaması olmasın?” itirazları geçersiz
oldu.

2- Big Bang teorisi ve izafiyet teorisinin formülleri evrenin başlangıcının zamanın


da başlangıcı olduğunu ortaya koydu. Böylece uzay-zamanının, sonsuz mu
başlangıçlı mı olacağını bilemeyeceğimizi söyleyen bilinemezci yaklaşımın
yanlışlığı anlaşıldı.

3- Big Bang teorisi evrenin genişleyen sınırları olduğunu ortaya koydu. Böylece
uzayın sınırları olup olmadığını bilemeyeceğimizi söyleyen bilinemezci yaklaşım
düzeltildi.

4- Big Bang teorisinin verileri, evrenin tasarımlandığını, evrenin bir gayesi


olduğunu ispatlar. Böylece bilinemezci yaklaşımın, “tasarım delili”, “teleolojik
delil” denen, Tanrı’nın varlığını kanıtlayan delile itirazları geçersiz olmuştur.

109
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

5- Big Bang teorisi, evrenin başlangıcı olduğu gibi sonunun da olduğunu ortaya
koyar. Akılcı bir evren-bilimi olamayacağını söyleyen bilinemezci yaklaşım,
evrenin sonunun olduğu gibi çok önemli bir bilginin, bilimsel olarak elde
edilmesiyle yanlışlanmıştır.

9. BÖLÜM

BIG BANG’İN IŞIĞINDA TANRI’NIN


VARLIĞINI VE MADDENİN YARATILMIŞ
OLDUĞUNU KABUL EDEN GÖRÜŞ

TEK TANRILI DİNLER VE DİĞERLERİ

Bu bölümden önce maddeyi ezeli kabul eden görüşler ve Tanrı’nın varlığının bilinmesine
şüpheyle yaklaşan görüşler incelendi. Bundan önce incelediğimiz görüşlerin yanlışlanması,
Tanrı’nın varlığını ve maddenin yaratılmış olduğunu kabul eden görüşün doğrulanması demektir.
Bu görüşün tam zıddı olan görüşlerin geçersizliği ispatlanınca bu görüşün geçerliliği anlaşılır.
Örneğin bundan önceki bölümde Hume’un ve Kant’ın, Tanrı’nın varlığının delillerine yönelttikleri
eleştirilere cevap verilirken, bu bölümde incelediğimiz görüşün doğruluğu da gösterilmiştir.

Tanrı’nın varlığını ve maddenin yaratılmış olduğunu ve günü gelince tüm evrenin sonunun
geleceğini tarih boyunca savunma ayrıcalığı tek Tanrılı dinlere aittir. Yahudiliğin, Hristiyanlığın ve
İslamın çeşitli mezhep ve yorumlarında farklılıklar olmakla beraber, bu çok önemli iddialarda üç
büyük dinin aşağı yukarı bütün mezhep ve yorumlarında aynı ortak görüş mevcuttur. Bütün
materyalist felsefelerin maddenin ezeliliği konusundaki ortak görüşlerine karşın tek Tanrılı dinler
evrenin bir başlangıcı ve sonu olduğu noktasında ortak görüş beyan etmişlerdir. Bu iddia, tek
Tanrılı dinleri, kendileri dışındaki bütün fikirlerden ayıran çok önemli bir iddiadır. Bu yüzden, bu

110
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

iddianın doğru mu yanlış mı olduğunun cevabı, tek Tanrılı dinlerin doğru mu yanlış mı olduğunun
cevabını da içermektedir.

KUTSAL KİTAPLAR VE YARATILIŞ

Tek Tanrılı dinlerin bu en temel tezleri kutsal kitaplarına dayanmaktadır. Yahudiler kutsal
kitap olarak Tevrat’ı, Hristiyanlar ise Tevrat ve İncil’i birlikte kabul ederler. Tevrat’ın ilk ayeti,
Tanrı’nın her şeyi yarattığını söylemektedir:

Başlangıçta Tanrı gökleri ve yeri yarattı.


Tevrat-Tekvin Bab 1-1

Abravanel gibi Tevrat yorumcuları, bu ayetin ilk kelimesi olan İbranice “bereshit”
kelimesinin “zamanın başlangıcında” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Böylece zamanın da evren
ile beraber yaratıldığı Tevrat’a dayandırılarak temellendirilir.

Bu ayetin devamında Tanrı’nın ışığı, denizleri, yıldızları ve canlıları yarattığı açıklanır. Bu


izahlara göre tüm evren bilinçli ve kudretli Tanrı’nın yaratmasıyla var olmuştur. Her şeyin
yaratılışında bir gaye vardır. Tanrı’nın sürekli varlığının yanında evren, başlangıcı olan bir varlıktır.
Bu görüşten çıkan sonuçlara göre madde ve maddeden oluşan hiçbir şey asli unsur ve hayatın amacı
olamaz. Her şeyi yaratan Tanrı, evrenin gerçek amacı ve hayatın gerçek gayesidir. Yaratılmayı ifade
eden İbranice fiil “bara” dır. Bu kelime Tevrat boyunca sadece Tanrı’nın fiilleri için kullanılır.
İbranice dilinin uzmanları bu kelimenin anlamını “var olmayan bir şeyi var etme” olarak açıklarlar.

Tanrı’nın her şeyi yarattığı, her şeyin Tanrı’ya bağımlı olarak var olduğu İncil’den de
anlaşılır:

Her şey O’nun (Tanrı) ile oldu. Ve olmuş olanlardan hiçbir şey O’nsuz (Tanrısız) olmadı.
İncil-Yuhanna Bab 1-3

Hristiyan ilahiyatının en önemli isimlerinden Augustinus, evrenin ve zamanın yaratılmış


olduğunu şöyle anlatır: “Filozoflar, zamanla yaratmanın, Yaratıcı için ezeli bir hareketsizlik

111
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

olduğunu itiraz olarak söylerler, fakat haksızdırlar. Onların hatası, yaratmadan önce olan ezeliliği
sonsuz uzun bir süre saymalarıdır. Zaman, süredir. O halde, yaratmanın dışında ne mekan, ne
zaman, şu halde ne de süre vardır.”

Kutsal kitaplar içinde yaratılışı en çok işleyen kitap Kuran’dır. Kuran’daki yüzlerce ayet ile
evrenin ve içindeki canlı cansız bütün varlıkların Tanrı tarafından yaratıldığı anlatılır. Yaratılışı
anlatmak için “halaka”, “bedae”, “berae” gibi fiiller kullanılır. Bu fiilleri gerçekleştiren Tanrı ise bu
fiillerden türetilen sıfatlar ile isimlendirilir: El-Halık, El-Mübdi, El-Bari gibi.

Kuran’da yaratmayı anlatan yüzlerce ayete şu birkaç ayet örnektir:

O (Allah) göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O (Allah), bir işin olmasına karar verirse, ona
yalnızca “Ol” der, o da hemen oluverir.
Kuran 2-Bakara suresi-117

O’nun (Allah’ın) dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi
benliklerine bile ne zarar ne yarar sağlamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya
güçleri yetmeyen bir takım ilahlar edindiler.
Kuran 25-Furkan suresi-3

O Allah ki yaratandır, kusursuzca var edendir, şekil verendir. En güzel isimler O’nundur.
Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu yüceltmektedir. O Üstündür, Bilgedir.
Kuran 59-Haşir suresi-24

Tevrat’ta ve İncil’de, Kuran’daki kadar detaylı evren-bilimi (kozmoloji) ve evrenin kökenine


(kozmogoni) dair açıklamalar yoktur. Fakat Tevat’ta ve İncil’deki mevcut ifadeler ve Tanrı’nın
şanına, yüceliğine uygun bir evren tablosu çizme çabasının Yahudi ve Hristiyanları ulaştırdığı nokta
Müslümanlarla tamamen aynıdır.

BIG BANG’İN SONUÇLARI VE TEK TANRILI DİNLER

Bundan önceki üç bölümde Big Bang’in sonuçlarının, diğer görüşleri nasıl yanlışladığı
incelendi ve bu bölümlerin sonunda Big Bang’in sonuçlarının, incelenen görüşleri geçersiz kılışı
beşer maddede özetlendi. Bu bölümde ise Big Bang’in ortaya koyduğu sonuçların, tek Tanrılı
dinlerin tarih boyunca ortaya koydukları tezleri desteklediği beş maddede özetlenecektir. Tek

112
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Tanrılı dinler dışında bu maddelerin hepsini beraber savunmuş hiçbir dini ve felsefi sistem
gösterilemez. Tek Tanrılı dinler kendileri dışındaki herkese karşı bu tezlerini tarih boyunca
savunmuşlardır.

1- EVREN VE MADDE YARATILMIŞLARDIR, BAŞLANGIÇLARI VARDIR:

Big Bang’in ortaya koyduğu veriler ile evrenin ezeli olup olmadığı tartışması yerini evrenin
başlangıcının ne zaman olduğuna bırakmıştır. Evrenin yaşını hesaplamada kullanılan değişik
yöntemlerin hepsi yaklaşık olarak 15 milyar yıl öncesini göstermektedir.

Big Bang’in sonuçları içerisinde en önemlisi evrenin başlangıcı olduğunu göstermesidir. Tarih
boyunca aşağı yukarı tüm ateistler, evrenin ezeliliğini, Tanrı’nın varlığına alternatif olarak
göstermişlerdir. Fred Hoyle gibi astronomlar, Big Bang’e bu yüzden karşı çıkmışlardır. Hoyle, Big
Bang’in olmadığını iddia ediyordu ve eğer bu teori doğru olsaydı yoktan yaratılışa karşılık
geleceğini kabul ediyordu. Hoyle’ye göre Big Bang, zamanda geriye doğru gidildiği takdirde, her
şeyin başlangıç noktasında yokluğa kapanması sonucuna götürür. Kısacası Big Bang’in düşmanları
bile, O’nun yoktan yaratılışın açıklaması olduğunu görmüşlerdir.

Yokluk tarif edilemeyen demektir, öyleyse evrenin başlangıcı yokluk ise, evrenin
başlangıcının tarif edilemez olması lazımdır. Fizik kuralları ile yapılan hesaplar, evrenin
başlangıcında fizik kurallarının çöktüğünü göstermektedir. Bu, fizik kurallarına dayanarak, fizik
kurallarının çöktüğü anı tespit etmek demektir ki bilimin bizi böyle bir sonuca götüreceğini hiç
kimse tahmin etmiyordu. William Lane Craig bunu şöyle açıklamaktadır: “Başlangıçtaki tekillik,
bir varlık değildir. Yani bu tekilliğin pozitif ontolojik (varlıksal) bir statüsü yoktur. Eğer uzayın
genişlemesini zamanda geriye doğru götürürseniz, tekillik, evrenin varlığının kesildiği noktayı
temsil eder. O, evrenin bir parçası değildir, fakat geriye döndürülmüş, zamanda büzülen evrenin,
yok olduğu noktayı temsil etmektedir. Evrenin, tekilliğin yanında var olan hiçbir anı yoktur.
Başlangıçtaki tekilliğin ontolojik statüsü yokluğa denk gelmektedir. Tekillikte fizik kurallarının
durması ve mevcut tahmin edilemezlik, yokluğun hiçbir fiziki kural gerektirmemesinin ışığı altında
anlaşılırdır.” İzafiyet teorisi, uzayı, zamanı ve maddeyi birbirine bağlayarak, maddenin
başlangıcının yokluğa denkliğini gösterir. Evrenin başlangıcına geri gittiğimizde tüm uzayın
kapanması, maddeyi de bahsedilir olmaktan çıkarmakta, yani maddenin yokluğunu göstermektedir.

Ateizmin binlerce yıllık tezi evrenin ezeliliğidir. Big Bang’in reddedilemeyeceği


anlaşıldıktan sonra, Big Bang’e uydurulmaya çalışılan ateist yaklaşımların, zorlama olduğunu ve

113
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

tarih boyunca savunulan ateizm ile alakasının olmadığını, ne olursa olsun ateizmden vazgeçmemek
adına psikolojik bir çırpınma olduğunu daha evvel gördük. Big Bang binlerce yıldır savunulan ateist
tezleri darmadağın etmiş ve ateizmi yargılayarak saçmalığa mahkum etmiştir. Böylece Tanrı’nın
varlığının evreni açıkladığı yaklaşımı, alternatifsiz kalmış, tek Tanrılı dinlerin binlerce yıldır
savunduğu bu açıklama desteklenmiştir. Böylece Tanrı’nın varlığı kadar, en temel tezleri Tanrı’nın
varlığı ve evrenin yaratılması olan tek Tanrılı dinler de güvenilirlik kazanmıştır.

2- ZAMAN DA YARATILMIŞTIR:

Tek Tanrılı dinler asıl olarak evrenin yaratıldığının üstünde durmuşlardır. Bu yüzden zamanın
yaratılıp yaratılmadığı tartışması, Tanrı’ya inananlar ile ateistler arasında temel bir ayrılık noktası
olmamıştır. Fakat yine de zamanın da yaratılmış olduğu tek Tanrılı dinlerdeki hakim görüştür.
“Tanrı ezelidir” derken, bunun zamanda sonsuz bir geriye gidişte Tanrı’nın var olduğu anlamına
geldiğini söyleyenler olduysa da, hakim olan görüş Tanrı’yı “zaman-dışı”, “zaman-üstü”, “zamanın
yaratıcısı” olarak tarif etmektir. Bu tarzdaki yaklaşımlar ise uzay-zamanının veya Tanrı’nın
yaratacağı herhangi bir evrendeki zamanın, aynen evren gibi yaratılmış olmasıdır. Zaman hareket
ile vardır, hareket ise değişimdir. Mükemmel olan Tanrı’nın içinde bir değişim düşünülemez, bu
yüzden Tanrı’yı “zaman-dışı”, “zaman-üstü”, “zamanın yaratıcısı” olarak gören yaklaşımların daha
isabetli olduğu kanaatindeyim. Zamanın yaratılması ve Tanrı’nın zamanlı evren ve zamanlı
varlıklarla ilişkisinin olması, Tanrı’nın “zaman-üstü” konumunda bir şey değiştirmez.

Big Bang ve izafiyet teorisi, tek Tanrılı dinlerin bu hakim görüşüne bilimsel destek
sağlamıştır. İzafiyet teorisi, uzayı, maddeyi, hareketi ve zamanı birbirine bağlamış, bunların birinin
yokluğunda diğerlerinden söz edilemeyeceğini göstermiştir. Big Bang evrenin başlangıcının uzayın
kapandığı bir durum olduğunu, bu durumda hareketin durup, fizik kurallarının çöktüğünü
göstermiştir. Bu ise zamanın da yokluğu demektir. Nitekim Penrose’un çalışmaları, bunun,
matematiksel formüllerle detaylı ispatını da içermektedir.

3- EVRENİN YARATILIŞI FARKLI AŞAMALARIN GERÇEKLEŞMESİYLE


OLMUŞTUR:

Üç büyük tek Tanrılı dinin, kutsal kitaplarına dayandırdıkları ortak bir iddia da evrenin altı
günde (dönemde) yaratıldığıdır. Tevrat’ta geçen “gün” (dönem) kelimesinin İbranicesi “yovm” dır.
Bu kelimenin İbranicesi hem 24 saatlik bir günü, hem de “zamansal bir dönemi” ifade eder. Birçok

114
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Tevrat yorumcusu, Tevrat’ın Tekvin (yaratılış) bölümünde geçen bu kelimenin “uzun zaman
dönemleri” ifade eden anlamında anlaşılmasının doğru olduğunu söylemişlerdir
Kuran’da da aynı şekilde, evrenin altı günde (dönemde) yaratıldığı söylenir. Kuran’da geçen
altı gün (dönem) kelimesinin Arapça karşılığı, İbranice ile aynı kökten geldiği hemen belli olan
“yevm” kelimesidir. Aynı şekilde Arapça dilinin uzmanları, bu kelimenin hem gece ve gündüzün
birleşiminden oluşan güne, hem de bir zaman dilimini ifade eden devire karşılık geldiğini, evrenin
altı “yevm” de yaratılmasından “altı devirde” yaratılmasını anlamanın daha doğru olduğunu
söylemişlerdir. Gece ve gündüzden oluşan gün, Dünya’nın yaratılmış olmasına ve Dünya’nın
içindeki süreçlere bağlıdır. Dünya’nın var olmadığı bir durumda, Dünya’daki günden
bahsedilemeyeceği için; “yevm” kelimesini “devir” olarak anlamanın daha doğru olduğu açıktır.

Sonuç olarak tek Tanrılı dinlerin kutsal metinlerinde evrenin bir kerede yaratıldığı ve yaratma
faaliyetinin bittiği söylenmez. Evrenin farklı aşamalardan geçerek yaratılmış olduğu söylenir. Big
Bang, evrenin farklı aşamalar geçirerek yaratıldığını en mükemmel şekilde ortaya koyar. Big
Bang’in başlangıcında evren çok yoğun ve çok sıcak durumdadır, evrenin genişlemesiyle yoğunluk
ve sıcaklık düşmüş ve buna bağlı olarak farklı aşamalar yaşanmıştır. Bu süreçlerde ilk patlamadan
atom-altı parçacıklara, atom-altı parçacıklardan ilk atomlara, ilk atomlardan yıldızların farklı
evrelerine kadar süreçler yaşanmıştır. Tüm bu oluşumlarda aşamalı bir süreç vardır ve her süreçteki
oluşumlar diğerlerinden farklıdır.

Big Bang’in verileri, tek Tanrılı dinlerin, evrenin farklı dönemlerden geçerek yaratıldığını
söyleyen izahlarıyla uyumludur. Önceden gördüğümüz Aristo’nun ezeli yakıtla yanan yıldızlarının
durağanlığı veya Durağan Durum modelinin savunduğu gibi hep aynı süreci yaşayan evren tasarımı,
farklı aşamalar geçiren evren tasarımı ile uyuşmaz. Big Bang’in ve diğer modern fiziğin verileri, tek
Tanrılı dinler ile bu konuda da uyumludur.

Tek Tanrılı dinler, evren üzerinde sürekli hakimiyeti olan faal bir Tanrı’ya inanırlar. Bu
yüzden Tanrı’nın evreni bir saat gibi kurmasına ve saatin sürekli aynı hareketleri tekrarlamasına
benzer bir model, tek Tanrılı dinlerin faal Tanrı’sıyla, farklı dönemlerin yaşandığı bir evren modeli
kadar iyi uyuşmaz. Gerek evrenin genişlemesindeki dinamizm, gerekse evrensel oluşumlardaki
farklı aşamalar, Tanrı’nın, evrenin farklı dönemlerinde, evren üzerindeki faalliğini göstermektedir.
Farklı dönemlerin olduğu bu model, Tanrı’yı, evrenin sadece başına koymaya çalışan ve Tanrı’nın
etkenliğini görmezden gelen “deist” yaklaşımı geçersiz kılar. Bu modelin her aşamasındaki farklı
yaratılışlar, evrenin bilinçli bir tasarımla yaratıldığının delilidir; bu, bir sonraki maddede ve ileride
müstakil bir bölümde incelenecektir.

115
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Big Bang’in felsefi sonucunu inceleyenlerin çoğu, Big Bang’in “evrenin başlangıcını”
gösteren ilk maddede incelediğimiz felsefi sonucunu -ki en önemli felsefi sonucu budur- detaylıca
incelemişler, bu maddede belirtilen sonuç üzerinde pek durmamışlardır. Oysa ki bu sonuç Big
Bang’in ortaya koydukları ile, tek Tanrılı dinlerin binlerce yıldır savundukları iddiaların uyumunu
göstermesi açısından önemlidir.

4- EVREN BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE TASARLANMIŞTIR:

Tek Tanrılı dinler, Tanrı’yı bilinçli, bilgi sahibi, kudretli, maddi evren üzerinde istediği
düzenlemeyi yapan bir Güç olarak tanımlarlar. Bunlar Tanrı’nın en önemli sıfatlarındandır.
Evrendeki bilinçli tasarım, Tanrı’nın varlığını ispatlamada tasarım delili, teleolojik delil, gaye ve
nizam delili gibi adlarla anılmıştır ve bununla Tanrı’nın varlığının yanında en önemli sıfatları da
temellendirilmektedir.

Güneş sistemimizden atom-altı dünyaya, elementlerin kimyasından canlılar dünyasına kadar


birçok yerde bu delilin (veya deliller ailesinin) sayısız verileri bulunmaktadır. Big Bang ile oluşan
süreçler de bu sayısız verilere destekte bulunmaktadır. Örneğin Big Bang başlangıcındaki
patlamanın şiddeti, evrenin genişleme hızını belirler. Bu genişleme biraz daha yavaş olsaydı bütün
madde çekim gücüyle yeniden kapanacaktı ve evren oluşamayacaktı. Eğer genişleme daha şiddetli
olsaydı evrenin maddesi tamamen dağılacak ve hemen Büyük Donma (Big Chill) sürecine girilecek
ve evren artık oluşamayacaktı. Anlaşılıyor ki evrenin genişleme hızı inanılmayacak kadar hassas bir
şekilde tasarlanmıştır. Big Bang rastgele bir patlama değil, bilinçli bir şekilde bir amaca göre
(teleolojik) tasarlanmış, çok iyi hesaplanmış ve gerçekleştirilmiş bir patlamadır.

Evrenin başlangıç anının düşük entropili başlatılması ve böylece galaksi sistemlerinin,


yıldızların ve canlılığın ortaya çıkmasına olanak verilmiş olması da çok önemlidir. Evrenin her
aşamasında kritik değerler gözetilmiş ve bu, canlılığın ileride ortaya çıkmasının sebebi olmuştur.
Atom-altı dünyada ortaya çıkan parçacık ve karşı parçacıkların oranında, atomun içindeki nükleer
kuvvetin ve elektromanyetik kuvvetin değerinde, protonların ve elektronların birbirlerine göre
oranlarında hep bu kritik değerler gözetilmiştir. Tüm bu kritik değerlerin sağlanması ise ancak Big
Bang başlangıcındaki tasarım ve ayarlamayla mümkündür. Big Bang’in sunduğu bu delillerin bir
çoğunu olasılık hesapları çerçevesinde matematiksel olarak ifade etmek mümkündür. Bunu ileride
daha ayrıntılı bir şekilde açıklayacağım.

116
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

5- EVRENİN BAŞLANGICI GİBİ SONU DA VARDIR:

Tek Tanrılı dinleri, kendileri dışındaki tüm düşünce sistemlerinden, dinlerden ve felsefelerden
ayıran diğer önemli bir nokta da evrenin bir sonunun olacağını söylemeleridir. Big Bang’in felsefi
sonuçları üzerine yapılan tartışmalarda, bu sonucun üzerinde de yeterince durulmamıştır. Oysa bu
sonucun da, tarih boyunca yapılmış çok temel bir tartışmada, kimin haklı olduğunu göstermesi
açısından büyük bir önemi bulunmaktadır.

Genişleyen evrenin karşılaşacağı iki tane son senaryosu vardır:


1- Ya evren sürekli genişleyecek ve sonunda bir ısı ölümü yaşanacaktır. Buna Büyük
Donma (Big Chill) denmektedir.

2- Ya da çekim gücü bir noktada genişlemeye baskın çıkacak ve evren büzülmeye başlayıp
sonunda bir tekillikte kaybolacaktır. Buna ise Büyük Çöküş (Big Crunch) denmektedir.

Bu senaryoların hangisi doğru olursa olsun evrenin bir sonunun olduğu görülmektedir.
Binlerce yıldır tek Tanrılı dinlere karşı ateistler ve diğerleri, evrenin sonsuza kadar var olacağını
iddia etmişler ve adeta kendi ölümlerine karşı teselliyi evrenin ebedi varlığında aramışlardır (Bu
tesellinin bir kendini kandırma olduğu çok açıktır). Big Bang, tek Tanrılı dinlerin karşısındaki tüm
bu sistemlerin yanlışlığını ilan etmiştir. Tarih boyunca bu çok önemli konudaki doğru tezi
savunmanın ayrıcalığı da tek Tanrılı dinlere aittir.

İnsanların ölümlerinden sonrasıyla ilgili anlatımlarda (eskatolojide), Dünya’nın ve evrenin


sonunun gelecek olması önemli bir yere sahiptir. Örneğin evrenin hem sonsuzdan beri var olduğunu
hem de sonsuza dek var olacağını söyleyen Hindu inancındaki reenkarnasyon görüşünü incelersek
bunu görürüz. Hindu inancında sonsuza dek var olacak bir evrene inanıldığı için, ruhların sonsuza
dek bu Dünya’nın içindeki bedenler arasında dolaştığı söylenir. İnsanların tamamen yok olmasını
içine sindiremeyen bu anlayış, artan insan nüfusunun, belirli sayıdaki ruhların karşılamasındaki
güçlüğü de görmezden gelmiştir. Bu anlayışın oluşmasında sonsuza dek var olacak evren tasarımı
çok önemli bir yer oynamıştır. Big Bang’in evrenin başlangıcı olduğunu göstermesi, Hint felsefesini
kökünden yıktığı gibi; Big Bang’in, evrenin sonu olduğunu göstermesi ise zaten yıkılmış olan Hint
felsefesinin reenkarnasyon inancını geçersiz kılmıştır.

Tek Tanrılı dinlerin, insanın ölümünden sonraki süreçle ilgili anlatımları, evrenin ve
Dünya’daki canlılığın sona ermesi ile başlar. Big Bang’in, tek Tanrılı dinlerin bu iddiasını

117
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

doğrulaması, tek Tanrılı dinlerin ölümden sonraki süreçle ilgili anlatımlarına da güvenilirlik
kazandırmıştır.

BIG BANG’İN YAPTIĞI DİĞER DÜZELTMELER

Big Bang, Tanrı’ya inanmayan sistemlerde düzeltmeler yaptığı gibi, Tanrı’ya inanan kimi
görüşlerde de düzeltmeler yapmaktadır. Özellikle mistiklerde, tasavvuf ekollerinde ve bazı
felsefecilerde yapılan düzeltmeler buna örnektir.

İslam mistiklerinin bazıları ve Hristiyan felsefecilerden Berkeley gibi bazı düşünürler, evrenin
algısının sadece zihinde var olup, zihnin dışında hiç var olmadığını savunmuşlardır. Oysa tek
Tanrılı dinlerin kutsal metinleri, Tanrı’nın, evreni ve maddeyi yarattığını açıkça söylemişlerdir. Bu
kişilerin, Tanrı’nın yaratmasından kastın, Tanrı’nın sadece zihnimizdeki hayali yaratması olduğunu
söylemeleri, tutarlı bir yorum olarak gözükmemektedir. Örneğin Kuran’da, Tanrı’nın evreni gerçek
(hak) olarak yarattığı, birçok ayette belirtilir. Bunlardan biri şöyledir:

Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak gerçek üzere ve belirli bir süre için yarattık.
Kuran 46-Ahkaf Suresi-3

Big Bang, evrenin asli, ezeli ve ebedi olduğuna dair materyalist görüşün yanlışlığını
göstermiştir. Fakat bu evrenin bir hayal olduğu anlamını taşımaz. Fizik bilimindeki ilerlemeler
evrenin matematiksel formüllerle ifade edilebileceğini, evrenin mükemmel bir şekilde tasarlandığını
göstermektedir. Matematiksel formüllerle ifade edilen, yaratılışının ilk dakikalarına kadar bilimsel
bilgiler edinebildiğimiz evrenin hayal olduğunu söylemek, hem bütün bilimle, hem sağduyuyla,
hem de dinle çelişmektir. Din adına ortaya atılan fakat dinle çelişen bu iddianın yanlışlığı
anlaşılmaktadır. Dine, bilimi kullanarak düşmanlık etmek isteyenlere karşı, böyle bir iddiayı
benimsemeye kalkanlar olmuştur. Bu kitapta görülmektedir ki Tanrı’nın indirdiği din ile Tanrı’nın
yarattığı evrenin bilgisi olan bilim çatışmaz. Eğer bir çatışma var ise ya insani uydurmalar din ile
karıştırılmıştır, ya da bilim adına yanlış bir bulgu bulunmuş veya yanlış bir yorum yapılmıştır.
Bilim, bu evrenin, hayali bir evren olmadığını, evrenin bilimsel yasaları takip eden, matematiksel
formüllerle ifade edilebilen gerçek bir varlık olduğunu göstermiştir. Bu, sağduyunun, bilimin ve
dinin gerçek bir buluşmasıdır.

118
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bazı mistikler, tasavvufçular ve felsefeciler sağduyuya aykırı başka bir iddiada da


bulunmuşlardır. İslam tasavvufunda “vahdeti vücud” olarak bilinen ve Muhyiddin Arabi gibi ünlü
temsilcileri olan bu anlayış, felsefe tarihinde en çok Spinoza ile beraber anılır ve panteizm olarak
adlandırılır. Bu anlayışa göre Tanrı evrenin ta kendisidir, Tanrı ve evren aynıdır, evren Tanrı’nın bir
parçası ya da görünüşüdür. Big Bang, evrenin başlangıcını yokluğa indirgeyerek, evrene, Tanrı
statüsünün verilmesini ve Tanrı’yı evrende içkin görmeyi onaylamaz. Big Bang, evrenin dışında
olan (aşkın) ve evren ile zamanı yaratan bir Tanrı’yı gerektirir. Başlangıçta hiçbir formu olmayan
bir tekilliği, Tanrı ile özdeş veya Tanrı’nın bir parçası olarak görmek mümkün değildir.

Big Bang, panenteizm ve süreç teolojisi olarak bilinen anlayışı da geçersiz kılar. Süreç
teolojisini savunanlar Tanrı’nın ve evrenin sonsuzdan beri gelişmekte olduğunu ve hem Tanrı’nın
evreni, hem de evrenin Tanrı’yı etkilediğini söylemişlerdir. Evrenin başlangıcı olduğunun
anlaşılması bu yaklaşımı tamamen geçersiz kılar. Evrenin başlangıcının bir tekillik olduğunun
anlaşılması ise evrenin Tanrı’da değişim oluşturacak bir yapısının olmadığını, değişimin tek yanlı
olarak evrende gerçekleştiğini göstermektedir. Aynı zamanda evrendeki sürecin, evrenin sonu ile
duracak olması da bu yaklaşımın yanlışlığını ortaya koymuştur.

TANRI’NIN BİRLİĞİ VE BIG BANG

Big Bang, Tanrı’nın varlığıyla beraber birçok sıfatını da delillendirir. Günümüzde belli
kültürlerin devamı niteliğinde hala çok-tanrıcılığın izlerine rastlayabiliriz. Tarih boyunca savunulan
çok-tanrıcı (politeist) inançlara göre farklı birçok tanrı vardır. Bu farklı tanrıların evrendeki
hakimiyet alanları farklıdır. Kimileri Güneş’i, kimileri Ay’ı bir tanrı olarak görmüş, kimileri
dağların üzerinde yaşayan, bazısının rüzgarları bazısının yağmurları bazısının doğal afetleri kontrol
ettiği tanrıları hayal etmişlerdir. Çok-tanrıcı görüşlerin her birinde bölünmüş bir evren anlayışı
vardır. Çünkü birbirlerinden ayrı birçok tanrı vardır ve tanrıların birbirlerinden farklı olan iradeleri
evrende de bölünmüşlüğe sebep olmaktadır.

Big Bang evrende birliğin olduğunun en güzel delilidir. Bu yüzden Big Bang, çok-tanrıcı tüm
görüşleri geçersiz kılmış ve Tanrı’nın birliğini de varlığıyla beraber delillendirmiştir. Evrendeki
çokluğun arkasında birliğin olduğu ve bu birliğin Tanrı’nın birliğini ispatladığı mantıksal
argümantasyonlarla binlerce yıl önceden söylenmiştir. Bunu bazı felsefeciler “Bir’den bir çıkar”
olarak ifade etmişlerdir. Big Bang ve modern fiziğe dayanmadan da evrendeki birlik gösterilmiştir
Big Bang’in yaptığı, daha önceden mantıksal olarak gösterilen birliği, modern fiziğin verileriyle

119
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

desteklemektir. Big Bang’in ve modern fiziğin şu verilerinden evrendeki birliği ve evrende tek bir
İrade’nin hüküm sürdüğünü anlayabiliriz:

1- Evrenin başı bir tekilliktir. Bu tekillikte bütün maddenin tek bir noktada olması, evrendeki
birliğin sırf bir delili değil aynı zamanda evrendeki birliğin gerçekleşmesidir.

2- Evrenin farklı bölgelerinin tek bir noktadan çıkması ve bu farklı bölgelerde aynı fiziksel
kanunların gözlemlenmesi de birliğin delilidir. Eğer evrende farklı iradelerin tasarımı
olsaydı bu birlik sağlanamazdı. İzafiyet teorisi de madde-uzay ve zamanın birbirine bağlı
olduğunu ve birbirini etkilediğini göstererek, evrende birbirinden kopuk hiçbir şeyin
olamayacağını ortaya koymuştur.

3- Evrenin geliştirilmiş teleskoplarla gözlenmesi ve “Fraunhofer çizgileri” gibi bilimsel


keşifler sayesinde, evrenin tümünün aynı ham maddeden (atomlardan, özellikle hidrojen
ve helyum atomlarından) yaratıldığını öğrendik. Big Bang, bu ham maddenin, tüm evrenin
beraberce geçirdiği süreçler ile oluştuğunu göstermektedir. Ham maddedeki birlik,
evrendeki ve onun Yaratıcı’sındaki Bir’liği göstermektedir.

4- Big Bang, evrendeki tüm maddenin yaratılış anını ve evrenin düşük entropili başlangıcını
göstermektedir. Termodinamiğin birinci yasası maddenin ve enerjinin korunması
yasasıdır. Buna göre evren içinde madde ve enerji yok olamaz ve yoktan var olamaz.
Buna göre evrendeki madde ve enerji bir anda, düşük bir entropiyle yaratılmıştır. Tek bir
anda yaratılış ve bu durumun korunması tek bir Yaratıcı’yı gösterir. Birbirinden bağımsız
iradelerin tek bir andaki harekette buluşmaları beklenemez.

5- Big Bang patlaması eğer daha hızlı olsaydı tüm madde dağılacak ve evren
oluşamayacaktı, eğer bu patlama daha yavaş olsaydı tüm madde çekim gücünün etkisiyle
çökecekti. Bu da evrenin tümünün tek bir Yaratıcı İrade ile yaratıldığını gösterir. Çünkü
bu kritik hızın sağlanması ancak evrenin tümüne hükmedilmesine, evrendeki madde
yoğunluğu ve patlama şiddeti gibi tüm kritik verilerin gözetilmesine bağlıdır.

Tarihsel olarak savunulmuş dağların tepesindeki birçok tanrıları veya Dünya’daki olayları
kontrol eden birbirleriyle kavga eden tanrıları, modern fiziğin verileri karşısında savunmanın hiç
imkanı yoktur. Gerçi, maddenin ezeli olmadığı belli olduktan sonra, hala materyalist olanların
onlardan farkı yoktur. Fakat fark, birincilerin pek kalmamış olmaları, kalanlarınsa bilimsellik

120
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

iddiasında bulunmamaları; buna karşın daha bol sayıda olan materyalistlerin bilimsellik ve akılcılık
iddialarında hala bulunabilmeleridir.

TANRI’NIN KUDRET SIFATLARI VE BIG BANG

Big Bang yaratıcı bir Tanrı’nın varlığını, bu Tanrı’nın hep var olduğunu (ezeli olduğunu),
başlangıcı olan evrene ve zamana vücut verdiğini, desteklemektedir. Big Bang, Tanrı’nın varlığı,
birliği, ezeli ve ebedi oluşunun yanında diğer birçok sıfatını da delillendirmektedir.

Bugünkü evrende gördüğümüz yıldızlar, gezegenler, balıklar, bitkiler, arabalar, bir şarkının
nağmeleri ve bir çiçeğin kokusu gibi her şey, başlangıçta çıplak, formsuz bir tekillikti. Big Bang’in
başlangıç tekilliğini ve bugünkü evrenin tasarımını, renkliliğini ve çeşitliliğini karşılaştırmamız,
becerinin bu tekillikte değil, bu tekilliğe tüm bu saydıklarımızı oluşturacak potansiyeli koyan ve
bunu gerçekleştirende olduğunu gösterir.

Evrenin başlangıcında madde ilerideki tüm oluşumları meydana getirecek şekilde


tasarımlanmış olmalıdır ki evrende gördüğümüz tüm oluşumlar olabilsin. Evrende ve maddedeki bu
tasarım Yaratıcı’nın bilinçli olduğunu, Yaratıcı’nın bilgisinin sınırsızlığını, bu tasarımın
gerçekleşmesi ise Tanrı’nın kudretinin büyüklüğünü gösterir.

Big Bang’in başlangıç anında bulunan tüm uzayı kaplayan trilyonlarca yıldızın ham maddesi
ve çok büyük enerji, uzayı yaratarak, uzaya yayılmıştır. Bu kadar yüksek derecede enerjinin ve
maddenin kontrolü, Big Bang’in başlangıcı ve aşamaları için şarttır. Öyleyse evrenin Yaratıcı’sı,
çok büyük orandaki madde ve enerjiyi, sürekli genişleyen uzaya çok kontrollü bir şekilde yayarak;
hem kudretinin büyüklüğünü, hem de her şeye tam hakim olduğunu göstermektedir.

Tek Tanrılı dinlerin “Tanrı” kelimesi ile ifade ettiği de işte kudreti böylesine büyük, bilinçli
ve bilgisi sınırsız bir Varlık’tır. Yaratıcı’nın her şeye tam hakim olması, insanların işittiklerinden,
gördüklerinden ve her şeyden haberdar olması sayesinde varlıkların mükemmel yaratılışı mümkün
olmuştur. Evrenin başlangıcı potansiyel olarak şu andaki tüm varlığı kapsar. Potansiyelde olanak ve
bilgi olarak yaratılan, kudret ile gerçek varlık alanına çıkarılmıştır. Varlık alanında mevcut olup da
Tanrı’da eksik olan bir şey düşünülemez. Öyleyse Tanrı görücüdür, işiticidir, şekil verendir,
sanatçıdır, bilendir...

121
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Yaratıcı her şeye o kadar hakimdir ki evrenin oluşumundaki sayısız kritik değerlerden biri
birazcık değişse evren var olmayacaktır. Her birimiz ve evren, varlığımızı Big Bang’in
aşamalarındaki bu tasarımın, bilinçli bir şekilde, üstün bir kudretle gerçekleştirilmesine borçluyuz.

KÖTÜLÜK PROBLEMİ VE BIG BANG

Big Bang’in verileri ile kötülük probleminin anlaşılacağını söylemiyorum, fakat Big Bang bu
problemi daha rahat çözmemize katkıda bulunmakta ve ateistlerin yaklaşımlarını geçersiz
kılmaktadır. Ateistler evrendeki kötülüklerin varlığından Tanrı’nın yokluğuna geçmeye
çalışmaktadırlar. Oysa evrendeki kötülüklerin varlığı, Tanrı’nın varlığı veya yokluğuyla değil,
Tanrı’nın sıfatlarıyla alakalıdır. Ayrıca insan iradesinin niteliği de evrendeki kötülükleri anlamamız
açısından önemlidir.

Buraya kadar gördük ki evrenin, ateistlerin zannettiği gibi ezeli olmaması, evrendeki bilinçli
tasarımın varlığı gibi deliller, Tanrı’nın varlığını delillendirmektedir. Evrende görülen kötülükler ise
Tanrı’nın varlığıyla çelişkili değildir. Mantık açısından çelişme: “Bir önerme ile bu önermenin
değillemesinden oluşan kümedir.” Örneğin “Evrenin başlangıcı vardır” önermesi ile “Evrenin
başlangıcı yoktur” önermeleri böyledir. Bunların birinin ispatı diğerinin reddini gerektirir. Oysa
evrende görünen kötülükler ile Tanrı’nın varlığı arasında böyle bir ilişki yoktur, “Tanrı vardır” ve
“Kötülük vardır” önermeleri çelişkili değildir. Öyleyse evrendeki kötülüklere bakıp “Tanrı var mı,
yok mu?” sorusunu sormak anlamsızdır, evrendeki kötülüklere bakıp “Tanrı neden buna izin
verdi?” , “İnsan neden kötülük işliyor?” gibi sorular sorabiliriz.

Evrenin varlığı ve tasarımından Tanrı’nın varlığına ulaşılabilmektedir. Felsefi olarak


söylersek, bu deliller ile Tanrı’nın varlığının merkeze konduğu bir ontoloji oluşturulabilir. Oysa
kötülüğün varlığından Tanrı’nın yokluğuna geçiş yapan bir ontoloji mümkün değildir. Big Bang ve
modern fiziğin delilleri Tanrı’nın varlığını ispatlamamızı (Ontolojide Tanrı’nın varlığını merkeze
koymamızı) mümkün kılmaktadır. Bu ise, kötülükten yola çıkarak ontoloji kurmaya çalışan
ateistlerin yaklaşımını bir de bu yönden geçersiz kılmıştır. Kısacası, bu deliller, Tanrı’nın varlığını
kesin olarak bilmemizi, Tanrı’nın varlığını dışlayacak yaklaşımların geçersizliğini iyice anladıktan
sonra kötülük problemini ele almamızı sağlar.

122
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Kötülük problemi ancak tek Tanrılı dinlerin sisteminin bütünü anlaşılarak ele alınabilir.
Örneğin tek Tanrılı dinler sürekli var olan bir ahiret hayatının varlığını savunur. Bu ise kısa dünya
hayatında meydana gelen doğal afetlere ve ölümlere bakış tarzımızı tamamen değiştirir. Ölümü hiç
bitmeyen bir hayatın başlangıcı olarak gören kişi, ölümü kötülük olarak görmez.

Tek Tanrılı dinler, Tanrı’nın merhametli ve şefkatli olduğunu, insanların iradeleriyle hem
iyiliklere hem de kötülüklere sebep olduklarını, Tanrı’nın adalet sıfatı gereğince insanların bazısının
cezalandırılacağını, bazısının ise ödüllendirileceğini söyler. Tek Tanrılı dinler, dünya ve ahiret ile,
insanın iyi ve kötüyü seçebilen iradesi ile, Tanrı’nın adaleti gereği hem ödüllendirilmesi, hem de
cezalandırması ile, komple bir sistemin varlığını savunmaktadır. Bu sistemin içinde dünyada
görülen kötülüklerin (veya kötülük zannedilenlerin) çoğu ahiretin sürekliliği karşısında önemini
yitirmektedir. İnsanların ahirette gördüğü ceza ise iradeleri ile yaptıkları seçimlerin bir sonucudur.
İnsan iradesinin iyi gibi kötüyü de seçebilmesi, görülen ahlaki kötülüklerin temelidir.

Kötülüklerin kaynağı çok değişik şekillerde açıklanmaya çalışılmıştır. İnsan iradesinin seçme
özgürlüğünü merkeze alan yaklaşım bunların en önemlilerinden biridir. Kötülüğün gerçek bir şey
olmayıp, yalnızca iyiliğin olmaması hali olduğunu söyleyen yaklaşım da meşhurdur. Buna göre
körlük bir şey değildir, varolan gözdür, körlük ise gözün gereği gibi fonksiyonunu yapmamasıdır.
Burada kötülük, aslen iyilik olan görme yetisine sahip olmanın, yokluğu halidir. Kötülüğü diğer bir
açıklama şekli ise, daha yüksek bir iyiliğin oluşması için evrende kötülüğün gerekli olduğunu
açıklamaya dayanır...

Kısaca değinilen evrendeki kötülüğün sebebi, bu kitabın temel konusunun dışındadır. Big
Bang, Tanrı’nın varlığını ve birçok sıfatını delillendirerek, bu konuya, Tanrı’nın varlığını sorgulama
dışında bırakarak yaklaşmamızı sağlar. Tanrı’nın tüm niyetlerini ve hikmetlerini bilmek için
Tanrı’nın eserini bitirmesini beklemek zorundayız. Bir ressam, resmini bitirip karşımıza
koyduğunda bu resimdeki incelikleri, detayları daha iyi anlayabiliriz. Evrendeki süreçler ve insanın
süreci bitmiş tamamlanmış değillerdir. Herhalde bu süreçlerin ilerleyen aşamalarında Tanrı’nın
sanatlarındaki detayları daha iyi kavrama şansına sahip olabileceğiz.

123
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

AHLAK VE BIG BANG

Big Bang, yaratıcı olan ve kudreti sınırsız olan bir Tanrı’nın evreni meydana getirdiğini
delillendirir. Bu sonucun ise hayatın pratiği anlamına gelen ahlak açısından önemi büyüktür. Buna
göre gündelik hayatımızı Tanrı’nın varlığını görmezlikten gelerek yaşayamayız. Tanrı, varlık
sebebimizdir, O’na her şeyimizi borçlu oluşumuz ve her şeyin O’nun kudreti altında olduğunu
bilmemiz, hayatımızı Tanrı’nın isteklerinin dışına çıkmadan yaşamamız gerektiğini ortaya koyar.
Kısacası ahlaki eylemlerimizi, Tanrı’nın varlığını merkeze alarak gerçekleştirmeliyiz. Bu, ahlaki
eylemlerin Tanrı ile temel kazanması demektir. Böylece devletlerin mahkemelerinin ve polislerinin,
toplumun dışlamasının ve kınamasının hüküm sürmediği alanlarda da insanların ahlaki eylemleri
akılcı bir temele oturur. Kişi kendisine toplum ve devlet gibi yaptırım uygulayacak kurumların
yokluğunda ahlaki eylemleri için akılcı bir sebebe dayanır. Çünkü Tanrı, her şeyi her an görmekte
ve bilmektedir.

Ahlak, kişiler arası ilişkilerde olduğu gibi siyaset, ekonomi gibi kurum ve faaliyetlerde de
önemlidir. Akılcı bir temele dayanan ahlakın sonucu, tüm insanların mutluluklarını ve güvenlerini
arttırmalarıdır. İnancın akılcı gereğini yapmayan kişiler konumuzun dışındadır. Pek tabi ki Tanrı’ya
inandığını söyleyen kişilerde de insanlara zarar verme, hırsızlık, siyasi istismar ve fakirlerin
dertlerine karşı alakasızlık gibi ahlaki zaaflar gözükmektedir. Fakat bu ahlaki zaaflar, kişilerin
inandıkları fikirlerin akılcı gereğini yerine getirmemelerindendir. Kişilerin teorileri ve pratikleri
arasındaki uçurumdandır. İdeal bir ahlakın oluşması, sadece doğru inanca (teori) sahip olmakla
değil, aynı zamanda bunun hayattaki gereğinin (pratiğinin) gerçekleştirilmesiyle mümkündür.

Big Bang, maddeci fikirleri geçersiz kılarak ahlak alanındaki materyalist yaklaşımlara ve
nihilizme son verir. Tanrı’yı merkeze alarak ahlak oluşturulmasını ise gerekli kılar. Bu, Big
Bang’in, Tanrı merkezli akılcı bir ahlakı teoride gerekli kılması demektir. Fakat kişiler, teorileri ile
pratiklerini birleştirmedikleri müddetçe, Big Bang, ahlak alanında yeterli katkıyı yapamayacaktır.

Ayrıca Big Bang’in, bütün evrenin başlangıçta bir bileşim olduğunu, sonra evrenin sürekli
genişlediğini ortaya koyması da önemlidir. Çünkü bu evren tablosunda, her şeyin bir arada olduğu
başlangıç; tüm evrenin, bütün yıldızları, bitkileri, hayvanları, tüm ırktan insanlarıyla bir zamanlar
bir bileşim olduğunu söyler. Yani tüm farklı ırktan, cinsten insanlar ve doğanın tüm unsurları bir

124
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

zamanlar bir aradaydık. Bu bütünlük tablosu evreni, yani bir zamanlar bir bileşimde birlikte
olduğumuz tüm varlıkları, daha çok sevmemize sebep olabilir. Sürekli genişleyen evren ise insan
ruhunda bir dinamizm uyandırmaktadır. Varlığı sevmeye ve dinamizme dayalı duygular, insan
psikolojisi ve ahlak açısından verimli sonuçlar verecektir.

Her şeyden önemlisi evreni yaratan ve sınırsız bir kudreti olan Tanrı’nın varlığının
anlaşılması, nihilizmin yenilmesi için çok önemlidir. Böylece ölüm karşısında çaresiz olan insan,
kendi gücüyle baş edemeyeceği ölümden, kendisini ölümün mutlak sonundan kurtaracak Tanrı’nın
varlığını öğrenmekle gerçek bir ümide kavuşur. Tanrı’nın varlığını ispat eden diğer deliller gibi Big
Bang, bu felsefi sonucu açısından da çok önemlidir.

TEK TANRILI DİNLER, MUCİZE VE BIG BANG

Big Bang, tek Tanrılı dinlerin, gerçekten Tanrı’nın gönderdiği sistemler olduğunu iki
yönden delillendirmektedir. Birincisi, kitap boyunca görüldüğü gibi, evrenin başlangıcı ve sonu
olduğu gibi çok önemli iddiaları yalnız tek Tanrılı dinler savunmuşlar ve bu hususlarda kendilerinin
dışındaki herkese karşı koymuşlardır. Big Bang, binlerce yıldır yalnızca tek Tanrılı dinlerin
savunduğu bu iddiaları destekleyerek (beş maddede bu iddiaları özetledik) tek Tanrılı dinlerin
doğruluğunu delillendirmektedir. İkincisi, Big Bang, Tanrı’nın sıfatlarını temellendirerek, Tanrı’nın
din göndermesinin mantıklı olduğunu destekler. İnsanların cevabını merak ettiği “Nereden
geldim?”, “Nereye gidiyorum?”, “Ben nasıl var oldum?” gibi sorular insanın dine muhtaç olduğunu
gösterir. Hatta birçok ateist de insanın bir dine ihtiyaç hissettiğini, bu yüzden dinleri uydurduğunu
söyleyerek, insanların dine olan ihtiyacını kabul etmişlerdir. Ateistler, insanın tesadüfen var
olduğunu düşündükleri için, insanın dine olan bu ihtiyaçlarını da tesadüflere bağlarlar ve dinlerin
uydurulduğu sonucuna doğal olarak ulaşırlar. Oysa Tanrı’nın varlığını ve sıfatlarını ispatlayan
deliller, insanın dine olan ihtiyacının da Tanrı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Bu ise
Tanrı’nın bir din göndereceğinin delilidir. Çünkü insanı dine muhtaç eden Tanrı’dır. Bunu şöyle
gösterebiliriz:

1- Big Bang evrenin yoktan yaratıldığını ve bilinçli bir şekilde tasarlandığını


göstermektedir.

125
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

2- O zaman, evrenin bir parçası olan insan da bilinçli bir şekilde yaratılmış demektir.

3- Bu ise, insandaki, dine duyulan ihtiyacın Tanrı tarafından bilinçli bir şekilde
yaratıldığını gösterir.

4- Tanrı’nın insanı dine muhtaç yaratması, Tanrı’nın bir din göndermesinin mantıklı
olduğunun delilidir.

Kısacası Big Bang, hem tek Tanrılı dinlerin iddialarını destekleyerek bu dinlerin
doğruluğunu onaylar, hem de Tanrı’nın sıfatlarını temellendirerek insanı dine muhtaç yaratan
Tanrı’nın, din göndermesinin mantıklı olduğunu gösterir.

İncelediğimiz örneklerde gördüğümüz gibi tek Tanrılı üç dinin üzerinde birleştiği Tanrı’nın
varlığı ve kudretinin büyüklüğü, evrenin başlangıcı olması, evrenin belli aşamalarla yaratılması,
evrenin bir gün sonunun gelecek olması gibi hususlar Big Bang ile destek kazanmıştır. Bu ise
özellikle bu üç dinin üzerinde birleştiği hususların güvenilirliği için bir göstergedir. Bu üç dinin
üzerinde birleşmediği hususlar ise ayrıca ele alınmalıdır. Tarihsel süreçte insanlar tarafından birçok
mezhepler oluşturulmuş ve bu mezheplerde insani olan ile Tanrısal olan birbirine karışmıştır. Bu
dinlerde Tanrısal olan ile insani olanın nasıl ayırt edilmesi gerektiği de çok önemlidir, ama bu
kitabın konusu değildir. Bunun gerçekleştirilmesinin bu üç dinin mensupları açısından da çok
önemli olduğu ortadadır.

Esas konumuza geri dönersek, Big Bang teorisi açısından bu üç dinin de kendine has
özellikleri vardır. Musevilik bu üç büyük dinin ilki olması açısından bunlar arasında Tanrı’nın
varlığını ve evrenin yaratılmış olduğunu ilk ortaya koyandır.

Hristiyanlık ise, Big Bang’in anlaşıldığı ve geliştirildiği bilimsel ortamın Hristiyan kültürü
içinde yer alması açısından önemlidir. Big Bang’i ilk ortaya koyan kişi olan Lemaitre, hem papaz,
hem de astronomdu. Bu teoriye büyük katkıları olan Hubble, Gamow, Penzias ve Wilson gibi
kişiler Hristiyan kültürün birer parçasıdırlar.

İslamiyet ise kutsal kitabı Kuran açısından istisnai bir yere sahiptir. Kuran, evrenin
yaratıldığını en detaylı şekilde, en çok ayetle ortaya koyan kitaptır. Üstelik Kuran, evrenin nasıl

126
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yaratıldığının ötesinde Big Bang’e de işaret eder. Kuran, Big Bang bilimsel olarak ortaya konmadan
önce, Big Bang’i böylesine tarif eden Dünya’daki tek kitaptır.

İnkar edenler, evren(gökler) ve dünya(yer) birbirleriyle bitişikken onları ayırdığımızı ve her


canlıyı sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı?
Kuran 21-Enbiya Suresi-30

Ve evreni(göğü) kuvvetimizle kurduk. Muhakkak ki onu genişletmekteyiz.


Kuran 51-Zariyat Suresi-47

Kuran, görüldüğü gibi evrendeki her şeyin en başta bir bütün olduğu ve evrenin her an
genişlemekte olduğu gibi Big Bang’in en temel özelliklerini açıklamıştır. Ayrıca Kuran’da evrenin
bir gaz aşaması geçirdiği de söylenir (Kuran 41-Fussilet Suresi-11). Bu da evrenin bir dönemde
sadece hidrojen ve helyum gibi gazlardan oluşan bir gaz bulutu olması ile tamamen uyumludur.

Kuran’ın bu izahları aynı zamanda bir “mucizenin” nasıl gerçekleştiğinin de göstergesidir.


Bilimsel gelişmelerin, bilimsel alt yapının, teleskop gibi gözlem aletlerinin olmadığı bir dönemde,
Kuran’ın, Big Bang’i böylesine tarif etmesi, o dönemdeki her bir insanın da tüm insanlığın da
gücünü aşar. Bu ise “mucize” ile ifade edilendir. Demek ki mucizenin olamayacağını söyleyen
felsefeciler yanılmışlardır. Böylece Big Bang, bilimsel olarak ortaya konmadan 1300 yıl önce, tek
Tanrılı bir dinin kutsal kitabında en temel özellikleriyle açıklandığı için “mucizelerin” varlığının da
bir delilidir.

127
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

10. BÖLÜM

TASARIM DELİLİ

DÜZEN VE GAYE DELİLİ, TELEOLOJİK DELİL, İNAYET

DELİLİ

İçinde yaşadığımız muhteşem evren, galaksilerinden gezegenlerine, atmosferinden

rüzgarlarına, çiçeklerinden balıklarına, kuşlarından böceklerine kadar çok ilginç bir ortamdır.

Evrendeki tüm bu varlıklardan ve oluşumlardan hareketle, bunları yaratan bilinçli bir Yaratıcı’yı

delillendirmek çok eskiden beri kullanılan bir yöntemdir. Materyalist ateizmin yükselişiyle, bu

delilin geçersiz olduğu, evrenin tesadüflerin neticesinde meydana geldiği görüşü oldukça taraftar

bulmuş ve bu delil eski popülerliğini kaybetmiştir. Fakat özellikle son kırk-elli yılın bilimsel

gelişmeleri, bu delilin bilimin en son verileriyle yeniden canlanmasına sebep olmuştur.

128
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Eskiden, saat ve saati yapan usta arasındaki ilişkiyle, evren ve onun Yaratıcı’sı arasında

benzerlik kurma oldukça yaygın bir anlatım şekliydi. Son dönemdeki gelişmeler ile bahsettiğimiz

analojiye benzer anlatımlar yerine, özellikle olasılık hesabına dayalı matematiksel anlatım

yöntemleri yaygınlık kazanmıştır. Bu yaklaşım ve yeni elde edilen veriler, tarih boyunca savunulan

“tasarım delili”nin daha da zenginleşmesine yol açmıştır. “Tasarım delili” ile kastettiğim delil

aslında, tarih boyunca savunulan düzen ve gaye deliliyle, inayet deliliyle, teleolojik delil ile aynıdır.

Bu delilin değişik adlarla incelenmesi; kimi zaman evrendeki düzenin, kimi zaman gayenin, kimi

zaman evrenin insan ve diğer canlılara uygun bir tarzda düzenlediğinin ön plana çıkartılması bir şey

değiştirmez. Çünkü tüm bu yaklaşımlardan, evrenin bilinçli bir Güç tarafından tasarımlandığı,

evrendeki tasarımın üstün bir Kudret tarafından gerçekleştirildiği ve evrenin tesadüflerin eseri

olmadığı anlaşılır. Evrendeki farklı aşamaların canlıların oluşacağı şekilde yaratılması, bir gayeye

uygun yaratılışı(teleolojiyi); yıldızların, atom-altı parçacıkların, Dünya’mızın ve canlı bedenlerinin

mükemmel işleyişi düzeni; evrendeki tüm oluşumların canlı hayatın oluşacağı ve süreceği şekilde

gerçekleşmiş ve gerçekleşiyor olması ise inayeti gösterir. Bu yüzden kitabın bu bölümünün

başlığını; dileyen düzen delili, dileyen gaye delili, dileyen inayet delili, dileyen de Batı’da yaygın

olarak kullanılan deyimiyle teleolojik delil olarak görebilir.

TANRI EVRENİN NERESİNDE

Big Bang teorisi, evrenin çok yoğun ve çok sıcak bir tekillikten meydana geldiğini, evrenin

sürekli genişlediğini ve bu genişlemedeki farklı aşamalarda atom-altı dünyadan birinci, ikinci ve

üçüncü dönem yıldızlara kadar tüm oluşumların gerçekleştiğini göstermiştir. Evrenin birbirinden

farklı tüm aşamalarında çok kritik değerler seçilmiştir. Evrenin varlığı da, galaksilerin varlığı da,

canlıların varlığı da, insanların varlığı da bu kritik değerlere bağlıdır. İlerleyen sayfalarda

okuyacağınız listede göreceğiniz tüm kritik değerler, evrenin tüm aşamalarının bilinçli bir şekilde

129
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yaratıldığını göstermektedir. Görülüyor ki “Tanrı evrenin neresinde?” sorusunun cevabı “Tanrı

evrenin her aşamasında mevcuttur” şeklindedir. Evrenin her aşaması özel olarak tasarlanmıştır ve

bu da Tanrı’nın, evrenin her aşamasında aktif olduğunu göstermektedir.

ZAMANIN İZAFİLİĞİ VE TANRI’NIN MÜDAHALESİ

Tanrı’yı, bir saati yapıp, onu kendi haline bırakan bir ustaya benzetmek yanlış olur. Saat bir

kez yapıldıktan sonra hep aynı hareketi tekrarlar. Oysa Big Bang göstermiştir ki evrenin birbirine

denk tek bir anı yoktur, evren sürekli genişleyerek değişmektedir ve evrenin her aşaması birbirinden

farklıdır. Birbirlerinden farklı tüm aşamalar ise bilinçli bir şekilde düzenlenmiştir. Bu, Tanrı’nın

evreni yaratıp bırakmadığını, evrenin her aşamasına hakim olduğunu ve her aşamasından haberdar

olduğunu gösterir.

Bazıları Leibniz gibi, Tanrı’nın evrenin her aşamasını baştan düzenlediğini (buna baştan her

aşamaya müdahale ettiğini de diyebiliriz) söylemişlerdir. Bazıları ise Malebranche gibi, Tanrı’nın

her an evrene ve insanların tüm fiillerine müdahale ettiğini vurgulamışlardır. Bu anlatımların

birincisinden Tanrı’nın evrenin her aşamasına müdahale etmediğini, ikincisinden ise Tanrı’nın

evrenin bütün aşamalarını baştan bilmeyip her aşamaya sonradan(baştan değil de, aşama anında)

müdahale ettiğini düşünerek yanlış anlayanlar olabilir. Leibniz, Tanrı’nın baştan her aşamayı

bildiğini bu yüzden baştan tüm müdahaleleri gerçekleştirdiğini savunmuştur. Malebranche ise

Tanrı’nın bilgisinde eksik bir şeyler olduğunu değil, Tanrı’nın müdahalesinin her an gerçekleştiğini

anlatmak istemiştir.

130
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

İzafiyet teorisi bu sorunun çözümünü daha iyi anlamamızı sağlamıştır. İzafiyet teorisine

göre zaman izafidir, mutlak bir kavram değildir. Buna göre evrenin başlangıcı ile evrenin herhangi

bir aşamasındaki milyarlarca sene arasındaki fark önemsizdir. Örneğin Dünya’mızın yaratılışını

sağlayacak şekilde Tanrı’nın Big Bang’i baştan ayarladığını söylemekle, Big Bang’den on milyar

yıl sonra Tanrı’nın müdahale ederek Dünya’yı yarattığını söylemek arasında ciddi bir fark

kalmamıştır. İzafiyet teorisi bambaşka bir boyutta on milyar yılın önemsiz olabileceğini

göstermiştir, aradaki milyarlarca yıl önemsizleştiğinde ise ortada sorun kalmamaktadır.

NEDENSELLİK AKLIN GARANTİSİDİR

Önemli olan evrenin bilinçli bir şekilde tasarımlandığını gösterebilmektir. Bu, Tanrı’nın

evrene müdahalesinin, hakimiyetinin ve her şeyden haberdar oluşunun delilidir. Astronomideki,

kimyadaki, biyolojideki sayısız delil bunu desteklemektedir. Bütün bilimler olayları neden-sonuç

çerçevesinde açıklamaktadırlar; bilimin varlığı neden-sonuç ilişkilerine bağlıdır. Aklımızın olaylar

hakkında düşünmesi de neden-sonuç ilişkilerine bağlıdır. Örneğin okuyucuların bu kitabı okuması

için bu kitabın yazılması ve matbaanın bu kitabı basması gerekmektedir. Kitabın yazılması ve

matbaada basılması okunması için nedendir. Hiçbir zaman önce sonuç, sonra neden gerçekleşmez;

Bir kitabı yazarı yazmadan okuyucusu okuyamaz.

Bunları şunun için anlatıyorum. Bazıları bilimin kanunlarıyla (neden-sonuç ilişkileriyle)

evrenin açıklandığını söyledikten sonra, “Madem bilim her şeyi açıklıyor, Tanrı bunun neresinde?”

diye sormuşlardır. Oysa bilim ve nedensellik evrenin yaratılmadığını değil, evrenin işleyiş

mekanizmalarını açıklar. Bunlar ise Tanrı’nın varlığının karşıtı değildir. Bilakis evrenin işleyiş

mekanizmaları ne kadar iyi açıklanırsa, evrenin düzeni o kadar iyi açıklanmakta, bu da Tanrı’nın

evreni yarattığına dair deliller sunmaktadır. Mekanizm ve bilim kanunları gayeselliğin zıttı değil,

anlaşılmasının aracıdır. Mekanizm ve gayesellik bazılarının gösterdiğinin aksine iç içe geçmişlerdir.

131
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

İbni Rüşd’ün dikkat çektiği gibi, evrendeki nedenselliğe bağlı mekanizm, Tanrı’nın varlığını

temellendirmemizi sağlar. “Neden nedensellik var?” diye soran birine, “Nedenselliğin olması

sayesinde neler olduğunu incele, cevabı bulursun.” diye yanıt verebiliriz.

Evrenin nedensellik kanunları çerçevesinde işlemesi ve insan zihninin bu işleyişi

anlayabilmesi, evrendeki tasarım delillerinin en ilginçlerinden biridir. Evrende hiçbir düzen

olmayabilirdi veya evrendeki düzen o kadar karışık olabilirdi ki insan zihni, evreni karışık bir rüya

gibi anlayamadan seyrederdi. Öyleyse zihnin doğuştan nedensellik kategorisine ve evreni anlama

yeteneğine sahip olmasıyla dış dünyanın anlaşılır oluşu da bir tasarım delilidir. Evrenin ve insan

zihninin birbirine göre ayarlanmış olması bir tasarım harikasıdır (Bu konu 8. bölümde de

işlenmiştir). Dış dünyanın anlaşılması için gerekli şartlar dört maddede kısaca özetlenebilir:

1- İnsan zihninde doğuştan anlama yeteneği ve bilinç var olmalıdır. Bunun için

doğuştan zaman, uzay, nedensellik gibi kategorilerin zihinde var olması lazımdır.

2- İnsanın anlama yeteneği ve hafızası gibi özellikleri evreni anlayabilecek

kapasitede olmalıdır. Örneğin birkaç olaydan fazla olayı hafızasına

kaydedemeyen yetersiz hafızalı bir insan evreni anlayamaz.

3- Evrenin belli kanunlara (nedenselliğe) göre hareket etmesi gerekmektedir.

4- Evrendeki kanunlar çok karışık olmamalıdır. Evrendeki en basit bir olay yüz

binlerce denklem ile belirtilebilecek kanunlara göre gerçekleşseydi, yine

anlaşılmaz olurdu. Dış dünyanın anlaşılır olabilmesi için hem evrensel kanunlar

var olmalıdır, hem de bu kanunlar anlaşılabilir şekilde düzenlenmiş olmalıdır.

Bilimsel çaba, Tanrı’dan uzaklaşmanın değil, Tanrı’ya yakınlaşmanın aracıdır. Sorun

bilimsel yaklaşımda değil, bilimi tanrılaştırmaya kalkmaktadır. Big Bang, evrenin ve tüm

kanunların bir başlangıcı olduğunu göstererek, evren gibi bilimsel kanunların da mutlak olmadığını

göstermiştir. Böylece evrendeki kanunların, evreni meydana getiren Güç’e bağımlılığını, evrenin

132
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

işletilen, muhafaza edilen, bağımlı kanunlara (nedenselliğe) sahip olduğunu anlarız. “Tasarım

delili” ise yaratılmış bu kanunlar (yaratılan nedensellik) çerçevesinde, evrenin kudretli, bilinçli, her

şeyden haberdar bir Yaratıcı tarafından meydana geldiğini göstermektedir.

TASARIMA 40 ÖRNEK

Evrendeki tasarıma dair birçok veri o kadar yenidir ki geniş kitlelerin bunlardan haberi

yoktur. Bu verilerin adedi ise inanılmaz boyuttadır. Bu verilerin sadece 40 tanesini örnek olarak

vereceğim. Hiç şüphesiz biyoloji bu konuda en çok örneğin verilebileceği alandır. Ancak bu

örnekleri ve bu konunun biyoloji ile ilgili boyutunu bundan sonraki çalışmama bırakarak, listede

biyoloji ile ilgili örnek vermiyorum. Listede vereceğim örnekler Dünya’mızdaki canlılığın

oluşabilmesi için olmazsa olmaz şartlardır.

1) Evreni meydana getiren patlama biraz daha şiddetli olsaydı, evrendeki tüm madde dağılırdı;

eğer patlama biraz daha yavaş olsaydı, bütün madde hemen kapanacaktı. Her iki durumda da

ne galaksiler, ne yıldızlar, ne dünyamız, ne de canlılar oluşurdu. Patlamanın galaksileri,

yıldızları, Dünya’mızı ve canlıları oluşturacak şekilde olmasının olasılığı havaya atılan bir

kurşun kalemin sivri ucu üstünde durması kadar bile değildir.

2) Big Bang’in patlama anında eğer daha fazla madde olsaydı evren hemen kapanacaktı. Eğer

patlama anında madde daha az olsaydı patlama galaksileri oluşturmadan maddeyi

dağıtabilirdi. Görülüyor ki Big Bang, hem şiddeti, hem madde oranı, hem de bunların

birbirine göre düzenlenmesiyle bilinçli bir tasarımın ürünüdür.

133
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

3) Big Bang’in başlangıcının çok yüksek sıcaklıkta olması sayesinde atom-altı dünyadaki

oluşumlar gerçekleşmiştir. Böylece de galaksilerden canlılara kadar olan süreç mümkün

olmuştur.

4) Evrenin başlangıçtaki homojen yapısı da galaksilerin oluşmasının bir şartıdır. Başlangıç

homojenliğindeki ufak bir azalma galaksilerin oluşmasına izin vermeyecek ve tüm

maddenin karadeliklere dönüşmesi sonucunu doğuracaktı. O zaman da biz var

olamayacaktık.

5) Evrende entropi sürekli artmaktadır. Bu ise evrendeki başlangıç anında çok düşük entropili

bir başlangıcın olması gerektiği anlamını taşır. Bu olasılığın gerçekleşmesi imkansızdır.


123
Roger Penrose düşük entropili bu başlangıcın gerçekleşme ihtimalini 1010 ’ te 1 olarak

hesaplamıştır.

6) Big Bang’den sonra açığa çıkan protonlar ve anti-protonlar birbirini yok eder. Canlılığın

oluşabilmesi için proton sayısının, anti-protonlardan çok olması gerekiyordu ve öyle

olmuştur.

7) Aynı şekilde nötronlar ve anti-nötronlar birbirini yok eder. Canlılığın oluşabilmesi için

nötron sayısı, anti-nötronlardan çok olmalıydı ve öyle olmuştur.

8) Elektronlar ve pozitronlar da birbirini yok eder. Canlılığın oluşabilmesi için elektron sayısı,

pozitronlardan çok olmalıydı ve öyle olmuştur.

9) Kuarklar ve karşı kuarklar da birbirini yok eder. Oysa yaşamın varlığı kuarkların daha fazla

olmasına bağlıdır ve kuarklar karşı kuarklardan daha çok olmuşlardır.

134
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

10) Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kendi anti-

maddelerinden daha fazla olmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre belirlenmiş oranlarda

yaratılmış olmaları da gerekmektedir. Bu da canlılığın bir şartıdır.

11) Evrende canlılığın oluşabilmesi için proton, nötron ve elektronların kütleleri de mevcut

şekilde olmalıdır. Bu parçacıkların mevcut kütleleri farklı olsaydı yaşam için gerekli atomlar

oluşamayacaktı.

12) Protonlar ve elektronlar çok farklı kütlelerine karşın elektrik yükleriyle birbirlerini

dengelerler. Eğer bu denge sağlanmasaydı da canlılık için gerekli atomlar oluşamayacaktı.

Elektronun elektrik yükü biraz farklı olsaydı yıldızlar oluşamazdı.

13) Eğer evrendeki nötrino miktarı daha az olsaydı galaksiler oluşamayacaktı. Eğer nötrino

miktarı daha fazla olsaydı galaksiler çok yoğun olacaktı. Her iki durum da canlılığın

oluşmasını engellerdi.

14) Güçlü nükleer kuvvet çekirdekteki proton ve nötronları bir arada tutar. Bu kuvvet biraz daha

zayıf olsaydı, hidrojen dışında hiçbir atom, dolayısıyla canlılık oluşamazdı.

15) Zayıf nükleer kuvvet biraz daha güçlü olsaydı, Big Bang’te çok fazla hidrojen helyuma

dönüşürdü. Eğer bu kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, yıldızlardaki ağır elementlerin oluşumu

olumsuz etkilenecekti ve canlılık oluşamayacaktı.

16) Elektromanyetik kuvvet daha şiddetli olsaydı kimyasal bağların oluşumunda sorun çıkardı.

Eğer daha zayıf olsaydı kimyasal bağların oluşumu sorunlu olurdu ve canlılık için mutlak

gerekli olan karbon ve oksijen atomları yetersiz kalırdı.

135
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

17) Çekim gücü daha kuvvetli olsaydı, tüm yıldızlar bu kuvvetin gücüne direnemeden

karadeliklere dönüşürdü. Eğer daha zayıf olsaydı, ağır elementleri oluşturacak yıldızlar

oluşamayacaktı. Her iki durumda da canlılık oluşamazdı.

18) Zayıf nükleer kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet ve yerçekimi kuvveti

belli kritik değerler gözetilerek yaratılmaları gerektiği gibi, birbirlerine göre uygun

oranlarda da yaratılmaları gerekmektedir. Bu hem galaksilerin ve yıldızların, hem de tüm

canlıların var olabilmesi için gerekli çok hassas bir dengedir.

19) Canlılığın oluşabilmesi için yıldızlar arası mesafe belli bir büyüklükte olmalıdır. Eğer

yıldızlar birbirlerine daha yakın olsaydı çekim gücünün fazlalığı gezegenlerin yörüngelerini

bozacaktı. Eğer yıldızlar birbirlerine daha uzak olsaydı süpernovalar tarafından evrene

saçılan ağır atomlar çok geniş bir alana yayılacaktı ve yaşam için gerekli atomlar yeterli

düzeyde olamayacaktı.

20) Hayat için gerekli atomlardan en önemli ikisi karbon ve oksijendir. Bu atomlardan karbonun

oksijen atomunun enerji seviyesine olan oranı daha yüksek olsaydı canlılık için gerekli

oksijen yetersiz olurdu. Eğer mevcut oran daha düşük olsaydı canlılık için gerekli karbon

yetersiz olurdu.

21) Hayat için büyük önemi olan karbon ve oksijen atomları birbirlerinin enerji seviyelerine

bağlı oldukları gibi, helyum atomunun enerji seviyesine de bağlıdırlar. Helyumun enerji

seviyesi yüksek olsaydı yaşam için gerekli karbon ve oksijen miktarı yetersiz olurdu, eğer

helyumun enerji seviyesi düşük olsaydı yine yaşam için gerekli karbon ve oksijen miktarı

yetersiz olacaktı.

136
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

22) Süpernova patlamalarının uzaklığı,yakınlığı ve sıklık derecesi de canlılık için çok önemlidir.

Örneğin bu patlamalar çok yakın olsaydı oluşacak radyasyon canlılığı yok edebilirdi. Eğer

bu patlamalar çok uzak olsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar yeterli seviyede

olmayacaktı.

23) Dünya’mızda canlılığın oluşabilmesi için galaksimizin belli oranda maddeye sahip olması

gerekmektedir. Eğer madde oranı fazla olsaydı Güneş’in yörüngesi değişirdi. Eğer daha az

madde olsaydı, Güneş’imiz gibi yeterli zaman yaşayacak bir yıldızın var olması mümkün

olmayacaktı. Ayrıca galaksimizin büyüklüğü, şekli ve başka galaksilere uzaklığı da

canlılığın oluşması için çok önemlidir.

24) Jüpiter gezegeninin büyüklüğü ve mesafesi de Dünya’mızdaki canlılığı mümkün kılan

koşullardan biridir. Eğer Jüpiter şu andaki yerinde ve büyüklüğünde olmasaydı, Dünya’mız

meteor yağmurlarına karşı bu kadar güvenli olmazdı. Ayrıca mevcut yörüngemiz de

değişirdi. Bu iki durum da canlılık için ayarlanmış çok özel koşulları bozardı.

25) Dünya’mız, Güneş’e daha uzak olsaydı, yaşama olanak tanımayan bir soğuk ve buzullarla

karşı karşıya kalırdık. Eğer Güneş’e daha yakın olsaydık yeryüzündeki su buharlaşır ve

yaşam mümkün olmazdı.

26) Dünya’mızın çekimi daha fazla olsaydı, amonyak ve metan oranının artması gibi durumlar

yeryüzünün canlılığa elverişli bir ortam olmasını engellerdi. Eğer Dünya’mızın çekimi daha

az olsaydı atmosfer çok su kaybeder ve canlılık için elverişli ortam kalmazdı.

27) Dünya’mızın çevresindeki manyetik alan da çok özel olarak ayarlanmıştır. Eğer bu manyetik

alan daha güçlü olsaydı, Güneş’ten gelen canlılık için yararlı ışınları da engelleyebilirdi.

137
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Eğer bu manyetik alan daha zayıf olsaydı, Güneş’ten gelen zararlı ışınlar yaşamın

oluşmasına olanak tanımazdı.

28) Yeryüzünden yansıtılan ışık ile yeryüzüne çarpan ışık da belli bir oranda olmalıdır. Eğer bu

oran daha büyük olsaydı yeryüzü buzullarla kaplanırdı. Eğer bu oran daha küçük olsaydı

sera etkisiyle aşırı ısınan yeryüzü yaşama elverişli olmazdı.

29) Yaşam için yer kabuğunun kalınlığı da önemlidir. Yer kabuğu daha kalın olsaydı,

atmosferden yer kabuğuna oksijen transferiyle oksijen dengesi bozulurdu. Yer kabuğu daha

ince olsaydı yer kabuğunun her yerinden sürekli volkanlar fışkırırdı. Bu ise hem iklimi

değiştirir, hem de canlılığı yok ederdi.

30) Atmosferdeki oksijen miktarı da yaşam için kritik bir değerde yaratılmıştır. Bu değer eğer

yüksek olsaydı, yeryüzünde sürekli yangınlar çıkardı. Bu değer eğer alçak olsaydı solunum

yapmak imkansız olurdu.

31) Atmosferdeki karbondioksit oranı da yaşamı mümkün kılacak bir değerde yaratılmıştır.

Karbondioksit daha fazla olsaydı sera etkisi oluşacaktı. Eğer daha az olsaydı bitkilerin

fotosentez yapması mümkün olmayacaktı.

32) Dünya’mızdaki ozon miktarı da çok kritik bir değerde yaratılmıştır. Eğer bu değer daha

yüksek olsaydı yüzey sıcaklığı çok düşerdi. Eğer bu değer daha düşük olsaydı hem yüzey

sıcaklığı çok yükselirdi, hem de yaşamı yok edecek şekilde ultraviyole artardı.

33) Yaşam için atmosfer basıncının da belli bir değerde olması gerekmektedir. Eğer atmosfer

basıncı daha düşük olsaydı, buharlaşan su miktarı artacak ve bu sera etkisi oluşturacaktı,

atmosferdeki su buharı azalacak ve dünya çölleşecekti.

138
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

34) Atmosferdeki havanın solunabilmesi için havanın belli bir basınçta, akışkanlıkta ve

yoğunlukta olması lazımdır. Atmosferin yoğunluğunda ve akışkanlığındaki ufak bir

değişiklik nefes almamızın imkansız olmasına sebep olabilirdi.

35) Canlılık için olmazsa olmaz şart olan karbon atomunun, yıldızların içindeki oluşumu çok

kritik değerler altında meydana gelmektedir. Bunun için iki helyum atomu birleşip

0.000000000000001 saniye gibi kısa bir süre berilyum atomuna dönüşürler ve üçüncü bir

helyumun eklenmesiyle karbon atomu oluşur. Bahsedilen atomların enerji seviyelerindeki

ufak bir farklılık karbon atomunun ve canlılığın ortaya çıkışını imkansızlaştırırdı.

36) Tüm canlılar karbon atomunun diğer elementlerle bileşikler yapması sayesinde var

olmuşlardır. Karbon, yaşam için gerekli olan bileşikleri ancak dar bir sıcaklık aralığında

gerçekleştirebilir. Bu sıcaklık aralığı ise Dünya’nın sıcaklığıyla tam uyumludur. Oysa

evrende yıldızların içindeki milyarlarca derece sıcaktan mutlak sıfır olan -273 dereceye

kadar geniş bir aralık mevcuttur.

37) Karbon atomunun oluşturduğu kovalent bağlar gibi zayıf bağlar da ancak belli bir sıcaklık

aralığında gerçekleşebilirler. Bu sıcaklık aralığı ise Dünya’da var olan sıcaklık aralığı ile

tam uyumludur. Zayıf bağlar gerçekleşmese hiçbir canlı var olamazdı.

38) Yaşam için bütün şartları yerine getiren Dünya’mızın, yaratılma zamanı da yaşama tam

uygun olarak seçilmiştir. Dünya eğer daha önce yaratılsaydı canlılık için gerekli ağır atomlar

(karbon, oksijen gibi) yeterli miktarda bulunmayacaktı. Eğer Dünya’mızın yaratılışı daha

sonraya kalsaydı, Güneş sistemimizi oluşturacak yoğunlukta ham madde kalmamış olacaktı.

139
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

39) Canlılığın mümkün olabilmesinin şartlarından biri de suyun belirli bir yüzey gerilimine

sahip olmasıdır. Bitkilerin suyu topraktan emmeleri ve en üst noktalarına kadar

iletebilmeleri bu gerilimin tasarlanmış olması sayesindedir. Bu gerilim daha farklı olsaydı ne

bitkilerden, ne de diğer canlılardan söz edebilirdik.

40) Suyun reaksiyon kabiliyeti de canlılığın diğer şartlarından biridir. Su ne bazı asitler gibi

parçalayıcı özellikler gösterir, ne de argon gibi hiçbir reaksiyona girmeden durur. Suyun

akışkanlık değeri, suyun katı halinin sıvı halinden daha hafif olması da yeryüzündeki

canlılığa büyük katkıda bulunur.

OLASILIK MANTIĞI

İncelediğimiz 40 örnek, evrenin ve Dünya’mızın içindeki oluşumların, yaşamı mümkün

kılacak şekilde düzenlendiğini göstermektedir. Tüm bu düzenlemelerin tesadüfen, bilinçsizce,

rastgele oluştuğunu söylemek mantıklı değildir. Evrenin bilinçli bir şekilde düzenlendiğini inkar

etmenin kökeni mantıksal değil, daha ziyade psikolojiktir. Astronomi, fizik, kimya gibi bilimlerin

verileri; evrenin çok kritik değerler gözetilerek, yaşama tam uygun olarak hazırlandığını ortaya

koymaktadır. Eğer biyoloji alanına geçilirse bu deliller çok daha artmakta, her canlıdan, evrenin

bilinçli olarak düzenlendiğine dair kanıtlar sağlanmaktadır.

Evrenin yaratılışında çok kritik değerlerin gözetildiğini olasılık mantığı ile gösterebiliriz. Bu

epistemolojide (bilgi teorisinde), olasılığın merkeze konduğu, matematiksel bir yaklaşımdır.

Evrenin yaşama uygun bir şekilde düzenlendiğine dair birçok delilden 40 tanesini seçtim, bu

delillerden ilginç bulduğum iki tanesini inceleyerek olasılık mantığının nasıl kullanıldığını

göstermeye çalışacağım.

140
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

BAŞLANGIÇ ENTROPİSİ VE OLASILIK

Örnek vereceğim ilk delili ilk olarak ünlü matematikçi Roger Penrose açıklamıştır. Önceden

termodinamiğin ikinci kanununa göre evrendeki entropinin sürekli arttığını ve bunun geriye

çevrilemez olduğunu gördük. Entropi, sürekli düzensizliğin artmasının, matematiksel, nesnel bir

ölçütüdür. Penrose’un dediği gibi yüksek entropi durumları doğal durumlardır, fakat düşük entropi

durumları düzeni ifade ederler ve açıklama gerektirirler. Evrenin galaksileriyle, gezegenleriyle ve

canlılarıyla varlığı, evrenin düşük entropili bir durumda başlamış olması sayesindedir. İşte evrenin

bu başlangıcı bir açıklama gerektirmektedir.

Evrenin başlangıcının çok ufak bir noktada olması da düşük entropinin açıklaması olamaz.

Karadelikler hakkındaki matematiksel kuramlar konusunda en iyi olarak kabul edilen Penrose, ne

karadelikler gibi ufak noktaların, ne de evren eğer bir gün Büyük Çöküş’ü (Big Crunch) yaşarsa

evrenin sonundaki bu bileşimin, yüksek entropi durumundan kurtulamayacaklarını göstermiştir.

Anlaşılmaktadır ki evrenin başlangıcındaki düşük entropi durumunun, evrenin başlangıcının çok

ufak bir nokta olmasıyla ilgisi yoktur.

Demek ki evrenin başlangıcındaki düşük entropi, evrenin hacminin çok küçük olması

dışında bir açıklamayı gerektirir. Evrenin hacmi küçülse de büyüse de termodinamik ok tek yönlü

olarak ilerler. Ben bunu, insanların yaşlanınca boylarının kısalmaya başlamasına benzetiyorum,

fakat bu durum insanların gençleştiği anlamını taşımaz. Aynen evrenin de hacmi küçülse bile

entropisi düşmez. Entropi zaman gibidir: Tek yönlü, acımasız ve kesin.

Penrose, evrendeki baryon (proton, nötron) sayısı olan 1080’ i, buna karşılık gelen foton

sayısı ve karadelikleri de hesaba katarak, evrenin başlangıç entropisinin bilinçli bir şekilde

düzenlendiğini ortaya koymaktadır. Penrose’un bulduğu sayı inanılmazdır. Penrose bu sayıyı şöyle

açıklar: “Yaratan’ın ne kadar isabetle hedefini belirlediği görülüyor, yani doğruluk oranı şöyledir:

141
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

123
1010 ’de 1.” (Bu işlemi yapmak için önce 10123’ ü hesaplamak, sonra 123 sıfırlı bu sayıyı 10’un

üzerine yazmak gerekir. Daha sonra 10’u bu sayı kadar kendisiyle çarpmak gerekir. Bu sayının

yazılması bile mümkün değildir.)

Bu sayı gerçekten de inanılmazdır. Eğer bu sayı 10’un üzeri 10123 olarak değil de, klasik

şekilde yazsaydık (üstsüz bir sayı olarak), sadece bu sayıyı yazmaya bile bütün insanların ömrü çok

kısa gelirdi. Eğer evrendeki tüm proton, nötron, hatta fotonları kullansaydık ve her bir proton,

nötron ve fotonun üzerine bir trilyon sayı yazsaydık, bu sayıyı yine yazamayacaktık. Bundan

gerçekten de Yaratıcı’nın, her şeyi nasıl bilinçli bir şekilde yarattığı çok açık görülmektedir.

Evrende var olan sıradan bir düzen değil, olağanüstü bir düzendir.

PROTEİNLER VE OLASILIK

Kitabın buraya kadarki kısmında biyolojiden hiçbir örnek vermedim. Biyoloji ve evrim

teorisi bağlamında “tasarım delili”ni bundan sonraki kitabımda ele almayı düşünüyorum. Kitabın

bu bölümünde kısa bir istisna yaparak biyoloji alanından da tasarım delili ve olasılık hesaplarıyla

ilgili bir örnek vermek istiyorum.

Biyoloji alanı belki de tasarım delili ile ilgili en çok delilin sunulabileceği alandır.

Yüzbinlerce bitki çeşidinden sayısız böcek türlerine, balıklara, kuşlara, birbirlerinden çok farklı

hayvan çeşitlerine ve insana kadar her tür birbirinden farklı çok ilginç özelliklere sahiptir. Makro

seviyede bu özelliklerin bir çoğunu gözlemleyebiliriz. Mikro seviyeye inilince komplekslik daha da

artmaktadır. Bunu göstermek için canlı organizmaların mikro bir parçası olan proteinleri

inceleyebiliriz. Her canlı proteinlerden oluşur, proteinsiz bir canlı düşünülemez. En basit

bakterilerde bile binlerce protein vardır. Biz tek bir proteini alıp, bu proteinin tesadüfen oluşmasının

142
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

olasılığını incelersek, canlılardaki mikro dünyanın sırf bu unsurunun bile bilinçli tasarımı

ispatlamaya yeterli olduğunu görürüz.

Örnek olarak vücudumuzdaki proteinlerin en fazla bilinenlerinden biri olan hemoglobini ele

alalım. Bilindiği gibi hemoglobin kan hücrelerinde oksijen taşıma vazifesini görür. Bir insanda 60

octillion (60.000.000.000.000.000.000) civarında hemoglobin proteini bulunur. Hemoglobin 574

tane amino asidin arka arkaya gelmesi sonucunda oluşur. İnsan vücudunda 20 tane farklı amino asit

kullanılır. Bu amino asitlerin herbiri tam doğru yerde olmalıdır. Örneğin orak hücre kansızlığı

denen öldürücü hastalık, hemoglobin proteininin sadece tek bir amino asidinin doğru yerde

olmamasından kaynaklanmaktadır. Bir hemoglobin proteinin sırf amino asitlerinin belli bir

dizilimde olmasının olasılığını şöyle gösterebiliriz:

1
Bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı:
20

1 1
İki amino asidin doğru dizilme olasılığı: ×
20 20

1 1 1
Üç amino asidin doğru dizilme olasılığı: × ×
20 20 20

1
574 amino asidin (hemoglobin) doğru dizilme olasılığı:
20 574

TÜM ATOMLAR VE TÜM UZAY-ZAMANI TESADÜFEN BİR

PROTEİN OLUŞTURABİLİR Mİ

143
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bu olasılığın matematik açısından imkansız olduğunu şöyle düşünerek anlayabiliriz.

Evrende 10 80 baryon vardır. Evrendeki baryonları, fotonları, elektronları toplarsak 10 90 ’dan düşük

bir sayı elde ederiz. Evrenin tahmin edilen yaşı 15 milyar yıldır.

Evren: 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dakika x 60 saniye = 473.040.000.000.000.000

saniye yaşındadır. Bu sayıyı da 1018 olarak alabiliriz. Bu iki sayıyı çarparsak 10 90 × 1018 = 10108

eder.

Bu bulduğumuz 10108 sayısı neyi ifade etmektedir? Bu sayı, evrendeki her proton, nötron,

elektron ve fotonun her biri birer amino asit olsaydı ve her biri evrenin her saniyesi bir protein

yapmaya kalksalardı, toplam olarak yapılacak denemenin sayısıdır.( 10120 ’nin 10108 ’in bir trilyon

katı olduğunu düşünün.)

Yüzbinlerce canlı türünün tek biri olan insanın, bir çok yapıtaşından tek biri olan proteinin,

bir çok farklı tipinden tek biri olan hemoglobinin, tesadüfen oluşmasının imkansızlığı

görülmektedir. Oysa amino asitlerin oluşma olasılığını, bir proteindeki amino asitlerin sol-elli

olmasının olasılığını, proteinin üç boyutlu katlanmasının olasılığını göz ardı edip hiç hesaba

katmadık. Bir proteinin, D.N.A.’da kodlanışının olasılığını hesaplasaydık amino asit diziliminin

olasılığından elde ettiğimizden de inanılmaz bir sonuçla karşı karşıya gelirdik. Evrenin tüm

parçacıklarının, evrenin tüm zamanında oluşturmaya güç yetiremeyeceği bir molekülün

(hemoglobinin), bilinçli bir tasarım olmasaydı var olamayacağı açıktır.

Ateistler, canlıların tasarım ürünü gibi gözüktüklerini, fakat, uzun bir zaman sürecinde,

birleşen tesadüflerle, bilinçli bir tasarım olmadan da tüm canlıların oluşabileceklerini

söylemişlerdir. Oysa olasılık hesapları, evrenin tüm ömrünün ve tüm parçacıklarının tek bir proteini

bile ortaya tesadüfen çıkarmasına imkan olmadığını ortaya koymuştur. Dünyanın içindeki tesadüfi

evrim, doğal seleksiyon gibi süreçler ile bu hiçbir şekilde açıklanamaz. Doğal seleksiyon ve sırf

144
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

canlıların üreme hücrelerindeki tesadüfi mutasyonlarla olayı açıklayanlar; evren kümesi yerine

canlıların üreme hücrelerini, evrenin yaşı yerine canlıların yaşını koymuş oluyorlar. Daha evvel

olasılık hesaplarıyla, tüm evrendeki tüm sürede, bir tek proteinin oluşmasının mümkün olmadığını

gösterdiğim için, canlıların üreme hücreleri ile sınırlı bir küme için bu olasılığı tekrar hesaplamaya

gerek duymuyorum.

Bütün canlılar proteinlerden yaratıldığı, en basit bakteriler bile bin kadar proteine sahip

oldukları için, bu olasılık hesabı, tüm canlıların bilinçli bir tasarımla ve üstün bir güçle

yaratıldıklarını göstermektedir. Kısacası evrende tesadüf mümkün değildir, en basit moleküller bile

çok ince bir şekilde tasarımlanmışlardır. Evrende tesadüfe tesadüf edilmez.

İNSANCI İLKE (ANTHROPIC PRINCIPLE)

Son yüzyılda astronomide, fizikte, kimyada, biyokimyada, moleküler biyolojide, hücre

biyolojisinde ve diğer bilim dallarında gerçekleştirilen keşifler, insanların varlığının çok kritik

değerlere bağlı olduğunu gösterdi. Bu kritik değerlere daha önce 40 örnek verdik. Evrende

insanların yaratılışını mümkün kılacak birçok değerin varlığı bilim adamlarının dikkatini çekti ve bu

durum “insancı ilke (anthropic principle)” ile izah edilmeye çalışıldı. “İnsancı ilke” yaklaşımı ilk

olarak Brandon Carter tarafından 1974’de kullanıldı ve o günden beri bilim, felsefe ve din alanında

kullanılmaktadır. Fakat “insancı ilke” farklı bilim adamlarınca farklı yorumlandı. Bazı bilim

adamları “tasarım delili” ile “insancı ilke” arasındaki ilişkiyi gördüler ve “insancı ilke”nin, “tasarım

delili” ile aynı anlama geldiğini söylediler. Bazı bilim adamları ise bizim evrendeki varlığımıza

uygun olarak oluşan şartlara şaşmamamız gerektiğini, çünkü bunlar gerçekleşmeseydi bizim bunları

gözlemleyemeyeceğimizi ileri sürdüler. Bu bakış açısına göre bizim evrendeki gözlemimiz seçici

bir etki yapmaktadır, bu yüzden biz, kendi varlığımıza olanak veren koşulları gözlüyoruz.

145
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Evrende insanlığın oluşmasına olanak verecek ortamın gerçekleşmesine şaşmamamız

gerektiğini söylemek hiç tutarlı gözükmemektedir. “İnsancı ilke”nin bize sunduğu veriler sadece

insanlığın oluşması için belli şartların var olduğuyla sınırlı değildir. O, bundan çok daha fazlasını

ortaya koyar. “İnsancı ilke”ye göre evrende çok çok kritik değerlerin sonucunda insanlığın var

olabilmesi mümkün olmuştur. Daha evvelden incelediğimiz örneklerde evrenin düşük entropili
123
başlangıcının düzenlenme olasılığının 1010 ’te 1 olduğunu, tek bir proteinin bir tek amino asit

sıralamasının oluşma olasılığının 20 574 ’te 1 olduğunu hatırlayın. Bu sayılar insanların var olması

için gerekli şartların, ne kadar kritik aralıklarda olduğunun sayısız örneklerinden bir kaçıdır.

MÜKEMMELLİK VE KRİTİK ARALIKLAR

Evrenin, canlıların oluşmasına olanak verecek şekilde bu kadar kritik aralıklarla

düzenlenmesi, bize şu iddiayı yaptırmaktadır: “Evren ve Dünya’mız canlılığa uygun olarak

mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir.” Bu yanlışlanmaya açık bir iddiadır. Fakat yapılan bilimsel

araştırmalar bu iddiayı yanlışlamak bir yana, daha çok desteklemiştir. Eğer birisi bizim Dünya’mız

için birisi daha iyi bir atmosfer tarif edebilse, var olan birçok sıvıdan birinin bile yaşam için sudan

daha fazla uygun olduğunu gösterebilse, evrenin başlangıç entropisinin bundan daha uygun da

düzenlenebileceğini ispatlasa iddiamızı yanlışlayabilecektir. Mükemmellik dar bir aralıkta

gerçekleştiği için, mükemmellik iddialarının yanlışlanması kolay, doğrulanması zordur. Oysa

evrenin canlılar için mükemmel bir şekilde yaratıldığı hep doğrulanmış, hiç yanlışlanamamıştır.

146
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

“İnsancı ilke”yi hatalı yorumlayanlar için John Leslie’nin kullandığı hoş bir örneği

aktarayım: Düşünün ki kurşuna dizilmenize karar veriyorlar ve sizi götürüyorlar ve çok keskin 100

nişancı çok yakın mesafeden birçok defa size ateş ediyor, fakat ölmüyorsunuz. Bunun sonucunda

“Ben hayatta olduğuma göre şaşılacak bir şey yok, eğer hayatta olmasaydım şu anda bu durumu

gözlemlememiş olurdum.” mu dersiniz, yoksa “100 keskin nişancı, bu kadar çok ateş edip, beni bu

kadar yakın mesafeden vuramadıklarına göre, bu durumun bir açıklaması olmalı.” mı dersiniz? Hiç

şüphesiz bizim varlığımız için gereken kritik değerlerin oluşmasının olasılık olarak imkansızlığı,

100 keskin nişancının çok yakın mesafeden isabet ettirememelerinin çok çok üzerindedir. Kendi

hayatta oluşumuzu ileri sürerek 100 keskin nişancının isabet ettirememesini tesadüfi isabetsizliğe

bağlamanın saçma olduğunu anlıyorsak, “insancı ilke”nin sunduğu olağanüstü kritik değerleri

tesadüfe bağlamanın çok daha saçma olduğunu rahatça anlayabiliriz.

İNSANCI İLKE VE SONSUZ EVRENLER

“İnsancı ilke”nin sonuçlarının bizi “tasarım delili”ne götüreceğini gören ve bu sonuçtan

memnun olmayanlar “sonsuz evrenler” hipotezini ortaya attılar. Bununla sonsuz bir küme

oluşturmak ve “insancı ilke”nin ortaya koyduğu kritik değerleri sonsuzla kıyaslayarak

önemsizleştirmek istediler. Eğer “sonsuz evrenler” hipotezi doğru bile olsaydı evrendeki kritik

değerlerin bizi evrenin bilinçli bir şekilde, üstün bir Kudret tarafından yaratıldığına götüren sonucu

değişmezdi. Richard Swinburne bu iddiayı şöyle yorumlamıştır: “Alternatif açıklamadan hiçbir

şekilde açıkça daha basit olmayan bir formülün, tercih edilen yorumunu kurtarmak için ve her

halükarda belli bir oran içinde bulunmak zorunda olan sınır şartlarının çok dar oranından

kaçınmak için, sonsuzca çok evrenlerin olduğunu varsaymak, delilik gibi görünüyor.”

147
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Swinburne’nün delilik olarak gördüğü bu girişimin kaynağının psikolojik olduğu

anlaşılmaktadır. “Biz ne yapalım ki Tanrı’nın var olduğu sonucundan kurtulalım?” diyerek,

doğruyu bulmak yerine kaçışı amaç edinenler, kaçışı bu kadar fantezi iddialarda aramışlardır. Daha

evvel incelediğimiz ve bilimsel olarak mümkün olmadığını gördüğümüz Açılıp Kapanan Evren

(Oscillating Universe) iddiası da sonsuz evrenler türetme isteğininin bir ürünüydü. Cafer Sadık

Yaran’ın dediği gibi böyle evrenler olsaydı bile tasarım delilini gölgelemezdi: “Bilinenden

bilinmeyene doğru mantıksal bir çıkarımda bulunulduğunda, çıkarıma yön vermesi gereken,

bilinenin temel özellikleridir. Elimizdeki örnekte olduğu gibi bilinen tek evren çok düzenli ise ve

bilinmeyene ait tek ipucumuz bu ise, normal akıl yürütme, eğer gerçekten varsalar, bilinmeyen

evrenlerin de en az bilinen kadar düzenli olabileceği sonucuna götürmelidir, tam tersine değil.

Sonuç olarak, bilinen evrenimizin başlangıç koşulları ve temel sabitlerindeki olağanüstü kozmik

uyuşumların son yıllardaki keşfinin, Tanrı’nın varlığına inancın klasik delillerinden olan tasarım

delilinin örneklemsel zeminine, çok evrenler senaryoları ve yorumlarıyla gölgelenmeyecek ölçüde,

yeniden büyük bir güç ve zenginlik kattığı görülmektedir.”

Ockhamlı’nın usturasını hangi durumlarda nasıl kullanmamız gerektiğini, sonsuz evren

senaryolarının, Ockhamlı’nın usturasından nasiplerini nasıl aldıklarını önceden gördük. Bu konuyla

ilgili o başlığın bir daha okunması faydalı olacaktır.

“İnsancı ilke”nin sonuçlarından kaçınmak için sonsuz evrenler senaryosunu ortaya atanların

yaptığının neye benzediğini size bir örnekle açıklamak istiyorum: Binlerce rulet masası olan bir

kumarhanede olduğunuzu düşünün. Size tüm rulet oyunlarının hileli olduğunu söylüyorum ve delil

olarak binlerce masadaki yüz binlerce oyunun sonucunu önceden söylüyorum. Verdiğim sonuçlar

doğru çıkınca, rulet oyunlarının sonucunun evvelden bilindiğine kanaat getiriyor ve birisine bu

olayı anlatıyorsunuz. Anlattığınız kişi ise bunun tesadüfen olabileceğini, eğer kumarhanelere giden

tüm insanların böyle bir tahminde bulunurlarsa, birinin tutturma ihtimali olduğunu söylüyor. Sonra

bunun da olasılık açısından imkansız olduğunu gösterdiğinizde, aslında sonsuz gezegenler

148
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

olabileceğini, bu sonsuz gezegenlerde sonsuz kumarhanelerde böyle tahminlerde bulunan sonsuz

kişiler olabileceğini, bunlardan birinin rastgele bir tahminle böyle bir sonucu yakalaması muhtemel

olduğu için, size kumarhanelerin rulet oyunlarının önceden bilindiğini söyleyen benim yalancı

olduğumu, benim bunu rastgele başardığımı söylerse cevabınız ne olur? Diyelim sonsuz

kumarhanelerin varlığına inandınız, binlerce rulet masasındaki yüz binlerce rulet oyununun

sonucunu bilmemi yine de tesadüfle açıklamaya kalkar mısınız?

Biz tek bir evren gözlüyoruz. Big Bang teorisi bu evrenin bir başlangıcı olduğunu,

genişleyen sınırlarıyla sonlu yapıda olduğunu ortaya koymuştur. Bu tek evrendeki kritik değerler,

evrenin bilinçli bir şekilde, üstün bir Kudret tarafından tasarımlandığını çok açık bir şekilde ortaya

koymaktadır. Sonsuz evrenler gibi hiçbir delili olmayan bir senaryoyu doğru bile kabul etseydik bu

sonuç değişmezdi. Fakat bu senaryoyu kabul etmeyi gerektiren rasyonel bir sebep olmadığı gibi, bu

senaryo, akıldan uzak bir fantezi olarak görülmektedir.

OLMAZSA OLMAZ VE OLMASA DA VAR

OLABİLECEĞİMİZ TASARIMLAR

“İnsancı ilke”nin yanlış yorumunda, insanın gözlemci olarak kendisinin varlığı için gerekli

şartları seçmesi ile sonsuz evrenler senaryosu birleştirilerek; insanın, kendi varlığını mümkün kılan

şartlara şaşırmaması, çünkü o şartlar gerçekleşmeseydi, zaten var olamayacağı söylenir. Bu

yorumun yanlış olduğunu bazı örneklerle buraya kadar açıkladık.

Bahsedilen yaklaşım yanlıştır, fakat eğer bu yaklaşım doğru olsaydı bile sadece insanın

varlığını mümkün kılan “olmazsa-olmaz” şartlar için geçerli olurdu. İnsanın varlığı için zorunlu

olan şartlar “olmazsa olmaz” şartlardır. Örneğin suyun ve karbon atomunun varlığı insan varlığı için

olmazsa olmaz şarttır. Fakat Dünya’daki tasarımın varlığını gösteren bir çok delil, “olmazsa olmaz”

149
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

şartlara dahil değildir. İnsan, bitkiler ve hayvanlar aleminin %1’inin var olmasıyla bile yaşayabilir.

Oysa hayvanlar ve bitkiler aleminin bu %1’lik kısımlarının dışında kalan canlılar da tasarım delili

için delil niteliğindedirler.

Örneğin arıyı ele alalım. Arının varlığı insanların varlığı için “olmazsa olmaz” şart değildir.

Öyleyse arının Dünya’daki varlığını, insanın, gözlemci olarak seçici özelliğiyle açıklayamayız. “Arı

olmasaydı burada olamazdık, o yüzden bu olasılıklar gerçekleşmiştir” diyemeyiz. Daha önceden

olasılık hesabını yaptığımız hemoglobin gibi bir çok protein arının da bedeninde vardır. Bu

proteinlerden bir tanesini ele aldığımızda, tüm uzayın atomlarının, evrenin başından beri, sadece

arının ele alacağımız tek bir proteinini bile oluşturmaya gücü yetmediğini görürüz.

DÜNYA İLKESİ(THE WORLD PRINCIPLE)

Benim önerim, “Dünya ilke”si (The World Principle) adını verdiğim daha geniş bir ilkenin

savunulmasıdır. Bu ilke, “insancı ilke”yi de içine alan bir ilkedir. Fakat bu ilke, insanın var olması

için gerekli “olmazsa olmaz” şartların yanında, insanın varlığı için “olmazsa olmaz” şartlardan

olmayan, tüm canlıların “olmazsa olmaz” şartlarını ve mükemmelliklerini de kapsar. Örneğin az

önce bahsettiğimiz arının varlığı için gerekli proteinler de bunun içindedir.

“Dünya ilkesi” ile anlatmak istediğim kısaca şudur: Dünya, canlılar için seçilmiş özel bir

alandır. Bu alan Tanrı’nın canlılar yaratmak suretiyle sanatını, gücünü sergileme alanıdır.

Dünya’daki akıllı bir varlık olarak insanın gözlemci olarak bulunması, bu serginin sebeplerinden

150
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

biridir. Bu canlıların bir çoğu, insanın varlığı için “olmazsa olmaz” şartlardan olmasalar da, insana

bal gibi gıdalar vererek, Tanrı’nın inayetini gösterirler. İnsanın yanıbaşında bu kadar çok çeşitli

canlının var olması bir açıklamaya muhtaçtır. Bunlar insanın, varlığı için gerekli şartları

gözlemlemesiyle açıklanamaz. Çünkü bunlar olmadan da insan var olabilirdi. Dünya’nın içindeki

oluşumlar ve de özellikle bitkisiyle hayvanıyla tüm canlılar, insanın “olmazsa olmaz” ihtiyaçlarının

çok ötesinde; mükemmelliği, üstün bir sanatı ve kudreti göstermektedirler. “Dünya ilkesi”, bizi,

“insancı ilke” nin yöneldiği “olmazsa olmaz” şartların dışındaki geniş bir alana yöneltmektedir. Bu

alana “insancı ilke” ye ilaveten şunlar da girmektedir:

1- Diğer canlılar

2- İnsanın yaşaması için “olmazsa olmaz” şartlardan olmayan mükemmellik göstergeleri

3- Saydıklarımızın hepsinin tek bir gezegende (Dünya’da) toplanması

“Dünya ilkesi”nin en önemli özelliği “insancı ilke”nin seçici özelliğine gelen itirazları

karşılamasıdır. “Dünya ilkesi”nin bakışının yöneldiği tasarımlar inayet delili, teleolojik delil gibi

başlıklarda ele alınanlardan farklı değildir. Fakat “Dünya ilkesi”, hiçbir kaçış yeri bırakmayacak

şekilde “insancı ilke”yi destekler ve yardım eder.

Ayrıca “Dünya ilkesi”nin diğer önemli bir yanı, olasılık hesaplarının sadece Dünya alanı

içinde yapılmasını gerektirmesidir. İnsanın varlığını mümkün kılan “olmazsa olmaz” şartlar

“insancı ilke”nin yanlış yorumuyla bertaraf edilse bile, insanın yanı başında faydalanabileceği ve

olasılık hesaplarına göre tesadüfen oluşmaları imkansız olan yüz binlerce canlı, bilinçli bir tasarımı

ispat etmektedirler. Daha önce evrendeki baryon, foton ve elektron sayılarının toplamı olan 10 90

sayısıyla, evrenin saniye sayısı olan 1018 ’i çarptık ve 10108 ’i bulduk. Sonra bu sayı ile insanın var

olması için “olmazsa olmaz” şart olan hemoglobin proteininin sırf amino-asitlerinin diziliş olasılığı

olan 20 574 ’te 1’i kıyasladık. “Dünya ilkesi”ne göre bu hesabı arının vücudundaki bir protein için

yaparsak, artık insanın var olması için “olmazsa olmaz” şartlara bakmayacağız, bunun yerine

151
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

insanın yanı başında Dünya içinde yaratılan arının tek bir proteinini inceleyeceğiz. (Arı yerine

dilediğiniz bir hayvan veya bitkinin yapısındaki proteini ele alabiliriz. Sonuç değişmeyecektir.)

Önceden hemoglobin için yaptığımız hesabı, “Dünya ilkesi”ne göre, arının bir proteini için

gerçekleştirdiğimizi düşünelim. Kümemiz Dünya’nın içi olacağı için, evvelden gördüğümüz

10 90 ’lık sayımız, Dünya içindeki protonların, nötronların, elektronların ve fotonların toplam

sayısına azalacaktır. Evren’in yaşı ile ilgili sayımız ise Dünya’nın yaşına azalacaktır. Bu sefer

baktığımız şu olacaktır: “Dünya’daki tüm protonlar, nötronlar, elektronlar ve fotonlar amino asitlere

dönüşse ve Dünya’daki her saniye bir protein oluşturmaya çalışsalar, bunu becerebilirler mi?”

Bütün evrenin tüm zamanında bile tesadüfen meydana gelmesi mümkün olmayan tek bir proteinin

oluşması böylece daha da imkansızlaşır.

Bütün evrenin parçacıklarını bile bir proteinin amino asit dizilimini rastgele oluşturmak için

seferber ettiğimizde bunun imkansız olduğunu gördük. Amacım, “Dünya ilkesi”nin, bakışlarımızı

Dünya içine çevirdiğini, evrendeki bilinçli tasarımı matematiksel olarak temellendirdiğini

göstermektir. Bazılarının sonsuz evrenler senaryosunu yutturmaya kalktığı bir dönemde, “Dünya

ilkesi”, sonsuz evrenler var olsa bile, sonsuz evrenlerle ve hatta bu evrenin geri kalanıyla

ilgilenmeden sırf bu Dünya’nın içinden “tasarım delilini” temellendirebileceğimizi, sırf Dünya’nın

içinde kalarak olasılık hesapları yapabileceğimizi göstermektedir. İnsanın yanı başında, gücünü

insanın yanı başında olmasının olasılığından alan ve yüz binlerce türe sahip olan canlılar dünyası,

“tasarım delilinin” zenginliğini ve insan açısından erişilebilirliğini göstermektedir. Bu delillerin

matematiksel kesinlikten güç aldığını, olasılık gibi matematiksel verilere dayandığını bir daha

hatırlamak faydalı olacaktır. (Bundan sonraki kitabımda Evrim teorisini ve Dünya ilkesini ele

alacağım. Bu konuyla ilgili görüşlerini belirtmek isteyenler, bu konudaki fikirleri paylaşmak için

kurduğum www.theworldprinciple.com adresindeki siteye görüşlerini bildirebilirler.)

152
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

BIG BANG POTENSİYELİNDE BACH VE BİLGİSAYAR

Big Bang sürecinin başlangıcındaki patlamanın şiddeti, maddenin yoğunluğu, entropinin

düzenlenmesi, sıcaklığın ayarlanması gibi başlangıç tasarımlarından evrenin genişlemesiyle oluşan

süreçlerdeki tüm kritik ayarlamalara kadar her veri, evrenin; bilinçli, kudretli ve üstün olan bir Tanrı

tarafından yaratıldığını delillendirmektedir. Evrenin başındaki koşulların ve fizik kanunlarının

yaratılması sayesinde evrende var olan her şeyin varlık alanına katılması mümkün olmuştur.

Bach’ın bir parçasından Sezen Aksu’nun bir şarkısına, notaların kendilerinden müzik

aletlerine, bilgisayarlardan cep telefonlarına, Türk lahmacunundan İtalyan pizzasına, zambaklardan

karıncalara kadar her şey Big Bang’in başlangıç tekilliğinde potansiyel olarak mevcuttu. Big

Bang’in başlangıç potansiyeli, Evren’de var olan her şeyi kapsamaktadır. Evrenin üstün bir sanatla

ve kudretle tasarımlandığını anlamanın bir yolu da evrenin, bir başlangıç anına, bir de şu anda

gördüğümüz durumuna bakmaktır. Bu bakış açısı sağduyulu bir yaklaşımı ve bir sanatseverin

sezgisini içerir. Bu yaklaşım için olasılık hesaplarına ve kritik değer gözlemlerine de gerek yoktur.

Örneğin evrenin başlangıç tekilliğini, evrenin başlangıcındaki kaynayan çorbayı hayalen düşünen

ve bunu yaparken Bach dinleyerek güzel bir manzaraya bakan ve çayını yudumlayan kişi; dinlediği

parçanın, seyrettiği manzaranın ve içtiği çayın, evrenin başlangıç potansiyelinde mevcut ve

hazırlanmış olduğunu düşününce, evrende var olan bu potansiyelin tesadüfen olmadığını sezecektir.

Big Bang’in tasarım deliline en önemli katkılarından biri budur. Big Bang, evrenin başlangıç

durumuyla şimdiki durumunun ne kadar farklı olduğunu göstermekte, aynı zamanda doğanın tüm

harikalarından insanlığın tüm üretimlerine kadar her şeyin, başlangıç anında potansiyel olarak

mevcut olduğunu söylemektedir. Evrenin bir başlangıcını, bir de şu anki durumunu düşünen kişi,

evrendeki tasarıma dair sezgisel bir kanıt da elde etmektedir.

153
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bazı kişiler, insan zihninin işin içine karışması yüzünden, insani keşiflerdeki Tanrısal yönü

görememektedirler. Oysa insan zihninin hiçbir üretimi evrenin başlangıcında var olan potansiyelin

dışına çıkamaz. Sezen Aksu bestesini yapmadan önce, yaptığı beste; notaların varlığı ve bu

notaların belli şekilde arka arkaya gelebilecek olmasıyla, evrende potansiyel olarak mevcuttu.

Sanatçı ve bilim, adamı evrende potansiyel olarak mevcut olanı keşfeder. Bir anlamda Tanrı’nın

potansiyel olarak yarattığı ve insanlığa gizli kalmış olan sanatları ve bilim kanunlarını keşfeden

kişilerdir sanatçılar ve bilim adamları. Bir parça şarkıcının, bilgisayar bilim adamının keşfi olmakla

beraber, bütün evren ve bu evrenin potansiyelinde mevcut olan şarkılar ve bilgisayarlar, Tanrı’nın

daha baştan, potansiyelin içinde yarattığı tasarımlardır. Bu yüzden insanlığın tüm tasarımları da

Tanrı’nın tasarımının delilleridir. Tanrı tüm bu tasarımların ezeli sahibidir, Tanrı yaratıcı

tasarımcıdır; bilim adamları ve sanatçılar ise keşfedici tasarımcılardır. Demek ki müzisyenin bestesi

kuşun ötüşleri kadar Tanrısaldır, ayakkabı insan ayağı kadar Tanrısaldır, cep telefonu insan kulağı

kadar Tanrısaldır. Bunlar Big Bang başlangıcında potansiyel olarak yaratılmasalardı, biz bugün

bunları gözlemleyemiyor, tadlarına varamıyor ve kullanamıyorduk.

BİLİMSEL KANUNLARIN TASARIMI

Leibniz “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var?” diye sormuştu. Bu, evrenin kendi

kendisinin açıklamasını içinde barındırmasının mümkün olmadığının ve kendi dışında bir

açıklamaya ihtiyaç duyduğunun ifadesiydi. Bu soruya bir soru daha eklenebilir: “Neden kaos yerine

bilimsel kanunlar var?”

154
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Bilimsel çaba ile, bilimsel kanunları bulmak ve buna göre evreni tanımak, geleceği

planlamak, insanın rahat ve güvenini sağlamak hedeflenir. Fakat bu çaba neden bilimsel kanunlar

olduğunun açıklaması değildir. Örneğin çekim gücünün bilimsel açıklamasını ele alalım. İster

Newton’cu şekilde, ister Einstein’cı şekilde çekim gücünü ele aldığımızda, bu açıklama bize

Dünya’nın Güneş çevresinde, Jüpiter’in yörüngelerinin Jüpiter çevresinde nasıl döndüğünü açıklar.

Bilimsel açıklama, Güneş tutulmasının zamanını, bir uydunun nasıl Dünya’nın yörüngesine

oturtulacağını söyleyebilir. Fakat bu açıklamaların hiçbiri “Neden kaos yerine bilimsel kanunlar

var?” sorusunun cevabı değildir. Bilimsel açıklamalardan, Dünya’nın ve diğer gezegenlerin, neden

çekim gücü kanunları çerçevesinde hareket ettiklerinin, bu kanunların neden var olduklarının

cevabını alamayız.

Bilimsel kanunların varlığı ve evrenin her yerinde ve değişik zaman dilimlerinde hep aynı

şekilde işlemeleri bir açıklama gerektirmektedir. Bilim bu açıklamayı yapmayı vazife edinmez.

Bilim, kanunları bulmayla ilgilenir, kanunların neden var olduğuyla değil. Bilimi mümkün kılan bu

kanunların varlığıdır. Evren kaos olsaydı; çekim gücünden, termodinamik yasalardan, hareket

yasalarından bahsedemeyecektik. Kısacası bilim var olmayacaktı, bilim, bilimsel kanunların varlığı

olmadan mümkün değildir. Bu kanunlar var olmasaydı evren olamazdı, ama böyle bir evrenin var

olduğunu kabul etsek bile, bu evrende her şey rüyalardan bile daha anlaşılmaz olurdu. Bizim evreni

anlamamız nedenselliğe (bilim kanunlarına) bağlıdır, nedensellik aklın güvencesidir. Neden sonuç

ilişkilerini kuramayan insan, yeni doğmuş bebekten bile daha şaşkın olur (Bebeğin zihninde bile

doğuştan nedensellik kategorisi vardır). Evimizin ve eşyalarımızın bir anda yok olmaması,

oturduğumuzda vücudumuzun atomlarıyla sandalyenin atomlarının karışmaması, ileri adım

attığımızda her zaman ileri gidebilmemiz, vücudumuzun beslenmesi ve varlığı hep bilimsel

kuralların düzenli olarak işlemesi sayesindedir. Zihnimizin bu kuralları anlayacak yetenekte

tasarımlanması ise bizim akledebilen bir canlı olmamızı sağlamıştır.

155
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Swinburne’un dediği gibi bir arkeolojik alanda bulunan tüm madeni paralar aynı işarete

sahip olsalar veya bir odadaki bütün belgeler aynı el yazısı ile yazılsa, ortak bir kaynak içeren

açıklama ararız. Evrenin her yerinde aynı şekilde hareket eden kanunların da bir açıklaması olması

gerekir. Tanrı’nın varlığı bu bilimsel kanunların varlığını da açıklar.

Big Bang ile evrenin yok iken yaratılmasının, bizi, Tanrı’nın var olduğu sonucuna

götürdüğünü gördük. Sonra Evren’in aşamalarında gözetilen kritik değerlerden ve Dünya’nın bir

tasarımlar sergisi yapılmasından Tanrı’nın varlığının delillendirileceğini gördük. Şimdi ise evrende

var olan bilimsel kanunların varlığının da bir tasarımı gerektirdiğini ve Tanrı’nın varlığı kabul

edilmeden “Neden kaos yerine bilimsel kanunlar var?” sorusunun cevaplanamayacağını görüyoruz.

Yani ilk önce yoktan yaratılıştan, sonra bilimsel kanunların işletilmesinden, şimdi ise bilimsel

kanunların varlığından Tanrı’nın varlığının temellendirileceğini görüyoruz. Bilimsel kanunların

varlığı ve tasarımı üzerine çok daha uzun yazmak mümkün olmasına karşın bu kitabın düşünülen

hacmini aşmamak için bu kadarla yetiniyorum. Evrenin yoktan yaratılışı, bilimsel kanunların

yaratılışı ve bu kanunların işletilmesi iç içe olduğu için, bunları bir arada ele almak olasıdır, fakat

bunların her birinden ayrı ayrı Tanrı’nın varlığını delillendirmek de mümkün olduğu için, bunları

ayırıp incelemek de mümkündür.

TESADÜFLERİN ELENMESİNİN BİZİ GÖTÜRECEĞİ

SONUÇ

“Tasarım delili”, Big Bang ile başlayan sürecin en başındaki ortamdan her aşamadaki

oluşumlara kadar hep kritik değerlerin seçildiğini göstermektedir. Big Bang’in başlangıcındaki tüm

koşullar da, bu koşullar sayesinde proton, nötron gibi parçacıkların oluşması da, bu parçacıkların

helyum, karbon gibi atomlara dönüşmesi de, bu atomların amino asitlere, amino asitlerin hücrelere,

hücrelerin kalp, beyin gibi organlara dönüşmesi de hep bilinçli bir tasarımı göstermektedir. Evrene

156
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

bu bakış açısı, evrenden tüm tesadüfleri elememizi gerektirir. İnsanın evrene ve kendisine bakışında

yaptığı en büyük yanlışlardan biri, evrenin veya kendisinin tesadüflerin eseri olduğunu

zannedebilmesidir. Bu bakış açısı, evreni ve kendi varlığımızı amaçsız görmeye götürür, hatta

nihilizme giden yol da bu bakış açısından kaynaklanmaktadır. Evrende tesadüf eseri oluşan hiçbir

şey olmadığını anlarsak, kendi varlığımızın da bir amacı olduğunu anlarız. Bu amaç, hiç şüphesiz

evrenin ve bizim Yaratıcı’mızının amaçlarından kaynaklanmaktadır. Bunun farkında olmak hem

ahlak alanı açısından önemli sonuçlar doğuracak, hem de yaşamın anlamlı olduğunu bilmemizi

sağlayacaktır.

Ayrıca tesadüf mantığını zihnimizden tamamen atarsak, insanlığın tüm ürünleri evrenin

başından beri biliniyor olur. Örneğin televizyonu ele alalım. Televizyon, yapımında kullanılan ham

maddeleri ile evrenin başından beri vardır. Evrenin başındaki yüksek sıcaklıktaki patlama atom-altı

parçacıkları meydana getirmiş, sonradan yıldızların içindeki süreçler ve Dünya’mızda yaşanan

aşamalar televizyonun varlığını mümkün kılmıştır. Havanın, sesleri ve görüntüyü nakletmesini

sağlayan kanunlar, elektriğe ait kanunlar gibi bilimsel kanunlar da evrenin daha ilk başından

yaratılmışlardır. Demek ki televizyonu meydana getiren ham maddelerden kanunlara kadar her şey

Big Bang başlangıcında potansiyel olarak yaratılmıştı. Kısacası bu başlangıcı yaratan Tanrı,

elbetteki bu başlangıcın taşıdığı tüm potansiyellerden de haberdardır.

Demek ki insanlığın televizyon ve benzeri tüm keşifleri en baştan Tanrı’nın bilgisinde

mevcutturlar. Eğer Evren’de tesadüfe yer olmadığını anlarsak, Evren’de tek tek var olan her

objenin, her sanat eserinin, her bilimsel buluşun, canlı ve cansız tüm doğanın Tanrı’nın bilgisinde

(planında) baştan mevcut olduğunu anlarız. Anlaşılıyor ki evrenden tesadüfleri elersek, insanlığın

tüm buluşlarına ve sanatsal yapıtlarına “Tanrı’nın evrene koyduğu potansiyelleri keşfetme” olarak

bakmaya başlarız. Tesadüfsel bakış açısı, insanın başına geçirilmiş kalın ve kara bir çuval gibi,

görmeyi ve işitmeyi engellemektedir.

157
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

TASARIM DELİLİ VE ONTOLOJİK DELİL

Tanrı’nın varlığını ispatlama yöntemlerinden biri olan ontolojik delil bu kitap boyunca

işlediğimiz delillerden yapı olarak farklıdır. Bu delil ile, doğuştan her insanda bir Tanrı kavramı

olduğu savunulur ve bu, Tanrı’nın varlığının delili olarak kabul edilir. Ayrıca “varlık” ve

“mükemmellik” kavramlarının incelenmesiyle, Tanrı’nın varlığının temellendirilmesi ontolojik delil

açısından önemlidir. Bu delili birbirlerinden farklı formlarda Anselm, İbni Sina, Descartes gibi

filozoflar savunmuşlardır.

Ontolojik delil, evrenin yoktan var olduğunu ileri süren kozmolojik delilden ve evrendeki

gayeyi, nizamı, inayeti, tasarımı işleyen teleolojik delilden ayrı olarak ele alınır. Ontolojik delilin,

tasarım deliliyle (teleolojik delil) önemli bir irtibatı olduğu kanaatindeyim. Bu irtibat özellikle

ontolojik delilin bazı formülasyonları açısından önemlidir. Descartes’ın, ontolojik delil

formülasyonunu özetleyip bunu anlamaya çalışalım:

1) Ben, Tanrı fikrini, yani en yüksek derecede mükemmel bir varlık fikrini zihnimde

taşıyorum.

2) Mükemmellik vasıflarının birine sahip olmayan varlık Tanrı olamaz.

3) Varlık bir mükemmellik vasfıdır. Tanrı’nın var olması Tanrı kavramının bir parçasıdır.

4) Demek ki Tanrı vardır.

158
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Burada birinci maddenin kritik madde olduğu anlaşılmaktadır. Descartes bu maddenin

doğruluğunu uzun anlatımlarla göstermeye çalışır. Descartes’a göre sanatçının bir esere ismini veya

markasını koyması gibi, Tanrı, varlığının delilini insan zihnine koymuştur. Buna itiraz olarak

insanın (insan zihnindeki fikirlerin) tesadüfen oluştuğu, mükemmel varlık incelemesinin bizi

Tanrı’ya götürmesinin bir önemi olmadığı söylenebilir.

Ateistlerin bir kısmı: “İnsan aciz bir varlık olduğu için Tanrı’ya ve dine muhtaçtır. O yüzden

Tanrı’yı ve dini uydurmuştur.” demektedirler. Eğer insan aciz ise ve bu aczi insanın, Tanrı’yı ve

dini uydurmasına sebep oluyorsa bu, insan yaratılışında, Tanrı ve din kavramlarının olduğunu bazı

ateistlerin de kabul ettiğini gösterir. Buna Tanrı ve din kavramlarının doğuştan insan zihninde

olması olarak değil de, insan zihninin Tanrı ve din kavramlarına uygun şekilde yaratılmış olduğu

şeklinde bakmak da mümkündür. Kanaatimce bu şekilde ontolojik delil formüle etmek hiçbir

sonucu değiştirmeyecektir. Ayrıca bu bakış açısı itiraza daha kapalıdır. Tanrı’ya inanan bir kişi

bunu Tanrı’nın ve dinin delili olarak görür; bir ateist ise bu ihtiyacın insanların doğasında tesadüfen

oluştuğunu ve bu yüzden Tanrı’nın ve dinin uydurulduğunu söyler.

Görülüyor ki, Tanrı’ya inananlar ile ateistler arasındaki kritik ayrım evrenin ve insanların

tesadüfen mi oluştuğu, bilinçli olarak mı yaratıldıkları noktasındadır. Bir ateist, Descartes’ın insan

zihninde Tanrı kavramı bulunduğuna dair çıkarımların hepsini kabul etse bile, bu fikrin (doğuştan

ide’nin) tesadüfen oluştuğunu savunmaya kalkabilir. Fakat “tasarım delili” ile insanın bilinçli bir

tasarımın ürünü olduğu temellendirilirse, bu sorun ortadan kalkar.

Descartes, insan zihninde böyle bir fikrin tesadüfen bulunamayacağı ve Tanrı gerçekten var

olmasaydı böyle bir fikrin de oluşamayacağı kanaatindedir. Descartes’ın bu yaklaşımının doğru

olduğu ve bu delilin “tasarım delili”nden müstakil olarak savunulabileceği kanaatindeyim. Fakat

“tasarım delili” ile bu delile yapılacak muhtemel itirazlar göğüslenebilir. “Tasarım delili”nin

159
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

doğruluğunu anlayan kişiler için, insan zihnindeki doğuştan ide’lerin aldatmazlığı daha fazla güven

kazanır.

TASARIM DELİLİ VE YOKTAN YARATILIŞ

“Tasarım delili” ile Tanrı’nın şekil veren, bilinçli, bilgili, kudretli, dilediğini yapan bir

Varlık olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Tanrı, evrenin tüm aşamalarında etkin ve her şeye hakim

olan Güç’tür. Tanrı’nın evrendeki tasarımı, Tanrı’nın tüm bu sıfatlarını temellendirmektedir.

“Tasarım delili” Tanrı’nın tüm bu sıfatlarını temellendirdiği gibi, Tanrı’nın yaratıcı olduğunu da

temellendirir.

Evrenin tasarımı, bilimsel kanunlar çerçevesinde, evrendeki madde kullanılarak

gerçekleştirilmiştir. Maddenin yapı taşı olan protonların, elektronların, nötronların, kuarkların ve

maddeye hükmeden güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvet, zayıf nükleer kuvvet ve çekim

kuvvetinin bilinçli bir şekilde ayarlandığını gördük. Bu ise maddenin yaratılması ile aynı anlama

gelmektedir. Evrene hakim olan fiziksel, kimyasal, biyo-kimyasal kanunların hepsi maddeye

içkindir; bu kanunlar, maddenin bir özelliği olarak maddenin içine konmuştur. Bu kanunların hepsi

maddenin ta kendisidir. Tüm bu kanunların evrendeki belli gayeler için kullanılması ve evrendeki

düzeni oluşturmaları, bu kanunların da tasarımlandığını göstermektedir. Maddenin yapı taşlarının,

maddeye hükmeden kuvvetlerin ve maddeye içkin olan bilimsel kanunların tasarımlanması;

maddenin de bir tasarım ürünü olduğunu, yani yaratıldığını göstermektedir. Madde, Tanrı’nın

160
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

yaratmasında kullandığı ezeli ve ebedi bir unsur değildir. Evrenin her şeyi gibi, evrendeki her şeyin

kendisinden meydana getirildiği madde de yaratılmıştır. Madde yaratılmış bir unsur olmasaydı,

“tasarım delili”nin gösterdiği gibi Tanrısal amaçlar için istendiği gibi kullanılan, bu kadar maharetli

bir hizmetçi olamazdı. Maddenin belli amaçlarda kullanılmak için yaratıldığı ve kendisine içkin

kanunlarıyla Tanrı’nın tasarımının ham maddesi olmak vazifesini yerine getirdiği, “tasarım

delili”nin verileriyle daha da iyi anlaşılmaktadır.

“Tasarım delili”, Big Bang’ten bağımsız olarak da evrenin yaratıldığını göstermektedir. Big

Bang’in delilleri, termodinamik kanunlar, felsefi deliller ve “tasarım delili” evrenin yoktan

yaratıldığı hususunda güçlerini birleştirmektedirler.

161
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

KAYNAKLAR

Allen,F. (1958). The Origin of the World-by Chance or Design? In The Evidence of God
in an Expanding Universe, ed. J.C. Monsma, Putnam’s Sons.

Alpher, Ralph A., Robert Herman (2000). Genesis Of The Big Bang, Oxfort University
Press.

Alpher, Ralph A (1983). Theology of the Big Bang, Religious Humanism

Aquinas St. Thomas, (1920). The Summa Theologica, Burns Oates and Washburne.

Aristoteles, (1984). Metaphysics, translated by W.D. Ross, Princeton University Press.

Aristoteles, (2001). Fizik, Çev. Saffet Babür, Yapı Kredi Yayınları.

Armstrong, Karen (1994). A History Of God, Borzoi Book, Alfred A.Knopf

Asadi, Muhammed A. (2003). Birliğin Teorisi, Çev. Kerem Genç, Gelenek Yayıncılık.

Atay, Hüseyin (1974). Farabi Ve İbni Sina’ya Göre Yaratma, Ankara Üniversitesi
Basımevi.

Atkins, P.W. (1981). The Creation, Freeman.

Aydın, Mehmet (1999). Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

Barbour, Ian G (2000). When Science Meets Religion, Harper Collins Publishers.

Barrow, John D.(1983). Anthropic Definitions, Quarterly Journal of the Royal


Astronomical Society.

162
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Barrow, John D.,Frank J. Tipler (1986). The Anthropic Cosmological Principle, Oxford
University Press.

Barrow, John D. (1988). The World within the World, Clarendon Press.

Bartholomew, D.J. (1984). God of Chance, SCM.

Bernstein, J.,and G. Feinberg. (1986). Cosmological Constant: Papers in Modern


Cosmology, Columbia University Press.

Bludman, S.A. (1984). Thermodynamics and the End of a Closed Universe.

Bolzano, Bernard (1950). Paradoxes of the Infinite, trans. Fr. Prihonsky with an
Introduction by Donald A. Steele, Routledge&Kegal Paul.

Bondi,H.,T. Gold (1948). The Steady-State Theory of the Expanding Universe, Mon.
Not.Roy.Astr. Soc.

Boorstin, Danil J. (1993). The Creators, Vintage Books Edition.

Broad, C.D. (1955). Kant’s Mathematical Antinomies, Proceedings of the Aristotelian


Society.

Brooke, John Hedley (1991) Science and Religion, Cambridge University Press.

Brown, D. (1987). Continental Philosophy and Modern Theology, Basil Blackwell.

Boslough, John (1995). Stephen Hawking’in Evreni, Çev. Osman Bahadır, Sarmal
Yayınevi.

Cantor, Georg (1915). Contributions to the Founding of the Theory of Transfinite


Numbers, trans. With an Introduktion by Philip E.B. Jourdain, dover Publications.

Carter, Brandon (1974). Large Number Coincidences and the Anthropic Principle in
Cosmology, In Confrontataion of Cosmological Theory with Observational Data, ed.
M. S. Longair, Reidel.

Carvin, W.P. (1983). Creation and Scientific Explanation, Scottish Academic Press.

163
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Cevizci, Ahmet (2000). Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, Dördüncü


Basım.

Christopher, F. Mooney, S.J. (1996). Theology and Scientific Knowledge, University of


Notre Dame Press.

Clarke, W.N. (1988). Is a Natural Theology Still Possible Today? In Physics Philosophy,
and Thrology, eds. R.J. Russell, W.R. Stoeger, G.V. Coyne, University of Notre Dame
Press.

Cobb, J.B. (1976). Process Theology: An Introductory Exposition, Westminster Press.

Coles, P.,and F. Lucchin (1995). Cosmology: The Origin and Evolution of Cosmic
Structure, John Wiley

Copernicus, Nicolaus (2002). Gökcisimlerinin Dönüşleri Üzerine, Çev. Saffet Babür, Yapı
Kredi Yayınları.

Copleston, Frederick (1960). A History of Philosophy, Burns&Oates.

Craig, William Lane (1988). Barrow and Tipler on the Anthropic Principle vs Divine
Design, in British Journal for the Philosophy of science, vol. 38.

Craig, William Lane (1990). The Teleological Argumant and the Anthropic Principle, in
The Logic of Rational Theism: Exploratory Essays.

Craig, William Lane, Quentin Smith (1995). Atheism And Big Bang Cosmology, Oxford
University Press.

Craig, William Lane, Quentin Smith (1995). Theism, Atheism and Big Bang Cosmology,
Clarendon Press.

Craig, William Lane (2000). The Kalam Cosmological Argument, Wigf And Stock
Publishers.

Craig, William Lane The Existence Of God And The Beginning Of The Universe.

Craig, William Lane The Ultimate Question Of Origins. God And The Beginnig Of The
Universe.

164
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Dawkins, Richard (1989). The Selfish Gene, Oxford University Press.

Dawkins, Richard (1991). The Blind Watchmaker, Penguin Books.

Davies, Brian (1993). An Introduction to the Philosophy of Religion, 2nd edition, Oxford
University Press.

Davies, Paul (1984). Super Force, Simon And Schuster.

Davies, Paul (1993). The Mind Of God, Simon And Schuster.

Davies, Paul (1996). Son Üç Dakika, Çev. Sinem Gül, Varlık Yayınları.

Dembski, Willism A.(1999). Intelligent Design, Inter Varsity Press.

Dembski, Willism A.(1998). More Creation, Science, Faith&Intelligent Design, Inter


Varsity Press.

Denton, Michael J. (1998). Nature’s Destiny, Simon And Schuster.

Descartes, Rene (1999). Aklın Yöntemleri İçin Kurallar, Çev. Müntekim Ökmen, Sosyal
Yayınları.

Descartes,Rene (1947). Metafizik Düşünceler, Çev. Mehmet Karasan.

Descartes,Rene (1994). Metot Üzerine Konuşma, Çev.K.Sahir Sel, Sosyal Yayınları.

Drees, Willem B. (1993). Beyond The Big Bang, Open Court Publishing.

Dyson, Freeman (1979). Disturbing the Universe, Harper&Row.

Dyson, Freeman (1979). Time Without End: Physics and Biology in an open Universe,
Reviews of Modern Physics.

Dyson, Freeman (1988). Infinite in All Directions, Harper and Row.

Efil, Şahin (2002). İslam ve Batı Düşüncesinde Yaratılış Modelleri, Pınar Yayınları.

Einstein, Albert (1950). The Theory of Relativity and Other Essays, Carol Publishing
Group.

165
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Einstein, Albert (1966). The Meaning of Relativity, Fifth Edition, Princeton University
Press.

Einstein, Albert, L.Infeld (1976). Fiziğin Evrimi, Onur Yayınları.

Einstein, Albert, İzafiyet Teorisi, Çev: Gülen Aktaş, Say Yayınları.

Elias, Norbert (2000). Zaman Üzerine, Çev. Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları.

Ellins,G.F.R. (1984). Alternatives to the Big Bang, Annual Reviews in Astronomy and
Astrophysics.

Feynman, Richard (1998). Fizik Yasaları Üzerine, Çev. Nermin Arık, Tübitak Popüler
Bilim Kitapları.

Filkin, David (1998). Stephen Hawking’in Evreni, Çev. Mehmet Harmancı, Aksoy
Yayıncılık.

Fölsing, Albrecht (1998). Albert Einstein, Penguin Books.

Frautschi, S. (1982). Entropy in an Expanding Universe, Science 217.

Gamow, George (1995). 1-2-3 Sonsuz, Çev. C.Kapkın, Evrim Yayınevi.

Gamow, George (1952). The Creation of the Universe, Viking Press.

Gazâli, Muhammed (1981). Filozofların Tutarsızlığı, Çev. Dr.Bekir Karlığa, Çağrı


Yayınları.

Gazâli, Muhammed (2002). Felsefenin Temel İlkeleri, Çev. Cemaleddin Erdemci, Vadi
Yayınları.

Geisler, Normal L. (1984). The Collaps of Modern Atheizm, in The Intellectuals Speak
Out About God, ed.Roy abraham Varghese.

Gilkey, L. (1987). Whatever Happened to Immanuel Kant? A Study of Selected


Cosmologies, In The Church and Contemporary Cosmology, eds. J.B. Miller and K.E.
McCall, Carnegie-Mellon University.

166
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Gilson, Etienne (1938). The Philosophy of st. Bonaventure, trans. Dom Illtyd Trethowan
and F.J. Sheed, Sheed & Ward.

Gould, Stephen Jay (1985). The Flamingo’s Smile: Reflections in Natural History, W.W.
Norton & Company.

Gödel, K. (1949). A Remark about the Relationship between Relativity Theory and
Idealistic Philosophy, In Albert Einstein: Philosopher- Scientist, ed. P.A. Schilpp, La
Salle, open Court.

Greene, Brian (1999). The Elegant Universe: Superstrings, Hidden Dimensions, and
the Quest for the Ultimate Theory, W.W. Norton & Company.

Gribbin,J. (1986). In Search of the Big Bang, Bantan Books.

Gribbin, J, M.Rees (1989). Cosmic Coincidences: Dark Matter, Mankind, and Anthropic
Cosmology, Bantam Books.

Guillen, Michael (2001). Dünyayı Değiştiren Beş Denklem, Çev. Gürsel Tanrıöver,
Tübitak Popüler Bilim Kitapları.

Guth, Alan H.(2000). The Inflationary Universe: The Quest for a New Theory of Cosmic
Origins. Perseur Books Group.

Guth, Alan H., M.Sher. (1983). The Impossibility of a Bounsing Universe,

Hallberg, F.W. (1988) Barrow and Tipler’s Anthropic Cosmological Principle, Zygon.

Hartle, J.B., S.W.Hawking (1983). Wave Function of the Universe, Physical Rewiew.

Hartle, James (2002). Gravity: An Introduction to Einstein’s General Relativity, Addison-


Wesley Longman.

Hasker, William (1989). God, Time and Knowledge, Cornell University Press.

Hawking, Stephen (1984). Quantum Cosmology, In Relativity, Groups and Topology II,
eds. B.S. DeWitt, R. Stora, North Holland Physics Publishing.

Hawking, Stephen (1984). The Edge of Spacetime, American Scientist 72.

167
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Hawking, Stephen (1985). Arrow of Time in Cosmology, Physical Review.

Hawking, Stephen (1988). Zamanın Kısa Tarihi, Çev. Sabit Say ve Murat Uraz, Doğan
Kitapçılık.

Hawking, Stephen (2002). Ceviz Kabuğundaki Evren, Çev. Kemal Çömlekçi, Alfa Basım
Yayım.

Hefner, P.J. (1984). God and Chaos: the Demiurge versus the Ungrund, Zygon.

Heisenberg, Werner (2003). Einstein’la Yüzleşmek, Çev. Kemal Budak, Gelenek


Yayıncılık.

Heller, M. (1987). Big Bang on Ultimate Questions. In Origin and Early History of the
Universe, Cointe-Ougree.

Hetherington, N.S,(1993). Encyclopedia of Cosmology, Garland.

Hilbert, David (1964). On the Infinite, in Philosophy of Mathematics, ed. With an


Introduction by Poul Benacerraf and Hilary Putnam.

Hocaoğlu, Durmuş (1994). Türk-İslam Düşüncesi Ve Modern Fizikte Kozmoz, Felsefe


Doktora Tezi İstaanbul Üniversitesi (Yayınlanmamış).

Hooft, Gerardt (2002). Maddenin Son Yapıtaşları, Çev.Mehmet Koca-Nazife Koca,


Tübitak Popiler Bilim Kitapları.

Hoyle, Fred (1972). From Stonehenge To Modern Cosmology, W. H. Freeman


Publisching.

Hoyle, Fred, Chandra Wickramasingle (1981). Evolution from Space, J.M. Dent&Sons.

Huby, Pamela M.(1971). Kant or Cantor? That the Universe, if Real, Must be Finite in
Both Space and Time, Philosophy.

Hume, David (1995). Din Üstüne , Çev. Mete Tunçay, İmge Kitabevi Yayınları.

Isham, C.J.(1975). Quantum Gravity, Oxford University Press.

168
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Isham, C.J.(1988). Creation of Universe as a Quantum Process. In Physics, Philosophy,


and Theology, eds. R.J. Russell, W.R. Stoeger, and G.V. Coyne, University of Notre
Dame Press.

Islam, J.N.(1983). The Ultimate Fate of the Universe, Sky and Telescope.

Jeans, Sir James (1950). Fizik ve Filozofi, Çev. Prof. Dr. Avni Refik Bekman, T.C.
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Yayınları.

John, Paul II (1988). Message of His Holiness John Paul II. In Physics, Philosophy, and
Theology, eds. R.J Russell, W.R Stoeger, G.V. Coyne, University of Notre Dame
Press.

Kant, Immanuel (1993). Arı Usun Eleştirisi, Çev. Aziz Yardımlı.

Kant, Immanuel (1995). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Çev. İoanna Kuçuradi,


Türkiye Felsefe Kurumu.

Kant, Immanuel (1997). Evrensel Doğa Tarihi Ve Gökler Kuramı, Çeviren: Seçkin Selmi,
Sarmal Yayınları.

Kant, Immanuel (2001). Pratik Usun Eleştirisi, Çev.İ Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları.

Kindi (1994). Felsefi Risaleler, Çev. Mahmut Kaya, İz Yayıncılık.

Kitcher, Ph. (1982). Abusing Science: The Case Against Creationism, M.I.T Press.

Kragh, H. (1987). The Begining of the World: George Lemaitre and the Expanding
Universe, Centaurus.

Kung, Hans (1980). Does God Exist?: An Answer for Today,

Kutluer, İlhan (2002). İbn Sina Ontolojisinde Zorunlu Varlık, İz Yayıncılık.

Lange, Friedrich Albert (1998). Materyalizmin Tarihi Ve Günümüzdeki Anlamının


Eleştirisi, Birinci Cilt, Çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları.

Lange, Friedrich Albert (1998). Materyalizmin Tarihi Ve Günümüzdeki Anlamının


Eleştirisi, İkinci Cilt, Çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınları.

169
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Lankford, J.,ed. History of Astronomy: An Encyclopedia, Garland.

Layzer, D. (1975). The arrow of Time, Scientific American 233.

Leibniz, G.W.(1997). Monadoloji, Çev.Ord.Prof. Suut Kemal Yetkin, Milli Eğitim


Bakanlığı Yayınları.

Lemaitre, G. (1950). The Primeval Atom: A Hypothesis of the Origin of the Universe,
Trans. B.H.Korff and S.A. Korff, D.Van Nostrand.

Leslie, John (1982). Anthropic Principle, World Ensenmble, Design, in American


Philosophical Quarterly, vol. 19.

Leslie, John (1983). Cosmology, Probability, and the Need to explain All Existence, In
Scienctific Explanation and Understanding: Essay on Reasoning and Rationality in
Science, ed. N. Rescher, University Press of America.

Leslie, John (1985). Modern Cosmology and the Creation of Life, in evolution and
Creation, ed. Ernan McMullin, Notre Dame Press.

Leslie, John (1986). The Scientific Weight of Anthropic and Teleological Principle, in
Current Issues in Teleology, ed. Nicholas Rescher, University Press of Amerika.

Leslie, John (1989). Universes, Routledge.

Lenin, V. İ. (1989). Materyalizm Ve Ampiriokritisizm, Çev. İsmail Yarkın, 2. Cilt, İnter


Yayınları.

Linde, Andrei D. (1990) Particle Physics and Inflationary Cosmology, Harwood


Academic Publishers.

Long, C.H. (1987). Cosmogony, In the Encyclopedia of Religion, ed. M. Eliade,


Macmillan.

Longair, M.S. (1996) Our evolving Universe, Cambridge University Press.

Lovell, B. (1980). Creation, Theology.

Macintyre, Alasdair (2001). Erdem Peşinde, Çev.Muttalip Özcan, Ayrıntı Yayınları.

170
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Mackie, J.L. (1982). The Miracle of Theism: Arguments for and against the Existence of
God, Clarendon Press.

Magee, Bryan (2000). Felsefenin Öyküsü, Çev. Bahadır Sina Şener, Dost Kitabevi
Yayınları.

Malebranche, M. (1997). Hakikatin Araştırılması I-II-III, Çev. Miraç Katırcıoğlu, Milli


Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Marx, Karl, Friedrich Engels (1979). Felsefe İncelemeleri, Çev. Sevim Belli, Sol
Yayınları.

Marx, Karl (2000). Demokritos ile Epikuros’un Doğa Felsefeleri, Çev. Hüseyin Demirhan,
Sol Yayınları.

McCall, S. (1976). Objective Time Flow, Philosophy of Science.

McMullin, E (1981). How should Cosmology Relate to Theology? IN The Sciences and
Theology in the Twentieth Century, ed. A.R. Peacocke, University of Notre Dame
Press.

McMullin, E (1988). Natural Science and Belief in a Creator: Historical Notes. In Physics,
Philosophy, and Theology, eds. R.J. Russell, W.R. Stoeger, G.V.Coyne, University of
Notre Dame Press.

Mellor, D.H. (1981). Real Time, Pitman Press.

Miethe, Terry, Antony Flew (1991). Does God Exist?, Harper Collins Publishers.

Misner,Ch.W. (1969). Absolute Zero of Time, Physical Review.

Misner,Ch.W. (1977). Cosmology and Theology. In Cosmology, History and


Theology,eds.W.Yourgrau, A.D. Breck, Plenum Press.

Misner, Charles W, Kip S. Thorne, John A. Wheeler (1973). Gravitation, W.H. Freeman
and Company.

Monsma,J.C. (1958). The evidence of God in an Expanding Universe, Putnam’s Sons.

Morris,H. (1974). Scientific Creationism, San Diego: Inst. Of Creation Research.

171
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Mather, J.C., and J. Boslough (1996). The Very First Light, Basic Books/ HarperCollins.

Munitz, M.K. (1957). Space, Time and Creation: Philosophical Aspects of Scientifik
Cosmology, Free Press.

Murphy, N. (1987). Acceptability Criteria for Work in Theology and science, Zygon.

Narlikar,J.V.(1988). The Primeval Universe, Oxford University Press.

Neville,R.C. (1968). God the Creator, University of Chicago Press.

Nizan, Paul (1998). Eskiçağ Maddecileri, Çev. Afşar Timuçin, Telos Yayıncılık.

O’Keefe,J.A. (1980). The Theological Impact of the New Cosmology, Warner Books.

O’Hear, Anthony (1984). Experience, Explanation and Faith: An Introduction to the


Philosophy of Religion, Routledge&Kegan Paul.

Osserman, Robert (2000). Evrenin Şiiri, Çev. İsmet Birkan, Tübitak Popüler Bilim
Kitapları.

Padmanabhan, T. (1998). After the First Three Minutes: The Story of Our Universe,
Cambridge University Press.

Page,D.N. (1984). Can Inflation Explain Thermodynamics? International journal of


theoretical Physics.

Page,D.N. (1985). Will Entropy Decrease if the Universe Recollapses? Physical Review.

Page,D.N. (1987). The Importance of the anthropic principle.

Paley, William (1963). Natural Theology: Selections, ed. Frederick Ferre, Bobbs-Merrill.

Pannenberg,W. (1971). Basic Questions in Theology, Fortress.

Pannenberg,W (1981). Theological questions to Scientist.In the sciences and Theology in


the Twentieth Century, ed.A.R. Peacocke, University of Notre Dame Press.

Patton,G.M., J.A.Wheeler (1975). Is Physics Legislated by Cosmogony? In Quantum


Gravitiy, eds. C.J.Isham, R.Penrose, D.W.Sciama, Oxford University Press.

172
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Peacocke, A.R. (1984). Thermodynamics and Life, Zygon.

Peacocke, A.R. (1985). Biological Evolution and Christian Theology, ed. J.Durant, Basil
Blackwell.

Peacocke, A.R. (1986). Science and Theology Today: A Critical realist Perspective,
Religion and Intellectual Life 5.

Peebles, P.J.(1993). Principles of Physical Cosmology, Princeton University Press.

Penrouse, Roger & Stephen Hawking, (1996). The Nature of Space and Time, Princeton
University Press.

Peters, K.E. (1987). Toward a Physics, Metaphysics, and Theology of Creation: A


Trinitarian View. In Religion, Science, and Public Policy, ed. Frank T. Birtel, Crossroad.

Peters,T. (1988). On Creating the Cosmos, In Physics, Philosophy and Theology, eds. R.J.
Russell, W.R. stoeger, G.V. Coyne, University of Notre Dame Press.

Peterson, M.(1991). Reason and Religious Belief: An Introduction to the Philosophy

of Religion, Oxford university Press.

Plantinga, Alvin (1974). The Nature of Necessity, Oxford University Press.

Plantinga, Alvin (1991). When Faith and reasn Clash: Evolution and the Bible, in
Christian Scholar’s Review, vol.xxi

Platon, (1989). Timaios, Çev. Erol Güney-Lütfi Ay, M. E. B. Yayınları.

Platon, (2000). Devlet, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M.Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası


Kültür Yayınları.

Polchinski, Joseph (1998). String Theory: An Introduction to the Bosonic String,


Cambridge University Press.

Polkinghorne, John (1988). Science and Creation: The Search for Understanding, S.P.C.K.

173
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Polkinghorne, John (1990). A Revived Natural Theology, in Science and Religion: One
World Changing Perspectives on Reality, ed. Jan Fennema and Iain Paul, Kluwer
Academic Publishers.

Politzer, Georges (1993). Felsefenin Temel İlkeleri, Çev. Enver Aytekin, Sosyal Yayınları.

Popper, Karl R. (1998). Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev. İlknur Aka-İbrahim Turan,
Yapı Kredi Yayınları.

Popper, Karl R. (1978). On the Possibility of an Infinite Past: A Reply to Whitrow, British
Journal For the Philosophy of Science.

Rees, Martin J. (2001). Our Cosmic Habitat, Princeton University Press.

Rees, Martin J. (2000). Just Six Numbers: The Deep Forces that Shape the Universe, Basic
Books.

Reeves, Hubert (2001). İlk Saniye, Çev. Esra Özdoğan, Yapı Kredi Yayınları.

Rifkin, Jeremy, Ted Howard (1997). Entropi Dünyaya Yeni Bir Bakış, Çev. Hakan Okay,
İz Yayıncılık.

Ross, David (2002). Aristoteles, Çev. İhsan Oktay Anar, Kabalcı Yayınevi.

Ross, Hugh (1989). The Fingerprint of God, Whitaker House.

Ross, Hugh (1993). The Creator and the Cosmos, Navpress Books.

Ruse, Michael (1989). The Darwinian Paradigm; Essays on its History, Philosophy, and
Religious Implications, Routledge.

Russell, Bertrand (1935). Religion and Science, Thornton Buterworth

Russell, Bertrand (2000). Batı Felsefesi Tarihi 1,2,3 Çev. Muammer Sencer, Say
Yayınları.

Rüşd, İbn (1999). Felsefe Din İlişkisi, Çev. Doç. Dr.Bekir Karlığa, İşaret Yayınları.

Silk, Joseph (2000). Evrenin Kısa Tarihi, Çev. Murat Alev, Tubitak Yayınları.

174
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Smith, Norman Kemp (1918). A Commentary To Kant’s ‘Critique of Pure Reason’,


Macmillan&Co.

Smith, Quentin (1985). The Anthropic Principle, and Many-Worlds Cosmologies, in


Australasian Journal of Philosophy, vol. 63.

Smith, Quentin (1992). The Anthropic Coincidences, Evil and the Disconfirmation of
Theism, in Religious Studies, vol. 28.

Swinburne, Richard (1962). The Beginning of the Universe, The aristotelian Society.

Swinburne, Richard (1968). Space and Time, Macmillan.

Swinburne, Richard (1972). The Argumant from Design- A Defence, in Religious Studies,
vol.8.

Swinburne, Richard (1977). The Coherence of Theism, Clarendon Press.

Swinburne, Richard (1981). Faith and Reason, Oxford University Press.

Swinburne, Richard (1989). Argument from the Fine-Tuning of the Universe, in


Philosophy, ed. A.Phillips Griffiths, Cambridge University Press.

Swinburne, Richard (1990). Argumant from the Fine-Tuning of the Universe, in Physical
Cosmology and Philosophy, ed. John Leslie, Collier Macmaillan.

Swinburne, Richard (1991). Evidence for God, in Miethe and Flew.

Swinburne, Richard (2001). Tanrı Var mı?, Çev. Yrd. Doç. Dr. Muhsin Akbaş, Arasta
Yayınları.

Taylan, Necip (1998). Tanrı Sorunu, Şehir Yayınları.

Taylor, A.E. (1961). Does God Exist?, Fontana Books.

Taylor, Richard (1974). Metaphysics, Prentice-Hall, 2nd editions.

Tennant, F.R. (1930). Philosophical Theology, vol.2, Cambridge University Press.

175
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Thorne, Kip. (1994). Black Holes and Time Warps: Einstein’s Outrageous Legacy, W.W.
Norton & Company.

Tolman, R.C (1934). Relativity, Thermodynamics, and Cosmology, Clarendon Press.

Wald, Robert M. (1984). General Relativity, University of Chicago Press.

Ward, Keith (1982). Rational Theology and the Creativity of God, Basil Blackwell.

Weber, Alfred (1998). Felsefe Tarihi, Çev. H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınları.

Weinberg, Steven (1999). İlk Üç Dakika, Çev. Zekeriya Aydın ve Zeki Aslan, Tübitak
Popiler Bilim Kitapları.

Weinberg, Steven (2002). Atomaltı Parçacıklar, Çev. Zekeriya Aydın, Tübitak Popiler
Bilim Kitapları.

Wells, Jonathan (1990) Darwinism and the Argumant from Design, in Dialogue and
Allience, vol.4.

Whitrow, G.J.(1961). The Natural Philosophy of Time, Thomas Nelson&Sons.

Whitrow, G.J (1968). Time and the Universe, in The Voices of Time, ed. J.T. Fraser,
Penguin Press.

Whitrow, G.J (1978). On the Impossibility of an Infinite Past, British Journal For the
Philosophy of Science.

Yaran, Cafer Sadık (1994). The Argument from Design in Contemporary Thought,
University of Wales. (Yayınlanmamış Doktora Tezi)

Yaran, Cafer Sadık (1997). Klasik Ve Çağdaş Metinlerde Din Felsefesi, Etüt Yayınları.

Yaran, Cafer Sadık (1997). Din Ve Bilim, Çağdaş Batı ve İslam Düşüncesinden Seçme
Felsefi Yazılar, Sidre Yayınları.

Yaran, Cafer Sadık (2002). Bilgelik Peşinde Din Felsefesi Yazıları, Araştırma Yayınları.

Yockey, Hubert P. (1997). A Calculation of the Probability of Spontaneous Biogenesis by


Information Theory, in Journal of Theoretical Biology, vol.67.

176
www.canertaslaman.com www.bigbang.gen.tr

Zycinsky, Joseph M (1987). The Anthropic Principle and Teleological Interpretation of


Nature, in Review of Metaphysics, vol.41.

Zwart, P.J. (1976). About Time, Nort Holland Publishing.

177

You might also like