You are on page 1of 5

11 DUHA SURESİ

[KUŞLUK VAKTİ]

SURESİ

DUHA SURESİ’NE GİRİŞ

Duha suresi on bir ayet olup Mekke'de inmiştir. İniş sırasına göre 11. suredir.
Peygamberimizin ve vahyin Allah'ın teminatı altında olduğu bu sure ile açıklanmıştır.
Ayrıca Fecr suresinde değinilen “ikram, yetim, nankörlük” gibi kavramlar, bu surede
peygamberimizin hayatından örnekler verilerek pekiştirilmiş ve detaylandırılmıştır.

İniş Sebebi

Fecr suresinin inişinden sonra uzun bir “‫ فففترة‬fetret” döneminin yaşandığı ve daha
sonra Duha suresinin inişiyle bu dönemin sona erdiği iddia edilmiştir. Başka bir ifadeyle,
Allah'ın Fecr suresinden sonra uzun bir süre peygamberine vahyi kestiği iddia edilmektedir.
Fetretin sebepleri hakkındaki rivayetlerden bazılarını Alak suresinin tahlilinde
anlatmış, Kur'an'dan ve tarihî bilgilerden yararlanarak bu rivayetlerin uydurma olduklarını
ortaya koymuştuk. Konu tekrar gündeme geldiği için bu kez de İbn-i Kesir'den iki rivayet ele
alınarak bunlar incelenecektir:
“İbn-i Cerir Taberi'nin rivayetine gelince, o der ki: Bize ibn-i Ebu Şevarib …..
Abdullah İbn Şeddad'dan nakletti ki; Ayşe Allah'ın Elçisi’ne; 'Ne oluyor, Rabbim sana darıldı
mı?' demiş. Bunun üzerine '‫ضحى‬ ّ ‫ وال‬Andolsun kuşluk vaktine' suresi nazil olmuş.”
“Taberi'nin Ebu Kurayb'den rivayetine göre ise Hadice ‘Durumundan anladığıma göre
Rabbinin sana darıldığını sanıyorum’ demiş. Bunun üzerine bu sure nazil olmuş.”
İlk rivayet incelendiğinde görülür ki, Peygamberimize bu ilk vahiyler geldiği
tarihlerde Ayşe henüz bir çocuktu ve peygamberimiz ile bir yakınlığı bulunmamaktaydı. Bu
tarihi durum, bu rivayetin çeşitli gerekçelerle uydurulmuş birçok yalandan biri olduğunu
göstermektedir.
İkinci rivayete gelince: Hadice'nin peygamberimizle bu şekilde konuşabilmesi için
Allah'ın bildirdiği bir vahiy iniş takviminin bulunması ve Hadice'nin de bunu biliyor olması
gerekir. Oysa Kur'an'ın inişinin belli bir takvime bağlanmadığı herkesin malûmudur.
Özetle, vahyin inişi sırasında bir fetret döneminin yaşandığına dair ileri sürülen
iddialar tamamen dayanaksızdır. Furkan suresinin 32. ve 33. ayetlerinde Kur'an'ın toptan
değil, parça parça, azar azar, yeri geldiği zaman indirileceği açıkça bildirilmektedir.
Dolayısıyla iki vahiy arasındaki boşluk dönemini fetret olarak değerlendirmek Kur'an'a ters
düşmektedir.

11 / DUHA [KUŞLUK VAKTİ] SURESİ

1
Rahman ve Rahîm Allah adına.

Ayetlerin meali:

1-3 - Şu kuşluk vaktine ve karanlığı büsbütün bastırdığı zamanki geceye andolsun ki,
Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.
4-5 - Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana
verecek, sen de hoşnut olacaksın.
6 - O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı?
7 - Seni sapıtmış olarak bulup da hidayet etmedi mi?
8 - Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
9 - O hâlde yetimi kahretme!
10 - İsteyeni azarlama.
11 - Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!

Ayetlerin Tahlili

1 - 3. Ayetler:

Şu kuşluk vaktine

Kuşluk vakti, günün ilk aydınlık saatleridir. Burada, artık karanlık dönemlerin
bittiğine, fecrden/şafaktan sonra aydınlığın başladığına dikkat çekilmektedir. Artık ruhî
bunalımlar bitmiş, işler yoluna girmiş, insanlar müminleşmeye başlamışlardır. İleride daha iyi
günler de gelecektir.

Ve karanlığı büsbütün bastırdığı zamanki geceye andolsun ki,

Burada, küfür, şirk ve ruhi bunalımları simgeleyen karanlığın tam bastırdığı ortamlara
dikkat çekilmektedir. Bir tarafta zifîri karanlık bütün ağırlığıyla kendini gösterirken diğer
tarafta da kuşluk vaktinin yaşanması kanıttır ki,

Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.

Alak suresinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, ayetin lâfzî/sözel anlamı “Rabbin sana
darılmadı ve seni bırakmadı da” şeklindedir. Ne var ki, bu ifade tarzı Kur'an'da bir olayın, bir
durumun ileride gerçekleşeceğinin kesin olduğunu vurgulamak için kullanılmaktadır. Leheb
suresinin ilk ayetinde olduğu gibi, Kur'an'da yüzlerce örneği bulunan bu ifade tekniği dikkate
alındığında, ayet “Rabbin sana darılmayacak ve seni bırakmayacak da” anlamına gelir. Bu
ayetle peygamberimize yalnız bırakılmayacağı ve vahiylerin devam edeceği yönünde güvence
verilmiştir.

4 - 5. Ayetler:

Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak.


Ve Rabbin sana verecek sen de hoşnut olacaksın.

2
Yani; “Bundan sonraki hayatın, geçmiş hayatından daha iyi olacak. Rabbin sana çok
şeyler verecek, sen de çok memnun olacaksın.”
Nitekim peygamberimizin elçilik görevi aldıktan sonraki hayatı, görevi almadan
önceki hayatına göre her açıdan kat kat üstünlüklerle dolu geçmiştir.
Bu iki ayet peygamberimize ahirette şefaat yetkisi verilmek suretiyle kendisinin
memnun edileceği ve dolayısıyla onun ahiret hayatının dünya hayatından daha iyi olacağı
şeklinde yorumlanmıştır. Peygamberi öveyim derken Müslümanları gevşekliğe ve asılsız
beklentilere sürükleyen bu tür yorumların ciddi hiçbir dayanağı yoktur. Her şeyden önce bu
yorum, şefaatin sadece Allah'a ait olduğunu bildiren onlarca ayete ters düşmektedir. Şefaat
konusu, ileride Necm suresinde detaylı olarak incelenecektir.

6. Ayet:

O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı?

Bu ve bundan sonraki iki ayette peygamberimizin geçmişi hatırlatılmaktadır.


Gerçekten de peygamberimiz yetim olarak dünyaya gelmiş, önce dedesi Abdülmuttalib'in,
onun ölümünden sonra da amcası Ebu Talib'in himayesi altında yaşamıştır.

7. Ayet:

Seni sapıtmış olarak bulup da hidayet etmedi mi?

Ayette geçen “dâllen” sözcüğü peygamberimiz için kullanıldığından, birçok meal ve


tefsirde yumuşatılmış anlamlarla yer almış, buna bağlı olarak da peygamberimizin gece evine
giderken yolunu kaybettiği veya buna benzer anlamlar verildiği tam 22 adet zorlama yorum
ortaya çıkmıştır.
Oysa “dalâlet” sözcüğünün ayette zıt anlamlı “ ‫ هففداي‬hidayet” sözcüğü ile birlikte
kullanıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenledir ki, “dalâlet” sözcüğünün anlamının
yumuşatılması ayetin ruhuna aykırı olur. Çünkü Fatiha ve Leyl surelerinde de değinildiği gibi,
“hidayet” sözcüğü “Allah yolunu göstermek” demektir. Evin yolunu ya da köyün yolunu
göstermek anlamına gelmez ve bu anlamda kullanılamaz. Dolayısıyla ayetteki “dalâlet”
sözcüğü tam olarak “hidayet dışında olmak, Allah yolunun dışında olmak” anlamına gelir.
“Dâllen” sözcüğünün gerçek anlamını peygamberimize yakıştıramayanlar bu sözcüğü
zoraki yorumlarla asıl anlamının dışında kullanmışlardır. Sözcüğün asıl anlamının ne olduğu,
Necm suresinin 2. ayetinde geçen “arkadaşınız sapmadı ve azmadı” ifadesinden de
anlaşılmaktadır. Peygamberimizin vahiy aldığı dönemdeki halinin belirtildiği bu ayette onun
hidayet üzere bulunduğu, Allah yolunun dışına çıkmadığı belirtilmektedir.
Konumuz olan Duha 7. ayette ise peygamberimizin de herkes gibi bir insan olduğuna,
onun da kusur işleyebileceğine işaret vardır. Konuyla ilgili olarak aşağıdaki ayetler de tetkik
edilmelidir:

Şûra 52: … Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun …

Yusuf 3: …Bundan önce sen gafillerden idin …

Zümer 65: Eğer sen şirk koşarsan amelin boşa gider…

Muhammed 19: … kendi günahın için istiğfar et …

3
Sebe 50: …Eğer saparsam, kendi aleyhime saparım …

Kalem 48: ..... Balığın arkadaşı (Yunus) gibi olma ...

Özetle bu ayette, Mekke'de Mekkeliler gibi yaşamakta olan Muhammed (as)'e Allah'ın
hidayeti ile İslâm'ın yolunun gösterildiği ve bu dünyada nimetlerin en büyüğü ile
nimetlendirildiği anlatılmaktadır.

8. Ayet:

Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?

Bu ayeti de iki farklı şekilde yorumlamak mümkündür.


1. Sözcüklerin gerçek anlamlarına göre:
- Yetim doğan Muhammed (as)'in, kendi dedesinin ve amcasının himayesinde, sıkıntı
çekmeden ama bir aile geçindirmeye de gücü olmadan “‫ عففائل‬Âil [ihtiyaç sahibi]” olarak
yaşamını sürdürdüğü bir sırada Hadice ile evlenerek zengin bir aile reisi konumuna
yükselmesi;
- Ya da; peygamberimizin elçilik görevini aldıktan sonra Ebu Bekir, Osman ve diğer
zenginlerin mal varlıklarını emrine vermeleri sonucunda zenginleşmesi.

2. Sözcüklerin mecaz anlamlarına göre ise;


- Mekkeli Muhammed (as)'in vahiy sayesinde bilgilenmesi ve kanıt sahibi olması,
- Ya da; kendi halinde biri iken bir lider haline gelmesi kast edilmiş olabilir.

9. Ayet:

O halde yetimi kahretme!

Yani; “Yetimi heder etme, yetimi ezme!”


“‫ قهر‬Kahr”, bir şeyi normal konumundan daha kötü bir duruma sokmaktır. Bir insanı
olması gereken konumdan daha aşağı bir duruma getirmek, o insanı kahretmektir. Kahr,
“ikram”ın, yani üstün kılmanın, saygın hâle getirmenin zıddıdır. Örnek olarak Araplar etin
tencerede börtmesine, pörsümesine “‫ قهر‬kahr” derler.
Yetimin üstün kılınması gerektiği, bir önceki sure olan Fecr de bildirilmişti. Bu surede
ise konu zıt anlamı ile vurgulanarak pekiştirilmiştir. Yetimlik Kur’an’ın önemle üzerinde
durduğu bir konudur. Öyle ki, yetimi koruyup gözetmek dinimizin ana ilkelerinden biridir.
Konu sadece bu iki surede işlenmekle kalmamış, Bakara suresinin 220. ayetinde ve Nisa
suresinin ilk on ayetindeki şu hükümlerle detaylandırılmıştır:
- Yetimler, akraba grubu içine alınarak üvey evlât konumuna getirilmelidir.
- Bir arada yaşanılan yetimlere kardeş muamelesi yapılmalıdır.
- Yetimlerin malları kendilerine verilmelidir.
- Yetimlerin malları korunmalı ve idaresinde haksızlık yapılmamalıdır.
- Yetimler işe yarar hâle getirilmelidir, iş güç sahibi yapılmalıdır.
- Miras paylaşımında yetimler için de pay ayrılmalıdır.
Bazı meallerde yer alan “yetime kahretme” şeklindeki çeviri, ayetin gerçek mesajını
yansıtmamaktadır. Çünkü Türkçede “yetime kahretme” ile “yetimi kahretme” ifadeleri aynı
anlama gelmez. Çevirilerin çoğunda kullanılmış olan “yetime kahretme” ifadesi, “yetime
darılma, yetime gücenme” gibi bir anlam içermektedir. Oysa ayet, yetimin kahrolmasının,
mahvolmasının önüne geçilmesi gerektiğini anlatmaktadır. Dolayısıyla buradaki çevirinin

4
“yetimi kahretme” şeklinde olması gerekmektedir. Bu da bize ayetin şu mesajını iletmektedir:
Yetimler aç-açık, evsiz-barksız, eğitimsiz-öğretimsiz, işsiz-güçsüz bırakılarak heder
edilmemeli, gereken yapılarak analı-babalı gibi büyütülmeleri sağlanmalı, onlara en iyi eğitim
ve öğretim verilmeli, saygın ve değerli kişiler olarak topluma kazandırılmalıdır.
Kur'an'ın yetimler için verdiği emirler hem bireysel hem de toplumsal boyutlar taşıyan
emirlerdir. Onlar için yapılması emredilen işlerin bireylerce yapılabilir olanları bireyler
tarafından; toplumca yapılabilir olanları ise toplum adına kamu otoritesini kullananlar
tarafından yerine getirilmelidir. Bir iman toplumu, üstlenilmesi gereken maddi ve manevi
yükler konusunda en az bireyleri kadar sorumludur. Nitekim Fecr suresinin 17-20. ayetlerinde
yetimin kerimleştirilmesi ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvikleşilmesi görevleri doğrudan
topluma verilmiştir.

10. Ayet:

İsteyeni azarlama.

“‫ سففائل‬Sail” sözcüğü “isteyen” demektir, ancak “soran” anlamına da gelmektedir.


Çünkü soru sormak, bilgi istemek demektir. Ayette tümlece yer verilmeyerek isteyenin ne
istediği belirtilmemiştir. Bu durum, “isteyen” sözcüğünün anlam alanını genişletmektedir.
Dolayısıyla “isteyen” sözcüğü için “yiyecek-içecek gibi maddi ihtiyaçları isteyen”, ya da “din
ve imanla ilgili manevi ihtiyaçlarını giderecek bilgi isteyen, soru soran” gibi anlamların
geliştirilmesi mümkündür.

11. Ayet:

Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!

Surede açıklanan konular dikkate alındığında “Rabbinin nimeti” ifadesinden


peygamberimize verilen her türlü nimet anlaşılmaktaysa da, ona verilen asıl nimet “İslâm
Dini”dir. Zira başta Maide suresinin 3. ayeti olmak üzere Kur'an'da bahsedilen “nimet” İslâm
dinidir. Peygamberimizden istenen de, bu nimeti [İslâm Dinini] hem yaşaması hem de
anlatmasıdır.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

You might also like