You are on page 1of 6

6 TEBBET SURESİ

[KURUDU]

SURESİ

LEHEB SURESİ’NE GİRİŞ

Tebbet ya da diğer adıyla Mesed suresi, Fatiha suresinden sonra Mekke'de altıncı
sırada inmiştir. Beş ayettir. Adını surede geçen “‫ تّبت‬Tebbet” ve “‫ مسد‬Mesed” sözcüklerinden
almıştır. Bu sure, peygamberimiz için bir teselli, Ebuleheb ve tüm din düşmanları için de bir
uyarı mahiyetindedir. Bu surede peygamberimize ve insanlığa verilen mesajlar edebî sanatlar
ile ifade edilmiştir. Bu edebî sanatları surenin Türkçe meallerini okuyarak fark etmek
mümkün değildir. Oysa Kur'an, mucize niteliğindeki sanatsal yapısıyla o günün tüm aydınları
[edipleri, şairleri] tarafından beğeni kazanmış ve kabul görmüştür.

Birinci Uyarı

Fatiha suresi iyi anlaşılmadan Tebbet suresi okunmamalıdır. Okunduğu takdirde


yeterince anlayamama ihtimali yüksektir. Mevcut meal ve tefsirler, Kur'an'ın temel
taşlarından biri olan bu sureyi gereği gibi anlamlandırma bakımından çok başarılı değildir.
Sureyi okumaya başlamadan önce hem surede adı geçen Ebuleheb’i ve eşini tanımak,
hem de surenin indiği günlerde yaşananlarla ilgili olarak bazı ön bilgilere sahip olmak gerekir.
Bu nedenle surenin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak bu iki konu hakkında kısa bir açıklama
yapmak yararlı olacaktır.

Ebuleheb

Surede Ebuleheb olarak tanıtılan şahsın Kureyş eşrafından Abdüluzza b.


Abdülmuttalib b. Haşim; karısının da Ümmü Cemil [Avrâ] olduğu herkes tarafından
tartışmasız kabul edilmiştir.
Ebuleheb peygamberimizin hem öz amcası, hem de komşusu ve dünürüdür.
Peygamberimizin Ümmü Gülsüm ve Rukıyye isimli kızları, Ebuleheb'in Uteybe ve Utbe
isimli oğullarıyla evli idiler. Ne var ki, Tebbet suresinin inişi üzerine Ebuleheb'in baskısıyla
iki oğlu da eşlerini boşamıştır.
Tarihi kayıtlar Ebuleheb’in son derece zengin, iri cüsseli, kırmızı suratlı, çabuk
hiddetlenen birisi olduğunu belirtmektedir. Hayatının sonuna kadar hep İslâm'a karşı
savaşmış, her zaman müşriklerin başında veya yanında yer almıştır. Bedir savaşına bizzat
iştirak etmemiş olsa da, kendi yerine ücretli bir asker göndermekten geri de durmamıştır.
Müşrik ordusunun hezimetini öğrendiğinde aşırı derecede kederlendiği bütün tarihçilerce
ifade edilmektedir
Doğum yılı bilinmeyen Ebuleheb, 624 yılında Mekke'de “Kara Kızıl” denilen vebaya
benzer bir hastalığa yakalanmış ve yedi gün içinde ölmüştür. Hastalığın bulaşıcı olması
sebebiyle cesedine oğulları dâhil hiç kimse yaklaşamamış, ölüsü üç gün ortada kalmıştır.
Cesedinin kokmaya başlaması üzerine, uzun sırıklarla bir çukura itilip üstü kapatılmış,
kendisine herhangi bir defin merasimi yapılmamıştır.

Ebuleheb'in Karısı

1
Ebuleheb'in karısı, Harb'in kızı Ümmü Cemil’dir. Diğer ismi Avrâ’dır. Ümmü Cemil
aynı zamanda Ebu Sufyân b. Harb'in kız kardeşi, Muaviye'nin de halasıdır.

Surenin İniş Sebebi

Peygamberimiz, “Kalk, hemen uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini
aldıktan sonra kendisine Fatiha suresi vahyedilmiş, bu vahiyden sonra bir sabah Safa tepesine
çıkarak Mekkelilere çağrıda bulunmuştu. Peygamberimiz yaptığı çağrıya uyarak etrafına
toplanan kalabalığa Fatiha suresini okumuştu.
Safa tepesindeki toplantıya katılıp peygamberimizi dinleyenler arasında Ebuleheb de
vardı. Ancak, peygamberimizin tebliğini duyunca, siyer ve diğer rivayet kaynaklarının
belirttiğine göre, peygamberimize “Helâk olası, kahrolası, bizi buraya bunun için mi
topladın?” diye bağırarak onu taşlamış ve ayağından yaralamıştır.
Onun bu kaba ve düşmanca davranışı, Ebuleheb gibi azgın, kibirli ve müstağni
kişilerin peygamberimizin yaptığı tebliğden hiç hoşnut kalmadıklarını göstermektedir. Çünkü
halk bu tebliğe itibar ederse, bundan sonra yalnızca Allah'tan yardım isteyecek, Rahman ve
Rahîm sıfatları olan Allah'a sığınacak ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a kulluk edecekti.
Bu durum ise kölelerini ve mallarını kaybetme korkusuna kapılan azgın ve kibirli müşrik
önderlerin sonu demekti.
Peygamberimiz, görevi gereği, pazar pazar, panayır panayır dolaşıp Hakk'ı tebliğe
uğraşırken Ebuleheb de onu bir gölge gibi takip ediyordu. Onu etkisiz hâle getirebilmek için
her yolu deniyordu. Toplantılarını sabote ediyor, “Bu benim yeğenim mecnundur, ona kulak
asmayın” diyerek herkesi etkilemeye çalışıyordu. Bu sözlü tacizlerini bazen fiilî saldırıya
kadar götürüyordu. Yaptıkları bunlarla da sınırlı değildi. Bazı yerlerde de “Eğer kardeşimin
oğlunun dedikleri doğru ise, çoluk çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan
kurtarırım” diye peygamberimizle alay ediyordu.
Ebuleheb'in peygamberimize karşı duyduğu kinin bir başka sebebi de, gençliğinde öz
kardeşi Ebu Talib ile yaptığı bir kavga esnasında onun kendisine değil de diğer amcasına
yardım etmiş olmasıdır. Eskilere dayanan kişisel düşmanlığı yıllar sonra çıkarlarını kaybetme
korkusuyla büyümüş, mahiyeti itibariyle din düşmanlığına dönüşmüştür.
Ebuleheb peygamberimize olan düşmanlığını sözlü ve fiili tacizlerle her platformda
sürdürürken karısı da boş durmuyor, peygamberimizin oturduğu sokağa ve evinin etrafına
dikenler sererek ve aleyhinde dedikodular yayarak kocasına destek veriyordu. Bu desteği o
kadar içten veriyordu ki, çok sevdiği ve devamlı boynunda taşıdığı gerdanlığını bile bu
uğurda, peygamberimize yapılacak kötülüklerin ödülü olarak harcadı. Birçok müfessir, 6.
ayette geçen “boynunda liften bir ip” ifadesinin bu meşhur gerdanlığı temsil ettiğini
düşünmektedir.
Böyle bir engellemenin en yakın akrabaları tarafından yapılması peygamberimizi çok
üzüyordu. Çünkü onların engellemeleri ve menfi propagandaları nedeniyle istediği başarıyı
gösteremiyordu. Amcasının verdiği zarar başkalarının verdiğinden kat kat fazlaydı. Mesela
bazı kimseler “Kendi amcasının bile inanmadığına biz niçin inanalım?” diyordu.
Leheb suresi, böyle bir ortamda peygamberimizi teselli etmek, desteklemek, ona moral
ve güç vermek için inmiştir.
Daha önce inmiş olan Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir surelerinde, herhangi
bir isim verilmeden, mal, mülk, çevre ve güç sahibi olduklarından dolayı şımarıp azan
kimselerden bahsedilmiş, ahiret gününü de yalanlayan bu kişilerin Allah'a havale edilmesi
gerektiği, onların cezalarının Allah tarafından verileceği bildirilmişti. O surelerde sıfatları ve
karakterleri ile konu edilenler, bu surede Ebuleheb'in kişiliğinde somutlaştırılmıştır.

2
Kur'an'ın adlarını açıkça andığı, helâklerini ve ebedî lânete sürüklendiklerini haber
verdiği kişiler yalnızca Ebuleheb ve karısıdır. Bu onların düşmanca davranışlarının
peygamberimizin tebliğine ne denli zarar verdiğini göstermektedir.

İkinci Uyarı

Kur'an zaman ve mekânlar üstü evrensel bir mesaj olduğu için, bu mesajın sadece belli
bir tarih aralığına ve belli bir coğrafyaya ait olduğunu düşünmek yanlıştır. Kur'an bir konu
hakkında örnek verirken tarih, yer ve isim belirtmez. Ele aldığı kişileri, o kişilerin
davranışları, sıfatları ve karakterleri üzerinden tanıtır. Böyle yaparak verdiği örneğin her
zaman ve her yerde geçerli olmasını sağlar.
Bu surede de, günümüze zerreleri bile ulaşmayan Abdüluzza [Ebuleheb] ve karısı
Ümmü Cemil sembolize edilerek onlar gibi olanların da aynı akıbete uğrayacakları
vurgulanmaktadır. Onlar gibi olmanın temel parametresi ise, onların ortaya koydukları
yakışıksız ve densizce tavırları bire bir taklit etmek, zenginlikleri ve toplumsal itibarlarıyla
şımarıp azmak, Kur'an'ın davetine hakaretle cevap vermek, Kur’an davetçilerini istihfaf ve
istiskal etmeye kalkışmaktır. Bu tavır ve davranışlarıyla onlar, Kur'an'ın gösterdiği dosdoğru
yol üzerine dikenler serpen çağdaş Abdüluzzalar, çağdaş Ümmü Cemiller olmaktadırlar. O
halde onları bekleyen kötü son da, prototipleri olan Ebuleheb ve Ümmü Cemil’in akıbeti gibi
olacaktır. Ebuleheb ölmüştür ama Ebuleheblik her yerde ve her zaman var olacaktır.
Surenin diğer bir mesajı da, peygamberimizin öz amcası için bile herhangi bir kayırma
söz konusu olmadığına göre, krallık, kölelik, zenginlik ve fakirlik gibi sosyal mevkilerin ya da
seyitlik ve şeriflik gibi soy özelliklerinin de insana ahirette hiçbir imtiyaz kazandırmayacak
olduğudur.
Leheb suresi, geleceğe yönelik olarak verdiği bir haberle de ayrı bir mucize
sergilemektedir. Surede Ebuleheb ve karısının iman etmeyecekleri ve cehennemlik oldukları
bildirilmiştir. Surenin inişinden sonra on beş sene daha yaşayan Ebuleheb, gerçekten de
ölünceye kadar iman etmemiştir. Kur'an'ın inmeye devam ettiği yıllarda herkes tarafından
görülen bu mucize, Muhammed'in peygamberliğinin de apaçık delillerinden biridir.

6/ TEBBET [KURUDU] SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah adına.

Ayetlerin meali:

1- Ebuleheb'in iki eli/iki gücü yok oldu. Ve o da yok oldu.


2- Malı ve kazandığı şeyler ona fayda vermedi.
3- Yakında alevli ateşe atılacak.
4, 5- Karısı da... Boynunda liften bir ip odun taşıyıcısı olarak...

3
Ayetlerin tahlili

1 ve 2. Ayetler:

Ebuleheb'in iki eli/iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, helâk olacak, kuruyup
gidecek, malı ve kazancı [edindiği gücü, kurduğu teşkilâtı ve çevresi] ona yarar
sağlamayacak.
Birçok tefsir ve mealde birinci ayet beddua anlamı verilerek “Ebuleheb'in iki eli
kurusun!” diye açıklanmıştır. Bunun sebebi klâsik Arap dilinde haber cümlesinin inşa veya
dilek kipi olarak da anlaşılabilme özelliğidir. Böylece haber cümlesi, asıl anlamı yanında dua
ya da beddua anlamı da kazanabilmektedir. Örnek olarak, “‫ل عنه‬ ّ ‫ رضى ا‬Radıyallahü anhu”
ifadesinin asıl anlamı “Allah ondan razı oldu” demek iken, Arap dilinin yukarıda açıklanan
özelliği gereği “Allah ondan razı olsun” şeklinde anlaşılır. Yine “ ‫ل‬ ّ ‫ رحمه ا‬Rahimehullahu”
ifadesi de “Allah ona rahmet etti” demek olmasına rağmen “Allah ona rahmet etsin” şeklinde
anlaşılır ve bu anlam kast edilerek söylenir. Beddua anlamına ise “‫للل‬ ّ ‫ لعنه ا‬Leanehullahu”
ifadesi örnek olarak verilebilir. Esas anlamı “Allah ona lânet etti” demek olan bu ifade de
“Allah ona lânet etsin” anlamıyla söylenir ve anlaşılır.
“‫ تّبت‬Tebbet” kelimesinin kalıp anlamı “kurudu, yok oldu, helâk oldu” demektir. Bu
kelime de haber cümlesi içinde kullanıldığında yukarıdaki örneklerdeki gibi “Kurusun, yok
olsun, helâk olsun” anlamında beddua olarak kullanılabilir. Ancak burada “tebbet” sözcüğünü
beddua manasıyla alıp gerekeni yapmaktan acizmiş gibi Allah'ın “Ebuleheb'in iki eli kurusun”
diye beddua ettiğini düşünmek anlamlı değildir. Lütuf da kahır da kendisine ait olan Allah,
bunları kimden isteyecektir? Allah'ın dua ya da beddua etmesi, iyi ya da kötü bir şey istemesi
söz konusu olamaz. O, her şeyi kendisi yapar. Dolayısıyla ister dua, ister beddua anlamında
olsun, bu tür sözcüklerin Allah için kullanılması akıl ve mantık dışıdır.
Burada tutulacak yol, Kur'an'ın birçok ayetinde olduğu gibi bu ayette de, anlatılan
olayın ileride mutlaka gerçekleşeceğini vurgulama amacıyla fiilin gelecek zaman kipi yerine
geçmiş zaman kipiyle kullanıldığını düşünmektir. Bundan dolayıdır ki, Ebuleheb'in güçlerinin
ileride kesinlikle yok olacağı, kendisinin de aynı kesinlikle helâk olacağı kastedilerek ayet
“Ebuleheb'in iki gücü yok oldu, kendisi de helâk oldu” şeklinde geçmiş zaman kipiyle
indirilmiştir.
Bu anlatım tarzının Kur'an'da yüzlerce örneği vardır. Bunlardan biri de Kamer
suresinin 1. ayetindeki “‫ق‬ ّ ‫ انشلل‬inşekka” [yarıldı] fiilidir. Bu fiil “Gelecekte muhakkak
yarılacak” anlamında kabul edilmediği için, daha sonraki dönemlerde bir takım rivayetler
ortaya çıkmış ve İslâm tarihine “Şakk-ı Kamer [Ay'ın yarılması] Mucizesi” diye bir mucize
kaydedilmiştir.
Bu konuya örnek olarak Rahman 37, Hakka 14-16, İnşikak 1-5, İnfitar 1-4, Nahl 1,
A'râf 38, 39, 44, 50, Duha 3, Neml 87 ve Zümer 68-74. ayetleri gösterilebilir.
Özellikle Zümer suresinin 68-74. ayetlerine dikkat edilecek olursa vurgulu fillerin
tümünün geçmiş zamanlı olduğu görülür.

Zümer 68-74: “Ve sura ‫ نفخ‬üflendi. Allah'ın dilediklerinin dışında göklerde kim var, yerde kim varsa
hemen çarpılıp ‫ صعق‬yıkıldı. Sonra ona bir daha ‫ نفخ‬üflendi. Hemen onlar da kalkmış
bakıyorlardır/bekliyorlardır.

Ve yer, Rabbinin nuru ile ‫ اشرقت‬parladı. Kitap ‫ وضع‬kondu, peygamberler ve şahitler


‫ جىء‬getirildi ve onlar zulme uğramadan aralarında hak ile ‫ قضى‬hüküm verildi.

4
Ne amel yaptıysa herkese karşılığı tam olarak ‫ وّفيت‬ödendi. Ve O [Allah], onların
yaptıklarını en iyi şekilde bilendir.

İnkâr edenler cehenneme bölük bölük ‫ سللليق‬sevkedildi. Nihayet oraya ‫جاؤهلللا‬


vardıklarında kapıları ‫ فتحللت‬açıldı ve bekçileri onlara: "İçinizden size Rabbinizin
ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler
gelmedi mi?" ‫ قال‬dediler. Onlar da: "Evet geldi" ‫ قالوا‬dediler. Ve lakin kâfirler üzerine
azap kelimesi ‫ حّقت‬hak oldu.

[Onlara] "Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından" ‫قيللل‬
denildi. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!

Rablerine karşı takvalı olanlar da bölük bölük cennete ‫ سيق‬sevk edildi. Nihayet oraya
‫ جاؤها‬vardıkları zaman kapıları açıldı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, ne hoşsunuz!
Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" ‫ قال‬dediler.

Ve onlar da: "Hamd olsun o Allah'a ki, bize vaadini doğru çıkardı ve bizi cennet
arzına vâris kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz" ‫ قللالوا‬dediler. -Yapıp
edenlerin ödülü ne güzeldir!-"

Yukarıdaki ayetlerde orijinalleri de verilen fiiller, “Üflenecek, yıkılacak, parlayacak,


konacak, sevk edilecek, diyecekler…” şeklinde gelecek zamanlı olarak anlaşılmalıdır. Bu
anlatım tekniği, tembih [uyarı] amacıyla uygulanır.
Gelecekteki bir olayı böyle ifade etmenin gerekçesi, anlatılan olayın mutlaka ve
mutlaka gerçekleşeceğini beyan içindir. Bilindiği gibi, bazı Türkçe ifadelerde de gelecek
zaman kipi yerine geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır. Örnek: Gerçekleştirilmesine kesin
karar verilmiş şeyler için bazen henüz o işe başlanmadan bile “yaptım gitti” denir. Oysa kişi o
işi ileride yapacaktır. Ya da hata etmiş, suç işlemiş birisi için “şimdi belâsını buldu” denir.
Hâlbuki o kimse henüz yaptığı hatanın, işlediği suçun cezasını tatmamıştır, ileride tadacaktır.
Bu ifade tekniği Leheb suresinin ilgili ayeti için de söz konusudur. Oradaki geçmiş
zamanlı fiil de gelecek zamanlı olarak anlaşılmalıdır. Bu takdirde ayetin anlamı şöyle olur:
“Ebuleheb'in iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, kuruyup gidecek. Malı ve
kazancı [edindiği güç, kurduğu teşkilât] ona yarar sağlamayacak.”
İbn-i Mes'ud'un “‫ب‬ ّ ‫ وت‬ve tebbe” kelimesini “‫ب‬ ّ ‫ وقد ت‬ve kad tebbe” olarak okuması da
bu manayı teyit etmektedir.
Ayette geçen “ve tebbe” ifadesi aslında “kendisi de kurudu” anlamındadır. Yani
“Ebuleheb'in iki eli kuruyacak, kendisi de kuruyacak, yok olacak” demektir.
Ayette geçen “‫ يدا‬İki el” ifadesinin “Cüz’iyyet Mecaz-ı Mürsel”i olarak anlaşılması,
yani iki elin zikri ile bizzat ellerin sahibinin kastedilmesi ikinci plândadır.
“ ‫ يدا‬İki el” ifadesi Ebuleheb'in iki gücünü temsil etmektedir. Surenin 2. ayeti bu
güçleri “‫ مللاله ومللا كسللب‬onun malı ve kazandığı şeyler” olarak açıklamaktadır. Ebuleheb'in
varlıklı bir kişi olduğu göz önünde tutulduğunda, “kazandığı şeyler” ile kastedilenin de
çevresi, kurduğu teşkilât, oğulları, uşakları ve yetiştirdiği militanlar olduğu akıl yoluyla
çıkarılabilir. Kur'an'da “‫ يد‬el” sözcüğünün mecazî kullanımı ile “‫ قدرة‬güç”ün kastedildiği bir
çok örnek vardır: Fetih 10, Âl-i Imran 73, Hadid 29, Ya Sin 83, Mülk 1 ve Sad 75. ayetler.

3. Ayet:

O, yakında alevli ateşe atılacak.

Sözlük anlamı itibariyle “alev babası” demek olan ‫ ابللو لهللب‬Ebuleheb, şahıs için
kullanılan bir künye niteliğindedir. Künyeler aslında özel isim olmakla beraber, yerine göre

5
sıfat haline de gelebilirler. Bu nedenle “ateş babası” anlamına gelen Ebuleheb sözcüğü,
kinaye yolu ile “cehennemlik” sıfatını kazanmış herkes için kullanılabilen meşhur bir örnek
haline gelmiştir.
Ebuleheb künyesi Abdül Uzza'ya başlangıçta övgü maksatlı olarak yüzünün canlılığı,
yanaklarının kırmızılığı ya da hiddet ve şiddeti sebebiyle verilmişti. Zaten ayetteki Cinas
sanatından da bu anlaşılmaktadır. Bu sure ise bize Abdül Uzza'nın peygamberimize ve davet
ettiği İslâm'a karşı adeta ateş püskürmek suretiyle cehennemdeki yerini hazırladığını
bildirmektedir. Böylece “ateş kaynağı olmak”, “ateşi sevmek” vasıflarını da içeren Ebuleheb
ismi “cehennemlik” unvanı ile özdeşleştirilmiş, ortaya koyduğu iş ve davranışları itibariyle bu
unvanı hak edenler için “cehennemin babası” anlamında bir özlü söz olarak kullanılmıştır.

4 ve 5. Ayetler:

Karısı da boynunda liften bir ip, odun taşıyıcısı olarak alevli ateşe
atılacak.

Bizim toplumumuzda olduğu gibi, Araplarda da odun hamallığı fakir ve sefil


insanların yaptığı bir iştir. Bu sebeple Ümmü Cemil gibi izzet ve servet içinde büyümüş bir
kadının odun hamallığı yapması, acıklı bir sefaleti simgelemektedir.
“‫ حّمالة الحطب‬odun taşıyıcısı” tabiri ayrıca koğucu, ona buna lâf taşıyan bozguncuların
özelliklerini dile getirirken mecazen de kullanılır. Bunun nedeni, bozguncuların “insanlar
arasında ateş yakmak, şerre sebep olmak” gibi fiillerle nitelendirilmiş olmasıdır. Nitekim
Zemahşerî, Keşşaf adlı eserinde bu özellikteki insanlar için “Aralarında odun taşıyor”
deyimini kullanmıştır.
Ancak ayet, Ümm-ü Cemil'in cehennemde odun taşıyacağını söylemektedir.
Cehennemin odunu ve çırası kâfirler olduğu için, küfre ve kâfirin arzusuna hizmet etmek de
bir anlamda cehenneme odun taşımak demektir. Buna göre Ümmü Cemil'in cehennemde odun
taşıyıcısı olması, gerek dünyadaki küfrü nedeniyle cehennem odunu olan kocasını sırtında
cehenneme taşıyacağı, gerekse kocasının cehennemdeki azabına hem hizmet hem de iştirak
edeceği anlamlarına gelmektedir.
Ebuleheb ve karısı için verilen örnekler Kur'an'da Firavun ve avenesi için de dile
getirilmektedir: Mümin 41, 45, 46. ayetler.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

You might also like