Professional Documents
Culture Documents
[KURUDU]
SURESİ
Tebbet ya da diğer adıyla Mesed suresi, Fatiha suresinden sonra Mekke'de altıncı
sırada inmiştir. Beş ayettir. Adını surede geçen “ تّبتTebbet” ve “ مسدMesed” sözcüklerinden
almıştır. Bu sure, peygamberimiz için bir teselli, Ebuleheb ve tüm din düşmanları için de bir
uyarı mahiyetindedir. Bu surede peygamberimize ve insanlığa verilen mesajlar edebî sanatlar
ile ifade edilmiştir. Bu edebî sanatları surenin Türkçe meallerini okuyarak fark etmek
mümkün değildir. Oysa Kur'an, mucize niteliğindeki sanatsal yapısıyla o günün tüm aydınları
[edipleri, şairleri] tarafından beğeni kazanmış ve kabul görmüştür.
Birinci Uyarı
Ebuleheb
Ebuleheb'in Karısı
1
Ebuleheb'in karısı, Harb'in kızı Ümmü Cemil’dir. Diğer ismi Avrâ’dır. Ümmü Cemil
aynı zamanda Ebu Sufyân b. Harb'in kız kardeşi, Muaviye'nin de halasıdır.
Peygamberimiz, “Kalk, hemen uyar! Ve Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!” emrini
aldıktan sonra kendisine Fatiha suresi vahyedilmiş, bu vahiyden sonra bir sabah Safa tepesine
çıkarak Mekkelilere çağrıda bulunmuştu. Peygamberimiz yaptığı çağrıya uyarak etrafına
toplanan kalabalığa Fatiha suresini okumuştu.
Safa tepesindeki toplantıya katılıp peygamberimizi dinleyenler arasında Ebuleheb de
vardı. Ancak, peygamberimizin tebliğini duyunca, siyer ve diğer rivayet kaynaklarının
belirttiğine göre, peygamberimize “Helâk olası, kahrolası, bizi buraya bunun için mi
topladın?” diye bağırarak onu taşlamış ve ayağından yaralamıştır.
Onun bu kaba ve düşmanca davranışı, Ebuleheb gibi azgın, kibirli ve müstağni
kişilerin peygamberimizin yaptığı tebliğden hiç hoşnut kalmadıklarını göstermektedir. Çünkü
halk bu tebliğe itibar ederse, bundan sonra yalnızca Allah'tan yardım isteyecek, Rahman ve
Rahîm sıfatları olan Allah'a sığınacak ve Din Günü'nün sahibi olan Allah'a kulluk edecekti.
Bu durum ise kölelerini ve mallarını kaybetme korkusuna kapılan azgın ve kibirli müşrik
önderlerin sonu demekti.
Peygamberimiz, görevi gereği, pazar pazar, panayır panayır dolaşıp Hakk'ı tebliğe
uğraşırken Ebuleheb de onu bir gölge gibi takip ediyordu. Onu etkisiz hâle getirebilmek için
her yolu deniyordu. Toplantılarını sabote ediyor, “Bu benim yeğenim mecnundur, ona kulak
asmayın” diyerek herkesi etkilemeye çalışıyordu. Bu sözlü tacizlerini bazen fiilî saldırıya
kadar götürüyordu. Yaptıkları bunlarla da sınırlı değildi. Bazı yerlerde de “Eğer kardeşimin
oğlunun dedikleri doğru ise, çoluk çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan
kurtarırım” diye peygamberimizle alay ediyordu.
Ebuleheb'in peygamberimize karşı duyduğu kinin bir başka sebebi de, gençliğinde öz
kardeşi Ebu Talib ile yaptığı bir kavga esnasında onun kendisine değil de diğer amcasına
yardım etmiş olmasıdır. Eskilere dayanan kişisel düşmanlığı yıllar sonra çıkarlarını kaybetme
korkusuyla büyümüş, mahiyeti itibariyle din düşmanlığına dönüşmüştür.
Ebuleheb peygamberimize olan düşmanlığını sözlü ve fiili tacizlerle her platformda
sürdürürken karısı da boş durmuyor, peygamberimizin oturduğu sokağa ve evinin etrafına
dikenler sererek ve aleyhinde dedikodular yayarak kocasına destek veriyordu. Bu desteği o
kadar içten veriyordu ki, çok sevdiği ve devamlı boynunda taşıdığı gerdanlığını bile bu
uğurda, peygamberimize yapılacak kötülüklerin ödülü olarak harcadı. Birçok müfessir, 6.
ayette geçen “boynunda liften bir ip” ifadesinin bu meşhur gerdanlığı temsil ettiğini
düşünmektedir.
Böyle bir engellemenin en yakın akrabaları tarafından yapılması peygamberimizi çok
üzüyordu. Çünkü onların engellemeleri ve menfi propagandaları nedeniyle istediği başarıyı
gösteremiyordu. Amcasının verdiği zarar başkalarının verdiğinden kat kat fazlaydı. Mesela
bazı kimseler “Kendi amcasının bile inanmadığına biz niçin inanalım?” diyordu.
Leheb suresi, böyle bir ortamda peygamberimizi teselli etmek, desteklemek, ona moral
ve güç vermek için inmiştir.
Daha önce inmiş olan Alak, Kalem, Müzzemmil ve Müddessir surelerinde, herhangi
bir isim verilmeden, mal, mülk, çevre ve güç sahibi olduklarından dolayı şımarıp azan
kimselerden bahsedilmiş, ahiret gününü de yalanlayan bu kişilerin Allah'a havale edilmesi
gerektiği, onların cezalarının Allah tarafından verileceği bildirilmişti. O surelerde sıfatları ve
karakterleri ile konu edilenler, bu surede Ebuleheb'in kişiliğinde somutlaştırılmıştır.
2
Kur'an'ın adlarını açıkça andığı, helâklerini ve ebedî lânete sürüklendiklerini haber
verdiği kişiler yalnızca Ebuleheb ve karısıdır. Bu onların düşmanca davranışlarının
peygamberimizin tebliğine ne denli zarar verdiğini göstermektedir.
İkinci Uyarı
Kur'an zaman ve mekânlar üstü evrensel bir mesaj olduğu için, bu mesajın sadece belli
bir tarih aralığına ve belli bir coğrafyaya ait olduğunu düşünmek yanlıştır. Kur'an bir konu
hakkında örnek verirken tarih, yer ve isim belirtmez. Ele aldığı kişileri, o kişilerin
davranışları, sıfatları ve karakterleri üzerinden tanıtır. Böyle yaparak verdiği örneğin her
zaman ve her yerde geçerli olmasını sağlar.
Bu surede de, günümüze zerreleri bile ulaşmayan Abdüluzza [Ebuleheb] ve karısı
Ümmü Cemil sembolize edilerek onlar gibi olanların da aynı akıbete uğrayacakları
vurgulanmaktadır. Onlar gibi olmanın temel parametresi ise, onların ortaya koydukları
yakışıksız ve densizce tavırları bire bir taklit etmek, zenginlikleri ve toplumsal itibarlarıyla
şımarıp azmak, Kur'an'ın davetine hakaretle cevap vermek, Kur’an davetçilerini istihfaf ve
istiskal etmeye kalkışmaktır. Bu tavır ve davranışlarıyla onlar, Kur'an'ın gösterdiği dosdoğru
yol üzerine dikenler serpen çağdaş Abdüluzzalar, çağdaş Ümmü Cemiller olmaktadırlar. O
halde onları bekleyen kötü son da, prototipleri olan Ebuleheb ve Ümmü Cemil’in akıbeti gibi
olacaktır. Ebuleheb ölmüştür ama Ebuleheblik her yerde ve her zaman var olacaktır.
Surenin diğer bir mesajı da, peygamberimizin öz amcası için bile herhangi bir kayırma
söz konusu olmadığına göre, krallık, kölelik, zenginlik ve fakirlik gibi sosyal mevkilerin ya da
seyitlik ve şeriflik gibi soy özelliklerinin de insana ahirette hiçbir imtiyaz kazandırmayacak
olduğudur.
Leheb suresi, geleceğe yönelik olarak verdiği bir haberle de ayrı bir mucize
sergilemektedir. Surede Ebuleheb ve karısının iman etmeyecekleri ve cehennemlik oldukları
bildirilmiştir. Surenin inişinden sonra on beş sene daha yaşayan Ebuleheb, gerçekten de
ölünceye kadar iman etmemiştir. Kur'an'ın inmeye devam ettiği yıllarda herkes tarafından
görülen bu mucize, Muhammed'in peygamberliğinin de apaçık delillerinden biridir.
Ayetlerin meali:
3
Ayetlerin tahlili
1 ve 2. Ayetler:
Ebuleheb'in iki eli/iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, helâk olacak, kuruyup
gidecek, malı ve kazancı [edindiği gücü, kurduğu teşkilâtı ve çevresi] ona yarar
sağlamayacak.
Birçok tefsir ve mealde birinci ayet beddua anlamı verilerek “Ebuleheb'in iki eli
kurusun!” diye açıklanmıştır. Bunun sebebi klâsik Arap dilinde haber cümlesinin inşa veya
dilek kipi olarak da anlaşılabilme özelliğidir. Böylece haber cümlesi, asıl anlamı yanında dua
ya da beddua anlamı da kazanabilmektedir. Örnek olarak, “ل عنه ّ رضى اRadıyallahü anhu”
ifadesinin asıl anlamı “Allah ondan razı oldu” demek iken, Arap dilinin yukarıda açıklanan
özelliği gereği “Allah ondan razı olsun” şeklinde anlaşılır. Yine “ ل ّ رحمه اRahimehullahu”
ifadesi de “Allah ona rahmet etti” demek olmasına rağmen “Allah ona rahmet etsin” şeklinde
anlaşılır ve bu anlam kast edilerek söylenir. Beddua anlamına ise “للل ّ لعنه اLeanehullahu”
ifadesi örnek olarak verilebilir. Esas anlamı “Allah ona lânet etti” demek olan bu ifade de
“Allah ona lânet etsin” anlamıyla söylenir ve anlaşılır.
“ تّبتTebbet” kelimesinin kalıp anlamı “kurudu, yok oldu, helâk oldu” demektir. Bu
kelime de haber cümlesi içinde kullanıldığında yukarıdaki örneklerdeki gibi “Kurusun, yok
olsun, helâk olsun” anlamında beddua olarak kullanılabilir. Ancak burada “tebbet” sözcüğünü
beddua manasıyla alıp gerekeni yapmaktan acizmiş gibi Allah'ın “Ebuleheb'in iki eli kurusun”
diye beddua ettiğini düşünmek anlamlı değildir. Lütuf da kahır da kendisine ait olan Allah,
bunları kimden isteyecektir? Allah'ın dua ya da beddua etmesi, iyi ya da kötü bir şey istemesi
söz konusu olamaz. O, her şeyi kendisi yapar. Dolayısıyla ister dua, ister beddua anlamında
olsun, bu tür sözcüklerin Allah için kullanılması akıl ve mantık dışıdır.
Burada tutulacak yol, Kur'an'ın birçok ayetinde olduğu gibi bu ayette de, anlatılan
olayın ileride mutlaka gerçekleşeceğini vurgulama amacıyla fiilin gelecek zaman kipi yerine
geçmiş zaman kipiyle kullanıldığını düşünmektir. Bundan dolayıdır ki, Ebuleheb'in güçlerinin
ileride kesinlikle yok olacağı, kendisinin de aynı kesinlikle helâk olacağı kastedilerek ayet
“Ebuleheb'in iki gücü yok oldu, kendisi de helâk oldu” şeklinde geçmiş zaman kipiyle
indirilmiştir.
Bu anlatım tarzının Kur'an'da yüzlerce örneği vardır. Bunlardan biri de Kamer
suresinin 1. ayetindeki “ق ّ انشللinşekka” [yarıldı] fiilidir. Bu fiil “Gelecekte muhakkak
yarılacak” anlamında kabul edilmediği için, daha sonraki dönemlerde bir takım rivayetler
ortaya çıkmış ve İslâm tarihine “Şakk-ı Kamer [Ay'ın yarılması] Mucizesi” diye bir mucize
kaydedilmiştir.
Bu konuya örnek olarak Rahman 37, Hakka 14-16, İnşikak 1-5, İnfitar 1-4, Nahl 1,
A'râf 38, 39, 44, 50, Duha 3, Neml 87 ve Zümer 68-74. ayetleri gösterilebilir.
Özellikle Zümer suresinin 68-74. ayetlerine dikkat edilecek olursa vurgulu fillerin
tümünün geçmiş zamanlı olduğu görülür.
Zümer 68-74: “Ve sura نفخüflendi. Allah'ın dilediklerinin dışında göklerde kim var, yerde kim varsa
hemen çarpılıp صعقyıkıldı. Sonra ona bir daha نفخüflendi. Hemen onlar da kalkmış
bakıyorlardır/bekliyorlardır.
4
Ne amel yaptıysa herkese karşılığı tam olarak وّفيتödendi. Ve O [Allah], onların
yaptıklarını en iyi şekilde bilendir.
[Onlara] "Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından" قيللل
denildi. Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
Rablerine karşı takvalı olanlar da bölük bölük cennete سيقsevk edildi. Nihayet oraya
جاؤهاvardıkları zaman kapıları açıldı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, ne hoşsunuz!
Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" قالdediler.
Ve onlar da: "Hamd olsun o Allah'a ki, bize vaadini doğru çıkardı ve bizi cennet
arzına vâris kıldı. Cennette istediğimiz yerde oturuyoruz" قللالواdediler. -Yapıp
edenlerin ödülü ne güzeldir!-"
3. Ayet:
Sözlük anlamı itibariyle “alev babası” demek olan ابللو لهللبEbuleheb, şahıs için
kullanılan bir künye niteliğindedir. Künyeler aslında özel isim olmakla beraber, yerine göre
5
sıfat haline de gelebilirler. Bu nedenle “ateş babası” anlamına gelen Ebuleheb sözcüğü,
kinaye yolu ile “cehennemlik” sıfatını kazanmış herkes için kullanılabilen meşhur bir örnek
haline gelmiştir.
Ebuleheb künyesi Abdül Uzza'ya başlangıçta övgü maksatlı olarak yüzünün canlılığı,
yanaklarının kırmızılığı ya da hiddet ve şiddeti sebebiyle verilmişti. Zaten ayetteki Cinas
sanatından da bu anlaşılmaktadır. Bu sure ise bize Abdül Uzza'nın peygamberimize ve davet
ettiği İslâm'a karşı adeta ateş püskürmek suretiyle cehennemdeki yerini hazırladığını
bildirmektedir. Böylece “ateş kaynağı olmak”, “ateşi sevmek” vasıflarını da içeren Ebuleheb
ismi “cehennemlik” unvanı ile özdeşleştirilmiş, ortaya koyduğu iş ve davranışları itibariyle bu
unvanı hak edenler için “cehennemin babası” anlamında bir özlü söz olarak kullanılmıştır.
4 ve 5. Ayetler:
Karısı da boynunda liften bir ip, odun taşıyıcısı olarak alevli ateşe
atılacak.