You are on page 1of 71

112 Maide suresi

112 (5). SÛRE


MÂİDE SÛRESİ
112 (5). MÂİDE SÛRESİ
MEDENÎ, 120 ÂYET
GİRİŞ
Adını 112 âyetteki ‫[مائدة‬mâide/sofra] sözcüğünden alan sûrenin, Medîne'de 112.
sırada indiği kabul edilir. İçeriğinden anlaşıldığına göre Hudeybiye Antlaşması'ndan
sonra, hicret'in 6. yılında veya 7. yılın başlarında vahyolunmuştur.
Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerinde olduğu gibi; ferdî, ictimaî, siyasî ve
ahlâkî birçok ilkenin söz konusu edildiği bu sûrede de, organize olmuş, kendi
devletlerini kurmuş, kurumlarını oluşturmuş bulunan Müslümanlara geçmiş
toplumların düştüğü hatalara düşmemeleri için uyarılar yapılmakta, örnekler
verilmekte, Yahûdilerin yanılgıları bildirilmektedir. Ayrıca Yahûdiler hakk dine
davet edilmektedir.
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
MEAL:
1. Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz dokunulmaz
iken [hacc görevi sürdürürken] avlanmayı helâl görmeksizin, size okunacaklar hariç,
en‘âmın [dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların]
kusursuzları/gerdanlıksızları size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediğini hükmeder
[dilediği yasayı koyar].
2. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye [hacc
yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye], gerdanlıklarına [hacc yapanların
yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rabb'lerinden lütuf ve
rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere [hacc görevi yapmak
isteyenlere] saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında [hacc göreviniz
bitince] da avlanın. Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma
karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a takvâlı
davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır.
3. Size leş, kan, domuzun eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen;
boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de
canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet
aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu küfretmiş
olan kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara haşyet
duymayın, Bana haşyet duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size
nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm'a razı oldum. Artık kim son derece
açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah
gafûr'dur, rahîm'dir.
4. Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve
temiz şeyler ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların
avları helâl kılındı.” Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah'ın
adını anın ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.
5. Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği
size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden muhsan [özgür] kadınlar
ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden muhsan [özgür] kadınlar da,
nikâhlayarak muhsanlaştırmak, zinâ etmemek ve gizlice dostlar edinmemek üzere;
kendilerine ücretlerini [mehirlerini] ödediğiniz takdirde size helâl kılındı. Kim imanı

1
tanımayıp küfre saparsa, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette
hüsrana uğrayanlardandır.
6. Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım
çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar
ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer
cünüp [kopuk/şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye
girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut
sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız [cinsel
ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa yönelin.
Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah size
herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye
üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.

7. Ve Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik” dediğinizde


sizden aldığı, Kendisiyle misaklaştığınız misakını hatırlayın. Ve Allah'a takvâlı
davranın. Şüphesiz Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.

8. Ey iman etmiş kişiler! Allah için, hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar


olunuz. Ve bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin. Adaletli
olun, o [adaletli olmak], takvâya daha yakındır. Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
9. Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere vaat etmiştir: Mağfiret ve
büyük ödül yalnızca onlaradır.
10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; işte onlar, cahîm'in
ashâbıdır.
11. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın sizin üzerinizde olan nimetini
hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de, O [Allah], onların
ellerini sizden çekmişti. Ve Allah'a takvâlı davranın. Artık mü’minler de yalnızca
Allah'a tevekkül etsinler.
12. Ve andolsun ki Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almıştı. Ve Biz,
kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki:
“Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman
eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz andolsun ki sizden
kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte
sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu
kaybetmiş olur.”
13. Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerine
katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler.
Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç,
onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever.
14. “Biz Nasarayız [Hristiyanız]” diyenlerden de misaklarını almıştık.
Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler. Biz de onların
arasına, kıyâmete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdik. Allah, yakında yapıp
üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.
15-16. Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin
çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle
size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [kitapla] Kendi rızasına
uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan
aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.

2
17. Andolsun ki, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir”
diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını
ve bütün yeryüzündeki kimseleri helâk etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir.
Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti de sadece Allah'a aittir. O,
dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.”
18. Ve Yahûdiler, Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun
sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah]
size azap ediyor?” Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği
kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her
şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır.
19. Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada; “Bize bir
müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya
koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye
en çok gücü yetendir.
20-21. Ve hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani O [Allah], içinizden peygamberler kıldı. Sizi de hükümdarlar kıldı.
Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah'ın size
yazdığı mukaddes [temizlenmiş] toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba
uğrayanlar olarak dönersiniz” dedi.

22. Onlar, “Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar oradan
çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa, şüphesiz biz
de artık girenleriz” dediler.

23. Korkanlardan ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki:
“Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, gâlip
olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a tevekkül edin.”

24. Onlar [Mûsâ'nın kavmi], “Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada olduğu
sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın. Şüphesiz biz
burada oturanlarız” dediler.

25. O [Mûsâ], “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik


değilim [söz geçiremiyorum]. Artık bizimle bu fâsıklar toplumunun arasını ayır”
dedi.

26. O [Allah] dedi ki: “Artık o [mukaddes arz] onlara kırk sene haram
kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen o fâsık toplum için
tasalanma!”
27-29. Onlara iki Âdemoğlu'nun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi birer
kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. O,
“Seni kesinlikle öldüreceğim” dedi. O [diğeri], “Allah, yalnız takvâlı davrananlardan
kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben elimi seni öldürmek
için uzatacak değilim. Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi Allah'tan korkarım. Şüphesiz
ben isterim ki sen, benim günahım ve kendi günahını yüklenip de ateş'in ashâbından
olasın! Zâlimlerin de cezası budur” dedi.

30. Bunun üzerine onun [kurbanı kabul edilmeyenin] nefsi kendisine,


kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi, sonra da onu öldürdü. Kendisi de zarara
uğrayanlardan oluverdi.

3
31. Sonra Allah hemen ona kardeşinin kötülüklerini [cesedini] nasıl
gömeceğini göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “Yazıklar olsun
bana, şu karga gibi olup da kardeşimin kötülüklerini [kardeşimin cesedini]
gömmekten âciz mi oldum?” dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu.

32. İşte bunun için Biz, İsrâîloğulları'na, “Şüphesiz her kim bir zat veya
yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları
yaşatmış gibi olur” yazdık [farz kıldık]. Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık deliller
ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların bir çoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı davranan
kimselerdir.

33-34. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya


çalışanların – siz onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına
almazdan] önce tevbe edenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları
yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden
sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar için büyük
bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
35. Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı
davranın, O'na, yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret
gösterin.
36. Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla
birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için
kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

37. Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve


onlar için devamlı bir azap vardır.

38. Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan bir
engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el] kesin.
Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

39. Sonra kim yaptığı hakksızlıktan sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin ki,
şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, gafûr'dur [çok
bağışlayandır], rahîm'dir [çok merhamet edendir].

40. Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? O,


dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar? Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.
41. Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla “İnandık” diyen
kimseler ve Yahûdileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen
kimseler için dinleyen [casusluk eden] küfür içinde koşuşan şu kimseler seni
üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse
hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse,
sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini
temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette
onlara çok büyük bir azap vardır.
42. Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer sana
gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan mesafeli dur. Ve eğer onlardan mesafeli
durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o zaman
aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

4
43. İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında iken seni nasıl hakem
yapıyorlar da, ondan sonra da geri duruyorlar? Onlar, inanan kimseler değillerdir.
44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik.
Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler,
rabbânîler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın
kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık
ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı duyup
ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45. Ve Biz onda [Tevrât'ta] onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını
bağışlarsa, bu kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse,
işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

46. Ve Biz onların [o peygamberlerin] izleri üzerine, yanlarındaki


Tevrât'tan iki eli arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayıcı olarak
Meryem oğlu Îsâ'nın gelmesini sağladık. Ve o'na Tevrât'tan iki eli arasındakileri
doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan
İncîl'i verdik.

47. İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın


indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

48. Sana da Kitap'tan [Tevrât'ın bir bölümünden] kendisinin iki eli


arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayan ve onları kollayıp koruyan
olarak hakk ile Kitab'ı [Kur’ân'ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah'ın
indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma.
Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek
bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak [denemek] için (böyle
yapmadı). Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah'adır. Sonra O,
kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

49. Sen yine aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına


uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitnelendirmelerinden [vaz
geçirmelerinden] sakın. Artık sırt çevirirlerse, artık bil ki şüphesiz Allah, bir kısım
günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek
çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir.

50. Yoksa câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için,
hüküm yönünden Allah'tan daha güzel kim olabilir?

51. Ey iman etmiş kimseler! Yahûdileri ve Hristiyanları velîler edinmeyin.


Onlar birbirlerinin velîsidirler. Sizden kim onları mütevelli [koruyucu, gözetici,
yönetici] yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu
kılavuzlamaz.

52. Bundan sonra kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, “Bize bir felaket
gelmesinden ürperiyoruz” diyerek, onların içinde koşuştuklarını göreceksin. Artık
umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine
pişman olan kimseler olurlar.

5
53. Ve iman etmiş kişiler, “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair,
Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa
gitmiştir ve onlar kaybedenler olmuşlardır.
54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah
yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum
getirir ki, O [Allah] onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda
çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın
dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.
55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir
hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.
56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler
bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş


olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler
edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence
edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
59. De ki: “Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha
önce indirilene inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun fâsık olması yüzünden mi
bizden hoşlanmıyorsunuz?
60. De ki: “Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha
kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa;
kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca
kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.”

61. Onlar, size geldikleri zaman da, “İman ettik” dediler. Hâlbuki küfürle
girdiler ve onlar kesinlikle onunla [küfürle] çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemiş
olduklarını en iyi bilendir.

62. Onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede


yarıştıklarını görürsün. Bu yaptıkları şeyler ne kadar da kötüdür!

63. Rabbânîler ve din bilginlerinin, onları günahı söylemekten ve haramı


yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yapıp ürettikleri şeyler ne kötüdür!

64. Ve Yahûdiler, “Allah'ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler


sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.– Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli
açıktır; dilediği gibi harcar. Ve andolsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların
çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyâmete kadar
düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu
söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları
sevmez.
65. Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle
onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.
66. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rabb'lerinden
indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her
yönden ] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına

6
inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun
yapmakta oldukları ne kötüdür!
67. Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu yapmazsan,
o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş] olursun. Allah
da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler toplumuna hidâyet etmez.
68. De ki: “Ey Kitap Ehli! Tevrât'ı, İncîl'i ve Rabbinizden size indirileni
ikâme etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” Şüphesiz ki, Rabbinden sana
indirilenler, onların çoğunda azgınlık ve küfrü artırıyor. Öyleyse kâfirler toplumu
için üzülme!

69. Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Sâbiiler ve


Nasraniler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar için
bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

70. Andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine


elçiler gönderdik; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle geldi;
bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürürler.

71. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve sağırlaştılar.


Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu körleşti, sağırlaştı.
Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir.

72. Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler


kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve
sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle
Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için
yardımcılardan kimse yoktur” demişti.
73. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir
olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden
vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap
dokunacaktır.

74. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok
bağışlayandır, çok merhamet edendir.

75. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip
geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara
âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar!
76. De ki: “Allah'ın astlarından sizin için zarar ve fayda vermeye gücü
yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi
bilendir.”
77. De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin.
Daha evvel sapmış, bir çoklarını sapıtmış ve yol'un ortasından sapmış bir toplumun
tutkularına da uymayın.”

78. İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu Îsâ


diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir.

79. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı. Elbette,


yapıp durdukları şey ne kötü idi!

7
80. Onlardan bir çoğunu, küfretmiş kişileri mütevelli [kollayıcı, gözetici,
yönetici] yaptıklarını görürsün. Benliklerinin kendilerinin önüne getirdiği şey;
Allah'ın kendilerine gazap etmesi ne kadar kötüdür! Onlar, azap içinde de sürekli
kalıcıdırlar.

81. Ve eğer onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış olsalardı,


onları velîler edinmezlerdi. Velâkin onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.

82. Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların
en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman
eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz
[Hristiyanlarız]” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve râhipler
olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır.
83-84. Ve onlar elçiye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk
olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar,
“Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi
sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize
gelen şeylere inanmayalım!” derler.

85-86. Allah da, onların böyle demeleri sebebiyle, onları, içinde sürekli
kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve işte
bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. İnkâr eden ve âyetlerimizi
yalanlayan kimseler; işte onlar, cahîm'in [cehennemin] ashâbıdır.

87. Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı [temiz-nefis
şeyleri] haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez.
88. Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve siz
inandığınız Allah'a takvâlı davranın.
89. Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız; ağız
alışkanlığı yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz
şeylerle [kasıtlı yaptığınız; sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden] sizi
sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından; en iyisinden on
miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir.
Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz
zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, şükredesiniz
[karşılığını ödersiniz] diye âyetlerini sizin için böyle açığa kor.
90. Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki, uyuşturucu ile aklı örtmek], kumar,
dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işinden ricstirler [zarar veren şeylerdir].
Öyleyse felâha ermeniz için bundan [şeytân işinden] kaçının.
91. Gerçekten şeytân, hamr ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin
sokmak ve sizi, Allah'ın zikrinden ve salâttan [eğitimden, öğretimden ve sosyal
destekten] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmişler [vazgeçmişler] misiniz?
92. Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve sakının. Artık eğer uzak
durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
93. İnanan ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, takvâlı davrandıkları,
inandıkları, sâlihâtı işledikleri sonra takvâlı davrandıkları, inandıkları ve sonra
takvâlı davrandıkları ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı
bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever.
94. Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, ğaybda [tenhada] kimin
Kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın

8
erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa, artık acıklı azap
onun içindir.

95. Ey iman etmiş kimseler! Siz dokunulmaz iken [hacc görevini


sürdürürken] av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin
vebalini tatması için, Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy olmak üzere öldürdüğü hayvanın
benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder– yahut kefaret
olarak miskinleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi
affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır [yakalayıp
cezalandırarak adaleti sağlar]. Ve Allah, azîz'dir, intikam sahibidir.

96. Deniz [su] avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere
size helâl kılındı. Kara avı ise, siz dokunulmaz [hacc görevi sürdürür] olduğunuz
müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah'a takvâlı
davranın.

97. Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Harâm'ı, haram ayı, hedyi [hacc yapanlara
yiyecek yollamayı, hediye etmeyi] ve gerdanlıkları [hacc yapanların yemesi için
gönderilen hayvanlara konulan işaretleri] insanlar için bir ayağa kalkış kıldı. Bu,
Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla bilici
olduğunu sizin de bilmeniz içindir.

98. Şüphesiz Allah'ın cezasının çok şiddetli olduğunu ve şüphesiz Allah'ın


çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğunu bilin.

99. Elçi'ye düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, açığa vurduğunuz şeyleri ve


gizlediğiniz şeyleri bilir.

100. De ki: “Her ne kadar pisliğin çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle
temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için
Allah'a takvâlı davranın.

101. Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan


şeylerden sormayın/istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/isterseniz
de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok
yumuşak davranandır.

102. Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu/istemişti, sonra
da onlar inkâr eden kimseler oldular.
103. Allah bahîre'den sâibe'den vasîle'den ve hâm'dan hiç birini kılmamıştır.
Ancak inkâr eden kimseler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve onların pek
çoğu akıl erdirmez.
104. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman,
“Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen
ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı?
105. Ey iman eden kimseler! Kendiniz kendiniz üzeresiniz [herkes
kendinden sorumludur]. Siz hidâyete erdiğiniz zaman, sapan kimseler size zarar
veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Sonra da O, yapmış olduğunuz şeyleri size
haber verecektir.

9
106. Ey iman etmiş kişiler! İçinizden birine ölüm hazır olduğu zaman,
vasiyet sırasında aranızdaki şâhitlik, kendi içinizden adalet sahibi iki kişidir. Yahut
yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, sonra da ölümün musibeti size gelip çatmışsa,
sizden olmayan iki kişidir. Eğer şüpheye düşerseniz, salâttan sonra onları
alıkorsunuz. Sonra da onları, “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı
satmayacağız, Allah'ın şâhitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi hâlde günahkârlardan
oluruz” diye Allah'a yemin ettirirsiniz.

107. Sonra da eğer o ikisinin [şâhitlerin] bir günah işledikleri anlaşılırsa


ölene daha yakın olan hakk sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler de,
“Bizim şâhitliğimiz, o ikisinin [önceki iki kişinin] şâhitliğinden daha doğrudur ve biz
kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz zâlimlerden olurduk” diye Allah'a
yemin ederler.

108. İşte bu [böyle bir yemin], şâhitliklerini usûlüne göre yapmaları yahut
yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en yakın
[iyi] yoldur. Allah'a takvâlı davranın ve kulak verin. Ve Allah, fâsıklar topluluğuna
kılavuzluk etmez.

109. Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap
nedir?” Onlar, “Bizim hiç bir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki Sen, ğaybları en iyi bilenin
ta kendisisin” dediler.
110. Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve
annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni Kudüs'ün rûhu ile
güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara
konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş
kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle
çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş
oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi
iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani
İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık
bir sihirdir’ dedikleri zaman seni, onlardan çekmiştim [korumuştum].”
111. Ve hani havarilere, “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim. Onlar,
“İnandık” ve “Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza tanık ol” demişlerdi.

112. Hani havariler, “Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir sofra
indirebilir mi?” demişlerdi. O [Îsâ], “Eğer iman edenler iseniz Allah'a takvâlı
davranın” demişti.

113. Onlar [havâriler], “Biz, istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice


yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bizde buna tanıklardan olalım”
dediler.

114. Meryem oğlu Îsâ, “Allahım, Rabbimiz, bizim üzerimize, bizim için,
öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bir bayram ve Senden bir âyet olarak gökten bir
sofra indir. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızıklandıranların en hayırlısısın!” dedi.
115. Allah dedi ki: “Şüphesiz Ben, onun size indiricisiyim. Artık bundan
sonra sizden kim inkâr ederse, ben onu âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir
azapla azaplandıracağım.”

10
116-118. Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi
insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [Îsâ],
“Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz.
Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı
bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; ğaybları en iyi bilenin ta
kendisisin! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz
olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine
tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, Sen onları gözetleyenin ta kendisi
oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen,
şüphesiz onlar Senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, azîz ve
hakîm'in ta kendisisin” dedi.

119. Allah dedi ki: “Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı
gündür. Onlar için içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan, cennetler
vardır.” Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en
büyük kurtuluştur.

120. Göklerin, yeryüzünün ve bunların içinde bulunan şeylerin mülkü


yalnızca Allah'ındır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.
TAHLİL:
1. Ey iman etmiş kimseler! Sözleşmeleri yerine getirin. Siz dokunulmaz
iken [hacc görevi sürdürürken] avlanmayı helâl görmeksizin, size okunacaklar
hariç, en‘âmın [dört bacaklı iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanların]
kusursuzları/gerdanlıksızları size helâl kılındı. Şüphesiz Allah dilediğini hükmeder
[dilediği yasayı koyar].
2. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye
[hacc yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye], gerdanlıklarına [hacc
yapanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve
Rabb'lerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere
[hacc görevi yapmak isteyenlere] saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız
kalktığında [hacc göreviniz bitince] da avlanın. Sizi Mescid-i Harâm'dan
çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk
etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde
yardımlaşmayın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah
azabı/kovuşturması çok çetin olandır.
Gâyet açık olan bu âyetlerde birtakım emirler verilmekte, ilkeler belirlenmekte
ve mü’minlere bunlara harfiyen uymaları emredilmekte; aksi davrananların ise
cezalandırılacağı tehditkâr ifadelerle beyân edilmektedir. Burada ortaya konan ilkeler
şöyle sıralanabilir:
• Mü’minler, sözleşmeleri yerine getirmelidir.
• Mü’minler, hacc esnasında avlanmamalıdırlar. (Haccı eda ettikten sonra
avlanabilirler.)
• Kur’ân'da yasaklananlar dışında, en‘âmın [dört bacaklı iki tırnaklı, geviş
getiren ve ot yiyen hayvanların] kusursuzları/gerdanlıksızları mü’minlere helâldir,
onlardan yiyebilirler.
• Mü’minler, Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedylere, gerdanlıklarına ve
Rabb'lerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere [hacc
görevi yapmak isteyenlere] saygısızlık etmemelidirler.
• Mü’minler, kendilerini Mescid-i Harâm'dan çevirenlere duydukları kin
nedeniyle saldırganlık etmemelidirler.

11
• Mü’minler, iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşmalı, günah ve düşmanlık
üzerinde yardımlaşmamalıdır.
• Mü’minler, Allah'a takvâlı davranmalıdır.
Görüldüğü üzere bu ilkelerin ilki, sözleşmelerin yerine getirilmesidir. Kur’ân
bunun üzerinde hassasiyetle durmuş ve bunu tekrar tekrar vurgulamıştır:
Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan
kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere
inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve
boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen
veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini
tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden
kimselerdir. İşte onlar, sâdık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta
kendileridir. (Bakara/177)
Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız; ağız alışkanlığı
yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz şeylerle [kasıtlı
yaptığınız; sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden] sizi sorumlu tutar; onun
kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından; en iyisinden on miskini yedirmek
veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey
bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman
yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, şükredesiniz
[karşılığını ödersiniz] diye âyetlerini sizin için böyle açığa kor. (Mâide/89)
Ey İsrâîloğulları! Size nimet olarak verdiğim nimetimi hatırlayın, Benim ahdime
vefa gösterin ki Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim. Ve sadece Benden
korkun/sadece Bana ibâdet edin. (Bakara/40)
Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin. Yeminlerinizi
[sözleşmelerinizi] sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan
sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah işlediğiniz şeyleri bilir. (Nahl/91)
Ve onlar [kurtulan mü’minler], emanetlerine ve ahitlerine riâyet eden kimselerdir.
(Mü’minûn/8)
“Yarattığı şeylerin şerrinden ve çöktüğü zaman karanlığın şerrinden ve
düğümlere tükürüp üfleyenlerin şerrinden ve kıskandığı zaman kıskananın şerrinden
felâkın Rabbi'ne sığınırım” de! (Felâk/1-5)
Şe‘âirillâh kelimesi, özel anlamıyla “büyük baş hayvanlar”ı, genel anlamıyla ise
“yeryüzündeki tüm varlıklar”ı kapsar. Dolayısıyla Allah insanlardan, büyük baş
hayvanlara özen göstermelerini ve canlısı-cansızı ile doğaya zarar vermemelerini
istemiştir. Ayrıca, büyükbaş hayvanların şeair olduğu hususunda Hacc/36'ya
bakılabilir.
Âyette, “Size en‘âm helâl kılındı” denmeyip, ‫[بهيمة‬behîme] sözcüğü ile izafet
yapılarak, Size behîmetu'l-en‘âm helâl kılındı denilmiştir. Bu terkip, genellikle
görmezlikten gelinerek ibare, “Size en‘âm helâl kılındı” diye çevrilegelmiştir. En‘âm
sözcüğü hakkında daha evvel açıklama yapmıştık:
Ve O [Allah], asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit
ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde kılandır. Meyve
verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve israf etmeyin.
Şüphesiz O [Allah], israf edenleri sevmez. Ve O, hayvanlardan yük taşıyanları, döşek
yapılanları yaratandır. Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden yiyin. Şeytânın
adımlarını izlemeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır. Sekiz eş:
Koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki
dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Eğer
doğrular iseniz bana ilme dayanarak haber verin.” Ve deveden iki, sığırdan da iki. De

12
ki: “O [Allah], iki erkeği mi haram kıldı, yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin
rahimlerinin sarıp bürüdüğünü mü [yavruları mı]? Yoksa Allah'ın size böyle vasiyet
ettiğine şâhitler mi oldunuz [O'nun yanında mıydınız]?” Böyle hiçbir bilgiye
dayanmadan, insanları saptırmak için, Allah'a karşı yalan uyduran kimseden daha
zâlim kim olabilir? Şüphesiz Allah, o zâlimler topluluğuna kılavuz olmaz. De ki:
“Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş, veya akıtılmış kan, yahut domuzun eti –
ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]– yahut Allah'tan
başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Artık
kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere (bunlardan
yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
(En‘âm/141-145)
Hayvanları O yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır.
Siz onlardan bir kısmını da yersiniz. Ve onlarda [hayvanlarda], akşam vakti
getirdiğinizde ve sabahleyin saldığınızda sizin için bir güzellik vardır. Ve onlar
[hayvanlar], ancak canınızın bir parçası tükenerek ulaşabileceğiniz bir memlekete
yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok
merhametlidir. Ve O [Allah], kendilerine binesiniz, hem de zînet olsun diye atları,
katırları ve eşekleri yarattı. Ve O, bilmediğiniz şeyleri yaratıyor. (Nahl/5-8)
Ve onlar görmediler mi ki, Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin]
meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip
bulunuyorlar. Ve onları, kendileri için zelîl kıldık da. Bu yüzden binekleri
onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da. (Yâ-Sîn/71-72)
Kimileri, behîme kelimesine, “ceylan, vahşi sığır”, “en‘âm'ın karnındaki
yavruları” gibi anlamlar yüklemişlerdir. Bu terkibin doğru anlaşılabilmesi için
sözcüğün anlamının iyi bilinmesi gerekir:
BEHÎME
‫[بهيم‬behîm], “tek renk olup içine beyaz, siyah vs. gibi başka renk karışmamış
olan” demektir. Ayın, hiç doğmadığı üç geceye ‫[ُبَهم‬bühem] denir. Ebû Ubeyd şöyle
demiştir: “‫[ ُبهههم‬bühm], körlük, şaşılık, topallık, uyuzluk gibi hastalığı olmayan”
demektir,1 ki bu da, “kusursuz, lekesiz damgasız” demektir. Buradan gelen mübhem
sözcüğü de, “üzerine hiçbir işaret konulmamış, leke sürülmemiş, damga vurulmamış,
o nedenle, anlaşılmayan, içinden çıkılmayan, kime ait olduğu bilinmeyen” demektir.
Buradan hareketle behîmetu'l-en‘âm'ı, iki şekilde anlamak mümkündür:
A) Behîmetu'l-en‘âm, “damgasız, gerdanlıksız olan [hacc için hediye
yapılmamış, tahsis edilmemiş, işaret konulmamış] hayvanlar.”
Buna göre anlam şöyle olur: Hacc görevini sürdürenler, gerdanlıklılardan yemek
zorunda değiller, işaretsiz olanlardan da yiyebilirler.
B) Söz konusu en‘âm'ın/hayvanın behimliği [lekesizlik ve damgasızlığı];
“sağlıklı olması, kör, topal, uyuz vs. olmaması”dır. Buradan da, hacc esnasında
salgın hastalığa maruz kalmamak, sağlığı korumak için bu hayvanların en
sağlıklılarının yenilmesinin öngörüldüğü anlaşılır. Hacc ortamının kalabalık olması
hasebiyle, insan ve çevre sağlığı açısından bu anlam tercihe daha şayandır.
3. Size leş, kan, domuzun eti, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen;
boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de
canlı iken kesmedikleriniz; dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla
kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu
küfretmiş olan kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara
haşyet duymayın, Bana haşyet duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim,
size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm'a razı oldum. Artık kim son
1
Lisânu'l-Arab, “Bhm” mad.

13
derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz
Allah, gafûr'dur, rahîm'dir.
Bu âyette, ilk önce yenilmesi haram olanlar bildirilmektedir. Bunlar, leş [kanı
akıtılmadan ölmüş hayvanlar], kan, domuz eti, Allah'tan başkasının adı anılarak
kesilenler [davar, sığır ve deve], boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş,
boynuzlanmış, yırtıcılar tarafından yenip de canlı iken kesilmemiş, dikili taşlar
üzerine boğazlanmış ve fal oklarıyla kazanılmış hayvanlardır. Ancak zorunluluk
[ölüm ve organ zayii] hâllerinde sorunu giderecek ölçüde bunlardan yenilmesinde
sakınca yoktur.
Yenilmesi haram olanlarla ilgili hüküm En‘âm, Bakara, Hacc ve Nahl
sûrelerinde de yer almıştı. Bu konu, En‘âm sûresi'nde detaylı olarak sunulmuştur:
De ki: “Bana vahyolunanda, onları yiyen için, leş veya akıtılmış kan yahut
domuzun eti –ki şüphesiz o [domuzun eti] ricstir [kirlidir, rahatsızlık vericidir]–
yahut Allah'tan başkası adına kesilmiş bir fısk olan hariç, haram edilmiş bir şey
bulamıyorum. Artık kim çaresiz kalırsa, tecavüz etmemek ve zaruret sınırını
aşmamak üzere (bunlardan yiyebilir).” İşte şüphesiz senin Rabbin çok bağışlayandır,
çok merhamet edendir. (En‘âm/145)
Âyette, Dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız
haram kılındı buyurularak, yenilmesi yasaklanan iki kazanca değinilmektedir.
Bunlar, o günün Araplarının kazanç vasıtalarıdır. Bu hususta kaynaklarda şu bilgiler
yer almaktadır:

Dikili taşlar, dikine kondurulup, kendisine ibâdet olunan ve kesilen hayvanların


kanlarının üzerine boşaltıldığı bir taştır.

Mücâhid der ki: “Dikili taşlar, Mekke etrafında üzerlerinde hayvan kestikleri
taşlardı. İbn Cüreyc der ki: Araplar Mekke'de davarlarını keser ve kanlarını evin
ön tarafına doğru serperlerdi. Eti parçalar ve bu taşlar üzerine bırakırlardı. İslâm
gelince Müslümanlar Peygamber'e (s.a) şöyle dediler: “Bu gibi davranışlarla Beyt'i
tazim etmeye biz daha layığız.” Peygamber (s.a) bunu sanki mekruh görmedi.
Bunun üzerine yüce Allah da, Onların [kurbanların] etleri ve kanlan Allah'a
ulaşmaz... (Hacc/37) buyruğunu indirdiği gibi, Dikili taşlar üzerinde
boğazlananlar... buyruğu da nâzil oldu.2

FAL OKLARI [EZLÂM]

Arapların ezlâm'ı üç türlü idi:

A) Herkesin kendisi adına edindiği 3 oktu. Bunlardan birincisinin üzerinde yap,


ikincisinin üzerinde yapma yazılı idi. Üçüncüsünde ise hiçbir yazı yoktu. Kişi, bu
oklarını beraberinde taşıdığı bir torbaya koyardı, Herhangi bir işi yapmak istedi mi,
elini torbaya daldırır –ki, oklar birbirine benzerlerdi– çıkan oka göre o işi yapar veya
yapmazdı. Şâyet üzerinde hiçbir yazı bulunmayan oku çekecek olursa, tekrar ok
çekerdi. İşte Peygamber (s.a) ile Hz. Ebû Bekr hicret ettikleri sırada onları takibe
koyulan Suraka b. Mâlik b. Cu‘şum'un çektiği fal okları bunlardır.

B) Ka‘be'nin içinde Hubel'in yanında bulunan 7 tane ok idi. Bunların üzerinde


insanlar arasında meydana gelen çeşitli olaylar yazılı idi.

2
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

14
Bu okun her birisi üzerinde bir yazı vardı. Bunlardan birisi üzerinde diyet ile
ilgili hususlarda “diyet” yazılı idi. Bir diğerinde “sizdendir”, bir başkasında “sizden
başkalarındandır”, bir diğerinde ise “sizin aranızda ne nesebi vardır, ne de antlaşması
vardır” anlamında ‘mulsak’ ifadesi yazılı idi. Diğerlerinde ise sulara dair hükümler
ve başka şeyler yazılı bulunurdu. İşte Abdulmuttalib'in çocukları arasında çektiği
kur’a bu kabildendi. O, on çocuğu olduğu takdirde birisini boğazlamayı adamıştı.
Buna dair meşhur haberi İbn İshâk zikretmiştir. Yine bu yedi ok, aynı şekilde
Ka‘be'de Hubel'in yanında olduğu şekilde her bir Arap kâhini ve hâkimi yanında da
bulunurdu.

C) Sayıları 10 tane olan kumar oklarıydı. Bunlardan yedisinin üzerinde


çizgiler bulunurdu. Üç tanesi ise boştu. Bu okları kumar oynamak, oyalanmak ve
oyun olsun diye çekerlerdi. Aralarında aklı başında olanlar, kışın soğukların arttığı
ve iş yapıp meslek icra etme imkânı bulunmadığı zamanlarda yoksul ve hiçbir şey
bulamayanlara (bu yolla) yemek yedirme maksadını güderlerdi.3
Onlardan birisi yolculuğa çıkmak veya savaşmak yahut ticaret yapmak, ya da
evlenmek veyahut da önemli herhangi bir iş yapmak istediğinde, kısmet ve fal oku
çekerdi. Onlar, bu okların bir kısmına, “Bana, Rabbim emretti”; bazısına, “Beni,
Rabbim nehyetti” diye yazmışlar, bir kısmını da boş bırakmışlardı. Emir yazılı ok
çıkarsa, o kişi o işi yapar; nehiy yazılı ok çıkarsa yapmazdı... Eğer, boş ok çıkarsa,
yeniden ok çekerdi... Fal okları çekmek sûretiyle kısmet talep etmenin manası ise,
o okları çekerek, o işin hayır mı şerr mi olduğunu öğrenmeyi talep etmektir.4
Yenilmesi yasaklanan gıdaların açıklanmasından sonra Allah, İslâm'ı
Müslümanlara din olarak seçtiğini ve onların üzerine nimetini tamamladığını ve
dinlerini kemale erdirdiğini ve, Bugün şu küfretmiş olan kimseler, sizin dininizden
ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara haşyet duymayın Bana haşyet duyun
ifadesiyle de artık kâfirlerin dini yok etmekten ümitlerini kestiklerini bildirmektedir.
Burada tamamlandığı ifade edilen nimet, iktisadî ve ictimaî nimetler değil,
“hidâyet nimeti”dir.
4. Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi
ve temiz şeyler ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı
hayvanların avları helâl kılındı.” Artık onların sizin için tuttuklarından yiyin ve
üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, hesabı pek
çabuk görendir.
5. Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği
size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden muhsan [özgür]
kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden muhsan [özgür] kadınlar
da, nikâhlayarak muhsanlaştırmak, zinâ etmemek ve gizlice dostlar edinmemek
üzere; kendilerine ücretlerini [mehirlerini] ödediğiniz takdirde size helâl kılındı.
Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve
o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır.
Bu âyet grubunda da, önce yiyecekler hakkında sorulan bir suale cevap verilmek
sûretiyle belirli ilkeler beyân edilmektedir:
• Size tayyibat [iyi ve temiz şeyler] ve Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek
yetiştirdiğiniz avcı hayvanların avları helâl kılındı. Artık onların sizin için
tuttuklarından yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın ve Allah'a takvâlı davranın.
Şüphesiz Allah, hesabı pek çabuk görendir.

3
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
4
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

15
• Kendilerine kitap verilenlerin yemeği mü’minlere, mü’minlerin de yemeği
kitap verilenlere helâldir. Mü’minlerden muhsan [özgür] kadınlar ile kendilerine
kitap verilenlerden muhsan [özgür] kadınlar da, nikâhlayarak muhsanlaştırmak, zinâ
etmemek ve gizli dost edinmemek üzere; ücretlerini [mehirlerini] ödedikleri takdirde
mü’minlere helâldir.
• İmanı tanımayıp küfre sapanın yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana
uğrayanlardandır.
5. âyetteki, Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, artık kesinlikle onun yaptığı
boşa gitmiştir ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardandır ifadesi, Ehl-i Kitap bir
kadınla evlenen Müslüman erkeğin, karısının etkisiyle inancından olabileceği
tehlikesine karşı mü’minlere bir uyarıdır.
6. Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım
çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar
ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Ve eğer
cünüp [kopuk/şehveti kabarık] iseniz temizlik üstüne temizlik yapın [cinsel ilişkiye
girin, orgazm olun ve yıkanın]. Ve eğer hasta iseniz yahut yolculukta iseniz yahut
sizden birisi çukurdan [tuvaletten] gelmişse yahut kadınlarla temaslaştıysanız
[cinsel ilişkiye girdiyseniz], sonra da su bulamamışsanız, hemen temiz bir toprağa
yönelin. Sonra da ondan [temiz topraktan] yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Allah
size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz
diye üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister.

7. Ve Allah'ın, üzerinizdeki nimetini ve “İşittik, itaat ettik” dediğinizde


sizden aldığı, Kendisiyle misaklaştığınız misakını hatırlayın. Ve Allah'a takvâlı
davranın. Şüphesiz Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir.

Bu âyette, İslâm dininin temel ilkelerinden olan salâta katılmanın şartları ve


salâtın icrasının hedefi açıklanmaktadır. Buna göre:

• Mü’minler, salât [eğitime-öğretim, sosyal yardım çalışması] için kalktıkları


zaman, yüzlerini ve dirseklere kadar ellerini yıkamalı; kirli, tozlu olmamalıdırlar.

• Başlarını ve iki topuğa kadar ayaklarını da elleriyle silerek toz-topraktan


arındırmalıdırlar.
Bunu güncellersek, saçlarını taramalı, ayakkabılarını boyamalı, varsa
başlarındaki sarığı düzgün sarmalı, çirkin ve dağınık bir hâlde bırakmamalıdırlar.
• Mü’minler salâta, şehveti kabarık olarak katılmamalı, şehveti kabarık olanlar
önce şehvetlerini izale etmeli, sonra da yıkanarak temizlenip salâta öyle
katılmalıdırlar.
• Hasta yahut yolculukta [bulunduğu yerin yabancısı] olan, yahut tuvaletten
gelen yahut cinsel ilişkiye giren ve su bulamayan mü’minler, temiz bir toprağa
yönelmeli ve onunla [temiz toprakla] yüzlerini ve ellerini ovalayıp silmelidirler.

• Mü’minler salât mahallinde Allah'ın üzerlerindeki nimetini ve “İşittik, itaat


ettik” demelerinin ne anlama geldiğini; imanın gereği olarak ne yapmaları gerektiğini
hatırlamalı ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

16
Burada konu edilen salât, namaz değil, “malî ve fikrî yönden topluma destek
olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlanmak/üstlenmek ve
gidermek”tir. Bu konuya dair Ankebût sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.5

Salâta katılma koşulları, Nisâ sûresi'nde de zikredilmişti:

Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüp iken
de –yolcu olanlar müstesnâ– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta
iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse
veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir
toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok
affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Nisâ/43)

Cünüplük ve mesh ile ilgili detay için, Nisâ/43'ün tahliline bakılabilir.6

6. âyetteki ‫[و ارجلكههم‬ve ercülekum] ifadesi, ellerinizi ve ayaklarınızı yıkayın


bölümüne atfedilerek mansûb biçimde ercülekum şeklinde okunduğu gibi, başlarınızı
meshedin ifadesine atfedilerek ercülikum şeklinde de okunmuştur. Birinci şekle göre
ayakların yıkanması, ikinci şekle göre meshedilmesi anlaşılır. Meseleye dilbilgisi
kuralları açısından bakıldığında, ayakların meshedilmesi tercih edilmek
durumundadır.

7. âyette ise, salâtta nelerin yapılacağı ifade edilmektedir.

Sonra da ibâdetlerinizi [görevlerinizi] gerçekleştirdiğinizde, tıpkı babalarınızı


andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Ve Allah'ı sayılı günlerde
anın. Artık kim iki gün içinde acele ederse ona günah yoktur. Kim de ertelerse ona da
günah yoktur. Bu, takvâlı davranan kimseler içindir. Allah'a takvâlı davranın ve
şüphesiz kendinizin O'na toplanacağınızı bilin. Sonra da insanların akıp geldiği
yerden siz de akıp gelin ve Allah'tan bağışlanma isteyin. Şüphesiz Allah çok
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. İşte insanlardan bazısı, “Ey Rabbimiz! Bize
dünyada ver!” diyen kimselerdir. Onun için de âhirette bir nasip yoktur. (Bakara/200-
202, 199)

8. Ey iman etmiş kişiler! Allah için, hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar


olunuz. Ve bir topluma olan kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sürüklemesin.
Adaletli olun, o [adaletli olmak], takvâya daha yakındır. Allah'a takvâlı davranın.
Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.
9. Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere vaat etmiştir: Mağfiret
ve büyük ödül yalnızca onlaradır.
10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; işte onlar,
cahîm'in ashâbıdır.
11. Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın sizin üzerinizde olan nimetini
hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de, O [Allah], onların
ellerini sizden çekmişti. Ve Allah'a takvâlı davranın. Artık mü’minler de yalnızca
Allah'a tevekkül etsinler.

5
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8, s. 379-537.
6
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 10, s. ??????????????

17
İnananlara hitap eden bu âyetlerde bazı ilkeler bildirilmiş, ardından da iman ve
amel sahiplerinin ödüllendirileceği, küfür ve günah sahiplerinin cezalandırılacağı
uyarısı yapılmıştır:
• Mü’minler, Allah için hakkaniyeti ayakta tutan tanıklar olmalıdır.
• Bir topluma duydukları kin mü’minleri adaletsizliğe sürüklememelidir.
Bu husus, sûrenin 2. âyetinde de, Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden
dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ
üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a
takvâlı davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır denilerek
vurgulanmıştı.
• Mü’minler adaletli olmalıdır, adaletli olmak, takvâya daha yakındır.
• Mü’minler Allah'a takvâlı davranmalıdır.
• Allah, yapılanlardan haberdardır, iman eden ve sâlihâtı işleyenlere mağfiret ve
büyük ödül vaat etmiştir. İnkâr eden ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar ise, cahîm'in
ashâbıdır
• Mü’minler Allah'ın üzerlerindeki nimetini hiç akıllarından çıkarmamalı;
özellikle de, kendilerine el uzatmaya yeltenen bir topluluğun ellerini kendilerinden
çekmesini ve kendilerini korumasını” hiç unutmamalıdırlar. İşaret edilen hâdise,
Hudeybiye'de cereyan eden ve Fetih sûresi'nde bahsedilen hâdisedir:
Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama
Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir
alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O
[Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her
şeye en iyi güç yetirendir. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle
Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın
kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da
bulamazlardı. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı
Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine
girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah,
yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve
ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini
henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz
olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış
olsalardı kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
(Fetih/21-25)
• Mü’minler Allah'a takvâlı davranmalı ve yalnızca Allah'a tevekkül
etmelidirler.
12. Ve andolsun ki Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almıştı. Ve Biz,
kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki:
“Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman
eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz andolsun ki sizden
kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim.
İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu
kaybetmiş olur.”
13. Sonra da sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerine
katılık koyduk. Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler.
Öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü de terk ettiler. İçlerinden pek azı hariç,
onlardan daima bir hâinlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever.

18
14. “Biz Nasarayız [Hristiyanız]” diyenlerden de misaklarını almıştık.
Onlar da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler. Biz de onların
arasına, kıyâmete kadar sürecek kin ve düşmanlık yerleştirdik. Allah, yakında
yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.
15-16. Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin
çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle
size, Allah'tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [kitapla] Kendi
rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar.
Bu âyetlerde, İsrâîloğulları örnek verilerek iman edenler uyarılmaktadırlar.
Allah, ilâhî ilkelere uyacaklarına dair İsrâîloğulları'ndan söz almış olmasına rağmen
onlar sözlerinde durmayıp ihanet etmişlerdir. Âyette olaylar şöyle sıralanmıştır:
• Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almış ve onlardan on iki nakip
[müfettiş/başkan] göndermişti.
• Ve onlara, “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir,
elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz, andolsun
ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere
girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun
doğrusunu kaybetmiş olur” demişti.
• Ama onlar imanlarının gereği olan bu yükümlülükleri yerine getireceklerine
dair sözlerini bozdular. Bu sebeple de lanetlendiler ve kalplerine katılık konuldu.
İsrâîloğulları'ndan alınan misakların bir çoğu, Bakara/63, 83, 84, 93; Âl-i
İmrân/187; Mâide/80; Nisâ/154-155. âyetlerde konu edilir.
• Onlar kelimeyi/sözcüğü yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler.
• Onlar, öğütlendiklerinin önemli bir bölümünü terk ettiler.
• İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hâinlik görülür.
• Buna rağmen onlara affedilmeli, onlara aldırış edilmemelidir.
• Allah, “Biz Nasarayız [Hristiyanız]” diyenlerden de misaklarını almıştı. Onlar
da kendilerine hatırlatılan şeylerin çoğunu terk ediverdiler.
• Bu nedenle de Allah, onların arasına, kıyâmete kadar sürecek kin ve düşmanlık
yerleştirdi. Allah, yakında yapıp üretmiş olduklarını onlara haber verecektir.
Geçmişe ait bu bilgilerden sonra Ehl-i Kitap hakk yola davet edilmektedir: Ey
Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap'tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan,
çoğundan da vazgeçen Bizim elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah'tan bir ışık ve
apaçık bir kitap geldi. Allah onunla [kitapla] kendi rızasına uyanları selâmet
yollarına kılavuzlar. Onları kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve
onları dosdoğru yola kılavuzlar.
Böyle bir davet Âl-i İmrân sûresi'nde de yapılmıştı:
Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan,
onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir
iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Âl-i
İmrân/164)
Ehl-i Kitaptan bir çoğunun bu davete icabet ettiğini Kur’ân'dan öğreniyoruz:
Ondan [sözden; vahiyden, Kur’ân'dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz
kimseler; onlar, ona [söz'e; vahye, Kur’ân'a] da inanırlar. Ve onlara o [söz; vahiy,
Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz ona [söz'e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden
gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [Müslümanlardık]”
dediler. (Kasas/52-53)

19
Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en
şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman
eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz
[Hristiyanlarız]” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve râhipler
olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. Ve onlar Elçi'ye
indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı
gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar, “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler
ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini
umarken, neden Allah'a ve hakktan bize gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.
(Mâide/82-84)
Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir elçi
geldi, daha önce kendilerine kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş
gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. (Bakara/101)
Kitap Ehlinden bir tâife sizi saptırmak istedi. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini
saptırıyorlar, farkına da varmıyorlar. Ey Kitap Ehli! Sizler tanık olup dururken, niçin
Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz? Ey Kitap Ehli! Sizler bilip dururken, niçin
hakkı bâtıla karıştırıyor ve gerçeği gizliyorsunuz? (Âl-i İmrân/69-71)
Yahûdileşmişlerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden/öz anlamlarından
değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygamber'e karşı), “İşittik
ve karşı geldik/iyice sarıldık”, “dinle, dinlemez olası”, “râinâ” derler. Eğer onlar
“İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı
ve daha sağlam/doğru olacaktı; fakat küfürleri [gerçeği kabul etmemeleri] sebebiyle
Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar. (Nisâ/46)
12. âyetteki, Ve Biz, kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik
ifadesi, Kitab-ı Mukaddes'in Sayılar bölümünde detaylıca yer alır:

İSRÂÎL'DE YAPILAN İLK SAYIM

İsrâîlliler'in Mısır'dan çıkışının ikinci yılı, ikinci ayın birinci günü Rabb Sînâ
Çölü'nde, Buluşma Çadırı'nda Mûsâ'ya şöyle seslendi: “Sen ve Hârûn İsrâîl
topluluğunun bütün boylarıyla ailelerinin sayımını yapın. Bütün erkekleri bir bir
sayıp adlarını yazın. İsrâîlliler'den savaşabilecek durumda yirmi ve daha yukarı
yaştaki bütün erkekleri sayıp bölüklere ayırın. Size yardım etmek için yanınızda her
oymaktan birer adam bulunsun; bu kişiler aile başı olmalı. Size yardımcı olacak
adamların adları şunlardır: Ruben oymağından Şedeur oğlu Elisur, Şimon
oymağından Surişadday oğlu Şelumiel, Yahuda oymağından Amminadav oğlu
Nahşon, İssakar oymağından Suar oğlu Netanel, Zevulun oymağından Helon oğlu
Eliav, Yûsufoğulları'ndan Efrayim oymağından Ammihut oğlu Elişama, Manaşşe
oymağından Pedahsur oğlu Gamliel, Benyamin oymağından Gidoni oğlu Avidan,
Dan oymağından Ammişadday oğlu Ahiezer, Aşer oymağından Okran oğlu Pagiel,
Gad oymağından Deuel oğlu Elyasaf, Naftali oymağından Enan oğlu Ahira.” Bunlar
İsrâîl topluluğundan atanmış adamlardı; atalarının soyundan gelen oymak önderleri,
İsrâîl'in boy başlarıydı.7
17. Andolsun ki, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir”
diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih'i,
anasını ve bütün yeryüzündeki kimseleri helâk etmek istese, O'na karşı kim bir şey
yapabilir. Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti de sadece
Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.”

7
Sayılar, 1:1-16.

20
18. Ve Yahûdiler, Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun
sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah]
size azap ediyor?” Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği
kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her
şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır.
19. Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada; “Bize bir
müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya
koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her
şeye en çok gücü yetendir.
Bu âyetlerde, Ehl-i Kitap uyarılmakta ve tevhide davet edilmektedir:
• “Allah, Meryem oğlu Mesih'in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir olmuşlardır.
• Bu kâfirlere, “Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri
helâk etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir? Göklerin, yeryüzünün ve ikisi
arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her
şeye en iyi güç yetirendir” denilmeli, böylece onlar Îsâ'da herhangi bir ilâhlık niteliği
olmadığını öğrenmelidirler.
• Yahûdi ve Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz”
demektedirler.
• Onlara, “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle Allah size azap ediyor?
Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar,
dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü
Allah'ındır. Dönüş de O'nadır” denilmeli, böylece düşünüp akıllarını başlarına
almalarına yardımcı olunmalıdır.
Bakara, Âl-i İmrân ve Cum‘a sûresinde de Yahûdilerin, kendilerinin diğer
insanlardan üstün olduklarını; Allah'ın dostları, sevgilileri olduklarını, âhiret
yurdunun sadece kendilerine ait olduğunu ve ateşin sayılı günlerden başka
kendilerine dokunmayacağını ileri sürdükleri bildirilmişti.
Bu uyarlardan sonra Kitap Ehli, “Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir
sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan
[açıkça ortaya koyan] Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi.
Allah, her şeye en çok gücü yetendir” denilerek, hakk dine davet edilmektedirler.
19. âyette, Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve
uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan [açıkça ortaya koyan] Elçimiz
geldi ifadesiyle Yahûdilere, “Rabbimiz! Sen bize peygamber yollamadın ki, doğru
yolu bulabilelim” diye bir mazeret fırsatı verilmediği beyân edilmektedir. Malumdur
ki Peygamberimizin gelişinden önceki şeriatlar tahrif edilmiş; bu sebeple de, hakk
bâtıla, doğru yanlışa karışmıştı. Bu da, insanların hakkı bulamamaları hususunda bir
mazeret teşkil etmişti.
Yahûdi ve Hristiyanların inançları da şöyle açıklanmaktadır:
Ve Yahûdiler, “Uzeyr Allah'ın oğludur” dediler. Hristiyanlar da, “Mesih
Allah'ın oğludur” dediler. Bu, onların ağızlarıyla geveledikleri sözler olup, güya
bununla, daha önce yaşayan inkârcıların sözlerini taklit ediyorlar. Allah, onlarla
savaşmıştır. Nasıl da döndürülüyorlar! (Tevbe/30)

Sonra Firavun'a de ki: “Rabb şöyle diyor”: “İsrâîl Benim ilk oğlumdur. Sana,
‘Bırak oğlum gitsin, Bana tapsın’ dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu
yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.”8

8
Çıkış, 4:22-23.

21
Ağlaya ağlaya gelecekler, Benden yardım dileyenleri geri getireceğim.
Akarsular boyunca tökezlemeyecekleri düz bir yolda yürüteceğim onları. Çünkü ben
İsrâîl'in babasıyım, Efrayim de ilk oğlumdur.9

Bu tarz ifadeler İncîllerde birçok yerde geçmektedir. Kur’ân bu yanlışları


düzeltmektedir:
Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle
kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin
Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah
ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan
kimse yoktur” demişti. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler
kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer
söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren
bir azap dokunacaktır. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi?
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir
elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her
ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak,
onlar nasıl döndürülüyorlar! (Mâide/72-75)
20-21. Ve hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani O [Allah], içinizden peygamberler kıldı. Sizi de hükümdarlar
kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah'ın
size yazdığı mukaddes [temizlenmiş] toprağa girin, geriye dönmeyin, yoksa kayba
uğrayanlar olarak dönersiniz” dedi.

22. Onlar, “Ey Mûsâ! Şüphesiz orada zorba bir toplum var. Onlar
oradan çıkmadıkça da biz oraya asla girmeyiz. Şâyet onlar, oradan çıkarlarsa,
şüphesiz biz de artık girenleriz” dediler.

23. Korkanlardan ve Allah'ın kendilerine nimet verdiği iki adam dedi ki:
“Onların üzerlerine kapıdan girin. İşte, oradan girerseniz şüphesiz siz, gâlip
olanlarsınız. Eğer inanıyorsanız da artık yalnızca Allah'a tevekkül edin.”

24. Onlar [Mûsâ'nın kavmi], “Ey Mûsâ! Şüphesiz biz, onlar orada
olduğu sürece biz oraya asla girmeyiz. Artık sen ve Rabbin gidin de savaşın.
Şüphesiz biz burada oturanlarız” dediler.

25. O [Mûsâ], “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik


değilim [söz geçiremiyorum]. Artık bizimle bu fâsıklar toplumunun arasını ayır”
dedi.

26. O [Allah] dedi ki: “Artık o [mukaddes arz] onlara kırk sene haram
kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen o fâsık toplum
için tasalanma!”
Bu âyet grubunda, İsrâîloğulları'nın Allah'ın kendilerine gönderdiği elçiye karşı
yakışıksız tavırları nakledilip inananların Allah Elçisi'ne karşı yanlış tavır almamaları
hususunda uyarılar yapılmakta ve aynı sahnelerin yine yaşanabileceğine işaret
edilmektedir.

9
Yeremya, 31:9.

22
Mûsâ’nın, “Rabbim! Ben, kendimle kardeşimden başkasına mâlik değilim [söz
geçiremiyorum]. Artık bizimle bu fâsıklar toplumunun arasını ayır” şeklindeki
niyazına karşı Allah, “Artık o [mukaddes arz] onlara kırk sene haram kılınmıştır.
Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O nedenle sen o fâsık toplum için
tasalanma!” diye Mûsâ'yı teselli etmektedir:

Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz tek yemeğe asla sabredemeyiz, artık
bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden,
acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. O
[Mûsâ] da size, “O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir
kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine
zillet ve meskenet damgalandı ve nihâyet Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu,
Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları, peygamberleri hakksız yere öldürmüş
olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.
(Bakara/61)
Burada işaret edilen olayların detayı Kitab-ı Mukaddes'te de yer alır:
Rabb Mûsâ'ya, “İsrâîl halkına vereceğim Kenan ülkesini araştırmak için bazı
adamlar gönder” dedi, “ataların her oymağından bir önder gönder.” Mûsâ Rabbin
buyruğu uyarınca Paran Çölü'nden adamları gönderdi. Hepsi İsrâîl halkının
önderlerindendi. Adları şöyleydi: Ruben oymağından Zakkur oğlu Şammua, Şimon
oymağından Hori oğlu Şafat, Yahuda oymağından Yefunne oğlu Kalev, İssakar
oymağından Yûsuf oğlu Yigal, Efrayim oymağından Nun oğlu Hoşea, Benyamin
oymağından Rafu oğlu Palti, Zevulun oymağından Sodi oğlu Gaddiel, Yûsuf
oymağından-Manaşşe oymağından Susi oğlu Gaddi, Dan oymağından Gemalli oğlu
Ammiel, Aşer oymağından Mikael oğlu Setur, Naftali oymağından Vofsi oğlu Nahbi,
Gad oymağından Maki oğlu Geuel. Ülkeyi araştırmak üzere Mûsâ'nın gönderdiği
adamlar bunlardı. Mûsâ Nun oğlu Hoşea'ya Yeşu adını verdi. Mûsâ, Kenan ülkesini
araştırmak üzere onları gönderirken, “Negev'e, dağlık bölgeye gidin” dedi, “nasıl bir
ülke olduğunu, orada yaşayan halkın güçlü mü zayıf mı, çok mu az mı olduğunu
öğrenin. Yaşadıkları ülke iyi mi kötü mü, kentleri nasıl: surlu mu değil mi anlayın.
Toprak nasıl: verimli mi, kıraç mı? Çevre meyvelerden getirin.” Mevsim üzümün
olgunlaşmaya başladığı zamandı. Böylece adamlar yola çıkıp ülkeyi Zin Çölü'nden
Levo-Hamat'a doğru Rehov'a dek araştırdılar. Negev'den geçip Anakoğulları'ndan
Ahiman, Şeşay ve Talmay'ın yaşadığı Hevron'a vardılar. (Hevron Mısır'daki Soan
Kenti'nden yedi yıl önce kurulmuştu.) Eşkol Vâdisi'ne varınca, üzerinde bir salkım
üzüm olan bir asma dalı kestiler. Adamlardan ikisi dalı bir sırıkta taşıdılar. Yanlarına
nar, incir de aldılar. İsrâîlliler'in kestiği üzüm salkımından dolayı oraya Eşkol Vâdisi
adı verildi. Kırk gün dolaştıktan sonra adamlar ülkeyi araştırmaktan döndüler. Paran
Çölü'ndeki Kadeş'e, Mûsâ'yla Hârûn'un ve İsrâîl topluluğunun yanına geldiler. Onlara
ve bütün topluluğa gördüklerini anlatıp ülkenin ürünlerini gösterdiler. Mûsâ'ya, “Bizi
gönderdiğin ülkeye gittik” dediler, “gerçekten süt ve bal akıyor orada! İşte ülkenin
ürünleri! Ancak orada yaşayan halk güçlü, kentler de surlu ve çok büyük. Orada
Anak soyundan gelen insanları bile gördük. Amalekliler Negev'de; Hititler,
Yevuslular ve Amorlular dağlık bölgede; Kenanlılar da denizin yanında ve Şeria
Irmağı'nın kıyısında yaşıyor.” Kalev, Mûsâ'nın önünde halkı susturup, “Oraya gidip
ülkeyi ele geçirelim. Kesinlikle buna yetecek gücümüz var” dedi. Ne var ki,
kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü”
dediler. Araştırdıkları ülke hakkında İsrâîlliler arasında kötü haber yayarak, “Boydan
boya araştırdığımız ülke, içinde yaşayanları yiyip bitiren bir ülkedir” dediler, “üstelik
orada gördüğümüz herkes uzun boyluydu. Nefiller'i, Nefiller'in soyundan gelen

23
Anaklılar'ı gördük. Onların yanında kendimizi çekirge gibi hissettik, onlara da öyle
göründük.”10
O gece bütün topluluk yüksek sesle bağrışıp ağladı. Bütün İsrâîl halkı Mûsâ'yla
Hârûn'a söylendi. Onlara, “Keşke Mısır'da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, “Rabb
neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız,
çocuklarımız tutsak edilecek. Mısır'a dönmek bizim için daha iyi değil mi?” Sonra
birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır'a dönelim” dediler. Bunun üzerine
Mûsâ'yla Hârûn İsrâîl topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. Ülkeyi
araştıranlardan Nun oğlu Yeşu'yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. Sonra
bütün İsrâîl topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir
ülkedir. Eğer Rabb bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve
orayı bize verecektir. Ancak Rabbe karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan
korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti.
Ama Rabb bizimledir. Onlardan korkmayın!” Topluluk onları taşa tutmayı
düşünürken, ansızın Rabbin görkemi Buluşma Çadırı'nda bütün İsrâîl halkına
göründü. Rabb Mûsâ'ya şöyle dedi: “Ne zamana dek bu halk Bana saygısızlık
edecek? Aralarında yaptığım bunca belirtiye karşın, ne zamana dek Bana iman
etmeyecekler? Onları salgın hastalıkla cezalandıracağım, mirastan yoksun
bırakacağım. Ama seni onlardan daha büyük, daha güçlü bir ulus kılacağım.” Mûsâ,
“Mısırlılar bunu duyacak” diye karşılık verdi, “çünkü bu halkı gücünle onların
arasından Sen çıkardın. Kenan topraklarında yaşayan halka bunu anlatacaklar. Yâ
Rabb! Bu halkın arasında olduğunu, onlarla yüz yüze görüştüğünü, bulutunun onların
üzerinde durduğunu, gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu içinde onlara yol
gösterdiğini duymuşlar. Eğer bu halkı bir insanmış gibi yok edersen, Senin ününü
duymuş olan bu uluslar, ‘Rabb and içerek söz verdiği ülkeye bu halkı götüremediği
için onları çölde yok etti’ diyecekler. Şimdi gücünü göster, yâ Rabb. Demiştin ki:
‘Rabb tez öfkelenmez, sevgisi engindir, suçu ve başkaldırıyı bağışlar. Ancak suçluyu
cezasız bırakmaz; babaların suçunun hesabını üçüncü, dördüncü kuşak çocuklarından
sorar.’ Mısır'dan çıkışlarından bugüne dek bu halkı nasıl bağışladıysan, büyük sevgin
uyarınca onların suçunu bağışla.” Rabb, “Dileğin üzerine onları bağışladım” diye
yanıtladı, “ne var ki, varlığım ve yeryüzünü dolduran yüceliğim adına and içerim ki,
yüceliğimi, Mısır'da ve çölde yaptığım belirtileri görüp de Beni on kez sınayan,
sözümü dinlemeyen bu kişilerden hiç biri atalarına and içerek söz verdiğim ülkeyi
görmeyecek. Beni küçümseyenlerden hiç biri orayı görmeyecek. Ama kulum
Kalev'de başka bir rûh var, o bütün yüreğiyle ardımca yürüdü. Araştırmak için gittiği
ülkeye onu götüreceğim, onun soyu orayı miras alacak. Amaleklilerle Kenanlılar
ovada yaşıyorlar. Siz yarın geri dönün, Kızıldeniz yolundan çöle gidin.” Rabb
Mûsâ'yla Hârûn'a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek Bana söylenecek?” dedi,
“Bana söylenen İsrâîl halkının yakınmalarını duydum. Onlara Rabb şöyle diyor de:
‘Varlığım adına and içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: Cesetleriniz
bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde
ölecek. Sizi yerleştireceğime and içtiğim ülkeye Yefunne oğlu Kalev'le Nun oğlu
Yeşu'dan başkası girmeyecek. Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuklarınızı oraya,
sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar. Size gelince, cesetleriniz
bu çöle serilecek. Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek
ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. Ülkeyi araştırdığınız günler
kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz.
Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz! Ben Rabb söyledim; Bana karşı toplanan bu
kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada
10
Sayılar, 13:1-33.

24
ölecekler.’” Mûsâ'nın ülkeyi araştırmak üzere gönderdiği adamlar geri dönüp ülke
hakkında kötü haber yayarak bütün topluluğun Rabbe söylenmesine neden oldular.
Ülke hakkında kötü haber yayan bu adamlar Rabbin önünde ölümcül hastalıktan
öldüler. Ülkeyi araştırmak üzere gidenlerden yalnız Nun oğlu Yeşu'yla Yefunne oğlu
Kalev sağ kaldı. Mûsâ bu sözleri İsrâîl halkına bildirince, halk yasa büründü. Sabah
erkenden kalkıp dağın tepesine çıktılar. “Günah işledik” dediler, “ama Rabbin söz
verdiği yere çıkmaya hazırız.” Bunun üzerine Mûsâ, “Neden Rabbin buyruğuna karşı
geliyorsunuz?” dedi, “Bunu başaramazsınız. Savaşa gitmeyin, çünkü Rabb sizinle
olmayacak. Düşmanlarınızın önünde yenilgiye uğrayacaksınız. Amaleklilerle
Kenanlılar sizinle orada karşılaşacak ve sizi kılıçtan geçirecekler. Çünkü Rabbin
ardınca gitmekten vazgeçtiniz. Rabb de sizinle olmayacak.” Öyleyken, kendilerine
güvenerek dağlık bölgenin tepesine çıktılar. Rabbin Antlaşma Sandığı da Mûsâ da
ordugahta kaldı. Dağlık bölgede yaşayan Amalekliler ile Kenanlılar üzerlerine
saldırdılar, Horma Kenti'ne dek onları kovalayıp bozguna uğrattılar.11
20. âyetteki, Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi ifadesiyle, o
devirde yaşayan hiçbir topluma verilmeyen nimetlerin İsrâîloğulları'na verilmesi”
kastedilmiştir. Bu nimetler ise şu âyetlerde beyân edilmiştir:
Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunalım, onları
önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. Ve onları yeryüzünde sağlamca
yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte
oldukları şeyleri gösterelim. (Kasas/5-6)
Ve andolsun Mûsâ'ya, “Yetişilmekten korkmayarak ve haşyet duymadan
kullarımı geceleyin yürüt de onlara denizde kuru bir yol aç!” diye vahyettik. (Tâ-
Hâ/77)
Ey İsrâîloğulları! Sizleri düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında size söz
verdik/dağın sağ yanını size buluşma yeri olarak belirledik. Üzerinize de kudret
helvası ve bıldırcın/bal indirdik. –Sizi rızıklandırdığımız şeylerin temizlerinden yiyin
ve bunda aşırı gitmeyin, sonra üzerinize gazabım iner. Kimin üzerine de gazabım
inerse, muhakkak o iner [düşer, mahvolur]. Ve şüphe yok ki Ben, tevbe eden, iman
edip sâlihi işleyen, sonra da hakk yolu bulan kimse için çok bağışlayıcıyım.– (Tâ-
Hâ/80)
Ve andolsun ki, Mûsâ'yı, “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara
Allah'ın günleri ile öğüt ver” diye âyetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda
çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice âyetler vardır. (İbrâhîm/5)
27-29. Onlara iki Âdemoğlu'nun haberini de hakkıyla oku. Hani her ikisi
birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti.
O, “Seni kesinlikle öldüreceğim” dedi. O [diğeri], “Allah, yalnız takvâlı
davrananlardan kabul eder. Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben
elimi seni öldürmek için uzatacak değilim. Şüphesiz ben âlemlerin Rabbi Allah'tan
korkarım. Şüphesiz ben isterim ki sen, benim günahım ve kendi günahını yüklenip
de ateş'in ashâbından olasın! Zâlimlerin de cezası budur” dedi.

30. Bunun üzerine onun [kurbanı kabul edilmeyenin] nefsi kendisine,


kardeşini öldürmeyi kolay gösterdi sonra da onu öldürdü. Kendisi de zarara
uğrayanlardan oluverdi.

31. Sonra Allah hemen ona kardeşinin kötülüklerini [cesedini] nasıl


gömeceğini göstermek için toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. O, “Yazıklar olsun

11
Sayılar, 14:1-45.

25
bana, şu karga gibi olup da kardeşimin kötülüklerini [kardeşimin cesedini]
gömmekten âciz mi oldum?” dedi. Sonra da pişman olanlardan oldu.

32. İşte bunun için Biz, İsrâîloğulları'na, “Şüphesiz her kim bir zat veya
yeryüzünde bozgunculuk karşılığı olmadan bir zatı öldürürse artık bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Kim de bir zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları
yaşatmış gibi olur” yazdık [farz kıldık]. Ve kesinlikle onlara elçilerimiz açık
deliller ile geldiler. Sonra da şüphesiz onların bir çoğu, kesinlikle yeryüzünde aşırı
davranan kimselerdir.

Bu âyetlerde, geçmişten örneklerle Rasûlullah'ın muhatabı olan Kitap Ehli ve


onların şahsında da insanlık uyarılmaktadır.
Bu âyetler, Kitab-ı Mukaddes'teki şu kıssaya endekslenerek yanlış anlaşılmıştır:
Âdem karısı Havva ile yattı. Havva hamile kaldı ve Kayin'i doğurdu. “Rabbin
yardımıyla bir oğul dünyaya getirdim” dedi. Daha sonra Kayin'in kardeşi Hâbil'i
doğurdu. Hâbil çoban oldu, Kayin ise çiftçi. Günler geçti. Bir gün Kayin toprağın
ürünlerinden Rabbe sunu getirdi. Hâbil de sürüsünde ilk doğan hayvanlardan
bazılarını, özellikle de yağlarını getirdi. Rabb Hâbil'i ve sunusunu kabul etti. Kayin'i
ve sunusunu ise reddetti. Kayin çok öfkelendi, suratını astı. Rabb Kayin'e, “Niçin
öfkelendin?” diye sordu, “Niçin surat astın? Doğru olanı yapsan, seni kabul etmez
miyim? Ancak doğru olanı yapmazsan, günah kapıda pusuya yatmış, seni bekliyor.
Ona egemen olmalısın.” Kayin kardeşi Hâbil'e, “Haydi, tarlaya gidelim” dedi.
Tarlada birlikteyken Kayin kardeşine saldırıp onu öldürdü. Rabb Kayin'e, “Kardeşin
Hâbil nerede?” diye sordu. Kayin, “Bilmiyorum, kardeşimin bekçisi miyim ben?”
diye karşılık verdi. Rabb, “Ne yaptın?” dedi, “Kardeşinin kanı topraktan Bana
sesleniyor. Artık döktüğün kardeş kanını içmek için ağzını açan toprağın laneti
altındasın. İşlediğin toprak bundan böyle sana ürün vermeyecek. Yeryüzünde aylak
aylak dolaşacaksın.” Kayin, “Cezam kaldıramayacağım kadar ağır” diye karşılık
verdi, “bugün beni bu topraklardan kovdun. Artık huzurundan uzak kalacağım.
Yeryüzünde aylak aylak dolaşacağım. Beni kim bulsa öldürecek.” Bunun üzerine
Rabb, “Kim seni öldürürse, ondan yedi kez öç alınacaktır” dedi. Kimse Kayin'i bulup
öldürmesin diye onun üzerine bir nişan koydu. Kayin Rabbin huzurundan ayrıldı.
Aden bahçesinin doğusunda, Nod topraklarına yerleşti.12

Yüce Allah'ın, Sonra Allah ona... yeri eşeleyen bir karga gönderdi buyruğu ile
ilgili olarak Mücâhid şöyle demiştir: “Allah iki karga gönderdi. Bunlar birbirleriyle
kavga ettiler. Sonunda biri diğerini öldürdü, sonra da yeri eşeleyerek bir çukur kazıp
onu gömdü. Hz. Âdem'in bu oğlu, ilk öldürülen kişi olmuştu.”

Yine şöyle denilmiştir: “Karga yeri, yiyeceğini ihtiyaç duyacağı zamana kadar
gizlemek üzere eşelemişti. Çünkü böyle yapmak kargaların âdetlerindendir. Kâbil de
bunu görünce kardeşini nasıl saklayıp gömeceğini anlamış oldu.”

Rivâyet olunduğuna göre Kâbil, Hâbil'i öldürdükten sonra onu bir çuvala
koymuş ve omuzunda yüz yıl süreyle durmaksızın taşıyıp yol almıştır. Bunu
Mücâhid söylemiştir. İbnu'l-Kâsım ise Mâlik'ten bir sene taşıdığını rivâyet
etmektedir. İbn Abbâs da böyle demiştir. Onun, kardeşinin cesedini kokuncaya

12
Tekvin, 4:1-16.

26
kadar taşıdığı da söylenmiştir. O, –önceden de geçtiği üzere– bu hususta kargaya
uyuncaya kadar ona ne yapacağım bilemiyordu.13
Mâide/27'nin iyi anlaşılabilmesi için Mâide/32-34'ün bir bütünlük içerisinde ele
alınması gerekir. Konunun tamamı ele alınmadan, konu içindeki bir âyetten hüküm
çıkarılmaya çalışılması olumlu netice vermez. Ne yazık ki genellikle böyle
yapılmıştır. Konunun tümünü ele aldıktan sonra, şimdi 27. âyetin tahlilini yapalım:
Onlara iki Âdemoğlu'nun haberini de hakkıyla oku...
Âyette geçen ibney Âdeme tamlaması, neredeyse bütün meal ve tefsirlerde
“Âdemin iki oğlu” (belirtili isim tamlaması) şeklinde anlaşılmıştır. Hâlbuki, 12.
âyetten 34. âyete kadar İsrâîloğulları'ndan bahsedildiğine; ve 15 âyette,
İsrâîloğulları'nın ilâhî vahiyler hakkındaki olumsuz tavırlarına dikkat çekilip sonra,
“Onlara gerçeği oku” denilerek İsrâîloğulları muhatap alındığına göre bu iki kişinin
Âdem'in iki oğlu değil, İsrâîloğulları'nın tanıyıp bildikleri, ama gizledikleri iki kişi
olması gerekir. Bu durumda, ibney Âdeme tamlamasının, belirtisiz isim tamlaması
olarak “herhangi iki Âdem oğlu” şeklinde anlaşılması gerekir. Âyette, bilgin ve takvâ
sahibi olan bir kişi ile câhil, zâlim ve kıskanç bir kişinin karakterleri ortaya
konduğuna ve kimlikleri dikkate alınmadığına göre bu anlam daha uygundur.
Kur’ân'da 7 yerde [A‘râf/26, 27, 31, 35, 272; İsrâ/70 ve Yâ-Sîn/60] geçen benî
Âdem [Âdemoğulları] ifadesinin, “Âdem'in oğulları, Âdem'in üç oğlu, dört oğlu…”
anlamında olmayıp, “insanlar, insan soyu” anlamında olduğu gibi, ibney Âdeme
tamlaması da, “iki Âdem oğlu” anlamındadır.
Kurban ise, Allah'a yaklaşmak amacıyla yapılan secde, salât, salâtı ikâme,
cihad, yetimin ikramı, sâlihâtı işleme, işsize iş verme vs. gibi her türlü güzel
davranışın adı olmasına rağmen, anlamı daraltılarak sadece “Allah'a yaklaşabilmek
için kesilen hayvan olarak” anlaşılmıştır. Kurban, sadece hayvan kesmek demek
olmayıp Allah'a yaklaşmak için yapılan her türlü davranış olduğuna göre, bu iki
insanın [iki Âdem oğlunun], hakklılık ya da hakksızlıklarının Allah tarafından
bildirilmesi isteğiyle ne yaptıklarını, isteklerine cevap alıp almadıklarını araştıralım:
Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen,
“Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve
kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine
kılalım” de. (Âl-i İmrân/61)
Ve kullarım, sana Benden sordukları zaman; biliniz ki şüphesiz Ben çok
yakınımdır. Bana yakarınca, yakaranın yakarışına cevap veririm. O hâlde reşit
olmaları için, onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar. (Bakara/186)
Ve sizin Rabbiniz, “Bana yalvarın, dua edin ki size karşılık vereyim. Şüphesiz
Bana ibâdet etmekten büyüklenen kimseler yakında horlanmış olarak cehenneme
gireceklerdir” dedi. (Mü’min/60)
Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle onların
kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. Ve hiç kuşkusuz
eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i, ve kendilerine Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta
tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] yiyeceklerdi
[besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına
inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları
ne kötüdür! (Mâide/65-66)
Bu âyetlerden anlaşıldığına göre iyilik ya da kötülük için Allah'a baş
vurulduğunda, olumlu-olumsuz karşılık alınmaktadır. İşte bu iki insanın yaptıkları da
bundan ibarettir. Bu niyetle yapabilecekleri şey ise, her türlü ihlaslı ve takvâlı amel
olabilir, sadece hayvan kesmiş olmaları gerekmez.
13
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

27
Bu âyetleri, “Âdem'in iki oğlu [Hâbil ile Kâbil] kız yüzünden kavga ettiler.
Bunun üzerine kurban kestiler, kurbanı kabul olan kızı alacaktı vs.” gibi Yahûdi
masallarıyla açıklamak ve kurbanın, Âdem şeriatından beri var olduğuna bu âyetleri
delil göstermek çok yanlıştır.
Âyetteki, Allah, yalnız takvâlı davrananlardan kabul eder ifadesiyle, mağdur
kişinin diğerini ilâhî ilkeler doğrultusunda uyardığı görülmektedir. Kısaca kıskanç
olana, “Senin kurbanının kabul edilmemesi benim suçum değildir; takvâ sahibi
olmadığından kurbanın kabul edilmiyor. Bu yüzden beni öldürmeye çalışmak yerine,
takvâlı olmaya çalış” diyor.
Yine âyetteki, Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da, ben elimi seni
öldürmek için uzatacak değilim ifadesinden de bu kişinin, kardeşi canına kastetse de,
kendisinin onu öldürmeyi düşünmediği, karşı koyarsa da nefsini korumaya, onun
zararını engellemeye yönelik hareket edeceği bildirilmektedir. Düelloda öldüren
kadar öldürülen de suçludur; zira o, öldürülmeseydi, ötekini öldürecekti.
Âyetteki, Şüphesiz ben isterim ki sen, benim günahımı ve kendi günahını
yüklenip de ateş'in ashâbından olasın! Zâlimlerin de cezası budur ifadesindeki
benim günahımı… yüklenip de… ifadesiyle, öldürülenin günahlarının, öldüren
tarafından yüklenileceği kastedilmemiştir. Zira kimsenin başkasının günahını
yüklenmeyeceği onlarca âyette bildirilmiştir. Bu ifade, “eski günahlarınla beraber
beni öldürme günahını da yüklenip de…” anlamındadır.
32. âyette, Şüphesiz her kim bir zat veya yeryüzünde bozgunculuk karşılığı
olmadan bir zatı öldürürse, artık bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir
zatın yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur ifadesiyle de,
Allah'ın insan hayatına verdiği değer ortaya konulmakta ve insan hayatının
korunması için herkesin, başkasının hayatının kutsallığını kabul edip onun
korunmasına yardım etmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Hakksız yere birini öldüren kimse, bütün insanları öldürebileceği görünümünü
veren bir canavar hükmündedir.
Buna karşılık, bir tek insanın hayatının korunmasına yardım eden kimse, tüm
insanlığı yaşatmış gibidir.
33-34. Allah'a ve Elçisi'ne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya
çalışanların –siz onlar üzerine güçlü olmazdan [onları yakalayıp kontrol altına
almazdan] önce tevbe edenler hariç– karşılığı, ancak öldürülmeleri veya asılmaları
yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları
yerden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Âhirette de onlar
için büyük bir azap vardır. Artık iyi bilin ki Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet
edendir.
Bu âyet, 32. âyetin tefsiri niteliğinde olup insanları dininden döndürmeye
çalışmanın zararlarının boyutları açıklanmaktadır. Allah ve Rasûlü'ne savaş açmak ve
insanları şirke-küfre yöneltmek, imandan döndürme faaliyetleridir. Bir insanın
dinden döndürülmesi, öldürülmesinden daha beterdir. Bakara/191'de, Ve fitne
[dinden döndürme], öldürmeden daha şiddetlidir buyurulmaktadır.
Bu âyetlerde, Allah'a savaş açan –kontrol altına alınmadan önce tevbe edenleri
hariç– bu küstahların, öldürülmesi veya asılması yahut el ve ayaklarının
çaprazlama/arka arkaya kesilmesi, ya da bulundukları yerden sürgün edilmesi
gerektiği bildirilmektedir.
Hâkim ictihadını kullanarak, suçun niteliğine ve boyutuna göre bu cezalardan
birini verebilir.
Bu âyet grubunun sebeb-i nüzûlü ile ilgili kaynaklarda şu bilgiler aktarılmıştır:

28
İnsanlar, bu âyet-i kerîmenin nüzûl sebebi hususunda farklı görüşlere sahiptir.
Cumhurun kabul ettiği görüş ise, bu âyet-i kerîmenin Uranîler hakkında nâzil
olduğudur.

Lafız Ebû Dâvûd'un olmak üzere, hadis imamları Enes b. Mâlik'ten şöyle
dediğini rivâyet etmektedirler: Ukl'den –veya Ureynelilerden demiştir– bir topluluk,
Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna geldi. Medîne'nin havası kendilerini rahatsız etti. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a) onlar için süt veren birtakım develeri tahsis etti. O develerin
sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Bunun üzerine onlar da kalkıp gittiler.
Sağlıklarına kavuştukları vakit, Peygamber'in (s.a) çobanını öldürdüler. Davarları
önlerine katıp götürdüler. Sabah erken vakitte onların bu yaptıkları Peygamber'e (s.a)
ulaşınca, o da arkalarına takipçi gönderdi. Gün yükseldiği sırada yakalanıp
getirildiler. Hz. Peygamber'in verdiği emir üzerine el ve ayakları kesildi, gözleri
çıkarıldı. Medîne'nin kara taşlığına bırakıldılar. Su istiyorlar, onlara su verilmiyordu.
Ebû Kılabe (hadisi Enes b. Mâlik'ten rivâyet edendir) dedi ki: “İşte bunlar, hırsızlık
yaptılar, adam öldürdüler, iman ettikten sonra kâfir oldular, Allah'a ve Rasûlü'ne
karşı savaş açtılar.”

Bir rivâyette de şöyle dinilmektedir: (Hz. Peygamber) emir vererek, çiviler


kızdırılıp gözlerine mil çekildi. Ellerini ve ayaklarını kestirdi ve (kestirdiği
yerlerinden akan kanın kesilmesi için) onları dağlamadı.

Yine bir rivâyette şöyle denilmektedir: Rasûlullah (s.a) onları takip edip
yakalamak üzere iz sürmeyi bilen birtakım kimseleri gönderdi ve onlar yakalanıp
getirildiler İşte bunun üzerine yüce Allah, Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaşanların
ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak… âyeti nâzil oldu.14
Âyetteki, yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanlar ifadesinden, sosyal açıdan her
türlü kargaşayı çıkaranlar anlaşılacağı gibi, doğal dengeyi bozacak hareketlerde
bulunanlar da anlaşılabilir. Zira Allah'ın elçi göndermesinin bir sebebi de doğayı
korumaktır. Her mü’min, Allah'ın şeairi olan yaratıkları koruyup kollamakla da
görevdir. Bu konu, Rahmân sûresi'nin ilk âyetlerinde detaylı olarak yer almaktadır:
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye [hacc
yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye], gerdanlıklarına [hacc yapanların
yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rabb'lerinden lütuf ve
rıza bekleyerek Beytu'l-Harâm'ı [Ka‘be'yi] kastedenlere [hacc görevi yapmak
isteyenlere] saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında [hacc göreviniz
bitince] da avlanın. Sizi Mescid-i Harâm'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma
karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takvâ üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'a takvâlı
davranın. Hiç şüphesiz Allah azabı/kovuşturması çok çetin olandır. (Mâide/2)
İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki
şüphesiz bu [saygı gösterme], kalplerin takvâsındandır– sizin için onlarda belli bir
süreye kadar birtakım faydalar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'edir
[eski eve, özgür eve; Ka‘be'yedir]. (Hacc/32-33)
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden,
yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya
çıktı. (Rûm/41)
Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklere, yere
ve dağlara yaydık-yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan
14
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

29
[bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden] korktular. Ve
onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zâlim ve çok câhildir.
(Ahzâb/72)
35. Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı
davranın, O'na yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret
gösterin.
36. Şüphesiz, küfretmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve
onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık
vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir
azap vardır.

37. Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve


onlar için devamlı bir azap vardır.

Bu âyetlerde de uyarılar devam etmektedir:

• Mü’minler, felâha ermek [kurtulmak, zafer kazanmak, durumlarını


koruyabilmek] için, Allah'a takvâlı davranmalıdır.
• Allah'a yaklaştıracak şeyleri aramalı, O'nun rızasını kazandıracak her türlü
aracın peşinden koşmalı ve O'nun yolunda gayret göstermelidirler.
• Yeryüzündekilerin tümü ve onunla birlikte bir o kadarı daha küfredenlerin olsa
ve kıyâmet gününün azabından kurtulmak için fidye olarak verseler, onlardan kabul
edilmez ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.

• Onlar, ateş'ten çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için
devamlı bir azap vardır.

‫[ وسيلة‬vesîle], “kendisiyle bir başkasına ulaşılan, yaklaşılan şey” demektir.15

Burada, mü’minlerden, kendilerini Allah'a yaklaştıracak ameller işlemeleri


istenmektedir. Kişiyi Allah'a yaklaştıracak amelleri de şu âyetlerden
öğrenebilmekteyiz:

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş.
(Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir.


Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı
kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır
ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar].
Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında
rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık


ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin
âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz
kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler;
15
Lisânu'l-Arab, “Vsl” mad.

30
işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir.
(Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile


onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O
[Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır.
(Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O


[Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir
kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık
[size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve
duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara
hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar
Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları
sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu


sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!
Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette, naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti
içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden
sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir.
Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda
yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/21-28)

Bazıları, buradaki vesîle sözcüğüne, “Allah'a götürecek, Allah ile kul arasında
aracı olacak mürşit” manası vermektedirler, ki bu, tevhid ile bağdaşmayan, şirk
içeren bir anlayıştır:
Dikkatli olun, hâlis din sadece Allah'a aittir. O'nun astlarından birtakım velîler
edinenler, “Onlar [Allah'ın astlarından edindiğimiz velîler] bizi Allah'a daha fazla
yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları
şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok
nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/3)
Ölü veya diriyi, peygamber veya sâlih kulu Allah'a aracı yapmaya kalkmak
şirktir.
Şurası da unutulmamalıdır ki, Allah'a vesile arama yükümlülüğü, sadece
Müslümanlar için değil, Peygamber için de geçerlidir. Zira Peygamber de bu âyetin
muhatabıdır. Kişiler vesile oluyorsa, peygamberler kimi vesile edineceklerdir?

38. Hırsız erkek ve hırsız kadın; bunların yaptıklarına karşılık, Allah'tan


bir engelleyici uygulama olarak hemen ikisinin de gücünü/ellerini [ikiden çok el]
kesin. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

31
39. Sonra kim yaptığı hakksızlıktan sonra tevbe eder ve düzeltirse, bilsin
ki, şüphesiz Allah, onun tevbesini kabul eder. Şüphesiz Allah, gafûr'dur [çok
bağışlayandır], rahîm'dir [çok merhamet edendir].

40. Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? O,


dilediğine azap eder, dilediğini de bağışlar? Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.
Bu âyetlerde toplumda vukû bulabilecek olan hırsızlık hâdisesine karşı tedbirler
öngörülmektedir. 33. âyette, yeryüzünde fesat çıkaranların cezalandırılması konu
edilmişti. Burada ise, yeryüzünde fesat çıkarma kapsamındaki hırsızlık konu
edilmekte ve hırsızlığa karşı önlemler ve hırsızlara uygulanması gereken yaptırımlar
bildirilmektedir.
Âyette geçen ‫[أيد‬eyd] sözcüğü, ‫[َيد‬yed] sözcüğünün çoğulu olabileceği gibi, ‫أَيَد‬
[eyede] filinden tekil mastar ve isim de olabilir (bkz. Sâd/17, Zâriyât/47, Sâd/45).
Tekil olduğu ve eyede fiilinden geldiği kabul edilirse sözcük. “kuvvet” anlamına
gelir. Yed sözcüğünün çoğulu olduğu kabul edilirse sözcük, “eller” [üç ve daha fazla
el] anlamını ifade eder. Hırsızın ikiden fazla eli olmadığına göre, buradaki “eller”
sözcüğü, mecazî olarak anlaşılmalıdır. Bu sözcük, yedullâh [Allah'ın eli] şeklinde de
birçok âyette geçmektedir. Allah'ın eli olmadığından, buralarda da sözcük, mecazî
anlamıyla kabul edilmelidir.
Yed sözcüğü mecazen, “ kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle
yapılan işlerin tümü” anlamında kullanılır.
Anlaşılan o ki, O ikisinin ellerini kesin ifadesi, “onların hırsızlık yapma
güçlerini, gerekçelerini ortadan kaldırın” anlamındadır. Burada kesme işini, –
Yûsuf/31'in delâletiyle– elinde bir iz bırakmak üzere kesme şeklinde yorumlamaya
gerek olmadığı gibi, âyetin metni de buna izin vermez.
Hırsızlık, “kendine ait olmayan bir şeyi gizlice almak”tır. İnsanlık târihi kadar
eski olan hırsızlığı, şekli ve niteliği çağlara göre değişebilir. Bir bahçeden gizlice
meyve koparmak, okulda bir kalem-silgi araklamak hırsızlık olduğu gibi, banka
soymak, hortumlamak, vergi kaçırmak vs gibi davranışlar da hırsızlıktır. Hayatî
tehlike durumunda ihtiyaç miktarı yiyecek çalmak, hırsızlık sayılmaz.
Buradaki, ellerini/güçlerini kesin ifadesi, en geniş kapsamıyla, “önce onları
hırsızlığa iten açlık ve muhtaçlık gibi gerekçeleri ortadan kaldırın, malı-mülkü
kontrol altına alın, teşhir ederek kimsenin iştahını kabartmayın, kapınızı-pencerenizi
açık bırakmayın, eğitim, rehabilite merkezleri kurun; keyfî olarak hırsızlık yapanlara
karşı da hapis, sürgün vs. gibi caydırıcı cezalar tayin edin, büyük soygun ve
vurgunlara karşı hukukî boşlukları doldurun” şeklinde anlaşılabilir.
İslâm, câhiliye Araplarının hırsızlık için uyguladıkları el kesme cezasını farklı
bir boyuta çekmiş; hırsızlığa karşı tedbirler alınmasını emretmiş ve hırsıza verilecek
cezanın şeklini toplumlara bırakmıştır.
41. Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla “İnandık” diyen
kimseler ve Yahûdileşmişlerden, durmadan yalana kulak veren ve sana gelmeyen
kimseler için dinleyen [casusluk eden] küfür içinde koşuşan şu kimseler seni
üzmesin. Onlar, kelimeyi yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse
hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek
isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın
kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve
âhirette onlara çok büyük bir azap vardır.
42. Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer
sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan mesafeli dur. Ve eğer onlardan
mesafeli durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer

32
hükmedersen o zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah,
hakkaniyetle davrananları sever.
43. İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında iken seni nasıl
hakem yapıyorlar da ondan sonra da geri duruyorlar? Onlar, inanan kimseler
değillerdir.
44. İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, şüphesiz Biz indirdik.
Müslümanlaşmış kişiler olan peygamberler onunla Yahûdilere hükmederler,
rabbaniler [kendilerini Allah'a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah'ın
kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık
ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin Bana saygı
duyup ürperin. Benim âyetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah'ın
indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45. Ve Biz onda [Tevrât'ta] onlara, zata zat, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas
hakkını bağışlarsa, bu kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.

Gâyet açık olan bu âyetlerde, Allah'ın koyduğu ilkelerin önemine dikkat çekilip,
Allah'ın âyetlerini dikkate almayanlarla ilgili bilgiler verilmekte ve onların
davranışları yüzünden Rasûlullah'ın üzülmemesi istenmektedir.

Rasûlullah'ın Medînelilerle yaptığı sözleşmeye göre Yahûdiler, iç işlerinde


serbest olup aralarında kendi kanunlarına göre işlerini yürüteceklerdi. Pasajdan
anlaşıldığına göre Yahûdiler, kendi kanunlarındaki hüküm işlerine gelmediği zaman,
lehlerine bir hüküm verir ümidiyle Rasûlullah'a müracaat ediyorlardı.

42. âyetteki, Yalana çok kulak verenler, haramı çok yiyenler; artık onlar, eğer
sana gelirlerse, aralarında hükmet ya da onlardan mesafeli dur. Ve eğer onlardan
mesafeli durursan, artık sana hiçbir zaman zarar veremezler. Ve eğer hükmedersen o
zaman aralarında hakkaniyetle hükmet. Şüphesiz Allah, hakkaniyetle davrananları
sever ifadeleriyle Rasûlullah, onların davasına bakıp bakmamakta serbest
bırakılmıştır.
Kaynaklarda bu âyetlerin iniş sebebine dair şu bilgiler yer almıştır:
Bu âyet, zinâ eden iki Yahûdi hakkında nâzil olmuştur. Yahûdiler, kendi
elleriyle Allah'ın kitabını değiştirmişler ve evli kişilerin recmedilmesi emrini te’vîl
ve tahrif ederek, yüz sopa ve yüzü karaya boyayıp ters-yüz olarak merkebe
bindirme şekline çevirmişlerdi. Hz. Peygamber'in Medîne'ye hicretinden sonra, bu
vaka cereyan edince, kendi aralarında dediler ki: “Gelin, Muhammed'in hükmüne
başvuralım. Eğer sopa ve yüzü siyaha boyama hükmü verirse, onu alalım. Ve
Allah ile kendi aramızda hüccet kılalım. Allah'ın peygamberlerinden bir
peygamber, bizim aramızda böylece hüküm vermiş olur. Eğer recm kararı verirse,
ona uymayalım.”
Mâlik de, Nâfi kanalıyla Abdullah ibn Ömer'in şöyle dediğini nakletmiştir:
Yahûdiler, Hz. Peygamber'e geldiler ve kendilerinden bir kadınla bir erkeğin zinâ
ettiğini söylediler. Rasûlullah (s.a) onlara, “Tevrât'ta recm konusunda ne
görüyorsunuz?” diye sordu. Onlar, Biz, zinâ edenleri sopalatırız” dediler. Abdullah
ibn Selâm dedi ki: “Yalan söylüyorsunuz, Tevrât'ta recm vardır.” Tevrât'ı
getirdiler, ortaya yaydılar. Birisi elini recm bölümünün üzerine koydu. Bölümün
öncesini ve sonrasını okudu. Abdullah ibn Selâm dedi ki: “Elini kaldır.” O elini
kaldırınca, bu kısımda recmle ilgili bölüm bulunduğu görüldü. Yahûdiler,

33
“Muhammed doğru söylüyor. Tevrât'ta recm bölümü vardır” dediler. Rasûlullah
(s.a) onlara emretti ve zinâ eden kişiyi recmettirdi. Ben, adamın kadının üzerine
eğilip, atılan taşlardan onu korumaya çalıştığını gördüm. Bu hadisi, Buhârî ve
Müslim tahric etmişlerdir. Ancak lafız Buhârî'nindir.
Buhârî'nin bir başka ifadesinde ise metin şöyledir: Hz. Peygamber
Yahûdilere, “Zinâ edenlere ne yaparsınız?” diye sordu. Onlar, “Yüzlerini karaya
boyar ve rezil ederiz” dediler. Rasûlullah (s.a), “Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrât'ı
getirin de size okuyayım” dedi. Onlar Tevrât'ı getirdiler. Ve şaşı olan beğendikleri
bir adama, “Oku” dediler. Adam Tevrât'ı okudu. Nihâyet bir noktaya gelince, elini
üzerine koydu. Rasûlullah, “Elini kaldır” dedi. Adam kaldırdı ve görüldü ki,
burada recm emri vardır. Adam dedi ki: Ey Muhammed! Burada recm bölümü
bulunmaktadır. Ancak biz onu kendi aramızda gizleriz.” Rasûlullah emretti ve zinâ
edenlerin her ikisi de recmedildi.
Müslim'in ifadesi de şöyledir: “Rasûlullah'a (s.a) zinâ eden erkek ve kadın iki
Yahûdi getirildi. Hz. Peygamber, Yahûdilerin yanına gelerek dedi ki:
— Sizin Tevrât'ta zinâ eden hakkında ne görüyorsunuz?
Onlar şöyle karşılık verdiler:
— İkisinin de yüzlerini karalar, merkebin üzerine ters bindirir ve gezdiririz.
Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
— Eğer doğru söylüyorsanız, getirin Tevrât'ı da onu size okuyayım.
Tevrât getirildi ve okundu. Recm bölümüne gelince; Tevrât'ı okuyan
delikanlı elini recmle ilgili kısmın üzerine koydu ve bu bolümün başını ve sonunu
okudu. Bu sırada Hz. Peygamber'le beraber bulunan Abdullah ibn Selâm dedi ki:
“Yâ Rasûlullah! Emir buyur da, elini kaldırsın.” Delikanlı elini kaldırınca görüldü
ki; altında recm bölümü bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a) emir verdi ve her iki
Yahûdi de recmedildi. Abdullah ibn Ömer der ki: “Ben, o iki Yahûdiyi
recmedenler arasında bulunuyordum. Kendisini taştan koruduğunu görmüştüm.”16
Müfessirler şöyle demektedirler: “Hayber ahalisinin soylularından bir erkek
ve bir kadın zinâ etmişlerdi. Tevrât'ta zinâ haddi ise, recm idi. Bunun üzerine
Yahûdiler, onları recmetmeyi uygun bulmadılar ve evli oldukları hâlde zinâ
edenlerin hükmünün ne olduğunu sormak için bazı kimseleri Allah'ın Rasûlü'ne
gönderdiler ve onlara şu tembihte bulundular: “Eğer Muhammed, bunların
cezasının sopa okluğunu söylerse bunu kabul edin; yok eğer, size onları
recmetmeyi emrederse, sakın bunu kabul etmeyin!...” Onlar, bu meseleyi Allah'ın
Rasûlü'ne sordukları sırada Cebrâîl, onların recmedileceği hükmünü indirdi. Ama
onlar bunu kabule yanaşmadılar. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s) Hz. Rasûl'e, “Seninle
onlar arasında İbn Sûriyâ'yı (hakem) yap” dedi. Bunun üzerine de Hz. Peygamber
(s.a), “Tüysüz, beyaz tenli, şaşı, Fedek'te oturan ve kendisine İbn Sûriyâ denilen
bir genç var; onu tanıyor musunuz?” deyince, onlar, “Evet, o yeryüzündeki
Yahûdilerin en âlimidir” dediler ve onun hükmüne razı olacaklarını belirttiler.
Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü İbn Sûriyâ'ya, “Kendisinden başka ilâh olmayan;
Hz. Mûsâ'nın geçmesi için denizi yaran; üzerinize Tûr dağını kaldıran; sizi Firavun
ve hanedanından kurtarıp. Firavun ve hanedanını suya garkeden; size kitabını,
helâl ve haram hükümlerini indiren o Allah aşkına söyle: Evli kimselerin zinâ
etmeleri hâlinde, onların recmedileceklerine dair kitabınız Tevrât'ta bir hüküm var
mıdır? Böyle bir hüküm biliyor musun?” dedi. İbn Sûriyâ, “Evet, var!” deyince,
Yahûdilerin ayak takımı İbn Sûriyâ'nın üzerine atıldılar. Bunun üzerine de İbn
Sûriyâ, “Eğer O'na yalan söylemiş olsaydım, üzerimize ilâhî azabın ineceğinden
endişelendim...” deyip müteakiben Allah'ın Rasûlü'ne, bildiği alâmetlerden
16
İbn Kesîr.

34
bazılarını sordu. Bunun üzerine İbn Sûriya, “Allah'tan başka ilâh olmadığına, senin
Allah'ın Rasûlü ve daha önceki peygamberlerin müjdelediği Arap soyuna mensup
ümmî peygamber olduğuna şehâdet ederim...” dedi. Daha sonra Allah'ın Rasûlü,
zinâ edenlerin recmedilmesi hükmünü verdi; onlar da Mescid-i Nebevî'nin
kapısının önünde recmolundular.17

Ey Peygamber! Seni kederlendirmesin âyetinin nüzûl sebebiyle ilgili olarak üç


görüş vardır:

Denildiğine göre bu âyet-i kerîme, Kurayza ve Nadîroğulları hakkında inmiştir.


Kurayzalı birisi, Nadîroğulları'ndan birisini öldürdü. Nadîroğulları, Kurayzalılardan
birisini öldürdükleri vakit kısas uygulamalarına fırsat vermezlerdi. İleride
açıklanacağı üzere onlara [Kurayzalılara] sadece diyet vermekle yetinirlerdi. Bunun
üzerine Peygamber'in (s.a) hakemliğine başvurdular. Hz. Peygamber, Kurayzalı ile
Nadîroğulları'na mensup iki kişi arasında eşitlik sağlanması gerektiği hükmünü verdi.
Bu ise, Nadîroğulları'nın hoşuna gitmedi ve kabul etmediler.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-t kerîme, Peygamber'in (s.a) Ebû Lubâbe'yi
Kurayzaoğulları'na gönderip kendilerine uygulanacak cezanın boğazlarının kesilmesi
olduğuna işaret etmesi dolayısıyla Ebû Lubâbe hakkında inmiştir.

Bir diğer görüşe göre bu âyet-i kerîme, Yahûdi erkek ve kadının zinâsı ile recim
olayı hakkında nâzil olmuştur. Bu, konu ile ilgili görüşlerin en sahih olanıdır. Bunu,
hadis imamları, Mâlik, Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Ebû Dâvûd rivâyet etmişlerdir.

Ebû Dâvud'un, Câbir b. Abdullah'tan rivâyetine göre, Peygamber (s.a) onlara


[Yahûdilere], “Aranızdan en bilgili iki kişiyi yanıma getirin” demiş, bunun üzerine
onlar da Sûriyâ adındaki birinin iki oğlunu getirmişlerdi. Hz. Peygamber onlara yüce
Allah adına yemin verdirerek sordu:

— Bu iki kişinin durumunu Tevrât'ta nasıl bulmaktasınız?

Şöyle cevap verdiler:

— Bizim Tevrât'ta bulduğumuz şudur: Dört kişi erkeğin organını kadının


fercinde sürmedanlıktaki mil gibi görecek olurlarsa ikisi de recm olunurlar.

Hz. Peygamber sordu:

— Peki, sizi bunları recmetmekten alıkoyan nedir?

Şöyle cevap verdiler:

— Otoritemiz elden gitti, o bakımdan biz de öldürmekten hoşlanmadık.

Peygamber (s.a) şâhitleri çağırdı. Şâhitler gelip, erkeğin organının kadının


fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şâhitlik ettiler. Peygamber (s.a),
ikisinin de recm edilmesi emrini verdi.

17
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

35
Buhârî ile Müslim'in dışındaki eserlerde de eş-Şa‘bî'den, Câbir b. Abdullah'tan
nakledilerek Câbir'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Fedeklilerden bir erkek zinâ etti.
Bunun üzerine Fedekliler, Medîne'de bulunan bazı Yahûdilerden, Muhammed'e bu
hususu sormalarını; celde vurmayı emrederse kabul etmelerini, recmedilmelerini
emrederse kabul etmemelerini istediler. Durumu Hz. Peygamber'e sordular, o da İbn
Sûriyâ'yı çağırdı. Aralarında en bilgin kişi oydu. Bir gözü de görmüyordu. Rasûlullah
(s.a) ona şöyle sordu: “Sana Allah adına yemin verdiriyorum. Kitabınızda zinâ
edenin cezasını ne şekilde buluyorsunuz?” İbn Sûriyâ o'na şöyle dedi: “Allah adına
bana and verdirdiğine göre, şunu söyleyeyim: Biz Tevrât'ta, bakmanın bir zinâ,
kucaklaşmanın bir zinâ, öpmenin bir zinâ olduğunu görüyoruz. Eğer dört kişi erkeğin
organını kadının fercinde sürmedanlıktaki mil gibi gördüklerine dair şâhitlik edecek
olurlarsa, o takdirde (erkeği) recmetmek icap eder. Bunun üzerine Peygamber (s.a),
“İşte bu böyledir” buyurdu.

Müslim'in Sahîh'inde de el-Berâ b. Âzib'den şöyle dediği nakledilmektedir:


Peygamber'in (s.a) yanına yüzü kömürle karartılmış bir Yahûdi getirildi. Hz.
Peygamber Yahûdileri çağırıp şöyle dedi: “Sizler Kitabınızda zinâ edenin
cezasının böyle olduğunu mu görüyorsunuz?” Onlar, “Evet” deyince, Hz.
Peygamber ilim adamlarından birisini çağırdı ve şöyle buyurdu: “Tevrât'ı Mûsâ'ya
indiren Allah adına bana söyle. Kitabınızda zinâ edenin haddini böyle mi
buluyorsunuz?” Kişi, “Hayır” dedi, “eğer bu şekilde bana yemin verdirmeseydin
sana bildirmeyecektim. Biz, cezanın recm olduğunu görüyoruz. Fakat zinâ,
soylularımız arasında çoğaldı O bakımdan soylu bir kimseyi yakaladık mı, onu
bırakırdık. Zayıf birisini yakaladık mı, ona had uygulardık. Bu sefer şöyle dedik:
‘Gelin ortaklaşa bir ceza tesbit edelim ve bunu, soyluya da böyle olmayana da
uygulayalım.’ Sonunda recm yerine yüzü kömürle karartmayı ve sopa vurmayı
tesbit ettik.” Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu: “Allahım!
Kendilerinin öldürdükleri bir zamanda Senin emrini ihya eden ilk kişi ben
oluyorum” dedi ve recm edilmesini emretti. Bunun üzerine yüce Allah da, Ey
Peygamber! Küfür içinde koşuşup duranlar seni kederlendirmesin buyruğunu,
Eğer size şu verilirse onu alın (yani, diyorlar ki: “Muhammed'e gidin. Eğer o size
yüze kömür çalmayı ve sopa vurmayı emrederse onu kabul edin. Şâyet size recm
cezası uygulanması fetvasını verirse, ondan sakının”) buyruğuna kadar indirdi.
Bunun üzerine şanı yüce Allah, Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar
kâfirlerin ta kendileridir (Mâide/44); Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte
onlar zâlimlerin ta kendileridir (Mâide/45); Kim Allah'ın, indirdiği ile
hükmetmezse, işte onlar fâsıkların ta kendileridir (Mâide/47) âyetlerini indirdi.18

Kitab-ı Mukaddes'teki hükümler ise şöyledir:

Bir adam bir kadın alır, yattıktan sonra ondan hoşlanmazsa, ona suç yükler,
adını kötüler, “Bu kadınla evlendim, ama onunla yatınca erden olmadığını gördüm”
derse, kadının annesiyle babası kızlarının erden olduğuna ilişkin kanıtı alıp kapıda
görevli kent ileri gelenlerine getirecekler. Kadının babası ileri gelenlere, “Kızımı bu
adamla evlendirdim, ama o kızımdan hoşlanmıyor” diyecek, “şimdi kızımı suçluyor,
onun erden olmadığını söylüyor. İşte kızımın erden olduğunun kanıtı!” Sonra anne-
baba kızlarının erden olduğunu kanıtlayan yatak çarşafını ileri gelenlerin önüne serip
gösterecekler. Kent ileri gelenleri de adamı cezalandıracaklar. Ceza olarak ondan 100
gümüş alıp kadının babasına verecekler. Çünkü adam İsrâîlli bir erden kızın adını
18
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

36
kötülemiştir. Kadın adamın karısı kalacak ve adam yaşamı boyunca onu
boşayamayacaktır. Ancak bu sav doğruysa, kızın erden olduğuna ilişkin bir kanıt
bulunamazsa, kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı
öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrâîl'de iğrençlik yapmıştır.
Aranızdaki kötülüğü içinizden atacaksınız. Eğer bir adam başka birinin karısıyla
yatarken yakalanırsa, hem kadınla yatan adam, hem kadın, ikisi de öldürülecek.
İsrâîl'den kötülüğü atacaksınız. Eğer bir adam kentte başka biriyle nişanlı erden bir
kızla karşılaşır ve onunla yatarsa, ikisini de kentin kapısına götürecek, taşlayarak
öldüreceksiniz. Çünkü kız kentte olduğu hâlde yardım istemek için bağırmadı; adam
da komşusunun karısıyla ilişki kurdu. Aranızdaki kötülüğü içinizden atacaksınız.
Eğer bir adam kırda nişanlı bir kızla karşılaşır, onu yakalayıp tecavüz ederse, yalnız
tecavüz eden adam öldürülecek. Kıza hiçbir şey yapmayacaksınız. Çünkü kızın
ölümü hakk edecek bir günahı yoktur. Bu, komşusuna saldırıp onu öldüren adamın
davasına benzer. Adam kızı kırda gördüğünde nişanlı kız bağırmışsa da onu kurtaran
olmamıştır. Eğer bir adam nişanlı olmayan erden bir kızla karşılaşır, tutup onunla
yatarsa ve bu ortaya çıkarsa, kızla yatan adam kızın babasına 50 gümüş verecek. Kıza
tecavüz ettiği için onu karı olarak alacak ve yaşamı boyunca onu boşayamayacaktır.
Kimse babasının karısını almayacak, babasının evlilik yatağına leke sürmeyecektir.19

Kim birini vurup öldürürse, kendisi de kesinlikle öldürülecektir. Ama olayda


kasıt yoksa, ona ben izin vermişsem, size adamın kaçacağı yeri bildireceğim. Eğer bir
adam komşusuna düzen kurar, kasıtlı olarak saldırıp onu öldürürse, sunağıma bile
kaçmış olsa, onu çıkarıp öldüreceksiniz. Kim annesini ya da babasını döverse,
kesinlikle öldürülecektir. Kim adam kaçırırsa, onu ister satmış olsun, ister elinde
tutsun, kesinlikle öldürülecektir. Annesine ya da babasına lanet eden kesinlikle
öldürülecektir. Kavga çıkar, bir adam komşusuna taşla ya da yumrukla vurur, vurulan
adam ölmeyip yatağa düşer, sonra kalkıp değnekle dışarıda gezebilirse, vuran adam
suçsuz sayılacaktır. Yalnız yaralının kaybettiği zamanın karşılığını ödeyecek ve
tamamen iyileşmesini sağlayacaktır. Bir adam erkek ya da kadın kölesini değnekle
döverken öldürürse, kesinlikle cezalandırılacaktır. Ama köle hemen ölmez, bir iki
gün sonra ölürse, köle sahibi ceza görmeyecektir. Çünkü köle onun malı sayılır. İki
kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama başka bir
zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı
miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can,
göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık
yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir. Bir adam erkek ya da
kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır.
Eğer erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür
bırakacaktır.20

46. Ve Biz onların [o peygamberlerin] izleri üzerine, yanlarındaki


Tevrât'tan iki eli arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayıcı olarak
Meryem oğlu Îsâ'nın gelmesini sağladık. Ve o'na Tevrât'tan iki eli arasındakileri
doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme
olan İncîl'i verdik.

47. İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah'ın


indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.
19
Tesniye, 22:13-30.
20
Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 21:12-27.

37
48. Sana da Kitap'tan [Tevrât'ın bir bölümünden] kendisinin iki eli
arasındakileri [sadece içinde konu edilenleri] doğrulayan ve onları kollayıp
koruyan olarak hakk ile Kitab'ı [Kur’ân'ı] indirdik. Öyleyse onların aralarında
Allah'ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakktan saparak onların arzu ve
heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir şeriat ve yol kıldık. Ve eğer Allah
dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi belâlandırmak
[denemek] için (böyle yapmadı). Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü
yalnızca Allah'adır. Sonra O, kendisi hakkında ihtilafa düştüğünüz şeyleri size
haber verecektir.

49. Sen yine aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet, onların hevâlarına


uyma. Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitnelendirmelerinden [vaz
geçirmelerinden] sakın. Artık sırt çevirirlerse, artık bil ki şüphesiz Allah, bir kısım
günahları sebebiyle onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek
çoğu kesinlikle fâsık kimselerdir.

50. Yoksa câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum


için, hüküm yönünden Allah'tan daha güzel kim olabilir?

Bu paragrafta, Mûsâ'dan sonra İsrâîloğulları'ndaki gelişmeler; Hristiyanların


ilâhî ilkelere karşı takındıkları tavırlar nakledilerek mü’minler uyarılmaktadır:

• Allah o peygamberlerin izleri üzerine, Tevrât'ın tahrif edilen yerlerini yeniden


ortaya koymak, tahrif edilmemiş bölümlerini de hayata geçirmek için Meryem oğlu
Îsâ'yı peygamber olarak göndermiş ve o'na Tevrât'tan iki eli arasındakileri
doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan
İncîl'i vermiştir.

• İncîl ehli de Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetmelidirler. Kim, Allah'ın


indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fâsıkların ta kendileridir.

• Bunlardan sonra da Muhammed'e, Tevrât'ın tahrif edilen kısımlarını ortaya


koymak, tahrif edilmemiş bölümlerini de yaşama geçirmek için Kur’ân indirilmiştir.
Öyleyse Rasûl onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmetmeli; hakktan saparak
onların arzu ve heveslerine uymamalıdır:
Hiç şüphesiz ki, bu Kur’ân İsrâîloğulları'na, hakkında ayrılığa düştükleri
şeylerin bir çoğunu aktarıp anlatmaktadır. Ve hiç şüphesiz gerçekten o [Kur’ân],
kesinlikle mü’minler için bir kılavuz ve bir rahmettir. (Neml/76-77)
• Allah tüm toplumlar için bir şeriat ve yol kılmıştır. Eğer Allah dileseydi
insanları tek bir ümmet yapardı, fakat sizi denemek için böyle yapmadı.
• İnananlar iyiliklerde yarışmalıdır. Herkes Allah'a dönecek, O da, hakkında
ihtilafa düşülen şeyleri haber verecektir.

• Elçi, aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmetmelidir, onların hevâlarına


uymamalıdır. Allah'ın Elçiye indirdiğinin bir kısmından kendisini vaz
geçirmelerinden sakınmalı, tedbirli olmalıdır.

• Bunlara rağmen sırt çevirirlerse, artık Allah'ın, bir kısım günahları sebebiyle
onları musibete uğratması kaçınılmazdır. Şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle
fâsık kimselerdir.

38
• Yoksa câhiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için,
hüküm yönünden Allah'tan daha güzel kim olabilir?

Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu olay nakledilmiştir:


Mukâtil şöyle demiştir: Allah, Hz. Muhammed'i (s.a) peygamber olarak
göndermeden önce, Benî Kurayza ile Benî Nadîr arasında bir kan davası
bulunmaktaydı. Cenâb-ı Hakk Hz. Muhammed'i peygamber olarak gönderince,
bunlar Hz. Muhammed'in hakemliğine başvurdular. Kurayzaoğulları şöyle demişti:
“Nadîroğulları bizim kardeşlerimizdir. Babamız, dinimiz ve kitabımız birdir.
Binâenaleyh, şâyet Nadîroğulları bizden birisini öldürürse bize 70 vesak [ölçek]
hurma verirler. Eğer biz onlardan birisini öldürürsek, onlar bizden, 140 vesak
hurma alırlar. Bizi yaraladıkları zaman verecekleri diyet [erş], onların
yaralanmalarına mukabil verilecek olan diyetin yarısıdır. Binâenaleyh sen, bizimle
onlar arasında hükmet.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ben, Kurayzalı olan
birisinin kanının, Nadîrli olan birisinin kanına; Nadîrli birisinin kanının, Kurayzalı
birisinin kanına denk ve müsavi olduğuna hükmediyorum.. Bunlardan birisinin
diğerine ne kan, ne diyet, ne de “erş” [yaralama diyeti] hususunda bir üstünlüğü
yoktur” dedi. Bunun üzerine Nadîroğulları kızarak, “Biz senin hükmüne razı
olmuyoruz; çünkü sen bizim düşmanımızsın...” dediler. Bunun üzerine de Cenâb-ı
Hakk, Onlar hâlâ, câhiliye hükmünü mü (yani, câhiliyedeki ilk hükümlerini mi)
arıyorlar? âyetini indirdi.21

51. Ey iman etmiş kimseler! Yahûdileri ve Hristiyanları velîler


edinmeyin. Onlar birbirlerinin velîsidirler. Sizden kim onları mütevelli [koruyucu,
gözetici, yönetici] yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler
topluluğunu kılavuzlamaz.

52. Bundan sonra kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, “Bize bir


felaket gelmesinden ürperiyoruz” diyerek, onların içinde koşuştuklarını
göreceksin. Artık umulur ki Allah, bir fetih veya katından bir emir getirir de
içlerinde gizlediklerine pişman olan kimseler olurlar.
53. Ve iman etmiş kişiler, “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair,
Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa
gitmiştir ve onlar kaybedenler olmuşlardır.
Bu paragrafta, mü’minlere, Yahûdi ve Hristiyanlara karşı uygulamaları gereken
ilkeler bildirilmiştir. Âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır:

• İman edenler, Yahûdi ve Hristiyanları velîler edinmemelidir. Onlar


birbirlerinin velîsidirler. Mü’minlerden kim onları mütevelli [koruyucu, gözetici,
yönetici] yaparsa, o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu
kılavuzlamaz.

• Kalplerinde hastalık bulunan kimselerin, “Bize bir felaket gelmesinden


ürperiyoruz” diyerek, onların içinde koşuştukları görülecektir. Umulur ki Allah, bir
fetih veya katından bir emir getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.
• İman edenler, onlarla ilgili, “Kesinlikle, sizinle beraber olduklarına dair,
Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?” derler. Onların amelleri boşa
gitmiş ve onlar kaybetmişlerdir.
Bu pasajın iniş sebebine dair şunlar aktarılmıştır:
21
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

39
Muhammed ibn İshâk der ki: Yahûdilerden Rasûlullah'la olan anlaşmalarını ilk
bozan kabile, Kaynûka oğulları'dır. Âsım ibn Ömer ibn Katâde'nin bana naklettiğine
göre; Rasûlullah (s.a) onları kuşatmıştı da en sonunda onlar, Rasûlullah'ın emrine
boyun eğmişlerdi. Hz. Peygamber onları mağlup edince, Abdullah ibn Ubey ibn
Selûl kalkarak, “Yâ Muhammed! Benim dostlarıma iyi davran” dedi. Çünkü
Kaynuka oğulları, Hazreclilerin müttefikiydi. Rasûlullah (s.a) ona doğru eğildi. O,
“Ey Muhammed! Benim dostlarıma iyi davran” dedi. Hâkim der ki: Rasûlullah (s.a)
ondan yönünü döndürdü. Abdullah İbn Ubey elini Rasûlullah'ın (s.a) zırhının cebine
soktu. Rasûlullah (s.a) bırak beni dedi ve kızdı. Öyle ki, yüzünde gölgeler belirdi.
Sonra, “Yazıklar olsun sana, bırak beni” dedi. Abdullah ibn Ubey, “Hayır, Allah'a
andolsun ki, benim dostlarıma iyi davranıncaya kadar seni bırakmam” dedi, “400
zırhsız, 300 zırhlı beni siyah ve kırmızıya karşı korudular. Sen onları bir sabahta
bitirip tüketecek miydin? Ben, olacaklardan korkarım” dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a), “Onlar senin olsun” dedi.

Muhammed ibn İshâk der ki: Ebû İshâk ibn Yessâr Ubâde ibn Sâmit'in oğlu
Velîd'in oğlu, Ubâde'den nakletti ki, Ubâde ibn Sâmit şöyle demiş: Rasûlullah (s.a)
Kaynuka oğulları'yla savaşa tutuşunca; Abdullah ibn Ubey onlarla ilgilendi ve
önlerine durdu. Ubâde ibn Sâmit, Rasûlullah'ın (s.a) yanına doğru yürüdü. Avf ibn
Hazrec oğulları, Abdullah ibn Ubey gibi Kaynuka oğulları'nın müttefikiydiler.
Ubâde ibn Sâmit, Rasûlullah'ın huzurunda onların ittifakını reddederek, Allah ve
Rasûlü'ne durumlarım bildirdi ve dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Onların
ittifakından Allah ve Rasûlü'ne güvenirim ve Allah ve Rasûlü ile mü’minlerin
dostluğunu kabul eder, kâfirlerin dostluk ve ittifaklarından uzaklaşırım.” İşte bu
âyet-i kerîme, Ubâde ibn Sâmit ile Abdullah ibn Ubey hakkında nâzil olmuştur.22
Âyetin Ebû Lubâbe hakkında nâzil olduğu da İkrime'den bir görüş olarak
nakledilmiştir. es-Süddî der ki:” Âyet-i kerîme, Müslümanların Uhud günü
korkuya kapılarak sonunda aralarından bazılarının Yahûdi ve Hristiyanları velî
edinmeyi içinden kararlaştırmaları şeklinde meydana gelen olay hakkında nâzil
olmuştur.” Yine bu âyet-i kerîmenin Ubâde b. es-Sâmit ile Abdullah b. Ubey b.
Selul hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Ubâde (r.a), bunun üzerine
Yahûdileri velî edinmekten vazgeçmiş, buna karşılık İbn Ubey onları dost
edinmeye devam ederek, “Ben, zamanla birtakım musibetlerin ortaya çıkmasından
korkuyorum” demişti.23

Mü’minler, gayr-i müslimleri velî, mütevelli edinmemeleri hususunda onlarca


kez uyarılmıştır. Burada birkaçını hatırlatıyoruz:

Ve zulüm yapan kimselere meyletmeyin, sonra size ateş dokunuverir. Ve sizin


için Allah'ın astlarından velîler yoktur. Sonra yardım göremezsiniz. (Hûd/113)

Mü’minler, mü’minlerin astlarından kâfirleri velîler edinmesinler. Artık onu her


kim yaparsa Allah'tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız
başkadır. Allah sizi Kendisinden çekindiriyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah'adır. (Âl-i
İmrân/28)

Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş [sıkı arkadaş]


edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi
22
İbn Kesîr.
23
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

40
istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri
şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz sizin için âyetleri
kesinlikle açığa koymuşuzdur. (Âl-i İmrân/118)

54. Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah
yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir
toplum getirir ki, O [Allah], onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar
Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu,
Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.
55. Sizin velîniz, sadece Allah'tır, O'nun Elçisi'dir, bir de rükû eder bir
hâlde salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman etmiş kimselerdir.
56. Allah'ı, O'nun Elçisi'ni ve iman edenleri kendine velî kabul edenler
bilsinler ki, kesinlikle Allah'ın taraftarları gâlip olanların ta kendileridir.

57. Ey iman etmiş kimseler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş


olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence edinen kimseleri velîler
edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz de Allah'a takvâlı davranın.

58. Ve siz onları salâta çağırdığınız zaman, onlar, onu alay ve eğlence
edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir toplum olmalarındandır.
Bu âyet grubunda, dinden dönenler ve İslâm düşmanları hakkında kurallar
konulmaktadır:
• Dinlerinden dönecek olurlarsa –ki bunun kendilerinden başka kimseye zararı
olmaz– mü’minler bilmelidirler ki, Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak,
kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir, Allah, onları sever, onlar da
Allah'ı severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının
kınamasından korkmazlar.
• Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir.
• Mü’minin velîsi Allah, O'nun Elçisi ve rükû eder bir hâlde salâtı ikâme eden,
zekâtı veren kimselerdir.
• Allah'ı, Elçisi'ni ve iman edenleri velî edinenler bilsinler ki, Allah'ın
taraftarları kesinlikle gâlip olacaklardır.

• Mü’minler, kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dinlerini alay


ve eğlence edinenleri velîler edinmemeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.

• Mü’minler tarafından salâta çağırılanlar, –akıllarını kullanmayan bir toplum


olmalarından dolayı– onu alay ve eğlence edinirler. Akıllı bir toplum olsalar bunu
yapmazlar.
55. âyetteki, “rükû hâlinde zekât vermek” –rükû sözcüğünün yanlış
anlaşılmasından dolayı– ifadesi çarpıtılarak birtakım masallar üretilmiştir. İbret-i
âlem için bunları teşhir ediyoruz:

Dilencinin biri, Peygamber'in (s.a) mescidinde bir şeyler dilendiği hâlde kimse
ona bir şey vermemişti. O sırada Hz. Ali namazda ve rükû hâlinde bulunuyordu. Sağ
elinde de bir yüzük vardı. Dilenciye eliyle işaret etti ve nihâyet dilenci de o yüzüğü
aldı el-Kiya et-Taberî der ki: “İşte bu, az amelin namazı iptal etmediğine delalet
etmektedir. Çünkü, rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka olarak vermek, namazda
yapılan bir iş olup, bundan dolayı namazım iptal etmedi.” Yüce Allah'ın, Ve rükû
hâlinde iken zekâtını veren mü’minler buyruğu ise, nafile sadakaya da zekât adının

41
verileceğine delâlet etmektedir. Çünkü, Hz. Ali rükû hâlinde iken yüzüğünü sadaka
olarak vermişti. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunu andırmaktadır: Fakat, kendisi ile
Allah'ın rızasını istemek kastıyla verdiğiniz zekât ise, işte onlar kat kat artırılanlardır
(Rûm/39). İşte burada farz ve nafile de zekâtın kapsamına girmektedir. Buna göre
zekât adı, hem farzı hem de nafile sadakayı kapsayan bir isim olmaktadır. Tıpkı,
sadaka ve salât isimlerinin her ikisini de [farz olanı da nafile olanı da] kapsaması
gibi.

Derim ki: Buna göre, burada zekâttan kasıt, yüzüğünü sadaka olarak vermektir.
Zekât lafzının, yüzüğü sadaka olarak vermek şeklinde yorumlanması ise uzak bir
ihtimaldir. Çünkü zekât, ancak kendisi için has olan lafzı ile kullanılır. Bu da, daha
önce Bakara sûresi'nin baş taraflarında geçtiği gibi, farz olan zekâttır Aynı şekilde
bundan önce geçen, Namazını kılan ifadesinin anlamı da böyledir. Namazın ikâme
edilmesinin anlamı ise, namazı vakitlerinde ve bütün hukukuna riâyet ederek
kılmaktır. Bundan kasıt da farz olan namazdır. Daha sonra yüce Allah, Ve rükû
hâlinde iken buyurmaktadır. Bundan maksat ise, nafile namazdır. Şöyle de
denilmiştir: Rükû'un tek başına zikredilmesi, onun şerefline dikkat çekmek içindir.
Yine denildiğine göre mü’minler, bu âyetin nüzûlü esnasında kimileri namazını
tamamlamış, kimileri ise rükû hâlinde bulunuyordu.

İbn Huveyzimendâd der ki: Yüce Allah'ın, Ve rükû hâlinde iken zekâtını veren
mü’minler buyruğu, namaz esnasında amel-i yesir diye bilinen az miktardaki amelîn
caiz olduğu hükmünü ihtiva etmektedir. Çünkü, burada bu ifade övgü sadedindedir.
Övgü ile ilgili asgari hüküm ise, övülen şeyin mübah oluşudur. Ali b. Ebî Tâlib'in
(r.a) dilenciye kendisi namazda iken bir şeyler verdiği rivâyet edilmektedir. Bunun,
nafile namazda iken yapılmış olması da mümkündür. Zira, farz namazda böyle bir
şey yapmak mekruh görülmüştür. Övgünün, her iki hâlin bir arada olmasına yönelik
olma ihtimali de vardır. Adeta namaz ve zekâtın vücubuna inanan kimseyi
nitelendirerek, namazdan rükû diye söz etmiş, bunların farz oluşuna inanmayı da
bunların fiilen yapılması diye ifade etmiştir. Nitekim, “Müslümanlar namaz
kılanlardır” derken, onların bu hâlde iken namaz kılan kimseler olduklarını
kastetmediğin gibi, yalnızca namaz hâlinde iken onlar övülmüş olmuyor. Bu ifade
ile, bu davranışı yapıp, onun farziyetine inanan kimseler kastedilmektedir.24
Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi rükû, “şirk koşmadan kulluk etmek”tir.
Burada ise, “tam, mükemmel bir imana sahip olarak zekâtını verenler” demek olup
münâfıklara karşılık gerçek mü’minler övülmektedir.
59. De ki: “Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha
önce indirilene inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun fâsık olması yüzünden mi
bizden hoşlanmıyorsunuz?
60. De ki: “Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha
kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına
uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte
bunlar, mekanca kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.”

61. Onlar, size geldikleri zaman da, “İman ettik” dediler. Hâlbuki küfürle
girdiler ve onlar kesinlikle onunla [küfürle] çıkmışlardır. Ve Allah, onların
gizlemiş olduklarını en iyi bilendir.

24
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

42
62. Onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram
yemede yarıştıklarını görürsün. Bu yaptıkları şeyler ne kadar da kötüdür!

63. Rabbaniler ve din bilginlerinin, onları günahı söylemekten ve haramı


yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yapıp ürettikleri şeyler ne kötüdür!

64. Ve Yahûdiler, “Allah'ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler


sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.– Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli
açıktır; dilediği gibi harcar. Ve andolsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların
çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyâmete kadar
düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu
söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah
bozguncuları sevmez.
65. Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle
onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.
66. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine
Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve
ayaklarının altından [her yönden ] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir
kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir
ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!
Bu âyet grubunda Ehl-i Kitab'a, köşeye sıkıştıran sorular yöneltilmekte, ayrıca
onların mü’minlere kin duymalarının nedeni açıklanmakta, onların durumu ortaya
konarak yapmaları gerekenler, onlardan beklenenler bildirilmektedir:
• Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene
inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun fâsık olması yüzünden mi bizden
hoşlanmıyorsunuz?
• Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size
haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden
maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca kötüdür ve
yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.

Bu hitaplardan sonra onların durumları açıklanmaktadır:

• Onlar, Müslümanlara, “İman ettik” derler. Hâlbuki küfürle girip küfürle


çıkmışlardır. Allah, onların gizlediklerini en iyi bilendir.

• Onlardan pek çoğu, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarışır. Bu


yaptıkları şeyler ne kötüdür!

Bu açıklamalardan sonra onlara, Rabbaniler ve din bilginlerinin, onları günahı


söylemekten ve haramı yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yapıp ürettikleri
şeyler ne kötüdür! Buyurularak, onların sözde bilginleri, –toplumlarını uyarmadıkları
için– kınanmışlar; ardından da Yahûdilerle ilgili çarpıcı açıklamalar yapılmıştır:
Yahûdiler, “Allah'ın eli sıkıdır” dediler. –Söyledikleri şeyler sebebiyle kendi elleri
bağlandı ve onlar lanetlendi.– Aksine O'nun [Allah'ın] iki eli açıktır; dilediği gibi
harcar. Kur’ân, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Allah, onların
aralarına kıyâmete kadar düşmanlık ve kin attı. Ne zaman savaş için bir ateş
yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar.
Oysa Allah bozguncuları sevmez. Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi
olsalardı, kesinlikle Allah, onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan

43
cennetlere koyardı. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i, ve kendilerine
Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve
ayaklarının altından [her yönden ] yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir
kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir
ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür!

60 ve 66. âyetlerde Mûsâ'nın daha evvel İsrâîloğulları'na verdiği öğütlere işaret


edilmektedir:
“Put yapmayacaksınız. Oyma put ya da taş sütun dikmeyeceksiniz. Tapmak
için ülkenize putları simgeleyen oyma taşlar koymayacaksınız. Çünkü Tanrınız Rabb
Benim. Şabat günlerimi kutlayacak, tapınağıma saygı göstereceksiniz. Rabb Benim.
Kurallarıma göre yaşar, buyruklarımı dikkatle yerine getirirseniz, yağmurları
zamanında yağdıracağım. Toprak ürün, ağaçlar meyve verecek. Bağ bozumuna kadar
harman dövecek, ekim zamanına kadar bağlarınızdan üzüm toplayacaksınız. Bol bol
yiyecek, ülkenizde güvenlik içinde yaşayacaksınız. Ülkenize barış sağlayacağım.
Korku içinde yatmayacaksınız. Tehlikeli hayvanları ülkenizden kovacağım. Savaş
yüzü görmeyeceksiniz. Düşmanlarınızı kovalayacaksınız. Kılıç darbeleriyle
önünüzde yere serilecekler. 5'iniz 100 kişinin, 100'ünüz 10.000 kişinin hakkından
gelecek. Düşmanlarınız kılıç darbeleriyle önünüzde yere serilecek. Size iyilikle
bakacağım. Sizi verimli kılıp çoğaltacağım. Sizinle yaptığım antlaşmaya hep bağlı
kalacağım. Eski ürününüz yemekle tükenmeyecek. Yeni ürüne yer bulmak için
eskisini boşaltmak zorunda kalacaksınız. Konutumu aranızda kuracak, size sırt
çevirmeyeceğim. Aranızda yaşayacak, Tanrınız olacağım. Siz de Benim halkım
olacaksınız. Ben sizi Mısır'da köle olmaktan kurtaran Tanrınız Rabbim.
Boyunduruğunuzu kırdım. Sizi başı dik yaşattım.”25

TANRI'DAN UZAKLAŞMANIN CEZASI

“Ama Beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz,


cezalandırılacaksınız. Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma
karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız, sizi şöyle cezalandıracağım: Üzerinize dehşet
salacağım. Verem ve sıtma gözlerinizin ferini söndürecek, canınızı kemirecek. Boşa
tohum ekeceksiniz, çünkü ürünlerinizi düşmanlarınız yiyecek. Size öfkeyle
bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi
yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız. Bütün bunlara karşın Beni
dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı
gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek.
Topraklarınız ürün, ağaçlarınız meyve vermeyecek. Eğer karşı çıkmaya devam eder,
Beni dinlemek istemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım.
Üzerinize yabanıl hayvanlar göndereceğim. Çocuklarınızı öldürecek, hayvanlarınızı
yok edecekler. Sayınız azalacak, yollarınız ıssız kalacak. Bununla da yola gelmez,
Bana karşı çıkmaya devam ederseniz, Ben de size karşı çıkacağım, günahlarınıza
karşılık sizi yedi kez cezalandıracağım. Bozduğunuz antlaşmamın öcünü almak için
başınıza savaş getireceğim. Kentlerinize çekildiğinizde aranıza öldürücü hastalık
salacağım. Düşman eline düşeceksiniz. Ekmeğinizi kestiğim zaman, on kadın
ekmeğinizi bir fırında pişirecek. Ekmeğiniz azar azar, tartıyla verilecek. Yiyecek ama
doymayacaksınız. Bütün bunlardan sonra yine Beni dinlemez, Bana karşı çıkarsanız,
bu kez Ben de öfkeyle size karşı çıkacağım ve günahlarınıza karşılık sizi yedi kat
cezalandıracağım. Açlıktan çocuklarınızın etini yiyeceksiniz. Tapınma yerlerinizi
25
Levililer, 26:1-13.

44
yıkacak, buhur sunaklarınızı yok edeceğim. Cesetlerinizi devrilen putların üzerine
serecek, sizden nefret edeceğim. Kentlerinizi viraneye çevirecek, tapınaklarınızı
yıkacağım. Beni hoşnut etmek için sunduğunuz kokuları duymayacağım. Ülkenizi
viran edeceğim, oraya yerleşen düşmanlarınız bile şaşkına dönecek. Sizi öbür
ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak,
kentleriniz harabeye dönecek. Siz düşmanlarınızın ülkesinde yaşarken, ülke ıssız
kaldığı yıllar boyunca Şabatlar'ın sevincini yaşayacak. Ancak o zaman dinlenip
Şabatları'nın tadına varacak. Üzerinde yaşadığınız Şabat yıllarında görmediği rahatı
ıssız kaldığı yıllarda görecek. Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle
bir korku düşüreceğim ki, rüzgârın sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar.
Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan olmadığı hâlde düşecekler.
Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar.
Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız. Öbür ulusların arasında yok
olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak. Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse
atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler. Ama işledikleri
suçları, atalarının suçlarını, Bana karşı geldiklerini, ihanet ettiklerini itiraf eder (bu
yüzden onlara karşı çıkıp kendilerini düşman ülkelerine sürmüştüm), inadı bırakıp
alçakgönüllü olur, suçlarının bedelini öderlerse, Ben de Ya‘kûb'la, İshâk'la,
İbrâhîm'le yaptığım antlaşmayı ve onlara söz verdiğim ülkeyi anımsayacağım. Ülke
önce ıssız bırakılacak ve ıssız kaldığı sürece Şabatlar'ın tadına varacak. Onlar da
işledikleri suçların bedelini ödeyecekler; çünkü ilkelerimi reddettiler, kurallarımdan
nefret ettiler. Bütün bunlara karşın, düşman ülkelerindeyken yine de onları
reddetmeyecek, onlardan nefret etmeyeceğim. Böylece hepsini yok etmeyecek,
kendileriyle yaptığım antlaşmayı bozmayacağım. Çünkü Ben onların Tanrısı
Rabbim. Tanrıları olmak için öbür ulusların önünde Mısır'dan çıkardığım atalarıyla
yaptığım antlaşmayı onlar için anımsayacağım. Rabb Benim.” Rabbin Sina Dağı'nda
Mûsâ aracılığıyla Kendisiyle İsrâîl halkı arasına koyduğu kurallar, ilkeler, yasalar
bunlardır.26

“Eğer Tanrınız Rabbin sözünü iyice dinler ve bugün size ilettiğim bütün
buyruklarına uyarsanız, Tanrınız Rabb sizi yeryüzündeki bütün uluslardan üstün
kılacaktır. Tanrınız Rabbin sözünü dinlerseniz, şu bereketler üzerinize gelecek ve
sizinle olacak: Kentte de, tarlada da kutsanacaksınız. Rahminizin meyvesi
kutsanacak. Toprağınızın ürünü, hayvanlarınızın dölü –sığırlarınızın buzağıları,
sürülerinizin kuzuları– bereketli olacak. Sepetiniz ve hamur tekneniz bereketli
olacak. İçeri girdiğinizde de, dışarı çıktığınızda da kutsanacaksınız. Rabb size
saldıran düşmanlarınızı önünüzde bozguna uğratacak. Onlar size bir yoldan
saldıracak, ama önünüzden yedi yoldan kaçacaklar. Rabbin buyruğuyla ambarlarınız
dolu olacak. El attığınız her işte Rabb sizi kutsayacak. Tanrınız Rabb size vereceği
ülkede sizi kutsayacak. Tanrınız Rabbin buyruklarına uyar, O'nun yollarında
yürürseniz, Rabb size içtiği and uyarınca sizi Kendisi için kutsal bir halk olarak
koruyacaktır. Yeryüzündeki bütün uluslar Rabbe ait olduğunuzu görecek, sizden
korkacaklar. Rabb atalarınıza and içerek size söz verdiği ülkede bolluk içinde
yaşamanızı sağlayacak: Rahminizin meyvesi kutsanacak; hayvanlarınızın yavruları,
toprağınızın ürünü verimli olacak. Rabb ülkenize yağmuru zamanında yağdırmak ve
bütün emeğinizi verimli kılmak için göklerdeki zengin hazinesini açacak. Birçok
ulusa ödünç vereceksiniz; siz ödünç almayacaksınız. Rabb sizi kuyruk değil, baş
yapacak. Eğer bugün size ilettiğim Tanrınız Rabbin buyruklarını dinler, onlara iyice

26
Levililer, 26:14-46.

45
uyarsanız, altta değil, her zaman üstte olacaksınız. Bugün size ilettiğim buyrukların
dışına çıkmayacak, başka ilâhların ardınca gitmeyecek, onlara tapmayacaksınız.”27

LANETLER

“Ama Tanrınız Rabbin sözünü dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukların,


kuralların hepsine uymazsanız, şu lanetler üzerinize gelecek ve size ulaşacak: Kentte
de, tarlada da lanetli olacaksınız. Sepetiniz ve hamur tekneniz lanetli olacak.
Rahminizin meyvesi, toprağınızın ürünü, sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin
kuzuları lanetli olacak. İçeri girdiğinizde lanetli olacaksınız; dışarı çıktığınızda da
lanetli olacaksınız. Rabbe sırt çevirmekle yaptığınız kötülükler yüzünden el attığınız
her işte O sizi lanete uğratacak, şaşkına çevirecek, paylayacak. Sonunda üzerinize
yıkım gelecek ve çabucak yok olacaksınız. Rabb, mülk edinmek için gideceğiniz
ülkede sizi yok edinceye dek, salgın hastalıkla cezalandıracak. Veremle, sıtmayla,
iltihapla, yakıcı sıcaklıkla, kuraklıkla, sam yeliyle, küfle cezalandıracak. Siz yok
oluncaya dek bunlar sizi kovalayacak. Başınızın üstündeki gök tunç, ayağınızın
altındaki yer demir olacak. Rabb siz yok oluncaya dek gökten yağmur yerine,
ülkenize toz ve kum yağdıracak. Rabb sizi düşmanlarınızın önünde bozguna
uğratacak. Onlara bir yoldan saldıracak, ama önlerinden yedi yoldan kaçacaksınız.
Yeryüzündeki bütün uluslar için dehşet verici bir örnek olacaksınız. Ölüleriniz
gökteki bütün kuşlara ve yabanıl hayvanlara yem olacak; onları korkutup kaçıran
kimse olmayacak. Rabb sizi iyileşemeyeceğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla,
uyuzla vuracak. Rabb sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak. Öğle vakti
körlerin karanlıkta el yordamıyla yürüdüğü gibi yürüyeceksiniz. Yaptığınız her şeyde
başarısız olacak, sürekli sıkıştırılacak, yağmalanacaksınız. Sizi kurtaran olmayacak.
Bir kızla nişanlanacaksınız, ama başka biri onunla yatacak. Ev yapacak ama içinde
oturmayacaksınız. Bağ dikecek ama üzümünü toplamayacaksınız. Öküzünüz
gözünüzün önünde kesilecek ama etini yemeyeceksiniz. Eşeğiniz zorla sizden
alınacak, geri getirilmeyecek. Davarlarınız düşmanlarınıza verilecek. Sizi kurtaran
olmayacak. Oğullarınız, kızlarınız gözlerinizin önünde başka bir ulusa verilecek. Her
gün onları gözlemekten gözlerinizin gücü tükenecek. Elinizden bir şey gelmeyecek.
Tanımadığınız bir halk toprağınızın ürününü ve bütün emeğinizi yiyecek. Sürekli
sıkıştırılacak, ezileceksiniz. Gözlerinizle gördükleriniz sizi çıldırtacak. Rabb
dizlerinizi, bacaklarınızı tepeden tırnağa iyileşmeyen ağrılı çıbanlarla vuracak. Rabb
sizi ve başınıza atayacağınız kralı sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek.
Orada ağaçtan, taştan yapılmış başka ilâhlara tapacaksınız. Rabbin sizi süreceği
bütün uluslar başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle
eğlenecekler. Çok tohum ekecek, ama az toplayacaksınız. Çünkü ürününüzü çekirge
yiyecek. Bağlar dikecek, bakımını yapacak, ama şarap içmeyecek, üzüm
toplamayacaksınız. Onları kurt yiyecek. Ülkenizin her yerinde zeytinlikleriniz
olacak, ama zeytinyağı sürünmeyeceksiniz. Zeytin ağaçlarınız ürününü yere dökecek.
Oğullarınız, kızlarınız olacak, ama sizinle kalmayacaklar, sürgüne gönderilecekler.
Bütün ağaçlarınızı, toprağınızın ürününü çekirgeler yiyecek. Aranızdaki yabancılar
yükseldikçe yükselecek, sizse alçaldıkça alçalacaksınız. O sana ödünç verecek, ama
sen ona ödünç vermeyeceksin. O baş, sen kuyruk olacaksın. Bütün bu lanetler
başınıza yağacak. Yok oluncaya dek sizi kovalayacak ve size erişecek. Çünkü
Tanrınız Rabbin sözünü dinlemediniz, size verdiği buyrukları, kuralları yerine
getirmediniz. Bu lanetler siz ve soyunuz için sonsuza dek bir belirti, şaşılası bir olay
olarak kalacak. Madem bolluk zamanında Tanrınız Rabbe sevinçle, hoşnutlukla
27
Tesniye, 28:1-14.

46
kulluk etmediniz, Rabbin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç,
susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. Rabb sizi yok edinceye
dek boynunuza demir boyunduruk vuracak. Rabb uzaktan, dünyanın öbür ucundan
bir ulusu –dilini bilmediğiniz bir ulusu– birden çullanan bir kartal gibi başınıza
getirecek. Yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu. Siz yok
oluncaya dek hayvanlarınızın yavrularını, toprağınızın ürününü yiyip bitirecekler.
Size ne tahıl, ne şarap, ne zeytinyağı, ne sığırlarınızın buzağılarını, ne de
sürülerinizin kuzularını bırakacaklar; ta ki, siz ortadan kalkıncaya dek. Güvendiğiniz
yüksek, dayanıklı surlar yerle bir oluncaya dek ülkenizdeki bütün kentlerde sizi
kuşatacaklar. Tanrınız Rabbin size verdiği ülkedeki bütün kentleri kuşatacaklar.
Kuşatma sırasında düşmanınızın vereceği sıkıntıdan rahminizin meyvesini, Tanrınız
Rabbin size verdiği oğulların, kızların etini yiyeceksiniz. Aranızdaki en yumuşak, en
duyarlı adam bile öz kardeşine, sevdiği karısına, sağ kalan çocuklarına acımayacak;
yediği çocuklarının etini onların hiç biriyle paylaşmayacak. Çünkü düşmanın
kuşatma sırasında sizi sıkıştırması yüzünden kentlerinizde hiç yiyecek kalmayacak.
Aranızda en yumuşak, en duyarlı kadın –yumuşaklığından ve duyarlılığından
ayağının tabanını yere basmak istemeyen kadın– bile sevdiği kocasından, öz
oğlundan, kızından, plasentayı ve doğuracağı çocukları esirgeyecek. Çünkü kuşatma
sırasında düşmanın kentlerinizde size vereceği sıkıntıdan, yokluktan onları gizlice
yiyecek. Bu kitapta yazılı yasanın bütün sözlerine uymaz, Tanrınız Yahve'nin yüce
ve heybetli adından korkmazsanız, Rabb sizi ve soyunuzu korkunç belâlarla, büyük
ve sürekli belâlarla, ağır, iyileşmez hastalıklarla vuracak. Sizi ürküten Mısır'ın bütün
hastalıklarını yeniden başınıza getirecek; size yapışacaklar. Siz yok oluncaya dek
Rabb bu Yasa Kitabı'nda yazılmamış her türlü hastalığı ve belayı da başınıza
getirecek. Gökteki yıldızlar kadar çok olan sizler, sayıca az bırakılacaksınız. Çünkü
Tanrınız Rabbin sözüne kulak vermediniz. Size iyilik yapmak, sizi çoğaltmak Rabbi
nasıl sevindirdiyse, sizi yıkmak ve yok etmek de öyle sevindirecektir. Mülk edinmek
için gideceğiniz ülkeden sökülüp atılacaksınız. Rabb sizi dünyanın bir ucundan öbür
ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de atalarınızın da tanımadığı,
ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilâhlara tapacaksınız. Bu uluslar arasında ne
esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada Rabb size titreyen yürekler,
umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek. Sürekli can kaygısı içinde
yaşayacaksınız. Gece gündüz dehşet içinde olacaksınız. Yaşamınızın güvenliği
olmayacak. Yüreğinizi kaplayan dehşet ve gözlerinizin gördüğü olaylar yüzünden,
sabah, ‘Keşke akşam olsa’, akşam, ‘Keşke sabah olsa’ diyeceksiniz. Bir daha
görmeyeceksiniz dediğim yoldan Rabb sizi gemilerle Mısır'a geri gönderecek. Orada
erkek ve kadın köle olarak kendinizi düşmanlarınıza satmaya kalkışacaksınız; ama
satın alan olmayacak.”28

64. âyette Yahûdilerin, “Allah'ın eli sıkıdır” sözleriyle ilgili şu bilgi verilmiştir:
Muhammed ibn İshâk der ki: Bize Muhammed ibn Ebû Muhammed, Sa‘îd
veya İkrime kanalıyla Abdullah ibn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletti: Şeys ibn
Kays isimli bir Yahûdî dedi ki: “Senin Rabbın cimridir, harcamaz.” Bunun üzerine
Allah Teâlâ bu âyet-i kerîme'yi indirdi.29
Allah onların ithamlarını reddetmiş, gayr-i insanî karakterlerini, Söyledikleri
şeyler sebebiyle kendi elleri bağlandı ve onlar lanetlendi. Aksine O'nun [Allah'ın] iki
eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve andolsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların
çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyâmete kadar
28
Tesniye, 28:15-68.
29
İbn Kesîr.

47
düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu
söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah
bozguncuları sevmez ifadeleriyle teşhir etmiştir.

Yahûdilerin bu âyette konu edilen karakterlerine daha evvel de değinilmiştir:

İşte onlar, Allah'ın lanet ettiği kimselerdir. Allah kime lanet ederse artık ona asla
bir yardımcı bulamazsın. Yoksa onlar için mülkten bir pay mı vardır?! Eğer öyle
olsaydı, insanlara bir hurma çekirdeğinin oyuğunu bile vermezlerdi. Yoksa onlar
insanları, Allah'ın onlara lütfundan verdiği şey için kıskanıyorlar mı? Bakınız
şüphesiz Biz, İbrâhîm soyuna da kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] vermiştik. Hem de onlara büyük bir mülk
[hükümranlık] verdik. (Nisâ-52-54)

Ve hani bir zamanlar siz, “Ey Mûsâ! Biz tek yemeğe asla sabredemeyiz, artık
bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden,
acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. O
[Mûsâ] da size, “O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir
kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır” demişti. Ve üzerlerine
zillet ve meskenet damgalandı ve nihâyet Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu,
Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları, peygamberleri hakksız yere öldürmüş
olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir.
(Bakara/61)

Rabbimizin ihsanı ise gerçekten sayılamayacak ölçüdedir:

Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak
çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri
için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş
hâlinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize
verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah'ın nimetini saymak
isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zâlim, çok nankördür.
(İbrâhîm/32-34)

67. Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer bunu


yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine getirmemiş]
olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kâfirler
toplumuna hidâyet etmez.
Gâyet net ve anlaşılır bir ifadeye sahip olan âyette Kitap Ehlinin tavırları
nakledildikten sonra Rabbimiz, Elçisi'ne, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Ve eğer
bunu yapmazsan, o zaman O'nun verdiği elçilik görevini iletmemiş [yerine
getirmemiş] olursun. Allah da seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah,
kâfirler toplumuna hidâyet etmez buyurarak, o'nun görevini yapıp gerisine
karışmamasını istemektedir. Bu tarz ifadeler birçok âyette [A‘râf/62, 79, 93, 68;
Hûd/57; Ahkâf/23; Cinn/28] geçmişti. Elçiler her türlü şat altında tebliğ görevlerini
yapmakla yükümlüdür; mesajları saklayamazlar, uhdelerinde tutamazlar, mesaja
ekleme yapamazlar. Kendi aleyhine bile olsa mesajı tebliğ etme zorundadır.
Âyetteki, Allah da seni insanlardan koruyacaktır ifadesiyle, Elçi'nin hem
şahsının hem de elçiliğinin korunacağı garantisi verilmiş ve nitekim Rasûlullah'ın
tebliğ ettiği vahiyler ve şahsı her türlü saldırıya rağmen korunmuştur:

48
Hiç kuşkusuz Biz, o Zikr'i Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için
koruyucularız. (Hicr/9)
Ve Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey
arzuladığı zaman, şeytân onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine
Allah şeytânın attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, o Allah, şeytânın bıraktığını,
kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için fitne kılmak, –
şüphesiz zâlimler de kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler.– Ve kendilerine ilim
verilmiş olan kimseler, onun [Kur’ân'ın] şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek
olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye
âyetlerini tahkim eder [güçlendirir]. Ve Allah alîm'dir, hakîmdir [yasalar koyan,
güçlendirendir]. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola
kılavuzlayandır. (Hacc/52-54)
O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından
önce ve batmasından önce Rabbinin övgüsü ile birlikte tesbîh et, ve geceden bir
bölümde. Ve secdelerin artlarında da O'nu tesbîh et. (Kaf/39-40)
68. De ki: “Ey Kitap Ehli! Tevrât'ı, İncîl'i ve Rabbinizden size indirileni
ikâme etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz.” Şüphesiz ki, Rabbinden sana
indirilenler, onların çoğunda azgınlık ve küfrü artırıyor. Öyleyse kâfirler toplumu
için üzülme!

69. Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Sâbiiler ve


Nasraniler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar
için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.

70. Andolsun ki Biz, İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine


elçiler gönderdik; ne zaman ki onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle
geldi; bir kısmını yalanladılar bir kısmını da öldürürler.

71. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve


sağırlaştılar. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu
körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir.

72. Andolsun “Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler


kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve
sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle
Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için
yardımcılardan kimse yoktur” demişti.
73. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir
olmuşlardır. Oysa tek İlâh'tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden
vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap
dokunacaktır.

74. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah
çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

75. Meryem'in oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip
geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara
âyetleri nasıl açığa koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar!

49
76. De ki: “Allah'ın astlarından sizin için zarar ve fayda vermeye gücü
yetmeyen şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi
bilendir.”
77. De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin.
Daha evvel sapmış, bir çoklarını sapıtmış ve yol'un ortasından sapmış bir
toplumun tutkularına da uymayın.”

78. İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu


Îsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri
sebebiyledir.

79. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı. Elbette,


yapıp durdukları şey ne kötü idi!

Bu âyetlerde de konunun merkezinde olan Ehl-i Kitabın yanlışları sayılmakta,


doğru yola gelmeleri istenmektedir. Onlara önce, Ey Kitap Ehli! Tevrât'ı, İncîl'i ve
Rabbinizden size indirileni ikâme etmedikçe hiçbir şey üzerinde değilsiniz çağrısı
yapılarak, Tevrât ve İncîl'de yer alan ilkeleri hayata geçirmedikçe bir değerlerinin
olmayacağı açıklanmıştır. Bu mesaj Cum‘a sûresi'nde şöyle yer almıştı:
Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu,
kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali
ne kötüdür! Ve Allah, zâlimler toplumuna hidâyet etmez. (Cum‘a/5)
Bu çağrının mesajı daha evvel detaylıca kendilerine iletilmişti:
Ehl-i Kitaptan bir çoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde,
benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra çevirip kâfir etsinler
isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın.
Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. Ve siz salâtı ikâme edin ve zekâtı
verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz.
Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Bir de onlar [inananları
Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler], “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası
asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer
doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.” Hayır, aksine kim iyileştiren-güzelleştiren
biri olarak yüzünü [kendisini] Allah için islâmlaştırırsa, işte onun, Rabbi katında ecri
vardır. Onlara hiçbir korku da yoktur ve onlar üzülmezler de. Ve Yahûdiler,
“Hristiyanlar bir şey üzerinde değillerdir” dediler. Hristiyanlar da, “Yahûdiler bir şey
üzerinde değillerdir” dediler. Oysa onlar, kitab'ı okuyorlar. Bilmeyen kimseler de
onların sözü gibisini dediler. Artık içinde ihtilaf edip durdukları şeylerde, kıyâmet
günü aralarında Allah hüküm verecektir. (Bakara/109-113)
Bu çağrıdan sonra Rasûlullah, Şüphesiz ki, Rabbinden sana indirilenler, onların
çoğunda azgınlık ve küfrü artırıyor. Öyleyse kâfirler toplumu için üzülme! denilerek
teselli edilmiş, sonra da onların geçmişine ve âkıbetlerine dair birtakım bilgiler
verilmiştir: Şüphesiz şu iman etmiş kişiler, Yahûdileşmiş kişiler, Sâbiiler ve
Nasraniler; kim Allah'a ve âhiret gününe iman eder ve sâlihi işlerse, artık onlar için
bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Andolsun ki Biz,
İsrâîloğulları'nın sözleşmesini aldık ve kendilerine elçiler gönderdik; ne zaman ki
onlara elçi, nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle geldi; bir kısmını yalanladılar bir
kısmını da öldürdüler. Ve onlar, bir fitne olmayacağını sandılar da körleştiler ve
sağırlaştılar. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onlardan çoğu
körleşti, sağırlaştı. Ve Allah, onların yaptıkları şeyleri en iyi görendir. Andolsun
“Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir

50
olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz
Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti
haram eder onun barınağı da Ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse
yoktur.” demişti. Andolsun “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle
kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden
vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap
dokunacaktır.

Bu açıklamalardan sonra sitemkâr ifadelerle, Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve


O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Meryem'in
oğlu Mesih, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Anası da
dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açığa
koyuyoruz. Sonra yine bak, onlar nasıl döndürülüyorlar! buyurularak kınanmışlar,
ardından da, Allah'ın astlarından sizin için zarar ve fayda vermeye gücü yetmeyen
şeylere mi kulluk ediyorsunuz? Oysa Allah, çok iyi işitendir, çok iyi bilendir. Ey
Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış,
birçoklarını sapıtmış ve Yol'un ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da
uymayın denilerek hakka davet edilmişler, sonra da hem Ehl-i Kitaba hem de
başkalarına ibret olmak üzere, İsrâîloğulları'ndan küfreden kimselerin, isyan etmeleri,
aşırı gitmeleri yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmemeler nedeniyle Dâvûd
ve Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lanetlendiği bildirilmiş, en sonunda da isyanları, aşırı
gitmeleri ve nemelazımcılıkları, Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi! ifadeleriyle
kınanmıştır.

72. âyetteki, Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin


Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona
cenneti haram eder onun barınağı da ateş'tir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse
yoktur” demişti ifadesiyle, ellerindeki İncîl nüshalarına da işaret edilmiştir:
Îsâ İblis'e şu karşılığı verdi: “‘Tanrın olan Rabbi sınama’ diye de yazılmıştır.”
İblis aynı şekilde Îsâ'yı çok yüksek bir dağa çıkarıp o'na tüm görkemleriyle dünyanın
bütün ülkelerini gösterdi. “Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana
vereceğim” dedi. Îsâ ona şöyle karşılık verdi: “Çekil git, Şeytân! ‘Tanrın olan Rabbe
tap, yalnız O'na kulluk et’ diye yazılmıştır.” Bunun üzerine İblis Îsâ'yı bırakıp gitti.
Melekler de gelip Îsâ'ya hizmet ettiler.30
Ayrıca bu sûrenin 116-117. âyetlerinde de şöyle ifade buyurulmuştur: Ve hani
Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın
astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [Îsâ], “Sen münezzehsin, benim için gerçek
olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu
mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı
bilmem. Şüphesiz Sen, ğaybları en iyi bilenin ta kendisisin! Ben onlara sadece, Senin
bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve
ben içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat
ettirdin, Sen onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi
tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer
onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, azîz ve hakîm'in ta kendisisin” dedi.
Burada, Hristiyanların inançlarına dair Merhum Mevdûdî'nin açıklamalarını
aynen aktarıyoruz:
Bu âyet Hz. Îsâ'yı (a.s) tanrı kabul eden Hristiyan doktrinini açıkça reddeder.
Eğer bir kişi o'nun ne olduğunu içtenlikle bilmek isterse, burada verilen işaretlerin
30
Matta, 4:7-11.

51
yardımıyla kolayca insandan başka bir şey olmadığı yargısına varacaktır. İncîl de
o'nun bir insan ve normal insanların istek ve ihtiyaçlarına tâbi olduğuna tanıklık
etmektedir: “Bir kadından [Meryem] doğmuştur o. Diğer insanlar gibi o'nun da bir
soy kütüğü vardır; başka insan bedenleri gibi aynı özellik ve sınırları taşıyan bir
bedeni vardı; uyur, yer, soğuğu ve sıcağı hissederdi; şeytânın kışkırtmasına bile
maruz kaldı.” Bütün bunlar o'nun ilâh ve Allah'a ilâhlığında ortak olamayacağını
açıkça göstermektedir. Hristiyanların kendi İncîlleri o'nu sadece bir insan olarak
nitelerken, ilâhlığı Hz. Îsâ'ya (a.s) vermekte ısrar etmeleri zihnî sapıklığın tuhaf bir
marifetidir. Bu, onların İncîl'lere değil de, kendilerinin icat edip, ilâhlığa
yükselttikleri hayalî bir Hz. Îsâ'ya (a.s) inandıklarının açık bir delilidir. Burada,
Hristiyanların kendilerinden sapık itikat ve yollar edinmiş oldukları yanlış yoldaki
uluslara telmihte bulunulmaktadır. Telmih, fantezileri Hristiyanları başlangıçta
kendilerine gösterilmiş olan Doğru Yol'dan saptıran Yunan filozoflarındandır
özellikle. Mesih'in ilk izleyicilerinin inançları, büyük ölçüde şâhit oldukları gerçeğe
ve peygamberlerinin kendilerine öğrettiğine uygun düşüyordu. Fakat, daha sonra
Hristiyanlar Mesih'e saygı ve bağlılık göstermede sınırları öylesine aştılar ve
inançlarının felsefî yorumlarından ve fantezilerinden öylesine etkilendiler ki,
Mesih'in gerçek öğretileriyle ortak hiçbir yanı olmayan yeni bir din icat ettiler.
Bu bağlamda, Charles Anderson Scott'un Jesus Chrıst'tinden alınan şu satırlar
(s. 677-678) (Encyclopadia Britannica, 14. baskı) okunmaya değer: “Matta, Markos
ve Luka'nın (bu noktada taşıdığı gerçek anlam ve önem kuşkuludur) başlangıcındaki
doğuş hikayelerinden ayrı olarak, bu üç İncîl'de yazarlarının Îsâ'yı, insandan,
özellikle Allah'ın rûhuyla donanmış ve Allah'la kendisinden ‘Allah'ın oğlu’ olarak
söz edilen varlığını hakklılayan kopmaz ilişki içinde bulunan bir insandan başka bir
şey olarak düşündüklerini gösteren hiçbir şey yoktur.
Matta bile o'na, bir marangozun oğlu olarak değinir ve Petrus'un o'nu Mesih
olarak tasdik etmesinden sonra, ‘kendisini alıp sert sözler sarfetmeye başladığını’
anlatır (Matta, XVI:22) ve Luka'da iki mürit Emmaus yolunda o'ndan hâlâ ‘Allah ve
tüm insanlar önünde amelde ve sözde sağlam bir peygamber’ olarak söz
etmektedirler (Luka, XXIV:19). Oldukça ilginçtir ki, Markos yazılmadan önce
“Rabb”in Hristiyanlar arasında yaygın biçimde Îsâ'yı tanımlamak için kullanılmakta
olduğu gerçeğine rağmen ikinci İncîl'de hiçbir zaman bu isimle anılmaz. (Kelime
Allah için serbestçe kullanılırken, Îsâ hakkında birinci İncîl'de de görülmez.) Üçü de
taşıdığı büyük önemi vurgulayarak ve bütünüyle Îsâ'nın çektiği işkenceyi ve ölümünü
anlatır, fakat ‘kefaret’ bölümü (Markos, X:45) ve Son Yemek'teki bazı sözler dışında,
bu kelimeye sonradan eklenen anlamla ilgili hiçbir işaret yoktur. Îsâ'nın ölümünden
günah veya afla herhangi bir ilgisinin bulunduğu bile ima edilmez. Pavlos ‘kefaret’
sözünü etmeseydi, yalnızlığı ve muğlaklığı içinde yaptığını da yapmayacaktı.”
Aynı yazar yine şöyle diyor: “Onun kendisini bir peygamber olarak gördüğü,
‘Bugün, yarın veya yarından sonra yoluma gitmeliyim, çünkü bir peygamberin
Kudüs'ten yok olup gitmesi olmaz’ gibi birkaç sözünde belli olmaktadır” (Luka,
13:39). O sık sık kendisine ‘insanoğlu’ der. Hatta göğe çıkışından sonra bu çıkış
olayı nedeniyle Îsâ'nın ‘Allah'ın oğlu’ yapılıp tam bir güçle donatıldığını açıklayanın
azîz Pavlos olduğunu söyler. “Îsâ hiçbir zaman kendisine ‘Allah'ın oğlu’ demez” der
o ve bu ismin kendisine başkaları tarafından verildiği zaman, bununla herhâlde ancak
o'nun mesih olduğunun itiraf edildiğini belirtir. “Fakat Îsâ kendisini her zaman
mutlak anlamda “oğul” olarak tarif eder... Bunun da ötesinde, Allah'la olan ilişkisini
tarif etmek için yine mutlak olarak “Baba” kelimesini kullanır. Onun bu ilişkinin
eşsizliğini her zaman farketmediği düşünülebilir; öyle ki, hayatının ilk döneminde ilk
ayrıcalığını başka insanlarla paylaştığı bir ayrıcalık sanıyordu; fakat edindiği hayat

52
tecrübesi ve insan tabiatı hakkındaki derin bilgi, kendisini bu ayrıcalıkta yalnız
olduğunu görmeye zorladı. Petrus'un Pentrikos'ta söylenmiş ‘Allah'tan razı olmuş
kişi’ sözleri, çağdaşlarının Îsâ'yı nasıl tanıyıp kabul ettiklerini gösterir... İncîller bu
sözlerin kabul edilmesi gerektiği hakkında hiçbir kuşkuya yer bırakmaz. Onlardan
öğrendiğimize göre, Îsâ fizikî, zihnî ve tabiî gelişme aşamalarından geçmiş, acıkmış,
susamış, yorulmuş ve uyumuştu; şaşırtılabilir ve bilgi isteyebilirdi; acı çeker ve
ölürdü. Hiç bir zaman sonsuz bilgi iddiasında da bulunmadı.
“Böyle bir iddia, kuşkusuz yalnızca İncîllerin yarattığı izlenime ters düşmekle
kalmayacak, aynı zamanda, başlıca günaha teşvik, ‘Gethsemane’ ve Çarmıha
Gerilme tecrübeleriyle de uzlaştırılamayacaktı. Bu tür tecrübeler tümden gerçek dışı
görülmedikçe, Îsâ bunları yaşamış ve insanî bilgideki peygamberî basirete ve
marifete dayalı birtakım değişikliklere tâbi insan bilgisinin sınırları içerisinde bu
tecrübelerden geçmiş olmalıdır. Îsâ'yı her şeye gücü yeter görmek için de öyle pek
neden yoktur. Onun Allah'tan bağımsız veya bağımsız bir ilâh olarak davrandığına
dair hiçbir gösterge yoktur. Gerçekte, ibâdet alışkanlığının ve böylesi ancak ibâdetle
gider gibi sözlerinin de ortaya koyduğu üzere, Allah'a olan bağımlılığını itiraf
etmektedir kendisi. Hatta kendisine mutlak anlamda yalnızca Allah'a ait olan iyiliği
ve hayrı da yakıştırmamıştır o. Son şekilleriyle Hristiyan Kilisesi, doğmuş Îsâ'yı ilâhî
varlık düzeyine çıkarıncaya değin yazıya geçirilmemiş olmalarına rağmen, bir yanda
kayıtların Îsâ'nın gerçek insanlığıyla ilgili tüm delilleri barındırması, öte yandan
hiçbir yerde o'nun kendisini Allah olarak gördüğüne dair herhangi bir şeyin
bulunmaması İncîllerin gerçek târihî karakterleri konusunda dikkat çekici bir
şehâdettir...
“Allah'ın oğlu ismine, Îsâ ile ilgili olarak kullanıldığı şekliyle ilk olarak tümden
dinî bir muhteva verenin, ilk Hristiyan toplumu mu yoksa bizzat Pavlos'un kendisi mi
olduğunu kestirmek mümkün olmayabilir. Herhâlde birincisi, yani toplumun kendisi
olsa gerektir. Fakat havari Pavlos şüphesiz bu ismi tüm anlamıyla benimsemiş ve
‘Oğul Îsâ/Krist'e Ahd-i Atik'te özellikle Rabb Yehova'ya verilen pek çok fikir ve
deyim aktararak anlamı açıklığa kavuşturmak için çok şeyler yapmıştır. Her ismin
üstünde bu ismi, ‘Rabb’ ismini vermiştir o'na. Aynı zamanda Krist'i Allah'ın hikmeti
ve Allah'ın şanı ile eşleştirip, o'na mutlak anlamda Oğul'luk da vermekle Pavlos, Îsâ
[Krist] için Allah'la miras yoluyla gelen eşsiz, ahlâkî kişisel ve sonsuz bir ilişki iddia
etmiş oluyordu. Öte yandan, Pavlos çoğu biçim ve yollarla Îsâ'yı Allah'la
eşleştirmişse de, kendisi o'ndan Allah olarak söz etmekten kaçınmıştır...” (s. 22-25,
Enc. c. 13, 1946).
“(Üçleme) düşüncesi biçimleri Yunan filozoflarına ait olup, onlardan Yahûdi
öğretilerine girmiştir. Böylece, tipik bir bileşimle karşılaşıyoruz. Îsâ'nın kişiliğinde
olgunlaşan Kitab-ı Mukaddes'in dinî doktrinleri yabancı bir felsefenin içinden
geçmektedir...
“Üçleme Doktrini'nde Yahûdi kaynağı, Baba, Oğul ve Rûh terimlerini
donattı. Îsâ son terimi nadiren kullandığı gibi, Pavlos'un onu kullanışı da o kadar
açık değildir. Yahûdi edebiyatında ise bu bütünüyle şahıslaştırılmıştır. Görüldüğü
üzere Yunan etkisiyle değişikliğe uğramışsa da, malzeme Yahûdi'ye aittir; fakat
sorun Yunan'ındır ve öncelik ahlâkî hatta dinî bile değil, metafizikîdir. Nedir bu üç
faktör arasındaki ontolojik ilişki? Kilisenin cevabı İznik formülündedir ve Yunan
karakteri taşımaktadır...” (Enc. Britanicca, c: 5, s. 633 son satır, “Christianity”
maddesi.)31

31
Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.

53
Pasajın son âyetlerinde “İsrâîloğulları'ndan şu küfreden kimseler, Dâvûd ve
Meryem'in oğlu Îsâ diliyle lanetlenmişlerdir. Bu, onların isyan etmeleri ve aşırı
gitmeleri sebebiyledir. Onlar, yaptıkları kötülüklerden birbirlerini men etmiyorlardı.
Elbette, yapıp durdukları şey ne kötü idi!” burularak, İsrâîloğulları'nın isyan, aşırı
gitme ve nemelazımcılıkları yüzünden Davut ve Îsâ peygamber tarafından
lanetlendikleri de açıklanmıştır. Bu lanetlenme olayını Kitab-ı mukaddes'te
görebilmekteyiz:

Yâ Rabb! Neden uzak duruyorsun, sıkıntı günlerinde Kendini gizliyorsun?


Kötüler gururla mazlumları avlıyor, mazlumlar kötülerin kurduğu tuzağa düşüyor.
Kötü insan içindeki isteklerle övünür, açgözlü insan Rabbe lanet okur, O'nu hor
görür. Kendini beğenmiş kötü insan Tanrı'ya yönelmez, hep, “Tanrı yok!” diye
düşünür. Kötülerin yolları her zaman başarıya götürür. Öyle yücedir ki Senin
yargıların, kötüler anlayamaz, düşmanına burun kıvırır. İçinden, “Ben sarsılmam”
der, “hiçbir zaman sıkıntıya düşmem.” Ağzı lanet, hile ve zulüm dolu, dilinin altında
kötülük ve fesat saklı. Köylerin çevresinde pusu kurar, masumu gizli yerlerde
öldürür, çaresizi sinsice gözler. Gizli yerlerde pusuya yatar çalılıktaki aslan gibi,
kapmak için mazlumu bekler ve ağına düşürüp yakalar. Kurbanları çaresiz çöker,
saldıranın üstün gücü altında ezilir. Kötü insan içinden, “Tanrı unuttu” der, “örttü
yüzünü, asla göremez.” Kalk, yâ Rabb, kaldır elini, ey Tanrı! Mazlumları unutma!
Neden kötü insan Seni hor görsün, içinden, “Tanrı hesap sormaz” desin? Oysa Sen
sıkıntı ve acı çekenleri görürsün, Yardım etmek için onları izlersin;çaresizler Sana
dayanır, öksüzün yardımcısı Sensin. Kötünün, hakksızın kolunu kır, sormadık hesap
kalmasın yaptığı kötülükten. Rabb sonsuza dek kral kalacak, uluslar O'nun
ülkesinden temizlenecek. Mazlumların dileğini duyarsın, yâ Rabb, yüreklendirirsin
onları, kulağın hep üzerlerinde; öksüze, düşküne hakkını vermek için, bir daha dehşet
saçmasın ölümlü insan.32

ASAF'IN MEZMURU

Güçlü olan Tanrı, Rabb konuşuyor; güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar yeryüzünün
tümüne sesleniyor. Güzelliğin doruğu Siyon'dan parıldıyor Tanrı. Tanrımız geliyor, sessiz
kalmayacak, önünde yanan ateş her şeyi kül ediyor, çevresinde şiddetli bir fırtına esiyor.
Halkını yargılamak için yere göğe sesleniyor: “Toplayın önüme sadık kullarımı, kurban
keserek Benimle antlaşma yapanları.” Gökler O'nun doğruluğunu duyuruyor, çünkü yargıç
Tanrı'nın Kendisidir. Sela: “Ey halkım, dinle de konuşayım, ey İsrâîl, sana karşı tanıklık
edeyim: Ben Tanrı'yım, senin Tanrı'nım! Kurbanlarından ötürü seni azarlamıyorum,
yakmalık sunuların sürekli önümde. Ne evinden bir boğa, ne de ağıllarından bir teke
alacağım. Çünkü bütün orman yaratıkları, dağlardaki bütün hayvanlar Benimdir. Dağlardaki
bütün kuşları korurum, kırlardaki bütün yabanıl hayvanlar Benimdir. Acıksam sana
söylemezdim, çünkü bütün dünya ve içindekiler Benimdir. Ben boğa eti yer miyim? Ya da
keçi kanı içer miyim? Tanrı'ya şükran kurbanı sun, Yüceler Yücesi'ne adadığın adakları
yerine getir. Sıkıntılı gününde seslen Bana, seni kurtarırım, sen de Beni yüceltirsin.” Ama
Tanrı kötüye şöyle diyor: “Kurallarımı ezbere okumaya ya da antlaşmamı ağzına almaya ne
hakkın var? Çünkü yola getirilmekten nefret ediyor, sözlerimi arkana atıyorsun. Bir hırsız
görünce onunla dost oluyorsun, zinâ edenlere ortak oluyorsun. Ağzını kötülük için kullanıyor,
dilini yalana koşuyorsun. Oturup kardeşine karşı konuşur, ananın oğluna kara çalarsın. Sen
bunları yaptın, Ben sustum, Beni kendin gibi sandın. Seni azarlıyorum, suçlarını gözünün
önüne seriyorum. Dikkate alın bunu, ey Tanrı'yı unutan sizler! Yoksa parçalarım sizi, kurtaran
32
Mezmur, 10:1-18.

54
olmaz. Kim şükran kurbanı sunarsa Beni yüceltir; yolunu düzeltene kurtarışımı
göstereceğim.”33

Bundan sonra Îsâ halka ve öğrencilerine şöyle seslendi: “Din bilginleri ve


Ferisiler Mûsâ'nın kürsüsünde otururlar. Bu nedenle size söylediklerinin tümünü
yapın ve yerine getirin, ama onların yaptıklarını yapmayın. Çünkü söyledikleri
şeyleri kendileri yapmazlar. Ağır ve taşınması güç yükleri bağlayıp başkalarının
omuzlarına koyarlar da, kendileri bu yükleri taşımak için parmaklarını bile
kıpırdatmak istemezler. Yaptıklarının tümünü gösteriş için yaparlar. Örneğin,
muskalarını büyük, giysilerinin püsküllerini uzun yaparlar. Şölenlerde baş köşeye,
havralarda en seçkin yerlere kurulmaya bayılırlar. Meydanlarda selâmlanmaktan ve
insanların kendilerini ‘Rabbî’ diye çağırmalarından zevk duyarlar. Kimse sizi
‘Rabbî’ diye çağırmasın. Çünkü sizin bir tek öğretmeniniz var ve hepiniz kardeşsiniz.
Yeryüzünde kimseye ‘Baba’ demeyin. Çünkü bir tek Babanız var, o da göksel
Baba'dır. Kimse sizi ‘önder’ diye çağırmasın. Çünkü bir tek önderiniz var, o da
Mesih'tir. Aranızda en üstün olan, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Kendini yücelten
alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir. Vay halinize ey din bilginleri ve
Ferisiler, ikiyüzlüler! Göklerin egemenliğinin kapısını insanların yüzüne
kapıyorsunuz; ne kendiniz içeri giriyorsunuz, ne de girmek isteyenleri
bırakıyorsunuz! Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Tek bir kişiyi
dininize döndürmek için denizleri ve kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de
kendinizden iki kat daha cehennemlik yaparsınız. Vay halinize kör kılavuzlar!
Diyorsunuz ki: ‘Tapınak üzerine and içenin andı sayılmaz, ama tapınaktaki altın
üzerine and içen, andını yerine getirmek zorundadır.’ Budalalar, körler! Hangisi daha
önemli, altın mı, altını kutsal kılan tapınak mı? Yine diyorsunuz ki: ‘Sunak üzerine
and içenin andı sayılmaz, ama sunaktaki adağın üzerine and içen, andını yerine
getirmek zorundadır.’ Ey körler! Hangisi daha önemli, adak mı, adağı kutsal kılan
sunak mı? Öyleyse sunak üzerine and içen, hem sunağın hem de sunaktaki her şeyin
üzerine and içmiş olur. Tapınak üzerine and içen de hem tapınak, hem de tapınakta
yaşayan Tanrı üzerine and içmiş olur. Gök üzerine and içen, Tanrı'nın tahtı ve tahtta
oturanın üzerine and içmiş olur. Vay hâlinize ey din bilginleri ve Ferisiler,
ikiyüzlüler! Siz nanenin, anasonun ve kimyonun ondalığını verirsiniz de, Kutsal
Yasa'nın daha önemli yönleri olan adalet, merhamet ve sadakati ihmal edersiniz.
Ondalık vermeyi ihmal etmeden esas bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Ey kör
kılavuzlar! Küçük sineği süzer ayırır, ama deveyi yutarsınız! Vay halinize ey din
bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz, ama
bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve
çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar. Vay hâlinize ey din bilginleri ve
Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü
pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. Dıştan insanlara doğru kişilermiş gibi
görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz. Vay halinize ey din
bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Peygamberlerin mezarlarını yaparsınız, doğru
kişilerin türbelerini donatırsınız. ‘Atalarımızın yaşadığı günlerde yaşasaydık, onlarla
birlikte peygamberlerin kanına girmezdik’ diyorsunuz. Böylece, peygamberleri
öldürenlerin torunları olduğunuza siz kendiniz tanıklık ediyorsunuz. Haydi,
atalarınızın başlattığı işi bitirin! Sizi yılanlar, sizi engerekler soyu! Cehennem
cezasından nasıl kaçacaksınız? İşte bunun için size peygamberler, bilge kişiler ve din
bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek, çarmıha gereceksiniz. Kimini
havralarınızda kamçılayacak, kentten kente kovalayacaksınız. Böylelikle, doğru kişi
33
Mezmur, 50:1-23.

55
olan Hâbil'in kanından, tapınakla sunak arasında öldürdüğünüz Berekya'nın oğlu
Zekeriyyâ'nın kanına kadar, yeryüzünde akıtılan her doğru kişinin kanından sorumlu
tutulacaksınız. Size doğrusunu söyleyeyim, bunların hepsinden bu kuşak sorumlu
tutulacaktır. Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan
Kudüs! Bir tavuk, civcivlerini kanatları altına nasıl toplarsa, ben de kaç kez senin
çocuklarını öylece toplamak istedim, ama siz istemediniz. Bakın, eviniz ıssız
bırakılacak! Size şunu söyleyeyim: ‘Rabbin adıyla gelene övgüler olsun!’ diyeceğiniz
zamana dek beni bir daha görmeyeceksiniz.”34
Onların sapmaları Kur’ân'da birçok yerde konu edilmiştir:
De ki: “Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü
size haber vereyim mi? Allah, kimlere lanet etmiş ve gazabına uğratmışsa; kimlerden
maymunlar, domuzlar ve şeytâna tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekanca kötüdür ve
yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.” (Mâide/60)
Kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olan kimseleri görmüyor musun? Onlar,
sapıklığı satın alıyorlar ve sizin yol'dan sapmanızı istiyorlar. Ve Allah sizin
düşmanlarınızı daha iyi bilir. Ve velî olarak Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah
yeter. (Nisâ/44-45)

80. Onlardan bir çoğunu, küfretmiş kişileri mütevelli [kollayıcı, gözetici,


yönetici] yaptıklarını görürsün. Benliklerinin kendilerinin önüne getirdiği şey;
Allah'ın kendilerine gazap etmesi ne kadar kötüdür! Onlar, azap içinde de sürekli
kalıcıdırlar.

81. Ve eğer onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış


olsalardı, onları velîler edinmezlerdi. Velâkin onlardan bir çoğu yoldan çıkmış
kimselerdir.

Ehl-i Kitabın genel durumuyla ilgili bilgilerden sonra Rasûlullah'a o devirdeki


Yahûdilerle ilgili açıklamalar yapılmakta, bilgiler verilmektedir:
• Onlardan bir çoğunun, küfredenleri mütevelli [kollayıcı, gözetici, yönetici]
yaptıkları, savaşlarda mü’minlere karşı müşriklerin yanında yer aldıkları görülür. Bu
hareketleri, Allah'ın kendilerine gazap etmesine sebeptir. Onlar, azap içinde sürekli
kalıcıdırlar.

• Onlar, Allah'a, Peygamber'e ve o'na indirilene inanmış olsalardı, onları velîler


edinmezlerdi. Allah'a inanan kimse, kâfiri velî edinmez. Ancak yoldan çıkmış
kimseler bunu yapar.

82. Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden


insanların en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve
kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, “Şüphesiz
biz Nasraniyiz [Hristiyanlarız]” diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde
keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır.
83-84. Ve onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı] dinledikleri zaman, onun hakk
olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar,
“Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi
sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize
gelen şeylere neden inanmayalım!” derler.

34
Matta, 23:1-39.

56
85-86. Allah da, onların böyle demeleri sebebiyle, onları, içinde sürekli
kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve
işte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır. İnkâr eden ve
âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, cahîm'in [cehennemin] ashâbıdır.

Bu âyetlerde de Ehl-i Kitap ile ilgili bilgiler verilmektedir:


• İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi, Yahûdiler ve
ortak koşan kimselerdir.
• İman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlar da, “Şüphesiz biz Nasraniyiz
[Hristiyanlarız]” diyenlerdir. Bu ise, içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve
onların büyüklük taslamamalarından dolayıdır. Onlar Elçi'ye indirileni [Kur’ân'ı]
dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözleri yaşla dolar
ve “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şâhitler ile birlikte yaz!” ve “Biz, Rabbimizin bizi
sâlihler toplumu ile birlikte girdirmesini umarken, neden Allah'a ve hakktan bize
gelen şeylere neden inanmayalım!” derler. Allah da, böyle demeleri sebebiyle onları,
içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetler ile
mükâfâtlandırmıştır. İşte bu, muhsinlerin [iyilik-güzellik üretenlerin] karşılığıdır.
İnkâr eden ve Allah'ın âyetlerini yalanlayanlar ise, cehennemin ashâbıdır.
Kur’ân'ın değişik âyetlerinde Ehl-i Kitabın hepsinin aynı olmadığı, içlerinde
ehl-i insaf kimselerin bulunduğu da vurgulanmıştır:
Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine
indirilene –Allah'a huşû [saygı] duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar Allah'ın
âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rabb'leri katında olanlardır.
Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i İmrân/199)
Ondan [sözden; vahiyden, Kur’ân'dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz
kimseler; onlar ona [söz'e; vahye, Kur’ân'a] da inanırlar. Ve onlara o [söz; vahiy,
Kur’ân] okunduğu zaman onlar; “Biz ona [söz'e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden
gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [Müslümanlardık]”
dediler. İşte onlar; sabretmelerinden ötürü onların mükâfatları iki kere verilecektir.
Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak
ederler. Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz
yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz
câhilleri aramıyoruz” derler. (Kasas/52-55)
De ki: “Siz ona [Kur’ân'a] ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce
kendilerine ilim verilenler; o [Kur’ân] onlara okunduğunda onlar, secde ederek
[teslimiyet göstererek] çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz tenzih ederiz.
Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler. Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü
kapanırlar. Ve bu [Kur’ân] onların huşûunu [saygılarını, alçak gönüllüğünü] artırır.”
(İsrâ/107-109)
Ayrıca Âl-i İmrân/114, Bakara/62, Ahkâf/10, En‘âm/114 âyetlerinde de
açıklama yapılmıştır.
Bu âyet grubunun inişi ile ilgili şu nakillere mevcuttur:

İbn İshâk'ın Sîret'inde ve diğerlerinde meşhur olduğuna göre bu âyet-i kerîme,


müşriklerden ve onların işkencelerinden korkarak Müslümanların “I. Habeşistan
Hicreti” diye bilinen hicretleri esnasında Necaşî'nin ve arkadaşlarının yanına
gitmeleri üzerine; onlar hakkında nâzil olmuştur. Sayıca az değillerdi. Daha sonra
Rasûlullah (s.a) Medîne'ye hicret etti, fakat kendileri Hz. Peygamber'e ulaşamadılar.
Çünkü Rasûlullah (s.a) ile kendileri arasına (yani, yanına gitmelerine) ortadaki savaş
hâli engel olmuştu.

57
Bedir vakasında Allah'ın takdiri ile kâfirlerin ileri gelenleri öldürülünce,
Kureyş kâfirleri şöyle dediler. “Siz, intikamınızı Habeşistan topraklarında
alabilirsiniz. Necaşî'ye birtakım hediyeler ile aranızdaki görüş sahibi kimselerden
iki kişi gönderin. Belki yanında bulunanları size verir ve siz de Bedir'de sizden
öldürülenlere karşılık onları öldürürsünüz.” Bunun üzerine Kureyş kâfirleri, Amr
b. el-Âs ile Abdullah b. Ebî Rebia'yı birtakım hediyelerle gönderdiler. Peygamber
(s.a) de bunu işitince, Amr b. Umeyye ed-Damrî'yi (Habeşistan'a) gönderdi ve
onunla birlikte Necaşî'ye verilmek üzere bir mektup verdi. Amr b. Umeyye,
Necaşî'nin yanına vardı. Ona Rasûlullah'ın (s.a) mektubunu okudu. Daha sonra da
Ca‘fer b. Ebî Tâlib ile Muhâcirleri çağırdı. Ayrıca, rahiplere ve keşişlere de haber
göndererek onları bir araya topladı. Arkasından Ca‘fer'e, bunlara Kur’ân-ı Kerîm
okumasını emretti. O da Meryem sûresi'ni okudu. Yerlerinden gözleri yaşla dola
dola kalktılar. İşte yüce Allah, İman edenlere sevgi beslemeleri bakımından en
yakınlarını da, “Biz Hristiyanlarız” diyenleri bulacaksın âyetini bunlar hakkında
indirdi. Bunu, Artık bizi şâhit olanlarla beraber yaz” (Mâide/83) buyruğuna kadar
okudu.35
87. Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı [temiz-
nefis şeyleri] haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri
sevmez.
88. Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve siz
inandığınız Allah'a takvâlı davranın.
Bu âyetlerde mü’minlere, Ey iman eden kimseler! Allah'ın size helâl kıldığı
tayyibatı [temiz-nefis şeyleri] haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah,
aşırı gidenleri sevmez. Ve Allah'ın size verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin
ve siz inandığınız Allah'a takvâlı davranın buyurularak, Allah'ın helâl kıldığı şeyleri
mü’minlerin kendilerine haram kılmaları ve haddi aşmaları yasaklanmaktadır.
Mü’minler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği helâl ve güzel şeylerden,
savurganlık yapmadan yiyip içmeli ve Allah'a takvâlı davranmalıdırlar.
Bu mesaj da Kur’ân'da sıkça vurgulanmaktadır:
Ve o kimseler [Rahmân'ın kulları], harcadıklarında israf etmezler, sıkılık da
etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur. (Furkân/67)
Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin-için fakat
savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez. De ki: “Allah'ın kulları
için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti
hayatta inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte
böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (A‘râf/31-32)
Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah'ın helâl kıldığı şeyi niçin sen
kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.
(Tahrîm/1)
Ve Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı
hâlde “Bana vahyolundu” diyenden ve “Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim”
diyenden daha zâlim kim olabilir? O zâlimleri ölümün şiddetleri içindeyken,
melekler de onlara ellerini uzatmış, “Nefislerinizi [canlarınızı] çıkarın. Bugün,
Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı
böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir
görsen! (En‘âm/93)
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah'a yalan uydurmak için, “Şu
helâldir, şu haramdır” demeyin. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler iflah
olmazlar. (Nahl/116)
35
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

58
Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

Taberî'nin, İbn Abbâs'a kadar ulaşan bir senetle naklettiğine göre âyet-i kerîme,
Peygamber'e (s.a) gelip şöyle diyen bir kişi hakkında nâzil olmuştur: “Ey Allah'ın
Rasûlü! Ben et yedim mi, cinsî isteğim harekete geçer ve şehvetim bana gâlip gelir.
O bakımdan et yemeyi haram kıldım.” Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Yine denildiğine göre bu âyet-i kerîme, aralarında Ebû Bekr, Ali, İbn
Mes‘ûd, Abdullah b. Ömer, Ebû Zer el-Ğıfarî, Ebû Huzeyfe'nin azatlı kölesi
Sâlim, el-Mikdad b. el-Esved, Selman-i Farisî ve Ma‘kil b. Mukarrin'in (Allah
hepsinden razı olsun) de bulunduğu, Rasûlullah ashâbından bir topluluk
dolayısıyla nâzil olmuştur. Bunlar, Osman b. Maz‘un'un evinde bir araya geldiler
ve gündüz oruç tutup, gece namaz kılmak, döşek üzerinde uyumamak, et ve yağlı
şeyler yememek, kadınlara yaklaşmamak, koku sürünmemek; buna karşılık kıldan
elbiseler giyip dünyayı reddetmek, yeryüzünde dolaşmak, rahipliğe yönelmek ve
erkeklik organlarını da kesmek üzere ittifak ettiler, Bunun üzerine yüce Allah bu
âyet-i kerîmeyi indirdi.36
89. Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız; ağız
alışkanlığı yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz
şeylerle [kasıtlı yaptığınız; sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden] sizi
sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından; en iyisinden
on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir.
Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz
zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah,
şükredesiniz [karşılığını ödersiniz] diye âyetlerini sizin için böyle açığa kor.
Bu âyette yapılan yeminlerle ilgili ilkeler konulmuştur:
• Allah insanları, kasıtsız olarak/ağız alışkanlığı dolayısıyla yaptıkları
yeminlerden sorumlu tutmaz.
• Fakat kasıtlı yapılan, sözleşmeler oluşturulan yeminlerden sorumlu tutar.
• Yeminin kefareti, aileye yedirilenlerin en hayırlısından/iyisinden on miskini
yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir.
• Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır.
Ve iyilerden olmanıza, takvâlı davranmanıza, insanlar arasını düzeltmenize,
Allah'ı, yeminleriniz için engel kılmayın. Ve Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.
(Bakara/224)
90. Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki, uyuşturucu ile aklı örtmek],
kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işinden ricstirler [zarar veren
şeylerdir]. Öyleyse felâha ermeniz için bundan [şeytân işinden] kaçının.
91. Gerçekten şeytân, hamr ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin
sokmak ve sizi, Allah'ın zikrinden ve salâttan [eğitimden, öğretimden ve sosyal
destekten] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmişler [vazgeçmişler] misiniz?
92. Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye itaat edin ve sakının. Artık eğer uzak
durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir.
93. İnanan ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, takvâlı davrandıkları,
inandıkları, sâlihâtı işledikleri, sonra takvâlı davrandıkları, inandıkları ve sonra
takvâlı davrandıkları ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından
dolayı bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri]
sever.

36
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

59
Bu âyette; uyuşturucu, içki, kumar ve falcılık gibi insanın kimyasını bozup
insanı zararlı işlere yönelten davranışlardan kaçınılması için ilkeler konuyor.
Âyetlerin ifadeleri gâyet açık ve nettir:
• ‫[ خمر‬hamr/içki, uyuşturucu], kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytân işlerinden
ricstirler [zarar veren şeylerdir]. Bu nedenle mü’minler, felâha ermeleri; zarar
görmemeleri için bunlardan kaçınmalıdır.
• Şeytân, içki ve kumarda insanlar arasında düşmanlık ve kin sokmak ve
insanları Allah'ın zikrinden ve salâttan [eğitimden, öğretimden ve sosyal destekten]
alıkoymak ister. O nedenle bunu yapanlar bu işe son vermelidirler?
• Mü’minler Allah'a itaat etmeli, Elçi'ye itaat etmeli ve takvâlı davranmalıdır.
İnsanlar, Allah'tan ve Elçi'den uzak dururlarsa bu kendilerinin bileceği bir şeydir.
Elçiye düşen sadece apaçık tebliğdir.
• İnanan ve sâlihâtı işleyenlere, takvâlı davrandıkları, inandıkları, sâlihâtı
işledikleri, sonra takvâlı davrandıkları, inandıkları ve sonra takvâlı davrandıkları ve
iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur.
Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever.
90. âyetteki, ‫[خمههر‬hamr] sözcüğü, “aklı örten şeylerin ortak adı” olup ‫خَمهَر‬ َ
[hamere] fiilinin de mastarıdır ve anlamı “örtmek” tir. Bu pasajda tercih edilmesi
gereken anlam ise, –90. âyetteki “şeytân işleri” ve 93. âyetteki “tatmış olduklarından
dolayı bir sorumluluk yoktur” ifadesinden hareketle– sözcüğün mastar anlamıdır.
Bakara/219'da hamr/içki, uyuşturucu ve kumar konu edilmişti:
Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından soruyorlar.
De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır.
Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi
infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” Allah, tefekkür
edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de
soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık
onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir [birbirinden ayırt
eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah azîz'dir, hakîm'dir.”
(Bakara/219-220)
Âyetteki ifadeler, bu şeytân işlerini; içki, kumar, ensab [Allah'tan başkalarına
tapınmak için adanmış ve içlerinde Allah'tan başka şeylerin adlarına kurbanlar ve
hediyeler sunular yerler] ve kehanet araçlarını kesinlikle yasaklamaktadır. Çünkü
bunlar, pistir, pisliktir, zararlıdır. Zira, içki ve uyuşturucu alan, kumarda
heyecanlanan kimsenin kimyası bozulmakta, akıl, dikkat, hafıza vs. gibi melekleri
çalışmamakta; meydan şeytâna, İblise kalmaktadır. Böylece tefekkürsüz ve
kontrolsüz sözler sarf edilmekte, işler yapılmaktadır. Bunun sonucu olarak da
düşmanlıklar ve cinâyet gibi kötü sonuçlar meydana gelmektedir.
87-88. âyetlerde, Allah'ın size helâl kıldığı tayyibatı [temiz-nefis şeyleri] haram
saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz Allah, aşırı gidenleri sevmez. Ve Allah'ın size
verdiği rızıklardan helâl ve temiz olarak yiyin ve siz inandığınız Allah'a takvâlı
davranın buyurulmuştu. İşte içki, kumar kazancı, put adağı, kehanet gelirleri
tayyibattan olmadığı için yasaklanmıştır.
Bu âyetlerin iniş sebebine dair şu bilgiler nakledilmiştir:

Yüce Allah, Muhakkak şeytân, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin


bırakmak... ister âyeti ile kullarına, şeytânın düşmanlık ve kini, aramıza içki ve başka
şeylerle düşürmek istediğini bildirmektedir. O bakımdan bizi bunlardan sakındırdı ve
bunları bize yasakladı.

60
Rivâyete göre, Ensâr'dan iki kabile şarap içtiler ve sarhoş oldular. Biri
ötekine hoş olmayan şeyler yaptı. Ayıklıklarında, onlardan birisi yüzünde
kendisine yapılanların etkilerini gördü. Bunlar ise kardeş gibiydiler. Kalplerinde
kin namına bir şey yoktu. Onlardan birisi, “Eğer kardeşim bana şefkatli olsaydı,
bunu bana yapmazdı” dedi. Böylelikle aralarında kin baş gösterdi. Bunun üzerine
yüce Allah da, Muhakkak şeytân içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin
bırakmak... ister âyetini indirdi.37

İbn Abbâs, el-Berâ b. Âzib ve Enes b. Mâlik der ki: İçkiyi haram kılan buyruk
nâzil olunca, ashâptan bazıları, “İçki içip kumar parasını yediği hâlde aramızdan
ölenlerin durumu nasıl olacak?” gibi bazı sözler söylediler. Bunun üzerine bu âyet-i
kerîme nâzil oldu.

Buhârî, Enes b. Mâlik'ten şöyle dediğini rivâyet eder: Ebû Talha'mn evinde
içki içenlere içki veriyordum. Bunun üzerine içkinin haram kılındığına dair buyruk
nâzil oldu. Peygamber de bir münadiye bunu yüksek sesle ilan etmesini emredince,
Ebû Talha şöyle dedi: “Dışarı çık da bu sesin ne olduğuna bir bak.” Dışarı çıktım,
(gelip) şöyle dedim: “Bu, ‘Haberiniz olsun muhakkak içki artık haram kılındı’ diye
ilan eden bir münadidir.” Bu sefer Ebû Talha şöyle dedi: “Git ve o şarabı dök.” O
şarap, el-Fadîh'den [yarılmış taze hurmadan yapılıp ateşte pişirilmeyen bir şarap]
yapılmıştı. (Enes devamla) der ki: Şarap, Medîne sokaklarında akıp gitti. Kimisi
şöyle dedi: “Karınlarında (şarap) bulunduğu hâlde bir topluluk öldürüldü.” Bunun
üzerine yüce Allah, İman edip sâlih amel işleyenlere... tattıklarından dolayı bir
vebal yoktur âyetini indirdi.38
93. âyetteki, İnanan ve sâlihâtı işlemiş olan kimselere, takvâlı davrandıkları,
inandıkları, sâlihâtı işledikleri, sonra takvâlı davrandıkları, inandıkları ve sonra
takvâlı davrandıkları ve iyilik-güzellik ürettikleri zaman, tatmış olduklarından dolayı
bir sorumluluk yoktur. Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever ifadesi,
birtakım tutarsız nakillerden hareketle “önceden tattıklarından sorumlu
tutulmayacaklardır” diye çevrilmektedir. Bazıları da buradan, “helâl olan yiyecek ve
içeceklerin yenilip içilmesinde sakınca yoktur” anlamı çıkarmaya çalışmışlar, bunu
teyit için de şu nakilleri zikretmişlerdir:
Rivâyet edildiğine göre, içkiyi haram kılan âyet nâzil olunca, sahabe, “Bizim
kardeşlerimiz Uhud günü'nde içki içtiler, sonra da öldürüldüler [şehit düştüler].
Binâenaleyh, onların durumları nasıl olacak?” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet-i
kertme nâzil oldu ki, bunun manası, “Bu hususta onlara bir günah yoktur. Çünkü
onlar içkiyi, helâl olduğu bir sırada içmişlerdi” şeklindedir.39
İçkinin haramlığını ifade eden âyet nâzil olduğu zaman, Hz. Ebû Bekr (r.a),
“Yâ Rasûlallah! Daha önce içki içtiği ve kumar oynadığı hâlde ölmüş olan
kardeşlerimizin [mü’minlerin] durumu ne olacak ve yine şu anda bizden uzak
beldelerde bulunup, Allah'ın içkiyi haram kıldığını bilmeyen ve içkiyi tatmaya
devam edenlerin durumu ne olacak?” demişti de, işte bu âyetler nâzil olmuştu.40
Eşyada aslolan ibaha olduğuna göre böyle bir hükmün verilmesinin bir mantığı
olmasa gerektir.
Âyette açıkça, aklı örten yiyecek ve içeceklerin aklı örtmeyecek, salâttan ve
Allah'ın zikrinden geri kalmayacak ölçüde yenilip içilmesinde bir sakınca olmadığı

37
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
38
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
39
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.
40
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

61
bildirilmektedir. Harâm olan, ister yiyecek, ister içecek, ister nefesle alınacak bir şey
olsun aklın devreden çıkacağı ölçüde yiyip içmektir.
94. Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, ğaybda [tenhada] kimin
Kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın
erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa artık acıklı azap
onun içindir.

95. Ey iman etmiş kimseler! Siz dokunulmaz iken [hacc görevini


sürdürürken] av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı
işin vebalini tatması için, Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy olmak üzere öldürdüğü
hayvanın benzeri ona ceza olacak, –buna içinizden iki adaletli kişi hükmeder–
yahut kefaret olarak miskinleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah
geçmişi affetmiştir. Fakat kim de tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır
[yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar]. Ve Allah, azîz'dir, intikam sahibidir.

96. Deniz [su] avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere
size helâl kılındı. Kara avı ise, siz dokunulmaz [hacc görevi sürdürür] olduğunuz
müddetçe size haram edilmiştir. Ve Kendisine toplanacağınız Allah'a takvâlı
davranın.

Bu âyetlerde normal zamanlarda ve hacc görevi ifa edilirken avlanma ilkeleri


bildirilmektedir:
• Allah mü’minleri, tenha yerlerde, kimin Kendisinden korktuğunu bildirmek
için ellerinin ve mızraklarının erişeceği bir avla sınamaktadır. Mü’minler bu konuda
dikkatli olup haddi aşmamalıdır. Haddi aşanlar acıklı azap ile azaplandırılırlar.

• Mü’minler hacc esnasında av hayvanı öldürmemelidir. Kim kasten av hayvanı


öldürürse, yaptığının vebalini tatması için Ka‘be'ye ulaşacak bir hedy olmak üzere
öldürdüğü hayvanın benzeri ona ceza olacak, –hayvanın niteliği, mü’minler
arasından iki adaletli kişi tarafından belirlenecektir– yahut kefaret olarak miskinleri
doyuracaktır yahut onun dengi oruç tutacaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim
de tekrarlarsa, Allah onu yakalayıp cezalandırarak adaleti sağlar.

• Deniz [su] avı ve onun yenilmesi, size ve yolculara yarar olmak üzere helâldir.

• Kara avı ise, hacc esnasında haramdır. Mü’minler bu kurala uymalı ve


Kendisine toplanılacak olan Allah'a takvâlı davranmalıdır.

97. Allah, Ka‘be'yi; o Beyt-i Harâm'ı, haram ayı, hedyi [hacc yapanlara
yiyecek yollamayı, hediye etmeyi] ve gerdanlıkları [hacc yapanların yemesi için
gönderilen hayvanlara konulan işaretleri] insanlar için bir ayağa kalkış kıldı. Bu,
Allah'ın göklerde ve yerde olan her şeyi bildiğini ve Allah'ın her şeyi hakkıyla
bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.
Bu âyette Ka‘be'nin fonksiyonu bildirilmektedir. Meseleyi iyi anlayabilmek için
daha evvel inmiş olan şu âyetlere de dikkat edilmelidir.

Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir
güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrâhîm'in makamından bir musalla [salât
gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar,

62
ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit
almıştık. (Bakara/125)

Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev,
Bekke'dekidir [Mekke'dekidir]. Onda apaçık deliller; İbrâhîm'in makamı vardır.
Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt'i
haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah
bütün âlemlerden zengindir. (Âl-i İmrân/96-97)

Yukarıdaki üç âyette yer alan vurgular dikkate alındığında, “Mescid-i Harâm”ın


özellikleri hakkında şu tesbitler yapılabilir:

• Mescid-i Harâm veya Beytullah veya Ka‘be (üçü de aynı şeyi ifade ediyor),
insanlar için (bir tek insan için değil), yeryüzünde hazırlanan evdir [okuldur].

• Orada İbrâhîm peygamberin makamı [ayaklandığı, zâlimlere karşı kıyam


ettiği, mücâdele ettiği yer] vardır (Ka‘be'yi yaparken ayağını bastığı taş değil).

• Orada herkes güvende, dokunulmaz, hür olmalı, baskı ve zulüm olmamalıdır.

• Orada hikmetler [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve


ilkeler] yürürlüğe sokulmalı, herkes bilmediğini öğrenmelidir.

• Orası, orada dolaşanlar, âkifler, kâimler, rükû ve secde edenler için tertemiz
tutulmalıdır.

• Müslümanlar, İbrâhîm'in makamından bir musalla [salâtın ikâme edildiği yer,


alan] edinmelidir.

• Gidip gelmeye imkân bulanlar da oraya gidip gelmelidir.

“Mescid-i Harâm”ın Kur’ân'da bildirilen özellikleri yukarıdaki gibi tesbit


edildiğinde; yapılan vurguların Mescid-i Harâm'ın, Beytullah'ın veya Ka‘be'nin fizikî
yapısı ile ilgili olmayıp, işlevleriyle ilgili olduğu ve İbrâhîm peygamberin Ka‘be'yi
inşa etmesinin de, tevhid okulunu açması ve bu okula işlerlik kazandırması olduğu
görülür. Böylece, “Mescid-i Harâm tarafı” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği ve
“Mescid-i Harâm tarafına yönelmek” için nelerin yapılması lazım geldiği
kendiliğinden ortaya çıkar:

• Özerk ilâhiyat okulları (“tabii bilimler”in tümü doğal olarak ilâhiyat okuludur)
açılmalı ve bu okullarda ilâhiyat ve tevhidi öğreten öğretmenler [rüku edenler] ile
öğrenciler [ilâhiyat eğitimi alarak ikna olanlar] gözetilmelidir.

• Salâtın ikâmesi için, sosyal destek kurumları kurulmalıdır.

• Gerekli askerî güç ve organizasyon kurularak düşmanlardan üstün olunmalıdır.


Bu alanda da iyi eğitimciler ve subaylar yetiştirilmelidir.

Bu tesbitlere göre, Ka‘be'nin bir “yüksek ilâhiyat okulu” olduğundan hareketle;


hacc sözcüğünün isim olarak anlamı, “Ka‘be'de yüksek ilâhiyat öğretim ve eğitimini

63
kafaya koyup oraya gitme, orada İbrâhîmî eğitim ve öğretimle İbrâhîmleşme; bir
kurmay tevhid eri olma” demektir.

Bunlar, toplumların ayağa kalkmasını ve ayakta durmasını sağlayacaktır. Zira


haccta toplumları aydınlatacak eğitimci ve öğretmenler, askerî, siyasî ve idarî
alanlarda uzmanlar yetişecektir. Ayrıca Müslümanlar arası ticarî, sınaî alış-verişler ve
kültürel etkilenimler sağlanacaktır.

98. Şüphesiz Allah'ın cezasının çok şiddetli olduğunu ve şüphesiz


Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğunu bilin.

99. Elçi'ye düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, açığa vurduğunuz şeyleri ve


gizlediğiniz şeyleri bilir.

100. De ki: “Her ne kadar pisliğin çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan
şeyle temiz olan şey bir olmaz.” Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar!
Kurtulmanız için Allah'a takvâlı davranın.

İnsanlık için kısa bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, Allah'ın


cezasının çok şiddetli ve Allah'ın çok bağışlayıcı, çok merhametli, Elçi'ye düşen
görevin sadece tebliğ olduğu, Allah'ın, açık-gizli her şeyi bildiği ifade edilmiş, sonra
da, Her ne kadar pisliğin çokluğu hoşunuza gitse de, pis olan şeyle temiz olan şey bir
olmaz. Öyleyse, ey kavrama yetenekleri olanlar! Kurtulmanız için Allah'a takvâlı
davranın denilerek, akıllı olmaları yönünde mesaj iletilmiştir.

100. âyette, Allah'ın yasakladığı şeylerin –ki bunlar pis ve zararlı şeylerdir–
tayyibata göre daha çok olduğu ve bunların da kişinin hoşuna gideceği ifade
edilmiştir. Çünkü şeytân tüm kötü şeyleri süsleyecektir:

O [İblis] dedi ki: “Rabbim! Beni Sen azdırdığın [beni azdırmak için yarattığın]
için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara süsleyeceğim ve arıtılmış kulların hariç
onların hepsini mutlaka azdıracağım!” (Hicr/39-40)

Burada insanlar akıllı olmaya çağırılmaktadır. Hiçbir zaman; kemiyet/çokluk,


keyfiyetin/niteliğin yerini tutmaz. Küçük bir elmas tonlarca kömürden, az bir miktar
helâl kazanç, yığın yığın haram kazançtan daha hayırlıdır.

101. Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek


olan şeylerden sormayın/istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken
sorarsanız/isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir. Ve Allah, çok
bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.

102. Şüphesiz sizden önce gelen bir toplum bunları sormuştu/istemişti,


sonra da onlar inkâr eden kimseler oldular.
103. Allah bahîre'den sâibe'den vasîle'den ve hâm'dan hiç birini
kılmamıştır. Ancak inkâr eden kimseler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar.
Ve onların pek çoğu akıl erdirmez.
104. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin” dendiği zaman,
“Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter” dediler. Ataları bir şey bilmeyen
ve doğru yolu bulmayan kimseler olsa da mı?

64
105. Ey iman eden kimseler! Kendiniz kendiniz üzeresiniz [herkes
kendinden sorumludur]. Siz hidâyete erdiğiniz zaman, sapan kimseler size zarar
veremezler. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Sonra da O, yapmış olduğunuz şeyleri
size haber verecektir.
Bu paragrafta mü’minler uyarılmakta, müşrik ve münâfıkların yanlış tutumları
eleştirilmekte, sonra mü’minlerin kurtuluşlarını birinci plânda tutmaları
öğütlenmektedir. Buradan anlaşıldığına göre câhiliye Arapları, Allah'ın dini üzerinde
oldukları kanaatine sahiptiler. O nedenle de atalar dinine ve geleneklerine sahip
çıkıyorlardı.

Mü’minler, açıklandığı zaman hoşlarına gitmeyecek olan şeylerden


sormamalıdır/istememelidir. Zira gelen cevabın sertliği ve ağırlığı dolayısıyla
üzülebilirler. Daha önce bir toplum bunları sormuştu/istemişti, istekleri açıklanınca
inkâr etmişlerdi.

Tirmizî ve Dârakutnî'de Ali'den (r.a) şöyle dediğini rivâyet etmektedirler:


Ona yol bulabilenlerin, o evi haccetmeleri Allah'ın insanlar üzerindeki bir
hakkıdır (Âl-i İmrân/97) âyeti nâzil olunca, “Ey Allah'ın Rasûlü! Her yıl mı?” diye
sordular. Hz. Peygamber sustu. Yine, “Her yıl mı?” diye sordular. Hz. Peygamber
bu sefer, “Hayır, ama evet demiş olsaydım, elbette (her yıl) farz olacaktı” dedi.
Bunun üzerine yüce Allah'ın, Ey iman edenler! Size açıklanınca üzüleceğiniz
birtakım şeyleri sormayınız... âyeti sonuna kadar nâzil oldu.41

Kur’ân'da, geçmiş ümmetlerin gereksiz isteklerinden bazıları zikredilmiştir:

Kitap Ehli Mûsâ'dan Allah'ı apaçık göstermesini istediler:


Kitap Ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve
kesinlikle onlar Mûsâ'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi de, “Allah'ı bize
açıkça göster” demişlerdi. Sonra da hakksızlıkları sebebiyle onları yıldırım çarptı.
Sonra da kendilerine açık deliller geldiği hâlde o buzağıyı edinmişlerdi. Sonra Biz
onları bundan dolayı da affettik. Ve Biz Mûsâ'ya apaçık bir kanıt verdik. (Nisâ/153)
Peygamberlerinden, bir hükümdar gönderilmesini istediler:
İsrâîloğulları'nın Mûsâ'dan sonra ileri gelenlerini görmedin mi? Hani onlar,
kendi peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda
savaşalım” demişlerdi. O [peygamber], “Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık
eder misiniz?” dedi. Onlar [İsrâîloğulları'nın ileri gelenleri], “Bize ne oldu da
yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarılmışken Allah yolunda savaşmayalım?”
dediler. Sonra da savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz
çevirdiler. Ve Allah, o zâlimleri en iyi bilendir. (Bakara/246)
Hükümdar gönderilince, kendilerinin ondan daha ehil olduklarını söyleyerek
onu küçümsediler:
Peygamberleri de onlara, “Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût'u
gönderdi” demişti. Onlar [İsrâîloğulları], “O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur,
oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hakk sahibiyiz, ona maldan bir genişlik,
bir bolluk da verilmemiştir” dediler. O [peygamberleri], “Onu sizin başınıza Allah
seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından ziyadeleştirmiştir” dedi. Allah da, mülkünü
dilediği kimseye verir. Ve Allah, vâsi'dir, alîm'dir. (Bakara/247)
103. âyetteki, Allah bahîre'den, sâibe'den, vasîle'den ve hâm'dan hiç birini
kılmamıştır. Ancak inkâr eden kimseler, Allah'a karşı yalan düzüp uyduruyorlar. Ve
41
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

65
onların pek çoğu akıl erdirmez ifadesiyle de câhiliye Araplarının bazı dinî inançları
reddedilmektedir. Câhiliye Araplarının hayvanlar ile ilgili birçok bâtıl inançları
bulunuyordu: Şöyle ki:
BAHÎRE
Araplar, dişi deve beş kez doğurduğu zaman, ona binmeyi ve sırtına yük
yüklemeyi haram sayarlardı. Yünlerini de kesmezlerdi Beşinci yavrusu erkek olursa
kurban ederler, dişi olursa kulaklarını yararlardı. Bu onun adandığını gösterirdi.
SÂİBE
İçlerinden biri hastalandığında, ya da bir şeyi kaybolduğunda veya acı bir durum
baş gösterdiğinde bir deveyi salıvermeyi adarlardı. Hasta iyileştiğinde veya kayıp
olan şey bulunduğunda yahut acıklı durumdan kurtulduklarında deveyi azat eder; ona
yük vurmazlar, sırtına binmezler ve onu kesmezlerdi. Onu başıboş salıverirlerdi.
VASÎLE
Koyun biri erkek biri dişi olmak üzere ikiz doğurduğunda erkeğini
boğazlamazlar, “Kız kardeşi ona ulaştı” derlerdi. Bu tür koyunlara da vasîle derlerdi.
HÂM
Bir erkek devenin sulbünden on tane deve dünyaya geldiğinde ya da bu deve
yavrusunun yavrusunu gördüğünde (yani, dede olduğunda), ona yük vurmazlar ve
onun sırtına binmez, “Kendini korudu [himaye etti]” derlerdi.
Bu hususta farklı tanımlar da vardır:

İbn İshâk der ki: Bahîre, Sâibe diye bilinen dişi devenin dişi yavrusudur. Sâibe
ise, arada erkek yavrulamaksızın ardı arkasına on dişi yavrulayan devedir. Böyle bir
devenin sırtına binilmez, yünü kesilmez ve sütü –misafir dışında– içilmezdi. İşte
bundan sonra yine dişi yavrusu olursa, o yavrunun da kulağı yarılır, annesi ile birlikte
serbest bırakılır, sırtına binilmez, tüyü alınmaz, misafir müstesna kimse onun sütünü
içmezdi. Annesine yapılan ona da yapılırdı. Buna göre Bahîra, Sâibe diye bilinen
devenin yavrusudur.

İbn Uzeyz der ki: Vasîle koyundan olurdu. Yine İbn Uzeyz der ki: Koyun,
yedi defa yavruladı mı, yavrularına bakarlardı. Eğer yedincisi erkek ise, kesilir ve
erkeklerle kadınlar müştereken ondan yerlerdi. Eğer dişi ise, diğer koyunlar
arasına katılırdı. Şâyet yedinci doğumu erkek ve dişi birlikte [ikiz] ise, “Bu dişi
yavru erkek kardeşine yetişti” derler ve bu durumu dolayısıyla kesilmezdi. Ancak,
bu dişi yavrunun eti kadınlara haram olduğu gibi, yine o dişi yavrunun sütü de
kadınlara haram olurdu. Bu iki yavrudan birisi ölecek olursa, o yavruyu erkekler
ve kadınlar da müştereken yerlerdi. Hâm ise, yavrusunun yavrusunun sırtına
binilecek hâle gelen erkek devedir.42
Bütün bu uygulamalar din adına yapılıyordu. Bunu yapmakla Allah'a
şükrettikleri, O'na yaklaştıklarını düşünüyorlardı.
Allah'ın indirdiğine ve Elçi'ye çağırıldıklarında, “Atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şey bize yeter” diyen kimselere, Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolu
bulmayan kimseler olsa da mı? denilerek, atalarının yanlış yolda oldukları
vurgulanmakta ve doğru yola gelmeleri istenmektedir. Atalar dininin terki konusunda
birçok kez uyarı yapılmıştır:
Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine tâbi olun!” dendiği zaman, “Aksine, biz
atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytân onları cehennemin
azabına çağırıyor idiyse! (Lokmân/21)

42
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

66
Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun” dendiği vakit, “Aksine biz, atalarımızı
neyin üzerinde bulduysak ona uyarız” dediler. Ataları bir şeye akıl erdirmez ve doğru
yolu bulmaz idiyseler de mi? (Bakara/170)
Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek,
mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri, “Şüphesiz biz babalarımızı bir ümmet
[önderli toplum] üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız”
demişlerdi. O [gönderilen uyarıcı], “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz
şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?” dedi. Onlar, “Şüphesiz biz sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz” dediler. (Zuhruf/23-24)
Müşriklerin akılsız davranışları açıklandıktan sonra mü’minlere öğüt
verilmektedir:
Ey iman eden kimseler! Kendiniz kendiniz üzeresiniz [herkes kendinden
sorumludur]. Siz hidâyete erdiğiniz zaman, sapan kimseler size zarar veremezler.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. Sonra da O, yapmış olduğunuz şeyleri size haber
verecektir.
106. Ey iman etmiş kişiler! İçinizden birine ölüm hazır olduğu zaman,
vasiyet sırasında aranızdaki şâhitlik, kendi içinizden adalet sahibi iki kişidir.
Yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, sonra da ölümün musibeti size gelip
çatmışsa, sizden olmayan iki kişidir. Eğer şüpheye düşerseniz, salâttan sonra
onları alıkorsunuz. Sonra da onları, “Akraba bile olsa, yemini bir çıkar karşılığı
satmayacağız, Allah'ın şâhitliğini gizlemeyeceğiz. Aksi hâlde günahkârlardan
oluruz” diye Allah'a yemin ettirirsiniz.

107. Sonra da eğer o ikisinin [şâhitlerin] bir günah işledikleri anlaşılırsa


ölene daha yakın olan hakk sahiplerinden diğer iki kişi onların yerine geçerler de,
“Bizim şâhitliğimiz, o ikisinin [önceki iki kişinin] şâhitliğinden daha doğrudur ve
biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz zâlimlerden olurduk” diye
Allah'a yemin ederler.

108. İşte bu [böyle bir yemin], şâhitliklerini usulüne göre yapmaları yahut
yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları için en yakın
[iyi] yoldur. Allah'a takvâlı davranın ve kulak verin. Ve Allah, fâsıklar
topluluğuna kılavuzluk etmez.

Bu âyetlerde Bakara sûresi'nde konu edilen vasiyetin yapılış şekline dair bazı
ilkeler bildirilmektedir. Vasiyet hakkında geçen âyetler:
Sizden birinize ölüm hazır olduğu vakit, eğer bir hayır [mal] bıraktıysa,
muttakiler üzerine bir hakk olarak, babası-anası ve en yakın akrabası için, ma‘rûf ile
vasiyet etmek yazıldı [farz kılındı]. Artık her kim, bunu duyduktan sonra onu
değiştirirse, onun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz Allah, en iyi
işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/180-181)
Konumuz olan âyetler ile daha evvel konu edilmiş olan vasiyetin nasıl
yapılacağı açıklanmaktadır:
• Mü’minlerden birine ölüm hazır olduğu zaman, vasiyet sırasında kendilerinden
dindar, muttaki, güvenilir iki şâhit bulundurmalılar.
• Vasiyette bulunacak kimse gurbette ise, yakını olmayan iki şâhit bulacaktır.
• Şüpheye düşerlerse, salâttan sonra musallada onları alıkoyup, “Akraba bile
olsa, yemini bir çıkar karşılığı satmayacağız, Allah'ın şâhitliğini gizlemeyeceğiz.
Aksi hâlde günahkârlardan oluruz” diye Allah'a yemin ettirmelidirler.

67
• Bu şâhitlerin yalan veya yanlış söylediği anlaşılırsa ölene daha yakın olan
hakk sahiplerinden iki kişi onların yerine geçerler ve “Bizim şâhitliğimiz, o ikisinin
şâhitliğinden daha doğrudur ve biz kimsenin hakkına tecavüz etmedik. Aksi hâlde biz
zâlimlerden olurduk” diye Allah'a yemin ederler. İşte bu, şâhitliklerini usulüne göre
yapmaları yahut yeminlerinden sonra yeminlerinin kabul edilmemesinden korkmaları
için en iyi yoldur.

• Sağlam bir vasiyet ile miras taksiminden doğabilecek hakksızlıklar ortadan


kalkacaktır.
109. Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap
nedir?” Onlar, “Bizim hiç bir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki Sen, ğaybları en iyi
bilenin ta kendisisin” dediler.
Bu âyette işin âkıbetine dikkat çekilmektedir. Elçi ile, elçinin gönderildiği
insanlar arasındaki ilişkiye geçmiş sûrelerde, özellikle de bu sûrede sıkça
değinilmişti. Burada buna tekrar dikkat çekilip, âhirette elçilerin tanıklığı, elçinin
tebligatına duyarsız kalanların aldanmışlığı konu edilmektedir.
Elçilerin tanıklığı şu âyetlerde de zikredilmektedir:
Andolsun, kendilerine elçi gönderilmiş olanları da sorguya çekeceğiz, andolsun,
gönderilen elçileri de sorguya çekeceğiz. (A‘râf/6)
Hakklarında söz gerçekleşen kimseler, “Rabbimiz! İşte bunlar bizim
azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık. Biz
Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler. Ve “Ortaklarınızı
çağırın!” denir, onlar da çağırırlar. Sonra da onlar kendilerine cevap vermezler ve
azabı görürler. –Ne olurdu onlar doğru yola girmiş olsalardı!– Ve o gün O [Allah],
onlara seslenir de, “Gönderilenlere [elçilere] ne cevap verdiniz?” der. İşte o gün
onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık onlar birbirlerine de
soramazlar. (Kasas/63-66)
Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık
olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisâ/41)
Elçiler vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt
etme günü için... (Mürselât/11-13)
Âhirette elçilerin tanıklığı Kur’ân'da somut olarak sahnelenmiştir. Allah elçisi
Muhammed'in Tanıklığı:
İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a özgüdür. Kâfirler için ise o, pek çetin
bir gün olmuştur. Ve o gün, o zâlim kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke Elçi ile
beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı halîl [önder] edinmeseydim. Hiç
şüphesiz bana geldikten sonra, beni Zikir'den o saptırdı. Ve şeytân insan için bir rezil
edenmiş!” der. Elçi de, “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’ân'ı
mehcur [terk edilmiş bir şey] edindiler” dedi. (Furkân/26-30)
Îsâ'nın tanıklığı da aşağıdaki âyetlerde sahnelenmiştir:
110. Hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve
annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni kudüs'ün rûhu ile
güçlendirmiştim. Yüksek mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara
konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için
konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim
iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim
iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına

68
yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri
çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de onlardan inkâr
edenlerin, “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni, onlardan
çekmiştim [korumuştum].”
111. Ve hani havarilere, “Bana ve elçime inanın” diye vahyetmiştim.
Onlar, “İnandık” ve “bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza tanık ol”
demişlerdi.

112. Hani havariler, “Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir sofra
indirebilir mi?” demişlerdi. O [Îsâ], “Eğer iman edenler iseniz Allah'a takvâlı
davranın” demişti.

113. Onlar [havâriler], “Biz, istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice


yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve biz de buna tanıklardan olalım”
dediler.

114. Meryem oğlu Îsâ, “Allahım, Rabbimiz! Bizim üzerimize, bizim için,
öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bir bayram ve Senden bir âyet olarak gökten
bir sofra indir. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızıklandıranların en hayırlısısın!” dedi.
115. Allah dedi ki: “Şüphesiz Ben, onun size indiricisiyim. Artık bundan
sonra sizden kim inkâr ederse, Ben onu âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir
azapla azaplandıracağım.”
116-118. Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi
insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [Îsâ],
“Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz.
Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı
bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; ğaybları en iyi bilenin
ta kendisisin! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin
Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’ dedim. Ve ben içlerinde olduğum müddetçe
onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, Sen onları
gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer
onlara azap edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan,
şüphesiz Sen, azîz ve hakîm'in ta kendisisin” dedi.

119. Allah dedi ki: “Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı
gündür. Onlar için içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan
cennetler vardır.” Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır.
İşte bu, en büyük kurtuluştur.

120. Göklerin, yeryüzünün ve bunların içinde bulunan şeylerin mülkü


yalnızca Allah'ındır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.
Bu âyet grubunda elçilerin dünyadaki görevi, insanlar ile ilişkileri ve onlara
tanıklığı, dünya ve âhiret sahneleri ile Îsâ peygamber örneklenmek sûretiyle somut
olarak anlatılıyor.
Allah ilk önce Îsâ'ya, Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde
olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni kudüs'ün rûhu ile güçlendirmiştim. Yüksek
mevkide olan biri olarak ve yetişkin biri olarak insanlara konuşuyordun. Hani sana
kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri],
Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey
yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör

69
olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim
iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık kanıtlarla gelip de
onlardan inkâr edenlerin, “Bu ancak apaçık bir sihirdir” dedikleri zaman seni,
onlardan çekmiştim [korumuştum]. Ve hani havarilere, “Bana ve elçime inanın”
diye vahyetmiştim. Onlar, “İnandık” ve “Bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza
tanık ol” demişlerdi. Hani havariler, “Ey Meryem oğlu Îsâ! Rabbin bize gökten bir
sofra indirebilir mi?” demişlerdi. O [Îsâ], “Eğer iman edenler iseniz Allah'a takvâlı
davranın” demişti. Onlar [havâriler], “Biz istiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz
iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bizde buna tanıklardan olalım”
dediler. Meryem oğlu Îsâ, “Allahım, Rabbimiz! Bizim üzerimize, bizim için,
öncekilerimiz ve sonrakilerimiz için bir bayram ve Senden bir âyet olarak gökten bir
sofra indir. Ve bizi rızıklandır. Ve Sen rızıklandıranların en hayırlısısın!” dedi. Allah
dedi ki: “Şüphesiz Ben, onun size indiricisiyim. Artık bundan sonra sizden kim inkâr
ederse, ben onu âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azapla
azaplandıracağım” diyerek Îsâ'nın dünyada yaşamış olduğu önemli olayları
hatırlatır.
Sonra da hesaba çeker:
Allah, “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah'ın
astlarından iki tanrı edinin’ dedin?”diye sorduğunda, O [Îsâ], “Sen münezzehsin,
benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş
olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin
nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen ğaybları en iyi bilenin ta kendisisin! Ben onlara
sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin’
dedim. Ve ben içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen
beni vefat ettirdin, Sen onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her
şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır
ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, azîz ve hakîm'in ta kendisisin diye cevap
verir.
Sonra, Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için
içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan, cennetler vardır. Allah,
onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük
kurtuluştur. Göklerin, yeryüzünün ve bunların içinde bulunan şeylerin mülkü
yalnızca Allah'ındır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir buyurularak, akıllarını
başlarına almaları için insanlar uyarılır.
112. âyette zikri geçen “sofra”nın gönderilip gönderilmediği açıklanmaz. Eldeki
muharref İncîllerde de bu konuya dair bir bilgi yoktur. Ama rivâyet mekanizması
burada da devreye girer ve üretimine devam eder: “Sofra indi. Sofrada pulsuz ve
kılçıksız bir balık vardı. Yanında da tuz, sebze, sirke, üzeri yağlı ekmek, bal, peynir,
zeytin ve pastırma vardı”, “Sofrada, yedi çörek ve yedi balık vardı”, “Sofra,
dünyadaki tüm yiyeceklerin lezzetini veren bir balıktı”, “Sofra cennet
nimetlerindendi”, “Sofra, ekmek, pirinç pilavı ve sebzeden ibaretti”, “Havariler hep
bu sofradan beslenirlerdi. Sonra birisi hırsızlık etti, sofra ondan sonra inmez oldu.”
vs. gibi daha birçok asılsız ve mesnetsiz sözler ortaya atılmıştır.
Kanaatimizce sofra inmemiştir. Zira âyette, Ben, onun size indiricisiyim. Artık
bundan sonra sizden kim inkâr ederse, Ben onu âlemlerden hiç kimseye
yapmayacağım bir azapla azaplandıracağım buyurulmuştur, ki böyle bir mucize
ızharından sonra felaket söz konusudur:
Ve onlar, “Bu Peygamber'e bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer Biz bir
melek indirmiş olsaydık, iş, mutlaka bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile
açtırılmazdı. (En‘âm/8)

70
Ve Bizi, âyetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış
olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi
vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak
korkutmak için göndeririz. (İsrâ/59)
Burada dikkat çeken ikinci nokta da, Îsâ'nın insanlara, kendisini ve annesini
kutsallaştırmaları yönünde bir telkininin olmadığıdır. Hristiyanlıkta Îsâ ve Meryem'in
kutsallaştırılması, çıkarcı sözde din bilginleri tarafından sonradan dayatılmıştır. Bu
konu 68-79. âyetin tahlili kapsamında detaylı olarak sunulmuştu.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.

71

You might also like