Professional Documents
Culture Documents
GİRİŞ
Mekke’de 63. sırada inmiş olan sure, adını 35. ayetteki “ زخرفZuhruf [altın,
mücevher]” sözcüğünden almıştır. 45. ayetinin Medenî olduğu da nakledilmiştir.
(Süyuti; el-İtkan)
Bu surenin de temel konusu Kur’an ve tevhiddir. Allah’ın evrendeki yaygın
mucizelerine sık sık dikkat çekilir. Müşriklerin körü körüne atalarını taklitleri,
melek anlayışları kınanır. İbrahim, Musa ve İsa peygamberlerin tevhid
mücadelesinden kısaca bahsedilir.
Necmleri arasındaki yakın ilişkiden, surenin bir kerede veyahut yakın
aralıklarla indiği anlaşılmaktadır.
1
MEAL:
2
24 – O [Gönderilen uyarıcı]; “Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz
şeyden daha doğrusunu getirmişsem de mi?" dedi. Onlar: “Şüphesiz biz sizin
kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edenleriz” dediler.
25 – Bunun üzerine Biz de onlardan intikam aldık [onları yakaladık,
cezalandırmak suretiyle adaleti sağladık]. Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir
bak!
26, 27 – Ve hani bir zamanlar İbrahim babasına ve kavmine: “Şüphesiz ben
sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O, beni
doğru yola iletecektir” dedi.
28 – O [İbrahim], bunu [bu sözü], onların dönmesi için ardından gelecek
olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı.
29 – Bilakis, Ben bunları da babalarını da kendilerine hakk/gerçek ve
açıklayıcı bir elçi gelinceye kadar kazançlandırdım.
30 – Ve hakk/gerçek kendilerine geldiği zaman onlar: “Bu, bir büyüdür ve
şüphesiz biz onu inkâr edenleriz” dediler.
31 - Yine onlar: “Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?” dediler.
32 - Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya
hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine
işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle
yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
33 -35- Ve eğer insanlar bir tek ümmet olmayacak olsalardı, Biz, Rahman’ı
inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları
merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve
altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit hayatın kazanımından başka bir
şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.
36, 37 – Ve her kim Rahman’ın zikrinden körleşirse Biz ona bir şeytan
musallat ederiz de artık o, onun için karindir [yaştaştır, yandaştır]; ve şüphesiz ki
onlar [karinler], onları [körleşenleri] Yol’dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
doğru yolda olduklarını sanırlar.
38 - Nihayet Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda iki doğu [doğu ile
batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı.” der. -Öyleyse bu ne kötü bir karindir
[yaştaştır, yandaştır!]. -
39 – Ve bugün o [pişmanlık duymanız] size hiçbir fayda sağlamayacak. Siz
zulmettiğiniz zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız.
40 - O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir
sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin?
41 – Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onlardan intikam
alanlarız [onları cezalandırarak adaleti sağlarız].
42 - Yahut da onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların
aleyhlerine güç yetirenleriz.
43 - Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol
üzerindesin.
44- Ve şüphesiz o [sana vahyedilen; Kur'an], senin için de, kavmin için de
gerçekten bir öğüttür/ şan şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.
61, 62 – Ve şüphesiz o [sana vahyedilen; Kur'an] o saat [kıyametin kopuşu]
için kesinlikle bir bilgidir: “Sakın onda [kıyametin kopuşu hakkında] şüpheye
düşmeyin ve bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın.
Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.”
3
45 – Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz
Rahman’ın astlarından ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?"
46- Ve Hiç kuşkusuz Biz Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve onun ileri
gelenlerine elçi gönderdik de o: “gerçekten ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim”
demişti.
47 – Sonra da Musa mucizelerimizi onlara getirince onlar hemen onlara
[mucizelere] gülüverdiler.
48 – Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize kardeşinden [önceki
mucizeden] mutlaka daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz onları azapla
yakaladık.
49 - Onlar da: “Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine, bizim için Rabbine
dua et. Şüphesiz biz kesinlikle doğru yola gireceğiz” dediler.
50 - Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar
sözlerinden dönüverirler.
51- 53 – Ve Firavun, kavminin içinde seslendi: “Ey kavmim! Mısır
hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor
musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise açıklayamayan
[meramını anlatamayan], kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem onun üzerine
altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar halinde melekler
gelmeli değil miydi?” dedi.
54 - Firavun kendi kavmini hafifleştirdi [etkisizleştirdi] de onlar da ona itaat
ettiler. Şüphesiz onlar, fâsıklar toplumu idiler.
55, 56 - Nihayet onlar, Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık
[cezalandırarak adaleti sağladık]. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da
onları sonradan gelecekler için selef ve örnek kıldık.
57 - Meryem oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca da, senin kavmin, ondan
mesafelenip giderler.
58 – Ve onlar [senin kavmin]: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o
mu [Muhammed mi/ İsa mı]?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya
attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59 - O [İsa], sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini
İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
60- 63, 64- İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti
[zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve
hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O
halde Allah’a karşı takvalı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim
Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir
yoldur.”
65 - Fakat gruplar, İsa hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Artık
acı bir günün azabından dolayı zulmedenlerin vay hâline!
66 - Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, Saat’in kendilerine
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
67 - O gün Muttakiler hariç tüm izdaşlar [birbirinin izinden gidenler],
birbirlerine düşmandırlar.
68- 70 – “Ey ayetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım!
Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış
olanlar olarak girin cennete!
71- 73 - -Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler
dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.-
Ve siz orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler
4
sebebiyle, kendisine varis edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler
vardır. Onlardan yiyeceksiniz.
74- 76- Şüphesiz ki günahkârlar cehennem azabında süreklidirler.
Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Biz onlara
zulmetmedik, fakat onlar, zalim kimselerin ta kendileri idiler.
77- Ve onlar seslenirler: “Ey Malik! Rabbin bizim aleyhimize gerçekleştirsin
[işimizi bitirsin].” O [Malik]: “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” dedi.
78 – Ant olsun ki Biz size hakkı getirdik. Velâkin sizin çoğunuz hakkı çirkin
görüyorsunuz.
79 - Yoksa onlar işi sağlama mı almışlar [garantiye mi bağlamışlar]? İşte Biz,
şüphesiz, sağlamcılarız.
80 - Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi
mi sanıyorlar? Evet! [İşitiriz], yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar.
81 - De ki: “Eğer Rahman için bir çocuk olsaydı, o takdirde ibadet edenlerin
ilki ben olurdum."
82- Göklerin ve yerin Rabbi; arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden
münezzehtir.
83- Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya
kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84- Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, Hakîm’dir,
Alîm’dir.
85 – Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece
kendisine ait olan o Zat [Allah] ne cömerttir. Saat’in bilgisi de yalnızca onun
yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz.
86- Ve onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate malik
olamazlar. Ancak hakka şahit olan zat müstesnadır. Onlar da biliyorlar.
87- Yine ant olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle:
“Allah” derler. O halde nasıl çevriliyorlar!
88- Ve onun “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir.”
demesi kanıttır ki ...
89- Artık sen onlardan vazgeç ve “Selam!” de. Artık onlar yakında
bileceklerdir.
5
TAHLİL
2- 3 – Apaçık/ açıklayan kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye
Arapça bir Kur'an [okuma] yaptık.
4 – Ve şüphesiz o [Kur’an], Bizim nezdimizdeki ana kitapta gerçekten çok
yücedir ve hakîmdir [yasalar içermektedir, sağlamdır; bozulması engellenmiştir].
6
Zaten bir kitabın okunup anlaşılması da bu iki temel özelliğe sahip olmasına
bağlıdır. Yabancı dildeki bir kitabı o dili bilmeyenlerin anlaması mümkün
olmadığı gibi, kullanılan dilin düzgün, açık ve anlaşılır olmaması da aynı sonucu
doğurur. Kur’an olumlu anlamda her iki özelliğe de sahip bir kitaptır. Herşeyden
önce dili Arapçadır. Kur’an’ın ilk muhatabı olan Arap toplumundan biri çıkıp da
“Yabancı bir dilde geldiği için biz bu kitabı anlamıyoruz, doğru olup olmadığına
karar veremiyoruz” diye bir mazeret öne sürmesi söz konusu olamaz. Bir
toplumun diliyle de olsa, düzensiz, nizamsız, karmakarışık kitaplar da anlaşılmaz.
Kur’an bu yönüyle de üstün bir niteliğe sahiptir. Kur’an’ı okuyanlar onun açık,
anlaşılır, misallerle dolu mükemmel anlatımını rahatlıkla müşahede ederler.
Bu ayetlerde ayrıca Kitap’ta anlaşılmayacak herhangi bir ayetin bulunmadığı
da açıklanmış olmaktadır.
Ve şüphesiz o [sana vahyedilen; Kur'an], senin için de, kavmin için de gerçekten bir öğüttür/
şan şereftir; siz ondan sorgulanacaksınız. (Fussılet/44)
Ve bu [Kur'ân], “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa [yahudi ve hıristiyanlara] indirildi;
Biz ise, onların okumasından habersizdik [o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk”
veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye
Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve takvalı
davranın. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın
ayetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz
çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız. (En’am/155-157)
4. ayette Kur’an ile ilgili olarak “... Bizim nezdimizdeki ana kitap ...” ifadesi
kullanılmıştır. Bu ifade Rabbimizin “Levh-ı mahfuz” diye bildirilen Kelâm sıfatına
bir işarettir. Bu husus Kur’an’da birkaç değişik şekilde ifade edilmiştir:
Artık hayır. Necmlerin [her indirilmede gelen ayetlerin] yerlerini / zamanlarını [inişini] kanıt
gösteririm ki -ve eğer bilirseniz bu büyük bir yemindir [kanıt gösterimidir]-, hiç kuşkusuz o, şerefli
Kur’an’dır. Saklanmış [korunmuş] bir kitaptadır. Ona mutahherlerden [temizlenmişlerden] başkası
temas edemez. [O] Âlemlerin Rabbinden indirilmedir. (Vakıa/75- 80)
5 – Peki Biz, siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye o Zikr’i [öğüt dolu
Kur’an’ı] size göndermekten vaz mı geçelim?
60 – Ve eğer Biz dileseydik, sizden, yeryüzünde yerinize geçecek melekler
kılardık.
7
Bu ifadeyi şöyle bir anlama çekmek de mümkündür:
“Siz, başıboş; istediğinizle baş başa bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz? Hayır,
hayır! Sizi başıboş bırakmıyoruz. İnanmanız ve yapmanız gerekenleri ısrarla
önünüze koyacağız. Sonra da bunların hesabını sizden soracağız.”
Buradan anlaşılıyor ki, tevhid tebliğcileri yılmadan, usanmadan, çalışmalarını
kesintiye uğratmadan görevlerini sürdürmeli, neticeyi de Allah’a bırakmalıdırlar.
Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık
belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik. (İbrahim/45)
Ve her ümmet için elçi olacaktır. O elçileri geldiğinde de aralarında adalet gerçekleştirilmiştir.
Ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Yunus/47)
Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı?
Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı
bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. (Mü’min/
82)
Nihayet onlar, Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık [cezalandırarak adaleti
sağladık]. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da onları sonradan gelecekler için selef ve
örnek kıldık. (Zuhruf/55, 56)
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu]... -İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler
[kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mü’min/85)
Allah'ın önceki geçen kimseler hakkındaki sünneti [tutumu-kanunu] olarak… Ve sen Allah'ın
sünneti için asla bir değişiklik bulmayacaksın! (Ahzab/62)
8
9 – Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye
sorsan, kesinlikle “Onları Azîz, Alîm yarattı” diyeceklerdir.
Yine ant olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin “Allah”
diyeceklerdir. De ki: “Allah'a hamd olsun!” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokman/25)
Yine ant olsun ki onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı?"
diye sorsan, kesinlikle, "Allah" derler. O halde nasıl çevriliyorlar? (Ankebut/61)
Ve sen gerçekten onlara: “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sormuş olsan kesinlikle
“Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse gördünüz mü Allah’ın astlarından çağırdıklarınızı! Eğer
Allah bana bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını giderebilenler midirler? Yahut bana bir
rahmet dilediyse, onlar O’nun rahmetini tutanlar mıdırlar? De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül
edenler, yalnızca O’na tevekkül ederler.” (Zümer/38)
Yine ant olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle: “Allah” derler. O
halde nasıl çevriliyorlar! (Zuhruf/87)
10 – O [Allah] ki, yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı. Orada doğru yolda
gidesiniz diye birtakım yollar da kıldı.
11- Ve O [Allah] ki, suyu gökten belli bir ölçü ile indirdi. Sonra Biz, onunla
ölü bir beldeyi canlandırdık. İşte siz, böyle çıkarılacaksınız.
12- 14 - Ve O, bütün çiftleri [eşleri] yarattı. Ve siz onların sırtına binip
üzerlerine yerleşesiniz, sonra onların üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin
nimetini anarak: “Bunları bizim hizmetimize veren Allah eksikliklerden
münezzehtir. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca
Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye sizin için gemilerden ve hayvanlardan
bineceğiniz şeyleri kıldı.
9
* Yeryüzünü sizin için bir beşik kılan
* Orada doğru yolda gidesiniz diye birtakım yollar da kılan
* Suyu gökten belli bir ölçü ile indiren
* Ölü bir beldeyi canlandıran
* Bütün çiftleri [eşleri] yaratan
* Onların sırtına binip üzerlerine yerleştiren
* Üzerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak: “Bunları bizim
hizmetimize veren Allah eksikliklerden münezzehtir. Yoksa bizim bunlara
gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz de yalnızca Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye
gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri kılan
* Allah’ın yenilmezliği ve her şeyi en iyi bilen oluşu.
Bunlardan ilki, Rabbimizin yeryüzünü insanlar için bir beşik kılmış olmasıdır.
Öyle bir beşik ki, insanlar o beşik içerisinde rahat rahat hayatlarını
sürdürmektedirler. Beşik nasıl bebekler için rahat ve uygun bir istirahat yeriyse,
yeryüzü de insanlar için öyledir.
10. ayette yer alan “birtakım yollar” ifadesinin Ta Ha/53, 54’ün delaletiyle
“bir takım geçim yolları” olarak anlaşılması da mümkündür.
O, yeryüzünü sizin için bir döşek yapan, oradan sizin için yollar açan ve gökten bir su
indirendir.” dedi. -İşte Biz o su ile türlü türlü bitkilerden çiftler çıkardık. Yiyiniz ve hayvanlarınızı
otlatınız. Şüphesiz akıl sahipleri için bunda nice ayetler vardır! Biz sizi ondan [yeryüzünden]
yarattık, sizi ona döndüreceğiz ve sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.- (Ta Ha/53, 54)
Ayette konu edilen “bütün çiftler”, evrendeki tüm varlıkların çiftler halinde
yaratılmış olduğu gerçeğini ifade etmektedir. “Tatlı-ekşi, beyaz-siyah, erkek-dişi,
üst-alt, sağ-sol, ön-arka, mazi-müstakbel, zât-sıfat, yaz-kış ve ilkbahar-sonbahar,
kış-yaz, gece-gündüz, yer-gök, cennet-cehennem, hayır-şer, iman-küfür, fayda-
zarar, fakirlik-zenginlik, sağlık-hastalık ... gibi çiftler buna örnektir. Varlıkların
çift oluşu, onların bir yaratan tarafından yaratılmış olduklarının kanıtıdır.
Şu şafağa, on geceye, çifte ve teke, geçip gideceği sırada şu geceye ant olsun ki [Şu şafağı, on
geceyi, çifti ve teki, geçip gideceği sırada şu geceyi kanıt gösteririm ki], ... (Fecr/1- 4):
Ve Biz yeri yayıp döşedik ve ona sabit dağlar bıraktık. Orada görünüşü iç açıcı-göz alıcı her
çiftten bitkiler bitirdik. (Kaf/7)
O [Allah], gökleri dayanak olmadan yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, sizi
sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda her dâbbehden [canlıdan] türetip
yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her kerim çiftten bitki bitirdik. (Lokman/10)
15- Ve onlar, O’nun için kendi kullarından bir parça kıldılar. Şüphesiz şu
insan kesinlikle apaçık bir nankördür.
10
16 - Yoksa O, yarattıklarından kızlar edindi de oğulları size mi seçti?
17 - Onlardan biri, Rahman’a örnek vurduğu ile müjdelendiği zaman yüzü
simsiyah kesilir. Ve o yutkunan biridir.
18 – Ve yoksa onlar, mücevherler içerisinde yetiştirilip de mücadelede apaçık
olmayanı mı?
19 - Onlar Rahman’ın kullarının ta kendisi olan melekleri de dişi kıldılar.
Onlar, onların yaratılışına tanık mı oldular? Onların tanıklıkları yazılacak ve
onlar sorguya çekileceklerdir.
20 – Ve onlar: "Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık" dediler.
Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar.
Ve onlardan biri kadın ile [kız doğum haberi ile] müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü
kapkara kesilir. (Nahl/58)
Ve onlar Onlar, Allah’a kızlar isnad ediyorlar. – O [Allah], bundan münezzehtir. – Kendileri
için de iştahlandıkları şey [oğlan çocukları] vardır.
Ve onlardan biri kadın ile [kız doğum haberi ile] müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü
kapkara kesilir.
Kendisine verilen müjdenin kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir; zillet ve horluğa rağmen
onu [kızı] yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Dikkat edin onların verdikleri hüküm
[töreleri] ne kötüdür! (Nahl/57- 59)
Ve onlar, O’nun [Allah'ın] yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a bir hisse kıldılar da
kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte ortakları için
olan şey [hisse] Allah'a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne
kötüdür! (En’am/136)
Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz Rahman’ın astlarından
ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?" (Zuhruf/45)
20. ayette yer alan “Eğer Rahman dileseydi, biz onlara tapmazdık” ifadesinden
müşriklerin yine kusuru Allah’a buldukları anlaşılmaktadır. Müşriklerin sıkışınca
böyle bahanelere sıkça başvurdukları birçok ayette dile getirilmiştir:
11
Onlara: “Allah’ın sizi rızklandırdığı şeylerden infak edin” denildiği zaman da o kâfirleşmiş
kişiler, şu iman etmiş kişiler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız?
Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Ya Sin/47)
Allah’a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da
ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı
tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece
zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (En’am/148)
Ve ant olsun ki Biz, düşünüp öğüt alsınlar diye Pürüzsüz Arapça bir kur'ân [okuma] olarak;
takvalı davransınlar diye bu Kur'ân'da insanlar için her türlüsünden örnek verdik. (Zümer/27, 28)
21 - Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona mı
tutunuyorlar?
Bu ayette, müşriklerin Allah’ın Rabb oluşunu kabul etmeyerek yerde ve gökte
işleri idare eden bir takım sahte rabler edinmelerine ve melekleri dişi varlıklar
kabul ederek onların Allah’ın kızları olduğuna inanmalarının ilahi bir kaynağa
dayanmadığına işaret edilmektedir.
Yoksa Biz onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na
[Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? (Rûm/35)
Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine tabi olun!”dendiği zaman: “Aksine, biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz şeye uyarız” dediler. Ya şeytan onları cehennemin azabına çağırıyor idiyse!
(Lokman/21)
12
Ve onlar bir iğrençlik yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, bunu bize Allah
emretti” derler. De ki: “Allah iğrençliği emretmez. Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi
söylüyorsunuz?” (A’raf/28)
23. ayette geçen “Ümmet” sözcüğü, terim olarak “kendi iradeleriyle veya bir
zorunluluk neticesinde aynı zamanda aynı yerde bulunan; iyi ya da kötü aynı
inanca sahip olan; aynı amacı gütme neticesinde bir arada yaşayan insan
topluluğu” demektir. Bu kavramla ilgili detay A’raf/34’ün tahlilinde verilmiştir.
(Tebyinü’l Kur’an; c.2, s. 577)
Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin
Rabbin kesinlikle mağfiret sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir. (Fussilet/43)
Şüphesiz bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana
kulluk edin. (Enbiya/92)
Yine 23. ayetteki “... oranın şımarık varlıklı kimseleri ...” ifadesinde sözü
edilenler “mütref” kimselerdir. Bu şımarık zenginler grubu, mevcut sistemin
sayesinde semirip zenginlik ve refah içinde olduklarından, sistemlerinin
yıkılmasını asla arzu etmezler. Peygamberlerin dile getirdiği düşünceler kabul
gördüğü ve yayıldığı takdirde mevcut sistemin yıkılacağını, paralarından,
pullarından, kapılarındaki kullarından olacaklarını iyi bilirler. Bu nedenle de
elçilere şiddetle karşı çıkarlar, onların en azılı düşmanı kesilirler.
“Mütref”, “nimet ve rahat yaşamın şımarttığı, azdırdığı kişi” demektir.
(Lisanü’l Arab; c. 1, s. 605, “trf” mad.) Peygamberlerin Allah’tan getirdikleri
mesajların tebliğine ilk karşı çıkanların daima servet, nüfuz ve yetki sahibi olan
zengin kimseler [mütref, mele, ekâbir] olduğu gerçeği Kur’an’da pek çok kez
vurgulanmıştır.
“Mütref” konusu daha evvel Sebe’ suresinin tahlilinde ele alındığından,
detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
13
Rabbimizin 25. ayetteki “Hadi, yalanlayanların sonu nasıl oldu bir bak!”
emriyle müminlere bu ekâbir takımının akıbetlerinin araştırılması, hayatlarının tüm
yönleriyle ortaya çıkarılması görevi verilmektedir.
Ve hani İbrahim, babası Âzer’e: “Sen putları tanrılar mı ediniyorsun? Şüphesiz ben seni ve
kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum” demişti.
Ve Biz [kanıt elde etmesi] ve kesin inananlardan olması için İbrahim'e göklerin ve yerin
melekûtunu böylece gösteriyorduk.
Bu nedenle o [İbrahim], üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: “Bu, benim Rabb'imdir"
dedi. Sonra yıldız batınca: “Ben batanları sevmem” dedi.
Sonra Ay'ı doğarken görünce de “Bu, benim Rabb’imdir” dedi. O da batınca: “Ant olsun ki
Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, kesinlikle ben sapkınlar kavminden olurum” dedi.
Sonra Güneş'i doğarken görünce de: “Bu benim Rabb’imdir, bu daha büyük” dedi. Sonra o da
batınca: “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Kesinlikle ben hanif
olarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene/yok edecek olana çevirdim ve ben ortak
koşanlardan değilim” dedi.
Ve kavmi onunla tartıştı. O [İbrahim: “Bana doğru yolu göstermişken Allah hakkında benimle
mi tartışıyorsunuz? O’na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum. -Ancak Rabbimin dilediği şey
hariç.- Rabbim bilgice her şeyi kuşatmıştır. Hala düşünmez misiniz?
Ve Allah, haklarında hiçbir güç kuvvet indirmediği halde, siz O’na ortak koşmaktan
korkmuyorken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Bu durumda eğer
biliyorsanız, bu iki topluluktan hangisi güvende olmaya daha layıktır?” dedi.
Şu iman edenler ve imanlarına zulüm giydirmeyenler [şirk karıştırmayanlar]... İşte onlar;
güven kendilerinin olanlardır. Doğru yolu bulanlar da onlardır. (En’am/74- 85)
Ve ant olsun ki biz daha önce İbrahim’e rüşdünü vermiştik. Ve Biz onu bilenler idik.
Hani o [İbrahim], babasına ve kavmine: “Bu ısrarla kendisine tapınıp durduğunuz bu heykeller
nedir?” demişti.
Onlar: “Biz atalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk” dediler.
O [İbrahim]: “Ant olsun ki sizler ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi.
Onlar: “Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?” dediler.
O [İbrahim] dedi ki: “Bilakis, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben
de buna şahitlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben
putlarınıza kesinlikle bir tuzak kuracağım.”
Sonra da o [İbrahim], ona müracaat etsinler diye kendilerine ait büyükleri dışında bunları parça
parça etti.
14
Onlar [Kavmi], “Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, kesinlikle zalimlerdendir.”
dediler.
Onlar [Bazıları] “Onları anıp duran bir genç duyduk. Onun için “İbrahim” deniliyor” dediler.
Onlar, “O halde ona tanık olmaları için onu [İbrahim’i] insanların gözleri önüne getirin”
dediler.
Onlar, “Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?” dediler
O [İbrahim]: “Aksine, onu şu büyükleri yaptı. Konuşabiliyorlarsa haydiyin onlara sorun” dedi.
Bunun üzerine kendilerine [vicdanlarına] döndüler de: “Şüphesiz siz, zalimlerin ta
kendisisiniz” dediler.
Sonra onlar yine kafalarına döndüler: “Ant olsun ki bunların konuşmayacağını bilirdin.”
dediler.
O [İbrahim]: “O halde, Allah’ın astlarından size hiçbir şeyce fayda vermeyen ve size zarar
vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah’ın astlarından taptıklarınıza da üff [yazıklar
olsun]! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?” dedi.
Onlar [kavmi]: “Eğer yapanlarsanız, şunu yakın ve tanrılarınıza yardım edin” dediler.
Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik.
Ve ona bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla hüsrana uğramışlar kıldık.
(Enbiya/51-70)
28. ayette geçen “O [İbrahim], bunu [bu sözü], onların dönmesi için ardından
gelecek olanlara devamlı kalacak bir söz yaptı” ifadesini iyi anlamak için İbrahim
peygamberin bir önceki ayette nakledilen sözünü hatırlayalım: İbrahim “Şüphesiz
ben sizin taptığınız şeylerden uzağım. -Beni yaratan ayrı.- Şüphesiz ki artık O,
beni doğru yola iletecektir” demişti. 28. ayette devamlı kalacağı bildirilen söz işte
budur. İbrahim peygamber bu sözü kendisinden sonra şirk içinde bulunanlar beni
örnek alır da Allah'tan başkasına ibadet etmekten tevbe ederler” ümidi ile
söylemiştir.
15
Bu ayetlerde, eski dönemlerdeki müşriklerin cezalandırılışı anlatıldıktan sonra
o güne kadar cezalandırılmayan müşrik Arapların takındığı yanlış tutuma
değinilmektedir. Çünkü onlar “hakk/gerçek kendilerine geldiği zaman: ‘Bu, bir
büyüdür ve şüphesiz biz onu inkâr edenleriz” dedikleri gibi, “Bu Kur'an, şu iki
şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” diyerek kendilerini uyaran son
peygambere karşı çıkmışlardır.
Mekkeli müşriklerin durumu şu ayetlerde de dile getirilmiştir:
Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): “İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin.
Bu, gerçekten, istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu
ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” –Aksine onlar Benim
Zikr’imden bir kuşku içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.– (Sad/6- 8)
Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse,
mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki
kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların
sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde
öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme
bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43)
Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap gelince –ki, bunlar daha
önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti- onu
inkâr ettiler. Artık Allah'ın laneti kâfirler üzerinedir. (Bakara/89)
Ve kendilerini fitnelemek için basit hayatın çiçeği olarak, onlardan kimi çiftleri kendileriyle
yararlandırdığımız şeylere [mal, mülk, evlât ve saltanata] sakın gözlerini dikme [rağbetle bakma].
Ve Rabbinin rızkı daha iyi ve daha süreklidir. (Ta Ha/131)
Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere [mal ve
servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını müminler için
indir. Ve: “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hıcr/88, 89)
33 -35- Ve eğer insanlar bir tek ümmet olmayacak olsalardı, Biz, Rahman’ı
inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları
16
merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve
altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit hayatın kazanımından başka
bir şey değildir. Ahiret ise Rabbinin katında takva sahipleri içindir.
Hayır, hayır! Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendini yeterli gördüğünde [zengin olduğuna
inandığında], kesinlikle azar [tuğyan eder]. (Alak/6- 8)
Ve onların kendileri bunlara tam bir kanaat getirdiği hâlde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları
bile bile inkâr ettiler. -Şimdi bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!- (Neml/14)
Kur’an, dünyadaki lüks yaşamın, altın ve gümüş gibi değerlerin bu dünyaya ait
basit, önemsiz kazanımlar olduğunu; asıl kazancın ahirete yönelik olduğunu, bu
nedenle de zenginliğin, lüks yaşamın insanı azdırmaması, yoldan çıkarmaması
gerektiğini ihtar etmekte ve toplumu bu yönde yönlendirenlerin arkasına
düşülmemesini istenmektedir.
36, 37 – Ve her kim Rahman’ın zikrinden körleşirse Biz ona bir şeytan
musallat ederiz de artık o, onun için karindir [yaştaştır, yandaştır]; ve şüphesiz ki
onlar [karinler], onları [körleşenleri] Yol’dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin
doğru yolda olduklarını sanırlar.
38 - Nihayet Bize gelince: “Keşke seninle benim aramda iki doğu [doğu ile
batı] arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı.” der. -Öyleyse bu ne kötü bir karindir
[yaştaştır, yandaştır!]. -
39 – Ve bugün o [pişmanlık duymanız] size hiçbir fayda sağlamayacak. Siz
zulmettiğiniz zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız.
17
Pasajn 36. ayetini surenin 5. ayeti ile birlikte değerlendirdiğimizde ortaya şöyle
bir anlam da çıkmaktadır: “Biz size Zikr’i ulaştırmaya devam edeceğiz. Her kim
ondan yüz çevirmek sureti ile Zikr’i görmezlikten gelirse Biz ona bir şeytanı
musallat ederiz. Küfrünün, körlüğünün bir cezası olmak üzere ona bir şeytan
veririz. O da sürekli onu yoldan çıkarır, o da kendini hep doğru yolda sanır”.
Ayetin orijinalinde “ المشرقينiki doğu” ifadesi geçmektedir. Ancak bu ifade
“doğu ve batı” demektir. Arapçada iki ayrı şey bazen birinin tesniye [ikil]
yapılmasıyla da ifade edilebilmektedir. Meselâ Ay ve Güneş “ القمرينKamerayn [iki
ay]” diye de söylendiği halde bu ifadeyle Ay ve Güneş kastedilir. Yine “ عمرين
Omerayn [iki Ömer]” ifadesiyle de Ebubekir ve Ömer kastedilir. Öğle ile ikindiye
“ عصرانasrani [iki ikindi], ana-babaya الوالدينvalideyn [iki ana] ve االبوينebeveyn
[iki baba] denilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
38. ayetteki “doğu ile batı arasındaki uzaklık” ifadesiyle kastedilen, en uzun
mesafedir.
Ve kim kendisine doğru yol apaçık ortaya çıktıktan sonra Elçi’ye karşı çıkar ve müminlerin
yolundan başkasını izlerse, Biz onu döndüğü şeye döndürürüz ve onu cehenneme sokarız. O da ne
kötü bir gidiş yeridir! (Nisa/115)
Ve Biz onlara bir takım karinleri [yakınları [İblislerini]] kabuk gibi üzerlerine kaplattık, onlar
da, önlerinde ve arkalarında [tüm çevrelerinde] olanları kendilerine süslü gösterdiler. Cinn ve
insten [herkesten], kendilerinden önce gelip-geçmiş ümmetlerde yürürlükte olan SÖZ onların
üzerine hak oldu. Şüphesiz onlar, hüsrana uğrayanlar idiler. (Fussilet/25)
Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri
katılaştı ve şeytan onlara yapmakta oldukları şeyleri çekici gösterdi [süsledi]. (En’am/43)
Allah’a yemin olsun ki, Biz kesinlikle senden önce bir takım ümmetlere elçiler gönderdik de
şeytan, onlara amellerini bezeyip süslü gösterdi. İşte o şeytan, bu gün onların velisidir. Ve onlar
için acı bir azap vardır. (Nahl/63)
Derken, çok beklemeden o [Hüdhüd] geldi de “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim.
Sebe’den sana çok doğru ve önemli bir haber getirdim. Şüphesiz ki, onlara [Sebelilere]
hükümdarlık eden, kendisine her şeyden verilmiş ve çok büyük bir tahta sahip olan bir kadın
buldum. Onu ve kavmini, Allah’ın astlarından Güneş’e secde ederler buldum. Şeytan da göklerde
ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmesinler diye
kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için de onlar
hidayete eremiyorlar. -Allah; kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır, büyük arşın
sahibidir-” dedi. (Neml/22- 26)
Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz
onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki:
“Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu
böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk
ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/124- 126)
18
44- Ve şüphesiz o [sana vahyedilen; Kur'an], senin için de, kavmin için de
gerçekten bir öğüttür/ şan şereftir siz ondan sorgulanacaksınız.
61, 62 – Ve şüphesiz o [sana vahyedilen; Kur'an] o saat [kıyametin kopuşu]
için kesinlikle bir bilgidir: “Sakın onda [kıyâmetin kopuşu hakkında] şüpheye
düşmeyin ve bana uyun. Bu, doğru yoldur. Ve sakın şeytan sizi alıkoymasın.
Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.”
45 – Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, “Biz
Rahman’ın astlarından ibadet edilecek ilâhlar kılmış mıyız?"
Resulullah’ın teselli edildiği bu ayet grubunda hem ona, hem de ona uyanlara
bir takım yeni bilgiler verilmektedir.
61, 62. ayetler hem teknik olarak hem de anlam bakımından resmi mushaftaki
yerlerine uygun değildir. Ayetlerin teknik bakımdan ve anlam yönünden uygun
olduğu yer burasıdır. Bu nedenle resmi sıralamada 61. ve 62. ayetler bu pasaja
taşınıp 44. ayet ile 45. ayet arasına tarafımızdan tertip edilmiştir. Böylece hem bu
paragraf hem de ayetlerin bulunduğu eski paragraf anlamlı hale getirilmiştir.
61. ayetin resmi mushafta İsa’dan (as) bahseden bir paragrafın cümleleri
arasında yer alması, ayetteki “ إّننهo” zamirinin İsa peygambere gönderilmesine
sebep olmuştur. Bundan dolayı da İsa’nın kıyametin bilgisi olduğu yolunda yanlış
bir anlayış gelişmiştir. Bu anlayış İsa’nın (as) gökten ineceği ve bu inişinin de
kıyametin alameti olacağı şeklindedir. Bu konuya ait yazılmış senaryoları ibret için
takdim ediyoruz:
19
desteklemek, İslâm’ın gereklerini emretmek ve insanları İslâm’a davet etmek ile münhasır olacağı
da reddolunacak bir şey değildir.
Derim ki: Müslim'in Sahih'inde ve İbn Mace'de sabit olduğuna göre, Ebu Hureyre şöyle
demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Andolsun Meryem oğlu İsa adaletli bir hakem olarak
inecektir. Haçı kıracaktır, domuzu öldürecektir, cizyeyi kabul etmeyecektir. Andolsun genç develer
başıboş bırakılacak, onlara çobanlık eden olmayacaktır. Düşmanlık, nefret ve kıskançlık yok olup
gidecektir. Malın alınması için çağrıda bulunacak, fakat kimse onu kabul etmeyecek.”
Yine Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "İmamınız
kendinizden iken -bir rivayette: sizden olan ile size imam olmuşken- Meryem oğlu [İsa] aranızda
ineceği vakit haliniz ne olacak?" İbn Ebi Zi'b dedi ki: "İmamınız sizden olan ile size imam
olmuşken ne demek biliyor musun? (el-Velid b. Müslim) de “Bana haber verirsen öğrenirim” de-
dim. Dedi ki: “Rabbinizin Kitabı ile peygamberiniz (sav)'ın sünneti ile size imamlık ederse"
demektir.
İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- dediler ki: İşte bu İsa (a.s)'ın
peygamberimiz Muhammed (sav)'ın dininin unutulmuş olan birtakım hükümlerini uygulamaya
koymak üzere bir yenileyici [müceddid] olarak ineceği hususunda açık bir nasstır. Yoksa yeni bir
şeriat ile de inmeyecektir; gerek burada, gerekse "et-Tezkire" adlı eserimizde açıkladığımız üzere,
mükellefiyet de olduğu gibi devam edecektir.
Bir açıklamaya göre "şüphesiz ki o Saatin ilmidir." Yani muhakkak ki İsa'nın ölüleri diriltmesi
kıyametin kopacağına ve ölülerin diriltileceğine delildir. Bu açıklamayı İbn İshak yapmıştır.
Derim ki: "Şüphesiz ki o" buyruğunun, “şüphesiz ki Muhammed (sav) saatin ilmidir”
anlamında olma ihtimali de vardır. Buna Peygamber (sav)'ın: "Ben ve kıyamet şu ikisi gibi
gönderildik" deyip şehadet parmağı ile orta parmağını yanyana getirmesi delil teşkil etmektedir.
Bunu Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Kıyamet İşareti:
Cenâb-ı Hak, "Şüphe yok ki o, (yani Hz. İsa) saatin ilmidir. Yani, sayesinde kıyametin
bilindiği alametlerden bir alamettir." Böylece, bir şeye defâlet eden alâmet, sayesinde o şey bilinip
anlaşıldığı için, "ilim" adını aldı (yani, “le ilmün” buyuruldu). İbn Abbas da bu ifadeyi “le alemün”
şeklinde okumuştur ki, bu, alâmet, belirti demektir. Yine bu ifade, “lel'ilmu” şeklinde de
okunmuştur. Ubeyy İbn Kâ'b ise, “le zikrun” şeklinde kıraat etmiştir. Konuyla ilgili hadiste şu yer
almaktadır: İsa, elinde mızrağı olduğu halde, Arz-ı Mukaddes'te, kendisine “Efik” adı verilen bir
tepeye iner. Mızrağı ile Deccâli öldürür, peşinden, imamın cemaate namaz kıldırdığı bir sırada,
sabah namazında Beyt-i Makdîs'e gelir. Bunun üzerine imam geriye çekilir, fakat Hz. İsa onu yine
ileri sürer ve o imamın arkasında Hz. Muhammed'in şeriatine göre namaz kılar. Daha sonra,
domuzları öldürür, haçı parçalar, havra ve kiliseleri tahrip eder ve kendisine inananlar hariç,
hristiyanları da öldürür." (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
20
48 – Ve Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize kardeşinden [önceki
mucizeden] mutlaka daha büyüktür. Ve onlar dönerler diye Biz onları azapla
yakaladık.
49 - Onlar da: “Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine
dua et. Şüphesiz biz kesinlikle doğru yola gireceğiz” dediler.
50 - Fakat ne zaman ki azabı kendilerinden kaldırdık, o zaman onlar
sözlerinden dönüverirler.
51- 53 – Ve Firavun, kavminin içinde seslendi: “Ey kavmim! Mısır
hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor
musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise açıklayamayan
[meramını anlatamayan] kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem onun üzerine
altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar halinde melekler
gelmeli değil miydi?” dedi.
54 - Firavun kendi kavmini hafifleştirdi [etkisizleştirdi] de onlar da ona itaat
ettiler. Şüphesiz onlar, fâsıklar toplumu idiler.
55, 56 - Nihayet onlar, Bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık
[cezalandırarak adaleti sağladık]. Sonra da onları topluca suda boğduk. Sonra da
onları sonradan gelecekler için selef ve örnek kıldık.
Ve and olsun ki, Biz, Firavun sülâlesini, düşünüp öğüt alsınlar diye senelerle
kuraklıklarla/senelerce kıtlık ve ürün noksanlığı ile yakaladık. (A’raf/130)
Biz de ayrı ayrı ayrılmış [belirli aralıklarla] âyetler olmak üzere üzerlerine tufanı, çekirgeleri,
haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve bir suçlular kavmi oldular.
Ve ne zaman ki, bu azap üzerlerine çöktü, dediler ki: “Ey Mûsâ! Sana olan ahdi nedeniyle
bizim için Rabbine dua et, eğer sen bizden bu cezayı kaldırırsan sana kesinlikle iman edeceğiz. Ve
kesinlikle İsrâîloğulları'nı seninle birlikte göndereceğiz.”
Ne zaman ki, ulaşacakları belli bir süreye kadar onlardan cezayı kaldırdık, derhal sözlerinden
cayıveriyorlar. (A’raf/133-135)
Allah ve Resulüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların karşılığı, ancak
öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama/ arka arkaya kesilmesi, ya da
yeryüzünden sürgün edilmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir zillettir. Ahirette de onlar için büyük
bir azab vardır. (Maide/33)
Şüphesiz Allah'a ve Elçisi’ne eziyet verenler; Allah onlara dünyada ve ahirette lânet etmiştir.
Ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. (Ahzab/57)
53. ayette Firavun’un Musa (as) hakkında sarf ettiği nakledilen “Hem onun
21
üzerine altın bilezikler atılmalı” şeklindeki sözü, bu şekilde süslenmenin o
dönemdeki soylu kimselerin âdeti olmasından dolayıdır. Firavun ve çevresindeki
yakınları o dönemde bu tür altın bileziklerle süslü idiler. Çünkü altın takılarla
süslenmek, o dönemin kültüründe bir soyluluk nişanesi idi.
Kitab-ı Mukaddes’te de bu âdete ait ipuçları bulunmaktadır:
57 - Meryem oğlu İsa bir örnek olarak anlatılınca da, senin kavmin, ondan
mesafelenip giderler.
58 – Ve onlar [senin kavmin]: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o
mu [Muhammed mi/ İsa mı]?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya
attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59 - O [İsâ], sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini
İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
60 – [Bu ayet surenin 6. ayeti olarak tertip edilmiştir.]
61, 62 – [Bu iki ayet 44,45. ayetlere bağlı olarak değerlendirilmiştir.]
63, 64- İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm
ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında
ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O halde
Allah’a karşı takvalı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim
Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir
yoldur.”
65 - Fakat gruplar, İsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler.
Artık acı bir günün azabından dolayı zulmedenlerin vay hâline!
57 - Meryem oğlu İsâ bir örnek olarak anlatılınca da, senin kavmin, ondan
mesafelenip giderler.
58 – Ve onlar [senin kavmin]: “Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa o
mu [Muhammed mi/ İsa mı]?” dediler. Bu örneği sırf seninle tartışmak için ortaya
attılar. Aslında onlar, aşırı düşmanlık eden bir toplumdur.
59 - O [İsâ], sadece Bizim kendisine nimet verdiğimiz ve kendisini
İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
63, 64- İsa apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm
ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında
ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O halde
Allah’a karşı takvalı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim
22
Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk edin. İşte bu, doğru bir
yoldur.”
65 - Fakat gruplar, İsâ hakkında kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler.
Artık acı bir günün azabından dolayı zulmedenlerin vay hâline!
Yüce Allah “Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rah-man'dan başka ibadet
edilecek ilâhlar kılmış mıyız? (Zuhruf/43, 45)” buyruğunu indirince müşrikler İsa (a.s)'ın durumunu
ileri sürerek “Muhammed tıpkı Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'yı ilah edindikleri gibi, bizim de
kendisini ilah edinmemizden başka bir şey istemiyor” dediler. Bunu Katade söylemiştir.
Buna yakın bir rivayet Mücahid'den gelmiştir. O dedi ki: Kureyş “Muhammed, İsa'nın kavmi
İsa'ya tapındıkları gibi, bizim de kendisine tapınmamızı istiyor” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah
bu âyet-i kerimeyi indirdi.
İbn Abbas dedi ki: Bu buyrukla Yüce Allah, Abdullah b. ez-Ziba'ra'nın Peygamber (sav) ile İsa
(as) hakkındaki tartışmasını kastetmektedir. Bu örneği veren kişi Sehmoğullarından Abdullah b. ez-
Ziba'ra'dır ve bunu kâfir iken söylemişti. Kureyş kendisine: “Şüphesiz Muhammed ‘Gerçekten siz
de, Allah'tan başka taptıklarınız da cehennemin odunusunuz (Enbiya/98)’ ayetini okuyor” dediler.
Abdullah b. ez-Ziba'ra da “Eğer yanında hazır olsam ona cevap verirdim elbet” dedi. Bu sefer:
“Ona ne diyecektin?” diye sordular. O da şöyle dedi: “Ona derdim ki: İşte, Mesih'e Hıristiyanlar
ibadet ediyor. Uzeyr'e de Yahudiler ibadet ediyor. Bu ikisi de cehennemin odunundan mıdırlar?”
Kureyşliler onun söylediği bu sözü beğendi ve böylelikle bu sözle onun davayı kazandığı görüşüne
kapıldı. İşte Yüce Allah'ın "Bağrışıp çağrışmaya koyuldu" buyruğunun anlamı budur. Yüce Allah
da bunun üzerine: “Şüphesiz kendileri için daha önceden tarafımızdan iyilik takdir edilmiş olanlar,
işte onlar oradan uzaklaştırılmışlardır (Enbiya/101)” buyruğunu indirdi. (Kurtubi; el Camiu li
Ahkami’l Kur’an)
23
dediler ve işte bu durumda "Bizim ilâhlarımız mı yoksa o mu?", yani, "Bizim ilâhlarımız mı yoksa,
Muhammed mi daha hayırlıdır?" dediler ve bu sözü, "Muhammed bizi kendisine tapmaya davet
ediyor; halbuki atalarımız ise bu putlara tapmanın gerekli olduğunu iddia etmişlerdi. Bu iki şeyden
birisinin mutlaka yapılması gerekli olduğuna göre, bu putlara tapmak daha uygun olur. Çünkü
atalarımız ve geçmişlerimiz, putlara tapma hususunda mutabakata varmışlardı. Ama Muhammed
ise bizim kendisine tapmamız hususunda ithama maruz bir kişidir. Binaenaleyh, putlara tapmakla
meşgul olmak daha evlâ olur" dedikleri için bu sözü söylediler. Cenâb-ı Hak ise, "Biz, İsa'ya
tapmanın güzel bir yol olduğunu söylemedik. Tam aksine bu, bâtıl ve yanlış bir yoldur. Çünkü İsa
sadece bizim kendisine in'âmda bulunduğumuz bir kuldur. Durum böyle olunca da, onların,
"Muhammed, bizim, kendisine tapmamızı istiyor" şeklindeki sözleriyle ortaya attıkları bu
şüphenin, zail olduğu..." şeklinde beyanatta bulunmuştur. İşte bu üç açıklama, ayetin lâfzının,
bunlardan her birine muhtemel olduğu şeyler cümlesindendir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler
gönderdi ve ihtilâf ettikler konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile
kitap indirdi. Ve sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık
yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle, iman edenlere, onların hakkında
anlaşmazlığa düştükleri hakka, kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru
yola kılavuzlar. (Bakara/213)
24
66 - Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, Saat’in kendilerine
gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?
67 - O gün Muttakiler hariç tüm izdaşlar [birbirinin izinden gidenler],
birbirlerine düşmandırlar.
İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir merhaba [rahat] yok.
Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar [atıldılar].
Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba yok. Onu [cehennemi] önümüze siz getirdiniz. O ne kötü
bir duraktır!”
Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat
arttır!”
Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız bir takım adamları niye göremiyoruz?
Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?”
Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir. (Sad/59-64)
(Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki
ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder].
Nihâyet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi
saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah,] “Herkese kat kattır, fakat siz
bilmiyorsunuz” dedi [der].
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38, 39)
Kesinlikle Allah kâfirleri hayırdan uzak tutmuş ve içinde ebedi olarak kalmaları üzere onlara
çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir yakın ve yarımcı bulamazlar.
O gün yüzleri ateş içinde çevirilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat
etseydik!” derler.
O gün yüzleri ateş içinde çevirilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat
etseydik!” derler.
Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar
yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile
lânetle.” (Ahzab/64- 68)
O [İbrahim onlara] dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın
astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz
kiminizi lânetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan yoktur.”
(Ankebût/25)
Ve din bakımından, iyilik-güzellik üreten biri olarak, yüzünü [kendisini] Allah’a teslim eden
ve hanifçe, İbrahim'in dinine tâbi olan kimseden daha iyi-güzel kim olabilir? Ve Allah, İbrahim'i
“Halil [izdaş]” kabul etti. (Nisa/125)
25
dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve iyilik ve takva üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a takvalı davranın. Hiç şüphesiz
Allah azabı çok çetin olandır. (Maide/2)
Şüphesiz, ebrar/ iyiler/ yardımseverler, kâfur katılmış bir tastan içerler. Fışkırtıldıkça
fışkırtılacak bir pınardan ki, ondan, verdikleri sözleri yerine getiren ve kötülüğü yayılan bir günden
korkan ve “Biz sizi, ancak Allah yüzü [Allah rızası] için doyuruyoruz ve sizden bir karşılık ve
teşekkür beklemiyoruz; evet, biz asık suratlı ve çatık kaşlı bir günde, Rabbimizden korkarız”
diyerek, Allah sevgisi için, yiyeceği, yoksula, öksüze ve tutsağa veren Allah’ın kulları içerler.
Allah da, bu yüzden onları, o günün kötülüğünden korur; onlara aydınlık ve sevinç rastlayacak,
sabretmelerine karşılık onlara Cennet’i ve ipekleri verecek; orada tahtlara kurulmuş olarak
kalacaklar; orada bir güneş de, dondurucu bir soğuk da görmeyecekler ve bahçenin gölgeleri
onların üzerlerine sarkacak ve onların koparılması son derece kolaylaştırılacak. Ve aralarında
gümüş bir kap ve billûr kâseler dolaştırılacak, kendilerinin ayarladığı billûrları gümüştendir. Ve
orada, onlara karışımı zencefil olan bir tastan sulanırlar, Orada, Selsebil denilen bir pınardan.... Ve
aralarında büyümez, yaşlanmaz çocuklar dolaşır; onları gördüğünde, saçılmış birer inci sanacaksın!
Orayı gördüğünde, mutluluk ve büyük bir krallık [mülk ve yönetim] göreceksin; üzerlerinde ince,
yeşil ipekli, parlak atlastan giysiler olacak; gümüş bileziklerle süslenmiş olacaklar; Rabb’leri onlara
tertemiz bir içecek içirecek. (İnsan/5-22)
Sonra Biz Kitap’ı kullarımızdan süzüp seçtiklerimize miras bıraktık. Şimdi de onlardan
bazıları nefislerine zulmeden, bazıları orta yolu tutan bazıları da Allah’ın izniyle hayırlarda önde
gidenlerdir. İşte bu büyük lütfun; Adn cennetlerinin ta kendisidir. Onlar oraya gireceklerdir. Orada
altın bileziklerle ve incilerle süsleneceklerdir. Oradaki elbiseleri ipektir. (Fatır/33)
26
Pasajın ilk bölümündeki “Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin
cennete!” ifadesi ile kastedilenler dünyadaki eşler değildir. Zira dünyadaki eşlerin
her biri ayrı ayrı mükellef kişiliklerdir. Suçun ve cezanın şahsîliği söz konusudur.
Dünyada muttaki olan bir kişinin eşinin de muttaki olması, her ikisinin de aynı
lütfu hak etmiş olması mümkün fakat mutlak değildir. Burada konu edilen eşler,
Rabbimizin ahirette insana vereceği özel olarak yaratılmış eşlerdir.
Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık.
Öyle ki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik.
Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. (En'am/44)
Ve Ateş içindeki kimseler, cehennem bekçilerine: “Rabbinize dua edin de bir gün olsun bizden
azaptan hafifletsin.” dediler.
Onlar [Bekçiler]: “Size elçileriniz açık kanıtları getirmediler miydi?” diye sorarlar. Onlar:
"Evet [getirmişlerdi]" derler. Onlar [Bekçiler]: “Öyle ise kendiniz dua edin” derler. Kâfirlerin duası
sadece şaşkınlıktadır [boşa çıkmıştır]. (Mü’min/49)
Ey inanmış olan kişiler! Kendinizi ve ehlinizi [yakınlarınızı], yakıtı insanlar ve taşlar olacak
bir Ateş’ten koruyun. Onun üzerinde, Allah’a karşı gelmeyen, kendilerine emredilenleri yapan
çetin ve kaba melekler vardır. (Tahrim/6)
Ve şu inkâr eden kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm
verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, onun [cehennem ateşinin] birazı da hafifletilmez. İşte Biz her
aşırı inkârcıyı böyle cezalandırırız. (Fatır/36)
27
Bu ayetlerde, müşriklere inkarî sorular yöneltilerek yaptıklarının ve aldıkları
tedbirlerin yararsızlığı anlatılmaktadır. Onlara yöneltilen bu sorular, “onlar işi hiç
de sağlama almadılar, çok çürük iş yaptılar. Biz onları hep işitiyor, ne yaptıklarını
biliyoruz. Üstelik yanlarında daima yazan elçilerimiz de var. Bu elçiler sürekli
olarak onların yaptıklarını yazmaktadırlar” demektir.
Onun sağından ve solundan oturmuş [yerleşik] iki tespitçi tespit edip dururken, o [insan] hiçbir
söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/17,18)
Gaybın anahtarları da yalnızca onun katındadır. Ondan başka hiç kimse onları bilmez. Karada
ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir
tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş
ecelin [vadenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O,
yaptıklarınızı size haber verecektir.
Ve O [Allah], kulları üzerinde Kahir’dir [hükümranlığı sürdürür] ve O, sizin üzerinize
koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla
yapmadan, onu vefat ettirirler. (En’am/59- 61)
Ve onlar böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir tuzak kurduk
[bir ceza ile cezalandırdık]. (Neml/50)
Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve
Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30)
Yoksa bir sinsi plân mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plâna
düşenlerdir.” (Tur/42)
Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin
gizli konuştuğu yerde O,mutlaka dördüncüleridir. Beşte de O, mutlaka altıncılarıdır. Bunlardan az
veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet
günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
(Mücadele/7)
Hayır… Hayır… Aslında siz, şüphesiz üzerinizde yaptığınız şeyleri bilen saygın yazıcılar
olmasına rağmen Din’i yalanlıyordunuz. (İnfitar/9- 12)
81 - De ki: “Eğer Rahman için bir çocuk olsaydı, o takdirde ibadet edenlerin
ilki ben olurdum."
28
82- Göklerin ve yerin Rabbi; arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden
münezzehtir.
83- Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya
kadar boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar.
84- Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, Hakîm’dir,
Alîm’dir.
85 – Ve göklerin, yeryüzünün ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece
kendisine ait olan o Zat [Allah] ne cömerttir! Saat’in bilgisi de yalnızca O’nun
yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz.
81. ayette peygamberimizden “Eğer Rahman için bir çocuk olsaydı, o takdirde
ibadet edenlerin ilki ben olurdum” demesi istenmiştir. İfadeyi biraz açarak anlamı
şöyle takdir edebiliriz:
“Şayet bunu farz kılmış olsaydı, elbette bu farz kılması üzerine O’na ibadet
ederdim. Çünkü ben, O'nun kullarından bir kulum. Bana emrettiği her şeye itaat
ederim. Bende O'nun ibadetine karşı bir büyüklenme ve O'nun ibadetinden yüz
çevirme yoktur. Çünkü ben, Allah’a itaat eden bir kulum. Benim hiç kimseyi
Allah’ın çocuğu olarak kabul etmemem bir inadın sonucu değildir. Ben bu
düşünceyi gerçek olmadığı için kabul etmiyorum. Şayet Allah'ın bir çocuğu
olsaydı, onu ilk ben tasdik ederdim. Ancak Allah hakkında böyle bir şey söz
konusu bile edilemez.”
Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O,
bundan münezzehtir. O, bir tek, kahredici Allah'tır. (Zümer/4)
29
86- Ve onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate malik
olamazlar. Ancak, hakka şahit olan zat, müstesnadır. Onlar da biliyorlar.
Her şeyin kontrolünün Allah’a ait olduğu birçok yönüyle açıklandıktan sonra
bu ayette de müşriklerin şefaatçilere bel bağlama inançlarına değinilmiştir.
Bu ayetin bir benzeri de Meryem suresinde geçmişti:
“Şefaate malik olmak”, iki yönlü olarak ya onların başkaları için yapacakları
şefaati, ya da başkalarının onlar için yapacakları şefaati ifade ediyor gibi görünse de,
ayetteki istisna cümlesinden buradaki şefaatin başkalarının onlar için yapacakları
şefaat olduğu anlamı çıkmaktadır. Dolayısıyla “şefaate sahip olmayacaklar” ifadesi,
“kimse onlara yardım etmeyecek” demektir. Zaten cehennemdekilerin -kendileri
yardıma muhtaçken- bir başkasına yardımda bulunmaları anlamsızdır. Ancak
Rabbimiz ayette “hakka şahit olan zat müstesnadır” diye bir istisna yaparak ahirette
kimlerin yardım göreceğini açıklamıştır.
O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç şefaat fayda
vermez. (Ta Ha/109)
… Sizin için O'nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız?
(Secde/4)
30
Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah'ın kendilerinden razı
olduğu kimseler şefaat [yardım] edemezler, ancak şefaat [yardım] edilirler.
* Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle
şefaat edene de izin verebilir:
Kim güzel bir şefaatle [hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla] şefaat ederse, bundan
kendisine bir sevap [hisse] vardır. Kim de kötü bir şefaatle [kötülüğe delil olmak ve yardım
etmekle veya kötülük çığırını açmakla] şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır.
Allah her şeye kadirdir. (Nisa/85)
İyi ve güzele aracılık ve yardım etme anlamındaki “şefaat-ı hasene”, iman edip
Allah'ın ve kullarının haklarına riayet ederek müminlerin iyiliği ve yararı için
uğraşmak, onları kötülüklerden ve uğrayabilecekleri zararlardan korumaya
çalışmak demektir. Kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek anlamına gelen
“şefaat-ı seyyie” ise müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere
düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak demektir. Kur'an, gerek “şeffat-
ı hasane”de ve gerekse “şeffat-ı seyyie”de bulunanların dünyada ve ahirette bu
davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir.
Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir
kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı
günden sakının. (Bakara/48)
Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç
kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmayacağı günden sakının. (Bakara/123)
O'nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar
biliyorlar da. (Zühruf/86)
87- Yine ant olsun ki, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle:
“Allah” derler. O halde nasıl çevriliyorlar!
31
88- Ve onun “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir” demesi
kanıttır ki...
89- Artık sen onlardan vazgeç ve “Selam!” de. Artık onlar yakında
bileceklerdir.
Yine ant olsun ki onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, kesin “Allah”
diyeceklerdir. De ki: “Allah'a hamd olsun!” Aslında onların çoğu bilmezler. (Lokman/25)
O [İbrahim]: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O,
bana çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip
ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı
umuyorum” dedi. (Meryem/47, 48)
Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil
kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. (Furkan/63)
Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki, onlar yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil
kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. (Furkan/63)
O [İbrahim]: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O,
bana çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip
ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı
umuyorum” dedi. (Meryem/47, 48)
Onların oradaki duaları “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!”dir. Ve onların
oradaki selâmlaşmaları, “selâm!”dır. Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah'a
hamdolsun!”dur. (Yunus/10)
Ve ayetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selam olsun size! Rabbiniz
rahmeti kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra
arkasından tövbe eder ve düzeltirse; Şüphesiz ki O [Allah], Gafur’dur, Rahîm’dir” de. (En’am/54)
88. ayetteki “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir” ifadesi
ile Resulullah’ın toplumu hakkında ümit kesip onları Allah’a havale etmesi
açıklanmıştır. Nitekim başka bir ayette de Resulullah’ın bir başka şikâyeti yer
almaktadır:
Elçi de: “Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’an’ı mehcur [terk edilmiş bir şey]
edindiler” dedi. (Furkân/30)
32
O [Nuh] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Fakat benim
çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben onları, Senin onları bağışlaman için
her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler,
kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz
onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de gizledim [söyledim]. Sonra dedim ki: “Rabbinizin sizi
bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. size
Mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın. … (Nuh/5-12)
Ve Nûh dedi ki: “Yeryüzünde dolaşan kafirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları
bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar." (Nuh/26, 27)
33