You are on page 1of 8

30 KARİAH SURESİ

[FELAKET KAPISINI ŞİDDETL ÇALAN]

SURESİ

KARİAH SURESİ’NE GİRİŞ

Kariah suresi Mekke’de 30. sırada inmiştir. On bir ayetten oluşan sure, adını 1.
ayetteki “el-Kariah” sözcüğünden almıştır.
Surede iki farklı kıyamet sahnesi âdeta bir film gibi canlandırılmıştır. Birinci sahnede
korkunç bir çarpma sonucu yaşadıkları şokla şaşkınlık içinde ve kontrolsüzce davranan
insanlar ve eski özelliklerini yitirip şekil değiştirmiş, âdeta atılmış renkli yün topakları hâline
gelmiş dağlar [yeryüzü] yer almış; ikinci sahnede ise Allah’a hesap veren insanlardan terazisi
ağır çeken “mutlular” ile terazisi hafif çeken “mutsuzlar” konu edilmiştir.
İnsanları kıyamet ile uyaran Kariah suresi, Kureyş suresinin arkasından inmiş olması
dolayısıyla, başta nankör Mekkeliler olmak üzere, malına mülküne güvenip şımaranları ve
sahip oldukları lütufların şükrünü ödemeyenleri hedef alan ince bir tehdit içermektedir.

30/ KARİAH [FELAKET KAPISINI ŞİDDETL ÇALAN] SURESİ

Rahman Rahîm Allah adına

Ayetlerin meali:

1- Kariah! [Felâket kapısını şiddetli çalan!]


2- Nedir o kariah [felâket kapısını şiddetli çalan]?
3- Kariah’ın [felâket kapısını şiddetli çalanın] ne olduğunu sana ne bildirdi?
4- O gün, insanlar, darmadağın kelebekler gibi olurlar.
5- Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.
6- Ve hemen kimin tartıları ağır basarsa,
7- işte o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir.
8- Tartıları hafif gelen kimse ise,
9- işte onun anası Haviye’dir [uçurumdur / derin bir çukurdur].
10- Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?
11- [O], Kızgın bir ateştir.

Ayetlerin Tahlili

1. Ayet:

1
Kariah! [Felâket kapısını şiddetli çalan, şok eden!]

“Yaşlandıkça saçların dökülmesi, başın kelleşmesi” anlamına gelen “‫ القققرع‬Kar’ı”


sözcüğünün “ismi fail”i olan “‫ القارعة‬el-kariah” sözcüğünün ilk [vaz’] anlamı, “saçı döken,
başı kel eden” demektir. Ama zamanla “çok şiddetle vuran, çok şiddetle yüklenen şeyler,
insanlara şok yaşatan ciddî felâketler” anlamında kullanılır olmuştur.
Bu anlam kayması, “el-kariah” sözcüğünün türetildiği “kar’ı” sözcüğü için de söz
konusu olmuştur. Araplar itaatsiz köleleri asa ile dövmeyi “kar’ı” sözcüğüyle ifade etmişler
ve “‫ العبد يقرع بالعصى‬el-abdü yuqrau bil asa [köle sopa ile dövülür, yola getirilir]” demişlerdir.
Sopa ile dövülmek bir insanın felâketi anlamına gelmesine rağmen, bu hastalıklı mantığın
izleri “dayak cennetten çıkmadır” şeklindeki basmakalıp bir sözle günümüze kadar gelmiştir.
Bu surede “‫ القارعة‬el-kariah” sözcüğü ilk [vaz’] anlamında değil, en büyük felâket
olan “Kıyamet” anlamında kullanılmıştır. Surede “‫ القارعة‬el-Kariah” sözcüğüyle ifade edilen
“Kıyamet”in “el-Hâkkah”, “es-Sahhah”, “el-Ğaşiyeh” gibi ince anlamlar içeren başka isimleri
de mevcut olup bu isimler inşallah ileride yeri geldikçe açıklanacaktır.
“‫ القارعة‬el-kariah” sözcüğü, Kur’an’da bu sureden başka iki yerde daha aynı anlamda
geçmektedir:

Rad 31: Ve kendisiyle dağların yürütüldüğü veya kendisiyle yeryüzünün


parçalandığı veya kendisiyle ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an
mı olsaydı? Fakat emir bütünüyle Allah’ındır. İman edenler,
ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette
insanlara toptan hidayet ederdi. O inkâr edenlerin kendi
sanatlarıyla kapılarını şiddetli çalan kesinlikle çalacak [onları
şok edecek], ya da yurtlarının yakınına konacak. Ta ki Allah’ın
vaadi gelinceye dek... Allah verdiği sözden caymaz / verdiği
sözün zamanını şaşırmaz.

Bu ayet, insanları geliştirdikleri endüstrileriyle hem kendilerinin hem de dünyanın


sonunu hazırlayacakları konusunda uyarmaktadır.

Hakkah 4: Semud ve Ad, Kariah’ı [felâket kapısını şiddetli çalanı, şok


edeni] yalanlamıştı.

Semud ve Ad ile ilgili detay daha evvelki surelerde verilmişti. Kıyameti


yalanlamalarından dolayı bu kavimlerin başına gelmiş olan felâketler oralardan tetkik
edilebilir.
Rabbimizin Kur’an’daki beyanına göre, kıyamet “sayhah [korkunç bir gürültü,
uğultu]” ile başlayacaktır:

Zümer 68: Ve Sur’a üflenmiştir. Allah’ın dilediği kimseler hariç göklerde


kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka
bir daha üflenmiştir. Bu defa da hepsi kalkmışlar, “hazırol”da
bekliyorlar.
Ya Sin 49: Onlar sadece, onlar çekişip dururlarken kendilerini
yakalayıveren bir tek çığlıkla karşı karşıya kalacaklar.

Ya Sin; 53: Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi
huzurumuzda “hazırol”a geçirilmişlerdir.

2
Sad 15: Bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir
çığlıktan başkasıyla karşı karşıya kalmazlar. [Bunlar sadece
devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıkla
karşı karşıya kalacaklardır.]

Kaf 41, 42: Bir seslenenin yakın bir yerden sesleneceği güne kulak ver;
o çağrıyı gerçek olarak duyarlar. İşte bu çıkış günüdür.

Bu “‫صققيحة‬
ّ ‫ ال‬sayha [korkunç gürültü, uğultu]” ile inançsızlar, en büyük felâketin
kapılarına dayandığını anlayacaklar, göklerin çatlaması, Güneş ve Ay’ın söndürülmesi,
yıldızların bulandırılması, dağların yürütülmesi, denizlerin kaynatılması, kısaca her şeyin
hercümerç olması sonucunda şoka girerek ne yaptıklarını bilmez hâlde serserice
dolaşacaklardır. Evrendeki tüm varlıklar kontrolsüz bir şekilde birbirlerine çarpacaklar ve
birbirlerinin felâketlerini oluşturacaklardır. O gün kimse için dönüş veya kaçış imkânı
bulunmayacaktır.
İşte, bu yüzden kıyamet “en büyük felâketin kapıları çalması” anlamında “‫ القارعة‬el-
Kariah” olarak isimlendirilmiştir.

Ayetin Cümle Yapısı

Görünürde öznesi, yüklemi, tümleci bulunmayan ve sadece “el-kariah” sözcüğünden


ibaret bir cümle olan 1. ayet, bu yapısı itibariyle üzerinde bir miktar durmayı
gerektirmektedir. Buradaki “‫ القارعة‬el kariah” sözcüğü, ya öznesi mahzuf [gizli] bir yüklem,
ya yüklemi mahzuf bir özne, ya da bir tahzir [uyarı] cümlesinde tümleçtir. Bu son varsayımda
ayetin başında görünmeyen bir “‫ اّتققق‬itteki [sakın!]” uyarısı olduğu kabul edilebilir. Bu
durumda “el-Kariah!” sözcüğü “o, şiddetle felâket kapısını çalandan kendinizi koruyun!”
anlamına gelir. Ancak burada “o, şiddetle felâket kapısını çalan”ın kelimelerle anlatılması çok
zordur. Aslında bunun sözle değil de yaşatarak, göstererek, duyurarak, mesaja uygun
efektlerle anlatılması, anlaşılmasını sağlamak bakımından en isabetli yol olacaktır: Yani bir
bomba düşecektir ve… “Bommmmm!”
1. ayeti oluşturan “‫ القارعة‬el-kariah” sözcüğü, hem bu bombanın patlaması anındaki
korkunç sesi, hem de bombanın geride bırakacağı felâketleri çağrıştırmakta ve onlardan
sakınılmasını ihtar etmektedir.

2. Ayet:

Nedir o kariah [felâket kapısını şiddetli çalan, şok eden]?

Bu soru şekli ile “kariah”a, yani kıyamete iyice dikkat çekilmekte ve önemi ön plâna
çıkarılmaktadır.

3. ayet:

Kariah’ın [felâket kapısını şiddetli çalanın, şok edenin] ne olduğunu sana ne bildirdi?

Yani; “Onun ortada somut kanıtı ve tanığı olmadığı için, ne kadar kafa yorarsanız
yorun, onun ne ölçüde bir felâket olduğunu kavrayamazsınız, tahayyül edemezsiniz. Bilginiz
ve anlayışınız onu idrak edebilmekte yetersizdir. Bu sebeple onu size öğretecek olana;
Allah’a, O’nun açıklamalarına kulak verin!”

3
4, 5. Ayetler:

O gün, insanlar, darmadağın küçük kelebekler [pervaneler] gibi olurlar.


Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur.

Bu ayetlerde, kıyametin mahiyeti insanlar için tam olarak anlaşılamaz bir nitelikte
olduğundan, o gün nelerin olacağı bildirilmektedir.
Ancak, o gün olacakların ayrıntılarına girmeden önce, bir hususun belirtilmesinde
yarar görüyoruz: Kıyamet, iki aşamalı tek bir gündür. Birinci aşamada evrenin yok olması,
ikinci aşamada ise yeniden dirilme, haşr ve hesap verme gibi olaylar söz konusudur. Allah
zamandan münezzeh olduğu için, gelmiş geçmiş tüm insanlar Allah’a göre o gün bir anda
ölmüş ve bir anda dirilmiş durumdadır. Yani geçmişte yaşamanın, bugün hayatta olmanın
veya gelecekte yaşayacak olmanın o günde hiçbir önemi yoktur. Durum böyle olunca, “kabir
hayatı” diye bir hayatın olmadığı da ortaya çıkmaktadır. Nitekim bu bölümde sunmuş
olduğumuz Neml suresinin 87. ve Zümer suresinin 68. ayetinden de bu husus kolayca
anlaşılmaktadır.
4. ve 5. ayetler, kıyametin birinci aşamasına ait manzaraları anlatmaktadır. Fakat bazı
yorumcular bu iki manzaranın ahirette olacağını, yani kıyametin ikinci aşamasına ait
olduğunu ileri sürmüşler ve bu ayetlerin Kamer suresinin 7. ayeti ile aynı anlama geldiğini
belirtmişlerdir. Hâlbuki bu iki ayet, mevcut evrenin şekil değiştirmesine, yok olmasına, yani
kıyametin birinci aşamasına ait bilgiler vermekte, Kamer suresinin 7. ayeti ise kargaşanın
olmadığı bir ortamda düzenli bir şekilde Allah’ın huzuruna çıkışı anlatmakta, dolayısıyla
kıyametin ikinci aşamasından haber vermektedir:

Kamer 7: Gözleri düşkün düşkün, kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar


darmadağın çekirgeler gibidirler.

Ayrıca 5. ayette sözü edilen dağlar, kıyametin birinci aşamasında değişime uğrarlar ve
kıyametin ikinci aşamasında “dağ” olarak bahisleri geçmez:

Nebe 18: O gün Sur’a üflenir: Siz de hemen bölükler hâlinde gelirsiniz.

Muttaffifin 6: Öyle bir gün ki, insanlar âlemlerin Rabbi için ayakta dikilirler.

Zümer 71: Ve inkâr edenler bölükler hâlinde cehenneme sevk edildiler...

Zümer 73: Rabblerine takvalı davrananlar da bölükler hâlinde cennete sevk


edildiler…

İnsanların Pervaneler Gibi Oluşu

Ayetin orijinalindeki “‫ الفراش‬el-feraş” sözcüğü, “‫ فراشة‬feraşet” sözcüğünün çoğulu


olup “pervaneler” demektir. “Feraşet [pervane]” de, genellikle geceleri ortaya çıkan, ışığın
veya ateşin çevresinde uçuşan küçük kelebektir. Bir adı da “gece kelebeği” olan pervaneler,
bilindiği gibi düzensiz uçuşlarla ışığın veya ateşin çevresinde dolaşırlar ve sonunda ışık
kaynağının ısısıyla yanarlar. İşte, insanların kıyamet günündeki hâlleri de bu pervanelere
benzetilmiştir. O gün, felâket kapıyı çalınca, o akıllı, mantıklı, düzenli insanlar bilinçlerini
yitirerek pervanelere dönecekler, yönlerini şaşıracaklar, bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı
koşuşturup duracaklardır. Sonunda da pervanenin yanması gibi, infilâk etmiş dünyanın ateş

4
girdabında yok olacaklardır. O güne tanık olacak milyarlarca insan göz önüne alındığında,
yaşanacak genel manzara gerçekten de tüyler ürperticidir.
Bu manzara, farklı anlatımlarla Kur’an’ın başka ayetlerinde de sahnelenmiştir:

Hacc 1, 2: Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat’ın sarsıntısı


çok büyük bir şeydir.
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer.
Ve her hamile kadın taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş
olmadıkları hâlde hep sarhoş görürsün. Ama Allah’ın azabı çok
şiddetlidir.

Kehf 99: Ve Biz o gün [kıyamet günü] onları, birbirleri içinde dalgalanır
halde bırakıvermişizdir. Sur’a da üflenmiştir. Böylece onların
hepsini bir araya toplamışızdır.

Abese 33-37: Sonra, kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve


oğullarından kaçtığı gün o kulakları patlatan korkunç ses
gelince onlardan her birinin kendine yeter bir işi olur.

Neml 87-89: Ve Sur’a üflendiği gün Allah’ın diledikleri hariç olmak üzere
göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Hepsi
boyunları bükük hâlde O’na gelirler.
Sen dağları da görürsün; sen onları donuk-durgun sanırsın. Oysa
onlar her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun
yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır.
Kim iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün
korkudan güvende olmuşlardır.

Zümer 68: Ve Sur’a üflenmiştir. Allah’ın dilediği kimseler hariç göklerde


kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Sonra ona başka
bir daha üflenmiştir. Bu defa da hepsi kalkmışlar “hazır ol” da
bekliyorlar.

Kıyamet 22, 23: Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabblerine nazar edicidirler.

Dağların Atılmış Renkli Yün Gibi Oluşu

Dağlar [mecaz-ı mürsel anlamıyla tüm yeryüzü], yoğunluğunu kaybedip sanki atılmış
yün gibi kabaracak, bilinen madde özelliği değişecek ve başka bir hâle dönüşecektir. Pek tabiî
olarak, bildiğimiz düzene göre biçimlendirilmiş bu hayat da sona erecektir.
Atılmış yün hâline gelecek olan dağların renkli oluşları, dağların yapısındaki
elementlerin farklı renklerinden ileri gelmektedir. Nitekim Kur’an’da bu ayrıntı açıkça
belirtilmiştir:

Fatır 27: Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi. Biz onunla renkleri
başka başka meyveler/ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar
var, beyazlı kırmızılı çeşitli renklerde. Ve kapkara
topraklar/yollar da var.

5
5. ayette atılmış yüne benzetilen dağlar, kıyamet gününü anlatan başka ayetlerde şu
şekillerde tasvir edilmiştir:

Hakkah 14: Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine


çarpılarak darmadağın edildiği zaman,

Nebe 20: Ve dağlar yürütülmüş ve serap oluvermiştir.

Ta Ha 105: Ve sana dağlardan sorarlar. Hemen de ki: “Rabbim, onları


ufalayıp savuracak”

Müzzemmil 14: O günde ki, yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum
yığınına dönüşür.

Vakıa; 5, 6: Ve dağların ufalandıkça ufalandığı, toza dumana dönüşüverdiği


[zaman],

6, 7. Ayetler:

Ve hemen, kimin tartıları ağır basarsa,


işte o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir.

Bu ayetlerden itibaren, kıyametin ikinci aşaması olan diriliş, mahşer ve hesap verme
aşamasına değinilmektedir.
Ayette geçen “‫ مققوازين‬mevazin” sözcüğü, kalıbı itibariyle hem “‫ ميققزان‬mizan”
sözcüğünün hem de “‫ موزون‬mevzun [ölçülen]” sözcüğünün çoğulu olabilir.

“Mizan”, “ölçü ve tartı işleminde kullanılan ölçü aleti” demektir. “Terazi” olarak
özelleştirilmiş olsa da, “mizan” sadece ağırlık ölçmeye mahsus bir alet olmayıp ısı ve hız gibi
özellikleri ölçmeye yarayan ölçü aletleri de “mizan” kapsamındadır. “Mizan [terazi]” sözcüğü
mecazen, hukukta ve iyilik ile kötülüğün ölçülmesinde de kullanılır. Hukuk düzeninde
“adalet”in sembolü hâline gelen terazi; “hak terazisi”, “iyilik terazisi”, “akıl terazisi” gibi
deyimlerle bütün dillerde aynı anlama gelen kavramları temsil etmektedir.
Ayetteki “mevazin” sözcüğü, “mizan” sözcüğünün çoğulu olarak kabul edilirse, ayet
“kimin terazileri ağır basarsa” şeklinde çevrilebilir.
Eğer “mevazin” sözcüğü, “mevzun” sözcüğünün çoğulu olarak kabul edilirse, ayet de
“kimin tartıları ağır gelirse” şeklinde çevrilebilir.
Tartı ve terazi kelimelerinin Kur’an’da yer aldığı ilk ayetler bunlardır. Bu sözcükler
ileride başka surelerde de yer alacaktır ve burada kısaca değinilen tartı ve terazi kavramları
oralarda detaylandırılacaktır.
Ancak tartı ve terazi sözcüklerinin yer aldığı tüm Kur’an ayetlerinin burada
hatırlatılmasının, konuyla ilgili öğrenilmesi gereken bilgiler ve alınması gereken mesajlar
bakımından yararlı olacağını düşünüyoruz:

A’râf 8, 9: Ve tartı, o gün hakktır. Kimin terazileri ağır basarsa, işte onlar
kurtulanlardır.

6
Kimin terazileri de hafif kalırsa, işte onlar da ayetlerimize karşı
zalimlik etmelerinden dolayı kendilerini ziyana sokan
kimselerdir.

Kehf 105: İşte onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O’na ulaşmayı inkâr


etmişlerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir.
Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız [hiç bir
değer vermeyiz].

Enbiya 47: Biz kıyamet günü için adalet terazileri koyarız; hiçbir kimse,
hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmaz, [o şey] bir hardal tanesi
ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz
yeteriz.

Müminun 101-108: Sur’a üflendiği zaman, işte o gün aralarında soy sop ilişkisi
yoktur. İstekleşemezler de [kimse kimseden bir şey isteyemez].
Böylece kimlerin tartıları ağır basarsa, işte bunlar asıl kurtuluşa
erenlerdir.
Kimlerin de tartıları hafif gelirse, artık bunlar da kendilerine
yazık etmişlerdir; cehennemde sürekli kalıcıdırlar.
Orada onlar dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.
Benim ayetlerim size okunmadı mı? Siz ise onları
yalanlıyordunuz.
Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir
sapıklar topluluğu olduk.
Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak
işte o zaman gerçekten biz zalimleriz.”
[Allah] Dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın
da.

Hadid 25: Ant olsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve


insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı
ve teraziyi/ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük
bir güç ve insanlar için yararlar vardır. Bu, Allah’ın, kendine ve
peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir.
Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Şûra 17: Allah, bu kitabı ve teraziyi/ölçüyü hakkla indirendir. Ve sana ne


bildirir ki, belki de o Saat [kıyamet] çok yakındır!

Rahman 7, 8: Ve semayı. Onu yükseltti ve teraziyi/ölçüyü koydu.


Sakın terazide/ölçüde taşkınlık etmeyin.

Tartı ve terazi konusu, geçmişte “Ehl-i Sünnet” ve “Mutezile” ekollerinin farklı


anlayışlar geliştirmelerine sebep olmuş bir konudur. Kimileri bu teraziyi iki kefeli pazar
terazisi gibi anlamışlar ve bir çok rivayeti kendilerine destek yapıp ahirette Cebrail’in bu
terazi ile insanların iyiliklerini ve kötülüklerini tartacağını ileri sürmüşlerdir. Kimileri de tartı
ve terazi ile mecazen “adalet”in kastedildiğini; Allah’ın olan biten her şeyi bilmesi nedeniyle,
ahirette gerçek terazi ile tartı yapmanın bir mantığı bulunmadığını söylemişlerdir. Bu konuda
ileri sürülen görüşlerin ayrıntıları Kelâm kitaplarında mevcuttur.

7
Bizim görüşümüz de, tartı ve terazi ile “adalet”in kastedildiği yolundadır. Yukarıda
anlamları verilen Rahman suresinin 7. ve 8., Şûra suresinin 17. ve Hadid suresinin 25.
ayetlerine dikkat edildiğinde, Rabbimizin bu dünya için de “mizan” [tartı ve terazi] koyduğu
anlaşılmaktadır. Fizikî olarak böyle bir şey, yani Allah tarafından indirilmiş bir terazi
görünürde mevcut olmadığına göre, ayetlerde tartı ve terazi ile kastedilen, kefeli, gramlı,
okkalı terazi değil, “adalet”tir. Öyleyse ahiretteki tartı ve terazi ile de yine “adalet”
kastedilmektedir. Kur’an kimsenin kesinlikle haksızlığa uğramayacağını; terazisi ağır
basanların [ki bunlar inananlardır] mutlu bir yaşamda olacaklarını, terazisi hafif çekenlerin ise
[ki bunlar da inançsızlardır] kızgın ateş çukurunda olacaklarını bildirmektedir. Hatırlanacak
olursa, bu durum farklı bir üslûpla Tin suresinde de ifade edilmiştir.
Tartının ağır basması ve hafif çekmesi genellikle iyiliklerin ve kötülüklerin birlikte
tartılması sonucu iyiliklerin veya kötülüklerin birbirine göre daha ağır veya hafif çekmesi
olarak anlaşılmaktadır. Oysa bu anlayış Kur’an’a uymamaktadır. Kur’an’ın ifadelerine göre;
inananlar, günahları [kötü davranışları] bulunsa da, Allah o kötülükleri örteceği için
cehennem görmeyecekler, cennete gireceklerdir. İnançsızlar ise iyi davranışları olsa bile
cehenneme gireceklerdir. Bu durumda, yapılan iyiliklerin ve kötülüklerin cennet ve cehennem
hayatında etkili olacağı anlaşılmaktadır. Şöyle ki: İnançsız birisi iyi işler yaptıysa cehennem
azabında hafiflik söz konusu olacak, inançlı birisi de kötülük yaptıysa cennetteki nimetleri ve
alabileceği zevkler ona göre az olacaktır. Böylece herkes zerre kadar iyiliğinin ve şerrinin
karşılığını mutlaka almış olacaktır. Sonuç olarak denilebilir ki, tartıları ağır bastıran imandır;
tartıları hafif çektiren de küfürdür, şirktir.

8-11. Ayetler:

Tartıları hafif gelen kimse ise,


işte onun anası Haviye’dir [uçurumdur / derin bir çukurdur].
Onun ne olduğunu sana ne bildirdi?
[O] Kızgın bir ateştir.

“‫ هاوية‬Haviye” sözcüğü; “derin bir çukur, uçurum” manasına gelen bir sözcüktür. 9.
ayetteki “İşte onun anası Haviye’dir” ifadesi, Araplar tarafından çok kullanılan “hevet
ümmühü [anası onu kaybetti, uçuruma, derin bir çukura düşürdü]” deyiminden gelmektedir.
Birisinin helâk olması durumunda üzüntü ve ölüm ifade eden bu deyim, Türkçeye de “anası
ağladı” şeklinde yerleşmiştir.
Ayette “Haviye”, “ana” olarak nitelenerek edebî sanatla bir uyarı yapılmıştır.
Böylelikle de “Haviye” olarak isimlendirilen cehennemin ahirette cehennemlikleri kendi
çocuğunu koruyan bir ana gibi kucaklayacağı, bu cehennemliklere “Haviye”den başka kucak
açanın bulunmayacağı mesajı verilmiştir.
10. ayetteki ifadeden “haviye” denilen bu uçurum ya da derin çukurun, ne kadar tarif
edilse de insan zihni tarafından idrak edilemeyecek bir boyutta ve korkunçlukta olduğu
anlaşılmaktadır. “Haviye”nin insan idrakinin dışında bir yapıda olduğu konusu 11. ayette de
doğrulanmış ve onun “kızgın bir ateş” olduğu bildirilmiştir. Zaten kızgın olduğu bilinen ateşe
“kızgın” vurgusu yapılarak o ateşin insanların bildiği ateşten farklı olduğu belirtilmekte ve
sanki şu anlam verilmektedir: “Sizin bildiğiniz ateş onun yanında soğuk kalır!”
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.

You might also like