You are on page 1of 34

72/İBRAHİM SURESİ

GİRİŞ:

İbrahim suresi Mekke’de 72. sırada inmiştir. Adını 35- 41. ayetlerde konu edilen
“İbrahim” peygamberden almıştır. 28, 29. ayetlerin Medeni olduğuna dair nakiller
mevcuttur. (Mukatil, Süyuti; el-İtkan)
Surede elçilik görevi üzerinde durularak inkârcı müşriklerin bu konudaki tutum
ve davranışları kınanmakta, Musa’nın [as] Allah’a ibadete ve şükretmeye çağırdığı
kavminden ve Nuh, Ad ve Semud gibi geçmişte peygamberleri yalanlayan
kavimlerden örnekler getirilmektedir.
Bundan bir önceki surede Nuh peygamberin kavmi ile olan mücadelesi ve
Allah’a yakarışı yer almışken, bu surede de İbrahim peygamberin Allah’a duası ve bu
duası içerisinde dile getirdiği şirk ile mücadelesi nakledilmektedir. Ayrıca kıyamete,
haşre ait birçok uyarıcı sahne sergilenmektedir.

1
MEAL:

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1 -3 – Elif [1], Lâm [30], Râ [200]. Bu, Bizim, insanları Rablerinin izni ile
karanlıklardan aydınlığa; Aziz’in, Hamîd’in; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan
şeyler Kendisinin olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve
dünya hayatını ahirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen
şu kâfirlerin, şiddetli bir azaptan dolayı, vay haline! İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık
içindedirler.
4- Ve Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi
kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni
de doğru yola iletir. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir.
5 – Ve ant olsun ki, Musa'yı “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara
Allah’ın günleri ile öğüt ver” diye ayetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda
çok sabreden ve çok şükreden herkes için nice ayetler vardır.
6, 7 – Ve hani Musa kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini
hatırlayın; hani O, sizi, sizi işkencenin kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan ve
kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size
çok büyük bir bela vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: ‘Ant olsun ki şükrederseniz
elbette size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.’”
8 – Yine Musa dedi ki: “Eğer küfrederseniz/ nankörlük ederseniz; siz ve
yeryüzündeki kimseler topluca, iyi biliniz ki Allah kesinlikle Ganiyy’dir, Hamîd’dir.”
9 - Sizden öncekilerin; Nuh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin
haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık
kanıtlarla geldi de onlar, ellerini, onların [elçilerin] ağızlarına götürdüler. Ve: “Biz
sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr ettik ve şüphesiz biz, bizi çağırdığınız
şeyden de şekk [yetersiz bilgi] ve endişe içindeyiz” dediler.
10 - Elçileri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan, sizi günahlarınızı bağışlamak için
çağıran ve belirlenmiş bir süreye kadar sizi erteleyen Allah hakkında şekk mi var?”
Onlar: “Siz sadece bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından
alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin!” dediler.
11, 12 - Elçileri onlara dediler ki: “Biz ancak sizin gibi bir beşeriz. Velâkin Allah
kullarından dilediğini kayırır. Ve Allah’ın izni olmadıkça bizim için size bir delil
getirmemiz olacak şey değildir. Onun için de inananlar sadece Allah’a tevekkül
etsinler. Ve bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah'a tevekkül etmeyelim! Ve
elbette biz, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız
Allah'a tevekkül etsinler."
13, 14 – Ve inkâr eden kimseler, elçilerine: “Ya sizi mutlaka yurdumuzdan
çıkaracağız, ya da mutlaka bizim milletimize döneceksiniz!” dediler. Rableri de
onlara: “Biz zalimleri mutlaka helak edeceğiz ve onlardan sonra sizi mutlaka o yere
yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir” diye vahyetti.
15 – 17- Onlar [elçiler], fetih istediler. Tüm inatçı zorba da hüsrana uğradı.
Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. Onu [irinli suyu]
yudum yudum içecek; yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o
ölü değildir [hiç ölmeyecek]. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir.
18 - Rablerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir
günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde
tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir.

2
19, 20 - Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın gerçek ile yarattığını görmedin mi? O
dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir.
21 – Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler,
büyüklük taslayan kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi
siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?” dediler. Onlar: “Allah, bize
kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek
bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler
22 – Ve iş bitince şeytan onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti,
ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm
yoktu. Ancak ben sizi çağırdım siz de bana icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın,
nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım
değilsiniz! Şüphesiz ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul
etmemiştim” dedi. -Şüphesiz zalimler, kendileri için acı bir azap olanlardır!-
23- Ve iman eden ve salihatı işleyenler, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalmak
üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selamlaşmaları,
“selâm!”dır.
24, 25 - Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü],
sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç
gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir.
26 – “Kötü bir söz”ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı
olmayan kötü bir ağaca benzer.
27 - Allah, iman edenleri, basit yaşamda [bu dünyada] ve ahirette sabit bir söze
[imana] sabitler. Allah, zalimleri de saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar.
28, 29 - Allah'ın nimetlerini nankörlüğe değiştiren ve toplumlarını helak yurduna;
cehenneme sokanları görmedin mi? Onlar, ona [cehenneme] girecekler. O ne kötü bir
karargâhtır!
30- Ve onlar [nankörler], O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler kıldılar
[oluşturdular]. De ki: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.”
31 - İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun
olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık
ve gizli olarak infakta bulunsunlar.”
32- 34- Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık
olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp
gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak
dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin
emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın
nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim,
çok nankördür.
35- 41- Ve hani bir zaman İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve
oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar]
insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz
bendendir; kim bana karşı gelirse, … Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok
merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı
ikame etmeleri için, senin dokunulmazlaşmış Ev’inin yanında, ekinsiz bir vadiye
yerleştirdim. Rabbimiz! Şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz!
Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. -Ve
yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.- İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve
İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir.
Rabbim! Beni salâtı ikame eden kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et!

3
Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve müminler için
mağfirette bulun!" demişti.
42, 43 - Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gafil [duyarsız] olduğunu
sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir
gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri
bomboştur.
44, 45 – Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık o zalim kimseler
[müşrikler], “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine
uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. -Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına
dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında
oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de
vermiştik.-
46 – Ve gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, Allah katındadır.
Tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile…
47 - O halde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma!
Şüphesiz Allah, Azîz’dir, İntikam Sahibi’dir.
48- 51 - O gün, Allah’ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü
bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı
durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş
olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır.
Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
52 – İşte bu [sana indirilen Kitap], kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek
ilâh olduğunu bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir
[duyurudur].

4
TAHLİL:

1 -3 – Elif [1], Lâm [30], Râ [200]. Bu, Bizim, insanları Rablerinin izni ile
karanlıklardan aydınlığa; Aziz’in, Hamîd’in; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan
şeyler Kendisinin olan Allah’ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve
dünya hayatını ahirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini
isteyen şu kâfirlerin, şiddetli bir azaptan dolayı, vay haline! İşte bunlar, çok uzak bir
sapıklık içindedirler.

Sure, Kur’an’a dikkat çekilerek başlamaktadır. Kur’an, insanların karanlıklardan


aydınlığa, Allah’ın yoluna çıkarılmaları için indirilmiştir. Böyle olmasına rağmen,
kâfirler bu fırsatı değerlendirmemişler, kendi elleriyle başlarına çok büyük bir azap
gelmesini sağlamışlardır. Bunlar, dünya hayatını ahırete tercih eden bir kafaya sahip
olduklarından dolayı çok uzak bir sapıklık içindedirler; doğru yolu bulmaları, doğru
yola çıkmaları çok uzak bir ihtimaldir.
1. ayetin başında “elif”, “lam” ve “ra” kesik harfleri bulunmaktadır. Bu harfler ile
ilgili daha evvel Yunus, Hud ve Yusuf surelerinde açıklamalarımız olmuştu.
Kanaatimize göre bu harfler, dikkat çekmek için kullanılan birer uyarı edatı
mahiyetindedir. Dikkat çekici olan, bu harflerden sonra Kur’an’dan bahsedilmesi ve
Kur’an’ın bazı niteliklerinin vurgulanmış olmasıdır.
“ ‫ا‬E, ‫ ا‬L, ‫ا‬R” harflerinin anlamı ile ilgili olarak geçmiş dönemlerde
* “Rabb benim, Ben Rabbim”,
* “Ben Allah'ım, görürüm”,
* “Ben Allah'ım, Rahman'ım” gibi bir takım yakıştırmalar yapılmıştır. Bazıları da
bu harfleri Allah’ın “er-Rahman” isminde bulunan harflerin dağıtılmış şekli olarak
görmüştür. (Razi, el-Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)
Bu harflerin EBCD [Ebced] tablosundaki sayı değerleri:
‫ ا‬Elif: 1,
‫ ا‬Lam: 30,
‫ ا‬Ra: 200’dür.
Ne var ki, bu sayı değerlerinin neyi ifade ettiği konusuna henüz bir açıklama
getirilememiştir. Ümidimiz, bu konu üzerinde ciddî çalışma ve araştırmalar yapacak
olan Kur’an erlerindedir.
“ ‫ا‬E, ‫ ا‬L, ‫ا‬R” harfleriyle ilgili olarak Yunus suresinin tahlilinde açıklama
yapıldığından, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 4, s: 485, 486) okunmasını
öneriyoruz.
Konumuz olan pasajda, Kitab’ın indiriliş amacı “insanların karanlıklardan
aydınlığa; Allah’ın yoluna çıkarılması” olarak açıklanmıştır. Sözü edilen
“karanlıklar”, En’am suresinin ilk ayetlerinde de açıkladığımız gibi, ışığın yokluğu
anlamındaki bildiğimiz karanlık değildir; küfrün ve şirkin doğurduğu bunalımlar,
sıkıntılar ve kargaşalar anlamındadır. Keza yine aynı ayette geçen “aydınlık” da
bildiğimiz aydınlık [ışığın varlığı] değil, Allah’ın yolu ve onun doğal sonucu olan
dünya ve ahıret mutluluğudur. Allah’ın yolunda olmayanlar, her ne kadar fizik, kimya,
tarih gibi alanlarda birçok bilgiye sahip olsalar bile yine de karanlıklar içindedirler.
Nitekim inançsız bilginler, mevcut bilgilerini insanlığın ve doğanın yararına değil,
çoğu zaman felaketi için kullanmaktan kaçınmamaktadırlar. Allah yolunda olan
kimseler ise okuma-yazma bilmeseler bile insanlığın ve tabiatın yararına çalışmayı
ahlakî bir görev olarak görmektedirler.

5
Rabbimiz inananların Veli’sidir. Rahmeti gereği elçi gönderir ve kitap indirir.
Elçi de Rabbimizin Kitap’taki mesajları ile insanları uyarır ve onlara rehberlik eder.
Akıl sahipleri ise bu uyarıları doğru değerlendirir, gerçeği bulur ve hayatlarını o
gerçeklere göre tanzim ederler.
Kur’an’ın indiriliş amacının insanları uyarmak ve onları karanlıklardan aydınlığa
çıkarmak olduğu Kur’an’da birçok kez hatırlatılmıştır:
Ey kitap ehli! Kesinlikle Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da
vazgeçen Bizim elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah’tan bir ışık ve apaçık bir kitap geldi.
Allah onunla [Kitap’la] kendi rızasına uyanları selamet yollarına kılavuzlar. Onları kendi izniyle
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar. (Maide/15, 16)

Allah, inananların Velîsidir [Yakın Kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre
sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tâğûttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar
cehennem ashabıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257)

O [Allah], Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık ayetleri indirendir. Ve
şüphesiz Allah, size ı çok şefkatli, çok merhametlidir. (Hadid/9)

10, 11- Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O halde ey kavrama yeteneği olan iman etmiş
kimseler! Allah’a karşı takvalı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve salihatı işlemiş kimseleri
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah’ın açık açık ayetlerini [mucizelerini]
okuyan bir elçi indirdi. Ve Allah'a inanır ve salihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan,
içinde ebedi kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir. (Talak/10, 11)

Allah, sizlerden iman etmiş ve salihatı işlemiş olan kimselere, kendilerinden öncekileri halifeler
kıldığı gibi, yeryüzünde onları da halife kılacağını [başkalarının yerine geçireceğini], onlar için
beğenip seçtiği dini onlar için kesinlikle tutunduracağını ve korkularından sonra, onları kesinlikle
güvene değiştireceğini vaat etti. Onlar Bana kulluk ederler, Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Bundan
sonra da kim inkâr ederse, artık işte onlar, yoldan çıkanların ta kendileridir. (Nur/55)

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe
çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların
bazıları mümindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Al-i Imran/ 110)

İşte o kimseler [Allah’a yardım ettikleri için Allah’ın yardımına mazhar olmuş kimseler], eğer
kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikame etmişlerdir, zekatı vermişlerdir, marufu
emretmişlerdir ve münkerden alıkoymuşlardır. İşlerin sonucu sadece Allah'a aittir. (Hac/41)

Babaları uyarılmamış bu yüzden de kendileri gafil [duyarsız] bir kavmi kendisiyle uyarasın diye
Aziz [çok güçlü], Rahîm’in [çok merhametlinin] indirdiği çok hikmetli Kur’an’a ant olsun ki sen, o
gönderilenlerdensin [elçilerdensin], hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. (Ya Sin/2-6)

Yine konumuz olan pasajda “göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler
Kendisinin olan Allah” ifadesi yer almaktadır. Bu ifadesiyle Rabbimiz gökte ve
yeryüzünde ne varsa hepsinin Kendisinin olduğunu vurgulayarak insanları kendilerinin
olmayan şeylere bağlanmamaları noktasında uyarmaktadır.
De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka
hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde
doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman
edin ve o'na uyun.” (A’raf/158)

4- Ve Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi
kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni
de doğru yola iletir. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir.

6
Bu ayette Rabbimiz, toplumlara elçiler gönderdiğini, bu elçileri mutlaka kendi
toplumlarının anadilleriyle gönderdiğini, bunun gerekçesinin de elçinin getirdiği
mesajları açıkça ortaya koyabilmeleri olduğunu beyan etmektedir. Elçi ile gönderildiği
toplumun dilleri farklı olsaydı hem mesajın iletilmesi ve algılanması sorun olurdu, hem
de mesaj iletilenler mesajı anlamadıklarını, anlayamadıklarını bahane ederlerdi. Bu
konu daha evvel de birçok kez açıklanmıştı.
Görüldüğü gibi, bu ayette çok önemli bir husus; uyarının insanlara anadilleri ile
yapılması gerektiği olgusu ön plana çıkarılmıştır:
Ve eğer Biz onu [zikiri] yabancı dilde bir “Kur’ân [okuma]” yapsaydık, elbette onlar: “Âyetleri
detaylandırılmalı değil miydi?’ Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman eden
kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır.
Ve o [Zikr; Kur’ân], onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.
(Fussılet/44)

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o,
onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Apaçık kitaba ant olsun ki Biz onu aklınızı kullanasınız diye Arapça bir Kur'an [okuma] yaptık.
(Zühruf/2, 3)

Ayetteki “Biz onlara, açıkça ortaya koysun diye, her peygamberi yalnız kendi
kavminin diliyle gönderdik” ifadesinden sanki Resulullah sadece Arapça bilen Arap
toplumuna gönderilmiş gibi bir anlam çıkıyormuş gibi gözükse de, esası öyle değildir.
Buradaki ifadeler tıpkı şu ayetler gibi vurgu içermekte ve her elçinin davete önce kendi
toplumundan başladığını göstermektedir:
İşte bu da Bizim kentlerin anasını [Anakent’i] ve yanı başındaki kişileri uyarman için
indirdiğimiz kendinden öncekini doğrulayıcı mübarek [bolluk dolu] bir Kitaptır. Ahirete inananlar ona
da inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar [desteklerini de sürdürürler]. (Enam/92)

De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah
tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur'an vahyolundu. Allah’la
beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De
ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.”
(En’am/19)

Resulullah’ın tüm toplumlara, insanların tümüne elçi gönderildiğini açık açık


beyan eden ayetler de mevcuttur:
De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka
hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde
doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman
edin ve o'na uyun.” (A’raf/158)

Ve Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; velakin insanların
çoğu bilmiyorlar. (Sebe/28)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe
olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur'ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir
grup da cehennemdedir. (Şura/7)

De ki: “Ant olsun ki ins ve cinn [herkes], bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya
gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.” (İsra/88)

7
O, Ümmiler [anakentliler] içinde, kendilerinden olan ve onlara ve henüz onlara katılmamış olan
onlardan başkalarına Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi
gönderendir. -Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.- Ve O, Azîz’dir Hakîm’dir.
Bu, Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/2-4)

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da ayetteki “‫ لتتتتبّين‬litübeyyine”


sözcüğüdür. Bu sözcük genellikle dilimize “açıklaman için” ya da “açıklayasın”
şeklinde çevrilmektedir. Böylece sanki Kur’an anlaşılması zor bir kitaptır da
peygamberin açıklamasına muhtaçtır, peygamberin onu açıklaması gerekmektedir.
Hâlbuki durum böyle değildir. Biz bu konuyu çalışmamızın Sunuş bölümünde
detaylandırmış idik. Lüzumuna binaen burada da tekrarlıyoruz:

BU ÇALIŞMAMIZ “TEFSİR” DEĞİL, “TEYBİN”DİR

“Tefsir” sözcüğü, terim olarak “Kur'an'ı, Yüce Allah'ın muradına delâlet etmesi yönünden beşerî
takat oranında açıklamak” demektir.
“Tefsir” sözcüğünün kökü “Fesr” sözcüğüdür. “Açıklamak, örtülü şeyi açmak” anlamına gelen
bu sözcük, ilk defa tıp alanında “doktorun suya bakması” anlamında kullanılmıştır. Nitekim bu kökün
başka bir türevi olan “tefsira” sözcüğü, “hastalığın tespiti için üzerinde araştırma yapılan sidik”
demektir. (Lisanü’l-Arab; Fesr maddesi, cilt 7, sf. 101)
Hekimler getirilen “tefsira”ya bakarak hastalıkların sebeplerini bulup açıkladıkları için “fesr”
sözcüğü de zamanla yukarıda verilen “açıklamak, örtülü şeyi açmak” anlamında kullanılmaya
başlanmıştır. “Fesr” sözcüğünün tef'il babından mastarı olan “tefsir” sözcüğü de bu anlama paralel
olarak “iyice araştırmak, çok açıklamak” anlamında kullanılmaktadır.
Bütün bunlar, “tefsir” sözcüğünün filolojik olarak şu anlamlara delalet ettiğini göstermektedir:
“Anlaşılamamış, kapalı, müşkil, müphem bir sözü, konuyu, ya da meseleyi anlaşılır hâle
getirmek...”
Böyle bir tarif, sözcüğün terim anlamı için verdiğimiz tanımla da uyumludur. Ragıp da el-
Müfredat adlı eserinde “tefsir” sözcüğünü Lisanü’l-Arab'a uyumlu olarak açıklamıştır. (El Müfredat,
Fesr maddesi, sf. 380)
Bu bilgilere göre “Kur'an tefsiri” diye yazılan eserler, müellifleri böyle düşünmeseler de,
Kur'an'ın kapalı, müphem ve örtülü olduğunu peşinen kabul etmiş olmaktadırlar.
Bu nedenle, elinizdeki bu çalışmanın bir Kur'an tefsiri olmadığını özellikle belirtmek gerekir.
Bizim anlayışımıza göre Kur'an'ın insanlar tarafından tefsirine ihtiyaç yoktur. Çünkü Kur'an'ın bizzat
kendisi yüceler yücesi Rabbimiz tarafından yapılmış en güzel tefsirdir. Nitekim Furkan/33’te “Onların
sana getirdikleri hiçbir temsil yoktur ki, sana hakkı [doğrusunu] ve en güzel açıklamayı getirmeyelim”
denilerek Kur'an'ın en iyi tefsir olduğu, ele aldığı meseleleri en güzel şekilde açıkladığı ve problemleri
tamamen çözdüğü bildirilmektedir. Ayrıca Kur'an'da “Ayatün Beyyinatün”, “Kitabün Mübin”,
“Beyyenehü”, “Mübeyyinat”, “Tibyan” ve “Beyan” gibi aynı kökten türetilmiş kavramlarla Kur'an
ayetlerinin apaçık olduğu bildirilmiş, Kur'an'ın kapalı, müşkil, anlaşılmaz olmadığı yüzlerce kez
vurgulanmıştır. Yüce Allah kitabındaki mesajlarının açıkça anlaşılabilmesini sağlamak için her türlü
anlatım tekniğini kullanmış, bir anlatım aracı olarak sivrisinek gibi en basit şeyleri bile örnek vermekten
çekinmemiştir. Böylece ilahi mesajlar üniversitedeki akademisyenden dağdaki çobana kadar herkes
tarafından anlaşılabilecek bir açıklığa kavuşturulmuştur.
Kur'an'ın herhangi bir tefsire gerek duyulmayacak kadar açık ve anlaşılır olduğunu gösteren bu
gerçekler ortada iken Kur’an’ı tefsir etme iddiasıyla yola çıkmak, en hafifinden cüretkârlık olarak
nitelendirilecek bir yaklaşım olsa gerektir.
“Tebyîn” sözcüğü, iki zıt anlam için de kullanılan “Beyn” sözcüğünün türevlerinden olup tef'il
babından mastardır. Saklama anlamına gelen “Ketm” sözcüğünün zıt anlamlısı olan “tebyîn”, “açığa
koyma” demektir. Ancak bu, iyi anlaşılmamış bir şeyi açıklama anlamında değil, var olan bir şeyi ortaya
koyma, gözler önüne serme anlamında bir açığa koymadır. Meselâ Araplar “Beyyene’s-subhu li zi’l-
ayneyni” yani “Sabah, gözü olanlara her şeyi ortaya koydu” şeklinde bir deyim kullanmaktadırlar. Bir
benzetme yaparak anlatmak gerekirse; “Tebyîn” buzdolabında, kilerde veya herhangi bir yerde
durmakta olan yiyeceklerin yenmek üzere masanın üzerinde hazır duruma getirilmesi, yani zaten var
olan yiyeceklerin bulundukları yerden alınıp ortaya konulmasıdır. “Ketm” ise tam tersine, ortada
durması gereken bir şeyin ortadan kaldırılıp bir yerlere saklanmasıdır.
“Tebyin” sözcüğünün bu anlamı Kur'an'da net olarak vurgulanmıştır:

8
“İndirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti Biz, insanlara apaçık gösterdikten sonra gizleyenlere hem
Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve [açık delilleri
ve hidayeti] açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi
çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.” (Bakara/159, 160)

“Ve hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanların önüne apaçık
koyacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir
bedel karşılığı sattılar. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” (Âl-i Imran/187)

Tebyin sözcüğünün ism-i mef'ul kalıbına konulmuş bazı türevleri Kur’an’da “Fahişetün
mübeyyinetün (Nisa/19, Ahzab/30, Talâk/1)” ve “Âyâtün mübeyyinâtün (Nur/4, 46, Talâk/11)”
şeklindeki ifadelerle yer almıştır. “Beyan” sözcüğünün türevlerinden olup “apaçık” anlamına gelen
sözcükler ile “açığa koyma” anlamındaki “tebyin” sözcüğü ve onun ism-i mef’ul kalıbındaki türevleri
bazıları tarafından anlamdaş olarak kabul edilse bile, her bir sözcüğün anlamı, bulunduğu kalıp itibariyle
bir diğerinden farklıdır.
Kur'an konteksti içinde “Tebyin”, “Her biri gayet açık ve seçik olan Kur'an ayetlerinin ortaya
konularak gözler önüne serilmesi” anlamına gelmektedir. Bu ortaya koyuş, Kur'an'ı vahyeden ve onu
açıklamayı kendi üzerine borç alan Rabbimizin yaptığı bir iştir. Peygamberlerin Allah'tan aldıkları vahyi
kendi toplumlarına aktarmalarına “tebliğ” denmekle birlikte, sonraki yinelemeleri de mahiyeti
bakımından birer “tebyin” faaliyetine dönüşmektedir (Nahl/39, 44, 64, Zühruf/63, Maide/9, 15,
İbrahim/4). Kavram bu bağlamda ele alındığında, müminlerin görevinin sadece tebyin olduğu
anlaşılmaktadır.
Bizim yapmaya çalıştığımız da budur. Kur'an'ı kapalı, anlaşılmaz olmaktan tenzih eder, “onu
tefsir ettik” deme cüretinden Rabbimize sığınırız.”

Rabbimiz sadece son elçisini değil, daha evvelki elçilerini de kendi toplumlarının
dilleriyle göndermiştir. Bu peygamberlerin hepsi de tebyinde bulunmuşlardır:
Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları, açık kanatlarla ve
yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydiyin Ehlizikir’e [Tevrat ve İncil’i bilen
bilginlere] sorun. Biz sana da o Zikr’i [Kur’an’ı], kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların
da tefekkür etmeleri için indirdik. (Nahl/43, 44)

4. ayetteki “… Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğru


yola iletir” cümlesi, Rabbimizin insanları iman edip etmemekte serbest bıraktığını ifade
etmektedir. Bu konu Kehf/29’un tahlilinde (Tebyinü’l Kur’an; c. 7, s. Mizanpajdan
sonra sayfa numarası girilecek!) ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

5 – Ve ant olsun ki, Musa'yı “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara


Allah’ın günleri ile öğüt ver” diye ayetlerimizle elçi gönderdik. Şüphe yok ki bunda çok
sabreden ve çok şükreden herkes için nice ayetler vardır.

Bu ayette Rabbimiz, Resulullah’ın daha evvel Musa’nın (as) da görevlendirildiği


aynı görevle gönderildiği mesajını vermektedir. Rabbimiz Musa peygamberi
“eyyamullah [Allah’ın günleri]” ve mucizeler ile uyararak toplumunu karanlıklardan
aydınlığa çıkarmakla görevlendirdiği gibi, bütün peygamberlerini de kendi toplumlarını
karanlıklardan aydınlığa çıkarmak gayesiyle göndermiştir.
Araplar “ ‫ااا ااااا‬ ‫اا‬Eyyamü’l-Arab [Arab Günleri]” deyimiyle asırlardır
hafızalarda kalan kendi tarihlerindeki önemli hadiseleri ve meşhur savaşları; Arap
tarihine ait önemli olayları kastederler. Bu nedenle, ayetteki “ ‫ااا اااا‬ ‫اا‬Allah’ın
günleri” ifadesi de Allah’ın Musa Peygamberin kavmini cezalandıracağı günler”
demektir.
Sonuç olarak “Eyyamullah [Allah’ın günleri]” ifadesinin genel anlamda
“Allah’ın ciddi boyutta cezalandıracağı günler” demek olduğunu söyleyebiliriz. Bu ifade
daha evvel Casiye suresinde (Tebyinü’l Kur’an; c. 6, s. 476) de tahlil edilmişti.

9
Ayetteki “Musa ile gelen ayetler” ifadesini hem Musa’ya (as) verilen Kitap’ın
ayetleri, hem de Musa (as) ve İsrailoğulları’nın hayatlarındaki “Âsâ”, “Beyaz El”,
“Çekirgeler”, “Bitler”, “Kurbağa”, “Kan, “Denizin Yarılması”, “Taştan Pınarların
Fışkırması”, “Dağın Gölgelik Gibi Kaldırılması” ve “Gökten Bıldırcın Eti ile Kudret
Helvası İndirilmesi” gibi olağanüstü olaylar olarak anlayabiliriz.

6, 7 – Ve hani Musa kavmine demişti ki: “Allah'ın üzerinizdeki nimetini


hatırlayın; Hani O, sizi, sizi işkencenin kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan ve
kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardı. Ve işte bunda Rabbinizden size
çok büyük bir bela vardır. Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: ‘Ant olsun ki şükrederseniz
elbette size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.’”
8 – Yine Musa dedi ki: “Eğer küfrederseniz/ nankörlük ederseniz; siz ve
yeryüzündeki kimseler topluca, iyi biliniz ki Allah kesinlikle Ganiyy’dir, Hamîd’dir.”

Bu ayet grubunda, Musa peygamberin kendi toplumuna Allah’ın İsrailoğulları


üzerindeki nimetlerini hatırlatarak Allah’a nankörlük etmemeleri, nankörlük ederlerse
O’na değil kendilerine zarar verecekleri yönündeki öğütleri yer almaktadır.
Bu öğütler arasında yer alan “Ve işte bunda Rabbinizden size çok büyük bir bela
vardır” ifadesiyle insanoğlunun daima Allah’ın imtihanıyla baş başa olduğu gerçeği
hatırlatılmaktadır.
“İsrailoğulları’nın belalandırılması [imtihan edilişi]”, onların hem nimetler
verilerek hem de sıkıntıya düşürülerek sınanmaları/denenmeleri olarak anlaşılmalıdır.
Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü tadıcıdır. Ve fitne olmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile
belalandırırız. Ve siz yalnız Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya/35)

Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da bundan
aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik].
(A'râf/168)

Ve de kesinlikle Biz sizi korkudan, açlıktan bir şeylerle; ve mallardan, canlardan ve ürünlerden
eksiltme ile belalandıracağız [imtihan edeceğiz]. Başlarına bir musıbet geldiği zaman “Biz şüphesiz
Allah'a aidiz ve yalnız O’na döneceğiz.” diyen şu sabredenleri müjdele! (Bakara/155)

Ayetlerdeki “Ve hani Rabbiniz ilan etmişti: ‘Ant olsun ki şükrederseniz elbette
size artırırım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir” ve “Eğer
küfrederseniz/ nankörlük ederseniz; siz ve yeryüzündeki kimseler topluca, iyi biliniz ki
Allah kesinlikle Ganiyy’dir, Hamîd’dir” ifadelerinden anlaşıldığına göre, Rabbimiz
Tevrat’ta Musa’ya şükürle ilgili çok kesin direktiflerde bulunmuştur.
Şükür, şükrün gereği ve şükrün nimeti artıracağı konusu daha önce Ya Sin
suresinin sonunda ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Önemine binaen kısaca özetliyoruz:

ŞÜKÜR

Kur’an’da üzerinde çok durulmuş olan “şükür”, imanın gereği ve müminlerin


temel görevidir. Nitekim birçok ayette inananlar, aynı zamanda “şükredenler” olarak
nitelenmiştir.
“Şükür” ile zıt anlamdaki “küfran” sözcüğü ise bir müminin asla yapmayacağı
bir davranış olan “nankörlük” demektir.
“Şükür” sözcüğünün anlamı zaman içerisinde değişime uğramış ve başta içerdiği
anlam örgüsünü kısmen kaybetmiştir.

10
“ ‫ااا‬ ‫ااا‬Şükür”, “hayvanın yediği besini, verdiği süt ve semizliği ile belli
etmesi” demektir. (Lisanü’l-Arab; c:5, s:163–165 ve Tacü’l-Arus; c:7, s:48–51)
Sözcüğün lügat anlamını şu örneklerle açıklamak mümkündür: Şükür, beslenen
bir hayvanın yediklerinin karşılığını maddi olarak göstermesi demek olduğuna göre,
bir tavuğun yumurta vermesi, bir ineğin süt vermesi, bir koyunun yün vermesi veya
her üçünün de et verecek şekilde semirmesi bu anlamda hayvanın şükrü olmuş olur.
Görüldüğü gibi, beslenen bu hayvanların dilleriyle veya beden tavırlarıyla sahiplerine
gösterdikleri yaranma, yaltaklanma hareketleri “şükür” kapsamında değildir. Ancak
seslerini dinletmeleri için beslenen papağan, bülbül, kanarya gibi hayvanların
ötüşlerini de bir “şükür” olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü bu işlevlerini yerine
getirmeleri için beslenmektedirler.
Aynı kökten türemiş olan “teşekkür”, “müteşekkir” ve “şükran” sözcükleriyle
birlikte Türkçede de kullanılan “şükür” sözcüğü, türevleriyle birlikte Kur’an’da toplam
74 kez yer almıştır. Aşağıda verilen ayetler dikkate alınarak “şükr”ün din
terminolojisindeki anlamı şöyle ifade edilebilir:
Şükür, Allah’ın insanlara verdiği nimetlere karşı insanların da bu nimetlerin
karşılığını Allah’a vermeleridir.
Sözcüğün gerçek anlamı, alınan şeye bir karşılık olarak verilenin de o şeyin
cinsinden olmasını gerektirmektedir. Yani “şükür”ün lâf ile olmayacağı, gerek
sözcüğün vaz’ [ilk] anlamından gerekse Kur’an’daki kullanımlarından anlaşılmaktadır.
Şükrün ayetlerdeki kullanımı, onun insana verilen nimetin cinsinden verilerek
yapılabilecek bir karşılık verme olduğunu göstermektedir. Ancak gerçek böyle
olmasına rağmen sözcük gerçek anlamından uzaklaştırılmış ve “dilin şükrü”, “kalbin
şükrü” ve “bedenin şükrü” gibi tasniflere tâbi tutulmuştur.
Şükür nimet karşılığıdır. Rabbimiz verdiği nimetleri hatırlatıp ondan sonra şükür
talebinde bulunmaktadır:
Öyleyse Allah’ın size rızk olarak verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin. Allah'ın nimetine
şükredin, eğer gerçekten sadece O'na kulluk ediyorsanız. (Nahl/114)

Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım. Ve Bana şükredin, Bana nankörlük etmeyin.
(Bakara/152)

Sonra da o [Süleyman] onun kararından / sözünden gülerek tebessüm etti. Ve “Ey Rabbim! Bana
ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salihi işlememi gönlüme getir ve
Rahmetinle, beni salih kullarının içine kat!” dedi. (Neml/19)

Ve Biz insana ana ve babasına ihsanı [iyilik yapmayı / güzel davranmayı] tavsiye ettik. Anası onu
zahmetle taşıdı ve zahmetle bıraktı [doğurdu]. Ve onun taşınması ve ayrılması otuz aydır. Nihayet insan
olgunluk çağına ulaşıp, kırk seneye geldiğinde der ki: “Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin
nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salihi işlememi sağla. Benim için soyumdan salih
kimseler kıl. Şüphesiz ben Sana yöneldim. Ve ben şüphesiz teslim olanlardanım.” (Ahkaf/15)

Şüphesiz ki, Rabbimiz insana sayamayacağı kadar nimet vermiştir. Başta aldığı
nefes olmak üzere, sahip olduğu aile, mal, mülk ve diğer her şey, bütün bu nimetlerin
de üstünde olarak Kur’an ve onun sayesinde nail olunan iman, hep O’nun verdiği
nimetlerdendir. Dolayısıyla bütün bu nimetlerin karşılığının Rabbimize bire bir
ödenebilmesi imkânsızdır. Bu durumda insanın yapacağı şey çok şükretmek, yani
mümkün olduğu kadar, imkânlarının elverdiği kadar salih işlemektir.
Şükür nimetin artmasına, şükrün karşıtı olan küfür [nankörlük] ise nimetin elden
gitmesine sebep olur. İnsan şükrettikçe, yani nimeti veren Allah’a karşılığını ödedikçe
Allah da ona nimetini kat kat artırır; ayrıca ona huzur ve mutluluk verir.

11
Ve hani Rabbiniz size şöyle ilân etmişti: “Ant olsun ki şükrederseniz elbette size arttırırım ve
eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir. (İbrahim/7)

Nankörlük edenler ise hem biriktireceğim diye hem de biriktirdiğimi


koruyacağım ve daha da artıracağım diye maddî ve manevî sıkıntılara, azaplara duçar
olur. Ayrıca Allah, verdiği nimeti elinden almak suretiyle onu cezalandırır.
Yüce Allah, “şükür” görevini yerine getirmek üzere kullarından her “hasene”
getirene, getirdiğinin on katını vaat etmektedir [En’âm/160]. “İnfak, salihat” cinsinden
davranışlarda bulunanların durumunu da bire yedi yüz veren daneye benzetmekte ve
onlardan dilediği kişiler için daha da arttıracağını bildirmektedir [Bakara/261].
Yüce Rabbimizin Esma-i Hüsna’sından ikisi de “eş-Şakir [yapılanın karşılığını
veren] ve “eş-Şekûr [yapılanın karşılığını çok çok veren]”dir.
Konu hakkındaki detaylı açıklamamız Ya Sin suresinin sonundadır. (Tebyinü’l-
Kur’an; c.3, s: 322-328)
Firavun’un İsrailoğulları’na yaptığı işkenceleri şu ayetler ile hatırlamalıyız:
Ve hani bir zaman sizi, sizi azabın en kötüsüne çarpıtan, oğullarınızı boğazlayan, kadınlarınızı
sağ bırakan Firavun ailesinden kurtardık. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir bela vardır.
(Bakara/49)

Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve ehlini grup grup kıldı; onlardan bir taifeyi
güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Şüphesiz ki o,
bozgunculardan idi. (Kasas/4)

Konumuz olan ayetlerde Musa’nın (as) İsrailoğulları’na verdiği nakledilen öğütler,


Musa’nın (as) ölmezden evvel İsrailoğulları’na Tevrat’tan özetlediği, tekrarladığı
emirlerdir. Bunlar Kitab-ı Mukaddes’in Tesniye bölümünü oluşturmaktadır.
Tesniye’nin konumuz olan ayetlerle örtüşen cümlelerini aşağıda naklediyoruz:

4 "Kulak ver, ey İsrail! Yahve Tanrımız'dır, O tektir.


5 Tanrınız Yahve'yi bütün yüreğinizle, bütün canınızla, bütün gücünüzle seveceksiniz.
6 Bugün size verdiğim bu buyrukları aklınızda tutun.
7 Onları çocuklarınıza benimsetin. Evinizde otururken, yolda yürürken, yatarken, kalkarken
onlardan söz edin.
8 Bir belirti olarak onları ellerinize bağlayın, alnınıza takın.
9 Evlerinizin kapı sövelerine, kentlerinizin kapılarına yazın." (Tesniye, 6: 4-9)

12 "Şimdi, ey İsrail halkı, Tanrınız RABB sizden ne istiyor? Yalnız şunu istiyor: Tanrınız
RABB'den korkun, O'nun yollarında yürüyün, O'nu sevin; bütün yüreğinizle, bütün canınızla O'na kulluk
edin;
13 üzerinize iyilik gelsin diye bugün size bildirdiğim buyruklarına, kurallarına uyun.
14 Gökler de, en yüce katı da, yeryüzü ve içindeki her şey Tanrınız RABB'indir.
15 Öyleyken RABB atalarınızı sevdi, onlara bağlandı. Bugün olduğu gibi, onların soyu olan sizleri
bütün halkların arasından seçti.
16 Yüreklerinizi RABB'e adayın bundan böyle dik başlı olmayın.
17 Çünkü Tanrınız Yahve, tanrıların Tanrısı, rablerin Rabbi'dir. O kimseyi kayırmayan, rüşvet
almayan, ulu, güçlü, heybetli Tanrı'dır.
18 Öksüzlerin, dul kadınların hakkını gözetir. Yabancıları sever, onlara yiyecek, giyecek sağlar.
19 Siz de yabancıları seveceksiniz. Çünkü Mısır'da siz de yabancıydınız.
20 Tanrınız RABB'den korkun, O'na kulluk edin. O'na bağlı kalın ve O'nun adıyla ant için.
21 O övgünüzdür. Gözlerinizle gördüğünüz o büyük, heybetli belirtileri sizin için yapan
Tanrınız'dır.
22 Mısır'a giden atalarınız yetmiş kişiydi. Şimdiyse Tanrınız RABB sizi göklerdeki yıldızlar kadar
çoğalttı." (Tesniye 10: 12-22)

28 Eğer Tanrınız RABB'in sözünü iyice dinler ve bugün size ilettiğim bütün buyruklarına
uyarsanız, Tanrınız RABB sizi yeryüzündeki bütün uluslardan üstün kılacaktır.

12
2 Tanrınız RABB'in sözünü dinlerseniz, şu bereketler üzerinize gelecek ve sizinle olacak:
3 "Kentte de, tarlada da kutsanacaksınız.
4 "Rahminizin meyvesi kutsanacak. Toprağınızın ürünü, hayvanlarınızın dölü -sığırlarınızın
buzağıları, sürülerinizin kuzuları- bereketli olacak.
5 "Sepetiniz ve hamur tekneniz bereketli olacak.
6 "İçeri girdiğinizde de, dışarı çıktığınızda da kutsanacaksınız.
7 "RABB size saldıran düşmanlarınızı önünüzde bozguna uğratacak. Onlar size bir yoldan
saldıracak, ama önünüzden yedi yoldan kaçacaklar.
8 "RABB'in buyruğuyla ambarlarınız dolu olacak. El attığınız her işte RABB sizi kutsayacak.
Tanrınız RABB size vereceği ülkede sizi kutsayacak.
9 "Tanrınız RABB'in buyruklarına uyar, O'nun yollarında yürürseniz, RABB size içtiği ant
uyarınca sizi kendisi için kutsal bir halk olarak koruyacaktır.
10 Yeryüzündeki bütün uluslar RABB'e ait olduğunuzu görecek, sizden korkacaklar.
11 RABB atalarınıza ant içerek size söz verdiği ülkede bolluk içinde yaşamanızı sağlayacak:
Rahminizin meyvesi kutsanacak; hayvanlarınızın yavruları, toprağınızın ürünü verimli olacak.
12 RABB ülkenize yağmuru zamanında yağdırmak ve bütün emeğinizi verimli kılmak için
göklerdeki zengin hazinesini açacak. Birçok ulusa ödünç vereceksiniz; siz ödünç almayacaksınız.
13 RABB sizi kuyruk değil baş yapacak. Eğer bugün size ilettiğim Tanrınız RABB'in buyruklarını
dinler, onlara iyice uyarsanız, altta değil, her zaman üstte olacaksınız.
14 Bugün size ilettiğim buyrukların dışına çıkmayacak, başka ilahların ardınca gitmeyecek, onlara
tapmayacaksınız."

L ANETLER
15 "Ama Tanrınız RABB'in sözünü dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukların, kuralların hepsine
uymazsanız, şu lanetler üzerinize gelecek ve size ulaşacak:
16 "Kentte de, tarlada da lanetli olacaksınız.
17 "Sepetiniz ve hamur tekneniz lanetli olacak.
18 "Rahminizin meyvesi, toprağınızın ürünü, sığırlarınızın buzağıları, sürülerinizin kuzuları lanetli
olacak.
19 "İçeri girdiğinizde lanetli olacaksınız; dışarı çıktığınızda da lanetli olacaksınız.
20 "RABB'e sırt çevirmekle yaptığınız kötülükler yüzünden el attığınız her işte O sizi lanete
uğratacak, şaşkına çevirecek, paylayacak. Sonunda üzerinize yıkım gelecek ve çabucak yok olacaksınız.
21 RABB, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede sizi yok edinceye dek, salgın hastalıkla
cezalandıracak.
22 Veremle, sıtmayla, iltihapla, yakıcı sıcaklıkla, kuraklıkla, samyeliyle, küfle cezalandıracak. Siz
yok oluncaya dek bunlar sizi kovalayacak.
23 Başınızın üstündeki gök tunç, ayağınızın altındaki yer demir olacak.
24 RABB siz yok oluncaya dek gökten yağmur yerine ülkenize toz ve kum yağdıracak.
25 "RABB sizi düşmanlarınızın önünde bozguna uğratacak. Onlara bir yoldan saldıracak, ama
önlerinden yedi yoldan kaçacaksınız. Yeryüzündeki bütün uluslar için dehşet verici bir örnek olacaksınız.
26 Ölüleriniz gökteki bütün kuşlara ve yabanıl hayvanlara yem olacak; onları korkutup kaçıran
kimse olmayacak.
27 RABB sizi iyileşemeyeceğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla, uyuzla vuracak.
28 RABB sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak.
29 Öğle vakti körlerin karanlıkta el yordamıyla yürüdüğü gibi yürüyeceksiniz. Yaptığınız her
şeyde başarısız olacak, sürekli sıkıştırılacak, yağmalanacaksınız. Sizi kurtaran olmayacak.
30 "Bir kızla nişanlanacaksınız, ama başka biri onunla yatacak. Ev yapacak ama içinde
oturmayacaksınız. Bağ dikecek ama üzümünü toplamayacaksınız.
31 Öküzünüz gözünüzün önünde kesilecek ama etini yemeyeceksiniz. Eşeğiniz zorla sizden
alınacak, geri getirilmeyecek. Davarlarınız düşmanlarınıza verilecek. Sizi kurtaran olmayacak.
32 Oğullarınız, kızlarınız gözlerinizin önünde başka bir ulusa verilecek. Her gün onları
gözlemekten gözlerinizin gücü tükenecek. Elinizden bir şey gelmeyecek.
33 Tanımadığınız bir halk toprağınızın ürününü ve bütün emeğinizi yiyecek. Sürekli sıkıştırılacak,
ezileceksiniz.
34 Gözlerinizle gördükleriniz sizi çıldırtacak.
35 RABB dizlerinizi, bacaklarınızı tepeden tırnağa iyileşmeyen ağrılı çıbanlarla vuracak.
36 "RABB sizi ve başınıza atayacağınız kralı sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek.
Orada ağaçtan, taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.
37 RABB'in sizi süreceği bütün uluslar başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak,
sizinle eğlenecekler.

13
38 "Çok tohum ekecek, ama az toplayacaksınız. Çünkü ürününüzü çekirge yiyecek.
39 Bağlar dikecek, bakımını yapacak, ama şarap içmeyecek, üzüm toplamayacaksınız. Onları kurt
yiyecek.
40 Ülkenizin her yerinde zeytinlikleriniz olacak, ama zeytinyağı sürünmeyeceksiniz. Zeytin
ağaçlarınız ürününü yere dökecek.
41 Oğullarınız, kızlarınız olacak, ama sizinle kalmayacaklar, sürgüne gönderilecekler.
42 Bütün ağaçlarınızı, toprağınızın ürününü çekirgeler yiyecek.
43 "Aranızdaki yabancılar yükseldikçe yükselecek, sizse alçaldıkça alçalacaksınız.
44 O sana ödünç verecek, ama sen ona ödünç vermeyeceksin. O baş, sen kuyruk olacaksın.
45 "Bütün bu lanetler başınıza yağacak. Yok oluncaya dek sizi kovalayacak ve size erişecek.
Çünkü Tanrınız RABB'in sözünü dinlemediniz, size verdiği buyrukları, kuralları yerine getirmediniz.
46 Bu lanetler siz ve soyunuz için sonsuza dek bir belirti, şaşılası bir olay olarak kalacak.
47 Madem bolluk zamanında Tanrınız RABB'e sevinçle, hoşnutlukla kulluk etmediniz,
48 RABB'in üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız;
her şeye gereksinim duyacaksınız. RABB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.
49 "RABB uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu - dilini bilmediğiniz bir ulusu - birden
çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek.
50 Yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu.
51 Siz yok oluncaya dek hayvanlarınızın yavrularını, toprağınızın ürününü yiyip bitirecekler. Size
ne tahıl, ne şarap, ne zeytinyağı, ne sığırlarınızın buzağılarını, ne de sürülerinizin kuzularını bırakacaklar;
ta ki, siz ortadan kalkıncaya dek.
52 Güvendiğiniz yüksek, dayanıklı surlar yerle bir oluncaya dek ülkenizdeki bütün kentlerde sizi
kuşatacaklar. Tanrınız RABB'in size verdiği ülkedeki bütün kentleri kuşatacaklar.
53 "Kuşatma sırasında düşmanınızın vereceği sıkıntıdan rahminizin meyvesini, Tanrınız RABB'in
size verdiği oğulların, kızların etini yiyeceksiniz.
54 Aranızdaki en yumuşak, en duyarlı adam bile öz kardeşine, sevdiği karısına, sağ kalan
çocuklarına acımayacak;
55 yediği çocuklarının etini onların hiçbiriyle paylaşmayacak. Çünkü düşmanın kuşatma sırasında
sizi sıkıştırması yüzünden kentlerinizde hiç yiyecek kalmayacak.
56-57 Aranızda en yumuşak, en duyarlı kadın -yumuşaklığından ve duyarlılığından ayağının
tabanını yere basmak istemeyen kadın- bile sevdiği kocasından, öz oğlundan, kızından, plasentayı ve
doğuracağı çocukları esirgeyecek. Çünkü kuşatma sırasında düşmanın kentlerinizde size vereceği
sıkıntıdan, yokluktan onları gizlice yiyecek.
58 "Bu kitapta yazılı yasanın bütün sözlerine uymaz, Tanrınız Yahve'nin yüce ve heybetli adından
korkmazsanız,
59 RABB sizi ve soyunuzu korkunç belalarla, büyük ve sürekli belalarla, ağır, iyileşmez
hastalıklarla vuracak.
60 Sizi ürküten Mısır'ın bütün hastalıklarını yeniden başınıza getirecek; size yapışacaklar.
61 Siz yok oluncaya dek RABB bu Yasa Kitabı'nda yazılmamış her türlü hastalığı ve belayı da
başınıza getirecek.
62 Gökteki yıldızlar kadar çok olan sizler, sayıca az bırakılacaksınız. Çünkü Tanrınız RABB'in
sözüne kulak vermediniz.
63 Size iyilik yapmak, sizi çoğaltmak RABB'i nasıl sevindirdiyse, sizi yıkmak ve yok etmek de
öyle sevindirecektir. Mülk edinmek için gideceğiniz ülkeden sökülüp atılacaksınız.
64 "RABB sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de
atalarınızın da tanımadığı, ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.
65 Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RABB size
titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek.
66 Sürekli can kaygısı içinde yaşayacaksınız. Gece gündüz dehşet içinde olacaksınız. Yaşamınızın
güvenliği olmayacak.
67 Yüreğinizi kaplayan dehşet ve gözlerinizin gördüğü olaylar yüzünden, sabah, 'Keşke akşam
olsa!', akşam, 'Keşke sabah olsa!' diyeceksiniz.
68 Bir daha görmeyeceksiniz dediğim yoldan RABB sizi gemilerle Mısır'a geri gönderecek. Orada
erkek ve kadın köle olarak kendinizi düşmanlarınıza satmaya kalkışacaksınız; ama satın alan
olmayacak." (Tesniye; 28: 1-68)

Musa (as) ve kavmiyle ilgili İbrahim suresindeki bu kısa değininin amacı,


Musa’nın (as) kavmi örnek verilerek Mekke müşriklerine onlar gibi nankör olmamaları
mesajını vermektir.

14
9 - Sizden öncekilerin; Nuh kavminin, Âd, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin
haberleri size gelmedi mi? Onları, Allah'tan başkası bilmez. Elçileri onlara apaçık
kanıtlarla geldi de onlar, ellerini, onların [elçilerin] ağızlarına götürdüler. Ve: “Biz
sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr ettik ve şüphesiz biz, bizi çağırdığınız şeyden
de şekk [yetersiz bilgi] ve endişe içindeyiz” dediler.
10 - Elçileri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan, sizi günahlarınızı bağışlamak için
çağıran ve belirlenmiş bir süreye kadar sizi erteleyen Allah hakkında şekk mi var?”
Onlar: “Siz sadece bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından
alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin!” dediler.
11, 12 - Elçileri onlara dediler ki: “Biz ancak sizin gibi bir beşeriz. Velâkin Allah
kullarından dilediğini kayırır. Ve Allah’ın izni olmadıkça bizim için size bir delil
getirmemiz olacak şey değildir. Onun için de inananlar sadece Allah’a tevekkül
etsinler. Ve bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah'a tevekkül etmeyelim! Ve
elbette biz, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül edenler de yalnız Allah'a
tevekkül etsinler."
13, 14 – Ve inkâr eden kimseler, elçilerine: “Ya sizi mutlaka yurdumuzdan
çıkaracağız, ya da mutlaka bizim milletimize döneceksiniz!” dediler. Rableri de
onlara: “Biz zalimleri mutlaka helak edeceğiz ve onlardan sonra sizi mutlaka o yere
yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir” diye vahyetti.

Musa peygamber ile ilgili bir hatırlatma yapıldıktan sonra, bu ayet grubunda da
Musa’dan önceki elçilere ve bu elçilerin kendi toplumları ile olan mücadelelerine,
Rabbimizin o elçilere yaptığı vahiylere değinilmiştir.
Yüce Allah, Nuh’tan (as) bu yana, tevhid akidesini yerleştirmek, yeryüzünde
zulüm ve fesadı engelleyip adaleti sağlamak amacıyla birçok peygamber
göndermiştir. Peygamberler toplumlarına Allah’ın rahmet ve bağışını haber vermiş
fakat hepsi de elçilerinin ağzını tıkayıp gerçeği söylemelerine engel olmaya
çalışmıştır. “Siz sadece bizim gibi bir beşersiniz, bizi babalarımızın taptıklarından
alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize apaçık bir delil getirin” diyerek elçilere karşı
çıkmışlardır.
Daha önce de açıklandığı gibi, Mekke müşrikleri elçinin içlerinden biri, bir beşer
oluşunu kabullenemiyorlardı. Onlara göre elçi ya melek olmalıydı, ya da beraberinde
bir melek bulunmalıydı. Üstelik çok da zengin olmalıydı. Bu konulara ait detay daha
evvel Furkan ve İsra surelerinde (Tebyinü’l-Kur’an; c:3, s:351, 352 ve c:4, s:404-
412) yer almıştır.
Bunun üzerine elçiler Allah’tan aldıkları emirle onlara “Biz ancak sizin gibi bir
beşeriz. Velâkin Allah kullarından dilediğini kayırır. Ve Allah’ın izni olmadıkça
bizim için size bir delil getirmemiz olacak şey değildir. Onun için de inananlar
sadece Allah’a tevekkül etsinler. Ve bize yollarımızı göstermişken, neden biz Allah'a
tevekkül etmeyelim! Ve elbette biz, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz. Tevekkül
edenler de yalnız Allah'a tevekkül etsinler” demişlerdir.
Tüm bunlardan sonra müşrikler azgınlıklarını artırarak “ya bizim dinimize
dönersiniz, ya da sizi buradan sürüp çıkaracağız” diyerek elçilere eza ve cefa
etmişlerdir. Sonunda Allah, elçilere “Biz zalimleri mutlaka helak edeceğiz ve
onlardan sonra sizi mutlaka o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden
korkan içindir” diye vahyederek onlara güç kuvvet vermiştir.

15
Zalimlerin elçilere dirençle karşı koyuşları daha evvel de birçok surede genişçe
anlatılmıştı. Burada Resulullah’ın da başına bir takım sıkıntıların geleceği
bildirilirken aynı zamanda karşı tutumlarını sürdüren Mekkeli müşriklere de
akıbetlerinin o direnişçilerden farklı olmayacağı mesajı verilmiştir.
Pasajdaki ana temayı yansıtan şu ayetlerin okunmasını, konunun daha iyi
anlaşılması bakımından özellikle gerekli görüyoruz:
Ad’ı, Semud’u, Ress ashabını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de. (Furkan/38)

Ve ant olsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık onlardan
kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir ayet getiremez. Artık Allah'ın emri
gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar. (Mü'min/78)

Ve yakında seni arzdan [yurdundan] çıkarmak için, muhakkak ki rahatsız edecekler. O takdirde
senden önce elçilerimizden gönderdiğimiz kişiler hakkındaki sünnetimize göre onlar da senin
ardından pek az kalacaklardır. -Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.- (İsrâ/76, 77)

Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber
inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şu‘ayb da] dedi ki:
“İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle
Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona geri dönmemiz bizim için
olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey
Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!–
(A'râf/88-89)

Onlar ki, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.
Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde
Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah,
kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.
(Hacc/40)

Lut’u da (elçi olarak kavmine gönderdik). Hani o, kavmine; “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı
[hayâsızlığı] yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız?
Aslında siz cahillikte devam edegelen bir kavimsiniz!” demişti.
Sonra da kavminin cevabı sadece “Lut ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar temiz
kalmak isteyen insanlarmış!” demeleri oldu.
Bunun üzerine onu ve geride kalmasını takdir ettiğimiz karısı dışındaki yakınlarını kurtardık.
Ve onların üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Ne kötü idi uyarılanların yağmuru!
(Neml/54- 58)

Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah,
tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30)

Peki, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde ayakta duran o kişi kimdir?
Onlar ise Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O’na yeryüzünde bilmediği
bir şey mi haber vereceksiniz? Yoksa sözden açık olanı mı? Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere
planları güzel gösterildi de Yol’dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren
kimse yoktur. (Ra'd/33)

Şüphesiz şu, Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan
adaleti emreden kişileri öldürten kişiler; hadi onlara acıklı bir azabı müjdele!
İşte bunlar, dünyada ve ahirette de bütün yaptıkları boşa gitmiş olan kimselerdir. Onlar için
yardımcılardan da yoktur. (Al-i Imran/21-22)

Bu [Elçilik], Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/4)

Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da… Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir.
(Hacc/75)

16
15 – 17- Onlar [elçiler], fetih istediler. Tüm inatçı zorba da hüsrana uğradı.
Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. Onu [irinli suyu]
yudum yudum içecek; yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o ölü
değildir [hiç ölmeyecek]. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir.

Bu ayetlerde, elçilerin direnen inkârcılar hakkındaki talepleri ile Rabbimizin bu


talepleri kabul ederek direnen müşrikleri cezalandırması nakledilmiştir. Elçiler
sıkıştıkları dönemlerde daima Allah’tan yardım istemişlerdir. Rabbimiz de elçilere
yardım ederek tüm zorbaları perişan etmiştir. Bu zorbaların ahiretteki yerleri de
cehennem olacaktır:

O [Nuh]: “Rabbim! Şüphesiz onlar [Kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan
başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı
bırakmayın. Ve sakın Ved, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını
da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır.” dedi.
Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları
bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim
için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mü’min kadınlar
için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır.”
(25) Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için
Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/21-28)

Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar
verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine
sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi.
O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin.
Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. (Yunus/88, 89)

O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her
tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrailoğulları’na olan o pek güzel sözü, sabırları
yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınai eserlerini ve
yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik. (A'raf/137)

Siz, şüphesiz, mutlaka erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak
mısınız?” dedi. İşte kavminin cevabı da sadece “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!”
demeleri oldu.
O [Lut]: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi. (Ankebut/29, 30)

Ayetlerde konu edilen “kaynar su” ve “irin içirme” şeklindeki cezalandırmalar,


korkutarak uyarma maksadıyla birçok kez dikkatlere sunulmuştur:
Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için
ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve
derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak
isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve, “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/19-22)

De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun
astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde
kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” -Dikkatli olun! İşte bu, apaçık
bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah,
kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/16)

Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar,
tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar
vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî
olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu?
(Muhammed/15)

17
Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur
yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir!
Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)

-Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın
zincir içerisinde onu oraya [cehenneme] sokun! Şüphesiz o, büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin
yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur.
Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.- (Hakkah/30 37)

De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler malûm bir günün belli vaktinde/ randevu yerine mutlaka
toplanacaklardır. Sonra şüphesiz siz, ey sapıklar, yalanlayıcılar! Kesinlikle zakkumdan bir ağaçtan
yiyeceksiniz de karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Sonra da onun üstüne kaynar su içeceksiniz. Hem
de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.” İşte bu, din gününde onların ziyafetleridir.
(Vakıa/52)

Onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. (Gaşiye/4, 5)

İşte o kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar [tadıp dursunlar]!


Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. (Sâd/57-58)

Şüphesiz o [zakkum ağacı], cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların
[boynuzlu yılanların] başları gibidir.
İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır.
Sonra şüphesiz onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır.
Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle Cahim’dir [cehennemdir]. (Saffat/64-68)

Rabbimiz elçilerine yardım edip onları her zaman muvaffak kılacağını birçok kez
ilan etmiştir:
Ve ant olsun ki, gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz
onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta
kendisidir.” (Saffat/171-173)

Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir.
(Mücadile/21)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı
sabit tutar. (Muhammed/7)

O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven,
moral, mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi
bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4)

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik
edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mümin/51)

18 - Rablerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir
günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde
tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir.

Bu ayette, geçmişten günümüze tüm inkârcıların ortaya koydukları işlerin,


akılsızca yaptıkları tercihin bir sonucu olarak bir hiç hükmünde olacağı mesajı bir
örnekle verilmektedir. İnkârcıların amelleri rüzgârda savrulan kül gibidir.

18
Yaptıklarının hiçbir değeri, ağırlığı, dayanıklılığı yoktur. Hafif bir rüzgâr ile bile
savrulur gider, ortada hiçbir şey kalmaz. Birçok yerde değinildiği gibi, amellerin
Allah tarafından değerlendirilmeye tabi tutulması için o amellerin öncelikle Allah
rızası için yapılmış olması gerekmektedir. İnkârcıların küfrü, ortaya koydukları bütün
işlerin temelini yok etmekte, ortada amel diye bir şey bırakmamaktadır.
Küfredenlerin amellerinin boşuna oluşu ile ilgili birçok benzetme yapılmıştır:
Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının önüne geçtik de onu
saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. (Furkan/23)

Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine
isabet edip de onları helak eden kavurucu rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat
onlar, kendilerine zulmediyorlar. (Al-i Imran/117)

Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve son güne inanmadığı halde malını insanlara gösteriş için
bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun
durumu, üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağanak isabet ettiği zaman, sağanağın cascavlak
olarak bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah,
kâfirler topluluğuna hidayet etmez. (Bakara/264)

19, 20 - Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın gerçek ile yarattığını görmedin mi? O


dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir.

Ayetteki soru, uyarmak amacıyla müşriklere yöneltilmiştir. “Göklerin ve yerin


gerçek ile yaratılması”, Nahl/3’ün tahlilinde detaylı olarak açıkladığımız gibi, bu
varlıkların geçici, süreli, ölümlü olarak yaratılmış olması demektir. Gökleri ve
yeryüzündeki olay ve olguları gözlemleyen, araştıran herkes, evrenin ömrünün süreli
olduğunu ve o vakte doğru akıp gittiğini bilir, anlar. Ayrıca insan kendi varlığına
baktığında da ölümlü bir varlık olduğunu fark eder. Ayette ölüm sonrasına işaret
edilerek hesaba hazırlanılması, yaratılıştaki gerçeğin unutulmaması istenmektedir.
Çünkü ilk yaratılışı anlamayan yeniden yaratılışı kavrayamaz.
Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın
ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir.
(Ahkaf/33)

Ve o insan [o kişi], kendisini bir nutfeden [bir damla sudan] yarattığımızı görmedi mi de şimdi o,
apaçık bir hasımdır [düşmandır].
Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o
kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o
yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz.
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]!
Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen
oluverir.
O hâlde her şeyin melekûtu [tam hükümranlığı] kendi elinde olan [Allah] her türlü
noksanlıklardan arınıktır. Siz de yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Ya Sin/77-83)

Konumuz olan ayetin ilk bölümünde Rabbimiz “O dilerse sizi giderir ve yepyeni
bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir” buyurarak inkârcıların her
zaman bir felaket beklentisi içinde olmalarını ihtar etmiştir.
Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve hamde lâyık olandır.
Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç
de değildir. (Fâtır/15-17)

19
İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların amellerini saptırmıştır.
(Muhammed/38)

Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir
toplum getirir ki O [Allah], onları sever, onlar da O’nu [Allah’ı] severler; müminlere karşı yumuşak,
kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının
kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, Vasi’”dır, Çok İyi
Bilen’dir. (Mâide/54)

Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç
yetirendir. (Nisa/133)

21 – Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler,
büyüklük taslayan kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi
siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?” dediler. Onlar: “Allah, bize
kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek
bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler
22 – Ve iş bitince şeytan onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti,
ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm
yoktu. Ancak ben sizi çağırdım siz de bana icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın,
nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım
değilsiniz! Şüphesiz ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul
etmemiştim.” dedi. -Şüphesiz zalimler, kendileri için acı bir azap olanlardır!-
23- Ve iman eden ve salihatı işleyenler, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalmak
üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selamlaşmaları,
“selâm!”dır.

Dünyanın geçiciliği, amellerin niteliğine dair açıklamalar ve detaylı uyarılar


yapıldıktan sonra, bu ayet grubunda da ahırete ait sahneler ortaya konmuştur:

BİRİNCİ SAHNE:
Bu sahnede, kendilerini güçlü kabul edenler ile onlar tarafından zayıf bırakılmış
[müstez’af] olanlar ahırette yüzleştirilmektedir.
Zayıflar sözde büyüklere:
- “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından
bir şeyi bizden savar mısınız?” diye sorarlar.
Büyüklük taslayanlar da:
- “Allah bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak
ya da sabretsek bizim için birdir [Şimdi sızlansak da, sabretsek de fark etmez]. Bizim
için kaçacak herhangi bir yer yoktur” diye cevap verirler.

Bu sahne Kur’an’ın başka ayetlerinde de verilmiştir:


Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz
bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?" derler.
Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü
vermiştir” dediler. (Mü’min/47-48)

[Allah onlara,] “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki
ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder].
Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı.
Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah,] “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz”
dedi [der].

20
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38-39)

O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat etseydik!”
derler.
Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan
saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.”
(Ahzab/66-68)

Ve şu, inkâr eden kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’an’a inanmayız, ondan öncekine de.”
dediler. Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini
bir görsen! Za’fa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız,
kesinlikle bizler müminler olurduk.” diyecekler.
Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan
biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz.” derler.
O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün
tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz.” derler.
Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin
boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar.
(Sebe'/31-33)

Bu sahnenin mesajı, toplumdaki elitlerin, liderlerin, azizlerin bu tür zavallıları


kurtaramayacağı, herkesin daha dünyada iken kendi başının çaresine bakması
gerektiğidir.
Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden
şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının.
(Bakara/48)

İKİNCİ SAHNE:
Bu sahnede suçlular, içine düştükleri durumun sorumluluğunu şeytanın [İblis’in]
üstüne yıkmaya çalışmaktadırlar. Şeytan da onlara:
-“Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de
caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım
siz de bana icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın!
Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Şüphesiz ben, önceden beni
Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim” demek suretiyle kendisini
savunmaktadır.
O [Şeytan] onlara vaat eder ve onları kuruntulandırır. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir
şey vaat etmez. (Nisa/120)

Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan
kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik onlar [tapılan kimseler], o kimselerin
yalvarışlarından habersizler de.
İnsanlar bir araya toplandığı zaman da onlar [taptıkları kimseler] kendilerine düşmanlar oldular.
Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr edenler idiler. (Ahkaf/5,6)

Onun karîni [yaşıtı olan arkadaşı] dedi ki: “Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi uzak
bir dalâlet [kayboluş/sapıklık] içindeydi.”
(Allah) buyurdu ki: “Benim huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce tehdit göndermiştim.”
(Kaf/27, 28)

ÜÇÜNCÜ SAHNE
Ve iman eden ve salihatı işleyenler, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalmak
üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Ve onlar daima her türlü
rahaysızlık veren şeyden uzak olarak esenlik içindedirler.

21
Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları,
kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman; “Ebedî olarak
içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek]. (Zümer/73)

Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın
astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa], Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi
söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde
olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen!
Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a
kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni
vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin.
Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz
Sen, Aziz ve Hakîm’in ta kendisisin.”
Allah dedi ki: "Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından
ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır". Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan
razı olmuşlardır. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Mâide/116, 119)

İşte onlar [Rahman’ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek


makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla
karşılanacaklardır -orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!- (Furkan/75)

Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rablerine haşyet duyarlar ve


hesabın kötülüğünden korkarlar.
Ve o kişiler Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salâtı ikame etmişler ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle
ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından,
eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
(Ra'd/23, 24)

Onların oradaki duaları “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!”dir. Ve onların
oradaki selâmlaşmaları, “selâm!”dır. Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!”dur.
(Yunus/10)

Gerçekten cennetin ashabı [cennetlik olanlar] bugün bir meşguliyet içinde sefa sürmektedirler.
Kendileri ve eşleri gölgeler içinde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.
Yalnızca onlara, orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır.
Söz olarak [onlara] Rahîm Rabbden “selâm” [vardır]. (Ya Sin/55- 58)

Burada ve daha birçok ayette cennette akan ırmaklardan bahsedilmiştir. Bu


ırmakların niteliğini şu ayetlerden öğrenmekteyiz:
İnanmış ve salihatı işlemiş kimselere, ‘şüphesiz kendileri için altlarından ırmaklar akan
cennetlerin olduğunu” müjdele. Onlardaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında: ‘Bu, bizim
daha önce rızıklandığımız şeydir’ derler. Ve onlara onun benzeşenleri verildi. Orada çok temiz eşler de
yalnızca onlarındır. Ve onlar, orada sürekli kalanlardır. (Bakara/25)

Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve
gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvalı davrananların akıbetidir. Kâfirlerin akıbeti de ateştir. (Ra'd/35)

Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar,
tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar
vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî
olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu?
(Muhammed/15)

22
24, 25 - Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi; güzel bir söz, aslı [kökü],
sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç
gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir.

Rabbimiz, insanların irşadı amacıyla Kur’an’da her cinsten örnekler vermektedir:


Şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta daha üstün bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İşte iman
eden kimseler bilirler ki, şüphesiz o, haktır, Rabblerindendir. O küfretmiş olan kimseler de artık
“Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. O [Allah], onunla birçoklarını şaşırtır, onunla
birçoklarını kılavuzlar. O [Allah], onunla sadece fasıkları şaşırtır. (Bakara/26)

O [Allah], gökten bir su indirdi de vadiler, kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da Sel, suyun
yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir ziynet eşyası veya bir yarar sağlamak için, ateşte erittiklerinin
üzerinde de benzeri bir köpük vardır. –Allah, hak ve batılı böyle vurur.- sonra köpük atılır gider,
insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte Allah böyle örnekler verir. (Ra’d/17)

Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın haşyetinden onu baş eğmiş, parça, parça
olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Biz bu örnekleri insanlara veriyoruz. Ama bilginlerden başkası akletmez. (Ankebut/43)

Rabbimiz, konumuz olan ayette iyi, güzel sözün/bilginin [imanın] her zaman, her
şartta ve her ortamda yararlı olacağına dair temsili bir açıklamada bulunmaktadır.
“Güzel-hoş bir söz”, kökü sağlam, dalları-budakları göğe yayılmış, her an ürün
veren güzel bir ağaca benzetilmiştir.

Burada “güzel-hoş söz” ile kastedilenin “Lâ ilahe illallah” sözü olduğu; ağaca
benzetilen bu sözün iman olgusunu simgelediği; ağacın dal-budağının toplumsal
hayat, her an verdiği ürünün de iyi davranışlar olduğu anlaşılmaktadır.
Rabbimiz tevhid inancını Al-i Imran suresinde “kelime” olarak nitelemiştir.
De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına
kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler
edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim Müslümanlar
olduğumuza şahit olun” deyin. (Al-i Imran/64)

26 – “Kötü bir söz”ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı
olmayan kötü bir ağaca benzer.

“İyi, güzel söz”ün “güzel bir ağaç”a benzetildiği yukarıdaki ayetten sonra, bu
ayette de “çirkin söz” köksüz, topraktan koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan bir
ağaca benzetilmiştir. “Kötü söz”, imanın karşıtı olan dinsizlik, küfür ve şirki temsil
etmektedir. Kâfirlerin, müşriklerin [inançsızların] hiçbir ameli
değerlendirilmeyeceğinden, kötü ağacın meyve vermesinden de bahsedilmemiştir.
Kötü sözün mahiyeti ile ilgili şu ayetlerin hatırlanması çok yerinde olacaktır:
Rabblerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın
şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde tutamazlar. İşte bu, uzak
sapıklığın ta kendisidir. (İbrahim/18)

İşte böyle! Ve kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında
şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O halde Allah’a
yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de
kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın kendisini
ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/31)

23
27 - Allah, iman edenleri, basit yaşamda [bu dünyada] ve ahirette sabit bir söze
[imana] sabitler. Allah, zalimleri de saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar.

Bu ayette Sünnetullah’ta cereyan eden ilkeler açıklanmıştır. Allah, iman edenleri


hem dünyada hem de ahırette sağlam tutacaktır. Yani inanmışlar dünyada, sosyal,
siyasal, askeri ve ekonomi alanlarında daima üstün olacaklardır. Ahırette de
cennetlerde de sefa süreceklerdir. Enfal/60’ın gereği olarak müminler her zaman
askerî, sosyal, siyasi ve ekonomik alanlarda Allah’ın düşmanlarından ve kendi
düşmanlarından daima üstün olmak zorundadırlar. Böyle olmadıkları takdirde her
türlü bela ve musibete hazır olmalıdırlar.
Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139)

28, 29 - Allah'ın nimetlerini nankörlüğe değiştiren ve toplumlarını helak


yurduna; cehenneme sokanları görmedin mi? Onlar, ona [cehenneme] girecekler. O
ne kötü bir karargâhtır!
30- Ve onlar [nankörler], O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler kıldılar
[oluşturdular]. De ki: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.”

Bu ayetlerde, zalimlerin neler yaptığı ve Rabbimizin de onlara neler yapacağı


bildirilmiştir. Allah’ın bunca nimetini görmezden gelen, insanları tevhid inancından
alıkoyarak şirk hallerinin devamını isteyen, üstelik toplumlarını saptırmak için bir
takım sahte ilahlar ortaya koyan kimseler, kesinlikle helak yurdu olan cehenneme
gireceklerdir. Her ne kadar dünya nimetlerinden yararlansalar da, akıbetleri böyle
olacaktır.
Ayetin mesajı genel olmakla birlikte ilk muhatap Mekkeli müşriklerdir. Bu
durumdakilerin benzerleri geçmişte de yaşamıştır. Rabbimiz bu nitelikteki insanların
nankörlüğüne, şirklerine ve putçuluklarına rağmen onlara “Yararlanınız, artık,
şüphesiz dönüşünüz ateşedir” buyurmaktadır. Bu çok ciddi bir tehdittir. Ayetteki
“Yararlanınız …” ifadesi gösteriyor ki, Rabbimiz bu tip insanları hemen
cezalandırmamaktadır.
Konumuz olan ayetin benzerleri Fussılet ve Zümer surelerinde de geçmişti:
Şüphesiz ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O
halde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek kişi mi?
İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki O [Allah], yaptığınız şeyleri en iyi görendir. (Fussılet/40)

İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine
tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da, Allah’ın yolundan
sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin
ashabındansın.” (Zümer/8)

Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24)

(O şeyler) Dünyada bir kazanımdır. Sonra dönüşleri yalnızca Bizedir. Daha sonra da inkâr ettikleri
şeyler nedeniyle kendilerine o çetin azabı tattıracağız. (Yunus/70)

Ayette işaret edildiği gibi, Allah’ın nimetlerini [gönderdiği elçiyi, indirdiği kitabı,
toplumda oluşturulmuş kardeşliği, huzur ve mutluluğu] nankörlüğe dönüştürenlerin
başında Sebe halkı, İsrailoğulları, Karun ve Kureyş kabilesi yer almaktadır.
Ve hani Musa kavmine: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani O [Allah],
içinizden peygamberler kıldı. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size
verdi” dedi. (Maide/20)

24
Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın:
Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz
O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan
sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Al-i
Imran/103)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın sizin üzerinizde olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el
uzatmaya yeltenmişti de, O [Allah], onların ellerini sizden çekmişti. A Ve Allah’a takvalı davranın.
Artık müminler de yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Maide/1l)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de
Biz, onların üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Ve Allah, işlemiş
olduklarınızı hakkıyla görüyordu. (Ahzab/9)

Surenin “Giriş” bölümünde de beyan ettiğimiz gibi, konumuz olan 28 ve 29.


ayetlerin Medeni olduğuna dair nakiller vardır. Söz konusu ayetlerin pasaja olan
uyumu dikkate alındığında, bu nakillerin ciddiyeti kalmamaktadır.

31 - İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun


olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık
ve gizli olarak infakta bulunsunlar.”

Bu ayetlerde Rabbimiz, elçisinin müminler topluluğuna “Salâtı ikame etsinler,


alışveriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini
rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar” şeklindeki
mesajını iletmesini buyurmaktadır. Allah’ın nimetlerini nankörlüğe dönüştürenlere
yapılan tehdide mukabil, bu buyrukta da müminleri şükre yöneltme vardır.
Ayette üzerinde durulan en önemli konu “Salâtın ikamesi”dir. Salât,
Resulullah’ın da nitelediği gibi, dinin direğidir. Salâtın ikame edilmediği
[oluşturulmadığı ve ayakta tutulmadığı] hiçbir toplum iflah olmamıştır. Bu ayette
mü’minlerin artık kendi destek kurumlarını [okullarını açmaları, Bağkur, Sigorta,
Emekli Sandığı, Kızılay, Yeşilay gibi tüm yardım kurumlarını] oluşturmaları ve
oluşturdukları kendi destek kurumlarını ayakta tutmaları, yaşatmaları emredilmiştir.
(Salât ve namaz konularına ait geniş açıklamamız inşaallah Ankebut/45’in tahlilinde
ve aynı surenin sonundaki ekte verilecektir.)
Ayette geçen “alışveriş ve dostluğun olmadığı bir gün” ifadesi, kimsenin fidye
vererek kendisini kurtarma imkânına sahip olmayacağı, herkesin kendi derdine
düşeceği, dost geçinenlerin birbirine düşman olacağı “Hesap Günü” anlamındadır.
O gün Muttakiler hariç tüm izdaşlar [birbirinin izinden gidenler], birbirlerine düşmandırlar.
(Zuhruf/67)

İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir merhaba [rahat] yok.
Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar [atıldılar].
Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba yok. Onu [cehennemi] önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir
duraktır!”
Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!”
Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız bir takım adamları niye göremiyoruz?
Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?”
Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir. (Sad/59-64)

(Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki
ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder].
Nihâyet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı.

25
Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah,] “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz”
dedi [der].
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38, 39)

Kesinlikle Allah kâfirleri hayırdan uzak tutmuş ve içinde ebedi olarak kalmaları üzere onlara
çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir yakın ve yardımcı bulamazlar.
O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat etseydik!”
derler.
Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan
saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.”
(Ahzab/64- 68)

O [İbrahim] dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın astlarından birtakım
putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir.
Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan yoktur.” (Ankebut/25)

Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin
bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Ve kâfirler, zalimlerin ta
kendileridir. (Bakara/254)

Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç
kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/123)

Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden
şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden
sakının. (Bakara/48)

Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır.
O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd/15)

Ayetteki “… alışveriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce …


infakta bulunsunlar” ifadesi, “ölmezden evvel infakta bulunsunlar” anlamındadır.
Çünkü öldükten sonra infak imkânı olmayacak, infak edilmediğine pişman
olunacaktır.
Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de
böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak
edin. (Münafıkûn/10)

Yine aynı ayette infakın nasıl yapılması lazım geldiği de beyan edilmiştir. Bu
beyandan, gizli veya aşikâr yapılacak infak türleri olduğu anlamı çıkmaktadır.
Aşağıdaki ayetlerin delaletiyle “zekât” gibi zorunlu infak türünün aşikâr [açıktan]
yapılabileceği; sadaka, tatavvu [gönüllü, ihtiyarî] infakların ise gizlice yapılmasının
daha erdemli bir davranış olduğu anlaşılmaktadır:
Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; ve eğer onları gizlerseniz fakirlere verirseniz
artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve bilin ki, Allah, işlemiş
olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/271)

Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rablerine haşyet duyarlar ve


hesabın kötülüğünden korkarlar.
Ve o kişiler Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salâtı ikame etmişler ve
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle
ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından,
eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan
yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”
(Ra'd/21- 24)

26
32- 34- Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık
olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp
gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak
dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin
emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini
saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim, çok
nankördür.

Verdiği nimetlere karşı kullarından şükretmelerini, salâtı ikame etmelerini ve


gizli-aşikâr infakta bulunmalarını isteyen Rabbimiz, bu ayetlerde de kullarına
lütfettiği çeşitli nimetlerini hatırlatarak insanoğlunu kendi tabiatındaki zulüm ve
nankörlük eğilimlerine karşı uyarmaktadır.
Rabbimizin nimetleri gerçekten de sayılamayacak kadar çoktur. O, gökten
yağmur indirerek insanları ve onların yararlandığı tüm bitki ve hayvanları
beslemektedir. Denizleri ve nehirleri insanın emrine vermesi, güneş ve ayı döndürerek
insanlığın hizmetine sunması, gece ve gündüzü insanların maişet ve dinlenme
düzenini sağlayacak şekilde düzenlemesi, yeryüzündeki yararlı ve gerekli her şeyi
insanın emrine amade kılması bu nimetlerden sadece bir kısmıdır. “Allah’ın nimetini
saymak isterseniz de sayamazsınız!” ifadesi gerçeği tam olarak yansıtmaktadır.
Allah’ın nimetleri o kadar çoktur ki, hepsini saymak gerçekten de mümkün değildir.
Konumuz olan ayetlerde hatırlatılan bu nimetler ile ilgili Kur’an’da birçok ayet
vardır:
Ey insanlar! Takvalı davranasınız diye, sizi ve sizden öncekileri yaratan, yeryüzünü sizin için bir
döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran
Rabbinize kulluk edin. Öyleyse siz de, bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. (Bakara/21, 22

Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını,
güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi? (Nuh/15, 16)

O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a
menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri
detaylandırır. (Yunus/5)

Ve Biz, Geceyi bir elbise yaptık.


Ve Biz, Gündüzü bir geçim zamanı kıldık.
Ve sizin üstünüze yedi sağlamı bina ettik.
Ve ışık saçan bir kandil kıldık. (Nebe/10-11)

O [Allah], içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü kılandır. Şüphesiz
bunda kulak verecek bir kavim için ayetler vardır. (Yunus/67)

Güneş’in Ay’a erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir
yörüngede yüzerler. (Ya Sin/40)

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden,
gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak
yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne
cömerttir! (A'raf/54)

O [Allah], geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş’i ve Ay’ı emre amade
kılmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte bu, mülk kendisinin olan sizin Rabbinizdir.
O’nun astlarından yakardığınız kimseler bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları
çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak

27
koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan [Allah] gibi (kimse) haber veremez. (Fatır/13,
14)

O [Bir tek, Kahhar; Allah], gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne bürüyor,
gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneş’i ve Ay'ı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de adı konmuş bir ecele
akıp gitmektedir. İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. (Zümer/5)

Ve O’nun [Allah’ın] rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; onda [gecede] dinlenesiniz ve


[gündüzün] O’nun lütuf ve kereminden arayasınız ve şükredesiniz diye kıldı. (Kasas/73)

35- 41- Ve hani bir zaman İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve
oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan
birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana
karşı gelirse, ….. Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.
Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri için, senin
dokunulmazlaşmış Ev’inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Onların
şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve
onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri
ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. -Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz.- İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun.
Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden kıl!
Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde
benim için, anam-babam için ve müminler için mağfirette bulun!" demişti.

Bu ayetlerde İbrahim peygamberin duasına yer verilmiştir. Gerek bu ayetlerden,


gerekse İbrahim ile ilgili diğer Kur’an pasajlarından anlaşıldığı üzere, bu dualar İbrahim
peygamberin değişik zamanlarda ve ortamlarda yaptığı dualardır. Bu dualar aynı
zamanda onun hayatından bazı kesitleri de vermektedir. Burada nakledilen duasının bir
benzeri Bakara suresinde de verilmiştir:
Ve hani İbrahim, Beyt'ten temelleri yükseltirler: Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en
iyi işitenin, en iyi bilenin ta Kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için teslim olanlar kıl.
Soyumuzdan da senin için teslim olan bir ümmet kıl [getir]. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi
de kabul et. Şüphesiz Sen tövbeleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta Kendisisin. Rabbimiz,
bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti
[zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğretsin, onları arındırsın. Hiç
şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi [zulüm ve fesada engel olacak yasaları koyan] Sensin. (Bakara/127-
129)

Konumuz olan ayette İbrahim peygamberin putlar ile ilgili olarak “Rabbim!
Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan birçoğunu saptırdılar” dediği dikkat çekmektedir.
Bu bir mecaz ifadedir. Zira putlar cansız varlıklardır. Cansızlar ise hiçbir şey
yapamazlar. Fakat onlara tapmada bir saptırma [dalâlet] söz konusu olduğu için, bu
saptırma işi mecazen onlara nispet edilmiştir.
Yine konumuz olan pasajda, Kâbe ile ilgili olarak “Haram [dokunulmazlaşmış]
Ev …” ifadesinin geçtiği görülmektedir. Kâbe “muharrem [dokunulmazlaşmış]” olarak
nitelenmiştir. Kur’an incelendiğinde, Kâbe’nin bu statüsünün orada kavga-dövüş etme,
oraya saygısızlık etme gibi davranışların ve dışarıda yapılanların orada yapılmasının
yasaklanmışlığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Yoksa kenarlarında insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen orayı güvenli, harem
[dokunulmaz] yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?
(Ankebût/67)

28
Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke’dekidir
[Mekke’dekidir] .
Onda apaçık deliller; İbrahim’in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna
gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse,
şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Al-i Imran/96, 97)

İbrahim peygamber bu yakarışında Allah’tan kentin güvenliği, şirkten korunma,


neslinin çevrece sevilmesi, rızıklandırılması, kendisinin ve soyunun salâtı ikame
edenler olması, duasının kabulü ve ahırette kendisinin, ana-babasının ve müminlerin
bağışlanması gibi taleplerini dile getirmiştir.
İbrahim’in (as) ana-babası için istiğfarda bulunmasıyla ilgili olarak şu noktanın
özellikle açıklaması gerekmektedir: Bilindiği üzere, müşrik biri için duada, istiğfarda
bulunulamaz. Sadece onların doğru yola iletilmesi için dua edilebilir.
Kendilerine, cehennem ashabı oldukları iyice belli olduktan sonra peygambere ve iman etmiş
kişilere, akraba bile olsalar, müşrikler için istiğfar etmek yoktur.
İbrahim'in babası için istiğfar etmesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra
onun Allah için bir düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan [istiğfardan] vazgeçti. Şüphesiz
İbrahim, çok içli, çok halim birisi idi. (Tevbe/114)

İbrahim (as), babası hakkındaki hükmü bilmediğinden babası için istiğfarda


bulunmuştu.
Kitap’ta İbrahim’i de an / hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddık [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi.
Bir zaman o, babasına: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere
niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da,
sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi
oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı]
olursun diye korkuyorum” demişti.
O [Babası]: “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, ant
olsun seni recm ederim [taşlayarak öldürürüm]. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol! [defol!]” dedi.
O [İbrahim]: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O, bana
çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum.
Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı umuyorum” dedi.
(Meryem/41- 48)

İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar
kavimlerine, “Biz sizden ve sizin, Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi inkâr ettik. Ve
siz bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve buğz
belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babası için, “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. Ve
Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç. -Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana
yöneldik. Ve dönüş ancak sanadır. Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne kılma! Bizi bağışla!
Rabbimiz! Şüphesiz Sen Aziz ve Hakîm’in ta kendisisin!- (Mümtehıne/4)

42, 43 - Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil [duyarsız] olduğunu


sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir
gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri
bomboştur.

Bu ayetlerde Rabbimiz, yaptıklarından dolayı zalimleri hemen


cezalandırmamasının yanlış yorumlanmamasını hatırlatarak onlara dünya hayatında
uyguladığı sünnetini açıklamaktadır. Bu açıklama aynı zamanda peygamberimize de
bir teselli mahiyetindedir. “Şüphesiz Allah zalim nankörlerin yaptıklarına karşı
duyarsız değildir, onlara ilgisiz kalmamıştır. İbrahim’in sabrettiği gibi sen de sabret
ve müşriklere şunu bildir ki; azaplarının ertelenmesi, yaptıkları işlere Allah’ın razı

29
olduğundan veya göz yumduğundan dolayı değildir. Bilakis isyankârlara mühlet
vermek Allah'ın bir sünnetidir. Onlar, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa
fırlayacağı bir gün mutlaka cezalandırılacaklardır.”
Gerek “başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün”, gerekse
“bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur” sözleri mahşerin
dehşetini ortaya koyan ifadelerdir. İnsanlar bu dehşet uyandırıcı ifadelerle
yargılanacakları gün konusunda uyarılmaktadırlar.
Mahşerin dehşeti şu ayetlerde de yansıtılmıştır:
O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, nüküre [bilinmedik, inkâr edilen,
yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak
kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler “Bu, zor bir gündür”
derler. (Kamer/6- 8)

Sen onları hemen bırak da, vaat edilen günlerine kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve
oynayadursunlar.
O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi.
Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit
edilegeldikleri gündür! (Mearic/42-44):

O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahman için sesler kısılmıştır. Artık sadece
hafif bir ses duyacaksın.
O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç şefaat fayda
vermez.
Allah, onların [yardım görmeyenlerin] önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O’nu
bilgice kuşatamazlar.
Ve yüzler [kişiler], Hayy [Diri] ve Kayyum [bütün yarattıklarını gözetip duran Allah] için baş
eğmiştir. Bir zulüm taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır. (Ta Ha/108-111)

44, 45 – Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık o zalim kimseler
[müşrikler], “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine
uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. -Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına
dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında
oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de
vermiştik.-

Rabbimiz, elçisine, insanları “azabın geleceği gün” ile uyarma görevi verdikten
sonra, bu ayetlerde de müşrikler ile ilgili mahşere ait bir sahneyi nakletmektedir. Bu
sahnede müşrikler “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine
uyalım ve elçilere tâbi olalım” diye yakarmaktadırlar. Onların bu yakarışlarına
Rabbimiz “Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz?
Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız
size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik” diye cevap vermektedir.
Müşriklerin ahiret hakkındaki kanaatleri, bunların yanlışlığı ve sonunda teslim
oluşları birçok ayette bildirilmiştir:
Ve onlar [kâfirler], “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin
ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi
onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için
diriltecektir. (Nahl/38, 39)

Her emir kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli bir hikmet olduğu hâlde onlar yalanladılar ve
tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar fayda
vermiyor. (Kamer/3-5)

30
(O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, vefat ettirdikleri kimselerdir.
Artık teslimiyeti koyarlar: "Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk." Bilakis, şüphesiz Allah, sizin
yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
“O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük
taslayanların yeri ne kötüdür! (Nahl/28, 29)

Ve bu adam, kendine zulmederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben
Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki, Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan
daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. (Kehf/35, 36)

Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık
günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?”
İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na
ortak koşulunca da inandınız.” Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü'min/11, 12)

Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik,
şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.” derlerken bir
görsen!
Ve eğer Biz dileseydik her nefse [kişiye] hidayetini verirdik. Velâkin Benden: “Bütün insanlar ve
cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım.” sözü hak olmuştur.
Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz
unuttuk [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” (Secde/12-14)

Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün
amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti.
O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37)

Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz!
Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz.
O [Allah], dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da.
Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize
merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı. (Mü'minun/106- 108)

Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık
bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her
halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı
da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en
güzelini izleyin.”
Bilakis, sana ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden
oldun. (Zümer/58, 59)

O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara
sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?”
Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz
ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.
Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı
içinde olmazdık
Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashabı içindir. (Mülk/10)

Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde, "Rabbim, terk ettiğim şeylerde salihi işlemem için beni
geri döndür” dedi. Hayır… Hayır… Bu, şüphesiz onun söylediği bir sözdür. Onların tekrar
diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır. (Mü'minûn/99-100)

Ey iman edenler, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten ‘tutkuya kaptırarak-


alıkoymasın’; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de
böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak
edin. (Münâfikûn/9-10)

31
Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik,
Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen!
Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri
şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar. (En’am/27-28)

46 – Ve gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, Allah


katındadır. Tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile…

Bu ayette Mekkeli zalim müşriklerin planları deşifre edilip Rabbimizin


hepsinden haberi olduğu, boyutu ne kadar büyük olursa olsun bu planların hiçbir
öneminin olmadığı ve Allah’ın onları kesinlikle cezalandıracağı açıklanarak
peygamberimiz motive edilmektedir.
Ayetteki “ … onların tuzakları” ifadesi ile Mekkelilerin şirkleri kastedilmiştir.
İnsanoğlunun işlediği en ağır suç “şirk”tir.
Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar
parçalanıp dağılacaktı. (Meryem/91-92)

Onlar hangi miktarda ve ne tür suçlar işlerse işlesinler, hangi tuzakları kurarlarsa
kursunlar, Allah hepsini noksansız bilmektedir.
Onlar, insanlardan gizlenmek isterler de Allah'tan gizlenmek istemezler. Halbuki O [Allah],
onlar O’nun sözden razı olmadığı şeyleri gece kurarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların
yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisa/108)

Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin gizli
konuştuğu yerde O,mutlaka dördüncüleridir. Beşte de O, mutlaka altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok
olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara
yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. (Mücâdele/7)

47 - O halde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma!


Şüphesiz Allah, Azîz’dir, İntikam Sahibi’dir.

Resulullah’a moral takviyesi yapıldıktan sonra, bu ayette de ona “O halde sakın


Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma!” denilerek Rabbimizin
inkârcılara olan değişmez tavrı vurgulanmaktadır. Allah onların yaptıklarına duyarsız
değildir. Resulüne karşı çıkan, mesajlarının duyulmasına engel olmaya çalışan, ona ve
beraberindekilere eza-cefa eden kişilerden mutlaka intikam alacaktır; yani onları
yakalayıp cezalandıracaktır, böylece adalet sağlanmış olacaktır. Bu kesindir, Allah bu
kararından asla caymamıştır, cayması da söz konusu değildir.
Ayetin ilk muhatabı Resulullah olmakla beraber verdiği mesaj geneldir.
Rabbimiz her zaman hakkı galip getirecek, haktan yana olanlara destek verecektir.
Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik
edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü'min/51)

Allah’a ve elçisine kafa tutanlar en aşağılık kişiler arasındadırlar.


Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Azîz’dir.
(Mücadele/20, 21)

Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, Bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni kendi
yardımıyla ve müminlerle güçlendirendir. (Enfal/62)

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler hoş
görmeseler de Kendi nurunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32)

32
48- 51 - O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü
bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz
olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak
görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz
Allah, hesabı çok çabuk görendir.

Bu ayette Rabbimizin ne zaman intikam alacağı [suçluyu yakalayıp da


cezalandıracağı], böylece adaleti sağlayacağı açıklanmaktadır. Kıyamet koparılacak,
gökler ve yer değiştirilecek, bütün zalim ve inkârcılar huzura çıkarılacaktır. Bu
zalimler zincire vurulacaklar, katrandan gömlekler giyinecekler ve yüzlerini ateş
saracaktır.
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması,
güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31)

Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105-107)

Ayetteki “Onların gömlekleri katrandandır” sözüyle hem zalimlerin ahiretteki


perişanlığı, hem de cezalarının işledikleri suça uygun oluşu ifade edilmiştir.

KATRAN

Bu sözcük, Arapçadaki anlamıyla aynen Türkçeye de geçmiştir. Ardıç, çam,


hurma, köknar gibi ağaçlardan elde edilen sıvı yağ kıvamında ve siyah renkli, ağır is
kokulu, suda erimeyen bir özsudur. Katran bazı madenlerden de elde edilir ve bu
türleri “madenî katran” olarak da adlandırılır. Zift gibi bir şeydir.
Araplar katranı genellikle kaynatarak uyuz develere sürmekte kullanırlar. Ayette
yer almasının nedeni de Arapların bu uygulamasıdır. Günahkârların yüzlerini,
derilerini ateş yalayınca, elbise olarak onlara da kaynar katran giydirilecektir;
üzerlerine, yaralarına, yanıklarına katran sürülecektir.

52 – İşte bu [sana indirilen kitap], kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek
ilâh olduğunu bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir
[duyurudur].

Sure, Kur’an’ın insanlığa tevhid içerikli, öğüt dolu bir tebliğ olduğu duyurusu ile
son bulmaktadır.
Ayette, surenin ilk ayetine işaret edilerek “ ‫هذا‬hâzâ [işte bu]” denilmiştir. Bunun
anlamı, insanlara tebliğ edilenin [duyurulanın] sadece cehennem ahvali olmadığı,
Kur’an’ın bütünü olduğu gerçeğidir.
De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah
tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur'an vahyolundu. Allah’la
beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De
ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.”
(En’am/19)

Bu [Kur’an], insanlar için bir açıklama ve muttakiler için bir yol gösterme ve bir öğüttür. (Al-i
Imran/138)

33
Şüphesiz bunda [Kur'ân'da] kulluk eden toplum için kesinlikle bir tebliğ [iletilen mesaj] vardır.
(Enbiya/106)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.

34

You might also like