You are on page 1of 11

22 İHLÂS SURESİ

[İÇTENLİK]

SURESİ

İHLÂS SURESİ’NE GİRİŞ

İhlâs suresi Mekke'de 22. sırada inmiştir. Sure sadece Allah'ın sıfatlarından bahsettiği
için O'na tahsis edilmiş olarak algılanmış ve sureye “Allah'ın birliğini halis kılmak”
anlamında “İhlâs” adı verilmiştir. Bu ismin yanında sure, “ ‫ معرفة‬marifet [bilgi], ‫ توحيد‬tevhîd
[birleme], esâs [temel], necât [kurtuluş], ‫ اّنور‬nûr [aydınlık, ışık], ‫ تجريييد‬tecrîd [soyutlama],
velâyet [Allah ile yakınlık], ‫ جمال‬cemâl, ‫ الّنسبة‬nisbe [kimlik belirtme], ‫صمد‬ ّ ‫ ال‬samed, ‫المعّوذة‬
muavvize [sığındıran], ‫ المقشقش‬mukaşkış [tedavi eden],‫ المحضر‬muhzır [melek toplayan], ‫مانعة‬
mânia [engel], ‫ برائة‬berâe [uzaklaştırma], ‫ مذّكرة‬müzekkire [hatırlatan] ve emân [güvence]” gibi
isimlerle de anılır.
İhlâs suresi, Allah hakkında tam anlamıyla “efradını cami ağyarına mani” bir
tanımlama içermektedir. Surede, gerçek ilâhta olması gereken nitelikler belirtilmiş, olmaması
gerekenlere ise yer verilmemiştir.
İhlâs suresi hakkında, surenin baş-diş ağrılarına iyi geldiği, belli sayıda okunduğunda
okuyana sevap sağladığı gibi birçok rivayet uydurulmuştur. Rabbimizin anlaşılmak ve sonra
da hayata geçirilmek üzere ağır ağır okunmasını bildirdiği Kur'an'ın belli sure veya ayetlerinin
belli sayıda okunmasının insana sevap kazandırdığına ya da fiziksel rahatsızlıklardan kurtaran
bir “sihirli kitap” işlevi gördüğüne inanılması bize göre “büyük günah”tır. Çünkü Kur’an
hakkındaki böyle bir algı, Rabbimizin Kur'an'ın indiriliş amacı olarak açıkladığı temel ilkelere
terstir. Zaten aklını çalıştırabilen her insan, manası anlaşılıp öğüt alınarak hayata geçirilmesi
gereken bir kitabın ya da bu kitaba ait bir ibarenin, manası anlaşılmadan okunmasından
kendisine bir yarar gelmeyeceğini bilir ve bu yollara başvurmaz.

Surenin İniş Sebebi

Kur’an’la ilgili klâsik eserlerde surenin inişi ile ilgili değişik görüşler ileri
sürülmüştür. Bu görüşlerin hepsi de bir takım rivayetlere dayandırılmıştır. Bu rivayetlerdeki
ilk ortak nokta, peygamberimize Allah'ın neye benzediği yolunda bir soru soruluyor
olmasıdır. Gerek bu sorudan önceki ayrıntılarda ve gerekse soruyu soranların Yahudiler mi,
Hıristiyanlar mı, yoksa müşrikler mi olduğu konusunda hikâyeler birbirinden ayrılmaktadır.
Hikâyelerdeki ikinci ortak nokta ise İhlâs suresinin Mushaf’taki sırada, yani Nasr ve Tebbet
surelerinden sonra 112. sırada indiğinin kabul edilmesi ve bu kabule göre iniş gerekçeleri
uydurulmasıdır. Hâlbuki İhlâs suresi 22. sırada inmiş olup Mushaf’ta 112. sıraya konması
sahabenin içtihadına göre olmuştur.
Bize göre bu surenin iniş sebebi, ister gerçek bir olaya dayansın ister takdirî olsun, ilk
inen ayetten bu yana herkesin kafasında oluşmuş merakları gidermek içindir. Bunu tam olarak
anlayabilmek için, ilk vahiy olan Alak suresinden bu sureye kadar tüm vahiyleri göz önüne
getirmemiz gerekir. Bu vahiylerde Yüce Rabbimiz kendisini bizlere “Senin Rabbin”,
“Yaratan Rabb”, “Kalemle öğreten Rabb”, “En üstün olan Rabb”, “Rabbülâlemin”,
“Rabbülmeşrikı velmağrib [doğunun batının Rabbi]”, “Rabbülfelâk”, “Rabbünnas”,
“Melikinnas”, “İlâhinnas” ifadeleriyle, genelde “Rabb” olarak tanıtmıştır. Başta

1
peygamberimiz olmak üzere, sahabe, müşrikler, Yahudiler, Hıristiyanlar, herkes bu Rabbi
merak etmekte ve tanımak istemektedir. Bize göre İhlâs suresi, kafalardaki “Kimdir bu
Rabb?” sorusuna yanıt vermek için indirilmiştir.

22/ İHLÂS [İÇTENLİK] SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah adına.

Ayetlerin meali:

1- De ki: “O, bir tek olan Allah'tır,


2- Samed olan Allah'tır,
3- doğurmamış ve doğurulmamıştır.
4- Ve hiçbir şey O'na; sadece O'na denk olmamıştır.”

Ayetlerin Tahlili

1. Ayet:

De ki: “O [Rabb], bir tek olan Allah'tır,

“ ‫ل‬
ّ ‫ ا‬Allah” ismi Rabbimizin özel ismi olup yalnız O’nun için kullanılır. Başka bir
kelime bu ismin yerini tutamaz ve başka dillere de bu ismin dışında tercüme edilemez.
Araştırmacıların ve nahivcilerin [dilbilimcilerin] çoğunluğunun görüşüne göre “Allah”
ismi türememiş, köksüz bir isimdir. Bazılarının iddia ettiği gibi, “Lâhe-yelihü-leh” fiilinden
ya da “lâilâhe”den türemiş değildir. Yine bazılarının iddia ettiği gibi, Süryanice olduğu ileri
sürülen "Lâhe" isminden Arapçalaşmış bir isim de değildir. Tesniye ve çoğulu olmadığı gibi,
müennes eki de almaz. Nitekim Arapça'da “Allah” isminin çoğulu olduğu veya bir başka şey
için kullanıldığı hiç bir örnek yoktur.

Ehad

Surede yer alan sözcüklerin hepsi de çok özel sözcüklerdir.


Ayette geçen ve bizim de “bir tek olan” anlamıyla çevirdiğimiz “ ‫احد‬ehad” sözcüğü,
üzerinde titizlikle durulması gereken bir sözcüktür. Bu ayetteki “bir tek”, matematikteki “bir”
ve “tek” denen ve toplama-çıkarma gibi işlemlerde kullanılan sayılar değildir. Bu, mantıktaki
“bir tek”tir. “Bir tek” olmak mantığa göre “eşsizlik” demektir. “Eşsizlik” ise “ekleme veya
eksiltme yoluyla eşsizliği bozulamayan” demektir.

2. Ayet:

Samed olan Allah'tır,

“ ‫صييمد‬
ّ ‫ ال‬Samed” birçok anlamı olan bir sözcük olup bunların tek bir kelime ile
çevrilebilmesi mümkün değildir. Rabbimiz bu sözcüğü özellikle seçmiştir. Bu anlamlar şöyle
sıralanabilir:
- Bütün ihtiyaçlar konusunda, kendisine yönelinen, başvurulan efendi, büyük,

2
- İçinde boşluğu olmayan [içine hiçbir şey konamayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan],
- Bütün her şeyi bilen,
- Halim,
- Şan ve şerefi zirvede olan,
- Her şeyi yaratan,
- Arzu edilen işler hususunda kendisine yönelinen, yalvarılan, sıkıntılı anlarda
kendisinden yardım istenilen,
- Dilediğini yapan, istediği hükmü veren, verdiği hüküm hususunda kendisine hesap
soracak ve hükmünü reddedecek hiç kimse bulunmayan,
- Yegâne şerefli zat,
- Gani [zengin],
- Kulları üzerinde kahir, kendisinden yukarıda hiç kimse bulunmayan, aşağısındakilere
saygı gösterme durumunda olmayan, bütün ihtiyaçlar kendisine arz edilen,
- Yemeyen, içmeyen, doyuran ama doyurulmayan, yarattıkları yok olduktan sonra baki
kalan,
- Ebedî ve ezelî olan,
- Ölmeyen, kendisine vâris olunmayan,
- Uyumayan ve uyarılmayan,
- Hiç kimsenin niteliği ile nitelenmeyen,
- Ayıbı, eksiği, kusuru bulunmayan,
- Başına belâ gelemeyen,
- Niteliklerinde ve işlerinde en mükemmel olan,
- Daima galip gelen, asla mağlûp olmayan,
-Yaratıkların, keyfiyetine muttali olamayacağı [nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceği],
- Gözlerin idrak edemeyeceği,
- Eksiklikleri ve fazlalıkları bulunmayan.
Bu ifadeleri matematikçilerin ifadesiyle özetlersek: Varlığı ile ilgili olarak hiçbir sayı
sistemiyle [doğal sayılardan sanal sayılara kadar] işlem yapılamayan mükemmel, kâmil
varlık.
Bu kadar zengin anlamı olan bu sözcüğün, Kur'an'da Allah için kullanılmadan önce
tarihte başka bir ilâh için kullanılmamış olması dikkate değer bir husustur. Bu durum, Nâs
suresinin tahlilinde diğer dinlerdeki “ilâh” kavramı hakkında verdiğimiz açıklama ile
örtüşmektedir. Çünkü diğer dinlerdeki ilâhların o dinlere mensup olan insanların korkularının,
ihtiyaçlarının bir ürünü olmaları ve “samed” sözcüğünün anlamı içine giren özellikleri
taşımamaları, “samed” sözcüğünün Allah'tan önce isim veya sıfat olarak hiçbir ilâha
verilememesini izah etmektedir.

3. Ayet:

doğurmamış ve doğurulmamıştır.

Burada Allah'ın yüce sıfatlarına aykırı yakıştırmalarda bulunan Yahudilere,


Hıristiyanlara ve müşriklere cevap olarak Allah'ın doğurmadığı ve doğurulmadığı beyan
edilmektedir.
Bu ayetle; Yahudiler tarafından Üzeyir’e, Hıristiyanlar tarafından da İsa'ya verilen
“Allah'ın oğlu” sıfatı reddedilmekte, müşriklerin “Allah'ın doğurduğu ve meleklerin Allah'ın
kızları olduğu yolundaki sözlerine kesin bir cevap verilmektedir. Ayet bu sapık inançları kesin
bir şekilde reddetmektedir. Bu reddedişe paralel olarak “O, çocuk kabul etmemiştir”
şeklindeki bir açıklama da ileride Furkan suresinde karşımıza çıkacaktır.

3
Ayette geçen “doğurma ve doğurulma” sözcükleri sadece eşeyli üremeyi değil, eşeysiz
üremeyi de kapsamaktadır. Yani bu sözcüklerden Allah'ın bilinen bir cisim, bir madde, bir
organizma olmadığı, bölünme veya parçalanma yoluyla kısımlara ayrılmadığı, O’nun başka
bir şeyden kopmuş bir parça olmadığı da anlaşılmalıdır. Bu anlamıyla ayet, aynı zamanda
Rabbimizin “kadim”liğini de dile getirmiş olmaktadır.

4. Ayet:

Ve hiçbir şey O'na, sadece O'na denk olmamıştır.

Allah Ehad, Samed, Doğurmamış ve Doğurulmamış olunca, hiçbir varlık, kimlik,


kişilik O'na nitelik ve işlerinde denk olamaz.
Nitekim Kur'an'da seksenden fazla ayette geçen “ ‫ل‬ّ ‫ من دون ا‬min dunillahi” ifadesi de
hep bu “denk olmamayı” vurgulamaktadır. Meal ve tefsirlerin birçoğunda “Allah'tan başka”
şeklinde çevrilen bu ifadenin gerçek anlamı “Allah'a denk olmayanlardan, Allah'ın
astlarından” demektir. Yani “kimlik, nitelik ve amel yönünden rütbece Allah'tan aşağı olanlar,
O'na denk olmayanlar” demektir. Bu ifade Kur'an'da çoğunlukla müşriklerin ilâh edindikleri
kimseler ve nesneler için kullanılmıştır:

Bakara; 107: Gerçekte, göklerin ve yerin egemenliğinin Allah'a ait olduğunu


ve O'nun astlarından [O'na denk olmayanlardan] sizin için ne
bir veli ne de bir yardımcınızın olmadığını bilmez misin?

Bakara; 165: İnsanlardan, Allah'ın astlarından [O'na denk olmayanlardan]


eş ve ortaklar tutup onları Allah'ı sever gibi sevenler de vardır.

İhlas suresinin son ayetinde dikkat edilmesi gereken bir husus da, denk olmamanın
sadece O'na mahsus olduğunu anlatmak için yapılan vurgudur [Kasr]. Bu vurgu, normal
gramer kurallarına göre cümlenin sonunda olması gereken zarf tümlecinin [‫ لييه‬lehü] öne
alınması suretiyle yapılmıştır. Yani gramer kurallarına göre “ ‫ ولم يكن احد كفوا له‬ve lem yekün
ehadün küfüven lehü” şeklinde olması gereken ayet, zarf tümleci öne alınması ile “velem
yekün lehü küfüven ehad” şekline girmiş ve vurgulu olarak “sadece O'na” anlamını
kazanmıştır.

Surenin Genel Bir Değerlendirmesi ve Tevhit İlkesi

Tevhit inancı Allah'ın varlığını, birliğini [tekliğini], tüm yetkin niteliklerin kendisinde
toplandığını, eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmaktır. Bu bilgi ve inanç, en
özlü biçimde Kur'an'da “lâ ilâhe illâ Allah [Allah'tan başka ilâh yoktur]” cümlesiyle ifade
edilmiştir. Bu nedenle bu cümleye “kelime-i tevhit [tevhit kelimesi]” denir. “Tevhit” sözcüğü
Kur'an'da hiç geçmemesine rağmen, tevhit inancı çeşitli yönleriyle pek çok ayette dile
getirilmiştir. Çünkü bu inanç Hakk Din'in temel öğesidir. Nitekim Allah, gönderdiği bütün
peygamberleri, tevhit gerçeğinin ilke olarak yerleşmesini sağlamak ve sadece kendisine kul
olunmasını öğütlemek ile görevlendirmiştir:

Enbiya 25: Ve senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki, Biz ona
“Hakikat şu ki, benden başka ilâh diye bir şey yoktur; o
nedenle bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım.

4
A'râf 59: Ant olsun ki biz, Nuh'u kavmine [halkına] elçi olarak gönderdik
de o: “Ey kavmim [halkım]! Allah'a kulluk ve ibadet edin. Sizin
için O'ndan başka tanrı yok. Sizin için büyük bir günün
azabından korkuyorum” dedi.

A'râf 73: Semud'a da kardeşleri Salih'i [elçi olarak gönderdik]. O, “Ey


kavmim [halkım]! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka
ilâh yok. Size Rabbinizden bir beyyine [açık bir kanıt] gelmiştir.
İşte şu, Allah'ın devesi... Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu,
Allah'ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona.
Yoksa can yakıcı bir azap yakalar sizi” dedi.

Ta Ha 5-14: Rahman, arş üzerine istiva etmiştir/ egemenlik kurmuştur.

Göklerde, yerde, onların arasında, toprağın altında her ne


varsa yalnızca O'nundur.

Ve sen bu sözü açıkça duyuracaksın da, O, gizliyi de bilir,


gizliden daha gizliyi de...

Allah, kendinden başka ilâh diye bir şey olmayandır.


O'nundur Esmau’l-Hüsna [en güzel isimler].

Musa'nın haberi sana ulaştı mı?

Bir zaman O, bir ateş görmüştü ve ailesine “Burada durun, ben


bir ateş gördüm. Olur ki size ondan bir kor getiririm yahut
ateşin yanında bir yol gösterici bulurum” demişti.
Sonra ona geldiğinde “Musa!” diye seslenildi.

"Benim Ben, senin Rabbin! Hadi, pabuçlarını çıkar; sen kutsal


vadide, Tuva'dasın,

ve Ben seni seçtim; o halde vahyedilecek olanı dinle!

Kesinlikle Ben, Ben, kendisinden başka ilâh diye bir şey


olmayan Allah'ım. O halde Bana kulluk [ibadet] et ve
namazını beni hatırlayıp anmak için yerine getir.

Maide 116-118: Ve Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Allah'ın astlarından beni ve
annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi
söyledin?” dediğinde İsa, “Hâşâ! Tesbih ederim seni. Hakkım
olmayan bir şeyi söylemek benim için olmaz. Eğer onu demiş
olsaydım sen onu elbette bilirdin. Sen benim içimde olanı
bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet
sen gaybleri [görünmeyenleri] çok iyi bilensin.

Onlara, senin bana emrettiğin: 'Benim Rabbim ve sizin de


Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.'den başka bir şey

5
söylemedim. İçlerinde olduğum sürece üzerlerine tanıktım.
Sen beni vefat ettirince yalnız sen onların üzerine gözetleyici
oldun. Ve sen zaten her şey üzerinde bir Şehid'sin, bir tanıksın.

Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır.


Ama onları bağışlarsan hiç kuşkusuz sen Aziz [tüm gücün
sahibi], Hakim [tüm hikmetlerin sahibi]’sin” dedi [diyecek].

Bakara 130-133: Ve kendisini beyinsizliğe itenden başka kim, İbrahim'in


milletinden yüz çevirir? Hiç şüphesiz Biz onu dünyada seçip
yüceltmiştik. Ve o, ahirette de kesinlikle salihlerdendi [barış ve
iyilik sevenlerdendi].

Rabbi ona, “ Teslim ol” dediğinde, O, “Âlemlerin Rabbi'ne teslim


oldum!” demişti.

Ve, İbrahim ve Yakup oğullarına “Oğullarım! Allah sizin için bu


dini seçmiştir. O halde ancak Müslümanlar olarak can verin”
diye vasiyet etmişlerdi.

Yoksa siz, Yakub'a ölümün gelip çatışına tanıklar mıydınız?


Hani o zaman o, oğullarına “Benden sonra neye ibadet
edeceksiniz?” demişti. Onlar, “Tek ve biricik ilah” olan senin
ilâhına, ataların İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın ilâhına kulluk
edeceğiz; biz de yalnız O'na teslim olanlarız” demişlerdi.

Ne var ki peygamberler tarafından insanlara aktarılan tevhit inancı, zaman içinde hep
tahrifata uğramış ve değişik inançlarla yozlaşmıştır. En son olarak Kur'an, insanları bu
yozlaşmalardan arındırmak için saf ve yegâne tevhidi tekrar ortaya koymuştur:

Şûra 11: Gökleri ve yeri ortaya çıkarandır O. Size, kendilerinizden eşler,


davarlardan da çiftler yapmıştır. Bu tarz içinde üretiyor sizi.
O'nun benzeri gibi bir şey yoktur. O, Semi' [gereğince
işiten]’dir, Basir [gereğince gören]’dir.

En'âm 102: Rabbiniz Allah budur! O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur.
Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse haydi O'na kulluk [ibadet] edin.
Ve O her şeye Vekil'dir.

Furkan 2: Ki göklerin ve yerin mülk ve saltanatı [yönetimi] yalnız


O'nundur. Ve O, çocuk edinmemiştir. Mülk ve saltanatında
O'na hiçbir ortak olmamıştır. Ve O, her şeyi yaratmış ve her
şeye bir ölçü koymuştur.

Fatır 3: Ey insanlar, Allah'ın, üzerinizdeki nimetini anın! Sizi gökten ve


yerden rızıklandıran Allah'tan başka yaratıcı mı var? O'ndan
başka ilâh diye bir şey yoktur. Hâl böyle iken nasıl oluyor da yüz
geri çevriliyorsunuz?

İsra 44: Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tesbih ederler.

6
Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tesbih etmesin; fakat siz
onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. O Halim'dir, Gafur'dur.

İhlâs suresi de, İslâm'ın temel ilkesi olan tevhit inancını özlü bir şekilde ve herkesin
anlayabileceği sadelikte açıklamıştır. Bu suredeki anlatım o kadar özlü bir anlatımdır ki, başta
“Ayetü’l-Kürsi” diye adlandırdığımız Bakara suresinin 255. ayeti ve Haşr suresinin son üç
ayeti olmak üzere, Kur'an'da yer alan tevhit inancına yönelik pek çok ayet, bu suredeki
anlatımın detaylandırılması mahiyetindedir:

Bakara 255: Allah, kendinden başka ilâh diye bir şey olmayandır.
Hayy'dır [sürekli diridir]; Kayyum'dur [kudretin kaynağıdır].
O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ne var, yerde ne
varsa yalnız O'nundur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni
olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, onların önlerindekileri ve
arkalarındakileri bilir. [Onlar] O'nun bilgisinden, bizzat
kendisinin dilediği dışında, hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar.
O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Onların
[göklerin ve yerin] korunması O’na zor gelmez. Ve O,
Aliyy'dir [yüceliği sınırsızdır]; Azim'dir [büyüklüğü sınırsızdır].

Haşr 22-24 : Öyle Allah ki O, ilâh diye bir şey yok O'ndan başka. O, gaybı
[görünmeyeni] da görüneni de bilendir. O, Rahman'dır,
Rahîm'dir.

Öyle Allah ki O, ilâh diye bir şey yok O'ndan başka. Melik'tir,
Kuddüs'tür, Selâm'dır, Mümin'dir, Müheymin'dir, Aziz'dir,
Cebbar'dır, Mütekebbir'dir. Allah, onların ortak koştuklarından
arınıktır.

O, Allah'tır. Hâlik'tir, Bari''dir, Musavvir'dir. O'nun içindir en


güzel isimler. Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nu tesbih eder.
O, Aziz'dir, Hakim'dir.

Gerek İmam Maturidi gibi kelamcılar ve gerekse tasavvuf ekolünden gelen birçok zat
bu ayetlerle ortaya konan tevhit inancı üzerinde değişik yorumlar yapmışlardır. Ancak biz, bu
zatların konu hakkındaki uzun görüşlerini aktarmak yerine, tevhit inancının daha iyi
anlaşılmasını sağlamak için “Allah’ın Zâtî Sıfatları”nı hatırlatmayı ve böylelikle de Rabbimizi
doğru olarak tanıtmayı daha doğru bir yöntem olarak görüyoruz.
Allah’ın Zâtî Sıfatları şunlardır:

Vücûd

Bu sıfat Yüce Allah'ın var olduğunu ifade eder. Yüce Allah'ın varlığı başka bir varlığa
bağlı olmayıp zatının gereğidir. Bu, Allah’ın varlığının zatıyla kaim olması demektir. Var
olmak Allah’ın zatının vacip bir sıfatıdır. Bu sebeple Yüce Allah'a Vacibü'l-Vücud
denilmiştir. “Vücud”un zıddı “adem”dir. “Yok olma” demek olan “adem” Yüce Allah
hakkında söz konusu değildir. Allah'ın yok olduğunu iddia etmek, kâinatı ve içindeki
varlıkları inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü her şeyi yaratan ve var eden O'dur.

7
Kıdem

Kıdem, Yüce Allah'ın varlığının başlangıcı olmaması demektir. Yüce Allah kadimdir,
ezelîdir. Yani önce yok iken sonradan var olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse
gidilsin, Yüce Allah'ın var olmadığı bir zaman tasavvur edilemez. Aslında zaman ve mekânı
yaratan da O'dur. Yüce Allah zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh, ezelî ve kadim “Zât-ı
Zülcelâl”dir. “Kıdem”in zıddı olan “hudüs” [sonradan olma, belli bir zamanda yaratılma],
Yüce Allah hakkında söz konusu edilemez.

Beka

Beka, Yüce Allah'ın varlığının sonu olmaması, daima var olması demektir. Yüce
Allah'ın varlığının başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. O hem kadim ve ezelî, hem de
baki ve ebedîdir. Zaten kıdemi sabit olan bir varlığın, bekası da vacip [zorunlu] olur.
“Beka”nın zıddı “fena [sonu olmak]”tır. Bu ise Yüce Allah hakkında düşünülemez.

Muhalefetün lil-Havadis:

Allah'ın sonradan var olan varlıklara benzememesi demektir. Yüce Allah ne zatında,
ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez. Biz Allah'ı nasıl düşünürsek düşünelim,
O, hatır ve hayalimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hatıra gelenlerin hepsi “hâdis
[sonradan yaratılmış]”tır. Allah’tan başka tüm varlıklar yok iken sonradan var edilmiş
varlıklardır. İnsan aklı sonradan oluşmuş bu üç boyutlu varlıkları algılayabilmekle sınırlıdır.
Yüce Allah ise her bakımdan sınırsız; vücudu vacip, kadim ve baki, her şeyden müstağni, her
türlü noksandan uzak, bütün kemal sıfatlara sahip ilâhî ve mukaddes bir varlıktır. Şüphe yok
ki, böyle yüce bir varlık, önce yok iken sonra var olan, daha sonra da yine yok olan varlıklara
benzemez. Nitekim Yüce Allah kendi zatını Kur'an'da “O'nun [Yüce Allah'ın] benzeri yoktur.
O, her şeyi işitici ve görücüdür” ifadeleriyle nitelemiştir (Şûra; 11).

Kıyam Binefsihî

Yüce Allah'ın başka bir varlığa ve hiçbir mekâna muhtaç olmadan zatı ile kaim olması
demektir. Mevcudatın hepsi sonradan vücuda gelmiştir. Bu sebeple de bir yaratana ve bir
mekâna muhtaçtırlar. Buna karşılık her şeyin yaratıcısı olan Yüce Allah'ın varlığı, zatının
gereğidir ve varlığı hiçbir şeye muhtaç değildir. Şayet Allah da var olabilmek için başka bir
varlığa muhtaç olsa idi O da mahlûk olur, her şeyin “Halık”ı ve başlangıcı olmazdı. Hâlbuki
O her şeyin yaratıcısıdır. O'ndan başka her şey mahlûktur. Halık [Yaratıcı] ise mahlûkuna
[yarattığına] asla muhtaç olmaz.

Vahdaniyet

Vahdaniyet Allah'ın bir [tek] olması demektir. Vahdaniyet Yüce Allah'ın kemal
sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Yüce Allah'ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir
[tek] olduğunu; saltanat ve icraatında ortaksız bulunduğunu ifade etmektedir. Kur'an'da şöyle
buyrulur: “Eğer o ikisinde [yerde ve gökte] Allah'ın dışında bir takım ilâhlar olsaydı, hiç
tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Arşın sahibi olan Allah onların nitelendirdikleri
şeylerden arınıktır” (Enbiya; 22).

8
Hayat

Yüce Allah'ın hayat sahibi olması demektir. Yüce Allah’ın bu sıfatı mahlûkattaki gibi
geçici ve maddî bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir. Bütün hayatların kaynağı olan hakikî
hayattır. Hayat sıfatı, Allah'ın İlim, İrade, Kudret gibi kemal sıfatlarıyla yakından ilgilidir. Bu
sıfatların sahibi bir varlığın hayat sahibi olması zarurîdir. Çünkü ölü bir varlığın ilim, irade ve
kudret gibi kemalâtın sahibi olacağı düşünülemez. Bunun içindir ki, hayat sıfatı bilginlerce
“Yüce Allah'ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan ezelî bir sıfattır”
diye târif edilmiştir. Hayat sıfatının zıddı “memat [ölü olmak]”tır. Bu ise Allah hakkında
düşünülemez.

İlim

Yüce Allah'ın her şeyi bilmesi, ilmi ile her şeyi kuşatması demektir. Bu âlemi en güzel
şekilde ve en mükemmel bir nizam üzere yaratıp idare eden yüce gücün, yarattığı varlığı en
ince teferruatına kadar bilmesi gerekir. Zira hakikati, faydası, lüzum ve hikmeti bilinmeyen
bir şey nasıl yaratılabilir? O halde yaratıcının bir şeyi yaratabilmesi için evvelâ ilim sahibi
olması, sonra o ilmin icaplarına göre yaratması şarttır. Ayrıca gerek iman ve salih amel
sahiplerini ödüllendirmek, gerekse isyan eden ve kötü yolda olanları cezalandırmak ancak bu
kimselerin yaptıklarını bütün ayrıntısı ile bilmekle mümkündür. İlmin zıddı olan cehil, gaflet
ve unutkanlık gibi zaaflar Allah hakkında söz konusu edilemez.

İrade

Allah'ın bir şey hakkında şöyle olup da böyle olmamasını dilemesi; her şeyi dilediği
gibi tayin ve tespit etmesi demektir. Yüce Allah kâmil bir irade sahibidir. Bu kâinatı ezelî olan
iradesine uygun olarak yaratmıştır. Kâinatta olmuş ve olacak her şey Allah'ın dilemesi ile
olmuş veya olacaktır. O'nun her dilediği mutlaka olur, dilemediği de asla olmaz. Bu hususta
Kur'an'da şöyle buyrulur: “Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse [onu dilerse] ona
ancak 'ol' der, o da oluverir.” (Bakara 117, Âl-i Imran 47, Nahl 40, Meryem 35, Ya Sin 82,
Mümin 68)

Kudret

Kudret, Yüce Allah'ın irade ve ilmine uygun olarak varlıklar üzerinde tasarruf etmesi,
her şeyi yapmaya ve yaratmaya gücü yetmesi demektir. Kainattaki şaşmaz düzen ve göz
kamaştırıcı güzellikler, Allah'ın sonsuz kudret sahibi olduğuna en büyük delildir.

Tekvin

Tekvin, icat ve yaratma; bir başka ifadeyle de, madum [yok] olan bir şeyi yokluktan
çıkarmak demektir. Tekvin, ilim, irade ve kudret sıfatından ayrı bir sıfattır. Allah'ın yaratmak,
rızk ve nimet vermek, azap etmek, diriltmek ve öldürmek gibi bütün fiilleri tekvin sıfatının
tecellileridir. Bunlara “fiilî sıfatlar” da denilir. Kudret ve Tekvin Allah’ın kemal sıfatlarından
olup zıtları olan acz, Allah hakkında ileri sürülemez.

9
Sem' ve Basar

Allah'ın her şeyi işitip her şeyi görmesi demektir. Sem' ve Basar sıfatları da Allah'ın
ezelî ve ebedî kemal sıfatlarındandır. Uzaklık-yakınlık, açıklık-gizlilik, aydınlık-karanlık gibi
fiziksel durumlar Allah'ın işitip görmesine herhangi bir engel teşkil edemezler. O, içimizdeki
fısıltıları, kalpten ve gönülden yaptığımız duaları işitir ve bu dualara hikmetine uygun şekilde
karşılık verir. Yüce Allah'ın Semi' ve Basîr [her şeyi en iyi işitici ve en iyi görücü] olduğu
Kur'an'da defalarca zikredilmiştir. Sem' ve Basar sıfatları birer kemal sıfat olduğundan, zıtları
olan âmâlık [görmemek] ve sağırlık [işitmemek], Allah hakkında söz konusu edilemez.

Kelâm

Yüce Allah'ın harfe ve sese muhtaç olmadan konuşması demektir. Allah'ın kelâm
[konuşma] sıfatı ezelî ve ebedîdir. Bu sebeple Allah'a “Mütekellim” denilir. Kur'an'a da
“Kelâmullah” tabir edilir. Allah'ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği ilâhî
kitaplar hep Kelâm sıfatının bir tecellisidir.

İslâmiyet'in Allah inancı ile diğer dinlerdeki “ilâh” anlayışı arasında tartışmaya yer
bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Batıl ilâhlar insanların kendi ihtiyaçları
doğrultusunda edindikleri ilahlardır. Bu ilâhların hüküm koymak gibi bir özellikleri de yoktur.
İnsanların ihtiyaçları karşılandığında bu ilâhların fonksiyonları da ortadan kalkmaktadır.
İslâm ise mutlak bir yaratıcının, hüküm koyucunun ve ibadet edilecek bir tek ilâhın var
olduğu, onun da hiç bir ortağı bulunmadığı esası üzerine kurulmuştur. İslâm, insanları bu
ilâha [Allah'a] iman ve ibadet etmeye çağırır. Vahiy kaynaklı olmayan diğer dinlerin ilah
anlayışları insanların kendi telakkileri ile oluşmuştur. İnsan yok olduğunda bu ilâhlar da yok
olurlar. Oysa Allah insanı yaratandır. Varlığı kendi zatı ile kaim olduğu gibi, insan
yaratılmadan önce de vardır. Bu nedenle; yaratılış kodlarına uygun davranan insan gerçek ilah
olarak ancak Allah’a inanabilir. İhtiyaçlarını gidermeye gücü yeten, sıkıntılara karşı ona
yardım elini uzatan, onu koruyup gözeten, sıkıntılı ve korkulu anlarında onu emniyete
ulaştıran bu tek gerçek ilah, aynı zamanda ibadet edilmeye de layık tek varlıktır.
Allah'ın varlığını, birliğini [tekliğini], tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığını,
eşi ve benzeri bulunmadığını bilmek ve buna inanmak olarak tanımlanan tevhit inancı, Kur'an
tarafından çeşitli yönleri ve boyutları ile ortaya konmaktadır. Bütün bunlar şöyle özetlenebilir:
Allah birdir, O'ndan başka ilâh yoktur. O hiçbir şeye muhtaç değildir; her şey O'na
muhtaçtır. O'na benzer bir şey yoktur. O, bir ortağı olmaktan arınıktır. Eğer O'nun yanı sıra
başka tanrılar olmuş olsaydı, onlardan kimileri diğerleri üzerinde egemenlik kurmak
isteyeceklerdi. O birdir, ama Hıristiyanların sandığı gibi üç içinde bir değildir. O'na oğulları,
kızları isnat edenler, İsa'nın O'nun oğlu ya da kendisi olduğunu söyleyenler, Allah'a iftira
etmiş olurlar. O'nun ne oğulları, ne de kızları vardır. O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır.
Ancak kâfirler, hiçbir şey yaratmayan ve kendisi yaratılmış olan şeyleri O'na ortak
koşmaktadırlar. Oysa O’na ortak koşulan sözde tanrılar ne kötülük, ne de iyilik yapmaya güç
yetirebilir. Bu sahte tanrılar ne ölümü, ne hayatı, ne de yeniden dirilmeyi kontrol edebilirler.
Bu nedenle, Allah'la ilişkili olabilecek bir tanrı yoktur. İnsanların uydurduğu tanrılar, zanna
dayalı isimlerden ve uyduranların nefislerinin hevasından başka bir şey değildir.
Allah, mutlak güç sahibidir. Her şeyin dönüşü O'nadır. O, yaratıcıdır, yaratma sürecini
başlatan ve dilediği gibi yaratandır. Başlangıçta gökleri ve yeri yaratmış, onları duman ya da
nebülöz halindeki cevher olarak bir araya getirmiş ve daha sonra birbirinden ayırmıştır. O'nun
emri kesindir, kimse onu değiştiremez. Gökler ve yer, üzerindeki tüm varlıklarla birlikte
yarattığı Güneş, Ay ve yıldızların tümü O'nun kanunlarıyla ve O'nun buyruğuyla hareket

10
ederler. Gökte ve yerde bulunan her yaratık O'nun emirlerine boyun eğer. O, her şeyi yaratan,
var eden ve onlara şekil verendir.
Allah âlemlerin Rabbidir, gizlilerin de Rabbidir. O'nun gücü her şeye yeter; göklerin
ve yerin tüm güçleri O'na aittir. O, kerim olan Arş'ın, yüce Arş'ın Rabbidir. Tüm yükselme
derecelerinin sahibidir. Bir beşik gibi arzı uzatır, gökten, uygun ölçülerde su indirir. O, bütün
varlıkları çiftler halinde yaratmıştır. Gök kubbeye düzen ve mükemmellik vermiştir. Göklerin,
yerin ve ikisi arasındaki her şeyin hâkimiyeti Allah'ındır. Doğu ve batı O'nundur. Ne yana
dönerseniz dönün, O oradadır. Çünkü her şeyi kuşatmıştır. Kürsüsü gökleri ve yeri kaplar.
Yarattıklarını koruyup gözetir ve bunda hiçbir güçlükle karşılaşmaz. O, azizdir, hikmet
sahibidir.
Allah yalnız yaratıcı değil, aynı zamanda rahîmdir, rızk verendir, koruyandır,
yardımcıdır, hidayet verendir ve tüm yaratıkların darda kalmışlarına yardım ulaştırandır.
Allah dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır. Dünya, belirlenmiş bir süreye göre,
bir amaçla ve bir plân doğrultusunda yaratılmıştır. O kanunlar koyar, rehberlik eder, her şeyi
bir ölçü ve takdire göre düzenler, yaratır, yol gösterir. O, her şeyi bilendir, her şeyi görendir.
Allah, hüküm verenlerin en iyisidir. Hiç kimseye zerre kadar zulmetmez; hüküm
gününde adalet tartıları kurulacak, en küçük bir amel bile hesaplanacaktır. O çabuk ceza
verendir ve acı azapla cezalandırır. İnsanlara adil olmalarını buyurur ve adil olanları sever.
Günahtan sakınıp sevap işleyenlere büyük ödüller verir. İnsanların iyi amellerini, en güzel
şekilde ödüllendirmek için yazdırmıştır. Allah tüm iyilikleri kendisinde toplamıştır, tüm
iyiliklerin kaynağıdır. Her türlü kötülükten de uzaktır.
Allah, insanı hiçbir şey değilken var etmiş, bir tek nefisten tüm insanlığı yaratmıştır.
İlk insanla eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadının üremesini sağlamıştır. İnsanın
yeryüzünde kendi halifesi olmasını istemiş, onu ölümlü bir varlık yapmış, ölümünden sonra
kıyamet günü dirilmesine hükmetmiştir. İnsanı yaratılmışların üstünü yapmıştır. Çünkü Allah
onu en güzel bir suretle yaratmıştır.
Allah, en güzel bir suretle yarattığı insanın mükemmelleşmesinden başka bir şey
istemez. Allah insanlığı kuşatmıştır. O, insanın daima yanındadır, ona şahdamarından bile
daha yakındır.
Allah'ın birliğinden söz etmek, O'nun zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir olduğunu
söylemektir. Zatının bir olduğunu söylemek, O'nun kısmının, parçasının, bölümünün
olmadığını söylemektir. Çünkü birleşik olmaması Allah'ın zorunlu niteliklerindendir.
Sıfatlarının bir olduğunu söylemek, eşinin, benzerinin olmadığını kabul etmektir. Çünkü
yaratılmış varlıklara benzememek de O'nun temel nitelikleri arasındadır. Fiillerinde bir
olduğunu söylemek ortağı bulunmadığını söylemektir. Çünkü ortaklık aczi gerektirir.
Allah'a ibadet belirli amellerle sınırlı değildir. Allah'a ibadet etmek, insanın her
adımında, her hareketinde, her sözünde O'nun koyduğu kurallara uyması, O'nun hükümlerini
yerine getirmesi, elçileri vasıtasıyla gösterdiği yoldan yürümesi demektir. Yalnızca O'ndan
yardım dilemek, korkmak, O'na güvenmek, dayanmak, tevekkül etmek, sığınmak, O'ndan
başkasını veli edinmemek, sorunların çözümünü O'na havale etmek, O'ndan başka koruyucu,
kollayıcı kabul etmemek tevhit inancının zorunlu gereklerindendir. Bütün bunlar bir ve tek
olan Allah'a ibadetin farklı boyutlarını oluşturan ilkelerdir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

11

You might also like