Professional Documents
Culture Documents
1
11. Ve onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman ona gittiler ve seni
ayakta bıraktılar. De ki: “Allah'ın yanında bulunan şeyler, eğlenceden ve ticaretten
hayırlıdır. Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
TAHLİL:
1. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, melik, kuddûs, azîz ve hakîm
Allah'ı tesbih ederler.
Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş
şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan,
sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki
Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O
hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile
birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta
kendileridir. De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin
olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın,
size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve
O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na
uyun.” (A‘râf/157-158)
De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin
aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu
Kur’ân vahyolundu. Allah'la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten
1
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 3, s. 55-65.
2
tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek
ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En‘âm/19)
Biz seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/rahmet için gönderdik.
(Enbiyâ/107)
Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân'ı [ayırıcı'yı] indiren ne cömerttir [ne
bol nimet verendir]! (Furkân/1)
4. âyette ise, elçiliğin Allah'ın bir lütfu olduğu, kimsenin kendini veya bir
başkasını elçi tayin etmesinin mümkün olmadığı vurgulanmaktadır. Bunun bir
benzeri daha evvel de geçmişti:
Yine onlar, “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil
miydi?” dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta
[dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz.
Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine
derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha
hayırlıdır. (Zuhruf/31-32)
3
görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O, size yapmış olduğunuz
şeyleri haber verecektir diye uyarılmıştır.
Yahûdilerin mesnetsiz iddiaları değişik sûrelerde zikredilmiştir:
Bir de onlar [inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler],
“Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların
kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.”
(Bakara/111)
Ve onlar dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla
dokunmayacaktır.” De ki: “Allah'tan bir ahit [garanti] mi aldınız? Allah, ahdine asla
ters düşmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”
(Bakara/80)
Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır”
demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de, dinlerinde kendilerini
aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya
topladığımız ve hiç kimseye hakksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler
tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? (Âl-i İmrân/24-25)
Ve Yahûdiler, Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz”
dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah] size azap
ediyor?” Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi
bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin
mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır. (Mâide/18)
Onların durumu, eşeklerin durumundan daha kötüdür. Zira, eşeğin akletme ve
tefekkür etme gücü yoktur. Bunlara ise Allah akıl, fikir, zeka ve anlayış lütfetmiş,
fakat onlar bu nimetleri kullanmamışlardır:
Ve andolsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] bir çoğunu
cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır,
onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı
hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gâfillerin [duyarsızların] ta
kendileridir. (A‘râf/179)
Bu âyetlerdeki Yahûdi karakteri, Bakara sûresi'nde deşifre edilmiş ve
Rasûlullah'ın bu kitlenin gerçek yüzünü tanıması sağlanmıştı:
Ve hani Biz, sizin mîsâkınızı almıştık: Kanlarınızı dökmeyeceksiniz,
kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız. Sonra siz tanıklık ederek ikrar
verdiniz. Sonra siz, işte o kimselersiniz; nefislerinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir
grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta
yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için
fidyeleşirsiniz. Hâlbuki o, onların çıkarılmaları size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz
Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden
böyle yapanların alacağı karşılık, dünya hayatında bir rüsvaylıktan başka nedir?
Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gâfil
[duyarsız] değildir. İşte onlar, âhiret karşılığında basit yaşamı satın almış
kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar. Ve
andolsun ki, Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. Ve o'ndan sonra birbiri ardı sıra elçiler
gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Rûhu'l-
Kudüs ile güçlendirdik. Peki siz, bir elçinin size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey
getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı?! Sonra da bir kısmını yalanladınız,
bir kısmını da öldürüyorsunuz. Ve onlar, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır [örtülüdür]”
dediler. Aksine; Allah, inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir. Bundan dolayı pek
azı iman eder! Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap
gelince de –ki bunlar daha önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak
4
istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın
lâneti kâfirler üzerinedir. Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey, Allah'ın
kullarından dilediğine Kendi lütfundan indirmesini kıskanarak, Allah'ın indirdiği
şeyleri inkâr etmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar.
Küçültücü azap da yalnızca kâfirler içindir. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman
edin” denildiği zaman, onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” dediler. Ve
onlar, o [Allah'ın indirdiği], kendilerinin beraberindekileri doğrulayan bir hakk
olmasına rağmen, ondan [kendilerine indirilenlerden] ötesini inkâr ediyorlar. De ki:
“Peki eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini
öldürüyorsunuz?” Ve andolsun ki Mûsâ size açık-seçik kanıtlarla gelmişti. Sonra
siz, zâlimler olarak arkasından buzağıyı [altının ilâhlığını] edindiniz. Ve hani sizden
mîsâk almış ve Tûr'u üstünüze yükseltmiştik: “Size verdiğimizi [Kitab'ı] kuvvetlice
alın ve dinleyin.” Demişlerdi ki: “Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık.” Ve
inkârları yüzünden buzağı [altının ilâhlığı] kalplerine içirilmişti. De ki: “Eğer
inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” De ki: “Allah yanında
‘son yurt’ başkalarının değil de yalnızca sizin için ise, eğer doğrulardan iseniz haydi
hemen ölümü temenni ediniz.” Hâlbuki elleriyle işledikleri yüzünden onu
ebediyyen temenni etmezler. Allah ise o zâlimleri çok iyi bilendir. Ve sen kesinlikle
onları insanların yaşamaya en hırslısı; şirk koşmuş olan kimselerden de daha hırslı
bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular, oysa ömürlenmek
kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri
çok iyi görücüdür. De ki: “Kim cibrîl'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah onu
[cibrîl'i], Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakiler doğrulayıcı, inananlar için
bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Kim ki, Allah'a,
meleklerine, elçilerine, cibrîl'e, mîkâl'e düşman olursa bilsin ki, şüphesiz Allah da
inkârcılara düşmandır.” Ve andolsun ki, Biz sana açık açık âyetler indirdik. Bunları
da fâsıklardan başkası inkâr etmez. Onlar [fâsıklar], ne zaman bir ahd üzerine
antlaşma yapsalar, onlardan bir grup onu atıvermedi mi? Aslında onların çoğu iman
etmiyorlar. Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir
elçi geldi, daha önce kendilerine kitap verilen kimselerden bir grup, sanki
bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. (Bakara/84-101)
Ve Allah, o küfreden kişileri herhangi bir hayra ulaşmadan kinleriyle geri
çevirdi. Ve Allah, mü’minlere savaşta kâfi geldi. Ve Allah kavî'dir [çok güçlüdür],
azîz'dir [mutlak üstün olandır]. (Ahzâb/25)
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler, siz
kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “İnandık” derler,
başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını
ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün [geberin]!” Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü
[gönülleri] en iyi bilendir. (Âl-i İmrân/119)
Bu gerçekler karşısında dayatanlara çeşitli âyetlerde meydan okunmuştur:
Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen,
“Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve
kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine
kılalım” de. (Âl-i İmrân/61)
De ki: “Kim sapıklık içinde olursa, Rahmân ona uzattıkça uzatır [mühlet
verir].” Nihâyet kendilerine vaat edileni; amma azabı, amma Sâ‘at'i [kıyâmetin
kopuşunu] gördükleri vakit, artık onlar kimin makamca-mevkice daha şerli ve
askerce [destekçe, kuvvetçe] daha zayıf olduğunu bilecektir. (Meryem/75)
Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikâme edin, zekâtı verin” denilenleri
görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'ın
5
haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve
“Rabbimiz! Ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil
miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise muttakiler için
daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar’ bile
hakksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son
derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isabet ederse,
“Bu, Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki:
“Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz
olayazıyorlar? (Nisâ/77-78)
9. Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman,
Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu,
sizin için daha hayırlıdır.
EN HAYIRLI SALÂT
[ES-SALÂTU'L-VUSTÂ]:
CUM‘A
Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin [el birlik koruyun] ve Allah için
sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım
kurumunu işletin]. Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak
giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size
6
öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin [salâtlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile
ikâme edin]. (Bakara/238-239)
SALÂTU'L-VUSTÂ NEDİR?
Bir konuyu doğru anlamak için gerekli olan ilk şartın, söz konusu konu ve
ibarenin orijinal dilini iyi bilmek olduğunda kuşku yoktur. Dolayısıyla meseleyi
çözmek için yapılacak ilk iş; [ الوسطىel-vustâ] sözcüğünün Arap dilindeki doğru
anlamını bulmaktır. Ancak, sözcüğün doğru anlamını bulmak da meseleyi çözmek
için yetmemekte, ayrıca sözcüğün Kur’ân'da da bu anlamda kullandığını, yine
Kur’ân ile teyit etmek gerekmektedir.
7
[ وسسسطv-s-t] kök sözcüğü, vesat ve vest şekillerinde okunur. Vesat şeklinde
okununca isim, vest şeklinde okununca zarf olarak kullanılır.
Bu sözcük, “bir şeyin iki ucu arasındaki kendine ait kısmı” anlamına gelir. (Biz
bunu, bir şeyin kendi ortası olarak anlayabiliriz.) “İpi ortasından kavradım”, “Oku
ortasından kırdım” şeklinde kullanılır.
Arap örfünde bir şeyin ortası, o şeyin en hayırlı, en yararlı bölümü demektir.
At veya devesine binecek bedevî için at veya devesinin en hayırlı yeri, at ve devenin
boyun ve kıçı olmayıp belinin ortasıdır. Yine, devesi için kuracağı ağıl için en
hayırlı yer, otlağın ortasıdır. Gerdanlığın, inci veya elmas takılacak en hayırlı [güzel
ve uygun] yeri gerdanlığın ortasıdır. Ayrıca her güzel ve yararlı davranış, kendi
cinsinden olan davranışların ortada olanıdır. Meselâ, cömertlik, cimrilik ve
savurganlığın ortasında bir davranıştır. Cesaret, korkaklık ve saldırganlık arasında
bir davranıştır.
Ayrca İbn Side, el-Muhkem kitabında yer aldığına göre, “Kim salât-ı vustâ
Cum‘a'dan başka bir şey derse hata eder” demiştir.2
Evsatları [en hayırlı, en şerefli olanları], “Ben size, ‘Tesbîh etmiyor musunuz!’
dememiş miydim?” dedi. (Kalem/28)
2
Lisânu'l-Arab, c. 9, s. 297-301; Tâcu'l-Arûs, c. 10, s. 442-448.
8
Allah sizi, yeminlerinizdeki lağv ile [kasıtsız olarak yaptığınız
yeminlerinizden] sorumlu tutmaz. Fakat yeminleri düğümlediğiniz şeylerle [kasıtlı
yaptığınız yeminlerinizden] sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin
evsatından [en hayırlısından, en iyisinden] on miskini yedirmek veya giydirmektir.
Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de
üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve
yeminlerinizi koruyun. İşte Allah âyetlerini sizin için böyle açığa kor ki, belki
şükredesiniz [karşılığını ödersiniz]. (Mâide/89)
Vusta sözcüğünün, “en değerli, en yararlı” demek olduğu, Kur’ân âyetleri ile
de tesbit ve tescil edildiğine göre, artık Bakara/238'de geçen, [ الوسطىel-vustâ] ile
[ الصسسلوةes-salât] sözcüğünün birleşmesinden meydana gelen صسسلوة الوسسسطى ّ [ الes-
salâtu'l-vustâ] tamlamasını, “en yararlı, en hayırlı salât” olarak anlamak gerekir.
EN HAYIRLI SALÂT”I
BİLDİRMİŞTİR
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın
anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz işte bu sizin için en
hayırlıdır. (Cum‘a/9)
9
Cum‘a sözcüğü, “toplanma” anlamındaki [ ج م عc-m-‘a] kökünden gelir.
Dilbilimcilerden A‘meş [ الجْمعسسةcum‘a], Âsım ve Hicazlı dil bilimciler جُمعسسة
ُ ال
[cumu‘a] diye okurlar. Cum‘a diye okumak Ukayloğulları lehçesine göredir.
[ يوم الجمعةYEVMU'L-CUM‘A]
Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine göre, o vakit 12 kişi
idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine göre onları bir araya toplayıp onlara namaz
kıldıran kişi Es‘ad b. Zurâre'dir. Abdu'r-Rahmân b. Ka‘b b. Mâlik'in babası
Ka‘b'dan rivâyet ettiği hadiste de –geleceği üzere– böyledir.
10
Hicretten önce Medîne'deki Müslümanlara İslâm'ı öğretmek için gönderilmiş
olan Mus‘ab ibn Umeyr'e mektup yazarak, “Yahûdilerin açıktan Zebur okudukları
güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da zeval vaktinden sonra
Allah'a 2 rekât (namaz) ile takarrub edin.” Bu emir üzerine Mus‘ab, Medîne'de ilk
Cum‘a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber Medîne'ye gelinceye kadar
sürdürmüştür.” Mus‘ab'ın (r.a) Cum‘a namazı kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, 12 idi.
Târihî belgelere göre Rasûlullah, ilk Cum‘a'yı, Ranuna denilen yerde Sâlim ibn
Avf mescidi'nde icra etmiştir. Rasûlullah, Medîne'ye hicret ettiğinde ilk olarak
Kuba'da Amr ibn Avfoğulları'na misafir oldu. Orada pazartesi, salı, çarşamba ve
perşembe günleri kalıp, Kuba mescidi'nin temelini attı; sonra Cum‘a günü
Medîne'ye gitmek için yola çıktı. Benû Sâlim yurduna gelince orada hutbe okuyup
ilk defa Cum‘a günü salâtı icra etti. Bu, Rasûlullah'ın ilk Cum‘a salâtı
uygulamasıdır.
Toplantı günü'nün hangi gün, hangi saat olacağı ve bu toplantıda salâtın nasıl
icra edileceği, katılma koşulları vs. gibi detay Kur’ân'da verilmemiştir. Kur’ân'da
öncelikle toplantı günü uygulanacak salât'ın, salâtların en hayırlısı olduğu ve bu
salâtın kesinlikle korunması gerektiği bildirilmiştir:
Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin [el birlik koruyun]. Ve Allah için
sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım
kurumunu işletin]. Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak
giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde, bilmediğiniz şeyleri size
öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin. (Bakara/238-239)
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın
anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha
hayırlıdır. (Cum‘a/9)
11
Demek oluyor ki, toplantı günü, uygulanacak olan salâtta, “Allah'ın anılması”
sağlanacaktır. Mü’minler, bunun en iyi şartlarda gerçekleşmesi, en iyi verimin
alınabilmesi için gerekli önlemleri alacaklardır. Toplantı günü yapılan salât için
fıkıhçılar, “vücûbunun şartları” ve “edasının şartları” adı altında birtakım koşullar
belirlemişlerdir, ki .unların detayı, fıkıh kitaplarında bulunmaktadır.
• Erkek olmak,
• Hür olmak,
• Şehirde oturmak,
• Sıhhatli olmak,
• Güvende olmak.
HÜRRİYET/ÖZGÜRLÜK
ŞEHİRDE İKÂMET
Toplantı, beldenin yerli nüfusu için, kadın-erkek ayırımı olmadan zorunlu bir
görevdir. Misafir ve yolcular için ise zorunlu bir görev değildir. Çünkü dışarıdan
geçici olarak gelenler o beldenin sorunlarını bilmezler, toplantıya katılanları
tanımazlar. Onun için toplantıya katılmasalar da olur. Katılmaları durumunda ise,
dinleyici sıfatıyla bulunup bilgilenirler.
12
Klâsik eserlerde bu konu ile ilgili şunlar yazılıdır:
Allah Teâlâ tüm emir ve yasaklarını milliyet, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan
genel ve mutlak olarak bildirmiştir. İslâm, fıtrat dini olup evrenseldir; her ırkı, her
toplumu, her cinsi ve her ülkeyi kapsar. Kulluk ve görev yönünden kadını erkekten
ayırmamıştır. Kadını asla ikinci sınıf insan, aklı ve dini noksan Müslüman
saymamıştır. (Bu tarz kabuller, kendini bilmezler tarafından İslâm'a mal edilmiş,
gâfiller tarafından da kabul görmüştür. Bu tip inanç ve kabuller büyük bir gaflettir.)
Kur’ân'da kadının, toplantı günü uygulanan salâta katılmasının farz olmadığını
bildiren bir âyet yoktur.
Cum‘a salâtı, cemaat içinde bulunan her Müslüman üzerine Allah Teâlâ'nın bir
hakkı olup farzdır. Ancak köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar bundan
müstesnâdır.
İşin aslı şu: O günkü siyasî otorite hakksız iktidarlarını sürdürebilmek için,
toplumdaki direnci kırmayı düşünür; toplumun yarısını oluşturan kadınları, fitneye
sebep olabilecekleri bahaneleriyle Cum‘a'dan/toplantı'dan uzaklaştırıp evlerine
kapatırlar. O gün bu gün böyle devam edip gidiyor.
Yine fıkıh kitapları birtakım târihî olayları delil kabul ederek, toplantı günü
salâtının edasının şartları olarak şunları belirlemişlerdir:
• Veliyyu'l-emr,
• İzn-i âm,
• Vakit,
• Cemaat,
• Hutbe.
13
1) Veliyyu'l-emr: Resmî otoritenin başı, devlet başkanı ya da nâibi.
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın
anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha
hayırlıdır. (Cum‘a/9)
Bu âyette günün tümüne işaret edildiğine göre, günün herhangi bir vaktinde
Cum‘a/Toplantı yapılabilir. Bunu da yine bölge Müslümanları, sosyal ve ekonomik
koşullarına göre ayarlayabilirler. Bugüne kadarki gün ve saat uygulamaları bir
teâmüldür. Allah tarafından tesbit edilip zorunlu tutulmamıştır.
14
bildirilmektedir. Ayrıca, âyette “yevmu'l-Cum‘a/toplantı günü” ifadesi yer aldığına
göre, günün herhangi bir saatinin olabileceğine ilâhî bir ruhsat var demektir.
Hutbe belirli bir gündemle icra edilir. Hutbeyi okuyan, bir nevi kongredeki
divan başkanı görevini yürütür. Herkesin söz hakkı vardır; hem de sansürsüz. Orada
görüşülen her konu Zikrullâh'a yönelik ve “Hakksızlık karşısında susan, dilsiz
şeytândır” anlayışı çerçevesinde olduğundan, hiçbir Müslüman görüş ve
eleştirisinden ötürü takibata alınamaz, ayıplanamaz. Tam bir dokunulmazlık
hakkına sahiptir.
15
İslâm'ın aslı ile alâkası olmayan bu gibi şeyler; aktif, cevval ve uyanık olmaları
lazım gelen Müslümanları koyun sürüsü hâline getirmek için birileri tarafından icat
edilmiş, bunda da muvaffak olmuşlardır: Mescitlerde bugün bilinçli cemaat yoktur;
imamın söyledikleri yalan-yanlış da olsa ses çıkarılmaz. Halife Ömer, hutbe
okurken, “Susun ve beni dinleyin” dediğinde, “Üzerindeki elbiseyi nerden
bulduğunu, nasıl ona sahip olduğunu bize açıklayıp bizi ikna etmeden sana itaat
etmeyiz” diyen erkek cemaat da, “Allah'ın sınır koymadığı mehirde sen nasıl
kısıtlamaya gidebilirsin ?” diye itiraz eden kadın cemaat da târih oldu.
Böyle bir uygulama ile hiç şüphesiz Müslümanların bir nevi haftalık bakımları
yapılıyor; inanç ve amelleri revize ediliyor; ileriki hafta için işleri programlanıyor;
aralarındaki ihtilaflar, yaşamlarındaki aksaklıklar, yapılması lazım gelen işler,
dertler, tasalar, eleştiriler, orada hiç kimseye alet olmadan her Müslümanın katılımı
ile özgürce ve tam bir dokunulmazlıkla istişâre edilip karara bağlanıyor. Ayrıca bu
toplantı vesilesi ile Müslümanlar tanışıp konuşuyorlar, dostluk tazeliyor; bilgileri,
bilinçleri artıyor; kenetleniyor; güç birliği yapıyor ve bunu da dosta-düşmana
gösteriyorlar. Sürü gibi câmiye doluşarak uyuklayıp uyuklayıp dağılmıyorlar. –İşte
onun içindir ki Toplantı Günü Salâtı, es-Salâtu'l-Vustâ'dır [en hayırlı salâttır].–
Sonra da, bu dinamizmle, Allah'ın nimetlerini aramak için yeryüzüne yayılıyorlar.
Ne kadar güzel ve anlamlı.
11. Ve onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman ona gittiler ve seni
ayakta bıraktılar. De ki: “Allah'ın yanında bulunan şeyler, eğlenceden ve
ticaretten hayırlıdır. Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Bu âyette, Müslümanların yaptığı hatalı bir davranışa dikkat çekilip, doğru
davranış şekli gösterilmektedir. Âyetten anlaşıldığına göre bir grup, konuştuğu
sırada Rasûlullah'ı bırakıp ticaret ve eğlence peşine düşmüşler ve bu yüzden de,
Allah'ın yanında bulunan şeyler, eğlenceden ve ticaretten hayırlıdır. Ve Allah, rızık
verenlerin en hayırlısıdır ifadesiyle uyarılmışlardır:
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara,
en‘âma [etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara] ve ekinlere duyulan tutkulu
3
Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8, s. 402-415.
16
şehvet, insanlara süslü-çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır. Ve Allah,
varılacak güzel yer Kendi katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı
bildireyim mi? Takvâ sahibi olan, “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim
suçlarımızı bağışla ve bizi ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden, doğru olan,
sürekli saygıda duran, infakta bulunan ve seherlerde istiğfar eden kişiler için
Rabb'lerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler,
tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah kulları en iyi görendir.” (Âl-i
İmrân/14-17)
Kaynaklar bu âyetin iniş sebebiyle ilgili şu bilgileri aktarırlar:
Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler
buyruğu hakkında Müslim'in Sahîh'inde Câbir b. Abdullah'tan gelen rivâyet
şöyledir: “Peygamber (s.a) Cum‘a günü ayakta hutbe irad ederdi. Bir gün Şam'dan
bir kervan geldi. İnsanlar ona doğru gittiler. Geriye sadece 12 kişi kaldı. (Bir
rivâyette, “Onlardan biri de bendim” ibaresi de vardır). İşte Cumu‘a sûresi'ndeki,
Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona
yöneldiler âyeti bunun üzerine indirildi.”
4
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
5
İbn Kesîr.
6
Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Mukâtil.
17
Allah doğrusunu en iyi bilendir.
18