You are on page 1of 19

76 TUR SURESİ

GİRİŞ

Tur suresi Mekke’de 76. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “ ‫ططور‬ ّ ‫ال‬et-Tur”
sözcüğünden almıştır.
Surenin ana ekseni tevhid, elçilik ve ahıret [öldükten sonra dirilme] ile ilgili
konulardır. Ahıretin gerçekliğine ilişkin kanıtların ortaya konduğu surede hem iman
edenlerle ilgili özendirici sahneler, hem de inkârcılarla ilgili uyarıcı sahneler
nakledilmektedir. Ayrıca puta tapan müşrikler şiddetli inatları ve aşırı azgınlıkları
sebebiyle kınanıp azarlanmakta, Resulullah ise kendisine yapılan saldırılara karşı
sabra davet edilerek kendisinden elçilik görevini sabırla sürdürmesi istenmektedir.

1
MEAL:

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1 – 8- Tûr’a, yayılmış ince deri [parşömen] üzerine satırlaştırılmış Kitab’a,


Ma’mur Ev’e, yükseltilmiş tavana, doldurulmuş/tutuşturulmuş denize kasem olsun
ki, şüphesiz Rabbinin azabı kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.
9, 10 - O gün gök sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.
11, 12 – Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay
haline!
13- 16 - O gün onlar [yalanlayıcılar], cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte
bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız! -
17- 20 - Şüphesiz takvalı davrananlar, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra
sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevkusafa sürerek cennetlerdedirler, nimetler
içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri
gözlülerle eşleştirdik de. -“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yeyin, için!”-
21 – Ve iman eden, zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olan kimseler; işte
Biz, onların zürriyetlerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey
eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22 - Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23 - Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma olmayan
bir kadehi kapışırlar.
24 - Ve kendilerine ait bir takım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki
onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25- 28 – Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce
ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan
korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın,
acıyanın ta kendisidir.
29 - Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve mecnun
biri değilsin.
30 – Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz” mu diyorlar?
31 – Sen, de ki: “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32 - Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?
33 – 34- Yahut onu kendi uydurup söyledi mi diyorlar? Aslında onlar
inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler.
35 - Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi
yaratıcılardır?
36 - Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi yarattılar? Aslında, onlar kesin
bilgi sahibi değildirler.
37 - Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri
egemenlik sürenler midirler?
38 - Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse
dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39- Ya da kızlar O’na, oğullar size mi?
40 - Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar, borçtan
dolayı ağır bir yük altına mı girdiler?
41 - Yoksa gayb kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar?

2
42- Yoksa bir sinsi plan mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri
sinsi plana düşenlerdir.
43 - Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâh mı var? Allah, onların ortak
koştukları şeylerden münezzehtir.
44 – Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış
bulutlardır” derler.
45 - Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar
bırak.
46 - O gün sinsi planları, kendilerine hiçbir şeyce fayda vermez ve onlar
yardım olunmazlar.
47- Evet, şüphesiz zalimlik eden kimselere, bundan aşağı bir azap var; ama
onların çoğu bilmiyor.
48, 49 – Ve Rabbinin hükmüne sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin
önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında
Rabbinin övgüsü ile tesbih et! Haydi, O’nu tesbih et!

3
TAHLİL

1 – 8- Tûr’a, yayılmış ince deri [parşömen] üzerine satırlaştırılmış Kitab’a,


Ma’mur Ev’e, yükseltilmiş tavana, doldurulmuş/tutuşturulmuş denize kasem olsun
ki, şüphesiz Rabbinin azabı, kesinlikle vuku bulacaktır, ona engel olacak yoktur.

Sure, beş şeye kasem edilerek Allah’ın azabının kesinlikle gerçekleşeceği ve


hiç kimsenin, hiçbir şeyin buna engel olamayacağı hükmünün bildirilmesiyle
başlamaktadır. Ayetlerin açık ifadesi, Allah’ın azabının daha evvel yaşandığı,
kimsenin buna engel olamadığı, gerektiğinde Allah’ın azabının yine vuku bulacağı
ve kimsenin buna engel olamayacağı mesajını vermektedir.
Kasem pasajını iyi anlayabilmek için kasem edilen [referans verilen] olayların
iyi anlaşılması gerekmektedir. Ne var ki, daha evvel Tebyinü’l-Kur’an’ın muhtelif
yerlerinde de değindiğimiz gibi, değerli seleflerimiz Kur’an’daki kasem
cümlelerinin birçoğuna gerekli özeni gösterememiş, bu nedenle de söz konusu
kasem cümleleri ve bu cümlelerin oluşturduğu pasajlar doğru dürüst tahlil
edilememiştir.
Konuyu doğru anlamamız için önce konuya ait klasik kabullerden birini
naklediyoruz:
“Andolsun Tur’a” buyruğunda sözü edilen “Tur”, Yüce Allah'ın Musa (as) ile üzerinde
konuştuğu dağın adıdır.
“Yayılmış sahife[ler] içinde yazılmış Kitab’a…” Bununla müminlerin mushaflardan,
meleklerin de Levh-i Mahfuz'dan okuduğu Kur'ân-ı Kerim kastedilmektedir. Nitekim Yüce Allah bir
başka yerde “Şüphesiz o, oldukça şerefli bir Kur'ân'dır. Korunan bir kitaptadır (Vakıa/77, 78)”
buyurmaktadır.
Bir başka açıklamaya göre, bu ifadeden maksat diğer peygamberlere indirilmiş kitaplardır. Bu
kitapların her birisi, o kitabı okuyanlarca okumak maksadıyla yayıp açtıkları inceltilmiş bir deri
üzerinde bulunuyordu.
"Beyt-i Ma'mur'a" buyruğu hakkında Ali, İbn Abbas ve başkaları şöyle demişlerdir: Bu, Kâbe
hizasında semadaki bir evdir. Her gün oraya yetmiş bin melek girer, sonra oradan çıkarlar ve tekrar
bir daha oraya dönmezler.
Ali (r.a) dedi ki: O, altıncı semada bir evdir. Dördüncü semada olduğu da söylenmiştir. Enes b.
Malik, Malik b. Sa'saa'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasûluüah (sav) buyurdu ki: "Ben
dördüncü semaya götürüldüm. Önümüze Beyt-i Ma'mur yükseltildi. Onun Kâbe’nin tam hizasında
olduğunu gördüm. Eğer aşağı düşecek olursa, Kâbe’nin üzerine düşer. Her gün oraya yetmiş bin
melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha oraya dönmezler.' Bunu el-Maverdi zikretmiştir
El-Kuşeyrî'nin İbn Abbas'tan naklettiğine göre, Beyt-i Ma'mur dünya semasındadır.
Ebu Bekr el-Enbarî dedi ki: İbnu'l-Kevva, Ali (r.a)'a “Beyt-i Ma’mur nedir?” diye sormuş, o da
şöyle cevap vermiştir: “O, Arş’ın altında ed-Durah diye anılan yedi semanın da üstünde bir evdir.”
Es-Sıhah'da da böyledir: "Ed-Durah", semada bir ev olup İbn Abbas'tan rivayete göre o Beyt-i
Ma'mur'dur. Oranın mamur olması ise oraya çokça meleklerin girip çıkmasından dolayıdır.
El-Mehdevî de İbn Abbas'tan söyle demektedir: Beyt-i Mamur Arş’ın hiza-sındadir.
Müslim'in Sahih'inde yer alan Malik b. Sa'saa'nın Peygamber (sav)'dan İsra hadisinde yaptığı
rivayet de şöyledir; "Sonra bana Beyt-i Mamur yükseltildi. ‘Ey Cebrail, bu nedir?’ diye sordum.
Dedi ki: ‘Bu, Beyt-i Ma'mur'dur. Buraya her gün yetmiş bin melek girer. Ondan çıktılar mı bir daha
oraya geri dönmezler. Bu onların üzerindeki son sorumluluktur." Böyle diyerek hadisin geri kalan
bölümünü zikretmektedir.
Sabit'in Enes b. Malik'ten rivayetine göre de Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bana burak
getirildi..." Bu hadiste şu ifadeler de yer almaktadır: "Sonra yedinci semaya yükseltildik. Cebrail
(a.s) kapının açılmasını istedi. ‘O kim?’ diye soruldu, ‘Cebrail’ dedi. ‘Seninle beraber kim var?’ diye
soruldu, O ‘Muhammed (sav)’ diye cevap verdi. ‘Ona peygamberlik verildi mi?’ diye soruldu, o
‘Evet, ona peygamberlik verildi’ dedi. Kapı bize açıldı. İbrahim (a.s)’ı sırtını Beyt-i Ma’mur'a
yaslamış olarak gördüm. Bir de baktım ki oraya her gün yetmiş bin melek giriyor ve tekrar oraya geri
dönmüyorlar

4
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın on
beş evi vardır, Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu evler Ka'be'nin
karşısındadırlar.
El-Hasen: ‘Beyt-i Ma’mur, Ka'be'nin kendisidir’ demiştir. El-Beytu'l-Haram, insanlar
tarafından imar edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer insanlar
bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olursa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlar. Yüce Allah'ın
yeryüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur.
Er-Rabi b. Enes dedi ki: Beyt-i Mamur yeryüzünde Âdem (a.s) döneminde Kâbe’nin
bulunduğu yerde idi. Nuh (a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde
onlar bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı ve dünya
semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek imar eder. Sura üfürüleceği
vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler. (Er-Rabi b. Enes devam ederek) dedi ki: Aziz ve celil
olan Allah, İbrahim'e, Beyt’in yerini Beyt-i Ma’mur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Hani Biz İbrahim'e Beyt’in yerini tayin etmiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi
ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud edenler için beytimi temizle!
(Hac/26)”
"Yükseltilmiş tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona "tavan" adını
vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın “Ve
gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık (Enbiya/32)” buyruğu açıklamaktadır. ( Kurtubi; el-Camiu li
Ahkami’l-Kur’an)

“Ma'mûr olan ev [Kâbe]”: Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcut İsrâ hadîsine göre Allah
Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-i Ma'mûr'a
yükseltti. Bir de baktım ki, her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha
dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının
Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt-i Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâbe'sidir. Bu sebeple Hz.
Peygamber, Hz. İbrahim Halîl (a.s.)’ı Beyt-i Ma'mûr'a sırtını dayamış olarak bulmuştur. Zira Hz.
İbrâhîm yeryüzündeki Kâbe'nin bânîsidir. Elbette mükâfat amel cinsinden olacaktır. Beyt-i Ma'mûr
Kâ'be’nin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz
kılacakları bir Beyt [Kâ'be] vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah
bilir.” (İbn Kesir)

Pasajda kasem edilen, yani şahit gösterilen, referans verilen olgular Allah’ın
azabının kesinlikle olacağına kanıt gösterildiğine göre, yukarıdaki alıntılarda
nakledilenlerin çoğunu kabul etmek mümkün olmaz. Çünkü kasem edilen olgular,
bu alıntılardaki nakillerde vehme, hayale dayalı olarak anlatılmıştır. Hâlbuki verilen
referanslar, gösterilen tanıklar ve kanıtlar gerçek-somut, yaşanmış ve yaşanabilir
olmalıdır.
Surenin başında kasem edilerek Allah’ın azabına kimsenin engel olamayağına
verilen referanslar:

1- TUR: Burada kasem Tur’un kaldırılmasınadır. Tur’un eteğinde bulundukları


dönemde azmış olan İsrailoğulları, bu dağdaki patlama ile cezalandırılmıştır. Bu
hem Kur’an’da, hem Kitab-ı Mukaddes’te, hem de İsrailoğulları tarihinde var olan,
bilinen, inkâr edilmeyen bir olaydır. Kimse bu azaba engel olamamıştır.
Kur’an’da:
Hani bir zamanlar Biz o dağı gölgelik [şemsiye] gibi onların tepesine çekmiştik de onun
üzerlerine düşeceğine inanmışlardı. –“Takvâ sahibi olmanız için size verdiğimizi kuvvetle tutun ve
içindekini hatırınızdan çıkarmayın!”– (Araf/171)

Hani bir zamanlar Biz, Tur’u/ dağı da üstünüze kaldırarak sizden mîsak [sağlam bir söz]
almıştık: “Takvalı olmanız için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın.”
(Bakara/63)

Ve hani sizden misak almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik: ‘Size verdiğimizi [Kitab’ı]
kuvvetlice alın ve dinleyin.’ Demişlerdi ki: ‘Dinledik ve isyan ettik/ topluca sarıldık.’ Ve inkârları

5
yüzünden buzağı [altının ilahlığı] kalplerine içirilmişti. De ki: ‘Eğer inananlar iseniz İnanıyorsanız,
inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir! (Bakara/93)

Ve söz vermeleri nedeniyle Tur’ [dağı] üzerlerine kaldırdık. Ve onlara: “O kapıdan secde
ederek girin” dedik. Yine onlara: “ibadet gününde sınırları aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir
söz aldık. (Nisa/154)

Talmud’da:
"O Kutsal Varlık, Sina Dağı'nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: "Tevrat'ı kabul
ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur" dedi. (Talmud; Shab, 88)

Kitab-ı Mukaddes’te:
Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce
korkudan titremeye başladı. (Çıkış; 20; 18)

2- YAYILMIŞ İNCE DERİ [PARŞÖMEN] ÜZERİNE SATIRLAŞTIRILMIŞ


KİTAP: Yazının icadı kâğıdın icadından evveldir. Tabletlerden, papirüslerden sonra
yazı malzemesi olarak parşömen geliştirilmiştir. Uzun zaman korunabilmesi, elde
bulundurulması nedeniyle yazılıp korunmak istenen kitaplar başka malzeme yerine
ceylan derisi üzerine yazılırdı. Kutsal kitaplar da böyle yazıldı ve böyle korundu.
Geçmişe ait korunmuş sahifeler, “rakk-ı menşur” denilen ceylan derilerinde
yazılıdır.
Kasemin bu kitaplara yapılmış olması, onların içerisinde azmış olanların
akıbetlerine dair bilgilerin varlığından dolayıdır. O kitapları okuyanlar, Rabbimizin
azgınları cezalandırdığı ve kimsenin buna engel olamadığı bilgisine sahip olurlar.

3- ‫ البيت المعمممور‬MA’MUR EV: “ ‫المعمممور‬el-Ma’mur” sözcüğü “imar edilmiş,


ömürlendirilmiş” anlamındadır. Yukarıda alıntıladığımız nakillerdeki gibi göklerde
olan bir ev değildir; Mekke’deki Beytullah’tır yani Kâbe’dir. Burada referans
verilen olay ise Allah’ın Kâbe’yi yıkmak isteyen düşmanları perişan ettiği “Fil
Vakası”dır.
Görmedin mi nasıl etti Rabbin ashab-ı file!
Onların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı?
Onların üzerlerine öbek öbek uçanlar [bulutlar, boran] göndermedi mi?
Ki onlara pişmiş taşlar ile birlikte büyük taneli yağmur yağdırıyorlardı.
Sonunda onları bir yenik bitki yaprağı gibi yapıverdi. (Fil/1-5)

4- YÜKSELTİLMİŞ TAVAN: Ayetteki bu ifade ile Ad ve Semud


kavimlerinin helak edilişlerine dikkat çekilmiştir.
Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah onların duvarlarına temellerinden
geldi. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akledemedikleri bir yönden geldi.
(Nahl/26)

5- DOLDURULMUŞ/TUTUŞTURULMUŞ DENİZ: Ayetteki “‫ مسجور‬Mescur”


kelimesi, “ ‫سجر‬scr” kökünden türetilmiştir. “Scr”, “doldurmak, akmak, suyu gitmek,
sel suyuyla dolmak, fırını tutuşturmak” anlamlarındadır. (Lisanü’l- Arab, c. 4, s.
498,499, scr mad.)
Sözcüğün bu anlamları dikkate alındığında, “doldurulmuş deniz” ifadesiyle şu
azapların anlaşılması mümkün olmaktadır: Nuh kavmin suya gark edilmesi, Firavun
ve yakınlarının suda boğulması, Sebe’ halkının sel felaketiyle cezalandırılması,

6
Semud ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup
her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması.
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman
etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle
onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].”
Ve o, gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelenler, ona her uğrayışta onunla alay
ediyorlardı. O [Nuh] dedi ki: “Bizimle alay ediyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi
alay edeceğiz. -Artık o aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üstüne ineceğini
ileride bileceksiniz.-
Nihayet emrimiz geldiği ve fırın/ tandır kaynadığı zaman Biz dedik ki: “Her cinsten birer çifti
ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onun içine yükle.”
-Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.-
Ve o [Nuh] dedi ki: “İçerisine binin, onun akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle
Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Ve o [gemi] onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş
olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!”
O [Nuh’un oğlu], dedi ki: “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” O [Nuh];
“Bugün O’nun [Allah’ın] merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse
yoktur” dedi. Ve dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.
Ve “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine
gelmiş oldu. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Ve o zalim kavme, “Uzak olun! [kahrolun!]” denildi.
(Hud/36-44)

Ve İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla


onları hemen takip etti. Nihayet boğulma ona yetişince, “Gerçekten, İsrailoğulları’nın inandığı
Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım” dedi. -Şimdi mi?
Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun.- Artık Biz senden sonra
geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız. Ve şüphesiz insanlardan
birçoğu kesinlikle Bizim ayetlerimizden gafildirler. (Yunus/90- 92)

Hani bir zamanlar da, siz bakıp dururken, Biz, denizi size yarıp da sizi kurtarmıştık ve
Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk. (Bakara/50)

Ant olsun ki, Sebe' kavmi için iskan ettikleri yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe!
-“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]! Ne güzel bir belde ve çok
bağışlayıcı bir Rab!”-
Fakat onlar yüz çevirdiler [karşılığını vermediler]. Biz de üzerlerine Arim [barajların] selini
salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki
bahçeye çevirdik.
Bu, onların küfretmeleri nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok
nankör olanları cezalandırırız. (Sebe/15-17)
Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için
Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/25)

[Nûh] dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt
veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Takvaya sahip olmanız ve
rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir zikir [öğüt, kitap] gelmesine
şaştınız mı?”
Bunun üzerine o'nu yalanladılar, Biz de o'nu ve o'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık,
ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir kavim [topluluk] idiler. (A’raf/61-
64)

De ki: “Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu
getirebilir?” (Mülk/30)

Semud azgınlığı sebebiyle yalanladı;


en zorlu bedbahtları görevi kabul edip gittiği zaman,

7
Allah’ın elçisi onlara demişti ki: “Allah’ın devesi!” ve “Onun su içmesi!”
Fakat onlar, onu yalanladılar, deveyi de inciklerini kesip öldürdüler.
Rabbleri de günahları dolayısıyla onları düzleyiverdi [yerle bir etti]. (Şems/11-14)

9, 10 - O gün gök, sarsıldıkça sarsılır, dağlar da yürüdükçe yürür.


11, 12 – Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran yalanlayıcıların vay
haline!

Bu ayetlerde artık dünyanın işlevini tamamladığı, kıyametle beraber yeni bir


oluşumun başladığı mesajı verilmekte ve ahireti inkâr edenleri bekleyen perişanlığa
dikkat çekilerek inkârcılar uyarılmaktadırlar.
O gün, Allah’ın her benliği kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle
değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51)

Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır. (Neml/88)

Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz
onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize
geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/47,
48)

Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler
[kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mümin/85)

Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105- 107)

Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine
çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, ogün
dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların
fevkınde sekiz taşır. (Hakkah/14)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost
bir sıcak dosta sormaz. (Meariç/9)

O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
(Müzzemmil/14)

Dağlar savrulduğu zaman… (Mürselat/10)

O gün Sûr’a üflenir: Siz de hemen bölükler halinde gelirsiniz.


Ve gökyüzü açıldı da kapı kapı oluvermiştir [oluverecektir].
Ve dağlar yürütülmüş de serap oluvermiştir. (Nebe’/20)

Dağlar yürütüldüğünde… (Tekvir/3)

Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. (Kariah/5)

8
Konumuz olan ayetteki “Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran
yalanlayıcıların vay haline!” cümlesi, yalanlayıcıların boş işlerle, işe yaramayacak
şeylerle uğraştıkları için kınanıp tehdit edildiklerini ifade etmektedir. Bu halleriyle
onlar, mezbahaya kesime giderken karınlarını şişirmeye çalışan hayvanlara
benzemektedirler.

13- 16 - O gün onlar [yalanlayıcılar], cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte


bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız! -

Oyunla oynaşla ömür tüketen inkârcılar o gün cehennem ateşine itildikçe


itilirler. Onlara “İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir?”
denir. Böylece alay edip durdukları, çeşitli saçma bahaneler ileri sürek
yalanladıkları ahiretin gerçekliğine bizzat tanık olurlar. İçine itildikleri ateş sadece
yaptıklarının karşılığı olarak aldıkları bir karşılıktır.
Yalanlayıcıların cehennem kenarında “Peki, bu da mı bir sihir?” istihzasına
maruz kalmaları, kendilerine Kur’an tebliğ edildiği, cehennem ile uyarıldıkları
zaman elçi hakkında “Bu sırf kelime oyunudur, sözle büyülemedir, bunlarla bizi
ahmak yerine koyuyor” dediklerine karşılıktır. Bir bakıma bu tavırları hatırlatılıp
“Şimdi söyleyin! Önünüzdeki şu cehennem bir sihir midir? Yoksa siz görmüyor
musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir.
Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!” denilmektedir.
Bu sahneler, ileri derecede uyarı amacıyla verilmektedir. Nitekim bu sahneden
sonra gelecek sahnelerde mücrimler her şeyi itiraf etmektedirler:
Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan
kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi
bizden savar mısınız?” dediler. Onlar: “Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz
olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer
yoktur” dediler. (İbrahim/21)

Allah’ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve


elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak
kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından
ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten
önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu,
yeryüzünde haksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere
cehennem kapılarına girin!” -İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!- (Mü'min/72)

Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/20)

Artık bu gün bazınız bazınıza yarar ve zarara malik olmaz. Ve Biz o zulmetmiş [şirke batmış]
kişilere: “Tadın bakalım o kendisini yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını!” deriz. (Sebe’/42)

O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir:
“Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve
yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Al-i
Imran/106)

9
Allah, "Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz." Diyen kimselerin sözünü kesinlikle duydu.
Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: "Tadın o
yakıcının azabını!" diyeceğiz. (Al-i Imran/181)

Ve Rabblerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! O [Rabbleri]: “Bu, bir
gerçek değil miymiş?” dedi [der]. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” dediler [derler]. O
[Rabbleri]: “Öyleyse küfretmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!” dedi [der]. (En’am/30)

Ve onların Beyt’in [Kâbe’nin] yanındaki salâtları, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır.


-Öyleyse küfretmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!- (Enfal; 35:

Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını- diye
onları vefat ettirirken bir görseydin.” (Enfal/50)

Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler]. (Araf/39)

Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri
için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki
şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman
çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/22)

Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve


ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri kuşatıcıdır. Ve O, ‘yapmış olduklarınızı tadın!” der.
(Ankebut/55)

Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç


şüphesiz ki Biz unuttuk/terk ettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk
azabını tadın!” (Secde/14)

17- 20 - Şüphesiz takvalı davrananlar, Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra


sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak, zevkusefa sürerek cennetlerdedirler, nimetler
içindedirler. Ve Rableri onları cehennem azabından korumuştur. Biz onları iri
gözlülerle eşleştirdik de. -“Yaptıklarınıza karşılık afiyetle yayın, için!”-
21 – Ve iman eden, zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olan kimseler; işte
Biz, onların zürriyetlerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey
eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir.
22 - Onlara canlarının istediği meyveler ve etlerden bol bol sergiledik.
23 - Orada kendisinde lağıv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma olmayan
bir kadehi kapışırlar.
24 – Ve kendilerine ait bir takım delikanlılar onların etrafında dönerler; sanki
onlar sedefleri içine gizlenmiş inci gibidirler.
25- 28 – Birbirlerinin yüzüne dönüp soruyorlar: “Gerçekte biz daha önce
ailemiz içinde korkanlardan idik. Allah bizi kayırdı ve bizi içe işleyen azaptan
korudu. Şüphesiz biz daha önce, O’na yalvarıyor idik. Şüphesiz O, iyilik yapanın,
acıyanın ta kendisidir.

Boş işlerle uğraşarak ömür tüketen yalanlayıcıların ahiretteki hallerinin


anlatıldığı bir önceki pasajdan sonra, karşıtlık metoduna uygun olarak bu ayet
grubunda da muttakilerin ahiretteki konumları tasvir edilmektedir. Muttakiler,
Rablerinin kendilerine verdiği ile sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak
cennetlerde zevkusefa süreceklerdir. Rabbleri onları cehennem azabından korumuş,
ayrıca iri gözlülerle [ideallerindeki eşlerle] eşleştirilmişlerdir. “Yaptıklarınıza
karşılık afiyetle yiyin, için!” denilmek suretiyle orada ağırlanmaktadırlar.
Muttakilerin konumu Kur’an’da sık sık ve detaylı olarak verilmiştir:

10
Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden;
Rahman’dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-
bahçeler, üzümler, hepsi bir seviye tomurcuklar [çiçek bahçeleri], dolu dolu su kapları vardır. Onlar,
orada boş bir söz ve yalan duymazlar. -Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.-
(Nebe’/31- 37)

İşte onlar [öne geçenler], Naim cennetlerindedirler.


Bir topluluk [çoğu] evvelkilerdendir, çok azı da sonrakilerdendir.
(Onlar) yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı
onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler,
kadehler -ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir- beğendiklerinden meyveler, canlarının
çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler
dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak:
“selâm!”, “selâm!”
Ve sağın yaranı, nedir o sağın yaranı! (Onlar), dikensiz kirazlar, meyve dizili
muzlar/akasyalar, uzamış gölgeler, fışkıran su, kesilmeyen [tükenmeyen] ve yasaklanmayan birçok
meyveler ve yükseltilmiş döşekler içindedirler.
Şüphesiz Biz onları [kiraz, muz, gölgeler, fışkıran su…] öyle bir inşa ile inşa ettik [yarattık].
Ki onları, sağın ashabı için albenili ve hepsi bir ayarda bakireler [dokunulmamışlar] kıldık [yaptık].
(Vakıa/12- 38)

-Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu
duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.- Ve siz orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu,
yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine varis edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok
meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf/71)

İşte onlar cennet ashabıdırlar. İşlemekte olduklarına karşılık orada ebedi olarak kalacaklardır.
(Ahkaf/14)

İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan
şeyleri bilmiyor! (Secde/17)

Yalnızca onlara, orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır. (Ya Sin/57)

Sonra, kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben,
hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek
bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. -Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!-
(Hakka/19- 24)

Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi
midir? Şüphesiz ancak kavrama yeteneği olan kişiler; Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı
bozmayan, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren,. Rablerine haşyet duyan ve hesabın
kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş
ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan
kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun akıbeti; Adn cennetleri kendilerinin olanlardır.
Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir.
Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu
yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/23)

23. ayette “Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma
olmayan bir kadehi kapışırlar” ifadesiyle cennet içkisi tanıtılmıştır. Cennet içkisi;
içilince sarhoş etmez, lüzumsuz gevezelikler yaptırmaz, sövüp saydırmaz, kavga
gürültü yaptırmaz. Bu durum Saffat suresinde ayrıntılı olarak bildirilmişti:
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm
cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan
doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle
onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş
yumurta gibidir onlar. (Saffat/45)

11
29 - Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve mecnun
biri değilsin.
30 – Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz” mu diyorlar?
31 – Sen de ki: “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32 - Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk
mudur?
33 – 34- Yahut onu kendi uydurup söyledi mi diyorlar? Aslında onlar
inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler.

Bu ayet grubunda Rabbimiz elçisine görevini sürdürmesini emrederken aynı


zamanda inkârcıların içinde bulunduğu zihinsel durumu da ortaya koymaktadır. 29.
ayetten anlaşıldığına göre müşrikler Resulullah’a artık “kâhin” ve “mecnun”
diyemez olmuşlardır. Pasajın devamına göre artık sadece “O, şairdir, Kur’an’ı
kendisi oluşturuyor, yakında o da ölür gider, işi biter. Biz de ondan kurtuluruz”
diyerek kendilerini avutmaya yönelmişlerdir. Onların bu temelsiz avuntuları da
diğer iddiaları gibi reddedilip ikiyüzlülükleri yüzlerine vurulmakta ve “Peki, onun
gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler” denilerek kendilerine
meydan okunmaktadır. Bu meydan okumayla Allah Resulü ve o’na inanan
müminler desteklenip tatmin edilmektedir.
“Esbab-ı Nüzul” kayıtlarına göre (İbn Kesir), yukarıdaki sözleri söyledikleri
belirtilen inkârcılar Abdu'd-Dar oğullarıdır. Onlar bu sözleriyle Resulullah’ın şair
olduğunu ileri sürerek “Bundan önce şairler, Züheyr, Nabiğa nasıl ölüp gittiyse, o
da pek yakında ölecektir. Üstelik babası da genç yaşta ölmüştü. Belki o da babası
gibi genç yaşta ölür” diye kendilerini teselli etmekteydiler.

Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı
değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver.
Kâf; 45:

Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş / oyun ve eğlenceyi kendilerine din


edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve onunla [Kur’an
ile] hatırlat / öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla helake düşerse, onun
için Allah’ın astlarından bir veliy [yakın kimse] ve şefaatçi söz konusu olmaz. Her
türlü dengi denkleştirse de [suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de] ondan
alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile helake düşen kimselerdir. Nankörlük
ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır.
En’am; 70:

O halde bu sözü yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden


yakalayacağız.
Ve Ben, onların iplerini uzatırım, [süre tanır, mühlet veririm], çünkü benim
plânım/tuzağım zordur/sağlamdır.
Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun da bu yüzden onlar ağır borç altında mı
eziliyorlar?
Yoksa gayb yanlarında da onu onlar mı yazıyorlar?
Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret; balık/bunalım arkadaşı gibi olma. Hani
o bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. Kalem; 44- 48:

12
31. ayetteki “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” ifadesi,
sözü edilen inkârcıların helaklerinin yakın olduğunu, Resulullah’a da helaklerinin
yakın olduğunun işaret edildiğini göstermektedir. Nitekim özellikle bu azgın kişiler
kısa zaman sonra Bedir’de helak olmuşlardır.
Daha önce de detaylı olarak açıkladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim gerek yapısal
olarak, gerek edebi açıdan, gerekse içerik olarak ortaya koyduğu sosyal ilkeler,
geleceğe ve modern bilime dair verdiği bilgiler açısından tartışılmaz bir mucizedir.
Kur'an, indiği dönemde mucize olduğu gibi bugün de mucizedir. Bu nedenle onun
mucizeliğine inanmayanlara Kur’an’ın değişik surelerinde meydan okunmuştur:
Yahut [aslında], “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz,
uydurma olarak da olsa, benzeri on sure getirin, Allah’ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de
çağırın.”
Yok, eğer bunun üzerine onlar, size cevap vermedilerse, artık bilin ki, o [Kur'an] ancak
Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Artık siz müslüman oluyor
musunuz? (Hud/13, 14)

De ki: “Ant olsun ki ins ve cinn [herkes], bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya
gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.”
Ve ant olsun ki Biz bu Kur'an'da insanlar için her örnekten evirip çevirmişizdir. Yine de
insanların çoğu inkârcılıktan başkasından kaçındılar. (İsra/88)

Ve bu Kur'an, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları
tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin
Rabbindendir.
Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri, bir sure meydana getirin,
Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi
yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler böyle yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin akıbeti nasıl
olmuştur. (Yunus/37, 38)

Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sure siz
getirin, Allah’ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.
Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse inkârcılar için
hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş’ten korunun. (Bakara/23, 24)

35 - Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi


yaratıcılardır?
36 - Yoksa gökleri ve yeryüzünü kendileri mi yarattılar? Aslında, onlar kesin
bilgi sahibi değildirler.
37 - Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut kendileri
egemenlik sürenler midirler?
38 - Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse
dinleyenleri, açık bir delil getirsin.
39- Ya da kızlar O’na, oğullar size mi?
40 - Yoksa sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar, borçtan
dolayı ağır bir yük altına mı girdiler?
41 - Yoksa gayb kendilerinin yanındadır da onlar mı yazıyorlar?
42- Yoksa bir sinsi plan mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri
sinsi plana düşenlerdir.
43 - Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâh mı var? Allah, onların ortak
koştukları şeylerden münezzehtir.

Bu ayetlerde Rabbimiz, oyunda oynaşta olan söz konusu yalanlayıcıların

13
Kendisi hakkındaki düşüncelerine cevap vermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık
ve nettir. İfadeler inkari sorularla gelmiştir. Çok açık bir şekilde kâfirlerin inançları,
tavırları ve dayandıkları esaslar çürütülmekte, akılsızca davrandıklarından dolayı
kınanmaktadırlar.

35. ayetteki “Yoksa onlar, hiçbir şeysiz mi yaratıldılar? Yoksa kendileri mi


yaratıcılardır?” ifadesinin “Onlar, yaratıcısız mı yaratılmışlardır?” veya “Onlar, bir
şey için değil, boş yere mi yaratılmışlardır?” yahut da “Onlar, babasız annesiz mi
yaratılmışlardır?” anlamlarıyla değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira bu anlamları
ifade eden birçok ayet vardır:
Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?
Sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tuttuk.
Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz.
O gün, yalanlayanların vay hâline! (Murselât/20)

Biz, sizi yarattık; doğrulamanız gerekmez mi? Peki döküp durduğunuz şeyi [meniyi,
yumurtayı] gördünüz mü? Siz mi yaratıyorsunuz onu, Biz mi yaratıcılarız? (Vakıa/59)

Peki, ekip durduğunuz şeyi gördünüz mü?


Siz mi bitiriyorsunuz onu, yoksa Biz mi bitirenleriz?
Dileseydik Biz, kesinlikle onu kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız: “Şüphesiz biz borç
altına girenleriz! Daha doğrusu, biz mahrum olanlarız!” (Vakıa/64)

Peki, yakıp durduğunuz o ateşi gördünüz mü?


Siz mi onun [ateşin] ağacını inşa ettiniz, yoksa Biz mi inşa edenleriz?
Biz onu [ateşi] bir ibret / hatırlatma ve çöl yolcularına bir fayda kıldık. (Vakıa/71-73)

Peki, siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü'minûn/115)

Peki, Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır ama, onlar yeni bir yaratılıştan kuşku
içindedirler. (Kaf/15)

37. ayetteki “Rabbinin hazineleri” ifadesi, genellikle yağmur ve rızık olarak kabul edilse de
esas “elçilik”tir.

Bu, Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/4)

Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salat için seslenildiği zaman, Allah’ın anılmasına hemen
koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. ” (Cuma/9)

Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların


geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir
kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onlardan intikam alanlarız [onları
cezalandırarak adaleti sağlarız].
Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç
yetirenleriz.
Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. (Zuhruf/41)

Ayette denilmek istenen şudur: Elçiyi onlar mı atayacaklardı, ya da Allah elçi


atarken onlara mı soracaktı?
38. ayetteki “Yoksa kendileri için dinleyecekleri bir merdivenleri mi var?
Öyleyse dinleyenleri, açık bir delil getirsin” ifadesi ile inkârcıların kâhinlerince ileri

14
sürülen “gökten haber alma” saçmalığı reddedilmektedir. Böylece Muhammed’in
elçi olmadığı, Kur’an’ı Allah’ın indirmediği ve haşrin de gerçekleşmeyeceği
iddiasındaki inkârcılara seslenilerek bu konulara dair bilgiyi nereden aldıkları
sorgulanmaktadır. Bu sorgulamanın amacı aslında bu yalancıların hiçbir şey
bilmedikleri, tamamen kendi avuntularını dile getirdikleri gerçeğini ortaya
koymaktır.
42. ayette ise inkârcılar ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar, ne kadar plan
yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinin işe yaramayacağı açıklanmaktadır. 42. ayetin
metninde “müşakele” sanatı icra edilmiştir. Kısaca onlara “Yoksa bir sinsi plan mı
yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plana düşenlerdir”
denilerek o tuzağa en yakın zamanda kendilerinin düşmüş olacakları
bildirilmektedir.
Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse,
mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki
kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların
sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde
öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme
bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43)

Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah,
tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30)

Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun
ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez. (Şûra/40)

Haram ay haram aya karşılıktır. Ve bütün haramlar kısastır [birbirine karşılıktır]. O halde kim
size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyle saldırın. Ve Allah’a takvalı davranın. Ve bilin ki
Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (Bakara/194)

Ve onlar kötü plan yaptılar, Allah da kötü plan yaptı [onların kötü planlarını boşa çıkardı]. Ve
Allah, plancıların [kötü planları boşa çıkaranların] en hayırlısıdır. (Al-i Imran/54)

Şüphesiz onlar, oldukça tuzak kuruyorlar.


Ben de bir tuzak kurarım [onları cezalandırırım]. (Tarık/15, 16)

44 – Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış


bulutlardır” derler.

Bu ayette müşriklerin ne kadar densiz oldukları vurgulanmaktadır. Şöyle ki;


kendilerine ne kadar mucize gelirse gelsin, yine de inkârlarını sürdürmeye devam
etmektedirler. Hatta gökten mucize olarak bir parçanın düşmekte olduğunu görseler,
pişkinlik göstererek bunun yine de mucizevî bir olay olmadığını iddia etmeye
kalkarlar.
Müşrik inkârcıların bu pişkinliklerini daha evvel şu ayetlerde de görmüştük:
Peki onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olan şeylere bir bakmazlar mı? Biz
dilesek kendilerini yere geçiririz. Yahut gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda
yönelen [hakka gönül veren] her kul için bir ayet vardır. (Sebe/9)

Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat
kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, bütün ayetleri görseler de ona inanmazlar. Öyle
ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma
masallarından başka bir şey değildir” derler. (En’am/25)

15
Yeryüzünde, bütün ayetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o
yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen şu haksız yere büyüklük
taslayanları, ayetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan
gafil oluşlarındandır [umursamayışlarındandır].– (A’raf/146)

Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize
yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi;
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale geldiler
ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle
cezalandırırız. (Ahkaf/24, 25)

Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey
değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze
gökten bir parça düşürüver!” dediler. (Şuara/187)

Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin
hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.
Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin; yahut Allah’ı ve melekleri
karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı; yahut göğe yükselmelisin. Ancak,
senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki:
“Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90 – 93)

Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile,
mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir.
(Hicr/14, 15)

Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/20, 21)

Ve eğer Biz şüphesiz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi
karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilemesi dışında- yine inanmayacaklardı. Velâkin onların çoğu
cahillik ediyorlar. (En'am/111)

45 - Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar


bırak.
46 - O gün sinsi planları kendilerine hiçbir şeyce fayda vermez ve onlar
yardım olunmazlar.
47- Evet, şüphesiz zalimlik eden kimselere bundan aşağı bir azap var; ama
onların çoğu bilmiyor.

Bu ayetlerde Resulullah teselli edilmiş ve kendisinden inkârcı müşrikleri


“baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar” kendi hallerine
bırakması istenmiştir.
O halde bu sözü yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız.
Ve Ben, onların iplerini uzatırım, [süre tanır, mühlet veririm], çünkü benim plânım/tuzağım
zordur/sağlamdır. (Kalem/44, 45)

Bizim Zikr’imizden [Kur'an'dan] geri duran ve iğreti dünya hayatından başka bir şey
istemeyen kimseden hemen yüz çevir. (Necm/29)

Ve ayetlerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya
kadar hemen onlardan yüz çevir. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de hatırladıktan sonra o
zalimler topluluğu ile beraber oturma. (En’am/68)

16
Sen kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak
koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine
bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine vekil de değilsin! (En’am/106)

Rabbimizin Resulullah’tan iflah olmaz inkârcılara karşı mesafeli durmasını


istediği başka ayetler de [Nisa/63, 81, A’raf/199, Hıcr/94, Secde/30] vardır.
47. ayette geçen “zalimlik eden kimselere” ifadesindeki zulüm ile “şirk” yani
putlara ve diğer sahte ilahlara yakarma günahı kast edilmiştir.
Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin
hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar
akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin; yahut Allah’ı ve
melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı; yahut göğe
yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla
inanmayız.” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka
bir şey miyim ki!” (İsra/90- 93)

Allah dedi ki: "Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için
altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır". Allah onlardan razı olmuş, onlar
da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Maide/119)

O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Uyun o
gönderilmişlere [elçilere]! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidayete
ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O’na
döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar
dileyecek olsa, onların [ilâhların] şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar [ilâhlar] beni
kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman [ilâhlar edindiğim takdirde] apaçık bir sapıklık
içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!” (Ya Sin/20- 25)

Onlar, Allah'ın astlarından, kendilerine zarar vermeyen ve kendilerine yarar sağlamayan


şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir" diyorlar. De ki: "Siz Allah'a
göklerde ve yerde kendisinin bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?" Allah, onların ortak
koştukları şeylerin hepsinden münezzehtir ve çok yücedir. (Yunus/18)

Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler:
“Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara
tapıyoruz”. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.
(Zümer/3)

47. ayette konu edilen “bundan aşağı bir azap”, dünyada insanlara tek tek
veya tüm halka topluca gelen felaket ve musibetlerdir. Bu felaket ve musibetler
insanları akıllarını başlarına almaya yöneltmek amacıyla gönderilir.
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir
kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rum/41)

Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/21)

48, 49 – Ve Rabbinin hükmüne sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin


önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında
Rabbinin övgüsü ile tesbih et. Hadi O’nu tesbih et!

17
Bu ayetlerde de yine Resulullah’a hitap edilerek kendisine müşriklerin sinsi
planları karşısında güvencede olduğu ve bundan sonra nasıl bir yol izlemesi
gerektiği konusunda açık talimatlar verilmiştir. Bu talimata göre Elçi tesbih etmeye;
yani Allah’ı doğru tanıtmaya, ilahiyat öğretmenliği yapma görevine devam
etmelidir.
Ayetteki “kalktığın zaman” ifadesi “görev yaptığın, işe dikildiğin zaman”
demektir.
“Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin” ifadesi ise “Biz senin neler
yaptığını görüyor, neler söylediğini işitiyoruz. Sen, görüp gözeteceğimiz, koruyup
kollayacağımız, seni himaye edeceğimiz bir konumdasın; seni kendi haline bırakmış
değiliz, seni koruyoruz” demektir. Nitekim Rabbimiz Musa (as) ve Nuh (as) için de
aynı destekleyici ifadeleri sarf etmişti:
‘Onu [Musa’yı] tabut içine koy da denize bırak, sonra da deniz onu sahile atsın. Onu Bana
düşman olan ve ona düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet
bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi onun
bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye
seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni
fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine
geldin, ey Musa! (Ta Ha/39, 40)

Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman
etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle
onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].” (Hûd/37)

Bunun üzerine Biz ona: “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz
gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi
aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki ehlini [aileni, yakınlarını, inananlarını] gemiye sok.
Zulmetmiş olanlar konusunda bana başvurma. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır. Sonra sen ve
beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: ‘Hamd bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah
içindir’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen,
indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de” diye vahyettik. (Müminun/27)

Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz
altında akıp giden, levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan (sal) üzerinde taşıdık. (Kamer/14)

Daha evvel “Tesbih” kavramının Allah’ı doğru tanıyıp doğru tanıtma; yani
Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu
bilmek ve bildirmek demek olduğunu defalarca açıklamıştık. Rabbimiz bu emrinin
sürekli olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu hem konumuz olan 48,
49. ayetlerde hem de muhtelif ayetlerde bildirmektedir:
O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve
batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et! (Kaf/39)

Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu,
Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! (Hicr/49)

O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de... Gece sırasında
da öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd de sadece O’na aittir. (Rum/17)

O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve


batmasından önce Rabbini hamd ile tesbîh et! Ve geceden bir bölümde… Ve secdelerin artlarında da
O'nu tesbîh et. (Kaf/40)

18
Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de
batışından önce de Rabbinin Hamdi ile tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da
tesbih et! (Ta Ha/130)

Yukarıdaki ayetlerin ekseni “Allah’ı tesbih etme” konusudur. Resulullah’tan


defalarca istenen görev, “Allah’ı tesbih etme” yani Allah hakkında insanlara doğru,
açık, anlaşılır, sıhhatli bilgiler vermektir. Bunu kısaca ilahiyat eğitimi olarak
tanımlayabiliriz. Çünkü İslam dini, merkezinde “Allah” hakkında sahih ve anlaşılır
bilgilerin bulunduğu bir inanç ve amel sistemidir. Sistemin can alıcı noktası,
kulların Allah ile sahih ve sağlam bilgiler ışığında bir gönül bağı kurmasıdır. Bu
bağ, insanın nihaî kurtuluşu için temel gereklilik olan “iman”dır. Kulların tüm diğer
davranışları ancak temeli doğru atılmış bu gönül bağı sayesinde ahlakî bir doğrultu
kazanabilir.
Dikkat edilirse, “tesbih etme” eyleminin vakitleri olarak ayetlerde “sabah”,
“akşam”, “gece” ve “gündüzün iki ucu” gibi kavramlar kullanılmıştır. Arabistan’ın
o günkü halkı için en uygun vakitler sabah, akşam ve gecedir. Bu kural coğrafyadan
coğrafyaya, sosyal şartlardan sosyal şartlara değişebilir. İlahiyat eğitim ve öğretimi
topluma en uygun zamanlarda verilmeli ve kesinlikle ihmal edilmemelidir.
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.

19

You might also like