Professional Documents
Culture Documents
GİRİŞ
Tur suresi Mekke’de 76. sırada inmiş olup adını 1. ayetteki “ ططور ّ الet-Tur”
sözcüğünden almıştır.
Surenin ana ekseni tevhid, elçilik ve ahıret [öldükten sonra dirilme] ile ilgili
konulardır. Ahıretin gerçekliğine ilişkin kanıtların ortaya konduğu surede hem iman
edenlerle ilgili özendirici sahneler, hem de inkârcılarla ilgili uyarıcı sahneler
nakledilmektedir. Ayrıca puta tapan müşrikler şiddetli inatları ve aşırı azgınlıkları
sebebiyle kınanıp azarlanmakta, Resulullah ise kendisine yapılan saldırılara karşı
sabra davet edilerek kendisinden elçilik görevini sabırla sürdürmesi istenmektedir.
1
MEAL:
2
42- Yoksa bir sinsi plan mı yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri
sinsi plana düşenlerdir.
43 - Yoksa onlar için Allah'tan başka bir ilâh mı var? Allah, onların ortak
koştukları şeylerden münezzehtir.
44 – Ve gökten düşmekte olan bir parça görseler, “Üst üste yığılmış
bulutlardır” derler.
45 - Artık onları, baygın düşüp yıkılacakları günlerine kavuşuncaya kadar
bırak.
46 - O gün sinsi planları, kendilerine hiçbir şeyce fayda vermez ve onlar
yardım olunmazlar.
47- Evet, şüphesiz zalimlik eden kimselere, bundan aşağı bir azap var; ama
onların çoğu bilmiyor.
48, 49 – Ve Rabbinin hükmüne sabret. Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin
önündesin. Kalktığın zamanda, gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında
Rabbinin övgüsü ile tesbih et! Haydi, O’nu tesbih et!
3
TAHLİL
4
Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Göklerde ve yerlerde Yüce Allah'ın on
beş evi vardır, Bunların yedisi semada, yedisi yerlerde ve biri de Ka'be'dir. Bütün bu evler Ka'be'nin
karşısındadırlar.
El-Hasen: ‘Beyt-i Ma’mur, Ka'be'nin kendisidir’ demiştir. El-Beytu'l-Haram, insanlar
tarafından imar edilen beyttir. Yüce Allah burayı her yıl altıyüzbin kişi ile imar eder. Eğer insanlar
bu kadar sayıyı tamamlayamayacak olursa, Allah bu sayıyı meleklerle tamamlar. Yüce Allah'ın
yeryüzünde kullar için koyduğu ilk ev odur.
Er-Rabi b. Enes dedi ki: Beyt-i Mamur yeryüzünde Âdem (a.s) döneminde Kâbe’nin
bulunduğu yerde idi. Nuh (a.s)'ın dönemi gelince, Yüce Allah onlara haccetmelerini emrettiği halde
onlar bunu kabul etmediler, ona karşı geldiler. Su yükselince Beyt-i Mamur kaldırıldı ve dünya
semasında onun hizasına yerleştirildi. Her gün orayı yetmişbin melek imar eder. Sura üfürüleceği
vakte kadar da bir daha oraya geri dönmezler. (Er-Rabi b. Enes devam ederek) dedi ki: Aziz ve celil
olan Allah, İbrahim'e, Beyt’in yerini Beyt-i Ma’mur'un bulunduğu yerde gösterdi. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: “Hani Biz İbrahim'e Beyt’in yerini tayin etmiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi
ortak koşma! Tavaf edenler, orada ikamet edenler, rüku' ve sucud edenler için beytimi temizle!
(Hac/26)”
"Yükseltilmiş tavana" buyruğu ile semayı kastetmektedir. Yüce Allah ona "tavan" adını
vermektedir. Çünkü yere nisbetle sema, eve nisbetle tavan gibidir. Bunu da Yüce Allah'ın “Ve
gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık (Enbiya/32)” buyruğu açıklamaktadır. ( Kurtubi; el-Camiu li
Ahkami’l-Kur’an)
“Ma'mûr olan ev [Kâbe]”: Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde mevcut İsrâ hadîsine göre Allah
Rasûlü (s.a.), yedinci semâyı geçtikten sonraki kısmı şöyle anlatıyor: (Cebrail) beni Beyt-i Ma'mûr'a
yükseltti. Bir de baktım ki, her gün yetmiş bin melek oraya giriyor ve kıyamete kadar bir daha
dönmüyor. Yani bu yetmiş bin melek orada ibâdet edip onu tavaf ediyorlar. Aynen yeryüzü halkının
Kâ'be'yi tavaf ettiği gibi. Beyt-i Ma'mûr da yedinci gök ehlinin Kâbe'sidir. Bu sebeple Hz.
Peygamber, Hz. İbrahim Halîl (a.s.)’ı Beyt-i Ma'mûr'a sırtını dayamış olarak bulmuştur. Zira Hz.
İbrâhîm yeryüzündeki Kâbe'nin bânîsidir. Elbette mükâfat amel cinsinden olacaktır. Beyt-i Ma'mûr
Kâ'be’nin hizâsındadır. Her semâda o semâ ehlinin, içinde ibâdet edeceği ve kendisine doğru namaz
kılacakları bir Beyt [Kâ'be] vardır. Dünya semâsındakine Beyt el-îzzet denilir. En doğrusunu Allah
bilir.” (İbn Kesir)
Pasajda kasem edilen, yani şahit gösterilen, referans verilen olgular Allah’ın
azabının kesinlikle olacağına kanıt gösterildiğine göre, yukarıdaki alıntılarda
nakledilenlerin çoğunu kabul etmek mümkün olmaz. Çünkü kasem edilen olgular,
bu alıntılardaki nakillerde vehme, hayale dayalı olarak anlatılmıştır. Hâlbuki verilen
referanslar, gösterilen tanıklar ve kanıtlar gerçek-somut, yaşanmış ve yaşanabilir
olmalıdır.
Surenin başında kasem edilerek Allah’ın azabına kimsenin engel olamayağına
verilen referanslar:
Hani bir zamanlar Biz, Tur’u/ dağı da üstünüze kaldırarak sizden mîsak [sağlam bir söz]
almıştık: “Takvalı olmanız için verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun ve içindekileri hatırlayın.”
(Bakara/63)
Ve hani sizden misak almış ve Tur’u üstünüze yükseltmiştik: ‘Size verdiğimizi [Kitab’ı]
kuvvetlice alın ve dinleyin.’ Demişlerdi ki: ‘Dinledik ve isyan ettik/ topluca sarıldık.’ Ve inkârları
5
yüzünden buzağı [altının ilahlığı] kalplerine içirilmişti. De ki: ‘Eğer inananlar iseniz İnanıyorsanız,
inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir! (Bakara/93)
Ve söz vermeleri nedeniyle Tur’ [dağı] üzerlerine kaldırdık. Ve onlara: “O kapıdan secde
ederek girin” dedik. Yine onlara: “ibadet gününde sınırları aşmayın” dedik ve onlardan sağlam bir
söz aldık. (Nisa/154)
Talmud’da:
"O Kutsal Varlık, Sina Dağı'nı büyük bir tekne gibi onların üstüne kaldırdı ve: "Tevrat'ı kabul
ederseniz iyi olur, yoksa burası mezarınız olur" dedi. (Talmud; Shab, 88)
Kitab-ı Mukaddes’te:
Halk gök gürlemelerini, boru sesini duyup şimşekleri ve dağın başındaki dumanı görünce
korkudan titremeye başladı. (Çıkış; 20; 18)
6
Semud ülkesi gibi nice memleketlerin kuraklıkla, göllerinin, nehirlerinin kurutulup
her yanının çölleşmesi ile cezalandırılması.
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman
etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle
onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].”
Ve o, gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelenler, ona her uğrayışta onunla alay
ediyorlardı. O [Nuh] dedi ki: “Bizimle alay ediyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi
alay edeceğiz. -Artık o aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üstüne ineceğini
ileride bileceksiniz.-
Nihayet emrimiz geldiği ve fırın/ tandır kaynadığı zaman Biz dedik ki: “Her cinsten birer çifti
ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onun içine yükle.”
-Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.-
Ve o [Nuh] dedi ki: “İçerisine binin, onun akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle
Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Ve o [gemi] onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş
olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!”
O [Nuh’un oğlu], dedi ki: “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” O [Nuh];
“Bugün O’nun [Allah’ın] merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse
yoktur” dedi. Ve dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.
Ve “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine
gelmiş oldu. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Ve o zalim kavme, “Uzak olun! [kahrolun!]” denildi.
(Hud/36-44)
Hani bir zamanlar da, siz bakıp dururken, Biz, denizi size yarıp da sizi kurtarmıştık ve
Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk. (Bakara/50)
Ant olsun ki, Sebe' kavmi için iskan ettikleri yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe!
-“Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]! Ne güzel bir belde ve çok
bağışlayıcı bir Rab!”-
Fakat onlar yüz çevirdiler [karşılığını vermediler]. Biz de üzerlerine Arim [barajların] selini
salıverdik ve iki bahçelerini onlara buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki
bahçeye çevirdik.
Bu, onların küfretmeleri nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok
nankör olanları cezalandırırız. (Sebe/15-17)
Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için
Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/25)
[Nûh] dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt
veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Takvaya sahip olmanız ve
rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir zikir [öğüt, kitap] gelmesine
şaştınız mı?”
Bunun üzerine o'nu yalanladılar, Biz de o'nu ve o'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık,
ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir kavim [topluluk] idiler. (A’raf/61-
64)
De ki: “Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu
getirebilir?” (Mülk/30)
7
Allah’ın elçisi onlara demişti ki: “Allah’ın devesi!” ve “Onun su içmesi!”
Fakat onlar, onu yalanladılar, deveyi de inciklerini kesip öldürdüler.
Rabbleri de günahları dolayısıyla onları düzleyiverdi [yerle bir etti]. (Şems/11-14)
Ve sen dağları görürsün; sen onları donuk, durgun sanırsın. Oysa onlar her şeyi sapasağlam
yapan Allah’ın yapımı olarak bulutun yürümesi gibi yürümektedirler. Şüphesiz ki O, yaptıklarınıza
tamamıyla haberdardır. (Neml/88)
Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz
onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize
geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.” (Kehf/47,
48)
Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine fayda verecek değildi. -Allah’ın,
kulları hakkındaki sürüp giden tutumu [kanunu] ...- İşte o kâfirler burada hüsrana düştüler
[kaybettiler, zarara uğradılar].” (Mümin/85)
Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105- 107)
Olacak o vak’a olduğu zaman. -Ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o
vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.- Yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça
ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman. (Vakıa/5)
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine
çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, ogün
dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların
fevkınde sekiz taşır. (Hakkah/14)
O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost
bir sıcak dosta sormaz. (Meariç/9)
O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
(Müzzemmil/14)
8
Konumuz olan ayetteki “Öyleyse, o gün boş uğraş içinde oynayıp duran
yalanlayıcıların vay haline!” cümlesi, yalanlayıcıların boş işlerle, işe yaramayacak
şeylerle uğraştıkları için kınanıp tehdit edildiklerini ifade etmektedir. Bu halleriyle
onlar, mezbahaya kesime giderken karınlarını şişirmeye çalışan hayvanlara
benzemektedirler.
Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/20)
Artık bu gün bazınız bazınıza yarar ve zarara malik olmaz. Ve Biz o zulmetmiş [şirke batmış]
kişilere: “Tadın bakalım o kendisini yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını!” deriz. (Sebe’/42)
O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir:
“Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve
yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Al-i
Imran/106)
9
Allah, "Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz." Diyen kimselerin sözünü kesinlikle duydu.
Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: "Tadın o
yakıcının azabını!" diyeceğiz. (Al-i Imran/181)
Ve Rabblerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! O [Rabbleri]: “Bu, bir
gerçek değil miymiş?” dedi [der]. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” dediler [derler]. O
[Rabbleri]: “Öyleyse küfretmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!” dedi [der]. (En’am/30)
Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını- diye
onları vefat ettirirken bir görseydin.” (Enfal/50)
Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı
azabı tadın” dediler [derler]. (Araf/39)
Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri
için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki
şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman
çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/22)
10
Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden;
Rahman’dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-
bahçeler, üzümler, hepsi bir seviye tomurcuklar [çiçek bahçeleri], dolu dolu su kapları vardır. Onlar,
orada boş bir söz ve yalan duymazlar. -Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.-
(Nebe’/31- 37)
-Onların [muttakilerin] çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu
duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.- Ve siz orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu,
yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine varis edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok
meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz. (Zuhruf/71)
İşte onlar cennet ashabıdırlar. İşlemekte olduklarına karşılık orada ebedi olarak kalacaklardır.
(Ahkaf/14)
İşte, kişi, kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan
şeyleri bilmiyor! (Secde/17)
Yalnızca onlara, orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır. (Ya Sin/57)
Sonra, kitabı sağından verilen kişiye gelince; hemen o, “Alın, okuyun kitabımı. Şüphesiz ben,
hesabıma kavuşacağıma inanıyordum/ kesinlikle biliyordum” der. Artık o, meyveleri sarkmış yüksek
bir cennette hoşnut bir yaşamdadır. -Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü afiyetle yiyin, için!-
(Hakka/19- 24)
Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi
midir? Şüphesiz ancak kavrama yeteneği olan kişiler; Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı
bozmayan, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren,. Rablerine haşyet duyan ve hesabın
kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş
ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan
kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun akıbeti; Adn cennetleri kendilerinin olanlardır.
Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [Adn cennetlerine] gireceklerdir.
Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu
yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/23)
23. ayette “Orada kendisinde lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokma
olmayan bir kadehi kapışırlar” ifadesiyle cennet içkisi tanıtılmıştır. Cennet içkisi;
içilince sarhoş etmez, lüzumsuz gevezelikler yaptırmaz, sövüp saydırmaz, kavga
gürültü yaptırmaz. Bu durum Saffat suresinde ayrıntılı olarak bildirilmişti:
İşte onlar [Allah’ın arıtılmış kulları], kendileri için belli bir rızık; meyveler olanlardır. Naîm
cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan
doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle
onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş
yumurta gibidir onlar. (Saffat/45)
11
29 - Hadi sen öğüt ver! Artık sen Rabbinin nimeti sayesinde kâhin ve mecnun
biri değilsin.
30 – Yahut onlar: “Bir şâirdir, zamanın felaketlerine çarpılmasını
gözetliyoruz” mu diyorlar?
31 – Sen de ki: “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”
32 - Onların akılları mı bunu emrediyor yoksa onlar azgın bir topluluk
mudur?
33 – 34- Yahut onu kendi uydurup söyledi mi diyorlar? Aslında onlar
inanmıyorlar. Peki, onun gibi bir sözü onlar getirsinler, eğer doğru kimseler iseler.
Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı
değilsin. O halde sen, benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver.
Kâf; 45:
12
31. ayetteki “Bekleyin, işte, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim” ifadesi,
sözü edilen inkârcıların helaklerinin yakın olduğunu, Resulullah’a da helaklerinin
yakın olduğunun işaret edildiğini göstermektedir. Nitekim özellikle bu azgın kişiler
kısa zaman sonra Bedir’de helak olmuşlardır.
Daha önce de detaylı olarak açıkladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim gerek yapısal
olarak, gerek edebi açıdan, gerekse içerik olarak ortaya koyduğu sosyal ilkeler,
geleceğe ve modern bilime dair verdiği bilgiler açısından tartışılmaz bir mucizedir.
Kur'an, indiği dönemde mucize olduğu gibi bugün de mucizedir. Bu nedenle onun
mucizeliğine inanmayanlara Kur’an’ın değişik surelerinde meydan okunmuştur:
Yahut [aslında], “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse, eğer doğrulardan iseniz,
uydurma olarak da olsa, benzeri on sure getirin, Allah’ın astlarından gücünüzün yettiği kişileri de
çağırın.”
Yok, eğer bunun üzerine onlar, size cevap vermedilerse, artık bilin ki, o [Kur'an] ancak
Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ve O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Artık siz müslüman oluyor
musunuz? (Hud/13, 14)
De ki: “Ant olsun ki ins ve cinn [herkes], bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere bir araya
gelseler, birbirlerine yardımcı da olsalar, onun benzerini, kesinlikle getiremezler.”
Ve ant olsun ki Biz bu Kur'an'da insanlar için her örnekten evirip çevirmişizdir. Yine de
insanların çoğu inkârcılıktan başkasından kaçındılar. (İsra/88)
Ve bu Kur'an, Allah'ın astları tarafından uydurulan değildir. Lâkin kendinden önceki kitapları
tasdik eder ve o kitabı ayrıntılı olarak açıklar. Onda şüphe edilecek hiçbir şey yoktur. Âlemlerin
Rabbindendir.
Yahut “Onu kendisi uydurdu” diyorlar. De ki: “Öyleyse siz benzeri, bir sure meydana getirin,
Allah’ın astlarından çağırabileceklerinizi de çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.”
Bilakis, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve tevili kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi
yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler böyle yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin akıbeti nasıl
olmuştur. (Yunus/37, 38)
Ve eğer kulumuza indirdiğimizden kuşku içinde iseniz, haydi onun mislinden bir sure siz
getirin, Allah’ın astlarından tüm tanıklarınızı da çağırın. Eğer doğru kimseler iseniz.
Sonra, eğer bunu yapmadıysanız ve asla yapamayacaksınız; öyleyse inkârcılar için
hazırlanmış, yakıtı insanlar ve taşlar olan Ateş’ten korunun. (Bakara/23, 24)
13
Kendisi hakkındaki düşüncelerine cevap vermektedir. Ayetlerin ifadesi gayet açık
ve nettir. İfadeler inkari sorularla gelmiştir. Çok açık bir şekilde kâfirlerin inançları,
tavırları ve dayandıkları esaslar çürütülmekte, akılsızca davrandıklarından dolayı
kınanmaktadırlar.
Biz, sizi yarattık; doğrulamanız gerekmez mi? Peki döküp durduğunuz şeyi [meniyi,
yumurtayı] gördünüz mü? Siz mi yaratıyorsunuz onu, Biz mi yaratıcılarız? (Vakıa/59)
Peki, siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize
döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü'minûn/115)
Peki, Biz ilk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır ama, onlar yeni bir yaratılıştan kuşku
içindedirler. (Kaf/15)
37. ayetteki “Rabbinin hazineleri” ifadesi, genellikle yağmur ve rızık olarak kabul edilse de
esas “elçilik”tir.
Bu, Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/4)
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salat için seslenildiği zaman, Allah’ın anılmasına hemen
koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. ” (Cuma/9)
Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onlardan intikam alanlarız [onları
cezalandırarak adaleti sağlarız].
Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç
yetirenleriz.
Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. (Zuhruf/41)
14
sürülen “gökten haber alma” saçmalığı reddedilmektedir. Böylece Muhammed’in
elçi olmadığı, Kur’an’ı Allah’ın indirmediği ve haşrin de gerçekleşmeyeceği
iddiasındaki inkârcılara seslenilerek bu konulara dair bilgiyi nereden aldıkları
sorgulanmaktadır. Bu sorgulamanın amacı aslında bu yalancıların hiçbir şey
bilmedikleri, tamamen kendi avuntularını dile getirdikleri gerçeğini ortaya
koymaktır.
42. ayette ise inkârcılar ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar, ne kadar plan
yaparlarsa yapsınlar, hiçbirinin işe yaramayacağı açıklanmaktadır. 42. ayetin
metninde “müşakele” sanatı icra edilmiştir. Kısaca onlara “Yoksa bir sinsi plan mı
yapmak istiyorlar? Fakat o küfredenlerin kendileri sinsi plana düşenlerdir”
denilerek o tuzağa en yakın zamanda kendilerinin düşmüş olacakları
bildirilmektedir.
Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse,
mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki
kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların
sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde
öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme
bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42, 43)
Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp
çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah,
tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30)
Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun
ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez. (Şûra/40)
Haram ay haram aya karşılıktır. Ve bütün haramlar kısastır [birbirine karşılıktır]. O halde kim
size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyle saldırın. Ve Allah’a takvalı davranın. Ve bilin ki
Allah, takva sahipleriyle beraberdir. (Bakara/194)
Ve onlar kötü plan yaptılar, Allah da kötü plan yaptı [onların kötü planlarını boşa çıkardı]. Ve
Allah, plancıların [kötü planları boşa çıkaranların] en hayırlısıdır. (Al-i Imran/54)
Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat
kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık kıldık. Onlar, bütün ayetleri görseler de ona inanmazlar. Öyle
ki, o inkâr edenler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek “Bu, öncekilerin uydurma
masallarından başka bir şey değildir” derler. (En’am/25)
15
Yeryüzünde, bütün ayetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o
yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen şu haksız yere büyüklük
taslayanları, ayetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan
gafil oluşlarındandır [umursamayışlarındandır].– (A’raf/146)
Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize
yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi;
Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale geldiler
ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle
cezalandırırız. (Ahkaf/24, 25)
Onlar: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey
değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze
gökten bir parça düşürüver!” dediler. (Şuara/187)
Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin
hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.
Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin; yahut Allah’ı ve melekleri
karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı; yahut göğe yükselmelisin. Ancak,
senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız.” dediler. Sen de ki:
“Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90 – 93)
Ve Biz onların üzerlerine gökyüzünden bir kapı açsak da onlar oradan yukarı yükselseler bile,
mutlaka “Gözlerimiz döndürüldü/bulandırıldı. Aslında biz büyülenmiş bir topluluğuz” diyeceklerdir.
(Hicr/14, 15)
Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/20, 21)
Ve eğer Biz şüphesiz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve her şeyi
karşılarına toplasaydık, -Allah’ın dilemesi dışında- yine inanmayacaklardı. Velâkin onların çoğu
cahillik ediyorlar. (En'am/111)
Bizim Zikr’imizden [Kur'an'dan] geri duran ve iğreti dünya hayatından başka bir şey
istemeyen kimseden hemen yüz çevir. (Necm/29)
Ve ayetlerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya
kadar hemen onlardan yüz çevir. Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de hatırladıktan sonra o
zalimler topluluğu ile beraber oturma. (En’am/68)
16
Sen kendisinden başka ilah diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak
koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine
bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine vekil de değilsin! (En’am/106)
Allah dedi ki: "Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için
altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır". Allah onlardan razı olmuş, onlar
da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Maide/119)
O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Uyun o
gönderilmişlere [elçilere]! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidayete
ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O’na
döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O’nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahman bana bir zarar
dileyecek olsa, onların [ilâhların] şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar [ilâhlar] beni
kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman [ilâhlar edindiğim takdirde] apaçık bir sapıklık
içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!” (Ya Sin/20- 25)
Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler:
“Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara
tapıyoruz”. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.
(Zümer/3)
47. ayette konu edilen “bundan aşağı bir azap”, dünyada insanlara tek tek
veya tüm halka topluca gelen felaket ve musibetlerdir. Bu felaket ve musibetler
insanları akıllarını başlarına almaya yöneltmek amacıyla gönderilir.
İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir
kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rum/41)
Ve fasıklara [yoldan çıkanlara] gelince, onların varacağı yer de, Ateş’tir. Her çıkmak
istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın”
denilecektir. Hiç kuşkusuz, dönerler diye, onlara, büyük cezanın astından en yakın cezadan da
tattıracağız. (Secde/21)
17
Bu ayetlerde de yine Resulullah’a hitap edilerek kendisine müşriklerin sinsi
planları karşısında güvencede olduğu ve bundan sonra nasıl bir yol izlemesi
gerektiği konusunda açık talimatlar verilmiştir. Bu talimata göre Elçi tesbih etmeye;
yani Allah’ı doğru tanıtmaya, ilahiyat öğretmenliği yapma görevine devam
etmelidir.
Ayetteki “kalktığın zaman” ifadesi “görev yaptığın, işe dikildiğin zaman”
demektir.
“Artık şüphesiz sen Bizim gözlerimizin önündesin” ifadesi ise “Biz senin neler
yaptığını görüyor, neler söylediğini işitiyoruz. Sen, görüp gözeteceğimiz, koruyup
kollayacağımız, seni himaye edeceğimiz bir konumdasın; seni kendi haline bırakmış
değiliz, seni koruyoruz” demektir. Nitekim Rabbimiz Musa (as) ve Nuh (as) için de
aynı destekleyici ifadeleri sarf etmişti:
‘Onu [Musa’yı] tabut içine koy da denize bırak, sonra da deniz onu sahile atsın. Onu Bana
düşman olan ve ona düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet
bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi onun
bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye
seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni
fitnelendirdikçe fitnelendirdik. Sonra da yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine
geldin, ey Musa! (Ta Ha/39, 40)
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman
etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve
vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle
onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].” (Hûd/37)
Bunun üzerine Biz ona: “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz
gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi
aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki ehlini [aileni, yakınlarını, inananlarını] gemiye sok.
Zulmetmiş olanlar konusunda bana başvurma. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır. Sonra sen ve
beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: ‘Hamd bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah
içindir’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen,
indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de” diye vahyettik. (Müminun/27)
Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz
altında akıp giden, levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan (sal) üzerinde taşıdık. (Kamer/14)
Daha evvel “Tesbih” kavramının Allah’ı doğru tanıyıp doğru tanıtma; yani
Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu
bilmek ve bildirmek demek olduğunu defalarca açıklamıştık. Rabbimiz bu emrinin
sürekli olarak yerine getirilmesi gereken bir emir olduğunu hem konumuz olan 48,
49. ayetlerde hem de muhtelif ayetlerde bildirmektedir:
O nedenle, sen onların söylediklerine karşı sabret. Ve güneşin doğmasından önce ve
batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et! (Kaf/39)
Kullarıma, hiç şüphesiz Benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edicinin ta kendisi olduğumu,
Benim azabımın da, çok acıklı bir azabın ta kendisi olduğunu önemle haber ver! (Hicr/49)
O halde, Allah’ın arındırılması! Akşama erdiğinizde de sabaha erdiğinizde de... Gece sırasında
da öğleye erdiğinizde de… Göklerde ve yerde hamd de sadece O’na aittir. (Rum/17)
18
Artık onların söylediklerine sabret, hoşnutluğa erebilmen için güneşin doğuşundan önce de
batışından önce de Rabbinin Hamdi ile tesbih et. Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da
tesbih et! (Ta Ha/130)
19