You are on page 1of 2

ETİK VE AHLAK FELSEFESİNE TARİHSELCİ/HERMENEUTİK BİR BAKIŞ

Mustafa Günay

Felsefe dünyamızda üretkenliğiyle dikkati çeken Doğan Özlem’in Etik-Ahlak Felsefesi


kitabının ikinci baskısı geçtiğimiz günlerde yayınlandı. 1980’li yılların başında bir ders teksiri olarak
ortaya çıkmaya başlayan yapıt, bugüne gelinceye kadar akademik ve tarihsel bir sürecin sonunda
şimdilik son şekline ulaşmış görünmektedir. Etik, başlangıçlarından bugüne kadar felsefenin en çok
işlenen ve tartışılan bir alanı olma özelliğini taşır. Etiğin bir felsefe disiplini olarak durumuna ilişkin
Özlem’in saptaması şöyledir: “Etik, felsefe disiplinleri içerisinde yeri en az belirli olan disiplin
olmasına rağmen, konu ve sorunlarının çeşitliliği, teori bolluğu ve çözüm denemelerinin çokluğu
bakımından öbür tüm felsefe disiplinlerinin önünde yer alır.”(s. 13)
Özlem’in Etik-Ahlak Felsefesi kitabı, “Etiğin Konumu ve Temel Problemleri”, “Başat Sayılan
Problemlere Göre Etik Tipleri”, “Eleştirel Etik” ve “Etik Üzerine Birkaç Değerlendirme” başlıklı dört
ana bölümden oluşmakta ve ayrıca kitabın sonunda yer alan “Ekler” kısmında ise çeşitli felsefe
toplantılarında sunulmuş olan “Felsefe Tarihinde Değer Kavramı”, “Ahlak, Hukuku Önceler”, “Etik-
Ahlak Ayrımı” adlı bildiriler bulunmaktadır. Söz konusu bildiriler, Özlem’in kitap boyunca ele aldığı
etiğe ilişkin temel kavram ve problemleri, günümüzde karşılaştığımız kimi sorunlarla da
ilişkilendirerek incelemesi bakımından, güncelliğin tarihselci/hermeneutik bir okuması/yorumu olarak
da dikkati çekmektedir.
İnsanların birbirleriyle ilişkilerinde ve gerçekleştirdikleri eylemlerde belirleyici ve
yönlendirici olan değerler, kurallar ve yasalar bulunur. Birlikte yaşayan insanlar, Özlem’in deyimiyle,
“eylemlerini, bir de başkalarını gözeten bir ilgi ve kaygıya bağlı olarak, ‘iyi’, ‘kötü’, ‘doğru’, ‘yanlış’
gibi sözcükler aracılığıyla, bir şeyi değerli bulma veya değerli bulmama yoluyla, yani değerlendirme
yaparak da yönlendirirler.”(s. 21) Özlem’e göre, birlikte yaşama ortamı, ahlaka ilişkin tanımın/anlamın
da belirleyicisidir. Özlem’e göre, “İşte, tek kişinin veya bir insan topluluğunun belli bir tarihsel
dönemde belli türden eğilim, düşünce, inanç, töre, alışkanlık, görenek vb. ve bunlarda içerilmiş değer,
buyruk, norm ve yasaklara göre düzenlenmiş ve bu haliyle gelenekselleşmiş, yerleşmiş yaşama
biçimine ahlak (moral) denir.”(s. 21) Söz konusu yaşama biçimi içindeki insana da homo moralis
denilmektedir.(s. 22)
Ahlak felsefesinin amacı, insan eylemlerini, bu eylemlerin yöneldiği ereklerin ne olduğunu ve
eylemlerin dayandığı değerleri araştırmaktır. Ahlakla ilgili olarak farklı kavramlar kullanılsa da, bütün
bunların insanın eylemlerine ve eylemlerin niteliğine ilişkin olduğunu ve bu konuda belli değer
yargıları taşıdıklarını saptayabiliriz. Çünkü insanın eylemlerini “iyi” ya da “kötü”, “erdemli” ya da
“ahlak-dışı” biçiminde değerlendirdiğimizde, ahlakla ilgili ölçütlerden ve değer yargısı taşıyan
kavramlardan söz etmiş oluruz.
Her insan topluluğunda çeşitli duygusal eğilim, düşünce, inanç, alışkanlık, töre, gelenek vb.
bağlı eylemler alanı olarak karşımıza çıkan “ahlak fenomeni” hakkında pek çok soru sorulabilir.
Ahlakın ne olduğuna ilişkin sorulardan birkaçını şöyle sıralamak mümkündür: “Biz bir eylemi
değerlendirirken neden dolayı ‘iyi’ ve ‘kötü’ gibi terimlere başvuruyoruz ki? ‘İyi’ ve ‘kötü’ nedir ki?
Bizim ‘iyi’ ‘kötü’ hakkında ailemizin, çevremizin, toplumumuzun bize benimsettikleri dışında sağlam
bir bilgimiz var mıdır? Varsa böyle bir bilgi nasıl elde edilir veya neye dayanır? Bir kişinin eylemini
değerlendirirken ‘iyi’ ve ‘kötü’ terimlerini kullanarak bir yargıda bulunuyoruz; fakat acaba bu
yargılarımız somut, nesnel bir olgu bilgisine mi dayanmaktadır; yoksa onlar sadece bizim öznel
eğilimlerimizi, duygularımızı, arzularımızı mı yansıtmaktadırlar? ‘İyi’ ve ‘kötü’nün değerlerle ilgili
olduğu söyleniyor; fakat acaba değer nedir? Tüm insanlar için geçerli, aynı anlama gelmek üzere,
evrensel olan değerler var mıdır? Yoksa değerler kişiden kişiye, gruptan gruba, toplumdan topluma,
kültürden kültüre değişen, aynı anlama gelmek üzere, hep göreli kalan öznel ölçütlerden mi
ibarettirler?”(s. 22-23)
Özlem’in dile getirdiği bu sorular üzerinde düşünmek, ahlak üzerine düşünmek anlamına gelir.
Bu sorular aynı zamanda ahlak felsefesi ya da etik denen felsefe disiplininin de başlıca sorularını
meydana getirir. Bu noktada “etik” ve “ahlak” arasındaki ayrıma değinmek yerinde olur. Söz konusu
ayrım, ahlakla ilgili kavram, soru ve sorunların ele alınması ve bu konuda yol alınabilmesi bakımından
da gereklidir. Etik ve ahlak arasında ayrımlar yapılmasına rağmen, günlük dilde ve felsefede, bu iki
sözcüğün birbiri yerine kullanıldığına dikkati çeken Özlem’e göre, “ahlak fiilen ve tarihsel olarak
bireysel, grupsal, toplumsal düzeyde yaşanan bir şey, bir fenomen olmasına karşılık; etik, bu fenomeni
ele alan, ahlak görüşlerini, öğretilerini irdeleyip sınıflandıran, aralarındaki benzerlik ve farklılıkları
ortaya koyan, bunları karşılaştırıp eleştiren felsefe disiplininin adıdır.(…) Etiğin görevi, herhangi bir
ahlak geliştirmek, ahlaklar çokluğuna bir yenisini eklemek ve insanlara bu ahlaka uyulmasını
öğütlemek değildir. Tam tersine, etik, ‘ahlak’ denen fenomeni inceleme alanıdır. Başka bir deyişle,
etik, pratik bir etkinlik alanı olan ahlakı teorik bir inceleme konusu kılan felsefe disiplinidir.”(s. 28-29)
Etik ve ahlak arasında belli ayrımlar yapılsa ve sınırlar çizilmeye çalışılsa da, her etiğin bir
ahlakı, her ahlakın bir etiği içerdiğini söylemek mümkündür. Bu ise evrensel bir ahlakın olanağını
ortadan kaldıran ve böyle bir ahlaka şüpheyle bakılmasına yol açan bir durumdur. Konusundan ve
konumundan dolayı etik ve ahlak arasında etkileşimler ve geçişimler ortaya çıkar. Özlem’in sözleriyle,
“etikçilerin ahlak fenomenine ve çeşitli ahlak görüşlerine bakış ve değerlendiriş tarzlarına, kendileri
farkında olsun veya olmasın, şu veya bu ölçülerde belli bir ahlakın, tikel bir ahlak görüşünün bakış ve
değerlendiriş tarzı sızmış, sinmiş olabilir.”(s. 29)
Etik ve tarih bilinci arasındaki ilişkinin önemini vurgulayan Özlem, tarihselci felsefe
açısından, birer “olması gereken”i ifade eden siyasal, ideolojik, estetik, dinsel vb. tüm değerlerin özne
kaynaklı ve öznel nitelikli olduklarından hareket ederek, söz konusu değerlerin insan eylemlerinin en
önemli belirleyicileri olduklarını belirtir. İnsanın doğa içinde kendine kurduğu, meydana getirdiği
dünyaya Dilthey’den aldığı bir kavramla “tarihsel dünya” adını veren Özlem’e göre, “İnsan başta
ahlaksal olmak üzere, siyasal, dinsel vb. yaşam tarzlarını herhangi bir evrensel ahlak ilkesi, bir
siyasal/ideolojik temel inanç veya dinsel akide açısından temellendirme ve açıklama girişimleri
bundan önce hep vardı ve herhalde bundan sonra da hep olacaktır. İnsanın içinde bulunduğu doğayı,
toplumu, kültürü kavrama ve açıklama isteği, hele bunlar için evrensel yasa ve ilkeler bulma veya
koyma çabası hiç bitmeyecek bir çabaymış gibi görünüyor. Çeşitli felsefeler, ahlaklar, dinler vb. bu
yoldaki çabalarını sürdüregelmektedirler”(s. 137) Bu bağlamda felsefe tarihinde görecilik ve
evrenselcilik başta olmak üzere, etik içi farklı/karşıt yönelimleri ve doğrultuları hatırlamak yerinde
olur.
Özlem’in hermeneutik yaklaşımına dayalı olarak, mutlakçılığa karşı relativist, ezeli ebedi ve
tekçi hakikat anlayışına karşı tarihselci, evrenselciliğe karşı tekilci ve kesinlikçiliğe karşı septik
tavırların yön verdiği bir felsefe anlayışının etik kavramları ve problemleri işleyişinde de belirleyici
olduğu görülmektedir. Özlem’in tarihselciliğinin, insancılığının ve yorumsamacılığının, onun etik ve
ahlak felsefesinde doğalcılığı ve belirlenimciliği (onların türlü biçimlerini) eleştirmesine yol açtığını
söyleyebiliriz. Bu bağlamda Özlem’in özellikle “olan-olması gereken” ayrımı konusunda, doğal ve
kültürel dünyanın farklılığıyla ilgili olarak “özgür istenç” kavramına dayanarak yaptığı “doğanın
oluşmuşluğu” ile “kültürün/tarihin oluşturulmuşluğu”(s. 138) konusundaki düşünceleri ahlaka yönelik
tarihselci yaklaşımını ortaya koymaktadır. Özlem’e göre, homo moralis aynı zamanda tarihsel bir
varlık olarak, kendisinin kurmuş olduğu bir kültür bağlamında yaşar ve eylemde bulunur. Bu nedenle
tarihsellik ve kültür bağlamını göz ardı ederek ahlak ve etik üzerine konuşma imkanı yoktur. Özlem’e
göre, “tarihte oluşmuşluk değil oluşturulmuşluk saptayan insan, aynı oluşturulmuşluğun bir başka
ifadesi olarak, tarihin büyük ölçüde insani seçim ve kararlara, ahlaksal normlara, siyasal, hukuksal,
ideolojik tercih, seçim ve kararlara göre şekillenen bir dünya olduğunu da bilen insandır.”(s. 139)
Özlem’in Etik-Ahlak Felsefesi eserinin, günümüzde yaşadığımız ahlak, hukuk ve değerlerle
ilgili önemli sorunların anlaşılması, bu konudaki mevcut arayışların tarih bilincine bağlı yeni ufuklar
kazanması bakımından da Türkiye’de ve Türkçe’de üretilen felsefeye değerli bir katkı olduğunu
söyleyebiliriz.

………………………………………………………………….
Etik-Ahlak Felsefesi, Doğan Özlem, Say Yayınları, 256 s., 2010.

Not: Cumhuriyet Kitap dergisinde yayınlanmıştır.

You might also like