You are on page 1of 85

Charles Bukowski _ Büyük Zen Düğünü

Charles Bukowski BÜYÜK


ZEN DÜĞÜNÜ

Charles Bukowski 1920 yılında Almanya'da doğdu, iki yaĢın-


dayken ailesiyle birlikte ABD'ye, Los Angeles'a göç etti. ilk
öyküsünü yirmi dört yaĢındayken yayımlayan Bukowski, otuz
beĢ yaĢında Ģiir yazmaya baĢladı. Bugün Kaliforniya, San Ped-
ro'da yaĢayan Bukowski'nin Ģiir ve öykülerini toplayan kırk
beĢ kitap yayımlanmıĢ, yapıtları bir düzinenin üzerinde dile
çevrilmiĢ, öykü ve Ģiirleri dünyanın pek çok ülkesindeki der-
gilerde yer almıĢtır. Ülkemizde daha önce Sokak dergisinde
çıkan öyküleriyle tanıdığımız Charles Bukowski'nin son ya-
pıtları arasında Ģunlan sayabiliriz: Barfly filminin senaryosu
(1987), The Roominghouse Madrigals: Early Selected Poems
1946-1966 (1988), Hollywood (roman, 1989; Hollywood, Ya-
pı Kredi Yayınlan, 1992, çev. Avi Pardo), Ham on Rye (1991).
Yazann bir öykü seçkisi de Kasabanın En Güzel Kızı adıyla
yayınevimizce yayımlanmıĢtır (1992, çev. Avi Pardo).
Metis Yayınlan BaĢmusahip
Sokak 3/2, Cağaloğlu / Ġstanbul
Charles Bukowski
Metis Edebiyat Dizisi: 54 Büyük Zen
Düğünü, Charles Bukowski Metis
Yayınları, Ġstanbul 1993

Bu seçkideki öykülerden Büyük Zen Düğünü, Bir Teksas Genelevinde


BÜYÜK ZEN
•• \J •• ••
YaĢam, Battaniye, Zirveden Notlar, Ġçki Ortağı, DüĢkünler KoğuĢunda
YaĢam ve Ölüm, 25 Pejmürde Sefil, Bir Dolar ve 20 Sent, 3 Kadın, Akü
Problemi, Koca Götlü Annem Erections, Ejaculations, Exhibitions, and
DUGUNU
General Tales of Ordinary Madness adlı kitaptan; Pis Moruğun Notlarindan
Seçmeler ise Notes of a Dirty Old Man adlı kitaptan alınmıĢtır. Öykülerin
özgün basımlanndaki yazım biçimlerine sadık kalınmıĢtır.

Birinci Basım: Temmuz 1993


Ġkinci Basım: ġubat 1994 Ġngilizce'den çeviren:
AVĠ PARDO
Bu çevirinin bütün yayım haklan
Metis Yayınlan'na aittir.

Yayın Yönetmeni: Müge Gürsoy Sökmen


Kapak düzeni: Semih Sökmen

ISBN 975-342-030-7

Dizgi: Metis Yayıncılık Ltd. Baskı:


Yaylacık Matbaası, Cilt: Örnek Mücellithanesi
3)
METĠS YAYINLARI
İçindekiler

i
Büyük Zen Düğünü

Bir Teksas Genelevinde Yaşam 25

Battaniye
37

Zirveden Notlar
48

İçki Ortağı , 53

Düşkünler Koğuşunda Yaşam ve Ölüm


63

25 Pejmürde Sefil
75

Bir Dolar ve 20 Sent 87


3 Kadın
91 Büyük Zen Düğünü
Akü Problemi 101

Koca Götlü Annem


108

Pis Moruğun Notları Wan Seçmeler


115

Arka koltuktaydım, Romanya ekmeği, ciğer ezmesi, bira ve


meĢrubatların arasına sıkıĢmıĢ; on yıl önce ölen babamın
cenazesinden bu yana ilk kez bağladığım yeĢil kravatımla.
ġimdi bir Zen düğününde sağdıç olacaktım. Hollis saatte 130
kilometre sürüyor, Roy'un iki metrelik sakalı yüzüme uçuĢuyor.
Benim 62 model Comet arabamdayız ama ben kullanamıyorum
— sigorta yok, iki kez alkollü araba kullanmaktan enselenmiĢim
ve zaten sarhoĢ olmaktayım. Hollis'le Roy üç senedir beıaber
yaĢıyorlar, Hollis sağlıyor geçimlerini. Arka koltukta oturmuĢ
bira içiyorum. Roy bana tek tek Hollis'in aile fertlerini anlatıyor.
Roy daha becerikli entelektüel palavralarla, ağzı laf yapıyor.
Evlerinin duvarları ilginç fotoğraflarla kaplı.
Bir de Roy'un otuzbir çekerken boĢalıĢının fotoğrafı. Roy tek
baĢına çekmiĢ o fotoğrafı. Otomatik kamera ile. Ġp bağlayarak,
tel filan. TeĢkilat. Mükemmel pozu yakalayıncaya kadar altı kez
patlatmak zorunda kaldığım iddia ediyor Roy. Bir günlük bir
çalıĢma. Duvarda duruyor. Sütlü bir poz. Hollis karayolundan
çıkıyor. Çok uzak de-

7
gilmiĢ. Bazı zenginlerin evlerinde bir kilometre kadar bir giriĢ "Merhaba Elsie."
vardır. Bu pek uzun değildi: 300 metre kadar. DıĢarı çıkıyoruz. "Siz gerçekten," diye sordu, "sarhoĢ olunca eĢyaları ve
Tropik bahçeler. Dört veya beĢ köpek. Ġri, kara, bol tüylü, salya camları kınp ellerinizi parçalar mısınız?"
sümük yaratıklar. Sonu gelmeyen merdivenler. Kapıya "Hı, hıı."
varamadık bir türlü — iĢte ordaydı, zengin insan, verandada "Bu iĢler için biraz yaĢlısınız."
durmuĢ bize bakıyor, elinde içkisi. Ve Roy bağırdı, "Hey "Bak Elsie, kafamı bozma benim..."
Harvey, seni orospu çocuğu, seni görmek ne güzel!" 'Ve bu Tina."
Harvey bir ufak gülümsedi, "Seni gördüğüme sevindim "Merhaba Tina."
Roy." Oturdum.
Ġri çoban köpeklerinden biri sol bacağımı çiğniyor. "Köpeğini Adlar! ilk karımla iki buçuk yıldır evliydik, bir gece mi-
çağır Harvey, orospu çocuğu, seni görmek çok güzel!" diye safirlerim gelmiĢti. Kanma: "Bu yanm-kıç Louie, bu Marie,
bağınyorum. Saksofon Kraliçesi, bu topal Nick," demiĢtim. Sonra gelenlere
"Aristo, kes artık!" dönüp, "Bu kanm... bu kanm... bu ..." deyip durmuĢtum.
Aristo uzaklaĢtı, tam zamanında. Sonunda kanma dönüp sormuĢtum: "Neydi senin adın
Ve. allahaĢkına?"
Merdivenlerden inip çıkmaya baĢladık, elimizde salamlar, "Barbara."
tuzlanmıĢ Macar kedibahğı, karides. Istakoz kuyruğu. Kıyma "Bu Barbara," dediydim onlara.
halinde doğranmıĢ güvercin kıçı. Zen Üstadı henüz gelmemiĢti. Oturup bira içmeyi sürdürdüm.
Her Ģeyi içeri taĢıdık. Oturup bir bira kaptım. Tek kravatlı Birtakım baĢka insanlar gelmiĢti. Merdivenlerden çıkıp
insan bendim. Tek düğün hediyesi getiren de. Aristo'nun duruyorlardı. Hollis'in akrabalan. Roy'un bir ailesi yoktu
çiğnediği bacakla duvarın araĢma sakladım hediyeyi. anlaĢılan. Zavallı Roy. Ömründe bir tek gün çalıĢmamıĢtır. Bir
"Charles Bukowski..." bira daha aldım.
Ayağa kalktım. Merdivenlerden yukan çıkıyorlardı: sahtekârlar, düzenbazlar,
"Ah, Charles Bukowski!" sakatlar, değiĢik aldatmaca alanlannda çalıĢan pazarlamacılar.
"Hi, hıı." Aile fertleri ve dostlar. Düzinelerle. Düğün hediyesi yok, kravat
Sonra: yok.
"Bu Marty." Biraz daha çekildim köĢeme.
"Merhaba Marty." Adamın biri bayağı kötü durumdaydı. Merdivenleri çıkması
'Ve bu Elsie." 25 dakika sürdü. Özel koltuk değnekleri yaptırmıĢtı kendine.
Güçlü aletler, koltuk altlan lastikli filan. Alü-

8 9
minyum ve lastik. Bu yavruya tahta olmaz. Olayı çözdüm: Bir dikiĢte içtim.
sulandırılmıĢ uyuĢturucu veya zamanında yapılmamıĢ bir "Bir tane daha?"
ödeme. Berberde sakal tıraĢı olurken kınvermiĢ-lerdi diz 'Tabii."
kapaklarım, yüzünde ıslak ve sıcak havlu ile otururken. Birkaç Bir tane daha alıp içeri gittim, köĢeme çekildim. Bu arada
hayati yerini ıskalamıĢlardı sadece. yeni bir heyecan yaĢanıyordu. Zen Üstadı GELMĠġTĠ!
BaĢkaları da vardı. Bir tanesi UCLA'da öğretim üyesiydi. Bir Üstat çok fiyakalı bir kıyafet giymiĢti ve gözlerini kısarak
diğeri San Pedro Körfezi'nden Çin balıkçı tekneleri ile bakıyordu. Veya öyleydi gözleri.
uyuĢturucu sokuyordu. Zen Üstadı çok sakin görünüyordu. Ġçkimi dipleyip ta-
Bu yüzyılın en büyük katil ve tüccarları ile tanıĢtırılıyordum. zelemeye gittim ve döndüm.
Ben, Ģu anda iĢsiz. Altın saçlı bir çocuk girdi içeri. On bir yaĢlannda.
Sonra Harvey geldi yukarı. "Bukowski," dedi bana, "öykülerinden bazılanm okudum.
"Bir sulu viskiye ne dersin Bukowski?" Bence, okuduğum en büyük yazar sensin!"
'Tabii Harvey, tabii." Uzun san bukleler. Ġnce bir beden.
Mutfağa doğru yürüdük. 'Tamam yavrum, yeterince büyüdüğünde evleniriz. Senin
"Bu kravat neyin nesi?" paranla geçiniriz. Ben yorulmaya baĢladım. Beni küçük hava
"Pantolonumun fermuarı bozuk ve donum çok kısa, kravatım delikleri olan cam bir kafesin içine koyup herkese gösterirsin.
çükümün üstündeki kılları örtüyor." Genç çocuklarla düĢüp kalkmana izin veririm. Ġzlerim bile sizi."
'YaĢayan en büyük öykü ustası sensin bence." "Bukowski! Saçlanm uzun diye kız olduğumu düĢünüyorsun
'Tabii Harvey, viski nerde?" hemen! Adım Paul! TanıĢtınlmıĢtık! Hatırlamıyor musun?"
Harvey bana ĢiĢeyi gösterdi. Paul'un babası, Harvey, bana bakıyordu. Gözlerini gördüm.
"Öykülerinden birinde bu markanın sözünü ettiğinden beri bu Benim o kadar da iyi bir yazar olmadığıma karar verdiğini
markayı içiyorum." anladım o anda. Belki de kötü bir yazar olduğuma. Kimse
"Ama baĢka marka içiyorum Ģimdi Harvey. Daha iyisini sonsuza dek saklanamaz.
buldum." Ama oğlan iyiydi: "Ziyan yok Bukowski," dedi, "yine de
"Nedir adı?" okuduğum en büyük yazar sensin! Babam bazı öykülerini
"Hatırlayabiliyorsam allah belamı versin." okumama izin verdi..."
Yüksek bir su bardağı bulup yansım su, yansını viski Sonra elektrikler kesildi. Hak etmiĢti bunu oğlan gevezeliği
doldurdum. ile...
"Sinirlere iyi gelir," dedim, "biliyorsun." Ama her yer mum doluydu. Herkes eline bir mum alıp
'Tabii Bukowski."

10 11
yakıyordu. yorum," dedi Zen.
"Allah kahretsin, sigorta atmıĢ olmalı, sigortayı değiĢtirin," Ġçkimi dipledim. Her yerde içkiler dipleniyordu.
dedim. Sonra Zen Üstadı küçük ve boktan gülümsedi.
Biri sigorta ile ilgili olmadığını söyledi, baĢka bir Ģeydi, ben Hıristiyan düğünlerini deneyim yoluyla tanıyordum maalesef.
de vazgeçip, mumların yakılması sürerken mutfağa gittim, Zen töreni Hıristiyan törenlerini andırıyordu aslında, biraz daha
kendime bir içki koymaya. Hay allah, Harvey or-daydı. tantanalıydı sadece. Bir süre sonra küçük çubuklar yakıldı. Bir
"Nefis bir oğlun var Harvey. Oğlun Peter..." kutu dolusu vardı Zen'de — iki yüz veya üç yüz tane. Çubuklar
"Paul." yakıldıktan sonra bir tanesi bir kum kavanozunun ortasına
"Afedersin. incil adlan karıĢıyor." dikildi. O Zen çubuğuydu. Sonra Roy'a yanan çubuğunu Zen
"Anlıyorum." çubuğunun yanına dikmesi söylendi, Hollis'e de diğer yanına
(Zenginler anlarlar; sadece bir Ģey yapmazlar anladıkları dikmesi.
Ģeyler için.) Ama çubuklar iyi yerleĢtirilmemiĢti, Zen Üstadı, gü-
Harvey yeni bir ĢiĢe açtı. Kafka'dan söz ettik. Dos, Tur- lümseyerek uzandı ve çubukları düzeltti, yeni bir derinlik ve
genev, Gogol. Kabız konuĢmalar, can sıkıcı. Ortalık mumlardan yüksekliğe.
geçilmiyordu. Zen Üstadı artık baĢlamak istiyordu. Roy bana iki Sonra Zen Üstadı kahverengi bir tespih çıkardı.
yüzük vermiĢti. Yokladım. Hâlâ urdaydılar. Herkes bizi Tespihi Roy'a verdi.
bekliyordu. O kadar viskiden sonra Har-vey'nin yere "ġimdi mi?" diye sordu Roy.
yığılacağım umuyordum. BoĢuna bekliyordum. Benim her Allah kahretsin, diye düĢündüm, Roy her konuda okuyup
içiĢime karĢılık iki tane içmiĢti ve hâlâ ayaktaydı. Pek sık olmaz bilgi sahibi olan biriydi, kendi düğünüyle ilgili bilgiyi neden
bu. On. dakika kadar süren mum yakma seansında yanm ĢiĢe edinmemiĢti?
devirmiĢtik. DıĢarı çıktık. Yüzükleri Roy'a verdim. Roy günler Zen uzanıp Hollis'in sağ elini Roy'un sol elinin üstüne koydu,
önce Zen Üstadı ile konuĢup benim ayyaĢın biri olduğumu böylece tespih ikisinin de elini çevrelemiĢti.
anlatmıĢtı — güvenilmez— ya umursamaz ya da saldırgan — "Kabul ediyor musun..."
dolayısıyla yüzükleri Bukowski'den isteme tören sırasında, orda "Ediyorum..."
olmayabilir. Veya yüzükleri kaybedebilir veya Bukowski'yi. (Bu mu Zen, diye düĢündüm.)
ĠĢte ordaydım, nihayet Üstat küçük kara kitabını par- "Ve sen Hollis, kabul ediyor musun..."
maklamaya baĢladı. Pek kalın görünmüyordu. 150 sayfa kadar "Ediyorum..."
sanıyorum. Bu arada mum ıĢığında götün biri fotoğraf çekip duruyordu,
'Tören esnasında içki ve sigara içilmemesini talep edi- yüzlerce. Canımı sıkmıĢ, beni huzursuz etmiĢti, FBI olabilirdi.
"Klik! Klik! Klikr
İ2
13
Hepimiz temizdik tabii ki. Ama tedbirsizlik söz konusuydu, gangsterler, Oryantal'in elini sıkmayacak kadar aptal ve
sinir olmuĢtum. gururluydular.
Sonra mum ıĢığında Zen Ustadı'nın kulaklarını fark ettim. Sadece bir kiĢi daha öptü Hollis'i. Sadece bir kiĢi sıkmıĢtı
Mum ıĢığı kulaklarının içinden geçiyordu, son derece ince Zen Ustadı'nın elini. Yıldırım nikâhı yapsalar da olurmuĢ. BoĢ
tuvalet kâğıdından yapılmıĢlardı sanki. bir aile kalabalığı!
Bir erkekte Ģimdiye kadar gördüğüm en küçük kulaklara Düğün bitmiĢti ve daha bir soğumuĢtu ortalık. Birbirlerine
sahipti Zen. Onu kutsal yapan buydvl Bu kulaklar mutlaka bakıp duruyorlardı. Ġnsan ırkını asla anlayamayacaktım, ama
benim olmalıydılar! Cüzdanıma koyabilir, erkek kedime birilerinin Ģarlatanı oynaması gerekiyordu. YeĢil kravatımı
verebilir veya anı olarak saklardım. Yastığımın altına da çıkarıp fırlattım:
koyabilirdim. "HEY! OROSPU ÇOCUKLARI! ĠÇĠNĠZDE ACIKAN YOK MU?"
Tabii ki biliyordum kendimle bu Ģekilde konuĢmamın Masaya gidip peynir atıĢtırmaya baĢladım, birkaçı yerinden
nedeninin viski olduğunu, ama bir yandan da hiç bilmiyordum kalkıp, bana katıldı, yapacak baĢka bir Ģey bulamayan insanlar
bunu. gibi.
Zen Ustadı'nın kulaklarına bakıp duruyordum. Onları orda bırakıp viski için mutfağa gittim.
Birtakım baĢka konuĢmalar yapıldı. Mutfakta içkimi tazelerken Zen Ustadı'nın, "Benim artık
"... ve sen Roy, Hollis ile beraberliğin süresince uyuĢturucu gitmem gerek," dediğini duydum.
kullanmayacağına söz veriyor musun?" "Aaa, gitmeyin..." diyen tiz bir kadın sesi geldi son üç yılın
Roy duraksadı. Sonra teĢbihin içinden kenetlendi elleri: "Söz en kapsamlı, gangster toplantısı kalabalığının içinden. O bile
veriyorum, uyuĢturucu kullanmayacağım," dedi Roy. inandırıcı olamamıĢtı. Ne iĢim vardı benim bunlann arasında?
Kısa bir süre sonra bitmiĢti. Zen Üstadı doğrulup, gülümsedi Veya UÇLA profesörünün? Yok, UÇLA profesörü oraya aitti.
hafifçe. Bir piĢmanlık gösterisi yapılmalıydı. Olanları bağıĢlatacak
Roy'un omuzuna dokundum: 'Tebrikler." bir Ģey.
Sonra eğilip Hollis'in baĢım iki elimle tuttum ve o harikulade Üstat'ın kapıdan çıktığını duyar duymaz içkimi dipleyip
dudaklarından öptüm. dıĢarı fırladım. Orospu çocukları ile dolu, mum ıĢığı ile
Herkes oturmaya devam ediyordu. Geri zekâlılardan oluĢmuĢ aydınlatılmıĢ odada, insanların arasından koĢarak (hiç de kolay
bir millet. olmamıĢtı) kapıyı açtım, kapadım ve iĢte... Bay Zen'in on beĢ
Kimse kıpırdamadı. Mumlar geri zekâlı mumlar gibi basamak gerisindeydim. AĢağı inmek için 45 veya 50 basamak
yanmayı sürdürdüler. daha vardı. Onun her adımına iki adım sendeleyerek peĢine
Zen Ustadı'nın yanma gittim. Elini sıküm: 'TeĢekkürler. düĢtüm.
Töreni çok güzel yönettiniz." Bağırdım: "Hey! Üstadım!"
HoĢuna gitmiĢti, kendimi daha iyi hissettim. Ama diğer

14 15
Zen döndü, "Evet, ihtiyar?" ormanlarının insan yiyen bitkileri gibi görünen birtakım saçma
ihtiyar? Meksika kaktüslerinin araĢma düĢtüm. Ay ıĢığında iyice
Kıvrılarak tropikal bahçeye inen merdivende durmuĢ gevĢedim, mor bir çiçek üstüme doğru eğilip nefesimi kesmeye
birbirimize bakıyorduk. Daha samimi bir iliĢki kurmanın çalıĢıncaya dek kaldım öylece.
zamanı gelmiĢti. Allah kahretsin, Harvard Klasikleri için 150 yıl geçmesi
"Ya koduğum kulaklarım vereceksin bana ya da kıyafetini — gerekmiĢti. Seçim yoktu: Yattığım yerden kalkıp sürünerek
üstündeki o neon ıĢıklı robu!" merdivenleri tırmanmaya baĢladım. Tepeye vardığımda ayağa
"DelirmiĢsin sen ihtiyar!" kalktım ve kapıyı açıp içeri girdim. Kimse farkıma varmamıĢtı.
"Böyle değersiz ve peĢin hükümlü yargılarda bulunmaktan Boktan muhabbetlerini sürdürüyorlardı. KöĢeme yığıldım.
öte bir Ģeyler olduğunu sanırdım Zen'de. Beni hayal kırıklığına Karate darbesi sol kaĢımı açmıĢtı. Mendilimi buldum.
uğrattın Üstat!" "Allah kahretsin! Bir içkiye ihtiyacım var!" diye bağırdım.
Zen yukarı bakarken avuçlarını bitiĢtirdi. Harvey elinde bir içki ile geldi. Susuz viski. Bir dikiĢte içtim,
Basamaklardan aĢağı bıraktım kendimi ona doğru uçarak, insan vızıltısı nasıl bu kadar anlamsız olabiliyordu? Bana
yere düĢmek üzereyken bir yumruk savurdum ama yönü gelinin annesi diye tanıĢtırılan kadının bacaklarım iyice açtığım
olmayan bir devinimdim, ıskaladım. Zen beni yakalayıp fark ettim, fena değildiler, naylon çoraplar, pahalı topuklular,
düzeltti. artı uç kısmındaki küçük mücevherler. Geri zekâlı birini bile
"Oğlum, oğlum..." tahrik etmeye yeterdi, ve ben sadece yan-geriydim.
Çok yakındık. Bir yumruk çıkardım, iyi yakaladım onu bu Ayağa kalkıp gelinin annesinin yanma gittim, eteğini
sefer. Tısladı. Bir adım geri çekildi. Tekrar salladım butane, kalçalarına kadar yırtıp hızla dizinden baĢlayıp yukarı doğru
ıskaladım. Yarım metre solundan geçmiĢtim. Cehennemden öpmeye baĢladım.
ithal edilmiĢ bazı bitkilerin içine düĢtüm. Kalktım, ona doğru Mum ıĢığının yaran olmuĢtu. Her Ģeyin.
yürüdüm tekrar. Ve ay ıĢığında pantolonumun önünü gördüm "Hey!" diye kendine geldi birden, "ne yaptığım sanıyorsun
— kan, mum ve kusmuk lekeleri. sen?"
"Sen de kendi üstadın ile karĢı karĢıyasın orospu çocuğu," "Kıçından boklar çıkana kadar düzeceğim seni! Ne dersin?"
diye bir açıklama yaptım üstüne yürürken. Bekledi. Yıllardır Beni itti ve sırt üstü yere düĢtüm, debelenip ayağa kalkmaya
ayak iĢlerinde çalıĢmak tamamen öldürmemiĢti kaslarımı. çalıĢtım.
BoĢluğuna iyi bir yumruk yerleĢtirdim, 110 kilo ağırlığımla "Allahm cezası Amazon!" diye bağırdım ona.
destekli.
Zen küçük bir nefes bıraktı, bir kez daha gökyüzüne danıĢıp
Doğu dilinde bir Ģeyler söyledi ve bana küçük bir karate darbesi
indirdi, Ģefkatle, ve o anda bana Brezilya

16 17
Nihayet iki veya üç dakika kadar sonra kalkabildim. Biri "Bunun ne olduğunu biliyor musun?"
güldü. Kendimi tekrar ayakta bulunca mutfağa yollandım. "Ne?"
Kendime bir içki koydum, dipledim, sonra tazeleyip dıĢarı "Bir tabut." Açıp
çıktım. gösterdim ona.
Urdaydılar iĢte: Lanet akrabalar. "Karıncalar beni deli ediyorlar. Ne yapacağım biliyor musun?"
"Roy veya Hollis?" diye sordum, "Neden hediyenizi aç- "Ne?"
mıyorsunuz?" "Karıncalan öldürüp bu küçük tabutun içine koyacağım ve
Hediye 50 metre folyo kâğıdına sarılmıĢtı. Roy folyoyu açıp gömeceğim!"
duruyordu. Nihayet açtı hepsini. Güldü. "Günüme renk kattın!"
"Bir yastıkta kocayın!" diye bağırdım. Genç insanlara takılmak mümkün değil artık; tamamen üstün
Herkes görmüĢtü hediyeyi. Çıt çıkmıyordu. bir ırk. Parayı ödeyip dıĢarı çıktım...
ispanya'nın en iyi el iĢi sanatçılarından biri tarafından Ama Ģimdi, düğünde, kimse gülmemiĢti. Kırmızı bir kurdele
yapılmıĢ küçük bir tabuttu. Alt kısmı pembemsi-kırmızı bir Üe ambalajlanmıĢ düdüklü bir tencere onları mutlu edebilirdi
kaplamaydı. Gerçek bir tabutun küçük bir kopyasıy-dı, ancak bu oysa. Yoksa etmez miydi?
sevgi ile yapılmıĢü belki.
Roy bana öldürücü bakıĢlarından birini attı. Tahtanın nasıl Harvey, zengin olan, aralarında en nazik olandı nihayet.
cilalanması gerektiğine dair talimat kâğıdını tabutun içine atıp Belki de nazik olabilecek kadar parası olduğu için. Sonra
kapağım kapadı. okuduklarımın arasından Eski Çin'e ait bir Ģey hatırladım:
Kimse tek kelime etmiyordu. Düğünün tek hediyesi hoĢ "Zengin olmayı mı yeğlersin, sanatçı olmayı mı?" Zengin
karĢılanmamıĢtı. Ama kısa sürede toparlanıp iki paralık olmayı çünkü sanatçılar sürekli zenginlerin ön kaplında
konuĢmalarına döndüler. bekleĢiyor."
SuskunlaĢmıĢtım. Küçük tabutum ile gurur duymuĢtum oysa. içkimi içtim ve umursamadım artık. Birden her Ģey bitiĢti.
Saatlerce hediye aramıĢtım. Çıldırmak üzereydim ki rafların Kendi arabamın arka koltuğundaydım tekrar, Hol-s
birinde tek baĢına duran tabut gözüme iliĢmiĢti. Üstünde elimi direksiyondaydı yine, Roy'un sakalı yüzüme uçuĢuyor-QU;
gezdirmiĢ, ters çevirip içine bakmıĢtım. Fiyat yüksekti ama
Eli
mdeki ĢiĢeye asıldım.
iĢçilik mükemmeldi. Tahtası, küçük menteĢeleri, her Ģey. Aynı fitini?83111^' bCnĠm kÛÇÛk tabutumu cöPe «û attınız? ı de seviyorum,
biliyorsunuz bunu! Neden attınız Demm küçük tabutumu?"
zamanda karınca zehiri-ne ihtiyacım vardı. Karıncalar ön "Iġte Bukowski! Tabutun burdal"
kapıma yuva yapmıĢlardı. Arka tarafta karınca zehiri bulup her
Ģeyi kasaya götürdüm. Genç bir kız duruyordu kasada. Tabutu
iĢaret edip sordum.

18 19
Roy bana doğru uzatıp, gösterdi. dıklan kurtuluĢ kovarımda.
"Ah, iyi!" Her Ģey pınl pınldı, beni orda yardımlarım isterken terk
"Geri almak ister misin?" ettiklerinde her Ģeyi kavramıĢtım.
"Hayır! Hayır! Sizin tek hediyeniz! Saklayın! Lütfen!" BeĢ dakika daha diye geçirdim aklımdan. Kimse beni
"Peki." rahatsız etmeden beĢ dakika daha yatabilirsem burda, kendimde
Yolun geri kalan kısmı oldukça sessiz geçti. Oturduğum kalkabilecek gücü bulabilecek, evime doğru yürüyüp içeri
semtte park yeri bulmak güçtü. Evimden iki sokak ilerde bir yer girebilecektim. Kanunsuzların sonuncu-suydum ben. Billy the
buldular. Arabamı park edip, anahtarları elime sıkıĢtırdılar. Kid elime su dökemezdi. BeĢ dakika daha. Ġzin verin de inime
Sonra karĢıya geçip kendi arabalarına doğru gidiĢlerini izledim. varayım. Yaralanın kapanır. Bir dahaki sefere beni bu tür
Kendi yerime doğru yürürken onlan izlemeyi sürdürdüm ve toplantılara çağırdıklarında onlara ne yapmalan gerektiğini
pantolonumun paçalarından birine basıp elimde Harvey'nin söylerdim. BeĢ dakika. Hepsi bu.
ĢiĢesi ile kapaklandım. Tepe üstü düĢerken içgüdüsel olarak Ġki kadın yaklaĢtı. Dönüp bana baktılar.
elimdeki ĢiĢenin kırılmaması gerektiğini düĢündüm (anne ve "Ah, Ģuna bak? Nesi var?"
bebek) ve asfalta düĢerken baĢımı ve ĢiĢeyi yukarda tutup, "SarhoĢ."
omuzlarımın üstüne inmeye gayret ettim. ġiĢeyi kurtardım ama "Hasta olmasın?"
baĢım kaldırıma çarptı. KÜT! "Hayır, ĢiĢeye nasıl sanlmıĢ baksana. Bir bebek tutar gibi."
Ġkisi de düĢüĢümü izlemiĢlerdi. Kendimden geçecek kadar Allah kahretsin. Bağırdım onlara:
sarsılmıĢtım nerdeyse ama onlara seslenmeyi baĢardım: "Roy, "ĠKĠNĠZĠ DE YALARIM! KURUYUNCAYA KADAR EMERĠM ĠKĠ-
Hollis! Beni kapıma kadar götürün lütfen, yaralıyım!" NĠZĠ DE, KANCIKLAR!"
Bir an durup bana baktılar. Sonra arabalarına binip, "Oooooh!"
çalıĢtırdılar ve arkalarına yaslanıp güzelce uzaklaĢtılar. Ġkisi de oturduklan binaya doğru koĢtular. Cam kapıdan girip
Bir Ģeyler için cezalandırılıyordum. Tabut? Her neyse — kayboldular. Ve ben hâlâ kalkamıyordum, bir ġeylerin sağdıcı.
arabamın kullanılması, veya Ģarlatanlığım ve/veya sağdıçlığım... Tek yapmam gereken Ģey evime ulaĢmaktı — elli metre ilerde
ĠĢlerine yaramazdım artık. Ġnsanlık iğren-dirmiĢtir beni hep. bir milyon ıĢık yılı kadar yakın. Kiralık bir kapıdan elli metre
Aslında, onlan özellikle iğrenç kılan o akraba-iliĢkisi uzakta, iki dakika daha ve kalkabilecektim. Her deneme ile
hastalığıydı, ki buna evlilik, güç değiĢ to-kuĢu ve yardımlaĢma, biraz daha güçleniyordum. Eski bir ayyaĢ her zaman ayağa
mahalleniz, bölgeniz, Ģehriniz, ülkeniz, devletiniz, milletiniz de kalkar, yeterince zaman tanıyın yeter ki. Bir dakika daha ve
dahil... Herkes birbirini kıçından yakalamıĢ bu hayvanca-korku kalkmıĢtım.
aptallığı ile vızılda-
Ve
gelmiĢlerdi. Dünyanın kaçık aile yapısının iki ferdi.

20 21
Yaptıklarını neden yaptıklarım sorgulamayan iki deli. Tepe yordu. Çok yorgundum — her Ģeyden.
ıĢığım açık bırakıp bir arabanın yanına yanaĢtılar. DıĢarı "Bukowski," dedi el fenerini yüzüme tutan, "neden baĢım
çıktılar. Birinin elinde el feneri vardı. belaya sokmadan duramıyorsun?"
"Bukowski," dedi elinde fener olan, "baĢını belaya sokmadan "Kesin bu boktan muhabbeti," dedim, "kodese gidelim."
duramıyorsun değil mi?" Kelepçeleri takıp arka koltuğa fırlattılar beni. AlıĢık ol-
Adımı biliyordu bir yerden, baĢka seferlerden. duğum Ģeyler.
"Bak," dedim, "tökezledim sadece. BaĢımı çarptım. Bilincimi YavaĢça sürüyorlardı, mümkün ve delice Ģeylerden söz
asla yitirmem, tehlikeli değilim. Kapıma gitmeme yardımcı olur ederek — ön balkonu geniĢletmek gibi, veya bir havuz,
musunuz? Ġzin verin de yatağıma girip uyuyayım, her Ģeyi anneanneleri için bir oda ilave etmek. Spora gelince — bunlar
unutayım. Doğru olan da bu olmaz mı sizce?" gerçek erkektiler— Dodgers hâlâ Ģampiyon olma Ģansına
"iki kadın onlara tecavüz etmek istediğinizi ihbar etti sahipti, onları zorlayan birkaç takıma rağmen. Tekrar aileye
efendim." dönüĢ — Dodgers kazanınca onlar da kazanıyordu. Bir adam
"Beyler, asla iki kadına aynı anda tecavüz etmeyi dü- aya ayak basmca onlar da basmıĢ oluyorlardı. Ama açlıktan
ölen biri onlardan üç kuruĢ istemesin — kimlik yok, s..tir git,
Ģünmem."
bok kafalı. Sivil dolaĢtıkları zaman tabii ki. Bir polisten para
Polislerden biri elindeki aptal feneri yüzüme doğrulttu. Ona
isteyen bir aç görülmemiĢtir henüz. Bu konuda Ģüpheniz
müthiĢ bir üstünlük duygusu veriyordu.
olmasın.
"Hürriyetimden elli metre uzaktayım! Bunu anlayamıyor Bir Ģekilde suç iĢlemiĢlerin kuyruğundaydım bir kez daha.
musunuz?" Genç olanlar kendilerini ne beklediğini bilmiyorlardı henüz.
"Kasabanın en büyük eğlencesi sensin Bukowski. Bize ANAYASAL haklarından filan söz ediyorlardı. Genç polisler,
bundan daha iyi bir neden göstermen gerek." Ģehir kodeslerinde olsun, kasaba kodeslerinde olsun, sarhoĢların
"Durun, düĢüneyim — kaldırımda serilmiĢ olarak yatarken üstünde çalıĢıp eğitimlerini tamamlıyorlardı. Kendilerini bu
gördüğünüz bu Ģey, bir düğünün sonucudur, bir Zen Ģekilde ispatlıyorlardı. Gözümün önünde birini asansöre
düğününün." bindirip bir aĢağı bir yukarı inip çıktılar, dıĢarı çıktıklarında
"Biri seninle evlenmek mi istedi?" adam tanınmaz haldeydi — ĠNSAN HAKLARI diye bağıran
"Benimle değil göt..." bir siyahtı asansöre binmeden önce. Sonra beyaz bir adam
El fenerini iyice yüzüme yaklaĢtırdı. ANAYASA ile ilgili _ §eyler bağırmaya baĢladı, onu tutup o
"Kanunu korumakla görevli memurlara daha saygılı olmanı kadar hızlı gö-urdüler ki yürüyemedi, ayaklan yere değmeden
isteriz." gitmiĢti. en getirdiklerinde onu duvara yasladılar, öylece dur-muġ
"Afedersiniz, bir an için unuttum." titriyordu, vücudunun her yerinde kırmızı lekeler
Kan boynumdan aĢağı inmiĢ, gömleğimden içeri sızı-

22 23
vardı, titremesi kesilmiyordu bir türlü.
Fotoğraf çektirdim tekrar. Tekrar parmak izi alındı. AyyaĢların
Bir Teksas Genelevinde YaĢam
hücresine götürdüler beni, kapıyı açtılar, gerisi odadaki 150
kiĢinin arasında bir yer bulmaktan ibaretti. Bir lağım çukuru.
Kusmuk ve sidikten geçilmiyordu yerler. HemĢerilerimin
arasında kendime bir yer buldum. Charles Bukowski'ydim ben,
Santa Barbara'nın Kaliforniya Üniversitesi'nin kütüphanesinde
kitaplarım bulunuyordu, orda benim bir dâhi olduğumu düĢünen
biri vardı. Tahtalara uzandım. Genç bir ses duydum. Bir
delikanlı.
"Bir çeyreğe üflerim sizi bayım!"
Bozuk paralarını, banknotları, kimliğini, anahtarlarını,
bıçağını ve sigaralarını ahp sana bir depozit kâğıdı verirlerdi. Ki
Teksas'ta bir yerde otobüsten indim ve soğuktu ve kabızdım, ve
ya kaybederdin ya da çaldırırdın. Ama hep para ve sigara olurdu
önceden bilemezsiniz, çok geniĢ bir odaydı, temiz, haftada
içerde. sadece 5 dolar, ve Ģöminesi vardı, ve yeni soyunmuĢtum ki yaĢlı
"Üzgünüm evlat," dedim ona, "son kuruĢumu bile aldılar." bir siyah hızla odaya girdi, demiri kapıp Ģömineyi karıĢtırmaya
Dört saat sonra uyumayı baĢardım. baĢladı. ġöminede odun yoktu, elindeki demirle ne
iĢte. karıĢtırdığım merak ettim. Sonra bana bakıp taĢaklannı
Bir Zen düğününün sağdıcıydım ve bahse girerim ki gelin ile sıvazladı ve "isssss, issssss!" gibi buses çıkardı. Her nedense
damat o gece düzüĢmediler bile. Ama birileri dü-zûlmüĢtü. beni oğlan sanmıĢtı herhalde ama değildim ve ona yardımcı
olamazdım. Dünya bu, diye düĢündüm, bu dünyanın bin bir
türlü hali vardı. Elindeki demirle birkaç kez dolandı, sonra çıktı
odadan.
Yatağa girdim. Otobüs yolculukları beni her zaman kabız
eder ve uykusuzluk yapar ki, o bende zaten vardır.
Neyse, yaĢlı siyah dıĢarı çıktı ve ben yatağa uzanıp belki
birkaç gün sonra sıçabilirim, diye düĢündüm.
Kapı tekrar açıldı ve içeri çok iyi yapılı biri girdi, diĢi,
dizlerinin üstüne çöküp yer tahtalarını silmeye baĢladı. Silerken
kıçım durmadan çalkalıyor, çalkalıyor, çalkalıyordu.

24 25
"Güzel bir kıza ne dersin?" diye sordu. Sonra uyudum.
"Hayır. Çok yorgunum. Otobüsten yeni indim. Tek isteğim Sabah kalkıp giyindim. Tabii ki giyindim. Ama sıçama-
uyumak." mıĢtım hâlâ. Sokağa çıkıp fotoğraf stüdyosu aramaya baĢladım,
"iyi bir seviĢme uyumana yardımcı olur. Hem de sadece 5 ilk gördüğüm yere girdim.
dolar." "Buyrun, fotoğraf mı çektirmek istiyorsunuz?"
"Çok yorgunum." Nefis bir kızıldı, bana güldü.
"Çok güzel, temiz bir kız." "Böyle bir yüzle neden fotoğraf çektirmek isteyeyim? Gloria
"Nerde bu kız?" Westhaven adında birini anyorum."
"Kız benim." "Gloria Westhaven benim," dedi ve bacak bacak üstüne atıp
Ayağa kalkıp bana baktı. eteğini düzeltti. Ölmeden cennete gidilmez sanıyordum.
"Kusura bakma. Yorgunum, gerçekten." "Neyin var senin?" diye sordum. "Sen Gloria Westhaven
"Sadece 2 dolar." değilsin. Gloria Westhaven ile Los Angeles otobüsünde ta-
"Hayır, kusura bakma." nıĢtım."
DıĢarı çıktı. Birkaç dakika sonra bir erkek sesi duydum. "Nedir onun özelliği?"
"Adama bir Ģey satamadığını mı söylüyorsun? En iyi odamızı "Annesinin bir fotoğraf stüdyosu olduğunu öğrendim. Onu
5 dolara verdik ona ve sen hiçbir Ģey satamadım diyorsun, öyle bulmaya çalıĢıyorum. Otobüste bir Ģey oldu."
mi?" "Otobüste hiçbir Ģey olmadı demek istiyorsun."
"Bruno, denedim! Yemin ederim Bruno, elimden geleni "Onu otobüste tanıdım, inerken gözlerinde yaĢlar vardı. New
yaptım!" Orleans'a kadar gidip, bir sonraki otobüsle geri döndüm. Hiçbir
"Seni pis kancık!" kadm ağlamamıĢtı benim için Ģimdiye kadar."
O sesi tanıyordum. Tokat sesi değildi. Ġyi pezevenklerin çoğu "Belki de baĢka bir Ģeye ağlıyordu."
kızların yüzlerinin moranp ĢiĢmesini istemezler. Ağız ve "Diğer yolcular bana eĢĢeğin biriymiĢim gibi bakana kadar
gözlerden uzak durur, yanağa tokat atarlar. Bru-no'nun ahin ben de öyle düĢünmüĢtüm."
geniĢti anlaĢılan. Kesinlikle baĢa atılan bir yumruk sesiydi "Ve tek bildiğin annesinin bir fotoğraf stüdyosu olduğu
duyduğum. Kız haykınp duvara çarptı ve geri gelirken Bruno öylemi?"
ona bir tane daha çaktı. Kız yumruklar ve duvar arasında 'Tek bildiğim bu."
haykırarak gidip gelirken ben yatağımda gerinip, hayat bazen "Peki, dinle, bu kasabanın en önemli gazetesinin editörünü
ilginç olabiliyor, diye düĢündüm ama pek de duymak tanıyorum."
istemiyordum bunlan. Olacak-lan önceden kestirebilseydim "Bu beni ĢaĢırtmadı," dedim, bacaklanna bakarak.
kızla biraz iĢ tutardım.

26 27
'Tamam, adını ve kaldığın yerin adresini ver bana. Hikâyeyi diye fısıldadı.
ona telefonda anlatırım ama biraz değiĢtirmemiz gerekecek. Bir Etrafıma bakındıktan sonra, evet anlamında yavaĢça baĢımı
uçakta tanıĢtınız anlıyor musun? Havada aĢk. Ve ayrıldınız ve salladım.
birbirinizi kaybettiniz, tamam mı? Ve New Orleans'dan bir Yumruğunu yediğim gibi barmenin gece servisi yaptığı
uçağa atlayıp geldin, tek bildiğin Ģey annesinin bir fotoğraf masaların altında buldum kendimi. Masanın altından çıkıp
stüdyosu olduğu. Kavradın mı? ağzımı bir mendille sildim, kahkahadan kınlan insanlara bakıp
M .... K ..... 'nın sütununda yann sabah okursun. Tamam dıĢan çıktım...
mı?"
Tamam," dedim. Bacaklarına son bir kez bakıp dıĢarı Otele geri döndüğümde içeri giremedim. Kapıya bir gazete
çıkarken o numarayı çeviriyordu. Teksas'ın en büyük 2. veya 3. sıkıĢtınlmıĢtı ve çok az aralıktı.
kasabasındaydım ve kasaba benimdi. En yakın bara girdim... "Hey, kapıyı aç," dedim.
Günün o saati için bir hayli kalabalıktı. Tek boĢ tabureye "Kimsin sen?" diye sordu adam.
oturdum, hayır, iki boĢ tabure vardı ve ikisi de çok iri bir "102 numaradayım. Bir haftalık kiramı ödedim. Adım
adamın iki yanındaydı. 25 yaĢlarında, 1,95 boyundaydı, 130 Bukowski."
kilo vardı rahat. Taburelerden birine oturup bira istedim. Birayı "Çizme giymiyorsun, değil mi?"
dipleyip bir tane daha söyledim. "Çizme mi? O da neymiĢ?"
"ĠĢte içmek diye.buna derim ben," dedi iri genç. "Buraya "Kovboy."
gelen göt oğlanları bir bira söyleyip iki saat otururlar. Senden "Kovboy mu? Nedir o?"
hoĢlandım yabancı. Ne yaparsın ve nerden geldin?" Ġçeri gel," dedi...
"Hiçbir Ģey yapmam," dedim, "ve Kaliforniyalı'yım."
'Yapmak istediğin bir Ģey var mı?" Odama gireli on dakika olmuĢtu ve ağların içindeki yatakta
"Hayır, yok. Sürükleniyorum." yatıyordum. Yatağın tamamı —çatısı olan büyük bir yataktı—
Ġkinci biramın yansını içtim. bir ağ ile çevrelenmiĢti. Ağlan indirmiĢ, etrafımda bu ağlarla
"HoĢlandım senden yabancı," dedi iri çocuk, "sana bir sırrımı yatıyordum. Böyle bir Ģey yaptığım için ib-nemsi
açacağım. Ama çok yavaĢ söylemem gerekiyor, çünkü iri biri hissediyordum kendimi, ama iĢlerin gidiĢatına bakarak kendimi
olmama rağmen korkarım ki sayıca bizden üstünler." baĢka türlü hissedeceğime ibnemsi hisset-sem de olur diye
"Söyle," dedim, ikinci biramı bitirirken. düĢündüm. Yeterince kötü değilmiĢim gibi, kapıda bir anahtar
Ġri genç kulağıma eğildi: 'Teksaslılar boktan herifler," sesi duydum ve kapı açıldı. Bu kez kısa boylu ve geniĢ bir siyah
kızdı, müĢfik bir yüz ve acayip geniĢ bir kıç.
Ve bu geniĢ müĢfik siyah kız benim ibnemsi ağlanmı

28 29
çekiĢtirip, "tatlım, çarĢafların değiĢmesi lazım," dedi. Bir ĢiĢe viskiyle 6 kutu bira alıp otele döndüm ve nihayet
"Ama daha dûn girdim ben bu odaya." sıçtım. Ne coĢkulu bir eylem! Yazı fayda etmiĢti belki de.
'Tatlım, çarĢaf değiĢimini senin programına göre ayar- Ağların içine kuruldum. Telefon çaldı. Dahili telefon. Uzanıp
lamıyoruz. ġimdi küçük pembe kıçım ktmıldat ve iĢimi ahizeyi kaldırdım.
yapmama izin ver." 'Telefonunuz var Bay Bukowski, ...................... gazetesinin
"Hı-hı," dedim, ve yataktan fırladım, çırılçıplak. Hiç tepki editörü. KonuĢacak mısınız?"
vermedi. "Evet," dedim, "alo?" "
"Büyük, güzel bir yatak bu tatlım," dedi, "otelin en iyi odası "Charles Bukowski mi?"
sende." "Evet."
"ġanslıyım herhalde." "Öyle bir yerde ne iĢin var?"
ÇarĢaflan serdi ve muhteĢem kıçını sergiledi. O muhteĢem "Nasıl yani. Burdaki insanları sevdim ben."
kıçım sergiledi ve dönüp, "tamam tatlım, çarĢafların serildi, "Orası kasabanın en berbat genelevi. 15 yıldır bu kasabadan
baĢka bir Ģey?" atmaya çalıĢıyoruz onlan. Nasıl düĢtün oraya?"
"Evet, 12 veya 15 kutu bira iĢime yarar." "Hava soğuktu. Ġlk gördüğüm yere girdim. Otobüsle geldim
"Senin için alırım. Para peĢin." ve hava soğuktu."
Parayı verdim ve geri gelmeyecek diye düĢündüm. 1b-nemsi "Havadan geldin. Hatırlamıyor musun?"
bir hareketle ağlan indirip paranın üstüne uyumaya karar "Hatırlıyorum."
verdim. Ama geniĢ siyah hizmetçi geri geldi ve ağlan tekrar "Peki, bu hanımın kaldığı yerin adresi var bende, istiyor
kaldırdım; oturup bira içtik, konuĢtuk. musun?"
"Kendinden söz et bana," dedim. "Evet, senin için mahzuru yoksa. Tereddüt ediyorsan unut
Güldü ve anlattı. Tabii ki kolay bir hayatı yoktu. Ne kadar gitsin."
içtiğimizi bilmiyorum. Sonunda yatağa çıktı ve hayatımın en iyi "Öyle bir yerde nasıl kaldığını anlayamıyorum bir türlü."
düzüĢlerinden birini verdi bana. "Tamam, sen kasabanın en büyük gazetesinin editörüsün ve
benimle telefonda konuĢuyorsun ve ben bir Tek-sas
Ertesi sabah kalkıp sokağa çıktım, gazeteyi aldım; gerçekten genelevindeyim. ġimdi, her Ģeyi unut gitsin. Kadın ağlıyordu
de ünlü köĢe yazarının sütunundaydım. Adım geçiyordu. iĢte. Kafama takıldı. Ġlk otobüsle terk ederim bu kasabayı."
Charles Bukowski, romancı, gazeteci, seyyah. Havada "Bekle!"
tanıĢmıĢtık, hoĢ kadın ve ben. O Teksas'ta inmiĢ ben de görevim "Neyi bekleyeyim?"
icabı New Orleans'a gitmiĢtim. Ama geri uçmuĢtum, hoĢ kadın
aklımdan çıkmıyordu. Tek bildiğim annesinin bir fotoğraf
stüdyosu olduğuydu.

30 31
"Adresi veriyorum. Sütunu okumuĢ. Satır aralarını da. Bana Küçük, kahverengi bir evdi. YaĢlı bir kadın açtı kapıyı.
telefon etti. Seni görmek istiyor. Nerde kaldığını söylemedim "Charles Bukowski'yi arıyorum," dedim ona. "Hayır, pardon,
ona. Biz Teksashlar misafirperver insanlarız." Gloria Westhaven'i arıyorum."
"Evet. Geçen gün barlarınızdan birindeydim. ÖğrenmiĢ "Ben annesiyim," dedi. "Uçaktaki adam siz misiniz?"
oldum." "Otobüsteki adamım ben."
"îçki de mi içersin?" "Gloria sütunu okudu. Siz olduğunuzu hemen anladı."
"Ġçmek ne kelime, ayyaĢın tekiyim." "iyi. Ne yapıyoruz Ģimdi?"
"Bu hanımın adresini sana vermesem daha iyi olur." "Ah, içeri girin."
"S..tir et öyleyse," dedim ve telefonu kapattım... içeri girdim.
"Gloria," diye bağırdı yaĢlı kadın.
Telefon tekrar çaldı. Gloria içeri girdi, iyi görünüyordu. Teksas'ın sıhhatli
'Telefonunuz var Bay Bukowski ........................gazetesinin kızıllarından biri daha.
editöründen." "Bu tarafa gelin lütfen," dedi. "Ġzin verir misin anne?"
"Bağlayın." Beni yatak odasına aldı ama kapıyı açık bıraktı. Ġkimiz de
"Bakın Bay Bukowski, bu hikâyenin devamına ihtiyacımız oturduk, birbirimize uzak.
var. Bir sürü insan ilgileniyor." "Ne yaparsın?" diye sordu.
"KöĢe yazarına hayal gücünü kullanmasını söyleyin." "Yazarım."
"Bakın, ne iĢ yaptığınızı sormamda bir sakınca var mı?" "Oh! Ne iyi! Nerde yayınlandın?"
"Hiçbir Ģey yapmıyorum." "Henüz yayınlanmadım."
"Otobüslerde seyahat edip genç hanımları mı ağlatırsınız?" "Öyleyse, bir anlamda yazar sayılmazsın."
"Herkes beceremez öyle bir Ģeyi." "Evet, öyle. Ve bir genelevde kalıyorum."
"Bakın, bir riske gireceğim. Size adresi vereceğim. Gidip "Ne?"
görün onu." "Haklısın," dedim, "bir anlamda yazar sayılmam."
"Belki de riske giren benim." "Hayır, ikinci söylediğin?"
Bana adresi verdi. "Oraya nasıl gidileceğini sana anlatmamı "Bir genelevde kalıyorum."
ister misin?" "Genelevlerde mi kalırsın hep?"
"BoĢver, genelevi bulan adresi de bulur." "Hayır."
"Sende pek de hoĢlanmadığım bir yan var," dedi. "Neden askerde değilsin?"
"Unut gitsin. Ġyi bir parça ise seni tekrar ararım." "Psikiyatra takıldım."
Kapattım... "ġaka ediyorsun."
"Etmediğim için mutluyum."

32 33
"DövüĢmek istemiyor musun?" "Bak, sana bir Ģey sorabilir miyim?" dedim.
"Hayır." "Sor," dedi.
"Pearl Harbor'ı bombaladılar." "Neden otobüsten seninle inmemi istedin?"
"Duydum." 'Yüzünle ilgili. Biraz çirkinsin, biliyor musun?"
"Adolph Hitler'e karĢı dövüĢmek istemiyor musun?" "Evet, biliyorum."
"Sanmıyorum. BaĢkalarının dövüĢmesini yeğlerim." "Çirkin bir yüzün var ama aynı zamanda trajik bir yüz. Trajik
"Sen bir korkaksın." yanından ayrılmak istemedim. Acıdım sana, onun için ağladım.
"Evet, öyleyim, birini öldürmek bana zor geldiğinden değil, Yüzün nasıl bu kadar trajikleĢti?"
barakalarda kalmayı sevmem, bir sürü horlayan insan, sonra bir "Aman tanrım," dedim, sonra ayağa kalkıp dıĢarı çıktım.
ahmağın üflediği bir boru sesi ile uyanmak. O, inĢam kaĢındıran Geneleve kadar yürüdüm. Kapıdaki adam beni tamdı.
bok yeĢili kıyafetleri de sevmem; cildim çok hassastır." "Hey, Ģampiyon, nerde ĢiĢirdiler dudağım?"
"Hassas bir yerin olduğuna sevindim." "Teksas'la ilgili bir durum."
"Ben de, ama cildim olmasaydı keĢke." "Teksas mı? Teksas'tan yana miydin yoksa karĢı mı?"
"Belki de cildinle yazmalısın." "Teksas'tan yanaydım tabii ki."
"Sen de yangınla." "Öğreniyorsun, Ģampiyon."
"Çok aĢağılıksın. Ve korkak. Bmlerinin faĢist ordulara dur "Evet, biliyorum."
demesi gerekiyor. BirleĢik Devletler Donanması'nda bir Yukarı çıkıp telefonu açtım Ve santrala gazetenin editörünü
teğmenle niĢanlıyım ve eğer burda olsaydı sana iyi bir sopa bağlamasını söyledim.
çekerdi." "Ben Bukowski, dostum."
"Çekerdi herhalde, ve ben daha da aĢağılık biri olurdum." "Kadınla buluĢtun mu?"
"Kadınların yanında bir beyefendi gibi davranmayı öğ- "BuluĢtum."
renirdin en azından." "Nasıl gitti?"
"Haklısın sanırım. Mussolini'yi öldürsem bir beyefendi olur "iyi, çok iyi. Bir saat kadar düzdüm onu. Sütuncuna söyle."
muyum?" Telefonu kapattım.
'Tabu."
AĢağı inip dıĢarı çıktım ve aynı ban buldum. DeğiĢen bir Ģey
"Hemen katılayım o zaman."
yoktu, iri genç ordaydı yine ve iki yanında boĢ birer tabure.
"Seni istememiĢlerdi, hatırladın mı?"
Oturup iki bira söyledim. Birincisini bir dikiĢte içtim. Sonra
"Hatırladım."
ikincisinin yansını.
Ġkimiz de uzun bir süre konuĢmadan oturduk. Sonra,
"Seni hatırlıyorum," dedi iri genç, "neydi senin mese-

34 35,
len?"
"Cilt. Hassas." Battaniye
"Beni hatırladın mı?" diye sordu.
"Hatırlıyorum seni."
"Hiç geri gelmezsin sanmıĢtım."
"Geldim. Küçük oyununu oynayalım."
"Burda, Teksas'ta oyun oynamayız yabancı."
"Öyle mi?"
'Teksaslılar'ı boktan buluyor musun hâlâ?"
"Bazılarını."
Yine masanın altındaydım. Masanın altından çıkıp doğ-
ruldum ve dıĢarı çıktım. Geneleve yürüdüm.
Ertesi sabah gazete gönül maceramızın baĢarısız olduğunu Son günlerde iyi uyuyamıyorum ama sözünü etmek istediğim
yazdı. Uçağa binip New Orleans'a uçmuĢtum. EĢyalarımı bu değil tam olarak. Uykuya daldığımı sandığım anda olan bir
toparlayıp otobüs terminaline doğru yürüdüm. New Orleans'a Ģey. "Uykuya daldığımı sandığım," diyorum çünkü aynen öyle.
vardım, yasal bir oda tutup vakit öldürdüm. Gazete yazılarını Son zamanlarda giderek daha sık, uyuduğumu hissediyorum
kesip birkaç hafta sakladım, sonra attım. Siz olsanız atmaz ama düĢümde odamı görüyorum, uyuduğumu düĢlüyorum ve
mıydınız? her Ģey yatağa girmeden önce bıraktığım gibi. Yerdeki gazete,
komodinin üstündeki boĢ bira ĢiĢesi, çanağının içinde dönüp
duran tek balığım, saçım kadar bana özel olan bazı Ģeyler. Ve
birçok kez uykuda değilken, yatağa uzanmıĢ, duvarlara bakıp
uykuyu beklerken acaba gerçekten uyanık mıyım yoksa uyuyor
ve odamın rüyasını mı görüyorum, diye düĢünürüm.
Her Ģey ters gidiyor son zamanlarda. Ölümler; kötü koĢan
atlar; diĢ ağrısı; kanama ve diğer sözü edilemeyen ġeyler.
Bazen, daha kötü bir durumda olamam, diye düĢünüyorum.
Ama sonra, en azından bir odan var diyorum. Sokaklarda
değilsin. Sokaklarda olmayı umursamazdım bir zamanlar. ġimdi
tahammül edemiyorum so-

37

36
kaklara. Çok az Ģeye tahammül edebiliyorum artık. Vücuduma mak" isteği duymamamdı. Bir aile istemiyordum, ev iste-
iğneler batınldı, neĢterlendim, ve evet, bombalandım bile... miyordum, saygm bir iĢ istemiyordum. Böyleydim iĢte: en-
yeter artık diyorum genellikle; daha fazlasına katlanamam. telektüel değilim, sanatçı değilim, alelade bir insanı kurtaran
ġimdi olay Ģu: Uyuyup kendimi odamda düĢlediğimde veya köklerden de yoksunum. Arada derede kalmıĢ bir Ģey gibiyim
gerçekten odamda oturmuĢ uyanıkken, bilemiyorum, iĢte o ve sanırım bu da deliliğin baĢlangıcıdır.
sıralar bir Ģeyler oluyor. Dolap kapısının biraz aralık olduğunu Ve ne kadar kabayım! Elimi kıçıma atıp kaĢınıyorum.
görüyorum, oysa biraz önce kapak olduğundan eminim. Sonra Basurum var acayip. Cinsel iliĢkiden daha keyifli. Kanayana
kapının aralığı ile vantilatörün (hava sıcak olduğu için yerde bir kadar kaĢırım, acı beni durmaya zorlayana kadar. Maymunlar,
vantilatörüm var) aynı çizgide olup baĢımı niĢanladıklarını fark goriller yapar bunu. Hayvanat bahçesinde gördünüz mü onları
ediyorum. Ani bir öfke ile yastığımdan uzaklaĢıyorum, öfke hiç kanayan kırmızı kıçları ile?
diyorum çünkü genellikle beni ortadan kaldırmak isteyen bu Ama izin verin devam edeyim. Garipliklere meraklıysanız
Ģeylere okkalı bir küfür sallıyorum. ġimdi sizin, "Çocuk de- size cinayetten söz edeyim. Bu Oda DüĢleri, öyle diyelim
lirmiĢ," dediğinizi duyar gibi oluyorum, gerçekten delir-dim bunlara, birkaç yıl önce baĢladı, tik olduğunda Phila-
belki de. Ama öyle olduğunu sanmıyorum her nedense. Bu delphia'daydım. O sıralar pek çalıĢmıyordum ve kirayı dert
benim lehime çok küçük bir artı, eğer bir artı sayı-labilirse. ettiğim için olmuĢtu belki de. O zamanlar biraz Ģarap ve bira
Ġnsanlarla beraberken kendimi rahatsız hissediyorum. Benden içiyordum sadece, seks ve kumar da tüm güçleri ile
uzak Ģeylerden söz edip, benim duymadığım heyecanlar girmemiĢlerdi kanıma. Bir sokak kadını ile yaĢamama rağmen,
duyuyorlar. Ama kendimi en çok onlarla beraberken güçlü her gece 2 veya 3 değiĢik erkekle beraber olduktan sonra
hissediyorum. ġöyle düĢünüyorum: Onlar bütünün bu küçük benimle seks veya kendi deyimiyle "aĢk" yapmak istemesi
parçaları ile varlıklarını sürdü-rebiliyorlarsa, ben de sürdürürüm. tuhafıma gidiyordu; her Sokak ġövalyesi kadar avarelik etmiĢ,
Ama yalnızken ve kendimi bir tek duvarla, nefes almakla, hapiste yatmıĢ olmama rağmen o değiĢik erkeklerden sonra
tarihle, kendi sonumla kıyaslayabildiğimde bazı tuhaf Ģeyler oraya girmek beni rahatsız ediyordu... beni etkiliyordu ve
olmaya baĢlıyor. AnlaĢılan ben zayıf bir adamım, incil'i zorlanıyordum. "Tatlım," derdi, "seni SEVDĠĞĠMĠ anlamalısın.
denedim, filozofları, Ģairleri, ama bir Ģekilde hepsi hedefi Onlarla hiçbir Ģey değil. Bir kadını ANLAMIYORSUN. Kadın
ĢaĢırmıĢlardı. Tamamen baĢka bir Ģeyden söz ediyorlardı. Ben seni içeri alabilir, orda olduğunu sanırsın ama orda değilsindir
de okumayı kestim uzun süre önce. içki, kumar ve seks biraz iĢe bile. Seni, içime alıyorum." Bu söylediklerinin pek yaran
yarıyordu ve bu yaĢantımda cemiyetin, Ģehrin, ülkenin herhangi olmuyordu. Duvarları yaklaĢtırıyordu sadece. Ve bir gece, düĢ
bir ferdi gibiydim; ancak tek fark, benim "baĢar- görüyor veya görmüyordum, uyandım ve yanımda yatıyordu
(veya uyandığımı düĢlüyordum) etrafıma bakındım ki bir sürü
küçük adam bizi yatağa bağlıyordu, 30-40 taneydiler, gü-

38 39
müĢ renginde bir teli yatağın altından geçirip üstümüze editöre mektuplar, politik sütunlar, küçük ilanlar, ölüm ilanlan
sarıyorlardı. Kadınım huzursuz olduğumu hissetmiĢ olmalıydı. ve gerisi. Bu arada battaniye kımıldamıyor ve ben 3-4 bira
Gözlerini açıp bana baktı. "Sessiz ol!" dedim. "Hareket etme! içiyorum, bazen gün iĢiyor ve uyumak kolaylaĢıyor.
Elektrik verip öldürmek istiyorlar bizi!" "KĠM BĠZE Geçen gece olan oldu. Veya akĢamüstü baĢladı. Uykusuz
ELEKTRĠK VERMEK ĠSTĠYOR?" "Allah kahretsin, sana olduğum için akĢamüstü dört gibi yatağa girdim ve
SESSĠZ ol dedim! Kımıldama!" Bir süre daha çalıĢmalarına izin uyandığımda veya odamı düĢlediğimde, karanlıktı ve battaniye
verdim, uyuyormuĢ gibi yaparak. Sonra tüm gücümle doğrulup boğazıma sarılmıĢtı, beklenen anın bu olduğuna karar vermiĢti!
telleri parçaladım. ġaĢırmıĢlardı. Bir tanesine bir yumruk Bu iĢin gizlisi saklısı yoktu artık! Beni haklamaya kararlıydı ve
salladım ama ıskaladım. Nereye gittiklerini bilmiyorum ama güçlüydü, veya ben güçsüzdüm, düĢte gibi, ve nefesimi
onlardan kurtulmuĢtuk. "Ölümden kurtardım bizi," dedim kesmesini önlemek için tüm gücümü sarfetmek zorunda kaldım,
kadınıma. "Öp beni sevgilim," dedi. ama üstümdeydi yine de, küçük ama güçlü ataklar yapıp beni
hazırlıksız yakalamaya çalıĢıyordu. Alnımdan ter akmaya
Neyse, bugüne dönelim. Sabahlan kalktığımda vücudumda baĢlamıĢtı. Kim inanırdı böyle bir Ģeye? Böylesine lanet bir
izler oluyor, mavi çürükler. Özellikle izlediğim bir battaniye Ģeye kim, nasıl inanırdı? Canlanıp beni boğmaya teĢebbüs eden
var. Bu battaniye ben uyurken canıma okuyor. Uyanıyorum ve bir battaniye? Hiçbir Ģey ilk kez yaĢanmadan inanılır olamaz —
bazen battaniye boğazıma sarılmıĢ oluyor, zor nefes alıyorum. atom bombası veya Ruslar'ın uzaya insan yollaması veya
Hep aynı battaniye. Ama ben bir Ģey yokmuĢ gibi Tann'nın dünyaya inip kendi yarattığı insanlar tarafından
davranıyorum. Bir bira açıyor, yanĢ bültenini alıp çarmıha gerilmesi. Gelmekte olan Ģeylere kim inanır? Son ateĢ
baĢparmağımla aralıyor, yağmur yağabilir mi diye pencereden zerresine? Uzay gemisindeki 8-10 kadın ve erkek, Nuh'un yeni
bakıp her Ģeyi unutmaya çalıĢıyorum. Beladan uzak ve rahat gemisi, insanlığın yorgun tohumunu baĢka bir gezegene ekmek?
yaĢamak istiyorum sadece. Yorgunum. Bir Ģeyler hayal etmek Ve bu battaniyenin beni öldürmeye çalıĢtığına inanacak adam
veya uydurmak istemiyorum. veya kadın nerde? Bir tek kiĢi yok, lanet olsun! Bu da iĢleri
Ama o gece tekrar uyuz etti beni battaniye. Yılan gibi hareket büsbütün zor-laĢtınyordu bir Ģekilde. Kitlelerin hakkımda ne
ediyor. Türlü biçimlere giriyor. Yatağın üstünde açık ve düz düĢündüğü konusunda çok az bir hassasiyetim olmasına
olarak durmayı reddediyor. Ertesi gece de aynı. Kanapenin rağmen, onların battaniye gerçeğini idrak etmesini istiyordum.
önüne, yere fırlatıyorum. Sonra kımıldadığım görüyorum. Tuhaf mı? Nedendi bu? Ve tuhaftır; sık sık intihar düĢünmeme
BaĢımı yana çevirdiğim anda kımıldadığını görüyorum, rağmen, battaniyenin bana yardım etmeye çalıĢması mücadele
inanılmaz bir hızla. Ayağa kalkıp bütün ıĢıklan yakıyorum ve etmeme neden oluyordu.
gazeteyi alıp okumaya baĢlıyorum, ne olursa olsun, son
modalar, kekliği nasıl piĢirirsiniz, bahçelerde bürüyen yabani
otlardan nasıl kurtulursunuz;

40 41
Sonunda mereti yere çaldım ve bütün ıĢıklan yaküm. Bu son Gerçeğin gerçek olabilmesi için EN AZ iki oy gerekiyordu.
verecekti iĢe! IġIK, IġIK, IġIK! YaĢadıkları zamanın ilerisinde olan sanatçılar bunu bilirler,
Ama hayır, ıĢığın altında hâlâ kıpırdayıp birkaç santim deliler ve halüsinasyon görenler de öyle. Bir hayali bir tek sen
ilerlediğini gördüm. Oturup dikkatle izledim. Tekrar kımıldadı. görüyorsan adama ya aziz derler ya da deli.
Yarım metre vardı bu kez. Kalkıp giyinmeye baĢladım, 102 numaralı dairenin kapıĢım çaldım. Mick'in kansı açtı
ayakkabı ve çoraplarımı bulmak için tamamen uyanmıĢ bir kapıyı. "Selam Hank," dedi, "içeri gel."
Ģekilde battaniyenin yanından geçtim. Sonra giyindim ve ne Mick yataktaydı. Her yeri ĢiĢmiĢti, bilekleri normalin iki
yapacağımı bilemedim. Battaniye hareket-sizleĢmiĢti. Bir akĢam misli, karnı hamile bir kadınınki gibiydi. Çok içerdi ve
yürüyüĢü iyi olurdu belki. Evet köĢedeki gazeteci çocuklara karaciğeri iflas etmiĢti. Su doluydu Mick. Askeri Hasta-ne'de
yürüyecektim. O da kötüydü aslında. Mahallenin bütün gazeteci bir oda boĢalmasını bekliyordu.
çocukları entelektüeldiler: G.B. Shaw, O. Spengler ve Hegel "Selam Hank," dedi, "bira getirdin mi?"
okurlardı. Ve gazeteci çocuklar değildiler: 60, 80 veya 1000 "Bak, Mick," dedi kansı, "doktorun ne dediğini biliyorsun:
yaĢındaydılar. Lanet. Kapıyı çarpıp dıĢarı çıktım. Damla yok, bira bile."
Sonra merdivenin basma geldiğimde, bir Ģey baĢımı çevirip "Battaniye ne iĢ?" diye sordu Mick.
koridorun sonuna bakmama neden oldu. Doğru tahmin ettiniz: AĢağı baktım. Battaniye fark edilmeden içeri girebilmek için
Battaniye beni izliyordu, yılammsı hareketlerle, kıvrımlar ve koluma dolanmıĢtı.
önündeki gölgeli kısımda baĢ, ağız, gözler. Size Ģunu "Bende bir sürü var, iĢinize yarar diye düĢündüm."
söyleyeyim, bir dehĢetin dehĢet olduğuna inandığınız anda Kanapenin üstüne fırlattım mereti.
nihayet daha AZ dehĢete düĢersiniz. Bir an için battaniyemi "Bir bira getirmedin mi?"
bensiz, yalnız olmak istemeyen yaĢlı bir köpek gibi düĢündüm, "Hayır Mick."
beni izlemeliydi. Ama sonra bu köpeğin, bu battaniyenin, beni "Bir bira çok iyi gelirdi."
öldürmeye çalıĢtığını hatırladım ve süratle merdivenlerden aĢağı "Mick," dedi kansı.
indim. "Bunca yıldan sonra Ģak diye kesmek kolay değil."
Evet, evet, peĢimden geldi! Ġstediği kadar hızlı hareket ederek "Bir tane olabilir," dedi kansı, "bakkala gidip geleyim."
basamakları indi. Sessiz. Kararlı. "Gerek yok," dedim, "ben gider dolabımdan alınm."
Üçüncü katta oturuyordum. AĢağı izledi beni. Ġkinci kata. Ayağa kalkıp, kapıya doğru yürüdüm, gözüm battaniyenin
Birinci kata. Önce dıĢarı çıkıp koĢmayı düĢündüm ama dıĢarısı üstündeydi. Kıpırdamadı. Kanapeden öylece baktı bana.
çok karanlıktı, geniĢ caddelerden uzak, sessiz ve tenha bir "Hemen dönerim," dedim ve kapıyı kapatüm.
mahalleydi. En iyisi birilerinin yanında olup durumun gerçek Her Ģey kafamda olmalı diye düĢündüm. Battaniyeyi
olup olmadığından emin olmaktı. yanımda taĢımıĢ, beni izlediğini hayal etmiĢtim. însanlar-

42 43
la daha fazla görüĢmeliydim. Dünyam çok dardı.
Yukan çıkıp 4-5 bira aldım, kesekâğıdına koyup aĢağı Karısı 3 ĢiĢe açü, Mick ve ben birer Pall Mall yaktık.
inmeye baĢladım. Ġkinci kattaydım ki bağnĢmalar, küfürler ve "Hey, moruk," dedi, "giderken bu battaniyeyi de götür."
"Ġhtiyacım yok Mick," dedim, "sende kalsın."
bir el silah sesi duydum. Kalan basamakları koĢarak inip 102'ye
daldım. Mick, o ĢiĢik hali ve dumanı tüten .32 bir magnum ile Birasından büyük bir yudum aldı. "Bu allanın cezası Ģeyi
burdan götür!"
ayakta duruyordu. Battaniye ka-napede, bıraktığım yerdeydi.
"Mick, sen delisin!" diyordu karısı. "iyi de, ÖLDÜ değil mi?" diye sordum.
"Haklısın," dedi Mick, "sen mutfağa gider gitmez bu "Nerden bileyim?"
battaniye, Tanrı yardımcım olsun, kapıya doğru gitti. Kapının "Bu battaniye saçmalığına inandığını mı söylemek istiyorsun
Hank?"
tokmağını çevirmeye çalıĢıyordu, dıĢarı çıkmak istedi ama
tokmağı kavrayamadı. Ġlk Ģoktan çıkınca yataktan kalkıp üstüne "Evet, bayan."
yürüdüm ve iyice yaklaĢtığımda tokmaktan sıçradı, gırtlağıma BaĢını geriye doğru atıp güldü, "iki kaçık orospu çocuğu
tanıyorsam, sizlersiniz," dedi. Sonra ekledi, "Sen de içiyorsun
dolanıp beni boğmaya çalıĢtı!"
"Mick biraz rahatsız," dedi karısı, "iğne yapıyorlar. Bazı değil mi Hank?"
Ģeyler görüyor, içerken de bazı Ģeyler görürdü. Hastaneye "Evet, bayan."
"Çok mu?"
yatınca düzelir."
"Bazen."
"Allah kahretsin!" diye bağırdı Mick pijamalarının içinde çok
'Tek istediğim bu allanın cezası battaniyeyi burdan dıĢarı
ĢiĢ, "bu Ģey beni öldürmeye çalıĢtı diyorum, iyi ki magnum
çıkarman!" dedi Mick.
doluydu, dolaba koĢup çıkardım, tekrar üstüme geldiğinde
Biramdan büyük bir yudum alıp keĢke votka olsaydı diye
vurdum onu. Sürünerek uzaklaĢtı. Sürünüp kanapeye çıktı,
geçirdim aklımdan. 'Tamam, dostum," dedim, "battaniyeyi
Ģimdi de orda iĢte. Merminin açtığı deliği görebilirsin. Hayal
istemiyorsan alırım."
filan görmedim."
iyice katlayıp kolumun üstüne koydum.
Kapı çalındı. Yöneticiydi. "Çok fazla gürültü yapıyorsunuz,"
"iyi geceler."
dedi. "Saat 10'dan sonra televizyon ve gürültü yok."
"iyi geceler Hank, ve biralar için teĢekkürler."
Sonra gitti.
Merdivenlerden yukan çıkmaya baĢladım; battaniye çok
Battaniyenin yanına gittim. Gerçekten de bir delik açılmıĢtı.
hareketsizdi. Mermi canına okumuĢtu belki de. Odama girip bir
Battaniye hareketsizdi. Bir battaniyenin can alıcı noktası
sandalyenin üstüne fırlattım. Bir süre oturup izledim onu. Sonra
neresidir?
aklıma bir fikir geldi.
'Tanrım, bir bira içelim," dedi Mick, "ölüp ölmemek
BulaĢık kabını alıp içine biraz gazete kâğıdı doldurdum.
umurumda değil."
Sonra patates soyma bıçağını aldım. Sonra da iskemleye
oturdum. Battaniyeyi kucağıma alıp bıçağı kal-

44
45
dırdım. Ama zordu battaniyeyi kesmek. Ġskemlede oturup dim, hiç. ikinci bardağı içtim ve nerdeyse hiçbir Ģey his-
kalmıĢtım, Los Angeles'ın berbat gece ayazı enseme vuruyordu setmedim. Bir tane daha koymak için mutfağa gittim, bıçağı
ve zordu kesmek. Nasıl bilebilirdim ki? Belki de bir zamanlar yanımda götürmüĢtüm. Bıçağı lavaboya fırlatıp ĢiĢenin
beni sevmiĢ bir kadındı bu battaniye, battaniye kılığına girip kapağını açtım. Lavabodaki bıçağa baktım tekrar. Yan tarafında
benden öç almaya çalıĢıyordu, iki kadın düĢündüm. Sonra tek belirgin bir kan izi vardı.
bir kadını düĢündüm. Sonra mutfağa gidip bir ĢiĢe votka açtım. Ellerime baktım. Elimde kesik olup olmadığını kontrol ettim,
Doktor sert içkilere takılırsam öleceğimi söylemiĢti. Ama isa'nın elleri harikulade ellerdi. Ellerime baktım. Kesik yoktu.
gizliden çalıĢıyordum ona karĢı, ilk gece bir yüksük dolusu. Çizik yoktu. Çentik bile yoktu.
Ertesi gece iki yüksük, derken... Bir bardak doldurdum bu kez. GözyaĢlanmm yanaklarımdan süzüldüğünü hissettim,
Ölüm değildi rahatsız edici olan, hüzün ve meraktı. Gece bacakları olmayan, ağır ve anlamsız Ģeyler gibi sürünerek.
ağlayan bir iki iyi insan. Bir iki iyi insan. Belki de battaniye Deliydim ben. Gerçekten delirmiĢ olmalıyım.
beni ölüme, kendi yanına almaya çalıĢan bir kadmdı veya bir
battaniye olarak beni sevmeye çalıĢıyor, nasıl yapabileceğini
bilemiyordu... veya beni izlemek isteyince kapıdan çıkmasını
engellediği için Mick'i öldürmeye çalıĢmıĢtı? Delilik mi? Neden
olmasın? Ne delilik değildir ki? YaĢam delilik değil mi?
KurulmuĢ oyuncaklar gibiyiz... birkaç kez kuruluyoruz, bitince
güle güle... ve ortalıkta dolanıp varsayımlarda bulunur, planlar
yapar, valiler seçer, çimlerimizi biçeriz... Delilik tabu ki, ne
delilik DEĞĠLDĠR?
Votka bardağını bir dikiĢte içip bir sigara yaktım. Sonra son
kez battaniyeyi elime alıp kestim! Kestim, kestim ve kestim,
nerden kesildiği belli olmayacak kadar küçük parçalara kestim
onu... parçalan bulaĢık kabına koyduktan sonra, kabı pencerenin
yanına yerleĢtirdim ve dumanı üflemesi için vantilatörü
çalıĢtırdım. Kap alev alırken ben mutfağa gidip bir votka daha
koydum. Geri döndüğümde kırmızı ve iyi yanıyordu, eski
Boston cadıları gibi, herhangi bir HiroĢima gibi, herhangi bir
aĢk gibi, bütün aĢkların içinden bir aĢk gibi, ve kendimi hiç iyi
hissetme-

46 47
Cevap almadı.
Blaine kuĢun bacaklarından birini kesmeye baĢladı. Güçlü
Zirveden Notlar erkekler baĢlarını çevirdiler. KuĢa yakın olan birkaçının ellerini
Ģakaklarına bastırıp bakmamaya çalıĢtıklarını gördüm.
"Neyiniz var sizin?" diye bağırdım onlara. "Saçımıza ve
gözümüze sıçmalarından bıktık! Bu kuĢu halledip dama
fırlatacağız ki diğerlerine anlatsın, 'Bu orospu çocuklarının
Ģakaları yok! Yanlarına bile yaklaĢmayın!' desin. Bu güvercin
diğerlerine üstümüze sıçmaktan vazgeçmelerini söyleyecek."
Blaine kuĢu dama fırlattı. ĠĢe yarayıp yaramadığını ha-
tırlayamıyorum Ģimdi. Ama yeri silerken iki kesik kuĢ bacağına
rastladığımı hatırlıyorum. Çok tuhaf görünüyorlardı tek
baĢlarına. Boklarla beraber süpürdüm onları.
Yeni gelenlere güvercin boku temizletirlerdi ve güvercin boku
temizlerken, güvercinler gelir saçma, yüzüne, elbiselerine biraz n
daha sıçarlardı. Sabun falan verilmezdi — sadece su ve fırça ve
zor çıkardı boklar. Daha sonra, saati 3 sentten atölyeye Hücrelerin çoğu aĢın kalabalıktı ve birkaç kez ırkçı
yollarlardı ama yeni gelmiĢsen önce güvercin boku temizlemen ayaklanmalar olmuĢtu. Ama gardiyanlar sadistti. Blaine'i benim
gerekirdi. hücremden alıp, siyahlarla dolu bir hücreye koydular. Blaine
Blaine'in aklına parlak bir fikir geldiğinde ben yanındaydım. içeri girdiğinde siyahlardan biri, "Bu benim göt oğlanım! Evet,
KöĢede, uçamayan bir güvercin görmüĢtü. "Dinle," dedi Blaine, bu adam benim göt oğlanım olacak! Aslında hepimiz istifade
"kuĢların birbirleri ile konuĢtuklarını biliyorum. Bu kuĢa, edebiliriz! Sen mi soyunursun yavrum, yoksa yardıma mı
diğerlerine anlatabileceği bir Ģey yapalım. Onu halledip çatıya ihtiyacın var?" demiĢti.
fırlatalım ki diğerlerine basma ne geldiğini anlatabilsin." Blaine elbiselerini çıkarıp yüzükoyun yere uzanmıĢtı.
'Tamam," dedim. Etrafında dolanıp duruyorlardı.
Blaine gidip kuĢu yakaladı. Elinde küçük, kahverengi bir jilet 'Tanrım! Hayatımda bu kadar ÇĠRKĠN bir kıç deliği gör-
vardı. Etrafına bakındı. Avlunun gölgeli bir köĢe-sindeydi. medim!"
Sıcak bir gün olduğundan mahkûmların çoğu ordaydı. "SertleĢmiyorum Boyer, inan bana sertleĢmiyorum!"
"Ġçinizde bu ameliyat için bana asistanlık yapacak biri var mı "Çürük domatesi andırıyor!"
beyler?" diye sordu Blaine. Hepsi uzaklaĢmıĢ ve Blaine ayağa kalkıp elbiselerini

49
48
giymiĢti. Avluda anlattı bana, "ġansım varmıĢ. Beni par- "HEY, SENĠ" diye bağırdı.
çalayacaklardı!" dedi. Çocuk dönüp bakü.
"iğrenç kıç deliğine Ģükret," dedim. Sears parmağını ona doğru uzatü. "SEN! HARCAYACAĞIM
ULAN SENĠ! HAZIRLIKLI OL, YARIN BĠTĠRECEĞĠM ĠġĠNĠ!
III HARCAYACAĞIM ULAN SENĠ!"
Ned Lincoln ne demek istediğini anlamamıĢü, öylece durdu.
Bir de Sears vardı. Sears'i siyah dolu bir hücreye koydular;
Sears her Ģeyi unutmuĢ gibi baĢka bir mahkûmla sohbete girdi.
Sears etrafına bakmıp en irisini seçti ve onunla dövüĢtü. Adam
Ama unutmadığım biliyorduk. Tarzı buydu. Açıklamasını
ranzasında uzanmıĢ yaüyordu. Sears havaya sıçrayıp iki dizi ile
yapmıĢtı, iĢte o kadar.
çöktü adamın göğsüne. DövüĢtüler. Sears adamı marizledi.
Çocuğun hücresinde kalanlardan biri o gece onunla konuĢtu.
Diğerleri sadece izlediler.
"Hazırlıklı ol evlat, Ģakası yoktur. Kendine bir Ģeyler tedarik
Sears hiçbir Ģeyi umursamıyordu. Avluda bacaklarının
et."
üstüne çömelmiĢ, izmarit içiyordu. Siyahlardan birine baktı.
"Ne gibi?"
Gülümsedi. Dumanı üfledi.
"Musluk kulbunu söküp içindeki demiri asfalta sürterek bir
"Sen benim nerden olduğumu biliyor musun?" diye sordu
ĢiĢ yapabilirsin kendine. Veya iki dolara çok iyi bir ĢiĢ
siyaha.
satabilirim sana."
Siyah cevap vermedi.
Çocuk ĢiĢi satın aldı ama ertesi gün avluya çıkmadı.
'Two Rivers Mississippi," dedi Sears, bir duman çekti, içinde
"Korkuyor küçük bok," dedi Sears.
tuttu sonra bırakıp gülümsedi, bacaklarının üstünde salınarak.
"Ben de korkardım onun yerinde olsaydım," dedim.
"Severdin oraları."
"Sen dıĢarı çıkardın," dedi.
Sonra izmaritini fırlatıp kalktı, avlunun karĢı tarafına doğru
"Ben içerde kalırdım," dedim.
yürüdü.
"Sen dıĢan çıkardın," dedi Sears.
"Doğru, ben dıĢarı çıkardım," dedim. _ Sears ertesi gün duĢta
rv kesti çocuğun nefesini. Kimse bir Ģey görmedi, su ve sabunla
Sears beyazlara da takmıĢtı. Sears'in saçları tuhaftı, kafasına beraber akan taze kanın dıĢında.
yapıĢtırılmıĢ gibi dururlar ve havaya dikilirlerdi, kirli bir V
kırmızı. Yanağının birinde bıçak yarası vardı ve gözleri
yuvarlak, çok yuvarlaktı. Bazı insanlar pes etmezler. Çukur bile onları yola getiremez.
Ned Lincoln 19 yaĢında gösteriyordu ama 22'ydi — ağzı Joe Statz onlardan biriydi. Sürekli çukurdaydı.
açık, kamburca ve sol gözünde yanm perde. Geldiğinin ilk günü
Sears onu avluda fark etti.

50 51
Gardiyanın örnek kötü oyuncusuydu. Joe'yu adam edebilirse
diğerlerini daha iyi kontrol edebilecekti. îçki Ortağı
Bir gün gardiyan iki adamını yanma alıp çukurun kapağını
açtı ve dizlerinin üstüne çökerek bağırdı:
"JOE! JOE, YETTĠ MĠ? ÇIKMAK ĠSTĠYOR MUSUN JOE, UZUN
BĠR SÜRE GELMEYECEĞĠM BURAYA!"
Yanıt gelmedi.
"JOE! JOE! DUYUYOR MUSUN BENĠ!"
"Evet, duyuyorum."
"CEVABIN NEDĠR JOE?"
Joe çiĢ ve bok dolu kovayı kaptığı gibi gardiyanın yüzüne
fırlattı. Gardiyanın adamları çukurun kapağını kapattılar.
Bildiğim kadarıyla Joe hâlâ orda, canlı veya ölü. Gardiyana «Jeffi Flower Sokağı'nda bir yedek parçacıda çalıĢırken
yaptığı, mahkûmlar arasında yayıldı. Joe'yu düĢünürdük, daha tanımıĢtım, belki de Figueroa Sokağı'ydı, ikisini hep karıĢtırırım.
çok geceleri. Neyse, ben gelen parçalardan sorumluydum, Jeff daha çok ayak
iĢlerine bakardı. Eski parçalan boĢaltır, yerleri süpürür, helaya
VI tuvalet kâğıdı filan koyardı. Ülkenin muhtelif yerlerinde bu tip
iĢler yaptığım için kü-'çümsemem bu adamları. Beni nerdeyse
DıĢarı çıktığımda, diye düĢünürdüm, bir süre bekleyeceğim, mahvetmiĢ bir kadınla iliĢkimi yeni bitirmiĢtim. Yeni bir iliĢki
sonra geri dönüp dıĢardan bakacağım buraya ve orda neler olup istemiyordum, at yarıĢları, otuzbir ve içki ile dolduruyordum
bittiğini tamamen bilmiĢ olacağım, ve o duvarlara uzun bir süre boĢluğu. Samimiyetle, böyle takıldığım zamanlar hep daha
bakıp bir daha asla buraya girmemeye yemin edeceğim. mutlu olmuĢ, bu dönemlerde kadınlara son vermeyi dü-
Ama çıktıktan sonra hiç dönmedim oraya. Hiç bakmadım ĢünmüĢümdür, tövbe, asla, demiĢimdir kendi kendime. Tabii ki
dıĢardan. Kötü bir kadın gibiydi. Geri dönmenin fay-dası biri çıkıverirdi — seni avlarlardı, ne kadar ilgisiz olursan ol.
yoktur. Bakmak bile istemezsin. Ama ondan söz edebilirsin. O Sanırım gerçekten ilgisiz olduğun zamanlar yapıĢırlardı yakana,
kolay. Ben de biraz öyle yaptım bugün. Kolay gelsin arkadaĢım seni bunalıma sokmak için. Kadınlar yapar bunu; erkek ne kadar
sana, içerde veya dıĢarda. güçlü olursa olsun bunu baĢarırlar. Ama neyse, Jeffi tanıdığımda
durumum buydu —kadınsız— ve iliĢkimizin hiçbir homoseksüel
yanı yoktu. ġanslarına güvenerek yaĢayan, seyahat eden, kadın-

53
52
larm yaktığı iki adam. Hatırlıyorum, bir keresinde The Green bah.
Light'ta oturmuĢ bira içiyordum, masadaydım, at yarıĢları "BaĢka yolu yok," dedi, "unutmak gerek."
sonuçlarını okuyordum ve bir grup insan konuĢurken kulağıma "Haklısın galiba," dedim, "tımarhaneye düĢmektense
Ģöyle bir Ģey geldi, "Evet, Küçük Flo fena yaktı Bukowski'yi. akĢamdan kalmak yeğdir."
Fena yaktı seni değil mi Bukowski?" O gece iĢten sonra yakın bir bara gittik. Benim gibiydi,
BaĢımı kaldırdım. Gülüyorlardı. Ben gülmedim. Biramı yemek düĢünmüyordu, erkekler yemeği düĢünmez. Aslında,
kaldırıp, "Evet," dedim, sonra bir yudum alıp masaya koydum fabrikanın en güçlü erkeklerindendik ama hiç durup
tekrar. düĢünmezdik bunu. Yemek sıkıcıydı iĢte. Barlardan da bayağı
BaĢımı tekrar kaldırdığımda genç bir siyah kız elinde birası sıkılmıĢtım o dönem — onlan cennete götürecek kadının içeri
ile masamdaydı. "Bak moruk," dedi, "bak moruk..." girmesini bekleyen geri zekâlı yalnız erkekler sürüsü. En can
"Merhaba," dedim. sıkıcı iki kalabalık, at yarıĢları kalabalığı ve bar kalabalığıdır.
"Bak moruk, bu Küçük Flo'nun canım sıkmasına izin verme, Erkekler özellikle. Sürekli kaybeden ve durup toparlanamayan
izin verme seni parçalamasına. Toparlanabilirsin." kerizler. Ve ben tam or-talanndaydım. Jeff iĢimi
"Biliyorum toparlanabileceğimi. Vazgeçmek gibi bir niyetim kolaylaĢtırıyordu. Demek istediğim, bu tarz onun için henüz
yok." yeniydi ve heyecan duyuyordu, nerdeyse gerçekmiĢ gibi
"Güzel. Sadece çok üzgün görünüyordun, öyle üzgün yaĢıyordu, sanki aldığımız iki kuruĢu içkiye, kumara, ucuz
görünüyordun ki." odalara harcamıyor da anlamlı bir Ģeyler yapıyormuĢuz gibi;
'Tabii, üzgünüm, içime iĢledi, kanıma. Ama geçer. Bira?" sürekli iĢten kovuluyor, iĢ arıyor, kadınlar tarafından
"Evet. Ama benden." yakılıyorduk ve cehennemdeydik sürekli, ama
O gece bana gidip seviĢtik ama kadınlara veda ettim onunla umursamıyorduk. Hiçbir Ģeyi.
— 14 veya 18 ay kadar sürdü. PeĢine düĢmezsen böyle "Dostum Gramercy Edwards ile tanıĢmanı istiyorum," dedi.
dönemler yaĢayabilirsin. "Gramercy Edwards?"
Her gece iĢten sonra içiyordum, evde, tek baĢıma, hafta "Evet, Gram dıĢarda olduğundan çok içerdedir."
sonları at yarıĢlarına da biraz param kalıyordu, hayat sadeydi ve "Kodes mi?"
fazla acı çekmiyordum. Belki yaĢamak için fazla bir neden "Kodes ve tımarhane."
yoktu ama acı çekmemek yeterli bir neden sayılmalı. Jeff i "Ġlginç. Gelmesini söyle."
görür görmez nasıl biri olduğunu anladım. Benden genç 'Telefon edeceğim, çok sarhoĢ değilse gelir..."
olmasına rağmen, kendimin bu genç modelini tamdım.
"Acayip akĢamdan kalmasın evlat," dedim ona bir sa- Gramercy Edwards bir saat sonra geldi. Neyse ki o zamana
kadar durumu daha iyi kontrol edebilecek bir du-
54
55
ruma gelmiĢtim, çünkü Gramercy Edwards kapıdan içeri girdi Ve bıçağı saplayıp bir dörtgen kesti. Sonra 4 parçaya ayırdı
— ıslahane ve hapisane kurbanı. Gözleri yukarı doğru dörtgeni.
yuvarlanıp duruyordu, beyninin içine bakıp ters giden Ģeyin ne Tannm," dedi Jeff.
olduğunu görmek ister gibi. Üst-baĢ paçavra, pantolonunun Her yer kana bulanmıĢtı. Jeff buldoğu yere bıraktı. Buldog
yırtık cebinde bir ĢiĢe büyük Ģarap. Korkunç kokuyordu ve kıpırdamadı. Yürüdük.
ağzında sarılmıĢ bir sigara vardı. Jeff bizi tanıĢtırdı. Gram Ģarap "Hehehehe," diye güldü Gramercy, "o orospu çocuğu
ĢiĢesini cebinden çıkarıp bana ikram etti. Aldım. KapanıĢa kadar kimseyi rahatsız edemeyecek artık."
içtik. "Ġğreniyorum sizden," dedim. Odama çıkıp zavallı köpeği
Sonra Gramercy'nin oteline doğru yürüdük. O günlerde, düĢündüm. Jeffe kızgın kaldım birkaç gün, sonra unuttum...
sanayi bölgeyi istila etmeden önce, yoksullara oda kiralayan
eski evler vardı ve bu evlerden birinin sahibesi, kıymetli Gramercy ile karĢılaĢmadım bir daha ama Jeff ile içmeye
mülkünü koruması için buldog köpeğini geceleri salardı. Orospu devam ettim. Yapacak baĢka bir, Ģey yok gibiydi.
çocuğunun hiç Ģakası yoktu: Birçok sarhoĢ gecemde ödümü Her sabah iĢe hasta gidiyorduk... Bize özel bir Ģakaydı. Her
patlatmıĢtı, yolun hangi yanının onun hangi yanının benim gece tekrar sarhoĢ oluyorduk. Yoksul adam baĢka ne yapabilir?
olduğunu öğreninceye kadar. Onun istemediği yanı ben Kızlar alelade iĢçileri kovalamaz, doktorların, bilim
seçmiĢtim. adamlarının, avukatların, iĢadamlarının filan peĢindedirler.
'Tamam," dedi Jeff, "bu gece haklayacağız o orospu ço- Onlar iĢlerini bitirdikten sonra sıra bize geliyordu ve artık kız
cuğunu. Bak Gram, yakalamak benim iĢim. Eğer yakala- değildiler — bize kullanılmıĢ, deforme, hasta ve kaçıklar
yabilirsem gerisi sana kalıyor." düĢüyordu. Bir süre sonra ıskartaları al-maktansa
"Sen onu yakala," dedi Gram, "çelik yanımda. Yeni bi- vazgeçiyordun. Veya vazgeçmeye çalıĢıyordun, içkinin yaran
leylettim." oluyordu. Jeff barları seviyordu, ben de ona takılıyordum. Jeff
Yürüdük. Kısa bir süre sonra bir hırıltı sesi duyduk ve buldog in problemi içtiği zaman kavga çıkarmayı sevmesiydi. Bana
bize doğru geliyordu. But diĢlemekte ustaydı. Bekçilikte üstüne bulaĢmıyordu neyse ki. Ġyi dövüĢüyor, yumruktan kaçmasını iyi
yoktu. Kendinden çok emin bir Ģekilde bize doğru geliyordu. biliyordu, ve güçlüydü, belki de Ģimdiye kadar tanıdığım en
Jeff nerdeyse üstümüze gelene kadar bekledi, sonra yan dönüp güçlü adamdı. Kabadayı değildi ama birkaç tane yuvarladı mı
köpeğin üstüne atladı. Köpek kaydı ve hemen geri döndü ama çıldınyordu. Bir gece üç kiĢiyi hakladığına Ģahit oldum. Ara
Jeff sıçrayıĢının altından kaçarken yakaladı onu. Kolunu sokakta yere serdiği üç kiĢiye bakıp ellerini cebine sokmuĢ,
buldoğun ön bacaklarının altından dolayıp ayağa kalktı. Buldog sonra bana bakıp, "Hadi gidip bir Ģeyler içelim," demiĢti.
çaresiz bir Ģekilde hırlayıp kıvranıyordu, kamı açıkta kalmıĢtı. Sözünü edip kasılmamıĢtı.
"Hehehehe," diye güldü Gramercy, "hehehehe!"

56 57
Cumartesi akĢamlan en iyi akĢamlardı tabii ki. Pazar günleri Ayağa kalkıp merdivenlere doğru koĢtu. Jeff peĢinden koĢup
akĢamdan kalmalığımızı üstümüzden atabiliyorduk. Genellikle onu yakaladı, çevirdi ve "AĢağı inmene yardımcı olayım," dedi.
yine sarhoĢ olup tazeliyorduk akĢamdan kalmalığımızı ama hiç Sonra çenesine bir yumruk attı ve kadm merdivenlerden
olmazsa pazar sabahı o durumda, köle maaĢı ile çalıĢtığımız, bir aĢağı yuvarlandı. Midem bulanmıĢtı. Köpekli gece kadar
gün kovulacağımız veya ayrılacağımız iĢimize gitmek zorunda korkunçtu.
değildik. "Aman tanrım Jeff! Hamile bir kadım merdivenlerden aĢağı
O cumartesi akĢamı Green Light'ta oturuyorduk ve sonunda yuvarladın! Bu ödlekçe ve aptalca! iki kiĢiyi öldürmüĢ
karmmız acıktı. Çinli'nin yerine yürüdük, oldukça klas ve temiz olabilirsin! Acayip saldırgan oluyorsun, neyi ispatlamaya
bir yerdi, ikinci kata çıkıp arkalarda bir masaya oturduk. Jeff çalıĢıyorsun?"
sarhoĢtu ve lambayı devirdi. Büyük bir gürültü ile kırıldı lamba. "Kes sesini," dedi Jeff, "yoksa sen de yiyeceksin bir tane!"
Herkes baktı. BaĢka bir masaya servis yapan Çinli garson bize Jeff delicesine sarhoĢtu, merdivenin baĢında durmuĢ,
özellikle memnuniyetsiz bir Ģekilde baktı. sallanıyordu. AĢağıda kadının etrafına toplanmıĢlardı. Hâlâ
"Sakin ol," dedi Jeff, "hesaba ilave et. Öderim." hayatta görünüyordu, bir yerleri kırılmamıĢtı ama bebeğin
Hamile bir kadın Jeff e bakıp duruyordu. Yaptığından ötürü durumunu bilmeye imkân yoktu. Bebeğe bir Ģey olmamasını
çok mutsuz olmuĢ gibi bir hali vardı. AnlayamamıĢtım. O kadar ümit ettim. Sonra kocası tuvaletten çıktı ve karısını gördü. Ona
da vahim bir Ģey değildi. Garson bize servis yapmak olanları anlatıp Jeff i iĢaret ettiler. Jeff dönüp masaya doğru
istemiyordu, veya bizi bekletiyordu ve bu hamile kadın bize yürüdü. Kadının kocası basamakları roket gibi çıktı, iri bir
bakmayı sürdürüyordu. Jeff iğrenç bir suç iĢlemiĢti sanki. adamdı, Jeff kadar iri ve onun kadar genç. Jeff e kızmıĢtım, onu
"Ne var güzelim? Biraz aĢk mı istiyorsun? Arka kapıda uyarmadım. Adam arkadan Jeff in üstüne saldırıp boyunduruğa
bekleyeyim seni istiyorsan. Yalnızlık mı çekiyorsun yavrum?" aldı. Jeff nefessiz kaldı ve yüzü kıpkırmızı oldu ama yüzünde
"Kocamı çağıracağım. AĢağıya, tuvalete indi. Çağıracağım bir tebessüm vardı, tebessüm belirmiĢti yüzünde. Kavga etmeye
onu. Gidip getireceğim. O sana gösterir!" bayılıyordu. Bir eli ile adamın kafasını kavradı sonra diğer elini
"Neyi gösterecek?" diye sordu Jeff, "pul koleksiyonunu mu? de kullanarak adamı yere paralel bir konuma getirdi. Jeff adamı
Yoksa kelebek koleksiyonunu mu?" merdivenlere doğru götürürken adam hâlâ Jeff in boğazım
"Gidip çağıracağım onu! ġimdi!" sıkıyordu. Jeff merdivenlerin baĢında durdu ve adamı üstünden
"Hanımefendi," dedim, "lütfen yapmayın. Kocanıza ihti- fırlattı. Adamı havaya kaldırıp boĢluğa fırlattı. Adamın
yacınız vardır. Lütfen yapmayın hanımefendi." yuvarlanması kesildiğinde hiç hareket etmedi. Ordan toz olmayı
'Yapacağım," dedi, "yapacağım." düĢünmeye baĢ-

58 59
lamıĢtım. Bir düzine adamsınız, allah kahretsin! Bir insanı hareketsiz
Sonra birtakım Çinliler aĢağıda dolanmaya baĢladı. KoĢuĢup tutmayı beceremez misiniz? Sıkı tutun! Sıkı!"
birbirleri ile konuĢuyorlardı. AĢçılar, garsonlar, patronlar. Sonra Yapamıyorlardı. Jeff yuvarlanıp sallanıyordu. Tükenmek
koĢarak yukarı çıkmaya baĢladılar. Ceketimin cebinde bir cep bilmeyen bir gücü vardı. Vazgeçip tekrar masaya döndüm, bir
viskisi vardı, masaya oturup eğlenceyi izlemeye karar verdim. yudum daha aldım. BeĢ dakika kadar devam etü.
Jeff onları merdivenin baĢında karĢılayıp bir yumrukla aĢağıya Sonra Jeff birden hareketsiz kaldı. Kıpırdamıyordu. Çinliler
yolluyordu. Sayıları giderek artıyordu. Bu kadar Çinli nerden onu tutup izlemeye devam ettiler. Ağlama sesleri duydum. Jeff
çıkmıĢtı bilemiyorum. Sayıca bu kadar fazla oluĢları Jeff i ağlıyordu! YaĢlar akıyordu yüzünden. Yüzü bir göl gibi
geriletmiĢti, odanın ortasında durmuĢ onları yere seriyordu. Jeff panldıyordu. Sonra haykırdı, ulurcasına — tek kelime:
e yardım ederdim ama köpeği ve hamile kadını düĢündükçe "ANNE!"
orda oturup içkimi içiyor, izliyordum. O anda sirenleri duydum. Ayağa kalkıp, yanlarından geçtim
Nihayet iki tanesi Jeffe arkadan sarıldılar, bir diğeri kolunu ve aĢağı yürüdüm. Yan yolda polislerle karĢılaĢtım.
yakaladı, baĢka biri bacağını, biri de boynunu. Bir kannca 'Yukarda memur bey! Acele edinl"
sürüsünün bir örümceği aĢağı indirmesine benziyordu. Sonra YavaĢça ön kapıdan çıktım. Sonra bir ara sokağa saptım, ve
yere çökerttiler, onu yerde tutmaya çalıĢıyorlardı, hareket koĢmaya baĢladım. BaĢka bir sokağa çıktığımda ambulans
etmesini engellemeye. Dediğim gibi, ömrümde gördüğüm -en sirenlerini duyabiliyordum. Odama gidip, perdeleri çektim ve
güçlü adamlardan biriydi. Onu yere yapıĢtırmıĢlardı ama hareket ıĢığı söndürdüm. ġiĢeyi yatakta bitirdim.
etmesini engelleyemi-yorlardı. Arada sırada Çinliler'den biri Pazartesi günü Jeff iĢe gelmedi. Salı günü Jeff iĢe gelmedi.
görünmez bir gücün etkisi altındaymıĢçasına havalanıp ÇarĢamba da. Neyse, onu bir daha görmedim. Ha-pisanelere de
uçuyordu. Tekrar üstüne atlıyorlardı. Onu yakalamıĢlardı ama bakmadım.
yapabilecekleri bir Ģey yoktu. Mücadele edip duruyordu ve Bir süre sonra devamsızlıktan kovuldum ve Ģehrin batısına
Çinliler vazgeçmemesinden ötürü çok mutsuz görünüyorlardı. taĢındım. Sears-Roebuck'ta bir depo iĢi buldum. Sears-
Bir yudum daha alıp ĢiĢemi cebime soktum, kalkıp yanlarına Roebuck'taki çocuklar akĢamdan kalmıyorlardı, terbiyeliydiler,
gittim. narindiler. Hiçbir Ģey rahatsız etmiyordu onları. Yemeğimi
"Hareketsiz tutabilirseniz iĢini bitirebilirim," dedim, "daha yalnız yiyip, onlarla çok az konuĢuyordum.
sonra canıma okuyacak ama baĢka yolu yok." Jeff iyi bir insan değildi sanınm. Çok hata yapıyordu, vahim
Çömelip göğsüne oturdum. hatalar, ama ilginç biriydi gerçekten, yeterince il-
"Hareket etmesin! ġimdi baĢım tutun! Bu Ģekilde, hareket
ederken vuramam ona! Allah kahretsin, sıkı tutun!
6i

60
ginç. ġimdi hapistedir herhalde veya birileri onu öldürmüĢtür.
Bir daha onun gibi bir içki ortağı bulamayacağım. Herkes DüĢkünler KoğuĢunda YaĢam ve Ölüm
uyuyor, akılları baĢlarında ve olmaları gerektiği gibiler. Arada
sırada onun gibi gerçek bir orospu çocuğuna ihtiyaç duyuyor
insan. Ama Ģarkıda dedikleri gibi — Nereye gitti herkes?

Ambulans doluydu ama yukarda bir yer buldular bana ve yola


koyulduk. Ağızdan kan kusuyordum, bol miktarda ve akımdaki
insanların üstüne kusacağımdan korkuyordum. Sireni dinleyerek
yol alıyorduk. Uzaktan geliyormuĢ gibiydi, bizim ambulanstan
gelmiyordu sanki. Belediye hastanesine gidiyorduk, hepimiz.
Yoksullar. DüĢkünler. Hepimizin bir yerlerinde bir Ģeyler vardı
ve bazılarımız geri dönmeyecekti. Tek ortak yanımız yoksul
oluĢumuz ve fazla bir Ģansımız olmayıĢıydı. IstiflenmiĢtik. Bir
ambulansın bu kadar insan alabildiğini bilmiyordum.
'Tanrım, yüce Tanrım," dediğini duydum altımdaki siyah
kadmm, "BENĠM baĢıma böyle bir Ģey gelebileceğini
düĢünmemiĢtim hiç! Asla düĢünmedim yüce Tanrım..."
Ben aynı duygulan taĢımıyordum. Uzun bir süredir oy-
naĢıyordum ölümle. Çok iyi dost olduğumuzu söyleyemem ama
birbirimizi iyi tanıyorduk. O gece çabuk davranıp epey
yaklaĢmıĢtı bana. Uyanlar almıĢtım: mideme kılıç
batinyorlarmıĢ gibi sancılar ama ihmal etmiĢtim. Dayanıklı biri
olduğumu düĢünmüĢtüm, acı benim için ta-

62 63
lihsizlikti. ÖnemsememiĢtim. Sancılarımın üstüne viski içip oynamıyorlardı bile. Ve hiç acele etmezler. ĠnĢam sakin-leĢtiren
iĢimi sürdürmüĢtüm. ĠĢim sarhoĢ olmaktı. Viski açtı baĢıma bir tavırdı bu ama onların amacı sizi sakinleĢtirmek değildi.
bunu; Ģarapla yetinmeliydim. Artık bıkmıĢlardır ve ölüp ölmediğin umurlarında değildir,
Ġçerden gelen kan, o parmak kesiğinden akan berrak kırmızı uçtuğun veya osurduğun bile. Hayır, osur-mamanı yeğlerler.
değildir. Ġçten gelen kan, mor, nerdeyse siyahtır ve berbat Sonra bir asansördeydim ve kapı, karanlık bir bodrumu
kokar, boktan daha berbat. Bize hayat veren sıvı, bira andıran bir yere açıldı. DıĢarı çıkardılar beni tekerlekli yatakta.
sıçmığından daha berbat kokar. Bir yatağa yerleĢtirip gittiler. Birden bir hademe çıktı ve bana
Tekrar kusacak gibi olduğumu hissettim. Yediğiniz bir Ģeyleri küçük beyaz bir hap verdi.
kusmaktan farklı değildi bu duygu, kan geldiğinde insan biraz "Âl bunu," dedi. Hapı yuttum, bana bir bardak su verdi ve
rahatlıyordu. Ama sadece bir yanılsamaydı bu... her ağız dolusu kayboldu. Uzun zamandır bu kadar Ģefkat göstermemiĢti kimse
insanı Ölüm Baba'ya biraz daha yaklaĢtırıyordu. bana. Arkama yaslanıp etrafımı inceledim. 8 veya 10 yatak
"Ah Tanrım, Tanrım, hiç aklıma gelmezdi..." vardı, hepsinde erkek Amerikalılar yatıyordu. Hepimizin teneke
Kan geldi ve ağzımda tuttum. Ne yapacağımı bilemiyordum. kovada suyu ve komodinimizin üstünde bir bardağı vardı.
Bulunduğum yerden aĢağıdaki dostlarımı fena halde ÇarĢaflar temizdi. Çok karanlıktı orası ve soğuk, bir apartman
ıslatabilirdim. Kanı ağzımda tutup ne yapacağımı düĢündüm. dairesinin kileri gibi. Tek bir ampul yanıyordu, çıplak.
Ambulans bir köĢe döndü ve kan ağzımın kenarlarından Yanımızdaki yatakta çok iri biri yatıyordu, yaĢlıydı, 55 gibi,
sızmaya baĢladı. Ġnsan ölürken bile edepli olmak zorundaydı. ama azmandı; cüssesinin büyük kısmı yağdı, ancak çok güçlü
Kendimi toparlayıp yuttum kanı. Ġğrençti. Ama problemi bir görünümü de vardı. Yatağına bağlanmıĢtı. Dümdüz tavana
halletmiĢtim. Bir sonrakini sallayabileceğim bir yere çabuk bakıp konuĢuyordu.
varmayı ümit ettim sadece. "... ve öyle hoĢ bir çocuktu ki, öyle temiz ve hoĢ, iĢe ihtiyacı
Gerçekten ölümü düĢünmüyor insan; tek düĢüncem Ģuydu:
olduğunu söyledi, ben de 'görünümün hoĢuma gitti, iyi bir
Bu çok rahatsız edici bir durum, olayları kontrol edemiyorum
ızgara aĢçısına ihtiyacımız var, iyi ve namuslu birine, ve
artık. Seçimlerinizi kısıtlayıp itip kakıyorlardı insanı.
namuslu yüzü gördüm mü tanırım evlat, karakteri okurum, ben
Ambulans nihayet hastaneye vardı, bir masanın üstündeydim
ve kanınla çalıĢ, kendine ömür boyu bir iĢ buldun evlat...'
ve bana sorular soruyorlardı: dinim neydi? nerde doğmuĢtum?
dedim, 'Olur efendim,' dedi, aynen böyle söyledi, iĢe alındığı
daha önceki ziyaretlerimden belediyeye borcum var mıydı? ne
için mutlu olmuĢtu ve dedim ki, 'Martha, iyi bir çocuk bulduk,
zaman doğmuĢtum? annem babam sağ mıydı? evli miydim?
temiz ve iyi biri, diğer orospu çocukları gibi kasayı
bildiğiniz Ģeyler. Ġnsanla hiçbir Ģeyi yokmuĢ gibi konuĢurlar; her
tırtıklamayacak.' Gidip özel bir fiyata tavuk aldım, çok hesaplı.
an ölebilirsin endiĢesini
Martha tavukla çok çeĢit-

64 65
li Ģeyler yapabilir, iĢ tavuğa gelince elleri sihirlidir. Albay
para etmez ödlek orospu çocuğu, lanet parayı alıp kaçtı, o
Sanders eline su dökemez. Çıkıp hafta sonu için 20 tavuk satın
çocuk..."
aldım. Ġyi bir hafta sonu olacaktı, tavuk spesiyal. 20 tavuk aldım
Sonra bağırdı. Birçok insanın bağırdığına Ģahit olmuĢtum
gidip. Albay Sanders'in mesleğini elinden alacaktık, iyi bir hafta
ama hiçbiri böyle bağırmamıĢtı. KayıĢları koparacaktı nerdeyse.
sonu 200 dolar net kâr bırakabilirdi. Çocuk tavukları yolup
Yatak yerinden oynadı, duvarlar bağırıĢı bize geri yansıttı.
temizlememize bile yardımcı oldu, kendi zamanından feda
Adam tam bir ısürap içindeydi. Kısa bir bağırıĢ değildi. Bir
ederek. Martha ve ben çocuksuzduk. Giderek seviyordum
türlü kesilmedi. Sonra durdu. Biz, 8 veya 10 Amerikan erkeği,
çocuğu. Neyse, Martha arka tarafta tavukları piĢirdi, bütün
hasta, yataklarına uzanmıĢ, sessizliğin tadını çıkardık.
tavuklar hazırdı... 19 değiĢik tarzda tavuk yapmıĢtı, kıçımızın
Sonra tekrar konuĢmaya baĢladı. "Öyle iyi bir çocuktu ki,
deliğinden tavuk çıkacaktı nerdeyse. Çocuğun tek yapması
görünümü hoĢuma gitmiĢti. Ömür boyu bir iĢi olduğunu
'gereken, hamburger, stek gibi diğer Ģeyleri kızartmaktı. Tavuk
söylemiĢtim. Komik espriler yapıyordu, yanında olmak
hazırdı. Ve allah için iyi bir hafta sonuydu, cuma akĢamı,
keyifliydi. Gidip 20 tavuk aldım. 20 tavuk, iyi bir hafta sonunda
cumartesi ve pazar. Çocuk çok iyi çalıĢıyordu, ve iyi huyluydu.
200 dolar kaldırabilirsiniz. 20 tavuğumuz vardı. Çocuk bana
Yanında olmaktan zevk duyuyordunuz. Çok komik espriler
Albay Sanders diyordu..."
yapıyordu. Bana Albay Sanders diyordu, ben de ona oğlum
Yatağımdan dıĢan eğilip bir ağız dolusu kan kustum...
diyordum. Albay Sanders ve Oğlu, buyduk biz. Cumartesi
akĢamı kapattığımızda hepimiz yorgun ama mutluyduk. Tek
Ertesi gün bir hemĢire gelip tekerlekli bir yatağa yatmama
parça tavuk bile kalmamıĢtı. Acayip dolu olmuĢtuk, boĢ masa
yardımcı oldu. Hâlâ kan kusuyordum ve güçsüzdüm. Beni
bekleyenler, görülmemiĢtir böyle bir Ģey. Kapıyı kapattım ve bir
asansöre soktu.
ĢiĢe viski çıkardım, hepimiz orda yorgun ve mutlu oturup birkaç
Teknisyen makinesinin arkasına geçti. Göbeğime bir sivri uç
tane içtik. Çocuk bulaĢıkları yıkayıp yerleri süpürdü. 'Tamam
dayayıp orda durmamı söylediler. Çok güçsüz hissediyordum
Albay Sanders, sabah kaçta tekmil veriyorum?' dedi.
kendimi.
Gülümsüyor-du. 'Sabah 6.30,' dedim ona ve kepini alıp gitti.
"Ayakta duramayacak kadar güçsüzüm," dedim.
'MüthiĢ iyi bir çocuk bu, Martha,' dedim ve paraları saymak için
"Sadece dur," dedi teknisyen.
kasaya gittim. Kasa BOġTU! Ve diğer iki günün hasılatının
"Durabileceğimi sanmıyorum," dedim.
içinde olduğu puro kutusu gitmiĢti, onu da bulmuĢtu. Öyle temiz
"Kımıldama," dedi.
pak bir çocuk... anlayamıyorum... ömür boyu çalıĢabileceğini
Arkaya doğru yavaĢça düĢmeye baĢladığımı hissettim.
söylemiĢtim ona, öyle demiĢtim. 20 tavuk... Martha tavuklarını
"DüĢüyorum," dedim.
iyi bilir... Ve o çocuk, o beĢ
"DüĢme," dedi.
"Kımıldama," dedi hemĢire.

66 67
rosto ile yan haĢlanmıĢ havuç ve yan püre halinde patates teklif
Sırt üstü düĢtüm. Lastik gibi hissettim kendimi. Yere etmiĢti. Reddettim. BoĢ bir yatağa ihtiyaçları olduğunu
çarptığımda hiçbir Ģey hissetmemiĢtim. Çok hafifmiĢim gibi biliyordum. Neyse, sıçma isteğim geçmiyordu. Tuhaf. Ordaki
geldi bana. Öyleydim herhalde. ikinci veya üçüncü gecemdi. Çok güçsüzdüm. Yatağımın bir
"Allah kahretsin!" dedi teknisyen. yanını indirmeyi baĢardım ve yataktan kalkabildim. Helaya
HemĢire ayağa kalkmama yardım etti ve makinenin sivri gidip oturdum, ilandım ve oturdum orda ve ıkındım. Sonra
ucunu göbeğime dayadılar tekrar. kalktım. Hiç! Sadece biraz kan. Sonra bir atlı karınca dönmeye
"Duramıyorum," dedim, "galiba ölüyorum.' Ayakta du- baĢladı beynimde, bir elimle duvara yaslanıp bir ağız dolusu
ramıyorum: Üzgünüm ama duramıyorum." kan kustum. Sifonu çekip dıĢan çıktım. Yan yolda kan geldi
"Kımıldama," dedi teknisyen, "öyle dur." tekrar ağzıma. DüĢtüm. Sonra yerde bir ağız dolusu daha
"Kımıldama," dedi hemĢire. kustum, insanların içinde bu kadar kan olduğunu bilmiyordum.
DüĢtüğümü hissettim. Sırt üstü düĢtüm tekrar. Bir ağız dolusu daha saldım.
"Kusura bakmayın," dedim. "Seni orospu çocuğu," diye bağırdı yaĢlı bir adam yata-
"Allah belanı versin!" diye bağırdı teknisyen, "iki film ğından, "sus da uyuyalım biraz."
harcattın bana! Bu kahrolası filmler para ile alınıyor!" "BağıĢla yoldaĢ," dedim, ve kendimi kaybettim.
"Özür dilerim," dedim. HemĢire öfkeliydi. "Sana yatağının yanlarını indirme
"Çıkar onu burdan," dedi teknisyen. demedim mi orospu çocuğu? Gecemi piç edip duruyorsunuz pis
HemĢire kalkmama yardım edip tekrar tekerlekli yatağa herifler!"
yatırdı beni. Bir Ģarkı mırıldanarak asansöre soktu. "Bacaklannın arası leĢ gibi kokuyor," dedim ona, 'Tijuana
Beni o bodrumdan aldılar ve geniĢ bir odaya koydular, çok kerhanelerinde olmalıydın."
geniĢ bir odaya. Orda ölmekte olan 40 kadar insan vardı. Çağrı Saçımdan tutup baĢımı kaldırdı ve yüzümün sol yanına sert
düğmelerinin telleri kopanlmıĢü ve her iki tarafı kurĢun bir tokat attı, elinin tersi ile bir tane de sağa.
levhalarla kaplı tahta bir kapı bizi doktor ve hemĢirelerden ayrı "Sözünü geri al!" dedi, "Geri al sözünü!"
tutuyordu. Yatağımın kenar demirlerini kaldırmıĢlardı ve sürgü "Florence Nightingale," dedim, "seni seviyorum."
kullanmam istenmiĢti ama hoĢlanmıyordum sürgüden, özellikle BaĢımı tekrar yere koyup dıĢan çıktı. Kadının içinde ruh ve
içine kan kusmak ve hele sıçmak zorunda olduğumda. ateĢ vardı; hoĢuma gitmiĢti. Kendi kanımın üstünde yuvarlanıp,
KullanıĢlı bir sürgü icat eden kiĢi, doktor ve hemĢirelerin hasta gömleğimi kirlettim. Bu ona iyi bir ders olurdu. . Florence
sonsuza dek nefretlerine hedef olacak. Nightingale baĢka bir diĢi sadist ile geldi ve beni bir tekerlekli
Sıçma isteği duyuyordum ama olmuyordu. Tabii ki tek iskemleye oturtup yatağıma götürdüler.
besinim süt olduğu ve midem yırtık olduğu için makata fazla bir
Ģey yoUayamıyordum. Bir hemĢire bana sert bir

69
68
"Çok fazla lanet gürültü var!" dedi yaĢlı adam. Haklıydı. "AraĢtıralım."...
Beni yatağa yatırdılar ve Florence yan parmaklığı kaldırdı
tekrar. "Orospu çocuğu," dedi, "yataktan çıkma yoksa canına Ben yukardayken evraklarımın aĢağı inmesi gerekti.
okurum." Dördüncü günüme kadar doktor görmemiĢtim, dördüncü gün
"Em beni," dedim, "gitmeden önce em beni." benden nefret eden babamın iĢ güç sahibi iyi biri olduğunu, iĢi
Demir parmaklıkların üstünden bana doğru eğildi ve yüzüme olmayan ve ölmekte olan ayyaĢ bir oğlu olduğunu ve kan
baktı. Çok trajik bir yüzüm var. Bazı kadınlara çekici gelir. programına kan verdiğini öğrenmiĢlerdi, bir ĢiĢe kanı çengele
Gözleri iri ve tutkuluydu, benimkilere bakıyorlardı. ÇarĢafı takıp bana verdiler. 13 ĢiĢe kan ve 13 ĢiĢe glikoz verdiler,
indirip, gömleğimi kaldırdım. Yüzüme tükürüp dıĢarı çıktı... aralıksız. HemĢire iğneyi sokacak yer bulmakta zorlanıyordu...
Sonra baĢhemĢire geldi. Bir keresinde uyanmıĢtım, baĢımda bir rahip duruyordu.
"Bay Bukowski," dedi, "size daha fazla kan veremiyoruz. "Peder," dedim, "lütfen gidin. Bunsuz da ölebilirim."
Kan krediniz yok." "Gitmemi mi istiyorsun oğlum?"
Gülümsedi. Beni ölüme terk edeceklerini bildiriyordu "Evet, peder."
bana. \ "Ġnancım vitirdin mi?"
"Peki," dedim. "Evet, inancımı yitirdim."
"Bir rahip görmek ister misiniz?" "Bir kez Katoliksen, hep Katoliksindir oğlum."
"Ne için?" "Saçmalıyorsun peder."
"GiriĢ kartınızda Katolik olduğunuz yazılı." Yanımdaki yatakta yatan yaĢlı adam, "Peder, peder, ben
"Öylesine yazdım." sizinle konuĢurum, benimle konuĢun peder," dedi.
"Neden?" Rahip yanma gitti. Ben ölmeyi bekledim. Ölmediğimi gayet
"Katoliktim. Ama 'dinsiz' yazınca insanlar bir sürü soru iyi biliyorsunuz, yoksa size bunları anlatıyor olamazdım Ģimdi...
soruyorlar." Beni bir siyah ve bir beyaz ile aynı odaya koydular. Beyaz
"Biz sizi Katolik olarak kaydetmiĢ bulunuyoruz, Bay adama her gün taze güller yolluyorlardı. Gül yetiĢtirip
Bukowski." çiçekçilere pazarlayan biriydi. O sıralar gül mül yetiĢtirmiyordu.
"Dinle, konuĢmakta zorluk çekiyorum. Ölüyorum. Tamam, Siyah olan benim gibi iç kanama geçirmiĢti. Beyaz adamın
tamam, Katoliğim, öyle olsun." kalbi kötüydü, çok kötü. Öylece yatıp duruyorduk ve beyaz
"Size daha fazla kan veremiyoruz, Bay Bukowski." adam gül yetiĢtirmekten söz edip duruyordu; bir sigara için
"Babam belediye için çalıĢıyor. Onların bir kan programı neler vermezdi. Ben artık kan kus-
olmalı. Los Angeles Belediye Müzesi. Bay Henry Bukowski
diye biri. Benden nefret eder."

70 71
muyordum. ġimdi kan sıçıyordum sadece. Yırttığımı his- tane versin."
sediyordum. Bir kan ĢiĢesini yeni boĢaltmıĢtım ve iğneyi Sigaraları orta yatakta yatan Charley'ye fırlattım.
çıkarmıĢlardı. 'Tamam, Charley," dedi Harry, "ver onları bana."
"Sana sigara bulabilirim Harry." 'Yapamam Harry, seni öldüremem."
'Tanrım, sağol Hank." Charley sigaraları bana geri fırlattı.
Yataktan kalktım. "Biraz para ver." "Hadi Hank, bir tane."
Harry bana biraz bozukluk verdi. "Hayır, Harry."
"Eğer içerse ölür," dedi Charley. Charley siyah adamdı. "Lütfen, yalvarırım, bir tane, tek bir tane!"
"Palavra Charley, birkaç sigaranın kimseye zararı olmaz." "Off, Tanrım!"
Odadan çıkıp koridorun sonuna gittim. Bekleme odasında bir Paketi fırlattım ona. Bir tane çıkarırken elleri titriyordu.
sigara makinesi vardı. Bir paket alıp geri döndüm. Sonra "Kibrit yok. Kibritler kimde?"
Charley, Harry ve ben uzanıp sigaralarımızı tüttürdük. Bu, "Allah kahretsin," dedim.
sabah oluyordu. Öğleden sonra bir doktor geldi ve Harry'yi bir Kibritleri fırlattım...
makineye bağladı. Makine tükürdü, osurdu, kükredi.
"Sigara içiyorsun değil mi?" diye sordu doktor Harry'ye. Ġçeri girip yeni bir ĢiĢe kan bağladılar bana. On dakika kadar
"Hayır doktor, yemin ederim, içmiyorum." sonra babam geldi. Vicky yarımdaydı, sarhoĢtu, ayakta zor
"Hanginiz aldınız ona sigaraları?" duruyordu.
Charley tavana baktı. Ben tavana baktım. "Sevgilim!" dedi, "AĢkım benim!"
"Bir sigara daha iç ve öldün," dedi doktor. Yatağın kenarına doğru sendeledi.
Sonra makinesini alıp dıĢarı çıktı. O çıkar çıkmaz sigara ihtiyara baktım. "Orospu çocuğu," dedim, "onu buraya sarhoĢ
paketini yastığınım altından çıkardım, getirmen gerekmezdi."
"Ver bir tane," dedi Harry. "Sevgilim, beni görmek istemiyor musun, ha? Ha, sevgilim?"
"Doktorun ne dediğini duydun," dedi Charley. "Böyle bir kadına bulaĢma diye uyarmıĢtım seni."
"Evet," dedim, harikulade bir mavi duman bulutu üfleyerek, "BeĢ parası yok. Ona viski alıp sarhoĢ ettin ibne, sonra da
"doktorun ne dediğini duydun 'bir sigara daha iç ve öldün.' " buraya getirdin."
"Böyle çekmektense mutlu ölmeyi yeğlerim," dedi Harry. "iyi bir kadın olmadığım söylemiĢtim sana Henry. Söy-
"Senin ölümünden ben sorumlu olamam Harry," dedim, "bu lemiĢtim kötü bir kadın olduğunu."
paketi Charley'ye fırlatıyorum, isterse o sana bir "Beni sevmiyor musun artık sevgilim?"
"Çıkar onu burdan... HEMEN!" dedim ihtiyara.
"Hayır, hayır. Ne tür bir kadının olduğunu görmeni isti-

72 73
yorum."
"Ne tür bir kadınım olduğunu biliyorum. Hemen çıkar onu 25 Pejmürde Sefil
burdan yoksa Tanrı yardımcım olsun, bu iğneyi kolumdan çekip
kıçını tekmeleyeceğim!"
ihtiyar onu dıĢarı çıkardı. Ben yastığıma yığıldım tekrar.
"Güzel kadın," dedi Harry.
"Biliyorum," dedim, "biliyorum."
Artık kan sıçmıyordum; yiyebileceğim Ģeylerin bir listesini
verdiler bana ve bir kadeh daha içersen ölürsün dediler.
Ameliyat olmazsam da öleceğimi söylediler. Ameliyat ve ölüm
hakkında Japon bir kadın doktor ile korkunç bir tartıĢmaya
girdim. "Ameliyat yok," demiĢtim ve öfkeli kıçını sallayarak
dıĢarı çıkmıĢtı. Ben taburcu olduğumda Harry hâlâ hayattaydı, at yarıĢlarına takılanlar nasıldırlar bilirsiniz, Ģansın açılır ve
sigaraları saklıyordu. yırttığım sanırsın, arka tarafta bir evim vardı, kendi bahçem
GüneĢ ıĢığında biraz yürüyüp kendimi nasıl hissettiğime bile, inamlmaz ve harikulade büyüyen laleler dikmiĢtim, elim
baktım. Ġyi hissettim. Trafik akıyordu. Kaldırım her zaman bereketliydi, paradan yana Ģansım dönmüĢtü, yeĢiller bendeydi,
olduğu gibi kaldırımdı. Otobüse binmek ile telefon edip, birinin nasıl bir sistem uyguladığımı hatırlayamıyorum ama iĢe
beni almasını istemek arasında kararsızdım. Telefonu olan bir yarıyordu ve ben çalıĢmıyordum ve bu yeterince iyi bir yaĢam
yere girdim. Önce oturup bir sigara içtim. tarzıdır, ve Kathy vardı. Kathy donanımlıydı, yanımızda oturan
Barmen yanıma geldi ve bir bira söyledim. moruk onu gördüğünde ağzının salyaları akardı, sürekli kapıyı
"Ne var ne yok?" diye sordu. çalıp duruyordu. "Kathy! heyy, Kathy! Kathy!"
"Pek bir Ģey yok," dedim. UzaklaĢtı. Bardağa bira dol- kapıyı ben açardım, üstümde sadece don.
durdum, bir süre bardağı izledikten sonra yansım içtim. Birileri "aaa, Ģey sanmıĢtım..."
müzik dolabına para atmıĢtı, müziğimiz oldu. Hayat daha iyi "ne istiyorsun lan?"
görünmeye baĢlamıĢtı. Bardağımı bitirip bir daha doldururken, "sanmıĢtım ki Kathy.
kamıĢım bir daha sertleĢir mi acaba diye geçirdim aklımdan. "Kathy sıçıyor, mesajın var mı?"
Etrafıma bakındım: kadın yok. En iyi ikinci Ģeyi yaptım: "ben... köpeğiniz için kemik getirmiĢtim."
Bardağımı kaldırıp dipledim. elinde koca bir torba dolusu tavuk kemikleri.
"bir köpeğe tavuk kemiği vermek, çocukların elma Ģe-
kerlerine kırık jilet parçalan koymaktan farksızdır, köpe-

74 75
gimi öldürmeye mi çalıĢıyorsun lan?"
me kan bulaĢmıĢtı, mendilimi çıkarıp kaĢıma tuttum, hi-
"oh, hayır!"
podromda kötü bir cumartesi bekliyordu beni. tepem atmıĢtı.
"öyleyse kemikleri kıçına sok ve kaybol."
atom bombası yoldaymıĢçasına oynuyordum, on bin yapmayı
"anlamıyorum."
hedefliyordum, olmayacak Ģeyler denedim, tek doğru tahminde
"o tavuk kemiklerini kıçının deliğinden içeri sok ve defol
bulunamadım. 500 dolar içeri girmiĢtim, yanıma aldığım
burdan!"
paranın tamamı, cüzdanımda bir dolarım vardı, ağır ağır
"ben sadece Kathy..."
sürdüm arabayı, korkunç bir cumartesi gecesi olacaktı, arabayı
"dedim ya, Kathy SIÇIYOR!"
park edip arka kapıdan girdim.
yüzüne kapıyı kapattım.
"Hank..."
"bu yaĢlı osuruğa bu kadar sert davranmamalısın Hank, ona
"ne?"
kızının gençliğini hatırlatıyormuĢum."
"ölü gibisin, ne oldu?"
"tamam, kızım düzmüĢ olabilir, gitsin, Ġsviçre peyniri düzsün,
"gitti, hepsi gitti. 500 dolar."
kapıma gelmesini istemiyorum."
"tanrım, üzgünüm," dedi, "benim suçum", yanıma gelip
"sen hipodroma gittikten sonra onu içeri aldığımı da
kollarım boynuma doladı, "allah kahretsin, üzgünüm ba-biĢko.
düĢünürsün sen, değil mi?"
benim yüzümden, biliyorum."
"onu merak etmem bile."
"boĢver. atları sen seçmedin."
"neyi merak edersin?"
"kızgın mısın hâlâ?"
"hanginizin üstte olduğunu."
"hayır, hayır, o yaĢlı hindiyi düzmediğini biliyorum."
"orospu çocuğu, git artık."
"yiyecek bir Ģeyler hazırlayayım mı sana?"
gömleğimi ve pantolonumu giyiyordum, sonra çorap ve
"hayır, hayır, bir ĢiĢe viski ve gazete al."
ayakkabılarımı giyecektim.
ayağa kalkıp zulama gittim. 180 dolar paramız kalmıĢtı, daha
"ben sokağın sonuna varmadan birbirinizin kollarına atılmıĢ
güç durumlarda bulunmuĢtuk, birçok kez, ama fabrika ve
olacaksınız."
depoların yolu görünmeye baĢlamıĢtı bana, onu da
bana bir kitap fırlattı, bakmıyordum, kitap sağ kaĢıma isabet
bulabilirsem, bir onluk aldım, köpek hâlâ hoĢnuttu benden,
etti. yarılmıĢtı, sağ ayakkabımı bağlarken elime bir kan damlası
kulaklarını çektim, çok para veya az para fark etmiyordu onun
düĢtü.
için. nefis bir köpek. evet. yatak odasından çıktım. Kathy
"özür dilerim Hank."
aynanın karĢısında dudaklarını boyuyordu. kıçına bir çimdik
"YANIMA gelme!"
atıp, kulağının arkasından öptüm.
dıĢarı çıkıp arabaya bindim ve geri viteste saatte 50 kilometre
"birkaç bira ve puro da al. unutmam gerek."
ile parktan çıkarken sol çamurluğum çitin bir kısmını ve öndeki
gitti ve topuk seslerini dinledim, Ģimdiye kadar buldu-
evden bir miktar sıva götürdü, gömleği-

76 77
ğum en iyi kadınlardan biriydi, bir barda bulmuĢtum onu. tütün sarıp, Ģarap içiyorlardı.
iskemlenin arkalığına yaslanıp tavana baktım, serserinin biri. para için, diye düĢündüm, toparlanacaktım... bir gün Paris
serseriydim, çalıĢmaktan nefret etmiĢtim hep, Ģansıma veya Roma'da tatil yapacaktım, s..tir et bu herifleri, buraya ait
güvenmeyi yeğlemiĢtim. Kathy döndüğünde bir içki koymasını değildim.
söyledim, biliyordu, puromu jelatininden çıkarıp yaktı bile sonra içimde bir ses HEPSĠ senin gibi düĢünüyor, dedi. ben
benim için. komik ve hoĢ görünüyordu, seviĢecektik, hüznün buraya ait değilim, HER BĠRĠ KENDĠNĠ düĢünüyor ve haklılar,
içinden seviĢecektik, kaybetmek istemiyordum: evi, arabayı, öyleyse?
köpeği, kadını, sakin ve rahat bir hayat oluĢmuĢtu. kamyon beĢi on geçe gibi geldi ve tırmandık.
iyice sarsılmıĢ olmalıydım çünkü gazeteyi açıp KÜÇÜK tanrım, Kathy'nin sıcak kıçına yaslanmıĢ uyuyor olabilirdim
ĠLANLARA baktım. Ģimdi, ama para için, para için.
"hey, Kathy, bir Ģey buldum, eleman aranıyor, pazar günü adamlar yük treninden yeni indiklerini söylüyorlardı
için. aynı gün ödeme." birbirlerine, korkunç kokuyorlardı, zavallılar, ama bedbaht
"aman, Hank, dinlen yarın, salıya atların hakkından gelirsin, görünmüyorlardı, bedbaht görünen tek kiĢi bendim.
her Ģey daha iyi görünür o zaman." bu saatlerde kalkar, çiĢimi eder, mutfakta bir bira içerken
"allah kahretsin, her kuruĢun önemi var güzelim! pazar güneĢe bakar, lalelerime bir göz atıp Kathy'nin yanına, yatağa
günleri koĢmuyorlar. Caliente'ye gidebilirim ama yüzde yirmi dönerdim.
beĢ kesinti ve yol varken kazanmak imkânsız. bu gece iyice yanımdaki, "hey, ahbap!" dedi.
kafayı çekip yarın bu boktan iĢi kıvırabilirim, birkaç kuruĢ "evet," dedim.
ekstra çok iĢimize yarayabilir. "ben bir Fransız'ım," dedi.
Kathy bir tuhaf baktı bana. daha önce böyle konuĢtuğuma cevap vermedim.
Ģahit olmamıĢtı, her zaman, bir yerden para gelecekmiĢ gibi "saksofon ister misin?"
davranmıĢtım, ama 500 dolar kayıp beni ser-semletmiĢti. bir "hayır," dedim.
içki daha koydu bana. bir dikiĢte içtim, Ģok, Ģok, tanrmı, tanrım, "bu sabah bir arsada bir herif baĢka birinin borusunu
fabrikalar, ziyan edilen günler, anlamı olmayan günler, üflüyordu. adamın UZUN ĠNCE bir kamıĢı vardı, diğeri hâlâ
patronlar ve geri zekâlılarla geçirilen günler, ve ağır ve acımasız emiyordu ve ağzından bel damlıyordu, izleyip durdum, çok
saat. istiyorum, üfleyim mi borunu moruk?"
sabahın ikisine kadar içtik, barlarda olduğu gibi, sonra yatağa "hayır," dedim, "hiç havasında değilim."
girip seviĢtik ve uyuduk, çalar saati sabahın dördüne "o zaman sen beni üflemek istersin belki."
kurmuĢtum, kalktım, arabaya atladım ve dört buçukta ordaydım. "s..tir git!" dedim.
25 pejmürde sefille köĢede duruyordum. Fransız kamyonun arkasına doğru ilerledi, daha 5 kilometre,
gitmemiĢtik ki birini üflüyordu. kızılderiliye benze-

78
79
yen yaĢlı biri, herkesin gözü önünde. kasına bindiğimde güneĢ iyice yükselmiĢti, her birimize
"HADĠ YAVRUM, HEPSĠNĠ AL!!!" diye bağırdı biri. kâğıtları dağıtacağımız mahallenin küçük bir haritasını verdiler,
sefillerden biri güldü ama çoğunluk sessizdi, Ģaraplarını içip, haritamı açtım, sokaklar bana hiç de yabancı değildiler: AMAN
sigara sarıyorlardı, yaĢlı kızılderili hiçbir Ģey olmuyormuĢ gibi ALLAHIM, KOCA LOS ANGELESTAN BANA KENDĠ
davranıyordu. Vermont'a vardığımızda Fransız hepsini almıĢtı MAHALLEM DÜġMÜġTÜ!
ve aĢağı atladık, Fransız, kızılderili, bendeniz ve diğerleri, kendime göre bir namım vardı mahallede: kumarbaz, içkici,
hepimizin eline birer fiĢ parçası tutuĢturdular ve kahveye girdik, rahatına düĢkün, kadınların sırtından geçinen biriydim, Ģimdi,
fiĢle bir çörek ve bir kahve alınabiliyordu, garson kız baĢım sırtımda pis bir torbayla mı GÖRÜNECEKTĠM? reklam
yüksekte tutup, burnunu bizden uzak tutmaya çalıĢıyordu, gazetesi dağıtırken?
korkunç kokuyorduk, pis borucular. köĢede bıraktılar beni. tamdık bir çevre, hem de nasıl,
sonra, biri bağırdı nihayet, "herkes dıĢarı!" çiçekçi, bar, benzin istasyonu, her Ģey... köĢeyi dönünce,
peĢlerinden dıĢarı çıktım, büyük bir odaya girip okul içindeki sıcak yatakta Kathy'nin uyuduğu evim. köpek bile
iskemlelerini andıran iskemlelere oturduk, daha ziyade uyuyordur. neyse, diye düĢündüm, bugün pazar, kimseler
kolejlerde olur, müzik dersinde filan, sağ kolunda, defterini görmez beni. geç saatlere kadar uyurlar, koĢarak dağıtırım
koyup yazabileceğin büyüklükte tahta bir bölüm, neyse, kırk beĢ Ģunları, ve öyle yaptım.
dakika gibi oturduk orda. sonra elinde birası, sümüklü bir oğlan 2 sokağı koĢarak bitirdim, kimse bu yumuĢak, beyaz elli,
gelip, "hadi, aim TORBALARINIZI!" dedi. müthiĢ derin gözlü, klas adamı görmedi, kıvıracaktım bu iĢi.
sefiller ANĠDEN ayağa fırlayıp arka odaya doğru KOġTU- sonra 3. sokağa baĢladım, iyi gidiyordu, küçük bir kızın
LAR, ne oluyor? diye düĢündüm, yavaĢça ilerleyip arka odaya sesini duyana dek. bahçesindeydi, 4 yaĢlarında filan.
baktım, sefiller orda itiĢip kakıĢarak en iyi torbaları kapmaya "hey, bakar mısınız?"
çalıĢıyorlardı, ölümcül ve anlamsız bir çaba. son adam çıktıktan "ha, evet, küçük kız? nedir?"
sonra içeri girip elime ilk gelen torbayı aldım, çok kirli ve delik
"köpeğiniz nerde?"
deĢikti, dıĢarı çıktığımda sefiller torbalarını sırtlarına asmıĢlardı,
"aa, ha ha, hâlâ uyuyor."
bir iskemleye oturup, torbamı kucağıma aldım, sanıyorum daha "ha."
önce isimlerimizi almıĢlardı, kahve ve çörek fiĢlerini vermeden
köpeğimi o sokakta gezdirirdim sürekli, kakasını yaptığı boĢ
önce almıĢlardı isimlerimizi, otururken, 6 veya 7'lik gruplar ha- bir arsa vardı orda. her Ģey mahvolmuĢtu, kalan gazeteleri,
linde çağrılmaya baĢlandık, bu iĢlemin tamamlanması bir saat otoyolun giriĢinde terk edilmiĢ bir arabanın arka döĢemesine
sürdü gibi geldi bana. birkaç kiĢi ile kamyonun ar-
fırlattım, araba aylardır ordaydı, tekerlekleri gitmiĢti, ne anlama
geldiğini bilemiyordum ama gazeteleri fırlattım arka döĢemeye,
80 sonra köĢeyi dönüp, evime

81
girdim. Kathy hâlâ uyuyordu, onu uyandırdım. "kaç yaĢında olduğunu bilmiyorum! köpeği sordu!"
"Kathy! Kathy!" "ne olmuĢ köpeğe?"
"aa, Hank... her Ģey yolunda mı?" "NERDE olduğunu sordu!"
köpek koĢarak geldi, kafasını okĢadım. "hadi, gel de gazeteleri bitirmene yardım edeyim."
"o orospu çocukları ne yaptılar biliyor musun?" Kathy eski, yırtık bir elbise geçiriyordu üstüne.
"ne?" "kurtuldum onlardan, terk edilmiĢ bir arabanın arkasına
"gazeteleri dağıtmam için kendi mahallemi verdiler bana!" fırlattım."
"ha, neyse, hoĢ değil ama kimse umursamaz, eminim." "yakalanır mısın?"
"anlamıyor musun? benim bir NAMIM var! üçkâğıtçının "S..TĠR ET! kim takar?"
biriyim! sırtımda bir bok çuvalı ile görünemem!" mutfağa gidip bir bira aldım, geri döndüğümde Kathy yatağa
"aa, öyle bir NAM filan olduğunu sanmıyorum! hepsi girmiĢti tekrar, iskemleye oturdum.
kafanda senin." "Kathy?"
"baksana, canımı sıkmaya mı çalıĢıyorsun? ben orda bir sürü "hu?"
borucu ile uğraĢırken senin kıçın sıcak yatakta fazla kalmıĢ!" "kiminle yaĢadığının farkında değilsin! klas biriyim ben,
"sinirlenme, iĢemem gerek, bekle bir dakika." gerçekten klas! 34 yaĢındayım ama 18'imden bu yana toplasan 6
uykulu diĢi çiĢini yapmasını bekledim, tanrım, ne kadar veya 7 ay çalıĢmıĢımdır en fazla, ve param yok. ellerime bak!
YAVAġTILAR! kadın organı yetersiz bir iĢeme makinesiydi, bir piyanistin elleri var bende!"
kamıĢ beĢ çekerdi. "klasmıĢ! sarhoĢken KENDĠNĠ bir DUYSAN! korkunçsun,
Kathy dıĢarı çıktı. korkunç!"
"lütfen endiĢelenme Hank, üstüme eski bir elbise geçirip sana "mesele çıkarmaya mı çalıĢıyorsun Kathy? Alvarado So-
yardım edeceğim, çabucak bitiririz, insanlar pazarları geç kağı'ndaki o cin tekkesinden çıkardığımdan beri kürkler içinde
kalkarlar." yaĢattım seni. bir elin yağda bir elin balda."
"ama GÖRÜLDÜM bile!" Kathy cevap vermedi.
"görüldün mü? kim gördü seni?" "hatta," dedim, "ben bir dâhiyim ve benden baĢka kimse
'Westmoreland Sokağı'nda, bahçesinde otlar olan kahverengi bunun farkında değil."
evdeki küçük kız." "bunu kabul edebilirim," dedi ve baĢmı yastığa gömüp,
"Myra'yı mı diyorsun?" uykuya daldı.
"ismini bilmiyorum!" biramı bitirip bir tane daha içtim, sonra 3 sokak ileriye gidip
"o sadece 3 yaĢında." henüz açılmamıĢ bir bakkalın basamaklarına oturdum, haritada
buluĢma yeri olarak belirtilmiĢti, sabahın onundan öğlen iki
buçuğa kadar oturdum orda. sıkıcı,

82 83
misti. 3 dolan alıp çıkmıĢlardı kapıdan.
kuru, aptalca ve anlamsız bir iĢkenceydi, iki buçukta kamyon
"Bukowski," diye bağırdı sümüklü.
geldi.
yanlarına gittim, öbür sümüklü 3 adet gıcır dolar saydı.
"hey, ahbap?"
"bak," dedim, "asgari ücret diye bir Ģey duymadın mı sen?
"hımm?"
saatte bir dolar."
"bu kadar çabuk mu bitirdin?"
sümüklü birasını kaldırdı, "ulaĢım, kahvaltı filan kesiyoruz,
"evet."
ortalama bir çalıĢma süresi ödüyoruz ki bizim hesabımıza göre
"hızlısın!"
3 saat gibi tutuyor."
"he."
"hayatımdan 12 saat eksildi benim hesabıma göre. ve
"birinin iĢi bitirmesine yardımcı olmanı istiyorum."
arabama ulaĢabilmek için otobüse binmek zorundayım, ordan
hassiktir.
da evime sürmeliyim."
kamyona bindim ve beni oraya götürdü, adam ordaydı,
"araban olduğu için Ģanslısın."
SÜRÜNÜYORDU, her gazeteyi büyük bir dikkatle balkona
"sen de o bira kutusunu kıçına sokmadığım için."
atıyordu, her balkon özel bir muamele görüyordu, ve iĢinden
"Ģirket politikasını ben saptamam efendim, beni suçla-
zevk alıyor gibiydi, son sokağa gelmiĢti. 5 dakikada hepsini
mayın."
dağıttım, sonra oturup kamyonu bekledik, bir saat.
"ÇalıĢma Bakanlığı'na Ģikâyet edeceğim sizi!"
bizi ofise götürdüler ve okul iskemlelerimize oturduk yine,
"Robinson!" diye bağırdı diğer sümüklü.
sonra ellerinde biraları ile iki sümüklü çocuk geldi, biri isimleri
sondan bir önceki sefil 3 dolarını almak için ayağa
okuyor diğeri ismi okunana parasını veriyordu.
kalktığında ben kapıdan çıkıp Beverly Bulvarı'na yürüdüm,
sümüklülerin baĢlarının arkasındaki tahtada bir mesaj vardı:
otobüse binmek için. eve dönüp elime bir içki aldığımda saat
"TEK GÜN ATLAMADAN BĠZĠM ĠÇĠN 30 GÜN ÇALIġAN
altı olmuĢtu, iyice sarhoĢ oldum, canımı öyle sıkmıĢlardı ki
HERKESE
Kathy'e 3 posta gittim, bir pencere camı kırdım, kırık cama
BEDAVA BĠR TAKIM KULLANILMIġ ELBlSE VERĠYORUZ."
basarak ayağımı kestim. Gilbert ve Sullivan'dan Ģarkılar
parasını alan adamları izliyordum, gerçek olamazdı, her
söyledim, sabahın 7'sinde. Ġngilizce dersi veren kaçık bir
birine 3 dolar verildiği ANLAġILIYORDU, o sıralar asgari
Ġngilizce öğretmeni öğretmiĢti onları bana. L.A. City College.
ücret saatte bir dolardı, sabah dört buçukta köĢede olmuĢtum ve
Richardson'dı adı. belki de kaçık değildi, ama bana Gilbert ve
Ģimdi öğleden sonra dört buçuktu. 12 saat eder.
Sullivan öğretip, sabahlan akĢamdan kalma bir vazıyette
en son çağrılanlardan biriydim, sondan üçüncüydüm 7.30'dan önce gelmediğim için Ġngilizce'den "d" vermiĢti, o da
sanıyorum, sefillerden biri bile ağzını açıp tek laf etme- GELEBĠLDĠĞĠM ZAMANLAR, ama o baĢka hikâye. Kathy ile
epey güldük o akĢam, birkaç Ģey kırmama rağmen genellikle
84 olduğum kadar ap-

85
tal ve saldırgan değildim.
ve o salı yarıĢlarda 140 dolar kazandım, bir kez daha rahat
âĢık, üçkağıtçı, kumarbaz, ıslah olmuĢ pezevenk ve lale
Bir Dolar ve 20 Sent
yetiĢtiricisi kimliğime bürünmüĢtüm, park yerine yavaĢça
çıktım, akĢam güneĢinin tadına vararak, sonra arka kapıdan içeri
girdim. Kathy bol soğanlı ve soslu bir et yemeği piĢiriyordu,
tam sevdiğim gibi. eğilmiĢ fırına bakıyordu, arkadan sarıldım
ona.
"ooooo..."
"bak güzelim..."
"evet?"
elinde kocaman, damlayan bir kaĢıkla duruyordu, elbisesinin
yakasından içeri bir onluk sokuĢturdum.
en çok Yaz sonunu seviyordu, hayır Sonbahar, Sonba-har'ı belki
"bana bir ĢiĢe viski almanı istiyorum."
de, her neyse, kumsal serin oluyordu ve gün batımından hemen
"tabii, tabii."
sonra kıyıda yürümek hoĢuna gidiyordu, kimseler olmazdı ve su
"biraz da bira ve puro. yemeği ben gözlerim."
kirli görünüyordu, ölümcül görünüyordu su, ve martılar uyumak
önlüğünü çıkarıp bir an için banyoya girdi, bir melodi
istemezlerdi, nefret ederlerdi uyumaktan, martılar üstüne doğru
mırıldanıyordu, bir dakika sonra iskemlede oturmuĢ topuk
uçtu, gözlerini, ruhunu, ruhundan arta kalani ister gibi uçtular
seslerini dinliyordum, bir tenis topu vardı, topu alıp yere öyle
üstüne doğru.
attım ki, duvara çarpıp havalandı, köpek, bir buçuk metre
ruhundan geriye pek bir Ģey kalmamıĢsa ve bunun far-
uzunluğunda, bir metre yüksekliğindeydi, yan kurt, havaya
kındaysan, biraz ruhun vardır yine de.
sıçradı, diĢlerinin sesi geldi ve yakalamıĢtı topu, tavana yakm
sonra kumlara oturup suya bakardı ve suya bakınca her Ģeye
bir noktada, bir an için havada asılı kaldı, ne harikulade köpek,
ZOP inanılırdı, Çin diye bir ülke olduğuna veya ABD veya
ne harikulade bir hayat, yere indiğinde yemeğe bakmak için
Vietnam gibi bir yere, bir zamanlar çocuk olduğuna, hayır,
kalktım, iyiydi, her Ģey iyiydi.
aslında buna inanmak zor değildi, onu unutamazdı, bir de
erkeklik çağım: iĢler ve kadınlar, sonra kadınsızlık, ve Ģimdi
iĢsizlik. 60'mda bir berduĢ, bitmiĢ, hiç. nakit olarak bir dolar ve
yirmi sent'i vardı, bir haftalık kira ödenmiĢ, okyanus... kadınları
düĢündü tekrar, bazıları ona iyi davranmıĢlardı, diğerleri
kurnaz, gürültü-

86 87
cü, biraz deli ve çok zor kadınlar, odalar ve yataklar ve evler ve "bu Ģekilde KONUġMA, Rod!"
Noeller ve iĢler ve Ģarkılar ve hastaneler ve donukluk, donuk uzun kızıl saçlı bir genç kızdı konuĢan, rüzgârda saçla-nnı
gün ve geceler ve anlam eksikliği, ve fır-satsızlık. düzeltiyordu, rüzgârda uçuĢuyor gibiydi, ayak parmaklan
Ģimdi 60 yılın karĢılığı: bir dolar ve yirmi sent. kumlara gömülmüĢtü.
sonra arkasında onların güldüğünü duydu, battaniyeleri, ĢiĢe "ne dersin babalık? ne yaparsın? ha? ne yaparsın kızlardan
ve kutu biraları vardı, kahve ve sandöviçleri. güldüler, güldüler, biri altına yatsa?"
iki delikanlı ve iki genç kız. ince, esnek bedenler, tek kaygı yürümeye baĢladı, battaniyelerinin etrafından dolanıp kumda
yok. sonra biri onu gördü. yürüdü, kaldınma doğru.
"hey, NEDĠR O?" "neden o zavallı adamla böyle konuĢtun, Rod? bazen
"Tanrım, bilmiyorum!" NEFRET ediyorum senden.!"
kıpırdamadı. "GEL BURAYA, güzelim!"
"insan mı o?" "HAYIR!"
"nefes alıyor mu? düzer mi?" arkasına baktı ve Rod'un kızı kovaladığını gördü, kız bir
"NEYĠ düzer mi?" çığlık attı, sonra güldü, sonra Rod kızı yakaladı ve kumlarda
hepsi güldü. yuvarlandılar, güreĢip gülüĢerek, diğer çiftin ayağa kalkıp
Ģarap ĢiĢesini kaldırdı, biraz kalmıĢtı ĢiĢede, içmek için iyi bir öpüĢtüklerini gördü.
zamandı. kaldınma ulaĢtı, bir banka oturdu ve ayağındaki kumlan
"KIMILDADI! bak, KIMILDADI!" temizledi, ayakkabılarını giydi, on dakika sonra odasındaydı,
ayağa kalkıp, pantolonundaki kumlan silkeledi. ayakkabılarını çıkardı ve yatağa uzandı. ıĢık yakmadı.
"kollan ve bacaklan var! yüzü var!" biri kapıyı çaldı.
'YÜZÜ MÜ?" "Bay Sneed!"
tekrar güldüler, anlayamıyordu. böyle değildi gençler, genç "evet?"
insanlar kötü değildiler, neydi bunlar? kapı açıldı, ev sahibesi Bayan Conners'dı gelen. Bayan
yanlarına gitti. Conners 65'indeydi, yüzünü göremiyordu karanlıkta, karanlıkta
"yaĢlılığın utanılacak bir yanı yoktur." yüzünü görememesi iyiydi.
gençlerden biri kutu birasını bitirip fırlattı. "Bay Sneed?"
"harcanmıĢ yıllarda vardır babalık, harcanmıĢ biri gibi "evet?"
görünüyorsun bana." "çorba yaptım, güzel bir çorba, size bir tas çorba getirebilir
"iyi bir adamım hâlâ evlat." miyim?"
"kızlardan biri altına yatsa ne yaparsın babalık?" "hayır, istemiyorum."

88 89
"hadi Bay Sneed, nefis bir çorba, çok güzeli bir tas getireyim
size!" 3 Kadın
"eh, peki."
ayağa kalkıp iskemleye oturdu ve bekledi, kadın kapıyı açık
bırakmıĢtı, içeri ıĢık süzülüyordu, bir ıĢık demeti, bacaklarına
ve kucağma düĢen bir ıĢık demeti, kadın çorbayı oraya
yerleĢtirdi, bir tas çorba ve bir kaĢık.
"seveceksiniz Bay Sneed. iyi çorba yaparım."
"teĢekkür ederim," dedi.
oturmuĢ çorbaya bakıyordu, çiĢ sarıĢıydı, tavuk suyu çorba,
etsiz, çorbadaki yağ kabarcıklarına bakıyordu öylece, bir süre
oturdu, sonra kaĢığı çıkarıp Ģifoniyerin üstüne koydu, sonra
çorbayı pencereye götürdü, tel örgüyü açıp sessizce döktü McArthur parkının tam karĢısında oturuyorduk, Linda ve ben,
çorbayı toprağa, küçük bir buhar bulutu oluĢtu, sonra dağıldı, ve bir gece içki içerken penceremizin önünden aĢağı uçan bir
tası Ģifoniyerin üstüne koydu, kapıyı kapattı ve yatağa girdi, her adam geçti, tuhaf bir görüntüydü, Ģaka gibi bir Ģey, ama adam
zamankinden daha karanlıktı, karanlığı severdi, karanlık kaldırımda patladığında iĢin hiçbir Ģaka yanı kalmamıĢtı,
anlamlıydı. "tanrım," dedim Linda'ya, "çürük bir domates gibi dağıldı!
çok dikkatli dinleyerek okyanusu duydu, okyanusu dinledi bir bağırsak, bok ve kaygan bir Ģeylerden oluĢmuĢuz! gel buraya!
süre. sonra iç geçirdi, derin bir iç geçirdi ve öldü. gel! bak Ģuna!" Linda pencereye geldi, sonra banyoya koĢup
kustu, dıĢan çıktı, dönüp baktım ona. "allah belamı versin,
güzelim, yere dökülmüĢ bir tencere kıymalı makarnadan farkı
yok, yırtık bir takım elbise ve bir gömlek giydirmiĢler kıymalı
makarnaya!" Linda tekrar banyoya koĢup çıkardı.
ben oturup Ģarabımı içtim, kısa bir süre sonra siren sesini
duydum, aslında yapmaları gereken, çöp arabasını yollamaktı,
neyse, s..tir et, hepimizin kendine göre problemleri vardı,
kiranın nerden geleceğini asla bilemezdim ve sürekli akĢamdan
kalma olduğumuzdan gidip iĢ arayacak durumda değildik, ne
zaman endiĢeye kapılsak, endiĢelerimizi unutmak için
yapabildiğimiz tek Ģey dü-

90 91
züĢmekti. bu bize bir sûre için problemlerimizi unutturuyordu,
deliler gibi düzüĢüyorduk, ve Ģansım vardı çünkü Linda yatakta ğu! genellikle un ve su ile yaptığımız çörekleri yerdik, veya
müthiĢti, otel tamamen bizim gibi insanlarla doluydu, Ģarap içip, arada sırada birilerinin bahçesinden mısır çalardık — mısır
düzüĢen ve yarın ne olacaklarını bilmeyen insanlar, arada sırada yemek adama nasip olmamıĢtır bence— ve manavdan sebze
bir tanesi pencereden atıyordu kendini, ama bir yerden para çalardık bazen, bir domates veya salatalık, ama küçük
bulurduk hep, tam kendi bokumuzu yemeye hazırlandığımız bir hırsızlıklar, daha çok Ģansa ihtiyacımız vardı, en kolayı
anda, bir keresinde ölmüĢ bir amcadan 300 dolar, baĢka bir sefer sigaraydı —bir gece yürüyüĢü— arabasının camını açık
gecikmiĢ bir vergi iadesi, bir keresinde otobüsteydim ve bırakmıĢ biri bulunurdu her zaman ve içinde dolu veya yarım
önümdeki koltukta 50 sent'lik madeni paralar duruyordu, ne dolu bir paket, tabii ki Ģarap ve kira asıl problemdi ve düzüĢüp
anlama geliyordu, kim niye bırakmıĢtı bilemiyordum, hâlâ endiĢeleniyorduk bu konuda.
bilmiyorum, ön koltuğa geçip bozuk paralan cebime tüm ümitlerin tükendiği günler nasıl gelip çatarsa, bizimki de
doldurmaya baĢladım, ceplerim dolunca düğmeye bastım ve ilk öyle geldi, Ģarap yok, Ģans yok, hiçbir Ģey yok, kira için ev
durakta indim, kimse bir Ģey demedi veya beni durdurmaya sahibesinden veya içki için bakkaldan kredi yok. saati sabah beĢ
çalıĢmadı. AyyaĢsan Ģanslı olmak zorundasın demek istiyorum, buçuğa kurup, tarla iĢi yapan iĢçilerin toplandığı yere gitmeye
Ģanslı biri değilsen bile Ģanslı olmak zorundasın. karar verdim, ama saat bile doğru çalıĢmıyordu, bir keresinde
her gün bir süre parkta oturup ördekleri izlerdik, inanın bana, kırılmıĢtı ve içini açıp tamir etmeye çalıĢmıĢtım, yaylardan biri
kopmuĢtu, yayı tekrar iĢler hale getirmenin tek yolu bir kısmını
sürekji içmek ve yetersiz beslenme sağlığınızı bozmuĢsa,
unutmak için düzüĢmekten yorulmuĢsanız, ördekler en iyisidir. kırıp tekrar birleĢtirmek olmuĢtu ve saati tekrar kapatmıĢtım,
Ģimdi, kısa bir yayın bir saate neler yapüğım bilmek istiyorsanız
yani, dıĢarı çıkmak zorundasınızdır, yoksa derin bir bunalıma
girer ve pencereden atlayan siz olursunuz, tahmin size anlatayım, yay ne kadar kısalırsa, akrep ve yelkovan o
edebileceğinizden çok daha kolaydır bunu yapmak, iĢte, Unda kadar daha hızlı döner, deli saatin biriydi bizimki, inanın,
ve ben bir banka oturup ördekleri izlerdik, ördeklerin tek bir endiĢelerimizi unutmak için düzüĢmekten yorulduğumuzda saati
endiĢesi yoktu —kira yok, elbise yok, bol yiyecek— ortalıkta izleyip zamanı tahmin etmeye çalıĢırdık, gerçek zamanı,
dolanıp sıçar ve vaklar-lardı. kibirli halleri ile sürekli yerlerdi, yelkovanın dönüĢünü gözlerinizle izleyebilirdiniz — çok
gülerdik.
arada sırada otel kiracılarından biri gece bir ördek yakalayıp
sonra bir gün —hesaplamak bir haftamızı almıĢtı— saatin,
öldürür, sonra odasında temizleyip piĢirirdi, biz de birkaç kez
her gerçek 12 saatte, otuz saat ilerlediğini keĢfettik, bir de her 7
düĢündük ama yapmadık, ayrıca yakalamak çok zordu; iyice
yaklaĢırdınız ve FAġġü! su fıĢkırtıp kaçardı orospu çocu- veya 8 saatte bir kurulmazsa duruyordu, bazen uyanırdık ve
saate bakıp saatin kaç olduğunu bilmek isterdik, "yavrucuğum,"
derdim, "çözemedin mi hâlâ? saat gerçekte olması
92 gerektiğinden 2 buçuk kez daha hızlı, basit."

93
"evet, ama, en son ayarladığımızda saat kaçtı?" cak bir gündü, otele döndüğümde yukarı yürümek zorunda
"eğer biliyorsam allah belamı versin, sarhoĢtum." kaldım çünkü asansör ev sahibesinin kapısının önündeydi ve
"sen onu Ģimdi kur yoksa duracak." sürekli bir Ģeyler yapıyordu asansörle, gümüĢ kısımları
"peki." parlatırdı veya gireni çıkanı gözlüyordu düpedüz.
saati kurardım ve sonra düzüĢürdük. 6 kat yukardaydık, kapıya vardığımda içerden kahkaha
bu yüzden iĢ aramaya gitmeye karar verdiğim akĢam saati sesleri geliyordu. Linda orospusu pek fazla bekleyememiĢ-ti.
kuramadım, bir yerden bir ĢiĢe Ģarap bulup yavaĢ yavaĢ içmeye onun da, adamın da kıçını tekmeleyeeektim. kapıyı açtım.
baĢladık, saati izliyordum arada sırada, ne anlama geldiğini Linda, Jeanie ve Eve içerdeydiler, "tatlım!" dedi Linda, bana
bilmeden ve sabah geç kalacağım diye endiĢe ederek, yatağa doğru geldi, giyinmiĢ, süslenmiĢti, ayağında topuklular, bol dilli
uzanıp, sabaha kadar gözümü kırpmadım, sonra kalkıp giyindim bir öptü beni. "Jeanie iĢsizlik sigortasından ilk çekini almıĢ. Eve
ve San Pedro Soka-ğı'na yürüdüm, herkes dikilmiĢ, bekliyordu, zaten bir süredir alıyor! kutluyoruz!"
tezgâhlarda kalmıĢ domatesler vardı, iki-üç tane alıp yedim, bol miktarda porto Ģarabı almıĢlardı, içeri girip bir duĢ aldım,
büyük bir yazı vardı: BAKERSFĠELD'E PAMUK TOPLAYICILARI sonra Ģortumu giyip dıĢarı çıktım, bacaklarımla hava atmayı
ARANIYOR. YEMEK VE YATACAK YER. ne biçim iĢti bu? sevmiĢimdir hep. bir erkekte görebileceğiniz en iri, en güçlü
Kaliforniya, Bakersfield'de pamuk? Eli Whitney ve pamuk cini bacaklara sahibim, bacaklar dıĢında pek bir Ģey yok. Ģortum
oraları kurutmamıĢ mıydı? sonra büyük bir kamyon yanaĢtı ve üstümde oturup bacaklarımı sehpaya uzattım.
domates toplayıcıları aradıkları anlaĢıldı, allah etsin, Linda'yı "hey! Ģu bacaklara bak," dedi Jeanie.
tek baĢına yatakta bırakmak hiç hoĢuma gitmiyordu, "evet, evet," dedi Eve.
kahr yatakta yalnız yatmayı hiç sevmezdi, ama denemeye karar Linda gülümsedi, bana bir Ģarap koydular.
verdim, herkes kamyona tırmanmaya baĢladı, bekleyip, bu iĢler nasıldır bilirsiniz, içtik ve konuĢtuk, konuĢtuk ve
kadınların binmesine yardımcı oldum, bazıları bayağı iriydi, içtik, kızlar Ģarap almaya gittiler, konuĢmayı sürdürdük, saat
herkes binmiĢti, ben de tırmanma durumuna geçtim, ustabaĢı dönüp duruyordu, hava karardı, tek baĢıma içiyordum, üstümde
olduğu anlaĢılan iri bir Meksikalı kamyonun kapağını hâlâ yırtık Ģortum. Jeanie yatak odasına gitmiĢ, yatakta sızmıĢtı.
kaldırmaya baĢladı — "üzgünüm senyor, dolduk!" bensiz Eve kanapede, Linda ise holde, banyo kapısının yanındaki
gittiler. küçük deri kanapede uyuyordu, o Meksikalı'nın kamyonun arka
saat nerdeyse dokuza geliyordu, otele dönüĢ yürüyüĢü bir kapağım yüzüme kapatmasını hâlâ hazmedememiĢtim.
saat sürdü, bütün o iyi-giyimli, aptal-görünümlü insanların mutsuzdum.
yanından geçtim, ve Cadillac süren öfkeli bir adamın yatak odasma gidip Jeanie'nin yanına yattım, yapılı bir
tekerleklerinin altına giriyordum nerdeyse. neydi onu bu kadar kadındı ve çıplaktı, memelerini öpüp, emmeye baĢladım.
öfkelendiren bilemiyorum, belki hava. sı-
95
94
"hey, ne yapıyorsun?" yorduk, beraber yaĢıyorduk, evliliğin ne anlamı vardı? evlilik
"yapmak mı? düzücem seni!" onaylanmıĢ bir DÜZÜġME demekti ve onaylanmıĢ DÜ-
parmağımı bacaklarının arasına daldırıp ileri geri okĢamaya ZÜġME'ler, hiç ĢaĢmaz, sonunda SIKICI olmaya baĢlıyor, bir
baĢladım, "düzücem seni." Ġġ haline geliyordu, ama dünya bunu istiyordu: zavallı orospu
"Linda beni öldürür!" çocuğunun biri, kapana kısılmıĢ, ve bir iĢi var. lanet olsun,
"haberi olmayacak!" sefılhane'ye taĢınıp Linda'yı Koca Eddie'nin yanına yollamayı
üstüne çıktım ve yayların gıcırdamaması için YAVAġÇA yeğlerdim. Koca Eddie aptalın biriydi ama hiç olmazsa üstüne
YAVAġÇA SESSÎZCE gidip gelmeye baĢladım ÇOK YAVAġ ve bir Ģeyler alır, kamını doyururdu ki bunlar benim
boĢaldığımda hiç bitmeyecek sandım, hayatımın en iyi yapabildiğimden fazlaydı.
boĢalmalarından biriydi, çarĢaflara silinirken insanlar asırlardır Fil Bacak Bukowski, sosyal felaket.
yanlıĢ düzüĢüyor belki de diye düĢündüm. ĢiĢeyi bitirip, biraz uyumaya karar verdim, çalar saati kurup
sonra gidip karanlıkta oturdum, biraz daha Ģarap içtim, orda Linda'nın yanına uzandım, uyanıp bana sürtünmeye baĢladı,
ne kadar oturduğumu hatırlamıyorum, epey içtim, sonra Eve'in "ne oldu bana bilemiyorum!" dedi.
yanına gittim, ĢiĢman bir Ģeydi, biraz buruĢuktu, ama çok seksi "neyin var yavrum? hasta mısın? hastaneyi aramamı ister
dudakları vardı, iğrenç seksi dudaklar, o korkunç ve harikulade misin?"
ağzım öptüm, hiç «karĢı koymadı, bacaklarını açtı ve girdim, "oh, hayır, tahrik oldum, ĠSTĠYORUM! ÇOK ĠSTĠYORUM!"
küçük bir diĢi domuzdu, osuran, koklayan, hırıldayan, kıç "ne?"
sallayan bir domuzcuk, boĢaldığımda Jeanie gibi olmamıĢtı — "ateĢ gibiyim diyorum! DÜZ BENĠ!"
uzun ve titrek— bir anlık bir Ģeydi ve bitmiĢti, üstünden "Linda..."
kalktım, daha iskemleme oturmadan horlamaya baĢlamıĢtı, "ne? ne?"
acayip —nefes alır gibi düzüĢüyordu— büyütülecek bir Ģey "öyle yorgunum ki. iki gecedir uyumuyorum, sabahki uzun
yoktu, her kadın biraz farklı düzüĢüyordu ve buydu erkeğin yürüyüĢ ve dönüĢ, güneĢin altında... boĢuna, iĢ yok. kıçımı
devam etmesini sağlayan, erkeğin düĢtüğü tuzak buydu. oynatacak halim yok."
oturup biraz daha içtim ve o pis orospu çocuğunun kapağı "ben sana YARDIM ederim!"
yüzüme nasıl kapattığım düĢündüm, nazik olmayacaksın "nasıl yani?"
hayatta, sonra iĢsizlik sigortasını düĢündüm, evli olmayan bir eğilip kamıĢımı yalamaya baĢladı, bitap bir Ģekilde inledim,
adamla bir kadm iĢsizlik sigortası alabilir miydi? tabii ki hayır, "balım, güneĢin altında saatlerce... tükendim."
açlıktan ölseler bile. ve aĢk kirli bir sözcüktü, ama Linda ile devam etti. zımpara gibi bir dili vardı ve nasıl kullanacağını
benim aramda olanların bir kısmıydı o — aĢk, onun için açlıktan iyi biliyordu.
ölüyorduk, beraber içi- "balım," dedim, "sosyal bir sıfırım ben! seni hak etmiyorum!
lütfen vazgeç!"

96 97
dediğim gibi, iyiydi, kimileri bilir, kimileri bilmez, çoğu "evet, öyle saygındırlar ki, iki haftada bir, orospu çocuğunun
genellikle eski usul kafa sallayıp dururlar. Linda kamıĢla baĢlar biri çatıya çıkıp o sahte saksıların araĢma, çimento giriĢe
sonra bırakıp taĢaklara inerdi, sonra tekrar yukarı, KAMIġIN balıklama atlar."
BAġINI HtÇ ELLEMEDEN, sonunda inlemeye ve ona bir sûru "öğlene kadar odayı boĢaltın Bay Bukowski."
palavra sıkmaya baĢladım, kendimi toparlayıp serseriliğe son "saat kaç?"
verecek, onun için neler neler yapacaktım. "sekiz."
nihayet baĢını aldı, üçte birini ağzma alıp diĢleri ile hafifçe "teĢekkür ederim."
ısırıp emdi, kurt ısırığı ve TEKRAR boĢaldım — günün telefonu kapatıp bir alka-seltzer aldım, kirli bir bardakta
dördüncü düzüĢmesiydi ve bitmiĢtim, bazı kadınlar tıp içtim, sonra biraz Ģarap buldum, perdeleri açıp güneĢe baktım,
biliminden daha çok Ģey bilirler. dünya zordu, o konuda değiĢen bir Ģey yoktu, ama sefilhane'den
uyandığımda kalkmıĢ, giyinmiĢlerdi —iyi görünüyorlardı— nefret ediyordum, küçük odaları severim, bir Ģekilde kavganı
Linda, Jeanie ve Eve. yorganın üstünden beni mıncıklayıp sürdürebileceğin küçük odalar, bir kadın, bir içki. ama her gün
güldüler, "hey. Hank, gidip canlı birini arayacagizi bir Ģeyler gidilecek bir iĢ istemem, tahammül edemem, yeterince zeki
içip uyanmak istiyoruz. Tommi-Hi'de olacağız!" olmadım hiçbir zaman, pencereden atlamayı düĢündüm ama
"tamam, tamam, güle güle!" yapamadım, giyinip Tommi-Hi'ye gittim, kızlar bann sonunda
gittiler, kıçlarını sallayarak çıktılar kapıdan. iki adamla gülüĢüyorlardı. Marty, barmen, beni tanırdı, elimle
erkeklerin hiçbir Ģansı yoktu. olumsuz bir iĢaret yaptım, para yok, oturdum.
tam uyumak üzereydim ki dahili telefon çaldı. sulu bir skoç kondu önüme, bir de not.
"evet?" "Roach Otel'de buluĢalım, oda 12, gece yansı, bizim için oda
"Bay Bukowski?" ayırttım, sevgiler, Linda."
"evet?" içkiyi içip ayak altından çekildim, gece yansı Roach Otel'e
"kadınları gördüm! sizin odanızdan çıktılar!" gittim, resepsiyonist, "yok böyle bir Ģey, Bukowski adına 12
"nerden biliyorsunuz? bina 8 kat ve her katta on veya on iki numara rezerve edilmemiĢ," dedi. saat birde tekrar gittim,
oda var!" günümü parkta geçirmiĢtim, gecemi de, öylece oturarak, aynı
"ben kiracılarımı iyi tanırım Bay Bukowski! saygın ve iĢi Ģey, "12 numara adınıza rezerve edilmemiĢ efendim."
olan insanlar kalır burda!" "bu isim veya Linda Bryan adına rezerve edilmiĢ baĢka bir
"yok ya?" oda var mı?"
"evet, Bay Bukowski! yirmi yıla yakın bir süredir iĢletiyorum deftere baktı.
burayı ve sizin dairenizde olup bitenleri asla baĢka dairelerde "hiçbir Ģey yok efendim."
görmedim! burda her zaman saygın insanlar barındırmıĢızdır
Bay Bukowski."

98 99
"12 numaraya bakmamda bir salanca var mı?"
"kimse yok orda efendim, size söyledim."
"âĢığım moruk, kusura bakma, bir göz atayım, lütfen!" Akü Problemi
4. sınıf salaklara nasıl bakılırsa, öyle baktı bana. kapı
anahtarım önüme bıraktı.
"beĢ dakika sonra burda ol, yoksa baĢın belaya girer."
kapıyı açıp, elektrik düğmesini çevirdim —Linda!— ha-
mamböcekleri ıĢığı görünce duvar kâğıdının altına kaçıĢtılar,
binlerce, ıĢığı söndürdüğümde tekrar dıĢarı çıktıklarım
duyabiliyordum, duvar kâğıdı hamamböceklerinden oluĢmuĢ bir
deriyi andırıyordu.
asansöre binip resepsiyona indim.
"teĢekkürler," dedim, "haklıymıĢsın. 12 numarada kimse
yok." Ona bir içki ısmarladım, sonra bir tane daha ve sonra barın
ilk kez sesinde biraz anlayıĢ vardı. arkasındaki merdivenlerden yukarı çıktık, birkaç tane büyük
"üzgünüm moruk." oda vardı orda. kız beni azdırmıĢtı, dilini çıkarmıĢtı bana.
"sağol," dedim. merdivenleri çıkarken oynaĢıp durmuĢtuk, ilk postayı ayakta,
dıĢarı çıktığımda sola döndüm, baüya yani, sefilhaneye kapının arkasında aldım, külotunu yana sıyırdı ve girdim.
doğru, ayaklarım beni yavaĢça oraya götürürken merak ettim, sonra yatak odasma geçtik, diğer yatakta bir çocuk
insanlar neden yalan söylerlerdi? Ģimdi artık merak etmiyorum oturuyordu, iki yatak vardı, çocuk "merhaba," dedi.
ama hâlâ hatırlıyorum, ve artık yalan söyledikleri anda "kardeĢim," dedi kız.
hissediyorum yalan söylediklerini, ama yalanın her yerde çok ince ve tehlikeli bir görünümü vardı çocuğun, ama
olduğunu bilen Roach Otel'in resepsiyonisti kadar akıllanmadım düĢünürsen herkesin tehlikeli bir görünümü vardı bu dünyada.
hâlâ, veya ördeklerin hâlâ yakalanıp, öldürülüp, yendiği yatağın baĢlığının üstünde birkaç ĢiĢe Ģarap duruyordu, bir
McArthur parkının karĢısında, Los An-geles'ta, akĢamüstleri ĢiĢe açtılar, ikisi de ĢiĢeden içene kadar bekledim, sonra ben
sıcak porto Ģarabımı içerken penceremin önünden aĢağı uçan içtim.
insanlar kadar. komodinin üstüne bir onluk fırlattım.
Otel hâlâ orda, kaldığımız oda da, bir gün gelirseniz size çocuk Ģaraba iyi yumuluyordu. *
gösteririm, ama bir anlamı olmaz değil mi? bir gece 3 kadın "abisi büyük bir matadordur, Jaime Bravo," dedi kız.
düzdüm veya düzüldüm diyelim, bu da öykümüz için yeterli "Jaime Bravo'yu duydum, daha çok Tijuana civarında
olsun.

100
101
güreĢir," dedim, "ama bana martaval atmanız gerekmez." ruyorduk. çok rahattı.
"peki," dedi kız, "martaval yok." "kaç yaĢındasın sen?" diye sordu.
bir süre içip konuĢtuk, Ģundan bundan, rahat bir konuĢma, "lanet bir yarım asır nerdeyse."
sonra kız ıĢıklan söndürdü ve kardeĢi yan yatakta iken bir posta "iyi iĢ tutuyorsun, ama çok yıpranmıĢ bir halin var."
daha gittik. Cüzdammı yastığın altına koymuĢtum. "üzgünüm, pek güzel sayılmam."
iĢ bittiğinde ıĢığı yaktı, ben kardeĢi ile ĢiĢeyi paylaĢırken
banyoya gitti, kardeĢinin bakmadığı bir anda çarĢafa Ģilindim.
banyodan geldi, hâlâ iyi görünüyordu, iki postadan sonra
demek istiyorum, hâlâ iyi görünüyordu, göğüsleri küçük ama
1 "ah, hayır, harikulade bir adam olduğunu düĢünüyorum,
kimse sana söylemedi mi?"
"düzüĢtüğün herkese söylüyorsundur bunu bahse girerim ki."
"hayır, söylemem."
diriydi: olduğu kadarıyla bayağı öne çıkmıĢlardı, ve kıçı iriydi, bir süre oturup ĢiĢeyi paylaĢtık, aĢağıdan, bardan gelen müzik
yeterince iri. dıĢında çok sessizdi, bir düĢ haline girdim.
"neden geldin buraya?" diye sordu yatağa doğru gelirken, "HEY!" diye bağırdı, göbek deliğime uzun tırnağını batı-
yanıma girip çarĢafı üstüne çekti, Ģaraba asıldı. rarak.
"sokağın karĢı tarafında akümü Ģarj ettiriyorum." "ah! lanet olsun!"
"son postadan sonra," dedi, "sen de Ģarj edilmelisin." "BAK bana!"
hepimiz güldük, kardeĢi bile güldü, sonra ona baktı. dönüp baktım ona.
"tekin mi bu?" diye sordu kardeĢi. "ne görüyorsun?"
"tabu ki tekin." "Meksika-Yerlisi çok hoĢ bir kız,"
"ne demek bu?" diye sordum. "nasıl görebiliyorsun?"
"dikkatli olmak zorundayız." "ne?"
"ne demek istediğinizi anlayamadım." "nasıl görebiliyorsun? gözlerini açmıyorsun, gözlerini çok
"kızlardan biri nerdeyse öldürülüyordu burda geçen yıl. kısık tutuyorsun, neden?"
adamın biri bağırmaması için ağzım tıkayıp, çakısı ile her yerine adil bir soruydu. Fransız Ģarabından bir fırt çektim.
haçlar kazıdı, kan kaybından ölüyordu."
kardeĢi ağır hareketlerle giyinip dıĢan çıktı, kıza bir beĢlik
verdim, onluğun yanma fırlattı.
Ģarabı getirdi, iyi Ģaraptı, Fransız, kusacak gibi olmuyordun.
bacağını benimkinin üstüne attı. ikimiz de yatakta otu-
I "bilmiyorum, korkuyorum belki, her Ģeyden korkuyorum,
yani, insanlar, binalar, Ģeyler, her Ģey, daha çok insanlar."
"ben de korkuyorum," dedi.
"ama senin gözlerin açık. seviyorum gözlerini."
Ģaraba acayip asılıyordu, bu Meksika-Yerlisi kızları bi-
liyordum, hırçınlaĢmasını bekliyordum.

102 103
sonra kapı çalındı ve nerdeyse üstüme sıçtım, aniden açıldı, müĢ bir Isa vardı, çarmıhına gerilmiĢ isa'ya bakıyordu, çok
saldırgan bir Ģekilde, Amerikanvari, ve barmen kapıdaydı — güzel bir Ġsa'ydı.
iri, kırmızı, kaba, banal bir orospu çocuğu. "belki de isteğini basünyorsun. birinin seni kıçtan düzmesini
"bu orospu çocuğu ile iĢin bitmedi mi hâlâ?" istiyorsun."
"biraz daha istiyor sanırım," dedi kız. "peki, senin dediğin gibi olsun — aslında istediğim budur
"istiyor musun?" diye sordu Bay Banal. belki de."
"sanıyorum." tirbuĢonu alıp yeni bir Fransız ĢiĢesinin mantarım çekip
gözleri bir kartal gibi komodinin üstündeki paralan seçti ve çıkardım, Ģarabın içine mantar parçalan düĢürerek, her zaman
sonra kapıyı çarpıp gitti, para toplumu, sihirli bir Ģey olduğunu yaptığım gibi. sadece filmlerdeki garsonlar onları problemsiz
zannediyorlardı. açabilir.
"o benim kocamdı, öyle bir Ģey." ilk yudumu aldım, mantar filan, ĢiĢeyi ona geçirdim, bacağını
"bir posta daha gitmek istediğimi sanmıyorum." çekmiĢti, yüzünde bir balık ifadesi vardı, iyi bir fırt aldı.
"neden?" Ģarabı ondan geri aldım, küçük mantar parçalan ĢiĢenin içinde
"bir kere 48 yaĢındayım, ikincisi bir otobüsün bekleme nereye gideceklerini bilemiyorlardı, birkaçını yuttum.
salonunda düzüĢmek gibi bir Ģey bu." "seni ben düzeyim kıçından, ister misin?" diye sordu.
güldü, "senin gibilerin 'orospu' tabir ettikleri kızlardanım, "NE?"
haftada 8 veya on kiĢi düzmek zorundayım, en az." 'YAPABĠLĠRĠM!"
"bunun bana hiç yaran yok." yataktan kalkıp komodinin üst çekmecesini açtı ve beline bir
"bana var." kemer takıp bana döndü — ve karĢımda, bana bakan KOCA bir
"evet." selüloit yarak duruyordu.
ĢiĢe gidip geliyordu. "25 santim!" diye güldü, karnım öne doğru çıkanp aleti bana
"kadınlan düzmeyi seviyor musun?" sallayarak, "ve hiç yumuĢamaz, hiç eskimez!"
"onun için burdayım." "seni öbür türlü tercih ederim."
"peki, erkekler?" "abimin büyük matador Jaime Bravo olduğuna inanmıyor
"erkeklerle düzüĢmem." musun?"
ĢiĢeden bir fırt aldı. ĢiĢenin dörtte birini götürmüĢ olmalıydı. karĢımda yapay bir yarak ile durmuĢ bana Jaime Bra-vo'dan
"belki arkadan yemek istersin? belki bir erkeğin seni arkadan söz ediyordu.
düzmesini istiyorsun?" "Bravo'nun Ġspanya'da tutunabileceğini sanmıyorum," dedim.
"sapıtmaya baĢladın."
dümdüz önüne bakıyordu, karĢı duvarda küçük, gü- 105

104
"sen tutunabilir misin Ġspanya'da?" CLORETS vardı, alıp 3 veya 4 tane attım ağzıma, polis beni
"lanet olsun, Los Angeles'ta bile tutunamıyorum ben. lütfen izlemekten vazgeçip Wilshire Bulvan'nda sola sinyal vermeden
bu saçma yapay aleti çıkar..." ani bir dönüĢ yapan bir Japon'un peĢinden gitti, birbirlerini hak
çıkarıp tekrar çekmeceye koydu. ediyorlardı.
yataktan kalkıp düz arkalıklı bir iskemleye oturdum, Ģarabı yerime döndüğümde kadm uyuyordu ve küçük kız SU-ZAN
yudumladım. o baĢka bir iskemleye oturdu, karĢılıklı BEBE'NĠN TAVUĞU baĢlıklı bir kitaptan okumamı istedi,
oturmuĢtuk, çıplak, Ģarabı geçirerek. korkunç kötüydü. Boby tavukların içinde uyuyabilme-si için
"bu bana eski bir Leslie Howard filmini anımsattı, bu bölümü karton bir kutu buldu, mutfaktaki ocağın arkasında bir köĢeye
çekmezlerdi ama. Howard değil miydi Somerset Maugham'ın koydu, ve Boby, Suzan Bebe'nin mamasından koydu küçük bir
Ģeyinde oynayan? ĠNSANLIĞA DAĠR?" tabağa ve dikkatle kutunun içine yerleĢtirdi, civcivler yesin
"tanımıyorum bu insanları." diye. ve Suzan Bebe güldü, tombul ellerini çırptı.
"doğru, çok gençsin." daha sonra 2 civcivin horoz ve Suzan Bebe'nin harikulade bir
"Howard, Maugham, sever misin bu insanları?" yumurta yumurtlayan diĢi bir tavuk olduğu anlaĢılır, bak sen.
"ikisinin de stili vardı, ama bir Ģekilde, ikisiyle de, saatler küçük kızı yere indirip banyoya gittim, küvete sıcak su
veya günler veya yıllar sonra aldatılmıĢ hissediyorsun kendini doldurup içine girdim ve bir daha akü problemim olduğunda bir
sonunda." sinemaya giderim diye düĢündüm, sonra sıcak suyun içinde
"ama bu 'stil' dediğin Ģeye sahiptiler?" gerindim ve unuttum her Ģeyi, nerdeyse.
"evet, stil önemlidir, gerçeği haykıran birçok insan var ama
stil yoksa hiçbir iĢe yaramaz."
"Bravo'nun stili var, benim stilim var, senin stilin var."
"kapmaya baĢladın."
sonra yatağa girdim tekrar, yanıma geldi, bir kez daha
denedim, kaldıramadım.
"emer misin?" diye sordum.
"tabu."
ağzına aldı ve iĢi bitirdi.
bir beĢlik daha verdim, giyindim, Ģaraptan bir fırt daha aldım
ve aĢağı inip karĢıya geçtim, benzin istasyonuna girdim, akü
tamamen Ģarj etmiĢti, adama parasını verip geri geri çıktım, 8.
Cadde'ye girdim, motorsikletli bir polis beni 2 veya 3 kilometre
izledi, torpido gözünde bir paket
107

106
"sen tutunabilir misin Ġspanya'da?" CLORETS vardı, alıp 3 veya 4 tane attım ağzıma, polis beni
"lanet olsun, Los Angeles'ta bile tutunamıyorum ben. lütfen izlemekten vazgeçip Wilshire Bulvan'nda sola sinyal vermeden
bu saçma yapay aleti çıkar..." ani bir dönüĢ yapan bir Japon'un peĢinden gitti, birbirlerini hak
çıkarıp tekrar çekmeceye koydu. ediyorlardı.
yataktan kalkıp düz arkalıklı bir iskemleye oturdum, Ģarabı yerime döndüğümde kadın uyuyordu ve küçük kız SU-ZAN
yudumladım. o baĢka bir iskemleye oturdu, karĢılıklı BEBE'NlN TAVUĞU baĢlıklı bir kitaptan okumamı istedi,
oturmuĢtuk, çıplak, Ģarabı geçirerek. korkunç kötüydü. Boby tavukların içinde uyuyabilme-si için
"bu bana eski bir Leslie Howard filmini anımsattı, bu bölümü karton bir kutu buldu, mutfaktaki ocağın arkasında bir köĢeye
çekmezlerdi ama. Howard değil miydi Somerset Maugham'ın koydu, ve Boby, Suzan Bebe'nin mamasından koydu küçük bir
Ģeyinde oynayan? ĠNSANLIĞA DAĠR?" tabağa ve dikkatle kutunun içine yerleĢtirdi, civcivler yesin
"tanımıyorum bu insanları." diye. ve Suzan Bebe güldü, tombul ellerini çırptı.
"doğru, çok gençsin." daha sonra 2 civcivin horoz ve Suzan Bebe'nin harikulade bir
"Howard, Maugham, sever misin bu insanları?" yumurta yumurtlayan diĢi bir tavuk olduğu anlaĢılır, bak sen.
"ikisinin de stili vardı, ama bir Ģekilde, ikisiyle de, saatler küçük kızı yere indirip banyoya gittim, küvete sıcak su
veya günler veya yıllar sonra aldatılmıĢ hissediyorsun kendini doldurup içine girdim ve bir daha akü problemim olduğunda bir
sonunda."
"ama bu 'stil' dediğin Ģeye sahiptiler?"
"evet, stil önemlidir, gerçeği haykıran birçok insan var ama
stil yoksa hiçbir iĢe yaramaz."
1 sinemaya giderim diye düĢündüm, sonra sıcak suyun içinde
gerindim ve unuttum her Ģeyi, nerdeyse.

"Bravo'nun stili var, benim stilim var, senin stilin var."


"kapmaya baĢladın."
sonra yatağa girdim tekrar, yanıma geldi, bir kez daha
denedim, kaldıramadım.
"emer misin?" diye sordum.
"tabu."
ağzına aldı ve iĢi bitirdi.
bir beĢlik daha verdim, giyindim, Ģaraptan bir fırt daha aldım
ve aĢağı inip karĢıya geçtim, benzin istasyonuna girdim, akü
tamamen Ģarj etmiĢti, adama parasım verip geri geri çıktım, 8.
Cadde'ye girdim, motorsikletli bir polis beni 2 veya 3 kilometre
izledi, torpido gözünde bir paket

106 107
108

Koca Götlü Annem

İ
Ġki iyi kızdılar, Tito ve Baby, ikisi de 60 gibi görünüyorlar- ^P di
ama 40'lanndaydılar. Ģarap ve üzüntü, ben 29 yaĢındaydım ve 50 gibi
gösteriyordum. Ģarap ve üzüntü, daireyi .1 önce ben tutmuĢ, sonra
onlar taĢınmıĢlardı, yönetici hoĢnut değildi, biraz gürültü oldu mu
hemen polis çağırıyordu, tedirgindik, klozetin ortasına iĢemeye
korkuyordum.
en keyifli Ģey AYNAYDI, kendimi izliyordum, göbeklen-
miĢ, Baby ve Tito ile, günlerce sarhoĢ ve hasta, hepimiz,
ucuz radyo çalıp duruyordu, tüpleri yıpranmıĢ, eski hah- }
nın üstünde, ve AYNA, izliyordum.

V
'Tito, arkandayım Ģimdi, hissedebiliyor musun?"


"oh, evet. oh — VUR! hey! nereye GĠDĠYORSUN?" §
"Baby, senin önündeyim Ģimdi, ummm? hissettin mi?
kocaman mor bir baĢ, aryalar söyleyen bir yılan gibi! his- £
sediyor musun beni aĢkım?" T
"oooh, sevgilim, galiba geliyo... HEY! nereye GĠDĠYORSUN?"
'Tito, arka koltuğuna döndüm, ikiye bölüyorum seni. hiçbir
Ģansın yok!"
1
i
"oooh tanrım oooh, HEY, nereye GĠDĠYORSUN? gir oraya
tekrar!"
"bilmiyorum."
"neyi bilmiyorsun?"
"hanginize boĢalmak istediğimi bilmiyorum, ne yapabilirim?
ikinizi de istiyorum, ama ikinize de BOġALAMAM! ve karar
vermeye çalıĢırken, kendimi tutabilmek için bir ölüm ve ıstırap
dehĢeti yaĢıyorum! kimse anlayamıyor mu çektiğim acıyı?"
"hayır, bana ver bitsin!"
"hayır, bana, bana!"
SONRA KANUNUN KOCA YUMRUĞU.
bang! bang! bang!
"hey, neler oluyor orda?"
"yok bir Ģey."
"bir Ģey yok mu? bu inlemeler, bağırmalar, çağırmalar nedir?
sabahın üç buçuğu, dört kat insanı uyandırdınız ve merak
içindeler..."
"yok bir Ģey. annem ve kız kardeĢim ile satranç oynuyorum."
"lütfen gidin, annemin kalbi var. onu korkutuyorsunuz, ve sadece
bir tek piyonu kaldı."
"senin de öyle dostum! henüz farkında değilsen, Los Angeles
Polis Departmanı'ndan geliyoruz..."
"tannm. hiç aklıma gelmezdi..."
"Ģimdi geldi, tamam, kapıyı aç yoksa kırarız!"
Tito ve Baby yemek odasının bir köĢesine kaçtılar, diz çökmüĢ
titriyorlar, elleri ile, yaĢlanmıĢ, buruĢmuĢ, kaçık ve Ģarapçı
vücutlarım örtmeye çalıĢıyorlardı, aptalca sevimliydiler.
"aç Ģu kapıyı dostum, son bir buçuk haftada dört kez

109
geldik buraya ve hep aynı Ģikâyet, insanları içeri tıkmaktan "dinle; haneye tecavüz ediyorsunuz, izniniz yok, avukatım
hoĢlandığımızı mı zannediyorsun?" bu Ģehrin en iyisidir..."
"evet." "avukat mı? avukatla ne iĢin var senin?"
'YüzbaĢı Bradley siyah veya beyaz olman bir Ģey değiĢ- "yıllardır kullanırım onu —asker kaçağı, teĢhircilik, alkollü
tirmez diyor." araç sürmek, çevreye rahatsızlık vermek, tecavüz ve dövme,
'YüzbaĢı Bradley'e aynı duyguyu paylaĢtığımızı söyle." kundaklama— ciddi Ģeyler hepsi.
sustum, iki orospu, köĢedeki lambanın yanına sinmiĢ, "kazandı mı bu davaları?"
kollarını buruĢuk tenlerine dolamıĢlardı, ödlek ve merhametsiz "çok iyidir, dinle, size üç dakika tanıyorum, ya kapıyı
bir kıĢ, söğüt yaprağının tatlı ve boğucu sessizliği. kurcalayıp beni rahatsız etmekten vazgeçersiniz ya da
anahtarı yöneticiden almıĢlardı, kapı 10 santim kadar açıktı avukatımı aranm. sabahın bu saatinde rahatsız edilmek hiç
ama sürmüĢ olduğum zincir engelliyordu tamamen açılmasını, hoĢuna gitmeyecektir, rütbelerinizi söktürür."
polislerden biri benimle konuĢurken diğeri bir tornavida ile polisler geri çekilip koridorda biraz uzaklaĢtılar, dinledim.
zinciri yuvasından çıkarmaya çalıĢıyordu, polisin zinciri "ne dediğinin farkında mı bu sence?"
nerdeyse çıkarmasına izin verip son anda tekrar aĢağı "bence farkında."
indiriyordum, çıplaktım ve önüm kazık gibiydi. geri geldiler.
"haklanma tecavüz ediyorsunuz, arama izniniz olmadan "annenin götü gerçekten büyükmüĢ."
buraya giremezsiniz, kendi iradenizle giremezsiniz buraya, "ne yazık ki sen elleyemezsin, eh?"
neyiniz var sizin?" "tamam, gidiyoruz, ama sessiz olun orda. radyoyu kapatıp,
"bunların hangisi senin annenmiĢ?" inlemeleri ve bağnĢlan kesmenizi istiyoruz."
"götü büyük olan." "tamam, radyoyu kapatırız."
diğer polis zinciri çıkartmak üzereydi, parmağımla aĢağı gittiler, gittiklerini duymak ne büyük bir rahatlıktı, iyi bir
ittim tekrar. avukat tanımak da öyle. hapisten uzak olmak.
"hadi, bırak da girelim, konuĢacağız sadece." kapıyı kapattım.
"ne hakkında. Disneyland m harikaları hakkında mı?" "tamam, kızlar, gittiler, yanlıĢ yol seçmiĢ iki genç. bakın
"hayır, hayır, ilginç bir adama benziyorsun. içeri girip Ģimdi!" önüme baküm. "gitti, yok oldu."
konuĢmak istiyoruz." "evet, tamamen gitmiĢ," dedi Baby, "nereye gitti? yazık."
"geri zekâlı olduğumu düĢünmelisiniz, bilezik takacak kadar "allah kahretsin," dedi Tlto, "ölü bir Viyana sosisinden farkı
ibneleĢirsem onları Thrifty'den alırım, tek suçum, önümün yok."
kalkık ve radyonun açık olması ve ikisini de kapatmamı iskemleye oturup, bir Ģarap koydum. Baby 3 sigara sardı.
söylemediniz bana."
"bırak girelim, konuĢmak istiyoruz."

110 111
"Ģarap ne durumda?" diye sordum. nı kaldırarak, gazeteyi elimden çekip aldı ve iĢe koyuldu tekrar,
"son 4 ĢiĢe." ne yapmam gerektiğini bilemiyordum, öfkelenmiĢti gerçekten,
"büyük mü küçük mü?" sonra Baby yanıma geldi. Baby'nin bacaklan çok iyiydi, mor
"küçük." eteğini kaldınp naylonlara bir göz attım. Baby uzanıp öptü beni,
"tanrım, Ģanslı olmak zorundayız." dilini boğazıma kadar daldırarak, elimi kalçasına koydum,
4 gün öncenin gazetesini aldım elime, karikatürlere bir göz kapana kısılmıĢtım, ne yapacağımı bilemiyordum, bir içkiye
atıp spor sayfasına geçtim, okuyordum, Tito yanıma gelip ihtiyacım vardı, birlikte kenetlenmiĢ üç geri zekâlı, hey inilti ve
halıya çöktü, çalıĢmaya baĢladı, tıkanmıĢ lavaboları açmak için son mavikuĢ'un güneĢin gözüne uçuĢu, bir çocuk oyunuydu,
kullanılan pompalardan farksız bir ağzı vardı, Ģarabımı aptal bir oyun.
yudumlayıp, sigaramı tüttürdüm, izin verirsen beynini bile ilk çeyrek mil 22 1/5, yarım mil 44 4/5, iĢi çözdü, baĢ farkı
emerlerdi, ben dıĢardayken birbirlerini emiyorlardı sanırım. ile zafer, Kaliforniya, bedenimin yağmuru, güneĢte bağırsaklar
at yanĢlanna geçtim, "bak," dedim Tito'ya, "bu at çeyrek mili gibi güzelim açılmıĢ incirler ve hürriyete emilmiĢ, annen
22 1/5'de yarım mili 44 4/5'te ve bir mili bir dakika dokuz senden nefret edip baban seni öldürmeye çalıĢırken ve arka
saniyede koĢuyor. bahçenin çitleri yeĢildi ve Amerikan Ban-kası'na aitti, Tito iĢi
vurp virp sloooom bitirdi ben Baby'yi parmaklarken.
visaaa ooop sonra çözüldük, banyoya girip cinsel burunlanmızı silmek
vop bop vop bop vop için sıraya girdik, en son ben girerdim, dıĢan çıkıp Ģarap ĢiĢesini
"—bir millik bir yarıĢ olduğunu sanmıĢ oysa bir mil ve aldım ve pencereden baktım.
çeyrek koĢuyorlar, diğerlerinden sıyrılmaya çalıĢıyor, son "bana bir sigara daha sar Baby."
dönüĢte 6 boy önde ve yavaĢlıyor, at tükenmiĢ, ahırına dönmek en üst kattaydık, dördüncü katta, bir tepenin üstünde, ama
istiyor—" Los Angeles'a bakıp bir Ģey hissetmeyebilirsiniz, hiçbir Ģey.
slllurrrp vip vop vop uyuyan, kalkıp iĢe gitmeyi bekleyen insanlar, ap-talcaydı, aptal,
sllurrrp vip vop vop aptal ve korkunç, doğru yoldaydık: diyelim ki, yeĢil üstüne
"Ģimdi jokey'e bakalım — eğer Blum ise burun farkı ile alır mavi fasulye tarlası Ģeritlerine bakarak, birbirimizin içine, gel.
yansı; Volks dörtte üç boy farkı ile. Volks'muĢ. dörtte üç ile Baby sigarayı getirdi, bir duman çekip uyuyan Ģehri izledim,
alıyor, sağlam para. halk Volks'dan nefret eder. Volks ve oturup güneĢi ve ne olacaksa onu bekledik, dünyayı
Harmatz'dan nefret ederler, eğer bu ikisi olmasaydı Ģimdi 5. sevmiyordum, ama temkinli ve rahat anlarda ner-deyse
Sokağm batısında sürünüyordum—" anlayabiliyordum onu.
"oooh, seni aptal orospu çocuğu!" diye bağırdı Tito baĢı- Tito ve Baby'nin Ģimdi nerde olduklarını bilmiyorum, ölüp
ölmediklerini, ama güzel akĢamlardı onlar, o topuklu

112 113
bacakları ellemek, naylon dizleri öpmek, rengârenk elbise ve
külotlar, ve Los Angeles polisine maaĢlarını hak ettirmek. Pis Moruğun Notlartndan Seçmeler
Ġlkbahar veya çiçekler veya Yaz bir daha asla öyle ol
mayacak. 4

Red," dedim çocuğa, "kadınlar için yokum ben artık, suç


bende daha çok. danslara gitmiyorum, kilise kermeslerine, Ģiir
dinletilerine, sevgi ayinlerine gitmiyorum, bu tür bokların
hiçbirine gitmiyorum ve orospular oralarda hep. eskiden
barlarda veya Del Mar'dan dönüĢ treninde bitirirdim iĢi, içki
içilen herhangi bir yerde, barlara tahammül edemiyorum artık,
öylece oturup saatlerin geçmesini bekleyen yalnızlar, frengili
bir kancığın içeri girmesini ümit ederek, insan ırkı için utanç
verici bir durum."
Red bira ĢiĢesine havada bir perende attırıp yakaladı ve
sehpamın kenarını kullanarak kapağını açtı.
"her Ģey beyninde Bukowski, ihtiyacın yok aslında." "her Ģey
kamıĢımın ucunda, ihtiyacım var Red." "bir keresinde yaĢlıca
bir kadın yakalamıĢtık, Ģarapçı, yatağa bağlayıp 50 sente
insanları kuyruğa dizdik, mahalledeki bütün sakatlar, kaçıklar
ve sapıklar sıradaydı, üç gün üç gece, 500 kiĢi faydalanmıĢtı."
"tannm, Red, midem bulandı." "Pis Moruk değil miydi senin
lakabın?"

115
114
"her gün çorap değiĢtirmediğimden ötürü, küçük ve büyük cinsi beyaz gömleğimi lavaboda yıkar, çizgili kravatımı bağlar,
aptes için çözmediniz mi onu?" ayakkabılarımı siler, bir eskici dükkânından pantolona uygun
"aptes nedir?" bir ceket alır, iki gün sonra kendime bir memuriyet kapıp, o
"s..tir et, yemek verdiniz mi?" bokların arasına karıĢırım, yük treninden indiğimi bilemezler,
"Ģarapçılar yemez, Ģarap verdik ona." ama tahammülüm yok o tür iĢlere, kendimi yük treninde
"Ģimdi kusacağım." bulurum bir süre sonra."
« "neden?" ne diyeceğimi bilemediğim için sessiz kalıp içmeyi yeğ-
"canavarca insanlık dıĢı, canavarca acımasız, bir canavar bile ledim.
böyle bir Ģey yapmaz aslında." "ve sürekli yanımda bir ĢiĢ taĢırım, kolumun üst kısmında bir
"250 dolar topladık." lastikle tuttururum onu, bak."
"ona ne verdiniz?" "evet, görüyorum, bir arkadaĢım bira açacağının müthiĢ bir
"hiç. orda bıraktık onu, kiranın bitimine iki gün kalmıĢtı." silah olduğunu söyler."
"çözdünüz mü?" "arkadaĢın haklı, polisler beni çevirdiğinde hemen ĢiĢi fırlatır
"tabii, cinayetle suçlanmak istemezdik." atarım, kollarımı havaya kaldırıp bağınnm, 'ATEġ ETMEYĠN!'
"çözmekle nezaket göstermiĢsiniz." " (Red halının üstünde durumu canlandırdı.)
"rahip gibi konuĢuyorsun." "—ve ĢiĢi fırlatıp atanm. asla bulamazlar üstümde, Ģimdiye
"bir bira daha iç." kadar kaç ĢiĢ fırlatıp attım bilemiyorum, sayısız."
"sana bir kancık bulabilirim." "hiç kullandın mı o ĢiĢi Red?"
"50 sentliklerden mi?" tuhaf bir bakıĢ attı bana.
"hayır, biraz daha fazla." "peki," dedim, "unut soruyu."
"kalsın, sağol." biralanmızı yudumlayıp sustuk bir süre.
"gördün mü, aslında istemiyorsun." "bir pansiyon odasında, yazdığın sütunu okudum bir
"haklısın galiba." keresinde, büyük bir yazarsın bence."
ikimiz de birer bira aldık, içkiyi iyi kaldırıyordu, sonra ayağa "sağol," dedim.
kalktı, "her zaman yanımda küçük bir jilet taĢırım, tam surda, "yazar olmayı denedim ama dıĢa çıkaramadım, oturuyorum
kemerimin altında, berduĢların çoğunun sakal tıraĢı ile ve dıĢa çıkmıyor."
problemleri vardır, benim asla. ben hazırlıkk-yımdır. yollara "kaç yaĢındasın?"
düĢtüğüm zaman üst üste iki pantolon giyerim —bak— ve Ģehre "yirmi bir."
indiğimde dıĢtakini çıkarır, tıraĢ olur, denizci mavisi "zaman tanı."
gömleğimin içine giydiğim yıka ve giy orda oturmuĢ yazar olmak üstüne düĢünüyordu, sonra elini
arka cebine attı.

116 117
"çenemi tutmam için verdiler bunu." "sağol Bukowski."
liğme liğme olmuĢ deri bir cüzdan. çalılıklardan sola doğru gidiĢini izledim, Normandie'ye
"kim verdi?" doğru, iki üç günlük kirası kalmıĢ odasının bulunduğu
"iki kiĢinin birini öldürmelerine tanık oldum, susmam için Vermont'a doğru, ve gitmiĢti, ay son ıĢığı ile içerisini aydınlattı,
bunu verdiler bana." evet öyle yaptı, ve kapıyı kapattım, son bir bira içip, ıĢıklan
"neden öldürdüler onu?" söndürdüm, yatağa gittim, elbiselerimi çıkarıp içine girdim,

t
"bu cüzdanın içindeki 7 dolar için." onlar rayların arasında dolanıp vagon seçerken, yeni yerler,
"nasıl öldürdüler?" yeni istikametlerin beklentisi içinde — daha iyi Ģehirler, daha
"taĢla, Ģarap içiyordu, sarhoĢ olunca baĢını taĢla ezip cüzdanını iyi aĢklar, daha iyi Ģanslar, daha iyi bir Ģeyler, asla
aldılar, ben izliyordum." bulamayacaklar, asla vazgeçmeyeceklerdi.
"cesedi ne yaptılar?" uyudum.
"sabahın erken saatlerinde tren su ikmali için durunca cesedi
dıĢarı çıkarıp otlağa fırlattılar, çimlerin üstüne, sonra trene
döndüler ve tren hareket etti."
"hımmmm," dedim.
"polisler daha sonra böyle bir ceset bulunca, elbiseleri her yerde dünyanın duvarlarına tutunmaya çalıĢırız, ve
ne, Ģarapçı yüzüne bakarlar, kimlik yok, unutup giderler, akĢamdan kalmalığımın en kötü saatlerinde, bana değiĢik intihar
bir ayyaĢ daha. fark etmez." ^H yöntemleri tavsiye eden iki arkadaĢım gelir aklıma, sevgi dolu
birkaç saat daha içmeyi sürdürdük ve birkaç tane de ben bir dostluğun bundan daha iyi bir kanıtı olur mu?
anlattım, onunkiler kadar iyi olmasa da. sonra ikimiz de sustuk, arkadaĢlarımdan birinin sol kolu baĢtan aĢağı jilet izleri ile
düĢüncelere daldık.
sonra Red ayağa kalktı.
"hadi moruk, benim kaçmam gerek, iyi bir gece oldu ama."
ayağa kalktım.
4 kaplı, diğeri koca bir sakalla çevrelenmiĢ ağzına kovalar dolusu
hap atıĢtırıyor, ikisi de Ģiir yazıyor, Ģiir yazmanın insanı
uçurumun kenarına sürükleyen bir yam var. ihtimal üçümüz de
doksanlarımızı görürüz yine de. dünyayı Î.S. 2010 yılında
"hem de nasıl Red." düĢünebiliyor musunuz? tabii ki birçok Ģey Bomba ile ne
"tamam, görüĢürüz." yapacaklarına bağlı, sanırım insanlar sabah kahvaltısında
"evet Red, görüĢürüz." yumurta yemeyi sürdürecekler, seks problemleri olacak, Ģiir
gidiĢinde bir tereddüt vardı, iyi bir gece olmuĢtu bir Ģekilde. yazacaklar, intihar edecekler.
"kendine iyi bak evlat." son intihar giriĢimim 1954 senesindeydi sanırım. Ku-

118 119
zey Mariposa Bulvan'nda bir apartmanın üçüncü katında herhalde." "evet, bence de." "Milton Berle'in kuzeninin gözleri
yaĢıyordum, bütün pencereleri kapatıp, ocağı ve fınnı açtım, ne renktir sence?" "kahverengi olsa gerek, çok açık bir
yakmadan tabii ki. sonra yatağa uzandım, sızan gazın insanı kahverengi." "açık kahverengi gözler, hafif, san taĢ." "KÜÜT!"
teskin eden bir sesi vardır, uyudum, iĢe yarayacaktı ancak içime "evet, KÜÜTĠ" dıĢarı çıkıp ceketimin kol içlerine birer bira
çektiğim gaz baĢımı öylesine ağrıttı ki uyandım, yataktan kalkıp zulalayıp geri döndüm ve günün geri kalan kısmı bayağı keyifli
gülmeye, kendi kendime konuĢmaya baĢladım, "sersem herif, geçti, sanırım o manĢeti atan gazete "The Express" veya "The
kendini öldürmek istediğin falan yok." gazı kapatıp bütün Evening Herald" gazetesiydi. emin değilim, hangisi ise o
pencereleri açtım, gülüp duruyordum, olup bitenler bana çok gazeteye ve aynı zamanda Milton Berle'in kuzenine ve o
komik bir Ģaka gibi gelmeye baĢlamıĢtı, allahtan ocağın yuvarlak san taĢa teĢekkür etmeyi bir borç bilirim.
otomatik çakmağı çalıĢmıyordu, o küçük alev beni cehennemde intihardan söz açmıĢken, bir keresinde rıhtımda çalıĢıyordum,
geçirdiğim o değerli mevsimin dıĢına uçuracaktı. rıhtımda oturup bacaklanımzı sallandım, öğle yemeğimizi öyle
birkaç yıl önce bir haftalık bir sarhoĢluktan sonra uyanmıĢ ve yerdik, neyse, bir gün orda oturmuĢum, yanımdaki adam
kendimi öldürmeye bayağı karar kılmıĢtım, o sıralar çok tatlı bir ayakkabılarını ve çoraplannı çıkanp güzelce yanma kümeledi,
kızla yaĢıyordum ve çalıĢmıyordum, para bitmiĢ, kira gelip tam yanımda oturuyordu, sonra birden foĢ diye bir ses duydum
çatmıĢtı, bir yerde serserilerin yaptığı türden bir iĢ bulabilirdim ve sudaydı, çok tuhaftı, "ĠMDAT!" diye bağırmıĢtı kafası suya
ama bu da ölmenin baĢka bir Ģekliydi, kız odadan çıkar çıkmaz girmeden önce. sonra küçük bir girdap oluĢtu suda, hava
kendimi öldürmeye karar verdim, bu arada günlerden ne baloncuklarını izleyip, pek de bir Ģey hissetmediğimi
olduğunu biraz merak ederek, sadece biraz, sokağa çıkıp hatırlıyorum, adamın biri yanıma gelip bağırmaya baĢladı, "BĠR
dolaĢmaya baĢladım, içtiğimiz zaman günler ve geceler ġEYLER YAP! ĠNTĠHAR ETMEYE ÇALIġMAYA
birbirine karıĢıyordu, sürekli içip seviĢiyorduk, öğle sularıydı ve ÇALIġIYOR!" "allah kahretsin, ne yapabilirim?" "bir ip bul, bir ip
hangi gün olduğuna gazeteden bakmak düĢüncesi ile yokuĢu at ona!" ayağa fırlayıp, yaĢlı bir adamın paket ve koli bağladığı
inmiĢ, köĢedeki gazeteciye doğru yürüyordum, cuma, diye yazı- barakaya koĢtum. "BANA BĠRAZ ĠP VER!" bana öylece baktı.
yordu gazete, cuma en az baĢka bir gün kadar iyiydi, sonra "ALLAH KAHRETSĠN, BĠRAZ ĠP VER BANA, ADAM
manĢeti gördüm. MILTON BERLE'tN KUZENĠNĠN BAġINA BOĞULUYOR, ONA ĠP ATMALIYIM!" ihtiyar dönüp bir Ģey aldı
TAġ DÜġTÜ, böyle manĢetler atılırken insan nasıl kendini ve bana uzattı, iki parmağının arasmda duruyordu, büzülmüĢ
öldürür? bir gazete çalıp odaya döndüm, "bil bakalım ne küçük bir parça beyaz iplik. "SENĠ ALLAHIN CEZASI OROSPU
olmuĢ?" diye sordum, "ne?" diye sordu kız. "Milton Berle'in ÇOCUĞU!" diye bağırdım ona.
kuzeninin baĢına taĢ düĢmüĢ." "yok ya?" "evet." "ne tür bir taĢtı bu arada bir genç donuna kadar soyunmuĢ, denize atlayıp,
acaba?" "düzgün, yuvarlak bir sarı taĢtı intihar giriĢimcimizi sudan çıkarmıĢtı, genç, o gün-

120 121
kü yevmiyesini alıp izinle ödüllendirildi, adam suya kaza kında değildir herhalde, neyse, pencereleri açıp, havagazı
ile düĢtüğünü söylemiĢti ama ayakkabılarını ve çorapları Ģofbenini kapattım, ocağı yoktu, Ģekerleme yapan makineleri
nı neden çıkardığını izah edemedi, bir daha görmedim temizleme iĢini, bir gün iĢe gitmediği için kaybeden, eski bir
onu. belki o gece kafasına koyduğu iĢi bitirmiĢti, bir insa dolandırıcıydı, "patronum bana en iyi iĢçisi olduğumu söylüyor,
nı neyin yiyip bitirdiğini asla bilemezsiniz, belli bir kafa ama çok fazla gün kaytanyorum — geçen ay iki gün, bir gün
durumuna gelmiĢseniz en basit Ģeyler bile korkunç prob- daha kaytanrsan iĢin bitik dedi."
* lemlere dönüĢebilirler ve en kötü endiĢe/korku/acı yor- yatağa gidip onu sarstım, "seni çük kafalıl"
gunluğu, açıklayamadığın, anlayamadığın, aklına bile gel- ne...r
meyendir, üstünüze metal bir levha gibi yığılır ve ondan "bana bak sersem, bir kez daha böyle bir Ģey denersen kıçını
kurtuluĢ yoktur, saatte 25 dolar vermeye razı olsanız bile, tekmeleye tekmeleye sürerim seni bu Ģehirden!"
biliyorum, intihar mı? eğer siz, kendiniz, intihar etmeyi "hey, Ski, HAYATIMI KURTARDIN! HAYATIMI BORÇLUYUM
düĢünmüyorsanız, intihar anlaĢılabilir bir Ģey değildir, kulübe SANA! HAYATIMI KURTARDIN!"
katılmak için ġairler Derneği'ne üye olmanız gerekmez, daha bu "hayatımı kurtardın" tantanası birkaç haftalık sar-
genç bir adamken ucuz bir otelde kalıyordum, dostum da daha hoĢluğumuz boyunca devam etti. o çengel burnunu kız
yaĢlı biriydi, eski bir dolandırıcı, o sıralar iĢi Ģekerleme yapan arkadaĢıma iyice yaklaĢtırıp, elini elinin üstüne ve daha kötüsü
makinelerin içlerini temizlemekti, pek öyle yaĢamaya değecek dizinin üstüne koyar, "hey bu orospunun evladı HAYATIMI
bir uğraĢ gibi görünmüyor değil mi? neyse, akĢamlan beraber KURTARDI! biliyor muydun?" derdi.
içiyorduk ve iyi birine benziyordu, 45 yaĢlarında bir çocuk, "defalarca söyledin bunu bana, Lou."
rahat ve kaygısız, hiç saldırgan değil, adı Lou'ydu, eski kaya "EVET, HAYATIMI KURTARDI!"
madencisi, kartal burun, iri, kocaman eller, buruĢuk ayakkabılar, birkaç gün sonra gitti, iki haftalık kirayı ödememiĢti, bir
dağınık saçlar, kadınlarla benim kadar becerikli değildi — o daha hiç görmedim onu.
sıralar, neyse, bir gün içki yüzünden iĢe gidemedi ve Ģekerci bu tuhaf bir akĢamdan kalmalık olmaya baĢladı, ama
patronlar onu sepetlediler, içeri girip bana söyledi, "unut gitsin," intihardan söz etmek intihar etmekten çok daha iyidir, veya öyle
dedim, iĢ insanın değerli saatlerini yiyip bitiriyordu zaten, kendi midir? son birayı içiyorum, yerdeki radyoda Japon müziği
ürettiğim felsefem onu pek etkilemedi ve gitti, birkaç saat sonra çalıyor, Ģimdi telefon çaldı, Ģehirlerarası, sarhoĢun biri, New
birkaç sigara otlanmak için odasına gittim, kapıyı vurdum ama York'tan. "dinle moruk," diyor, "elli senede bir, bir Bukowski
cevap alamadım, sarhoĢ olmuĢtur diye düĢündüm, kapıyı çıkarsa, ben bu iĢi kıvırırım." bunun tadına varma izni
denedim ve açıldı, havagazını açıp yatağa uzanmıĢtı. Güney veriyorum kendime, iĢime yaramasına, çünkü gökyüzüm çok
Kaliforniya Havagazı ġirketi ne kadar çok insana hizmet kara, ustura-ucu havasındayım. "içtiğimiz o geceleri hatırlıyor
ettiğinin far- musun moruk?" diye soruyor, "evet, hatırlıyorum," "bu ara ne
yapıyorsun, yazıyor

122 123
musun hâlâ?" "evet, intihar üstüne yazıyordum Ģimdi." "intihar baĢka bir Ģey. mektup yazıp duruyordu, bir milyon dolan
mı?" "evet, yeni bir gazeteye köĢe yazısı gibi bir Ģeyler olduğunu bilmiyordum. Kuzey Kingsley Drive'daki odamda
yazıyorum, yeni bir gazete, OPEN CITY." "bu intihar yazısını oturuyorum, mide ve bağırsak kanaması yüzünden girdiğim
basacaklar mı?" "bilmiyorum." biraz daha konuĢuyor ve hastaneden yeni çıkmıĢım, kanımı hastanenin her yerine
kapatıyoruz, ne akĢamdan kalmalık, ne köĢe yazısı! akıtmıĢım ve dokuz ĢiĢe kan ve glikozdan sonra bana, "bir içki
hatırlıyorum, ben çocukken BLUE MONDAY diye bir Ģarkı daha ve öldün," demiĢler, intiharcıl birine böyle laf edilmez, her
vardı, Macaristan'da popüler olmuĢ bir Ģarkıydı sanıyorum, ve gece etrafımda boĢ ve dolu bira ku-tulan ile oturmuĢ Ģiirler
her çaldıklarında birileri intihar sokağına sapıyordu, sonunda o yazıyor, ucuz purolar içiyorum, çok solgun ve güçsüz, son
Ģarkının çalınmasını yasaklamıĢlardı, ama benim radyomda da duvarın çökmesini bekleyerek.
en az onun kadar kötü bir Ģey çalıyorlar, önümüzdeki hafta bu arada mektuplar geliyor, yanıtlıyordum, Ģiirlerimin ne
gazetede bu sütunu bulamazsınız, bu, konu ile ilgili bir denli müthiĢ olduklarını belirttikten sonra kendi Ģiirlerinden
nedenden ötürü olmayabilir, bu arada cenaze levazımatçılannın birkaçım eklerdi (pek de kötü sayılmazlardı) ve sonra hep aynı
iĢlerine sekte vurduğumu sanmıyorum. Ģey: "kimse benimle evlenmez, boynum, boynumu
çeviremiyorum." sürekli aynı Ģeyi yazıp duruyordu, "kimse
benimle evlenmeyecek, kimse benimle evlenmeyecek, kimse
benimle evlenmeyecek." ben de sarhoĢ bir gecemde bir halt
yedim: "tann aĢkına, rahatla, ben evlenirim seninle!" mektubu
bilemiyorum, belki minik kıç delikleri olan Çin salyan- postalayıp unuttum ama o unutmadı, daha önceleri çok iyi
gozlarıydı nedeni, belki de mor kravat iğneli Türk veya göründüğü fotoğraflarını yollamıĢtı, teklifimi yaptıktan sonra
kendisiyle haftada yedi veya sekiz veya dokuz veya on bir kez korkunç fotoğraflar gelmeye baĢladı, o fotoğraflara bakınca
seviĢmek zorunda olmam veya baĢka bir Ģey ve baĢka bir Ģey gerçekten sarhoĢ oluyordum, halının ortasına diz çöküp, dehĢete
ama bir zamanlar bir milyon doların varisi olan bir kadınla, bir kapılmıĢ biri gibi kendimle konuĢuyordum, "bundan böyle
kızla, evliydim, sadece birilerinin ölmesi gerekiyordu ancak' kendimi feda ediyorum, bir tek insanı mutlu etmek bile yaĢamın
Teksas'ın o kısmında hava kirliliği yok, iyi beslenir, en kaliteli hakkım vermeye yeter." kendimi bir Ģekilde teselli etmek
içkiyi içerler ve bir yerleri çi-zilse veya hapĢırsalar doktora zorundaydım, fotoğraflara bir göz atınca ruhum haykınp
giderler, kız doyumsuzdu, boynu ile problemleri vardı ve titremeye baĢlar, bir kutu birayı daha mideme indirirdim.
özetlemek gerekirse Ģiirlerime fena halde çarpılmıĢtı, Ģiirlerimin veya belki de minik, yuvarlak kıç delikleri ile Çin sal-
Black, hayır Blake demek istiyorum, Blake'den bu yana yangozlan değil de resim dersleriydi nedeni, nerdeyim ben?
yazılmıĢ en müthiĢ Ģeyler olduklarını düĢünüyordu, bazıları neyse, otobüse binmiĢti, annesinin haberi yok, babası-
öyledir de. veya

124 125
mn haberi yok, büyükbabanın haberi yok, bir yerlere tatile kan kasabası olarak gösteriliyordu ve uzmanlar haklıydı, fırsat
gitmiĢlerdi, ve yarımda sadece biraz bozuk para taĢıyordu, onu bulup yatak odasından çıkabildiğim zamanlar küçük yürüyüĢler
otobüs terminalinde karĢıladım, sarhoĢ bir vaziyette oturmuĢ, yapıyordum, takatsiz, solgun, bıkkın; herkesin gözü benim
hiç görmediğim bir kadının otobüsten çıkmasını bekliyordum, üstümdeydi tabii ki. zengin kızı oltasına düĢürmüĢ uyanık bir
hiç konuĢmadığım bir kadını bekliyordum, evlenmek için. Ģehirliydim ben. MUTLAKA bir Ģeyler vardı bende, ve vardı:
delirmiĢtim, sokaklarda do-laĢmamalıydım. anons yapıldı, çok yorgun bir kamıĢ ve bir bavul dolusu Ģiir. katımın
otobüsü yanaĢmıĢtı, kapıdan çıkan insanları izledim, ve sansın, belediyede kolay bir iĢi vardı, bir masa ve yapması gereken
Ģeker, seksi bir Ģey, yüksek ökçeler, nefis bir kıç, salınıyor ve hiçbir Ģey. ben de pencerenin önünde oturup güneĢleniyor,
genç, genç, 23, bana doğru geliyor ve boynu hiç fena değil, bu o sinekleri kovuyordum, babası benden nefret ediyordu ama
olabilir mi? otobüsü mü kaçırdı? yanına gittim. büyükbaba benden hoĢlanmıĢtı. ancak paranın çoğu
"Barbara sen misin?" babasındaydı. ben oturup sinekleri kovuyordum, bir gün, iri bir
"evet," dedi, "sen Bukowski olmalısın." kovboy girdi içeri, çizmeler, yüksek bir kovboy Ģapkası ve
"öyle olmalıyım, gidelim mi?" gerisi, "lanet olsun Barbara," dedi ve bana baktı...
"olur." "söyle," diye sordu, "ne iĢ yaparsın sen?"
benim külüstüre bindik ve eve yollandık. 'YAPMAK MI?"
"az kalsın otobüsten inip geriye dönüyordum." "evet, NEDĠR YAPTIĞIN?"
"seni suçlayamam." uzun bir süre bekledim, pencereden dıĢarı baktım, bir sinek
eve gittik, ben biraz daha içtim ama evlenmeden önce kovdum, sonra ona döndüm, tezgâha yaslanmıĢtı, 1.90 boyunda,
benimle yatmayacağını söyledi, biraz uyuduk ve araba ile kırmızı suratlı Teksaslı Amerikan kahramanı, erkek.
Vegas'a gidip döndük, evlenmiĢtik, hiç dinlenmeden gidiĢ dönüĢ "ben mi? ah, ben... kendimi rüzgâra bırakır, Ģansımı
araba sürmüĢtüm, yatağa girdiğimizde, değdi... ĠLK sefer, bana denerim."
doyumsuz olduğunu söylemiĢti, inanmamıĢtım, dördüncü arkaya doğru gerilip tezgâha bir kafa attı ve köĢeyi dönüp
postadan sonra inanmaya baĢladım, baĢım beladaydı, her erkek kayboldu.
doyumsuz bir kadını yola getireceğini sanır ama o yol mezara "onun kim olduğunu biliyor musun?"
çıkar — erkek için. "hayır."
sevkiyat memurluğundan ayrıldım ve Teksas otobüsüne "kasabanın belasıdır, herkesi marizler, benim kuzenim o."
bindik, milyoner olduğunu o zaman öğrendim; havalara "bana bir Ģey YAPMADI ama. YAPTI MI?" dedim, tane ta-
sıçradığımı söyleyemem, her zaman biraz deliydim, çok küçük ne.
bir kasabaydı, uzmanlar tarafından birilerinin atom bombası
atmak zahmetine katlanacağı son Ameri-

126 127
biraz tuhaf baktı bana ilk kez. içimdeki beslenmiĢ canavarı peçevre raflar çakmıĢlardı ve rafların üstü sardunya sak-sılanyla
görmüĢtü, hassas Ģair kimliği, Noel'de ağzıma aldığım bir güldü doluydu, küçük saksılar, büyük saksılar, hepsi de sardunya,
sadece, blue-jean gününde tek takım elbisemi giyip, kasabada düzüĢtüğümüzde yatak duvarları titretir, sonra raflar titremeye
bir aĢağı bir yukarı dolaĢmaya baĢladım, bir Hollywood filmi baĢlar, sallanan saksıların seslerini duyardınız: dayanamayıp
gibiydi, blue-jean giymeyen herkesi göle atıyorlardı ama kulağa yıkılmak üzere olan rafların volkanik gürültüsü ve dururdum,
geldiği kadar kolay bir durum değildi, yürürken midemde birkaç "hayır! HAYIR! DURMA! OH TANRIM, DURMA!" devam
kadeh vardı ve gölü filan görmedim, kasaba benimdi. kasabanın ederdim ve raflar aĢağı inmeye baĢlardı, sırtıma, kıçıma,
doktoru benimle ava ve balığa çıkmak istiyordu, karımın ak- kafama, bacaklarıma, kollanma ve o güler, bağırır ve
rabaları gelip, bira kutularını çöp tenekesine niĢanlarken BOġALIRDI, saksıları çok seviyordu, "o rafları duvarlardan
anlattığım fıkraları dinliyorlardı, intiharcıl umursamazlığımı söküp atacağım," derdim, "ah, hayır," diye yalvarırdı, "AH,
cesaret diye algılıyorlardı, gün benimdi. LÜTFEN YAPMA!" öyle tatlı yalvarırdı ki, yapamazdım, rafları
ama karım Los Angeles'a dönmek istedi, büyük Ģehirde tekrar yerine çakar, saksıları yerleĢtirir, bir dahaki seferi
yaĢamamıĢtı hiç. vazgeçirmeye çalıĢtım, kasabada aylaklık beklerdim.
etmekten hoĢnuttum, ama hayır, gitmemiz gerekiyordu, küçük, geri zekâlı bir köpek alıp, adını Bruegel koydu. Peter
büyükbaba bize yüklü bir çek yazdı ve otobüse binip Los Bruegel bir ressamdı, bir zamanlar öyleymiĢ. ama birkaç gün
Angeles'a döndük, otobüslerde sürünen potansiyel milyonerler, sonra köpeğe olan ilgisini yitirdi, yoluna çıktığında köpeği
daha da kötüsü, kendi kendimizi geçindirmemiz konusunda ısrar tekmelerdi, sert, ayakkabısının sivri ucu ile, "çekil yolumdan,
etmeye baĢladı, ben yine bir sev-kiyat memurluğu buldum; o da piç!" diye tıslayarak, biramı içtiğimde Bruegel ile yerlerde
evde oturup bir iĢ de o bulur diye ümit ederek vakit geçiriyordu, yuvarlanıp, boğuĢurdum, yapabileceği tek Ģey buydu —
her gece iĢ sonrası kafayı çekiyordum, "tanrım," derdim, "bak boğuĢmak, ve diĢleri benimkilerden sağlamdı, bir milyonun
ne yaptım, gerçek bir köylü ile evlendim." bu onu deli ederdi, giderek benden uzaklaĢtığını hissediyor ama bir Ģekilde
bir milyon dolar için kıç yalayamıyordum, içimde yoktu kıç umursamıyordum.
yalamak, bir tepenin doruğunda bir evde yaĢıyorduk, küçük bir bize yeni bir araba aldı. 57 model bir Plymouth, ki halen
evdi, kiralık, ve arka bahçede uzun çimler vardı; sinekler uzun kullanıyorum, ona belediyeyi denemesini söyledim, bir smava
çimlerin arkasına saklanırlar, sonra çıkıp bahçeyi istila ederlerdi, girdi ve Ģerifin yanında çalıĢmaya baĢladı, sonra iĢimden
40 000 sinek, beni deli ederlerdi, büyük bir kutu sprey ile çıkıp kovulduğumu söyledim, her gün arabayı yıkadıktan sonra gidip
her gün binlercesini öldürüyordum ama çok fazla onu iĢten alıyordum, bir gün uzaklaĢmak üzereyken, çiçekli
düzüĢüyorlardı; biz de öyle. bizden önce orada yaĢamıĢ olan gömlekler giymiĢ, uçuk benizli, düĢük omuzlu, aptal gülüĢlü bir
kaçıklar yatağın etrafına çe- sürü genç, liseli yürüyüĢleri ile binadan çıktılar.
"kim bu serseriler!" diye sordum.

128 129
"onlar polis memurları," dedi, kibirli, küçük kancık tonu ile. bir oyun oynuyorlar, resim yapıyor olmaktan utanıyorlar-mıĢ
"aman, boĢversene! bunlar geri zekâlı! polis filan değil gibi.
bunlar! ne? hadii, BUNLAR polis olamaz!" resim öğretmeni arka sıralara geldi, "baksana Bukows-ki, bir
"onlar polis ve hepsi çok HOġ çocuklardır." , Ģeyler yapman gerekiyor, neden orda oturmuĢ önündeki kâğıda
"S..TĠR," dedim. bakıp duruyorsun?"
çok kızmıĢtı, o gece sadece bir kez düzüĢtük. ertesi gün yeni "fırça almayı unuttum."
bir Ģey çıktı. "peki. size ödünç bir fırça vereceğim Bay Bukowski, ama
"Jose geçiyor," dedi, "o bir ispanyol." dersin sonunda iade edin lütfen."
"Ġspanyol mu?" "tamam."
"evet, ispanya'da doğmuĢ." "Ģimdi içinden çiçekler çıkan Ģu saksıyı resmedin."
"fabrikalarda beraber çalıĢtığım Meksikalılar'in yansı bir an önce bitirmeye karar verdim, hızlı çalıĢıp tamamladım
ispanya'da doğduklarım söylerlerdi, numara bu. ispanya ama herkes hâlâ meĢguldü, baĢparmaklannı havada tutup,
babadır, sıkı-matador, o eskinin Büyük Rüyası." mesafe, renk gibi bir Ģeyler ölçüp duruyorlardı, dıĢan çıkıp bir
"Jose ispanya'da doğmuĢ, öyle olduğunu biliyorum." sigara yaktım, kahve içtim ve geri döndüğümde resmimin
"nerden biliyorsun?" etrafında büyük bir kalabalık vardı, sırf göğüs, sansın bir hatun
"bana kendi söyledi." (anladınız) bana dönüp göğüslerini dayayarak, "ah, daha önce
"S..TĠR," dedim yine. resim yapmıĢtınız değil mi?" diye sordu, "hayır, bu ilk resmim."
sonra akĢamlan resim derslerine gitmeye baĢladı, sürekli göğüslerini sallayıp bana sapladı ve "ah, CĠDDĠ olamazsınız!"
resim yapıyordu, kasabasının dâhisiydi. belki de ülkenin, belki ağzımdan tek çıkan, "hımmmmmmm," oldu.
de değil. prof resmi alıp ön duvara astı. "Ģimdi, BENĠM ĠSTEDĠĞĠM
"seninle sınıfa gireceğim," dedim. BU!" dedi. "DUYGUYA bakın, AKICILIĞA, DOĞALLIĞA!"
"SEN MĠ? NE ĠÇĠN?" aman tannm diye düĢündüm.
"kahve molalarında sana eĢlik etmek için, hem seni götürüp kanm öfkeyle yerinden kalktıktan sonra malzemelerini
getirmiĢ olurum." topladı ve yan tarafta kâğıt kesmek için kullanılan küçük odaya
"iyi, peki..." geçip kâğıt yırtmaya, etrafa boya saçmaya baĢladı, hatta zavallı
aynı sınıfa girmeye baĢladık ve ikinci veya üçüncü günden bir moronun eseri olan bir de kolaj yırttı.
sonra fena halde hiddetlenmeye baĢladı, kâğıtlan yırtıp yırtıp "Bay Bukowski," diye yaklaĢtı prof, "o kadın sizin... karınız
yerlere atmalar, ben orda oturup onu izlememeye çalıĢtım, mı?"
herkes çok meĢguldü, kendilerini tamamen yaptıklan iĢe "aa, evet."
vermiĢlerdi ama yine de kıkır kıkır, aslında "burda bu prima dona'lara tahammülümüz yoktur.

130 131
kendisine söylerseniz iyi olur. bir de resminizi sergide kere devrildi.
kullanabilir miyiz?" sonra Çin salyangozlarının gecesi geldi, belki de Japon
"tabu." salyangozlarıydılar, her neyse, süpermarkete gitmiĢtim ve ilk
"ah, teĢekkürler, teĢekkürler, teĢekkürler!" kez özel bir tepsi ile karĢılaĢtım, olduğu gibi satın aldım, minik
profesör kaçıktı, yaptığım her Ģeyi sergi için istedi, boya bir ahtapot, salyangozlar, yılanlar, kertenkeleler, böcekler,
karıĢtırmayı bile bilmiyordum, renk tekerleğini becere- çekirgeler... önce salyangozları piĢirdim, masaya koydum.
memiĢtim. mor ile portakalı, kahverengi ile siyahı, beyaz ile "tereyağında kızarttım," dedim, "kursağım doldur, fakir
siyahı karıĢtırmıĢtım, fırça nereye düĢmüĢse, yaptıklarımın boklar bunları yer, sırası gelmiĢken." ağzıma birkaç salyangoz
çoğu, üstüne basılmıĢ köpek bokunu andırıyordu ama profesöre attıktan sonra sordum, "bizim Mor Kravat iğnesi nasıldı
göre ben... tanrının taĢaklanydım. iyi. karım dersleri bıraktı, ben bugün?"
de dersleri ve resimleri. "bunların tadı lastik gibi..."
sonra iĢten eve gelip Türk'ün nasıl bir beyefendi olduğunu "lastik, mastik... YE!"
anlatmaya baĢladı, "mor bir kravat iğnesi, mor bir kravat iğnesi "minicik kıç delikleri var... minik kıç deliklerini görebi-
takıyor, bugün beni alnımdan öptü, öyle yumuĢak bir insan ki, liyorum... ah..."
ve bana HARĠKULADE olduğumu söyledi." "yediğin her Ģeyin kıç deliği var. senin kıç deliğin var, benim
"dinle tatlım, öğreneceksin, bu tip Ģeyler Amerika'nın bütün kıç deliğim var, hepimizin kıç delikleri var. Mor Kravat
ofislerinde olur. bazen bir Ģeyler olur, ama çoğunlukla hiçbir Ġğnesi'nin kıç deliği var..."
Ģey olmaz, bu heriflerin çoğu dolapta 31 çekerler ve Charles "ögğğ..."
Boyer filmlerine giderler, gerçekten iĢ tutanlar bu konuda çok masadan kalkıp lavaboya koĢtu ve kusmaya baĢladı.
sessizdirler, belli etmezler, seninle bire-yüz bahse girerim ki "minik kıç delikleri... öğgğ..." - güldüm, minik kıç
senin genç çok film seyretmiĢ, taĢaklannı sık, kaçar." deliklerini ağzıma doldurup bira ile mideme indirdim.
"HĠÇ OLMAZSA o bir BEYEFENDĠ! ve ÖYLE yorgun ki! birkaç gün sonra, bir sabah biri kapımı, onun kapıĢım çalıp
onun için üzülüyorum." elime boĢanma kâğıtlarım tutuĢturunca pek ĢaĢırmadım.
"NEDEN yoruluyormuĢ! Los Angeles Belediyesi için ça- "yavrucuğum, bu ne?" kâğıtları gösterdim, "artık beni
lıĢmaktan mı?" sevmiyor musun tatlım?"
"bir drive-in sineması var ve gece çalıĢıyor, istirahat ağlamaya baĢladı, ağlayıp durdu.
edemiyor." "tamam, tamam, üzülme, belki de Mor Kravat îğnesi'dir
"ben de domuzun götüyüm!" dedim. aradığın, dolapta otuzbir çektiğini sanmıyorum, o olabilir
"kesin öylesin," dedi tatlılıkla, ama o gece saksılar iki

132 133
aradığın pekâlâ." de. ama bir kadım memnun etmek zor. hem belki o da minik kıç
"ooooooh, ooooooh, ooooooh." deliklerinden hazzetmezdi. ama o küçük ahtapotu denemenizi
"büyük olasılık küvette asılıyordun" isterdim, tereyağında erimiĢ bebek parmaklan, deniz
"of, iğrenç bokun tekisin!" örümcekleri, pis sıçanlar, ve sen o parmaklan emerken intikam
ağlamayı kesti, sonra son bir kez tüm saksıları indir alırsın, bir milyona veda eder, bir bira içersin ve elektrik
dik, banyoya gidip Ģarkılar mırıldandı, iĢe gitmeye hazır- Ģirketinin cam cehenneme, daktiloların ve pantolonlannı
fr lanıyordu. o gece taĢınmasına yardım ettim, o evde kal- kıçlarının üstünde giyen Teksaslılar'ın ve boyunlannı
mak istemiyordu, hüzünleniyormuĢ. pis kancık, dönüĢte bir döndüremeyen kaçık kadınların, ki önce ağlayıp, sonra düzerler,
gazete alıp küçük ilânlarda bana uygun iĢlere baktım: sevkiyat terk ederler seni, Noel'den önce özlem mektupları yazıp, sen
memuru, depocu, kapıcı, sakata bakıcı, telefon rehberi artık bir yabancı olduğun halde unutmana izin vermezler,
dağıtıcısı, sonra gazeteyi yere atıp dıĢarı çıktım, bir ĢiĢe viski Bruegel'i, sinekleri, pencerenin önünde duran 57 Plymouth'u,
alıp bir milyon dolara güle güle dedim, birkaç kez gördüm onu ziyanı ve dehĢeti, hüznü ve baĢansızlığı, sahnelenen oyunlan ve
— tesadüfi, saksı falan yok. bana Mor Kravat Ġğnesi ile sadece oyunbazlıklan, yaĢamlanmızı, düĢerek kalkarak, her Ģey
bir kez yattığını ve iĢinden ayrıldığını söyledi, resim yapmak ve yolundaymıĢ gibi yaparak, sıntarak, hıçkırarak, minik kıç
yazmak istiyordu, "ciddi olarak." deliklerimizi sileriz, ve diğerlerini.
daha sonraları Alaska'ya gidip bir Eskimo ile evlendi, bir
Japon balıkçısıyla, arada sırada sarhoĢken birilerine Ģakasını
yaparım: "bir keresinde Japon bir balıkçıya bir milyon dolar
kaybettim."
"atma, senin hiçbir zaman bir milyon doların OLMADI!" Mary, bildiği tüm numaralan çekiyordu, o gece gerçekten
haklıydılar sanırım, hiç olmamıĢtı. gitmek istemiyordu, banyodan çıktığında saçını yandan topuz
senede bir-iki mektup yazar, uzun mektuplar, genellikle yapmıĢtı, "bak!" bir Ģarap daha koydum "orospu, lanet
Noel'den önce, "yaz," der. Eskimo adlan olan iki veya üç orospu..." sonra dudaklannı boyayıp çıktı, kalın boyanmıĢ
çocuğu var, bir kitap yazmıĢ, raflarda bir yerdeymiĢ, bir çocuk dudaklar, "bak! Bayan Johnson ile tanıĢmıĢ miydin?"
kitabı ama onunla "gurur" duyuyor, Ģimdi de "kiĢilik "orospu, orospu, lanet orospu..."
parçalanması" üstüne "ciddi" bir roman yazacak-mıĢ. KĠġĠLĠK gidip yatağa uzandım, bir elimde sigara, yatak baĢlığının
PARÇALANMASI ÜSTÜNE ĠKĠ ROMAN yazacak-mıĢ. ah, üstünde her an devrilebilecek Ģarap bardağı, yalınayaktım,
sanınm biri benim içindi, diğeri de Eskimo için. veya belki de üstümdeki Ģort ve fanilayı bir haftadır giyiyordum, kir içinde,
Mor Kravat Ġğnesi için. yanıma gelip durdu.
resim dersindeki iri memeli hatuna takılmahydım belki

134 135
"SEN TÜM ZAMANLARIN BĠR NUMARALI SIÇANISIN!" "Ġġ mi?" diye bağırdı, "Ġġ! O OROSPU ÇOCUĞU ÖMRÜNDE
"ah, hahahahaha," diye kıkırdadım. TEK BĠR GÜN BĠLE ÇALIġMAMIġTIR!"
"peki, ben gidiyorum!" bu matraktı, öyle matraktı ki kendime hâkim olamayıp
"bu beni ilgilendirmez, sana bir tek uyarım var!" gülmeye baĢladım. Mary'nin beni duymaması için yüzümü
"neymiĢ o?" yastığa gömmüĢ gülüyordum, gülmem kesildiğinde yüzümü
"çıkarken kapıyı çarpma, kapıların çarpılmasından usandım, yastıktan çıkarıp ayağa kalktım ve hole baktım, kimse yoktu.
o kapıyı çarparsan okurum canına." birkaç gün sonra geri dönmüĢtü ve aynı hikâye, ben Ģortum
"CESARET edemezsin!" üstümde giderek bozuluyor, Mary süslenip püsle-nip çıkmaya
çıkarken kapıyı korkunç çarptı, öyle bir çarptı ki Ģok oldum, hazırlanırken bana ne kaybettiğimi gösteriyordu.
duvarların titremesi kesilince yerimden fırladım, içkimi "bu sefer geri dönmeyeceğim! bana gerçekten yetti! yetti!
dipledim ve kapıyı açüm. giyinecek vakit yoktu, kapıyı açtığımı üzgünüm, artık sana tahammül edemiyorum, sen sapına kadar
duyup koĢmaya baĢlamıĢtı ama ayağında topuklular vardı, çürümüĢ birisin ve hepsi bu."
üstümde şortumla holde koĢup merdivenin baĢında yakaladım "orospunun tekisin, bir orospudan baĢka bir Ģey değilsin..."
onu. çevirip, yanağına, açık el, sıkı bir tokat çaktım, bir çığlık "orospuyum tabii, yoksa seninle yaĢıyor olmazdım."
aüp yere düĢtü, düĢerken en son bacakları gitti ve eteğinin içini, "hımmm, hiç bu açıdan bakmamıĢtım:"
o naylon bacakları gördüğümde delirmiĢ olmalıyım diye "bak öyleyse."
düĢündüm, ama geriye dönüĢ yoktu, ağır adımlarla kapıya bir bardak Ģarap dipledim. "bu kez kapıya kadar EġLĠK
yürüdüm, açtım, kapadım ve oturup kendime bir Ģarap koydum, edeceğim sana, kapıyı açıp, KENDĠM kapatacağım ve sana iyi
dıĢarda ağladığım duyabiliyordum, sonra bir kapmm açıldığım dileklerimi sunacağım, hazır mısın canım?"
duydum. kapıya gidip durdum, elimde tazelenmiĢ Ģarap bardağı,
"neyin var güzelim?" baĢka bir kadındı. üstümde Ģortum, bekleyerek, "hadi, bütün gece dikilemem
"VURDU bana! kocam bana VURDU!" burda. bitirelim Ģu iĢi artık değil mi? Hımmmmmm?"
(KOCAM?) hoĢuna gitmemiĢti, kapıdan çıktı, döndü ve bana baktı.
"oh zavallı Ģey, kalkmana yardımcı olayım." "hadi artık, sendele geceye doğru, belki frengili yangını bir
"teĢekkür ederim." buçuk dolara dıĢardaki plastik maskeyi andıran yüzlü,
"Ģimdi ne yapacaksın?" baĢparmağı kopuk gazeteci çocuğa tezgâhlayabilirsin, hadi
"bilmiyorum, kalabileceğim bir yer yok." yavrum, yürüyüver."
(yalancı kancık) kapıyı kapatmaya baĢlamıĢtım ki çantasını baĢının üs-
"dinle, kendine bir gecelik bir oda tut, sonra o iĢe gitti- j ğinde
buraya dönersin."

136 137
tüne kaldırdı, "seni PĠS orospu çocuğu!" çantanın geldiğini hm cezası orospu, beni öldürmeye çalıĢtı..." pencereden aĢağı
görmüĢ, yüzümde sakin bir tebessümle durup beklemiĢtim, uçurdum onları, aĢağıda, küçük bir evin yanında boĢ bir alan
korkunç adamlarla dövüĢmüĢ biriydim; bir kadın çantası beni vardı, apartman derin bir çukurun yanma inĢa edilmiĢti, aslmda
endiĢelendirecek son Ģeydi, baĢıma indi. hissettim, hem de sekizinci katta gibiydik, külotlarını elektrik kablolarına isabet
nasıl, çantasını doldurmuĢtu ve ön köĢesinde, kafama inen ettirmeye çalıĢtım ama ıskaladım, sonra iyice öfkelenip elime
yerde, beyaz bir krem ĢiĢesi duruyordu, taĢtan farksız. ne gelirse rasgele atmaya baĢladım, her yer ayakkabı, külot ve
"yavrum," dedim, hâlâ sırıtıyor, kapının tokmağını tu- elbise dolmuĢtu... çalılar, ağaçlar, tel örgünün öbür yanı. ondan
tuyordum, ama hareket edemiyordum, donmuĢtum. sonra kendimi biraz daha iyi hissedebildim, viskiye devam
çantayı kaldırıp tekrar vurdu. ettim, bir bez alıp yerleri sildim.
"dinle, yavrucuğum." sabah uyandığımda baĢım fena halde acıyordu, saçımı
tekrar. tarayamadığım için ellerimle geriye doğru ıslattım, baĢımda on
bacaklarım kesilmeye baĢlamıĢtı, yavaĢça yere yığılırken santim uzunluğunda bir yara oluĢmuĢtu, saat 11 gibiydi,
daha iyi vurabileceği bir mesafe oluĢtu, iyice kaptırmıĢtı, merdivenlerden birinci kata inip arka taraftan çıktım ve fırlatıp
giderek hızlanıyordu, beynimi dağıtmak istercesine, pek parlak attığım Ģeyleri aramaya baĢladım, gitmiĢlerdi, aklım ermemiĢti,
olmayan kariyerimde üçüncü kez nakavt oluyordum, ama bir küçük evin arka bahçesinde elindeki kürekle bir Ģeyler yapan
kadına ilk kez. yaĢlı bir osuruk duruyordu.
uyandığımda kapı kapalıydı ve yalnızdım, yerde benim "baksana," dedim yaĢlı osuruğa, "buralarda elbiseler gördün
kanımdan küçük bir göl oluĢmuĢtu, allahtan yerler muĢambaydı, mü?"
kanın üstüne basıp mutfağa yürüdüm, özel durumlar için bir ĢiĢe "ne tür elbiseler?"
viski zulalamıĢtım. zamanı gelmiĢti, ĢiĢeyi açıp bir kısmını "kadın elbiseleri."
baĢıma döktükten sonra bir bardak doldurup bir dikiĢte içtim, "her yere saçılmıĢlardı, düĢkünler evine vermek için
pis kancık beni ÖLDÜRMEYE çalıĢmıĢtı! inanılır gibi değildi, topladım onları, telefon ettim, gelip alacaklar."
polise ihbar etmeyi düĢündüm, ama iĢe yaramazdı, ihtimal "karımın elbiseleri onlar."
fırsatı değerlendirip beni de içeri atarlardı. "birileri fırlatıp atmıĢ onları gibi geldi bana."
dördüncü katta oturuyorduk, biraz daha viski içtikten sonra "bir yanlıĢlık."
gardrobuna gittim, elbiselerini, ayakkabılarını, pantolonlarını, "kutunun içinde duruyorlar."
külotları, sutyenleri, jartiyerleri, elime ne geçtiyse hepsini alıp "öyle mi? geri alabilir miyim onlan?"
pencerenin önüne kümeledim ve viskimi yudumlarken birer "tabii, ama birileri fırlatıp atmıĢ gibi geldi bana."
birer attım onları aĢağıya, "alla- yaĢlı osuruk eve girdi ve elinde bir kutu ile döndü, tel

138 139
örgülerin üstünden bana verdi kutuyu. LARI!"
"teĢekkür ederim." ayağa kalkıp bardağımı kuzeye bakan duvara fırlattım.
"bir Ģey değil." arkasını dönüp yere çömeldi ve küreğini "ben de mi?" diye sordu Mary.
toprağa daldırdı. "SEN DE!" parmağımı ona doğrultmuĢtum.
o gece Eddie ve DüĢes ile geri geldi, Ģarap getirmiĢlerdi. ;, "oh Hank, bu kavgalara bir son vereceğiz sanmıĢtım, bıktım
bardakları doldurdum, "ev tertemiz allah için," dedi Eddie." bu ayrılıklardan..."
"bak Hank, kavga etmeyelim artık, usandım bu kavgalardan! sıraya girip dıĢan yöneldiler. Eddie önde, sonra DüĢes,
seni sevdiğimi biliyorsun, gerçekten seviyorum seni," dedi arkasında Mary. DüĢes sürekli, "bana tecavüz etti, tecavüz etti
Mary. diyorum, tecavüz etti, bana tecavüz etti..." deyip duruyordu,
"evet." kaçıktı.
DüĢes, saçları yüzünün her yerinde, öylece oturuyordu, Mary'yi bileğinden kavradığımda kapının Önündeydiler.
çoraplan delik deĢikti, ağzının kenarlarında tükürük ■ birikmiĢti, "içeri gir kancık!"
onu haklamayı kafamda not ettim, o hastalık-lı-seksi görünüm onu içeri sokup kapının zincirini sürdüm, sonra uzun uzun
vardı onda. Mary ve Eddie'yi biraz daha Ģarap almaya yolladım öptüm onu, elimle kıçını sıvazlayarak.
ve kapı kapanır kapanmaz DüĢes'i yakalayıp yatağa fırlattım, sırf "oh Hank..."
kemikti ve çok dramatik görünüyordu, zavallı Ģey haftalardır bir hoĢlanmıĢtı.
Ģey yememiĢti belki de. içine girdim, fena sayılmazdı, kısa "o kemik torbasını düzmedin değil mi Hank?"
kestim, geri döndüklerinde iskemlelerimizde oturuyorduk. cevap vermedim, onu yemeyi sürdürdüm, çantasını yere
bir saat kadar içmiĢtik ki DüĢes birden saçlarının ara- ! sından düĢürttüm, bir eli ile taĢaklanmı sıvazladı, baĢım beladaydı,
bana baktı ve o kuru, ölü parmağı ile beni iĢaret etti. dinlenmeye ihtiyacım vardı, bir saat kadar.
konuĢmamızda boĢluk olduğu bir andı. parmağı ile beni iĢaret edip "bütün elbiselerini pencereden aĢağı fırlattım," dedim. •
duruyordu, sonra "bana tecavüz etti, siz Ģarap almaya gittiğinizde "NE?" elini taĢaklanmdan çekti, gözleri büyümüĢtü.
bana tecavüz etti," dedi. "ama sonra gidip topladım hepsini, izin ver de anlatayım."
"bak Eddie, böyle bir Ģeye inanmayacaksın herhalde, değil gidip iki Ģarap koydum.
mi?" "beni öldürecektin nerdeyse biliyor musun?"
"tabii ki inanacağım." "ne?"
"arkadaĢına güvenemiyorsan çek git burdan!" "hatırlamadığım mı söylemek istiyorsun?"
"DüĢes yalan söylemez, eğer DüĢes senin ona..." içkimi alıp iskemleye oturdum ve yanıma gelip baĢıma baktı.
"ÇIKIN DIġARI! ALLAH BELANIZI VERSĠN, OROSPU ÇOCUK-
"oh, zavallı bebeğim, tanrım, üzgünüm."

140 141
eğilip kanlı yarayı Ģefkatle öptü. sonra ben eteğinin altına 'lıenim adım Elsie."
elimi daldırdım ve tekrar kenetlendik, kırk beĢ dakikaya "pek iyi değilim, benim adım Hank."
ihtiyacım vardı, odanın ortasında, sefalet ve kırık cam içeri girip eski bir masaya yaslandı, üstünde bir küçük kız
parçalarının arasında durmuĢ sürtüĢüyorduk, o gece kavga elbisesi vardı, tavırları ve gözlerindeki oyun isteğiyle de küçük
çıkmayacaktı, hiçbir yerde orospular ve berduĢlar yoktu, aĢk bir kızı andırıyordu, ama kadındı, kahverengi, temiz bir küçük
kazanmıĢ, yerdeki temiz muĢamba gölgelerimizle canlanmıĢtı. kız elbisesi içinde bir nabız gibi atan mucizevi, elektrik bir
kadın, "bir meĢrubat alabilir miyim?"
"tabu."
bana parayı verdi, dolabın kapağım açıĢını izledim, çok ciddi
bir kararsızlıktan sonra bir ĢiĢe seçti, sonra küçük bir tabureye
bir taksi Ģirketi için çalıĢan Ģoförlerin benzin almaya oturdu, meĢrubatı içiĢini izledim, elektrik ıĢığının altında,
geldikleri bir yerdi, ben benzini verir sonra parayı alıp kasaya ĢiĢenin içinden geçen hava kabarcıklarını, vücuduna baktım,
koyardım, gecenin büyük bir bölümünü iskemlede oturarak bacaklarına, onun kahverengi Ģefkati içimi kapladı, haftada on
geçiriyordum, ilk iki-üç gece iĢ iyi gitmiĢti, patlak lastiklerini sekiz dolar için her gece o iskemlede oturmak yalnız bir iĢti.
değiĢtirmemi isteyen birkaç Ģoförle tartıĢma dıĢında, kalyan bir boĢ ĢiĢeyi bana verdi.
oğlan patronu arayıp, orda hiçbir Ģey yapılmadığını söylemiĢ, "teĢekkürler."
bağırıp çağırmıĢtı, ama ben niçin orda olduğumu biliyordum — "bir Ģey değil."
paraya göz kulak olmak için, ihtiyar bana silahın yerini ve nasıl "yarın gece kız arkadaĢlarımdan birkaçını getirebilir miyim?"
kullanılacağını göstermiĢti, Ģoförlerin benzin ve yağ paralarını "biraz olsun sana benziyorlarsa tatlım, hepsini getir."
ödediklerinden de emin ol demiĢti, ama benim haftada 18 "hepsi bana benzer."
papele, dolarlara bekçilik etmek gibi bir niyetim yoktu, iĢte "hepsini getir."
Sunderson burda yanılmıĢtı, parayı kendim de alabilirdim ancak ertesi gece üç-dört tanesini getirdi, konuĢuyor, gülüyor,
birileri kafama, çalmanın yanlıĢ olduğuna dair aptalca bir fikir meĢrubat içiyorlardı, tanrım, çok tatlıydılar, genç ve hayat dolu,
sokmuĢtu ve ben önyargılarımı aĢmakta güçlük çekiyor, giderek gencecik siyah kızlar, her Ģey gülünç ve güzeldi, gerçekten
onları değiĢtirmeye, onlara karĢı gelmeye, onlan kabullenmeye öyleydi, ben de öyle hissediyordum, bir sonraki gece sekiz veya
çalıĢıyordum, bilirsiniz iĢte. on kız vardı, daha sonra on üç-on dört. cin ve viski getirip
dördüncü gece kapının önünde ufak tefek, siyah bir kız meĢrubatlara katmaya baĢladılar, ben kendi içkimi
duruyordu, öylece durup bana gülümsedi, üç dakika kadar getiriyordum. ilk gelen kız, Elsie, aralarında en tatlı olanıydı,
karĢılıklı bakıĢmıĢ olmalıydık, "n'aber?" diye sordu, kucağıma oturur sonra bir

142 143
"ben içtim," dedim.
çığlık atarak sıçrardı, "hey, tanrı aĢkına, bu olta kamıĢı ile
BAĞIRSAKLARIMI deleceksin!" kızmıĢ gibi davranırdı, çıt çıkmıyordu, kızların hepsi bizi izliyorlardı. Elsie yarn
gerçekten kızmıĢ gibi, kızlar da gülerlerdi, ve ben ĢaĢkm, baĢımda durmuĢ, gözünü ondan ayırmıyordu, çok uzun ve derin
sırıtkan ama mutlu bir Ģekilde öylece dururdum, benim için çok bakmazsan Pinelli yakıĢıklı sayılırdı, kartal burun, siyah saçlar,
Prusya subayı havası, daracık bir pantolon, oğlan çocuğu öfkesi.
fazlaydılar, ama iyi bir gösteriydi, ben bile yavaĢ yavaĢ
gevĢemeye baĢlamıĢtım, Ģoförlerden biri korna çaldığında biraz "BU KIZLAR MEġRUBATLARI BĠTĠRĠYORLAR VE BU KIZLAR
öfkeli ayağa kalkar, içkimi bitirdikten sonra silahı alıp Elsie'ye BURDA OLMAMALI. MEġRUBATLAR SADECE ġOFÖRLERE
verir, "bak Ģimdi Elsie tatlım, sen Ģu kahrolası kasayı benim için AĠTTĠR."
gözet, kızlardan biri davranmaya kalkarsa hiç durma, sonra bana iyice yaklaĢtı ve öylece durdu, bacaklarını sıçmak
bacaklarının arasına bir delik aç benim için olur mu?" derdim. üzere olan bir tavuk gibi açmıĢtı.
"BU KIZLARIN KĠM OLDUKLARINI BĠLĠYOR MUSUN UYA-
ve Elsie'yi orda, elindeki koca silaha bakakalmıĢ vaziyette
bırakıp dıĢarı çıkardım, tuhaf bir ikili oluĢtururlar^ di, silah ve NIK?"
o. olayların gidiĢatına göre bir adamı öldürebilir veya "tabii, onlar benim arkadaĢlarım."
"HAYIR, OROSPU BUNLAR! CADDENĠN KARġI YAKASINDAKĠ
kurtarabilirlerdi, erkek, kadın ve dünyanın tarihi, ve ben dıĢarı
çıkıp benzin pompalardım. RANDEVUEVLERlNDE ÇALIġIRLAR ANLADIN MI? OROSPU
BUNLAR!"
kimse tek kelime etmedi, hepimiz oturduğumuz yerden
sonra bir gece, italyan Ģoför, Pinelli, meĢrubat içmek için
içeri girdi, ismini severdim ama onu sevmezdim, patlak italyan'a bakıyorduk, uzun süren bir bakıĢ, sonra dönüp dıĢarı
yürüdü, gecenin gerisi tatsız geçti. Elsie beni endi-
lastikleri değiĢtirmediğim için en fazla tantana eden o olmuĢtu,
ltalyanlar'a karĢı bir Ģeyim yoktur ama o Ģehre geldiğimden beri Ģelendiriyordu, silah ondaydı, yanma gidip silahı aldım.
baĢıma gelen talihsizliklerin altından sürekli bir Ġtalyan fitne "o orospu çocuğuna yeni bir göbek deliği açmama ramak
çıkıyordu. ırkçılıkla ilgisi olmadığını, daha çok matematiksel bir kalmıĢtı," dedi, "onun anası orospu!"
durum olduğunu biliyordum. Frisco'da yaĢlı bir Ġtalyan kadın sonra, birden ortalık boĢaldı, oturup uzun uzun içtim, sonra
büyük olasılıkla hayatımı kurtarmıĢtı, ama o baĢka bir hikâye. kalkıp kasaya baktım, paralar yerinde duruyordu.
Pinelli sinsi bir Ģekilde içeri girdi, hem de ne SĠNSĠ, kızlar her sabah beĢ gibi ihtiyar içeri girdi.
tarafa dağılmıĢ, konuĢuyor, gülüyorlardı, meĢrubat dolabına "Bukowski?"
yürüyüp, kapağım açtı. "evet Bay Sunderson."
"ALLAH KAHRETSĠN, MEġRUBAT KALMAMIġ VE BEN SUSA- "sana yol vermek zorundayım." (aĢina sözler)
DIM! KĠM BĠTĠRDĠ MEġRUBATLARI?" "neden?"
"çocuklar burayı gerektiği gibi iĢletemediğini söylüyor-

145
144
lar. orospular burda fink atıyor ve sen onlarla oynaĢıyor- gi Ģehir var diye düĢündüm, hangi iĢ? kalktım, çoraplarımı ve
muĢsun. göğüsleri meydanda, apıĢları açıkta dolaĢıyorlarmıĢ ve ayakkabılarımı giyip bir ĢiĢe Ģarap almak için çıktım, sokaklar
sen onları yalayıp duruyormuĢsun. sabahın erken saatlerinde iyi görünmüyordu, genellikle öyledir, insanlar ve fareler
böyle Ģeyler mi oluyor burda?" tarafından planlanmıĢ bir yapılan vardı ve siz içlerinde yaĢamak
"Ģey, pek de öyle değil." ve ölmek zorundaydınız. ama bir arkadaĢımın bir keresinde
"neyse, daha güvenilir birini bulana kadar senin yerini ben bana söylediği gibi, "sana hiçbir Ģey vadedilmedi, sözleĢmen
alacağım, burda neler döndüğünü bilmek istiyorum." yok." Ģarabımı almak için dükkâna girdim.
"peki Sunderson. sirk senin." pis bozuklukların beklentisi içinde öne doğru eğildi orospu
çocuğu.
sanırım iki gece sonraydı, bardan çıktıktan sonra eski
benzinliğin önünden bir geçeyim dedim, ortalıkta iki-üç ekip
otosu vardı.
Marty yi gördüm, anlaĢabildiğim Ģoförlerden biriydi, yanına en iyi dostlarımdan biri —en azından ben onu dost sa-
gittim. yıyorum— zamanımızın en iyi Ģairlerinden, Ģu aralar,
"neler oluyor Marty?" Londra'da, bu hastalığa yakalanmıĢ durumda. Yunanlılar ve
"Sunderson'u bıçakladılar, Ģoförlerden birini de Sun- Antikler bu hastalığı bilirlerdi, herhangi bir yaĢta yakalanabilir
derson'un silahı ile vurdular." insan bu hastalığa ama en tehlikeli yaĢlar kırk sonlan, elli
"tanrım, filmlerdeki gibi. vurdukları Ģoför, Pinelli miydi?" gibidir, ve ben bu hastalığı EYLEMSĠZLĠK olarak tanımlarım
"evet, nasıl bildin?" — eylem eksikliği, umursamazlık ve merak azalması; Donuk
"göbekten mi?" Adam DuruĢu diye adlandınyo-rum bu hastalığı, aslında bu bir
"evet, evet. nasıl bildin?" DURUġ sayılmaz ama bu Ģekilde adlandınrsak cesede BĠRAZ
sarhoĢtum, uzaklaĢıp odama doğru yürüdüm. New Or- mizah ile yaklaĢabiliriz; aksi takdirde karanlık basacak, tüm
leans'da dolunay vardı, bir süre yürüdüm ve çok geçmeden insanlar bir dönem Donuk Adam DuruĢu'na yakalanmıĢlardır ve
yaĢlar akmaya baĢladı, ay ıĢığında bir gözyaĢı seli. ve sonra belirtileri Ģu düz ifadelerde kendini gösterir: "canıma tak etti."
kesildi, yaĢların yüzümde kuruduğunu hissedebiliyordum, veya: "her Ģeyin cam cehenneme." veya: "Broadway'e se-
cildim geriliyordu, odama vardığımda ıĢığı yakmadım; lamlanmı iletin." ama çabucak toparlanıp iĢbaĢı yapar, kanlanm
ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp elbiselerimle ve Elsie'siz dövmeyi sürdürürler.
kendimi yatağa bıraktım. Elsie, benim harikulade siyah ama dostum için Donuk Adam DuruĢu, öyle, bir çocuk
orospum, ve uyudum, her Ģeydeki hüznü ardımda bırakıp oyuncağı gibi kanapenin altına atılır cinsten bir Ģey değil.
uyudum, uyandığımda Ģimdi sırada han-

147
146
keĢke öyle olsaydı! Ġsviçre, Fransa, Almanya, Ġtalya, Yu- beyzbol veya futbol oynayıp normal insanlar olmaya doğru
nanistan, Ġspanya, Ġngiltere'deki doktorları denedi ve hiçbiri giderken.
yardımcı olamadı, biri onda kurt olduğunu söyleyip tedavi büyük an, moruğun bahçede yere uzandıktan sonra, gözlerini
uyguladı, baĢka biri, ellerine, boynuna ve sırüna minicik iğneler çimlerin hizasına getirip baktığı andı. mutlaka bulurdu bir tane.
batırdı, "bu kez tamam galiba," diye yazdı bana, "iğneler bu iĢi "iĢte, GÖRDÜM! ATLADIN BĠR TANE! ATLADIN BĠR
halledecek." bir sonraki mektupta VOODOO manyağı birini TANE!" sonra banyonun penceresinden izleyen anneme,
denediğini öğrendim, bir sonrakinde hiçbir Ģey denemediğini. mükemmel bir Alman hanımefendisiydi, "ATLAMIġ BĠR
Kesin Donuk Adam. zamanımızın en iyi Ģairlerinden biri, küçük TANE! GÖRDÜM! GÖRDÜM!" diye seslenirdi, sonra annemin
ve kirli bir Londra odasmda, yatağının üstünde taĢlaĢmıĢ, sesi gelirdi: "ah, bir tane ATLAMIġ öyle mi? ah, utan, UTAN!"
açlıktan ölmek üzere, baĢkalarının merhameti ile yaĢıyor ancak; sanırım o da beni bütün problemlerinden sorumlu tutuyordu.
tavana bakıyor ve ne tek kelime yazabiliyor, ne de söyle- "BANYOYA!" diye bağırırdı babam. "BANYOYA!" banyoya
yebiliyor, ve umursamıyor yazamayıp, konuĢamamasını. adı girerdim, kayıĢ ortaya çıkar ve vurmaya baĢlardı, ama korkunç
dünyanın her yerinde biliniyor. acıya rağmen ben çok ilgisizdim, gerçekten ilgilenmiyordum;
bu büyük Ģairin koca bir bok fıçısına düĢüĢünü gayet iyi benim için bir anlamı yoktu, aileme bağlı değildim, dolayısıyla
anlayabiliyorum, çünkü, tuhaftır, ben Donuk Adam DuruĢu ile bir sevgi, sıcaklık veya güven ihanetine uğradığımı
DOĞMUġUM, anımsadığım Ģeylerden biri, korkakça acımasız hissetmiyordum, en zor yanı ağlamaktı, ağlamak istemiyordum,
ve zorba biri olan babamın, banyoda beni uzun, deri bir kayıĢ ile zahmetli iĢti, bahçe çimlerini biçmek gibi. daha sonra, dayaktan
dövmesidir. sık sık döverdi beni; evlilik öncesi doğmuĢ bir ve bahçenin sulanmasından sonra, bana üstüne oturmam için
çocuktum ve sanırım bütün problemlerinden beni sorumlu yastık verdiklerinde de yasük falan istemezdim, ağlamayı
tutuyordu, ortalıkta "ah ben evlenmeden önce, Ģmgırdardı istemediğim için ben de ağlamamaya karar verdim bir gün. tek
paralar cebimde!" Ģarkısını söyleyerek dolaĢırdı bazen; ama pek ses, çıplak kıçıma inen kayıĢınkiydi. o sessizliğin içinde çok
sık Ģarkı söylemezdi, beni dövmek çok fazla vaktini alıyordu, tuhaf, etli, iğrenç bir sesti ve ben yerdeki taĢlara baktım,
bir süre, yedi veya sekiz yaĢıma kadar içime bir suçluluk gözümden yaĢlar iniyordu ama gıkım çıkmadı, babam vurmayı
duygusu yerleĢtirdi, çünkü beni neden dövdüğünü anlayamıyor- kesti, genellikle on beĢ veya yirmi kez vururdu, yedi veya sekizi
dum. inanılmaz bahaneler buluyordu, haftada bir gün çimleri geçmemiĢti durduğunda, banyodan dıĢarı çıktı koĢarak, "Anne,
biçerdim, bir kez enine, bir kez boyuna, sonra da kenarları Anne, oğlumuz DELĠRDĠ galiba, onu kırbaçlarken ağlamıyor!"
makasla düzeltirdim, ve ön veya arka bahçede BĠR tek çim "delirdi mi dersin, Henry?" "evet, Anne." "ah, çok yazık!"
tanesi atlamıĢsam ölümüne döverdi beni. dayaktan sonra gidip bu sadece Donuk Adam'ın ilk FARK EDĠLEBĠLĠR belirti-
bahçeleri sulardım, diğer çocuklar siydi, bende tuhaf bir yan olduğunu biliyordum ama deli

148 149
olduğumu düĢünmüyordum, insanların nasıl bu kadar kolay sonsuza dek.
öfkelendiklerini, sonra da öfkelerini aynı kolaylıkla unutup 17 yaĢındayken, benden daha büyük sokak serserileri ile
nasıl neĢeli olabüdiklerini anlayamıyordum sadece, ve nasıl içmeye baĢlamıĢtım, benzin istasyonları ve marketleri
HER ġEYE ilgi duyabildiklerini, bu kadar sıkıcıyken her Ģey. soyuyorlardı, her Ģeyden bıkmıĢhğımı bir korkusuzluk belirtisi
sporda, veya arkadaĢlarımla oynadığım oyunlarda çok olarak görüyorlar, hiçbir Ģeyden Ģikâyet etmememi ruhsal bir
baĢarılı değildim çünkü yeterince deneyimli değildim, cesaret olarak algılıyorlardı, popülerdim ve popüler olup
muhallebi çocuğu sayılmazdım — fiziksel bir zayıflığım veya olmamak umurumda değildi. Donuk'tum. önüme büyük
korkum yoktu ve zaman zaman herhangi bir Ģeyi onlardan iyi miktarlarda viski, bira ve Ģarap koyuyorlardı, hepsini içerdim,
yapabiliyordum, ama kısa sürelerde, her nedense benim için hiçbir Ģey beni sarhoĢ edemiyordu; gerçekten ve kesin olarak
önemli değildi, arkadaĢlarımdan biri ile yumruklaĢtığım zaman sarhoĢ, diğerleri yerlere yuvarlanır, dövüĢür, Ģarkılar söyler,
gerçek anlamda öfkelenemiyor-dum. gerektiği için sendeler, bense sessizce masada oturur, bir bardak daha diker,
dövüĢüyordum, baĢka yolu yoktu. Donuktum, rakiplerimin giderek onlardan kopar, kaybolur, ama acı çekmezdim, sadece
ÖFKE ve KIZGINLIĞINI anlayamıyordum. dövüĢtüğüm elektrik ıĢığı, sesler, bedenler ve birkaç Ģey daha.
çocuğun yüzüne ve hareketlerine takılır, onu marizlemem ama hâlâ ailemle yaĢıyordum ve bunalım zamanıydı, 1937,
gerekirken ĢaĢkın ĢaĢkın izlerdim, arada sırada, yapıp 17 yaĢında biri için iĢ bulmanın olanaksız olduğu bir dönem,
yapamayacağımı anlamak için sıkı bir tane indirir, sonra tekrar eve, gerektiği için değil de, alıĢkanlıktan gider, kapıyı çalardım.
uyuĢuk halime dönerdim, sonra mutlaka babam evden dıĢarı bir gece annem kapıdaki küçük pencereyi açıp baktı ve
fırlar 'Tamam! DövüĢ bitü! Kaput! Son!" diye bağırırdı. bağırmaya baĢladı: "sarhoĢ! yine sarhoĢ!"
çocuklar korkarlardı babamdan, kaçarlardı. ve odanın içinden babamın müthiĢ sesi: "YĠNE Mî sarhoĢ!"
"ne biçim erkeksin, Henry? yine dayak yedin!" babam küçük pencereye geldi: "seni içeri almayacağım,
cevap vermezdim. annenin ve bu memleketin Ģerefini lekeliyorsun."
"Anne, oğlumuz Chuck Sloan'dan dayak yedi!" "soğuk dıĢarısı, aç kapıyı, yoksa kırarım, içeri girebilmek
"bizim oğlumuz mu?" için yürüdüm buraya kadar, baĢka yolu yok."
"evet, bizim oğlumuz." "hayır oğlum, evimi hak etmiyorsun, annenin ve bu
"ne ayıp!" memleketin..."
sanırım, babam, içimdeki Donuk Adam'ı fark etmiĢti ve bu birkaç adım geriledim, omuzumu eğip saldırdım, dav-
durumu lehine kullanıyordu, "çocuklar görülmeli ama ranıĢımda öfke yoktu, sadece basit bir matematik — yaptığın
duyulmamalı," derdi, bana uyardı bu. söyleyecek tek bir Ģeyim hesapların sonucunda bir sayıya varmak gibi. kapı-
yoktu, ilgilenmiyordum. Donuktum, erken, geç, ve

150 151
ya yüklendim, açılmadı ama tam ortasında bir ça oluĢtu, kilit de nuk ve erimemiĢ demektir, burnumun kusmuğuma sür-tülmesi
yan-kınk görünüyordu, tekrar geri gittim omuzumu eğdim. için hiçbir neden yoktu iĢte. olsaydı kendim sür-terdim
"tamam, gir içeri," dedi babam. burnumu kusmuğa, bir UMURSAMA veya ġEREF, veya
içeri girdim ama yüzlerindeki ifade, boĢ, korkunç kâs ÖFKE meselesi değildi, kendime özgü MATEMATĠĞĠMĠN
buslardan çıkma karton yüzler, alkol dolu midemi kaldır di. dıĢına itiliyordum, en sevdiğim deyimi kullanacağım,
rahatsızlandım, Hayat Ağacı ile dekore edilmiĢ o de ğerli iğrenmiĢtim.
halılarına kustum, bol miktarda. "dur," dedim, "son kez söylüyorum, dur!"
"halıya sıçan bir köpeğe ne yaparlar bilir misin?" diye sordu burnumu nerdeyse kusmuğa daldırmıĢtı, topuklarınım üstünde
babam. doğruldum, akıĢlı ve sihirli bir aparküt ile yakaladım onu; sert
"hayır," dedim. ve dolu yakalamıĢtım, tam çenesinden, ağır ve beceriksiz bir
"BURNUNU BOKA sürterler! TEKRAR yapmasın diye!" Ģekilde sırtüstü yığıldı, bütün bir zorba imparatorluk
cevap vermedim, babam yanıma gelip elini enseme koydu, parçalanmıĢtı nihayet, divanına yığılmıĢtı, küt, kollar açık,
"sen bir köpeksin," dedi. gözler uyuĢturulmuĢ bir hayvanın gözleri, bir hayvanın mı?
cevap vermedim. köpek geri gelmiĢti, divana doğru ilerleyip kalkmasını
"köpeklere ne yaptığımızı biliyorsun, değil mi?" bekledim, kalkmadı, bana bakıp duruyordu, kalkmayacaktı, tüm
baĢımı aĢağı doğru zorluyordu, Hayat Ağacı'mn üstündeki öfkesine rağmen babam ödlek çıkmıĢtı, ĢaĢırmamıĢtım. sonra,
kusmuk gölüne doğru. babam ödlek olduğuna göre ben de ödleğin biriyim herhalde,
"burunlarım boka sürteriz ki bir daha sıçmasınlar, asla." diye düĢündüm, ama Donuk Adam için bu düĢüncede hiçbir acı
annem, mükemmel bir Alman hanımefendisi, orda, sabahlığı yoktu, önemsizdi, annem yüzümü tırmalayıp tekrar tekrar
ile durmuĢ, sessizce izliyordu, benden yana olmak istediği "BABANA vurdun! BABANA vurdun! BABANA vurdun!" diye
duygusuna kapılırdım hep ama bir zamanlar memelerini emmiĢ bağırırken bile.
olmamdan kaynaklanan, tamamen yanlıĢ bir duyguydu bu. önemi yoktu, sonunda yüzümü ona tamamen dönüp,
üstelik benim bir yanım yoktu. tırmalayıp, bağırmasına, tırnaklan ile yüzümü kazımasına izin
"dinle baba," dedim, "DUR!" verdim, yüzümün derisi soyuluyor, kan boynumdan içeri,
"hayır, hayır, biliyorsun ne yaptığımızı KÖPEKLERE!" gömleğime damlıyor, süzülüyor, koduğum Hayat Ağacı'na et
"sana dur diyorum." parçalan düĢüyordu, bekledim, ilgisiz. "BABANA VURDUN!"
baĢımı aĢağı zorlayıp duruyordu, aĢağı, aĢağı, aĢağı, aĢağı, sonra tırmıklar daha aĢağı indi. bekledim, sonra kesildi, tekrar
burnum nerdeyse kusmuğun içindeydi. Donuk Adam olmama baĢladı, bir veya iki kez, "sen... babana... vurdun... babana..."
rağmen, Donuk Adam aynı zamanda Do- "bitirdin mi?" diye sordum, sanınm on yıldır "evet" ve

152 153
"hayır" dıĢında ona söylediğim ilk sözlerdi. sunmuĢtum, yoktu, evime götürdüm, yatakta harikaydı. 3 hafta
"evet," dedi. beraber olduktan sonra evlenme teklif ettiğimde bana uzun süre
"yatak odana git," dedi babam, divandan, "seninle sabaha baktı, öyle uzun bir süre baktı ki ne sorduğumu unuttuğunu
görüĢürüz, sabaha konuĢacağım SENĠNLE!" sandım.
ama ertesi sabah Donuk Adam ben değil, BABAMDI, ancak, nihayet konuĢtu: "peki, olur. ama seni seviniyorum, sadece
onun kendi tercihi değildi sanırım. seninle evlenmemin... zorunlu olduğunu hissediyorum, bir tek
sevgi olsaydı, reddedebilirdim sevgiyi, ancak bil ki... pek iyi
olmayacak, ama olması gereken olur."
"anlaĢtık tatlım," dedim.
evlendikten sonra kısa etekler ve topuklular görünmez oldu,
bir kitabevinde görmüĢtüm onu ilk kez. çok kısa ve çok dar ayaklarına kadar inen kırmızı, uzun bir kadife sabahlıkla
bir etek giyiyordu, yüksek topuklular, ve üstündeki mavi, bol dolaĢıyordu, pek temiz bir sabahlık değildi, ayağında da yırtık
kazağa rağmen göğüsleri oldukça belirgindi, yüzü çok sivriydi, mavi terlikler, bu Ģekilde sokaklara çıkıyordu, sinemaya, her
sade, makyajsız, biraz tuhaf bir alt dudak, ama böyle bir vücut yere öyle gidiyordu, ve özellikle sabah kahvaltılarında
için çok Ģey gözardı edilebilir, etrafında.onu sahiplenerek sabahlığının kollarını yağlı ekmeğinin üstünde gezdirmeye
dolanan koca bir boğa olmaması garipti, sonra gözlerine baktım bayılıyordu.
—tanrım, gözbebek-leri yok gibiydi— sadece derin bir karanlık "hey!" derdim, "her tarafına yağ bulaĢıyor!"
parıltısı, orda öylece durup, eğilip kalkıĢım izledim, defalarca, cevap vermezdi, pencereden dıĢarı bakıp, "AAAAA! bir
çömelip kitaplara bakıĢı veya uzanarak bir kitap alıĢı, kısa eteği kuĢ!" derdi, "orda, ağaçta bir kuĢ! GÖRDÜN MÜ kuĢu?"
yukarı kalktıkça o dolgun ve sihirli butlar ortaya çıkıyordu, "evet."
mistik kitapları karıĢtırıyordu, elimdeki At Yarışlarında veya, "AAAAA! bir ÖRÜMCEK! yüce Tann'nm yaratığına
Kazanmanın Sun kitabım yerine koyup yanma gittim, bak! çok seviyorum örümcekleri! örümceklerden nefret eden
"afedersiniz, beni bir mıknatıs gibi çekiyorsunuz, sanırım insanları anlayamıyorum! sen nefret eder misin örümceklerden
gözleriniz," diye yalan söyledim. Hank?"
"inanç Tann'dır," dedi. "pek kafa yormam onlar üstüne."
'Tanrı sensin, Sensin benim Ġnancım," diye yanıtladım, "sana her taraf örümcek doluydu, böcek, sinek, karafatma. Tann'nın
bir içki ısmarlayabilir miyim?" yaratıkları, berbat bir ev kadınıydı, ev temizliğinin önemli
"tabu." olmadığını söylüyordu, bana kalırsa tembelin biriydi, ve biraz
yandaki bara geçip kapanıĢa kadar orda kaldık, onun da kaçık diye düĢünmeye baĢlamıĢtım, yatılı bir hizmetçi
konuĢtuğu gibi konuĢuyordum, baĢka çaresi yok diye dü- tutmak zorunda kaldım, Felicia, karımın adı Yevonna idi.

154 155
bir gece eve geldiğimde ikisini ellerindeki aynaların ar- ğa girip her Ģeyi unutmaktan baĢka yapabileceğim bir Ģey yoktu.
kalarına yağ gibi bir sıvı sürerken yakaladım, ellerini aynaların 3 veya 4 posta gidiyordum, kitaptaki bütün numaralan
üstünde gezdirip garip Ģeyler söylüyorlardı, beni görünce ikisi uygulayarak.
de yerlerinden fırlayıp aynaları saklamak için bir yerlere sonunda Yevonna'ya bir psikiyatra görünmesini istediğimi
koĢtular. söyledim, "tabii," dedi, "çok iyi olur, ama hepsi saçmalık, her
"aman tanrım," dedim, "neler dönüyor burda?" Ģey senin kafanda; iki Ģeytan da sensin ve SENSĠN deli olan!"
"sihirli aynaya insanın kendi gözlerinin dıĢmda göz "tamam yavrum, ama gidip Ģu adamı görelim mi yine der
düĢmemeli," dedi kanm Yevonna. "arabada bekle, hemen geliyorum."
"doğru," dedi hizmetçi Felicia, ama Felicia ev temizliğini bekledim, dıĢarı çıktığında üstünde kısacık bir etek, yüksek
bırakmıĢtı, önemli olmadığını söylüyordu, fakat ondan topuklular, yeni naylon çoraplar vardı, makyaj bile yapmıĢtı,
vazgeçemiyordum çünkü yatakta neredeyse Yevonna kadar evliliğimizden bu yana ilk kez saçını taramıĢtı.
iyiydi ve ayrıca çok iyi bir aĢçıydı, bana neler yedirdiğinden pek "bir öpücük ver yavrum," dedim, "taĢ gibi oldum."
emin olamıyordum gerçi. "hayır, gidip doktoru görelim."
Yevonna'nin ilk çocuğumuza hamileyken her zamankinden doktorun karĢısında daha normal davranamazdı, Ģeytanın
daha tuhaf davranmaya baĢladığını fark ettim, acayip rüyalar adını bile anmadı, aptal Ģakalara güldü ve hiç gevezelik etmedi,
görüyor, bana Ģeytanın içine yerleĢmeye çalıĢtığım söylüyordu, konuĢmayı sürekli adamın yönlendirmesine izin verdi, doktor
orospu çocuğunu bana tarif etti. iki ayrı Ģekilde görünüyordu fiziksel ve ruhsal olarak onu sıhhatli buldu, fiziksel olarak
kedi. birinde bana çok benzeyen bir adam, diğerinde insan sıhhatli olduğunu biliyordum, eve döndük, içeri koĢup eteğini,
yüzlü, kedi bedenli, kartal bacaklı, kartal pençeli ve yarasa ayakkabılarım çıkardı ve iğrenç sabahlığını giydi tekrar. Felicia
kanatlı bir yaratık Ģeklinde, yaratık asla konuĢmuyordu ama ile yatağa girdim ben de.
kanm ona bakarken tuhaf düĢünceler beliriyordu kafasmda. bu ilk çocuğumuz doğduktan sonra bile (benim ve Yevon-
tuhaf düĢünceler, çektiği acılardan benim sorumlu olduğum ve na'nin), Y. Ģeytana inanmayı sürdürdü, Ģeytan da ona gö-
onda karĢı koyulmaz bir yok etme isteği uyandırdığım rünmeyi, Ģizofreni baĢlamıĢtı, bir an sessiz ve müĢfikken,
Ģeklindeydi, karafatmaları, sinekleri, karıncaları, köĢelerde aniden ĢapĢal, geveze, can sıkıcı, düĢüncesiz, hatta kötü biri
birikmiĢ pislik yığınlarını değil — para ile satın aldığım Ģeyleri, olabiliyordu.
eĢyaların yüzlerini yırttı, perdeleri parçaladı, ka-napeyi yaktı, hiç durmadan abuk sabuk konuĢmaya baĢlardı birden.
odanın her tarafına tuvalet kâğıdı fırlattı, küveti su ile doldurup bazen o mutfakta dururken acayip bir gürültü duyardım, çok
taĢırdı, nerdeyse hiç tanımadığı insanlarla Ģehirlerarası yüksek, bir erkek sesini andırıyordu, çok kısık ama yüksek.
konuĢarak inanılmaz telefon faturaları ödetti bana. böyle olduğu
zamanlar Felicia ile yata- 157

156
ı
mutfağa gidip, "neyin var tatlım?" diye sorardım. na'nın annesine, Glandale'e gittik, kadımn durumu iyiydi ancak
sonra, "allan benim belamı versin," der, kendime bir içki büyülü aynalar, söyledikleri Ģarkılar ve yaktıkları tütsüler
koyup salona geçer, otururdum. sinirlerini bozunca, Frisco yakınlarındaki çiftliğine gitmemizi
kendini kötü hissettiği bir gün eve gizlice bir psikiyatr , önerdi, bebeği annesine bırakıp yola çıktık ancak oraya
sokmayı baĢardım, ruh hastası olduğunu kabul etti ve onu bir deli vardığımızda, çiftliği, toprağı iĢleyenlerden biri tarafından iĢgal
evine kapatmamı önerdi, gerekli evrakları imzaladım ve duruĢma edilmiĢ bulduk; kara sakallı, iri biri. Final Benson, adının bu
için gün aldım, bir kez daha kısa etek ve topuklular ortaya olduğunu söylemiĢti kapının önünde dururken, "hayatımı bu
çıkıverdi, ancak bu kez sıradan ve sade hatunu oynamadı, toprakların üstünde geçirdim, kimse beni burdan çıkaramaz,
entelektüel kadını oynadı, kendini çok parlak bir Ģekilde savundu, KĠMSE!" dedi. bir doksan boyunda, 160 kiloya yakın bir
beni, karısını baĢından savmak isteyen bir koca gibi gösterdi, ağırlıktaydı ve pek yaĢlı değildi, biz de toprağın sınırlarına
Ģahitlerin ifadelerini çürütmeyi baĢardı, mahkeme doktorlarının yakın bir ev kiralayıp resmi manevralara giriĢtik.
kafasını iyice karıĢtırmıĢtı, hâkim doktorlarla görüĢtükten sonra, daha ilk gece olan oldu. Felicia 'run üstüne çıkmıĢ yeni yatağı
"mahkeme Bayan Radowski'nin bir deli evine kapatılması denerken, yan odadan korkunç inlemeler ve hıçkırmalar
gerektiğine dair yeterli delil bulamamıĢtır, dolayısıyla dava duydum, ayrıca salondaki kanapeden her an kırı-lacakmıĢ gibi
düĢmüĢtür," dedi. sesler geliyordu. 'Yevonna rahatsızlandı galiba," dedim, dıĢarı
onu tekrar eve götürüp, iğrenç sabahlığını giymesini çıkardım, "hemen dönerim."
bekledim, dıĢarı çıktığında, "sen de BENĠ delirtmezsen al-lah rahatsız olduğu doğruydu, hem de nasıl rahatsız. Final
belamı versin!" dedim. Benson üstündeydi ve dört erkeğe bedeldi, korkunçtu, yatak
"sen ZATEN delisin," dedi, "neden Felicia ile yatağa girip odasına dönüp ufak iĢimi sürdürdüm.
baskılarından kurtulmaya çalıĢmıyorsun?" sabah kalktığımda Yevonna'yı bulamadım, "bu ĢapĢal hatun
aynen öyle yaptım, ama bu kez Y. izliyordu, yatağın yanında nerde acaba?"
durmuĢ, fildiĢi bir ağızlıkla uzun bir sigara içiyor- ı du. belki nihai Felicia ile kahvaltı ederken ilk kez pencereden dıĢarı baktım
kayıtsızlığına ulaĢmıĢtı, aslında hoĢuma gitmiĢti. ve Yevonna'yı gördüm, üstünde bir kot pantolon, solmuĢ yeĢil
ama ertesi gün iĢten döndüğümde evsahibi beni kapıda '' bir gömlek vardı ve dizlerinin üstüne çökmüĢ toprakta
karĢıladı: "Bay Radowski! Bay Radowski, karınız, KARINIZ çalıĢıyordu. Final yam baĢındaydı, bir Ģeyler toplayıp bir sepetin
komĢularla tartıĢmalara girip kavga ediyor, evinizin bütün içine dolduruyorlardı. Ģalgamdı sanıyorum. Final kendine bir
camlarını kırdı, sizden taĢınmanızı istemek zorundayım!" kadın bulmuĢtu, "aman al-lahım!" dedim, "gidelim, hemen
eĢyalarımızı toparlayıp, ben, Yevonna ve Felicia, Yevon- gidelim burdan, çabuk!"
Felicia ile toparlandık. Los Angeles'a vardığımızda bir
motele yerleĢip ev aramaya karar verdik, "Ģükür tatlım,"

158 159
dedim, "sıkıntılarım sona erdi! neler çektiğimi bilemezsin!" "öyle mi?"
kutlamak için bir ĢiĢe viski aldık, sonra seviĢip huzurlu bir "evet."
uykuya daldık. uzanıp öptüm onu. sonra dıĢan çıkıp aĢağı indim, arabama
birden Felicia'nın sesi ile uyandım: "defol acı veren ifrit!" bindim ve sürdüm, uzaklara. Hollywood ve Nor-mandie
diyordu, "ölüme kadar huzur yok mu senden? Yevon-na'mı kavĢağında ĢiĢemi aldım ve durmadan batıya sürdüm, motel
benden aldın ve beni burda buldun! yok ol iblis! di- ; Ģan çık! doğudaydı, Vermont yakınlannda. insan her gün bir Final
sonsuza dek terk et bizi!" Benson bulamaz, öyle bir alete pek sık rastlanmaz, bazen bu
doğruldum. Felicia'nm baktığı yere baktım ve sanırım deli hatunlan bir baĢlanna bırakıp kendini toparlaman gerekir,
gördüm onu: kocaman bir yüz, alt kısımları portakala kaçan hiçbir erkeğin bedeline katla-namayacağı kadınlar vardır, ama
parlak bir kırmızı, korlaĢmıĢ bir kömür gibi, yeĢil dudaklar, iki birinin bıraktığı yerden devam edecek bir ahmak çıkar mutlaka,
uzun sarı diĢ, karmakarıĢık, panldayan saçlar ve bize sıntıyordu. o yüzden onu terk etmekten ötürü bir suçluluk duymadım.
gözleri bize kötü bir ĢakaymıĢ gibi bakıyordu. Vine Caddesi yakınlarında otelimsi bir yer bulup l>ir oda
"allah bin türlü belamı versin," dedim. istedim, anahtanmı beklerken lobide eteği kıçına çıkmıĢ bir
"git!" dedi Felicia, "yüce Ja adma git. Buda ve binlerce tann vaziyette oturan bir kadın gördüm, müthiĢ, kese-kâğıdındaki
adına seni lanetliyor, ruhumuzdan sonsuza ve on bin yıl öteye ĢiĢeye bakıp duruyordu, ben de kıçına, inanılmaz, asansöre
kadar kovuyorum!" bindiğimde benimle beraberdi, "o ĢiĢeyi bir baĢınıza mı
elektrik düğmesini çevirip ıĢığı yaktım. içeceksiniz, bayım?" "öyle olmaz umanm." "olmayacak."
"viskinin etkisinden olmalı, tatlım, kötü kalite viski, artı uzun "güzel," dedim.
yolculuğun yorgunluğu." asansör en üst kata vardı, dıĢan çıkarken hareketlerini
saate baktım, öğlen bir buçuk olmuĢtu ve fena halde bir izledim, salınarak, süzülerek; beni sarsmıĢtı, titriyordum.
içkiye ihtiyacım vardı, giyinmeye baĢladım. "anahtann üstünde 41 yazıyor," dedim.
"nereye gidiyorsun Hank?" "tamam."
"içki almaya, tam zamanı, o koca yüzü unutmak için "bu arada, mistisizm, uçan daireler, cadılar, iblisler, okült
içmeliyim. acayip bir, Ģeydi." giyinmiĢtim. öğretiler, büyülü aynalar gibi Ģeylerle ilgilenmezsin, değil mi?"
"Hank?" "NE gibi Ģeyler?"
"söyle canım." "unut gitsin yavrum!"
"sana söylemek zorunda olduğum bir Ģey var." holün loĢ ıĢığının altında kıvınp, topuklarını tıkırdatarak
"tabii güzelim, ama çabuk ol. içki alıp dönmem gerekiyor." yürüyordu önümde, sabnm tükenmiĢti. 41 numarayı bulduk ve
"ben Yevonna'nm kız kardeĢiyim." kapıyı açtım, ıĢığı yaktım, iki bardak bulup

160 161
çalkaladım, viskileri koydum, bardağın birini ona verdim.
kanapeye oturup bacak bacak üstüne attı, gülümsü-yordu
bana.
iyi olacaktı.
nihayet.
bir süre için.

162
* •• ■ • '

CHARLES BUKOWSKI

BÜYÜK ZEN DÜĞÜNÜ BUYUK


Bukowski'den Öyküler
ZEN DÜĞÜNÜ
"Arka koltuktaydım, Romanya ekmeği, ciğer ezmesi, bira
ve meĢrubatların arasına sıkıĢmıĢ; on yıl önce ölen babamın
cenazesinden bu yana ilk kez bağladığım yeĢil kravatımla. Seçme Öyküler
ġimdi bir Zen düğününde sağdıç olacaktım. Hollis saatte
130 kilometre sürüyor, Roy'un iki metrelik sakalı yüzüme
uçuĢuyor. Benim 62 model Comet arabamdayız ama ben
kullanamıyorum — sigorta yok, iki kez alkollü araba
kullanmaktan enselenmiĢim ve zaten sarhoĢ olmaktayım.
Hollis'le Roy üç senedir beraber yaĢıyorlar, Hollis sağlıyor
geçimlerini. Arka koltukta oturmuĢ bira içiyorum. Roy bana
tek tek Hollis'in aile fertlerini anlatıyor. Roy daha becerikli
entelektüel palavralarla, ağzı laf yapıyor. Evlerinin duvarları
ilginç fotoğraflarla kaplı..."

Metis Edebiyat ISBN


9 Ġngilizce'den Çeviren: AVÎ PARDO
9 l7857 53"420303l

75-342-030-7 METĠS EDEBĠYAT

Metis Yayınlan, BaĢmusahip Sokak 3/2, Ca Ji 5ÛÛÛÛ5U

You might also like