You are on page 1of 3

MAHFUZ VE MÜDAVİM KEDİLER

(Mekanda algılanan zaman üzerine bir deneme)

Vaktiyle Necip Mahfuz’a dair bir belgesel izlemiştim.


Oradan Mahfuz’un zaman’ın izlerini taşıyan yüzü kalmış
aklımda, daracık, hınca hınç Kahire sokakları, kahvehaneler,
Mahfuz’un kadim dostları. Ve elbette Dünya’nın en uzun
nehri sıfatıyla, arka planda görkemli bir zaman metaforu
olarak akıp giden Nil. Böyle bir nehre kıyısı olan yaşamların,
sıcak ve dingin öğlelerde koyulaşan sohbetlerin anlatıcısı,
zaman’ın en sadık hayranlarından biri olacaktı kuşkusuz.
Hem de zaman’ı kitaplarının asıl kahramanı yapacak kadar.
Nobel Ödülü’nü almak için bile kentini /kendini terketmemiş
Mahfuz; galiba asıl seyahat mekanda değil, zamanda
olduğundan.

Zaman ve mekan : Rölativitenin bağıl ulamları.


Einstein, yaygın kanının aksine, her şeyin değil, sadece
hız’ın göreceli olduğunu göstermişti. Hızın göreceli
olmasıysa hız = yol (mekan) / zaman bağıntısına göre,
zaman ve mekan algılayışının da izafi olması anlamına
geliyordu. Bu anlamda rölativite, Doğu’nun öteden beri
ilüzyon diye kuşkuyla baktığı zaman ve mekanın
göreceliğini fizik diliyle formüle etmiş oldu. Einstein’a göre
ışık hızı, evrende var olabilecek hızların limit durumuydu.
Yine, Dünya Savaşlarına dair bir soruya verdiği ünlü yanıtta,
Einstein, insanlığın gelişimi için de belirli bir limit
öngörmüştü.

Dünya’nın simgesel kutupları olan Doğu ve Batı’nın


zaman algılayışları farklıdır. Doğu, yenilmez bir güç olarak
zamana hayranlık duyar ve ona tabi olur. Bu teslimiyetin bir
sonucu, insan iktidarı nın kuşkuyla karşılanmasıdır. Doğu’lu
kendisini tarihin öznesi olarak görmez; iktidar ya gereksiz
ve kötü ya da tümden olanaksız bir şeydir. Bu yüzden,
teslimiyet dışındaki seçeneklere kapalıdır Doğu; bireysel ya
da toplumsal arayışları ciddiye almaz ve hoş karşılamaz.
Buna karşılık Batı’lı birey, tarihin öznesi olup zamana
hükmedebildiği inancındadır. Bu inanç, pratikteki belirli
başarılar sayesinde sarsılmaz bir özgüvene ve gurura

1
dönüşmüştür. Öyle ki sonunda Batı’lı birey, kendi omzuna
yüklediği ağırlığın altında bunalıp ezilir hale gelmiştir.
Bugün itibarıyla gelişme , Batı’da insanın önünde giden /
önüne çıkan bir kaygı nesnesi dir.

Zamanı duyumsamanın iki önkoşulu vardır : hız


kesmek ve mekanı sabitlemek . Doğu bilgeliğinin,
meditasyonun özünü bu oluşturur. Temposundan bunalan
Batı’lı birey, kendi yarattığı o koskoca ve kalabalık
şehirlerde anksiyetesiyle baş başadır. Yoga yapar, barların,
cafelerin müdavimi olur. Tek isteği hız kesmek ve zamanı
duyumsamaktır. Oysa hep o temponun içindedir ve
Doğu’nun iç huzurunu bir türlü yakalayamaz. Sorun, Batı’nın
o yatay görme biçimiyle de ilgilidir : Batı’lı, çoklukları
niceliksel olarak sayar ve çoklukların aralarındaki farklarla
ilgilenir. Görüşü bu anlamda yatay /nicel bir görüştür ve
çağdaş insan, sayan insandır. Hız, Batı uygarlığının temel
dinamiğidir; o, zamanı ve niteliği araştırmaktan ziyade,
mekan ve nicelikle ilgilenir. Oysa western tradition’ın
dışladığı Doğu felsefesinde aslolan, zaman üzerine
düşünmek ve insanı niteliksel olarak kavramaktır.
Dolayısıyla Doğu’nun görme biçimi dikey, derinlemesine bir
görme biçimidir.

Doğu fizikle değil, metafizikle alakalıdır; göreceli olanı


yanılsama (maya, suret vs) addeder ve ısrarla görünüşlerin
ardındaki değişmez i, mutlak ı bulmak ister. Mutlak’ın
peşindeki ebedi arayışı Doğu’yu kaçınılmaz olarak
fenomenlerin gözleminden uzaklaştırır, mistisizm sahillerine
sürükler. Bu arada Batı uygarlığı, usa duyulan inançla kuşku
arasındaki sonuçsuz ve sonsuz gel-git’ini bir yazgı gibi yaşar
durur.

Batı ancak kriz durumlarında çevirir kafasını Doğu’ya.


Çünkü diğer zamanlarda rasyonel başarılarının pratik
kazanımlarıyla fazlaca esriktir. Ne var ki er geç ayılır; artık
vicdanını biraz metafizikle rahatlatmak ihtiyacı duyduğu
tarihsel bir “git”dönemine daha girmiştir. Bir süre Doğu’ya
bakar; bu arada gururla onu asimile etmeye çalışmaktan da
bir türlü alamaz kendini. Varoluşçuluk, örneğin, Batı’nın
böyle bir kırılma noktasında doğmuştur.

2
Batı’lı birey, uygarlığının ontolojik gel-git’ini kendi
yaşamında hız-hız kesme çelişkisi olarak içselleştirir. Hız
kesmesinin yegane yöntemi, taşrada olduğu gibi şehirde de
müdavimlik tir. Müdavim, müdavimi olduğu mekanda diğer
müdavimleri zaman ekseninde algılamak fırsatını bulur. O ,
mekan çeşitlemesini yok etmek suretiyle şehrin, insanın ve
zamanın ruhu nu yakalamak arzusundadır. Hem bir seçimi
hem de bir arayışı ifade ettiği için, müdavimlik ciddi bir
kimliktir. Müdavim, müdavimi olup sabitlediği mekanda,
insan’ı ve kendini zaman aynasında görmek derdine
düşmüştür.

Hep gider, gider ve döner Batı; Doğu’ysa hep durur ve


bekler. Kendi kuyruğunun peşindeki bir kediyse Batı,
kuyruğu zaman olan bir Schrödinger kedisi; Doğu kökleri
toprağa güçlüce bağlı, başı rüzgarlara açık bir çınar
ağacıdır.

Gerçekten de aradığını bulmuş muydu Gauguin? Ve


Baudelaire neden “söyleyin, ne gördünüz?” diye sormuştu?

Özcan Türkmen, 2002

You might also like