You are on page 1of 3

Güneş, Bıçağını Arıyor

Manifestolar Çağı kapandı mı acaba? Hafızamızı


yokluyor, ama yakın tarihte yayımlanmış etkili – yani
toplumsal ölçekte etkili- ve dişe dokunur bir manifesto
bulup çıkaramıyoruz. Böylece, manifestoların tükendiği
savı geçerli görünüyor ve bugün manifestolar hakkında
konuşmak, ister istemez, eski sevgililerimizden
konuşmaya benziyor biraz.

Oysa ne kadar kusurlu, ne kadar sözmerkezcil


(logosantrik) vb. olsalar da sevmiştik, seviyoruz biz
manifestoları; onların Baba’ya isyanlarını, belirli
dizgelerin dışına çıkılabileceğine inançlarını, çoğunca
fizyolojiye atıfta bulunan ateşli çağrılarını, “bizden
sonra” ve “bundan böyle” diyen özgüvenlerini,
önerilerini matematiksel kesinliğe öykünerek dile
getirişlerini... Bütün bunları kuşkusuz çok sevmiş, hatta
manifestolarla Husserl’in transandantal öznesini
kıskandıracak empatiler kurmuş ve onlara pek kıymetli
hakikat kumaşından büyük büyük paylar biçmiştik. Ama
gelişmeler hep manifestoların aleyhine oldu sanki;
hiçbir şey onların saptayıp sabitlemeye çalıştığı yerde
durmadı ya da hiçbir şey karmakarışık bir örüntünün
içinden tek başına sağlam duracak denli ayrıştırılamadı.
“Manifesto” sözcüğünün etimolojisinin “apaçık”
sözcüğünün anlamıyla birleştiği yerde, örtülerine daha
bir sarındı fenomen; “Manifesto”nun “somut” demek
olduğu yerde, “soyutlama”da sorun olduğu sezildi.
Böylece manifestoların apaçık somutluğunu daha ziyade
Lacan’ın kapitone noktalarına benzer bir hakikat-temsil
ilişkisi çerçevesinde okur olduk. Bu heyelan, aynı
zamanda üst-anlatıların (ve üst-anlatıları “temsil” eden
manifesto benzeri metinlerin) ölümünü ilan eden
söylemle de örtüşünce, sonuçta manifestoları birer
metin olarak herhangi bir metinden daha “üst”e
çıkarabilecek pek bir şey kalmadı.

Yine de manifestolar çağının – ilelebet değilse de -


kapanmasını böyle tek parağrafta özetleyip salt
toplumsal ya da salt düşünsel kimi dönüşümlere
bağlamak mümkün değil. Bu olgu, daha büyük ölçekte
“temsil sorunu”na, böylece de modernizmin eleştirisine
ve “postmodern condition”a eklemlenir. Demek ki
manifestonun bugününü modernizmin bugünü ile
birlikte düşünmek gerekir ki o noktada ekonomiden
felsefeye, politikadan matematiğe kadar çok geniş bir
etken spektrumuyla karşılaşılır. Gerçekten de,
“yamuk” bakıldığında, son yüzyılda insan etkinliklerinin
her alanında yaşanan gelişmelerin sırf “manifesto
inancı”nın altını oymak üzere hazırlanmış bir komploya
dahil oldukları düşünülebilir (!).

Yukarda etken spektrumundan bahsederken


matematiği anmam rastgele değildi. Çünkü ben
manifestoların, Gödel’in “Eksiklik Kuramı”ndan, Russell
ve Whitehead’in Principia Mathematica’sının yediği
darbeye benzer bir darbe yedikleri kanısındayım.
Gödel’in mantıksal x-ışınları altında bir manifesto
metninin röntgeni, örneğin şuna benzeyebilir:

1,2) Biz, bu manifestonun temelini oluşturan, sonsuz


elemanlı “mümkün belitler (aksiyomlar)”
kümesinden seçilmiş iki belitiz.
3) Ben 1 ve 2’den çıkarsanmış bir sonuç önermesiyim;
yine de – varsa eğer - sunulu ispatımda sorunlar
olabilir.
4) Ben 3’le birlikte düşnüldüğümde bir totolojiyim.
5) Benim doğruluğum, bu manifestoda açıkça
belirtilmemiş bazı varsayımların kabulüne bağlıdır.
6) Ben 5’le çelişmekteyim.
...
Manifestolarla kurduğumuz ilişkinin daha ziyade bir
tür pathos ilişkisi olduğunu söylüyorum ki
manifestoların gücü de zayıflığı da, son çözümlemede,
budur. Manifesto bizi ikna edip kendi safına çekebilir;
yine de bu, doldurduğu boşluktan çok, açtığı boşluğun
sayesindedir. Manifesto, status quo ile kendi önerisi
arasında açtığı yarıktan bize belli belirsiz bir resim
gösterir ki bu resim, aslında, keskin bir bıçakta ışıldayan
bir Güneş’in resmidir.

Manifestoların öldüğünü düşünenleri


http://www.dichtung-digital.com, http://rhizome.org,
http://epc.buffalo.edu gibi web adreslerine bir göz
atmaya davet ediyorum. Güneş, yansıyacağı bıçağı
arıyor gibi geliyor bana; yani Güneş’e doğrudan bakmak
olanaksızsa ve karanlıkta kalmak da istemiyorsak.

Özcan Türkmen, 19/09/2005

You might also like