You are on page 1of 4

COLTRANE’ İN ÜFLEDİĞİ

Coltrane ve Parker gibi bazı ünlü cazcıların


enstrümanları satılığa çıkarılmış! Haber, zihnimi belirli
belirsiz meşgul ediyordu ya bu gece Bergman ın Winter
Light ını izledikten sonra yazmak farz oldu.

Önce Bergman’ın filminden başlayalım: Bergman’ın


İnanç-üçlemesine ait film, insanın tanrıyla ilişkisine ele
alır. Film boyunca gerek başroldeki rahip gerekse
kilisenin küçük cemaatini oluşturan diğer karakterler
tanrıya inançlarını sorgulayıp dururlar. Her şeyden önce,
tanrıya inanmanın bir gereklilik, bir ihtiyaç olduğunu
hissetmektedirler. Çünkü tanrı, - eğer bunların bir
anlamı varsa - bu dünyada çekilen acıların anlamı dır.
İçlerinde tanrı inancı olmayanlar, yapıp etmelerinin
sonucunda kendilerini yitmiş ve terkedilmiş hissederler.
Tanrıya inananlara gelince, onlar da çektikleri onca acı
karşısında sessiz kalan tanrıdan kuşkulanmakla,
inanmayanların hissettikleri terkedilmişlik duygusunu
ister istemez paylaşırlar. Bu, her türden fiziksel acıyı kat
be kat aşan, öyle büyük bir acıdır ki İsa, çarmıhta
asılıyken aynı terkedilmişlik duygusu içinde beni neden
terkettin? diye haykırmıştır. Böylece, sınav ın insan
doğasını aşan zorluğu, inansın veya inanmasın, filmin
karakterlerini aynı sona ulaştırır : Keşke inanabilsek,
keşke inanabileceğimiz bir şey olsa.

Nietzsche nin Tanrı öldü diye yazdığı zamanı, yani


aşağı yukarı o tarihleri, insan-tanrı ilişkisinde yeni bir
dönüm noktası olarak imleyebiliriz. Endüstri devrimiyle
birlikte tanrı simgesel olarak ölmeye başlamış, yerini
makinalara, makinalarla üretilen metalara bırakmıştır.
Filmin kahramanlarının neden bunca yoğun bir
terkedilmişlikten muzdarip olduklarını kapitalizmin
gelişmişliğiyle beraber düşünürsek daha iyi kavrarız:

1
Onlar, bir bakıma, bir ide olarak herkesçe ulaşılabilir ve
inanç düzeyinde herkesi eşitleyen bir tanrı tarafından
terkedilmiş olmanın acısını duyarlar. Çünkü tanrı artık
bir ideden çok bir maddedir; ya da başka türlü söylemek
gerekirse, ikonografi artık tine değil, maddeye içkin
özellikler üzerine kurulmaktadır. Bu ise tinsel olanın
cismanileştirildiği bir paradigmadan cismani olanın
tinselleştirildiği bir paradigmaya geçişe ve vurgunun tin
den madde ye kaydığına işaret eder.

İlgili dönüşüm süreci, kendi doğrultusunda o kadar


büyük mesafe katetmiştir ki bugün Winter Light’ın ya da
– örneğin - Godot’yu Beklerken’in izleklerini demode
bulmak mümkündür. Zira gerek Bergman'ın aradığı
tanrı gerekse varoluşçuların aradığı anlam
bulunmuştur(!) : Bu tanrı orijinal, nadir, herkesin
ulaşamayacağı bir metadır; anlamsa bu metaya sahip
olmak. Demek ki burada hıristiyanlıktan paganlığa,
hatta totemizme, animizme doğru bir teo-kronolojik
gerileme söz konusudur. Ama bu gerilemenin,
mistifikasyon düzeyinde bir gerileme olmadığına dikkat
etmek gerekir. Bilakis, mistifikasyonun hem öznel hem
de toplumsal alanları eskiyle kıyaslanamayacak ölçüde
genişlemiştir. New Age inanışlarını, odalarının – ki
kişinin kendi odası, artık kişisel tapınağı dır - duvarlarını
pop starlarının posterleriyle – yani seçimlik, öznel
ikonlarla - kaplayan hayranları ya da devasa konser
organizasyonlarında yaşanan katartik ekstaziyi
düşünelim. Bu ve benzer olgularda, kişilerin fetiş-
metaların tanrısallığına katılmaları, dünyayı unutmaları,
kendilerini kendi dinlerinin şamanları ya da düpedüz
tanrıları olarak koyutlamaları vb yüksek dozlu
mistifikasyonlar mevcuttur. Kimileri bu tür
mistifikasyonları insanların merkezi dinlerin
otoritesinden özgürleşmeleri diye okumakla yanılgıya
düşmektedirler; çünkü bu olguların sonuçta neyin

2
merkez-dinsel yapısına bağlandığını görmemekte,
görmek istememektedirler.

Çağdaş ritüellerin, tanrıbilim tarihindeki


görüngülerle karşılaştırmalı olarak okunması ne kadar
verimliyse de biz yine meta ya dönelim. Bugün meta
sözcüğünden salt metaları değil, işlevsel olarak meta
kılınmış tüm insanları ve insan etkinliklerini de
anlamamız gerekir. Örneğin, müzik endüstrisi tarafından
star haline getirilmiş bir müzik grubu, aslında bir
metadır. Meta, en geniş tanımıyla, üzerine bir ruh
üflenmiş bir maddedir. Metayı fetiş kılan, üzerine
üflenmiş ruhun oluşturduğu o büyülü aura dır. Bu aura,
para eden, yani metayı orijinal, nadir, herkesin
ulaşamayacağı bir nesne olarak fetiş kılan şeydir. Bazan
aura, uyduruk bir ciladan, içi ideolojik olarak
doldurulmuş boş bir yüklem den ibarettir; ama çoğu
zaman da kapitalistin sömürdüğü özgün insan emeğinin
örtük adıdır. Kapitalist, durmadan sürüme sokabileceği
yeni auralar keşfeder /oluşturur. Emekçiye düşen, söz
konusu auralardan birinin ya üreticisi ya da tüketicisi
olarak auranın nimetlerinden pay almak tır.

Şimdi nihayet şunu sorabiliriz : Coltrane’in


saksofonuna sahip olmak ne anlama gelir? Coltrane’in
saksofonuna sahip olmak, yetenekli bir insanın
kapitalistlerce vaktinde sömürülmüş ve hala
sömürülmekte olan özgün aura sının mistik bir objeye,
bir fetiş e dönüştürdüğü bir sakso-ikona sahip olmak
demektir. Bu dehşetli açıdan bakılınca, artık insan
hayatının anlamı neredeyse salt bir nesneyi fetiş kılmak,
giderek nesnenin mistik değerinin, dolayısıyla ederinin
artabilmesi için ölmeyi beklemek şeklinde belirdiği
görülüyor. Yani kapitalizmi iyice anladıysanız vakit
kaybetmeden, şu anda kullandığınız çatala, fırçaya,
kaleme ve bu arada vücudunuza da bakıp “acaba bunu
nasıl ikonlaştırırım?” diye düşünmeniz gerekiyor.

3
Coltrane böyle düşünmediyse bile nihayetinde böyle
düşünenlere çok sağlam malzemeler vermiş oldu. Artık
gömleği, iç çamaşırları, diş fırçası vb bile para edecektir.
İnsanın “madem ki değerli olan şey,
oluşmuş/oluşturulmuş mitosun nesnelerin etrafında
yarattığı mistik haledir; öyleyse Coltrane’in saksofonu
bu mistifikasyon bağlamında bir Coltrane müzesine
konsun, ya da illa ki birilerine kalacaksa karısına,
çocuklarına, kendisiyle en içten bağları kurmuş olan bir
hayranına, şuna buna kalsın” diyeceği geliyor; ama
hayır, o, en çok parayı verene gidecektir.

Bu gidişle, korktuğum ama tahmin ettiğim şey


başımıza gelecek: Bir gün, zaten iyice güdükleşmiş etik
kaygılar da bertaraf edilince, mistifikasyon, asıl odağı
olan beden e yönelecek; o zaman saksofon, resim, giysi
gibi enstrüman lardan değil de galiba öldükten sonra
bile orijinali gibi korunabilen organ lardan söz edeceğiz.

Özcan Türkmen, 24/02/05

You might also like