You are on page 1of 95

Necip Fazýl KISAKUREK

TANRI KULUNDAN DÝNLEDÝKLERÝM


b. d. yayýnlarý
TANRI KULUNDAN DÝNLEDÝKLERÝM / FÝKÝR
7. Basým / Mayýs 1998
b. d. yayýnlarý: 19
Baský: Hünkar Ofset / Ýst.
b. d. yayýnlarý
Kurucu : Necip Fazýl Kýsakürek
Yayýn sorumlusu: Suat Ak
Müessese müdürü: Emrah Kýsakürek
Her hakký mahfuz ve "b. d. yayýnlarý"na aittir
b. d. yayýnlarý, Ankara C. Vilâyet Han 10/3 Caðaloðlu - Ýstanbul
ISBN 975-8180-26-6
ONU NASIL TANIDIM?
O
Dinmek bilmez bir aðrý çeken diþ... Ne kibrit çöpünden imdat, ne berber kerpeteni, ne karan
yaðý, ne de eczacý güllacýndan...
Ýþte böyle; bir zamanlar beynim "mutlak hakikat" acýlarýna yataklýk etti.
Aðrýyan akýl diþimdi.
Masallardaki benzetiþle, denizler mürekkep, aðaçlar kalem olsa bu acýlarý sayýp dökmeye yet
Hayatýmda öyle bir gün doðdu ki, kundaktan patiðe, emzikten kýsa pantolona, oyuncaktan boyu
baðýna, karalama defterinden polis hafiyesi romanýna, beþtaþtan iskambil kâðýdýna ve ayva t
aça kadar, anne, baba, dadý, mektep, arkadaþ, kitap, hoca, tabiat, þehir, cemiyet, kimde
n ne aldýmsa hepsini geriye verdim. Ruhuma istifledikleri hazýrlop dünya bir sarsýlýþta yýk
tti.
Bilmem ki, hiçbir fâni, dünyaya gelmiþ olmak adýna bu kadar aðýr bir borç senedi imzalamýþ
Bir tohumu, cevherini bulmak için merkezine doðru, tabaka tabaka soyup hiçbir þey bulama
mak, üstelik tohumun ezbere inanýlmýþ hakikatini de kaybetmek gibi, her þeyin iç yüzünü ara
r þeyi elden çýkarýverdim.
Ýmam-ý Gazalinin midesine aylarca tek damla suyu bile kabul ettirmiyen ve (Paskal)ýn b
eyninde urlarýn en müthiþini kabartan kanlý fikir çilesinden payýma düþenleri anlatmýya kal
yaya gelmiþ olmak adýna benimki kadar aðýr borç taahhüdüne giriþmiþ olanlar bilir ki, çoðu
k senetleriyle gelen insanlara bu bahiste anlatabilecek þeyler pek az...
Ben yalnýz, doðrudan daha gerçek bir yalan, vakýadan daha ölçülü bir masal, maddeden daha k
hayâl anlatacaðým;
Tanrýkulu, Tanrýkulu; onu nasýl tanýdým? Ve iþte ruhumun büyük zelzelesini, bir yýkýntý âle
lu'na açýlan gizli kapýyý meydana çýkarmýþ bir saik diye haber veriyorum!
Evet "niçin" ve "nasýl"ý benim, hikâyesi sizin olsun; þu kadar yýllýk kâinat, gözüme, bütün
lara dizilmiþ, istenmeden herkese daðýtýlmýþ ve sorulmadan midelere indirilmiþ hakikatleriy
yeni baþtan ve teker teker gerçekleþtirilmeðe muhtaç göründü.
Eþya ve hâdiselerin aslýný, özünü, cevherini araþtýrýrken galiba öyle bir sýrrý týrmýkladým
rptý, rahat ve mesut insanî körlüðümün nezaret ufkunu kararttý; ve artýk hiçbir þey görmeme
emden bastýrýp bana dipsiz bir kuyuda yokluðu göstermeðe kalktý.
Bu kuyuda, "öz aðzýmdan kafatasýmý kusarcasýna" Allahýn gölgesini gördüm.
Maddenin mahbus olduðu kaba bir dört köþe içinde birtakým eþya ve hâdiseleri düzenleyip All
diyenlere nisbet, ruhumda beþerî kanunlarýn tezgâhý o türlü devrildi ki, bu devriliþin alt
alnýz Allah doðrulabilirdi. Her þeyi o türlü kaybettim ki, Allahý kazandým...
Aman efendim! Boðaziçinin bir kýyýsýndan öbürüne geçmek için on paralýk bilet yeterken, bu
nden evvelki hiçbir âlet ve vasýtaya baþvurmaksýzýn geçmiye zorlanan adamýn felâketini düþü
Ýþte bütün imân ve inkârý uçuk bir anne dudaðýndan, soluk bir "Ýlm-i Hâl" kitabýna kadar, o
aþ âletlere dayanan adamcaðýza karþýlýk, Allah, bana kendisini, kendi elimle buldurmak için
ir balyoz gibi enseme nasýl indi, bilseniz!., Bir geceydi...
Pencerelerimde sabah, koyu siyahýn üstüne her ân biraz daha açýk mavi bir renk püskürtülürc
aþ yavaþ maya tutuyordu. Masamda, uçlarý kütleþmiþ birkaç kalem ve bir yýðýn kâðýt, diþleri
birkaç kitap ve sigara ölüsü-dolu kocaman bir tabla; saçlarým yüzümde ve çenem göðsümde, en
yozu maddî bir tesir hâlinde duydum.
Duvarlara, kapý tokmaklarýna, merdiven trabzanlarýna tutunup kendimi yataða zor attýðýmý ha
m.
Bütün gücümü tek saniyenin içine teksif edip kendi kendime verdiðim "uyu" emrinden sonra, e
si gün, aðýr bir ameliyat baygýnlýðýndan uyanmýþ bir hastaydým ben...
Her þey yepyeni ve bambaþka.
O güne kadar gururlarýn ve nefs istinatlarýnýn en küstahlariyle müdafaa ettiðim ahmak emniy
er bir tarafa; merkezinde Allah bulunmak üzere, ruhumda ve namütenahi bir daire þeklin
de inþasýna mecbur olduðum bütün bir kâinat bir tarafa...
Sokakta, arkamdan kaldýrýp önümden yere býraktýðým ayaðýmýn iki hareketi arasýndaki zaman a
ne baðlýyamýyacak kadar yaman bir (metafizik) teri dökerken, ayaðýmýn deðdiði her noktada a
iþ gibi korkunç bir istinatsizlýk vehmi çekiyordum. Vehim ve þüphe!.
. Beni ýsýran vehim ve þüphe akrebini hiçbir insan gözü görmedi.
Bakýnýz:
- Sakýn bu dünya, göze görünür ve görünmez her-þeyiyle, doðacak bir çocuðu kandýrmak için b
olup uydurduðu müthiþ bir yalan olmasýn? Ve sakýn o çocuk ben olmýyayým?
Bana öyle geliyordu ki, herhangi bir coðrafya mevkiinden, herhangi bir hâdisenin sebep
ve neticesine kadar bütün yeryüzü, bu müthiþ yalanýn korkunç nizamýndan ibaret... Meselâ Þ
diye bir yer yoktur; annem beni doðurmamýþtýr; iki kere iki dört etmez; tarih baþtan baþa u
rmadýr; þu dakikada filân devletle falan hükümet, aralarýnda sadece politika taklidi yapmak
adýr; tabut içinde gidenler de mahsus kaskatý kesiliyor ve mahsus dudaklarýný kýpýrdatmýyor
Ve kapýlarý, pencereleri, sükûtlarý, soðukkanlýlýklarý tekmeleyip avaz avaz haykýrmak istiy
- Doðrusunu söyleyin bana, doðrusunu söyleyin! Hepiniz birden, bütün kanunlarýnýz ve bütün
inizle elbirliði edip bir insandan, meçhul bir insandan bütün hakikati gizliyebilmek tec
rübesindesiniz! O insan benim iþte! Söyleyin bana herþeyin doðrusunu. Eþya ve hâdiselerin p
ni kaldýrýn ve içyüzlerini gösterin!
Ve belki de týmarhanedeki deliler, kursaklarýndaki sýrrý artýk aðýzlarýndan kaçýracak kadar
yýfladýðý içindir ki, böyle demir parmaklýklý kümeslere kapatýlmýþlardý.
Daha ne istiyorsunuz?
Bir daire, bir çizgi, bir nokta, bir hareket, bir fiil, bir mefhum, zaman, mekân, ölüm,
hayat etrafýnda, kuyruðundaki makaranýn arkasýndan dönen bir kedi yavrusu gibi kývrýlýp dur
um.
Bir iðneli fýçý ki bu, üstünden hayâl uçsa kanatlarý kana boyanýr.
Herþey, amma herþey, içimde dumana, rüzgâra, gölgeye, sýfýra karýþýrken, yalnýz bir þey, ke
erþeyin yokluðu pahasýna mutlak bir varlýk þartýna bürünüyordu.
- Yalnýz Allah var... Var olan yalnýz Allah... Herþey o kadar yok ki, yalnýz Allah var..
. Allah öyle var ki, kendisinden baþka hiçbir þey yok...
Tam otuz yaþýndaydým... Yedi yaþýndanberi, çok defa yataðýma yüzükoyun uzanýp bir mum ýþýðý
içimde uçsuz bucaksýz bir sahife... Bu uçsuz bucaksýz sahife, kývrým kývrým yanmýþ, kül olm
tarafýnda, ateþin çepçevre sardýðý yanmamýþ bir parça vardý. Ýslâm tasavvufuna ait bir kita
i bir þekle sokmuþtum:
"Bir irþad ediciye varmadan olmaz!
Yollara düþ, bucak bucak ara ve irþad edicini bul!
Genç adam, dere, tepe düz, o þehir senin, bu köy benîm, yýllarca araþtýrdý, durdu:
Kýrdýðý her cevizin içi bomboþ...
Nihayet bir gün, bir dað baþýnda, koyunlarýný otlatan bir çoban gördü. Kuzgunî siyah bir ze
Zenciye:
- Beni irþad edecek birini arýyorum, dedi, arýyor ve bulamýyorum. Bana yol göster!
Zenci, ufuklarýn etrafýnda gövdesi ve gözleriyle çepeçevre bir daire çizdikten sonra genç a
dondu, mýrýldandý:
- Dört bir istikameti kokladým! Seni benden baþka irþad edebilecek kimse yok! Ýrþad edicin
enim!
Ve genç adam zenci çobana kapýlandý,... Ve erdi..."
Ýçimde, her biri bine bölünen yankýlar: - Bir irþad ediciye varmadan olmaz! Yollara düþ, bu
ucak ara ve irþad edici bul! Seni kim irþad edecek? Mucize iklimlerinin Ýrþad edicilerin
i bu asýrda bulmak....
Zifiri karanlýkta bir akþam, iki sýra aðaç arasýndan evime doðru, yerden kalkmaz bir çuval
vücudumu sürüklerken, yol ortasýnda bir gölge gördüm. Gölge, sanki kafamýn dört duvar arasý
rýný duymuþtu. Bir aðaca yaslandý ve içinde karanlýðýn yiv yiv helezonlaþtýðý gözlerle beni
Her ân bir mucize bekliyordum; þaþýrmadým, her þeyi olaðan buldum, haykýrdým:
- Kimsin sen? Söyle!
Gramofon plâðý cýzýrtýsýna benzer müthiþ bir fýsýltý:
- Ýrþad edicinin habercisi!
- Ne istiyorsun? Masal dünyasýnda mýyýz? Bu zamanda bir Ýrþad edici?
- Her zamanda bir irþad edici var!
Gökte bir yýldýz düþürken muradýný kestirebilen bir kavrayýþ acelesiyle atýldým:
- Çabuk, yerini, yurdunu, adýný sanýný bildir!
- Ýlle bir tarif mi istiyorsun?
- Ýlle bir tarif istiyorum!
Sigara kâðýdýndan daha ince bir kamýþ gibi içi ses ve nefes dolu gölge, büküldü, sýçradý; b
anlýðýn dipsiz kuyusunu çemberliyen sokak aðzýna daldý ve yine müthiþ fýsýltýsýný koyuverdi
- "Sýr vermez"e git! "Tesbihçiler"den geç! Saða sap! "Kapalý Cami" sokaðýna gir! Yürü, yürü
karþýsýnda "9" numara!...
Göðe baktým; bir yýldýz düþüyordu.
(1943)

VE O GÜN, BU GÜN...
Sýrvermez'e gittim. "Tesbihçiler"den geçtim. Saða saptým. "Kapalý cami" sokaðýna girdim. Yü
"Yýkýk çeþme"nin karþýsýnda "9" numara... Ýki kanadý açýk bir bahçe kapýsý.,. Girdim. Ne t
er küçük bir mezarlýk... Daha doðrusu bahçenin bir kenarýnda, parmaklýkla bölünmüþ bir sýra
yerde þadýrvan gibi bir þey... Etrafta, cepçevre, teker katlý, birbirine baðlý, içice geçme
amaltlarý... Bunlardan karþýma düþeni, pencereleri yere kadar inen kocaman bir oda... Kimi
si kýrýk, kimisi çatlak, kimisi de Öbek öbek kâðýt kaplý pencereler... Hepsi perdesiz... Od
mboþ... Tabut tahtalarý gibi çýrçýplak, cýlk tahtalar... Mezarlarla þadýrvanýn arasýnda bir
smanýn altýnda birkaç tahta iskemle...
Bir ân, kalakaldým. Ýçime, bir iskemleye çöküp kaderimin tecellisini beklemek diye bir his
manýn altýndaki boþ iskemlelerden birine çöktüm.
O da ne?.. Bu defa karþýma düþen damaltý, eski bir mescide benzer bir þekil belirtiyor. Kem
r biçiminde baklava baklava demir parmaklýklý pencereler, içerdeki müthiþ boþluðu, hendesel
kte... Ýçeride, taþla örtülü kor kuyular gibi, meçhulün kilitli kapýsý hâlinde bir duvar oy
mihrap...
Ürpererek ayaða kalktým. Meçhulün kilitli kapýsý mý açýldý, ne; odada, mihrabýn içinden fýþ
ahlanmýþtý; yürüyordu, bana doðru yürüyor, tahtalarý gýcýrdata gýcýrdata geliyordu. Adam, m
n kapýsýný içerden kurcaladý. Kapý paslý demir ve çürük tahtanýn boðuk homurdanýþlariyle aç
Evet, bir adam...
Bir kat aþaðýdan geliyormuþ gibi kýsýk bir ses:
- Hoþ geldiniz, dedi, buyurun, oturun!
Onu size anlatmayacaðým. Anlatamýyacaðým için deðil, anlatýlamýyacak bir hâdiseyi boþuna zo
buna davranmýyacaðým. Yalnýz bir þey söyliyeyim: Gözleri!... Evet, evet, gözleri!... Gözle
a bakarken ne kadar uzaklardan dönüp geldiðini belli ediyordu. Bu gözler, en uzak yýldýzdan
görünen en uzak yýldýz kadar uzak, namütenahi uzak bir dünyadan bakýyordu. Alçýdan heykel g
bi, bu dünyaya ait her þeye kapalý; bambaþka ve harikulade bir dünyanýn seyircisi gözler!..
týk bu gözlerin etrafýnda; ahenkli bir baþ, bembeyaz bir sakal, muhteþem bir alýn, vekarlý
burun; onlar olmadan basitlerin basitini, onlarla beraber "anlatýlmaz"ýn tâ kendisini
terkip ediyordu.
Birden, denize bir gemiden demir atýlmasý gibi, beynime bir duygu çöktü: Kurtuluþumun, kurt
luþun sýrrý bu adamdaydý.
Hazinenin yaný baþýna gelmiþtim. Ýþ, sadece:
- Açýl, susam, açýl! Demeðe kalmýþtý.
Ilýk, son derece yumuþak ve ýlýk:
- Seni bekliyordum!
Dedi.
Þaþýrdým:
- Olabilir efendim. Fakat ben isminizi bilmeden geldim buraya.
- Ýsimden ne çýkar? Ýsimler bizi kaybetmemeleri için konmuþ yaftalar... Daha doðrusu, bizim
ndi kendimizi kaybetmememiz için; kendi kendimize sahip olduðumuzu zannetmemiz için...
Benim ismim Tanrýkulu.,.
- Burada tek baþýnýza mý oturuyorsunuz?
- Öyle ya, tek baþýma... Fakat bildikler beni yalnýz býrakmaz.
Ve dalgýn dalgýn yüzüne dalýþýmý görerek ilâve etti:
- Yaþýmý merak ediyorsun, deðil mi? Yetmiþ dört yaþýndayým.
Manâlý, mânâsýz, atýldým:
- Ýrþad edicim sizsiniz!
- Bende insanlarý irþad etmek kuvveti olsaydý, hiç izbelere çekilir miydim? Meydanlara çýka
- Demin beni beklemekte olduðunuzu söylemediniz mi?
Ses kýsýldý, kýsýldý; gözleriyle beraber uzaklara kaçtý:
- Ben, her ân, herkesi beklerim.
- Kapamayýn bana kapýnýzý!
- Kapýlar açýk... Fakat görüyorsun ki, içeride hiçbir
þey yok...
Bütün cephe boyunca saldýrmaktan baþka çarem kalmýyordu:
- Ýslâm tasavvufuna dair okuduðum bütün kitaplar "mürþid-i kâmil"den bahsediyor; üstün irþa
.. O nerede ve nasýl bulunur? Her devirde mutlaka bir tanesinin bulunduðunu kaydediy
or yine kitaplar... Ama onu nasýl ele geçirmeli?.. Yine kitap diyor ki, onu bulmak içi
n, istemek, gezmek, aramak yeter... Onu bulmak þartiyle Çin Seddine kadar yayan yürüyebi
lirim. Fakat orada da bulacaðým, yine buralardaki kalabalýklarýn bir eþi deðil mi? Nasýl ol
lir; nasýl, nasýl?
Müthiþ gözlerini, taþ bebeklerin gözleri gibi, içindeki dünyadan çekerek yüzüme baktý:
- Ýrþad edicini bulsaydýn, ondan ne isterdin, ne öðrenmek dilerdin?
- Kendimin ve bütün insanlýðýn dâvalarýný...
- Yanlýþ kapý çaldýn! Kitabýn sana bahsettiði irþad edici, bu dünyanýn basamak olduðu baþka
ercisidir. Yolu, irþad ediciden beklemiyorsun da, sen ona yol gösteriyorsun! Senin,
sýrtýnda dilediðin yolu aþmaya mahsus bir merkebe mi ihtiyacýn var, bir rehbere mi?
Ve bir ân, gaibden bir emir dinliyor ve bu emri kesik kesik tekrarlýyormuþcasýna bir hab
er verdi:
- Merak etme, istediðin oldu. Senin, bu dünyanýn basamak olduðu baþka bir dünyaya geçebilme
n bu dünyayý bitirmen lâzýmdýr... Bu dünyayý tüketeceksin!.. Belki yola çýkamýyacaksýn!.. Y
Fakat buranýn keçi yollarýný tüketeceksin!,. Keçi yollarýnda kaybedecek zamana ne yazýk!..
ana yolun baþýna ulaþacak olursan, bu kaybettiðin zamana aðlayacaksýn... Sen bilirsin... B
dünya isteklisi, sensin!
Aðlarcasýna haykýrdým:
- Bana bu dünya lâzým; dediðiniz gibi ötekinin basamaðý olarak!...
Ayaða kalktý. Mescid kýlýklý damaltýna doðru hýzlý hýzlý yürümeðe baþladý. Ben, arkasýnda,
i þaþkýn ve bitkin bakýnýrken, mýrýldandý:
- Ben namaza gidiyorum! Merak etme, merak etme, istediðin olacak... Sana bu dünyanýn k
eçi yollarýný, bir ucundan, öbür ucuna, gezdireceðim. Bakalým, yolu bulabilecek misin?
Ve o gün, bugün onun dizi dibindeyim!
(1943)

KELÝMELER, KELÝMELER.
Dedi:
- Beni, hangi mevzuda olursa olsun, hemen görebilmen için tek çare, sadece düþünmendir. Meþ
masalda, parmaðýndaki yüzüðü oðar oðmaz "dile benden ne dilersin!" diye karþýsýna bir zenc
gibi, elini hangi fikrin madenine deðdirecek olursan önünde beni
bulursun.
Benden ayrýlýrken, beynin kývrým kývrým istifham dolu, kendini sokaklarýn cereyanýna býrakt
Bu adam da kimdir? Bu Ýzbede ne arýyor? Oturduðu damaltý ev midir, boþ bir mescid mi, eski
bir tekke mi, ne? Ona kimler bakýyor? Nerede doðdu, kimin nesi, nasýl yetiþti, neler gördü
ve geçirdi; ve nihayet ne oldu?
Heyhat ki, oðlum, senin bâzý fikirler etrafýnda muhtaç bulunduðun dekor eþyasý müstesna, bu
arda elde edebileceðin hiçbir þey yok... Zira ben, yetmiþ þu kadar senelik hayatým, Anadolu
un bir köþesinde, bir cami ile bir çeþmeye ve çerden çöpten birkaç çatýya mâlik köyüm, niha
bildiðim suratým ve hâlimle, senin için, kafa kâðýdý çerçevesinde bir merak mevzuu olmaya p
Vazgeç bütün bunlardan; istersen beni, bellibaþlý bir hayatý, doðum yeri, oturduðu yer, þur
asý olan saf bir fikir diye ele al!.. Bunu yapamaz mýsýn? Farzet ki ben, sana bir baþka
cesedin, çehrenin ve birkaç müþahhas hususiyetin içinden seslenen, her istedikçe karþýna çý
r istedikçe karþýsýna çýkabileceðin saf ve mücerret bir fikirden ibaretim. Aynadaki hayâlin
duvardaki gölgenin kaný, dað baþýndaki çýðlýðýnýn aksi, rüyadaki temasýnýn vücudu, böyle b
hýslandýrmak istiyorsan, sana, kendi hakkýmda, gayet basit bir izah anahtarý verebilirim
. Basitlerin basiti, üzerinde hiç durmadan geçilecek bir izah:
- Tanrýkulu, alelade bir müslümandýr! Sen beni merak edip öðrenemezken, ben seni, merak etm
den öðrenmiþ bulunuyorum:
Sen, þairmiþsin; þair, muharrir, filân, falan... Yâni kelimeleri düzenleyip baþkalarýna oku
ve dinletmek dâvasýnda bir adam. Eyvah; öyleyse insanlarýn en dâvâlýsýna çattým demektir. A
ok; bizim mezhebimizde, her þeyi býraktýktan sonra, býrakmayý da býrakmak bulunduðu için, e
sýzlýk olan mezhebimizi, dâvasýzlýk dâvasýna da düþmemek için, seninle her dâvada karþýlaþm
Zaten birbirimize karþý ahdimiz, seninle bu dünyanýn dâvalarýný çözmeðe çalýþmak deðil miyd
Sen þair ve muharrirsin ha!.. Kelimelerin hokkabazý, mefhum takozlarýnýn mimarý, mâna unsur
arýnýn muhasebecisi... Dur bakalým, seninle bir hesap oyununa giriþelim! Oyun dediðime bak
ma, mümkün olduðu kadar ciddî, hattâ müthiþ bir oyun...
Bizim bütün düþüncelerimiz ve duygularýmýz, bir had, bir sýnýrla çevrili, deðil mi? Lisan h
.. Öyle bir had ki, ezelden baþlayýp ebede kadar gitsek, nihayetini, ucunu, bucaðýný bulama
. Ve bu had, birbirinin saðýnda ve solunda nisbete giren kelimelerin namütenahi tertip
lerinden doðuyor; öyle mi, deðil mi? Güzel!.. Elimize sadece dört tane kelime alalým: Mesel
Tanrýkulu iyi adam deðildir"... Alâ! Bu dört kelimenin birbirine nisbeti, birbirinin saðýna
ve soluna isabet etme ihtimâli kaç türlü olabilir? Bir dakika bekle, aramana lüzum yok...
1, 2, 3, 4... Ýþte sana dört tane rakam... Bu rakamlarý birbiriyle nisbet hâlinde kaç türlü
anabiliriz?
Adetlerin ilminde basit düstur... Tam 24 türlü kullanabiliriz. Rakamlarý sýralamaya ihtiya
cýn yoktur her halde... Bir parça hesap bildiðini sanýyorum. Þimdi her kelimeyi bir rakam
farzederek, mahut dört kelimeden kaç türlü nisbet doðacaðýný görelim! Tabiî ayný þey, tam 2
a sana her nisbeti ayrý ayrý gösteriyorum. Sýkýlmadan takip et; bakalým bu nisbetlerden bir
eksik veya bir fazlasýný bulmak mümkün mü, muhal mi? Ýþte, iþte:
Tanrýkulu iyi adam deðildir... Tanrýkulu iyi deðildir adam... Tanrýkulu adam deðildir iyi..
Tanrýkulu adam iyi deðildir... Tanrýkulu deðildir adam iyi... Tanrýkulu deðildir Ýyi adam.
i Tanrýkulu adam deðildir... Ýyi Tanrýkulu deðildir adam... Ýyi adam deðildir Tanrýkulu...
m Tanrýkulu deðildir... Ýyi deðildir adam Tanrýkulu... Ýyi deðildir Tanrýkulu adam... Adam
lu iyi deðildir... Adam Tanrýkulu deðildir Ýyi... Adam iyi deðildir Tanrýkulu... Adam iyi T
nrýkulu deðildir... Adam deðildir Tanrýkulu iyi... Adam deðildir iyi Tanrýkulu... Deðildir
Tanrýkulu adam... Deðildir iyi adam Tanrýkulu... Deðildir adam iyi Tanrýkulu... Deðildir a
am Tanrýkulu iyi... Deðildir Tanrýkulu adam iyi... Deðildir Tanrýkulu iyi adam...
Gelelim neticeye! Bir lisanda kelimelerin sayýsý muayyen mi? Elbette! Muayyen vâhidler
in birbirleriyle nisbetleri, kaç türlü ve ne kadar olursa olsun, muayyen midir? Elbett
e!
Aman oðlum, dikkat kesil, dikkât!!! Sana çok kolay görünüyor ama, en zor iþ üzerindeyiz; ya
ana çok zor görünüyor ama, en kolay iþ üzerinde... Sen yalnýz dikkât kesil:
Sayýlý vahitlerin birbirine kaç türlü nisbeti olursa, o þekiller de sayýlý olmaya mahkûm bu
göre, bir lisan içindeki bütün tertipler, en duyulmadýk deli saçmasýndan, en görülmedik ci
, bir vataný kurtaracak hamle sýrrýnýn Ýzahýndan, bir hastayý iyi edecek ilâcýn terkip ifad
bütün yalanlarýn yalan veya doðrusundan, bütün doðrularýn doðru veya yalanýna kadar, hattâ
er cümle de beraber, evvelden muayyen, evvelden mukadder, evvelden malûm, evvelden m
evcut þeyler deðil midir? Dikkat et oðlum, dikkat et! Bu muayyenin, bu mukadderin, bu
malûmun, bu mevcudun dýþýnda, ne bir hasta sayýklayabilir, ne bir inkýlâpçý yolunu bulabili
ir âlim keþfini yapabilir, ne bir þair, edasýný kalýplaþtýrabilir. Görüyorsun ki, her þey,
oralarda, ötelerde, bizi aþan bir âlemde, hazýr mevcutlar halinde bir aðacýn dallarý gibi
bekliyor; ve biz boyumuzu uzatabildiðimiz nisbette bu dallardan bir yemiþ koparýp yiy
ebiliyoruz. Fakat yemiþin kendisi bizim deðil, aðacýn... Gölgesi ve tesellisi de bizim...
Geçenlerde senin bir yazýný okudum. Lisaný kâinatýn plâný gibi bir þey farzediyorsun. Bu fa
na hak verebilirim. Ýþte bir kâinatýn kendi mekânýnda, kendi kendisine nazaran muamelesi, o
un, gizli bir manto içinde nasýl sýmsýký kavranmýþ olduðunu akýl ve hesapla ispata yetiyor.
kendi baþýna ve her defa ayrý ayrý mevcut gibi görünen her þey, aslî, esaslý ve tek bir mev
ya bütün varlýðýndan soyunuyor; o zaman korkunç bir yokluk uçurumuna düþüyoruz; yahut mutla
uz varlýðýn her mevcudu kahredici büyük tecellisine kavuþuyor; o zaman da prensiplerin, sis
emlerin, neþelerin ve aþklarýn en üstüne eriþiyoruz.
Mesafelerin gide gide ulaþamadýðý, sayýlarýn yüksele yüksele yetiþemediði, hadlerin bitiþe
eleþtiremediði son, büyük son; her þeyi mantosunun içinde sýmsýký saran ve sýnýrlaþtýran ni
ce, Allahtýr. Ve iþte hangi ticareti yaptýðýný ve nereden neyi alýp nereye sattýðýný bilmes
elimelerin tüccarýna, kelimelerle verilecek ders bu kadardýr.
Ben sana "baþýný kes ve arkamdan gel!" dememiþ miydim? Zira mevcutlarýn Ötesine geçmek ve h
etlerin üstüne çýkmak için tek çare, hudutsuzlukla aramýzdaki biricik geçit olan ruhun yolu
rmek... ""Ýman tam olduðu zaman isbat yoktur"un sýrrý da burada...
Seni, kelimelere duyduðun itimattan mahrum etmek istemem. Unutma ki, dâvamýz bu dünya il
e ve kelimelerle... Onlara, bir kerecik fikrin topyekûn dibini ve kökünü yokladýktan sonra
yine itimat edebilirsin.
Elverir ki, aklýn nihaî vazifesi kendi kendisini tahrip ve anlayamayacaðýný anlamak olduðu
ibi, onun vasýtalarý kelimelerin de iç yüzünü ve gizli iþaretini yine onlarla keþfeder gibi
... Ondan sonra yine onlara güvenebilirsin!..
(1943)

ALLAHIM, SENÝ ÝSTÝYORUZ!


Yýllardýr insanlýk, derin ve sinsi bir dert çekiyor. Bu dert, sinirleri bozuk bir mirasy
edi oðlunun iç sýkýntýsý. Mirasyedi çocuðu, gözünün bir iþaretiyle yeryüzünün bütün çeyizle
lde hiçbirisiyle avunamýyor. Lâstik toplarýný ýsýrýyor, renkli balonlarýný iðneliyor, motor
i, pervaneli atlarýný yerlerde süründürüyor ve bütün zenginliklere arkasýný dönmüþ, bir pen
kendisine kadar gelemiyen güneþin toprak Üstündeki altýn lekelerini seyrediyor. Bu hastalýk
masallardaki dünya güzeli þehzadelerin derdi gibi bir þey... Baþýnda bin doktor ve üfürükç
abaz ve falcý çare arýyadursun; o, günden güne fenalaþmakta...
Denizaþýrý bir memlekette bir takým kardeþleri, tuhaf bir ülke kurdu. Evleri itfaiye merdiv
nlerinden, gökleri arý kovanlarýndan, sokaklarý, üstünde binlerce býçaðýn iþlediði bileði t
Orada, uzun boylu, cam gözlü, dört köþe omuzlu, az konuþan, konuþtuðu zaman da kurbaða gib
r çýkaran bir insan örneði peydahlandý. Suratý yoðurttan daha çizgisiz olan bu tipin ne zam
dýðý, ne zaman güldüðü, ne zaman heyecanlandýðý belli deðil... Yalnýz bir paspasýn üstünde,
bohçalar sarmýþ iki çýplak insan boðuþurken; milyonluk kalabalýklar karþýsýnda, bir takým
çocuklar meþinden bir yuvarlaðý kovalarken; iki lâstik tekerlekli araba 80 derece meyille
bir dönemeci kývrýlýrken gýrtlaðýndan naralar boþanýyor.
Ufak bir ameliyatla aþka ait her kahýrdan kurtulmuþ harem aðalarý gibi, içinin bütün zehirl
sinirleriyle beraber söktürmüþ olan bir insan Örneði, teselliyi cematlaþmakta aramanýn kor
sali...
Ýþte, bütün hârikasý, sadece kemiyet plânýný alabildiðine köpürtmekten ibaret (Yeni Dünya)
cerasý!..
Beri tarafta, þarka doðru bitmez ormanlar ve sonsuz (step)ler memleketinde baþka kardeþl
eri, yýldýzlarýn bile duyduðu bir çýðlýk kopardýlar: komünizma!..
Yenicami merdivenlerinde asker terhislilerine leke sabunu satan iþportacýlarýn kolay b
elâgatiyle dünyayý, asýrlarý, medeniyetleri, milletleri ve sýnýflarý markaladýlar. Bütün de
an bir demet soðan, bir þiþe yað ve iki saat istirahatten ibaret bir sýnýfýn Ýstýrabý, insa
e mücerret idrâk ýstýrabýnýn yerini almak istedi. O gün-denberi kâinatý dört köþe gören bir
hâdiselerin ebedî düðümünü ariyan ruh kavrayýþýna; sefil bir yokluk mantýðý, mantýðýn üstü
Eskimolara bile vâdeden insaniyetçi dolandýrýcýlýk, millet aþkýna; sokak afiþçiliði, saf ve
a; âdî vuzuh, ulvî muðdile düþman kesildi. Sonunda onlar da, ezelî ve ebedî kýymetlerin çoð
inden mahrum olarak, sinsi sinsi dümen kýrmakta aradýlar muvazeneyi...
Gelelim, (Adriyatik) kýyýlarýndan esmeðe baþlayýp Baltýk sahillerinde kasýrgalaþan, sonra d
ir balon gibi patlayýveren mahut tecrübeye: Faþizma ve Nazizma!...
Bu tecrübe, eþya ve hâdiselere tahakküm iktidarýndan düþen, öz terakkileri içinde boðulan (
in) medeniyetinin kendi nefsine karþý bir aksülâmeli oldu. Bir aksülâmel; kendi kanunlarýna
ukaddeslerine karþý bir isyan ve ihanet... Garp medeniyetinin son yemiþi müsbet bilgiler
, onu bir hançer gibi tutan elde, hiçbir baþka hak ve mukaddes tanýmaksýzýn, mutlak bir Ýmt
z ve tahakküm edasiyle mirasa konmak Ýstedi.
Ve meydaný, hiçbir insanî ideolocya gayreti olmýyan, sadece kâbuslarda bile görülmez bir iþ
ve ihtiras psikolocyasiyle þiþmiþ, ilim ve sistem sahibi bir canavarlýk hamlesi kapladý. N
etice malûm...
Ya demokrasyalar?.. Hastalýðýn baþý onlarda!.. Bir zamanki sahte muvazeneleri ve sonra bu
muvazeneyi allak bullak eden madde keþiflerinden sonra, rahimlerine bu iki (menfi)
yi düþüren, bilmeden geliþtiren, doðuran ve nihayet teker teker boðup kilise kapýlarýna býr
mecbur olacak kadar bedbahtlaþan; þu ânda. maddede muzaffer, fakat mânada büsbütün müflis o
!
Hiçbir misal ve tecrübe, insanlýðý kandýramiyor. O, kifayetsizi ve dalâleti hemen seziyor.
fiyi, çürüðü, günübirliði sezmek iþten bile deðil, fakat müsbeti, saðlamý, devamlýyý bulmak
Niçin o kadar tapýndýðý müsber ilimler ona tesellisini vermiyor. Ölülerin kalbini þiþelerde
oktorlarý; suyun altýna, havanýn üstüne merdiven kuran mühendisleri; Londradaki fýsýltýyý T
inleten kâþifleri var. Bütün bunlar içinin yýkýntýsýna niye ilâç deðil?..
Ruhunun bütün nizamý çöktü. Bestekârýn kulaðýna eski vecdin sesleri yerine sar'alý kadýn çý
tepinmeleri geliyor. Ressamýn gözüne, eski ahenkli yüzler yerine, yedi baþlý zebaniler ve k
mik hastalýklarý koðuþundan seçilmiþ hilkat galatlarý görünüyor. Mimar, gökyüzüne baðýrsak
in þiiri, daha içini okumadan, uzaktan bakýldýðý vakit, kocakarý aðzý gibi yýkýk dökük... Ü
, taþ devri aletleriyle yontulmuþ, iþsizlik, ümitsizlik ve bedbinlik teneþirleri...
Ýnsanlýk bunalýyor!!!
Ýþte bütün dâva; insanlýk bunalýyor!!!
Belki de bunalmaktan kurtulmak için ayaklandýrdýðý kýyamete raðmen insanlýk bunalýyor. Ve a
n sonra bunalacak!...
Son yýllarda zamanýn en ince çizgisine dokunan filozof ormanlarda dolaþtý; ve (Bunalma fel
sefesi) baþlýðý altýnda korku ve sýkýntýyý bestelemeðe çalýþtý. Þimdi de insanlýðýn bekledi
bahsediyorlar!
Artýk anlýyoruz ki Allah dünyamýzdan çekilmiþtir!
Dünyanýn ve her þeyin mutlak sahibi dünyadan çekilmedi; dünyanýn kalbleri, kendilerini onun
lýndan çekti. Allah dünyamýzdan çekilmiþtir.
Bize kim yol verecek? Kabuðunu emdiði þeyin ruhunu tüküren ham ve kaba softa mý? Adýný bile
yýn!
Basit ve tabiatýn üstünde, âlem içi âlem sezen yepyeni (fevkalâde) telâkkisi; sen neredesin
kümeslerine sýðmayan üstün ruhun, istikbâle ve maveraya iþtiyakýndan ne haber?.. Kurbanlýk
ar gibi boynu kesilmiþ büyük saffet ve teslimiyet; bizi Efendimize ancak sen kavuþturabi
lirsin!
Niçin yýllarca güneþe, ateþe, öküze ve aðaca taptýk?.. Ne diye bu âdi maddelere ruhumuzun e
lerini giydirdik? Hep bu dört köþe þeklin dýþýndaki ruhu, hep bu yaþadýðýmýz günün ilerisin
n üstündeki duraðý Ýfadelendirmek için...
Dünya ilk defa olarak Allahsýzdýr. Artýk ne bir (harikulade) telâkkisi, ne bir sonsuzluk d
uygusu, ne bir gizlilik idrâki, ne bir yarýn iþtiyaký!..
Hýzýný büyük imanlardan alan müsbet bilgilerimiz, lokomotifi bozulmuþ vagonlar gibi ilk dar
le yürüyor ve hep iniþlerden faydalanýyor. Yokuþ göründü! Vagonlardan çýðlýklar geliyor: Na
Allah dünyamýzdan çekildi. Bu çekiliþ, bir insandan cesaretin çekiliþi, bir çehreden sevgin
bir bahçeden baharýn gidiþi gibi, kaba madde üzerinde takibi mümkün bir iþ deðil!.,.
Ve iþte bunalýyoruz!!! Günün en ince çizgisi, bu... Rahatsýzýz; mahduda sýðamýyor, hudulsuz
mýyoruz.
Her sakatlýk ve çarpýklýk yalnýz bu yüzden...
Bu hal, her vasfý ihmal edilen ruhun, göze görünmez bir plânda, kâinat kadar büyük þahsiyet
ar ediþinden doðmakta...
Dünyanýn ve her þeyin mutlak sahibini, has aynasý olan gönüllerde, mutlak sahiplik tecellis
ne davet etmeyi bilecek miyiz, bilmeyecek miyiz? Bilmeyeceksek bilelim ki bir sa
niye ilerimizde, artýk bir daha zerrelerimiz yanyana gelmemecesine müthiþ, patlama âný var
...
Allah'ým! Seni istiyoruz!..
(1943)

ÝNANMAK
Gözlerinde hep o kuþlarýn gözlerindeki incecik perdeye benzer þeffaf bir tül... Fikri, göz
rýnýn içinden süzüyormuþ gibi, aðlamaklý:
- Batmiyacaðýna inanarak, dedi, suya bas, yürür gidersin. Ýmkânsýz olan inanmandýr; su üstü
men deðil... Ýnanmaktan açayým, inanmaktan... Ýnanmak, insanoðluna vâdedilen bütün mucizele
htarý... Ýnanmaya memuruz. Ne kadar kuvvetimiz varsa hepsini inanmaktan alýyoruz. Neye
inanmýyorsan, sen o V þeyde, kanatlarý kesilmiþ bir kuþsun; uç bakalým, uçabilirsen... Eþy
selerin varlýðý, kendisini, kendi zatî varlýk hey'etinden evvel, bizim inanmamýza borçlu...
dýðýmýz herþey var; inanmadýðýmýz hiçbir þey yok.
Sustu; ince ve esmer dudaklarýný buruþturdu, devam etti;
- Sezmiyor musun ki, bütün kâinat misilsiz bir týlsým kavanozunda, birkaç ýþýk, renk, çizgi
yunu içinde kendi kendisine hiçbir vücut sahibi olmadan, sadece bir vücut fikri yüzü suyu h
etine varlýk þartlarýna bürünen muhteþem bir yokluk plânýndan ibaret... Bu yokluktan o varl
bir geçit yol veriyor. Ruhumuzda kýl kadar ince bir geçit... Ýnanmak!... Bu âlemde insanda
n baþka her unsur, tam ve mutlak bir inanma uykusunun huzuru içinde... Cemal, nebat
ve hayvan, memur olduklarý iþlerin tam ve mullak imanýna bürülü... Halbuki Ýnanmak, büyük v
z iman, inanmanýn tâ kendisi, ruhu ve cevheri, insana mahsus... Ýnsan inanacaktýr; ve bütün
insanlarý peþi sýra götürecek...
Bir ân, asma kütüðünün içini oyan bir kurdun diþ seslerini duydum. Peþinden Tanrýkulunun se
- Mektep kitaplarýnýn sayfalarýnda, kibrit çöpleriyle aydýnlattýklarý birkaç bin senelik ta
k! Bu güne kadar insanlýk, her neye ve nasýl inanmýþ olursa olsun, yalnýz Ýnanmanýn eserini
iþ... Ýnanmýþ, topraðý ekmiþ... Ýnanmýþ, þehirleri kurmuþ... Ýnanmýþ, meydanlarý açmýþ... V
r çekmiþ... Maddeyi zerre zerre teftiþ edip her zerrenin öbüriyle münasebetini aramaya kalk
Mermeri, içinde bir nabýz çarpýp çarpmadýðýný anlamak için talaþ talaþ yontmuþ... Sadece in
eçen her þeyi, inanmanýn nema payý olarak kazanmýþ... Þimdi bak, dikkat kesil! Nihayet, ins
u, nema payýný sermaye zannedip ana sermayeyi o türlü ihmâl eder olmuþ ki, tarlalarýný samy
asmýþ, þehirlerini zelzele, meydanlarýný ihtilâl ve kubbelerini zifirî karanlýk... Zerre ze
eftiþe kalktýðý madde, kýlý halat kadar gösteren pertavsýzlar ve bir dairede kaç çizgi ve h
kaç nokta bulunduðunu hesaplayan düsturlar altýnda, kendi yokluðunu bizzat haykýrmaya baþla
deki nabýz seslerine doðru talaþ talaþ yontulan mermer, merkezine yaklaþtýkça korkunç sar'a
eriyle çatlamaya yüz tutmuþ...
Gözlerinin keskin cýmbýziyle iki kaþýmýn ortasýndan yakaladý;
- Bütün bunlarýn hesabý tek kelimelik... Ýnanmamak!.. Ýnsanlýk þimdi; inanmamak devrinin ta
inde... Çevir baþýný da þu mezarýn küflü kavuðundan arkadaki duvara, duvarýn üstündeki kýrý
ire, þehirin en yüksek minaresinden en yüksek buluta; ve oradan bütün yeryüzünü görüyor mus
- Bütün yeryüzünü görüyorum.
- Orada ne görüyorsan, topyekûn þu mutlak illete baðlayabilirsin... Ýnanmamak!.. Zamanýmýz,
mamanýn kâmil ânýný; ve mekânýmýz, inanmamak buhranýnýn kâmil cümbüþünü çerçeveliyor.
Sesinde, kemanýn en tiz perdesinden en kalýnýna geçer gibi bir ahenk deðiþikliði:
- Usûlümüze dikkât et! Muhitten merkeze doðru gitmiyoruz; yolumuz, merkezden muhite doðru..
Bir dairede merkez, yerini ve yurdunu deðiþtirmesi mümkün bir unsur, bir eþya deðil; bir e
as, bir hikmet, bir bedahattir. Mükemmel bir hiza çizgisi üstünde bir sýra adama bakarken,
göz yalnýz adamlarý görür ve hizayý anlar; halbuki hiza diye elle tutulur, gözle görülür b
mý ki? Sesi, duyulmayacak kadar hafifliyor; - Bedahatlere güven! Onlar ruhumuza gökten
þimþek gibi düþen gerçekler... Þu gerçeði, bir müsellesin dört Çizgili olamýyacaðý tarzýnd
ye ve nasýl olursa olsun, insanoðlu, inanmadan bir gölgedir, su üstünde bir kýrýþýk, bir es
ir aksýrýk, bir hiç!... Evvelâ inanmaya inan!.. Neye ve nasýl olursa olsun, inanmaya inan!
.. Onsuz ne biz mevcuduz, ne de baþka birþey... Ýstersen, bir odun parçasýnýn tepesine sýrm
ir külah geçir ve ona inan!.. Fakat inan!.. Göreceksin ki, odun parçasý, birdenbire, (Bura
k) kesilecek, dört ayaðýný yerden kesip havalanacak ve sana, evvelâ kendini, sonra da yeryü
fethettirecek... Ýnanmaya inanýr inanmaz, Ýnanmanýn da kime mahsus olduðuna hemen inanýrsýn
(1943)

NEYE ÝNANMAK?
Göðsüme dayalý çeneme, ve birbirine kenedli iki elime abanmýþ, ayaklarýmýn dibinde bir port
dar küçülen dünyayý seyrederken, Tanrýkulunun sesi yetiþti:
- Ýnanmak demiþtik, deðil mi? Ýnanmak, iman... Ve Ýnanmanýn esasý, iç yüzü. hakikati, Allah
... Gerisi, hakikî inanmanýn gölgeleri ve gölgelerin gölgeleri... Ýnanmak, ona Ýnanmak için
týldý. Allah, inanmayý, insanla kendi arasýnda bir açýk kapý diye býrakmasaydý, münkir, sab
ynada kýravatýný baðlarken, gördüðü þeklin kendisi olduðuna bile inanamazdý. Ýnanmanýn ruhu
aha inanmak...
Tanrýkulu'nun gözlerinde, aydýnlýðýn bile baþýný döndüren baþka bir aydýnlýk:
- "Allah, zuhurunun þiddetinden gaiptir." Maddenin sür'ati bilmem ne kadara çýktýðý zaman s
niyor; ziyanýn þiddeti bilmem ne olunca, etraf kapkaranlýk kesiliyor. "Allah, zuhurunu
n kemâlinden gaiptir." Ve bunu anlamak için insana, akýl deðil, aklýn üstünde bir þey lâzým
bu noktada, aklýn unsurlarý ve usulleriyle gösterilmeðe deðer hiçbir þey yok. "Hamurun lez
ini, çatal, kaþýk ve býçakla arayabilir misin?" Halbuki hamurun, kitlesinden baþlayarak göz
ve Ölçüye sýðar her unsuru, onun lezzetini meydana getirmek ve bu lezzeti sýmsýký peçeleme
emek içindir. Sana, bu noktada, aklýn unsurlarý ve usulleriyle göstermeðe deðer hiç birþey
dedim. Ýsteseydim, yine aklýn unsurlarý ve usulleriyle aklý yýkarak, o harabenin altýndan n
çýkacaðýný gösterebilirdim. Ne diye iðneyle kuyu kazalým; dinamitle daðlarý tersine çevirm
en'?.. Dikkât et! j[majxiain..QÝduðu zaman, muhtaç olmadýðý yegâne þey, ispattýr. Ýman tam
ispat yoktur. Ortada, tek baþýna, her þeyden mücerret, bütün alâkalarýndan kesilmiþ tek bir
: Ýman!..
O zamana kadar dizinden hiç kýpýrdatmadýðý elini hafifçe kaldýrarak, baþýmýn üstünde, küflü
k ve küçük görünen semayý iþaret etti:
- Kâinat hamurunun bütününe bakabilen göz, onun, çatala takýlmaz, kaþýða konmaz, býçaða gel
taþýdýðýný ve bu lezzetin Allah'ý haber verdiðini bir hamlede kestirir.
Dudaklarý, bana duyurulmaya mahsus olmayan esrarlý hecelerle uzun uzun kýpýrdadý, sonra se
si birdenbire meydana çýktý:
- Biz seninle, ötelerin deðil, bu dünyanýn hayatýna baðlý düzen üzerinde dolaþacaðýz. Hedef
caklamak; müessiri deðil... Çünkü sana ve herkese senin ve herkesin vehmince bu dünya lâzým
u iþ için de, eser adýna müessiri tespit etmekten ötürü vazifemiz yok... Eðer insanýn yarad
e hakikî memuriyete istekli olsaydýn, o zaman eseri topyekûn bir yana býrakýp müessirin kap
yol aramaya çýkardýn. Biz de sana yolu gösterirdik. Sana "boynundan yukarýsýný, yâni kafan
e arkamýzdan gel" derdik.
Týrnaklarýmla kavradýðým yanaklarýmda sýcak bir ýslaklýk duydum. Tanrýkulu'nu dinlerken yüz
ir miydim? Tanrýkulu oralý deðil:
- Bizim, dedi, boynumuzdan ötesi, yani kafamýz yok! Biz onu çoktan kestik ve çöp tenekesin
e attýk! Þimdi senin gibi bir dünya ehline, bu dünyanýn, beyni ýstýrap ve ihtilâç içinde so
nden birisine, yine bu dünya çerçevesinde yol göstermek için, kesik kafamýzý çöp tenekesind
ynumuza oturtuyor ve onunla konuþuyoruz. Kesik kafa diyor ki:
"Bu dünyanýn ve bütün kâinatýn merkezi Allah'týr. Ve benim bu iþin hakikatinde, her iþin ta
tlak hakikatinde olduðu gibi, bangýr bangýr iflâsa mahkûm olmaktan baþka hiçbir çarem yok..
im ismim akýldýr; ve beni temsil eden meleðin, Allahýn Sevgilisini (Sidre-tülmünteha)dan öt
geçirmeyip kanatlarýnýn yanmýya baþladýðýný görmesi ve: "artýk yolum bitti; buradan ötesin
emesi gibi, nihaî varýþým, kendi usûllerimle kendi kendimi yakmaktan baþka bir þey olamaz.
im bittiðim yerde, insanoðlunda baþka bir akýl baþlar; ve o akýl, beþ hassenin dýþýnda görü
dar ve dokunur. Karanlýkta görmek, sessizlikte duymak, vücutsuzlukta koklamak, lezzets
izlikte tatmak; böylece maddenin ötesini maddeleþtirmek, yalnýz o aklýn kârý... Onun, kalb
e, ruh diye, aþk diye bir takým isimleri var. Oysa, insanoðlunda, sadece Allahýn tecelli
merkezi... Dâva, bütün dâva, topyekûn dâva; ben kendi kendime inanmazken, bana inanan insa
larýn, yeryüzünde kurduklarý þekilli ve þekilsiz bütün mimarilerde, benim sýnýrlarýmla ötel
daki ahengi bir türlü tam olarak zaptedememelerinde... Ýnsanoðlu, yine benîm vasýtalarýmla
im sýrrýmý çizmeden öteki akla yol bulmadan kuracaðý þekilli ve þekilsiz mimarilerin kapýsý
uðrasýný basmadan, bir ana baba günü kadrosiyle birbirini çiðnediði bu çýkmaz sokakta kendi
bulamýyacaktýr."
(1943)
Yeni bir görüþ ve duyuþ mimarîsinin toprak üstünde sarayýný kuracak tek vasýta, kitap...
Ýnsanlýk, kitabýn mukaddes vasýta olmak haysiyetini dinlerden öðrendi. Bugüne kadar da hiç
lmadý.
Kitap mefhumunun bir ucunda Allah, öbür ucunda da sonsuzluk var. Ýnsan oðlunun ebedlerce
methede ede bitiremeyeceði sonsuzluk...
Bu yüzden yarýna gebe kahramanlar, kitaplýk celide, kitaplýk çapa, kitaplýk yapýya, hakikî
temel þartý göziyle bakarlar. Onlarca kitap, yarýný niþanlýyacak ses güllesinin biricik man
Kitap dýþýnda, gündelik yazý, çerden çöpten konuþma gibi, bazý kolay ve ucuz âletler de var
isbetle, köy çocuklarýnýn serçelere taþ attýðý çatal sapanlarý andýrýr. Bir günün sabahýnda
akþamýna ulaþtýrabilirler.
Bu âletlerin vazifesi, cýgara paketlerinin arkasýndaki kýsa adresler halinde, dinamizmah
çýkýþ baþlarý kurmak ve kitaplýk hamlelere muhit hazýrlamaktýr. Yoksa, içinde dört mevsimi
sistem örgüsü, bu günübirlik âletlere vergi olamaz.
Her "ulvî"nin zýddý, ayný boyda bir "süflî" deðil mi?.. Kitaplýk dâvalarý günübirlik karala
f sohbetler içinde can çekiþtirmek de, cücelerin kârý...
Göksu sefasý için yapýlmýþ sandalla açýk denize geçilmez. Onun Ýçindir ki, böyle bir sandal
arilerinin kýlýk ve edasýna bürünmüþ bir kayýkçý, bizi katýla katýla güldürür.
Kitap yazamýyoruz!..
Kitabýn ana þartý olan keyfiyet yükünden vazgeçtik; kemmiyet aðýrlýðýný yüklenebilsek, yarý
Ciðerlerimizde, kitap kadrosunu üfliyecek havaya yer yok. Bütün fikir pazarýmýz, kolayca þi
e kendi kendisine öten düdüklü balon yaygaralariyle dolu...
Filâný mütefekkir, falaný þair, fiþmekâný da münekkit tanýrýz. Mütefekkirin faraza 10 cilt
epsi de bir zamanlarýn (Paris)inde oturan efendisi filozoftan tercüme... Geriye bir
kaç makalesiyle bir kaç sohbeti kalýr.
Ellisine merdiven dayayan þair, yalnýz 50 mýsra yazmýþsa, (Greta Garbo) varý esrar peçesini
en düþürmemek ve zamana pusu kurmamak içindir.
Sýnýfta yoklama yaparcasýna (mevcut - namevcut..) diye sanatkâr yoklamasý yapan münekkit, b
selâhiyetini, beþ buçuk lâübalî satýrla, üç buçuk aþaðýlýk nükteye borçludur.
Buna raðmen mütefekkir, kendini yeni bir dünya görüþüne; þair, yeni bir ses cevherine; müne
, bir tenkit ölçüsüne sahip kabul eder.
Bir günlük beylik beyliktir derler. Saydýðým zavallýlar da, günlük kadronun fanî, fakat müt
yleri...
Tanzimattan beri soruyoruz:
- Olmuyor, olmuyor; acaba niçin?
Meseleyi daima keyfiyet cephesinden ele alýyor, daima terkibi bizce meçhul bir keyfi
yet eksikliði vehmediyoruz. Haklýyýz; bir þey yalnýz keyfiyetiyle var veya yoktur. Fakat b
ence ve bize nisbetle bu, doðru bir usûl deðil...
Henüz kemmiyet yokuþunu sökememiþ bir hamlenin, keyfiyet ufku üzerinde olmasý düþünülemez b
Keyfiyet tecellisini iki merhalede tamamlýyan bir sýr:
Evvelâ kemmiyet ihtiyacýný meydana getirir, her cismin fezadaki mekân ihtiyacý gibi, boþluk
a yer iþgal etme hassasýna erer, ondan sonra kendisini ifadeye geçer.
(Radyom) madeninin bile, hiç deðilse binde bir miligramlýk bir külçesi olmalý ki, bir ifade
i ve tesiri bulunsun.
Tahayyüz hassasý olmýyan, mekân iþgal etmiyen maddenin ne kendisi vardýr, ne de herhangi bi
vasfý...
Madenleri teneke olduðu halde (radyom) taklidi yapan bu namevcutlara bildirmelidir
ki, (radyom)un (radyom) olarak varlýðý derecesinde var olmýya karar veren insan, cilt c
ilt fikir ve þiir mayalaþtýrmaya mecburdur.
(Radyom)u ve kesafet sýrrýný yaratan Allah bile kitaplýk söz kadrosu Ýçinde konuþtu; kitapl
drosunu yarattý.
Sahtekârlýða metelik vermeyiniz!
Kitaplýk hacmi olmayan mütefekkir, þair, ve münekkit; riyazi kat'iyetle namevcuttur.
Binalaþtýramadýðý (sentez)in mütefekkirinden, örgüleþtiremediði þiirin þairinden, ölçüleþti
dinden Ýðreniyorum!..
Âlet ve iþ diye iki þey tanýyoruz.
Âletin hakký verilmezse iþ öksüz kalýr.
Ne diye mevhum bir takým iþ nazariyeleri kuruyoruz? Ýþte mevhum olmayan hakikat:
Âleti kullanmaktan, âleti iþletmekten âciziz!
Âleti iþletmeðe savaþmayýþýmýzin ve nefsimize boyuna mühlet veriþimizin de hilesi açýk:
Böyle bir iþe kalkýþtýðýmýz ânda, bütün kifayetsizlik ve ayýbýmýz, suyu çekilmiþ yosunlu ha
çýkacaktýr.
Bir miskal davul tozu ve bîr miskal minare gölgesi peþinde gezercesine aradýðýmýz ve bulama
fiyet týlsýmý, ona karþý Ýstidatsýzlýðýmýz kadar, âletine gösterdiðimiz saygýsýzlýk yüzünde
Her birinin kitabý halinde arýdan bal, inekten süt, koyundan yün istiyoruz da; mütefekkir,
þair, münekkit makamlarýna kurulmuþ sahtekârlardan kitap istemiyoruz.
Tavuk mu yumurtadan çýktý, yumurta mý tavuktan? Ayný sualin daha çetini var! Ýnsan mý kitap
oðdu; kitap mý insandan? Kitap yazýn, kitap!
(1943)

RUHÇULUK VE BU HARP
Bu harp, Ýkinci Dünya Harbi, maddecilerin ve maddeci telâkkinin zýddýna, ruhçularýn ve ruhç
ki prensiplerinin eþsiz zaferi oluyor; farkýnda mýsýn?
Makine ve madde telâkkileri, 19'uncu Asrýn ikinci yarýsýnda korkunç derecelere yükselip, 20
inci Asrýn baþlarýnda insan irade ve tahakkümünden kurtulacak kadar istiklâl ifade etmeðe b
Bu hal, bir aralýk, büyük cemiyet rehberlerini, yüksek sanat ve fikir adamlarýný yýldýrdý.
baþarýcý kudretini yalnýz ruh plânýnda besleyen insan, kendi Öz keþiflerine ve öz eserleri
sanýldý. Adetâ, büyük ruhî kudret, saffet ve kahramanlýk ölçüleri, vahþilere has bir kýyme
i. En girift kanunlarý içinde dünya, tavla zarý kadar küçük ve dört köþe bir madde görünüþü
ndi.
Yeni felsefenin en muðlâk dâvasý olan bu mesele, her þeyi derin ve ebedî ruh kadrosu dýþýnd
bir mekanik faydasýna baðlayýcý, mankafa ve vurdumduymaz bir mezhebinin tahakkümü altýnda
edi; bilhassa materyalizma ve komünizma elinde istismara uðradý, öz terakkilerinin deniz
lerde boðulurcasýna çýrpýnan, imdat çýðlýklarý basan insan aklý, bu terâkkide, artýk eserin
olamýyacaðý, eserini bir daha ruh prensiplerinin emrine alamýyacaðý vehmini senelerce yaþad
rdu. Hem de en koyu bedbinlikten daha karanlýk bu telâkki, kendisine Öz nikbinlik süsünü ko
durmayý ihmâl etmedi. Ýnsaný taþ devrine kadar ricat ettiren maddeci görüþ, kendisini hakik
bal diye takdim etmekten geri kalmadý. Maddeci telâkkinin gözünde, asýl bedbin, marazý, esk
ve geri olan, senin gibilerdi; yani ruhçular...
Ruhçular ki, maddecilerin, düne ve hattâ bütün geçmiþ günlerden evvelki güne yapýþýk görmeð
ileri bir yarýnýn þalaðýný ruhlarýnda taþýyorlardý.
Nihayet makine ve madde terâkkileri o hale geldi ki, sarsak ve ihtiyar bir Avrupalýnýn
, titrek parmaklarýný herhangi bir düðmeye dokunduruvermesiyle koca bir orduyu havalara
uçuracak kudreti istihsal edeceðine Ýnandýlar. Bütün kuþ beyinliler, bu madde kudreti önünd
plânýndan hiçbir tedbirin metelik etmiyeceðine fetvayý bastý. Bunlar, asrý yobazlar sýfatiy
ski ham softalardan fazla üremek istidadýný gösterdi.
Makine ve madde terakkilerinin, ruh cevheri karþýsýnda imtihanýný vereceði en zengin (labor
tuar) kadrosu, bir harpten baþka ne olabilirdi? Ruhu ihmâl eden maddeci görüþle, maddeyi i
hmâl etmeyen ruhçu görüþ, Ýnsanlýðýn yarýnýna tahakküm hakkýnýn kimde olduðunu ancak bir ha
cak, iþ ve tecrübe sahasýnda ispat edecekti.
Gitsin fikir, gelsin tecrübe!
Tecrübe yapýldý; ve ruhu ihmâl eden maddeci görüþün, bir müflis; fakat maddeyi ihmâl etmeye
er ve gökyüzüne hâkim olmak ehliyetinde bulunduðu meydana çýktý. Senin, komünizmayla berabe
zma ve Faþizmaya ne kadar düþman olduðunu herkes bilir. Nazizma ve Faþizmanýn birer ideoloc
a olmadýðýný, sadece dünyayý nefsine tahsis etmek gayesinde birer psikolocya olduðunu bin k
haykýran sensin! Fakat doðruyu söylemek lazýmsa, bu Nazizmadýr ki, maddenin hakkýný tam öd
en sonra ruhçu bir telâkkiye baðlanmak yüzünden, düne kadar saðýna ve soluna duman attýrmay
. Ayný Nazizma, madde hakkýný tam ödeyen ve yüzde yüz ruhçu bir telâkki ve usûle varan demo
ar önünde de periþan oldu.
Yeni harp (lâboratuvar)ýndan alýnacak ilk azametli ders þudur:
Bu defa makine ve madde terakkileri o kadar yükselmiþtir ki, sadece bu yükseliþ yüzünden, r
h, tekrar zafer meydanýný fethetmiþtir. Ruh, tekrar makinenin ve maddenin sýrtýna binip, o
nun sevk ve idare etmek hakkýný, maddenin âzami terakki haddine ulaþmasý yüzünden
elde etmiþtir.
Ýnsana tahakküm ettiði sanýlan makine ve madde, bir derece daha terakki edince, küt diye d
ize geldi ve yeni baþtan dizginlerini ruha ve ruhçulara teslim etti.
Onu henüz nazariye vasýtasile fikir ve ruh fethetmeden, bizzat makine, bizzat kendi
terakkileriyle, ameliyede ruhun esiri olduðunu ifade ve ispat etti.
Büyük dâvayý, artýk madde levhasýnda ispata ihtiyaç duymýyalým:
Binlerce kilometreyi aþtýktan sonra (pike) hücumlarla zýrhlýlarýn güvertesine mýhlanan tayy
ri; karþýsýndaki orman, dað, kaya ve deniz manialarýný bütün kul-çesiyle toslýyan tanklarý,
ruh kudretinin idare edebileceðini, deliler, ahmaklar ve çocuklar bile kavrar. Yalnýz
maddeciler müstesna...
Evel, madde bir derece daha terakki etmekle ruhun emrine geçmiþ; ve ruh büyük zafer meyd
anýný t'elhetmiþtir.
Sadece bunu anlatmak ve tam mânasiyle çerçeveleyip ondan bir tatbik dersi çýkarmak, millî b
r kurtuluþ ifade edecek kadar deðerlidir.
Fakat nerede biz, nerede bu nasip?.. Bize harbin casusluk hikâyelerini okumak, onu
n ruh ve fikir cephesini hecelemekten çok daha zevkli geliyor.
(1944)

ÝLERÝ ADAM, GERÝ ADAM...


Tanrýkulu'na sordum:
- Ne dersiniz efendim; bizi, bazý fikir ve ruh hususiyetlerimiz yüzünden geri olmakla,
gerilikle suçlandýranlar var?
Güldü; kâinat kadar geniþ güldü:
- Bu, sizin çok ileri olmanýzdan...
Ve sustu; gök kadar derin, sustu. Derken mýrýldandý:
- Zaman bir daireye benzer. Týpký koþu atlarýnýn, etrafýnda döndüðü kâmil kavis gibi bir da
selâ üç devir sonunda bitirilecek olan koþuyu bir devir fazlasiyle koþan at, bu daire üzeri
de, öbür atlarýn gerisinde koþuyor gibi görünmez mi? Evet, bu at 1000 metrelik daire hesabý
göre tam 900 metre ileridedir.
Ve yüzüme baktý: güneþ kadar keskin, baktý: - Modasý geçmiþ kalýplardan çýkamýyanlara geri
Fikir ve hayat kalýplarýnýn eskimekte en büyük zaafý, esaslarýnýn çürüklüðünden ziyade, zam
aman gücüne baðlýdýr. Zaman, eþya ve hâdiseler üzerinde daima ayný korkunç yasanýn yorulmaz
i. Yusufun eþsiz güzelliðiyle (Perikles)in bahtiyar cemiyetini aþýndýran, ayný zamandýr.
Dünyanýn en güzel insanýný iki büklüm kurutan zamaný, uzvî tezahürler çerçevesinde vasýtasý
akat içtimaî bünyemizin ihtiyarlayýþýnda onu doðrudan doðruya göremeyiz. Bunun içindir ki,
itiren her iman ve kalýbýn yýpranýþýnda ayrý bir sebep arar ve buluruz. Firavunun karþýsýnd
l), Atina'nýn karþýsýnda Roma, Roma'nýn karþýsýnda Ýsâ ve daha birçok þey...
Ferdî hayatýmýz sýnýrlýdýr. Bunu bilir ve maddî görüþümüzü, çaresizlikten doðma bir nevi rý
eyrederiz'. Ya içtimaî hayatýmýz?
Heyhat ki, elden ele teslim suretiyle ebedîliðine inandýðýmýz birçok itikat ve þeklin hayat
er þeyin hayatý gibi, hadler ve adetlerle çevrilidir.
Zaten içtimaî hayatýmýzýn ebedîliði, ferdi hayatýmýzla, keyfiyet halinde ulaþamadýðýmýz bir
et deðiþtirerek, kemiyetle varmak için tutunduðumuz bir muvazaadan baþka nedir?
Elimizdeki dürbünü bir baþkasý çekip ufka baktýðý zaman, biz onun gördüðünü görür; ve bir b
akit, biz onun keyfini duyar mýyýz? Ýþte bütün melekelerimiz ve bütün benlik duygumuzla içi
sildiðimiz bir âlemi; sanki yaþýyan, duyan ve gören kendimizmiþiz gibi, biribirimizde fena
e beka bularak saf ve kahramanca yürüttükten sonra kurduðumuz mimarîlerin sonsuzluðuna nasý
nanmýyalým?
Ýnanmakta haklý olabiliriz. Fakat göreceðiz ki. kurduðumuz mimarîlerle oyduðumuz kalýplarýn
n o müesseseler etrafýndaki sonsuz tekevvünümüz ve kemiyet halkalarýmýz kâfi gelmiyecektir.
z ki, hayat, yalnýz bir cepheli deðildir. O müesseselerin de bizden ayrý, müstakil ve ferdî
birer hayatý vardýr. Bu hakikata, tarihte birçok cemiyetin, kendilerini yeniden þekiller
e zorlayan müdahaleci tesirlerle göçüþü þahit olduðu kadar, kendi kendisine, için için ve m
göçüþleri de þahittir.
Öyleyse çaremiz nedir?
Ýsmine zaman dediðimiz ve her cismi, her fikri, görünmez havanýna doldurmuþ, öðüten daima ö
, her yaptýðýmýzý bozan, her yazdýðýmýzý çizen bir son temsil ettikten sonra, güvenebileceð
nanabileceðimiz eser kalýr mý? Kalýr!!!
Çünkü düþmanýn kudretini tasdik, yenilmiyeceðini kabul ve onunla boðuþmaktan vazgeçmek deði
sastýr. Zaman, önünde diz çökeceðimiz ve bütün silâhlarýmýzla teslim olacaðýmýz bir heyûlâ
rdiði hiçbir sýrla kanaat etmeyip alýkoyduðunu istiyeceðimiz ve verdikçe alýkoyduðunu asla
aðýmýz bir büyücüdür. Öyle bir büyücü ki, öpüþtüðü her dâvanýn aksine, seviþtiði her (doktr
zýddýna gebe kalmak âdetidir. O, eþya ve hâdiselerin en gizli tabýlarý, meçhuller ve ihtim
âleminin en ýssýz bucaklariyle yüklüdür. Böyle bir manzara karþýsýnda güvenebileceðimiz mi
i, zamaný kendisine en hâs çehre ve seciyesiyle kavramýþ ve emrine almýþ olsun.
Ýþte, aþýnmýþ, yahut henüz saðlam görünen kalýplarý bu tedbir göziyle muayene eden ve dökec
rsa, onu bu kaygý ve bilgi içinde hazýrlayan, ÝLERÝ ADAM'dýr.
YA GERÝ ADAM?
Ya taze bir idrak ve tefsire varmadan eski þekillere körükörüne baðlýdýr; yahut tamamiyle a
, zamaný âdi bir tarih sýrasý ve evvellik, sonralýk meselesi sanýr ve geriye gitmek korkusi
le kendi Önünü keser.
Bu her iki geri adam da, düþünmekten korkan, fakat biribirine zýt hareket eden iki ham s
ofta tipidir.
Zamanýn hakikî fâtihleri, istikbale o kadar susamýþlardýr ki, gözlerindeki sonsuzluk adeses
e, bazan bin sene evvelki hâdiseyi bugüne yapýþýk, bazan da bugüne ait bir meseleyi bin sen
geride görürler. Þu sözüme mim koy:
Ýleriye doðru göründüðü halde geriye ve geriye doðru göründüðü halde ileriye giden yollar v
Ýmdi, zamanýn bu sanatkâr kivrýmlarýndaki sýrra ermeyenler, ya bir kalýba körükörüne baðlan
ndisinden evvelki her kalýbý körükörüne tepelemek suretiyle zamanýn dýþýnda kalýrlar.
Ebedîlik önünde hiçbir mesafe hükmü olmadýðýný, bazan zamanýn, mazide býraktýðý bir sýrrý Ý
geriye döndüðünü, fakat hakikatte ileriye yöneldiðini bilmezler. Bu son derece girift, inc
e zarif helezonun, maziyi istikbale, geriyi ileriye inkýlâp ettiren asma köprü mimarîsini
anlamazlar. Böylece, gözlerinin seçemiyeceði kadar ileri olanlara, üstelik geri derler. Ta
hammül et dostum, tahammül et!.. Allah bu cüceleri, senin karþýna, tahammül ve sabýr terbiy
ni ikmâl etmen için çýkarýyor.
(1944)

(SAÐ) ve (SOL)
Bir kürenin merkezinden geçen býçak, nasýl o yuvarlaðý iki müsavi parçaya ayýrýrsa, (sað) v
elerinin ifade ettiði parçalar da, dünyamýzý iki müsavi dilime ayýrýyor.
(Sað) ve (sol) tasnifi, (karada ve denizde yaþayan hayvanlar) bölümü kadar umumî ve kaba bi
tarif olsa da, insan kafasý, sanatta, felsefede, ilimde, birinden birine nisbet i
fade edemeden hedefini bulamýyor. (Sað) ve (sol) dýþýnda bir görüþ istikameti, âdeta sekizi
gi bulmak gibi bir muhal ifade etmekte...
Çünkü bu iki kaba istikamet, Ýkinci Dünya Harbinden evvel ve harp içinde, müþahhas dünyanýn
idir. Asrýmýzýn zekâsý da tecrit deðil, teþhis zekâsý olduðuna göre, gelin de bu (emri vâki
Dünya Harbini takip edecek olan yeni cemiyetten de, henüz kaskatý çizgiler belirmiþ deðil.
. Bu yüzden, siyaset paytaklarýnýn ve cemiyet saflarýnýn, (tek) ve (çift) halinde bu kaba a
rýlýþý, insaný zorla birinden birine
çekiyor.
Sanki bir panayýr yerinde, Ýki kiþi tavla oynamakta... Etraflarýnda, büyük bir seyirci halk
sý... Seyircilerden herbiri, oyunculardan birinin tarafýnda oyuna iþtirak etmeðe mahkûm...
Hiç bir taraftan olmýyanlar, açýkta, yâni hayatýn dýþýndalar. Kumar o kadar kýzýþmýþ, menf
o türlü baðlanmýþtýr ki, yeryüzünde baþka bir iþ ve fikir tertibine akýl ermez olmuþtur.
Dünya fikir hayatýnda, (sað) ve (sol) delâleti dýþýnda bir dünyaya hasret çeken, yahut yeni
a görüþünden bir kaç çizgi araþtýran, veya DÜN ile BUGÜN arasýnda yeni bir tahlil ve terkib
hiç kimse görülmüyor. Namütenahi geniþ ve namütenahi karanlýk fikir fezasýnda, (sað) ve (so
rinin parlattýðý çifte yýldýz, sanki etraflarý hava ile çevrili yegâne iki hayat bölgesidir
birinden birindedir, ve birinden birine nispet borcu, bir muadele deðil, bir müteari
fe; bir varýþ noktasý deðil, bîr çýkýþ baþýdýr.
Devrimiz, havasýz, korkunç determinizma zindanýnda... O, bu zindana, son harpten evvel
, içinde yaþadýðý þartlarýn gizli sýkýntýsý ve ezelî ve ebedî cennet araþtýrma ihtiyaciyle
(Sað) ve (sol) dünyasýnýn iktisadî farikasý, felsefi ve içtimaî farikalarýnýn önünde yürüdü
ma ve sosyalizma bölümleri demek en doðrusu... Saðlý ve sollu bu Ýkiye bölünüþün etrafýnda,
lanýyor:
Liberalizma, nazizma, komünizma... Komünizma, binbir istihalesinden sonra, her ân bira
z daha liberalizma ve kapitalizmaya kayarken, nazizma, bir cephesiyle komünizmaya,
baþka bir cephesiyle de liberalizmaya aykýrý, aslýnda (sað)ýn azmaný ve her iki tarafýn dü
göre hem taraflardan birine mensup, hem de zýt, sadece nizamlý bir nefsanîlik psikolocy
asýni belirtiyor ve þu ânda ölmüþ görünüyor.
Ötedenberi (sað) alýkoymak, (sol) süpürmek niyetinde...
San'at ve fikirde eski ve an'anevî tecrit, dinler, (mit)ler, mefkûrevî kaynaklara, kökle
re dayanan görüþ tarzlarý, dünya, insan ve cemiyet telâkkileri ve fert haklarý, sað tarafta
ellibaþlý bir madde telâkkisinden doðma bir dünya, Ýnsan ve cemiyet teþhisi, bu teþhise gör
arihinin tenkidi ve bu tenkide göre eski müesseselere karþý bir yýkýcýlýk hamlesi, sol tara
.
Ýþin tuhafý, (sað) ve (sol) tasnifi felsefî bir tasnif deðil, politika tasnifi... Zaten sol
taraf politika zaruretlerini (doktrin)lerine hazmettire hazmettire aradaki açýklýðý kapama
k üzere bulunuyor. Garip tecelli!
O hâlde eþya ve hâdiselerin kaba ve fânî münasebetlerini temsil eden siyaset (romorkör)ü, n
uyor da fikirdeki sebeplerin sebebi ve oluþlarýn oluþu dünyasýný, akýntýyý sökemeyen bir ka
ne takmýþ çekiyor? Ýþte dâvanýn belkemiði!
Çok sevdiðim bir Türk tefekkür adamý, bana bir gün sol cereyanlar hakkýnda demiþti ki:
- Bunlarý artýk fikirle, nazariyeyle, mantýkla durdurmaya imkân yok. Ancak ayný cinsten ve
amelî bir akýþla, ateþli ve müþahhas bir hayat ve iman hamlesiyle önlemek mümkündür.
Besbelli ki, büyük fikir iflâs terleri döküyor. Artýk (sað) ve (sol) dâvasý, bünyesini fiki
m etmekten ziyade his ve heyecanda saðlamlaþtýrmaya bakýyor. Çünkü kalabalýklarýn anladýðý
lâmete susamýþ insan saflarý, hasret çektiði yeni hayat mimarisini, artýk mes'elelerini nam
hi daðýtan, karýþtýran, giriftleþtiren "âlimâne" araþtýrmalardan beklemiyor. Cesaretli, (di
ksiyoncu, günlük ihtiyaç ve insiyaklarý kavramýþ ve ne kadar ufak mikyasta olursa olsun, ke
disine tezatsýz bir dünya çizebilen eþya ve hâdiseleri hýzla çerçeveleyebilen becerikli miz
n bekliyor.
Bu hâl, eþya ve hâdiselerin, kendisini bir türlü çerçeveleyemiyen fikir gözü Önünde þahlanm
karþýsýnda daha fazla (poze) edemeden baþýný alýp yürüyüvermesi gibi bir þey...
Artýk onu tutabilmek için, çok acele bir (desen)ini yapmaktan ve kaçýþý istikametinde peþin
en baþka çare yok gibi görünüyor.
Ýþte uzun zamandanberi, sonsuz tecritlerin iþkencesinde hýrpalanmýþ olan Garp san'atkâr ve
ekkiri, elinden kaçýrdýðý kýymetler âleminin bu istikraî sürükleniþine kapýlýnca, yatalak b
at sýrtýnda hoplaya hoplaya kaçýrýlýrken duyduðu sarhoþluða benzer bir baþ dönmesi içinde k
ediyor ve (sað) ile (sol) kollarýn gösterdiði insan birikintileri arasýnda silinmeye razý o
uyor. Üstelik bütün san'at ve fikir verimini bu hakîr tasnif dogmalarýna göre ayar ederek..
Bu kýsýr modaya uymayýp zamaný yeni bir görüþ aðýnda avlamak dileyen ve nefsini ileriye büy
amle, ister saða, ister sola akraba olsun, ismi ne (sað) ne (sol)dur.
Günümüzün anlayýþ kabalýðý, onu istediði kadar (sað) veya (sol) farzetsin; ileriye erenleri
az! Bir dünya doðmaktadýr ki, ismi ne (sað), ne de soldur; sadece (ileri)...
(1944)

MÝSTÝK
Dostum; ben bâzý mefhumlara âdeta acýrým. Sahte borç senediyle malý mülkü haczedilip sokakt
ylu bir insana acýr gibi... (Mistik) mefhumu da bunlardan...
Garplý bir mâna ailesinden gelen (Mistik) mefhumunun bizzat Avrupada çektiði yanlýþ anlaþýl
si, bir zamanlar, bir Fransýz muharririne ne aðýr þeyler söyletmiþti. Fransa'da bile kolayl
a anlaþýlamayan Fransýzca bir kelimenin gerisindeki mefhum, bu diyarda ne hâle
gelir, hesap et!
Þu (Mistik) mefhumu, ne esrarlý bir otomobildir ki, kimse onu kullanmaktan âciz olduðunu
itiraf etmeksizin, herkes içine atlýyor, var kuvvetiyle gaza basýyor; ve hiçbir iþaret me
muru görmemiþ kargaþalýklar caddesinde, mânâ tenezzülüne çýkýyor:
- Filân adam (mistik), falan deðil, filân görüþ (Mistik) olamaz; falan telâkki (Mistik)tir.
Bir de, (Mistik) delâleti üzerinde düþülen müþterek hatâ, onun din softalýðý mânâsýnda alýn
a dinlerden çýkma bir mefhum olduðu hâlde, felsefenin elinde müþahhas mevzuundan ayýrt edil
herhangi bir mevzua tatbiki kabil, hususî bir düþünce ve duygu tarzý olarak sistemleþtiril
iþtir. Allaha inanan ve inanmayan iki adam, felsefe ölçüsiyle. ayný zamanda (Mistik) olabi
lir. Adamýna göre, inanan (Mistik) deðildir de, inanmayan, (Mistik)dir. Meselâ, büyük ve di
dar þair Mehmet Akif, (Mistik) deðil; fakat küçük ve dinsiz þair Ahmet Kutsî (Mistik)dir.
Namütenahi derin ve seyyaliyetli bir tarif seciyesi olan (Mistik) görüþü, ilmî bir öz hâlin
rife çalýþayým; dinle dostum:
Herhangi bir þeyi, bir maddeyi, bir hadiseyi, onu saran aklî kanunlar dýþýnda tefsir etmek
, onlarda birer içyüz aramak, delâletlerinde gizli bir müessir sýrrý bulmak; iþte (Mistik)
Bu bakýmdan, dinin sadece aklî plânýnda kalanlar, asla (Mistik) deðildir. Zira onlar, düped
bir hakikatin, düpedüz tebliðcileri vaziyetindedir. Herhangi bir dinsiz de, (mistik) m
efhumunun anasý olan din çerçevesinin dýþýnda, herhangi bir madde veya hâdiseyi, o madde ve
senin maverasýna ait bir tefsir tarzýna baðlayýnca (Mistik) olur.
Kaydetmeðe bile deðmez ki, en gerçek (Mistik), topyekûn kâinatýn maverasýna ait mihrak haki
olan ilâhî mânânýn müncezibidir. Yâni perdenin arkasýndaki ýþýðý gören ve ona tutulan...
Fransýz filozofu (Bergson) "Din ve Ahlâkýn Ýki Kaynaðý" isimli eserinde, büyük kudretin yal
stik) görüþten fýþkýrdýðýný belirtir. Zira (Mistik) görüþ, maddeyi aþmak, eþya ve hâdiseler
hamlesidir.
Demek ki, mücerret mânâda (Mistik), þu veya bu mevzua baðlý olmak gibi bir kat'iyet ve muay
eniyetten uzak, içine herþeyi ve her mevzuu alabilecek bir görüþ ve duyuþ tarzý... Onun içi
ki, bir yerde (Mistik) bir tefekkür ve tahassüs edasý görür görmez, hemen sormalýdýr:
- Bu mücerret (Mistik)teki müþahhas hedef ve gaye nedir?
O da size cevap verir:
- Dinî, yahut içtimaî, veya millî, hayýr sadece insanî, yahut da hepsini birden içine alan
(Mistik)...
Dostum, benim dostum!..
Ýþin hazin tarafý, bâzý fikir tulumbacýlarýnýn, (Mistik)le, fodlacý yobazý ayný þey zannetm
Ha, dur, sana þu (Mistik) tefekkür ve tahassüs tarzýnýn günümüzdeki kýymet derecesine ait b
deyim:
Artýk ayan beyan bir vakýa olmaya baþlamýþtýr ki, günümüzün genç adam örnekleri, tamamiyle
fleriyle materyalizmaya zýt bir inanma ihtiyaciyle cayýr cayýr yanmaktadýr. Bunu binbir
alâmetten,anlýyoruz. Bu hâl, senin için. yâni dünyayý ruhçu zaviyeden görenler için. misils
ret haberidir. Genç adam, dünya kýyametinin içinde ve doðmak üzere bulunan dünyanýn eþiðind
ozmos) çizgilerini müjdeleyen kafasýný, ruhçu ve milliyetçi (Mistik) anlayýþýn elmaslarýyla
aþladý. Üzerinde hiçbir zaman ve mekânda tam ve hâlis bir murakabe kurulamayan ve dünyanýn
caðýndan gelme tesirlere karþý canevi açýkta býrakýlan genç adam, bugün, içindeki hâlisler
ersiz ve yapmacýksýz, rehbersiz ve delilsiz, kendi kendine kýymetler muhasebesini neti
celendirmiþ, safýný bulmuþ ve yolunu seçmiþ görünüyor.
Bir zamanlar Babýâli caddesinin gaflet karanlýðýnda, kaldýrým fareleri gibi koþan fikir müs
tçýsý þairlerle, (broþürcü)ler bu müdafaasýz genci misil istismara kalktýlar, hatýrlamalýyý
Bu zaferin sahipleri, daha dün hokkabaz düdükleri içinde sesleri boðulmak istenen ve (bay
Mistik) diye anýlan bîr kaç kalem sahibidir. Güneþin doðuþu ile batýþý arasýndaki 12 saatli
içbir zaman razý olmýyan (bay Mistik), özlediði Ýstikbâle kavuþmak üzeredir.
Senin ne olduðuna, sizin ne olduðunuza gelince, bunu (Mistik) kelimesi gibi, âdi, züppe
ve orta malý bir mefhum âleti asla tercüme edemez. Nasýl ki, Kandilli'de sahilhâne sahibi
Fransýz (Kontu)nun salonunda süs için bir köþeye atýlmýþ iþlemeli seccade, ele alýndýðý kad
ndi öz mânâsýný haber vermekten mümkün olduðu kadar uzaktýr.
Sen, benim dostum, sadece müslümansýn; ve bütün duygu ve düþünce feyzini Ýslâm ruhunun kayn
vvufdan almaktasýn; hepsi bu kadar!..
(1944)

DEVRÝLEN AÐAÇ
Dön de bak, dedi, bana Tanrýkulu, þu aðaca bak! Ve üzerinde düþün! Düþün ki, güzel ve sonsu
lüðü, erginliði, olgunluðu, tek kelimeyle kemâli, ondan daha iyi gösterecek bir örnek bulun
Aðaç, madde ve ruh gibi, herþeyin bir dýþ ve bir iç yüzünü, toprak üstünde ve toprak altýnd
arlýðiyle çizgi ve biçime sokmuþ bir remzdir. Yapraklarýnýn kýldan ince damarlarýný daha ka
ta birleþtiren, sonra bütün bu saplarý birer dala baðlýyan. bütün bu dallarý derece derece
i dallara iliþtiren, daha sonra bütün bu daha iri dallarý tek ve ana bir gövdede düðümliyen
sonra topraðýn içine dalýp karanlýk ve esrarlý bir kök âleminde tekrar kollara ayrýlan, ha
ipe, ipten sicime, sicimden ipliðe, her kola gittikçe daha ince baþka kollara bölünen, her
baþka kolu, gözün göremiyeceði ve hesabýn tutamýyacaðý inceliklere ulaþan, muhite doðru na
çok, merkeze doðru namütenahi toplu ve tek, bir þahsiyet muvazenesinin ne eþsiz örgüsüdür.
Ýnsanoðlu, dünyaya ayak bastýðý gündenberi aðaç, onun gözünde çözülmez bir bilmecedir. Kýþý
ikametleri gösteren dallariyle çýrçýplak ve kupkuru, bekler, O zaman, o bir çekmece gibi ka
alýdýr. Çok geçmeden bu çekmecenin kapaðý aralanýr. Ýçinde sakladýðý cevher görünmeye baþla
samelerinden yeþil yapraklar fýþkýrýr. Tabiatýn en girift nakýþlarýný çerçeveliyen çiçekler
Fakat, o, henüz eserini vermiþ deðildir. Bütün bunlar, gelmek üzere bulunan bir eserin þenl
. Nitekim biraz sonra çiçekler dökülmüþ, yapraklar eskimiþ ve dallarda birer kandil gibi ýþ
miþler belirmiþtir. Bu yemiþler, her biri bir aðaçtan gelen ve her biri içinde birer aðaç g
en bu yemiþler, açlýk ve susuzluða göklerin indirdiði çarelerdir. Açlýk ve susuzluðu dindir
tazyadan çýkmak, ezelî ve ebedî derde ilâç olmak deðil midir? Biraz sonra, o yine yapraklar
ek, gene yalçýn bir çekmece hâlinde kupkuru kalacak, korkunç istikametleri gösteren kemik p
rmaklara benzer dallariyle kaskatý donacak ve daldýðý rüya içinde yeni verimi, rahimde bir
uk gibi geliþecektir.
Böylece her mevsim devrini tekrarlýyan aðaç, dipsiz gökleri dolduran alemlerin ahenkli ve
inzibatlý devirleri altýnda, büyük varlýk orkestrasýnýn vahdet ve sonsuzluðu hikâye eden, d
sýcak birinci kemanýný andýrýr. Aðaç insanlara neler öðretmedi? En eski dillerde iyilik, f
bilgi aðaçlarý birer düstur oldu. En eski çaðlarda, geniþ alýnlý ve kývýrcýk sakallý düþün
toplandýlar. Zaten insanoðlunun dünyaya düþüþünü anlatan, Þeytan ve Kadýn unsurlarý yanýnda
etiþtiren Aðaç nedir?
Aðaç, bize, dünyaya geldiðimiz günden bugüne kadar içimizi dolduran anlama ve araþtýrma hýr
myasý biçiminde görünüyor. Gözlerimiz ona daldýðý zaman, garip bir (rönsgen) ýþýðý altýnda,
llu iskeletini görmüþ gibi ürperiyoruz. Sanki bu fevkalâde þahsiyetin hendesesýndeki nizaml
içinde Allahin sýrlarý yatan ruhumuzun hasret çektiði nizam arasýnda gizli bir anlaþma sezi
uz.
Bak, dedi, bana Tanrýkulu, þu aðaca bak! Ve üzerinde düþün!
Aðaç, bir plândýr; bir Ýnsanýn, bir ailenin, bir zümrenin, bir cemiyetin ve bütün varlýðýn
madde üzerinde düðüm düðüm örgüleþtirmiþ, þekilleþtirmiþ bir plân...
Tohum, kök, gövde, dal, yaprak, tomurcuk ve yemiþ... Herþey bunlar arasýndaki ahengi anlam
ak ve kurmaða baðlýdýr.
Sonra Tanrýkulu, birdenbire doðruldu, gözlerini alabildiðine açtý, hiç de âdeti olmayan bir
da ânî ve keskin bir heyecana düþercesine dikildi; ve kýsýk kýsýk, acý acý fýsýldadý:
- Aðacýn ne olduðunu anladýn! Aðaçlar arasýnda en mükemmeli insan ve cemiyettir. Þimdi de b
an çevir, tarihe, bizim tarihimize döndür ve bak! Orada, koca bir aðacý, dört asýrdýr, balt
balta, yalnýz yere devirmek, topraða sermek ve belirttiði büyük vahdet ve nizam ölçüsünü ku
çalýþanlarý göreceksin!..
(1944)

AHLAK DÂVAMIZ
Tanrýkulu, bugün, ne güzel ve muvazeneli bir öfke içinde:
- Bir ses kütlesinin âzamisi, maddî mânâda en aðýr ses hamulesinin vahidi ve derecesi nedir
ilmiyorum; bileyim veya bilmiyeyim; vatanýmýn en yüksek noktasýna çýkýp seslerin en yükseði
aykýrmak ihtiyacýndayým: "Bütün mes'elelerimiz bir tarafa!!! Bizim dâvamýz tek!!! Ahlâkýmýz
n, gösterin, belirtin; bütün hayat ve faaliyet þubelerimizde baðlý olduðumuz ahlâk kökünün
?? Biz hangi ahlâka baðlýyýz?? Ve kuruttuðumuz köklere karþý, bugünkü ruh aðacýmýzýn, (dall
de, içi kurt dolu yemiþlerle yüklü olduðunu görüyor muyuz??? Görüyorsak ne duruyoruz??? Dur
ne umuyoruz??? Suratýmýza bir takým teselli pudralarý sürerken, ruhumuzun tâ Ýçinden yanýp
muzu, hangi yýlýn, hangi mevsimin, hangi ayýnda, hangi gün, saat kaçta anlýyacaðýz??? Ne gü
r:
- Lâfýn gerçeði: Dâvalarý, idarî, içtimaî, iktisadî, sýnaî, ilmî, siyasî, edebî, beledî, sý
a ayýrabiliriz. Fakat biz, þimdilik, buna benzer dâvalardan hiç birine muhatap olmak ehl
iyetinde deðiliz. Bizim bir tek dâvamýz olmak gerektir: Ahlâkî dâva!!! Söylüyor:
- Ruh ve ahlâk, herhangi bir fayda mevzuunda, insan iradesini hayra yöneltecek tek müe
ssir olduðuna göre, bu ana müessir üzerinde herhangi bir inhiraf, artýk baþka þubelerdeki i
raflarýn o þubelere mahsus çerçeveler içinde düzeltilmesini imkânsýz kýlar. Beni anlýyor mu
lâ balmumundan yapýlmýþ bir heykel topyekûn erirken, o heykelin kayan burnunu, düþen gözünü
e kopan kolunu ayrý ayrý, müstakil olarak düzeltmeðe kalkmaktan birþey çýkmaz. Heykelde, bü
surlarýn tecelli zemini olan topyekûn ruh ve ahlâk dâvasý bütünleþmeden, herhangi bir Ýdarî
tisadî, sýnaî, ilmî, siyasî, edebî, beledî, sýhhî ve daha bilmem kaç türlü dâvayý mevziî çe
tmeðe kalkmak; biraz evvel iþaret ettiðim gibi vebalý bir hastanýn dudaðýndaki çatlaklara (
) sürmekten farksýz olur. Söylüyor:
- Müthiþ ve muazzam ahlâk dâvamýzý þube þube ele almadan; ve Ardahan'daki çobandan, Ýstanbu
daðý mahallesinde, Fildiþi Kule sokaðýnda oturan mustarip ve bezgin münevvere kadar herkesi
kucaklýyabileceði müþahhas bir plâna dökmeden evvel, mes'eleye sadece umumî ve terkibi bir
is koyalým:
Bir kadýna, bir eve, bir manzaraya, bir gazeteye, terkibî gözle, topyekûn bakar bakmaz a
ldýðýmýz intiba gibi, kendi kendimize bir bakýþta hemen kestiririz ki, biz þu ânda, ahlâk z
nden bedahetlerin bedaheti hâlinde fýþkýran bir iflâs panayýrý arzediyoruz. Okyanuslarda, a
an sularýn birdenbire çekildiði bir gemi; iþte bizim ruh ve ahlâk manzaramýz... Bir zamanla
Okyanuslarda batan (Titanik) gemisinde olduðu gibi. yolcularýn çoðu bu geminin kamarala
rýnda ve salonlarýnda, tam bir zevk ve sala þuursuzluðu Ýçinde yuvarlanýrken, güvertede, bi
muztarip ve münzevî müþahedeci, vaziyeti görmektedir: "Sular, altýmýzdan yýldýrým hiziyle
! Bir saniye sonra kumlarýn ve kayalarýn üstündeyiz.'!!" Söylüyor:
- Vaziyet hakkýnda muayene ve müþahedelerimizi iki usûle istinat ettirebiliriz. Biri, ol
miyaný göstermek ve olmaya davet etmek... Öbürü, olaný görmek... Olmayan, olmasý gerekirken
cut bulunmayan þeylerin manzumesi... Bu da, her (rejim)in, her þeyden evvel tesisine
mecbur olduðu, bütün, tamam, eksiksiz, tezatsýz bir ahlâk telâkkisi... Ve ayrýca, bütün ce
, topyekûn ruhunu teþkil eden mukaddesatýn istinat ettiði iman ve mefkure zemini... Ýþte bi
de olmýyan þey... Olmadýðýný göstermek ve olmaya davet etmek zorunda olduðumuz þey... Soral
- "Ýnkýlâbýmýzýn; misilsiz bir kurtuluþ hamlesine dayanan inkýlâbýmýzýn, bize gösterebilece
iksiz ve tezatsiz bir ahlâk telâkkisi var mýdýr? Varsa nedir? Bunun kitabý, Örgüsü, kanunu
esi, tatbik sahasý nerededir? Ve ayrýca, bügün cemiyetin topyekûn ruhunu teþkil eden mukadd
satýn dayandýðý iman ve mefkure zeminimiz üstünde neler var, yahut neler yok?
Bütün cemiyetin topyekûn ruhunu teþkil eden mukaddesatýn dayandýðý iman ve mefkure zeminimi
nelerin yok olduðunu saymaya, nefes, kuvvet, zaman, hiçbir þey yetiþmez. Fakat nelerin
var olduðunu, bir kaç kelime taslaðý içinde belirtebilirim. Müthiþ bir baþýboþluk, imansýzl
e, inkâr, sara ihtilâçlarý, nebatî ve hayvaný sahada tam bir insiyakîlik ve nefsanîlik; iþt
Ve þöyle bitiriyor:
- Ben sana ne dedim? Bizim ne idarî, ne içtimaî, ne iktisadî, ne sýnaî, ne ilmî, ne siyasî,
debî, ne beledî, ne sýhhî, ne filân, ne falan bir dâvamýz var; dâvamýz bir, ahlâkî!!!
Ve bütün vatan halkýný, gece yarýsý, donla ve gömlekle evinden fýrlayýp meydanlarda toplanm
et eden bir dehþet edâsiyle bu mevzu ele alýnmadýkça, kurtuluþumuzun müzakere usûlü dahi bi
olacaktýr.
Sana bu iþin bir tarihçesini çizeceðim!..
(1944)

O TARÝHÇE
Sordum:
- Kaskatý bir teþhis ve apaydýnlýk bir vuzuh... Onun için kýsa kýsa ve apaçýk cevap verir m
bana?
- Kýsa kýsa ve apaçýk sor, kýsa kýsa ve apaçýk cevap vereyim!
- Türk cemiyetinde ahlâk, en bozuk ânýný yaþýyor. Öyle mi?
- Türk cemiyetinde ahlâk, bu cemiyetin kendisini bildiði ândan bugüne kadar, hiçbir mislini
ve benzerini görmediði, hattâ göremiyeceði þekilde en bozuk ânýný yaþýyor!
- Ahlâkýmýz ne zamandanberi bozulmaya baþladý?
- Kemâl ve haþmet devrimizden sonra... Eþya ve hâdiselere, zaman ve mekâna tahakküm kudreti
i kaybetmeðe baþladýðýmýz ândan baþlayarak...
- Bunu maddî tarih ölçüsiyle tâyin edemez misiniz?
- Kanunî Sultan Süleyman'dan sonra diyebilirim.
- Sükût, ânî. tepeden inme mi oldu?
- Hayýr! Gayet tedricî...
- Bunun merhalelerini göstermek ister misiniz?
- Kolaylýkla... Tam 4 merhale... Birincisi çok uzun. ikincisi uzunca, üçüncüsü ve dördüncüs
- Bu merhaleler?
- Birinci merhale, gerileme devrimizin baþýndan, yâni Sarý Selim'den Tanzimata kadar sürer
. Ýkincisi, Tanzimattan Meþrutiyete, üçüncüsü, Meþrutiyetten Cumhuriyete; dördüncüsü de Cum
güne kadar...
- Sükût farklarý, devreler arasýnda gittikçe daha büyük bir mikyas mý belirtiyor?
- Tam mânâsiyle... Yuvarlanan bir cisimde, gittikçe artmasý tabiî olan hýz gibi...
- öyleyse, içtimaî illet ve mesuliyeti, ilk devrede mi bulmamýz icap ediyor?
- Hayýr! Ýlletin baþlangýcý ilk devrede olmakla beraber, öbür devreleri illeti önlemek yeri
a yenilerini ilâve etmiþ; böylece, her devrenin illete kattýðý yeni müessirler müstesna, se
eriye doðru halkalanýrken, üstüste katýlan müessirlerin yeniliði ve büyüklüðü yüzünden de i
eþmeye baþlamýþtýr.
- Demek ki, mesuliyet böylece, maziden hâle doðru gelmek yerine, hâlden maziye doðru gidiy
or.
- Tamam! Fakat maziye doðru gittikçe, daima daha hafif, daha masum, fakat kuvvetli b
aþlangýç mesuliyetleri bularak...
- Ýlk merhaledeki, ani kemâl ve huþmel devrimizi takip eden Tanzimata kadar gelen sükût çýð
ahlâk bozukluðunun sebebi ve içyüzü nedir'?
- Aþkýmýzý, vecdimizi kaybetmeðe baþlamýþ olmamýz...
- Anlayamadým; lütfen izah eder misiniz?
- Islami ruh ve ideolocya, sâf bir aþk ve berrak bir vecd olmaktan çýkýp, üstünde ham ve ka
softa (ipini üretecek þekilde donmaya, kabuk tutmaya baþlayýnca, ortada, ruh yerine, yob
azlarýn þahsî ve keyif tefsirlerine kurban, ölü kalýplardan baþka býrþey kalmadý. Böylece (
) perdesi altýnda harekete geçen nefsânîlik, ruhumuza ilk zaaf tohumlarýný ekmeðe baþladý.
- Teþhisinizi biraz daha geniþletir misiniz?
- Tarihimizin her devrinde korkunç bir yokluk temsil eden büyük Türk mütefekkirinin, büyük
hsî Türk filozofunun meydana gelmeyiþi yüzünden, Ýslâmî ruh ve ideolocya, büyük fütuhat ham
geçmez, yeni tefsirlere, yeni nefs muhasebelerine, yeni heyecan ve hamlelere, bilh
assa sabit ve devamlý bir (Site - Medine) mefkuresine ulaþtýrýlamadý. O sýralarda (Rönesans
Yeniden doðuþ) ismiyle doðan Batýnýn, madde âlemi üzerindeki, idrâk ve ihata hakkýna yabanc
bir edâ içinde tereddi çýðýrýmýz açýlmýþ oldu. Bu çýðýrýn kahramaný ham ve kaba softa, ahl
lýk ve nizam seciyemizi kör bir nefsânîliðe çevirdi; ve din bayraðý altýnda dinin ruhu tahr
irken, ahlâkýmýzýn kaynaðý bulundýrýlmaya baþladý.
- Gösterdiðiniz sebeplere dayanan ilk ahlâk sükûtumuz, o devirde hemen bütün cemiyeti sarma
baþladý mý?
Hayýr! Ýlk ahlâk sükûtumuz, yalnýz saray, hükümet, idare mekanizmasý ve orduya münhasýr züm
patlak verdi; ve bundan Türk ailesi, evi, Türk köyü, yâni Türk cemiyet protoplazmasý, uzun
et mâsun kaldý. Zira bu cemiyet, ahlâk ve hassasiyetini Ýslâm ruhundan almýþ ve onu, baþlýc
desatý hâlinde, kendisiyle idare mekanizmasý arasýndaki tezada raðmen asýrlarca devam ettir
iþtir.
- Teþhisinizi biraz daha ilerletemez misiniz?
- Ýþi geniþ bir tahlil ve teþhise dökecek olursak, dâvamýzý neticelendirmek için, günler de
ile az gelir. Fakat sana, Kanunî Sultan Süleyman'a kadar süren hakikî nizam ve imân devrim
izle, bunu takip eden duraklama ve gerileme devrimizin ahlâklarý arasýnda birer müþahhas ör
ek verebilirim: Aðzýný þaraba deðdiren ilk padiþah, Yýldýrým Bayezid'e, bir câmiin açýlýþ m
erindeki din mümessili, "Cami güzel amma yanýnda bir meyhane eksik!.." diyecek kadar c
esur, saf, samimî, dürüst, mefkûreci, yâni ahlâklýdýr. Bir devir sonra, ayný din mümessiler
arýn, paþalarýn ve kendilerini nebatî ve hayvani içgüdülerine göre her türlü fetvayý vermek
le din adýna dini yýkmaktan çekinmezler. Nizam ve imân devrimizde Türk hükümdarlarýný, Alla
i þeklinde, mukaddes bir mânâ plânýnda gören, itaat ve terbiye heykeli yeniçeri, bir devre
ra, ýslahatçý padiþahý Genç Osman'ýn baldýrlarýný çimdikleyip ona bir (oðlan) muamelesi yap
Hulâsa, bütün aþký, vecdi, nizam ve fedakârlýk duygusuyla bir imân sisteminin ateþi, gizli
kabuk baðlamýþ; yalnýz ölü kalýplarýn nefsanî simsarý ham ve kaba softa tipi, zaman ve mekâ
ak, Ýslâm ahlâkýnýn ferd ve aile köklerine sýðýnan cevherini devlet ve idare plânýnda iflâs
- Devam buyurun, devam buyurun!
Bu dâvayý gelecek karþýlaþmamýzda bitiririz.
(1943)

Ýlk devredeki ahlâk zaafýmýzýn kaynaðýný anladým;


vvecd ve aþk zaafý, böylece meydanýn ham ve kaba softaya açýlýþý... Artýk baþsýz ve rehbers
emiyeti, içinden bir türlü büyük ve hâlis mütefekkirini fýþkirdatamadan, iç ve dýþ müessirl
týnda þaldan ve her türlü nefs muhasebesi imkânýndan mahrum, Tanzimata kadar sürüklenir.
- Ya ikinci merhale?., Tanzimati takip eden devre?..
- Bu merhalede, büsbütün yýlmýþ ve apýþmýþ, bütün irâde ve benliðimizi kaybetmiþ olarak Gar
ermeden, yalnýz dýþ cevreden körükörüne taklitçiliði hengâmesine gireriz. Fikrî kýymeti bu
ir devrenin ahlâkýndan ne beklersin? Artýk devlet ve idare manzumesindeki ahlâk bozukluðu,
tam bir ruh zelzelesinin neticesi hâlinde, mutlaktý. Þair Ziya Paþa ve Namýk Kemâl, bu dev
et ve idare ahlâkýnýn, tam bir þuur ve nefs muhasebesine baðlanamamasýný çekerler. Ýrtikâp,
hafiyelik, iltimas, nizam ve ölçü nefreti, kendini küçük ve mahkûm görme ukdesi, hile ve r
ehasý, tatlý canýný ve aziz menfaatini koruma insiyaki, oluruna baðlama, telif-i beyn" ve
"idare-i maslahat" mizacý hâlinde billûrlaþan bu ahlâk, Tanzimat efendisinin evi ve daires
i ve daha binbir þey arasýnda tam bir tezat ifadesiyle her ân biraz daha kabararak Meþru
tiyete kadar emekliye emekliye gelir.
- Ya Meþrutiyetten sonrasý?..
- Meþrutiyetten sonrasý felâket... Artýk ahlâk düþüklüðü, Türk ferd ve aile plânýnda, benli
aktalarýna kadar yol aramaya koyulur. Bu devirde ahlâk düþüklüðümüz, sadece hükümet ve idar
nde zümrevî[ bir daire teþkil etmekten çýkar; bütün milleti içine alari umumî ve içtimaî bi
anmaya doðru gider. Devlet ve idare ölçüsü bakýmýndan rehbersiz ve baþsýz Türk ailesi, kend
iyadý olarak körü körüne devam eden Ýslâm ahlâkýnýn artýk âile kadrosunda harap olmaya baþl
Tanzimattan beri satýh taklitçiliði artýk yeni, þahsiyetsiz ve köksüz nesillerini yetiþtirm
ata atmýþ; bu nesiller de Türk ailesi içinde, büyük baba ve oðul arasýnda müthiþ bir tezat
eykelleþtirmeðe baþlamýþtýr. Artýk Türk ailesi içinde, zincirleme olarak elden ele teslim e
hiçbir ruh ve an'ane mirasý kalmamýþtýr. Bîr aile içinde herkes birbirine yabancý ve küskü
sin tahlil edemeden sezdiði þey, imâný ve ahlâkiyle bütün bir dünyanýn battýðý, yerine hiçb
emediði, satýh ve deri üstünde binbir cünbüþe raðmen her þeyin kuru bir teselliden ibaret o
Ortada inkýlâp adýna, inkýlâp kelimesinden baþka hiçbir þey yoktur. Daha birçok kof kelime
bir iþ ve hakikat yabancýlýðý... Ahlâk sükûtumuzun artýk bir felâket Ýstidadýný kazanmaya
baþlýca müessir ve mesul, Avrupaya en kötü ve kokmuþ taraflariyle imrenen taklitçi züppe ti
nun sabun köpüðünden edebiyatý; ve (Hareket Ordusu)nun arkasýndan Ýstanbul'u istilâ eden ve
hitlerini kýran Selanik kibarlarýdýr.
- Birinci Dünya Harbine ne buyurulur?
-Birinci Dünya Harbi, bütün dünya imân ve ahlâkýnýn, bütün dünya muvazenesinin altýný üstün
oldu. Bu arada, daima olduðu gibi, hâlis mütefekkirine kavuþamadan, belki saf ve temiz,
fakat son derece bön ve sathî birkaç hareket mefkûrecisinin elinde bu ateþe atýlan Türk ce
eti, iç ve dýþ muhasebe bakýmlarýndan o türlü bir harmana geldi ki, asýrlýk hâdiselerin bir
vermeðe mecbur kaldý: Maddî ve ruhî iflâs tehlikesi!.. Topyekûn mekân ve zaman plânýndan ta
dilmek zoru!.. Bu korkunun (Araf) devresini yaþadýðýmýz Mütareke yýllarýnda Ýstanbul'a akýn
az Ruslar, bugünkü korkunç fuhuþ kasýrgamýzýn ilk dalgasýný körükledi.
- Derken Ýstiklâl Savaþýmýz baþlýyor, deðil mi?
- Evet! Ýstiklâl Savaþýmýz, gerçekten birkaç asýrlýk bir hesabýn yekûnu hâlinde, mekân plân
emiz için üzerimize yürüyen cellât hamlesine karþý millî bir þahlanmadýr. Bu þahlanmanýn mü
þeyini kaybettikten sonra, fezada mekân iþgal etme hakkýný da kaybeden bir milletin, ruhu
nu ve maddesini kuþatýcý binbir hastalýða raðmen ölmemek, yaþamak, sað kalmak irâdesi vardý
Türk milletinin, geçirdiði ölüm buhranlarýna raðmen, ruhunun köþesinde nasýl bir kudret ve
ladýðýna iþarettir. Ýstiklâl Savaþýmýzda, ölmemek iradesiyle þahlandýk; bizden esirgenen me
aldýk; savaþ içinde, bir ân için, böyle bir hamlenin gerektirdiði aþk, fedakârlýk, vazife v
hlâkýndan örnekler gösterdik; fakat mekân hakký zaptedilip de iþ bu mekâný zamanla, yâni fi
durmaya gelince, iþ, tepesi taklak gitmeðe baþladý. Ýþte Cumhuriyet devresi, dördüncü merha
ur! Ýþ, tepesi taklak gitmeðe baþladý; zira yara eski ve tedbir aksinedir. Cumhuriyet devr
esi, öbür devrelere nisbetle çok daha ileri, daha cesur ýslahçýlýk hamlelerine giriþmiþ olm
n, nihayet Garbýn daha ileri, daha kat'î, fakat daima satýh üstü kopyacýsý kalmak an'anesin
eðiþtirememiþtir; ve Ýstiklâl Mücadelesinin þahsiyetiyle eþ; yeppyeni bir ideolocya ve ahlâ
sinden mahrumdur. Cumhuriyetin ham ve kaba softayý, bütün iþ ve söz hakkiyle birlikte tasf
iye etmesi gibi ancak din adýna olmak þartiyle en aziz ve faydalý bir teþebbüsüne karþýlýk,
tle onun saf imân ve ahlâk kaynaðý arasýna çektiði manialar, ruh ve ahlâk buhranýmýzý zirve
Artýk Türk ailesini ve Türk cemiyet protoplazmasýný sulayamaz hâle gelen ahlâk kaynaðýmýz
ya yüz tuttu; buna mukabîl yeni bir ahlâk bina edilemedi; Türk inkýlâbý, yeni bir ahlâk tel
gibi bir borçtan nefsini muaf saydý. Aksine, inkýlâbýn müdür kadrosunda bâzý, unsurlar, þah
le, iyi misal teþkil etmekten uzak kaldýlar. Içki, kumar, fuhuþ, menfaat hýrsý, dalkavukluk
samimiyetsizlik, adamýný kayýrmak gibi menfi hâller modalarý, Üç katlý Türk evi, üst katta
büyük hanýmýn aðlaya aðlaya namaz kýldýðý, orta katta 40 yaþýndaki hanýmefendinin âþýklarý
) oynadýðý, alt katta 18 yaþýndaki küçük beyin (Sving) âhengiyle tepindiðî garip bir tezat
luk sergisi hâline geldi. Baþýboþluk, mektep ve terbiye sahalarýndan sokak ve meydanlara k
adar hiçbir mania tedbirine çarpmadan geliþti. Ahlâk sükûtu, büyük þehirlerden küçük kasaba
rdan köylere kadar daðýlarak, saffet ve ulviyet heykeli Anadolu köylüsünün de ruhunu gölgel
meðe baþladý. Ve nihayet Ýkinci dünya Harbinin korkunç iktisadî ve ruhî þartlarý sökün edin
ane çapýna kadar ulaþtý.
- Eyyy, sonraaa???
- Sonrasý, sonra!!!
(1943)

EDEBÝYATTA EDEP
Türk san'at ve fikir hayatýnda ahlâk bozukluðu "Edebiyat-ý Cedide"den sonra baþlar. Tanzima
tan evvelkilerde ve hemen sonrakilerde ahlâk yerindedir. Þu kadar ki, Tanzimattan ev
velkilerde, ahlâk, bir telâkki ve þuur mihrakýna baðlý bulunurken, Tanzimattan hemen sonrak
lerde, þuuru gevþemiþ bir devam ve itiyat ifade eder. Bir tren ki, lokomotifi bozulmuþ,
fakat ilk hýziyle, kör topal, yürümekte...
Tanzimattan evvelki Türk fikir ve san'at adamý, dünyasýnýn bütün kanunlarýna malik olduðu k
hlâkýna da sahipti. Tanzimat ve tanzimat sonrasý san'at ve fikir adamýnda ise, eski dünyaný
zihin yapýsý yýkýlmaya yüz tuttuðu hâlde, ruh yapýsý yerinde kalmýþ ve tesirleri göze görü
inci Dünya Harbine yakýn senelere kadar ulaþmýþtýr.
Tevfik Fikret, hayatýnýn sonlarýna doðru, fikir bakýmýndan en büyük aksülâmelini hep Ýslâm
mesine ve Allahý inkâr etmesine raðmen, his bakýmýndan ailesinden aldýðý Ýslâmî ahlâk terbi
en sadýk kalmýþ ve dogma'larýný inkâr ettiði bir kaynaðýn, farkýnda olmadan ahlâkýný taþýmý
ifadesidir ve henüz kimsenin gözüne çarpmamýþtýr. Tevfik Fikret'teki garplý tesir, koyu bi
amilyasýndan gelen çocuðun ruhunda, eskiden mevcut "bir terbiye Temeline dayalýdýr. Yoksa
bir garp cemiyeti içinde doðup yetiþmeden ve garplý bir ailenin hassasiyet havasýnda yuðrul
adan veya bu havanýn kendi memleketinde ocaðýný kurmadan garp ahlâkýna tevarüs mümkün deðil
, fennine tevarüs belki...
Ýþte bir þiir cücesi, fakat bir ahlâk devi tanýnmýþ bir þaire, bütün hakaretlerine raðmen h
feyizli kaynak!.,
Evet, Türk san'at ve fikir hayatýnda, "Edebiyat-ý Cedide" sonlarýna kadar devamýna þahit ol
uðumuz ahlâkî bütünlük, eski cemiyetin bellibaþlý bir fikir ve imân mihraký önünde sahip ol
ki, o günlere kadar gizli gizli sürüp gelmiþ ve bu ahlâký doðuran þuur çürümeye yüz tutunc
kurmaya muktedir yeni bir þuurla yerini deðiþtiremeyince içtimaî bir tazyikin Ýfadesi olara
birdenbire patlak vermiþ ve gelen nesillerde acýklý bir ahlâk bozukluðu hâlinde kendini gö
rmiþtir.
"Edebiyat-ý Cedide"nin birbirini tutmak, birbirini sevmek, yaþlýya saygý, gence þefkat, us
taya baðlýlýk kýymetleriyle tecelli eden san'at ahlâký, hemen bir nesil sonra derhal tersin
dönmüþ ve hiçbir miyar sahibi olmadan, birbirini yemek, birbirinden iðrenmek, yaþlýyý tezy
enci tahkir ve ustaya isyan insiyaklarýna çevrilmiþtir.
"Edebiyat-ý Cedide" devrinden sonra gelmiþ ve birer üstad tanýnmýþ iki þair tipi vardýr ki-
t Haþim ve Yahya Kemâl- istidatlarý belki de evvelkilerden üstün olduðu hâlde sýrf yeni bir
at ve dünya görüþüne çýkamamak ve sürüp gelen itiyadî ve hazýrlop ahlâký da devam ettiremem
retli hýrslarý birbirini tepelemek, en büyük (sentez)leri birbirini iplâl etmek ve en canlý
tesirleri gençlere birbirini çekiþtirmeyi ve beðenmemeyi Öðretmekten ileri varmamýþtýr.
Her biri dudaðýnda yeni bir san'at sýrrý taþýdýðýný vehmettiren bu (Sfenks) edalý iki þaire
- Bize birbirimizi çekiþtirmekten ve beðenmemekten baþka ne öðrettiniz?
Diye sorulsa, acaba birinin ruhu, öbürünün de maddesi ne cevap verebilir?
Bu iki þairden sonra, bu âna kadar gelen kademeler ve þahýslar da, yine ayný fikirsizlik v
e ahlâksýzlýðýn parlak örnekleri... Geçmiþ günlerle her türlü alâkayý zayýflatmýþlar, gelec
i alâkaya kavuþamamýþlardýr. Mukaddes an'aneler zincirinden tamamiyle sýyrýlmýþlar, nefsler
eya nesillerinden itibaren devamýna talip olduklarý yeni bir an'ane zinciri Örmek ihti
yacýna düþmemiþlerdir. Her mes'eleyi daima ayný hazin istihza ve bezginlik meþrebi içinde e
almýþlar ve korkunç bir hiçlik ve yokluk boþluðunda horlýyan nefslerini bir put gibi azizle
istemiþlerdir.
Dâvayý þu noktada mihraklaþtýrabiliriz: Ýntikâl hâlinde bir cemiyetle beraber intikal hâlin
san'at, kendi dünya ve kanunlarýný bina edemeyince, fikrî ve ruhî her türlü kýymet iflâsýný
nayýrýný kurmuþtur.
Ahlâk zaafýmýzýn tarihi, fikir zaafýmýzýn tarihinden biraz sonra baþlamýþtýr.
(1944)

FÝKÝR AHLÂKIMIZ
Sana, san'at ve fikir ahlâkýmýzdan tam 15 madde göstereyim:
Birinci madde:
Kendimizden baþka herkes hakkýnda peþin hükmümüz:
"Baþkasýndan bir þey çýkamaz!" Gözümüze ne çarparsa çarpsýn; eser, kitap, hamle, hareket, t
karþýsýnda hemen bu gözlüðü takarýz. Ve gördüðümüze göre deðil, gözlüðümüze göre teþhisimi
"Metelik etmez! Aþþaðýnýn bayaðýsý! Kötü!" Zira, asýl ölçü merkezi, dudaklarýmýzda deðil, k
"Baþkasýndan birþey çýkamaz!"
Bir inanmayýþ ki, tersinden bir inanýþ olarak ifade edilse, inkâr softalýklarýnýn en kabasý
meydana çýkar.
Okumayý, anlamayý, dinlemeyi, duymayý, bakmayý, görmeyi, elemeyi, bulmayý, denemeyi, bilmey
, hâsýlý birinden birþey ummayý aptallýk sayarýz. O evvelden mahkûmdur. Sevimli olmasý, hat
dik ettirebilmesi için tek çare. yazmasý, çizmesi, konuþmasý, davranmasý deðil, susmasý ve
uzda el pençe divan, silinip gitmesidir. Eðer dâvasýnda ýsrar eder, karþýmýza her çýkýþýnda
asvetli suratýný takýnýr, ayný þeyi birkaç kere tekrarlarsa ismi hazýrdýr:
"Deli!"
Bir adamý, bir iddiayý, bir ifadeyi, bir tezahürü, bir hamlede kavrýyan ve bellibaþlý unsur
a irca edip, ya hemen ve topyekûn iptal, yahut hemen ve topyekûn alâka iþareti veren kes
kin seziþlerin hakký inkâr edilebilir mi hiç? Fakat kaynaðý fikrî olan o seziþle, kaynaðý a
inkâr ediþ arasýnda, çöl arslaniyle (bonmarþe) arslaný farký var.
Ýnkârlarýmýz, vicdanýmýzda bir görüþ ve ölçü kutbunun itici ve çekici hükümlerine deðil, ah
dan birþey çýkamaz!" hükmüne dayanýr.
Ýkinci madde:
Ustayý, bizi doðuran ve yetiþtiren tesiri red ve iptal temayülümüz...
Yýkýk bahçe duvarýnýn en yüksek baþýna çýkýp, caka ve þatafat içinde körpe kanatlarýný çýrp
nlý horozlar gibi, her piliç kalem, piliçlikten horozluða doðru nefsanî bir bulûð hummasý g
rmez, tesirinden doðduðu adamý, yâni ustasýný red ve iptal temayülüne düþer:
' Ö, ö, ö, ööoöööü! Meydan bizimdir! O da yok, bu da yok, þu da yok! Ýþte san'at ve fikir g
or! Ne dün var, ne yarýn! Ö, ö, ö, ööööööü!"
Bu zamana kadar þahidi olduðumuz nesil kavgalarýnýn bütün kýstas deðeri bundan ibaret...
Halbuki red ve iptal hakký, tasdik ve imân borcuyla yanyana, son derece ulvî bir nefs
muhasebesinden doðar. Onun sahibi, yataðýna oturur, baþýný iki dizi arasýnda sýkýþtýrýr, ke
alar, daldýkça dalar. Mazisi ve istikbaliyle, dostu ve düþmaniyle, ustasý ve çýraðiyle hesa
Kendisine ve baþkasýna ne borçludur. Kendisinden ve baþkasýndan ne alacaklýdýr, hangi ruhî
maî þartlarýn mirasýdýr, hangi ruhî ve içtimaî miras hazýrlamaktadýr, nihayet taþýrdýðý vey
dî ve manevî hadler nelerdir; düþünür, düþünür oðlu düþünür. Sonra ebedî ve esasi bir kýyme
bi red ve iptal eder.
Bizde bütün bu ýztýrablý iþler yok; aksine, gýdýklanan insanlarýn, üzerlerine bir el uzanýr
k bir hareket yapmalarý gibi, menfi bir ihtibâsýn insiyaký ifadesi hâlinde, ustayý, tesirin
en doðduðu adamý, aile ve an'aneyi red ve iptal etme temayülü vardýr.
Buna, astar tarafýndan giyilen elbiseler tarzýnda, tesir altýndan çýkmanýn deðil, ters ceph
yle tesir altýnda inlemenin misali derler!
Üçüncü madde:
"Zekâ, istihzadýr!" telâkkimiz...
Zekâ... Ýlâhî nimetlerin en büyüklerinden biri... Ýlk insandan beri, zekâya kötü ve lüzumsu
le bakan kimse çýkmadý. Onu, bütün devirler boyunca bütün insanlýk ister, sever ve beðenir.
Zekâ, her iþte olduðu gibi belki istihzada da vardýr. Belki birkaç kuvvetli kalem bunun þuu
ve misalini de vermiþtir. Fakat ne yapalým ki, bu hâdise de ayaða düþer ve ebedî istismara
l açar. Böylece zekâ, ismine lâtife dediðimiz incelikle, istihza dediðimiz kabalýk arasýnda
istikamete çekilmesi mümkün bir ok gibi þaþýrýr kalýr. Ýstihzayý zekânýn su içtiði tek çeþ
musluðun kaç türlü çevriliþi olduðunu, her çevriliþte nasýl bir kývam teþekkül ettiðini, h
leri için, bu musluðu bir hamal gibi açarlar, bir hamal gibi alay ederler. Neticede bu
hareket, bellibaþlý bir fikir ve duyguya sahib bir ruhun gizlediði kýymet hükmünü, onun pe
sitemini ihtar eden zarafetli bir oyun olmaktan çýkar. Her moda þey gibi, kolaylýða, kabalý
bayaðýlýða, fenalýða kaçar.
Bizim istihzamýz da bu soydandýr ve ismi zekâdýr! Onun içindir ki, bizde arkadaþýný en iyi
l eden, onunla en iyi alay edendir sanýlmýþtýr. Ve yine onun içindir ki bütün fikir ve sana
iyasamýz, kâbuslarda bile rastlanamaz cehennem tasvirleriyle dolu bir resim sergisid
ir:
Çekirge vücudu üzerinde at kafasý taþýyan romancýlar... Semiz bir domuz gibi burnu yerde, s
ri bile karnýna çekercesine dolaþan þairler... Akþam üstü bilmem hangi pastacýda bir kurabi
dikten ve gece tatlý bir rüya gördükten sonra sabahleyin müthiþ bir sefahat yaptýðýný ilân
irler... (Frak) giymiþ tahtakurularýna benziyen âlimler... Ve daha neler, neler, neler
...
Dördüncü madde:
Kýskançlýk... Yüzümüzün, merhemsiz, sargýsýz, peçesiz çýbaný... Bir taþýn üzerine çýkýp:
"Kýskanýyorum!!!"
Diye avaz avaz baðýrmamak ve tepim tepim tepinmemek þartiyle kýskançlýðýn bütün tezahürleri
Mahalle aralarýnda, kýskançlýk yüzünden, hiçbir kurþuncu ve üfürükçünün deva bulamadýðý esr
enç kýzlar, bizim misallerimiz -karþýsýnda iffet ve saffet örnekleri...
"Kýskançlýk nedir?" diye bir de Tasavvuf adamlarýna soralým:
"Ruhumuza ait öyle bir maraz ki, baþka her Ýlletin çaresi var, onun yok..."
Sokaktan geçen bir kadýna bir erkek, nihayet bir sihre kapýldýðý ve buna kapýlmaktan nefsin
lýkoyamadýðý için bakar. Ya bir kadýn, baþka bir kadýna nasýl bakar, dikkât ettin mi? Ayný
rin birbirlerine üstünlük göziyle bakýþlarý korkunçtur. Kadýnýn kadýna, köpeðin köpeðe, sah
, 63 numaralý vapurun 71 numaralý vapura, muharririn muharrire bakýþý, vesaire vesaire...
Doðmýyacak bir günün þafaðýnda eserini kaleme almaya niyetli bir müstakbel dehâ tanýyorum k
dostu diye andýðý bir muharririn güya muvaffakiyet kazanmýþ bir eserini, baþtan baþa aleyh
bulunarak Avrupada tedavide bulunan karýsýna göndermiþ, karýsý da eseri, son sahifesine tek
bir kelime ekleyip kocasýna iade etmiþti:
"Kýskanma!"
Yarý yoldan ziyade kýymete yakýn, yarý yoldan ziyade þahsiyetsizliðe uzak bir adam mýsýnýz?
Yazý yazmayýnýz, eserinizi; yazmamak etmeyiniz, niyetinizi; konuþmayýnýz, talâkatinizi; sus
, temkininizi; sevinmeyiniz, neþ'enizi; ýztýrap çekmeyiniz, tahammülünüzü; giyinmeyiniz, el
izi; soyunmayýnýz, vücudunuzu; iþ sahibi olmayýnýz, nüfuzunuzu; iþinizden atýlmayýnýz, kahr
izdeyse yaþamayýnýz herþeyinizi; ve yine elinizdeyse ölmeyiniz; kefeninizi kýskanýrlar!
Tanrýkulu, yüzünde fevkalâde rahatsýz bir tebessüm, sustu. Bahsinin yükü omuzlarýna çökmüþ
- Devam buyurun, devam buyurun! Diye haykýrmaktan kendimi alamadým:
- Devam buyurun! Kurtarýcý teþhis sizin bu sözlerinizde...
- Bekle, dedi, bu mevzuun kasveti altýnda bunalmamak için biraz nefes alalým ve ciðerler
imizdeki havayý yenileyelim. Sonra gene (otopsi)mize devam ederiz.
Beþinci madde:
Karþýlýklý meddahlýk...
Pazarlýklarýn en sefili tarzýnda açýða vurulmuþ bir düstur... Utanmadan, sýkýlmadan, çekinm
r:
- Beni medhedeni ben de medhederim!
Bir gün, þair tanýnmýþ bir zat bana demiþti ki:
- Bu, böyle! Beni medhetmeyeni methedemem! Medhin yolu, lisandaki kaba medih kelim
elerini,
. herhangi birisi hakkýnda ulu orta kullanmaktýr. Yoksa o kelimelerin bir araya geti
rilmesiyle kurulacak bir görüþ terkibi, bir fikir dizisi düþünülemez. Zahmete ne hacet! Kel
lerin kendi kendilerine taþýdýðý âdi ve baþýboþ delâletler kâfidir:
Büyük, güzel, parlak, yüksek, derin, keskin... Ve dolayýsiyle büyük þair, güzel eser, parla
yüksek düþünce, derin duygu, keskin cümle...
Çakýl taþlarý kadar bol ve ucuz olan bu kelimelerden biriyle okþanmýþ bir yazýcý, onlardan
mukabele eder. Karþýlýklý medih kurnasýna otururlar. Yaðlý ve pýrtýk papellere benzeyen ke
le dolu kurnanýn pis suyunu birbirinin baþýndan dökerler. Su, aktýðý yerde toplanýp tekrar
klar vasýtasiyle kurnaya iade edilir ve oradan tekrar baþlara ve tekrar yere ve tekr
ar...
Her ayaða göre potinlerin bile ayrý numaralarý varken, medihçi, en mes'ul kýymet sýfatlariy
hýslar arasýndaki tenasüp derecesini asla göstermez. Muhteþem kâinat tenasübü ortasýnda, kö
bahtsýzý olduðundan habersiz, biricik iþ yasasý olarak yalnýz aldýðýný vermeðe memur iðren
a da sanat kanunu tanýmaz.
Altýncý madde:
Birbirini çekiþtirmek...
Birbirini hatýrlamak kadar tabiî... Ruhlarýmýzda, birbirimizi hatýrlayýcý baþka hiçbir bað,
ai merkezi kalmamýþtýr.
Çok defa, çekiþtirilen adam, çekiþtirenlerin arasýna birdenbire düþer. O zaman baþ çekiþtir
banýna her zamankinden daha saygýlý yer gösteriþi, "Buyurunuz!" deyiþi, arka sývazlayýþý gö
radýr! Ya dinleyiciler? O tebessümler, gözlerinin içinde kýsmak istedikleri ýþýklar, büyük
yarý mahzun, yarý sinsi edasý?..
Samimiyetsizliðin bu efsanevî haddini hiçbir insanlýk devri görmedi.
Fakat, çekiþtirildiðinden bahsettiðimiz bu yeni geleni bir mazlum sanmayýnýz! Ona bu kadar
edbirle yer veren çekiþtirici biraz sonra gidecek ve daha köþeyi dönmeden yeni gelenin num
arasý baþlýyacaktýr.
Yine ayný meclis, yine ayni suratlar, ayni tebessümler, ayný hareketlerle inip çýkan kafal
ar, gözlerin içinde kýsýlmak istenen ýþýklar, bükük boyunlarýn herþeyi kabul ve herþeyi ink
ar vermiþ edasý...
Yeni gelen, beþ dakika evvel ittifakla cahildi; hayýr, siz þimdi asýl gidenin ne nisbett
e cahil olduðunu öðrenin!... Reylerde ittifak... Kim demiþ ki yeni gelen, filân dosta fala
n hulûsu çaktýðý için filân köþeyi aldý; ah, siz asýl gidenin, falan dosta, filân tavassutu
eþebbüste nasýl muvaffak olduðunu bilseniz!... Reylerde ittifak...
Haysiyetsizliðin bu efsanevî haddini hiçbir insanlýk devri görmedi.
Yedinci madde:
Dedikodu...
Kasýmpaþalý Pembâmm, iki büklüm, bastonunu karnýna dayamýþ, büsbütün yere serileceði günü b
mbasýndan, yanýndaki cumbaya fýsýldar:
- Gözlerimle gördüm ayol... Bahçenin tahtaperdesinden baktým da gördüm. Tam dört tane bakýr
Eskiler alayým)cýya yok pahasýna satýp rüküþ rüküþ çarþýya gitti, Dönüþte, koltuðunda boy b
...
Bu ruhu, bütün hayvanîliðiyle san'at ve fikir dünyamýza tatbik edebilirsiniz.
Dedikodu çekiþtirmeden farklýdýr. Dedikodu yapan, bahsettiði þahsýn lehinde mi, aleyhinde m
elli deðildir. O yalnýz, kahramanca havadis verir. hükmü ya yoktur, yahut verdiði havadisi
n sarhoþluðu altýnda bu noktayý belli etmez.
Dedikodu yapan ve" onu dinliyenler, tamamiyle ölü ve karanlýktadýr. Yaþýyan ve aydýnlýkta g
dedikodusu yapýlandýr. Sanki herkes, lâmbalarý söndürülmüþ bir odada çepçevre oturmuþ... O
dik bir merkezden sihirli bir ýþýk huzmesi düþüyor. Bu ýþýk huzmesinin döþeme üstündeki dai
yatro sahnesi halinde, dedikodusu yapýlan þahýs hayretle seyredilmekte... Öbürleri hep kar
anlýkta, hep silik, hep namevcut... Ona gelince, potinini çýkarýþýndan, geceliðini giymesin
diþindeki çürüklerden, ciðerindeki lekelere, astarýndaki yeniklerden, cüzdanýndaki kargacýk
lara kadar, herþeyi. ne korkunç bir alâka öksesi!...
Þahsiyetsizlik ve kifayetsizliðin þaþmaz markasý, dedikodu kabiliyetidir.
Sekizinci madde:
Saygýsýzlýk...
Heveskâr, kendisinden bir evvelkini, tesiri altýnda görünmesin diye saymaz. Üstad, kendisi
nden bir sonrakini, inkarcýsý ve iptâlcisi bildiði için saymaz. Ayný çaðdan dostlar, dostlu
sandýklarýndan dolayý birbirlerini saymazlar. Âdeta saygý, yalnýz enayilerde görülen bir n
avýr ve hareket kekemeliði halindedir. Zamanenin terazisine ve dirhemlerine, davul t
ozu ve minare gölgesi kadar uzak bir nesne...
Karþýlaþan iki kiþi arasýnda beþ dakikalýk bir zaman, ikisinin de cýlk bir lâubalilik çamur
larýna kadar batmasý için kâfidir. Yüz göz olmak... Netice budur! Yüz göz olmaksa, karþýlýk
aynasýnýn birbirinde parçalanmasý deðil midir? Artýk, arada, ne zap-tedilecek bir hayâl, n
datýlacak bir ýþýk, ne hendese-leþtirilecek bir mesafe, ne de aranacak bir sýr... Sadece ik
tarafýn da birbirini harcadýðý, ölü ve "basit" ve karanlýk bir "galiz"; hepsi bu...
Aþksýzlýðýn, imansýzlýðýn, ölçüsüzlüðün sefaletini ifþada, saygý eksikliði, ne hassas bir b
ndi kendisini sömüren mideler gibi, aþksýz ve imansýz ruhlar, ulvî kýymetlendirmelerden mah
kalýr kalmaz, kendilerini ve muhataplarýný; her türlü þahsiyet nakýþlarýný yiyen bir lâuba
býnda eritmekten baþka çare bulamýyor ki...
Dokuzuncu madde:
(Disiplin), yâni zapturapt nefreti...
Kelimesini bile kullanmýya gelmez. Hemen, suratlarýna duman üflenmiþ kediler gibi yüzlerin
i buruþturur, döner, giderler.
(Disiplin), her oluþun, toprak altýnda piþe piþe elmas olmaya giden kömürden, kalb içinde p
iþe insan olmaya giden nâtýk hayvana kadar her oluþun, üstün hakikate karþý teslimiyet sýrr
ci baþlýca usûl þartýdýr. Onun büsbütün olmadýðý yerde hiçbir oluþ tasavvur etmiye imkân yo
nun meydana gelmesi için bile asgarî bir (disiplin) ölçüsüne ihtiyaç vardýr. Kaldý ki, bütü
le insanî tecellinin meydana gelebilmesi için...
(Disiplin) þiirini anlýyabilecek adam, dâvanýn en üstün cephesi olarak, kendi kendini (Disi
lin) altýna alabilecek olandýr. Yâni Büyük Cihadýn namzetleri... Büyük Cihat, milyonluk ord
milyonluk ordularla boðuþmasý deðil, tek kiþinin kendi nefsiyle savaþmasý... Kendi nefsine
rlayacaðý (Disiplin) ile beraber, baþkasýnýn zorlayacaðý her türlü (Disiplin)den kaçanlarýn
ndeki bir arsada, dört ayaðý havada, keyifli keyifli eþelenen sanki hür bir merkepten fark
larý yoktur.
Safkan atlar hemen baþlarýný teslim ederken, mayalarýnda eþeklik olanlara, (Disiplin) yula
r gibi görünür. Bir türlü taktýrmazlar. Ve tekme, çifte, anýrma, zýplama, eþelenme içinde,
na boðarlar. Manzaramýz budur.
Onuncu madde:
(Bohem)lik; türkçesi serserilik... (Bar) kadýný nasýl kendisi için "Ben fahiþe deðilim!" gi
den "Ben artistim!" derse, genç sanatkâr da, içindeki ipsizlik ve sapsýzlýk temayülünün tes
ini þu (kliþe)de bulmuþtur:
- (Bohem)im ben! Yaþasýn (bohem)lik!
Batýdan, hususiyle Fransadan gelme bir tesir... "Sanatkâr, baþýboþ, yersiz, yurtsuz, hercaî
Ýlcaî, dilediði yerden rastgele uçan garip bir kuþtur!" zehabýnýn kurduðu ve iþlettiði oca
(Bohem)lik, bizde, 1918 Mütarekesi nesillerinden baþlar; en had devrelerini o sýralard
a yaþar, müzminleþe müzminleþe bugüne kadar gelir. (Edebiyat-ý Cedide) devrinin (Tavukpazar
) sözü, o zamanki (Bohem)lik temayülüne karþý bir teþhistir.
(Bohem)lik bizde, birkaç Avrupalýda olduðu gibi, sanatkârýn, içinde yaþadýðý cemiyetten hoþ
cemiyetin hal ve istikbaline itimatsýzlýðýný, cemiyetini kendi kýymetleri peþinden çekemem
hkûmiyeti altýnda, onun çizdiði hayat kalýplarý dýþýna çýkýþýný, hülâsa ulvî bir inzivaya ç
riliði, intibaksýzlýðý, intizamsýzlýðý, tek kelimeyle ruh tefessühünü belirtir.
(Bohem)lik, fýrtýna yaklaþýrken boynuz boynuza veren hayvan sürüleri gibi, çökmiye ve kokmý
emiyetlerde, tehlike habercisi miskin cücelerin kurduðu panayýrdýr.
Onbirinci madde:
Nükte hastalýðý...
Allah'ýn, zaman, mekân, þekil, renk, istikamet, mefhum, berþeyden münezzeh mutlak vücudunu,
hoca, bütün had ve kayýtlardan tecride çalýþarak þöyle der:
- Burada deðil, orada deðil, þurada deðil, hiçbir yerde deðil...
Ve Bektaþi, bu ifadeye karþý hemen þu alçak nükteyi konduruverir:
- Þuna yok deyip çýksana iþin içinden!
Dünyada hiçbir örnek, nüktenin, moda tabiriyle (espri)nin, yolunu kaybettiði zaman nereye
kadar gidebileceðini bu kuvvetle belirtemez. Tek baþýna, nükte, baþýboþ nükte, her hâdisede
noktasý arayan nükte; kuru ve sefil mantýðýn, kuru ve sefil istismar çerçevesine serdiði bi
ru ve sefil ipucundan faydalanýp en büyük hakikati bile nasýl idama hazýr bir nesnedir, gör
Ýþte günün nükte hastalýðý, hak veya bâtýl, her türlü nizam çilesine düþman öyle suikastçýd
yerleþtirdiði miskin kestane fiþekleriyle, nerede bir fikir örgüsü bulursa onu delmek, yýrt
, patlatmaktan baþka heves gütmez.
Ýlim, fen, sanat, siyaset, daha bilmem ne adamlarýmýz, mesleklerinde emek ve çile istiye
n kitaplýk ceht sahibi olmak yerine, tembellik ve çürüklükten baþka sermayesi olmýyan tek k
melik ve cümlelik nükte perendecileridir. Onun içindir ki, ortalýk, hangi cephesinden ba
kýlsa namütenahi bir mimarî arzedici büyük hakikatin lif lif çizgilerini arayan ve aradýkça
i terkibinin küçüklüðünden utanan mahzun çehreli (dâva) ve (usûl) kahramanlariyle deðil; he
sapan taþýna kurban eden, kurban ettikçe de kör nefsini pöhpöhliyen (tekerleme) ve (el çab
uðu) þaklabanlariyle doludur.
Hak ve hakikat kutbuna baðlý bir mizacýn, arada bir, biber ve hardal gibi nadir bir le
zzet kaygýsiyle yerli yerine oturtacaðý, sýnýr tanýyan nükteleri bulsaydýk baþýmýza koyardý
i, nükte hastalarý, hardal ve biber nev'inden eþyayý, hem de taklidi ve âdisi olmak þartiyl
, bir yemek içinde deðil, yemek yerine, tencere ve karavanayla önümüze sürenlerdir.
On ikinci madde:
Ýlim sahtekârlýðý...
Fransýzca, tek ciltlik bir hâs isimler lügati... Felsefe, iktisat, tarih, politika, ed
ebiyat, hangi soydansa ona ait tek formalýk ve fihrist bilgisine mahsus bir kitapçýk..
. Ve sonra, nihayeti Fransýzca (isme), (que), (iste), (ie) edatla-riyle biten keli
melerden doldurduðu, ýstýlah bohçasý bir defter... Bundan sonra, sanat ve fikir piyasamýzda
buram buram tüten ilim sahtekârlýðý marsýklarýndan biri olmamýz için birþey daha lâzýmdýr:
Müthiþ bir hayâsýzlýk... Hepsi bu kadar!.. Þimdi aþaðýdaki tâbirleri, sonlarýna birer ölü i
canlý bir iddia ilâve ederek kullanýnýz;
(Mistisizm) dâvasýnda... (Poetik) isbat etmiþtir ki... (Ümanist) araþtýrmalar... (Ýdeoloji)
ksaný...
(Mistisizm) diye bir dâva yoktur!.. (Poetik) hiçbir þey isbat etmez!.. (Ümanist), herhan
gi bir araþtýrmanýn deðil, (Rönesans) devrine ait bellibaþlý bir iþ zümresinin ismidir!.. (
noksaný olmaz; her inanýlan þeyin bir (Ýdeoloji)si olur, (Ýdeoloji) olmayýnca inanýlan þey
demektir.
Bunlara aldýrmayýn!.. Zira kullandýðýnýz tâbirler, incisi düþmüþ istiridye kabuklarýdýr. Bu
dumaný altýnda iç yüzünüz gizli kalýyor ya, siz ona bakýn! Herkes sizi tâbirlerinizin karan
sayesinde âlim sanacak, böylece sizin cehlinizle beraber ilmin öz haysiyeti de gözden ni
han olacak, yâni güme gidecektir.
Garbýn her sahada tanýnmýþ isimlerine izafetle "filân diyor ki, falana göre...".diye ilim s
tanlarýn, bazan bu adamlar namýna lâf uydurduklarýna bile þahidim!
Çilesi çekilmiyen bilgilerin (kerrat cetveli) tarzýnda ezbercileri, yücelerin yücesi ve ul
ularýn ulusu bir zata ait tâbirle, kitap yüklü bir merkepten farklý deðilken, bütün yükü bi
t, bir defter, bir de müthiþ bir hayâsýzlýktan ibaret bir merkebin halini düþünün!..
On üçüncü madde:
Hatýr ve hayâle gelebilecek bütün nevileri ve aletleriyle düpedüz hýrsýzlýk... Ýlim, görüþ,
vzu, buluþ hýrsýzlýðý... Bir hýrsýzlýk ki, malýn, aþýrýldýðý kaynaktan ziyade, satýldýðý zü
Hikayeci, her gün bir hikâye yetiþtireceði gazeteye, yabancý dillerin hikâyelerini, sadece
isimlerini türkçe-ye çevirerek, dayar, Fýkracý, bir zamanlar memlekete bol bol akýn eden A
rupa gazetelerini bulamazsa, Balkan gazetelerindeki fýkralarýn teþbihlerini, buluþlarýný, b
lgi unsurlarýný sömürüp pidesini mayalaþtýrýr. Mizahçý, nerede bîr tekerleme görürse onu ma
bir paçavra toplayýcýsýdýr. Kitapçý veya mecmuacýnýn, çocuk edebiyatý adýna bütün neþrettik
adar ayniyle kopya edilmiþ, yalnýz kaynaklarý bildirilmemiþ Avrupa örnekleridir. Üç beþ fil
n gömleðinden parçalar kopararak yamalý bohçasýna diken âlim, artýk bütün aidiyet ve mülkiy
ettiði bir kargaþalýk kadrosunda, sanki eserini vermiþ olmak gibi bir eda sahibidir. Ve
nihayet herkesin cesareti nispetinde daðarcýðýný doldurduðu ve ne Þark, ne de Garp istikam
nden takibe uðradýðý bu hengâmede, Garp eserlerini, serlevhasý, mehazlarý, tertibi, tasnifi
ve dýþ heyetiyle dilimize çevirip, adýný, muharrir adý yerine oturtan misilsiz açýkgözler,
cesaretsizliklerinden mahcup birkaç nazireci, kabahatlerinin ne olduðunu sormaktan v
e bu hava içinde þahsiyetli bir eser vermiye deðip deðmiyeceðini düþünmekten baþka bir tavý
deðildir.
Temas halinde bulunduðumuz dünyalar arasýnda, nazirecilikten yola çýkýp kuru taklitçilikte
lan, nihayet iktibasçýlýkta da tutunamayýp doðrudan doðruya posa hýrsýzlýðýna geçmek sureti
bir cevheri bünyeleþtiremiyen halimiz ne hazin!.,.
Ruhun çalýnamýyacaðýný, yalnýz alýnacaðýný; alýnýnca da þahsiyetli eser verilmiye baþlanaca
lete düþer miydik?.,
Ve bütün bu kepazelik halleri arasýnda oyuncaklariyle oynayan çocuk gibi, habersiz ve ma
sum görünebilir miydik?
Ondördüncü madde:
Caizecilik...
- (Gök Gürültüsü) isimli bir mecmua çýkarmak Ýstiyorum! Nasýl ismi?
- Ne olacaðýný belli ediyor! Satabileceðini umuyor musun?
- Her sayýdan filân yer 300, falan yer de 500 tane alacak. Filân, filân, filân yerlerden d
e sayý baþýna 200 liralýk ilân... Masrafým zaten 200 lira... Tek nüsha satmasam bile (abone
r kârým... Bazý yerlerin, açýktan senelik vardým tahsisatý da cabasý... Ayda 1000 lira geli
ra demiyeceðim!
Gerçekten ayda 1000 lira gelire para demiyecek olan yukarýdaki hesap, bu iþin yýrtýk esnafý
aþaðýlýk bir zümreye aittir. Fakat iþin zahirde masum heveskârlarý da, filân yerin 300 ve
erin 500 (abone)sinden müstaðni bir kýymet ve revaç cevherine güvenebilmiþ deðildirler. Tür
aizecilik... En iddialý, en küstah isimler altýnda, edebiyat ve fikriyat dedikleri bom
boþ kadronun, mevhum, fakat mücerred itibar çýðýrtkanlýðýný yaparak koparýlan mangýr...
Parayý isteyen de, veren de, bu itibara ne nisbette liyakat gösterildiði üzerinde en küçük
nefs muhasebesi yapmaz. Biri, burnunu yere sürtmüþ bir korkuluk tavriyle isterken, öbürü,
u vaziyeti kabul eden bir aða sýfatiyle toka eder. Böylece halis edebiyat ve fikriyatýn,
ne hakikî satýþ ve piyasa kýymeti kalýr, ne de kendisi; yani eser ve tesir kýymeti... Ve c
izecilik yoliyle, alanýn da, verenin de elbirliði sayesinde, edebiyat ve fikriyat adýn
a, edebiyat ve fikriyatýn köküne kibrit suyu dökülmüþ olur.
On beþinci madde:
Dalkavukluk...
- Týflý, bugün caným sýkýlýyor!
- Niçin paþam?
- Dünyanýn döndüðü hakikati canýmý sýkýyor!
- Emredin bu hakikati deðiþtirsinler ve kitaplara ona göre yazsýnlar! Dünya bugünden itibar
n dönmesin!
Þarka ait, Þarkýn tefessüh devrine ait eski bir sýfat... Hattâ Þarklý, Avrupalýnýn tepesind
zekâsiyle, bu tipi, menfi tarafýndan korkunç zarafetlere kadar götürmüþtür:
"Mümkün ola padiþahým belki derya tutuþa"
Fakat onlar, bugünün dalkavuklarý deðil; bugünküler, âþâr tahsildarlarý derecesinde kaba, k
cularý derecesinde kalbsizdir.
Görünmez kudretin himayesindeki zavallýlara karþý en sert ve huþunetli bir ahlâkýn mümessil
rhangi bir suretle herhangi bir kuvvetliye rast gelince, en sert Ýnkýbazdan en yumuþak
ishale, yani zalimlikten dalkavukluða geçerler.
Dalkavuk bir nevi uyuz kaþýyýcýsýdýr. O kaþýr; ve sýrtý kaþýnanýn yüzü, tatlý bir gevþeklik
k, bunu, gayet hünerli ve girift âletlere, göze görünmeyerek yapar, böylece efendisinin kaþ
uzuvlarýný ve kaþýnma ayýbýný gizleyebilirdi. Bugün hem bu uzuvlar meydanda, hem de fiil aç
Saygý ve baðlýlýkla bu iþi nasýl birbirine karýþtýrabiliriz? Birinde aþk ve fedakârlýk vard
tamah...
Bunlardan biri, sonsuz, kurtarýcý, aydýnlýk, ölmez gibi sýfatlarý, kalbinde, o sýfatlarýn k
isimlere baðlarken; öbürü, yalnýz dilinde, geçiciye sonsuz, batýrana kurtarýcý, karanlýða
z vasfýný yakýþtýrýr.
Daha bir çoðu var ya; hatýrýma bir madde daha geldi:
Fikir hafiyeliði...
Günün takip modasý kimin ve neyin üzerindeyse, fikir hafiyesinin gözü, yalnýz isim ve kabuk
rafýndan, o istikamettedir. Bir adam, bir sohbet, bir yazý, bir mecmua, bir gazete,
hülâsa bir fikir ve temayül hakkýnda, alâkalý farzettiði, adamý olduðu iþ ve makam sahipler
ler götürür, seciyeler çizer, tefsirler yapar, teþhisler koyar.
Veyl, fikir hafeyisinin çizdiði dünyayý hakikî dünya diye kabul edecek iþ ve maktam sahibin
Devrimiz, güya ruh ve vicdan mezhepleri olarak (izm) ve (ist) edatlarýnýn her cepheden
ve her türlü havailik ve kalpazanlýk tezahürlerine mihraktýr.
(Komünizm - komünist), (Faþizm - Faþist), (Anarþizm - anarþist), (Klerikalizm - klerikalist
, (Rasizm - rasist) filân, falan...
Bütün bu ocaklarýn mensuplarý, nisbet iddia ettikleri þeyin iç yüzüne ait hiçbir þey bilmey
fikir hafiyesi, günün modasýna göre birkaç isimden ve onlarýn telâffuz þeklinden baþka hiç
mez; ve zaten fazla birþey bilip bilmediði meçhul olan iþ ve makam sahibine
haber götürür:
- Bu adam (komünist)tir! Þu yazý (klerikalist)!... O, (faþist) bir ga'zete!.. Filân, etrafý
a (anarþist)lik yayýyor! Falanýn gayesi. (rasist)lik!..
Bunlardan hiçbirinin, hakikatte kendilerinden ve ne olduklarýndan haberleri yokken,
fikir hafiyesinin de meselâ "Galata kulesi" diye haber verdiði hakikatte "bostan kuy
usu"; "Kýbrýs adasý" diye iþaret ettiði, hakikatte "Van gölü"; ve "lüfer oltasý" diye göze
kikatte
"þeytan uçurtmasý"dýr.
Veyl, fikir hafiyesinin çizdiði harita üzerinde hareket emri verecek iþ ve makam sahibin
e!
(1945)

HOROZ DÖÐÜÞÜ ve BABIÂLÝ AHLÂKI


Bir horoz doðüþüne götürdüler beni. Ufak bir meydanda, horoz döðüþü merakýnýn, hususî bir k
da toplandýðý bir cemaat... Herkes yere çömelmiþ döðüþü bekliyordu. Arada bir, meydana bir
horoz kendisine hayranlýkla bakanlar arasýnda þöyle bir dolaþýyor, sonra kümesine kapatýlý
nisi çýkartýlýyordu. Döðüþten evvel yapýlan bu merasim, birbiriyle döðüþecek horozlarý seçm
asýnda kumarý canlandýrmak içindi. Fakat Allahým!.. Bu horozlar ne garip þeylerdi!..
Ben esasen horoz sevmem. O bana kahramanlýk tavrý takýnan bir sahte vekar halinde görünür.
ilkat sanki onda, bayaðý þatafatlar ve saltanatlarýn ne kadar âdi duracaðýna dair bir misal
zýrlamýþtýr. Tavuklarý içinde dik baþiyle geziþi, týrnaklariyle kanadýný ut çalar gibi sýyý
anýnda herkesten evvel uyandýðýný bir kaç bin kere haykýrýþý, bence tam bir sahte vekarýn t
. Nitekim kendisinden biraz daha kuvvetli bir horoz görünür görünmez, veya önünden bir insa
yahut bir çöp arabasý geçer geçmez tavuklardan evvel telâþlanýþý, yaygarayý basýþý ve dev a
ardaki yalancý çalýmýna uygun deðil midir? Bunlar her gün, her yerde rastladýðýmýz tabiî ho
akat döðüþ horozu âdi horozdaki bu karakterin, her þeyi keyif ve menfaatlerine göre Ýstisma
n ellerde, tam bir sisteme sokulmuþ þaheserini temsil ediyordu.
Dediðim gibi, döðüþ horozu olarak ilk defa gördüðüm bu hayvanlar ne garip þeylerdi! Her bir
kel kafalardaki boþluklar gibi derilerinin kýrmýzý çýplaklýðýný arzeden yoluntular vardý. K
gözü akmýþ, kiminin gagasý kýrýlmýþ, kiminin bir kanadý kopuk... Horozun kibrit kutusu kada
bir güzellik var mýdýr bilmem ama, tabiî horozlara nazaran döðüþ horozlarýnýn yüzlerinde,
Kasýmpaþa cadýsýnýn çirkinliði ve yýrtýklýðý vardý. Yanýmdakilere sordum;
- Neden bunlarýn göðüsleri tüysüz? Kel kafalar gibi boþ?
- Sahipleri bunlara her gün idman yaptýrýr. Yüksek bir duvara bir iþkembe asar. Günlerce ho
ozu aç býraktýktan sonra, gagalasýn diye iþkembenin Önüne býrakýr. Horoz iþkembeye atýlýrke
göðsü duvara çarpa çarpa tüysüz kalýr, sandalcý eli gibi piþer, nasýr baðlar. Böylece horo
rbelerine mukavemet edebilecek bir hale gelir.
- Ya bu düþmüþ gagalar, kopmuþ mahmuzlar, çýkmýþ gözler?.
- Onlar da bu zamana kadar yaptýklarý kavgalardan aldýklarý yaralar ve hatýralardýr.
Döðüþ baþladý. Ayný biçim ve çirkinlikte iki horoz karþýlaþtý. Boyunlarýndaki tek tük tüyle
n üzerine atýldýlar. Bir iki dakika geçmemiþti ki, ikisinin de yüzü kan içinde kaldý. Seyir
n biri baðýrýyordu:
- Yaþa be Çil horozum... Bir tokat daha, bir tokat daha!
Ben horozlarý gagalariyle doðüþür sanýrdým. Meðer bu ikinci bir silâhmýþ. Asýl kuvvetli sil
birbirlerine attýklarý tekmelermiþ. Erbabý bu tekmelere tokat diyor. Tokat yiyen horozun
taraftarý ise þöyle haykýrýyordu:
- Sen de ona aþket! Sen de ona patlat! Yaþa, bir daha!... Göreyim seni Telli Turna, bi
r daha, bir daha!
Halbuki Çil horoz da, Telli Turna da, ayni saadet veya felâkete namzet, hakikatte ay
ný hýrpalanýþýn sefaleti içinde, nöbetle birbirlerine tokatlarý yaðdýrýyorlar ve ikisi de k
ulanmýþ, her an biraz daha kesilerek sahiplerini memnun etmeye çalýþýyorlardý. Nihayet Çil
z mu, Telli Turna mý, hangisi bilmiyorum, birdenbire kümes istikametinde, her halde
ihtiyat olarak alýkoyduðu bir kuvvetin yardimiyle kaçýverdi ve döðüþ bitti. Meydanda kalan
Turna veya Çil horoz, suratýnýn delik deþik haliyle, gözlerinin kenarýndan sarkmýþ kanlý d
lariyle, bir baþka döðüþte ayni þeyin baþýna gelebileceðinden habersiz, müstekreh bir sesle
kere öttü. Kendisine âþýk sahibinin kollarý arasýnda zafer meydanýný terketti. Kaybeden kum
r mahzun mahzun ellerini ceplerine götürürken baþka bir taraftarýn sesi duyuluyordu:
- Ah þu bizim horoz yok mu? Akþamlarý onu karþýmýza alýp sahibiyle beraber raký içmek o kad
za gider ki!...
Ýþte, eskiden ismine (Babýâli), þimdi de (Ankara caddesi) dediðimiz bu meydan, bu cinsten h
rozlarý yetiþtirmek hususunda, tahtakurulu evler, tifolu nehirler ve sýtmalý bataklýklar g
ibi, bünyesini devamlý bir istiklâl içinde korumuþ, içtimaî bir mesuliyet taþýr.
Horoz misalindeki mazur hayvancýk, çýplak,-vahþi, iptidaî bir (Nefsi Emmare)nin halis örneð
ve o hayvan etrafýndaki gayretler de, bu (Nefsi Emmare)nin kýymet hükümlerini ve piyasa
sýný temsil etmez mi?
Türkiye'nin uzun zamanlar fikir ve edebiyat merkezliðini yapan bu meydanýn yegâne beðenilm
iþ ve en çok mürit kazanmýþ ananesi de, ayný hayvaný (Nefsi Emmare)nin döðüþ ve oyununu en
tipleri bulmak, yetiþtirmek ve beslemek hususundaki tabiatine dayanýr. Bir nevi yaðlý d
erinin, bir nevi böceði doðurmak ve beslemekteki hali gibi.
Bu tabiatý ona kimler aþýladý? Tarihi ne zamandan baþlar? Bunlarý öðrenmeye ne lüzum, ne de
rdýr. Buna yeltenmek, Yeniçeri ordusunda ilk âsinin veya Ýstanbul'da ilk külhanbeyinin kim
olduðunu tetkike kalkýþmak gibi mânâsýz bir tarih oyununa çýkar. Ömrü 40 - 50 senenin için
kadar baþsýz bir kaynaktan gelip, ebed kadar sonsuz bir denize aktýðý hissini veren bu sec
iye deresinden, herhangi bir zaman ve herhangi bir mekânda alýnacak bir maþraba su, ki
myagere, daima ayni maddeleri taþýyan bir rapor yazdýracaktýr. Fikir ve idrâk iþkenceleri i
de kan ve tere batmýþ insan beyninin tek hýrsý olan hayat hamlesi ve meçhulü feth hummasý,
da yerini tek ve aziz bir cevhere býrakmýþtýr.
Bu cevherin ismi (nefs)dir. Sabah kahvesini zamanýnda içmediði için evinin içini alt üst ed
n ve komþusunun kýlýcýndan, mahalle imamýnýn sakalýna kadar týrnaklarýný uzatmadýðý yer býr
fslerinden daha kaba bir nefs... Þüphesiz ki (nefs)lerin de mütekâmil olanlarý vardýr. Ýslâ
asavvýflarýna göre (nefsi emmare)den (Nefsi Levvame)ye çýkan nefs, bu ikinci kademede, ken
dini bir fikir ve bir telâkki tarzýna isnat edebilecek hale gelir. Fikirle (nefs) ar
asýndaki sýký ve karanlýk baðlarý görmemek ne mümkün? Fakat bir meþe kütüðü kadar sert ve ç
lk ve hayvaný halini, üzerine bütün bir fikir sisteminin kabartmalarýný çýkaracak surette y
k ve (nefs) kütüðünün bütün hýrslarýný, o (rölye)lerin hayâl ve muhafazasý yolunda sarfetme
u mânada (nefs)in fikir ve imandan farký azdýr. Böyle bir (nefs) hüviyetin yapacaðý döðüþ v
teklif etmekle varacaðý netice, tehir, terzil, teþhis ve tanzife yarar ki, ona can ku
rban... Onu kendimize, dostumuza ve herkese korkusuzca tavsiye edebiliriz, bu ik
i (nefs) arasýndaki farký basit bir zekâ anlýyamaz.
Fakat ilk ve iptidaî mânasýnda (nefs), köpeðin kemiðine baðlý oluþu gibi, hasis menfaatleri
a-larýna ve hayvani insiyaklarýna maðlûptur. Hiç bir muhasebesi, kendisiyle hiç bir ihtilâf
dâvasý olamaz. Kendisinden emin ve hoþnuttur. Vicdan azabý duymaz; içinden ulvîliðe benzer
r ses geçmez; endiþe, kapýsýný çalmaz. Kafanýn tek þerefi olan hicaptan ve kuvvetin ilk þar
ffetten tamamiyle sýyrýlmýþtýr. Pöhpöhleniþi var, kahramanlýðý yok; iddiasý var, fikri yok;
atý yoktur; sanki Allah nurundan mahrum ettiði bu bedbahtýn içinin zindanýný gayet rahat gö
rip onu teselli etmiþtir.
Ýþte, Babýâli'nin döðüþ horozu þeklinde þöhretini yapmýþ, parasýný toparlamýþ ve taraftarla
- Yaþa benim Çilli horozum!
Nidalariyle mest olmuþ olan bazý tipleri, bu neviden basit birer (nefs) halinin mümess
illeridir. Bu halleriyle kazandýklarý muvaffakiyet, þiirleriyle, hikayeleriyle, fikirl
eriyle, tenkitleriyle uyandýrdýklarý alâkadan çok daha canlý olduðu için, pazýya kuvvet, bu
bol madeni iþletirler. Böylece hem muhitlerinin, kendilerinden evvel bu hususta bir
tarih ve maziye malik olan seciyesini beslemiþ, hem de o seciye ile beslenmiþ olurla
r.
Bunlar hakikatte filân devirden günümüze kadar gelen bir zincirin hakir birer halkasý ve dü
aratýlýþlar serisinin halis (prototip)leri olduklarý halde, açýk gözlülükleri sayesinde kaz
atlik alâkalarýn fâni aynasýnda, filân ve filân fikir sisteminin, filân ve filân sanat tarz
ileri gibi görünürler. Bu, bilerek veya bilmeyerek en büyük yalanlarýdýr. Her hangi bir mez
ismini taþýyan mefhum ister hak, ister batýl olsun, bunlarýn yanýnda bir haya ve namus te
msil eder... Makine mühendisliði iddia eden bir adamýn tenekeci dükkâný iþletmesi gibi, en
r heyecanýný, yazdýðý hicviyelerde bulan þairler, en büyük tenkit zevkini, çalýþtýðý gazete
anlarý, onlardan iðrenmesine mukabil 5 liraya methettiðini söylemekte arayan münekkitler,
en büyük nükte kabiliyetini ruhiyle de, bedeniyle de temiz bir þairin kitabý vesilesiyle,
(bu þairin elleri kirli) demekte gösteren nüktebazlar, en yaman tahlil kuvvetini mahal
le çocuklarýný bile tiksindirecek bir eda Ýle (bayým mistiktir amma pilâva da bayýlýr, kýzl
otomobile de biner) tasvirinde bulan ve kendi ifadesine ve kendi kendisine (bir
zümrenin toptan teþhiri) mükâfatýný veren fýkracýlar ve daha buna benzer tiplerin kâffesi,
bütün hacimleriyle minicik bir ruhiyat kanununun çerçevesi içinde mahsus ve ondan öteleri h
düþünülmiyecek ve konuþulmýyacak insanî yüz karalarýdýr. Bunlarýn hiç
99
bir dâvalarý yoktur. Sað, sol. Ýleri, geri, bütün fikir sistemleri, bunlardaki en kaba (nef
) gayretinin, en kaba peçesi hükmündedir. Zira her fikir sisteminin ve her felsefenin
bir ahlâk telâkkisi olmak lâzýmdýr. Hiç bir yenilikleri de yoktur. Zira Babýâli ortasýnda y
iþme, döðüþ-me ve söðüþme ehramýna taþýdýklarý (aþlardan çok daha büyüklerini taþýmýþ bahad
r. Kýskançlýk ciðerlerini basiller gibi yiyecek, kendilerini öldürmeye kendileri kâfi gelec
ve zaman onlarý, bir daha anmamak suretiyle affedecektir.
Bu muhitte, fikir, þahsiyet ve yenilik sahibi olmanýn tek çaresi, her þeyden ve her fiki
rden evvel bu ahlâký reddetmek, bu ananeyi parçalamak, bu zincirin bir halkasý olmaya ta
hammül etmemek ve (fikir)in izzetini, yeni bir ahlâk telâkkisinin temiz perdesi üstünde ak
settirici þartlar ve seciyeleri Babýâli'ye aþýlamak olacaktýr.
(1946)

SÖZDE MÜNEVVER
Sözde münevver, hiçbir þeyin iç yüzünü bilmez, her þeyin posasýný bilir. Sözde münevverin r
, cesedini görmediði hiçbir þey yoktur.
Hakikat bir geyik ve sözde münevver bir avcýysa, bu avcýnýn vurduðu avdan yediði þey onun t
rýyle boynuzlarýdýr.
Avcý, geyiðin yüreðini, ciðerlerini, beynini ve böbreklerini iþkembesiyle barsaklarýnýn içi
ak Ýaþenin yanýndan uzaklaþýr. Bu cevherli ve canlý unsurlarýn anlaþýlmamaktaki kabahati ne
lar derinin altýnda ve gizlidir. Yürekle týrnak arasýnda bir de yumuþaklýk ve katýlýk farký
Sözde münevver, her þeyin sertiyle kabasýný anlar. Onun hakikati "Ölü ve kaba hakikattir. O
bildiklerinden rasgele birkaç madde;
1 - Dünya yuvarlaktýr.
2 - Yirminci Asýrda insan hürdür.
3 - Musiki ruhun gýdasýdýr.
4 - Fransýz inkýlâbý dünyanýn en büyük inkýlâbýdýr.
5 - (Greta Garbo) da cinsî cazibe vardýr.
6 - Edebiyat cemiyet içindir.
7 - Ey nurlu garp medeniyeti!..
8 - Amerikada demokrasya...
Ve arzý yuvarlak görebilmek için onu göz önünde ne kadar küçültmek lazýmsa o kadar küçültül
lar:
Beþer, vatan, millet, halk, insan, hâkimiyet, hak, ahlâk, kanun... Bakisi bir gramofon
plâðý: Yaþasýn hürriyet, müsavat, adalet, aman...
Öz hakikat, sözde münevverin bildiði hakikatin tersine daha yakýndýr:
1 - Dünyanýn yuvarlaklýðý, dünya hakkýnda en kaba, en bayaðý malûmattýr.
2 - Ýnsan Taþ Devrinde hürdü. Yirminci Asýrdaysa esir olmasýnda mahzur yoktur.
3 - Musiki ruhun gýdasý olsaydý, dünya yabanî ruhlarýn ördüðü bir devedikeni tarlasý deðil,
bahçesi olurdu.
4 - Fransýz inkýlâbý dünyanýn en küçük inkýlâbýdýr.
5 - (Greta Garbo)da cinsî cazibe gibi duran þey, tipik kadýn aptallýðýdýr.
6 - Edebiyat cemiyetten baþka her þey içindir.
7 - Ey karanlýkta yarasalar gibi kendisini duvardan duvara vuran Garp medeniyeti!
8 - Amerika'da demokrasya veya veba...
Fikir, bir bal peteði gibi derin ve kudretli ferdin kafasýndaki kovandan alýnýp bandroll
u kutular içinde mektebe, gazeteye ve kahvehaneye sürüldüðü dakikadan itibaren bu esrarlý m
ndan her yiyen sözde münevver olur. Fikrin ondan sonraki ismi, yaftali hakikat ve ma
lûmattýr.
Yüzlerce, binlerce, milyonlarca sözde münevver, bu kuru malûmatý böbreðin kum taþýmasý gibi
inde enterneden taþýrlar.
Ýnsan kafasýnýn sanatta, lâboratuvarda, yerde ve gökte aradýðý þey bütün insanlýða kepçe ke
n senede yetiþecek müstesna insanýn beyninde eriyip mucizeli bir iksir terkibi yapmak
içindir.
Hakikatte iki hâlis ve þahsiyetli insan tipi vardýr:
Bîri hiçbir þeyi bilmiyen köylü ve aþaðý sýnýf halk, öbürü her þeyi bilen, doðurucu ve idar
Ve iþte þimdi yeryüzü, bilhassa memleket yüzü, bu sözde münevverlerin, meydanlardaki iþaret
eri gibi "Geç, dur, kal, çek, git, gel!" cümbüþleriyle ferman fermandýr. Kendilerini, sözüm
münevverlik hakkiyle nas yumurtlama mevkiinde gören bu þifasýz budalalar, her mefhumu t
ers tarafýndan kullanarak "Ýleri, geri, güzel, çirkin!?." hükümlerini, her ileri tanýdýklar
laka geri, her güzel bildikleri þey de mutlaka çirkin, bilhassa þu mevzu üzerinde topluyor
lar.
- Sizi gidi mürteciler; softalar, yobazlar, kapkara cahiller, her Ýleri hamleye set çe
ken geri ruhlar!..
Eðer bu bedbahtlar, bildiklerini sandýklarý þeyleri tam bilseler veya hiç bilmeselerdi, be
lki kendilerine cevap vermek imkâný bulunurdu.
(1947)
OKUYUCU
Okuyucu... Okuyucunun beðenmediði... Okuyucunun sevdiði... Okuyucunun unuttuðu...
Okuyucu...
Okuyucu kimdir?
Muharriri, canilerde vicdan azabý, sinir hastalarýnda sabit fikir ýsrariyle takip eden
, onun her girdiði yere giren, her çýktýðý yerden çýkan, yazý yazarken arkasýndan satýrlarý
pritizma masalarýnýn davetlileri gibi, zaman, mekân, hail, mâni tanýmýyan bu etsiz, kemiksi
, çehresiz, sikletsiz cin kimdir?
Kýrmýzý renkli tramvay arabasýnda gazetesini iki eliyle arþýnlamýþ, þu ensesinden seyrettið
dam mý?
Kadýköy vapurunun güvertesinde, kemikli ellerine boðulmuþ bir kedi yavrusuna benzer bir me
cmua sýkýþtýrmýþ, gözünü dalgalara ve saçýný rüzgâra vermiþ, þu malruþ harp zengini kýlýklý
Koltuðunun altýnda incitmekten korktuðu kadife bir ciltle týpýþ týpýþ yürüyen þu haným kýz
Kahvehanenin mermer masasýna, morgta bir ceset çýplaklýðýyla serdiði gazete ölüsünü yumrukl
saçlý, münakaþacý genç mi?
Þu gözlüðünü arayan ihtiyar mý? Þu kitapçýyla konuþan gölge mi?
Kim?
Sabah akþam, yalýnayak baþýkabak binlerce müvezzin avaz avaz aradýðý ve yanýna gelen herkes
iki saniye meþgul olduktan sonra tekrar aramaya koyulduðu o meþhur gaip kimdir?
O, ne saydýðýmýz tiplerden biri, ne de onlarýn ve onlar gibilerin hepsidir. Onlardan baþka
kuyucu, olmasa da okuyucu onlardan baþkadýr. Çünkü okuyucu müþahhas olduðu zaman ismi artýk
u deðil "Defterhane memuru Hadimünnas bey" gibi, mesleði ve göbek adý neyse odur.
Onun bütün kudreti gizliliðindedir. Her meçhul ve hudutsuz þey gibi o da, içimizdeki âlemin
rarýný üzerine aksettirdiðimiz muhayyel ve mefkûrevî bir mahlûktur.
Onu bayaðýlaþtýrmamýþ ve hayattaki benzerlerinden ayýrmýþ olan her kalem sahibi, gözünün de
le öbürlerinden ayrýlýr.
Tevfik Fikret "Rübab-ý Þikeste"sinin baþýnda okuyucu ile þöyle hasbýhal eder:
Size ey bilmediðim görmediðim kariler
Size ithaf ile neþreyliyorum bunlarý ben
Size ithaf ile - zira ne için ketmedeyim-O sizin bilmediðim, görmediðim gözleriniz
Ben bu ümmit ile teþyii hayat etmedeyim.
Fikretin bu görüþündeki okuyucu, eski zaman küçük beylerinin cumba arkasýnda sezdikleri, fa
görmedikleri besleme kýzlarý kadar bayaðýdýr.
Bir zamanlar Ýstanbul'a gelen avam romancýsý bir Fransýz, Beyoðlu'nda bir kütüphaneye günün
saatini baðlamýþ ve kitabýný alan her okuyucuya el yazýsiyle bir ithaf hediye etmiþti. Yahu
daktilo kýzlarýnýn kahramaný olan bu adamýn Amerikanvarî ticaret kafasiyle yaptýðý bu bayað
ir muharrir okuyucuya yýlýþamaz. Buna mukabil en aþaðý kitap tabýnýn 15.000'den eksik olmad
ekette, eserini birkaç yüz nüsha bastýrýp rasgelen almasýn diye üzerine yüzlerce frank fiat
n örnekler yaþýyor. Ýki derecenin tipik numuneleri olan bu iki muharrir, birbirlerine na
zaran farklarýný, þuurlarýn altýndaki okuyucu telâkkisiyle Ýfade ediyorlar. Sanatkârýn için
em benlik her büyük artistte ayrý bir tecelliye maliktir. Büyük sanatkâr (Bodler), bu benli
kemirir gibi gördüðü okuyucuya:
Riyakâr kari, benim benzerim, benim kardeþim! diye hitap ediyor. (Bodler)in bu mýsraý göst
eriyor ki, onun kari diye seyrettiði þey, kendi içinden fýþkýrttýðý bir vehim heyulasýndan
eðildir.
Yukarý seviyede her yazýcýnýn kafasýnda karî mefhumu, arýnýn iðnesi ve akrebin kýskacý gibi
ine ve kendi uzviyetine yapýþýk, fakat herkesten ziyade kendisini sokan bir ýstýrap ve nef
ret uktesidir. Yoksa okuyucu, her þeyi mefkureleþtiren sanatkârýn beyaz duvardaki gölgesin
den baþka ne olabilir?
Evet, sanatkârýn beyaz duvardaki simsiyah gölgesi ama, þu teþhis farkiyle:
Mücerret hüviyetiyle okuyucu, üstün insan olmak davasýndaki muharririn, ona, bütün küçük ta
ar eden; ve onu, büyük tarafiyle her ân arkasýndan koþup kendisini avlamaya davet eden kor
kunç ve cilveli bir mizan, bir nefs muhasebesi remzidir.
(1947)

KUMAR
Nüfusumuzun yüzde beþi, yani bir milyon kiþi, bu yeryüzünde bir kaç hususiyetiyle dört Kral
bilir mi? Buna evet diyemem! Amma nüfusumuzun yüzde elli beþi, yani on milyon kiþi, iska
mbil kaðýtlarýndaki dört kiralý, bütün imtiyazlarý, salâhiyetleri ve muvazaalariyle belirte
Buna da hayýr diyemem!
Dedi:
- Bizde bir milyon satan kitap görülmedi. Halbuki son zamanlara ait bir (istatistik)
ifadesine göre, iskambil kâðýdý destelerinden senede bir milyon satýlmakta ve bu satýþ bil
ek midesini yarýlayamamakta...
Dedi:
- Þimdi ihtimali bir hesap göziyle en nazik cephe, bu bir milyon destenin, bir milyo
n tane lokum gibi birer defada yutulup eritilemiyeceðinden, boyuna ve boyuna ele g
eçtiðinde ve bu bakýmdan, acaba kaç kiþiyi felâket çemberi içine alan bir ifade olduðunda..
Dedi:
- 20 haneli bir köyün kahvesindeki iskambil kâðýtlarýnýn manzarasýný gören, bir desteyle en
e oynanmadan kâðýtlarýn bu hale gelemiyeceðini kestirir. Eyvah; demek ki. kifap misaline gö
e bir milyon, yani bir milyar kere okunan yapraklar!.. Ya bu bir milyar kiþinin bi
rer kere, ya bir kiþinin bir milyar kere. ya on milyon kiþinin yüzer kere aldýðý menfî ders
Dedi:
- Bu girift hesabýn altýndan kalkýlamýyacaðýna göre, habasetmaap kumar hazretlerinin, kâðýd
r tertipleriyle memleketimizde en aþaðý on milyon kiþiye derece derece hâkim olduðunu iddia
edebiliriz.
Dedi:
- Masum çocuklar, yerinden kýpýrdayamaz hastalýklýlar, kendinden geçmiþler ve doksanlýk iht
ar bir tarafa; ruhî ve uzvî karar ve hareket kývamýndaki insan kadromuzdan, ya bu iþi hiç b
r þekliyle bilmeyen ve tatbik etmiyen kaç kiþi var? Aman mücadeleyi bu tarafýndan kurcalamý
alým; zira ilk tahminimizi ters tarafýndan mübalâðalý gösterecek bir neticeye çýkabiliriz.
Dedi:
- Kumar, bir (heva-yý nesimî) tabakasý gibi bütün dünyamýzý çepçevre kaplamýþtýr. Kumarýn h
a girmediði tek mekân yoktur.
Evde kumar, nakil vasýtalarýnda kumar, sokakta kumar, otelde kumar, kahvehanede kuma
r, hapishanede kumar, hastahanede kumar, sonunda (hane) eki olan her mekân isminde
kumar; ve en korkuncu, þehrin güya içtimaî ve maþerî çehresini ifadelendirici kulüplerde v
fillerde, yani kumarhanelerde kumar...
Dedi:
- Filân Anadolu kasabasýna gidiyorsunuz: Sizi, Ýleri gelenlerin toplandýðý bir mekâna davet
iyorlar- Nereye çaðýrýldýðýnýzý soracak olursanýz, þehir kulübü, ticaret kulübü, bilmem ne
lar alacaksýnýz.
"Oralarda ne yaparlar?"
"Buluþurlar, konuþurlar, aile oyunlarý oynarlar!.." Boynu bükük bir nezahet ifadesi içinde
ile oyunu dedikleri þey, kumarýn, insaný kör destereyle kesen en haþin nevilerinden hepsid
ir.
Nüfusu yüz binden aþaðý çerçeveleri kastettiðimiz kasabada, otel, han, hamam, kahve ve birç
umarhanedir.
Ya kalabalýk þehirlerde?
Otellerin çoðu, kahvahenelerin hepsi, damgalý semtlerin batakhaneleri, güya þýk ve kibar sý
ing attýðý bazý kulüpler, bazý semtlerin bütün ev ve apartmanlarý, elektrik kadar yayýlmýþ
zumesi halinde, muhteþem kumar þebekesini örgüleþtirmektedir. Bu þebekenin, sadece sefil ve
a muhteþem mekân farklariyle kol baþýlarý, sýrasiyle þunlar:
Meslekten kumarbaz ve serseri... Ýpten ve kazýktan kurtulma damgalý iþsiz ve mekansýz... A
mele, meçhul esnaf, belirsiz tüccar, enayi þöhretinde büyük açýkgöz taþralý zengin tipi...
, delikanlýlar, tahsil ve terbiye kaçaklarý, þýklýk, zamparalýk ve asrî hayat mefkûrecileri
a sonra aile, genç kýz ve dul kadýn örnekleri; etrafýnda kýzý, "karýsý, oðlu, metresi, dost
uðu vesairesiyle kelli felli zat numuneleri, edalarýndan kuvvet ve þöhret iddiasý sýzan eyy
mgüderler...
Kasaba ve þehirde kumar, girintili çýkýntýlý kasaba ve þehir dünyasýnýn bütün sekenesiyle,
içinde çalýþtýðý ve hayat elmasýný yakýp kömüre çevirerek zevklendiði bir maden ocaðý manza
Dedi:
Bir hikâye anlatayým: 1914 Dünya Harbinde, Ýngilizlerin aldýðý bazý esirler Hindistan'da bi
mp)a yerleþtirilmiþ... Arkasý üstü istirahat, her ay baþý Ýngiliz lirasýyla maaþ... Keka!..
ar?.. Gelsin kumar!.. Bir gün kumar yüzünden bir cinayet çýkýnca, Ýngilizler bütün kumar âl
alarýný yasak etmiþ... Fakat kumarbazlar, þu rüyalarda bile görülemez buluþla, yasaðý çiðne
ermiþler... (Kantin)den kutu kutu lokum satýn almýya baþlamýþlar... Herkes bir masanýn baþý
lanýyor, önüne bir lokum koyuyor ve muayyen bir parayý da lokumun altýna sürüyor... Birisi,
indeki havluyla sinekleri kovup kaçýrýyor... Kýpýrdamadan, nefes almadan bekliyorlar.. Ýlk
inek, ilk defa kimin lokumuna konarsa, lokumun sahibi bütün paralarý alýyor!!!
Kumarýn bu efsanevî haddi, onun bütün dünya çapýnda belirttiði ruh çarpýklýðýnýn yekûn hatt
paralarýn numarasýndan, gelip geçen otomobillerin plâkalarýndaki tek ve çiftlere kadar kum
r...
Dedi:
- Kaskatý ve düpedüz bir teþhis yolunda yürüdüðümüz için, hâdisenin, ferdî, içtimaî, tarihî
de fazla derinleþmeden, kýsa bir terkib goziyle öz-leþtirelim: Son bir asýrdanberi birçok m
l'et ve cemiyet kadrosunda, aslî medeniyet ve iman baðlarýnýn ruhlardaki pörsüyüþüyle berab
lâk, bozulan sinir, kaybolan muvazene ve müeyyide, uçup giden aþk ve hürmet, felâketin (mis
ik) neþ'e ve tesellisini kumarda aramýþ; ve gazla yangýn söndürmeye kalkmak gibi bir cinnet
hamlesi içinde iþ bu hale gelmiþtir.
Dedi:
- Kumar, ahlâk dâvamýzýn, maddî ve zahirî tedbirler bakýmýndan önlenmesi en kolay ve basit
.
Dedi:
- Ýþin zor tarafý, ruh cephesi üzerindeki terbiye ve telkin tarafýdýr. Týpký içkiden nefret
enin zorluðu ve þiþeyi ortadan kaldýrmanýn kolaylýðý...
Dedi:
- Kumarý, bütün tatbik þekilleri, bütün âlet ve edevatý, bütün takým ve taklavatiyle yasak
tadan kaldýrmak...
Dedi:
- Ýnceden inceye bütün sebep ve netice kutuplariyle bir kanun çýkartmak, kumarý kat'î ve mu
k surette yasak etmek; ve memlekete, baþta iskambil kâðýdý olmak üzere dýþarýdan bütün kuma
alarýnýn girmesini ve içeride bunlarýn taklidini önlemek...
Dedi:
- Kumar âlet ve vasýtalarýnýn gümrük vesair resimlerinden devlet hazinesine giren para, kum
r tam mânasiyle yasak edilince kazanýlacak iþ hacminin verimine nisbetle, Uludaðýn yanýnda
ir kum tanesi olacaktýr.
Dedi:
- Bu yasaktan sonra, tavan arasýndan tiren kompartýmanýna, kahvehane köþesinden hamam soðuk
uðuna, mahfil masasýndan yatakhane battaniyesine, þehirde yangýn yerinden daðda katýr semer
ne kadar bütün delikleri göz göz týkamak...
Dedi:
- Yalnýz bu kadar basit ve dayanmasý kolay bir payanda, binanýn baþka cephelerine öyle baþk
payandalar davet eder ki, baþlýbaþýna ve gerçek mânasiyle bir kurtuluþ hareketi teþkil ede
(1945)

SARHOÞLUK
Bir gazetede gördüm: At pazarýnda boþanmýþ ve bir Ýhtiyar kadýnýn elindeki testiyi kýrmýþ b
t üç buçuk satýrlýk hâdise kadar ihmalli bir kemmiyet ve keyfiyet kadrosu içinde bir haber.
1943 yýlýnýn 11 ayýnda 200 milyon lirayý biraz geçen raký istihlâki, 1944 yýlýnýn ayný ayla
ilyon 317 bin lirayý bulmuþ!
Ve Tanrýkulu bana emretti:
- Rakýnýn kilosu 7 liraya... Þu rakamý 7'ye taksim et bakalým, 11 ayda raký istihlâki kaç k
utuyor?
Emir, yerine geldi:
- Tam 40 milyon 331 bin kilo... Yani 40331 ton... Fýsýldadý:
- Eðer bu rakýyý faraza Kanada'da getirtseydik, her biri 2000 ton mayi alan büyük sarnýç þi
rinden tam 21 tane vapurumuz olmalýydý?
Mýrýldandým:
- Demek, ayda aþaðý yukarý 4 milyon kilo raký içiyoruz! Birasý, þarabý, votkasý, filâný, fa
olmaksýzýn!..
Manalý manalý gülümsedi:
- Fakat bunu 18 milyon nüfusumuzu nisbet edersek büyük bir þey tutmaz!
Hayretler içinde atýldým;
- Aman efendim, adam baþýna ayda 223 gram eder!
- Eh, adam baþýna ayda 223 gram çok mu? Apýþtým, kaldým:
- Bilmem!..
- Bilmelisin! Adam baþýna düþen ayda 223 gramlýk hesabýn içinde, kundaktaki bebekten bulûð
az yukarýsýna kadar kýzlý erkekli, en aþaðý 4 milyon çocuk var. Ayrýca, bir ayaðý mezarda i
hastalar, içemiyenler, alamýyanlar... Demek ki, nüfusumuzun dörtte birinden fazlasý fiilen
ve maddeten Ýçebilme iktidarýnda deðildir. Bu takdirde adam baþýna ayda 223 gram, bir kilo
a çýkar. Bu nüfusun yarýsý da kadýn... Kadýný bir parça tenzih edelim! Etti mi, adam baþýna
o! Ýþte rüþd ve hürriyet çaðýnda, iktidar ve imkân sahibi, en güçlü ve kuvvetli, en verimli
tli nüfusumuz içinde, tek ve çift hesabiyle biri içse de, öbürü içmese, yalnýz raký istihlâ
ayda 4 kiloyu buluyor!
Baþým, göðsüme düþtü. Onu, görmeden dinliyorum:
- Her gece Ýstanbul'un bellibaþlý semtlerinde, sokaklara bir yol halýsý serilmektedir. Han
i dolak þeklinde üstüste sarýlmýþ yol halýlarý vardýr ya; bir itiþte kendi kendisine yuvarl
Ýþte bu yol halýlarýnýn Ýstanbul sokaklarýnda açýldýðý saat, gece yarýsý; açýldýðý semtler
eci, Bahkpazarý, filân...
Ýstanbul'da, ana caddelerden geçip de bu korkunç yol halýsýndan baþka bir noktaya basmak im
yoktur. Vapurda, tramvayda, otomobilde bile ayný yol halýsýndan parçalar... Eh, baþýmý alýp
trene atlar ve ondan kaçabilirim diye düþünebilirsiniz deðil mi? Trene girer girmez görürsü
baþtanbaþa ayný yol halýsiyle kaplý bir mekândasýnýz. Bazan kompartýmanýnýzýn penceresini
e tabiî manzarayla halleþmekten gelen bir unutkanlýk içinde mahud yol halýsýný kaybedecek o
sanýz, merak etmeyiniz, onu ilk durakta, gecenin veya gündüzün kaçýnda olursa olsun ihtimam
a yere serilmiþ bulacaksýnýz. Gidin, gidin, gidin; Erzuruma, Kars'a, Urfa'ya, Van'a, A
ntakya'ya, Edirne'ye kadar gidin... Ýstasyonda, handa, köyde, kasabada, otelde, mand
rada ayný halý...
Bu halýnýn üstünde, kadýnlý ve erkekli, gençli ve ihtiyarlý, alimli ve cahilli, muktedirli
li, her sýnýf ve her þubeden insanlar, ruhlarýndaki boþluðu, saçý sakala karýþtýran ve ciðe
ra ulaþtýran hazin bir levha hâlinde abideleþtirmektedir.
Yaðlý parmak izleriyle bezeli þiþe kýrýðý, köpeklerin bile koklamadan kaçtýðý kokmuþ meze a
le hayat hakký býrakmýyan zehirli ispirto kokusu ve hayâl ile lisaný birbirine darýltan iðr
arhoþ kusmuðunun Ördüðü halý!..
Baþýmý kaldýrdým. Dinliyorum:
- Ýçinde 40 milyon 331 bin kilo raký bulunan bir havuz düþünün! Terkos gölü büyüklüðündeki
Türkiye'nin tam 11 aylýk raký istihlâkinin karþýlýðý vardýr; yalnýz raký istihlâkinin... De
e içtimaî mânâya bitiþik, riyazi ve iktisadî mânâsýný belirttiðim dâvanýn, þimdi doðrudan d
ini ve bu cephenin riyazi ve iktisadî ifadesini ister misin? Bu cephe, içinde 40 mil
yon 331 bin kilo raký bulunan havuzdan tüten buhardadýr. Düþünelim; bu buharýn výcýk výcýk
nlarca vicdan, þuur, muvazene, kalb, beden ve madde ne hale gelecektir? 40 milyon
331 bin kilo rakýnýn buharý içinde, II ayda kaç bin dayak, kaç bin sövüp sayma, kaç bin yar
kaç bin cinayet, kaç bin dolandýrýcýlýk, kaç bin sahtekârlýk, kaç bin hýrsýzlýk, kaç bin yo
ulsüzlük, kaç bin rüþvet, kaç bin ihtikâr, kaç bin dikkatsizlik, kaç bin kaza, kaç bin inti
n hastalýk, kaç bin cinnet, kaç bin ýrz düþmanlýðý, kaç bin âile kundakçýlýðý, kaç bin sefa
atilliði zebanisi tütmektedir? Ve bütün bu menfi istidad ve istihlâklerin kötüden iyiye çek
k, bellibaþlý ve müsbet bir fayda, iþ, emek ve gelire çevrilmesi, doðrudan doðruya kurtarýc
iinde bulunan ve her kýymetin anahtarý olan ruhî ve ahlâkî dirilticiliðinden baþka, sadece
a ve madde deðeri olarak memlekete ne getirir?
Tanrýkulu içini çekti; sonra birdenbire Öldürücü okunu niþangâhýna oturttu:
- Ah; yalnýz bu suali düþünmek, akýllanmaya da, büsbütün aklýný kaçýrmaya da yeter! Akýllýl
, Ýyiliði, kötülüðü býrak bir tarafa; yoksa biz, sadece ve kabaca deli miyiz??? Evet, insan
darî ve içtimaî ölçüleriyle insanýn bu kadar büyük bedahatleri görmemesi için tek kelimeyle
esi lâzýmdýr.
(1945)

Kendini bir ân için, konuþtuðun dilden, yazýlý olduðun nüfus kütüðünden, hafýzandan, hâtýra
dan tecrit et! Böyle yap ve bütün insanlýk kadrosuna þâmil, mücerret bir akýl ve idrâkten i
al! Ve böyle yaptýktan sonra, elini, mevzu olarak Türk cemiyetine uzat!
Ne görürsün?
Acaba mücerret insan ve cemiyet mefhumunun bugün ulaþmýþ bulunduðu müsbet ve menfi merhalel
de, mücerret tekevvün dâvasý olarak, Türk cemiyeti derecesinde mes'ele yüklü baþka bir örne
ilir misin?
Bu cemiyetin, ilk kaynaðýndan baþlýyarak bugüne kadar ulaþtýðý her tekevvün merhalesi, kend
r ân, (melankoli) hastasý prens (Hamlet)in meþhur suâlindeki nezaketi kaybettirmemiþtir:
- "Olmak mý, olmamak mý? Ýþte bütün mes'ele!!!"
Çok eski dün... O zaman kendimizi, kasýrga gibi esen ve bütün insanî eser zeminini ihtizaz
ttiren bir madde öfkesi hâlinde, mücerret ve sert bir asabî cümle kudreti, bütün içtimaî mü
ini atlarýn (cidago) kemiðine baðlýyarak, üzerinden sel gibi aktýðý topraða elbette bir gün
; güneþin þakulî ýþýðý altýnda, sinirlerine bu kuvveti çivileyici müstesna ruhun þahsiyetli
cekti. Nitekim en eski mazimizin, muhteþem bir madde cümbüþü çerçevesinde, ruhî oluþlara fa
it býrakmýyan sert ve kapanýk mizacýný, dilimizin "dur, vur, al, dal, es, kes, sar, yar, e
k, çek, ser, ver, yak, bak, çýk, yýk, in, bin" tarzýndaki tek heceli kelimelerinden bile s
ezebiliriz.
Nihayet îslâmî ruh ve ideolocya kadrosunda topraða mýhlandýk; seyyallikten sabitliðe yolcul
an hancýlýða geçtik. Etrafýndaki incecik zarýn yýrtýlmasýný bekliyen gizli ruhumuzun ondan
ddemizle elele gösterdiði hârika, bütün Garp dünyasýný handiyse yutacak kadar muhteþem bir
madý mý? Biz, bu eserin baþlangýcý olarak Ýstanbul'u fethederken, Batý dünyasý, ruh hamlele
n azametlisiyle (Yeniden Doðuþ)unu idrâk etti; ve sadece ve imtiyaz hakký yüzünden, bizi te
zamanda apýþtýrdý, býraktý.
Viyana Önlerinde bozgun veren Kara Mustafa'dan itibaren büyük ric'at devrimiz baþlýyor. O
gündenberi Batý Ýnsaný bizim gözümüzde, çakmak taþiyle ateþ yakanlara karþý parmaklarýndan
ný saðan bir sihirbazdýr; ve Garp dünyasý, ruhumuzda, asýrlarca þifa bulmýyacak bir (kendim
me ukdesi) ne zemin olmuþtur.
Büyük ric'at ve apýþma çýðýrýmýz, Tanzimat ve Meþrutiyet hareketleri gibi, yüzde yüz satýh
h kamaþmasý altýnda yaptýðýmýz minik ve cüce hamlelerle beraber, eski Dünya Savaþýnýn mütar
ar sürer. Bize asýrlýk hesap ânýný yaþatan o günlerde Türk cemiyeti, sadece kapalý ruhumuza
et bir var olma irâdesile en ulvî müdafaasýna geçer ve hayat hakkýný tasdik ettirir.
Batý dünyasýna tasdik ettirilen bu hayat hakkýnýn çeyrek asra yakýn macerasýnda da korku, þ
ereddüt dolu yakýn maziye nisbetle Garbý daha becerikli, daha cesur ve daha yakýn temessül
etmeðe kalkmaktan ve bir türlü bünyemizi büyük nefs muhasebesi tezgâhýna yatýrmadan Garba
atlamaktan daha ileri bir tekevvüne vardýðýmýzý iddia edemeyiz.
Kitaplýk dâvalarý birkaç teþbih cümlesi Ýçinde Ýsraf etmek niyet ve mizacýna yabancýyým. Fa
az terkip kafalarýnýn bir dayanaða Ýstinat zorunda olmasý bakýmýndan, çýkýþ noktalarýmý, en
inde göstermeli deðil miyim?
Ýþte bu üç çizgilik tarihçe köþesinden, bütün insanlýðýn en muazzam bir muhasebe devresine
dilecek Türk cemiyeti, dâvalarýn dâvasý olarak, göðsüne, kabzasýna kadar þu suâl býçaðýný s
- Harplerde küçük bir politika kifayeti, küçük bir selim akýl, küçük bir doðru seziþ, bâzý
eri, birtakým mekân icaplarý; ve her þeyin üstünde, hamlelere yataklýk eden kader mânileri,
milleti ateþe düþmekten koruyabilir. Fakat bütün medenî dünyanýn "olmak veya olmamak..." dâ
on atomuna kadar kendisini muhasebe terazisine fýrlattýðý bir hengâmede, marifet, kendisin
i harpte deðil, ondan sonra gelecek sulhta müdafaa edebilmekte... Bundan böyle hayat h
aklarýný gayet müsbet madde ve ruh senetleriyle tâyin edecek olan yeni bir dünyanýn eþiðind
bütün eksik varlýklarýn bangýr bangýr iflâsý panayýrýnda Türk cemiyeti, asýrlýk maddî ve m
ne þekilde doldurmaya ve yarýnýn muvazenesini hangi oluþla karþýlamaya namzettir???
Ýþte biz nefsimize dâvalarýn dâvasýný, suâllerin suâlini tevcih eden böyle bir âna; böyle b
istikbâl hususiyeti içinde ve artýk tek saniyelik bir tekevvün þaþkýnlýðýna bile imkân býr
hýz mevsiminde çatmýþ bulunuyoruz.
On asrýn hesabýný bir günde görmeðe kalkmak kadar çetin, girift, düðümlü bir dâvanýn kaskat
a þifasýný vadedecek hiçbir maddi yol bulunmasa da, ruhlarda bu tenbihi yaþatacak manevî aþ
namütenahi zemin hazýrlýklarý yapýlabilir.
Ruhlarda sýmsýký þuurlaþtýrýlmasý lâzým tek hedefin, tek çýðlýðýndan ibaret tek ses:
- Yarýnýmýz için bugünden ne düþünüyor ve ne yapýyoruz???
Bugünkü dünya faciasýný uzaktan bile olsa seyredebilmek ehliyeti, ancak böyle bir kaygý ruh
an doðabilir.
Halbuki, her dâvanýn baþlangýcý, evvelâ tam, açýk, samimî bir teþhis olduðuna göre hemen ka
biz, bütün külçemizi oturttuðumuz zemin-üzerinde, dünya faciasýnýn tesiriyle yana yatmaktan
r muvazene sýkýntýsý içinde, her maddenin aþaðýya doðru kaydýðýný göre göre uykularýmýza sa
vaný hayalýmýzý iþtahla yaþamaktayýz.
Çocuðum, çocuðum! Yüreði ateþ ve acý dolu çocuðum! Ne olacaksak, ya bir ân içinde olmaya, y
vazgeçmeðe mecbur bulunduðumuz bir hengâmenin eþiðindeyiz. Ve elbette ki, birþey olacaðýz.
a aramýzdan biri çýkacak ve bu yatakhanede, içinden alev fýþkýran borusiyle "kalk!!!" borus
çalacak...
Beklediðimiz budur!
(1943)

SANATKAR VE CEMÝYET
Farzedin ki, ben deli divane bir milyonerim. Kafamý okþayacak, bana hoþ görünecek en saçma
ir fikir uðruna varýmý yoðumu dökmekten çekinmem.
Anadolunun sessizlikte, ýssýzlýkta, kimsesizlikte, cansýzlýkta eþi olmýyan bir yerini bulup
ada bir dükkân açmak istiyorum. Issýzlýklarýn arasýndan bir ormandan geçer gibi geçerek, en
içliðin ve en dipsiz yokluðun yuva kurduðu noktayý arýyorum. Nihayet herhangi bir tarafta,
eselâ Kopdaðýnýn tepesinde, üzerinden insan deðil, çakal deðil, kuþ deðil, bulut bile geçmi
aðaç deðil, çalý deðil, ot deðil, yosun bile bitmiyen, siyah, keskin, cýlk, kabir azabý þe
nmuþ korkunç bir kayalýk buluyorum. Dükkânýmý hemen oracýkta, masmavi gökle kapkara yer ara
uveriyorum.
Bu dükkânda ne satacaðýmý biliyor musun?
On milyonluk þehirlerde bile sayýsý on kiþiye varmýyan en þýk, en mükemmel kadýnlara mahsus
çoraplar...
Bundan sonra yapacaðým iþ pek kolay. Plânýný dünyanýn en büyük mimarýna yaptýrdýðým ve Ýçin
m dükkânýmda yan gelerek Kýyamete kadar, müþteri beklemek...
Ah dostum, benim dostum!
Sanat, önü kalabalýk bir çeþmedir. Kimi bu çeþmenin bilek kalýnlýðýnda dökülen kevseriyle a
, kimi dolu avuçlardan fýþkýran damlacýklarla dilini ýslatýr, kimi çeþmenin yalaðýndaki art
r, kimi de bu artýk sularýn toprak üzerinde akan ve ayaklar altýnda ezilen bulanýk ve çamur
u yollarýna yüzükoyun kapanýr.
Aradaki eskilik ve yenilik, soyluluk ve piçlik, ciddîlik ve gülünçlük farkiyle (Homer)den (
ilorinah Nazým)a kadar bu týlsýmlý suya Ýmrenmiþ kaç kiþi gelmiþse bunlarýn içinde suyu men
iþ tek bir sanatkâr yoktur ki, Kopdaðýnda ipekli kadýn çorabý satan zavallýnýn azabýndan bi
muþ olmasýn...
Ve acaba böyle kaç tane sanatkâr gelmiþtir? Herhalde dünyanýn kýt'a bölümünden fazla deðil.
sek:
- Ey sanatkâr! Arýnýn balý damaðýmýza, aðacýn yemiþi midemize ve ipek böceðinin sihirli ipe
e göre yapýlmýþ deðildir. Onlar bu eserleri iki üç çiçekle üç dört dut yapraðý bulduklarý,
zerre güneþi yakaladýklarý her yerde, kendi kendilerine ve bizi düþünmeden verirler. Eðer
bala ve derimizde ipeðe karþý bir hassasiyet mekanizmasý olmasaydý, arý, ipek böceði ve el
Kopdaðýnda birer dükkân açmaya gideceklerdi. Kimbilir damaðýmýzda bala ve derimizde ipeðe
sasiyet uyanýncaya kadar kaç bin sene bekledik?
Dudaða göre lezzet deðil, lezzete göre dudak...
Sanatkâra muhatap olan herkes ve bu herkesin kurduðu her cemiyet, sanatkârý kendi kanunl
arýna ve seviyesine göre doðurduðu kadar sanatkârýn da kanunlarýna baþ kesmeye ve seviyesin
nmaða mahkûmdur. Çünkü o, fert halinde kendi remzinden baþka bir þey deðildir.
Kumaþýný ilk rasgeldiðin müþterinin þartlarýna göre ördüðün ve onu oturduðun daðýn karmakar
inden kurtardýðýn gün, heykeltraþsan nalbanttan, ressamsan badanacýdan, þaîrsen "eskiler al
n farkýn kalmýyacaktýr.
Sen daima Kopdaðýnýn tepesinde otur ve dükkânýnda o cinsten þeyler sat ki, o eþyanýn kýymet
ten yola çýkýp Kopdaðýnýn tepesindeki cevheri aramanýn zorluðuyla ölçülsün.
Ah dostum, benim dostum!
Sana, sanatkârý anlattým; sanatkârdaki þahsiyet ve kendi iç âleminden gelen ulvî benlik dâv
a sakýn zannedeyim demeyisin ki, küçük ve zayýf nefsaniyetin üstündeki bu ulvî benlik, insa
aðýna çeker ve orada dostsuz, cemiyetsiz, ihtilatsýz ve beþeriyetsiz, tek baþýna yaþamaya m
eder. Hayýr, hayýr! Sen, ebedî hakikat adýna, gerekirse Kopdaðýna çýkacak ve ondan sonra da
a bütün insanlýðý davet etmenin çaresini arayacaksýn. Tek kelimeyle kalabalýklarýn ayaðýna
kalabalýklarý ebedî hakikatin ayaðýna çekeceksin...
(1947)

FÝLDÝÞÝ KULE
Tanrýkulu, sað elinin þehadet parmaðýný, gözümü çýkartmak istercesine bana uzatarak dedi ki
- Sen vaktiyle, þimdi olduðu gibi, meydanlarda haykýrmak ihtiyacýnda bir fikir ve san'at
adamý deðildin! Hattâ böylelerinden tiksinirdin. Kendi içine, kendi benliðinin mahrem sara
a kapanmanýn hikmet ve sistemini bile müdafaa eder gibi bir halin vardý. Ne oldu, duru
p dururken sana; bunu hiç nefsine izah etmeðe kalktýn mý?
- Evet efendim?
- Nasýl?
- Çok iyi belirttiniz. Ben vaktiyle; fildiþi kulede kapalý kalmaktan daha aziz gayesi
olmayan bir insandým. Sonra onu yýkýmý; ve onun yýkýlmasýndan daha aziz gaye tanýmaz oldum.
t fildiþi kulenin içindeyken de, dýþýna çýkýnca da, kendime göre hak ve fark imtiyazlarýný
erek... Bugün benim için, en aziz ve nâdir hakikatleri, bir hamalla bir çobanýn kulaðýna ka
üfleyebilmek sihrinden daha üstün kudret yoktur. Fakat bunu yaparken, kalabalýklarýn þahsi
etsiz hamurkârlýðýný yapanlarýn meþhur bayaðýlýðýna düþmeden... Nasýl izah edeyim; bilmem k
apalý kalmakla dýþarý çýkmak arasýnda çok ince fark ve münasebetler görüyorum. Bence en üst
t hummasý çeken yapýcý mizaçlarýn, evvelâ fildiþi kulelerine çekilmesi, orada piþmesi, olgu
ra fildiþi kulesini yýkarak sokaða ve meydana intikal etmesidir. Yâni âdi sokak adamiyle,
inzivasýnýn yeraltý hayatýný yaþadýktan sonra sokaða atýlan adam arasýnda, dýþ benzerliðe r
esaslýsý var.
- Seni, ben anlatayým, seni, ben anlatayým! Fildiþi kule... Bu tâbir içinde yaþadýðý cemiye
lâkalarýný kesmiþ san'atkârýn, ferdiyeti etrafýnda ördüðü kozayý anlatýr. San'atkâr bu koza
ak edilmiþ bir sarayýn bekçisi hâlinde þahsî servetlerine muhafýzlýk eder. Bu servetlerin y
anýyýcý ve alýcýsý sýfatiyle, dýþarý âlemin bütün kýymet hükümlerine rakip, fakat dýþarý âl
mak gayretinden de müstaðni, mermer duvarlar ve atlas perdeler arasýnda, doðmýyacak bir ya
rýný bekler durur.
Fildiþi kulede oturan san'atkârýn her edasýndan sýzan þikâyet þudur:
"Ben anlaþýlamýyorum!"
Bu þikâyetin ûhenginde dýþarý âleme teklif etmek istediði bir BEN hasreti gömülüdür. Onun i
le alýþ veriþ yapan her geçer akçeye düþman; ve dýþarýsý, deðersiz insanlarý visaline alan
inmiþ gibi ona küskündür.
Hakikatte bir aþkýn ters tecellisinden baþka birþey olmayan bu küskünlük, derinleþe derinle
gelir ki, asýl gayeyi unutturur, kendisini gaye diye kabul ettirir. Alâkasýzlýðýn, ifadesi
liðin, dilsizliðin felsefe ve mizacýný yaptýrýr. San'atkâr, timsah derisi bezeri bir dikenl
abuða bürünmüþ, baþýnýn üstünde gidip gelen güneþlerin acelesine kayar... ömrünün sonuna er
San'atkârda fildiþi kuleye çeken benlik ve þahsiyet hummasý, büyük çaptaki insaný, maskaras
n en esaslý çizgidir amma, hiçbir mes'ele fildiþi kulede halledilemez.. Fildiþi kulede doða
hayat, tohumun kabuðunu çatlatýþý gibi, fildiþi kuleyi yýkmakla iþe baþlayacak; ve bu dýþa
iriþ ve içeriden dýþarýya çýkýþ, her parçasý irtibatlý bir tekevvün hâlinde kendisini tamam
Ýnkýlâpçý, san'atkâr, âlim, filizof, tek bir üstün yaratýlýþ gösterilemez ki, kendi iç âlem
adan dýþýnda mevcut hayatý kabul etmiþ ve sonra da o zindanda sonuna kadar kalmýþ olsun.
Fildiþi kule, ulvî hastalýklarýn tedavi gördüðü ve yüksek þifaya çevrildiði hastahânedir. K
etten muaf ve bu þifadan müstaðni gören sýhhatli sokak yaygaracýsý AHMAK; ve büyük hayatý b
nin içinde kabul eden zavallý da CÜCE'dir.
Doðduðumuz zaman bizi sardýklarý kundak bir fildiþi kule, öldüðümû'z zaman da bizi yatýrdýk
bir fildiþi kuledir? Yalnýzlýklarýmýzýn fildiþi kuleleri sayýsýz ve her yýkýlacak fildiþi
bekliyen fildiþi kuleler nâmütenahidir. Buna raðmen en mübarek gaye fildiþi kuleyi yýkmak v
mizin ýþýklarýný bir sinema perdesi gibi sokaða ve piyasaya aksettirmektir.
Tasavvufi telâkkiye göre her þeyden ve her ifadeden evvel var olan Allah, âlemleri bir aþk
hamlesi içinde, görünmek, bilinmek ve sevilmek için yarattý.
O hâlde hayat, ilk sebep ve ilk hamlenin, fildiþi kulesini yýkmasý ve gömleðini sýyýrmasý h
dir.
Ýçinde sonsuz varlýklarýn tazyikini duyan herkes ve herþey, bir gün gömleðini parçalayacak
leðin altýndan çýkacak çizgileri yabancý gözlere sermek ihtiyacýný duyacaktýr. Ne dersin?..
- Sadece hayraným!
- Düþün ki. yüksek hakikatleri anlamaz sanýlan halk, Peygamberlerin mucizelerine muhatap o
ldu. Hangi fikir ve sanat hamlesi, mucize çapýna yükselebilir? Sen ona mucizeyi göster;
bak, onu hiç olmazsa bir ulviyet heyecaný kadrosunda, anlýyor mu, anlamýyor mu? Halk ded
iðin, bir hâdisenin en aþaðýsiyle en yukarýsýna tutkun, týlsýmlý aynadýr. Meþhur ölçü: "Hak
bâtýný hak..." O, yalnýz ikisi ortasýný anlamaz. Leke sabunu satan âdi açýk gözlük belâgat
da, Peygamberlerin mucize kürsüsü karþýsýnda da ayný halk birikir. Büyük adam, fildiþi kule
deðil, halkýn bâtýnýndaki ulviyetin sihirbaz öksecisidir. Hayattan daha ulvî ve girift hiçb
olmayacaðýna ve bu plânýn baþ unsuru halk olduðuna göre, selâm olsun fildiþi kulelerini yý
manlara!..
Fildiþi kulelerimizi yýkalým ki, memleketimizi yeni baþtan yapalým!..
(1944)

ÇALIÞMAK
Tanrýkulu, bugün çok baþka... Her zaman merkezinde olduðu Ýç âleme, bugün dýþ görünüþÝyle d
gýn ve baygýn bir hâl içinde... Dünyanýn en güzel parmaklarýný taþýyan eliyle, iskemlesinin
tutarak mýrýldanýyor:
- Bir örümcek aðý gördüm. Neyle neyin arasýnda bilsen!.. Barsaklarý çürümüþ bir asma saatin
rkan rakkasiyle, altýndaki masada, güya þaha kalkmýþ, tozlu bir geyik heykelinin boynuzlarý
arasýnda...
Ve ürpererek düþündüm:
Hayat, her sahada ve tek nokta etrafýnda ebedî bir hareket... Tek nokta etrafýnda... Ýlâhî
akikat merkezi bu nokta... Her þey. amma her þey, maddî ve manevî her þey, bu nokta etrafýn
a ezelî memuriyetinin deveran cümbüþünü yaþamakta...
Her þey dönüyor.
Gökler gidip gelir, yýldýzlar gidip gelir, dünya gidip gelir, dünya yüzünde her þey gidip g
vücudumuzda kanýmýz ve zerrelerimiz gidip gelirken, nisbî tezahür çerçevelerinde hareketsi
k ifade eden her manzaraya, Allah, ne müthiþ bir tenkitçi ve takipçi musallat etmiþ:
Örümcek...
Harekete yataklýk eden zamanýn esrar dolu ahengini saymýya memur bir âlet, rakkas... Tek
ân içine teksif edilmek istenmiþ bir çeviklik timsali, geyik heykeli... Ýkisi arasýnda bu
e ince, ne harikulade iþ ve iþçilik!.. Bir iþ ve iþçilik ki, herhangi bir faaliyet ve memur
yetten düþmenin ayýbýný, misilsiz bir kesafet uslûbiyle vecizelendiriyor.
Oðlum, benim! Allahýn bir örümceðe biçtiði vazife payýný ve titizliðini gör ve düþün! Bakal
yda ve titizlikte en üstünü olarak onu görmiyenleri, yine onun ilmine havale etmekten baþk
a çare bulabilecek misin?
Tanrýkulu bugün, ne harikulade!.. Hep ayný mihrak etrafýnda bu kadar tenevvü zenginliði, ay
hsiyet iklimi içinde bu kadar deðiþik hava hiç görmedim. Konuþuyor:
- Nerede ki, kýmýldama, davranma, el atma, meydana çýkma yoktur; nerede ki, gevþeme, uyuþma
çürüme, kaybolma vardýr; orada örümcek hazýr...
Fatih Sultan Mehmed, yenilerin yenisi ve tazelerin tazesi bir dâva heykeli tavriyl
e, gevþemiþ, uyuþmuþ, çürümüþ ve kaybolmuþ (Bizans)ýn eþiðinde ne gördü?
Mýrýldandýðý son cümleyi biliyoruz:
"Kayserin sarayýnda örümcek perdedâr olmuþ!"
Yýkýlan kaç medeniyet þekli tanýyorsanýz, kalblerinin içindeki saat rakkasiyle, adalelerini
ltýndaki geyik heykelinin boynuzlarý arasýnda, nihayet örümceklere yol verdiklerine inanýný
Aþk ve imân olmýyan yerde hamle ve hareket olur mu?
Ateþi gül bahçesine çeviren ayaðý, denizi iki saf asker gibi açan asayý, ölüyü dirilten nef
ri ikiye bölen parmaðý düþünün! Ve bunlarýn ucundaki hamle ve hareket þimþeklerini!...
Artýk Nemrud istediði kadar okdanlýðýna sarýlsýn, Firavun sakalýný yolsun, Kayser harmanisi
Þah uçan kavuðuna yapýþsýn! Onlar, okdanlýk, sakal, harmani ve kavuk deðil, birer örümcek
Tarihin yapraklarýný, bir taraftan þimþekler, bir taraftan örümcekler çeviriyor.
Ve Tanrýkulu konuþurken ruhunda sular þýrýldýyor, teller ihtizaz ediyor, madenler ürperiyor
musikisi kadrolaþýyor. Ve o, hep konuþuyor:
- Ulvî anlayýþýn gözünde, pislik, hareketsizliktir. Akan su, iþte bunun için pislik tutmaz.
r mevsim boyu kapalý evin küpünde unutulmuþ su, kabir azabý yaþýyan ölüden daha müthiþ kokm
örümcek, iþte bu kokunun misilsiz haber alýcýsý... Saat rakkasiyle geyik heykeli arasýndaki
k aðý, gözümün önüne daha ne tenasübler seriyor, ne tenasübler:
Ýki makine diþlisinin arasýnda örümcek aðý...
Gemi ve þamandýra arasýnda örümcek aðý...
Etillerle yürekler arasýnda örümcek aðý...
Takvimlerle senetler arasýnda örümcek aðý...
Ruhuma yýldýrým gibi inen bir seziþ, bütün bunlarýn madde üzerinde hayâlinden, bana, maddey
r mânâ çýkartýyor:
Nitekim, sedirine uzanmýþ, nefsine mühletin en cömerdini bahþetmiþ, her gün, "yarýn!" diye
edip "bu gün!" diye yaþýyan þu mütefekkir bozuntusu, istediði kadar sigarasýný tüttürsün!.
umanlarý, sýmsýký örümcek aðlariyle onun kaskatý yüreðine perçinlidýr. Zahirde ben onun, si
bile bir hareket bulunduðuna Ýnanmýyorum.
Ve görüyorum ki, bu âlemde mutlak mânâsiyle çalýþmamak yok... Kim ve ne, çalýþmazsa, onun y
.
Bir ân duvara baktý:
- Bak, bak; tavandan aþaðýya doðru, aðzýndan sýzan iplik üzerinde bir örümcek kendisini koy
Bak, üstünde "Kuran" duran rafa inmek istiyor sanki... Allahýn emrini hatýrlýyor musun? H
erkes çalýþtýðý nisbette payýný alacaktýr. Aman çalýþ, aman çalýþ ve örümceðe çalýþma payý
(1946)

TÜRK ÝRFANI
Tanrýkuluna bu defa ben bir mevzu takdim etmek istedim:
- Efendim: Türk irfanýný köklendirmek ve temellere baðlamak için yol nedir?
Ýnsanoðlunun ruh ve kafa mahsûlüne verilen isim; Ýrfan... Ýnsana nutuk sahibi hayvan denild
ne göre, irfan, onun temel sermayesi, kâinat manzumesindeki üstün yerini tutan ana cevhe
ri, biricik vücut hikmeti...
Ferdler, cemiyetler ve milletler Ýçin ondan büyük ihtiyaç düþünülemez. Ýsâ Peygambere yalva
an âmâlar gibi, ferdler ferdlere, cemiyetler cemiyetlere ve milletler de milletlere
baþvurmak, körlükten kurtarýlmalarýný istemek zorundadýr. Ýrfan, onu yoðuran ferdler ve cem
in hakký bakýmýndan þahsî ve millî, bütün insanlýða hayat inþa etmek bakýmýndan da içtimaî
dir ki, her þahýs ve her topluluk, ikinci cephesiyle irfan mirasýndan hisse alabilse d
e, arslan payý mahsul sahibinindir. Arslan payýna þahsiyet ve hâkimiyet payý diyebiliriz.
Kýsaca, birþey öðreten, ferd olsun, cemiyet olsun, öðreneni hükmü altýna alýr. Maddeci görü
eði, tesviye istiyemiyeceði, imtiyazlarýný kaldýramayacaðý tek saha, irfan bölgesidir. Zira
ezelî ve ebedî hilkat maniasý, yaradýlýþ irâdesi var.
Millet bölümleri, büyük insanlýk camiasýndan müþahhas farklarla kol kol ayrýlmýþ birlikler
ukta mekân iþgal etme hassasýný, ancak benliklerinde tahammür etmiþ Ýrfan mayalariyle elde
rler. Bu maya istiklâl kazandýkça da istiklâllerini saðlamlaþtýrmýþ ve baþkalarýnýn yarým i
tmak hakkýný kazanmýþ olurlar. Dünün Arabi, Ýranlýsý, Türkü, Yunaný, Romasý buydu. Bugünün
e geçmiþ Avrupasýnýn derdi de budur. Bütün dünya sömürgeleri de bu yüzden sömürge...
Þunun bunun korkuluðu hâlinde, çýkartma kâðýdý millet olmak istemiyen her topluluk, ya öz k
yeni zaman yemiþini verdirecek, yahut kendisine Ýstiklâlli bir kök edindirecek geniþ bir
irfan hamlesine giriþecektir. Yoksa bedava yaþýyor demektir.
- Ýrfanýn iki yolu var. Biri kendi kaynaklarýný doðurup onlardan, öbürü yabancý kaynaklarda
a ermek... Dâva kendi kaynaklarýný doðurmak olduðuna göre, ikinci yolu, birincisine çýkan b
t sayalým.
O hâlde irfana erme dâvasýnda ilk iþ, herhangi bir dil çarþafýna bütün dünya irfan yemiþler
mek, o dile bütün dünya hakikatlerini konuþturmaktýr. Böylece, henüz yürümiye baþlayan çocu
i döndürmiye ve mevzularýný seçmiye çabalarsa, milletler de, yabancý mahsûllerin bünyelerin
caðý ihtilâtlarý, kendi hak ve hakikat telâkkilerinin mihveri etrafýnda yavaþ yavaþ sermaye
rler. Nihayet öz irfanlarýný içlerinden ifraz edebilecek kývama ererler.
Ýrfana erme dâvasýnýn ilk ve baþ hamlesi, dünya Ýrfaniyle temasa geçmektir. Bu temasa geçiþ
de, benden olan her unsur, dâvama, benden olmýyan her unsur da aksi - dâvama yardýmcý olar
ak bir bütün temsil eder. Baþkalarýnýn ne duyduðunu, ne düþündüðünü, ne yaptýðýný bilmek, i
acak, düþünülecek, yapýlacak þeylerin iyisiyle kötüsü arasýnda tam bir muhasebe plânýna sah
ktir. Meþhur bir Ýslâm mütefekkirinin dediði gibi:
"Hiçbir mevzu yoktur ki, ilmi cehlinden daha faziletli olmasýn!.."
Öyle ya, bir hâdiseye ister dost, ister düþman olabilmek için onu tanýmak lâzým...
Ýþte bu incelik etrafýnda, dünya görüþü, usûl ve Ölçü sahibi bir tercüme iþi, irfan dâvasýn
birisidir. Dýþ mânâsiyle tercüme kadar basit bir fiili ileriye sürerken, onun niçin ve nasý
acaðý bilinmedikçe, yapýlanýn hiç yapmamaktan bir derece daha büyük kayýp olacaðýna dokunup
- Türk irfanýnýn vaziyeti apayrý bir muamma!.. Zira o, dünya irfan zeminiyle esaslý bir tem
sa geçememek öksüzlüðünden baþka, bir de kendi öz kökünü elden kaçýrmak tehlikesiyle karþý
tarihî oluþ yüzünden Türk dilinin geçirdiði derin tasfiye ve âlet inkýlâbý, ona yepyeni bi
Türk irfanýnýn vaziyeti apayrý bir hâdise!.. Çünkü o, baþlangýç noktasýnýn muhtaç olduðu to
içinde filizden tarlaya ve harmandan deðirmene intikal ettiremediði takdirde, kendisin
i mazi ve istikbalden tecrit eden bugünkü yalnýzlýk hâliyle tam bir kýsýrlýða düþecektir.
Türk irfanýnýn vaziyeti apayrý bir facia!.. Zira madde tedbirleriyle kendisini bellibaþlý k
ynaklardan çekip bellibaþlý kaynaklara süren hamle, çözdüðü ve örmek istediði nisbetlere ka
ruh yollarýndan idrak ve inþa cehdine hâlâ ulaþabilmiþ deðil... Ulaþmak þöyle dursun, bu he
r gün biraz daha uzaklaþmakta olduðumuzu söyliyebilirim.
- Türk irfaný, zahirde 20, hakikatte 100 yýldýr yepyeni bir baþlangýç þartý yaþýyor. Bu irf
tturacak biricik çare, onu iç ve dýþ istikametlerden, gerekli unsurlara hýzla kavuþturmaktý
(Mayonez), zeytinyaðý, limon ve yumurtadan olur. Bir de bütün bunlardan daha lüzumlu bir t
erkip ustalýðýndan... Kývamcý ve çalkalayýcý mevkiindeki lezzet san'atkârýndan... Ýþte bir
arasýndaki terkip sýrrýný yakalýyacak müdir fikri doðurabilmek bir tarafa; kaba unsurlarý
ve kadrolaþtýrmak iþini bile Ölçülendiremiyoruz. Sadece gerekli unsurlarý seçmek ve kadrola
asýnýn hakkýný verebilsek, dâvalarýn dâvasý olan (Mayonez) sanatkârlýðýnýn, aþk, imân ve fi
asmýþ oluruz.
Sadece gerekli unsurlarý seçmek ve kadrolaþtýrmak dâvasýnýn en kaba hatlarýný sana belirtme
(1946)

ÝRFAN ÝÞÝNDE PLAN


En anlýyamadýðýmýz, kabuðunu bir türlü kýramadýðýmýz, duvaðýný asla) kaldýramadýðýmýz mefhu
i (kültür) diye anlatmýya çalýþtýðimýz nesne...
Ýrfan, arþýn veya okka hesabiyle, bir þahsýn yüklendiði kuru malûmat deðil; sahibinde fikir
bünyesi hâline gelmiþ bilgidir. Gýdanýn, döne dolaþa damarlarýmýzda kan hâline geliþi gibi
ize, kilerindeki erzaký gösterip o mikyasta kan sahibi olduðunu iddia edemez. Kimse de
kamus ezberlemekle irfan sahibi olamaz.
Evet, evet; irfan, bilgi sahibi olmaktan ziyade bilinen þeyler vasýtasiyle bilme has
sasýný tünektir. Bilme hassasýna eren, bilmediði þeylerin de bir nevi âlimi olur. Nasýl ki
olan, satýn almadýðý þeylerin de bir nevi maliki sayýlýr. Demek ki, þu veya bu bilgi malýnd
de, mallar arasýnda müþterek kýymet vahidi olan mânevi paraya, yâni ruh ve akýl kývamýna ir
ek lâzým...
Bütün bilgilerin kaynaðý idrak çilesini çekmiþ ve gerçek bir dünya görüþüne varmýþ her insa
ir ki, (üniversite)lerde ve bilhasa mücerred ilim þubelerinde, talebe, bir þey öðrenmekten
iyade, nasýl öðrenileceðini öðrenir. (Üniversite), öðrenme usûlleri öðreten ocak olmak gere
izimkini düþün!
- Bir þey bilmek hüneriyle elmas takma san'atý arasýnda ince bir yakýnlýk var. Elmas, mahfa
asýný zengin etmez. Onunla, çizgilerindeki asaleti ifade eden bir vücudu kýymetlendirir. B
u yüzden, Karamanlý bakkalýn pýrlantaya boðulmuþ parmaklarý gibi, irfana sadece ve kabaca m
azalýk etmek, üstelik servet cakasý yapmak, hakikî irfansýzlýktýr. Ýrfandan gaye, en sade v
zarif kýlýk içinde bizzat mücevher olmaktýr.
Ýrfan dâvalarýmýzýn, kemiyet çerçevesinde, sürüsüne bereket!.. Ýlk mektep, son mektep, tale
, ahlâk, terbiye, bilgi, kitab, tercüme, lügat, usûl, (program), yabancý (profesör), yerli
uallim, filân, falan...
Bu karmakarýþýk kesret ifadesi bence tam bir vahdet mânâsý belirtiyor. Mes'ele birçok deðil
icik:
Ýrfan cihazýmýzda kol kol þubelendirdiðimiz bütün mes'elelerin baðlý olduðu ve mihrak nokta
ndýðý kök telâkki ve bu telâkkiden doðma ana plân!!!
Bize bu plândan haber versinler!
Tanzimattan beri böyle bir kök telâkki ve ana plân ýstýrabiyle baþý aðrýyan tek bir maarif
Herhangi bir dalýn yapraðýnda küçük bir baygýnlýk alâmeti sezilir sezilmez, hatýra derhâl k
Bir aðacýn köküyle en uzak yapraðý arasýndaki sýký münasebet kadar, binlerce irfan mes'ele
lara can veren ana görüþ manzumesiyle alâkasý var.
Yapýlmýþ, yapýlan, yapýlacak her þeyin kýymet hükmünü, aþaðýdaki kýyaslarýn terazisinde tar
z:
1- Dünya ilim ve fikir cereyanlarý karþýsýnda durumumuz nedir'?
2 - Ruhumuz', iktibascý mý, telifci mi?
3 - Ahlâk ölçümüz nerede ve nasýl'?
4 - Hangi ruhî vasýflarda bir gençlik istiyoruz?
5 - Bu gençliði ne vasýflarda muallimler yetiþtirir ve onlar nasýl yetiþir?
- 6 - Milletlerarasý bir müessese olan ilim, bu hassasýna raðmen, millî bir damgayla mühürl
midir?
7 - Ýlim tevzi iþinde, onu en yukarýda daðýtan en üst elden, en aþaðýda toplayan en küçük a
m esaslar ve usûller?
Gönül isterdi ki; bu sualleri siyah tahta üzerine tebeþirle yazalým; ve maarif cihazýnýn ba
ulunmuþ bugün hayatta kaç kiþi varsa onlara imtihan suâli hâlinde verelim. Mühlet, imtihan
sýndan çýkmamak þartiyle 100 senedir; bakalým hangisi cevap verebilecek?
Kök telâkkiyi ve bu telâkkiden doðma ana plâný, bütün çizgilerin merkezde toplandýðý bir mi
inde Örgüleþtirmedikçe, irfan tatbik sahalarýnda zaaf, daima göze çarpacaktýr.
(Amik fakrüddem)e uðramýþ bir hastanýn suratýna bir okka pembe ve kýrmýzý badana çalmasý gi
mukallit nümayiþler, gerçek iþ ve iþ fikrini telâfi edecek deðil, onu büsbütün elde edilme
recektir.
(1946)

YÝNE TÜRK ÝRFANI


Türk irfanýnýn birinci temeli kaybetmek üzere bulunduðu öz kök... Osmanlý Ýmparatorluðunun
n Tanzimata ve Tanzimat sonrasýna kadar gelen devre içindeki yüksek irfan verimleri...
Bir ân duralým:
Hiçbir inkýlâb þekli tanýmýyoruz ki, herhangi bir topluluðun mücerred his ve fikir kýymetle
msil edici irfan cevherine karþý harekete geçmiþ olsun... Herþeyden evvel bu gerçeði kavram
zorunda deðil miyiz? Rus (kültür)ü Komünizmadan, Ýtalyan (kültür)ü Faþizmadan, Alman (kültü
Fransýz (kültür)ü Büyük Ýhtilâlden baþlamaz. Tamamiyle aksine, bu inkýlâblar, genlerde (kü
ekleri ne bulmuþlarsa, kadife zeminler üstünde ve altýn mahfazalar içinde himaye etmiþler v
yeni (kültür)lerini de ona eklemiye bakmýþlardýr.
Bizse köke, onun ruhuna doðru bir kanal açmak ihtiyacýna düþmemiþ bulunuyoruz.
Hemen beþ on gerçek mütehassýs bulup, eski devrenin yüksek irfan mahsullerini, bir itfaiye
otomobili hýziyle bugüne taþýtmak zorundayýz.
Nasýl ve neyi mi taþýtmak?
(Osmanlýcadun Türkçeye) ismiyle geniþ bir tercüme faaliyeti açýp, tarih, edebiyat, þiir, ta
f, usûl ve Ýlmiyle geçmiþ zamana ait bütün zirve örnekleri, günümüzün diline ve üslûbuna ma
Birkaç þubeden birer misal hâlinde, bir Âþýk Paþa'yý, bir Evliya Çelebi'yi, bir Fuzulî'yi,
bir Kâtib Çelebi'yi, bir Ýbrahim Hakki'yý yetiþtirmiþ bir milletin, neticede bunlardan hiç
ine mâlik olmayýþýný, hangi mazeret izah edecektir?
Babadan kalma irfana baðlý olmak veya olmamak deðil, fakat sahib olmak þart... Tarih, o
irfana sahib olmaksýzýn onun fethettiði topraklar üzerinde mülkiyet iddia eden millete güle
.
Ýkincisi Þark temeli!.. Aracý Ýraný ve öbür Doðu medeniyetleriyle Þark temeli!..
Yine bir ân duralým:
Þahsiyetini Doðu, doðuyu da kendi þahsiyet teknesinde bir zamanlar yuðuran büyük Türk mille
ir gün Batý dünyasýna, o dünyanýn dýþ kemâllerine ermiþ ve bütün sýrlarýný yutmuþ olarak Do
mak, ya bu olmaktýr; ya hiçbir þey olmamak... Dâvalarýn dâvasýný, tek bir cümle içinde görm
aþka bir þey söylenemez.
Doðuyu, baþta Arap, sonra Fars, daha sonra, Hind ve en sonra Çin olmak üzere bütün þaheserl
yle dilimize geçirmiye mecburuz. Ýþte Garbla Þark arasýndaki büyük nefs muhasebesini kavram
ve kendi kaynaðýmýzý bütün saffet ve hâlisiyetiyle iyice tanýmak için tek yol!.. Hüzünle ka
, usûle baðlý bütün kýymetler Batýda olduðu gibi, Doðunun zahiri anahtarlarý da bizden fazl
.,, Bugün bir (Muhiddini Arabî)yi, bir (Ýmamý Gazalî)yi, bir (Sadi)yi, bir (Hayyam)ý, hattâ
r (Buda)yý, bir (Konfüçyüs)ü tanýmak için bile oraya baþvurmak lâzým... Kendi kendisini tan
e Garba muhtaç olmak, kendi yüzünü seyretmek için bile seri malý Avrupa aynalarýna iftikâr
mek!..
Ve üçüncü temel: Garb!..
Tanzimattan beri kademe kademe inkiþaf eden ýslahcýlýk temayüllerimiz Garba sarktýðý hâlde,
asýl kavranýr ve hazmedilir; hiçbir devirde kavranabilmiþ sanma!
Bizim için Garb bütün mevcudu ortaya dökülerek, benimsiyeceðimiz tarafiyle dâvamýzýn, benim
eðimiz tarafiyle de aksi - dâvamýzýn hedefi ve hakikati olacaktý. Benim, (ben) kalarak (o)
nu ve baþkalarýný anlýyabilmenin yolu buydu.
Bugünkü dünyanýn efendisi Garb, bir azametli kütüphanedir. Nerede bu kütüphane? (Misel Zeva
e (Aleksandr Düma)dan baþka, içimize topyekûn girebilmiþ Garblý þahsiyet kimdir? Þehir Tiya
nun tek fert elindeki sahne gayreti olmasa (Þekspir)i tanýyabilecek miydik?
Nerede Garb fikirciliðinin aðasý Yunan felsefesi ve edebiyatý, nerede Roma, nerede (Rönesa
ns) sonrasý yeni zaman fikir ve sanat bütünü, nerede (Klâsik)ler ve (Modernler, nerede müsb
t ilimler, fenler, ideolocyalar?..
Garbý, kafa ve ruh maktalarýna nüfuz edemeden sadece dýþ aletleriyle benimseyici bir telâkk
, sahibinin külâhiyle bastonunu ele geçirip ayna karþýsýnda ona benzediðine inanan maymun s
yesini nasýl aþsýn?.. Bir asýrdýr herkesin, bilerek veya bilmiyerek diline pelesenk ettiði
Garb, Garb, Garb), bütün bâtýl ve gerçeðiyle, iþte bu kafa ve ruh maktalarýna nüfuz etme iþ
bu nüfuz etme iþinde maymun seviyesindeyiz!
(1946)

VE TÜRK ÝRFANI
Þimdi dâvayý, bir müþahhasta toplayalým: Türk irfanýnýn temeli yalnýz üçtür: Osmanlý, Þark
. Bu köklerden üçünün de cevherlerini tek saniye kaybetmeden gerçek ve canlý Türkçe kazanýn
ak; orada mayalaþmalarýný, barutlaþmalarýný beklemek; böylece bir sabah, millî bünyemizle o
aðýmýz irfan maddeleri arasýnda kimyevî bir çarpýþma infilâký duyup uyanmak ve hakikî hayat
Fikir budur! Bir türlü ayakta durdurulamýyan irfan sütunumuzu, (Kristof Kolomb)un yumurt
asý kadar basit bir usûlle topraklarýmýza dikecek teþhis de bu!
Dâvanýn çilesini çekmiþ veya çekenlerden ilham almýþ gerçek mütehassýslardan üç þubeli bir
Bu mütehassýslar "çile" tabiriyle ifadelendirdiðimiz "efradýný cami, aðyarýný mâni" bir plâ
ayeye perçinlenmiþ olacaklardý. Osmanlýca, Þark ve Garp þubelerinin; hem dil, hem mevzu, he
de ruh ihtisasýna göre sýnýf sýnýf ustalarý birleþtirilecekti. Ve bütün bu topluluk, tek v
merkez etrafýnda muhteþem bir Acem halýsý dokunur gibi eserini örgüleþtirecek; ve üç beþ k
ve terkipçi bir zümrenin kýlavuzluðunu hiçbir ân kaybetmiyecekti.
Ortalama bir hesapla, her biri ayda 300 lira aylýk alan 100 mütehassýsýn kadrolaþtýracaðý b
'et, tam on senelik bir çalýþma sonunda Türk irfanýný özleþtirebilmek baþarýsýna karþýlýk,
aya; tercümelerin satýþ kârý da hesaplanacak olursa, bedavaya mal olacaktý.
Yâni herhangi bir vekâlet binasýndan ucuz; yâni bedava; yâni her zaman olduðu gibi iþin fik
ve anlayýþtan baþka sermayesi yok... Yapýlacak olan buydu! Halbuki ne yapýldý?
Dâvanýn en fazla nezaket kazandýðý devir, 20 yýllýk cumhuriyet, ondan evvel de þu veya bu þ
altýnda topallaya topallaya gelen 80 yýllýk Tanzimat boyudur. Fakat Tanzimattan Cumhu
riyete kadar, gerçek ve canlý Türkçenin kývamý boyuna deðiþtiði, bir türlü dondurulamadýðý,
n billurlaþýr gibi göründüðü ve her þeyden evvel eski Türk irfaný büsbütün elden çýkmadýðý
ft, hem de acele ve hamle payý daha tasarruflu görünmek zorundaydý. Böyleyken Þark ve Garp
yalarý arasýnda en çetin nefs muhasebesinin baþlangýcý olan o devirde, ister Doðu, ister Ba
alarýnýn ruh ve fikir hülâsalarý üzerinde bütün gayret, tam bîr ihya zeminine oturtulmasý g
yüzüstü býrakmak; Batýyý da duymadan ve anlamadan, üstünkörü ve "devede kulak" örnekleriyle
paþa rütbeli þu veya bu þahsýn münferit merak, tecessüs, zevk ve tecrübesine býrakmaktan- i
aldý. O günden bugüne kadar, son 5 senedir hâdiseye uzanmak isteyen devlet eli müstesna, bü
dâva, þu veya bu münferit ve menfaatçi þahsýn, þu veya bu münferit ve menfaatçi tâbi elind
a halkýn kaba nefsaniyetini gýcýklama kadrosu içinde, bir açýksaçýklýk, kepazelik, baþýboþl
eðlence vesilesi olmaktan baþka bir hedefe yönenilmemýþtýr.
Son beþ senedir hâdiseye uzanmak isteyen resmî devlet eline gelince; ha, bu çok mühim! Has
an Ali Yücel'in (Emrü kumandasýndaki maarif cihazýmýzýn son üç beþ senedir bize dünya þahes
tikal ettirmek hususunda giriþtiði büyük nümayiþ, daha evvelki büyük ihmal ve alâkasýzlýkta
e daha zararlý olmaktadýr. Ýki noktadan:
1- Eserler, baðlý olduklarý fikir ve san'at dâvalarýnýn çilekeþi olmayan merkezî elin dað m
erde, bir boyacý küpü marifeti temsil etmektedir.
2 - Eserlerin çevrildiði dil Türkçe deðil, yeryüzünde mevcut olmayan bir lisandýr. Ve zaten
an), bu fikri, -elbette ki mahremiyetine nüfuz edemeden- 1939 yýlýnda (Haber) gazetesi
nde (Necip Fazýl Kýsakürek) imzasiyle çýkan bir seri yazýdan almýþtýr. Geçelim, geçelim! Bu
her ân biraz daha inkýbazlý bir mikyasta devirler boyunca kavranýlamayýþýndaki tek illet, h
i istikamete baksak ayni teþhisle yüzyüze geleceðimiz gibi, her türlü ana ve müdir dâva ve
zeminine çýkamayýþýmýzdýr. Sebep budur; gösterdiðimiz yollarsa, netice... Elbette ki sebep
elmeyince, netice, bütün ýkýntý ve sýkýntýlara raðmen doðmýyacaktý.
Harunürreþid devrindeki Baðdad âlemine baktýðýmýz zaman, ana ve müdir dâva ve fikir zeminin
oturmuþ ve Þark dünyasýnýn, sonralarý, Batý dünyasýný da kendisine muhtaç kýlacak tarzda na
m, fikir ve san'atýný Arapçaya maletmiþ ve þahsiyetinden hiçbirþey kaybetmeksizin onlarý mu
eye çekmiþ olduðunu görürüz.
Vakýa sebep olmadan netice doðmaz; fakat neticeyi teþhis ettirici yollarýn da sebep kutb
una baðlý düðümleri vardýr. Öyle ki, sebep, bütün kendi eseri olan netice yollarýndan da ar
Her aðacýn damarlarýnda toz yýðýný halinde sayýsýz tohum olduðu gibi, her tohumun Ýçinde de
Teþhisi bu kadar kolay, fakat bu teþhisteki içtimaî fikir rüþdünü pek çetin gördüðümüz mese
i þudur ki, o, sadece bir netice olmak haysiyetine raðmen, meydana gelir gelmez gerçek
sebep kutbunu aydýnlatacak; ve doðuracaðý fikir olgunluðu içinde baþtanbaþa bir sebep olac
recede amelî bir deðer gizlemektedir.
Ýþte, sebeple neticeyi birleþtiren daimî devir helezonu!.. Ah, bu helezonun kolay, basit
ve kaba taraflarýna olsun kancayý atabilsek!.. Ve kof tesellilerden ve dolandýrýcý iþgüzar
rdan kurtulabilsek...
(1946)

MAARÝF MESELEMÝZ
Doðu ve Ýslâm medeniyet kaynaðýyla alâkamýzý zayýflatýp, Yunan ve Hýristiyan medeniyet kayn
dünyasýnda alâka aramaya baþladýðýmýz gün-denberi, haþmetli bir maarif meselemiz var:
Maarif tatbik sahalarýnda, Topkapý Sarayý meydanýndaki asýrlýk çýnar gibi eski köklü bîr za
ifadesi...
Meselenin indifa etmiþ hali, 1839 - 1939 arasý ve Tanzimat, Meþrutiyet, Cumhuriyet har
eketleriyle kademeli...
Mesele,bütün cemiyet plânýnda bütün bir intikal hamlelerinin ruhuna baðlý ve tek âlet, tek
rinde mevziî kabahatler ilân etmekten çok üstün... En geniþ kadrosiyle bütün cemiyeti ve id
elâkkisini saran meseleyi, sebep ve netice bakýmýndan, þu âna hükümler içinde kuþaklandirab
1 - Ulaþmak ve ermek dilediðimiz insan ve cemiyet üzerinde, peþin ve köklü bir tecrit ve te
se yanaþamadýk.
2 - Þark ve Garp örnekleri arasýnda, büyük çapta bir iç ve dýþ hesaplaþmasýna giriþemedik.
3 - Dolayýsiyle. yetiþtirme mevzuunda bir ana fikir plân sahibi olamadýk.
4 - Garbýn, temeline akýl erdiremediðimiz deri üstündeki þekillerini, dýþ heyetlerinden kop
meðe savaþtýk.
5 - Þekillerden birçoðunu bile, hattâ göremedik.
6 - Gördüklerimizi, zahir göziyle kopya etmekte bile, hattâ beceriksizliðe düþtük.
7 - Böylece maarif idaresini, kýsýr ve ideolocyasýz hamleleri ifþa eden bir cihaz olmaktan
kurtaramadýk.
Þimdi gelelim, bu muazzam meselenin müþahhas tatbikat sahalarýndaki müþahhas ifadelerine...
Maarif meselemizin, 1839 - 1939 arasý ve tam yüz senelik bir yara belirttiðini söylemiþtim
. Fakat bugün 1946'dayýz. Yoksa 7 - 8 senedenberi bu yara deþilmeðe, temizlenmeðe (pansuma
n) edilmeðe baþlanmýþ mýdýr? Evet; 7 - 8 senedenberi bu yara deþilmeðe, bir takým merhemler
alar altýnda büsbütün derînleþtirilmeðe, büsbütün azdýrýlmaya baþlanmýþtýr.
Son yedi sekiz yýlýn Maarif Vekili, sonra (Kültür Bakaný), daha sonra (Millî Eðitim Bakaný)
n Ali Yücel'Ý kasdettiðimizi anlýyorsun. Bu zat maarif cihazýnýn baþýna geçtiði zaman, ona
lara karþý, kaleminin nasýl bir müdafaa siperi olduðunu hatýrlýyorum. Demiþ ve demek istemi
:
- Hasan Âli, benimle ayni nesle mensuptur. Bugünle yarýn arasýndaki köprüyü kurabilecek bir
k ümit nesli bizimkidir. O, sadece bu bakýmdan, tecrübe edilmiþ bayat nesillere göre bir üm
t belirtebilir. Uluorta kýskançlýk saldýrýþlarýndan iðreniyorum! Henüz imtihanýn baþýnda bu
mý, hevesle, zevkle, keyifle batýrmaya çalýþmakta iþ yok... Bekleyelim, imtihanýný versin;
zanýr, ya büsbütün batar!
Ve iþte bu (Maarif meselemiz)e ait konuþmanýn sýnýrlarý, hatta maddeleri içinde, Hasan Ali
'e, kendi neslinin bir ferdi sýfatiyle yolu belirtmek bakýmýndan, 1939 yýlýnda ve (Son Tel
graf) gazetesinde bir plân çizmiþtin. Hattâ ondan sonra da birkaç yazýnda onu müdafaa eder
i olduðunu; herhalde onun þimdilik bir Meþrutiyet Maarif Nazýrý gibi maarif yüküne bir de k
i þahýs yükünü zammetmediðinden, hiç deðilse bu yükü omuzlamaya çalýþtýðýndan, ya bu yükü k
ezileceðinden bahsettiðini hatýrlýyorum.
Öyle mi? Evet, öyle!.. Sen bu yazýlarý kaleme aldýðýn vakit. Hasan Âli Yücel yepyeni bir ve
Ondan sonra kendisi hakkýnda hiçbir þey yazmadýðýn görüldü. Tabiî seneler geçtiði ve (Bakan
iði için, neticenin sana göre artýk sabit bir mânasý olmalýydý. Bu hususta hiç bir þey söyl
ben sanýyorum ki, Hasan Âli Yücel hakkýnda hiçbir taahhüdün olmadýðý halde ümidinin ne kad
ve kendi ümidin önünde, kendi kendine karþý utandýn. Bu da böyle mi?.. Senin adýna ben ceva
eyim; bu da böyle!.. Bir de gördün ki, Hasan Âli Yücel, sahiden bu zamana kadar kimsenin e
l atmaya cesaret edemediði, senin de çok evvel kadrolaþtýrmýþ bulunduðun dâvalar üzerinde,
izikolu iþlere giriþmekte asla tereddüt etmiyen; fakat bu iþlerdeki gerçek kýymet hükmü ola
nlarý hiç el sürülmemiþ olmaktan bir derece daha akamet ve ýztýraba uðratan bir israf ve "g
ustasýdýr. Böylece, gayet ürkek, "Neme lâzým?"cý, "adam sen de!"ci, "bana mý kaldý?"cý, mu
a bulucu, bir Tanzimat Vezirini, hiçbir dâvaya elini uzatamayýþý bakýmýndan haklý gösterece
ede, dâva çilesi ve uzak bir iþ mevzuu karþýsýndayýz.
Onun neleri yapýp neleri yapamadýðýný ve büsbütün yapamaz hale geldiðini göstermek için. ke
ldiðin 14 madde üzerinde muhakeme edeceðiz.
(1946)

ÝÞTE MAARÝF MESELEMÝZ


Müþahhas çerçevede maarif meselelerimiz, benim tasnifime göre 14 tane. Bunlar bir dað silsi
enin bellibaþlý 14 birliði gibi... Birer büyük vâhid... Teker teker mürekkep iþ gruplarýný
vâhidleri þubelendirdikce meselelerin sayýsýný çoðaltmýþ oluruz. Kesirsiz birer topluluk i
le maarif meselelerimiz, bence katî olarak bunlardýr:
ANA FÝKÝR - PLÂN... OKUMAYÝ GENÝÞLETME... YETÝÞTÝRÝCÝYÝ YETÝÞTÝRME... MEKTEP KÝTAPLARI... A
LAH... ÜNÝVERSÝTE... (POLÝTEKNÝK)... YABANCI PROFESÖR... AVRUPA'YA GÖNDERÝLECEK TALEBE... S
VE ÝLÝM HAREKETLERÝNÝ DOÐURMA VE KORUMA... HALK TERBÝYESÝ... DÜNYA ÝRFANINI NAKÝL... KÜTÜPH
Bu 14 meselenin Ýçinde, bütün dünyadaki örneklerinden üstünkörü kopya edilmiþ olarak tatbik
alde bir türlü becerilememiþ ve ayrýca hiç düþünülmemiþ ve tatbik edilmemiþ iþler var. Sade
oymakla kendisini yarý yarýya ifade edecek kadar derin bir ihtiyaç bedaheti temsil ede
n meseleler, (kronolojik) bir ahenk içinde kafamýzda billûrlaþmadan maarif davamýz büyük me
una kavuþmayacaktýr.
Elindeki pöstekinin tek teli üstünde meçhule dalmýþ deliler gibi, dâvayý tek ve basit bir m
halinde israf etmek istemiyorsak, en kaba serlevha ve kemmiyet plânýnda olsun, iþe te
mas arýyalým.
Þimdi gelelim birinci meselemize: Ana fikir ve plân...
Plân, fikrin iþe inkýlâp ederken, en saf tecritten en mürekkep teþhise doðru, rahimde uzuvl
cuk gibi, kafamýzda maddeleþmesidir. Plâný, iþe tekaddüm eden fikir diye de tarif edebiliri
. Her iþde fikrin ezelî kýdemi, bedahet... Küçük iþ parçalarýna tekaddüm eden kýrýntý fikir
býrakýp, büyük iþ bütününe tekaddüm edecek ana fikri araþtýrýnca, plânýn ne demek olduðunu
kavrarýz.
Tanzimattanberi maarif hareketlerimizin seyrine bu bakýmdan bir göz atalým! Büyük iþ manzum
sine hâkim bir ana fikir - plân sahibi olmadýðýmýzý göreceðiz. Yüz senelik Türk maarifini g
anýn plancýlýðý, Avrupa maarif (metod)larýný bütün halinde muhasebe edemeden parça parça ko
ptedip, mümkün olduðu kadar çok ve iyi tatbik etmek fikrinden baþka bir þey deðildir.
Bir idarenin ideolocya zaafý, maarif cihazýnda olduðu kadar hiçbir þubede kesafet baðlayama
. Bu bakýmdan zavallý maarif cihazýmýz, kütleye þamil mes'uliyetlerin tortu halinde üstüne
lmaktan kurtulamamýþtýr. Ýdeolocyasiz cemiyetlerin Ýdare mekanizmasýnda hiçbir þey ayak üst
amakla beraber, madde çerçevesinde ait birçok kanun, muvaffakiyetle tatbik edilebilir.
Meselâ frengi hastalýðýna karþý mücadele eden bir Sýhhiye Vekâleti, (Neosalvarsan)lý (form
upadan getirtip þahýslar üzerinde verim temin eder; yahut bir Ýktisat Vekâleti, memleket h
am maddelerine karþýlýk satýn aldýðý makinelerle öbek öbek fabrika kurdurur ve iþletir. Fak
eticeleri basil reçeteler haline getiren fikrî hamlenin kaynaðýndaki maarif cihazý, kendis
ine ait bütün (formül)leri, hattâ baþtanbaþa kopya edip, hattâ baþtanbaþa tatbik etmekle, i
ruh ve kafa iklimini kurmaya mahsus sistemi elde edemez. (Kültür) cihazýnýn kendi iþinde, ç
resiz, bir dünya görüþüne varmasý lâzýmdýr.
Dâvamýz tekli Ana fikir - plân eksikliði... Ýlham perisini bekleyen modasý geçmiþ sarsak þa
ahve telvesinden Ýstikbali keþfe yeltenen bunamýþ kocakarýnýn bile, birer gizli plâncýðý va
sonsuz muhtevasýnda olduðu gibi, her þey plân ruhunun bir þubesi... Basit bir iþ programýn
de, kafamýzýn temeli mânasýna aldýðým plâna, bütün dünya maarif (formül)lerini, kendimize
içinde hazmettirecek ve kana çevirecek ölçüler girecektir. Her mevzuda peþin ve kendimize a
t bir doðru ve yanlýþ, iyi ve kötü, güzel ve çirkin hükmü...
Memleketin (sentez) kafasý taþýyan fikircilerinden, teker teker böyle bir plân (tez)i iste
nebilir. Bunlarýn umumî tenkidinden de, plâna esas ilk hükümler doðar.
Plâný bizzat þuur, plansýzlýðý insiyak diye ele alýrsak, doðrudan doðruya þuur binalarý kur
bir iþçi, plânsýz nasýl çalýþýr?
Ýki numaralý mesele,okutmayý geniþletme iþidir:
Bu, hemen bütün dünya maarifinin baþ meselesi... Ýnsanlýðýn malý olmuþ, (lise) çerçevesinde
nunlarýný, köyden ve ilk mektepten baþlayarak, her þeyden evvel tam bir kemmiyet plânýnda m
lduðu kadar yapmýya çalýþma iþi.. Dediðim gibi, bu lüzum, iþin sadece kemmiyet plânýnda gen
msil etse de, keyfiyet plânýna en müessir esaslardan biridir. Okutmalýyýz; bildiðimiz ve ba
dýðýmýz kadariyle, mümkün mertebe çok insan okutmalýyýz.
Derhal ilâve edelim ki, bu iþ, mektebi, muallimi ve binbir âletiyle yüzde yüz iktisadî bir
faktör)e dayalý... Maarif cihazýmýzýn, beþ yýl evveline kadar, okutmayý geniþletmemekte, ke
verilen bütçe payýna göre hiç kabahati yok... Fakat, ayrý ve bundan daha büyük bir suçu va
umu, canla baþla müdafaa etmemek kabahati... Bundan beþ yýl evveline gelinceye kadar yuv
arlak hesapla maarif bütçemiz, devlet bütçesinin 16 da biriydi. Türk cemiyet kalkýnmasý dâv
parçaya bölersek, maarif meselesini bunun yalnýz 1 parçasý kabul etmek hatasý, Cumhuriyetin
baþýndanberi iþlene durmuþtur. Silâhlanmak, makineleþmek, muvasala yollarýný kurmak, elbett
büyük çapta ihtiyaçlarýmýz... Fakat madde çevresinde imarýna çalýþtýðýmýz yurdu, ruh çevres
k olursak apýþýrýz. Ýmar dâvamýzý muhitten merkeze ve merkezden muhite doðru, hem madde ve
ruh çevresinde müsavi haklarla ele
alacaktýk.
Devlet bütünümüzün, maarif cihazýnýn iktisadî (faktör)e dayalý zaruretlerine daha çok hak v
aarif çocuðu, babasýndan gündeliðini yýllarca eksik almýþ; son yýllarda birdenbire artýrýla
, keyfiyet dâvasý halledilmeksizin giriþilen kemmiyet nümayiþlerinin ne kadar aldatýcý oldu
ispattan baþka bir iþe yaramamýþtýr. Sýrasý gelince göstereceðim.
Demek ki, aslýnda bir kemmiyet iþi olan bu mesele,bir keyfiyete bitiþik yürümedikçe yerinde
saymaktan daha zararlý oluyor.
Üç numaralý meselemiz, yetiþtiriciyi yetiþtirme iþi:
Çocuðun yetiþtirme iþiyle, onu yetiþtirecek yetiþtiriciyi yetiþtirme iþi, içice girmiþ bir
tiþtirmeli ki, yetiþtirici yetiþsin; yetiþtirici yetiþtirmeli ki, çocuk yetiþsin.
Bugün elimizde 7 top yetiþtirici, yâni muallim var: Memur ve zabit mütekaitleri, ehliyet
vesikasý sahipleri, orta muallim mektebi mezunlarý, her hangi bir mektep mezunlarý, (Ün
iversite) mezunlarý, yüksek muallim mektebi mezunlarý, Avrupa (üniversite)leri mezunlarý..
.
Yetiþtiricinin _, itiþtirilme þartlarýnda sistem olmadýðý, bu üniformasýzlýktan belli... Ha
etiþtiricilerin keyfiyetçe küçük, kemmiyetçe büyük sýnýfý orta muallim, kemmýyetçe küçük, k
rak yüksek muallim mektebinden yetiþmeli; miyara uymayanlar gittikçe azlýðý teþkil etmeli..
Nerede muallime aþýlayacaðýmýz kafanýn mimarîsi? En lâzým, en çetin iþ!.. Terbiye ve öðretm
an, ahlâk ve mefkure rüþdü noktasýndan her hangi orta malý bir (metod)a bile malik deðiliz.
Yetiþtiriciyi keyfiyet plânýnda yetiþtirme iþinin zirvesi, yüksek muallim mektebi derdidir.
Senin de bir zamanlar üç sene müddetle fasulye - pilâvýný yediðin bu mektep, (Üniversite) t
sinin otelinden baþka bir þey deðildir. Fransadaki nümunesiyle (Bergson)u yetiþtiren bu me
ktep, (Üniversite)deki derslerden baþka ve onlardan daha sýký ölçülerle talebesinin ensesin
inmeli deðil mi?
Halbuki talebe mektebin asla kýymet vermediði hafif derslerine devam etmiyor, uykusu
gelince mektebe uðruyor, uyanýnca mektebi terkediyor. Kusur, hiç de talebenin deðil...
Yetiþtiriciyi yetiþtirme iþi, memleketi yetiþtirme bakýmýndan, hem kemmiyeti, hem de keyfiy
ti üzerinde en sýký düþünmemiz gereken müþahhas hedeftir.
Dört numaralý meselemiz, umumiyetle mektep kitaplarý:
Arada bir herkesin mal bulmuþ maðribî gibi saldýrdýðý mektep kitabý meselesi... Neymiþ? Mek
aplarýnda þu bu yanlýþlar varmýþ. Bütün bu kitaplarý elekten geçirip yanlýþlarýný düzelttið
hallolunmuþ, hattâ mektep kitabý meselesi kurtulmuþ mu olur? Mektep kitabý, bir bakýma band
ol lanmýþ, istife girmiþ dünya hakikatlerini, muallim elinde tefsir ve kýymet kazanacak ku
ru çerçeveler Ýçinde daðýtan vasýla... Denizlerimizin derinliðini ve daðlarýmýzýn yükseklið
ize öðrettiðine göre o, en hâlis örnekleriyle Avrupada... Avrupalýnýn, tetkik edip bize Öðr
görmediði Türk edebiyatý ve tarihi müstesna, mektep kitaplarýndaki ana muhtevayý, piyes (ad
e) eder gibi, ustaca nakletmekten baþka ne iþ kalýyor? Öyle mi? Ýþte arada bir çatanla çatý
sýnda, ikisinin birden korkunç anlayýþ suçunu tesbit eden nokta!.. Dâva, dünyanýn her taraf
niyet ifade eden hakikatleri benimseyip kendi usûllerimize göre telif etmekte.,. Ve
bu telif iþinde, bütün bir hakikatler tablosundan sindirilmiþ, bir de bütün bir mizaç ve ha
siyetler havasý kurmakla...
Ýþte davanýn müþahhas çýkar yollarý:
Asla iþi kitapçý eline býrakmadan devletleþtirmek... Her mevzuda büyük bir müsabaka açýp üç
etmek.,. Müsabakada pedagocya usûllerini esas tutmak... Lisan ve ýstýlah meselesine hâkim
olmak... Meselâ edebiyat kitaplarýnda þu veya bu muharriri, þahýs kini yüzünden eserine al
ak suretiyle keyfî ilim yapanlarý ayýplamak... Ayrýca þahsî ve hususî terkip ve tefsir isti
edebiyat ve felsefe mevzuunda, Avrupalý muharrirlerden yüzdeyüz hýrsýzlama eserler verip,
sýkýlmadan ve utanmadan kitap kapaklarýna müellif imzasý halinde parmak izlerini basanlarý
tokatlamak... Üç beþ kitaptan birinin tercihini muallimden beklemek... Bunlarý devlet he
sabýna gayet temiz ve kâfi miktarda basmak... Zamanýnda yetiþtirmek... Son derece ucuza
maletmek... Ýhtikâra meydan vermemek... Fakir talebeye göre hususî þartlar tatbik etmek...
Her 5 senede bir, zamanýn tekâmüllerini araþtýrmak için müsabakayý tazelemek...
Bütün ele geçmeden, ne kadar da basit olsa parça iþe hâkim olunamýyacaðýna mektep kitaplarý
ir.
Beþ numaralý meselemiz de, ahlâk ve disiplin:
Mütekâmil Ýnsan tipi bir mütefekkiri, tuzun (klor)uyla (sodyum)u gibi iki esaslý unsura ayý
sak þunlarý görürüz: Dünya görüþü, ahlâk telâkkisi...
Cemiyet ki, çekirdeði insan; insan ki, çekirdeði ruhtur, bu iki unsurdan ibaret... Bu un
surlardan yalnýz bir tanesiyle ne cemiyet vardýr, ne de mütekâmil insan... Hele ikisinin
birden mutlak eksikliði, yamyamlarda bile tasavvur edilemez. Sadece insan olmak h
aysiyeti hiç deðilse bir seziþ, bir insiyak halinde bu iki ihtiyacý tesbite kafi.
Þimdi birdenbire müþahhas tablomuza dönelim. Ýlk mektebin ilk sýnýrýna girmek için asgarî y
aþiyle, yüksek tahsil çaðýndaki 20 - 25 yaþ arasýnda bulunan Türk çocuðuna bakýnýz! Bu çocu
skýsý, zayýflýya zayýflýya sigara kâðýdý kadar incelmiþtir. Bilgiç tek nazar, faciayý bir h
Sigara boyundaki yumurcaðýn elâlem önünde iftiharla dudaðýna yerleþtirdiði sigaradan, býyýk
erlemez cebinde taþýdýðý sustalý çakýya kadar, Türk çocuðunu saran ahlâk zaafý üzerinde ben
yin! Bir milyon tane sayarsýn!
Tezatsiz bir fikir ve ahlâk bütünü Ýslâmî terbiye temeline dayalý Türk ailesi, Tanzimattanb
ynaðiyle alâkasýný zayýflatan ve ona yeni bir kaynak temin edemiyen yarým tesirler altýnda
sýlmýþ ve çocuðuna tahakküm kudretini kaybetmiþtir. Ahlâk mevzuunda, aileye göre mektebin,
ebe göre ailenin tamamlýyacaðý çocuk, þimdi iki cepheden de baþý boþ geziyor. Bir cemiyette
le aile arasýndaki ittifak bozulunca, iþler dumandýr.
Eðer gayemiz, eski aile tipini yenisiyle deðiþtirmekse, o zaman ahlâk borcunu doðrudan doðr
ya (rejim) ve mektep yüklenecektir. Bu takdirde (rejim) ve mektep, kafasýnda yekpare
bir bütün halinde taþýyacaðý ahlâk telâkkisinin zehirden acý (disiplin)ini tatbikte saniye
iyecektir. Heyhat ki, cemiyetin köklerinde mevcut müsbet ahlâka bir türlü yol vermemek suçu
a eþ, birer hak veya batýl hiçbir ahlâk telâkkisinde olmamak cinayeti' caným Türk çocuklarý
rtmak günahý halinde, ilk mesuliyeti Maarif cihazýnda, sonra bütün mekanizmada buluyor.
Evden, mektepten, sinemadan, gazeteden, þundan, bundan ayrý tesirler altýnda kalan per
iþan Türk çocuðuna acýyalým!
Maarif cihazýmýza düþen en acele borçlardan biri, bütün bu alâkalarý hesap edip mekteplere
kocaman bir ahlak ve disiplin nizamnamesi vücuda getirmek, muallimlerini bu nizamn
amenin ruhu etrafýnda telkin ve terbiyeye memur etmek, bu suretle ahlâk telâkkisini ölçüleþ
memiþ olan Türk Ýnkýlâbýnýn bu cephesini tamamlamýya ve düzeltmiye doðru ilk adýmý atmaktý.
için de maarif cihazýmýzýn, Þark ve Garp mahsubu içinde bir ahlâk telâkkisine varmasý þartt
Altý numaralý meselemiz, dil ve ýstýlahtýr:
1 - Her hangi bir lisanýn içine, iþtikaklarý ve sarf ve nahviyle nüfuz eden bir baþka dil o
lisaný müstemlekeleþ-tirir. (Eski, yakasý açýlmamýþ Osmanlýca!)
2 - Uydurma dil, bizi saran ve bize takaddüm eden kâinatý yenisiyle deðiþtirmeðe kalkmak ka
ar tabiat kanunlarýna zýddýr. (Yeni türkçe tecrübesi!)
3 - Kendi Öz kelimelerimizden baþka, bizim iþtikak ve sarf ve nahiv mayamýz Ýçinde tahammür
mek ve bizim hançeremizin damgasiyle mühürlenmek þartiyle Ýçimizdeki yabancý kelimeler bizd
ir. (Yarý yarýya sahibi olduðumuz, tam sahibi olmak için kanunlaþmasýný beklediðimiz, bugün
türkçesi!)
Bütün kâinat, bütün mevcudiyetiyle bize dil aynasý içinden aksettiðine göre, kýymeti kâinat
varlýðý temelleþtirmemiþ olmak, tek kelimeyle namevcut olmaktýr.
Ýlk iþimiz, dil dâvasýný bütün bir san'at ve ilim inceliðiyle kavramýþ bir komisyonun, benc
ki Üç esas etrafýnda yapacaðý büyük Türk lügatini vücuda getirmektir. Öyle bir lügat ki, va
bi, dýþýndaki tek kelime Türkçe deðil, içindeki her kelime Türkçe... Lügatin hayat ve vakýa
ne kadar bilgiç ve titiz ölçüler gerektiðini tahmin edelim!
Bu iþin peþinden, bir de sarf ve nahiv kanunlarýmýzý billûrlaþtýrmaya ihtiyacýmýz var. Nere
meri? Türk gramerinin Ýnceliklerini, ancak yabancý gramer esaslarýný kafamýzda tercüme eder
buluyoruz. Meselâ bugün bir ecnebi mektepte Fransýzca gramer okuyan bir Türk çocuðu, öðrend
slarý öz diline tatbik ederek, Türkçenin sarf ve nahiv çatýsýný kavrayabiliyor. Zira bir mü
beri, mekteplerimizden gramer dersleri kaldýrýlmýþtýr. Binanýn ayakta durma alýþkanlýðýna g
ki temeli kaldýrmamýza benzeyen bu müthiþ kararý, derhâl biricik selim tedbirle önlemek, sa
e gecikmeden mekteplere gerçek sarf ve nahiv derslerini sokmak borçtur.
Ýstýlah iþiyse bir azametli dâvadýr. Birer ilim mefhumu demek olan bütün dünya ýstýlahlarýn
dilimize mal etmekten gayri çaremiz yok. Fakat nasýl?
1 - Kanaatimce, lisanýmýza girmiþ Arapça ýstýlahlardan büyük bir kýsmýný, terkiplerini ve i
ak ve hançeremize uydurmak þartiyle muhafaza etmeliyiz.
2 - Dilimizde, ne Türkçe, ne Arapça, ne Farsça, hiç mukabili olmýyan Garp ýstýlahlarýný, yi
nçere delâleti altýnda aynen kabûllenmeliyiz. Senin yaptýðýn gibi...
3 - Ana dilimiz hakikî Türkçeden ýstýlah biçmeðe çalýþmalýyýz. Þu kadar ki, bütün ýstýlah m
abit olmasý, biricik þekil arzetmesi elzem...
"Her þeyden evvel kelâm vardý"
Diyen Ölçü, her þeyden sonra da kelâm bulunduðunu iþaretlendiriyor. Baþýmýz veSonumuz dil..
dilimize kadar her þeyimizi kaybetme yolundayýz.
Gelelim yedi numaralý meseleye! (Üniversite) meselesi:
Þimdiye kadar en aþaðý üç (Üniversite)miz olmalýydý. Biri Ýstanbul, öbürü Ankara, daha öbür
rsite)... Ýçinde baþtanbaþa Türk (profesör)lerinin ilim yuðurduðu üç (Üniversite)... Kafala
e þahsiyet temeline dayalý Türk (profesörlerinin ilim yuðurduðu üç (Üniversite)...
Halbuki bir (Üniversite)miz bile yok. Zira: (Üniversite) = (Profesör)...
Kandýrmýyalým birbirimizi! Ýçi týklým týklým yabancý (profesörler)le doldurulmuþ biricik (Ü
yalnýz bu hali isbata yeter ki, Türk hocasý yetiþtirilmemiþ, yetiþememiþtir.
(Üniversite profesörü) tipini kahramanlaþtýrdýðým sanýlmasýn! (Üniversite profesörü) tipi,
edir. Kendisine ait olmýyan hakikatlere, kendisine ait olmýyan usûller içinde tamamiyle
ermiþ ve erdirmek ehliyetini kazanmýþ adam... (Üniversite profesörü)nün kendisine ait cephe
bilgisi, üslûbu ve (akademik) terkibinde... Bir amele ki, harcý, kafasýnda--bir duvar i
fadesiyle dürüst ve ilmî bir terkibe sokabilmiþtir; Amele, fakat yetiþmesi en çetin þartlar
aðlý bir amele...
Zira (Üniversite profesörü)nden, san'atkâr, filozof, âlim, kâþif gibi ibda kahramanlarýnýn
stekârlýðýný resmen isteyemesek de, çaldýðý âlet üstünde (virtüözlük) istemek hakkýmýzdýr.
(Üniversite profesörü) ehliyetinde fertlerin yetiþmesi, her hangi bîr maarif cihazýndaki ve
imin kemâl ifade etmeðe baþlamasýdýr. O halde bu cevheri temin etmenin þartý bir deðil, bir
Bu þartlarý hiç deðilse ben, kendi saydýðým kadar kabul etmeðe mecburum. Þartlarýn baþýnda
rilecek talebe" meselesi var... Zira ben mutlak olarak inanmýþým ki, Avrupadan getiril
ecek yabancý (profesör)e ne Türk çocuðu teslim edilir, ne de o, Türk çocuðunu yetiþtirebili
arý (yabancý profesör) ve (Avrupaya gönderilecek talebe) fasýllarýnda konuþacaðýz.
(Üniversite)yi, millî ve þahsî ilim benliði sahibi Türk (profesör)leriyle baþtanbaþa doldur
riþebileceðimiz gün, her türlü kýymetin çorap söküðü gibi birbirini takip edeceði (kültür)
r.
Sekiz numaralý mesele, (Politeknik):
Fransýzlarýn (Ecole superieure de Poloytechnique), Almanlarýn (Techniche hoche schule)
diye isimlendirdiði (Yüksek Fenler Mektebi)ni bir asýrdanberi hâlâ kurmamýþ, kurmaya bile
büs etmemiþ olmamýz, akýllara sýðmaz gaflet! Tatbik sahasýndaki bütün müsbet bilgini yetiþt
rý. (Politeknik) mihveri etrafýnda, þimdiye kadar iyi veya kötü memleketimizde kurulmuþ olm
lýydý. Son (Teknik Üniversite) tecrübesini, maarif dâvamýzýn sonunda kýymetlendireceðiz.
Dünyayý avucunda tutan Avrupa hâkimiyeti, müsbet bilgiler temeline dayalý; Garp medeniyeti
bütün üstünlüðünü müsbet bilgiler manzumesine borçlu...
Maddeye hâkimiyet, maddeyi bütün imkânlarý içinde istismar gibi, basit, fakat herþeyi esir
ci azametli bir basite dayanan Avrupa üstünlüðü, yalnýz, bu cephesinin elde edilmesiyle ifl
sürüklenir; ruhî boyunduruk olmaktan çýkarýlýrdý.
Garp üstünlüðüne dair yalnýz bu teþhisi koyabilmek, koca bir intikal dâvasýnýn, (Zümrüdüank
türlü enselenemiyen hedefini ele geçirmek, eksiði tamamlamaya doðru ilk adýmý atmak demekti
unun için de Garp müsbet bilgilerine tevarüs etmek, onu Dikilitaþ halinde, yurdun göbek no
ktasýna mýhlamak lâzýmdý.
Bu incelik Tanzimattanberi ne anlaþýldý, ne de tatbik mevzuu kabul edildi.
Ýncirimizden, fýndýðýmýzdan, tütünümüzden kazandýðýmýz parayla, müsbet bilgiler arasýndaki
adan bekledik; Avrupalýlaþmayý (Savoir vivre - Muaþeret kaideleri) kitabý kadrosundan iler
ide göremedik; þarklýlýðý bir aþaðýlýk ukdesi halinde halka gibi burnumuzda taþýdýk; böylec
ik. Bütün harblerini teknik cihazý sayesinde kazanan, korkunç emperyalizmasýyla koca Asya
ve Afrika'nýn ensesinde boza piþiren, yarý uyanýk züppelerimize pisliðini bile misk gibi ko
latan Avrupalý da idraksizliðimizi dibine kadar istismar etti. Gözümüzde, lâzým tarafýyla b
tkik mevzuu olmak yerine, her tarafýyla bir hayranlýk ve inkýyat hedefi olarak (totem)
leþti.
Ýþte, (politeknik), mihveri etrafýnda, bütün müsbet bilgiler manzumesinin memlekete intikâl
tirilmesi ihtiyacýný kuþatan kýymet hükmü... Bu kýymet hükmünde ayrýca, memleketin, iktisad
arî, askerî, sýhhî, bütün baþ ihtiyaçlarýný tekeffül edecek ana teþebbüs gizli... Makineleþ
adde istiklâline sahip olmak dâvasýnda bir millet, (teknisyen)lerini yetiþtirecek ocaðý kur
adan ne halt karýþtýrabilir?
(Politeknik) ocaðýný kurmak, (Üniversite) ocaðýný kurmaktan þu itibarla daha kolaydýr ki, y
sahasýnda, bellibaþlý bir zaman için, yabancý (profesör)e tahammül edebilir-.
Memleketimizde (teknik) dünyasýnýn büyük çapta yetiþtirme ocaðýný kurmak ve onu verimlendir
kal iþini madde plânýnda yüzde yüz zafere ulaþtýrmaktýr.
9 Numaralý meseleye geldik: Yabancý (profesör):
Evvelce de nice konuþmalarýmýzda söyledim, izah ettim, ispata çalýþtým: Ýlim ve san'atta ya
assýs, Avrupalý (profesör) kabul edilmez; (teknik)te bir dereceye ve muayyen bir zaman
a kadar evet!.. Kendi kendimi tekrar etmeyi sevmediðim için þimdi bunlarý yeni baþtan geve
lemiye kalkmýyacaðým. Kafasýnda zerre miktarý þahsî tefekkür hassasý gezdiren, beni þimþek
r, tasdik eder.
Halbuki, doðuþlarý bakýmýndan Garplý olan ilim ve san'atlarý bir tarafa býrakalým; Ýstanbul
sinde, Arap dilini bile yabancý (profesör)lere okutuyoruz. Gafletin bu rütbesi karþýsýnda Ý
n, öfkesinden dilini yutar, felce uðrar. Ýstanbul Üniversitesinde Arapça metinlere memur A
lman profesörünün, malûm ve muhterem Ýsmail Saib Efendi'den ders alýp talebesine ders verdi
i bilmeyen yoktur. Türkle Türk arasýnda bu ne harikulade tavassut rolü!.. Kendi kendisin
den gafletin bu derecesi, týmarhanelerde bile görülmemiþtir.
Sür'atle halis kan Türk (profesör)ler kadrosunu, elimizdeki bilinen ve bilinmiyen mevc
udiyle, ve o mevcudu boyuna arttýracak canlý tedbirlerle iþ baþýna çaðýrmalýyýz. Saf ilim v
planýndaki Avrupalý (profesör)e, kontratýnýn son ayýna ait maaþ ve mübalâðalý bir teþekkürd
muz var'?
Saf ilim ve san'at planýndaki Avrupalý (profesörle, ana dili ve millî tefekkür teknesi dýþý
lim yuðurtmak, millî tefekkür dehasýný en hassas yerinden korleþtirip ruhumuzu müstemlekeye
rmektir.
10 numaralý meselemiz, Avrupaya gönderilecek talebe:
Ýþte hem (Üniversite), hem (Politeknik), hem yabancý (profesör) dâvalarýmýzýn kurtuluþ (for
n mesele!... Avrupalýlarý mahremiyetimize sokup bize ilim aþýlamalarýný istemektense, biz A
rupalýlarýn mahremiyetine girip kendimizi aþýlatacaðýz; kendimizden olan bünyelerin kan deð
i, bize uygun Ýstihaleler içinde yine kendimizden alacaðýz.
Zahir gözîyle birbirinden farksýz gibi duran bu Ýki metod arasýndaki fark, anlýyanlarca esa
idir.
Amma diyeceksiniz ki, bu iþi yüz senedir yapmaktayýz, Tanzimattan beri Avrupaya adam gön
dermekteyiz; dönenler bize (Mulen Ruj) havalarýndan ve (Gonokok) mikroplarýndan baþka bi
rþey getirmemekte. Evet, vaziyet aynen böyle... Avrupaya yüz senedir adam gönderiyoruz;
ve gidenleri geldikleri dakikadan itibaren, pek az istisnalariyle büsbütün kaybetmiþ bul
unuyoruz.
Bu, gidenin deðil, gönderenin kabahati; gidiþteki manasýzlýðýn deðil, gönderiþteki sistemsi
cesi...
Evvelâ herkesin can attýðý Avrupada yaþamak gayesini, kaba bir zevk iþi olmaktan çýkarmak g
.. Kimse Avrupaya öðrenmek için gitmemiþ, zevketmek uðrunda öðrenmek angaryasýna razý olduð
iþtir. Bu iþi Yunus Emre'nin;
Zehirle piþmiþ aþý yemeðe kim gelir?
Mýsraýnda olduðu gibi, ulvî surette belalaþtýrabiliyor muyuz? Seyredin o zaman, Avrupaya gi
eceklerden gelecek faydalarý!.. Ýþi ulvî suretle belâlaþtýrmak þöyle olur:
Avrupaya gideceklere, kurtarýcý rollerini aþýlayacak bir mefkure, ahlâk ve disiplin nefhet
mek, onlarý istidatlarý bakýmýndan bu müdir fikir etrafýnda seçmek, baþlarýna bu kýratta mü
rtmak, hareketlerini saniyesi saniyesine murakabe etmek, muvaffak olanlarý muvaffa
kiyetleri nisbetinde Türkiye'de bekliyecek þereflere karþýlýk, muvaffak olamýyanlarý ayný n
te þerefsizliklere uðratmak, icabýnda bir aziz prensibi muhafaza bakýmýndan bin kelleyi fe
da hiç tereddüt göstermemek... Ancak bu þartlar altýndadýr ki, 100 senedenberi Öðrenemediði
arlý (tango)yu, 10 senede söker geliriz.
Avrupanýn ne olduðunu ve ondan ne istediðimizi, kendimizin ne olduðunu ve ne olmak isted
iðimizi, ve bütün bunlarýn nasýl meydana geleceðini burada bilmeden, kavramadan, çerçevelem
oraya adam göndermek saçmadýr.
11 numaralý meselemiz de, san'at ve ilim hareketlerini koruma:
Maarif cihazý iþ külçesinin en cevherli kýsmýný teþkil eden bu cephe, bizde oldum olasý hus
oðmuþ çocuktaki gibi namevcuttur.
Evvelâ mevcut uzuvlarýn fena iþleyiþini görmek ve göstermek var; sonra bu fena iþleyiþi en
saiklerine kadar çerçevelemek ve þifaya kavuþturucu tedbirleri sýralamak var; daha sonra
büsbütün namevcut uzuvlara ait eksikliði kaydetmek ve giderilmesi çarelerini bildirmek var
. Mütekâmil vücut hakkýnda peþin fikir sahibi olmadan bu vazife yerine getirilemez.
Kliþeleþmiþ basil hakikatlerin basil öðreticisi seviyesinden üstün, memleket çapýnda ruh ve
marý bir inkýlâp maarif cihazý, ancak san'at ve ilim hareketlerini doðurmak ve korumaktaki
fârikasiyle belli olur. Tanzi-mattanberi maarif cihazýmýza düþen borçlardan baþhcasý bu de
di? Tanzimattanberi maarif cihazýmýz, bu tecilsiz borcu üstüne bile almadý; sadece kliþeleþ
asit hakikatlerin basit öðreticisi makamýna hasret çekti.
Bana sorarsanýz san'at ve ilim adamýný, kendi öz tekevvünleri içinde serbest býrakmak ve ru
a müdahale etmemek þartiyle, iktisadî faktör ve içtimaî rol bakýmýndan devletleþtirmek lâzý
etle san'at ve ilim adamý, kendisinden resmen eser ve faaliyet isteyen, kendisini
bunun için koruyan cemiyet ve devlete karþý, verimini keyfiyet ve kemmiyet bakýmýndan yükse
tmeðe mecbur kalacaktýr.
Memleketin en ileri san'at ve ilim hareketlerini, içinde mayalaþtýracak büyük bir mecmua..
. Maarif cihazýnýn resmî ve büyük (organ)ý... Merkezî mahiyetteki bu (organ) etrafýnda öbür
atlara, amelî hayat bilgilerine mahsus birkaç mecmua daha...
Resmî bir devlet tiyatrosu, büyük devlet sinema teþekkülü, birkaç büyük devlet orkestrasý,
ette uzuvlaþtýrýlmýþ (plâstik) san'atlar sergileri, devamlý (galeriler, san'at kulüpleri, v
u faaliyetlerin merkezî mekân hükmünü temsil etmek üzere Ankara ve Ýstanbul'da birer azamet
san'at sarayý... Saray, þimdiki þahsiyetsiz ve maskara (kübik) inþalara karþý yeni Türk üsl
olmalýdýr.
Doðrudan doðruya millî Þark san'atlarýnýn himayesi ve geniþletilmesi üzerinde derin bir þuu
Edebiyat ve ilimden baðlýyarak her san'at þubesini kucaklamak þartiyle senenin en büyük ver
mlerine ait birer mükâfat...
Tedricî bir tekevvünle Türk akademyasý hazýrlýðý... Türk san'at ve ilim verimlerine milletl
ir saha hazýrlýyacak, hassas ve akýllý bir propaganda bünyesi... Radyonun ruh ve kafa ceph
esinde gerçek maarif idaresi...
Geldik 12 numaralý mes'elemize... Halk terbiyesi:
Bu iþ þubesi, "san'at ve ilim hareketlerini doðurma ve koruma" bahsiyle sýký sýkýya alâkalý
kim geniþ maarif çerçevesinde herþey, vasýtalý veya vasýtasýz, bu hedefe ve birbirlerine ba
i? Fakat hedeflerden her birini, müþahhas, muayyen ve müstakil tatbik sahalarý hâlinde ayrý
ayrý þuurlaþtýrmaya, uzuvlaþtýrmaya muhtacýz.
Elimizde eski bir teþekkül var. Bu teþekkül, Cumhuriyetten evvel ayný gaye etrafýnda kurulu
Cumhuriyet içinde bir müddet sürüklendi. Sonra yeni bir þekle istihale etti. Fakat bir tür
asýl kaynaðýna baðlanamadý: Türkocaklarý - Halkevleri...
Bence Halkevlerini, ismi ve cismi, binasý ve demirbaþý, hulâsa bütün maddesiyle - ruhuyla d
miyorum -bir umumî müdürlük teþkilâtý içinde Maarife maletmek, devletleþtirmek lâzým... Fak
de ve geniþ ölçüde bir madde ifade eden halkevlerini, mânâ sahasýnda zenginleþtirmek, plân
ahibi kýlmak, cansýz kliþeciliklerden kurtarmak ve yepyeni bir ruhla doldurmak þartiyle.
..
Her vilâyet ve kazadaki (kültür) dersleri muallimleri, doktorlar, teknisyenler, münevver
ler, san'atkârlar, merkezce madde madde tesbit edilmiþ bir faaliyet plânýnýn canlý icra hey
eti sýfatiyle Halkevlerine memur edilmeli... Bu hey'et halkevlerini, devamlý konfera
ns, musahabe, münakaþa, gezinti, temsil, tatbik, sinema, konser ve daha bin toplantý þek
li altýnda, muaþeret kaidelerinden ev idaresine, yepyeni bir yetiþme ve yetiþtirme ocaðý hâ
e getirmeli...
(Folklor)un bütün þubeleriyle tatbik ve temsil sahasý kazanacaðý yer Halkevleridir. Halkevl
rini Maarife baðlayýp en geniþ plânda millî (kültür)ün müþterek hayatýný yaþamaya davet ede
etirmek, irfan tarihimizde hakikî bir inkýlâp olur.
Ýnkýlâp, maarif cihazlarýnda halk terbiyesi, hattâ mektepleri aþan bir ehemmiyetle ele alýn
k mevzu...
Þimdi 13 numaralý mes'elemize dönelim; Dünya irfanýný nakil iþi:
En mühim bir iþ þubesi olan bu mevzuda yalnýz birkaç kelime söyliyeceðim. Zira bu bahsi sen
e daha evvel müstakil olarak konuþmuþtuk.
Bütün Garp ve bütün Þark irfanýnýn baþ eserlerini (kültür) kökümüz olan Osmanlicadaki baþ e
bugünkü dilimizin gümrük salonu önüne ve bir hamlede yýðmalýyýz. Ýhtiyaçlarýn ihtiyacý...
birini çerçeveleyen bu iþin Savarona yatýndan daha ucuza mal olacaðýný eski konuþmamýzda g
buna karþý ne yapýlmak istendiðini de bir iki çizgi hâlinde belirtmiþtik.
Zamanýn meçhul neþ'et ânýndanberi, baþka milletlerin ne eser verdiðini kendi ana dilinin ay
da görmemiþ olan millet, kýyamete kadar eser veremiyecektir.
14 numaralý mes'elemizse Millî Kütüphane ve (Müze):
Adým baþýna cami, medrese, kütüphane dikmiþ olan, Ýstanbul, Mýsýr ve Budin fatihlerinin çoc
miyiz? Nerede millî kütüphanemiz? Avrupalýnýn þu Bibliotheque Nationale dediði ve her büyük
de vücudunu mutlak telâkki ettiði nesne... Nerede?..
Ýstanbul'da bir Üniversite Kütüphanemiz, bir de Evkaf idaresinde þu bu kütüphhane var. Ayrý
ak tefek teþekküllerin ufak tefek kütüphaneleri... Nerede Millî Kütüphânemiz?Devlet merkezi
henüz açýlabilmiþ tek kütüphane olmayýþýna ne diyelim?
Millî kütüphanemizi kurmak, büyük merkezlerde bunun birer þubesini açmak, ve kendi öz kökle
n, bütün dünya (kültür)üne kadar, basýlmýþ, basýlan ve basýlacak bütün kitaplarý buralara d
, zarurî, muhakkak deðil de ne?..
(Müze) iþine gelince, bu hususta birçok zenginliðimiz olmakla beraber organizmamýz tamam d
eðil... (Lâius) ianesiyle allâmelik satmak zevkinde olmadýðým için Avrupa'daki misallerini
mýyorum. Her sahada her (müze)yi, maddî ve manevî sermayemiz nisbetinde vücuda getirmeliyi
z.
Yüz yýldýr millî kütüphanesini ve (müze)lerini kuramamýþ bir maarif cihazýný, pantalonu olm
giyimden bahsetmesi kadar zavallý bulmaz mýsýnýz?
Eh çocuðum; 14 mes'ele bitti, þimdi iþ bunlarý toplamaya ve bugüne tatbik etmeðe kaldý.
(1946)

VE ÝÞTE MAARÝFÝMÝZ!
Þimdi son 7 - 8 yýllýk, iþ serlevhalarý bakýmýndan dolgun, kemiyet yönünden de hamarat devr
nüfuz etmeðe çalýþalým; bunun için de bu devreyi elimizdeki 14 maarif mes'elesiyle karþýla
irelim:
1 - Ana fikir - plân:
Yoktur. Ne Türk'ün dünü, bugünü ve yarýný üzerinde bir muhasebe, ne de bütün dünyada yeni i
ihtiyaçlarýný kuþatýcý bir yetiþtirme telâkkisine baðlý bir görüþ ve anlayýþ mihraký... Sa
ereye gittiði, nasýl baþlayýp niçin olduðu üzerinde hiçbir tetahhus ve murakabe çilesi çekm
atý maarif þekillerini alçýya daldýrýp kabuk üstü dondurma ve bunlarý sýð kemiyet plânýnda
gösterme gayreti; hepsi bu kadar... Bu hâl "ana fikir, plân" rüþdünden alabildiðine uzakla
nýn neticesidir. Bu teþhisin sýhhati, asýl bundan sonraki maddeler cevaplandýrýlýrken belli
acak...
2 - Okutmayý geniþletme:
Ha, evet; bu sahada Hasan Ali devresinin zahirî büyük baþarýlarý vardýr. Zira bu saha, okut
ve yetiþtirme plânýnda ele köklü bir keyfiyet ölçüsü geçirmedikçe, ne yapýlsa, sadece vücut
elerine zemin olacaðý için, (bakan)ýn hamle ve teþebbüslerindeki kýymet hükmünü, anlayanlar
l ifadelendirmektedir. Muhtevasý, programý, usûlü, gayesi, tarzý bakýmýndan evvelâ yalnýz v
keyfiyet tezgâhýnda Örgüleþtirilmesi gereken bir dâvanýn, tohum ve cevher esasýný bir taraf
kuvveti aðaca ve ormana vermek!., Ýþte son devrenin, aslýnda fevkalâde aziz ve kýymetli il
Öðretim seferberliðiyle (koy enstitüleri) hamlesini kuþatan teþhis... Sebep, aç ve boynu b
ir köþede beklerken, týkabasa neticeyi beslemeðe çalýþýyoruz.
3 - Yetiþtiriciyi yetiþtirme:
Tamamiyle keyfiyete ait olan bu dâva üzerinde tam bir alâkasýzlýk...
4 - Mektep kitaplarý:
Tamamiyle keyfiyete ait olan bu dâva üzerinde tam bir Ölçüsüzlük ve bilgisizlik...
5 - Ahlâk ve disiplin:
Tamamiyle büyük dünya görüþüne ve devlet Ýdeolocyasýna baðlý olan bu dâva üzerinde tam bir
6 - Dil ve ýstýlah:
(Kültür) buhranýmýzýn en büyük rahne merkezi olan ve devir devir indifalar kaydedip, devir
ir sükûnetler bulduktan sonra yine indifaa baþlayan ve bir türlü tam ve gerçek bir tevsiyey
ulaþtýrýlamayan bu yürekler acýsý dâva üzerinde tam bir zorakilik... Ve hâlâ resmî Türk lü
edyasýndan mahrumluk...
7 - (Üniversite):
Maddî ve manevî her cephesiyle ýstýrap merkezi...
8 - (Politeknik):
Ha, evet; bu sahada da Hasan Ali devresinin bir baþarýsý var, (Teknik üniversite)... Dünkü
Yüksek Mühendis Mektebinin kapýsýndaki yeni labeiâ... Fakat bir uzviyet âleminden fýþkýran
ibi, bütün þubeleriyle hayatýn içinden gelen ve bütün þubeleriyle hayatýn içine yayýlan, Ba
ler cihazýnýn ruhlu ve þuurlu iklimi olmaya çok uzak... Tam mânâsiyle dýþtan ve satýhtan ko
(aplikasyon) iþi..
9 - Yabancý (profesör):
Bütün dehþet ve haþmetiyle devam eden, boyuna ruhumuzu müstemlekeleþtiren ve kimseyi gocund
rmayan (kaimi makam)lýk...
10 - Avrupa'ya gönderilecek talebe:
Hâlâ ve hâlâ "gitsin, þu kadar tahsisat alsýn, müfettiþini kýzdýrmasýn ve bir diploma alýp
lâkkisi...
11 - San'at ve ilim hareketlerini doðurma ve koruma:
Namevcut... Yalnýz mektep sahasýnda birkaç Avrupalý hünerbaz elinde Türk çocuklarýnýn da (T
perasýný veya (Amigon) piyesini çýkarabileceklerine dair, tiyatrosuz,esersiz, seyircisiz
, içtimaî zevk ve an'ane mihrakiyle alâkasýz, müeyyidesiz ve dayanaksýz bir "gösteri"...
12 - Halk terbiyesi: Namevcut...
13 - Dünya irfanýný nakil:
Ýþte Hasan Âli devresinin, büyük kemmiyet cümbüþçülüðü içinde göze en çok batan hamlelerind
oðu kaynaklarýnýn en soylu (klâsik)lerinden iþe baþlayýp bugüne doðru bütün cihan (kültür)ü
me hamlesi!.. Ve birkaç sene içinde yüzlerce eser... Ne fevkalâdelik, deðil mi? Elbette fe
vkalâdelik olurdu; eðer bu mevzuda yine bir keyfiyet çilesi çekilebilmiþ olsaydý... Bir tez
ip iþi gibi, ince ince, "kýldan ince, kýlýçtan keskince" göz ve kafa nuru isteyen; tercüme
lecek her eserin sahibini hayâlde Türk olarak diriltip ona eserini yeni baþtan ve Türkçe o
larak yazdýracak kadar harikalý bir istihale, nüfuz ve intikali gerektiren bu dâvada, te
k fýrça çekiþiyle dýþ mânâlarýn yekûn hâlinde çeki çeki tartýlmasýndan ve ardiyelere yýðýlm
t deðiliz.
14 - (Müze) ve kütüphane:
Elmalûm...
NETÝCE:
Tam bir asýrlýk maarif hastalýðýmýzýn son devrede büründüðü mânâ, bir gün aklýmýz baþýmýza
mecbur olduðumuz mes'elelerden birçoðunun, aklýmýz baþýmýza gelmeden israfýndan ve ihyasýný
leþtirici bir kemiyet plânýna havalesinden ibaret...
(1946)

YABANCI MÜTEHASSIS
Tanrýkulu çayý pek sever. Ýnce belli, nokta nokta mavi ve kýrmýzý meneviþli, billur acem ba
ariyle çay Ýçmeyi pek sever Tanrýkulu... Gizli ufuklar arkasýnda, gizli yangýnlar haber ver
n yakut renkli iklimiyle çay.,. Tanrýkulu sedirinin yanýnda, göðsü hýrýl hýrýl fýkýrdayan s
daðýný doldururken bana bir göz attý. Bardaðýna dökülen kaynar suyun buharý, saçlarýnýn içi
- Yabancý mütehassýs mý demiþtin? Facia, evvelâ tâbirin kendisinde... Bu tâbire, doðru veya
r þeyler olmuþ, olabilmiþ, bir bünye ahenk ve muvazenesine ulaþmýþ hiçbir millette rastlana
Bizzat tâbir, bir türlü olmamýþ, olamamýþ, sadece yýlmýþ ve apýþmýþ milletlerin lügatinden.
da arýlaþmak, solucanlar arasýnda yýlanlaþmak, eþekler arasýnda katýrlaþmak diye birer dâva
erinde, arýdan, yýlandan ve katýrdan, birer yabancý mütehassýs bulunurdu.
Doldurduðu bardaðý bana uzattý:
- Buyurun, sizin çayýnýz!
- Aman efendim; benim çayým, sizin sohbetiniz!
- Sohbetimizi renklendirelim!
- Çok teþekkür ederim!
- Avrupalýnýn maddî ve mânevi bütün müstemlekeleþtirme sýrrý, kendi kadrosu müstesna, bâzý
(Avrupalýlaþmak) diye bir tâbir hediye etmesinde... Büyük ve sonsuz hakikatin, eþya ve hâd
lere aksetmiþ binbir sýrrýný aramak yolunda, her millet baþkalarýna
ders verir. Fakat...
Tanrýkulu bir yudumda, elindeki bardaðýn yangýnýný dudaklarý arasýnda süzdü:
- Hiçbir hâkim, mahkûma hâkimlik dersi vermedi. Hakikatte, yabancý mütehassýsýn verebileceð
ir ders olabilirdi: "Yabancý mütehassýs isimli hâdiseye, çareye, usûle inanmayýnýz! Herþeyd
l ruhunuzdan bu yabancý teselli ukdesini söküp atýnýz!" Fakat; fakat, bir zamanlar Cennete
arsa satmaktan, þimdi ampul içinde ýþýk satmaya kadar her iþin nefsanî ticaretini bilen o
ancý mütehassýs, hiç bu dersi verir mi? Verecek olsa, hemen ruhunu ve tâbiiyetini deðiþtirm
alis millî kahraman ve mütehassýsa dönmüþ olur!
-Ne kadar doðru!
- Bu doðrunun Ötesi ve etrafý var... Ýlimde, saf ilimde yabancý mütehassýs, mutlak kaydiyle
maz; fende, bâzý þartlar altýnda, belki... Ýlimle fen arasýndaki farký hâlâ kavramamýþ oldu
m ne dersin?.. Garplý idrâkle ilim, mücerret bir arayýþ manzumesidir. Fen ise, bu arayýþ iç
kanunlaþmýþ, sýnýrlarý çizilmiþ, tatbik mevzuu olmuþ bilgi çerçeveleri... Etrafý çitli her
r fen, çitini zorlýyan her fen hareketi bir ilimdir, Fen daima (Afakî - objektif) ve h
udutlu, ilim (Enfusî - sübjektif) ve hudutsuzdur. Ýlim, millî tefekkür benliðinin, millî ru
amýnýn, içinde mayalaþtýðý tekne... Bu teknede, ayný ruh köküne baðlý olmýyan yabancý hamur
þapka, bir baston, bir de çantadan ibaret ruh ve kaseli gizli hüviyet, çalýþtýrýlamaz. Çün
olmadýðý mayayý bozar, millî görüþ dehâsýný köreltir. Arýnýn þahsiyeti baldaysa, milletler
imlerde... Nitekim (cebir) Arap; ve (hendese) Yunanlýdýr. Bu iki ilmin de beþeri mahiy
eti, onlarda Arapla eski Yunanlýyý hulâsa eden millî damgaya dokunabilmiþ midir? Bir Fransý
(üniversite)sinde Ýngiliz edebiyat tarihini bir Fransýz okutur. Bu iþi ondan daha iyi b
ilen Ýngiliz mi yok?.. Sürüsüne bereket... Fakat Fransýza, Ýngiliz edebiyatýný Fransýz gözi
ve gösterecek ilim adamý lâzýmdýr.
- Aman ne doðru, ne doðru!
- Hakikat bir; fakat her fert için kendi hakikatinden daha aziz ne var?.. Milletle
r için de ayný þey... Kuru zanaat ve basit teknika çerçevesi bir tarafa, hele saf ilim ve
san'at plânýna yabancý mütehassýs dikmek, kýsýr bir kocanýn, yataðýna mütehassýs erkek, bir
disine mütehassýs inkýlâpçý ýsmarlamasýndan farksýz... Bir Amerikan radyosiyle Ýngiliz rady
aki farka bakan, basit bir makine üzerinde bile bu iki milletin mizaç ve görüþ hususiyetle
rini ayýrt eder. Ýngiliz çakýsý ve Ýsviçre saati, o maddeleri meydana getiren fen þartlarý
kadar Ýngiliz ve Ýsviçrelidir!.. Demek ki, kupkuru fen sahasýnda bile, insanýn yabancýlard
n öðreneceðini, incecik sýnýrlarla çeviren ruhî hadler var. Bu bakýmdan, yabancý mütehassýs
akýl ve teknika ölçüsiyle doðru ve þifalý olsa da, ruh ve san'at ölçüsiyle yanlýþ ve zehirl
- Sözleriniz, dâvayý kökünden kesip kökünden temelleþtirecek kadar gerçek... Fakat þöyle bi
e cevap verebiliriz: "Peki, anladýk, yabancý mütehassýsa paydos! Fakat insanî terakki yolu
nun hakikatlerini devþirmek ve öz þahsiyetimiz içinde piþirip geliþtirmek için ne yapalým?"
- Öyleyse çare, ha?.. Çare de, hakikat gibi tek: Garp ve Garplý hâdisesini, kendimize ait
olgun bir þahsiyet hâkimliði menþurundan süzeceðiz; onu kendi vasýtacý rehberlerimizin ruhu
yi ve kötü taraflariyle tahlil ve terkip edeceðiz; onu kendi vasýtacý rehberlerimizin ruh
midelerinde öðütüp, memlekete bu ruhu tatbik edeceðiz; anladýn mý çareyi? Avrupalýdan, mevc
nlikleri kaç taneyse çalýnýr, mukaddes bir hýrsýzlýk olarak çalýnýr; bacadan maske ile giri
"Hakikat, mü'minin kaybolmuþ malýdýr, nerede bulsa alýr!" düsturundaki gerçek hak yolundan
rilir. Oraya gidilir; þu bir asýrdýr boþ gidip bomboþ döndüðümüz yere, Avrupa'ya gidilir. F
apýþmýþ hayranlar zümresi hâlinde deðil, aklý ve ruhu yerinde seçkin þahsiyetler kadrosu hâ
ir; herþey yerinde keþf ve müþahede altýna alýnýr; herþeyin muhasebe ve murakabesi yapýlýr,
ir, sýrlarý bulunur; ve nihayet o sýrlarý kendi ruh potalarýnda, bizim ruh potamýzda eritmi
illî kahramanlar elinden hakikat devþirilir. Nasýl; çare bu mu?..
- Tam çare!!!
- Bir yenileþme ve gerçekleþme Maarifi, (Yabancý Mütehassýs) sýrrýný kavrýyamadýkça, ne yap
pudra ve allýk sürmüþ olmak tedbirinin hazin akametini aþamaz.
Tanrýkulu sustu. Semaver fýkýrdýyor... Semaverde fýkýrdýyan, sanki su deðil, fikir...
(1945)

**MÝLLÎ HANÇERE
Bir zamanlar, yâni alâkayla harp haberlerini dinlediðim demler, Kudüs radyosunun Türkçe kon
asýna dikkât etmiþtim. Bu radyonun saðlam þiveli ve dürüst ahenkli konuþucusu, (Japon) keli
i (Capon) diye telâffuz ediyordu Bu telâffuz þekli tam mânâsiyle Türktü.
Evet, bizde (J) harfi, (J) sesi yoktur. Mutlak ve kat'î olarak yok... Bu ses Türkçeye,
Farsça ve Fransýzca-dan girmedir.
Tanzimattan evvelki ve sonraki satýh münevverlerimizde, bir dilin, kendi hançere dehâsýnda
mevcut olmayan sesi kabul etmiyeceði þuuru bulunmadýðý için, onlar farsça ve fransýzcadan
i yabancý sesi dilimize çekmekte mahzur görmemiþlerdir.
Dilimize bir þahsiyet ve asliyet Ölçüsiyle baktýðýmýz zaman (J) sesini, sarýþýn civcivler a
yah bir karga yavrusuna benzetebiliriz. Ana tavuðun bu sahte yavruyu besliyemiyeceði
pek tabiî... Farsçadan dilimize girip de yalnýz saray münevverleri ikliminde yaþýyabilen (
) sesi, hele fransýzcadan dilimize girmiþ olduðu þekillerle hiç de tutmamýþtýr.
178
Halk (Reji)yc (ýeci>. (jandanna)ya (candanna). (Ja-ponla (capon) der.
Türk iktisadî hayatýnda Avrupalýya esaretin bir remzi olan ve Anadolunun mahrem ruh deri
sine ve iç hayatýna kadar nüfuz etmiþ bulýýnan bir müessesenin ismini bu türlü telâffuz, Tü
in kendi öz dehâsýna karþý gösterdiði alâkadan en parlak delil...
Jale, müjde, Nijad gibi kelimelerle de Anadolu asla alâkalanmamýþ, alâkalandýðýný da (C) se
ydýrarak baðrýna basmýþtýr.
Ýþte, (Psikoloji, sosyoloji, ideoloji, trajedi) gibi ýstýlahlarý, senin, pisikolocya, sosy
olocya, ideolocya, traced-ya tarzýnda türkçeleþtirmeye çalýþmandaki sýr...
Bize aid olmayan ve sarýþýn civcivler arasýnda simsiyah bir karga yavrusu gibi dolaþan bu
sesi geldiði yere Ýade etmek ve yabancýlýðýný þuurlaþtýrmak, dil dâvamýzýn, ya hudutsuz ile
uz geriye doðru yalpalýyan kývamsýzlýðý içinde baþlýbaþýna bir ölçü zevki doðurabilir.
Bir müþahede daha:
Bir gün, fransýzca (Ýmaj) mecmuasýný Kadýköy vapurunda (Ýmac) diye satan ve bu yüzden dilin
klu-ðiyle alay edilen bir çocuðun, millî hançereyi bilmeksizin en doðru þekilde canlandýrdý
muþtum. O gün bir daha düþünmüþtüm ki, halis türkçede (J) sesi yoktur; ve bâzý yabancý keli
ak, millî hançereye uydurarak lisana mal etmek, o kelimeleri sadece Türkçe-leþtirmiye, Türk
eþtirmeye, kazanmaya yol açar. Bu hikmeti kavramadan, aid olduðu lisana nisbetle yanlýþ, f
akat bize nisbetle çok doðru telâffuz þekilleriyle alay etmek, olsa olsa cahillik ve ahm
aklýk olur.
Bâzýlarý, türkçede (J) sesi olduðunu, yabancý kelimeleri ezip kýrarak deðiþtirmek salâhiyet
sede
179
bulunmadýðýný iddiaya kadar varýyor.
Evvelâ Türkçede (J) sesi yok; sal' ve millî haýýçere-mizde bu sese ait hiç bir iz, hiçbir y
ur. Farsçadan (J) sesile dilimize girenlerden baþka (Reji, jandarma, Japon, panjur,
bonjur, jilet, jile. abajur, ajur) gibi fransýzca kelimelere gelince, halkýn bunlarý (
reci, candarma, Ca-pon), hattâ (pancor, boncur, cilet, acur) yapmýþ, gerisini de hiç aðzýna
almamýþ olduðunu bir an evvel belirtmiþtim.
Þu kýsa misal zinciri göstermiye yeter ki, millî han-çeremizde (J) sesine tahammül yok; anc
k bu sesin (C) sesile çehre deðiþtirmesinden sonra Türk tabiiyetine girmesine cevaz vardýr
.
Hâl böyle olunca, Fransýzcayý ana dili gibi konuþan bir Türk münevverinin, hem de gerçek bi
verin, (reji)ye (reci), (jandarma)ya (candarma), (Japon)a (Ca-pon) demesi, zengi
n ve cömerd bir þuurla dilini halkýn diline baðlamasý, onun cehli deðil, üstün ilmi olur. Ö
ilim ki, bütün bir dünya görüþüne ve þahsiyet hummasýna baðlý olmak þuur ve faziletine bað
Ayný familyaya ve medeniyet mihrakýna mensup diller arasýnda bütün fark, sadece kanunlaþmýþ
r hançere hususiyet ve dehâsýndan baþka bir þey deðildir. Hançere dehâsý zayýf milletlerde,
ftadýr.
(1946)
180
ABÝDE
Söyleyen-O, hürmetler içinde dinleyen ben: - Ýnkýlâp âbidesi olarak heykel seçildi. Bir (ol
tti) iþi... Heykelin mahiyeti üzerinde düþünülmüþ, güzellik telâkkimize uyup uymadýðý muhak
riyle þartlarýmýz arasýnda tenasüp aranmýþ deðildir. "Madem ki Garp Ulaþýyoruz, orada da he
niçin bizde de olmasýn?.." Her nokta gibi bunda da olanca nefs muhasebemiz bu kadar
cýk... Ýnkýlâplarýn müþterek kanunu, þu olmak lâzým: "Ýnkýlâbýn madde halinde ilk ve son âb
le vatan bütünüdür! Hele bizimki gibi, topraðiyle, köyüyle, þehiriyle, harap ve noksan bir
sahibi memlekette, heykel, çini çýplak bir vücutta ipek boyunbaðýdýr. Boyunbaðý nasýl giyi
arafet hülâsasý ise, heykel de ancak giydirilmiþ bir madde âleminin nihaî ifade vasýtasý...
Bir ân sükût... Söyleyen o, hayretler içinde dinleyen ben:
- Gözünün önüne getir: Bir kasaba... Ýçinden bulanýk bir su geçiyor... Ayakta durabilmek iç
banmýþ kerpiçten evler... Arnavut kaldýrýmý tek cadde... Caddede, müselles deliklerden akan
ef; kemikleri in-
181
ce bir deri yaldýziyle örtülü beþ on sýðýr, topal ve kulaksýz çomarlar, bir iki sümüklü çoc
.. Bu levhadaki hasta edici tezadý görmemek mümkün mü? Bu kadro içinde herhangi bir hamleni
abideleþme ihtirasý, maddeyi tedricen canlandýrmak, beslemek ve yetiþtirmekten baþka ne o
labilir? Hiç bir inkýlâp, intiþar sahasýndaki büyük ve geniþ maddeyi abideleþtirmeden kendi
e kuramaz!
Bir ân sükût... Söyleyen o, haþyetler içinde dinleyen ben:
- Sonra baþka bir mesele... Heykeli kimin yapacaðý meselesi!.. Heykeli millî san'atkâr yap
ar. Eðer bunu yapabilecek millî san'atkârýmýz yoksa, heykel de yok demektir. Bir inkýlâbýn
hrem fikir v- heyecan ifadesi ulan heykelini yapmak Ýçin Avrupadan mütehassýs getirtmek,
evvelce de bir kere söylediðim gibi, bizzat inkýlâbý yapmak için mütehassýs getirtmeðe müs
Bir ân sükût.,. Söyleyen o, dehþetler içinde dinleyen ben:
- Gelelim bu yabancý san'atkârlarýn diktikleri hey-kellerdeki fikir ifadesine!.. Bu if
ade, (alâminüt) vesika fotoðrafý seviyesindedir. Bir âbidede, taþa, her þeyden evvel fikir
abilmek lâzým... Yabancý sanatkâr, taþa fikir kazýmayý bilse de, ruhunu tanýmadýðý hâdiseyi
rken, onu fikirsiz býrakmýþ, inkýlâp rehberinin baþka baþka (poz)Iar ve kýlýklarda üstünkör
aþka bir eda bulamamýþtýr. Her yerde, her köþede, her bucakta, âdi bir benzerlikle vesika f
afý teþhir edilen tek þahsýn basit bir tenevvu içinde ifadesi... Asker o, sivil o. atta o,
ayakta o, kalpaklý o, þapkalý o; o, o, o, ve hep ayni çehreyle... Ýþte dikilen heykellerde
biricik fikir ifadesi!.. Halbuki âbide, bir hareket rehberinin üstünkörü 482
bir benzerlikle vesika fotoðrafým çýkartmak deðil: o hareketi, þahýs resmî gerisinde ve ile
de tefsir etmek iþidir. Bir ân sükût.,. Söyleyen o, ibretler içinde dinleyen ben:
- Dikilen heykellerde san at kýymeti de sýfýr... Bunu keskin bir bedahet halinde duyma
k için, ortaya bir selim zevk sahibinin, Avrupada, hattâ Balkanlarda bir kaç ay dolaþmasý
yeter. Ýçinde (vatan) kelimesinden baþka nesne bulunmayan bir manzumede san'at kýymeti n
eyse, hazýrlop ve boyacý küpü hesabý bir çehre tekrarýndan gayri marifeti olmayan bu heykel
de de ayni þey.,. Bu hususta kendi fikrimi bir tarafa býrakayým da, sana, bir Avrupalý m
uharririn görüþünü bildireyim. Fikirlerini mizana vurmadan kabul ettiðimiz Avrupalýlarýn bi
urriri, (An-tonyo Anyante) adýnda bir Ýtalyan, (Mustafa Kemâl) isimli eserinin 140 - 1
41'inci sayfasýnda diyor ki: "Türklerin bir kaç Avrupalý heykeltrýþa yaptýrdýklarý eserler,
kýymeti bakýmýndan birer faciadýr. Zaten bu heykeltýraþlar, hakikî san'atkârlar deðil, her
a ayni iþi yapan san'at bezirganlarý.. Yarýnýn Türkleri bu eserlere karþý harekete geçecekl
!
- Bir ân sükût... Söyleyen o, dehþetler içinde dinleyen ben:
Ýþin umumî plânda en acýklý tarafý, bu heykellere harcanan paradýr. Heykel piyasasý üzerind
e halkýn bilgisizliði, her hangi bir aksülâmele meydan vermi-yecek, emin bir istismar ve
silesi telâkki edilmiþ; böylece millî bir hürmet ve Haysiyet temsil etmesi istenen bir iþ-d
, karakolda hýrsýzlýk yaparcasýna, en çirkin nefsaniyet-ler hýrslarýný tatmine yol aramýþla
asýrlýk mazisi olan meþhur (komisyoncu) tipi, âbide dâvasýnýn da merkezinde oturmaktadýr. Y
arplýlar, bu insanlarý,
183
(mukaddesat tüccarlarý) diye isimlendirir. Heykele sari edilen para, milyonlarý aþkýndýr. B
para, edebiyatiyle, ti-yatrosiyle, resmiyle, musikisiyle, mimarisiyle, tezyini
san'atlariyle, Türk güzel san'atlarýna sarfedilseydi ne olmazdý? Maddî ve manevî inkýlâp âb
nde en büyük yasak, millî hürmet ve haysiyet duygularýný istismardan korumak deðil midir?
Bir ân sükût... Söyleyen o, nefretler içinde dinleyen ben:
- Biraz da rakamlarý konuþturalým! Memleketin en salahiyetli müessesesindeki mimarlar he
yetinden þu bilgiyi edinebilirsin: Bundan 7 - 8 yýl evvelki para deðerine göre, yüz bin li
ralýk bir âbidenin gerektirdiði bütün masraf, en ince teferruatýna kadar hesaplanmýþ olarak
ayet otuz beþ bin lira..! Demek ki, geriye kalan altmýþbeþ bin lira, fikir, güya fikir, göl
e fikir ve sahte hamiyyet bedeli... Bir heykeltýraþýn tek eseriyle kazandýðý veya kazanacað
ayý toparlamak için. en iyi romancý veya piyes muharriri 250, en iyi þair 1000 cilt eser
vermeðe mecburdur.
Bir ân sükût... Söyleyen o, kasvetler içinde dinleyen ben:
- Netice þudur ki, inkýlâp âbidesi olarak heykel, yaptýrýlmamasý icabederken yaptýrýldý: Tü
eði yerde Avrupalýya verildi; fikir resmedeceðine vesika fotoðrafý çekti; hiç bir san'at ký
ne ulaþamadý; üstelik korkunç bir menfaat istismarýna yol açtý. Ýþte sana, inkýlâp âbideler
güne ve yarýna ait bütün ölçüleriyle iþ teþhisi!..
Sükût... Susan o, hayretler içinde düþünen ben...
(1945)
184
ÝSTANBUL
Ben Ýstanbul'un kara sevdalýsryým. Sevmek, ne kolay lâf, bu böyle!.. - Filân þeyi sevmiyoru
falan þeyi sevmiyorum! Diye, en ucuz, keyfi ve insiyaký hükümlerimizi, çok defa bu lâfla or
aya atarýz. Halbuki bana sorarsanýz, sevgi kadar basit ve girift, alelade ve harikul
ade, hiç ve her þey, hesabým vermediðimiz ve vermeðe mecbur olduðumuz nesne yok bu dünyada.
Ben Ýstanbul'un kara sevdalýsýyým... Ve sevmek fiilinin, alelâdelik içinde harikuladeliðe e
rak, onu ancak en girift tecellisi içinde canlandýrabi-leceðine inanýyorum.
Ýstanbul bence, sevmek fiilinin en müþahhas hedefi olan bir kadýn hayâlinde heykelleþtirile
ilir. Ýstanbul benim gözümde, bir lâhzacýk diþiye nisbetle sýnýrým sonsuz bir ân içinde tek
asla tükenmeksizin hayatýmýza hükmeden devamlý kadýndýr.
Bu kadýnýn sonsuz maddesi ve ruhu, hayatý ve macerasý, edasý ve meþrebi, bizzat kadýnda bil
astlanamý-yacak bir erginlik ifadesiyle, benim karþýma bir þehir hüviyetinde çýkýyor: Ýstan
185
Ýstanbul'u o bulunmaz k;ýdýýý olarak hayâl etliðim zaman þunlarý görüyorum;
Harikalar harikasý bir madde fevkalâdcliðiyle za-'man mefhumunu yenen, asla ihtiyarlam
ayan ve rekabet kabul etmeyen; bin bir gece masallarýnýn ruhuna aþina bir visal irfaný içi
nden gelen, eteklerinde £n zengin tarih ve hatýra nakýþlarýný taþýyan ve kâinata en olgun e
n bakan ve nihayet her zamanki mahrumiyetleri, her zamanki mazhariyetleri kadar
güzel, ihtiþamlý ve acýklý duran asîl varlýk...
Ýstanbul'u, elimizde mevcut bomboþ hû labiat plâný üzerinde ve bir faraziye halinde tasavvu
edince hemen sezeriz ki, mazrûfiyle rekabet halindeki bu harikulade tabiat zarfý, içi
ne alacaðý þehirden en keskin þahsiyeti iste-, mektedir. Ýstanbul'un tabiat zeminine, zama
n ve mekan þartlarýna göre, Ýstanbul þehrini yakýþtýrabilmek en çetin dâva,..
Demek ki, tabiat halindeki Ýstanbul, þehir halindeki Ýstanbul'u, zaman ve mekân þartlarýna
e, en keskin þahsiyete davet ediyor.
Bu Ýnceliði mutlak bir kanun halinde þuurlaþtýrmak lüzumuna inanýyorum.
Ýstanbul'u, soylu tarihinin içinde bu zaviyeden ölçüye vuracak olursak, onun iki bahtiyarlý
, bir de bedbahtlýk çýðýrýndan ibaret üç büyük devre ifade etý..lUr.j; ayrýca yeni bir devr
kmekte olduðunu görürüz.
1 - (Bizans) devresi.
2 - Osmanlýlýðýn haþmet devresi.
3 - Tanzimat ve meþrutiyet devresi.
4 - Cumhuriyet devresi.
Baþtaki iki devreyi, Ýstanbul'un iki bahtiyarlýk çýðý-186
rý dîye isimlendirdik. Bu iki devreye kuþ bakýþý ve terkibi bir göz attýðýmýz zaman hemen t
z ki, o devrelerin iki Ýstanbul'u ve Ýki Ýstanbullusu kendi zaman ve mekânýný þahsiyet ve h
miyetle doldurmayý bilmiþtir.*
Dünyanýn dört bucaðýndan sökün eden hýrs ve istilâ kasýrgalarýna karþý, Yedikule'den Halic'
ybumuna ve Sarayburnu'ndan Marmara kýyýlarýna kadar çektiði harikulade bir hisar çerçevesi
e ve göbek sahada oturan (Bizans), kendi zaman ve mekânýnýn þahsiyet ve hâkimiyet âbidesi o
.
Bu hakikati, surlarý Ören bir (Bizans) tuðlasýndan, bir kilise kubbesinden, yarý beline ka
dar topraða batmýþ bir Bizans evinin taþ cumbasýndan, bir kemerden, bir sütundan, bir (moza
k) parçasýndan öðrenebiliriz.
Ýstanbul'un Ýkinci ve mükemmel þahsiyet devresi de, Topkapý sarayýna bitiþik Mecidiye köþkü
kadar Osmanlýlýk çýðýrýdýr. Süleymaniye'nin kubbesinden herhangi bir çeþmenin lülesine kada
adet ettiði bu kemâl devresinin arkasýndan, birdenbire, bin senelik an'aneden gelen ha
nýmefendinin, nefsinde halayýðýna hizmetçilik etmek liyakatini bile kaybetmesi þeklinde yam
n bin tereddî baþlar. Bu tereddinin göz plânýnda en müþahhas delili, tuðla tuðla bütün bir
eti ör-güleþtiren Topkapý sarayýna yapýþýk Mecidiye köþküdür. Kimse bu vakte kadar iki mima
orkunç tezadý ve müthiþ ifadeyi görememiþ ve gösterememiþtir. Asîl Topkapý sarayýna bitiþik
ye köþkü, inhitat tarihimizin Ýstanbul ve þehir kadrosunda en parlak tezahürüdür. Kýsýr üst
elâketinin ilk eseri olan Mecidiye köþkü, suratýndaki (Barok) ve (Rokoko) süslerle, þýmarýk
layýk halinde, (Devlet-i aliye-i Os-maniye)nin hanýmefendisini esir etmiþtir. Ve ondan
sonra
187
mahut Dohnabahçe, Beylerbeyi saraylarý, þu, bu, daima ve her köþede (Barok) ve (Rokoko) 19
'uncu asýr (Frufru) Paris dantelâlarý, iðrenç tavýrlý Osmanlý Bankasý müsveddeleri, sütbeya
in ikliminde dumanlý ve puslu havalara mahsus (Gotik) Haydarpaþa garý, yenmez ve yutul
maz bulamaç.,. Arada, (Düyun-u umumiye) binasýnýn reisliði altýnda operet kýlýklý $arkkârý
.. Ve derken Cumhuriyet ve derken basma kalýp kâðýt helvasý binalarý...
Ah Ýstanbul, ah Ýstanbul! Ýnsan hiç bir fikir imal etmese de yalnýz senin o caným yüzüne ba
ismine bir asýrdýr inkýlâp dediðimiz nesnelerin içyüzünü ve hakikatini bir eþya dersi hali
l öðrenir.
(1946)
188
MARAÞ
Tanrýkulu bana dedi ki:
- Sen Maraþhymýþsýn, öyle mi?
- Evet efendim; ben kökte Maraþhyým ama, Ýstanbul'da doðdum, hattâ babam da Ýstanbullu...
- Dur, sana þu Maraþ'tan lâf açayým! Millî Mücadele yýllarýnda, Maraþ'ýn içyüzüyle mahrem k
Vatan mevzularý etrafýnda ve beylik toplantýlarda âdet, eski vakalarý, her yýl dönümü yeni
n kalýplarýna dökmek, bu suretle ayný maddeyi her sene, baþka baþka ambalajlar içinde takdi
tmektir. Bu akamet, ya hatibin, hâdiselerdeki düðümleri çözemeyiþinden, yahut hâdiselerde,
lmayýþýndan doðar. Hedefimize aykýrý duran bu dikkati, Maraþ hârikasýnýn ana farikasý uyand
asý, o kaynaþma çerçevesi-dir ki, ne tefsircinin görüþ kudreti o çerçeveye, onda mevcut olm
r ýþýk püskürtebilir, ne de aczi, mevcut ýþýklarý karartmaya kadar gider.
Üzerine aksedecek güçlü ve soylu fikirden müstaðni; ve bücür, orta malý kliþelerden korkusu
iyle mükemmel ve kendi kendisine kâfi hâdiseler, insanlýk ta-
189
cininde ancak bir kaç ianedir. Tecellileri için bir ba.þkii unsurla izdivaç kaygýsýndan uza
yalayan bu vatan cevheri, cüz'ülerden hangisine daha fazla borçlu olduðu bilinmeyen ve
asla aranmayan muðdil bir terkiptir. Böyledir ama, yeryüzünde Öyle mahkûmiyet saatlarý çala
bu terkibi bir an içten daðýtýr. Vatan bütününün mihrakýnda tecelli etmesi beklenen irade v
et bir ân için göze görünmez. Bu an, büyük sarsýntýlarda birdenbire gözden siliniveren kül
'ülerden her birinin sanki imtihana çekildiði ândýr. Halkýn, ana baba günü tabiriyle ifade
böyle ânlarda, millî kahraman vasfýný giydirdiðimiz nadir yaratýlýþlardan biri çýkýp vatan
koyuncaya kadar her memleket parçasý ve her fert hiç bir semt ve kaynaktan imdat bekl
emeden, yalnýz kendi nefsinde bulduðu vasýtalarla Ýleriye atýlmaya, kendisini tek baþýna ve
ndisinden ibaret bilmeðe mahkûmdur. En ulvî ve en yüksek savaþýn saatini kuran böyle ânlard
hakkýný daima cüz'e ve cemiyet ferde vermiþtir.
Ýþte, dokuz parmaðý mefluç bir çift elin bütün yükünü çekmiþ, bütün gücünü göstermiþ, bir p
âný þerefle savmak yazýlý bir memleket parçasý, birgün öbür kardeþleri sýrasýnda tabiî iþ
lardan farksýz göründüðü zaman, öbür parmaklara düþen borç, kardeþlerine herhangi bir imtiy
, sadece onun tam ve saðlam bir cüz olmak haysiyetine, hârika çapýnda bir fiille can verdið
ni bilmek ve tanýmaktýr, Bir çift el manzarasýnda gördüðümüz büyük Türk vataný, bu mü>tesna
kaçýný tecrübe etti..,
Fakat hiç bir üstünlük duygusuna kapýlmadan, yalnýz çarpýcý hakikatler önünde kekemeliði ye
190
soy 1 iyeliýýt ki, bu parmaklar arasýnda, baþparmak Maraþ-týr.
Maraþ, biraz evvel neticelerini anlattýðýmýz felâket saatinin çanlarýný, birdenbire bütün v
lân mahiyetinde, kendi kalesine asýlmýþ sallanýyor, gördü.
Bu çanlarýn arkasýnda, dünyanýn en büyük ordularýndan birinin taþýdýðý yabancý bir bayrak d
Maraþ, ayný felâket ânýnýn þahsiyet ve hususiyeti icabý, kendisini tek baþýna, kendisinden
ldu. Bir lâhza kadar süren kýsa bir nefs muhasebesinden soma kararýný verdi, harekete geçti
Günlerden cumaydý. Öteye ve Allaha inanan Maraþ, ibadetindeydi. Bir Maraþlý, Ýbadetini biti
leri mabedin kapýsýnda karþýladý ve haykýrdý:
- Kalede yabancýnýn bayraðý dalgalanýrken kýldýðýnýz Cuma namazýnýn sýhhatine güvenebilir m
En aziz duygu, en saðlam benlik desteði olan Ýstiklâl, Maraþlýlara, secdede duyduklarý vecd
den ses veriyordu.
- Hayýr!
Dediler ve hep beraber Mabetten çýkýp doðru kaleye gittiler. Bir Ýbadet sonuna ancak bu ka
dar güzel bir hareket eklenebilir. Hakikî kahramanlarýn vekar ve teenni-siyle iþgal kuma
ndaným istediler. Bir türlü ibadet kadrosundan çýkamiyan o günkü hareketlerini, kendilerini
ulvî izahiyle düðümlediler:
- Biz Allaha Ýnananlardanýz! Ölüm, bizce korkulu bir son deðil. Bütün silâhýmýz bu! Elinden
saymak gelen bir insan kümesiyle pençeleþmekte ümit ve deðer buluyorsanýz topraklarýmýzda k
bulmuyorsanýz gidersiniz.
Ýþte Maraþ müdafaasýnýn baþlangýcýndan bir kaç
191
çizgi... Zaten vak'a olarak, bu bir kaç malûmdan baþka bir þey anlatmýyacaðýný. Bence, bu m
kadar basit ve saf meydan okuyuþ, kendisini biraz sonra iþ sahasýnda ifade eden ruhun,
fikir sahasýnda en sade, fakat en harikalý tecellisidir. BÝr Anadolu türküsündekÝ ruhî tav
r saf ve derin olan bu hitap, ruhun, bütün bir (teknik) ve âlet dünyasiyle yaptýðý ani muha
eden, vardýðý karardan silâha karþý çýkardýðý silâhtan ne eþsiz örnektir! Maddeyi yeneceðin
bu ahdinde bütün teminat, yalnýz eriþebildiði sadeliktir. Eðer yabancý kumandan bu inceliði
ayabilmiþ olsaydý, arkadan gelecek hareketleri önden görür, þu kadar gün sonra, gündüz ýþýð
baha karþý ricat ettirdiði bayraðýný önden ricat ettirirdi. Ondan sonra, üstünde, "biz Alla
nanlarýz!.. Ölüm bizce korkulu bir son deðil!" sözleri kazýlmýþ bir levhanýn sisli derinlik
, öyle þeyler geçiyorki oluþ imkânlarý ancak rüyada tahakkuk edebilir.
Atýldým:
- Hiç unutmuyorum. Bundan 20 sene evvel, ben Ceyhanda bir Banka memuru iken bir Ma
raþlý, beni oradaki çiftliðine davet etti. Göz alabildiðine düm düz uzayan bir ovanýn ortas
r çardaðýn üstünde ve gümüþ bir sini biçimindeki ablak bir Ay altýnda, göz yaþlarýný gizley
a kadar, Maraþ kurtuluþunu safha safha anlattý.
Ömrümde, þiir akýþý ve hayâl þahlanýþý bakýmýndan bu kadar güzel bir gece geçirmedim. O anl
akar su, uçurum, insan ve at; bir efsane kalabahðýyla doldu. Bu kalabalýk beni, düþünceler
gün doðuncaya kadar bekledi. Maraþ'ýn mânasýný billûrlaþtýrmak için yazdýðým (Tohum) piyes
u gece avladým. Okuduðum, dinlediðim ve tahayyül
192
edebildiðim hiçbir destan, Maras/ýn kurtuluþ destaný kadar güzel, zengin ve tüyler ürpertic
dir. Ýþte Maraþ mucizesi ve mucizeyi gören akla sýðmaz hâdiselerin intiba ve teessür halind
si!
Dinledi, dinledi ve cevap verdi:
- Maraþ ise, bu mânayý formül içine almamýþ, fakat yaþatmýþ olan yerin ismidir. Onda bir þe
kendisi var ki, iddiasýna, düsturuna ve edebiyatýna yer kalmýyor.
Kahramanlýk, eðer ruhun maddeyle oyun oynamasý, madde hadlerini zorlayarak kendisine b
ir tecelli nevi aramasý, aklýn iþ formüllerini iflas ettirmesi demek olmasaydý, asýrlardanb
ri fikir ve san'at gözünde, dipsiz bir mevzu diye kalýr mýydý?
Ruhun ne harikalý hamlelerine beþik sallayan, key-fiyetçi, þahsiyetei, mefkûreci ve mâverac
Doðu manzumesindeki payýndan, eþsiz Türk kurtuluþ hareketin-deki payýna kadar harikalar ik
imi ve destanlar yataðý Maraþa Selâm!
(1946)
193
TÜRK ÞEHRÝ
- Geçenlerde sizinle Ýstanbul üzerinde konuþurken, dedim, bir noktaya dikkat etmiþtim: Þahs
yetini kaybetmiþ cemiyetlerde, benliðini kaybetmiþ þehir tipleri, gözle görünür ve elle tut
birer misal teþkil ediyor. O zaman þehirler hiçbir tarafý kendisine ait olmayan yamalý bohç
lar halinde þunun bunun þahsiyet kýrpýntýlariyle dolduruluyor. Bu hal, hele son çeyrek asýr
beri bizde ne kadar belli!..
- Evet, dedi, Tanrýkulu, bir Ýngiliz, Alman. Amerikan, Fransýz, Rus, Japon, Ýtalyan, hat
tâ bir Ýspanyol, Ýsviçre, Finlandiya, Ýsveç, Bulgar þehir tipi var; fakat bugün bir Türk þe
.
-Evet, dedi, Tanrýkulu herhangi bir mimarî ve þehircilik dâvasýndan uzak, sadece bir cemiy
etin mekâna aksetmiþ zaman ruhu üzerinde kalalým: Evet, bütün keyfiyet ve kemmiyet ölçüleri
men her þahsiyetli milletin, milletlerarasý ve orta malý unsurlarýný yepyeni ve ayrý ayrý d
er altýnda seciyelendiren þehirleri var da niçin bizim bir þehir tipimiz yok?..
- Zira, dedi, Tanrýkulu, içinden çýktýðýmýz ve köklerine kibrit suyu döktüðümüz eski dünyay
194
ne girdiðimiz ve köklerinden teyÝzlendiðimiz baþka bir dünya yok da ondan... Zira, bir asrý
in bir zamandan-beri bizi mlýiar arsasýnda köleleþtÝren dýþ çizgileri taklit zihniyeti, olm
ayýþýmýzý, en fazla þehir plânýnda ilân ve ifþa ediyor da ondan... Ve yine zira büyük þehir
e kopya edilmesi mümkün bir hadise deðil, mekâna sýzan bir ruhun, dýþ çizgiler ha-lÝnde bil
dir de ondan...
- Sadece, dedi, Tanrýkulu, þehrini hendeseleþtire-cek bir ruha ve ruhunu pýrýldatacak bir þ
hre mâlik olamamak yüzünden, tam bir asýrdýr, Batý adamýnýn beylik ve orta malý (barok), (r
(kübik), (ürbanizm) kýrýntýlarýnýn posalarýnda gýda arýyor ve bunun ismine inkýlâp diyoruz
Bizim þahsiyetli bir dünya görüþümüz varsa, mutlaka hususî bir þehir tipimiz; ve þahsiyetli
tipimiz varsa, mutlaka hususî bir dünya görüþümüz olmak icap eder. Müzmin boþluðumuz ve bir
müþahhas plânlarýn en sert, en katý ve kolayca elle tutulur cinsinden olan þehir plânýnda a
dýk, belki en esaslý eksiklerimizin mizanýna ererdik.
- Hendese ve nisbetin, dedi, Tanrýkulu, bütün þii- riyle, hendese ve nisbet sýkýntýsýnýn bü
arada
kucaklýyan ve Süleymaniye kubbesine liyakat ilân eden o Türk þehri ki, Van kedileri gibi u
mumî bir soy benzerliði içinde baþka baþka çatýlarý, sokaklarý, meydanlarý ve her türlü müe
ilyonluk celselerimizin, zaman içinde mekân ve mekân içinde zaman ölçüsünü heykel-leþtirece
evlet ve millet kadromuzda bu tasayý çeken kaç kiþi var?
Tanrýkulu dedi ki:
- Ýdarecileri, mütefekkirleri ve sanatkâriyle, bu çi-
195
leden uzak yaþýyan insanlara, belli bir hayal ve faaliyet içinde olmak imtiyazý verileme
z!!!
Tanrýkulu dedi ki:
- Cemiyet iklimimizin, en geniþ nezaret ufkuna malik taraçasý demek olan þehrimizi plânlaþ
ýrmakla, ruhumuzu plânlaþtýrmak arasýnda fark sürmeksizin, þehrimizi, Türk þehrini, milyon
celselerinin toplantý mekânýný Ýstiyoruz! Fakat ruhumuzu bulmadan onu bulmaya imkân var mýd
(1946)
196
ANKARA'DA RÜZGÂR
Kýþa çalan ilkbahar havalarýnda, birkaç günüm Ankara'da geçti:
Ankara havalarý, vakit vakit (isteri) geçiren bir insanýn yüzü kadar deðiþik... Bir saniyes
saniyesine uymuyor. Þimdi bir ihtiyar gibi dalgýn, birazdan bir çocuk gibi neþeli, peþinde
n bir deli gibi korkunç, sonra bîr âþýk gibi mahzun, çok geçmeden bir katil gibi sinsi, der
bir ihtilâlci gibi isyanh.
Gün oluyor, yirmi dört saatte bütün mevsimler ve þekillerle içice, bütün ruh haletlerini ve
rýný yaþýyor. Denebilir ki o, içindeki sonsuz hasret ve ihtirasýn þeklini arayan, bütün þek
abi parmaklariyle karýþtýran; kuran, yýkan, beðenmîyen, titiz ve mecnun bir sanatkârýn
hummasýna tutulmuþtur.
Tabiatýn dört mevsimiyle mecburî alâkasý, devamsýz bir mektep çocuðunun ayda yýlda bir sýný
benziyor. O çocuk sýnýfý nasýl zorla ve sürüklenirce-sÝne geçerse o da bir mevsimden bir m
le geçiyor.
Bazan büyük, coþkun, olgun bir rüzgâr, Gobi çölünden geçen bir katar ihtiþamiyle semasýndan
197
Tepemizde tekerlek seslerine ben/er biý [arakanýn çelik yapraklarýný uçuran bu rüzgâr çýkar
ra'nýn en hususî manzarasý baþlýyor. Yerden mi, gökten mi nereden püskürtüldüðü belii olmýy
ný; duman mý, bulut mu, dað mý, ne olduðu bilinmeyen bir toz heyulasý; heyula mý, dev mi, e
r mi nedir anlaþýlmiyan bir toz canavarý þaha kalkýyor. Asfalt kýnasý çekilmemiþ yollardaki
topraðýn benek benek görünmesine, iki kaldýrým taþý arasýndaki boþluðun tertemiz meydana çý
k ve cadde kayboluyor. Toz seli tarihin bilmem hangi devrinde medeniyet timsali
Baðdat'ý talan eden tatar akýnlarý gibi ortalýðý kasýp kavuruyor, taþ taþ üzerinde býrakmýy
Pencerenizi kapayýncaya kadar odanýzýn içi bir sahraya dönüyor. Sokakta giderken iki adým i
inizdeki adam, denizaþýrý denecek kadar uzaklara gidiyor. Kendinizi dað baþýnda, kimsesiz,
ardýmsýz ve tesellisiz farze-diyorsunuz. Ýçinizden yataða girip yorganý baþýnýza çekmek, bi
tavana bakmak gibi garip ve kasvetli bir meyil geçiyor. Bir anda duyuyorsunuz ki,
tabiatýn silâhlarýna karþý baþýmýzda kuvvetli bir müeyyide biçiminde yükselen þehir artýk
e gelmiþtir. Tabiat o kadar galip, insan o kadar zayýf, eser o kadar tarumar, tedbir
o kadar fanidir.
Böyle bir duygu içinde, misafir olduðum evin sedirine uzanmýþ, düþündüm:
Güzel olsun, çirkin olsun, istidatsýz ve yalçýn bir toprak ortasýnda Ýnsan iradesini, insan
i yapýcýlýk hummasýný temsil etmesi gereken Ankara'da, insan, tabiatýn, damarlarýna zerkett
u afyon tesirinden zýt bir hisse atlayabilir, bu hissin aksülamelini arayabilir. Boy
umuzu
198
a,þan bir su tabakasý içinde ayaðýmýzý dibe vurmamýz gibi, içimizde, tabiatten aldýðýmýz te
canlanabilir. Mücadelenin meydanýný ve hamlenin hedefini bulabiliriz. Bedbinliði, zaafý,
ademi telkin eden tabiatýn davetinde, birbirine zýt iki emir seziyoruz:
- Ya uyuþ, ya þahlan!
Ya biz ne yapmýþ bulunuyoruz; uyuþmuþ mu, þahlanmýþ mý?...
Her hangi bir Amerikan sinema kumpanyasýnýn birkaç ay içinde kurabileceði bu þahsiyetsiz ma
de inþasý plânýnda, kuvvetli bir rüzgârýn iskambil kâðýtlarý gibi devirebileceði kâðýt helv
ler içinde; ve bir ucundan bakýlýnca öbür ucu görünen, fakat hiçten yola çýkýp hiçe giden y
r þeyi yapmýþ olmak gibi büsbütün mahrum edici bir teselliye düþmüþ bu
lunuyoruz.
, Bu, uyuþmaktan da beter deðil mi?
(1947)
199
GÝDEN, BEKLENEN...
U. ? "
Tanrýkulunun bugün bir baþkalýðý vardý. Dalgýn, buruk yüzlü, konuþmak istemiyormuþ gibi bir
- Sana bugün, hafif ve tatlý bir masal anlatayým, dedi, ayniyle geçmiþ bir vaka... Vaktiyl
e Urfa taraflarýnda atlariyle meþhur bir köy varmýþ... Askerî makamlara soylu at tedariki i
ötedenberi bu köye zabitler uðrar, oranýn eþrafýndan Durmuþ Aðaya baþvurup ihtiyaçlarýný g
. Eski Büyük Harbin baþlangýcýnda genç bir zabit; bir gün, bir satmalýna hey'eti adýna, ilk
ahut köye gitmiþ ve Durmuþ Aðayla görüþmüþ... Sarý toprak damlý, kalýn taþ duvarlý binalarý
e bir köy... Her evin bahçesinden gevrek at kiþnemeleri geliyor; dallar ve yapraklar a
rasýndan bükük kilýýýç boyunlu küheylânlar göze çarpýyor... Yedisinden yetmiþine kadar herk
iritten, yarýþtan, çeþmeden, çayýrdan dönen atlar... Al, yaðýz, doru, kýr atlar; çekik sürm
ulaklý, açýk pembe burunlu, ince geyik bacaklý, geniþ kaplan saðrýlý atlar... Durmuþ Aðaya
70'lik, mübarek, fakat sapasaðlam bir ihtiyar... Neler görmemiþ, neler?.. 93 muharebesin
den beri gönüllü olarak girmediði savaþ kalmamýþ, süvari baþçavuþluðuna ka-
200
da t* yükselmiþ... Köyün binicilik hocasý o. b;ýyian o, alým satýmcýsý o, ala dair bilmez t
kýbeloriyle masalcýsý o, herþcyi o... Eski Dünya Harbi, yakýp yýkmýþ, kasýp kavurmuþ... Nih
yýllarý, peþinden Ýstiklâl savaþý baþlamýþ. O vakite kadar da bizim zabite; bir daha ne o
urmuþ Aðayý görmek kýsmet olmuþ... Bir gün, Millî Müdafaa yýllarýnda herhangi bir fýrsat, z
köyün yakýnlarýndan geçirtmez mi? Köye gelen zabit ne görse iyi? Köy, artýk o köy deðil...
k, yanýk; kimsesiz, neþesiz, hayatsýz... Durmuþ Aðayý soran zabite, asýk yüzlü insanlar, ga
ip Ýþaretler çakýp savuþuvermiþler. Allah Allah; zabit bakmýþ ki, köyde maddî ve manevî büt
. Gözgözü görmüyor, kimse kimseyi tanýmýyor, herkes her þeyden habersiz... Zabit, Durmuþ Að
hmetle bulmuþ... Durmuþ Aða hasta, Durmuþ Aða zayýf, Durmuþ Aða bitik... Zabit, kimi sorduy
evabý almýþ: "Öldü!"... Hangi çayýrlýðý öðrenmek dilediyse: "Kurudu!"... Hangi meþhur attan
tediyse: "Ne kendisi kaldý, ne de soyu sopu!1'... Nihayet dayanamýyan zabit, Durmuþ Aðay
a demiþ ki: "Yahu, Durmuþ Aða! Bu köyde o kadar Ýyi insan, o kadar iyi at vardý. Nasýl olur
bunlardan hiçbiri kalmaz?.." Durmuþ Aða. sol elinin þahadet parmaðýný at sýrtý gibi uzatmý
iki parmaðýný da süvari gibi ona bindirdikten sonra, þu cevabý vermiþ: "Senin anh-yacaðýn,
i insanlar iyi atlara bindileeer, gittiler"... Ýþte bütün masal... Fakat sen, Durmuþ Aðanýn
vabýnda-ki kadar, renge, çizgiye, sese, harekete, edaya, mânâya bürülü bir söz gördün mü?
Tannkulu, yeni bir dalgýnlýk peçesi altýnda yüzü gölgelenirken, kýsýk kýsýk, ilâve etti:
- Durmuþ Aðanýn cevabý müthiþ... O adetâ, dünya-
201
daki eski muvazene ve huzurun nasýl kaybolduðunu ve nereye gittiðini anlatmýþ oluyor... Fa
kal yeryüzünü baþtanbaþa ve her sahada kaplýyan bir korkunç hiçlik, nizamsýzlýk, muvazenesi
atsýzlýk, kifayetsizlik; üstelik bu korkunç boðuþma, ihtiyar kürenin tam bir yokluða de-ðil
silsiz bir varlýða doðru gittiðine, kendisine yeni hayatý getirecek kahramaný beklediðine i
. Þimdilik tünelden geçiyoruz. Bütün dünya. Durmuþ Aðanýn iyi atlarýna binmiþ, iyi insanlar
ttirecek þanlý süvariyi bekliyor. Ne desem ona, filozof mu desem, san'atkâr mý desem, inkýl
esem? Ne desem olur?
(1946)
202
BÝRÝNCÝ MEKTUP
Çocuðum! Dâvalarýmýzý, hepsi birden insan, insanlýk ve cemiyet mihrakýnda toplanacak þekild
ollara ayýrmadan, iþe, senin meslek köþenden baþlasam daha iyi olmaz mý?
Senin meslek köþen; yâni san'at, fikir ve edebiyat
köþesi...
Ýstersen seninle, çok eski dün ve bugün arasýnda, bütün bir tarih ölçüsü fýþkýrtacak ve büt
s bir zemin kuracak bir topyekûn kavrama teþebbüsüne giriþebiliriz. Ýster misin?
Þimdi dön de manzaraya bak! Ortada, ateþ böcekleri gibi, sýcaklýk ve aydýnlýk saçmadan kara
ktalama fantazyacýlýðýndan baþka ne görüyorsun?
Ne bu, idrak midelerimize, kanýmýza cevher teklif etmiyen fikir posacýlýðý? Ne bu, leblebi
e kabak çekirdeði geveleme tenkitçiliði?
Birþey söyliyelim, birþey söyliyelim! Müsbet bir hamleyi andýran, haysiyet vâdeden, boþlukt
iþgal etme hassasýna istekli olan bir þey söyliyelim! Ýsterse o
203
þey yaniý.s olsun. Söyleýýi.þindcki ihtiyaç doðru ya!
Birþey söyliyelim de görüþümüzü sakat kabul edenler, anyacaklarý saðlamýn ne olduðunu anlas
fikir hayalýmýzýn zift renkli bir geceye benzer siyah taþtahtasma bir çizgi çekelim de çiz
izi eðri sananlar, çizmekle mükellef olduklarý þekli kavrasýn... Biz birþey soyliyelim de,
sýnýn fikrini tashih etmeden kendi fikrini bulamýyanlar, bizi düzeltmek suretiyle, hiç olm
azsa bir teþhise varsýn...
Söyle bana, kahramanlýk, bu baþ vuruþta deðil mi? Bana öyle geliyor ki, bütün nezaketlerimi
azarlýklarýmýzý, muvazaalarýmýzý, tevekküllerimizi, kanaatkârlýklarýmýzý, oluruna baðlama t
r tarafa býrakarak, dünya ölçülen önünde, bugüne kadar gelmiþ bütün Türk san'at ve fikir ký
ene altýna çaðýrmanýn ve temizleyici tenkidi bina etmenin günü bugün...
Ciðerci dükkânýnda bile, "Bugün peþin yarýn veresiye" yazýlý bir levha vardýr; yaþadýðýmýz
gün olduðuna dair bir þuur... Fikir veresiyeciliðinden ne vakit kurtulacaðýz?
Her mes'elede satýh üzeri cümbüþü, kof ve günübirlik tecelli gayreti, tatlý canýný 24 saat
lüðü, Yaradana sýðýnýp savurma küstahlýðý, dünya kýratýnda bir iç ve dýþ hesaplaþmasýna bir
...
Örnek çatýnýn örnek temeli oluncaya kadar üzerinde iþlemeðe mahkûm olduðumuz hesaplaþma bor
yet hummasý çekmiþ, ölüm korkusu ve yaþama ihtirasý duymuþ her Türk san'at ve fikir adamý t
a bulunduðunu ne zaman kestirecek?
Ben senin yerinde olsam þöyle düþünürdüm:
204
Ben. kendi hesabýma, terkip ettiðini her mýsra ve cümlenin yüzüme karþý "eda et!" diye hayk
cu, asgarî bir taksit mikyasiyle ödeme hareketine giriþmeye mahkûmum! Türk san'at ve fikir
dünyasýný, bütün birinci sýnýf unsurlariyle, kuruluþundan bugüne kadar nasýl gördüðümü anl
Yapacaðým, mimarýn gazete kenarýnda iki üç çizgiyle bir bina esasýný belirtmesi gibi, çok a
taslaktan ibaret olsa da olur. Fakat öyle bir taslak ki, cümlelerin üzerine pertavsýzla
eðilmeyi bilenleri, bütün geçit noktalarýndan dolaþtýrmak þartiyle ana kýymet hükümlerine v
Ýþte senin adýna bunlarý þimdi ben söylüyorum; ve söylemekte, mahut borcu ödeyinceye kadar
deceðim.
Görüþümü 5 safhaya ve 5 parçaya taksim edeceðim:
Ýlmî ve hakikî mânâda Türk san'at ve fikir hayatýnýn baþlangýcý, Osmanlý Ýmparatorluðunun k
günden Tanzimata kadar, birinci devre...
Ýkincisi; Tanzimatýn ilânýndan sonra geçen ilk yarým asýr...
Üçüncüsü, Tanzimatý takip eden ilk yarým asýr nihayetinden ilk Dünya Harbine gelinceye kada
rek asýr...
Dördüncüsü, ilk Büyük Harbin baþlangýcýndan Cumhuriyetin ilânýna kadar gelen zaman...
Beþincisi, Cumhuriyetin Haniyle bugün arasý...
Görülüyor ki, 660, 50, 25, 10 ve 23 yýllýk beþ devre; mütesavi zaman bölümlerine deðil de,
iselere muvazi san'at ve fikir deðiþmelerine uygun olarak sýnýflandýrýlacak...
205
Çizeceðim taslaklarda þahýslar, ferdî kadrolarýndan ziyade içtimaî kadro ifadesi içinde ve
isimleriyle belirtilecek; ve topluluða ait teþhislerde unsur rolünü oy-myacak...
Ýkinci, üçüncü, dördüncü, beþinci ve altýncý mektuplarýmý bekle!
Selâm...
(1946)
206
ÝKÝNCÝ MEKTUP
Tanzimata gelinceye kadar Türk fikir ve san'at adamýna toplu bir göz atarak iþe baþlayalým:
Tanzimata gelinceye kadar Türk san'at ve fikir adamý, dünya mikyasiyle, ruh ve kafasýnýn bü
mimarisine san'at ve ideolocyasýnýn bütün miyarlarýna ermiþtir.
O, içinde yaþadýðý cemiyetle, ve cemiyeti, yerleþtiði medeniyet kaynaðiyle tam bir anlaþma
dir. Kendisini yoðuran cemiyet, nasýl bir dünya içi ifadesine ve bir dünya dýþý telâkkisine
o da, zaman ve mekân hâlinde, bir san'at ve fikir dünyasýnýn bütün unsurlarýna sahiptir.
Dili, nahvi ve kalýplarý; ismi. mantýðý ve naslarý; ahlâký, mizacý ve ruh haletleri; menbaý
e man-saplarý; hulâsa bir varlýðýn tecelli aynalarýndaki bütün akisleriyle o, sistemli bir
rma) üzerindedir.
Bu plâtforma ona cemiyeti, cemiyetine de Ýslâm imân ve ideolocyasý bina etmiþtir. O devrin
uvazenesine göre; Ýslâm imân ve ideolocyasý güneþli bir gök, cemiyet bu gökten sýcaklýk ala
k,san'at ve fikir âdâmý da, ferdiyetinin köklerini bu topraða salan ve istidadýna göre yemi
en bir aðaçtýr.
207
Aðaç, toprak ve £Ök; lerd, cemiyet ve ideoiocya hâlinde dü/,ene girince HAYAT ve onun sonsu
deveraný doðar.
Hiçbir insanlýk devri, giden kim ve gelen ne olursa olsun, bu ana unsurlar dýþýnda bir ter
kip yapabilmiþ deðildir.
Ýmdi, þu ânda hiçbir kýymet hükmüne yanaþmadan kabul edebiliriz ki, Tanzimata gelinceye kad
san'at ve fikir adamý, bellibaþlý bir görüþ merkezi etrafýnda sebep, netice ve gayelerini
lemiþ; zamaný mazi, hâl ve istikbâl olarak üç âhengiyle temsil etmiþ, kendi ömrü ye anlayýþ
im olmuþ, tezatsýz bir cemiyetin hâüs yemiþiydi. Bu cemiyetin:
Dinî mizacý Süleyman Çelebi'de...
Derinlik ve olgunluðu Mevlânâ'da...
Mavera hummasý Yunus Emre'de...
Kahramanlýk hayâli Battal Gazi'de...
Aksülâmel ve isyan psikolocyasý Köroðlu'nda...
Nükte ve hicvi Nasreddin Hoca'da...
Halk duygu kumaþý Karacaoðlan'da...
Hassasiyet cevheri Fuzulî'de...
Eda ve (estetik) ruhu Bakî'de...
Kuru mantýk ve aklý Nabî'de...
Belagat ve hýrçýnlýðý Nefîde...
Þive ve zarafeti Nedim'de...
Ýrfan ve inceliði Þeyh Galip'te...
Usûl ve sistemi Kâtip Çelebi'de...
Tarih ölçüsü Naimâ'da...
Nas ve kalýp bilgisi Ebussuud Efendi'de... * Görgü ve meraký Evliya Çelebi'de...
Mâverâ görüþü Ýbrahim Hakký'da...
Dekor zevki Yesari'de..,
208
(Plâstik) fikri Sinan'da... (Fonetik) fikri Dede Efendi'de... Ve bütün bunlarýn hepsi, b
aþka baþka mikyas ve kýratlarda hepsindedir. Kýsaca ve kabaca: Tanzimata gelinceye kadar
san'at ve fikir adamý,
kendine göre:
1 - Dünya görüþü...
2 - Bir eþya ve hâdiselere bakýþ zaviyesi...
3 - Bir "Güzel" ve "Doðru" hükmü...
4 - Bir kemâl ölçüsü...
5 - Bir yarýn iþtiyaký...
6 - Bir tenkid ve tâyin miyarý...
7 - Bir irfan kuþaðý...
8 - Bir cemiyet örgüsü...
9 - Bir ferdiyet mayasý...
Gibi kýstaslarý içinde taþýyan; mesafeleri ve istika-metferiyle, hacimleri ve nisbetlefiyl
e, þahsî ve hakikî bir-dünya temsil eden öz san'atkâr ve münevver örneðidir.
Tanzimata gelinceye kadar Türk san'at ve fikir adamýna üstünkörü bir göz atan, onun inandýð
sevdiði hiçbir þeyi benimsemese de, onu ferdî, Ýçtimaî ve fikrî bîr muvazene içinde bulmýya
Tanzimata gelinceye kadar Türk san'at ve fikir adamý, bahtýný ortak ettiði cemiyet devam e
ttikçe bütün haþmetiyle yaþadý. Cemiyeti ana zeminini kaybeder etmez de bütün hey'etiyle gö
, bir kemâl ve vahdet ânýnýn yemiþiydi ve aðaçla toprak ve gök arasýndaki düzen bozulur boz
unsurlardan hiç birini tereddi ve ýstýrabýna iþtirak etmeden sönüvermeðe mahkûmdu.
(1946)
209
(
ÜÇÜNCÜ MEKTUP
T ^
Tanzimat, Türk Ortaçað cemiyetinin, tam bir sýklet merkezi kanuniyle ve asýrlarca içinde ot
rduðu dünyadan, baþka bir dünyaya doðru kayýþýný çerçeveliyen devirdir.
Bir dünyadan baþka bir dünyaya bu göç hareketi, kendisini (Gülhane HattOnda devlet aðziyle
er verir.
Artýk, içinden çýkýlmasý lâzým bir dünya vardýr ki, (eski)nin ve içine girilmesi lâzým bir
, (yeni)nin mümessilidir.
(Eski)nin müflis olduðu yer Doðu, (yeni)nin Ýtibar kazandýðý yerse Batý. O zamanki Doðuyu,
cemiyet halinde yalnýz Türk temsil ettiðine göre, (eski) içerde müflis ve (yeni) dýþarda m
rdir.
Kendimize ait bir bünyenin pörsüyüþünü sezmek, yabancýsý olduðumuz baþka bir bünyenin sýrrý
k kolay ve kaba bir iþ...
Tanzimatý doðuran þuur da, gelen dünyanýn getireceði muvazeneden ziyade, giden dünyanýn göt
yi sezebilecek; gelenin varlýðýndan ziyade gidenin yokluðunu kavrayabilecek; ve ancak te
fsÝrsiz, tarifsiz, deri üstündeki tezahürleri görebilecek kadar sýðdýr. Bu þuur, hâlis tefe
rý elinde ve bir kaç iç âlemin tekev-
210
vünlen muhassalasý olarak deðil, gündelik siyaset adamlarý elinde ve bir dýþ münasebetin te
eri neticesi meydana gelmiþ, bir sanlý ve siyaset intibaý olmaktan ileriye
geçememiþtir.
Dünyamýzýn iflâsý öyle bir vakýadýr ki, rakip dünyanýn iyi niyetli, yaþatýcý irfan sirayetl
abaran okþayýþlanyla idrâk edilmez; yoluna dikildiðimiz için, kötü niyetli ve Öldürücü dürt
en tokatlariyle idrâk edilir.
Bu talihsiz idrâk bize, bildiðimiz ve içinde olduðumuz bir dünyanýn iflâsýna mukabil, bilme
ve dýþýnda olduðumuz bir dünyanýn zaferini körükörüne teslim
ettirmiþtir.
Böyle ölüm tehlikesi ânlarýnda, hemen hiç bir cemiyette rastlanamýyan büyük sanat ve fikir
zde de yoktur. Ýntibah þuuru, satýh münevverinin elinde ve en kýsýr plânda iktidar mevkiine
r. (Eski) bütün bir hayatiyetle köklerde kesifleþtiði halde, dallarda, kökü içerde mi dýþar
mez, bulanýk ve iptidaî bir mahlûk peyda olur. Ýþte, en nezaketli bir intikal devresinin k
urtarýcýsý yerindeki Tanzimat Türk sanat ve fikir adamý bu tiptir. Bu tipin psikolocyasýna,
kayýtsýz ve þartsýz HAYRANLIK, þuuruna kayýtsýz ve þartsýz TAKLÝT ve benliðine kayýtsýz ve
imdir.
Artýk Doðu, harikalar ve mucizeler diyarý deðil, sokaklarda ilâhî okuyan maðmum dilenciler,
ygoycular ve harabeler memleketi. Artýk Sâdâbat bahçeleri Kâðýthanede deðil. (Versay)da. Te
llu gemiler Haliçte deðil, Efrenç limanlarýnýn tersanelerinde denize Ýndirilir. Bir zamanla
her neferin cebinde bir parça tunç taþýnarak Baðdad önlerinde dökülen toplar, Türkiye deði
malý. Saray (Topkapý) deðil (Þarlutenburg), halý (Þiraz)
211
deðil (Goblen) ve saire... v
Bütün dünya hakikatleri, ilk mekteplerde, eþya dersleri tablosu ve kýraat kitabý kadrosu iç
edir.
Ýþte:
Hayatta geçen veya geçmesi ihtimâli olan vakalarýn hikâye kýlýklý nakline roman derler. Bu
rikulade tariftir! O kadar harikuladedir ki, böyle bir vakýayý hikâye kýlýklý kaleme almak,
k roman mucizesini yapmak kadar büyük sanýlmýþtýr. (Sergüzeþti Ali Bey - Namýk Kemâl)
Daðlara, çiçeklere, kuþlara dair de þiir yazýlýr. Bu ne yeniliktir! Öyle ki daða, çiçeðe ve
iki manzumeyle, Avrupada ilk sýnýflarda okunan birkaç edebiyat kaidesini bir araya get
irmek bir hâdisedir. (Zemzeme ve Tâlimi Edebiyat - Recai Zade Ekrem)
Ziya Paþa ve Muallim Naci gibi, Divan Edebiyatýnýn son artýklarýndan bir þeyler yapmak isti
enier ve bu gidiþe pek de itimadý olmýyanlar vardýr. (Harabat - Ziya Paþa, Demdeme - Muall
im Naci).
, Namýk Kemâl gibi, geriye dönmeði en büyük tehlike kabul edenler, fakat ileriye doðru da,
an çýðlýðýndan baþka hiç bir þey bilmiyenler vardýr. (Tahribi Harabat -Namýk Kemal).
Beride zavallý Ahmet Mithat Efendi, viyolonselle çiftetelli çalar gibi, Avrupalý roman t
ezghahlarýnda, basit halk psikolocyasýna bürünmüþ tipler yontmakta. Her þeye raðmen Ahmet M
Efendinin, 1914 dünya harbine gelinceye kadar, Türk romanýnda herkesten daha hakikî kal
dýðýný inkâr çok zor.
Ferdiyetinin müstesna kuýnaþiyle Abdülhak Hâmid, mensup olduðu kadroyu aþtý. Devrinin (Edip
fir) düsturu sayesinde hayatýný Avrupada geçirdi, taklid tesirini þahsîliðe yaklaþtýrdý, hi
asý olma-
212
dýðý halde, içtimaî plânda çalýþanlarý (Namýk Kemâl) hayran etti. O, benliðini doðrudan doð
r karþýsýnda unutulmaz sesler çýkardý: (Makber). Fakat Garbý kökünden idrâk edeceðine Garb
rifi seviyesinde gezindi, hasrüneþrini Garbýn maddî hayatýnda aradý, Garbh isimler taþýyan
manlarýn derisine girmeðe bayýldý (Finten ve saire). Þeyh Galip teknikasiyle (Þekspir) ve (
o)yu meþketti. Ölüm ve Allah gibi büyük ve mücerred meseleler karþýsýnda alâka sahibi oldu,
iyet sahibi olamadý. Abdülhak Hâmid, netice itibariyle sanat ve estetikasýnýn þuurlu dünyas
a edemedi. Amma devrine ve arkadaþlarýna nisbetle bu kadarý bile, onun eteklerine bir
(Dahi-i âzam) tenekesi baðlamasýný icap ettirdi. Nitekim bu vazifeyi, bir devre sonra ge
len Süleyman Nazif ihmâl etmedi. Öldüðü güne kadar yakýn dostu olmakla iftihar ettiðim Abdü
ete-ðindeki. bu herkesten fazla þikâyetçisi olduðu tenekeyle gömüldü.
Þinasi, Avrupaya gönderilmiþ küçük münevver seviyesinde, zeki ve heyecanlý bir talebe tipid
(Molyer) tercümecisi Ahmet Vefik ve (Þarluten-burg) medhiyecisi Sadullah Paþalar, basi
t hayranlýk psi-kolocyasýnýn çerçcveliyeceði örnekler.
Tanzimat Türk sanat ve fikir adamýnda aslîyete benziyen þey, onun sulhçü, ara bulucu, rahat
olmaktan kaçýcý, her iþte kolaya þarkýcý mizacýdýr. O, her istenen þeyi verir, fakat gerid
hafaza etmek ister. Kafasýna vururlarsa onu da verir.
Mütefekkirimizin (Tevhit) manzumesiyle siyah plâstron kravatý arasýndaki tezat, her þubede
göze çarpar. Veziri (Babýâli)de hýçkýrýr, yalvarýr, okþar, avutur; fakat evinde yakar, yýk
ser. Topkapý sarayýnýn eski
213
haliyle sonradan ona eklediði Mecideye köþkü, (esiyle pantolonu, baþiyle kalbi f e içiyle d
p bu âciz mizaç tablosunun þaþkýn unsurlarýndan.
Tanzimat., istikbâl hasretiyle belki maziye deðil, fakat muhakkak ki geriye gidiþ ve b
enliðini teslim ediþ devri. Türk sanat ve fikir adamý o devirde, Batýnýn edebî, harsý, siya
aî ve iktisadî köleliðine girer ve tesellisini, satýh taklitçisinin kör meftunluðunda bulur
Bilmez ki, Batýnýn gayesi, bir zamanlar kendisini handiyse gebertecek kadar sýkboðaz ede
n Doðuyu diriltmek deðil, öldürmektir.
Batý artýk Doðunun gözünde, kanunlarý aranacak ve öz benliði içinde piþirilecek bir illet,
mak ye rine, aslý meçhul ve düþünülmeden tapýlacak bir put olur.
Ýþte tam o zaman i Avrupalý, karþýsýndaki þaþkýn ucubeye öyle bir isim takmýþtýr ki, vaziye
tmaktadýr:
Hasta adam!
(1946)
214
DÖRDÜNCÜ MEKTUP
4
Þimdi sýra, Dünya Harbine gelinceye kadar, Tanzimat sonrasý Türk sanat ve fikir adamýna gel
yor.
Dünya Harbine gelinceye kadar, Tanzimat sonrasý sanat ve fikir adamý, Tanzimat seciyes
ini deðiþik þartlar ve mikyaslar altýnda devam ettirmek ve büsbütün zaafa düþmekten gayri b
tirmez.
Tanzimat seciyesinin ilenlere doðru büründüðü ifade, artýk bir kemiyet çerçevesi içinde küç
eniþlemek ve keyfiyette büsbütün hafif kalmaktýr.
Batý dünyasýnýn tahlilsiz, tefîiþsiz. iç ve dýþ ini-,, henklere vurulmadan imtihansýz tasdi
iramda bas köþeye oturtulmasý, gittikçe daha parlak bir (emrivaki) olur.
Teslim olduðu tesir merkezinin en korkunç cahili ve en þahsiyetsiz alkýþçýsý züppe tipi deð
Tanzimat hareketinin züppesi de bu sýralarda meydana çýkar.
Züppe, yalnýz mensup olduðu tesirin cahil ve þahsiyetsizi deðil, baþlangýçta o tesiri idrâk
n ve sonda çabucak tereddiyi ihtar eden hazin bir neticenin de habercisidir.
215
Nitekim Tanzimat sanal ve fikir adamýnda, uz çok ciddîliðe, vakara, zarafete, saffete, a
sliyete benzer eda, sonrakilerde yoktur. Tanzimat sanatkârýnýn hiç olmazsa Garp (klâsik)le
rini meþkeden gözleri, öbürlerinde, Garbýn ikisi ortasý örneklerine takýlýr. Tanzimat efend
henüz Türk, Arap ve Acem tefekkür âleminden büsbütün kopmamýþ kültür baðlarý, onu takip ed
. Buna mukabil Garp dünyasýna yakýnlaþma derecesi, Garbýn ancak âdî sokak mallarý ve iþport
sokulabilmek suretiyle hedefini daha çok þaþýrýr. Nihayet, Tanzimat harekatinin baþlangýcýn
sýðlýk ve akamet, ikinci devrede daha keskin vesikalara kavuþur:
Ortaya (Edebiat-ý Cedide) ismiyle bir edebiyet mektebi, ve (Jön Türk) adýyla bir münevverl
er zümresi çýkmýþtýr.
Ne bu mektebin talebesi, bir evvelki sanatkârýn, ne de o zümrenin politikacýlarý bir evvel
ki siyaset adamýnýn çapýndadýr. Abdülhak Hâmidle her hangi bir (Edebiyat-ý Cedide)ci arasýn
rk, Âli Paþayla herhangi bir (Jön Türk) arasýndaki farka týpatýp uygundur. # Dünya Harbine
ceye kadar, Tanzimat sonrasý
Türk sanat ve fikir adamý, zümre ve kemiyet kýymetlerine, evvelki nesilden daha çok büründü
ferd ve keyfiyet kýymetlerinden daha çok sýyrýlmýþ, daha çok harekete giriþtiði halde hâdi
râkte daha safdil kalmýþtýr.
(Edebiyat-ý Cedide)yle sanatý ve (Meþrutiyet)le inkýlâbý kurduðuna inanmýþtýr.
Meþrutiyeti kuran siyaset adamý, nasýl (hürriyet, müsavat, adalet) düsturlarýndan baþka hiç
a ve inkýlâp görüþü taþýmaz, hiç bir insan ve cemiyet telâkkisi yüklenmezse; (Edebiyat-ý Ce
eden sanatkâr
216
da (rikkat, nükhet, nisviyet) gibi orta malý kliþelerden eayri hiç bir unsur kullanmaz,
hiç bir sanat dâvasýna aklý ermez.
Ne yeni, ne de eski sanat ve fikir, onlar içindir. Þiirde seviyeleri (Allred de Muss
et)yle (Sully Prudhome)u ve romanda, (Concourt) kardeþleri aþmaz. (Tevfik Fikret ve
Halid Ziya'dan baþhyarak bütün Edebiyat-ý Cedide þair ve romancýlarý)...
Artýk onlara, bildikleri yabancý dil içinde en eskiden bir (Ronsard), bir (Racine), ge
lmiþ olduðunu, yenilerden (Baudelaire) öleli þu kadar, (Rimbaud) gideli bu kadar yýl geçtið
hatýrlatmak neye? Romanda (Balzac), (Zola) gibi merhaleleri, tenkidde (Sainte - B
oeuve,), (Re-nan), (Faguet) gibi basamaklarý ihtar etmek niçin? Lâtinlerden baþka bütün bir
Yunan, Cermen, Anglosakson ve Slav sanat ve fikir dünyasýný göstermek neden?
Tanzimat sonrasý sanat ve fikir adamý, kimlerin taklide deðer olduðunu bile anlýyamamýþtýr.
En çetrefil kelimeleri Arap ve Acem lügatinden bulup çýkarmak ve ilk defa olarak kullanm
ak, en büyük sanat yenilikleri arasýndadýr. Cenap Þahabettin'de öyle mýsralara rastgelirsin
ki. Divan edebiyatýnýn hiç bir þairinde bulamýyacaðýmz þöyle dursun, ýstýlah meraklýsý bir
i çýldýrtabilir. (Kýrýk Saz) yerine (Rübab-ý Þikeste) ve {Yeni Edebiyat) yerine (Edebiyat-ý
) diyecek kadar öz Türkçe bir kelimenin taþýdýðý delâlet cevherine itimat duymazlar. Böyley
ndýklarý yakasý açýlmamýþ Arapça ve Farsça kelimelerin dünyasiyle hiç bir münasebetleri yok
Acemceleri bile Fransýzcayý andýrýr. (Rübab) kelimesi sanki Acem deðil de, (Loti)vari Ýstan
'u ziyarete gelmiþ' ve bu münasebetle þarklý kýlýðýna girmiþ bir frenktir. Ve asýl ismi
217
(Lyre)dir. Onun içindir ki. Divan þairinin havsalasýna sýðmayacak kadar çelrefiileþtirilen
i idare eden zihniyet, sanki þarklýlýk deðil de frenklik gayretidir.
O devirde tam mânasiyle baþlamýþ ve yayýlmýþ olan roman; ne Türk, ne de frenk hayatýna uyan
hiç bir ukdesi olmýyan bir takým kuklalarýn oyun sahnesi.,. Bu kuklalar tahta kaþýj: yerine
gümüþ kaþýkla yemek yerler. (Dede Efendi) yerine (Puccini)yi dinlerler. Sevgililerini bir
Anadolu saffetiyle yanaklarýndan öpeceklerine, frenk züppesi tavriyle enselerinden öperl
er. Kendi cinslerinden kadýnlar seveceklerine Ýstanbul çalgýlý kahvelerindeki Avrupalý þant
e bayýlýrlar. Aþka dair herhangi bir ýstýrap ve ukdeleri olacaðýna, yüzsüzlük, hokkabazlýk
ardýr. Ýsviçre daðlarýnda macera notlan tutmaða ve malik olduklarý kadýnlarý adet ölçüsüyle
. Bu roman, hacimsiz, biçimsiz, ruhsuz, beyinsiz, meselesiz, bilmecesiz, hailesiz,
faciasýz, kâðýttan yapma þahýslarýn gündelik ve miskin hayatlarýný geveler durur.
(Leylâ ile Mecnun)un torunlarý ne hale gelmiþtir?
Bu romanýn doðurduðu âdi ve züppe þiþli muhitleri, Ýstanbul muhitlerine hediye ettiði gülün
isimleri, onun bütün mâna ve cevheri Üstünde en ya-nýlmaz kýstastýr.
Fikir, felsefe ve tenkit ceplerine gelince, üç beþ Garp mütefekkirinden lügat kitabý aðzýyl
erlenmiþ parçalarýn ördüðü, terkipten, (sentez)den, âhenkten, ifadeden mahrum yamalý bir bo
et Þuayip, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik, Sahabettin Süleyman.)
Hele, arada bir zat var ki (Rýza Tevfik), günü çok iyi þahýslandýrdtðý için, üzerinde birka
218
Ne desek ona, filozof mu. þair mi, mutasavvýf mý. hatip mi, siyasî mi, pehlivan mý, nükteba
mý? Bunlardan her birine bir parça benzediði halde hiç biri deðil. (Mikel -Anj) gibi, bir
çok þubeleri erkekçe kucaklýyan dehalarýn hakkýný kabul etmekle beraber, (rulet) tablosunu
er numarasýna para koyarcasýna, bu kadar ümitsiz yayýlmalarý, garip bir bünye gayretinden b
a neye atfedilebilir? (Tilmizi Baykýn - Bacon) diye imza atan filozof ve Anadolu h
alk türkülerine muvaffakiyetli (pastiþ)ler yazan þair, vesaire vesaire... Rýza Tevfik, bir
birine zýd bin tesirin çektiði her istikamete sarkan ve hiç birine varamýyan istidatlý Þark
endisine ne canlý örnek!
O devrin býyýklarý henüz terliyen genç ve zeki edebi) atçýsý Hüseyin Cahit, taþýdýðý hendes
politika ve aksiyon âlemine geçmeyip de ne yapabilirdi?
Doðuþlarý o devre içinde olsa da, tekavvünleri ilerilere doðru sýzan, Mehmet Akif ve Hüseyi
mi gibi halis ve þahsiyetli Örnekleri, bir merhale sonra ele alýyor ve (portre)sini çizd
iðim silsileden saymýyorum.
Dünya Harbine gelinceye kadar, Tanzimat sonrasý sanat ve fikir adamýnýn bariz vasfý, bence
, zihnî ve ruhî ana Ýdrâk melekelerinden mahrumluktur.
Dünya Harbine gelinceye kadar, Tanzimat sonrasý Türk sanat ve fikir adamý, satýh üzeri Ýdra
le Avrupalýlaþma teþebbüsünün ancak züppelik ve tereddisini getirebilmiþ ve Tanzimat ruhunu
iyi ifþaya hizmet etmiþtir.
(1946)
219
1
BÝRÝNCÝ MEKTUP
n.
Þimdi de sýra, Birinci Dünya Harbi ve Birinci Dünya Harbi sonrasý Türk sanat ve fikir adamý
geldi.
Dünya bir koca þehir, Birinci Dünya Harbi bir korkunç yangýn...
Ona en uzak milletlerin mahallelerine bile kývýlcýmlarý yaðdý. Ona en yabancý semtlerin bil
orku, yangýn yerindekinden eksik olmadý. Eþya toplandý, tahtalar söküldü, damlar ýslatýldý.
r þey yerli yerine Ýade edildiði zaman, hiç birinin, kaldýrýldýðý yere artýk uymadýðý, hiç
nizamý tekrar kabûE etmediði, hiç birinin temsil ettiði kýymet hükmiyle bir daha barýþmadý
Sebepleri ve neticeleri üzerinde fazla durmadan iddia edebiliriz ki, Birinci Dünya H
arbi, hemen her milletin hayatýnda, götürdüðü ve getirmek istidadýný gösterdiði kýymetler b
skin hareket baþýdýr.
Türk cemiyeti bu kasýrgayý, gövdesinin büyük ký-simlariyle kaydetmiþ cemiyetlerden biri...
içindir ki, onun sanat ve fikir hayatýnda, Birinci Dünya Harbinin, yýkýcý, süpürücü, itici,
rleri ilk bakýþta meydandadýr.
220
Birinci Dünya Harbi kadrosu içinde Türk cemiyeti, TanzÝmatlanberi ilk defa olarak, hâlis v
e þahsî, öz fikir adamýna kavuþur gibi olur. HÝç bîr felsefe mektebi ve fikir sisteminin ta
tek mümessil ve mübdii olmasa da, Ziya Gökalp, okuduðunu anlamýþ. Garpla temasýný en mahrem
ra kadar derinleþtirebilmiþ, meyil ve nisbet gösterdiði fikir sistemini kendi ferdî ve içti
aî þartlan içinde yuðurmaya çalýþmýþ, onu samimî bir þahýs ve millet dâvasý haline getirmeð
adamýdýr.
Ziya GÖkalp'a gelinceye kadar, Tanzimat ve Tanzimat sonrasý fikir adamýnda Garplý tesir,
(Bonmarþe)den satýn alýnmýþ ve Türk evinin bir köþesine oturtulmuþ, oyuncak bir (maket) ha
r. Ýlk defa olarak Ziya Gö-kalp'ta bu muamele, Karabük fabrikasý gibi, fikir topraklarýmýz
rine kurulmuþ, ciddî bir tesis manzarasý arze-der. Muharrik kuvvet, makine, cihaz kend
isinin deðil, fakat tatbik sahasý, ham madde ve Ýþ, kendisinindir. ZÝya Gökalp'ýn (Dürkhaym
lamak ve onu, maskara (Güstav Löbon) ve (Beykýn)cýlardan böylece ayýrt etmek lâzýmdýr.
Ben Türkçülüðü, ZÝya Gökalp'ýn Turancýlýðýndan; ve Doðu dünyasÝyle Ýslâm cemiyetini, onun g
fa mecburum ki, Ziya Gökalp'ý, ilk nazarda nakýþ ve fantazyadan kurtulmuþ, büyük þekil ve m
ye kucak açmýþ, baþý sistem ve meseleye yuva-lýk etmiþ, Tanzimattanberi ilk ve yegâne Türk
adamý sanmak, bir ân için mümkündür.
Öyleyse Ziya Gökalp Þark ve Garp kayalarý arasýndaki uçurumda tuzla buz olmak tehlikesini y
yan Türk cemiyetinin altýna, büyük ruh ve fikir desteðini sürebilmiþ midir? «
221
Hayýr!
Meþrutiyetten bugüne kadar kademe kademe inkiþaf eden islahçýlýk dâvasýnda en büyük fikir h
ona vermek ve birçok devlet ve (aksiyon) adamlarýný, hakikatte onun tesiri altýnda görmekl
e beraber, yine görmek lâzýmdýr ki, Ziya Gökalp, giden Þarkla gelen Garp arasýndaki mahsup
e kýymet hükmünü heceleyebilecek görüþ çapýnda deðildi.
Kendisine geniþ ve devletleþmiþ bir tesir ve talim meydaný kurmuþ olan Ziya Gökalp'ýn, bu y
(mazruf) olmaktan ziyade (zarf), (muhteva) olmaktan ziyade (mevzu), (ruh) olmak
tan ziyade (kalýp) tesirleridir. Yoksa Ziya Gökalp, ruhunda büyük ve hususî bir dünya görüþ
ve kafasýnda büyük ve hususî bir tecrit, teþhis örgüsünden mahrumdu.
Ýþte Ziya Gökalp'la büyük filozoflar ve yenileþme dâvasýnýn ilk ve temel fikircisî olarak b
büyük kahraman arasýndaki mesafe...
Ýþin en kaba plânda baþlangýcý bile olsa birdenbire bir TÜRK, TÜRKÇE, TÜRKÝYE þuuru, asýrla
ekliyen ve en göze görünmez duygu tabakalarýnda uyuklayan bir KENDÝNÝ BULMA, KENDÝNE GELME
besinin ilk hamlesiydi. Fakat bu hamle, büyük ruh zemininden öksüzdü.
Bu hamle þiirde ve nesirde derhal talebelerini kaydetti. Kendilerini (Millî edebiyatçýla
r) bayraðý altýnda toplýyan ve Ziya Gökalp'ýn arkasýndan, açýk Türkçe ve hece vezniyle nazý
iriþenler (Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz),.. Ýþte, bu kendi kendisini arama veçhe
sinin, kalýp, lisan ve mevzudan ileriye geçememiþ ilk tek telli saz devþirmeleri... Azasý
arasýnda daha birkaç þair bulunan bu gurup içinde Faruk Nafiz'i, hemen tüketi-222
veren arkadaþlarýndan bir kaç arpa boyu ilerlemiþ ve bugünlere kadar ulaþmýþ görüyoruz. Bu
den hiç birinin bugün hâlis þiirle alâkalarý bile kabul edilemez.
Garip bir seziþ teceüisiyle açýk dili ve hece kalýbýný herkesten ve hattâ Zýya Gökalp'tan e
anan fikir posasý^ þairi Mehmet Emin, sýrf muhteva züðürtlüðü yüzünden, baþta olduðu kadar
ut kalacak ve bir (istatistik) kýymetinden fazla bir þey ifade etmiye-cektir.
O güne mahsus kesafelli ve öz þiir, bunlardan ziyade, Yahya Kemâl ve Ahmet Haþim gibi þairl
rin cazibe mýntakasýnda geziniyordu. Ana dili ve parmak hesabiyle yazmak ve memleket
mevzularýný tercih etmekten ötürü hiç bir sanat telâkkileri olmýyan gençler, aralarýna hiç
e mesafe koymadan, zýt cephelerini tefsir etmeden, bu iki þahsiyeti kayýtsýz ve þartsýz bir
r üstat tanýyorlardý. Zaten (üstat) kelimesinden baþka hiç bir ustalýk vasfýna, bir sanat d
kýllarý yetmezdi. Yetseydi görürlerdi ki, ilk defa ana dili ve hece kahbiyle yazmakta hiç
bir yenilik yoktur. Bunlar birer âleltir ve yenilik âlette deðil sesdedir. Dâva, o dille
o kalýbýn potasýnda bir þahsiyet madenini eritebilmekte...
Ameliyat masalarýnda, operatör gelmeden nasýl asistanlar ve hastabakýcýlar operatöre ait âl
eri hazýrlarlarsa, kendilerine {Millî edebiyatçýlar) ismini takan bu zümre de, yeni Türk þi
nin beklediði ve daha beküyece-ði mübeþþire hazýrlýk yapmýþ ve vasýtacý mevkiinde kalmýþtýr
Birkaç romancý ve hikayeci; (Edebiyat - Cedide )nin ufak tefek istihalelerle mÝrasçýhðýný y
isteyen (Fecri-âti)nin bir hamlede eriyip gitmesine mukabil, gurup dýþý kýymetler halinde
birkaç þahsiyet, evvelki dar-
223
týklan açmak ve sýðlýklarý deþmek cetýdýnc namzet görünüyordu.
Romanda Yakub Kadri ve Halide Edib, okuyucularýný ilk defa olarak, kafa ve ruh mesel
eleriyle karþýlaþtýrýyordu.
Yakub Kadri bence, Þimal Kutbunun keþfi macerasýnda, gemisini en çetin ve bakir mýntakalar
a götürmüþ Ýlk Türk romancýsýdýr.
Birkaç romancý ve hikayeci, memleket hayat ve estetiðine muvaffakiyetle sokulmak hamle
sini gösteriyordu. (Hüseyin Rahmi, Refik Halit, Ömer Seyfettin)...
(Edebiyat-i Cedide)denberi eskimeden, pörsüme-den, ekþimeden devam eden ve münferit, münze
vî bir yýldýz gibi her gün daha canlý ýþýklar daðýtan Mehmet ÂkÝf i ben, þiirinin nesci, ha
iði, hayata mutabakatý, tezatsýz ideolocyasý bakýmýndan, hürmete lâyýk birkaç eski çehreden
ki ederim. Fakat o da nefesi büyük kahramanlara göre çok küçük buutludur.
Fakat daima þiir, roman ve fikir, bellibaþlý bir sýnýrý aþamýyor, bellibaþlý bir zarý delem
baþlý bir yokuþu sökemÝyordu.
Bu sýnýr, bu zor ve bu yokuþ, Türk cemiyetinin beklediði yeni hayat teþhisini gizlÝyen muad
!
Çünkü o muadele kül halinde bir türlü halledüemi-yordu.
Ahmet Haþim kullandýðý dil ve halette muhafazakâr, fakat sembolizmanýn Fransada bile ileri
ir mensubu derecesinde yeni bir þahsiyet temsil ediyor, bütün bu âlet ve kalýp gerilikleri
ni, bir parça istidat ve þahsiyetle gidermenin kabil olduðunu sanki ilân ediyordu.
Yahya Kemâl, etrafýnda kalabalýk bir hayranlar zünresi, Sultanahmet bahçelerinde ve þadýrva
arþýlarm-
224
da, herkese yeni bir dil, yeni bir (estetik), yeni bir nefes halinde görünen bir eda
yý yaþatýyordu. Þarký Yahya Kemâl'den dinliyen, onu, ilk defa anlamýþ, bir camie Yahya Kemâ
ren, onu ilk defa görmüþ, tarihi ondan okuyan onu ilk defa öðrenmiþ sanýlýyordu. Yahya Kemâ
etlerinde, böyle bir telkin ve sihir kabiliyetini yaþatýyordu. Fakat ne bir fikir, ne
bir (sentez), ne bir (sistem)... Ýstanbul'un en Ýyi konuþanlarýndan biri farzedilen bir
sanatkârýn, sanat dâvasý üzerinde, hikâyeden, nükteden, (paradoks)dan gayri bildirecek tek
imesi olmamasýna ne buyurulur?
Yahya Kemâl þiirde, birinci unsur olan ruh ve fikirde deðil, fakat ikinci unsui elan z
evkte bir erginliktir.
* Uzun yýllar, içinde yuðrulduðu Paris'de, zevkini ferdî ve: millî þartlarýn örsünde döve d
sonra vatanýna dönmüþ ve bütün mazi ile bütün hali baþka türlü görmeðe ve göstermeðe baþlam
a çarpýþmasýndan, yavaþ yavaþ kendileri sönmeye baþlayan Þark kubbe^nin bu acýklý kaderi, g
pertilerle doldurmuþ, o mahzun ve dilsiz serenca-ýmn kahramaný Þark, artýk harap ve revnak
sýz sebilleli ve saraylariyle, kalyonlarý ve akýncýlariyle, bahçeleri ve ?,i-yuuüeriyle bu
eessür çekmecesini aðzýna kadar doldurmuþtur.
Yahya Kemâl Garbý, (plastik) hadleri içinde kavrýyabilmiþ ve bu kavrayýþýyla da, Þarký, (pl
dler içinde yaþamaya ve yaþatmaya baþlamýþtýr.
Onun içindir ki, þiiri yine eþya ve hâdiseleri kavramakta (plastik) hadlerden ileriye va
ramamýþ, bir sanat dünyasý bina edememiþ, bir þahsiyet temeli atamamýþ ve büyük hiçliði yak
memiþtir.
Bütün fikir ve ruh kaynayýþlarýnda, (tez)in eksik
225
olduðu yerde (oyun), (sislcm)in eksik olduðu yerde (meþrep), (iman)m eksik olduðu yerde
(rindlik), noksan] telâfiye memur olmuþtur.
Birinci Dünya Harbi ve Birinci Dünya Harbi sonrasý Türk sanat ve fikir adamý, bir evvelki
kaba zümre ve mektep seviyesini aþmýþ, ferdiyet kýymetlerine sokulabil-mis, fakat bu kýymet
eri kanunlaþtýramamiþtýr. Her tarafý kopuk, kýrýk, küçük temayüller halinde bir takým baþka
abetleri temsil etmiþ, fakat toptan bir meydan muharebesi zaferi kaydedememiþtir. (Kö-
tü)yý, (çirkin)i, (bayat)ý, sezer gibi olmuþ, fakat (iyi)yi, (güzel)i, (yeni)yi bulamamýþtý
U)in yanýnda (ulvî)yi, (tereddî)nin bitiþiðinde (kemâl)i vâdetmiþ, fakat netice itibarimle
ahürleri aldatýcý, bütün vâadleri inkisara uðratýcý çýkmýþtýr.
Tanzimat, þahsiyete kavuþmak için en çetin hamlelerine bu devrede baþlamasýna raðmen, yine
ve periþan, devam halinde kalmýþtýr.
(1946)
ALTINCI MEKTUP
226
Artýk Cumhuriyet devresinin üzerindeyiz. Þimdi bu yirmi küsur yýllýk devrenin fikir ve sana
adamýna ve bayatýna bir göz atalým...
Hükmü baþa alarak ortaya tepeden inme bir teþhis atsam nasýl olur? Buyurunuz:
Cumhuriyet devresi, Tanzimattan sonraki bütün merhalelerin en ileri örneklerini aþan bazý
müfrit ve münzevî deðerlerine raðmen, bütün Türk fikir ve sanat hayatýnda, kargaþalýklarýn,
ksizliklerin, nisbetsizliklerin, çözülüþlerin, daðýlýþlarýn, sükûtlarýn, hiçbir zaman ve me
lenmediði ve netice itibariyle bütün sanat ve fikir hayatýnýn iflâs buhranlarý geçirdiði ba
gâmedir.
Bunun sebebini izah etmek de galiba kolay:
Tanzimattanberi bir türlü kurtuluþunu plânlaþtýramýyan ve boyuna þahsiyetinden feda eden Tü
yeti, Birinci Dünya Harbinden sonra, zaman sahasýnda olduðu kadar mekân sahasýnda da tasfi
ye edilmek mevkiine düþünce, maddî bir hareket mefkûresiyle kendisini kurtarabilmiþ, bu kur
uluþ Cumhuriyeti doðurmuþ; fakat ruhta ve mânada dengini bulamamak yüzünden, is-
227
lor istemez, asýrlýk bir çürüyüþün son tecelli haddine ayak basmýþtýr. Ýþte cemiyetin ruhî
fikir ve sanat dünyasýnda, cumhuriyetten sonraki azamî hercü-merci, azamî düzensizlik ifad
sini, millî kurtulup hamlesinin ruh ve fikirde hazýrlanmamýþ, ondan sonra da ruh ve fiki
re sindirilememiþ bir hareket olmasýndan baþka hiçbir türlü izah mümkün deðildir.
Ýlk oluþumuzun baþýndan, son oluþumuzun veya olmayýþýmýzýn baþýna, yahut sonuna kadar, yeri
en büyük Türk mütefekkiri, bu devrede de yoktur. Sadece yok olsa yine iyi; minare þeklinde
bir yükseliþe muhtaç bir vaziyette, kuyu þeklinde bir çukur ifadesiyle yok; âdeta yokluðun
ahkim edici sebepler altýnda yok...
Bir manzumesinde, camilerinde Türkçe ezan okunacak ülkeyi Türkoðlunun vataný diye gösteren
a Gö-kalp'e, onun tesiri altýnda bir takým resmî tasanlar beslenmesine raðmen, bu devrenin
fikir kürsüsünde yer verilmez. O da. Cumhuriyet devresinin baþýnda, her türlü faaliyetini
miþ bir adam sýfatiyle ölür, gider.
Bir devre evveline mensup olsa da asýl geniþ kalem faaliyetine bu devre içinde giriþen F
alÝh Rýfký Atay ve onunla beraber bir takým gazeteciler, kafaarý hiçbir büyük terkibe müsai
, basit üslûpçuluk ve kolay alkýþçýlýktan ileriye geçemiyecektir.
Cumhuriyet devresinin baþýndan bugüne kadar milli kurtuluþ hamlesinin fikir ve sanattaki
bütün aksi, (has isim)ler etrafýnda, samimiyetinden bile þüphe ettirecek nefsanÝ bir medhi
e tellaklýðýndan baþka birþey deðildir. Asýrlýk bir tasfiye bilançosunun altýna yekûn hattý
anýp bütün hayat borcunu ödeyen bir milletin destaný, bütün (hâs isim)leriyle beraber de ol
ir fikre ve dünya görüþüne baðlý olarak ne þiirde, ne ro-
228
manda, ne tiyatroda, ne de fikirde billûrlaþtýrýlabikli. Bunun yerine millî kahramanlarýn,
ir fikre remz olan ebedî çehreleri deðil, mide gurultularý ele alýndý; ve bu iþ son derece
imli bir ticaret halinde nemalandýrýla nemalan-dýrýla ananeleþtirildi, þahsî muvaffakiyetin
mel þartý ve günün ana seciyesi haline getirildi. Birçok Türk kaleminin az çok hissedarý ol
lkavukluk edebiyatýnýn örneklerini isimlendirmeðe deðmez sanýrým; onlarý herkes
bilir.:'
Bu esnada saf ve hakikî þiir. birkaç iþçisi arasýnda, son derecede aðýr tekevvün çileleri a
mak isteniyordu. Bu iþçiler, bîr devre evvel (Hececiler)in bomboþ býraktýklarý kalýba, ilk
olmak üzere bir muhteva cevheri dökmeðe çalýþýyorlardý: Ahmet Kudsi Tecer, Ahmet Hamdi Tanp
e... Evet ve sen...
Senin hakkýndaki fikirlerimi, bu mektubuma iliþik aya bir kâðýtta bulacaksýn. Onu kimseye o
umaya, göstermeðe mezun deðilsin. Zümrevî mütalâalarýma seni almýyorum.
Eðer (Heccciler)in bomboþ býraktýklarý kalýp, bu zümre taralýndan bir muhteva cevherine kav
muþ olsaydý kalýp da muhteva da, her þey de, Ziya Gökalp'ýn ilk devþirmelerinden deðil, bu
n baþlamýþ olurdu; galiba da böyle... Fakat günün büyük kargaþalýðýný ve hiçliðini bastýrma
t bir kýymete deðil, ezeldenberi münhal bir çapa ihtiyaç olduðu için, bu örneklerde, küçük,
cüce keyfiyet noktalamalarýndan ileriye varamadýlar; ve kendi çaplariyle, doldurulmasý lâzý
korkunç nisbetsizliði Önünde tükenip gittiler.
Bir aralýk ortalýðý, yeni bir ses dolanýr gibi oldu:
Nazým Hikmet...
Baþlangýçla (Hececiler)le ise baþlýyan hu delikanlý, yeni Rusya'da geçirdiði fikir macerasý
sinde, içer-deri'clýþanya doðru bir fýþkýrýþ yaþatacaðýna, dýþardan içeriye doðru bir sokul
fikir ve sanal piyasamýzý þiþleyiverdi. Önce telâþ ve patýrdý hürmetlice oldu. Þairin kulla
birþey sanýldý. Halbuki bizde (Edebiyat-ý Cedide)denberi serbest nazmý kullanmýþ birkaç þai
masýna karþýlýk, bu âlet, Birinci Dünya Harbinden biraz evvel, harp içinde ve sonrasýnda, d
ve düþünce nizamýný da allak bullak edici edebi mektepler zinciriyle Avrupada moda saðanaðý
tmýþ, hem maddede ve hem ruhta ezelî ve ebedî üstün þekil hikmetine karþý iflâsým idrak etm
Þairin getirdiði sese gelince; iþte sar'a ihtilâçlarý içindeki Batýnýn þekilsizlik âletini
mlý ve sistemli bir ihtilâl heyecaný Liflemek isteyen Rus þairi (Ma-yokofski)nin ses per
delerine týpatýp uygun, heyecanda keskin, fikirde malûm, belâgatte deðerlice bir beyanname
çýðlýðý... Bu beyanýi.me çýðlýðýnýn bütün kýymeti, avamý kandýrmaya mahsus bir teblið dili
ikî þiirin telkin kudretinden tamamiyle mahrum, çerçevelediði fikir bakýmýndan da Batýnýn e
münizmimin þahsiyetsiz bir mümini, fakat daima hassasiyet mayasý ve þiir nefesi olarak gür
ir bünye temsil etmiþ olmaktan baþka birþey deðildir.
Nazýrn'm en güzel tarafý, fikir namusu adýna, inandýðý (bâtýl)ýn sonuna kadar fedaisi kalmý
hakikî fikir zaviyesinden, fikirsiz bir namusludur, iþte o kadar...
Cumhuriyet devresinin þu âna kadar tesbit etmiþ olduðumuz fikir ve ruh kargaþalýðý içinde r
içbir zaman doðmamýþ olan roman, Birinci Dünya Harbinin
230
(enflâsyon) paralan gibi, keyfiyette sýfýr, kemiyette namütenahi bir iþporta eþyasý halinde
. Bu romaný Ya-kup Kadri ve Peyami Safa, biri evvelki merhaleden bir devir halinde
ve öbürü yeni merhale Ýçinde biraz keyfi-yetlendirmeðe ve mesele sahibi insanýn hayat zemi
haline getirmeðe çabalarken, halk kütleleri arasýnda hakikî muvaffakiyete namzet roman, ba
yaðýnýn âdisi bir vakalar posasý ve his kazuratý halinde, sükût derecelerinin son haddini g
. Bu korkunç keyfiyetsizliðe, bir de bazý büsbütün haysiyetsiz kalemlerin, imzalarý altýnda
e güpegündüz, iktibasçýlýðým, nâkilliðini ilâve edecek olursak, içtimaî bir hayat terkibi o
riyet devresinde, þahsiyetsizliðini ne nisbette kutuplaþtýr-mýþ olduðunu anlarýz. Fakat ve
þahsiyeti bakýmýndan Tanzimatýn þaþkýn, kopyacý, fakat ruhu saffet ve ulviyet dolu örneði,
re nazaran, çöpçülere nisbet edilecek vezirler mesabesindedir. Cumhuriyetten sonraki rom
anýmýz hakkýndaki bu ölçüye, istisna ettiðimiz bir iki örnekten baþka, son birkaç seneye ai
yeni zuhuru da müstesna tutacak olursak, romancý tanýnmýþ her isim dahildir.
Millî tiyatro, Reþat Nuri'nin romanda olduðu gibi sahnede de daktilo kýzlara hitap eden
kolay edebiyatýndan baþka, Nazým Hikmet ve Vedat Nedim'in, tamamiyle sun'î ve zoraki, ha
kikî ruh ve fikirden mahrum cambazlýklarýna inhisar eder.
(Sen kendini tiyatro bahsinde de hatýrlamasan iyi edersin...)
Tarih, bütün mensuplariyle, Fatih Sultan Mehmed'i yeniçerilere dövdüren, Habeþ Ýmparatorunu
turaðýný mezada çýkaran, Abdülâziz'Ýn intihar mý ettiðini, yoksa öldürülmüþ mü olduðunu baþ
231
(Yeni raký) kadar sürümü olan bir (Atmasyon) plâný olmuþtur.
Her devirde namevcut olan Türk münekkidi ve tenkit ölçüsü, bu devirde, sanki bir yokluðu, s
e varlýklarýn maskesi altýnda büsbütün ümitsiz bir hale getirmeðe memurdur. Eserini, ilk de
arak ciddî bir kitap hacminde. Cumhuriyetin ilânýndan birkaç sene sonra veren Ýsmail Habip
, Türk cemiyetiyle beraber Türk fikir ve-sanat hayatýnýn büyük fikrî ve felsefî muhasebesin
abilecek kýratta bir tahlil ve tertip kafasý taþýmadýðý Ýçin, orta mektep kadrosunda, basit
e hissî bir sýnýflandýrmadan ilerisine geçemez. Nurullah Ataç ise, birkaç tercümesinden baþ
formalýk bir esere ve ölçüye salýip olmaksýzýn, kabak çekirdeði sohbeti yaparcasýna (Ýyi, f
az daha iyi. biraz daha fena, çünkü fena, zira iyi, harika, kötü, ben hayraným, ben küskünü
iyorum, bayýlýyorum!) tarzýnda, nebatî ve infiali hükümlerin hafif vebi-çare kumkumasýdýr.
(Lessing)varî bir cemiyet ve dünya görüþü örgü-süyle bizde hiçbir zaman doðmiyan tenkit, bu
nzerlerine göre, birgün doðmak ümidini de gölgelendirecek vaziyettedir.
Mücerret fikir, fikir ve felsefede yayalýðýmýz, hiçbir zaman nefslerine þahsiyetli ve müsta
erkipler kurmak cehdini yükleyemiyen küçük ve korkak istidatlar elinde tam bir vakýadýr. Bi
devre evvel (Dergâh) mecmuasýnda iþe baþlýyan Cumhuriyet devresinde ise olacaðým oiamýyan
fa Sekip Tunç, devir devir (Bergson) ve (Fröyd)e hayran, daima tercümeci, derslerinde
ve þahsî sohbetlerinde daima derin ve ince, fakat büyük terkip cehdinden daima mahrum, büyü
bir tefekkür yüzüðünden kopmuþ kýrýntý bir elmastan baþka nedir?
232
Hilmi ZÝya Ülken, mücerret fikir ve felsefede Cumhuriyet devresi neslinin bu en büyük ümidi
kitaplýk çapta bir iki hamlesine raðmen bir türlü kahramanca fýþký ram amak ve büyük terki
ek mizacýnýn; üstelik kendi merkezîliðinÝ kaybedip sað ve sol temayüller arasýnda kaybolmak
etinin acýklý bir misalidir.
Bir zamanlar, ele ve baþa yalnýz her hangi birini alýp gerisini çürüðe çýkarmak taktiðiyle
ir grup (Kadro'cular), komünizma iktisadiyatýný ve tarihî maddeciliðini Çemiþkezekli köylüy
k bundan yeni bir Türk milliyetçiliði meydana getirmek, böylelikle millî kurtuluþ hareketin
izaha ve onun dün de bugün de eksik ideolocyasýný bu tarzda kurmaya savaþmak dalâletinin h
rçevesi içindedir.
Güzel sanatlarýn öbür þubeleri de, bu devrede, bir takým mevziî Ýnkiþaf ve teessüslere raðm
in tereddiyi ilân eder.
Musiki topyekûn Ölüm dirim buhranlarý içindedir. Bir taraftan ortalýðý, ancak yeni romancýl
esi olabilecek aþaðýlýk tangolar kaplarken, öbür taraftan alaturkanýn muzahfarat þubesi, me
üstüne meyhane açmakta; daha baþka bir tarafta Dede. Itrî'nin muhteþem musikisi derlenmeðe
seslendirilmeðe namzet görünmek, büsbütün baþka bir taraftan da halk türkülerine doðru bir
e (koro) ruhu yaþýyabilmektedir.
Resim, en derin telkin deðerini,üç yaþýndaki bir çocuðun nebatî karalamalarýnda bulacak kad
Heykel, tek mevzu, âbide mevzuu etrafýnda çalýþmak mahkûmiyetinin, basit kopyacýlýktan ibar
evksiz, fakat son derece kazançlý ticaret tezgâhý...
Mimarî, dünle bugün arasýnda hiçbir muhasebe çilesi dolduramadan, iðrenç, þahsiyetsiz kübik
233
kalfalýk zanaat i...
Ve nihayet, baþýndan beri bütün esasý örnekleriyle nizamsýzlýk ve âhenksizliðindeki dehþeti
rmeðe çalýþtýðýmýz bu devre Ýçinde, hergün biraz daha çürüye çürüye ulaþabildiðimiz {Yazýk
..
Her þeyi olduðu gibi belirtme gayemize sadýk kalmak için (Yazýk oldu Süleyman Efendiye) har
kasýnýn kahramaný üç genci isimi endirmeliyiz: Orhan Veli, Oktay Rýfat, Melih Cevdet...
Nazým Hikmet'in þahýslandýrdýðý serbest nazým, hiç deðilse muhtevasýnýn aklî ve insanî niza
son tutamaðý olan kafiyesini de silip temizlemek suretiyle nefslerine mal etmeðe kalka
n üçüzler, yaptýklarý iþin büyük (Hiç)ine raðmen bu kadarýnda bile þahsiyet sahibi deðildir
n kim olduðunu bilmediðimiz birisi, belki de üçü birden, kim olduðunu pek iyi bildiðimiz bi
ransýz þairini örnek tutmuþ ve ondan sonra üçü de, o Fransýz þairinden ve birbirlerinden me
amýþlardýr. Bu Fransýz þairi (Supervil-le)'dir.
Vezni, kafiyeyi, bütün dýþ ölçüleri attýktan sonra, ismine nesir denemiyecek lâflarý nesrin
a göre dizeceði yerde, nazmýn þakulî nizamýna göre tertipleyen bu Fransýz þairi, bütün kalý
usuna raðmen muazzam ve yepyeni bir hassasiyet cevherine malik olduðu için, gayet tabiî
olarak her satýrý, ayný þekillerle dondurmaktan geri kalmamýþtýr. Bu çocuklarsa, Fransýz þa
pabildiðini yapmaya deðil, ancak bozabildiðini bozmaya muktedir olduklarý için, hisselerin
e, bütün insanî hakikat ölçülerini, anlayýþ ve duyuþ muvazenelerini yýkan büyük bir (Hiç) d
sonraki
234
kolay manasýzlýk ve basil muvazenesizlik halkasýnýn da müsebbibi olan bu üç kahraman çocuk,
yýsiyle, þiirin yeni insan ve cemiyet eþiðinde ne kadar çetin bir tekevvün bilmecesine vard
zayýf yaratýlýþlarýn o eþikte nasýl intihardan baþka birþey beceremediði hakikatinin mümess
Bir hâdiseyi, þuur ve iradeyle, müsbet tarafýndan temsil etmek yerine, þuursuz ve iradesiz
olarak menfî taraftan temsile memur olmanýn acýklý hali...
(1946)
235
YENÝLÝK VE ÞAÞKINLIK
Bazen mahalle aralarýndan geçerken görürüz:
Birkaç çocuk bir taþý kaldýrmýþlar, altýndan çýkan solucanlarý, çömelerek hayretle seyretme
de merak ve hayret, çocukta teþahhus ettiði kadar kimde þahsiyet baðlayabilir?
Fakat ak sakallý selim akýl fermanlarýna tebessüm eden derin ve amansýz çocuk ruhu,.mukadde
akýbetleri sezmekte ekseriya büyüklerden evvel davranýr. Biraz sonra bakarsýnýz, deminki c
zip solucanlar, baþlarý ezilmiþ, topraðýn üzerinde metruk ve mürde bir leke halinde yal-mak
ve çocuklar baþka mesafelerde, baþka yenilikler peþinde gezmektedir. Acaba ne olmuþ, ne b
itmiþtir ki çocuk, bir saniye evvelki hayretini kazanan manzarayý yalnýz terketmekle kal
mamýþ, onu bozmuþ, daðýtmýþ, cezalandýrmýþtýr da...
Ýçinde büyük fakat gizli bir tahlilci yaþayan çocuðun bu hareketi mânâsýz deðildir. Çocuk s
rengini evvelce tanýdýðý herhangi bir renge, hareketini herhangi bir harekete irca ettik
ten sonra gördüðü þeyi bütün cazibelerinden sýyýrýr ve halledilmiþ bir takým muadele kâðýtl
nisyaýýýn küflü çekmecesine
236
atar. Evet. seziþlerimiz âmânsýzdýr. Karþýmýza yeni olmak iddiasiyle çýkan her þeyi, yenili
görünüþü, kulaðý fil, baþý yýlan, vücudu deve. kuyruðu balýk bir hayvan gibi muhakkak tanýd
cek ve artýk o sahte terkip, sahibi için bir kabahat olarak kalacaktýr. Ruhumuzun, sul
arýn cezrine benzeyen bir saniyelik, bir anlýk, þaþkýnlýðýndan hayat hakký bekliyen garabet
ný þaþkýnlýðýn meddinde boðulmaya mahkûmdur.
Çemiþkezekte silindir þapkalý CRamon Novaro), Holivutta Çemiþkezekli Memiþ aða gariptir. Bu
bet bütün (Novaro)larla bütün Memiþlerin gözlerini kendi üzerine çekebilir. Fakat yarým saa
(Ramon Novaro), ya kýyafetini deðiþtirmeye, ya intihara mecburdur.
Alelade inþa' bu türlü yenilik hilelerine ilk hamlede hayran olmajtta nasýl mazursa, mükem
mel insan da. olgunluðun derecesini, hayran olmaktaki mukavemetiyle ifade eder.
Gün görmüþ ve piþmiþ ruh "aptalca hayranlýk" lâfýnýn üzerine iki çapraz hat çizmiþ olandýr.
Son zamanlarda sanat ve þiir namýna yapýlan komikliklere karþý þunun bunun fýrlattýðý þaþký
bu hazin kanunun bir tecellisine þahit oluyoruz. Deniz içinden alýnmýþ bir kova suyun açtýð
ne kadar çabuk dolarsa bu cinsten þaþkýnlýklarýn da o kadar çabuk kapanacaðýný ve evvelki ç
nde hattâ bir kabarýklýk hasýl olacaðýný bilsek bile devrimizin bu kadar selim histen mahru
luþunu görmek gene acý oluyor.
Yenilik, terkibini ancak erbabýnýn bileceði ve mýs-rama gömeceði bir sýrdýr. Yoksa ortada b
açarak kellesi koltuðunda dolaþan yaygaracý hokkabazlarýn marifeti deðil...
237
Yunus Emre diyor ki:
Derviþ oldular hýrkada pünhan ola...
(Yeni) daima (gizli)de ve bâtýndadýr; apaçýk nis-bet ve muvazene hilelerinde ve zahirde deð
l... Bunlardan biri insan, öbürü de öküz gözüne hitap eder.
(1947)
238
YENÝ ÞÝÝR
Yeni þiir... Basit, bedahat kadar basit, fakat onun kadar nümayiþsiz ve emin bir anlatýþ üz
rindeyim: Bu bir hastalýktýr.
Batý dünyasýnda, kökleri yirminci asrýn baþlarýna kadar ulaþýr. Eski dünya harbinden sonra
izma, Dadaizma, Empresyonizma, Modernizma ve daha binbir isimli ve bin çeþid yemiþini
vermiye baþlar. Saman çöpünden, incecik bir filiz üzerinde, bu filizin gövdesini bukmeksizi
balkabaðý gibi durdurmýya savaþtýklarý kâbus yemiþleri... Hastalýk, Batý dünyasýnda, yýlla
ma alâmetleri kaydeder; ezelî ve ebedî, þekil, nizam, ahenk, vahdet kutbuna doðru yeni ist
ikametler bulmaya savaþýr, bu aralýk birkaç þahýsta, yerine göre hoþ ve ahenklice mevziî ti
r gösterir ve öylece kalýr. Bundan birkaç yýl evvel de, Avrupada müzeye kaldýrýlmýþ ve üzer
simlerin ve pörsük modalarýn külleri yaðmýþ her nesnenin son uðraðýný bizde deneme-sindeki
kollarýný sallýya sallýya ve nasýlsa (Alfabe)yi sökebilmiþ bir mahalle bekçisi gururiyle ar
irer.
Böylece, birkaç yýldanberi, lisanýn bütün iþtikak ve
239
ekleriyle ne kadar kelimesi varsa hepsini teker [eker kâðýtlara yazýp bir çuvala doldurmaný
ve niyet çekerce-sine rastgele dalarak o ândaki mide ve iþkembe zevkine göre birer ve i
kiþer, üçer ve dörder alt alta toplamanýn san'atý bizde (yeni þür)dir.
Maraz þu: Taklid veya asliyet plânýnda, hâdiseye doðrudan doðruya herkese þamil beþeri bir
hakký diye bakacak olursak, dâvanýn, asýrlar boyunca sendeleyen kaba mantýk, kaba mâna, ab
al þekil, bücür kalýp gibi haklý idrâk ve ifade sýkýntýlarýna karþý, bu kýymetleri lâstik g
dan birdenbire koparmak ve tam karanlýða düþmek gibi bir dalâlet ve intihar ifade etmesi..
.
Fakat bir memlekette ki, halk ve münekkid bu incelikleri bilmez, mes'eleleri vahid
e irca edemez; çalar saat karþýsýnda apýþan Afrika vahþileri gibi ya hayranlýktan kendini k
er, yahut arkasýný dönüp umacýdan kaçar-casýna var kuvvetiyle, tabana kuvvet uzaklaþýr; net
ur.
Bütün istikamet, nisbet, buud, ölçü ve ahenk unsurlarýndan mahrum bir boþluk dünyasýnda "að
e kaleme takýldýðý gibi olmak"dan baþka bir nefs muhasebesi tanýmayan, zorluk adýna kolaylý
en vahþisi, yenilik adýna da çýkýþ noktalarýnýn en iptidaîsinden ibaret bu yaðma içinde, he
uhlarýndaki hassasiyet unsurlarýnýn güzel nakýþlarýný söndüremiyen birkaç kiþiyi gözden kaç
anan istidadlar diyelim! Bunlar herbiri bellibaþlý ruh ve mânâ þekillerine baðlý, sadece dý
alýb çizgilerinden ürkmüþ, bilhassa hiçlik ve zifiri karanlýk kimyahânesinin sun'î mahsulle
mizaçlar belirtmekte... O hâlde herbirini, hiçlik mânâsýndaki þekilsizlik ve ölçüsüzlükten
ususî mânâda birer þekil ve ölçü arayýcýsý diye selâmlar-
240
ken. bu baþýboþ arayýcýiýkla her gün biraz daha yanan, þimdilik içten ve dýþtan rehbersiz y
erine de bir ümitsizlik iþareti koyalým.
Hususiyle bir ikisinde her defa yeni ve kendisine mahsus bir kalýp ve yatak arayan
, fakat bir türlü yerleþeceði ana vücudu bulamýyan ve ancak böyle bir vücudun binbir inhina
afsaliyeti içinde sonsuz deðiþikliði aramak sýrrýndan gafil, fakat gerçekten zengin mânâlar
olurken, bu hazin tecrübenin yanýp kül olmuþlariyle, boþ yere yanan ve çýrpýnan arasýndaki
az daha derinden sezer gibi ol!
7 yaþýnda bir çocuðun bir kömür parçasÝyle, en ba-þýbo^ hürriyeti içinde ve bir hamlede duv
resmini hayâl edelim: Tekne bir çekirge gövdesi, baca bir deve hörgücü, duman bir saç teli
irekler birer zürafa bacaðý, bayrak bir tavþan kulaðý, deniz bir týrnak kesiðinden ibaret..
bu resmin karþýsýnda, bir zamanlar bu soydan mekteplerin simsarlýðýný yapmýþ Ýhtiyar Frans
gibi, parmaðýnýza esrarlý bir keþif râþesinin ihtizazýný sindirerek konuþabilirsiniz:
- Ýþte kaba hendese ve nisbet oyunlarýnýn hapishanesini yýkmýþ* büyük ve sonsuz mânâ ikliml
ve hakikî sanat!..
Nasreddin Hocanýn eþeði hangi noktaya sol ard ayaðýný koymuþsa dünyanýn merkezi orasýdýr, i
eki yýldýzlar Nasreddin Hocanýn eþeðindeki kýllar kadardýr, inanmýyan saysýn! Bu harikulade
yatan derin telmih:
Sayýsý namütenahi olan daðýtýþ ve parçalayýþ þekilleri arasýnda müthiþ bir el çabukluðu ve
bir tanesine el atýp, onu, sayýsý daima bir olan ve daima vahide doðru kesafet baðlýyan top
ayýþ ve bütünleþtiriþ
241
mihrakýna oturtuvermek: ve zaten mullak mânâda fethi mümkün olmýyan bu mihrakýn her cehd ve
mleyi âciz gösterici gizlilik kudretini istismar edip -tâbiri mazur görün- kendisini yuttu
rmýya çalýþmak!..
Dolandýrýcýlýðýn bundan ilerisine yol yoktur.
Amma þiirde ve resimde tarihi yarým asrý dolduran bu dolandýrýcýlýðýn en feci ve gülünç tar
t dolandýrýcýyý, sonra simsarý, en sonra da müþteriyi kafese koymasýnda... Öyle bir dolandý
dýzý kendisine ve iðneyi kurbanýna batýrýyor; yüzde yüz halis ve samimî, fakat özürsüz ve m
Büyük bir duvara doðru rastgele bir kurþun sýkan hokkabaz, kurþunun deðdiði nokta etrafýnda
eler çizdikten sonra "iþte kurþunu merkeze yapýþtýrdým!" derse ne buyurursunuz? Halbuki dai
eri evvelâ çizerek merkezi belirtecek, sonra ateþ edip deðdirmiye çalýþacak deðil miydi?
Yalnýz bu misâl size, gaye ile yol arasýndaki ahenk, tevazün ve ölçü sýrrýnýn, hele san'at
ir fâtihlik yolunda bu sýra adýna yapýlan göz baðcýlýðýnýn ruhunu göstermiye yetmelidir.
Ve ne yazýk ki, dolandýrdýklarý biz deðiliz, kendileri...
Macerasýnýn en keskin ve en acýklý safhasý, evvelâ yarým, sonra bir, sonra bir buçuk asýrdý
felâketi var dünyanýn... Hele son 50 yýl içinde, bütün inanýþ ve baðlanýþ þekilleri ve bun
ve ölçü emniyetleri, çözüle, çözüle, ruhlardaki istinad aðlarýný altalta ve üstüste patlat
ra: Her oluþa, biçimlendiriþe, donduruþa, kahblaþtýnþa düþman, kapkaranlýk bir boþluðu çerç
rý, inkâr ve ihtilâç gedikleri...
242
14'uneu asrýn ikinci yansýndan sonra doðan ve hazýrlanmaktaki korkunç istikbâle karþý (Boci
ve (Rem-bo) gibi, büyük huzursuzluðun müstesna bestekârlarýný doðuran inkâr ve ihtilâç çaðý
den sonra lâyýk olduðu cinnete kavuþtu; kâh ayýlýr, kâh bayýlýr gibi oldu, fakat asla þifay
n bütün cemiyet, fikir, san'at, ilim ve siyaset dünyasýnda sahte (fren)ler, payandalar,
teselliler ve ayarlamalarla bugüne doðru to-, pallýya topallýya yol aldý. Nihayet bizde de
, çýkartma kâðýdý çerçevesinde ve hazin bir taklid ve özenti kadrosunda boy gösteriverdi.
Ýþte her türlü sahte teselli þekillerinden de mahrum bir buud sýkýntýsý içinde bize düþen ö
beraber bütün dünya, cemiyet, insan ve ruh plânýnda sebep!.. Sebep budur. GönüllerdekÝ imân
am yataklarýnýn aþýnmýþ olmasý ve yenilerinden hiçbir haber gelmemesi...
Bu bakýmdan, sahihlerinin ferd ferd küçük ve hasis ruh aynalarýnda son derece basit bir mu
vazene inhitatý, eþya ve hâdiselere, temas zaafý ve bir zemberek boþanmasý diye kaydedebile
eðimiz bu hâl, ancak Mart kedilerinin cümbüþü kadar-devam tâliine mâlik olsa da tarihî ve i
rlere vurulunca bu kadar geniþ bir þümul
..kazanýyor.
Kendilerini böyle bir þümul dünyasý üzerinde, belki vezinli ve kafiyeli bir manzume kadar s
bulacaklarý bir seyahate çýkarýrken, söyleyivereceðim ki, nefs-lerinden habersiz bu çocukla
bakýp, yeni cemiyetimizin geçirdiði yokluk ve boþluk irtiaþlarým yakýndan zaptedebiliriz.
(1945)
243
SANAT MANZARAMIZ
Âlmde hiçbir harabý manzarasý, bugünkü edebiyatýmýzýn belirttiði sefalet derecesinde hazin
Eski -isterse asýl ve muhteþem olmasýn da Barok ve Rokoko varî bir taklit piçi olsun- bina
nýn yanýnda þimdi bir çingene çadýrý bile kalmamýþ ve pýrýl pýrýl insanî idrâk cevherleri,
eþyasý olmuþtur.
Bu yangýn yeri ve çöp yýðýný arasýnda, ulvî ahenk eskiden bir tac iken þimdi oturak, (Romai
bir cadde iken þimdi bir ciþ yolu, soylu lirizm bir kalb darabaný iken, þimdi bir barsak
sesidir.
Dâvayý, eski harfleri bilmeyenler nesli diye sýnýrlayabiliriz. 1928'den bu yana, þimdi en
büyükleri 30 - 35, en küçükleri 20 - 25 yaþý arasýndaki edebÝyal nesli, görülmedik bir hýzl
döküldü; ve babadan oðula müdevver büyük ruhî muhteva, ateþte kalmýþ bir yemek gibi yandý,
Bu hazin akýbeti hazýrlayan sosyal müessirlerin tahliline geçmeyelim de, yazýmýzýn dinamik
terkibi akýþýný zedelemeden tek cümleyle sebebi haber verelim:
244
, ismine inkýlâp dediðimiz, yýktýðý þeylerin makamýmý yenilerini getiremeyen, nei's murakab
naþamayan, idcolocyasým kuramayan, genç adamýn ruhunu bomboþ býrakan ve (tabu)lar gibi kims
ye yan baktýrmayan vakýa...
Bu vakýanýn, bugün tamamiyle þekillendirdiði, bütün lûgatçesi üç beþ kelimeden ibaret, olan
tbol) ve (Rock'ýn rol), topyekûn his ve fikir hayatý bir kaç harharaya münhasýr genç adam t
nin yaný baþýnda, iþte bu harharalarýn nesir örneklerini þiir dizisine sokmaya ne-tesli bir
l peydahlanmýþtýr ki, hokkabazlýklarýn en ucuzu ve bayaðýsý hâlindeki marifetini nihaî san'
esi sanmakta, asýrlar boyu beklenen sadayý gökten indirdiðine inanmaktadýr.
Birinci Dünya Harbinden baþlýyarak bozulan insanî ruh nizamý, hele makinenin ve müsbet bilg
keþiflerinin insan iradesine tahakküm etmeye koyulduðu 20'n-ci Asýfortasýna kadar öyle bir
buhran çýðýrý açmýþtýr ki, insanoðlu ancak üstün bir nizam bekler ve üstün nizam aþkýna maz
eyip kýrarken, bu cehennemi hareketin bizim memleketteki aksi, mutlak nizamsýzlýðýn nizam,
sýfýrýn namütenahi sanýlmasý olmuþtur.
Bu yüzdendir ki, insanlarýn ancak tuvalette ihtiyarsýzca düþünürken içinden geçen manasýzlý
istiflemek... Ýþte yeni þiir..
Ötedenberi bu mütefekkirsiz. münekkitsiz, zabýta-sýz diyarda, bu dâvanýn mahrem faktörlerin
hiçbir muhakeme ve muhasebe çizgisi çekilemedi. Garp âleminin ruhî boþluðu, yine kendi çap
r haysiyet mikyasiyle insanlarý binbir hak ve bâtýl etrafýnda döndürürken, bizim cebren boþ
ruhumuz, ayný dâvayý
245
büsbütün kepaze edici bir vasat olarak en müsait zemini kurdu; ve iþle bu ucuz hokkabazlar
, ana mektebi çocuklarýnýn oyunlarýndan daha hünersiz bu acemi taklacýlar, meydaný tuttu.
Muradýmýz ne vezin müdafaasý, ne de kafiye... Sadece þiir...
Yeni zamanlarýn eski ölçülere karþý isyankâr ruhundaki sýkýntý ve hafakaný herkesten daha d
ve onu gayet soylu bir his kabul eden biz. bu duygudan ancak insaný uçurmasýný bekleyebi
liriz; yoksa beþinci kattan yýldýzlara çýkayým derken Arnavut kaldýrýmýna düþürmesini deðil
sefil tecrübenin sahiplerinde, baþtaki bir iki çeyrek orijinal þahýs müstesna, ne böyle bir
ygu vardýr, ne de herhangi bir metafizik kaygý ve çile... Onlar, üstünde yetiþtikleri zemin
n gerektirdiði tam boþluk ve yokluk içinde. Ýþin sadece kolayýna, pratiðine, ham madde tara
tutkundurlar; ve bu ham maddeleri, tabiat-teki bilcümle insanlar gibi, (huda-yi nâbi
t) mide gurultularýnýn içinden çekip çýkarmaktadýýlar.
Bunlarýn karþýsýnda gerçek þiir, sadece karþýlarýnda bunlar var diye deðil, cemiyetin Mçbir
ini þevklendiremez olduðu için apýþýp kalmýþ ve Fildiþi kule yerine zindana kapanmýþtýr.
Acemi hokkabazlar, onu zindana kendileri týkmýþ bilsinler!..
içtimaî ruh uzviyetinin (antimikrobyen) küreyvele-ri bir sürü müessir yüzünden felce uðratý
mikroplar bünyeyi kaplamýþ ve ihtilâl bayraðýný tepeye dikmek üzere hayat "sath-ý mail'ini
a baþlamýþtýr.
Canlarý, bir (penisilin)lik manevî silkinme...
(1959)
246
YÝNE SANAT MANZARASI
Þiirin nizamýný, mimarîsini, yüksek riyaziyesini, üstün ölçüsünü, hulâsa dýþ perdede tecell
r tarafa býrakalým da, doðrudan doðruya içini, kendisini, zâtýný; þekil ve kalýp üstü mücer
ini ele alalým:
Bu zaviyeden, yeni þiir kadrosunda, þair diye gösterebileceðimiz çeyrek adam bile yoktur.
Hayli eski bir devrin, bir o kadar eski hengâmesinde, yedisi d<: birer kibrit gibi
çakýp sönen "Yedi Meþ"ale" gibi, üçüzleri hâlinde, yirmi yýl evvelin Orhan Veli ve þürekâs
Biý iç dünyasý olan, þiirin üstün ölçü dokumasýn.! eli yatan, fakat ruhî ve bediî dalâleti
yamýyan, buna raðmen cazip tuhaflýklar beceren Orhan Veli'dcn sonra bu anonim þirket, bi
rleþik sermaye olarak hemen iflâs etti; hisse senetleri de kapanýn elinde kaldý, enflâsyon
paralarýna döndü, çoluk çocuðun ceplerini doldurdu ve mektep kaçaklarýna þairlik beratý hi
dü. Bir iflâs ki, keyfiyet mânâsiyle (bir)in sýfýra inmesine karþýlýk, pay bin bire çýkýyor
uk oluyor.
247
Tecrübenin baþýnda, (ek istidat Orhan Veli'nin Ju-liüHýkîannda da hiçbir (orijinalite - asi
t) aramayýnýz! O. maiyetindeki iki istidatsýzla beraber, (SupervÝelle) isimli Fransýz þairi
e Özendi ve olanca eda ve eþyasýný ondan kopya etti. Halbuki bu Fransýz þairinin kalýplan k
kendisini kayýtsýz ve þartsýz iç âlemine býrakýcý tavrýnda, her þeye raðmen derin bir çile,
iyet vardý. Bir terziye binbir frak diktirdikten sonra artýk bu klâsik elbiselerden bu
nalýp bir de gecelik entarisiyle þölene katýlmayý deneyen (SupervÝelle), acemilik ve kolayl
l, ustalýk ve çetinliðin ötesine geçme cehdini yaþatýyordu. Fakat yolu, Roma'ya çýkmýyordu.
Bunlar ise, (Karuzo)nun plâktan plâða aktarýlan sesi gibi, orta va mahdut anlayýþlý bir tak
nin, basamak basamak, öyle âdi kopyalan oldular ki, artýk bu son plâklarda ses, yüz kýzartý
can acýtýcý bir zýrýltýdan ibaret kaldý, Böylelikle, ulvî zorluk yerine sefil kolaylýk hâl
a çýkan zýrýltý modasý, içinde muganninin bulunmadýðý ve yalnýz parazitlerin fýkýrdadýðý mu
n, Türkiye'de þair, teki yokken, Türk nüfusunun çocuk yekûnuna denk bir kadroyu doldurur gi
i oldu. Daima riyazi bir vâhid olan þahsiyet ve keyfiyet ölçüsü, uzviyetteki birlik ahengi
ibi silinip gitti; ve "bir" olarak Ölen vücudu, sayýsýz kurt ve (mikroskobik) unsur kapl
adý.
Ýþin kolayýna doðru öyle bir cereyan alýp yürüdü ki, hikâye peteðine þiir doldurmayý bilen
bu bayram yeri cümbüþüne katýlmadan edemedi; ve ucuzluktan faydalanarak çok pahalý bir þair
k hevesiyle, al-talta ve rastgele birtakým kelimeler dizdi ve kendi gözünde bile gülünç old
.
Ressamý, heykeltraþý, serserisi, ruh hastasý, artýk yý-
248
kýlan ve hiçbir meslekî zabýtasý kalmiyan sýnýrlardan geçip þair oluvermekte kusur gösterme
Döner kebap dönmez olsun...
Geceler vapurla dönmez; Ey, telli pullu gelinler!.
Lisanýn bütün kelimelerini bir çuvala doldurup, kuþa niyet çektirircesine, ele ne gelirse a
talta dizmeðe þiir denebilir mi? Yeni þiir bundan da beterdir. Zira kuþ kelime çekerken "e
lektrik" kelimesinin arkasýndan meselâ "tahin helvasý" gelir de belki arada esrarlý bir
münasebet vehmedilebiiir. Bunlarsa mantýk silsilesini kýrdýklarý iddiasýna raðmen yine mant
ansýzý ve mantýksýzlýðýn en âcizi içinde mahbusturlar. Metafizik ürperti, yakýcý hayâl, kuþ
lu lirizm ve çilekeþ tecrit gibi þiirin doðurucu unsurlarýndan da mahrum... Böyleyken, saðl
lerindeki balmumu heykellere benzeyen müstekreh illetlerin çýrýlçýplak güzellik müsabakasýn
lerinden beter bir küstahlýkla ortaya çýkmaktan utanmazlar...
Aralarýnda, iyi örneklerini zevkle göðsümüze bastýðýmýz birkaç keyfiyetliden bir sürü keyfi
içbir isim anmaksýzýn sadece yekûnluk mânâlar üzerinde-yürüyor ve bu hâlden en büyük teessü
ellilere, þiir nefesine mâlik san'atkârlara düþtüðünü sanýyoruz.
Bunlardan bir tanesini, heveskâr seviyesinde bir þairi, sýrf keyfiyet cevherinden pýrýltýla
devþirdiði için nasýl sütunlarýmýza aldýðýmýzý, göreceksiniz.
Bu keyfiyetliler kalýbý kýrarak ve boþaltarak deðil, kalýbýn içinde kalarak ve eski eþyayý
terkibe so-
249
karak her þeyi aþmanýn sýrrýna ercmedikçe, yollan ebedî bir çýkmaz olacaktýr. Ýlâhî nizama
cýsý Büyük Doðu, henüz tecrübe devrelerini yaþayan ve bu bakýmdan her maceraya haklarý olan
asýnda sadece keyfiyet ve þiiriyet ölçüsünü esas tutarak onlarý zevkle benimsiyor ve alâkay
arýna oturtuyor. Bir gün de onlardan, üstün ölçüyü bulmalarým ve haklý bir "Evreka!" nidasi
hakikî þiir müjdesini vermelerini bekliyoruz.
Gerisi, tek heceli bir "Yuh!"dan baþk» bir þey deðil,.
Þiir, bu; roman, piyes, hikâye, tenkýd vesairenin bugünkü hâli ve netice, biraz sonra...
(1959)
250
VE SANAT MANZARASI
Roman, hikâye ve piyes...
t Roman, taleb ettiði çetin sentezin korkuluðu sayesinde masum kalmýþtýr. Yanýna kimse uðra
Ne saadet!..
Öyle bir müessise ki, roman, hiçbir sahtekârlýk ve þarlatanlýða gelmez. Bir iþ ki, amelelik
zorluðu, sultanlýk cephesinin taklidine ve palyaçolaþtýrýlmasýn;ý mâni oluyor. Ehramlar gib
ak, maden amelesi gibi tünel açmak iþi... Ýþte bu müessesenin önündeki tel örgü, ince tel k
risineklerin girmesine engel...
Roman, yine eski ellerde; ve bediî zevk ve idrâk sükûtunun bu efsanevî çýðýrýnda, sadece lü
larýn hizmetçi kýzlarýna, okur - yazar aþçýbaþýlara, sinema kültürlü iþçi kadýnlara hitap e
Romana, mes'eleyi ve beþeri ukdeyi getirmiþ veya getirmeyi vaadetmiþ olan eski örnekler,
kendi âcizlerinden ziyade içtimaî alâkanýn felci yüzünden, köþelerinde porsuyup gitmektedi
Þiiri istilâ eden mikroplardan mâsun kaldýðý hâlde, ayný mikroplara hayat verici içtimaî al
her hayatiyet ve iklimini kaybeden soylu roman, nihayet, gizli bir müessirle bütün kad
rosu ölmüþ bir sarayda,
251
oduýýcubaMiýýn kral tacýný baþýna geçirmesi ve halayýklarý sultanlýðýný tasdik ettirmesi gi
ellerde o türlü revaç bulmuþtur ki, insan bu muharrirlerin deðil, onlarý okuyan insanlarýn
ticarî emtea diye onlara para veren gazete ve editörlerin yüzüne tükürmek ihtÝya-ciyle kývr
Bugünkü ruhî kriz Avrupasýnda, böyleleri, her þeye raðmen bir (föyöton) romancýsýnýn kâýibý
seviyedeyken, bizde romanýna, ga/eteden 30 ve editörden 50 bin lira avans alan üstadl
ar...
Ne yapalým efendim, halk okuyor!
Naþirlerin özürleri budur; ve ne bulursa onu yiyen ve midesi yediðine göre inkiþaf eden hal
da. iþte þimdi her þeyin kendisince ayarlandýðý bir baþýboþluk içindedir.
Þiirle romanýn bu macerasýndan sonra, hikâye, piyes ve tenkidi merak etmeye bile deðmez!
Piyes, roman kadar çetin, belki de ondan daha üstün bir mimarlýk iþi; hikâye ise, roman mak
tleri içinde özleþtirilmiþ zaman ve mekân hulâsalarý...
Son zamanlarýn yerli piyes tecrübeleri (pek garip ama söyliyeüm: Garptan devþirme tercüme e
e.ierle beraber) Ýnsana hicap verecek kadar aþaðýlýk þeyler... Sanki motorun keþfi unutulmu
brikalarý bir zelzelede yerin dibine batmýþ ve insanlýk yeni baþtan kaðný devrine girmiþtir
bu kaðnýlar -ne tuhaf!- tiyatroya susamýþ olan halkýn, ellerini patlatýrcasina alkýþladýðý
. Âdeta sahneye bir kahve getirmek ve "Ey hainler!" diye baðýrtabilmek veya baðýrabilmek m
arifet... Saffet içinde bu ne dalâlet; ve dalâlet içinde ne saffet?..
En âdi Amerikan piyeslerinin kurt ve ihtiyar Fransa'da uyandýrdýðý alâka ve heyecana bakýlý
hemen he-^n oralarda da ayný saffet ve dalâlet...
Fakat bizde iþ, re/.týlet..
Bütün bunlardan büyük ruhî - içtimaî saik aþikâr: Ýmân ve nizam eksikliði...
. Hikâyeye, roman maketlerinde özleþtirilmiþ zaman ve mekân hulâsalarýna gelince; onlara, b
zayý aydýnlatabilecek özde bir þimþek de sýðabilir, bir kibrit ýþýk-cýðýda... Hiçbiri yok..
Bundan evvelki neslin, roman sentezi önünde küçülmekten korkan, birdenbire yavanlaþývermekt
kinen hikayecisi Sait Faik, mücerret þekiller, tipler ve mizaçlar üzerinde oldukça tesirli
bir þiir dökümü yapabilen bir san'atkâr iken, ondan sonra iþ, mektep çocuðu karalamasýndan
düþtü.
Yeni neslin münekkidi yok diyebilmek için utanmak lâzýmdýr. Zira münekkid, o kurtarýcý iþar
trafik memuru, Tanzimattan beri yetiþememiþtir, O, düne kadar yoktu ve yokluðu ile malûm
ve mevcuttu. Bugün onun yokluðu bile yok; yokluðunun idrâki dahi yok...
Münekkid, müverrih gibi bir unsurdur. Yekûn hattý gibi bir þey... Her þey olunca onlar da v
rdýr; onlar olunca her þey var demektir; ortada bir þey olmayýnca da onlarý aramak abes...
Hele Nurullah Ataç gibi, hissî ve infiâlî bir münekkid bozmasýndan sonra, memlekette tenki
þansý da silinip gitmiþtir. O, yalnýz son þiir kazuratýnýn mes'ulu deðil, büyük ve ciddî t
a, kapayýcýsý olmuþtur.
Hiç... Bir hiç içindeyiz! Zira büyük bir imân buhraný ve ruhî cehd zaafý yaþýyoruz! Ruhumuz
r cehdini getirecek yepyeni bir soluða muhtacýz!
Onu üfleyebilecek olan, kurtarýcýmýz olacaktýr!
(1959)
253
MÜNHAL SULTANLIK
ý i, n
i?
Hakiki þiirin piyasasý günden güne düþe dursun; genç okuyucular kalabalýðýný, manzum söz hü
ziyade yazma tiryakiliði halinde günden güne bü-rüyor. Birþeyin cevheri ve maddesi tehlike
eçirirken, taklidi ve gölgesi korunabilsin; ne hazin bir tezat!
Keman satan büyük bir maðaza düþün! (Vitrin)i, duvarlarý, tavaný, boy boy ve renk renk kema
a dolu... Bu keman maðazasýný yaþatacak müeyyide, muhakkak ki, o þehirde keman ustalarýnýn
masý, arada bir keman konserleri verilmesi ve bu alâka etrafýnda bîrçoklarýnca keman öðrenm
es duyulmasý deðil midir? Halbuki, keman ustalarý aç, konserler müþterisiz, fakat keman dük
týklým dolu... Önüne gelen, beþ dakika için bir keman kiralamýþ; akortsuz, notasýz, reçine
eri cýyak cýyak baðýrtmakta; bir (gýygýy)dýr yükselmekte...
Ýþte þiirine bol keseden yer veren (Maðazin)lerle, þiir heveskârlannýn manzarasý!
Nazým örgüsüne heves duyanlardan kimsenin cesaretini kýrmak istemem! 20'inci asýrda en zorl
bir tecelli yaþýyan þiirin, sen kendi hesabýna, iyi veya kötü bütün
254
hcveskârlanýn nefsinden say; onlarý benimse ve sev! Belirtmek istediðim þu ki, aðaç kururke
ibinden bir takým filizler fýþkýrmasý gibi," þiirin mahzun gövdesi etrafýnda, tabiî olmýyan
alýk, hakikatte inkiþafa deðil, tereddiye delildir.
Ben senin yerinde olsam, gençlere þöyle hitap
ederdim:
- Körpe kanatlarýný çýrpmak gayretinde genç adam!
Demin, aðacýn kurumakta olduðunu söyledim. Evet ama, onun yeni aþýlarla kurtulacaðýný ve he
-dekinden daha üstün bir kýymet hükmüne kavuþacaðýný ur»an kalemler var. Býrakalým onlarý,
kan ter içinde çalýþsýnlar.
Eðer bu arada içinizden biri çýkar da o kalemlerin aradýðýný, Allah vergisi olarak, damdan
ne getirirse ne âlâ! Yol açýk, geçme diyen yok! Fakat keyfiyet cevherinin hastalýk geçirdið
pilânda, kemiyet cümbüþlerinden hiçbir þey beklenemez. Bu cümbüþü kendi kendinize yasak et
yasaða, hakikî oluþun inzibat þartý diye bakmalýsýnýz! Sadece bilmelisiniz ki, bu âlemde, þ
lay ve ondan zor hiç bir nesne yoktur. (Bodler)in dediði gibi:
"San'at çetin ve hayat kýsa..." Ýþin kolay tarafýnda harcanacaðýnýza, zor cephesinde heykel
bir þahsiyet Örmeðe bakmalýsýnýz kendi-
nize...
Þimdi size, özenmekte tehlike olmýyan, hattâ muazzam bir fayda ve lýayr olan bir istikamet
i haber vereyim!
Bu istikamet edebiyatýmýzýn münhal memurluðu, hattâ münhal sultanlýðýdýr. Þiirin en kolay v
e olmasýna karþýlýk, bu, ne en kolay, ne de en zor... Tavsiye
255
edeceðim iþin birinci çapla þahsiyeti olursanýz en üstün zorluk Ýfadesine yakýn bir deðer t
yüzüncü çapta örneði de olsanýz yine memleketimizde eþsizlik belirten bir mevkii, tek baþý
acaksýnýz. Böylece, iþinizin daha ileri derecelerini meydana gelmeðe davet eden bir nizam
ananesi kuracaðýnýz gibi. hakikî ibda cehdi üzerinde de, onu bizzat doðurmuþ olmak kadar ha
azanacaksýnýz!
Edebiyatýmýzýn, her istekliye açýk duran, münhal memurluðu, daha doðrusu münhal sultanlýðý,
!
Sebepleri ve neticeleri üzerinde fazla derinleþmeden size haber veriyorum ki, Tanzim
attan bugüne kadar, bizde münekkit denebilecek tek þahýs gelmemiþtir. Yazý yazdýkça ve yazd
rde tekrar tekrar ele alacaðým bu dava üzerinde, þimdilik fazla derinleþmemek gayretimi ma
zur görün de, yalnýz tavsiyeme kulak verin!
Münekkitliði, münekkit olmayý gaye edininiz. Hem de bakýn nereden nereye kadar?.. Kendiniz
e, tanýdýklarýnýza, arkadaþlarýnýza, günlük faaliyet muhitinize karþý bir tenkit ölçüsüne m
cemiyet planýnda bütün bir sanat, fikir ve ruh miyarýna sahip ol-mýya kadar...
Osmanlý devletinin baþýndan Tanzimat günlerine ve Tanzimattan bugüne kadar en büyük zaafýmý
sýnda usûl ve terkip yatan büyük Türk mütefekkirini bir türlü yetiþtiremeyiþimizde... Baþým
bu yüzden geldi; daha da ne gelirse bu yüzden gelecek...
Ýþte açýlmasýný beklediðimiz ve herkesin, kapýsýný bir kere çalmasýný istediðimiz, tenkit y
fekkür ve kurtuluþ geçidinin cümle kapýsýdýr.
Öyle bir zaman ve mekânda yaþýyoruz ki, balýn
256
maddesini tahlil, lezzetini tayin, müþterisini ihya, satýcýsýný temin, piyasasýný teþkil iþ
arýya düþüyor. Onun içindir ki, bir þey olmak istiyen mefkure âþýðý genç adam, kýymeti, bed
eclisinde arýyacaðý-na, onlarýn mahsûlünü kýymetlendirecek mutavassýtlar zümresinde arasýn!
uhtaç olduðu (usûl) ve (terkip) kafasýna doðru, kendimizi zorlama an'anesinin ilk gönüllüle
alým!
Size tenkidi tavsiye ediyorum, tenkidi!.. Fakat bu zamana kadar gördüðümüz örneklerile, key
hissî, infialî, nefsanî, nebatî ucalarýn dil çýkartmak, tükürmek, yalatmak veya iki büklüm
baret tenkidi yerine, belli baþlý bir dünya görüþünün, belli baþlý ölçülere baðlý gerçek te
Türk edebiyatýndan, Türk cemiyetine kadar bütün kurtuluþlarýmýzýn ceht istikameti yalnýz bu
(1946)
257
PARMAK ÇOCUKLAR
Bir kuþ nevi düþün ki, kanatlarýný telletip, pullatýp torbaya sokuyor ve toprak üstünde süm
sürünme yarýþýna çýkýyor. Bu kuþ nevinin, sümüklü böcekten daha aþaðý olduðunu kabul etmez
vinde kanat, bir çok insanýn bir çok uzvu gibi memur olduðu faaliyetin sadece yalancý þahid
iðini yapacak...
Ýþte, bir türlü olamamýþ, yapamamýþ, meydana çýkamamýþ, gözlere görünememiþ bir takým fikir
i!.. Bunlar, sabahtan akþama kadar tünek diye sýralandýklarý kahvehane, pastahane, meyhane
köþelerinde, güya bir þeyler olmuþ, birþeyler yapmýþ, meydana çýkmýþ, gözlere görünmüþ, bi
biraz daha talihli baþka cücelere söðüp saymakla ömür tüketirler. Böylece, hudutsuzluklarým
izliklerinin baskýsý altýnda inliyen genç cüceler, þöhret sahibi yaþlý cüceleri, hiç olmazs
larýnda dev haline getirmekten baþka bir þeye yaramazlar.
Sen onlara þöyle hitap et:
- Evvelâ, kahvehane, pastahane, meyhane dâhiliðinden tiksinelim! Bir dam altýna, bir dâvaný
çatýsý altýna çekilip vicdan rahatile temiz bir uyku uyuyalým!
258
Ertesi sabüh da, küflü aynada öz sunularýmýzdan üýkmek-sizin güzel güzel yýkanalým, saçlarý
im, kuþanalým, göðüslerimizi ilikliydim. Potinlerimizi parlatalým! Ve her þeyin baþýnda ve
ruhlarýmýzý týmar edip, sokaða, caddeye, meydana, dörtyol aðzýna, kalabalýða, esere, kitab
e, hokkaya, kaleme ulaþalým!
Yeter, yeter artýk bu sÝncapvarî kabak çekirdeði ve eðlencelik lûbiyatý.
Cüceliðin Ýðrenç kaþýntýsýsýndan kurtulmak ve ger-Çek idrâk ve ibdâýn dev sancýlarýný çekme
r.
Gel de bu cücelere, herþeyden evvel kendileri "Parmak Çocuk" kaldýkça; fikir ve sanat piya
sasýnda "bacak boylu"larýn kol gezmesinden daha tabiî bir þey olmadýðýný, zira hem kendiler
hem de beðenmedikleri kart cücelerin ayni içtimaî saikten doðmuþ olduðunu anlat!...
Hani bir ilk mektep ananesi vardýr ya; bir çocuk, kendi kuvvetini tasdik ettirmek Ýçin,
elebaþý farzettiði baþka bir çocuða sorar:
- Aðabey, sen beni döðebilirsin amma, söyle, nah þu. beni döðebilir mi?
Ýþte "Parmak Çocuklar, maruf bir tabiye icabý, birini istisna ederek yine ona, bütün fikir
e sanat þöhretlerine karþý üstünlüklerini tasdik ettirmek isterler. Güya böylece açacaklarý
t ve hâkimiyet, kalesine girip "fermanfermâ" olacaklardýr.
Sen onlara þöyle karþýlýk ver:
- Olmaz, çocuklar, olmaz! Üzerlerine çullandýðýmýz hedeflerin çürüklüðü bakýmýndan hücumlar
amýz ve usulümüzdeki sakatlýk bizde hiç bir hak býrakmaz. Her þeyden evvel ruhumuzu
259
yýkýlmaz bir temele dayamak, sonra da sefil hýrs tüneklerinden inip meydana çýkmak, eski yu
anlýlarýn (Agora) dediði büyük cemiyet meydaným doldurmak ve nizam, mimarî altýnda iþ görme
ayýz!
Yoksa üzerinde bir takým küçük veya sahte þöhretlerin isim parmaklan uzanýnca (isteri) nöbe
eçirmek felâketinde deðil...
Evet, ey genç kabiliyet!... Meydan okumak deðil, meydan temizlemek sanatýnda ilerlemeðe
bakmalýsýn! Bunu tecrübe etmek hakký o kadar umumî ve beþerîdir ki, meselâ her hangi bir pe
n, "ben omuzlarýmla Süley-maniyeyi deviririm!" gibi bir iddia sahibi olabilir. Fakat
iddiasýný aðzýndan kaçýrdýðý anda hemen omuzlarýný Sü-teymaniye'nin duvarlarýna vermek, pe
spat, yahut kendisine Süleymaniye'nin tabutluðunda yer aramak vaziyetindedir. Yoksa,
meçhulün ve gaibin yalancýya buruþmaktan müstaðni çehresine sýrt çevirmiþ, kahvehane masal
mbil kâðýtlarýndan Süleymani-ye'ler yapýp onlarý devirenlere, lügat kitaplarý aþaðýlýk vasf
. Sen, evvelâ o kadar razý ve hoþ-nud olduðun kaba nefs kütüðünü devirmeðe bak; bunu yapmad
e deviremezsin!..
(1946)
260
SENÝN NESLÝN
. Girift vakýalarý kavramakta daima düþtüðümüz bayaðýlýk, nesil mes'elesinde de besbelli...
sil denilen þeyi, askerlik sýnýflarý gibi her yýl tazelenen bir hâdise, kimi de beþ on veya
uz kýrk yýlda bir deðiþici {bir olu£*kabûl eder.
Nesil vakýasýný maddî zaman ölçüsüyle zapta kalkýþmak büyük kabalýk... Çünkü hakikatte, zam
klariyle ifade vakýasý olan nesil, yýllarýn kemiyet arþýnâna sýðmaz. On beþ yirmi seneden-a
e her çeyrek asýrda bir nesil deðiþebileceði gibi, maddî ve manevî þartlar bakýmýndan tek n
arca da devam edebilir. Fert ve cemiyet yapýsýnda istikrar kuv: vetlendikçe, nesiller
yavaþ yavaþ ve az fârikah; istikrar zayýfladýkça çabuk çabuk ve çok fârikah olarak meydana
mek ki nesil, içtimaî bünye üzerinde müessir hâdiselerin böldüðü zaman kademeleri içinde, b
kafa yaþýtlýðý kadrosudur ve bu iþde maddî yaþýtlýk ikinci plândadýr.
Daima içtimaî hâdiselerin doðurduðu nesiller, birbirlerine nazaran farklarýný, her zaman ru
içtimaî hâdiselere dayanarak belirtirler.'Kendisini vakýalar âleminde ruhî ve içtimaî bir
marifetiyle ayýrt ede-miyen nesil, üniformasýz asker gibi siliktir.
261
Ýþte nesil, bu ayýrl edici hâdiselerle bölümlü, maddî ve manevî, bilhassa manevî yaþýtlar z
ran-A mak gerek..,
Senin neslin, bulûð yaþýný Ýstiklâl Savaþý içinde idrâk etmiþ nesildir. Eski Cihan Harbi so
nden bir evvelki neslin mankafa olmýyan seyrek çehrelerinden biri, Yakub Kadri, bu n
esli, þu tarifteki hakaretle yaftalamak istemiþti:
"Saman ekmeði nesli!"
Onun, farkýna varmaksýzýn þeref; ve mümtaz! ýðýný haykýrttýðý bu tarif malýnýzdýr; onu benÝ
ekmeði, gerisindeki eski Cihan Harbi faciasýný canlandýracak en güzel remz... Siz bile ken
dinize bundan daha kuvvetli bir ad takamazdýmz.
Saman ekmeði nesli, heç? türlü ruh ve kalýp iþkencelerinin ateþinde tasfiye gördü. Saman ek
i, bu imtiyazýný, iþ ve düþüncede üstün bir erginlik hâlinde ifade çaðýna girmiþ, hattâ bu
leyiverse?.. Saman ekmeði nesli, iþ sahalarýnda deðerlendirilmek mevsimine girmiþ, hattâ bu
mevsimin geçmiye baþlamýþ olduðunu belirtiverse?.. Acaba þaþýlýr mý?..
Kendisinden bir ân evvelkisiyle arasýnda, yuðurul-ma, piþme ve maya tutma farklarý gören ne
il, üstünlüðünü haykýrmak ve bu üstünlüðün haklarýný istemek zorundadýr.
Nesliniz, eski Cihan harbi sonrasý, yahut saman ek-i* meði nesli, birtakým harikulade þa
rtlar ve tesirlerin, ya en müsbet veya en menfi neticeye doðru itici, son derece gir
ift ve manâlý imtiyaziyle çevrilidir.
Sizi, yalnýz memleketinizde deðil, zýd istikametlerde de olsa, bütün dünyada, tarihin en az
metli madde ve
262
ruh sarsýntýsý doðurdu: Eski Dünya Savasý!..
Siz, elden giden imânlar, kaybolmuþ muvazeneler, Ürpertici icatlar ve korkunç tecrübeler n
esli oldunuz. Siz. ruhlarý vecd yerine takallüsün, imân yerine þüphenin, aþk yerine þehveti
zam yerine kargaþalýðýn sardýðý ve nihayet imâna Ýmândan, inkârý inkâra kadar topyekûn bir'
ta yol açmak zorunda bulundurduðu büyük ihtilâl neslisiniz. Kader, sizin ibda hamlenizi, fý
fýkýr hoplýyan zelzeleli bir kaide üstünde çatýlar dur-durmýya çalýþmak kadar çetin bir mu
tý. Onun içindir ki sizi, horultu deðil, uykusuzluk, yatak deðil kaldýrým, tokluk deðil mid
zintisi, sýhhat deðil illet, selim âdet deðil sakat huy, tek kelimeyle huzur deðil ýstýrab
irdi.
ýBütun bu aleyhinÝzdeki þartlar, anlýyanlarca lehi-nizdedir. Bütün bu öldürücü tesirler bil
ucudur. Zira kof, zayýf, nasibsiz olanlarýnýz kolayca tereddiye, bozulmaya, çürümeye giderk
n, saðlamlarýnýz, dayanýklýlarýnýz, bahtlýlarýnýz, bütün dünyanýn beklediði yeni düzene ula
de deðiþmez, pörsümez ve paslanmaz gerçeðe týrmanmak namzetliðini kazanýyordu.
"Ya tam öl, ya taný ol!" emrinin imtihana çektiði nesil!.. Ýþte sizinki!.. SÝze bitiþik nes
in, tecrübe üstüne tecrübe, devamlý iflâsý neticesi, ya büsbütün çürüyüp gitmek; yahut mazi
sýnda en soylu muhasebeye ulastýncý korkunç þartlar fýrýnýnda tuðla gibi piþip tam sertleþm
Ne tehlikeli nasib!..
Her iþde ve her þeyde olduðu gibi, daima saadet hissesiyle beraber geliþen felâket payý, ne
linize bir de müthiþ bir kara baht cephesi yükledi. Nitekim bu kara
263
baht, neslinizi, büyük ekseriyetiyle doðramýþ, ufalamýþ, harman etmiþ, kendi kendisinden bi
bersiz hâle getirmiþtir.
Kâinat, insan ve cemiyet, tarih, ilim ve tecrübe karþýsýnda bir taraftan hem en hassas ânla
da doðmuþ, hem de en nazik muhasebe imkânlarýna sahip bulunmuþ olmak mazhariyeti; öbür tara
n da bu kasýrganýn menfi dalgasý altýnda bütün hamle, hareket ve irâde hassalarýndan sýyrýl
r teker bezgin ve dargýn, ölgün ve ümitsiz bir ferd hayatý sürmiye mahkûm olmak faciasý!..
Büyük ekseriyetinizi yutan ikinci cephe, neslinizin felâketi oldu.
Onun içindir kî sizde, evvelki ve az çok istikrarlý nesillerin, düþkün, fakat düþkünlüðü iç
icacsýz seviyesi görülemez. Siz, yaþlýlarýný cephede, dayanýksýzlarýný cemiyette kurban ver
bire þahlanan ve beþerî murakabe zincirlerini kýran hâdiselerin korkunç eleðinden geçmiþ, z
etler ve zirve kýymetsizlikler nesli olmak mevkiindesiniz. SÝz, nesil seviyesi olara
k Öyle iniþli çýkýþlý bir (grafik) resmettiniz ki, manzaranýza dikkâtle göz atan, bir sismo
onuna bakmýþ gibi, yirminci asýr ruhî ve içtimaî çözülüþ zelzelesinin yalnýz tarafýnýzdan k
.
Böylece size düþen felâket, imtihanlarýn en aðýn karþýsýnda en halis örnekleri yine kendi i
ziyetindeki bir neslin, büyük kalabahðiyle, hareket ve irâdeye düþman, yýlgýn ve inmeli bir
zîlik belirtmesidir.
Merak etme; meziyetlerinizi de söyliyeceðim. p
(1946)
264
YÝNE SENÝN NESLÝN!..
Senin neslinin sýnýr ölçüsü: Siz, Eski Büyük Harb sonrasý, yahut da saman ekmeði nesli, bul
sonra varmýþ olmak bakýmýndan, oldukça emin bir ortalama hâlinde eskilerle aranýza, Eski Bü
bin Ýstanbul'u iþgal altýnda yaþatan Mütareke devresi sýnýrýný çekebilirsiniz.
Yâni, bulûð çaðýna 1920'den sonra erenler... Demek ki bugün, kabataslak, büyükleri 40 ve 40
küçükleri de 30 ve 30 birkaç yaþýnda olanlar...
Kemiyet bölümlerinin kaba ve sýhhatsiz bölümlerinde yobazlaþmamak için hemen ilâve edeyim k
birkaç yýl geride bulunan bâzý kimseler, tamamiyle neslinizden olabilir. Nesiller, birb
irine çarpmýþ ve batmýþ, girintili ve çýkýntýlý iki maddeye benzer. Ýçinizden birkaçý, sizd
nlardan bâzýlarý da onlardan sanýlmasýna raðmen sizin uçlannýz-
dýr.
Bu, size tekaddüm eden nesille aranýzdaki hudud... Sizden sonrakilere gelince... Eve
t, gerçekten bizden sonrakiler de vardýr; fakat nasýl?
Önünüzde iskeletleþen neslin, bir nesil deðil, bir nesil galatý olduðu ve insanî hayat ve i
lelerinden
265
hepsine birden "elveda!"yi basmýþ bulunduðu, bilmem ispata muhtaç mý?
Bu dâvayý ayrýca ele almak üzere, þimdilik, bu hâlin mes'ullerini seninkinden evvelki nesil
e gördüðümü mimleyip geçeyim.
Sizden sonraki neslin þaþmaz sýnýr çizgisi, eski harflerin kaldýrýlmasý hadisesidir ki, o h
ri hiç bilmi-yenler ve bugün 20 - 30 yaþýnda olanlar, gerçek bir müessir ve farika altýnda
den ayrý ve sonra olanlardýr.
Senin neslinden bir evvelkisinin muhasebesi de þöyledir:
Sizden evvelki neslin bârÝz seciyesi, (askiyon)culu-ðunda... O nesilde gözüpeklik, atýlganl
iþ ve hareket kabiliyeti biricik farika...
Sizinkindeyse en zayýf ve eksik taraf bu; (aksi-yon)culuk... Siz, inandýðýnýz ve baðlý bulu
nuz dünyanýn, iþ ve madde âlemine nakþý için gereken cehd ve emniyet duygusuna sahih olamad
Sizden evvelki nesil, bariz seciyesini billûrlaþtýran (aksiyon)culuk vasfiyle, kendi öz
kadrosunun birbirine zýd istikametleri etrafýnda az çok ittifakçý ve kümelidir.
Sizinkindeyse, hemen her fert öbürÝyle kafa, ruh ve nihayet iþ iltisaký aramaktan müstaðni,
r biri hayat iksirini yalnýz kendi cebinde taþýdýðýna emin ve nesildaþýndan ümitsiz, hattâ
onu çürütmeðe memur, içtimaî bir bozgunculuk, yýlgýnlýk, ürkeklik ve münzevi-lik iklimi ya
lece siz, hayalî ferd hürriyetleri içinde, topyekûn nesil bakýmýndan kendisini esarete tesl
m etmiþ, hasta ve münzevî ukalâlardan ibaret bir nesil oluyorsunuz. Siz sokaklarýn ve meyd
anlarýn deðil, basýk tavanlý odalarýn ve sabahçý kahvelerinin sabun köpüðü zaferine inandýn
266
Bütün bunlara karþýlýk, (aksiyon) ve teþebbüs, sizden evvelki nesildcyse, gerçek fikir ve d
sizdedir. Bu hükmü yalnýz edebiyat ve güzel san'atlarda mizana vursanýz, gerçek þahsiyet, k
iyet, nel's muhasebesi ve dâva hummasýnýn neslinizle meydana geldiðini bedahetleþtirebilir
sÝniz. Yine siz, bu dünya görüþünde, kendi öz kadronuz içinde de ne tezat kutublarýna mâlik
ayrý dâva...
Önünüzde hiçbir nesil kabul etmediðime göre, arkanýzdaki nesille, Kabalak ve Astragan Kalpa
esliyle mukayesemizden ne anlaþýlýyor?
Ruhunda yuvalaþtýrdýðý kâinat düzeni zayýf olduðu kadar, iþine ve hamlesine güveni kuvvetli
Onlar!.. Hâdiselerin akýþýndakÝ binbir sýr yüzünden, iþe güvenini Ýfaybetmiþ, fakat baþ Ör
a en aziz gerçeklerin ve dünya muhasebelerinin pýrýltýlarýna yol bulmuþ bir nesil; siz!..
Anlamayip da yapan, onlar; anlayýp da yapamýyan, siz!..
(1946)
267
VE SENÝN NESLÝN!
Ýnkýlâbý, sizden evvelki nesil yaptý. Meþrutiyet hareketini ve Eski Büyük Harbi idare eden
... O neslin, iktidar mevkiini Ýstiklâl Savaþýndan sonra elde etmiþ, daha genç ve daha atýl
unsurlarý...
. Meþrutiyet hareketindenberi (aksiyon)cu kübiliye-tiyle temayüz eden evvelki nesil, müs
bet (aksiyon) olarak, Ýstiklâl Savaþýnda en büyük ve en çetin eserini bul-. muþtur. Þu kada
u iþ ve hareket.neslinin sâf fikir ve san'at þubesi, askerlik ve siyaset kollarý dereces
inde kuvvetli olmadýðý için, madde plânýnda kurtarýlan dâva, mânâ plânýnda öksüz kalmýþtýr.
leri, menbalarý ve munsablarý, iç ve dýþ rniyarlariyle, sistemli bir Örgü hâlinde, ne hakik
, ne ideolocyasýna, ne ahlâk telâkkisine, ne de san'atýna kavuþturulabildi.
Millî varlýðý madde ve mekân çerçevesinde gerçekleþtiren evvelki nesil, onu ruh ve zaman çe
gerçekleþtirecek ve bizzat (aksiyon)cularýn kafasýndaki yýkýcý ve yapýcý temayülleri yasala
e, bütün tarih ve dünya, mazi ve istikbâl muvacehesinde ve mânâlar' âleminde bir tahlil ve
kib zemini kuramamýþtýr.
Cumhuriyetin ilâný tarihindeyse en ya^hlariyle he-
268
nü/ yüksek mektep talebesi çaðýnda olan sizin nesil, o gün bugündür sürdüðü çeyrek asýrlýk
isi bizzat hâkim bir iþe memur görünmüþ ne de iktidar mevkiindeki nesil tarafýndan hâkim bi
emur edilmiþ, sadece dikenli bir inziva ve infirad kabuðu içinde çürümüþ durmuþtur.
Bu inziva ve infirat ruhu, onun ellerini çözülmez þekilde kelepçele m iþtir.
Sizin neslinizin inkýlâpda payý, ancak yaþlýlarýný Ýstiklâl Savaþýna gönüllü gönderebilmiþ
Ýnkýlâbýn evvelâ maddede, sonra mânâda hazýrlanýþýnda, nesliniz hiçbir müdir faaliyet sahib
b sonrasý, yahut saman ekmeði nesli idrâk rüþdü-ne vardýðý zaman, inkýlâbý bir (oldu bitti)
uldu. Ve o ânda hâdiseyi görmek, kavramak, tefsir ve teþhi^ etmek bakýmýndan evvelki neslin
fikirciler seviyesinden ayrý ve üstün vasýflar taþýdýðýný sezdi.
Fikirciler ve edebiyatçýlar kadrosiyle sizden evvelki neslin, söz ve yazý hâlinde köpük köp
rttýðý dalkavukluk bibliyografyasýnda, baþ ve temsilci Örnekler hâlinde neslinizi bulamazsý
sine, en hâlis niyetle inkýlâbýn eksiklerini, ihtiyaçlarýný, ruh zeminini ve dâvalarýný kay
milÝî diriliþ idaresini hakikî kaynaðýna baðlamak isteyen, neslinizdir: ama bir iki kiþiye
irca edilebilecek hâlis örnekleriyle...
Birkaç yýldanberi iþ ve salâhiyet mevkilerinde go-rünmiye baþlayan ve neslinizden olduðu za
veren birkaç çehre, hakikatte neslinizin büyük çilekeþlerinden olmak yeriqe, büyük açýkgözl
rettir. Ve onlara sizin nesrinizden deðil, sizin neslinizin firarileri diye bakmak
gerek...
Ýnkýlâbý fiilde yapan evvelki neslin (aksiyon)cu ör-
269
neklerinde, eseri mânâda inþa etmek için lâzým unsurlar, yýllarca, Eski Cihan Harbi sonrasý
saman ekmeði nesli arasýnda gizli kalmýþtýr.
Sizden sonra yetiþenlerin nazarî (maket) mânâsý ise þudur: Beyaz perdeden baþka bir hâdisey
eþüremÝ-yen, (futbol)dan gayri hiçbir oluþa metelik vermiyen, bar-saklarýndaki gazlarýn üfl
efil bir (org) hâlinde hayvaný ve nebatî sesler çýkaran, bütün ruhunu ve ruhî hayatýný çürü
en söküp atmýþ bir yeni insan çekirdeði... Eðer bu çekirdek yetiþecek, kok salacak ve aðaç
k olursa, dâva kazanýlmýþ deðil, topyekûn kaybedilmiþ olacaktýr;
tþte genlere doðru onlar, iþte siz ve iþte ilerilere doðru yeni yetiþenler!.
Son yarým asýrlýk tecrübede geriye doðru bütün nesillerden üstün bir varlýk ve hakikat iþti
nesliniz, ileriye doðru birdenbire çukura yuvarlanmak tehlikesi altýnda... Dediðim gibi
, Önünüzde bir nesil boþluðu açýlýyor. Düne kadar gelen þartlar, ayak ucunuzda yeni bir nes
lâzmasý hazýrladý. Bugünkü lise çocuðunun temsile baþladýðý bu protoplâzma, hemen önlenmez
akat terkibi deðiþtirilmezse, yandýk!
Ýþte sizin nesil ukdeniz! Arkanýzda eksiklik, önünüzde yokluk; ve içinizde, iki taþa sýkýþm
bi en acý bir varlýk hummasý!..
Bütün olanlar ve bitenler arasýnda, Eski Büyük Harp sonrasý, yahud, saman ekmeði nesli, bir
nesli olmuþtur. Dâvanýn ve dâvalarýn gerçeðini bu nesil kurtaracak ve dâvayý ve dâvalarý bu
rilere doðru nesil-leþtîrecektiý. Dünle yarýn arasýndaki uçurumu kapatmak için, bu köprüyü
slinizi deðerlendirmek, iþ sahalarýnda hâkim kýlmak lâzýmdýr. Bu, hâkim kýlma
270
teþebbüsü de size deðil, sizden evvelki nesle, hem de neslinizin sahtekârlariyle gerçekleri
i ayýrd edici gayet ince bir ölçü altýnda terettüb ediyor.
Son söz þudur ki:
(Dede Efendi) ve (Betoven), (Sinan) ve (Mikel -Anj), (Fuzulî) ve (Rasin), (Gazali)
ve (Paskal), (Ýbn-i Sina) ve (Klod Bernar), (Kâtib Çelebi) ve (Ogüst Kont), (Kanunî Süleym
n) ve (14'üncü Lui) ve nihayet tepyekun Þarkla Garp arasýndaki gerçek mahsub muamelesini y
apabilecek ve hâlâ tutturulamýyan, hergün biraz daha kurtlandýrýlan bu mayanýn cevherine er
onu gençlik hamurunun teknesine atacak, sizin nesildir.
(1946)
271
GELEN NESÝL
Gelecek yeni neslin, madde ve zahir plânýnda mikrobu, bence motor...
Bütün Avrupa ve Amerika'nýn makine takatini, bilmem kaç milyar kuvvetinde tek bir motor
olarak düþünelim!.. Ýþte bu motor, diþçilerin oygu törpüleri gibi, yeni dünya neslinin ruhu
inde, kalbinde, ciðerlerinde, midesinde ve her tarafýnda çalýþmakta...
Bir tayyare dümeni baþýnda, binlerce kilometrelik hýzla dikine dalmalar!.. Bir tank dümeni
baþýnda, 80 derece hararet ve 80 kilometre sür'at içinde, kum taneleri gibi insan kafal
arýnýn üstünden geçmeler!.. Birer papatyaya sarýlýp gökten kendini salývermeler!.. Bir su b
le, deniz altýndan kan yerine birkaç teneke yað koyuverip sularýn kýskacýnda ezilmeler!.. M
nda leþi gibi gökten inen siyah bir karaltýnýn peþinden, kat kat binalarýn iskambil kâðýtla
e üstüste takla attýðýna þahit olmalar!..
Bütün bunlar; bir iç müessire baðlanamýyan ve gerçek bir ruh dâvasý emrine verilmiyen bütün
r, yeni nesli, yeni neslin harb artýklarýný ve sinir mirasçýlarýný nasýl lif lif yolalacak
sýl fýkýr fýkýr kaynatacaktýr, göreceðiz!
272
Ben, piþmekte olan yeni nesli düþündükçe, hayâl sedirimin üzerinden yuvarlanýr gibi oluyoru
s kadar büyük bir þehrin bile bu nesle týmarhane mekaný olmaktan âciz kalacaðýný düþünüyoru
Sevgilisiyle öpüþürken, aðzýndan benzin, atom bombasý yanýðý ve (D.D.T.) buhan kusacak olan
li, sanmam ki* zamane insanlýðýnýn oyuncak medeniyetleri ve tesellî mükâfatlarý iyi edebils
Her neye ve her ne istikametten baksak, maddeye ve her türlü madde marifetine tahakküm
edecek ruhî nizam ele'geçmedikçe, bütün terakki unsurlarýnýn deva yerine zehir getirdiðini
muyuz?
1914 Dünya Harbi, bütün yeryüzünde korkunç bir nesil yoðurmuþtu: Topuklarýndaki eteklerini
lede dizleriilden yukarýya çeken ve yine topuklarýndaki saçlarýný tâ dibinden.kýrkan kadýnl
t köþe omuzlardan üç köþe pantalonlara kadar en sert hendese þekilleri içinde, her gün yeni
m veya biçimsizlik arayan erkekler... Bu manzara karþýsýnda katýla katýla aðlayan sahibsiz
güdümsüz çocuklar... Ve apýþmýþ, sinmiþ, küçük dillerini yutmuþ ihtiyarlar...
Bu nesil, fende, ilimde, felsefede, edebiyatta, mimarî de, musikide, resimde, þiirde
, bütün eski nisbet ve muvazene ölçülerini allak bullak etti. Boþlukta, tepesi aþaðý yuvarl
eherinemî sarhoþluðundan baþka haz tanýmadý. Kendisini, ruhî ve. maddî bütün alâkalariyle,
i bir nebatîlik ve insiyakîlîk havasýna Teslim etti. Ve ruhda; maddede; bütün nizam ölçüler
aþ üstüne taþ koymaktan, taþ üstünde taþ görmekten âciz, bir inkâr ve ihtilâç örneði oldu.
Ýkinci Dünya Harbi, iþte bu neslin, kendi kendisine karþý bir "aksi dâva" olarak çýktý. Bu
rin, 25 senelik
273
yatalak istirahatÝnden sonr;ý, boþ yere ruhuna aradýðý düzen ihtiyacýndan ve bu ihtiyaçla d
tlarýn birbirine dalaþmasýndan Ýbaret bir müessir...
Asýl bundan sonraki nesli, bulûð yaþýna 1940 etrafýnda eren nesli beklemek lâzým!...
En eski nesiller, pilâv, börek, baklava tadýndaydý. 1914 Dünya Harbi nesli, barut, kan ve
zehirli gaz lezzetini getirdi. Þimdi, benzin, atom bombasý yanýðý ve (D.D.T.) tadýndaki yen
nesli beklemek lâzým!..
Ruh kasýrgalarýnýn, ahlâk zelzelelerinin, fikir yangýnlarýnýn son haddini temsij etmesi içi
nüz kimsenin bir tedbir düþünmediði 1939 - 49 rahmindeki yeni nesil acaba nasýl olacak? Bu
caba, yaman bir "acaba"!...
(1946)
274
BORU SESÝ
Bir arefe sabahý yýrtýcý bir kalk borusu sesiyle yataklarýmýzdan fýrlasak...
Manzara:
Bir zamanlarýn yalnýz maddede yapým-yýkým hamlesinin en gözükara çapta iç hakikati... Ruh i
.
Memlekette tek sarhoþ yok!
Ecnebi diplomat, elçiliðinde, yahut Hilton otelinin (00) numarasýnda, dýþarýdan getirttiðin
bilir.
Tekel, eski þarap þiþelerine ister pekmez, ister kýmýz doldursun...
Ne zar, ne iskambil kâðýdý, ne þu, ne bu!..
Millî Piyango, Toto ve "Bahs-i müþierek" giþelerinin kapalý camlarý üzerinde, katrandan iki
az çizgi...
Kulüplerde tek-çift bile oynanamaz.
Banka, para yatýranlarý, ancak kendilerine aþýladýðý tasarruf terbiyesinin semeresiyle mükâ
faizsiz, ikramiyesiz, hattâ muhafaza ücreti alan bir ocaktýr.
Rüþvet, suiistimal, nüfuz ticareti, iltimas, hakka ve cemiyete ihanet bakýmýndan vatan hýya
etine denk...
Mektep deðil, ahlâk ve terbiye çilehaneleri... Bu çilehanelerden derece derece hayat izn
i almayan, yaþayamaz.
275
Karaborsayý dileyen aðzýna alsýn! Terazi, ýnaliyeý ve kâr yalaný, üç ayaklý sehpada tartýlý
Serseri, derhâl maden ocaðýna...
Ýþsiz, milyoner de olsa ameleliðe...
Sefih, bütün malý ve mülkiyle devlet emrine...
Filim, tiyatro, sergi, gazete, mecmua ve kitap, en sert fikir, ahlâk ve keyfiyet ölçüsü sa
nsürü altýnda...
Kahvehane; paydos!
Dans salonu; elveda!
Kontrolsüz spor; Allahaýsmarladýk!
Fahiþe; buyursun Hayýrsýz Adadaki kampa!
Yolda, meydanda, nakil vasýtalarýnda, umumî yerlerde, hattâ mabetlerde, edep ve usûl ahlâk
abýtasýnýn hususî ajanlarý...
Köylü köyünde ve Ýmam unvanlý üstün terbiye müfettiþinin ve her þubesiyle hayat güdücüsünün
iþ plânmyý çerçevesi içinde...
Her kötülüðün beþ dakika içinde cezasýný biçecek, hapishane pansiyonunu kaldýracak ve cezal
mrinde, hükümlü salâh buluncaya £adar ýrgatlýða çevirecek yepyeni bir adalet sistemi...
Hâkim, inanmadýðý kanunla hükmetmez; itiraz eder.
Savcý, suçlu gördüðü sanýk üç kere beraet etti mi, bizzat mücrimdir.
Devlet büyüklerinin þahsýna, alkýþ kadar "yuha!" herkesin hakkýdýr.
Hak sahibi hakkýný ispat etmek, yoksa akýbetine katlanmak þartiyle her ân devlet büyüðünü,
bilir.
Radyoda, konserde, konferansta, müsamerede, törende, þölende, filmde, tiyatroda, þiirde, r
omanda, bütün
276
duygu ve düþünce yayýnlarýnda ve en baþta mabette, görülmemiþ bir vecd, aþk, iman, ahlâk, t
p, gerçeklik, derinlik, güzellik, özellik telkin ve zýtlarýnýn iptali...
Ve bu Ölçülerin muhtaç olduðu daha nice misal...
Neredesin borazan; Ýsrafil'in Sûr'undan evvel, en yýrtýcý sesle çalacaðýn kalk borusunu bek
uz!
(1954)
277
BÜYÜK ACELE
Fransýzlarca büyük tanýnmýþ bir adamýn þöyle bir sözü vardýr:
- Eðer hemen deðilse ne vakit?
Her sonsuz hikmet gibi bu sözün de hakikati bir Ýslâm büyüðündedir:
"- Gafil halk yorgun ve bezgin, bir lâf eder: Yarýn gelse de bir iþ iþlesem!... Bilmez k
i, bugün, dünkü günün yarýnýdýr. Bugün ne iþlemiþtir ki, yarýn ne iþleye?.."
Fert, sýnýf, cemiyet ve vatan halinde, baþlarýmýzýn üzerinden güneþler doðup batýyor. Ve bi
efs-lerimize 24 saatlik mühlet bahþetmiþ müteselli varlýklar, "Bugün peþin, yarýn veresiye.
turunu, "Bugün veresiye, yarýn peþin..." tarzýnda tepelerimize asmýþ ve yan gelmiþ bulunuyo
! Evet, tepelerimizden güneþler doðup batýyor ve zamanýn inkýlâplarý, doðru baþlanmýþ bir c
amlanmadan yanlýþ bir hale getirecek bir hýzla akýp gidiyor! Duymuyor ve aldýrmýyoruz! Peþi
ksuatanýn günü bizce bugün deðil, yarýndýr! O da her gün, bir gün sonrasýdýr.
Ýçtimaî baðlarýn gevþediði, fertlerin yirmi dörder saatlik kýsa gün hayatýný yaþamaða baþla
ruh haleti her tarafta tüter.
278
Ve insan, hayâl meyal sezer gibi olduðu büyük içtimai muhasebecilik memuriyeti üzerinde, te
tiplemekle mükellef olduðu bilançoyu, her gün ertesi sabaha atar, gider. Ve asýrlar sonrasý
yarýnlar gelir de, o yirmi dört saat vadeli yarýn asla gelmez.
Biz; günlerden bir gün, Allanýn içimizde estirdiði deli rüzgârlar sonunda tüyleri diken dik
muþ, etrafýna bir göz atar atmaz divaneye dönmüþ, olanca rahat ve tecellisini kaçýrmýþ, sýr
n bütün manevî yükünü almýþ, uykularýný kaybetmiþ, 24 saatlik kýsa gün kadrosunun cücelerin
arhanelik muztaripler!.. Evet, evet; týpký týmarhanelik muztaripler gibi, kalabalýklarýn k
arþýsýna dikilmek, evlerin kapýlarýný çalmak, dükkânlarýn kepenklerýne vurmak, devlet ve ce
rlerinin yollarýný kesmek, tiyatroda suflör ve kürsüde profesörün omuz baþýnda durmak ve sa
ak, çaðýrmak, tepinmek istiyoruz!
- Eðer hemen deðilse ne vakit? Bu aziz vatanýn, bütün tarihi, bütün macerasý, bütün gelmiþi
le yeni baþtan tefahhus ve murakabesini emreden bir son vâde âný yaþadýðýmý, i ne vakit kav
Yalnýz bu âný yaymak, bu âný þuurlaþtýrmak ve bu ânýn emrini yerine getirmek borcu önünde,
l ve en faydalý iþ, müflistir. Kitap kapanabilir, fabrika susabilir, na-ký. vasýtasý durabi
ir, hasta ölebilir, ölü bekleyebilir, fakat bu borç daha fazla bekleyemez!
Bu ân, bu aziz vataný, son yarým asýrdan müdevver sahte muvafakat, saht»; muhalefet, saiýîe
uat, sahte üniversite, sahte ilim, sahte ideolocya, sahte siyaset, sahte ekonomi,
sahte eser, tek kelimeyle sahte hayattan kurtarma hamlesinin vâdesidir; ve "hemen
deðilse hiçbir vakit!" denecek kadar acele bir vaziyet ihtar etmektedir.
279
Saatlerin anlatmadýðý,: (alarm) düdüklerinin söylemediði, çýð ve su baskýnlarýnýn belirtmed
talýklarýn göstermediði bu acele, Türk cemiyeti hesabýna tam 5 asýrlýk bir gecikmeden geliy
, bütün ýstýrabýný son 120 yýla sýðdýrmýþ ve en acýklý demlerini Yirminci Asýrdan bu yana s
çýkmayacak mýdýr?
(1959)
280
ANA SUAL
Her türlü kurtuluþ hesabý mutlaka Demokrasi ve Liberalizma dünyasýnýn zaferine baðlý olduðu
ihtimalde simsiyah bir yokluktan baþka bir þey bulunmadýðýna göre, böyle bir muvazene kuru
ca, bütün varlýk imkânýný ve hayat hakkýný garp âleminin tezadlan arasýnda barýnmakla saðla
in hâli nice olacaktýr? Hele bizim gibi, keyfiyette büyük, fakat tarihî þevket ve hâkimiyet
birkaç asýrdýr kaybetmiþ ve ogün bugün kökte ve özde istiklâlli ve þahsiyetli bir hayat if
laþamamýþ bir millet için, böyle bir muvazene þartý ve tezatsýz bîr garp dünyasý önünde, ge
n bir nasib var mýdýr? Yarýnki dünya, bunca kanlý tecrübeden soma, mücerret Demokrasi ve Li
alizma mefhumuna ne nisbette sadakat iddia ederse etsin, cihaný birkaç büyük milletin ir
adesine sýmsýký baðlamaktan baþka bîr yol tanýyacak mýdýr?
Yarýnki lezatsýz dünyada, dünkü tezatlý dünyanýn umumî müsamaha ve zarurî aldýrýþsýzhk hava
nabilecek midir? Yarýnki tarafsýz dünyada, her hangi bir milletten vücut hakkýna nail olab
ilmesi için onun, insanî hayat dâvasýnda müstakil ve þahsiyetli bir oluþa ehliyet belirtmes
t koþulmýyacak mýdýr? Yarýnki
281
tezatsiz dünyada, medenî hayal coðrafyasýnýn, tarihî sebepler yüzünden, en nazik yerlerini
altýnda bulunduran milletlere, bundan böyle ayni yerleri bayraklarý allýnda tutabilmek içi
n, beþerî eser ehramýna hangi yeni taþý koyduklarý sorulmayacak mýdýr? Yarýnki tezatsýz dün
ziyade fikri ve ruhî teçhizat mânâsýna gelen korunma vasýtalarý bakýmýndan, asliyet ve þahs
anýna düþmüþ milletlere ne gibi bir muamele tatbik olunacaktýr?
Þimdiye kadar garp medeniyetinin tezatlarý yüzü suyu hürmetine bedava hayat hakký bulan baz
illetler, iki Cihan Harbi boyunca elde ettikleri ve edecekleri kolay þartlan, yarýnk
i tezatsz dünyada muhafaza edebilecekler midir?
Ýmdi:
Bugün bir vücudu baþtan baþa sarmýþ umumî hastalýk sebebiyle gözden kaçan mevziî illetler,
te kavuþur kavuþmaz derhal kendisini göstermiye-cek midir? Yeni dünyanýn beklenen sýhhati,
ksine, bazý dünya parçalarýnýn müzmin sýhhatsizliðini ortaya çýkar-mýyacak mýdýr?
Vatanýmýz için, bu ana sualden ve onun tamamlayýcý istifiýanýlarýndan büyük dâva yoktur. Ve
dýr ki. bizim sulhta kendi kendimizi müdafaamýz, harptekinden zor olabilir.
Bunun için de, iç çekiþme ve dalaþmalarýn üstünde, Doðu âlemini bütün mazisi, istikbali, ve
aklariyle ihata ve ifade edecek ve bunu garbe kabul ettirebilecek muazzam bir iç t
ekevvün ve dýþ politikaya ihtiyaç vardýr.
Ya bunu düþünen kimdir?
(1959)
282
TARÝHÇE
Tanzimattan beri, ister fert, ister fýrka çerçevesinde, esaslýca kaç muvafakat ve muhalefe
t gelip geçtiðine bir göz atalým:
1 - Tanzimatçýlar ve muhalifleri (Ham yobazlar)...
2 - Abdülâziz ve muhalifleri (Genç Osmanlýlar Cemiyeti)...
3 - Ýkinci Abdülhamid ve muhalifleri (Ýttihat ve Terakki)...
4 - Ýttihatçýlar ve muhalifleri (Hürriyet ve Ýtilâf)...
5 - Millî Kurtuluþ Hareketi ve muhalifleri (Saray ve Hürriyet ve Ýtilâf)...
6 - Halk Partisi ve muhalifleri (Demokrat Parti ve Millet Partisi)...
7 - Demokrat Parti ve muhalifleri (Hak Partisi, Millet Partisi vesaire)...
Vesaire vesaire...
Bir anlýk dikkât ve ölçü nazarý hemen belli eder ki, bunlardan hiçbirinde, ne (tez) ve ne (
i - tez) makamýnda, hiçbir dünya görüþü ve büyük fikir mesnedi mevcut deðildir.
Tanzimatçýlar, katmer katmer þalvarý ve kuru yük
283
pusatlariyle cevvaliyet ve hayatiyetini kaybeden Yenice-ri'den tutun, yeni iliml
eri, öz malý ve iþi diye kabul edecek ve mukaddes imanýnýn merkezinde piþirecekken, onlarý
retle ruhundan ve kapýsýndan kovan medreseye kadar, bütün pestizinde þark müessiseleri karþ
ne yap-"mak gerektiðini tâyinden âciz, nihayet tamamen insiyaký bir temayül ve asgarî bir b
dahet hissi sayesinde Batýyý körü körüne taklit-ve ona iltica psikolojisinden ibaret, fes v
pantolon arasý þaþýrýp kalmýþ ve farkýna varmadan Doðunun þahsiyetine kýymýþ bir satýhçýla
halifleri ise, mukaddes Ölçülerin zaman ve mekâna tatbiki, zaman ve mekânýn tahlili iktidar
an mahrum, tek kelimeyle taþýdýðý iman nimetinin kýymet hükümlerine uzak, kaba softalar ve
obazlar güruhu... Ne birinin muvafakatinde, ne de öbürünün muhalefetinde bir temel dâva ve
drâk kýymeti vardýr.
Abdülâziz ve muhalifleri, gayet mevzî plânda, taklit devrinin her sahada (Barok) ve (Rok
oko) mimarîsine gömülmüþ, keyfinin ve devrinin esiri bir padiþahla, ne istediðini ve ne ara
ez üç beþ alafrangalýk meraklýsý arasýndaki basit çekiþmeyi resmeder. Bir Mason teþekkülü o
lýlar Cemiyeti", Düyun-u Umumiye kahramaný Abdülaziz'e karþý vezirlerin memnuniyetsizliðini
kirde destekleyici anlayýþtan uzak olmak þöyle dursun, Türk milletinin bütün desteklerini y
vazifesine memurdur.
II. Abdülhamid ve muhalifleri tarihimizin en acýklý safhalarýndan birini gösterir. Ýkinci A
dülhamid, insan olarak, padiþahlýk devrindeki devlet reislerinin en büyük-terindendir. Ýlk
efa, vaziyeti, Tanzimat geliþinin sahteliðini, gizli tesirleri, korkunç istikbâli görmüþ ve
lamýþ olan þahsiyet... Onun, hakikatte Türk Birliðinin düþmaný
284
olan Yahudiler ve dönmelerse, Selânikli Ýttihat ve Terakki Cemiyetine hulul ve Abdülhami
d'inkan dökmekten ürken mizacýna, istinad ederek, o zamanki bütünlüðümüzün mihraksýz kalmas
sa gibi gizli tesirlere açýlmasý için müthiþ bir tabiye ile hareket etmiþler ve Padiþahýn g
amasý yüzünden muvaffak olmuþlardýr. Görülüyor ki, bu durumda dünya görüþü, olsa olsa Abdül
da olabilirdi. O da olamadý. Hakikatte, sadece âlet mevkiindeki meþhur Mason dövizi "Hürri
yet, Adalet, Müsavat" tekerlemecisi Ýttihatçýlarda, müstakil ve þahsiyetli bir dünya görüþü
zuu bile düþünülemez.
Ýttihat ve Terakkinin Birinci Dünya Harbinde, Müslümanlýktan münhal kalacak yeri iþgal etti
k için ördürdüðü Türkçülük dâvasý ise, bir kopyanýn en fazla teklif çilesi arzeden nevüdir
da bu kopyanýn aslý pek ucuz soydandýr ve sadece din nefretinden doðmadýr.
Ýttihatçýarm muhalifleri, bir (terör) ve "katli-âm" idaresine karþý sadece hissen haklý, fa
içbir esas, nizam ve sistemi müdafaa kudretinde olmayan aceze gurubudur.
Türkün sadece madde ve mekân plânýnda kurtulmasý için ruhundan fýþkýrttýðý ulvî iradenin çe
reketi, (ideolojik) hamle deðil; bunun muvaffak olmasýna ihtimâl vermeyen ve bir Ýttihat
ve Terakki oyunu sanan muhalifleri de elbette ki, iç plânlarda,nüfuz haysiyetinden uz
ak kimselerdir.
Millî Kurtuluþ Hareketinin fikriyatým temsil iddiasýndaki Halk Partisi malûm... O, 20 küsur
yýl muhalif sizdir. Yani karþýsýnda muhalefet -dahi yasaktýr. Ancak "Terakkiperver Cumhuri
yet Fýrkasý" ve "Serbest Fýrka" gibi
(þÝke)Ier kabil... Ona karþý ilk defa baþlaya» muhalefet. Demokrat Parti muhalefeti ise, zý
yetini köklere kadar icra etmekten daima çekinmiþ, ayni köke baðlý dallarýn kendi aralarýnd
ibi, bir abes ve acaiplik ifadesinden ibaret kalmýþtýr. Binaenaleyh, kök mesele ve ideo-
locya temeli, yine mevzuundan uzaktýr.
Nihayet Demokrat Parti, cevherine kimsenin doku-namýyacaðý (tabu) halinde bir mâdenin sa
dece (galvaniz) hatâlarýný istismar ederek iktidara gelince, esasen büyük dünya görüþü mihr
dýrýlmýþ olan dâva, bu defa muhalefetin Halk Partisine geçmesi kadar garip ve komik bir sey
takip etmekle, artýk büyük meseleye yer kalmadýðýnýn, her þeyi sýð bir ameliye plânýnda yü
ef tanýnmadýðýnýn en canhýraþ misalini vermiþtir.
Millet Partisi, evvelâ Demokrat Partiyi halisleþtir-mek için Demokrat Parti içinden bir
kopuþ ve ayrýlýþ belirtirken, sonra sonra, halkýn her cepheden memnuniyetsiz ve münkesir te
ayülünü liyakatsizce istismar ve sýkýþýnca istismar ettiði þeye hakaretten baþka marifet gö
tezadlar ve kargaþalýklar yuvasý ve mecalsizlik ömeði...
Gerisi küçük mostralar ve hep ayni þey... Ne bir tarih kriteryumu, ne bir kemal ölçüsü, ne
aman ve mekân hükmü; sadece günü birlik cüce hâdiseler üzerinde müthiþ bir þamata ve demago
Nihayet muhalefet müessisesi, tam 100 küsur senedir, muvafakat müessisesinin, fotoðrafýn c
amý ile kâðýdý gibi, birinin beyazý, öbürünün siyahýndan ibaret ve birbi-riýie hüvesi hüves
ler olarak, insiyaký ve nebatî bir psikolocya keþmekeþinden baþka hiçbir þey getirememiþtir
ada fikir ve irfan, sebep ve netice, kýyas ve gaye, tecrit ve teþhis, tahlil ve terk
ip diye
286
hiçbir þey kalmamýþ, kalmasýna da imkân býrakýlmamýþtýr. Tarihi bir asrý dolduran devre içi
e muhalefet, küçük esnaflýk soyundan, fikirsiz ve haysiyetsiz, bellibaþlý bir tekniði olan
zanaattir. Ve bu âdi zanaat yýkýlmadan, kurtarýcý hiçbir zuhura imkân yoktur.
(1959)
287
VADENÝN SON DEMÝ
Bugünün genci, ortada ve modalaþmýþ hüviyetiyle þu vasýflarýn heykelidir;
1 - Hudutsuz nefsanî ve cismanî...
2 - Ýnkýlâp diye hesabýný veremediði ve çilesini çekmediði bir dâvanýn, sýrf nefsine uygunl
..
3 - Bilgisiz, kültürsüz, fikirsiz; üç beþ kelimelik bir lügatçe içinde mahpus...
4 - En büyük ihtirasý futbol ve en tesirli hocasý sinema...
5 - Evine, ailesinin ihtiyarlarýna, mazisine, geleneðine ve tarihine küskün...
6 - Histe müstehzi...
7 - Ruhta mukallit...
8 - Fikirde münkir...
9 - Mânada müflis...
Bir döküm iþi gibi, bellibaþh içtimaî tesirler ve telkinlerin kalýbýndan çýkan ve (Yenice)
klinde kalýbýna uyan böyle bir gençliðin meydana gelmesinde elbette bir saik, korkunç bir s
ik olmak icap eder.
Onu - bir gün imkân olursa- sosyologlar incelesin...
288
Bizini sualimiz þudur:
40 - 50 yýl sonra, 21'inci Asrýn baþýnda bütün hâkimiyet bu gençliðin ve doðuracaðý nesille
ce, manzaramýz ne olacaktýr?
Bugün, Türk kadýnlýk iffetine, Moskof süngüsü al-'týnda donunu çözmeðe davet edercesine "Ka
e gýrtlaklarýný paralayarak saldýranlar, yarýn, evine ve efendisine, çocuklarýna ve komþula
daî, eski Türk ananesinden tek eser kalmadýðý zaman, ne olacaðýný hayâl edebilirler mi?
Bugünkü moda genç kýz tipinin doðuracaðý ve terbiye edeceði çocuktan ne hayýr gelecektir? O
unu hangi imana, beynini hangi meseleye ve nefsini hangi dâvaya baðlayacaktýr?. Orduda
nasýl, bankada nasýl, gazetede nasýl, ticarette nasýl, hükümette nasýl çalýþacak ve bütün
ne hale getirecektir?
Bir fotoðraf gördüm. Orada ve bir gece kulübü dekorunda gördüðüm genç kýzla erkek, bir hayâ
deðil, sert bir vakýa ve hâoise belirtiyor. Batan Dumlupý-nar denizaltýsýnýn içi gibi bir y
mustarip dünyaya yabancý, her türlü mektep ve cemiyet murakabesinden uzak bu gençler, Türk
vatanýnda, sayýsý gittikçe kabaran bir iþgal ordusunun öncüleridir. Onlar bu vataný tam iþg
aldýklarý gün, acaba hangi düþman, asýl kendi iþgal gününün geldiðini anlayacak ve hareket
Daha geçenlerde, bir iki film artistinin ayartýp ýrzýna geçtiði ve pencereden çýrýlçýplak s
Güzel Sanatlar Akademisi talebesinin misalile birleþtirdiðimiz ve bildiklerimizle bilm
ediklerimiz arasýndaki nis-beti tasarladýðýmýz zaman meydana çýkacak tablonun önünde ölüm t
ek mümkün müdür?
Ýlâç, ilâç; nerede kýzgýn demir gibi bir ilâç?..
289
Býý halýn sadece maarif çerçevesinde hiç bir ilâcý yoktur. Türk vataný adýna hayatî bir teh
bu halin ilâcý, en büyük pay maarife düþmek üzere, lopyekûn devlet eliyle inkýlâp çapýnda
giriþmektir. Bu hareketin lormülünü ise bizden baþka kimse çözemez ve ilmik ilmik örgüleþti
zamana kadar hep bu dâva uðrunda yýrtýndýk, daha da yýrtýnacaðýz!
Fakat sana düþen, ey ruhu ve kafasý çile ve mesele dolu insan; devlet çapýnda bir aksiyon g
rektiðini, alarm kampanalariyle rejimine ve hükümetine telkin etmendir.
Onlar geliyor ve biz gidiyoruz! Biz gittikten ve onlar geldikten sonra, ortada n
e maraz, ne de þifa diye bir mevzu kalacaktýr.
Vâdenin son demlerini yaþýyoruz!!!
(1959)
290
»HAPÝSHANEDEN TIMARHANEYE
Birinci Dünya Harbi mütarekesinden bugüne kadar Türk cemiyetini yuguran muhtelif müessirle
rin toplamý, netice bakýmýndan iki þey doðurmuþtur;
1 - Derin bir fikir zaafý...
2 - Derin bir ahlâk zaafý...
Yani iki kanatlý insan, bu 40 yýllýk devre içinde iki kanadiyle birden budanmýþtýr.
Fikir zaafýmýzýn en büyük tezahürü, muharrir denilen ve cemiyetteki tefekkür sýnýfýný çerçe
men hemen tasfiye edilmiþ bulunmasý...
Ruhî ve içtimaî müessirler bir taraftan muharririn yetiþmesine engel olurken, öbür taraftan
ine ayni müessirlerin doðurduðu yeni gazete tipi, muharrir ihtiyacýný her gün biraz daha or
adan kaldýrmýþ, muharrirliði bir re-simaltý yazarlýðý seviyesine düþürmüþ; ve muharriri, se
hokkabazýn asistaný haline getirmiþtir.
Bu hokkabazlýk, sekreter sanatý olarak, halkýn sadece asabý ve tenasül! cihazýný harekete g
rmek iþidir. Dimaðý cihaza pay yoktur.
Eskiden gazete, sözü ve fikrî olan insanýn, bizzat sermayelendirdiði, fikir hakkiyle serma
ye hakkýný bir araya getirdiði ve baþta sekreter olmak üzere, bütün mutfak
291
kadrosunu bu fikrin emrinde kullandýðý, bir nesneydi. ÞU nasi'den, Namýk Kemâl'den, Ebüzziy
evfik'ten, Hüseyin Cahid'e, Ali Kemâl'e, Yunus Nadi'ye kadar hep böyleydi; böyle olmuþtur
ve baþka türlü olmasýna imkân tasavvur edilememiþtir. Hattâ 10 küsur yýl evvel (Hürriyet) g
ya kadar da hep böyle olmuþtur. Tirajýný hafifliklerle saðlayan bazý (magazin) gazeteler, g
zete olmak haysiyet ve þahsiyetini kimseye kabul ettirememiþtir.
(Hürriyet) gazetesi - ki ahçýbaþýlarýn gazetesidir ve matbuatta fikir boþluðunun en korkunç
intiþar sahasýna çýkýp da patronunun bizzat söylediði gibi:
"- Fikri ve muharriri idam edeceðim!"
Ölçüsü ile iþi sadece nebatî ve hayvaný plânda bir merak ve alâka çekiciliði sanatýna dökün
. Eski çar generalinin, yerini, Holivutta, eski Rusya'ya ait filmlerinin figüranlýðýnda bu
lmasý gibi, muazzam ve muhteþem fikir, bir anda uþaðýna köle olmuþtur.
Bugün Babýâli veya Babýâdide ne kadar organ varsa, hepsi (Hürriyet) ekolünün derece derece
lididir.
Babýâli'ye, fabrikatör, armatör sermayesinin akmaya baþladýðý ve gazeteciliði bir nevi hafi
eðlencelik reçetesi haline getirip bir de onda mevcut olmayan mevhum fikir temsilci
liði edasiyle malî ve siyasî menfaatler peþinde gezmeye baþladýðý günden beri, dâva büsbütü
Bundan bir devre evvelki gazeteciliðimizde, nisbe-ten bir fikir, bir fikir hürmeti v
ardý. Fakat fikrin ruhî ve ahlâkî mesnedi yoktu. Bugün, esasýn esasý olan fikir mesnedi tam
n kaldýrýlmýþ ve yüzde yüz ahlâksýz bir esnaflýk ve istismar zihniyetinden baþka ortada hiç
amýþtýr.
Günümüzün matbuatýnda muhalefete temayül, her-
292
hangi bir kanaatin deðil, ticaret ve fayda ölçüsünün 1 numaralý maddesidir. Ýman gibi en ul
vicdan tecellisinin, borsa oyunlarýna göre kâh þimal ve kâh cenup istikametini göstermesind
n daha sefil bir þey olabilir mi?
Devrimizin fikrî ve ahlâkî zaafý, Türk muharririnde tecelli ettiði kadar hiçbir örnek üzeri
hus edemez.
Lâtin harfleri neslinden bir tek istidat çýkmadýðý gibi, hâlâ bazý sermaye esnaflarýnýn kýy
i göründüðü aksaçlýlar da yarýn öbür gün üzerlerine topraðýn yorganýný çektikten sonra orta
en ve magazin sekreterlerinden baþka kimse kalmýyacak; ve istihale ettirilen cemiyet
le bu cemiyetin lâyýk olduðu eser birbirini bulmuþ olacaktýr.
Demek ki, bir müddet sonra þikâyete de sebep kalmayacak; ve fikir, ahlâk, iman sözlerinin
belirtebileceði hiç bir kýyas hükmüne, hâtýra kabilinden olsun yer bulun-mýyacaktýr... Bugü
apishaneye atanlarýn dölleri, yarýn onu týmarhaneye atacaklardýr.
(1959)
293
NEFS-Ý AZÝZ
Son çeyrek asýr, idare, iktidar, ticaret, iþ adaftilýðý, tek kelimeyle muvaffakiyet sahasýn
karþýmýza son derece (standardÝze) bir tip çýkardý:
"Nefs-i Aziz" tipi...
Bu tip umumiyetle göbeklidir, aklýnca þýktýr. Karamanlý bakkallar gibi her haliyle ekaba ve
görgüsüz ve sevret iddiasýndadýr. Aman, ne müteazzým ve ne küstahtýr! Suratý kasvetli ve as
ir edicidir. Bütün ceberrûtuna raðmen ruhunda gayet sinsi ve mahrem bir korkaklýk ukdesi y
aþatýr. Umumiyetle, tanýmadýklarýna. yani "Millet" dedikleri kitleye karþý fevkalâde emniye
ve itimatsýz bir tavrý vardýr. Bir iyilik vecaðalýk ederken bile bunu aziz nefsinin bir ke
fareti halinde lütfettiðini gizleyemez. Nazarýnda, kendisine yalvarýp, iþ, himaye veya par
a isteyenlerle, hiçbir þey istemeksizin onu boðacak veya suratýna tükürecek gibi bakýp geçe
arasýnda bir yakýnlýk veya uzaklýk farký yoktur. Dalkavuðu tarafýndan da, düþmaný tarafýnda
edildiðini, sadece nefret edildiðini bilir. Zira kendisi, nefret etmeye, sadece nef
ret etmeye mecburdur. Göz bebeklerinde, en küçük vecd, en miskin aþk, en basit Ýman, en kýr
mimiyet, en biçare
294
mcýluýnýct, cýý nuýluun þefkatten eseý aramayým/'! Sinirli ve tahammülsüzdür. Uzun u/.adýya
emeyi sevmez. Nabzýna göre þerbet veren dalkavuðun kýsa ve (komprime)nüktelerinden baþka hi
ye, hele fikir ve tahlile asla tahammül edemez. Hiç kimse, onun kadar ca-lýÝl. onun kada
r irfan züðürdü olamaz. Yemeðini, yediði mahlûkun kaatili gibi yer; alâkalandýðý ve belki p
min ettiði kadýnlarda, kana ve haysiyete susamýþ bir sülük intihamdan ve bir miktar paradan
baþka hiç bir izi mevcut deðildir. (Kolosal) ahmaklýðýna raðmen (bezik) oynarken ve benimse
iþleri takip ederken gösterdiði deha ve hesaba þaþmamak elden gelmez.
Bu tipin her zerresinden, her mesamesinden, her tavrýndan, her iþinden yalnýz þu mâna tüter
- Her þey "nefs-Ý aziz" içindir ve ben bir nefs-i aziz heykeliyim!
Son çeyrek asrýn nafiz adamý budur, kaadîr adamý budur, reisi budur, müdürü budur, tüccarý
uharriri budur; budur oðlu budur ve bu mücerred tipin baþlýca müþahhas karargâhlarý bazý An
elleridir. Bu l ip. sonradan gelme, Ankaralýdýr. Kýsacasý, son çeyrek asrýn en canlý eseri
ur!
Gelin de þimdi, bu tipin aðzýndaki "inkýlâp" kelimesine dayanýn!
Ýþte. inkýlâp perdesinin fonundaki canhýraþ karaltý!.. Budur: "Nefs-i aziz"...
(1952)
295
MÜRTECÝ KÝMDÝR?
Haydi, Çemberlitaþ'a, Ýstanbul'un þu meþhur Çem-berlitaþ'ýna bir iftira atalým! Ona öyle
kalým ki, kendisine hiç uymasýn! Söyleyin; Çemberlitaþ ne deðildir; ne deðilse onu söyleyin
Bu da ne lâf? Çemberlitaþ'ýn olmadýðý þey namütenahidir; hepsini saymak mý lâzým? Lahana de
deðildir, pabuç deðildir, inek deðildir, vesaire...
Doðru! Onun olmadýðý, yahut sadece alâkasýz olduðu þey namütenahi; fakat asla olmadýðý þey
olduðu þey gibi bir tanedir. Dâva ile aks-i dâva, müsbetle menfi gibi... Gündüzün asla olm
kâmil zýddý olduðu þey, gece deðil mi? Haydi, Çemberlitaþ'ýn kâmil zýddmý bulalým! Çemberl
ftira edelim! O nedir? Kuyu!
Evet, göklerin ulaþýlmaz bekâretine doðru sipsivri çýkýk Çemberlitaþ'ýn en olmadýðý, en ola
ipsivri batýk bir nesnedir; o da kuyu...
Ýþte âlemdeki en hazin tecelli, bir insanýn, bir zümrenin, bir hareketin, bir dâvanýn da bö
il zýddiyle, kâmil zýdlar arasýndaki kepaze benzerlik vehmiyle iftira-
296
ya uðramasý!.. Limonlu/u, limonun; makine dokumasý (imîta.syon) halý, Þiraz halýsýnýn; abuk
kelime piyangosu, müphem ve girift þiirin en büyük iftiracýsý olduðu gibi,..
Öyle!.. Amma bu idrâk ve görüþ hayâsýzlýðýnýn bir derece daha üstü veya altý var! Ýki malûm
i tokuþturucu kalpazanlýk þenaatini bir tarafa býrakalým; daha fecii þunlar: Asla bilmedikl
ri ifadeleri, asla ne ifade ettiði bilinmiyecek orta malý asri (!) dema-gocya vasýflar
iyle damgalayanlar!.. En aþaðýnýn aþaðýsý, esfelin sefili bunlardýr!
"Saðdan yürüyelim!" dediði için "bu adam saðdýr!" "yeþil fener geminin soluna düþer!" dedi
adam soldur!" tarzýndaki ithamlarý deðil de, daha beterini kastediyorum: Dini, imaný, aþký,
ruhu, þahsiyeti, ahlâký müdafaa edenlere "bunlar mürtecidir!" ithamýný kastediyorum! Hiç bi
de, (mürteci) kelimesini kullanmak kadar ayýp belirlemez. (Mürteci) ne demek? Lügat mânasý,
"geriye dönen"... Eðer bir ân evvel altýn kasa anahtarýmý unuttuðum kuyumcu dükkânýna doðru
on, çirkef-ten ilerisi midir, gerisi midir? Tayyare mi, bin bîr gece masallarýndaki si
hirli seccadeye doðru bir irticadýr; yoksa atom bombasý altýnda yutulacak bir medeniyet
mi, kazýklý göl evlerine doðru bir ilerileme?
Hakikat dururken; hakikatin, þekil, renk, ses ve rayiha esen daðbaþlan dururken, bu sa
rahatsiz ve istikamet-siz bulanýklýk?.. Fikir söndürmek için bu zulmet tulumbacýlýðý'?.. He
yda umulabüir ki, bu kelimelerden?...
Hayýr! Bu kelimenin bir faydasý vardýr. Hiçbir iman þekli, zamaný durdurmaya ve kokutmaya t
lip olmadýðýna ve olamýyacaðýna göre, (mürteci) kelimesi, hem de yüzde yüz sýhhatle, yalnýz
nlar ve koku-
297
lanlar hakkýmla kýtllanýlabiliý. imc o ziýhýihi faydalý olur! Bu kelime, Zýýýa sokaðýnda uç
diye baðýran mahlûk gibi, yalnýz kendi nâracýsmýn sâdýk ve samimî habercisidir!
(1952)
298
KÖYE MARÞ!
Eski Alman ordularýnýn; kazadýmý yürüyüþüyle geliyorlar! Köylüler bunlar...
Nereye ve niçin? Cevabý kolay: Büyük þehirlere, para yapmak için...
Muharrir acýndan ölürken NÝðde'li hamal Babýâli'de milyoner olur. Ýþe, okkalýk iade kâðýdý
Evvelâ kantar hilelerini ve fiat katakullilerini öðrenir: sonra da karaborsacýlýða ve faiz
iliðe baþlar. Artýk keka!...
En hantal köylü tipi bile bir þey öðrenmiþtir: Þehre taþýnýp 15 - 20 lira yevmiyeyle iþe gi
a ücret fazlasiyle kapý deðiþtirmek, yükünü tutmak...
Görülüyor ki, köylü kendisini söðüt aðacýnýn dibindeki toprak dama baðlayan ruhî ve iktisad
gün biraz daha gevþetmekte...
Geçmiþ zaman Ýçinde, kalbur saman içinde, Ýstanbul kaldýrýmlarýný çiðnemek gayesiyle tek -
linde büyük þehirlere gelen ve paþa kapýlarýnda çalýþan sadýk ve fedakâr köylü, þimdi tek -
de köyüne baðlý kalmakta, eski sadýk ve fedakâr seciyesini unutmuþa benzemektedir
299
Doðrudan doðruya Halk partisi iküdýýi ýýýýn eseri olan bu hal, ruhî ve iktisadî bir faciadý
vrinde buðdayýný topraða gömmeyi ve devletten kaçýrmayý öðrenmiþ, devletin istediðini ekmem
ve keleþ býrakmak gibi pasif bir isyana giriþmiþ, maddî ve ruhî murakabesizliklerin en kor
unçlarý içinde bin yýllýk ziraî nizamý zedelemeye doðru gitmiþ; ondan sonra da, gördüðü him
eticesinde köyüne baðlanacaðý yerde, artýk bir kere zedelemiþ bulunduðu eski nizamý bir dah
semeksizin, þehirlerde kendisine macera aramaya koyulmuþtur.
Ýstanbul'un bazý sayfiye yerleri, bir iþgal ordusu manzarasýyle, köylü çadýrýndan geçilmiyo
Ýþte þehirlere doðru kazadýmý yürüyüþiyle akýn edenlerin çizdiði tablo...
Bunda, asrýmýzýn yarýsýndan baþlýyarak müthiþ surette terakki eden metropol servetlerinin i
meði hacmine verdiði þans, belki en büyük müessir...
Demek ki, C.H.P.'den sonra, köylünün maddî bünyesi bazý salâh tedbirleri içine alýnýrken, r
lememÝþ; ve nizam, þehirle köy arasýndaki ahenk olarak, merkezî bir Ölçüye baðlanmamýþtýr.
Ýþte bugünkü iktisadî buhranýmýzýn, en haysiyetli görüþle baþ âmili, bu ahenksizlik ve merk
an (enflâsyon), öbür taraftan Millî Korunma; bir taraftan (deflasyon), Öbür taraftan fiat t
reffuu, bir taraftan devlet yatýrýmlarý, öbür taraftan (döviz) sýkýntýsý ve daha nelerle ne
a, hep ayný ahenk ve muvazene ýstýrabý...
Bilhassa, iktisadiyatýmýzýn temelini, ziraî veya sýnaî temellerden hangisine istinat ettire
eðimizi bilememek ve bu iki cepheyi ayrý ayrý ve birarada murakabe ve
300
muhasebe edememekteki ahenk ve muvazene ýstýrabý, dâvanýn belkemiði olsa gerek...
Ebenin alamadýðý çocuðu doktor sýfatiyle ve (forseps) ile almaya gelen Alman Ýktisat Nazýrý
bir hamlede iþin belkemiðine dokunuyor
- Siz ziraî bir memleketsiniz! Bu sistemi muhafaza etmekle mükellefsiniz! Ziraî sahayý i
hmal, sizin için kötü
olur!
Bu (lâkonik) ve askerî emirler gibi kupkuru ifadede bütün derdimiz, bütün açýk ve gizli seb
iyle yatmaktadýr. Fakat bir ecnebi için hâdisenin daha fazla ifþasý mümkün deðildir. Bilhas
mamen sýnaileþmiþ ve mamul madde ihracatçýsý haline gelmiþ bir memleket mümessili için...
Makineyi yapmadan makineleþmeðe kalkmanýn neticeleri ve hususiyle bünye içinden gelmeyen z
oraki tatbiklerle sýnaîleþmeye bakmanýn akýbetleri üzerinde kamuslar dolusu söz söylemek lâ
z sadece bedahete dayanýp belirtelim ki, smaîleþmeyi bir zaman ve tedricî bünye iþi kabul e
ip ziraî memleket karakterini en zengin mikyasta yerine getirmeye çalýþmaktan baþka bize y
ol yoktur. Birini bozup Öbürünü yapamamaksa, faciadýr.
Muharrik kuvvet kaynaðýndan ve yedek parçadan mahrum makine karþýsýnda Öküz daima muzaffer
Ziraî temel dâvasý için de, köye ve köylüye el atmak, onu maddesi ve ruhiyle Ýmar ve köyünd
tmek, kaçaklarýný da ayný kazadýmý yürüyüþüyle köye döndürmek, ana vazife...
Ýlk iþ bir kumanda:
- Geriye dön! Kazadýmý yürüyüþüyle köye marþ!
(1965)
301
AMERÝKA, DÜNYA VE BÝZ
Bugün dünya, milletlerin oluþ istikameti ve tekevvün hakký bakýmýndan iki vahide ayrýlmýþtý
kaba ve basit iki vâhid... Ya Amerika'yý tutacaksýnýz, ya demokrasiyi, ya komüýýizmayý... B
dan birine temayül, derhal ve kat'î olarak öbürüne aykýrýlýk mânasýna gelir. Onun için, en
eyhtarlýðý, hangi zaviyeden olursa olsun, Sovyetleri desteklemek diye anlaþýlýr. Bu yüzden,
münizmaya zýt bir dünya görüþü, kerhen de olsa, Amerikan politikasýný korumakla mükelleftir
ikinci Dünya Harbinden sonra Avrupa medeniyetinin büyük mümessileri, bir nevi iktisadî ve
teknik tabiiyet yüzünden dünya görüþlerindeki isliklâllerini kaybetmiþler ve mecburî olarak
an hegemonyasý altýna girmiþlerdir.
Ýmparatorluðunu ve dünya siyasetindeki baþbuðlu-ðunu kaybeden þahsiyetli Ýngiltere, þimdi b
nunu ve söz hakkýný kaybetmiþ mahzun bir ülke halindedir. Almanya, topyekûn, varlýðiyle öde
kiinde bulunduðu harp felâketini telâfi için, hârika çapýnda bir kalkýnmadan gayri hiçbir g
ibi deðildir. Avrupa'nýn diðer milletleri de, Garp medeniyetini meçhul bir yarýna çeken sin
i þartlara karþý, bütün güçlerini, kendi kabuklarý
302
içinde, ruhî ve ikýisadî günübirlik bir ferahlýða yöneltmiþ ve dünya politikasý üzerinde mü
tini unutmuþ bulunuyorlar.
Yalnýz Fransa (Dö Gol) tecrübesinden sonra bir þahsiyet hummasýna düþebildi; ve (Frenk) ism
n eski temsil hakký üzerinde yepyeni bir istikamet kolladýðýný belli etli. Dýþ politikada i
fa olarak (DÖ Gol)ün; Amerikan hava üslerini Fransa'dan tasfiyeye kalkmasý, iþte bu istiklâ
ve þahsiyet davranýþýnýn en bariz iþaretidir. Bu iþaret, Fransa'nýn, arlýk bir âlet mevkii
p medeniyetini yuðuran þahsiyetli milletlerden biri olmak sýfatýný her sahada göstermek ve
iç ve dýþ buhranlarýn yenmek istemesinden baþka bir maksada yorulamaz.
Hakikat þudur ki, Amerika, sadece iktisadî ve tek-nik üstünlüðü yüzünden, ayrýca hiçbir pay
Garp medeniyetini bütün haklarý ve imtiyazlariyle ve açýkgözce nefsine yamamýþ; ve cihanýn
dehþetine karþý kendisini biricik tutamak hâline getirmeyi bilmiþtir. Bu tutamaða el atanl
r da, onun irâdesine dünya çapýnda hiçbir temsil tavrý takmrnamaya, þahsiyetsiz yaþamaya ve
ikalýlara mahsus basit ve düpedüz dünyanýn bekçiliðini etmeye mecburdur.
Bu ne boðucu, sýkýcý Dünya! Yukarýya tükürsem býyýðým, aþaðýya tükürsem sakalým...
Nazariyede materyalist Rusya'ya karþý ameliyede materyalist Amerika, cihana öyle ablak
bir çehre vermiþtir ki, ikisi arasýnda sýkýþýp kalan Avrupa, evvelâ birincisine, sonra iki
ne karþý (spiritüalist) bünyesini koruyabilmek için ne yapacaðýný bilememektedir. Birinden
manýn öbürüne sýðýnmak þekilned tecelli eden çaresi, gerçek korunmayý ve þahsiyet müdafaasý
bir durum arzetmektedir.
303
Bize gelince: Halk Partisi devrinden beri, mutlak ve mecburî Amerikan siyasetini t
utmak, Türkiye hesabýna biricik doðru yol... Buna þüphe yok... Cihanýn ölüm ve dirim hâlind
olundan dirim istikametini seçmek, millî irâde ibresi yalnýz bu istikameti gösterdiðine gör
her hâlde Halk Partisi hesabýna büyük bir keþif deðil..,
Evet, dirim yolu seçildi; fakat bu yolda diri bir anlayýþ ve þahsiyetli bir tavýr gösterile
edi. Vaziyet o türlü idare edildi ki, Amerika bizi cebinde kek^k b;fdi: ve bizim için,
idraksiz kekliklere maýu.us küçük fedakârlýklardan ileriye gitmedi.
Mes'ele, Amerikan yardýmýnýn azlýðýnda çokluðunda deðil; Amerika'nýn karþýsýnda, yalnýz ken
esine baðlý, þahsiyetli bir millet tavrýný takýnmakta ve ona göre hürmet ve itibar sahibi o
a... Coðrafya ve tarihimiz, bizi, kapitalizma ve komünizma sistemlerini arasýndaki nih
aî muhasebenin ana rakamýný temsil edecek kadar nazik bir makamda bulundurduðuna jýure, Am
erika'dan bu makamýn dolgun hakkýný istemek ve nazlý bir sevgili muamelesi görmek biricik
dikkâtimiz olmalýydý. Olmadý; sanki Amerika tarafýndan boþ bir araziye sevkedilmiþ ve hudut
kçiliðini almýþ boðaz tokluðuna çalýþýr bir millet olduk.
Hele lisaniyle, üslûbiyle, tipiyle, ruh ruueýiyle ve kendine göre kültürü veya kültür iddia
merikalýnýn içimize nüfuzu, korkunç bir þeydir. Dolar kuvvetine dayanan ve sade Türkiye'de
, dünyanýn her tarafýnda kendisini* hissettiren bu maddî ve ayný zamanda manevî nüfuz, belk
vrupa'nýn ruhî sahada baþ derdidir.
Zira Amerikalý, eski bir kök ve þahsiyet damarýna baðlý olmaktan uzaktýr. Garbýn milletler
a öyle bir melezdir ki, o milletlere ait ruh ukdelerini di-
304
binden tnýþ etmiþ; ve nýes'elesiz, dâvasý/., deriþiz, ýziýrap-sýz, yalnýz madde hesaplarýna
plânýnda yaþar bir yeni insan tipi getirmiþtir. Bu yeni insan, elektriðin ne demek olduðun
düþünmez veya düþünmekte bir fayda görmez; onu bir ampul içinde zaptetmeyi kâfi bulur. Bu
sanýn hürriyet fikrinden, daha doðrusu Ýnsiyakýndan baþka hiçbir ruhî sistemi yoktur. Baþýb
arýna tâbidir, her kayýttan ve ölçüden azadedir, manevî sulta ve disiplin boyunduruklarýnda
rinin hükmü altýna giremez; hasýlý tam mânasiyle tabiat ve
madde insanýdýr.
Tarih, þahsiyet, ruhî hayat ve mes'ele sahibi milletler içinde böyle bir tip, ancak bozu
cu ve çürütücü olabilir. Hele yeni bir hayat ve tekevvün arayan ve henüz olamamýþ bulunan m
r Amerikalýyý örnek aldýklarý gün, meydana bütün lûgatçesi 10 - 15 kelimeden ibaret, her ân
ve homurtu hâlinde konuþan ve anlaþan, hiçbir ruhî müeyyideye kýymet vermiyen baþýboþlar to
baþka birþey çýkamaz. Amerikalý tipi, kendi vatanýnda belki her türlü içtimaî medeniyet ve
ye mâlik olabilir; fakat taklitçilerinin dünyasýnda sadece felâkettir. Amerikaya gidip Ame
rikalý olmak belki iyi; fakat milleti içinde Amerikalýlaþmak, mümkün olduðu kadar kötü...
Baþýnýzý kaldýrýp büyük þehirlerde þöyle bir hâlimize bakacak olursanýz, (Amerikanizm) deni
ebimizde, üslûbumuzda, edamýzda bizi kendimizden ne kadar uzaklara götürdüðünü, yahut götür
i sezersiniz.
Mekteplerimize, gençlerimize, züppelerimize, zevk-ü safa hayatýmýza; ve oradan bütün müesse
imize, evet bütün müesseselerimize dikkatle bakýnýz, yeter!
305
Biý Amerikan gemisinin istanbul'a pekliyi utin. þehrin geçirdiði ýciAm. (Noel) Babýným çýký
khtr geçirmez.
Eðer arada bir kendilerinden þu veya bu tarzda, hattâ bayraðýmýza kadar uzanan kabalýklar g
ak, bunu, Amerikalýnýn mizacýnda deðil, kendi ruhî zebunluðumuzun muhatabýmýza verdiði guru
malýyýz
Ýktisat reçetelerine kadar her þeyi sonsuz cömertliðinden beklediðimiz bir millet fertlerin
n b^ze karþý daha ulvî hareket etmesini beklemek ve böyle bir istidadý da Amerikalýdan umma
, yerinde sayýlamaz.
Bize düþen, kendi kendimize sahip olarak, Amerika'nýn ebedî müttefiki. Amerikalýnýn da "Sen
nsin, ben de benim" tarzýnda dostu olmaktýr. Amerikalýyý da böylece kendimiz için bir saade
unsuru kýlmak... Yoksa belâ hâline getirmek deðil..,
Bunu en küçük milletler yaparken biz yapamazsak hazin olur. Amerika da ancak böyle bir þah
siyete maddî ve manevî itibar biçebilir. Yoksa, gelip geçici menfaatleri bakýmýndan alâkada
lduðu; ve bir Amerikan bahriyelisinin iki yana açýk bacaklarý arasýndaki perspektif içinde
alâa etliði kadrodan ileriye geçemeyiz.
Dýþ siyasetimizde Amerikan ve iç bünyemizde (Amerikanizm) politikasýný, kendimizde tecezzi
abul etmez bir þahsiyet vahidine göre ayarlamakta, devlet ve millet çapýnda kalkýnýþýmýzý k
recede büyük ve her i.þe hâkim bir mânâ gizlidir.
Bu mânâ tâ merkezinden ele geçirildiði gün, Türk ve Amerikan bayraklarý, biri þu kadar yýld
e ay ve yýldýzlý, Ýki ayrý dünyanýn iki ayrý ve fakat daima beraber mümessileri hâlinde yan
e çekilebilir.
(1965) 306
ASRI GÖZBAÐCILIK
BÝr zamanlar bir çýðlýktýr kopmuþtu:
Ruslar Ay'a vardý!!!
Keþke topyekûn varsalar ve Ay'a göç etselerdi de kurtulsaydik!
Ve bu çýðlýðýn dili altýnda þu mânâlar:
Ruslar, fezaya, sonsuz mesafelere, zaman ve mekâna hükmedici bir ilim seviyesine ulaþmýþla
rdýr!!!
Alemde bu mânâ kadar kör ve ebleh, hiçbir þey düþünülemez. Bu mânâya evvelâ gerçek ilim ve
r ve müþahede, sonra da dirayet ve siyaset kahkahalarla güler.
Ruslar o zaman Ay'a gitmemiþti; sadece insan ruhunun fezasýndaki hayret ve dehþet yýldýzýna
bir füze göndermiþ ve onu hedefine ulaþtýrmýþtý.
Ay'a gitmek, derken güneþe bilet kesmek, seyyarelerin etrafýna çalgýlý gazinolarla donatýml
'î peykler takmak, filân, falan... Bunlar, müsbet Ýlimlerin felsefe gözündeki kýymet hüküml
e imkân sýnýrlarýný bilenler-ee, iþin sadece hayâl ve fantazya tarafýna ait masallar... (Ho
esnafýnýn sahte esrar fýrçalariyle þeklindirilmiþe benzeyen ve (sansasyon) dergilerinde bu
lü þekillendiði 17
rilen mahul âletler de, yine gerçek ilim ve irfan gözünde, kendilerine isnat ettikeri pu
l hüviyeti bakýmýndan birer bonmarþe oyuncaðý...
O zamanki Ýngiliz m üs bet ilim mecmualarýna göre, ne Ay'a varýldýðýný mutlak bir müþahade
edici fennî bir kontrol, ne de Ay'a varmaktaki hüneri artýk Ruslarýn beþeriyeti devr ve t
eslim alacaðý þeklinde bir delâlet saymaya imkân vardýr.
Bu bir umacý oyunundan ibarettir; ve oyun, sadece güttüðü ruhî gaye bakýmýndan muvaffaktýr.
Evet; biraz evvel kaydettiðimiz gibi, hedef Ay deðil, Avrupalý ve Amerikalý burjuvanýn ruh
udur. Meþhur Fransýz tabiriyle:
- Pour epater le bourgeois... (Burjuvayý apýþtýrmak için)... Tâbirin kastýna göre, ahmak bu
ruhu, birdenbire tepeden inme bir "anlaþýlmaz" karþýsýnda kalýnca þaþýrýr ve alýþtýðý muva
tini kaybeder. Gramofon dinleyen Afrika vahþilerinin hâli gibi bir þey...
Ýþte Ruslarýn bütün taktiði veya taktikasý, Avrupalý ve Amerikalý bön halk yýðýnlarýnýn ruh
k ve yüreklere Rus üstünlüðü hakkýnda müthiþ bir ukde düþürmek...
Bu ukde muvaffakiyetle ruhlara düþürülmüþtür, hem de müsbet bilgilerce zayýf olan memleketl
a fazlasý isabet etmek þartiyle...
Ay'a gitmekten bin kere daha baþarýlý, verimli olan Rus taktikasýnýn hedefi, iþte buydu!
Halbuki, malûm hikâyeler karþýsýnda apýþýlmayacak, gerekli ihtiyat paylarý muhafaza edilece
oðru ve yalan taraflarý sýhhatle ve soðukkanlýlýkla ayýklanacak; ve her þeyden evvel olgun
iþkinlik ve asrýmýzýn son
308
moda Ýen hurafelerine karþý bir mukavemet tavrý takýnýlacaktý. Hâdiseden çýkarýlacak ibret
uslarýn, can havliyle ne türlü çalýþtýklarýna dikkat etmek ve bundan Demokrasiler cephesine
pay devþirmek olacaktý.
Nitekim, Ýngiliz ve Almanlar gibi müsbet bilgilerde en ileri seviyeyi tutmuþ milletler
, onda üç hakikate karþý, onda yedi palavra belirten bu hâdiselere, karþýlýk vermeye tenezz
yici bir vekar ve aðýrbaþlýlýk edâsiyle mukabele ederken. Amerikalýlar, Demokrasi cephesini
aðrur patronu sýfatiyle öne atýldý ve "heya-mola!"lar çekerek umacý oyununa ayný taktikle c
vermeye baþladý. Yaptý, yapamadý, yara gibi oldu ve nihayet yaptý! Umacý umacýdan korkmýyac
baþka türlü, hokkabazlýk numaralarýna âþýk Amerikan burjuasýný teskin edemezdi. Amele kask
n domuz çýkaran Moskof gözbaðcýsýna karþýlýk. Amerikan illüzyonisti, silindir þapkasýndan y
ki, (Holivut) terbiyesinden geçme burjuvalar "oh, rahat ettim!" diye-bilsÝnler...
Gelelim iþin, yeryüzü hesabiyle ilmî ve amelî deðerine:
Bir zamanlar, Ruslarýn attýðý füze Ay'a varmýþ olabilir, varmamýþ olabilir. Buradan Ay'a gi
oradan dünyaya gelmek diye, mücerret fennî bir kudret ifadesinden baþka, bu iþde iktisadî,
askerî, siyasî, içtimaî bir gaye ve bunlara baðlý bir faide hedefi mevcut deðildir. Olsa ol
bu fennî imkânýn, yeryüzüne tatbiki bahis mevzuu olabilir ki, o da, Moskova'dan Vaþington'a
kadar her yerin bu füzelerle nokta nokta ve merkez merkez dövülüp dö-vülümeyeceði...
Sovyetlerin teknik imkânlarý, yeryüzü mikyaslariyle, yeryüzü mesafelerine hâkim bir durum k
nmýþ mý-
309
dýr. ka/annýaýýuþ mýdýr; ayný hâkim dunun,ý Avrupa ve Amerika malik midir, deðil midir?
Ýþte bütün ýncs'ele!..
Bu zamana kadar feza dâvasý etrafýndaki Moskol edebiyatý ve Rus diplomatlarýnýn tavýrlarý,
ir Ýmkâna erdikten sonra takýnýlacak edalardan olabileceði gibi, bilhassa böyle bir imkâna
iþ olduðu süsünü vermenin duruþu da olabilir, Hattâ bu tavýr ve edalar, gerçekten Ay'a gitm
bu suretle yeryüzünde rakipsiz bir imtiyaz kazanmanýn gerektirdiði temkin ve ihtiyat, m
ahremiyet ve esrar ifadesine zýttýr. Bu da gösteriyor ki, iþin umacý esrarý taktiði, fennî
akikatin muhafazasý politikasýna galiptir.
Fakat ister Ay'ý veya ayt/ý þereflendiren füzeye ait umacý masalýný fazla þiþirip ruhlarý f
aya, ister ona aldýrmayýp aradaki fennî imkâii payýný inkâr etmeye, selim akýl müsaade etme
Selim akýl hemen kavrar ve görür ki, Moskof'lar, bundan yarým, hattâ çeyrek asýr evvelinin
p seviyesine nisbetle son derece geri Rus milletini, bugün, kendisini mânâda boðazlamýþ ola
bâtýl mezheplerinin gayet disiplinli tutumu yüzünden geceyi gündüze katarak çalýþmakta; fe
nefes alma hürriyeti diye bir þey tanýmamakta ve bu noktadan malûl bulunan Balý cemiyetle
rini korkutucu bir seviyeye doðru yükselmektedir. Feza dâva ve yarýþmasýndan alýnacak en bü
s de, Mos-koflarýn, arý beyleri etrafýndaki bu hummalý çalýþmasýdýr. Ýnkâr kabul etmez nokt
eni miskinlik ve ataletinden uyandýrýcý biricik nokta budur. Bu nokta da, üç veya üç bin ke
"çalýþalým!" demekle halledilmiþ olmaz; neye ve nasýl çalýþýlacaðýný bilmek ve göstermekle
Böyle bir anlayýþa da, hemen harekete geçmekten,
310
umacý oyuiýlaýýna pabuç býrakmaksýzýn hak ikalý sýmsýký çereevelemekien. büýün imkâýýlariyl
bülün vâdelerin dolmuþ bulunduðunu sezmekten ve ona göre davranmaktan baþka vaz.ite düþme/.
Yoksa, umacý oyununun, isteyerek veya isteýnýye-rek þaþkýný durumuna yuvarlanmak ve onun âd
afil reklâmcýlýðýný yapmak, þimdiden, Moskoflarýn Ay'da kurduðu esir kampýna düþmek olur.
Bu vaziyet, bizim gibi milletler için olduðu kadar, hokkabazlýða hokkabazlýkla cevap verme
ye kalkan, halbuki iþin bir taraftan maskesini yýrtýp öbür taraftan yeryüzü hakikatine kýym
rmesi gereken Amerikalýlar için de ayný þeydir.
Ay'a giden yok amma, sen nazarlarýný þaþkýn þaþkýn Ay'a çevirmiþken boðazýna yapýþmak istey
Asri gözbaðcýlýðýn amelî hedefi budur.
(1965)
311
ÖLÜLER VE DÝRÝLER
On beþ, onyedi yýl kadar oluyor. Gazetelerde okumuþtum:
Ruslar ölülerini ihraç ediyor!
Evet, týpký mavi paketlerde ÝMoskof þekeri, çelik çenberli balyalarda hayvan derisi ihraç-e
gibi, kim bilir nasýl bir zarf içinde, dünya pazarýna ölülerini sürüyor! Buna sebep de Avr
müesseselerinin, üzerinde çalýþmak için kâfi mýktaýda ceset bulamamasý... Hem fennin insan
rindeki vazifesi diye bir hak kabul eden, hem de bu iþe kendi ölülerini ayýramamak gibi
ruhunda dinî bir haþyet taþýyan ýmiyar Avrupanýn halî ne hazin!
Ruslar dinsiz... Ölülere kýymet vermezlermiþ... Ýnsan ölüsü üzerinde zabýta kuran bütün iti
i onlar için masalmýþ... Ne kilise, ne papas, ne âhiret, ne mezar...
Ýnsanoðlunun, ölülerine kýymet vermesi için yalnýz dindar olmasý mý lâzým?.. Ölüyü, postacý
cesine din vazifeaarlarmýn eline teslim cesaretini göstermek için, il'*3 ahiret isimli
ebedî bir mizan mekânýna mý inanmak lâzým? Ölülere, arkalarýndan, derin bir fikir ve mâna
ilmek için mutlaka Allaha ve dine mi baðlý bulunmak lâzým?.. Bu inanýþlar, büyük
312
kurtuluþun yollan... Ya kurtuluþ yoluna giremiyenlcrin gözünde insan ölüsü?.. Bu ölüyü deðe
için sadece ve hattâ en bâtýl yoldan ve bir parçacýk insana inanmak yetemez mi?..
Bir insaný, öldükten sonra, saçýndan keçe, diþinden tarak, kemiðinden zamk ve yaðýndan mum
adde yýðýný halinde görmemek için. onun, elektrik ampulüne benzer kristal bir kalýp içinde
aydýnlýk bir kudret menbaý olduðuna inanmak yetmez mi?
Dinin bildirdiði âhiret, belki bir çoklarýnca yalandýr. Fakat yine onlarca, muþambadan tiya
ro dekorlarýna benziyen bu güzel ve san'ath yalanýn peyzajý önünde ve düðün alaylarým hatýr
lý bir tören ahenginin sessiz musikisi içinde dinin ölülere yaptýðý merasim, ruhlar-daki na
ilik iþtiyakýnýn ifadesi olduðu için güzel ve gidenden ziyade geri kalana hitap ettiði için
ilerine makbul görülmeli deðil midir? Dikkât edersen, bir parça zevk ve anlayýþ sahibi bfrj
in gözünde bile insan ölüsünün bir þey belirtmesi gerektiðine dokunuyorum. Ruhumuza ait mer
kalýbýmýz üzerinde yapmayýp da nerede yapacaðýz? Ondan baþka teþahhus etmiþ nemiz var?
Ruh ve maneviyata yaptýðý bu küfürle insan kabiliyet ve hareketini bir (tarbin) makinesini
n mekanizmasý kadar bayaðýlaþtýran, insan kýymetini basit bir (faide-i mi-hanikiye)ye indir
n bir cemiyet havasý içinde derin ve ebedî insan, içinden çöke çöke Taþ Devri insanlarýnýn
rece daha ileri olduðu bir hareket noktasýna kadar gerilemiþ demektir.
Artýk onu çökmekten, daðýlmaktan, çürümekten ne kurtaracak? Cemiyet, þehir, makine, nizam,
, plân mý? Ondan sonra bunlarm hepsi illet veya hikmeti
313
a;ýÝ;ý;ýLýmýy;ýc;tk birci hihnav. j.mîiintý mazide k:-»imý> birer hiyerogliftir.
Ruh olnýýyan yerde madde yoklur.
Nitekim aradan þu kadar zaman geçtikten sonra bugün bu cemiyeti ayakla tutabilmek için.
askerlerini düþman tanklarý önünden kaçmasýn diye. baþý, kollarý ve bomba makineleri dýþard
de çukurlara gömüp etrafýný çimentoyla dondurmaktan: iþ mekanizmasýný döndürebilmek için to
radesini, mandalarýn, katýrlarýn ve köpeklerin tahammül cdemiyeceði boyunduruklar, gemler v
tasmalar içinde zaptetmekten baþka çare kalmamýþtýr. On £eþ yýl evvel ölülerini ihraç eden
diri kalmamýþtýr.
(1947)
14
POLÝTÝKA TARÝFLERÝ
Balkanlý bir profesöre göre politika, devleti idare etmek melekesidir.
Basit ve hasis tarif...
Alman tarihçisi (Teitschke)ye sorarsanýz, politika, ilim deðil, san'at; yâni her san'at
hâdisesinde olduðu gibi, kanunlarý çerçevelenemez bir ruh verimi...
Büsbütün hasis ve eksik bir izah...
(Piloty)yc göre, yine ilim deðil, san'at... Ama bu fi-kirci, onun nasýl bir san'at old
uðunda biraz derinleþiyor. Diyor ki:
- Ýdareci, güdücü þahýslarýn, kütleler üzerinde, müþterek menfaatleri tatmin yoluyla umumî
ndýrmalarý san'alý...
Yine zayýf ve yarým tariflerden... (Jellinek} diyor ki:
- Politika, ameliyeyi þekillendiren devlet ilmidir." Tarifler biraz haysiyet kazan
maya gidiyor. Büyük devlet adamý (Bismark)rn anlayýþýnca, politika, herkesin yapmak istedið
, ameliye, tecrübe ve müþahedeyle evvelden görme hassasý...
Alman profesörlerinden (Cari Schmidt)in bu mev-
315
zuda, meþhur bir "dost ve düþman" nazariyesi var... Bu nazariye gereðince politika, meml
eket içi ve memleket dýþý þekilleriyle, daima iki düþman kutup arasýndaki tezatlarý tesviye
davranýþýndan doðma bir tedbir manzumesi...
Yine büyük profesörlerden (Otto Kocilreuter) ise politikanýn ne olduðundan ziyade ne olmadý
esbiti üzerinde durur, dâvayý bu cepheden halletmeye bakar: münzevî ve tarafsýz bir adamýn
ak "lâ - siyasî" diye izah edilebileceðini kaydeder ve böylelerinin, gayelerini kaybetmiþ
cemiyetlerden türeyebileceðini söyler.
(Hitler) politikanýn tarifinde, sanki bir günlük emir çýkaran kumandan tavrýndadýr:
- Politika, ameliye plânýnda, bir topluluðun hayatî menfaatlerini temin ve onun varlýðý uðr
her vasýtayla çarpýþma hamlesinden baþka hiçbir izaha sýðamaz!"
(Hitler) bu tarifiyle, sade tarif etmiþ olmakla kalmýyor; baþka tarifleri de âdeta yasak
ediyor. Ve iþte bir Bulgar profesörünün tarifi:
- Politika, devlet ve halka þâmil kuvvetleri toplama ve tarihî ân çatýnca onlarý devlet ve
k ideolocyalan bakýmýndan teþkilâtlandýrma iþidir.
(Aristo)dan (Makyavel)e, (Jül Sezarjdan (Dizrae-li)ye kadar politikanýn tarifi, zümrel
er ve ülkeler arasýnda menfaat tasarruflarýnýn manivelasý ve irâdelerini birbirine tâbi kýl
sýtasý; ve politika, bizzat iþ dehasý olarak ancak iþle kendisini belirtir, hendesî tarifle
in mekanik çerçevelerine sýðdýrýlamaz.
Halbuki, politika, kendi kendisiyle, kendi baþýna bir mevcut deðil, baðlý olduðu gayeye gör
eðerlenen bir (sübaltern),"tâbi bir hizmetçidir.
316
POLÝTÝKA NEDÝR VE NE DEÐÝLDÝR?
Bence politika, ona sýrf kendi kendisi cephesinden
bakýlýnca þudur:
Fertten cemiyete, cemiyetten devlete kadar, tek ve toplu nefslerin kendi aralarýnd
a, kendilerini müdafaa ve zýt ýýefsleri körletme dâvasýnýn ilimle karýþýk san'atý...
Fakat bu kadar, politikaya müstakil ve metbu (tâbi olunan) bir vücut tanýmamýz için yetmez.
Onun, kendi vücudiyle beraber tekâmül edebilmesi için, mutlaka daha üstün ve gerçek metbu b
vücuda ihtiyaç vardýr. Ýþ bu vücudu bulabilmekte ve politika hünerini kaba menfaat oyunu ol
tan çýkarmakta...
iþin içine kaba menfaat, sadece menfaat için menfaat girince, miskin hile de peþinden gi
rer. Onun içindir ki, politika, mefkûresiz dünyalarda basit hilekârlarýn zanaatý bilinir; v
bu yüzden tilki soyuna benzer bir insan zümresinin inhisarý altýndadýr. Arslanlar bu maka
ma tenezzül etmez. Eðer politika, kabýný çatlatan ve etrafa yayýlan bir gaz gibi, bütün bir
isteminin tahayyüz hassasý adýna iç görücü bir meleke olursa arslan iþi olur. Halbuki âdi v
asiyle meslekleþmiþ politika ve politikacýnýn bütün gayesi, güneþin doðuþu ve batýþý
317
arasýndaki kýsa zaman parçasýný istismara çalýþmaktan öteye geçmez.
Meslekî politika ve poliiikacýda "yarýn korkusu" yoktur. Ebediyel kapýsýnk baðlý cemiyet ni
larýnýn fâtihleri, asýrlarý avlamak için kan ve hýçkýrýk içinde can çekiþirken, meslekî pol
i ve günleri tasmasýna takmýþ, zevk ve kahkaha içinde can besler. Ýþte (gündelik politika)
in, kolay, âdi, iðrenç fakat þâmil meslek sýrrýný bu noktada aramalý... Onun içindir ki, iç
sistemi eðer bir otomobilse, onun mahrum mühendisi, büyük tefekkür adamý; mâlik þoförü ise
.
Vakýa, kurnazlýk zekâ olmadýðý gibi, politika da tefekkür deðildir; ayrý...
Hele günün dünya politikasý, bütün beþerî itikat ve emniyet dayanaklarýný çökertecek ve büt
belirtecek kadar hile dehâsýnda yükselmiþtir. Yeni zaman dünya politikasýna göre, artýk hi
sýkýlamaz, hiçbir taahhüde güvenilemcz, hiçbir hesaba be] baðlanamaz.
Böylece politika, körü körüne emrinde çalýþacaðý insanî kutup yerine, þeytanî bir merkezden
sý aldý alalý, yâni kendi baþýna meslekieþti mesickleþe-li, "En büyük hile, hileyi terketme
kmetinden gafil, günü birlik hayatýn köþe kapmaca cümbüþünden ibaret, hazin ve ebedî bir ka
318
ESKÝ TÜRK POLÝTÝKASI
Türk politikasý, devletin kuruluþundan Kanunî devrinin sonuna kadar, tek, açýk, aydýnlýk bi
üzeridedir, Ýçeride ve dýþarýda Ýslâm ölçülerini kayýtsýz þartsýz hükümranlýðý; ve bu hükü
litikasý... Zait" hayvanlarla yýrtýcý hayvanlara karþý arslanýn politikasý...
Görülüyor mu, politika, nasýl inanýlan þeye ve o þey etrafýndaki hâle baðlýymýþ...
Ýçeride imân ölçülerinin üstün fert ve cemiyetini yetiþtirmek ve dýþarýda insanlýðý ayný sa
k ve bu gaye uðrunda arasýz ve sonsuz fetihlere giriþmek...
Kanunî çýðýrýna kadar medenî tarihimizin devlet politikasý budur. Bu esasýn, muhtelif zaman
þartlarýna ve muhtelif güdücülerin iþ ve fikir kabiliyetine göre deðiþik þekillerde madde
âlemine aksetmesi bir þey deðiþtirmez.
Þöyle ki:
Fatih'e kadar mütenýadî büyüme, geniþleme ve hayatî noktalan ele geçirme politikasý... Büyü
icra âleti (ordu) politikasý...
319
Fatih'de. Resuller Resulünün mukaddes iþaretlerine uygun olarak Balýnýn kilil ve ruh nokta
sýný ele geçirmek ve Doðu zuhurunu Batý ve dünya çapýnda bir (askiyon)a ulaþtýrma cehdi ve
tikasý...
Hýristiyanlara iyi muamele ve bâzý imtiyazlar hep bu politikadan gelir.
Yavuz Sultan Selim'de, Doðu âlemini bütün tezat ve ayrýlýklarýndan temizleyip birleþtirmek,
mlamak, bütünleþtirmek, Ýslâm vahdetini kurmak ideâli ve onun politikasý... Amansýz bir dis
politikasý...
Kanunî Sultan Süleyman'da, nihaî kemâl seviyesine ulaþmýþ hamlenin Batýyla karþý son hesapl
ini açmak, bu maksatla Viyana kapýlarýna dayanmak ve Türk ülkesini denizlerin ve karalarýn
akipsiz hâkimi kýlmak politikasý... Sadece kuvvet politikasý...
Fatih ve Yavuzdaki sâf mefkure, Kanunî'de biraz gevþer ve yerini daha ziyade kuvvet ve
ihtiþama býrakýrsa da yol hep odur. Manzara:
Akdeniz ufkunu bir mavi duman gölgeliyor; Elli kalyonlu donanma-yý Hümayun geliyor!
Yazýk ki, bu manzarada, ona bir ân sonra bitiþecek olan (dekadans)ýn. aþk ve saffet kaybýný
lk iþaretleri de var.,.
Baþýndan sonuna kadar taarruz çýðýrýmýzý çerçeveleyen Sultan Osman - Kanunî Sultan Süleyman
olitikamýz zayýfken bile cesurun, nefsinden emin olanýn, bahtýna güvenenin, hamle edenin,
sarsýlsa da yýkýlmayanýn, daima kuvvetlenenin, vecd ve aþk içinde engel tanýmayanýn, nihaye
kuvvetli ve hâkimin politikasýdýr.
320
Sultan Osman - Kanunî Süleyman çaðýný iik sayacak olursak buna taarruz çýðýrýmýz; ve bu çað
a ayný ruha baðlý zinde bir (aksiyon) politikasý diyebiliriz.
Kanunî ile beraber, hattâ onun saltanat devresi içinde, Tanzimatçý Sultan Abdülmecid'e kada
süren orta çaðýmýz açýlýr. Bu çaðýn da baþ karakteristiði, ondan sonraki yeni çaða geçen v
azin bir müdafaadýr.
Politikamýz da ona göre deðiþmiþtir.
Ýç politika:
Hiçbir tefekkür cehdi ve nefs murakabesine giriþmeden, ruh ve hikmetini kaybettikleri
kalýplara, dýþýn dýþýndan sýmsýký sarýlmak ve onlarý en liyakatsiz ve çilesiz þekilde dýþýn
aziyeti ve onun mezbuh politikasý...
Her þeyden evvel mukaddes din ruhunun ve ölçüler manzumesinin nefretle reddedeceði bu mezb
uh politika, dini nefsine tatbik eden donmuþ ve satýhçý insan mânâsýna ham ve kaba solla el
e tezgâhlaþtýrýlýr; ve din emri olduðundan habersizce bütün kafa hamlelerine sed çekmek, mu
e mürakabesizce her yeninin önüne kapy kurmak þeklinde ve âdeta öz nefsinden ters bir þüphe
e tecelli eder.
Ýslâmiyet! bunlardan seyredenlerin ve onlarýn tavrýný Ýslâmiyet sananlarýn nefretinden daha
izzat Ýslâmiyetin ve Peygamber ruhaniyetinin tiksindiði bu tip; asýrlarca süren bozgunlarým
ýstýrapsýz bir seyirci gibi bakar ve bütün olanlarýn hakikatte din ruhunu kaybetmekten gel
iðim, o kaybediþin timsali de kendisi olduðunu anlayamaz.
Ve bu korkunç anlayýþsýzlýðýn; anlamayý anlayarak
321
reddetmek yerine anlamadan reddeden ve dinin akla çizdiði sýnýrlý ve sýnýrsýz plânlarý görm
yýþsýzlýðýnýn iç politikasý, devasýz bir iç âfet olarak sürüp gider.
Onun dýþ politikasý da, kibirli bir zebunküþlükten ve Allahýn emrettiði gerçek tevekküle zý
sellisinden baþka bir þey deðildir.
Koca Ýmparatorluk, bu politikayla ve dine zýt bu rýza tesellisiyle, dünyanýn yansýna denk b
r ateþ tarlasýy-ken, her taraftan yürüyen buz daðlan altýnda ufuk ufuk söner ve buzlaþýr.
Bu arada Köprülüler gibi birkaç vezir, iç pörsüyü-þün tepkisini belirten bir ahlâk ve nizam
ise eski fetihlerin hâtýrasýný sadece kýlýç kuvvetinde yaþatan fikirsfc ve günübirlik bire
a temsil ederler ve ruhlarý nakýþlandýrýcý bir düzelticiliðe eriþemezler.
O hengâmelerde bütün eksiðimizin, bütün doðu âlemine þâmil çapta büyük fikir adamýndan mahr
endirilebileceði ne kadar da açýk bir hakikat!..
Tarih boyunca her þeyimiz var; büyük, dünyalar arasý muhasebe ve murakabe deðerinde (aksiyo
)cu mütefekkirimiz yoktur,
Onun içindir ki, ham ve kaba softadan ve onun mezbuh politikasýndan alýnacak intikam,
gerçek din cephesinden geleceði yerde, tam aksinden, küfür cephesinden ve jözü kör taklit p
n gelmeye baþlar ve bu hazin þart altýnda, 1839 yýlýnda yeni çaðýmýz açýlýr.
Politikayla beraber, onun mesnedi ve bu mesnetlerin son 123 yýlda bizde ne olduðu diðe
r yazýda çerçevelenecek.
Mücerret ve sýkýcý gibi duran bu üç yazýdan sonra, birdenbire ne kaskatý bir müþahhasa çýka
ayatî bir deðer belirteceðini inþaallah görürsünüz!..
322
W*w
YENÝ TÜRK POLÝTÝKASI
Tanzimat ve Tanzimat sonrasý politikamýz, artýk bütün þahsiyet, nefs itimadý ve alet istina
ybetmiþ bir cemiyetin, ruhundan ve maddesinden her türlü fedakârlýk mukabilinde ne kurtara
bilirse kâr saydýðý bir "idare-i maslahat" politikasýdýr. Zaten o devrin hediyesi olan "ida
e-i maslahat" tabiriyle de kendi kendisini yaftalamýþ ve bu hüneri marifet bilmiþtir.
Efendimiz-Avrupalýyý oyalamak, idareye çalýþmak, hýþmýný davet etmekten mümkün mertebe çeki
aftan ne istenirse verirken öbür taraftan bâzý þeyleri gözden kaçýrmaya gayret etmek ve kýy
feda edildikçe daima geride kalanla teselli bulmak ve hep bakiyeleri korumaya bakm
ak siyaseti...
Ruhumuza düþen bu ukdeyi tamamiyîe sezmez, fakat görmüyormuþ gibi davranmak vaziyetindeki A
rupalý ise, bizim marifet saydýðýmýz hünerde devam etmemiz için rolünü fevkalâde iyi oynar;
her baltalayýþýnda geride birçok þey býrakmýþ gibi davranarak devre devre, maddî ve manevî
larýndan devþireceðini devþirir.
Gerçekten o haþmetli Ýmparatorluðun enkazý o kadar büyüktür ki, kaldýrýlmak ve taþýnmakla b
323
Asýl aldalaný ve oyalayaný aldatýn 15 ve oyalamýþ olmak vehminden ve ölümü geciktirmiþ bulu
llisinden baþka bir þey olmayan Tanzimat ve Tanzimat sonrasý politikamýzýn kahramanlaþlirdi
Mustafa Res.it. Âli, Fuat Paþalar, iþte hep bu "verdikçe vericilik ve geriye kalaný koruyu
culuk" politikasýnýn sýrma kaftanlý cücülerin-den ve gözü kör batý hayranlýðýnýn çeyrek mün
irler.
Bu esfel politikanýn birer kukla Padiþahý olan Ab-dülmecid ve Abdülaziz'den sonra ikinci A
bdülhamid, müþkül þartlar içinde bulunmasýna raðmen, devletin tepiþinden bakan idrâkiyle pe
amleler göstermiþ ve sýmsýký baðlý olduðu kök telâkkinin içinde Avrupayý, kendi öz buhran v
kýskývrak baðlayarak milletine yarým asra yakýn bir müddetle hayat hakký saðlamaya muvaffa
uþtur.
Ondan sonra Ýttihad ve Terakki politikasý:
Tanzimatçýlarýn uzun ve akim tereddütlerle yapamadýðýný sür'atle becermek isterken, Yahudi
n kurmaylarýnýn idaresindeki ütopya, telkinleri altýnda cinnete kadar varmanýn; ve bir ânda
tarihin en büyük teknesini, (fulspit) kayalara oturtmanýn, gözü kara ve kafasý boþ politika
Ýttihatçýlarýn politikasý; yatalak, baþ eðici, el oðuþ-turucu, Tanzimat paþasý tipinin siya
k bir hamleye ulaþtýrmak ve Türkün gittikçe küflenen ruh hamuruna kývamý bulunamamýþ bir mi
aþýlamak isterken, onu büsbütün dayanýksýz býrakmanýn ve mecnunlara mahsus bir Kafdaðý hay
a bir milleti ve tarihi uçuruma atmanýn iþi...
Avrupalýnýn, Ýttihatçýlara gelinceye kadar Türke "hasta adam" bakýþý ve bir "hasta adam"ýn
etli
324
politikasý, birdenbire yerini can çekiþen adam ve onun politikasiyle deðiþtirir gibi olmad
an Türk milletinin her türlü politika plânýný çatlatan ve en ileri fikir plânýna atlayan þa
geldi. Hiçbir politikanýn körükleme-diði ve yalnýz millî insiyakýn politikayý peþinden çekt
an sonra da, Cumhuriyet devriyle baþlayan devlet politikamýz, bu defa Avrupalýnýn karþýsýna
ndi ailesinden bir fert olarak çýkmanýn, ondan olmanýn, Avrupalýya verilecek bu emniyet hi
ssi içinde kendisine hayat hakkýmýzý tasdik ettirmenin ve orada ne kadar açýklýk varsa heps
birden kapatmaya doðru gitmenin hamlesi oldu ki, bu da Türkü kendi özü Ýçinde yeni zaman v
ekâna çýkarmak yerine, ona yeni bir öz aramak dâvasýna yol açtý.
Bu dâvanýn, mazi ile bütün alâkalarý kesici, kök yollarýný týkayýcý ve en nazik içtimaî müe
i teklif ve tatbik edici iç siyasetine karþýlýk, dýþ politikasý, Türke hiçbir ivaz mukabili
(pedigri -þecere)sini vermeyen Avrupalýnýn yine onu böyle görmekten memnun nazari altýnda i
ibarlý bir "pasi"ten ileriye geçemedi ve her þey Ýçeride halledilmek, oldurulmak, tutturul
mak istendi.
Ýkinci Dünya savaþiyle beraber en basit selim aklýn bile kavrayacaðý ve hiç de büyük bir ma
lmayan Demokrasiler yolu tutulurken, mikroplarý tâ eskilere kadar giÜen ruh ve ahlâk sükûtu
uz ve iki dünya arasý orta yerde kalmýþ olmak vaziyetimiz birdenbire neticesini belirtti
; ve büyük ideolocyaya dayalý olmasý gereken politika zaafýmýz her zamankinden ziyade meyda
a çýktý.
Demokrat Parti devri bu illetleri derin maraza bir þifa getiremedi; ve onun âczine k
arþý fýþkýran tepki de ihtiyacý büsbütün ortaya koydu.
325
Netice:
Kendi kendisine hiçbir þey olmayan ve ancak içtimaî güdüm Ölçülen ve büyük ideolocya plânýn
ve idare melekesi olan politika, ona sýrf kendi yönünden baktýðýmýz zaman da, geçirdiðimiz
hranlarýn þaþmaz ibresi olarak karþýmýza çýkmaktadýr.
Bugün ona, büyük ve kurtarýcý poltikaya, onun da muhtaç olduðu mesnetle beraber her zamanki
n daha muhtacýz.
Kýrýk hatlar ve kýsýk seslerle ana çizgilerini çektiðimiz þu politika tablosunda, esasý ide
zaaftan baþka bir þey olmayan içtimaî (kaþeksi)nizin, bütün hikâyesini heceleyebilirsiniz.
"- Ben siyaseti Abdülhamid'den öðrendim" diyen Alman KayzerÝne karþýlýk bugün dünyada, Türk
sý diye hiçbir þey mevcut olmadýðýný bilmeyen £ek Avrupalý yoktur.
326
SOÐUT
Orta Anadolu steplerinin akþamlarýna bayýlýyorum. Sanki dünya dümdüz bir kum sathý halinde
sonra her yere ve her tarafa ayný ölçüyle daðýtýlmýþ olmý-yan tabiat, bu unutulmuþ köþeyi,
bir, gurup vakti hatýrlýyor, mahzun ve nedametli gözünü güneþin batýþýndan gecenin iniþine
tünden ayýrmýyor.
Fransýzca (Krepüskül) kelimesinin mukabili lisanýmýzda yok. Ona fecir diyemeyiz. Zira feci
r yalnýz sabaha, (Krepüskül) ise hem sabah, hem akþama ait... Güneþin batýþýndan yýldýzlarý
iyle parýldayýþýna kadar dað arkasýnda kaybolan bir ses gibi, koyulaþa koyu-Iaþa geceye kar
alýk, memleketimizin hemen her tarafýnda pek çabuk geçer.
Onun için gurubla gecenin arasýna sýkýþmýþ olan bu devreye lisanýmýz, bir isim verecek kada
eðildir. "Edebiyat- ý Cedide"den evvelki þairlerimizi mesteden ve bülbül gibi öttüren, Çaml
esinden seyredilecek bir gurub pek güzel olabilir. Fakat bu güzellik, batan güneþin suda
eriyecek son ateþ halkasýna kadar devam eder. Ondan sonra baþliyacak güzellikse gecenin
hudutlarý içindedir.
327
Fakat step, tabiatýn bu çýplaklýðýna maðrur öksüzü, bu akþam fecrini o kadar derin yaþýyor
kutsîleþmýþ bir münzevisini ziyaret eden düðün alaylarý halinde, tabiatýn, eteðinin dibine
duðunu ve bir damlasýnda bir çiçek deryasý saklý, keskin renkli ilâhî bir þurup halinde sem
akýp gittiðini seziyor.
Geçenlerde orta Anadolu steplerinden birinde bir köy içinde geziyordum. Eðri büðrü yollarda
nden baþka kimseler yoktu. Böyle bir dekor içinde yalnýzlýk, insaný alýþýlmamýþ bir hissin
. Ýnsan, gölgesine minareden bakar gibi bakýyor. En kýsa, en rahat adýmýn içine, bir mevsim
bir mevsime geçecek kadar mesafe doluyor.
Ecic bücüç yolun hatlarýný birleþtirdiði noktada bir araba gördüm: Araba gecenin yaklaþýþýn
uydurmuþ, her an biraz daha yakýn, biraz daha belli, bana doðru ilerliyordu. Tek katlý b
ir yük arabasý...
Arabacý atýnýn dizginlerini býrakmýþ, oturduðu yerde bir yem torbasý kadar ufak ve silik ka
ba hiçbir tahmine uymayan, karmakarýþýk bir gölge halinde garip bir yük taþýyordu.
Bir hizaya geldiðimiz zaman yükün manzarasý ta ciðerime kadar iþledi. Arabanýn taþýdýðý þey
r söðüt aðacýydý.
Bu zarif aðacýn arabaya ince bir endam halinde yalnýz gövdesi sýðýyor, dallariyle yapraklan
bir saç demeti gibi keskin taþlar üzerinde sürünüyordu. Durdum. Arabanýn arkasýndan bakmaya
. Kimbilir hangi su baþýnda alýþtýðý cömert topraðý terkederek yalçýn yüzlü aþkýnýn toprakl
eye gelen bu aðaç, gözüme, aðlayan, fakat hüznü içinde mesut bir gelin gibi göründü.
328
Düþündüm ki, söðüt, içli ve ketum Anadolunun en
canlý remzidir.
Hangi köyün kapýsýnda söðütler perde kurmaz?
Her su bir söðüdün dibine kývrýlýr ve her yol bir söðüde çýkar.
Her duygunun yastýðý bir söðüdün dibidir. Anadolu onun dibinde seviþir, ayrýlýr, kavuþur, d
Aþk, hasret, gurbet, sýla hep odur. Söðüt topraktan deðil1, Anadolunun ruhundan çýkmýþ gibi
Onun için o "ruhun þahsiyetine en güzel timsal
odur.
Gözümün önündeki manzara deðiþti; ve Asya daðlarýndan Anadolu yaylasýna inen Bozkurdun, sih
su yüzünde, gözlerinin ateþine dala dala bir söðüt aðacýna istihalesini seyrettim.
Tanrýkulu belki dakikalarca sustu ve sonra birdenbire doðruldu:
- Benim çocuðum; bu Bozkurd misaliyle acaba ne demek istediðimi anladýn mý? Ben sana bir þi
r veya nesir üslûbu içinde koskoca bir ideolocyadan haber vermek istedim. Sana, bizi b
ekleyen gerçek milliyetçiliðin remzini göstermek istedim. Söðüt Anadolunun remzidir. Ayný s
ulunun ruh remzidir, Yine ayný söðüt, ayný Anadolulunun, Asya yaylalarýndan indikten sonra
uhunu dayadýðý iman kaynaðýna baðlý bir remzdir. Ýþte bizim milliyetçiliðimiz; ve hakikatte
milliyetçiliðin Anadolu mekâný içinde hassasiyet ifadesi!.. Anadolu ve Anadoluculuk!
(1947)
329
ANADOLU GENÇLÝÐÝ
Biz yanmýþ ve haþlanmýþ ellerimiz, nokta nokta iðnelenmiþ parmaklarýmýz, içine kan oturmuþ
bir þekillendirme iþine çalýþýyoruz. Þekillendirmeðe çalýþtýðýmýz bütün bir gençliktir. Ýsm
Eðer bu gençliðin bir Ýki baþ örneðine maya tutturabilirsek mesele yok... O, kendisini basa
basamak nesilleþtirir ve bir "safkan" hâlinde kol kol þecerelendi-rir...
Anadolu genci nedir ve ne gibi farikalara sahiptir?
Þu veya bu vilâyet lisesini bitirdikten sonra, üzerinde acemi terzi elinden çýkmýþ, soluk v
uruþuk bir ceket ve patolun, çekingen ve kaygýlý, yýlgýn ve kuþkulu, dilsiz ve iddiasýz, bü
kendisini ilerletmeðe gelen genç adam...
Yahut memleketinde, filân ve falan tahsil derecesinden sonra, filân ve falan Ýþe girmiþ, ký
týp ayný ve edasý sadece bezgin, yüzünde neþ'e ve hamle adýna hiçbir þey okunmayan delikanl
Bu genç adam, köylüsünden üniversitelisine kadar bütün sýnýflariyle þu müþterek vasýflarýn
Apýþmýþ ve donmuþ... Eþya ve hâdiselere hâkim ve
330
menbaýndan mansabýna kadar tezat sý/, bir oluþ çizgisi üzerindeki insanlarýn emniyet hissin
uzak... Hakkýn söylenemez ve konuþulamaz birþey olduðunu görmekten gelen meyus bir tevekkü
nde... Bunlarý bilmese bile
yaþatan adam...
Kimdir bu genç; Firavunun ehramýna taþ taþýyan esir midir; yoksa ebâ an ced bu vatanýn sahi
mi? Onu hangi ruhî ve içtimaî hâdiseler yýldýrmýþ ve lütfen nefes almasýna müsaade edilen b
irmiþtir?
Düne kadar bu genç adam, inanýlmýþ bir dâva etrafýnda ve ancak ev sahibine düþen bir çile b
a Viyana'dan Yemene kadar bütün taarruz ve müdafaa yollarýný al kaniyle asfaltlamýþ, böyley
or görülmüþ ve deðerlendirilmemiþ; bugün ise neye inanmak borcunda olduðunu bilmediði, faka
inançlarýnýn elinden gittiðine þahit olduðu bir hava içinde, öz keyfiyeti bakýmýndan, kýyme
þöyle dursun, kýymetten düþünülmüþtür.
Bu kýymet, ruhunu Ýslâmiyetten alan Türk'ün keyfiyeti...
Þimdi, iþte bu Türkün genç adam tipini, annesi
baþka, mektebi baþka, sokaðý baþka, caddesi baþka, köyü baþka, büyük þehri baþka, kitabý ba
stikametlere çekiyor.
Ýmdi; bu, ruhu parça parça genci bütünleþtirmek, onu aslî keyfiyet vahidinin muzaffer edasý
vuþturmak, kendi yurduna sahip kýlmak ve mukaddes dâvayý ona ýsmarlamak yolunda Büyük Doðu
in biricik müþahhas hedefini bulmakta...
Biz bu genç için yaþýyor, bir ân evvel onu þekillendirmek için her þeye katlanýyoruz. Tesir
bir vida gibi, nüfuz ettiði maddeye perçinlendiðini ve kendi ken-
331
diþine iþlemeðe baþladýðýný gördüðümüz gün, 88 yýl hapse girsek de, ölsek de gam yemeyiz!
Tam 16 yýldýr, kesemizden, haysiyetimizden, sýhhatimizden, huzurumuzdan ve nihayet hay
atýmýzdan kay-bede kaybede maya tutturmaya baþladýðýmýz bu genç, Hakka þükürler olsun ki, a
erini ve serpintilerini bize yer yer, bucak bucak, göstermeðe baþlamýþtýr.
Onun sesini aziz Anadolu'nun her tarafýndan, Erzurum'dan, Malatya'dan, Van'dan, Bu
rsa'dan, Konya'dan ve daha nice nice yerden alýyoruz.
Mes'uduz; çilelerin, tehlikelerin, ümitsizliklerin, inkisarlann üzerimize kangal kanga
l çöreklendiði bu en büyük vehamet ve nezâket ânýna raðmen mes'uduz!
Anadolu genci!
Büyük Doðu ideâlinin ruhlar üzerindeki müþahhas nakþý olarak aþaðýdaki 9 maddelik idrâk sev
ân her þey tamamdýr:
1 - Tarihini, Garba karþý taarruz, müdafaa ve manevî teslimiyet diye üç devreye ayýr ve her
vrede mevkiini tesbit et! Birinci devrede bahtiyar, ikinci devrede öksüz, üçüncü devrede kö
in!
2 - Dininin safiyetini ve bütün zaman ve mekân hâkimiyetini, derin bir vecd içinde þuurlaþt
e onu, ham yobaz ve kara softayla, ayný kolun ters mümessili ahmak kâfire karþý korumanýn u
n!
3 - Son yüz küsur yýlýn satýh üstü budala taklit gayretini en gerçek kýymet hükmüne baðla;
iy-le gelen Yahudi, kozmopolit, emperyalist tesirleri, elle tu-tarcasýna teþhis et!
Artýk sende, yüz küsur yýldýr köpürtülen gerilik, ilerilik masallarýný yutacak göz kalmasýn
4 - Siyasette, idarede, edebiyatta, fikirde, sahte kahramanlarla gerçeklerini ayýrma
yý bil; ve bunlarýn ger-
çeklerini sana uýuýUunnak, sahtelerini de yulUýnnak için yalancý Ýlim imaline kadar gidildi
kesret!
5 - Milliyetçiliði sadece belli baþlý bir ruhun zarfý diya anla, mazruf dururken zarfý mefk
leþfirme; ve bu zarfýn mekânýný Anadolu kabul et!.. Anadolulu olmakla kalma, bu Ölçü çerçev
adolucu ol!
6 - Kendini en merhametsiz nefs muhasebelerine tâbi kýl, zaaflarýnla kuvvetlerini gaye
t iyi hesap et; ve Türk genci diye karþýna çýkacak tipleri, maddelerinden ruhlarýna kadar e
ici bir heybet sahibi olmaya bak! Onlar, bütün fâni dünyalariyle sadece nefsin, sense ru
hun muhatabýsýn! Onlarýn yolu pek kolay, seninkiyse çok çetin...
7 - Aþk, vecd, heyecan seciyesi...
8 - Hamle, teþebbüs, taarruz psikolojisi...
9 - Ev sahipliði tavrý ve hâkimiyet edasý...
Anadolu genci!
Sen ol artýk, ol ki bizde rahat ölelim!...
(1959)
332

You might also like