You are on page 1of 19

Antik Roma, M.Ö. 9.

yüzyılda İtalya Yarımadası'nda kurulan Roma şehir devletinden


doğarak tüm Akdeniz'i çevreleyen muazzam bir imparatorluk haline gelen medeniyetin adıdır.
Yaklaşık 12. yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşiden oligarşi
ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve daha sonra da otokratik bir imparatorluğa
dönüşmüştür.

Fetih ve asimilasyon yollarıyla Batı Avrupa ve Akdeniz'i çevreleyen bölgede egemen olan
Roma İmparatorluğu zaman içinde düşüşe geçmiş ve çökmüştür. Hispanya, Galya ve İtalya'yı
içine alan batı imparatorluğu 5. yüzyılda bağımsız krallıklara bölündü. Batı imparatorluğunun
476 yılında sona ermesi Roma'nın yıkılışı ve Orta Çağ'ın başlangıç tarihi kabul edilir. Öte
yandan İstanbul'dan yönetilen doğu imparatorluğu, 1453 yılına kadar varlığını sürdürmüştür.

Roma uygarlığı, kültürel olarak yoğun biçimde ilham ve örnek aldığı Antik Yunan ile birlikte
"klasik antikite"ye dahil edilir. Antik Roma Batı dünyasındaki hukuk, savaş, sanat, edebiyat,
mimari, teknoloji ve dil konularının gelişimine büyük katkıda bulunmuştur ve hâlen de
günümüz dünyası üzerinde büyük etkiye sahiptir.

Monarşi

Romulus ve Remus'u emziren dişi kurt

Efsaneye göre Roma, M.Ö. 27 Nisan 753 tarihinde Truva prensi Aeneas'ın torunları olan
Romulus ve Remus adlı ikiz kardeşler tarafından kuruldu.[1] Alba Longa'nın Latin kralı
Numitor, gaddar kardeşi Amulius tarafından tahtından edilmiş ve Numitor'un kızı Rhea Silvia
Romulus ve Remus'u doğurmuştu.[2][3] Rhea Silvia Mars'ın tecavüzüne uğramış bir Vesta
bakiresiydi ve bu da ikizleri yarı tanrı konumuna getirmişti. İkizlerin tahtı yeniden ele
geçirmelerinden korkan yeni kral, Romulus ve Remus'un boğdurulmasını emretti.[3] Dişi bir
kurt (bazı anlatımlara göre bir çobanın karısı) ikizleri kurtardı ve büyüttü. İkizler yeterince
büyüdüklerinde Alba Longa tahtını Numitor'a geri verdiler.[4][5] Ardından kendi şehirlerini
kurdular. Ancak Romulus şehrin ilk kralının kim olacağına ilişkin bir tartışmada Remus'u
öldürdü. Böylece şehir Romulus'un adıyla anılmaya başlandı.[6] Efsaneye göre şehirde kadın
olmadığından Latinler Sabinleri bir festivale davet ettiler ve bakire kadınlarını çaldılar. Bu da
Latinler ile Sabinlerin bütünleşmesine yol açtı.[7]

Roma şehri Tiber nehrinin sığ bir bölümündeki yerleşimlerin gelişmesiyle ortaya çıkmıştı.[4]
Arkeolojik bulgulara göre Roma köyü muhtemelen M.Ö. 8. yüzyılda kurulmuştu ancak bu
tarih M.Ö. 10. yüzyıla kadar götürülebilir.[8][9] Etrüsklerin M.Ö. 7. yüzyıl sonlarında aristokrat
ve monarşik bir elit kesim oluşturarak bölgede siyasi kontrol sağladıkları anlaşılmaktadır.
Etrüskler M.Ö. 6. yüzyıl sonlarında bölgedeki güçlerini yitirdiler ve bu noktada Latin ve
Sabin kabileleri yöneticilerin iktidarını çok daha fazla sınırlayan bir cumhuriyet oluşturarak
kendi devletlerini yeniden kurdular.[10]

Cumhuriyet [değiştir]
Ana madde: Roma Cumhuriyeti

Titus Livius gibi daha sonraki dönemlerin *yazarlarının anlattıklarına göre Roma
Cumhuriyeti Roma'nın yedi *kralından sonuncusu Gururlu Tarkinus'un tahttan indirildiği ve
her yıl seçilen magistralar (memurlar) ve çeşitli temsilî kurumlardan biraraya gelen bir
sistemin oluşturulduğu M.Ö. 509 tarihinde kuruldu.[11] En önemli magistralar kuvvet yetkisi
ya da askeri kumandanlık yetkisine sahip iki konsüldü.[12] Konsüller patricilerden (asiller)
oluşan Roma Senatosu ile çekişmek durumundaydılar. Senato başlangıçta önde gelen
asillerden oluşan ve tavsiyelerde bulunan bir kurumdu ancak zaman içinde gücü de, boyutu da
arttı.[13] Diğer görevliler praetorlar, aedilisler ve quaestorlar idi. Magistralıklar başlangıçta
yalnızca soylulara mahsustu. Ancak daha sonra sıradan insanlara (plebler) da açıldı.[14]
Cumhuriyet meclisi comitia centuriata (centuria komisi) ve comitia tributadan (tribus komisi)
oluşuyordu.[15]

Romalılar Etrüskler de dahil olmak üzere İtalya Yarımadası'ndaki diğer halkları boyunduruk
altına aldılar.[16] Roma'nın İtalya'daki hegemonyasına yönelik son tehdit M.Ö. 281 yılında
önemli bir Yunan kolonisi olan Taranto'dan gelmiş ancak bu da savuşturulmuştur.[17][18]
Romalılar stratejik bölgelerde koloniler kurarak fethettikleri yerleri güvence altına almışlar ve
bölgede dengeli bir denetim sağlamışlardır.[19] M.Ö. 3. yüzyılın ikinci yarısında Roma,
Kartaca ile Pön savaşlarının ilkinde karşı karşıya geldi. Bu savaşlar sonunda Roma Sicilya ve
Hispanya'da ilk deniz aşırı fetihlerini yaptı ve önemli bir emperyal güç olarak yükselişe geçti.
[20][21]
M.Ö. 2. yüzyılda Makedonya ve Selefki imparatorluklarını bozguna uğrattıktan sonra
Romalılar Akdeniz'in hâkimi hâline geldiler.[22][23]

Ancak bu hâkimiyet iç çekişmelere yol açtı. Senatörler eyaletlerin üstünden zengin oldular
ancak çoğunluğu ufak çaplı çiftçi olan askerler daha uzun süre evlerinden uzak kalıyorlar ve
topraklarıyla ilgilenemiyorlardı. Ayrıca yabancı kölelere yönelik eğilim, maaşlı iş sayısını
azaltıyordu.[24][25] Savaş ganimetleri, yeni bölgelerdeki merkantilizm ve tımar sistemi zenginler
için yeni ekonomik fırsatlar yarattı ve yeni bir tüccar sınıfı olan atlı sınıfını ortaya çıkardı.[26]
Roma hukukuna göre Senato üyeleri ticaretle uğraşamıyordu. Dolayısıyla atlılar teoride
senatoya girseler de siyasi iktidar bakımından kısıtlandırılmışlardı.[27][26] Senato sürekli olarak
toprak reformlarını geri çevirerek atlı sınıfına hükümette daha fazla söz hakkı vermeyi
reddetti. Rakip senatörlerin kontrolündeki şehirli işsizlerden oluşan çeteler şiddet yoluyla
seçmenlere gözdağı veriyorlardı. M.Ö. 2. yüzyıl sonunda sulh hâkimi olan Gracchus
kardeşlerin patricilerin elindeki toprakları pleblere dağıtacak bir reform yasasını senatodan
geçirmeleriyle mesele kritik bir noktaya geldi. Her iki kardeş de öldürüldü ancak senato pleb
ve atlı sınıflarının huzursuzluğunu yatıştırmak için Gracchus kardeşlerin reformlarından
bazılarını geçirdi. Müttefik İtalyan şehirlerinin Roma vatandaşlığı alamamaları M.Ö. 91-88
yılları arasında yaşanan Sosyal Savaş'a neden oldu.[28] Marius'un yaptığı askerî reformlar,
askerlerin kumandanlarına şehre duyduklarından daha fazla bağlılık duymasına neden oldu.[29]
Bu Marius ile Sulla arasında Sulla'nın MÖ 81-79 yılları arasındaki diktatörlüğüyle
sonuçlanacak iç savaşa yol açtı.[30]

M.Ö. 1. yüzyılın ortalarında Jül Sezar, Pompey ve Crassus cumhuriyeti kontrol altına almak
için Birinci Triumvirate olarak bilinen gizli bir üçlü yönetim anlaşması yaptılar. Sezar'ın
Galya'yı fethetmesinden sonra senato ile Sezar'ın arası açıldı ve Sezar ile Pompey'in önderlik
ettiği senato güçleri arasında bir iç savaş çıktı. Savaşı Sezar kazandı ve ömür boyu diktatör
ilan edildi.[31] M.Ö. 44'de Sezar, tüm iktidarı kendi elinde toplamasına karşı olan senatörler
tarafından anayasal hükümeti geri getirmek amacıyla öldürüldü. Ancak sonrasında Sezar'ın
vârisi olarak gösterdiği Augustus ile Sezar'ın eski yandaşları Marcus Antonius ve Lepidus'tan
oluşan ikinci bir üçlü yönetim başa geldi.[32][33] Ancak bu ittifak çok geçmeden bir iktidar
mücadelesine dönüştü. Lepidus sürgüne gönderildi ve Augustus, Marcus Antonius ile
Kleopatra'yı M.Ö. 30'de Aktium savaşında yenerek M.Ö. 34'de Roma'nın tartışmasız
hükümdarı oldu.[34]

İmparatorluk [değiştir]
Ana madde: Roma İmparatorluğu

Tüm düşmanlarını yenen Augustus cumhuriyetin devlet yapısını görünüşte yerinde bırakarak
neredeyse tüm iktidarı elinde topladı.[35] Halefi Tiberius ciddi bir muhalefetle karşılaşmadan
başa geçti ve 68'de Nero'nun ölümüne kadar devam eden Julio-Claudian hanedanını kurdu.[36]
Artık imparatorluk olan Roma'nın genişlemesi ahlâksız ve yoz bazı imparatorlara (Caligula
tam anlamıyla deliydi ve Nero da gaddarlığı ve devlet işlerinden ziyade kişisel meselelerine
zaman ayırmasıyla bilinirdi) rağmen devam etti.[37][38] Julio-Claudian hanedanını Flavian
hanedanı takip etti.[39] "Beş İyi İmparator" döneminde (96-180) imparatorluk toprak genişliği,
ekononomi ve kültür bakımından doruk noktasına ulaştı.[40] Pax Romana sırasında iç ve dış
tehditlerden uzak Roma zenginleşti.[41][42] Trajan döneminde Daçya'nın fethiyle imparatorluk
en geniş sınırlarına ulaştı. Roma toprakları 6,5 milyon km²'lik bir alanı kapsıyordu.[43]

Roma İmparatorluğu'nun en geniş hâli

193 ile 235 yılları arasındaki döneme Severus hanedanı hâkim oldu ve Elagabalus gibi
yetersiz bazı hükümdarlar başa geçti.[44] Buna ilaveten ordunun kimin imparator olacağı
konusunda artan etkisi uzun süreli bir emperyal çöküşe ve Üçüncü Yüzyıl Krizi olarak
adlandırılan dış istilalara neden oldu.[45][46] Kriz Diocletianus döneminde aşıldı. Diocletianus
293 yılında imparatorluğu iki imparator ve onların yardımcılarından oluşan bir tetrarşi ile
yönetilmek üzere doğu ve batı olarak ikiye ayırdı.[47] Yarım yüzyıldan uzun bir süre birçok
ortak yönetici imparatorluğun başına geçmek için mücadele etti. 11 Mayıs 330'da imparator I.
Constantinus Byzantion'u Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan etti ve adını
Konstantinopolis olarak değiştirdi.[48] İmparatorluk 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu
(Bizans İmparatorluğu) ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ebediyen ikiye bölündü.[49]

Batı İmparatorluğu sürekli olarak barbar akınlarından muzdaripti ve imparatorluğun çöküşü


aşamalı olarak sürdü.[50] 4. yüzyılda Hunların batıya akını Vizigotların imparatorluk sınırları
içine irtica etmelerine neden oldu.[51] 410 yılında I. Alarik önderliğindeki Vizigotlar Roma
şehrini yağmaladılar.[52] Vandallar Galya, İspanya ve Kuzey Afrika'daki Roma topraklarını
istila ettiler ve 455'te Roma'yı yağmaladılar.[53] 4 Eylül 476'da Germen Odoakr, batının son
Roma imparatoru Romulus Augustus'u tahttan indirdi.[54] Yaklaşık 1200 yılın sonunda
Roma'nın Batı'daki egemenliği sona erdi.[55]

Doğu imparatorluğu ise Jüstinyen döneminde bir süreliğine de olsa Kuzey Afrika ve İtalya'yı
ele geçirdi. Ancak Jüstinyen'in ölümünden sonra Doğu Roma'nın Batı'da sahip olduğu
topraklar İtalya'nın güneyi ve Sicilya ile sınırlı kaldı.[56] Doğuda İslâm'ın yükselişi bir tehdit
unsuruydu. Müslümanlar Suriye ve Mısır'ı ele geçirdiler ve çok geçmeden Konstantinopolis'e
doğrudan bir tehdit oluşturmaya başladılar.[57] Ancak Doğu Roma 8. yüzyılda Müslümanların
kendi topraklarındaki ilerleyişini durdurmayı başardı ve 9. yüzyıldan itibaren kaybedilen
toprakları geri aldı.[58][57] MS 1000 yılında İmparatorluk, tarihinin en görkemli dönemini
yaşamaktaydı. Bu dönemde II. Basileios Bulgaristan ve Ermenistan'ı yeniden ele geçirmiş,
kültür ve ticaret gelişmişti.[59] Ne var ki, çok geçmeden bu ilerleme 1071'de yapılan Malazgirt
Savaşı ile aniden kesildi. Ardından da imparatorluk çöküşe geçti. İç çekişmeler ve Türk
istilaları sonunda imparator I. Aleksios Komnenos 1095'te Batı'dan yardım istemek zorunda
kaldı.[57] Karşılık olarak Batı Haçlı Seferleri düzenledi. Dördüncü Haçlı seferi'nde İstanbul
yağmalandı ve işgal edildi. İstanbul'un 1204 yılında işgal edilmesinin ardından imparatorluk
topraklarında ardıl devletler ortaya çıktı ve içlerinden İznik'de kurulan devlet galip geldi.[60]
Konstantinopolis'in geri alınmasından sonraki dönemde imparatorluk Ege kıyılarına
hapsolmuş bir Yunan devletinden ibaret hale geldi. Doğu imparatorluğu 29 Mayıs 1453'te
Fatih Sultan Mehmet önderliğinde Osmanlıların Konstantinopolis'i ele geçirmesiyle yıkıldı.[61]

Toplum [değiştir]

Gün batımında Kolezyum

Antik Roma'da yaşam, yedi tepe üzerine kurulmuş olan Roma şehri etrafında dönerdi. Şehirde
Kolezyum, Trajan Forumu ve Panteon tapınağı gibi birçok anıtsal yapı bulunuyordu. Yüzlerce
kilometre uzunluğundaki su yollarından gelen temiz suların aktığı çeşmeler, tiyatrolar ve
kütüphaneleri ve dükkânları bulunan hamamlar vardı. Antik Roma'nın kontrolünde olan
topraklarda ikamet binaları mütevazı evlerden kırsal kesimde bulunan villalara kadar çeşitlilik
gösteriyordu. Başkent Roma'daki Palatine tepesinde imparatorluk binaları bulunurdu. Alt ve
orta sınıflar şehir merkezinde, neredeyse bugünkü modern gettoları anımsatan apartmanlarda
otururlardı.

Roma şehri 1 milyona yaklaşan nüfusuyla döneminin en büyük şehriydi (19. yüzyıl Londra'sı
ile aynı nüfus).[62][63][64] Roma'daki kamusal alanlarda demir araba tekerleklerinin sesi o kadar
gürültü çıkartırdı ki bir keresinde Jül Sezar geceleri araba kullanımını yasaklamıştı. Tarihsel
tahminlere göre antik Roma yönetimi altında yaşayan halkın yüzde 20'si 10.000 ve daha fazla
nüfusa sahip şehir merkezlerinde ve askerî karargâhlarda yaşıyordu, ki bu sanayi devrimi
öncesi standartlara göre oldukça yüksek bir şehirleşme oranıdır. Bu şehir merkezlerinin
çoğunda bir forum, tapınaklar ve Roma'dakilere benzer ama daha ufak yapılar vardı.

Devlet [değiştir]

Roma, başlangıçta krallar tarafından yönetiliyordu.[65] Krallar sırayla Roma'nın başlıca


kabilelerinden seçiliyordu. Kralın gücünün sınırlarının ne olduğu konusunda kesin bir bilgi
yoktur. Mutlak iktidar sahibi de, Senato ve halkın baş yöneticisi de olabilir. En azından askerî
konularda kralın otoritesinin mutlak olduğu muhtemeldir. Kral aynı zamanda dinin de
başındaki kişiydi. Kralın dışında üç yönetici meclis vardı. Krala danışma kurulu olarak hizmet
veren Senato, kralın önerdiği yasaları onaylayıp geçiren Comitia Curiata ve halka duyuru
yapmak veya halkın belli olaylara tanıklık etmesi için kullanılan Comitia Calata.

Roma Cumhuriyeti'ndeki sınıf mücadeleleri demokrasi ve oligarşinin alışılmadık bir


harmanına neden olmuştu. Roma yasaları geleneksel olarak Comitia Tributa'nın oyuyla
geçiyordu. Aynı şekilde kamu görevlerine aday olanlar halk tarafından seçiliyordu. Ancak
danışma kurulu olarak hizmet veren Roma Senatosu oligarşik bir yapıydı. Cumhuriyet
döneminde senatonun otoritesi çok yüksekti fakat yasama gücü yoktu. Ne var ki, senatörlerin
bireysel olarak nüfuzu o kadar fazlaydı ki Senato'nun rızası olmadan herhangi bir şey elde
etmek pek kolay değildi. Yeni senatörler Censura tarafından en başarılı patriciler arasından
seçilirdi. Censura bir senatörü "ahlâksızlık" suçlamasıyla görevden alabilecek yetkiye de
sahipti.

Cumhuriyetin sabit bir bürokrasisi yoktu ve vergiler tımar sistemiyle toplanırdı. Devlet
mevkileri görevin başındaki kimsenin geliriyle finanse edilirdi. Herhangi bir vatandaşın elinde
çok fazla güç toplamasını engellemek için her yıl yeni magistralar seçilirdi ve magistralar
çalışma arkadaşlarından biriyle güçlerini paylaşmak zorundaydılar. Örneğin normal şartlarda
en yüksek mevkide iki konsül bulunurdu. Acil durumlarda ise geçici bir diktatör atanırdı.
Cumhuriyet boyunca yönetim sistemi yeni taleplere uyum göstermek amacıyla birkaç defa
elden geçmişti. Sonunda sürekli genişleyen Roma saltanatının kontrolü için yetersiz kaldığı
görüldü ve Roma İmparatorluğu kuruldu.

İmparatorluğun erken dönemlerinde cumhuriyetçi devlet yapısı görünüşte korundu. Roma


imparatoru yalnızca bir princeps, ya da "birinci vatandaş" olarak tanımlanıyordu. Senato
evvelce halk meclislerinin elinde olan tüm yasama gücünü ve hukukî yetkileri kendisinde
toplamıştı. Ancak zamanla imparatorların yönetimi giderek otokratikleşti ve senato da
imparator tarafından tayin edilen bir danışma kurulundan ibaret hale geldi. Cumhuriyetin
senatodan başka daimi bir devlet yapısı olmadığından imparatorluğa yerleşmiş bir bürokrasi
miras kalmamıştı. İmparator asistanlar ve danışmanlar tayin ederdi fakat devletin merkezî
bütçe gibi birçok kurumu eksikti. Bazı tarihçiler bunu imparatorluğun çöküşünde önemli bir
sebep olarak göstermişlerdir.

İmparatorluk toprakları eyaletlere ayrılmıştı. Gerek yeni toprakların işgal edilmesinden ötürü,
gerekse de güçlü yerel yöneticilerin isyan heveslerini kırmak için eyaletlerin daha küçük
parçalara bölünmesinden ötürü eyaletlerin sayısı zaman içinde artmıştır.[43] Augustus'un
iktidara gelmesinden sonra eyaletler valiyi seçen kuruma göre imparatorluk ya da senato
eyaletleri olarak ayrıldı. Diocletianus dönemindeki tetrarşi sırasında imparatorluk her birinin
başında bir praetor olan 12 psikoposluk bölgesine ayrıldı. Sivil ve askerî yönetim ayrıldı.
Sivil yönetim valiye, askerî kumandanlık ise dux'a verildi.
Yerel düzeyde ise kasabalar eski askerler veya alt sınıf Romalıların yaşadığı colonia ve azat
edilmiş köylülerin yaşadığı municipia olarak ikiye yarılmıştı.

Hukuk [değiştir]

Antik Roma'daki hukukî prensipleri ve uygulamalarının kökeni MÖ 449'dan kalma oniki


tablet yasalarına ve 530 yılı civarında imparator Jüstinyen'in yaptığı yasalara dayandırılabilir.
Jüstinyen'in kanunnamesiyle muhafaza edilen Roma hukuku Doğu Roma İmparatorluğu
boyunca devam etmiş ve Kıta Avrupası'nın batısında benzer yasal düzenlemelere temel
olmuştur. Roma hukuku daha geniş anlamda 17. yüzyılın sonuna kadar Avrupa'nın büyük
bölümünde uygulanmaya devam etti.

Jüstinyen ve Theodosius yasalarının da içerdiği üzere antik Roma hukukunun başlıca


kısımları Ius Civile, Ius Gentium ve Ius Naturale'den oluşuyordu. Ius Civile ("Yurttaş yasası")
Roma vatandaşlarının tâbi olduğu medenî kanundu.[66] Praetores Urbani vatandaşların taraf
olduğu davalarda yargı yetkisine sahip bireylerdi. Ius Gentium ("Milletler yasası") yabancılara
ve onların Roma vatandaşlarıyla olan münasebetlerinde uygulanan medenî kanundu.[67]
Praetores Peregrini vatandaşlarla yabancılar arasındaki davalarda yasama yetkisine sahip
bireylerdi. Ius Naturale tabii kanunu içine alan ve herkes için geçerli olan kanunlar
manzumesiydi.

Ekonomi [değiştir]

Antik Roma çok fazla doğal kaynağa ve insan kaynağına sahip fevkalade geniş bir alana
hükmediyordu. Roma ekonomisi tarım ve ticarete yoğunlaşmıştı. Serbest tarım ticareti
İtalya'nın görünümünü değiştirmiş ve MÖ 1. yüzyılda üzüm ve zeytin arsaları ithal hububat
fiyatlarıyla baş edemeyen küçük çiftçilerin yerini almıştı. Mısır, Sicilya, Tunus ve Kuzey
Afrika'nın alınması devamlı bir hububat akışı sağlamıştı. Zeytinyağı ve şarap İtalya'nın
başlıca ihraç ürünleri haline gelmişti. Nöbetleşe ekin uygulanmakla birlikte genel verimlilik
düşüktü ve hektar başına 1 ton civarındaydı.

MÖ 82-83 yıllarından bir denarius

Sanayi ve imalat faaliyetleri daha küçüktü. Bu alandaki en büyük faaliyetler dönemin


binalarının inşası için malzeme sağlayan madencilik ve taşocakçılığı idi. İmalatta üretim daha
küçük ölçekteydi ve genelde atölyeler ve en fazla 10 küsur işçi çalıştıran küçük fabrikalardan
ibaretti. Ancak bazı tuğla fabrikalarında yüzlerce işçi çalışırdı.

Peter Temin gibi bazı iktisat tarihçileri Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerindeki
ekonomisinin bir pazar ekonomisi ve verimlilik, şehirleşme ve sermaye pazarlarının gelişimi
bakımından o güne kadarki en gelişmiş tarım ekonomisi olduğunu savunurlar. O kadar ki
sanayi devrimi öncesi ekonomilerle, 18. yüzyıl İngiltere ekonomisi ve 17. yüzyıl Hollanda
ekonomisi ile mukayese edilebilir. Her tür ürünün pazarı vardı. Toprak, kargo gemileri ve
hatta sigorta pazarı da vardı.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ekonomi küçük arazilere ve ücretli iş gücüne dayalıydı.


Ancak yapılan fetihlerle köleler giderek çoğaldı ve ucuzladı. Cumhuriyetin son dönemlerinde
ekonomi büyük ölçüde gerek vasıflı gerekse vasıfsız işler için kullanılan köle gücüne
dayanıyordu. Bu dönemde kölelerin Roma Cumhuriyeti nüfusunun yüzde 20'sini, Roma
şehrinin ise yüzde 40'ını oluşturduğu tahmin edilmektedir. İmparatorluk döneminde fetihlerin
sona ermesinin ardından köle fiyatları ancak arttı ve maaşlı iş gücü köle tutmaktan daha
ekonomik hale geldi.

Antik Roma'da takas sistemi, genellikle vergi toplanmasında uygulandıysa da Roma'nın


oldukça gelişmiş bir madeni para sistemi vardı. Pirinç, bronz ve değerli madenlerden yapılan
madeni paralar imparatorluk içinde ve dışında kullanılmaktaydı. Hindistan'da bile Roma
paraları bulunmuştur. MÖ 3. yüzyıldan evvel orta İtalya'da bakır ağırlığına göre değiş tokuş
edilirdi. Orijinal bakır madeni paraların (as) bir pound bakır değeri vardı ama aslında ağırlığı
daha azdı. Böylece Roma parasının değeri giderek aslî değerinin üstüne çıktı. Nero'nun gümüş
denarius'un değerini düşürmeye başlamasından sonra değeri aslî değerinin üçte biri oranında
arttı.

Pazarlardan ziyade askerî karakolları birbirine bağlamak için inşa edilen Roma yollarının
tekerlekli araçlara göre tasarlandığı pek söylenemez. Atlar çok pahalı, yük hayvanları da çok
yavaştı. Bu yüzden MÖ 2. yüzyılda Roma deniz ticaretinin yükselişine kadar Roma toprakları
içinde emtia nakli oldukça azdı. Bu dönemde bir geminin Cádiz'den yola çıkıp Ostia
üzerinden tüm Akdeniz'i katederek İskenderiye'ye varması bir aydan az sürüyordu.[43]
Denizden yapılan nakliyat karadakinden 60 kez daha ucuzdu.

Sınıfsal yapı [değiştir]

Roma toplumu son derece hiyerarşik bir yapıya sahipti. Toplumun en alt kesiminde köleler
(servi), onların üstünde azledilmişler (liberti) ve en üstte de özgür doğmuş vatandaşlar (cives)
vardı. Özgür vatandaşlar da kendi aralarında sınıflara ayrılmıştı. En net ve eski ayrım
şecerelerini şehrin 100 kurucu atasına dayandırabilen patriciler ve bunu yapamayan plebler
arasındaydı. Siyasi, adli, iktisadi ve dini sahada imtiyazlı olan patriciler, devletin yüksek
memuriyetlerine ve rahipliklere seçilebiliyor; yazılı olmayan örf ve adete göre iş gören
toprakların bir kısmını işliyor, Roma mahkemelerinde yargıçlık vazifesini yine yalnız onlar
görüyordu. Devlet kullanmadığı toprakları vatandaşlarına ufak bir ücret karşılığında satıyordu
ki, bundan asıl faydalananlar yine particiler oluyordu. Böylece elinde gayet az bir toprağı olan
pleb bir vatandaş askere giderken, (silah,elbise)gerekli bütün masrafları kendisi karşılamak
zorunda olduğu için, durumu büsbütün bozuluyor ve bunu düzeltmek için, durumu iyi
olanlardan aldığı borcunu vaktinde ödeyemediği zaman, köle oluyordu. Cumhuriyetin sonraki
dönemlerinde bazı pleb sınıfına mensup ailelerin zenginleşerek politikaya girmeleri ve bazı
patricilerin darboğaza düşmeleriyle bu ayrım daha önemsiz hale geldi. Patrici olsun, pleb
olsun sülalesinde bir konsül bulunan herkes asil (nobilis) sayılırdı. Marius ve Cicero gibi
geldiği ailenin çıkardığı ilk konsül olan kişiler novus homo (yeni adam) olarak bilinirdi ve
torunlarına asil sıfatı kazandırırdı. Yine de patrici kökenli olmanın hatırı sayılır bir itibarı
vardı ve dinî görevlerin çoğu yalnızca patricilere açıktı.

Kökeninde askeri hizmete dayalı bir sınıf ayrımı daha önemli hale geldi. Bu sınıfların
mensupları belirli aralıklarla Yargıçlar tarafından mülklerine göre belirlenirdi. En zengin
olanlar siyasete hükmeden ve orduya kumandanlık eden Senato mensubu sınıftı. Ardından
başlangıçta gücü savaş atı edinmeye yeten ve bir tüccar sınıfı oluşturan equestrianlar (atlı
sınıfı ya da şövalyeler) gelirdi. Ardından edinebildikleri askerî teçhizatlara göre bir dizi sınıf
gelirdi. En altta ise hiçbir mülkü olmayan vatandaşlardan oluşan proletarii vardı. Marius'un
reformlarından önce orduda görev alma hakları yoktu ve zenginlik ve itibar bakımından
azledilmişlerin bir basamak üstündeydiler.

Cumhuriyet döneminde oy verme yetkisi de sınıflara göre değişiyordu. Vatandaşlar seçmen


"kabilelerine" kayıtlıydılar. Zengin sınıfların kabileleri yoksul sınıflara oranla daha az üyeye
sahipti. Proletarii'nin tamamı tek bir kabileye kayıtlıydı. Oy verme işlemi sınıf sırasıyla
yapılırdı ve kabileler çoğunluğu elde eder etmez tamamlanırdı, dolayısıyla yoksul sınıflar
çoğu zaman oy bile kullanamazlardı.

Müttefik yabancı şehirlere genellikle Latin Hakkı verilirdi. Bu vatandaşlarla yabancılar


(peregrini) arasında bir statüydü. Bu hakla söz konusu şehrin önde gelen magistraları Roma
vatandaşı olabiliyordu. Latin haklarının farklı seviyeleri vardı ancak esas ayrım con suffrage
("oy veren"; bir Roma kabilesine kayıtlı ve comitia tributa'da yeralabilen) ile sans suffrage
("oy veremeyen"; Roma siyasetinde yer alamayan) arasındaydı. Roma'nın İtalya'daki
müttefiklerinden bazılarına MÖ 91-88 arasında yaşanan Sosyal Savaş'tan sonra tam
vatandaşlık verilmişti. 212 yılında ise tam Roma vatandaşlığı Caracalla tarafından
imparatorluktaki tüm özgür doğmuş kişilere verilmiştir. Kadınların bazı temel hakları vardı
ancak tam vatandaş sayılmıyorlardı, dolayısıyla oy vermeleri ya da siyasette yer almaları söz
konusu değildi.

Aile [değiştir]

Roma toplumunun temel birimleri ev halkı ve ailelerdi.[68] Ev halkı evin reisi paterfamilias
(ailenin babası), karısı, çocukları ve diğer akrabalardan oluşuyordu. Üst sınıflarda köleler ve
hizmetkârlar da ev halkının bir parçasıydı.[68] Evin reisinin kalan ev halkı üzerindeki gücü
(patria potestas, "babanın gücü") çok fazlaydı. Aile üyelerini evlenmeye ya da boşanmaya
zorlayabilir, çocuklarını köle olarak satabilir, ailesindekilerin mallarına el koyabilir ve hatta
aile üyelerini öldürebilirdi (ancak bu sonuncusunun MÖ 1. yüzyıldan sonra kalktığı
anlaşılmaktadır).[69]

Patria potestas yetişkin erkek evlatların üzerinde bile geçerliydi. Bir erkek babası hayatta
olduğu sürece paterfamilias olamadığı gibi gerçek anlamda mülk sahibi de olamıyordu.[69][70]
Roma tarihinin erken dönemlerinde bir kız evlat evlendiğinde kocasının ailesinin
paterfamilias'ının kontrolüne (manus) geçerdi. Ancak cumhuriyetin son dönemlerinde
kadınların kendi babalarının ailesini gerçek ailesi olarak seçebilmeleriyle bu durum
değişmiştir.[71] Ne var ki Romalılar şecereyi erkeğin soyuna göre tuttuklarından kadının
doğurduğu çocuklar kocasının ailesine ait oluyordu.[72]

Birbirine akraba ev halkları bir aile (gens) oluştururlardı. Aileler kan bağı (veya evlatlık)
üzerine dayalıydı ancak aynı zamanda siyasi ve ekonomik ittifaklardı. Özellikle Roma
Cumhuriyeti döneminde bazı güçlü aileler, ya da Gentes Maiores siyasi yaşama hâkim
olmuşlardır.

Antik Roma'da evlilik özellikle üst sınıflarda romantik bir ilişkiden ziyade çoğunlukla malî ve
siyasi bir ittifak olarak görülürdü. Babalar genellikle kızları on iki, on dört yaşlarına
geldiklerinde koca arayışına girerlerdi. Koca neredeyse istisnasız olarak gelinden daha yaşlı
olurdu. Üst sınıfa mensup kızlar çok genç yaşta evlenirken daha alt sınıftan kızların onlu
yaşlarının sonlarında veya yirmili yaşlarının başlarında evlendiklerine dair kanıtlar vardır.

Eğitim [değiştir]

Cumhuriyetin erken dönemlerinde okul olmadığından erkek çocukları okuma yazmayı ya


ebeveynlerinden ya da genellikle Yunan kökenli olan paedagogi adı verilen eğitimli
kölelerden öğreniyorlardı.[73][74][75] Bu dönemde eğitimin başlıca amacı delikanlıları tarım,
savaş, Roma gelenekleri ve kamu işleri konusunda eğitmekti.[73] Genç erkekler şehir hayatını
babalarına dinî ve siyasi görevlerinde eşlik ederek öğrenirlerdi.[74] Asillerin oğulları Senato'da
da babalarına eşlik ederlerdi. Asillerin oğulları 16 yaşına geldiklerinde önde gelen bir siyasi
şahsiyetin yanına stajyer olarak verilir ve 17 yaşına geldiklerinde orduyla sefere
gönderilirlerdi (bu sistem imparatorluk döneminde de bazı asil aileler arasında geçerliydi).[74]
Eğitim faaliyetleri MÖ 3. yüzyılda Helen krallıklarının fethedilmesi ve sonrasındaki Yunan
etkisiyle ıslah edilmişti ancak yine de Roma eğitimi hâlen Yunan eğitiminden oldukça
farklıydı.[76][74] Ebeveynlerin imkânları elveriyorsa erkek çocukları ve bazı kız çocukları 7
yaşında lüdus adı verilen özel okula gönderilirdi. Burada 11 yaşına kadar litterator veya
magister adı verilen ve genellikle Yunan kökenli olan bir öğretmenden temel okuma yazma,
aritmetik ve bazen de Yunanca öğrenirlerdi.[77][74][75] 12 yaşından itibaren öğrenciler ortaokula
devam ederlerdi. Burada grammaticus adı verilen öğretmenden Yunan ve Roma edebiyatını
öğrenirlerdi.[74][77] 16 yaşında bazı öğrenciler belagat okuluna giderlerdi. Buradaki hocalar da
neredeyse istisnasız Yunandı ve kendilerine rhetor denirdi.[74][77] Bu okullar öğrencileri hukuk
kariyerine hazırlıyordu ve öğrenciler Roma yasalarını ezberlemek zorundaydı.[74] Dinî günler
ve pazar günleri dışında öğrenciler her gün okula giderdi. Yaz tatilleri vardı.

Kültür [değiştir]
Dil [değiştir]
Ana madde: Latince

Romalıların ana dili Latinceydi.[78] Alfabede Yunan alfabesini temel almış olan Etrüsk alfabesi
esas alınmıştı.[79] Her ne kadar günümüze kalan Latin edebiyatının dili MÖ 1. yüzyılda ortaya
çıkan ve yapay, fazlasıyla sitilize edilmiş ve kibarlaştırılmış bir edebi lisan olan Klasik
Latince olsa da Roma İmparatorluğu'nda günlük konuşma dili Klasik Latinceden gramer,
kelime haznesi ve telaffuz bakımından belirgin bir farklılık gösteren Genel Latince idi.[80]

Roma İmparatorluğu'nun yazışma dili Latince olmakla birlikte Romalıların öğrendikleri


edebiyatın büyük bölümü Yunanca kaleme alındığından iyi eğitimlilerin arasındaki konuşma
dili Yunanca idi. Doğu imparatorluğunda Latince hiçbir zaman Yunancanın yerini alamadı ve
Jüstinyen'in ölümünden sonra Yunanca Doğu Roma İmparatorluğu'nun resmî dili oldu.[81]
Roma İmparatorluğu'nun genişlemesiyle Latince Avrupa'da yayılmış ve zaman içinde Genel
Latince farklı yerlerde evrim geçirerek ve lehçeleşerek farklı Roman Dilleri haline gelmiştir.

Bugün akıcı bir şekilde konuşabilenlerin sayısı oldukça az olmakla birlikte Latince Roma
Katolik Kilisesi'nin ve Vatikan'ın resmî dilidir. Ayrıca Latincenin Lingua franca'nın
kullanımında da payı vardır. 19. yüzyılda Fransızca, 20. yüzyılda da İngilizcenin yerini
doldurduğu Latince yine de dinî, hukukî ve bilimsel terminolojilerde yoğun bir şekilde
kullanılır. İngilizcedeki bilimsel kelimelerin yüzde 80'inin doğrudan ya da dolaylı olarak
Latinceden geldiği hesaplanmıştır.
Din [değiştir]
Ana madde: Roma mitolojisi

Zeus büstü

Roma'nın eski dini, en azından tanrılar söz konusu olduğunda yazılı anlatımlarla değil tanrılar
ve insanlar arasındaki karmaşık ilişkilerle oluşturulmuştu.[82] Yunan mitolojisinin aksine
tanrılar cisimleşmiş değil numina adı verilen muğlak bir şekilde tanımlanmış kutsal ruhlardı.
Romalılar aynı zamanda herkesin, her yerin veya her şeyin ebedî bir ruhu olduğuna
inanırlardı. Roma Cumhuriyeti döneminde din, senatörlük mevkisine gelmiş kimselerin görev
aldığı ruhban makamlarından oluşan sıkı bir sistemin altında örgütlenmişti.

Yunanlarla temas arttıkça eski Roma tanrıları da giderek Yunan tanrılarıyla ilişkilendirilmeye
başlandı.[83] Jüpiter Zeus ile aynı tanrı konumuna geldi. Mars Ares ile, Neptün de Poseydon ile
aynı konuma geldi. Roma tanrıları aynı zamanda Yunan tanrılarının vasıflarını ve
mitolojilerini de üstlendi. Roma tanrılarının antropomorfik nitelikler kazanması ve Yunan
felsefesinin iyi eğitimli Romalılar arasında yaygınlaşmasıyla eski dinî törenlere ilgi azaldı ve
MÖ 1. yüzyılda eski ruhban makamlarının siyasi nüfuzu devam etmekle birlikte dinî önemi
ciddi biçimde azaldı. Roma dini giderek daha fazla imparatorluk sarayına temerküz etmeye
başladı ve bazı imparatorlar ölümlerinin ardından tanrılaştırıldı.

İmparatorluk döneminde Romalılar ele geçirdikleri yerlerin mitolojilerini benimsediler ve


bunun sonucunda geleneksel İtalyan tanrı ve tanrıçalarının tapınakları ve rahipleri, yabancı
tanrılarla yan yana yer almaya başladı.[84] Mısır'ın Isis'i ve Perslerin Mitras'ı gibi birçok
yabancı inanç popüler hale geldi. 2. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık başlangıçta karşılaştığı
zulme rağmen İmparatorluk içinde yayılmaya başladı. İmparator Nero döneminden itibaren
Roma'nın Hıristiyanlık'a karşı resmî tavrı olumsuzdu. İnsanlar sırf Hıristiyan oldukları için
ölümle cezalandırılabiliyordu. İmparator Diokletian yönetiminde Hıristiyanlara yönelik zulüm
doruğa çıktı. Ancak Büyük Konstantin döneminde Hıristiyanlık Roma devletinde resmî olarak
desteklenen bir din haline geldi ve oldukça popüler oldu. İmparator Iulianos döneminde pagan
inanışın başarısızlıkla sonuçlanan diriltilme çabalarından sonra Hıristiyanlık imparatorluğun
kalıcı dini haline geldi.[85] 391 yılında imparator I. Theodosius'un bir fermanıyla Hıristiyanlık
dışındaki tüm dinler yasaklandı.[86]

Sanat, müzik ve edebiyat [değiştir]

Roma resim sanatında Yunan etkileri görülür. Günümüze kalan örnekler ağırlıklı olarak şehir
dışındaki villaların duvarlarını ve tavanlarını süslemek için kullanılan fresklerdir. Ancak
Roma edebiyatında tahta, fildişi ve başka malzemelerin üzerine yapılan resimlerden de
bahsedilir.[87][88] Pompei'de Roma resim sanatına ait birçok örnek bulunmuştur ve bunlara
dayanarak sanat tarihçileri Roma resim sanatı tarihini dört döneme ayırırlar. Roma resim
sanatının birinci üslubu MÖ 2. yüzyılın başından MÖ 1. yüzyılın başlarına ya da ortalarına
kadar olan dönemde uygulanmıştır. Roma resminin ikinci üslubu MÖ 1. yüzyılın ilk yıllarında
başlamış ve üç boyutlu mimari çizgileri ve manzaraları gerçekçi bir şekilde resmetmeyi
amaçlamıştır.

M.S. 50 yılı civarında Nero döneminden bir genç kız portresi.

Üçüncü üslup Augustus'un (MÖ 27-MS 14) döneminde ortaya çıkmış ve basit süslemeyi
tercih ederek ikinci üslubun gerçekçiliğini reddetmiştir. Ufak bir mimari görüntü, manzara
veya soyut tasarım tek renkli bir fonun ortasına konuluyordu. MS 1. yüzyılda ortaya çıkan
dördüncü üslup ise mimari detayları ve soyut desenleri muhafaza ederek mitolojiden sahneler
resmediyordu.[87][88]

Portre heykelciliği genç ve klasik orantıları kullanıyordu, daha sonradan gerçekçilik ve


idealizmin bir harmanına doğru evrilmiştir. Antonin ve Severan dönemlerinde daha gösterişli
saçlar ve sakallar ağırlık kazandı. Ayrıca Roma zaferlerini resmeden kabartma sanatında da
ilerleme kaydedilmiştir.

Latince edebiyat başlangıcından itibaren Yunan yazarlardan ciddi biçimde etkilenmiştir.


Günümüze kalan en eski çalışmalardan bazıları Roma'nın erken dönem askeri tarihinin
destansı anlatımlarıdır. Cumhuriyet geliştikçe yazarlar da şiir, komedi, tarih ve tragedya
yazmaya başladılar.

Roma müziği büyük ölçüde Yunan müziğine dayanıyordu ve Roma hayatının birçok alanında
önemli bir rolü vardı.[89] Roma ordusunda tuba (uzun bir trompet) ve cornu (kornoya
benzeyen bir çalgı) bazı emirleri vermek için kullanılırdı. Öte yandan bucina ve lituus
törenlerde kullanılırdı.[90] Müzik amfitiyatrolarda dövüş aralarında ve odea'da çalınırdı.[91] Dinî
törenlerin çoğunda müzik çalınırdı.[92] Bazı müzik tarihçileri müziğin tüm kamusal
kutlamalarda kullanıldığını düşünmektedir.[89] Ancak müzik tarihçileri Romalı müzisyenlerin
müzik kuramına veya çalımına önemli bir katkıda bulunup bulunmadığı konusunda emin
değiller.[89]

Pompei ve Herkulaneum'da bulunan grafitiler, genelevler, resimler ve heykeller Romalıların


gayet seks doygunu bir kültüre sahip olduklarını ortaya koymaktadır.[93]
Oyunlar ve aktiviteler [değiştir]

Roma gençliği zıplama, güreş, boks ve yarış gibi çeşitli oyun ve egzersizlerle uğraşırdı.[94]
Taşrada zenginler boş zamanlarında balık tutmakla ve avcılıkla da vakit geçirirlerdi. [95]
Romalıların, içlerinden biri Amerikan hentbolunu andıran çeşitli top oyunları da vardı.[94] Zar
oyunları, kutu oyunları ve kumar oyunları Romalılar arasında oldukça popülerdi. Kadınlar bu
aktivitelere katılmazdı. Zenginler arasında zaman zaman müzik, dans ve şiir okumasının da
olduğu akşam yemeği davetleri bir eğlence imkânıydı.[96] Her ne kadar eğlence kabilinden
yemekler genellikle tavernaları hor görmek anlamına gelse de plebler de bazen bu tür partilere
kulüpler veya tanıdıklar vasıtasıyla katılırlardı.[96] Çocuklar oyuncaklarla vakit geçirir ve
birdirbir gibi oyunlar oynarlardı.[95][96]

Popüler bir eğlence türü de gladyatör dövüşleriydi. Gladyatörler muhtelif senaryolara göre
muhtelif silahlarla ya ölümüne ya da "ilk kana" göre dövüşürlerdi. Bu dövüşler imparator
Claudius döneminde popülerliklerinin zirvesine ulaştı ve Claudius dövüşün nihaî sonucunun
imparator tarafından bir el jestiyle belirlenmesi kuralını getirdi. Filmlerdeki yaygın
uygulanışın aksine bazı uzmanlar ölüm için verilen işaretin aşağı gösteren baş parmağı
olmadığına inanmaktadır. Her ne kadar hiç kimse jestlerin tam olarak neler olduğunu bilmese
de bazı uzmanlar imparatorun ölüm işaretini yumruğunu kazanan dövüşçüye doğru uzatıp baş
parmağını yukarı doğru kaldırarak verdiğini, kaybeden dövüşçüyü bağışladığında ise yalnızca
yumruğunu kaldırdığını düşünmektedir.[97] Başka ülkelerden getirilmiş olan hayvanların halka
teşhir edildiği veya gladyatör dövüşlerine dahil edildiği hayvan gösterileri de Romalılar
arasında popülerdi. Bir mahkum ya da gladyatör silahlı veya silahsız arenaya atılır ve bir
hayvan da aynı arenaya salıverilirdi. Dövüşlere katılan gladyatörler senede yalnızca on gün
dövüşürlerdi ve tek bir ölümüne dövüşte bugünün parasıyla 500.000 avro kazanırlardı.

Roma'nın bir başka popüler mekanı Circus Maximus esas olarak at ve araba yarışları için
kullanılırdı ve hipodromu sel bastığında deniz savaşları düzenlendiği bile olurdu. Ayrıca
başka etkinlikler için de kullanılırdı.[98] 385.000 kişilik kapasiteye sahip[99] bu mekana
Roma'nın her yerinden insan gelirdi. Birinde yedi büyük yumurta, diğerinde de yedi yunus
bulunan iki tapınak Circus Maximus'un pistinin ortasında bulunurdu ve yarışçılar bir tur
tamamladıklarında ikisinden de birer tane azaltılırdı. Bunun amacı izleyicileri ve yarışçıları
yarışın istatistiklerinden haberdar etmekti. Spor mücadeleleri dışında Circus Maximus pazar
ve kumar alanıydı. İmparator gibi yüksek konumdaki yetkililer de Circus Maximus'daki
oyunları izlerdi zira tersi kabalık kabul edilirdi. Onlarla birlikte şövalyeler ve yarışla alakalı
birçok kişi, herkesin yukarısındaki özel koltuklarında otururlardı. Ayrıca imparatorun bir
takım tutması da kabalık kabul edilirdi. Bin yıldan uzun süre ayakta kalan Circus Maximus
MÖ 600 yılında inşa edilmiş ve buradaki son at yarışı MS 549'da yapılmıştır.

Teknoloji [değiştir]
Roma dönemine ait bir abaküs - RGZ-Müzesi Mainz

Antik Roma dönemin en etkileyici teknolojik becerilerine sahipti. Orta Çağ'da yok olacak ve
ancak 19. ve 20. yüzyıllarda yakalanacak birçok ilerleme kaydetmişlerdi. Ancak başka
kültürlerin teknolojilerini benimsemek ve birleştirmek konusunda becerikli olmakla birlikte
Roma medeniyetinin pek yenilikçi ve ilerlemeci olduğu söylenemez. Romalıların birçok
pratik yenilikleri daha evvelki Yunan tasarımlarından uyarlanmıştı. Yeni fikirlerin
geliştirilmesi pek teşvik edilmezdi. Roma toplumu büyük bir aileyi akıllıca yönetebilen
belagatı kuvvetli bir askeri ideal kabul ediyordu. Roma hukuku fikrî mülkiyet ya da keşiflerin
desteklenmesiyle ilgili bir yasa içermiyordu. "Bilim adamı" ya da "mühendis" gibi kavramlar
henüz yoktu ve ilerlemeler hünerlerine göre yeni teknolojileri ticaret sırrı gibi gizleyen
kıskanç zanaatkârlara havale edilmişti. Yine de bir dizi hayati teknolojik hamle geliştirildi ve
mükemmel biçimde kullanılarak Roma'nın hâkimiyetine ve Avrupa üzerindeki etkisine büyük
katkı sağladı.

Mühendislik [değiştir]

Roma mühendisliği Roma'nın teknolojik üstünlüğünde ve mirasında büyük bir paya sahipti.
Yüzlerce yol, köprü, su yolu, hamam, tiyatro ve arena inşa edilmişti. Kolezyum, Pont du Gard
ve Panteon gibi birçok anıt Roma mühendisliği ve kültürünün mirası olarak hâlen
durmaktadır.

Mimari [değiştir]

Romalılar özellikle mimari çalışmalarıyla ünlüydü. Roma mimarisi Yunan gelenekleriyle


birlikte "klasik mimari" içinde gruplandırılır. Ancak Roma Cumhuriyeti boyunca Roma
mimarisi üslup bakımından Yunan mimarisiyle neredeyse aynı olmuştur. Roma ve Yunan
binaları arasında birçok fark olsa da Roma, Yunanistan'ın değişmeyen, formule edilmiş bina
tasarımları ve orantılarından fazlasıyla etkilenmiştir. İki yeni sütun düzeni ve Etrüsk
kemerinden alınan kubbe dışında Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar çok az mimari yeniliğe
imza atılmıştır.

MÖ 1. yüzyılda Romalılar sayısız cesur mimari tasarıma imkân veren betonu kullanmaya
başladılar. Daha önceleri inşaat işlerinde mermer kullanılıyordu. Yine MÖ 1. yüzyılda
Vitruvius muhtemelen tarihteki ilk bilimsel mimari inceleme olan De architectura'yı yazdı.
MÖ 1. yüzyılın sonlarında Romalılar MÖ 50 yılı civarında Suriye'de icad edilen cam üflemeyi
kullanmaya başladılar. Mozaik de Sulla'nın Yunanistan seferinden getirilen örneklerden sonra
imparatorluk içinde çok popüler hale geldi.
İstanbul'daki Romalılardan kalma Bozdoğan su kemeri

Yollar [değiştir]

Beton, döşemeli ve dayanıklı Roma yollarının yapımına imkân sağladı. Bu yolların büyük
bölümü Roma'nın çöküşünden bin yıl sonra bile hâlâ kullanılmaktaydı. Roma İmparatorluğu
içinde böyle geniş ve etkin bir seyahat ağının inşa edilmesi Roma'nın gücünü ve nüfuzunu
çarpıcı bir biçimde arttırmıştı. Başlangıçta askerî amaçlarla, Roma lejyonlarını hızlı biçimde
konuşlandırmak için inşa edilen bu yolların çok büyük ekonomik önemi vardı. Roma'nın bir
ticaret kavşağı olarak konumunu güçlendiriyorlardı. Romalılar mola yerleri ve gereken
yerlerde köprüler inşa etmişler, kuryeler için sevkıyatın 24 saatte 800 kilometre yol
yapmasına imkân veren vardiyalı at sistemini kurmuşlardı.

Su yolları [değiştir]

Romalılar şehirlere, sanayi bölgelerine ve tarım alanlarına su sağlamak için sayısız su yolları
inşa etmişlerdir. Roma şehri toplamda uzunlukları 350 kilometre olan on bir su yoluyla
besleniyordu.[100] Su yollarının büyük bölümü yerin altındaydı. Yalnızca ufak bir bölümü
kemerlerle desteklenmiş olarak yerin üstündeydi. Tamamen yerçekimi gücüyle işleyen su
yolları iki bin yıldır aşılamayan bir etkinlikle çok büyük miktarda su taşıyorlardı. Bazen 50
metreden daha derin çukurlarda suyu yukarı çıkarmak için sifon kullanılırdı.

Kanalizasyon [değiştir]

Romalılar sağlık koşullarında da büyük ilerlemeler yaptılar. Romalılar özellikle thermae adı
verilen hamamlarıyla bilinirdi. Hamamlar hijyen kadar sosyal amaçlı da kullanılırdı. Çoğu
Roma evinde tuvalet, boru tesisatı ve Cloaca Maxima adı verilen karmaşık bir kanalizasyon
sistemi vardı. Bazı tarihçiler kanalizasyon ve boru tesisatlarında kullanılan kurşunun
doğumlarda azalmaya ve Roma toplumunun güçten düşmesine neden olan geniş çaplı bir
zehirlenmeye sebep olduğunu, bunun da Roma'nın çöküşüne yol açtığını düşünmüşlerdir.
Ancak su yollarından gelen suyun akışı durdurulamadığından kurşunun içeriği en aza inmiş
olmalıydı.[101]

Ordu [değiştir]
Eski Roma ordusu (M.Ö. 500 civarı) dönemin diğer şehir devletleri gibi Yunan
medeniyetinden etkilenmişti. Bunlar hoplite adı verilen ağır piyade taktikleri uygulayan
vatandaşlardan oluşan milislerdi. Ordu küçüktü (askerlik çağına gelmiş özgür erkeklerin
sayısı 9.000 kadardı) ve üçü ağır piyade, ikisi de hafif piyadelerden oluşan beş kısımda (siyasi
olarak vatandaşların örgütlendiği comitia centuriata'ya paralel olarak) örgütlenmişti. Eski
Roma ordusu taktik bakımından sınırlıydı ve bu dönemdeki varlığı esas olarak savunmaya
yönelikti.[102] MÖ 3. yüzyıla gelindiğinde Romalılar hoplite tertibinden vazgeçerek muharebe
alanında daha bağımsız hareket edebilen, sayıları 120 ilâ 160 arasında değişen maniple adında
daha esnek bir sistem kurdular. Destek askerleriyle her biri on manipleden oluşan üç destek
hattının oluşturduğu 30 maniplelik bir grup bir lejyon oluyordu. Eski cumhuriyet lejyonu her
biri farklı donanıma sahip ve dizilişteki yerleri farklı, üç manipular ağır piyade (hastai,
principeler ve triarii), bir hafif piyade gücü (veliteler) ve süvarilerden (equiteler) meydana
gelen beş kısımdan oluşuyordu. Yeni örgütlenmeyle birlikte ordu komşu şehir devletlere karşı
daha saldırgan ve mütecaviz bir yönelim içine girdi.[103]

Trajan sütunundaki asker kabartmaları

Tam gücüyle erken dönemde bir Cumhuriyet lejyonu 3.600 ilâ 4.800 arasında değişen
miktarda ağır piyade, birkaç yüz hafif süvari ve birkaç yüz süvari ile toplamda 4.000 ile 5.000
arasında değişen miktarda adamdan oluşurdu.[104] Lejyonlar asker alımındaki noksanlıklar ya
da kazalar, savaşlardaki kayıplar, hastalı ve firar yüzünden sık sık güç kaybederdi. İç savaş
sırasında Pompey'in lejyonları yeni askerlerden kurulduğu için tam güce sahipti. Öte yandan
Sezar'ın lejyonları ise uzun Galya seferi yüzünden normal güçlerinin çok altındaydılar. Bu
durum yardımcı kuvvetler için de geçerliydi.[105]

Goldsworthy'nin anlattığına göre gerek Yunan ve Romalı phalanx (mızraklı, kalkanlı asker
alayı), gerekse Roma lejyonları düşmanla tek seferlik, hızlı ve sonuca götüren büyük ölçekli
muharebelerde savaşmak üzere tasarlanmıştı. Bunda genellikle oldukça başarılıydılar.[106]
Cumhuriyetin son dönemlerinde (MÖ 100 civarları) Marius'un reformları sırasında
örgütlenmede yapılan yeni değişiklikler orduyu daha esnek, çabuk toparlanan ve çok yönlü bir
güç haline getirdi. Lejyon artık eski maniplenin (artık adları centuriae idi ve kumandanları da
centuriandı) üçünden meydana gelen her biri 480 adamdan oluşan on piyade taburuna
bölünmüştü.[107] Ayrıca veliteler ve (muhtemelen) equiteler saf dışı bırakılmış yerlerine
auxilia (süvariler, okçular ve sapancılardan oluşan yedek birlikler) ve hafif piyadeler
(genellikle vatandaş olmayanlardan kurulurdu) getirilmişti. Lejyon içinde bundan başka alt
bölümler olmamakla birlikte lejyonerlerin beraberinde doktorlar, mühendisler, teknisyenler,
topçular gibi çok sayıda vasıf sahibi adam bulunurdu.[108] Bir piyade taburundaki centuriaeler
birleşik bir komuta yapısına sahiptiler ve taburdaki diğer centuriaeler ile tek bir birim olarak
çalışmakta deneyimliydiler. Taburlar halinde örgütlenmiş bir lejyonu kontrol etmek daha
kolaydı. Taburları ayırmak kolaydı. Muharebe alanında gerekli olduğunda ya da birbirinden
ayrı daha küçük kuvvetlere ihtiyaç duyulduğunda bağımsız hareket edebiliyorlardı. Bu yüzden
taburlar halinde örgütlenen lejyonlar neredeyse her ölçekte harekatı yürütebiliyordu.[109]
Tarihte üç uzun süreli akım Roma ordusunun gelişimini belirler: Profesyonelleşmenin
artması, askere alınanların tabanının genişlemesi ve askerî birimlerin çeşitliliğinde ve
esnekliğinde bir artış. Cumhuriyet döneminin sonuna kadar tipik bir lejyoner kırsal kesimden
(adsiduus) mülk sahibi bir çiftçi vatandaştı.[110] Belirli harekâtlarda (genellikle yıllık) görev
yapar, kendi teçhizatlarını ve equite iseler kendi binek hayvanlarını tedarik ederlerdi. Harris'e
göre MÖ 200'e kadar ortalama bir çiftçi (eğer hayatta kalırsa) altı veya yedi harekâtta görev
alabiliyordu. Azlolunanlar, köleler (her nerede yaşarlarsa yaşasınlar) ve şehirde oturan
vatandaşlar ender yaşanan acil durumlar dışında orduda görev yapmıyorlardı.[111] MÖ 200'den
sonra insan gücüne duyulan ihtiyacın artmasıyla kırsal alanlardaki ekonomik şartlar bozuldu,
dolayısıyla da askerlik için gerekli mülk nitelikleri düştü. MÖ 107'de Gaius Marius ile
başlayarak mülksüz vatandaşlar ve bazı şehirli vatandaşlar (proletarii) da teçhizatları
sağlanarak askere alınmaya başladı ancak lejyonerlerin büyük bölümü yine kırsal kesimdendi.
Hizmet süreleri devamlı ve uzun hale geldi. Eğer gerekirse 20 yıl kadar sürebiliyordu ancak
Brunt bu sürenin genellikle altı ya da yedi yıl olduğunu savunur.[112] MÖ üçüncü yüzyıldan
başlayarak lejyonerlere stipendium ödenirdi (miktarı tartışmalıdır ama Sezar'ın askerlerinin
maaşlarını yılda 225 denarii yaparak iki katına çıkardığı bilinmektedir). Lejyonerler başarılı
harekâtlarda yağma yapabilir ve komutanlarından ganimet alabilirlerdi. Ayrıca Marius
zamanından başlayarak emekliliklerinde toprak da verilebiliyordu.[113] Bir lejyona eşlik eden
süvari ve hafif piyadeler genellikle görev yaptıkları bölgeden toplanırdı. Bu askerler yerel
şartları tanır ve bölgeye uygun bir tarzda savaşırlardı.[114] Sezar Galya seferinde görev
yapmaları için Gallia Narbonensis'deki vatandaş olmayan nüfustan Beşinci Alaudae adında
bir lejyon kurmuştu.[115] İç savaş sırasında büyük ordulara ihtiyaç duyulduğundan iki taraf da
vatandaş olmayanlardan meydana gelen lejyonlar kurmuştu.[114] Augustus dönemine
gelindiğinde vatandaş asker fikrinden vazgeçildi ve lejyonlar tamamen profesyonel hale geldi.
Lejyonerler yıllık 900 sesterius kazanıyordu ve emekliliklerinde 12.000 sesterius
alabiliyorlardı.[116]

İç savaşın sonunda Augustus askerleri tahliye edip, lejyonları dağıtarak Roma askerî güçlerini
yeniden örgütledi. 28 lejyon oluşturdu. Bunlar artık Ren ve Tuna nehirleri tarafındaki sınır ve
Suriye'deki daimî kamplarda konuşlanıyordu. 150.000 vatandaş lejyonerden, yaklaşık aynı
miktarda auxilia ve büyüklüğü bilinmeyen deniz kuvvetlerinden oluşan bu ordu
imparatorluğun son dönemlerine kadar standart bir şekilde devam etti.[117] Principate
döneminde birkaç istisna dışında[118] savaşlar daha küçük ölçekte yürütüldü. Auxilia daha
büyük birimler halinde örgütlenmedi ve bağımsız taburlar olarak kaldı. Lejyoner askerler de
lejyondan ziyade taburlar olarak faaliyet gösteriyordu. Süvarileri ve lejyonerleri tek bir
tertipte bir araya getiren yeni cohortes equitae garnizonlarda ve uç karakollarda
konuşlandırılıyordu. Bunlar kendi başlarına ufak dengeli kuvvetler şeklinde savaşabildikleri
gibi diğer ufak birliklerle bir araya gelip lejyon büyüklüğünde bir kuvvet oluşturabiliyorlardı.
Esneklikteki bu artış zaman içinde Roma askerî güçlerinin uzun vadeli başarılarının
sağlanmasında yardımcı oldu.[119]

İmparator Gallienus imparatorluğun nihaî askerî yapısını oluşturacak yeni bir örgütlenme
başlatmıştır. Sınırlardaki sabit noktalardan bazı lejyonerleri çeken Gallienus yeni seyyar
kuvvetler (Comitatenses veya arazi orduları) yaratmış ve stratejik yedek güçler olarak
sınırların gerisine ve belirli bir uzaklığa konuşlandırmıştır. Bu yapılanma saldırı durumunda
sınırı güçlendirmek için askerleri bir eyaletten diğerine taşıma ihtiyacını azaltmıştır. Sabit
noktalardaki sınır askerleri (limitanei) savunmanın birinci hattı olmaya devam etmiştir.
Diocletianus bu yeni örgütlenmeyi eski haline getirmiş ancak bu yapılanma 4. yüzyıl
ortalarında örnek haline gelmiştir. Diokletianus ayrıca Tetrarşi adı verilen imparatorluğun
doğu ve batı kısımlarının birer Augustus (imparator) ve Sezar (imparator vekili) tarafından
yönetildiği sistemi de getirmiştir. Her biri sınırlara yakın farklı yerlerde ikamet edecek ve
sorumlu oldukları bölgedeki askerlere komuta edeceklerdi.[120] Arazi ordusunun temel birimi
alaydı. Piyadeler, lejyonlar ve auxilia'dan, süvariler ise vexellationelerden oluşuyordu. Eldeki
bulgulara göre piyade alaylarının gücü 1.200 asker, süvarilerin ise 600 askerdi. Ancak çoğu
kayıtlar asker sayılarının daha az olduğunu göstermektedir (800'e 400). Çoğu piyade ve süvari
alayları bir comesin kumandanlığında çiftler halinde görev yapıyorlardı. Romalı askerlere
ilaveten arazi ordularında foederati adı verilen müttefik kabilelerden alınmış "barbar" alayları
da bulunuyordu. 400 yılına gelindiğinde foederati alayları Roma ordusunun daimî birlikleri
haline geldi. İmparatorluk teçhizatlarını sağlıyor ve maaşlarını veriyordu. Başlarında Romalı
bir tribune vardı ve bu alaylar tıpkı diğer Romalı alaylar gibi kullanılıyordu. Foedetainin
dışında imparatorluk lejyonlarla birlikte savaşmak üzere başka barbar gruplarını da arazi
ordularına entegre etmeden kullanmıştır. Önderliklerini mevcut en yetkili Roma generalinin
kumandanlığında kendi subayları yapardı.[121]

Trireme maketi

Ordunun liderlik yapısı Roma tarihi içinde büyük evrimler geçirmiştir. Monarşi döneminde
hoplite ordular Roma krallarının yönetimindeydi. Roma Cumhuriyeti'nin erken ve orta
dönemlerinde ise askerî güçler her yıl seçilen iki konsülden birinin komutasındaydı.
Cumhuriyetin sonraki dönemlerinde senato seçkinleri cursus honorum olarak bilinen kamu
görevlerinin normal sırasınca önce quaestor (genellikle arazi kumandanlarına vekil olarak
atanırlardı), sonra praetor (bazen eyalet valisi olarak atanır ve bölgedeki askerî güçlerden
sorumlu olurlardı), sonra da konsül (tüm askerî güçlerin baş kumandanı) olarak görev
yapıyorlardı. Praetor veya konsül görevi tamamlandıktan sonra bir senatör senato tarafından
propreator veya proconsul (bir önceki en yüksek konumuna göre) olarak bir dış eyaleti
yönetmekle görevlendirilebilirdi. Alt kademe yöneticiler (centurion seviyesindekiler değil)
kendi clientelaelerindeki kumandanlar tarafından ya da senato seçkinleri içindeki siyasi
müttefiklerin önerdikleri kişiler arasından seçilirdi.[122] En önemli siyasi önceliği orduyu daimî
ve tek bir kumandanlık altında toplamak olan Augustus döneminde imparator tüm lejyonların
yasal komutanı oldu. Ancak kumandanlığı senato seçkinleri arasından tayin ettiği legatus
(elçi) aracılığıyla yapıyordu. Tek bir lejyonun olduğu bir eyalette elçi lejyona kumandanlık
eder (legatus legionis) ve aynı zamanda eyaletin valiliğini yapardı. Öte yandan birden fazla
lejyonun olduğu bir eyalette her lejyon bir elçi tarafından komuta edilir ve elçilere de eyalet
valisi kumandanlık ederdi (daha yüksek rütbeli bir elçi).[123] İmparatorluk döneminin sonraki
aşamalarında (Diokletian'dan itibaren denilebilir) Augustus'un modelinden vazgeçildi. Eyalet
valilerin elinden askerî otorite alındı ve eyaletlerdeki orduların komutası imparator tarafından
tayin edilen generallere (duceler) verildi. Bunlar Romalı seçkinlerden değildi. Ordu
kademelerinden yükselmiş ve daha fazla askerlik tecrübesi olan kimselerdi. Giderek artan
biçimde bu generaller (bazen başarılı da olarak) kendilerini tayin eden imparatorların
konumlarına el koymaya çalışmışlardır. Azalan kaynaklar, artan siyasi kargaşa ve iç savaş
sonunda Batı İmparatorluğu'nu komşu barbarların saldırılarına ve el koymalarına müsait hale
getirmiştir.[124]

Öte yandan Roma donanması hakkında Roma ordusuna kıyasla daha az bilgi vardır. MÖ 3.
yüzyıl ortalarına kadar duumviri navales adı verilen subaylar esas amacı korsanlarla mücadele
olan yirmi gemilik filolara kumandanlık ederdi. MÖ 278 yılında bu filoların yerini müttefik
güçler aldı. Birinci Pön Savaşı sırasında daha büyük filoların inşası zorunlu hale geldi ve
müttefiklerin yardımları ve finansmanlarıyla daha büyük filolar inşa edildi. Müttefiklere
yönelik bu itimat Roma Cumhuriyeti'nin sonuna kadar devam etti. Quinquireme Pön Savaşları
sırasında her iki tarafın da kullandığı başlıca savaş gemisiydi. Augustus döneminde yerini
daha hafif ve manevra kabiliyeti daha yüksek olan gemiler aldı. Trireme ile kıyaslandığında
quinquireme tecrübeli ve tecrübesiz adamların karışımından oluşan bir mürettebatın
kullanılmasına imkân veriyordu (esas olarak kara gücü olan bir ordu için avantaj). Gemilere
genellikle vatandaş olmayan navarch (centurionun muadili bir rütbe) kumandanlık ederdi.
Potter'a göre filo ağırlıklı olarak yabancılardan oluştuğu için donanma da Romalı kabul
edilmezdi ve bu sebeple de barış dönemlerinde körelmeye müsaitti.[125]

Eldeki bilgilere göre imparatorluğun son döneminde (350 civarı) Roma donanması, savaş
gemileri ile ikmal ve ulaştırma amaçlı gemilerden oluşan birkaç filodan oluşuyordu. Savaş
gemileri üç veya beş sıra kürekçi tarafından çekiliyordu. Filoların üsleri batıda Ravenna,
Arles, Aquilea, Misenum ve Somme nehrinin ağzı; doğuda ise İskenderiye ve Rodos gibi
limanlardı. Önde gelen generallerin hem orduya, hem de donanmaya kumandanlık etmiş
olmaları deniz kuvvetlerinin bağımsız bir kuvvet olarak değil ordunun yedek gücü olarak
görüldüğünün göstergesidir. Bu dönemdeki komuta yapısı ve filoların gücü bilinmemekle
birlikte filoların valilerin komutasında olduğu bilinmektedir.[126]

Popüler kültürde Roma [değiştir]


• Ben-Hur (1959) William Wyler'ın yönetmenliğini yaptığı film.
• Spartaküs (1960) Stanley Kubrick'in yönetmenliğini yaptığı film.
• Gladyatör (2000) Ridley Scott'ın yönetmenliğini yaptığı film.
• Rome (2006) TV Dizisi
• İmparatorluk-Roma'nın Yükselişi ve Çöküşü (2006) BBC yapımı belgesel/drama.

Bilimsel çalışmalar [değiştir]


Antik Roma'ya yönelik ilgi muhtemelen Fransa'da Aydınlanma Çağı'nda başlamıştır. Charles
Montesquieu Considérations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur décadence
adlı bir kitap yazmıştır. Konuyla ilgili ilk büyük çalışma Edward Gibbon'ın 2. yüzyılın
sonundan Doğu Roma'nın 1453'de yıkılışına kadarki dönemi içeren Roma İmparatorluğu'nun
Gerileyiş ve Çöküş Tarihi adlı kitabıydı. Montesquieu gibi Gibbon da Roma vatandaşlarının
faziletini övmüştür. Barthold Georg Niebuhr Roma Tarihi adlı kitapta Birinci Pön Savaşı'na
kadarki dönemi anlatmıştır. Napolyon döneminde Victor Duruy Romalıların Tarihi adlı kitabı
yazmıştır. Kitapta o dönemde popüler olan Jül Sezar dönemini öne çıkarmıştır. Theodor
Mommsen'in Roma Tarihi, Roma anayasa hukuku ve Corpus Inscriptionum Latinarum adlı
kitaplarının hepsi birer kilometre taşıdır. Daha sonraları Guglielmo Ferrero'nun Roma'nın
Büyüklüğü ve Çöküşü yayımlanmıştır.

You might also like