You are on page 1of 388

UNIVERSITYOF N.C.

AT CHAPEL HILL

00034703330

derleyen: CEMÂLNUR SARGUT


BAKARA Âyet 1-10
Cemâlnur Sargut

This book is due at the VVALTER R. DAVIS LIBRARY on


the last date stamped under "Date Due." If not on hold, it may
be renewed by bringing it to the library.
NEFES
yaynlar
ISBN: 978-605-5902-04-9

/. basm
Kitap yayn no: 9

Kur'an- Kerîm Çalmalar 2


Mays, 2009- stanbul

Metin Grubu: Meral Hasrc, Nazl Kayaban, Nee Tas

Editör: Muhammed Bedirhan


Kapak tasarm: Hümanur Bal
ç grafikler: Aygül Okutan
Sayfa düzeni: Adem enel
Kapak & ç bask: Pasifik Ofset.
Cilt: Pasifik Ofset

Nefes Yaynlar;
Badat Cad. Güzel Sk. Bilkan Apt.
A Blok no: 11/2 Selâmiçesme, stanbul
Tel: (216) 359 1020 Faks: (216) 359 4092
BAKARA
Âyeti- 10
Cemâlnur Sargut

UNIVERSITYLIBRARY
UNIVERSITY OF NORTU CARüLINA
ATCHAPELHILL

Nefes Yaynlar
ÇNDEKLER

ÖNSÖZ 13

BAKARA SÛRES 17

l.ÂYET 21

Elif, Lam, Mîm


Elif. 21

Lâm: 25

Mîm: 26
"Elif, Lam, Mîm" birlikte 29

2. ÂYET 37
Zâlikel-kitâbü lâ raybefîh hüden llmüttekine

O kitap (Kur'ân); onda asla üphe yoktur. O, müttakîler için

(saknanlar ve arnmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

"te o kitap! "(Zâlike'l-kitabü) 38


Zâlike 39
O Kitap 39
"Kuku, çelime, tutarszlk yok onda." (lâ raybe fiyh) 47

Bir klavuzdur (hidâyettir) o,

(Hüden) 51
Hidâyet 51
Korunup saknanlar (müttakîler / takva ehli) için.

(fiyh hüden lilmüttekyne) 55


ttikâ, Müttakî/Takvâ ehli 55

3. Ayet 73
Elleziyne yuminune bi'l-aybi ve

yükymûne's-salâte ve mîmmâ rezaknâhüm yünfikûne


Onlar gayba inanrlar, namaz klarlar, kendilerine

verdiimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.

"Onlar ki gayba inanrlar" 76


îmân 86

"Namaz klarlar" 92
Abdest 92
Namaz/Salât 106

SMAL HAKKI BURSEVÎ'NÎN ECVBE- HAKKIYYE'S 137

Yedi says 137

Birinci soru:

Cuma da ön, tydda sonra hutbe okunmak nedir?

Hutbenin cuma namazndan önce, bayram namaznda ise

sonra okunmasnn hikmeti nedir? 139


TECELLÎ 141

CMÂL-TAFSÎL 143
FARK-CEM'. 146

Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki


ikinci iaret: 149
AHMED-MUHAMMED 150

Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki


Üçüncü aret: 1$2
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Dördüncü iaret: 153

NEFS-RUH 153

Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki


Beinci iaret: 154

MEKKE-MEDÎNE. 154

Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki


Altnc iaret: 156
Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki
Yedinci iaret: 158

HÎTAP-TME-GÖRME 158

MÎRÂC 159

ikinci Soru:

Leyle-i Mîrâc' da pençâh vakt salât farz oluben

Bade tenzilin aceb be vakte hasr olmak nedir?

-Mîrâc gecesinde elli vakit namaz farz olduu hâlde,

be
indikten sonra vakte inhisar etmesinin hikmeti nedir? 160

DEHR/ZAMAN 160

MEKKE /KABE. 162

SEKR 164

VAKT NAMAZLARI. 165

SEYR 169

HAZARÂT-I HAMS 171

Üçüncü soru:

ki, üç, dört rek'aden bîs ü kem olmayub salât

Her birin bir vakte tahsis eyleyüb klmak nedir?

-Namazlarn her birini bir vakte tahsis ederek iki, üç ve dört

rekâttan fazla ve eksik olmakszn klmann hikmeti nedir? 175


REKÂT-KANAT 175

REKÂTLAR-CELÂL I CEMÂL 177


NAFLE NAMAZLAR 179

NAMAZ VAKTLER 181


Dördüncü soru:

Her salât kim rekat üç ola yahut dört ola

Ol salât içre iki kerre bu oturmak nedir?


-Üç ve dört rekâtl namazlarda iki defa oturmann hikmeti nedir?.... 184
NAMAZIN RÜKÛLARI. 184
FENÂ-BEKA m
AKATE. 189
MÎRÂC 190
KA'DE i9i
KIYAM 192

Beinci soru:
Gündüz ihfâ ile olmuken kraat fi's-salât
Cuma ve lydin sala ti içre olmamak nedir?

-Namazlarda kraat gündüz gizli olduu hâlde, Cuma ve


olmasnn
bayramlarda cehri hikmeti nedir? 193
GÜNDÜZ VE GECE 193
SISLE- MERÂTB 195
ENE'I-HAK 196
CUMA-BAYRAM 197

Altnc soru:

Çün yakn ola kyamet maribî olup ems


Kenz-i garba girip andan yine domak nedir?
-Kyamet yaklat vakit, günein batya geçip yine oradan
domasnn hikmeti nedir? 199
KIYAMETLER 199
ÂDEME TECELLÎ. 201
GECE-GÜNE 201

Yedinci soru:
Ziyâde tekbîrleri lydin nedir hem idicek

Her birinde ellerini abdî kaldrmak nedir?

-Bayram namazndaki ziyâde tekbîrlerin ve o srada


elleri kaldrmann hikmeti nedir? 202
BAYRAM TEKBÎRNN HKMET 203

"Kendilerine verdiimiz rzktan bakalarna yardm için verirler." 204


nfâk 204
4. AYET 221
Velleziyne yuminûne bimâ ünzile ileyke ve mâ ünzile
min kablike ve biVâhirati hütn yûknûne.

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene îmân ederler;

âhiret gününe de kesinkes inanrlar.

"Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara inanrlar," ... 223


"âhirete îmân ederler" 231
Âhiret 231

5. AYET 245
Ülâike alâ hüden min rabbihim ve ülâike hümü'l-müflihûne
te onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve

kurtulua erenler de ancak onlardr.

"Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler" 246


Rab 246
Rubûbiyyet 252
Hidâyet ancak Rab'dan gelir 253
"bunlar felaha erenlerdir" 264
Kurtulua/Felaha ermek 264

6, AYET 269
Innelleziyne keferû sevâün aleyhim eenzertehüm

em lem tünzirhüm lâ yuminûne

Gerçek u ki, kâfir olanlar (azap ile) korkutsan da

korkutmasan da onlar için birdir; îmân etmezler.

7 AYET 269
Hatemallâhü alâ kulûbihim ve alâ semihim ve alâ ebsârihim
âvetün ve lehüm azâbün aziymün.
Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Onlarn
gözlerine de bir çeit perde gerilmitir ve onlar için

(dünya ve âhirette) büyük bir azap vardr.


10

Âyetin cemâli yorumu 270


nkâr edenler/Keferu 274
Küfür ve kâfir 274
eriat Açsndan Açklamas 274
TasavvufAçsndan Açklamas 275

"uyarsan (nzâr) da, uyarmasan da" 283


nzâr / Korkutarak uyarma 283
"uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar." 283
Allah korkusunun hakikati 287

"Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir.


Gözlerinin üzerinde de bir perde vardr." 293
Kalp 293
Mühürlenmek, perdelenmek 302
"En büyük (azîm) azab onlarndr." 313
Azap 313

8, 9. AYET 317
-ve mine'n-nâsi men yekûlü âmenna billahi ve

bi'l-yevmi'l-âhiri ve ma hüm bi muminiyne


-yuhâdiûnallâhe velleziyne âmenu ve ma yahdeûne
illâ enfüsehüm ve mâ yeurûne
-insanlardan bazlar da vardr ki, inanmadklar hâlde
"Allah'a ve âhiret gününe inandk" derler.

-Onlar (kendi akllarnca) güya Allah' ve

müminleri aldatrlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini


aldatrlar ve bunun farknda deillerdir.

Münafk 323
"Gerçekte ise onlar öz benliklerinden bakasn aldatmyorlar.
Ne var ki, bunun farknda olmuyorlar." 327
Küffâr 330
11

10. ÂYET 331

fî kulûbihim meradun fezâde hümullâhu meradan


ve lehüm azâbün eliymün bi mâ kânû yekzibûne
Onlarn kalblerinde bir hastalk vardr. Allah da

onlarn hastaln çoaltmtr. Söylemekte olduklar

yalanlar sebebiyle de onlar için elîm bir azap vardr.

"Kalplerinde hastalk vardr." 332

Kalp hastalklar 332

"Allah da onlarn hastaln arttrmtr." 334

"Söylemekte olduklar yalanlar" 335

Yalan 335

"onlar için elîm bir azap vardr" 336

Balarna gelen elim azap nedir? 336

KELME NDEKS 343

ÂYET NDEKS 381


i
i

>
. .

ÖNSÖZ

Elif, Lâm, Mîm.


Hayat, ilim, hikmet. .

Yaradln balamasyla dirileri insan, ilmini hikmete çevirip Allah'

her bakt yerde görmek her iittii seste duymak derecesine ula-
nca, yaadn anlar, idrâk sahibi olur. te bandaki üç harfle
dahî Kur'an'n mânâsn özetleyen yüce sûre BAKARA bizi tevhcTe.

götüren putlarmz krarak hâkim (hikmet sahibi) olmay öreten


Rabbi sûredir.

Yâ-sîn ile baladmz tefekkür yolculuuna belki de tamamlann-


ca 20'li ciltleri bulacak olan bu sûre ile devam etmek boynumuzun
borcuydu. Zira "Sûre-i Yâ-sîn" ile ak dolan gönüllerimizin edebi ö-
renmek mecburiyeti vard.

Edep ise Hakk'tan baka hiçbir ey görmemek demektir. .

Hakk kulundan intikamn yine abd'iyle alr


Bilmeyen ilm-i ledûn'u onu abd etti sanr
Her iin hâliki oldur abd eliyle ilenir

Sanma ki onsuz Bahriyâ âlemde bir çöp debrenir


diyen kâmil insanlar gibi Allah'tan emîn olarak hüzünsüz ve korku-
suz bir âleme kavumann yegâne yolu Kur'an'n tecellîsinin gönlü-

müzü Kadir gecesi gibi aydnlatmas deil midir?

nsân- kâmil'lerin yorumlaryla idrâke çaltmz sûrenin ilk


10 âyetinin gönülleri akla doldurmasn, ibâdetimizi ak yolculu-

una çevirmesini ve bizleri yaayan Kur'ân'lar hâline getirmesini


Allâh'mzndan niyaz ediyoruz.

Hürmetlerimle

Cemâlnur SARGUT
t
YAYINCI ÖNSÖZÜ

Bakara Sûresi, Peygamber (s.a.s.) Efendimizin Medine'ye hicret etme-


lerinden sonra ilk inen sûredir. Ayrca bütün Kur'ân'n en son inen,

"Allah'a döneceiniz günden korkun. Sonra herkese kazand tamamen


ödenecektir." (Bakara, 281) âyeti de bu sûrededir. Demek ki Medine'de
ilk inmeye balayan ve en sonra tamam olan bir yüce sûredir.

Kur'ân'n zirvesi el-Bakara süresidir.

Kur'ân canl bir cisme benzetilecek olursa Fâtihâ ba, el-Bakara gövde-

sinin en önemli ksm, dier sûreler de baka uzuvlar, cihazlar, kol ve

bacaklar derecesindedir.

Bu eser Bakara Sûresinin ilk on âyetini kapsamaktadr. Daha önce


okurlara sunduumuz "Ey nsan" gibi büyük mutasavvflarn incele-

nen âyetlerle ilgili yorumlarndan derlenmitir.

lk on âyetin içinde Kitab'n mânâs, Hidâyet'in anlam ve korunup sa-


knan takva ehli için Kur'ân'n nasl bir klavuz olduuna dâir tasavvufî
açklamalar mevcuttur.

Mü'min, münafk ve kâfirin tanmlar derinlemesine yaplm, vasfla-

r ayrntlar ile açklanmtr.

Gayba îman, abdest, namaz, infâk gibi konular derinlemesine incelen-

mi, okuyucu için bir kaynak eser olmas amaçlanmtr.

Müslüman Türk insan bugün yeri doldurulamam manevî deerleri-


nin aray içerisindedir. Klielemi ve kendisine korku salan bir dînî
anlay reddetmekte, sevebilecei ve uygulayabilecei bir slamiyet'in
özlemini çekmektedir. Bunun yolu da doru ve yaklatran, itmeyen

çeken bir bak açs ile hurafelerden uzak, aydn, uygulanabilir bir
slâmiyet anlay ile bilgilendirilmesidir.

Cemâlnur Sargut Hanmefendi tarafndan derlenen bu eser inallah bu


amaca hizmet etmek gayesi ile yayna hazrlanmtr.
BAKARA SÛRES (2/92. sûre)
Medine Döneminde indi

Âyet says: 286

Bismillâhirrahmânirrahîm

Peygamber (s.a.s.) efendimizin Medine'ye hicret etmelerin-


den sonra ilk inen sûredir. Ayrca bütün Kurann en son
inen, "Allah'a döneceiniz günden korkun. Sonra herkese kazand-
tamamen ödenecektir." (Bakara, 281) âyeti de bu sûrededir. De-
mek ki Medine'de ilk inmeye balayan ve en sonra tamam olan
1

bir yüce sûredir.

• Kur'ân'n zirvesi el-Bakara süresidir.

Kur'ân canl bir cisme benzetilecek olursa Fatiha ba, el-Bakara


gövdesinin en önemli ksm, dier sûreler de baka uzuvlar, ci-
2
hazlar, kol ve bacaklar derecesindedir.

3
Kur'ân- Kerîm' de ne mevcûd ise Bakara sûresinde mevcuttur.

"Günlerin efendisi Cuma günü, sözlerin efendisi Kur'ân,

Kur'ân'n efendisi Bakara Sûresi, Bakara Sûresinin efendisi de


4
âyetü'l-kürsîdir."

1 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c II, stanbul, 1992, s.143.
2 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. II, stanbul, 1992, s. 144.

3 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.542.


4 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. II, stanbul, 1992, s.158.
Bakara
18

eyh-i Ekber bn Arabi'nin Tecellîyât Kitabn anlamann anah-


tar, Bakara Sûresindedir. Kitabn her bölümünün, bu sûreden
bir veya birkaç âyetten oluan dayanaklar vardr... eyh, ad ge-

çen kitabn giriinde onu öyle tantmaktadr: "Bu onüç tlsm-


dan biri olan, üçüncü tlsmdan inilerdir." Üçüncü tlsmla, Ba-
kara sûresinin banda yer alan "Elif, Lâm, Mîm" harflerine ia-

ret edilmektedir. Bakara sûresi ise mukataa harfleriyle balayan


onüç sûreden biridir.

Örnekler: Birinci tecellî: Sr yoluyla gerçekleen iaret tecellîsi.

Sûrenin ilk âyetine taalluk (ilgili olma) eder: "Elif. Lâm. Mîm.
te bu Kitab..."

ikinci tecellî: Göz aydnlnda arnmann nitelikleri, ikinci

âyetle ilgilidir: "Onlar ki gayba îmân ederler ve namaz ikâme


ederler." Çünkü namaz göz aydnldr... 5

Bu sûre anlam müphem (örtülü) harflerle balayan ilk sûredir.


6

Bakara Sûresi müteâbih (anlam herkes tarafndan anlalma-


yan) harflerlebalamtr. Müteâbihler ayn zamanda yorum-
dan uzaktrlar. Akl sahipleri ile hikmet sahibi kimselerin merte-
beleri bununla anlalr. 7

Baz bilim adamlar bu müteâbih (anlam herkes tarafndan

anlalmayan) lerin yorumunu Allah'tan baka hiç kimse bil-


mez, her kitabn bir srr vardr, Kur'ân'n srr da bu harflerdir,
demilerdir. 8

"Her kitabn bir özeti vardr. Bu kitabn özeti de hecâ harfleri-


9
dir." (Hz. Ali)

5 Abdülbâki Miftah, Füsusu'l Hikem Anahtarlar Kur' ân-Varlk, çev.Vahdettin nce, s-


tanbul, s. 30.

6 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.98.


7 7 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, c. I, stanbul, 2004, s. 56.
8 AliAkpnar, Kur' ân' da Hece Harfleri, (Hurûf-i Mukattaa) ve Kueyri'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmî ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say. 11, s.55-73.
9 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.153.
BAKARA
19

Bil ki; sûrelerin bandaki anlam meçhul harflerin hakikatlerini,


ancak aklla anlalabilen sûrelerin hakikatlerini bilenler
10
bilebilirler.

Bir kul, bu harflerin sûrelerindeki hakikatlerini örenmedikçe,


11
îmânn srlarn kemâle erdiremez.

Harf, Hakk'n kendisiyle sana hitap ettii ibarelerdir.

Varlk bir harftir, anlam sensin

Benim âlemdeki yegâne emelim O'dur


1
Harf bir anlam, harfin anlam ise onun sakinidir (hareke)}

Bakarann banda bulunan ve bu sûrenin özetini veren


üç harf, bir anlamda, ahit çarmak demektir.
Melekleri, bir anlamda da melekelerimizi harekete geçirip
idrâki arttrmz; kendimize "Kendine gel, bu âyeti anla"

demektir. "Sen bu âyeti ören ve hâle geçir" anlamndadr.

Cebrail'in mânâsn, seni bilgi ile dirilten, idrâkini artt-

ran olarak düünürsen; Eliften maksat Allah; lam, Cebrail,


yani müridin; Mim ise Allah'n senin hakikatinde ilmi ve
sfatyla tecellisi oluyor.

Elif, "lâ ilahe illallah" gibi düünülürse, Lâm; "lâ mev-

cuda illallah" yani kâmil insanda tecelli eden Cebrail'dir.

Zâten kâmil insan, "la mevcuda illallah"n delilidir ve

aikâr görünüüdür. "Lâ faile illallah " ise Mim 'dir ki, ya-
radlmn fiilindeki tecellidir.
Bakara, Allah'n insân- kâmilin vastasyla (efaatiyle),

sende aça çkard hakikatindir. 13

10 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.98.


11 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 161.

12 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 257.

13 Derleyenin notu.
^
AYET 1:

Elif, Lâm, Mim

Müteâbih {Kur ân- Kerim'in mecazi mânâya elverili âyet-

leri) de, tilâvet (okumak, takip etmek) yönünden tpk


muhkem (mânâs açk olan âyetler) gibidir. bn Mes'ûd'un anlat-

tna göre Râsûlullah (s. a. s.) öyle buyurmutur: "Kim, Allah'n


kitabndan bir tek harf okursa, (mânâsn idrâk ederse) ona bir
hasene {sevap) vardr. Her bir hasene de on misli olarak deerlen-
dirilir. Ben, 'Elif, lâm, Mîm' bir tek harftir demiyorum. Aksine
'Elif bir harftir, iam' bir harftir ve 'Mîm' de ayr bir harftir. Do-
laysyla "Elif, Lâm, Mîm" de otuz hasene vardr" 14

Elif:

Elif, hayattan ibarettir (mazhardr)... lâhî hayatn bütün eyaya


irini (yaylmak) ve eyann ilâhî hayat ile kâim oluunu (varol-

duunu) görmüyor musun?


ite Elif de tpk bunun gibi, bizzat harflerin hepsine sârî

(sir eden, yaylm) ve hepsinde mevcuttur. Hatta hiç bir harf


yoktur ki Elif, o harfte telaffuz ve yazl yönünden mevcûd
15
olmasn.

14 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, c. I, stanbul, 2004/7, s. 59.

15 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.l 16-
117.
Ayet 1

22

• Bütün mertebeler Elife ait olduu gibi, harfler âleminin toplam


ve mertebeleri de ona özgüdür.
Elif, Bir says bütün saylara yayld gibi bütün mahreçlere
(harf ve seslerin azdan çktklar yer) yaylr. O, harflerin daya-
nadr, her ey ona iliir, o hiçbir eye ilimez. Bu özelliiyle de

Bir'e benzer, çünkü saylarn varlklar da ona iliir, o ise hiç bi-
risine bal deildir. Bir, bütün saylar ortaya çkartr, saylar ise

onu ortaya çkartamazlar. Bir herhangi bir mertebeyle snrlan-

mad gibi, elif de bir mertebeyle snrlanmaz. Elifin ismi bü-


tün mertebelerde gizlenir, böylece bir yerde ismi B, bir yerde C,
bir yerde H, olur. Bütün mânâ ve harfler Elifindir.
16
Elif Zât' ifade eder.

• Elif, yaylmay ve yaylmada dâhil olmay ihtiva eden zâta delâlet


17
(iaret) eder.

• Elif harfi yazmda dier harflerden ayr bir özellie sahiptir.


öyle ki; bu harf kendisinden baka bir kaç harf gibi (dal, za,

ra, ze, vav), kendisinden sonra gelen harflere bitimez. Ancak


dier harfler kendisine bitiir. Elif harfinin bu özellii, tüm
mahlûkâtn yüce yaratcya muhtaç olduunu ama Onun hiç

kimseye muhtaç olmadn hatrlatr.


hlâsl bir kul Elif harfinden; Allah'n mekândan münezzeh
(tenzih edilmi) olduunu hatrlar. Çünkü dier harflerin boaz-
da, dudakta, yahut dil üzerinde belli çk yerleri vardr. Elif ise
böyle deildir, onun belli bir yeri yoktur.

Elif harfi, kulun kendini yalnzca Allah'a vermesine iaret eder.

Kul, tpk Elifin hiçbir harfe bitimedii gibi, Allah'tan bakas-


na yönelmez ve O'nun huzurundan hiç ayrlmaz.

Her harfin kendine has özel bir duruu ve ekli vardr. Bunlar-
dan yalnzca Elif dimdik ayakta duruu ve baka harflerle biti-

16 Suad El-Hakîm, Ibnul-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 170.


17 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.95.
BAKARA
23

memesi ile onlardan ayrlr. te o kitabn bana konarak, alfa-

benin ilk harfi olarak; baka eylere bitimekten ve baka eylerle


megul olmaktan uzaklaan kimse, yüceliklere erer ve ulvî mer-

tebeleri kazanr. Zâten mürekkeb (birleik) olayan harfler, seven-

lerin hâllerini ve srlarn yabanclardan gizlemek için kullandk-

lar rumuzlardr. Açk ibareler genel eylere iaret eder, rumuz


18
(iaret) ve iaretler ise özel eylere iaret eder.

Yüce Tanr, Kur'ân'da yer alan anlam tam olarak bilinmeyen


harfler içinde yazl bakmndan Elifi birinci yapt; telaffuz ba-

kmndan ise Hemzeyi birinci yapt.

Dolaysyla Elif, kendi mükemmellii içinde Zât'n varl için

bir simgedir. Çünkü Elif, herhangi bir harekeye muhtaç deildir.


19
Dolaysyla Elif, bütün açlardan mükemmeldir.

Ey Elifin Zâtl Sen münezzehsin


(tenzih edilmi eksik ve kusurdan uzak saylm)!
Acaba senin için âlemler içinde bir varlk, bir mahal (mekân) var m?
O dedi ki Hayr [ltifatmdan baka bir eyim yok!

Çünkü ben ebedîletirme harfiyim, "ezel" içiririm.

Ayn zamanda ben zayfseçkin bir kulum.

Ben, sultan aziz ve celîl olanm.

Elif, hakikatlerden bir koku koklayan kimse nezdinde harfler-

den herhangi bir harf deildir. Fakat genel olarak insanlar onu

harf diye isimlendirmilerdir. Eer hakikat ehli, o da bir harf-

tir,' derse, o bunu cümle içerisinde, o harfin de yer almas açsn-

dan öyle söyler. Elifin makam "cem" makamdr. Elifin isimle-

ri vardr. Onun ismi Allah'tr. Elifin sfatlar vardr; onun sfat,


"kayyûmiyet" (ezelden ebede daim) tir. Elifin isimleri de var-

dr: el-mübdî (benzeri olmadan yeniden yaratan), el-bâis (diril-

ten), el-vâsi' (ihsan eden, rahmeti her eyi kaplayan), el-hâfz (ko-

18 Ali Akpnar, Kur'ân'da Hece Harfleri' (Hurûf-i Mukattaa) ve Kueyrî'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say: 11, s. 55.
19 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s.103.
Âyet
24

rüyan), el-hâlk (yaratan), el-bâri (güzel yaratan), el-musavvir (gü-

zel suretler veren), el-vehhab (çok fazla ihsan eden, balayan),


er-rezzâk (rzk veren), el-fettâh (fetheden), el-bâsit (açan, ferahlk
veren), el-muizz (izzet ve ikram eden, aziz), el-muîd (yardmc), er-

râfi (yükseltici, hamil sahip), el-muhyî (maddî mânevi hayat veren),

el-vâlî (her eye mâlik), el-câmi (toplayan, içine alan), el-mugnî

(zenginlik veren), en-nâffi (menfaat ve fayda veren).

Elifin zât isimleri de vardr: Allah, er-rab (terbiye eden), ez- zahir

(açk), el-vâhid (bir, tek, benzersiz), el-evvel (ilk, önce), el-âhir

(son), es-samed (her eyin kendisine muhtaç olup, kendisi hiçbir

eye muhtaç olmayan), el-ganî (zengin, muhtaç olmayan), er-rakîb

(dâima görüp gözeten), el-mübîn (aikâr eden), el-hak (var olan,


varl hiç deimeden duran).

Bütün mertebelerin hepsi ona aittir. Bu mertebelerde onun kar-


deleri he ve lam'dr. Harflerin toplam ve bütün mertebeleri

ona aittir. O, onlarda deildir, fakat onlarn dnda da deil-


dir. öyle ki: O hem dairenin merkezidir hem de çemberidir;
hem âlemlerin terkibidir (birleim, karm), hem de âlemlerin
20
çözümüdür.

Elif tek zâttr, yaznn banda bulunduunda onun herhan-


gi bir harfle bitimesi doru deildir. u
hâlde o, "Bizi srât-
müstakime ulatr" ifadesiyle, kiinin istedii dosdoru yoldur.
Söz konusu, tenzih (Allah \n eksik ve noksandan uzak bulunduu-
na ve insan vasfnda olmadna inanma) ve tebih (Allah'n baz
isim ve sfatlarnn mahlûklarn sfatlarna benzemesi) yoludur.
Nefs Rabbine duâ ederken -ki onun Rabbi Fecir sûresinde ken-
disine emredilmi Kelime'dir- duasn kabul etmesini isteyin-

ce (âmin deyince), Rabbi de onun duasn kabul etmitir. Böy-

lelikle Elif-Lâm-Mîm'den Elifi (Fatiha sûresinin son kelimesi


olan) "dalâlette (doru yoldan ayrlmak) olmayanlardan" ifade-

20 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 130.


BAKARA
25

sinden sonra getirmi, âmin'i ise gizlemitir. Çünkü o, melekût


âleminden olan bir bilinmezdir.

...Elif, melekût ve ahadet (ahitlik) âleminde bir olduu için gö-

rünmütür. Böylece kadîm ve sonradan yaratlmlar arasndaki


fark meydana gelmitir. 21

22
Elif insân- kâmiVin zâtdr (özü ve hakikatidir).

Lâm:

Lâm, kâim olduu ekliyle {Lâm harfinin dik ksmi) kadîm {ezelî)

sfatlara delâlet eder.

Baka harfle bitime vâstas olan uzanyla da sfatlarn müteal-


liklerine (iliii olan) delâlet eder.

Sfatlarn müteallikler ise sfatlara mensup olan kadîm fiillerden


23
ibarettir.

Lâm, orta âlemdendir. Dolaysyla sfat mahallidir. Sonradan


meydana geleni kadîm' den ayrtran ey sfattr.
24

Lâm harfi en kudsî en parlak ezel içindir

Ve onun en nefis en parlak makam içindir

Ne zaman kalksa, onun zât âlemi oluturan izhar (gösterme,


meydana çkarma) eder
Ne zaman otursa, o zaman kevnî âlemi (olu) izhar eder

Üç hakikatten sana bir nee verir


pek elbise içinde yürür, salnarak gider

Bil ki Lâm harfi, ahadet ve ceberut (varlklarn ilmi suretler


hâlinde bulunduu âlem) âlemindendir.... Bu harf havas {Has-

l tbnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 166.


22 Derleyenin notu.
23 Abdiilkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s.95.

24 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 170.


Ayet 1

26

lar, seçkinler;) ve havassü'l-havas âleminde temeyyüz eder (seç-

kin, farkl konuma gelmitir). Gaye ona aittir... Onun tabiat-

n oluturan eyler ondan var edilirler. Onun hareketi doru-


dur (müstakime) ve kaynamtr (mümtezice). Araf ona aittir.

O, kaynamtr, kâmildir, müfreddir {tekil) ve ürkütücüdür

(Mûhî). Elif ve Mîm harfleri ona aittir.


25

Allah'n bilinmek istemesi ve iradesi "Lam" harfidir. 26

Mîm:

Mîm, semîn {iitmenin) mazhardr.


Görmüyor musun? Mîm harfi, azn d olan dudaktan çkar.

Onun için; söylenmeyen bir söz iitilmez. Söylenen söz ise artk
zahir olmutur. O söz, ister telaffuz, ister hâlce {hâl lisân ile) ol-

sun müsavidir {birdir, eittir).

Söz de aynen böyledir. Zîrâ söz ile balanr, nihayet söze dönü-
lür...

Mîm'in tarifi yani bitimek için olan uzan ve çekili ksmla-


r, ister hâlce olsun ister sözce olsun varlklarn sözünü iitme
27
mahallidir.

Mîm, Nûn gibidir, eer ikisinin de srrn yakalayabilirsen

Oluun gayesinde bir varlk olarak ve balangçlarn

Dolaysyla Nûn Hakka aittir; güzel Mîm ise benim içindir

Balangç için balangç; gayeler için bir gayedir.

Nûnun berzah
Öyleyse (ara âlem) bir ruhtur onun bilinip ta-

nnmasnda
Mîm'in berzah ise, bir rabdr yaratlmlar nezdinde.

25 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 141-142.


26 Derleyenin notu.
27 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 119.
BAKARA
27

Bil ki Mîm harfi Mülk, ahadet ve Kahr âlemindendir... Bu harf


havasta ve hulâsada {özde) ve hülâsann safasnda temeyyüz (ben-

zerlerinden farkl ve üstün konuma gelme) eder. Yolun sonu ona


28
aittir. Araf ona aittir. Hâlistir, kâmildir, mukaddestir.

• Mîm harfi Muhammed'de ve Ahmed'de ortaktr. O hâlde

Ahmed'deki Mîm kalkarsa "ahad" tecellî eder. te Hz. Peygam-


29
ber'in kulluundaki Rab tecellîsi budur.

"Mîm", Allah'n nuruyla tecellîsinin kalptaki zuhû-rudur.

Dolaysyla Nur Sûresi 35. âyetin tecellîsidir.

Allah irade etti; Elif,

irade emre döndü Lâm;


.30
Kul iitti ve uygulad; Mimdir.

"Allah göklerin ve yerin Nurudur. Onun nurunun örnei,


içinde çera meale (misbâh) bulunan bir kandil (mikât) gi-

bidir. Kandil, bir srça (zücâce) içerisindedir. Srça inciden bir

yldz douya da batya da nispeti olmayan bereketli


gibidir ki,

bir zeytin aacndan yaklr. Bu aacn ya neredeyse, ate do-


kunmasa bile k saçar. Nur üzerine nurdur o. Allah, diledii-

ni kendi nuruna klavuzlar. Allah, insanlara örnekler verir. Al-

lah her eyi bilmektedir." 31

Hakk Teâlâ Kur'ân- Kerîm'de Nûr sûresinin 35. âyet-i kerî-

mesinde kendi zatî nurundan misâl verip;

nsann zâtnn nurunu: Mikât, Misbâh ve Zücâce ile tahayyülî

bir ekilde nakletmitir. Zâtn o tebihi, insann suretinden iba-

rettir.

28 bnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 159.

29 Abdülkâdir Geylânî, Füyûzât- Rabbani, çev.Celâl Yldrm, stanbul, 1995, s. 150.

30 Derleyenin notu.
31 Nûr, 35.
Ayet 1

28

"Mikât"dan {lamba konan yer) maksat: nsann sadrdr (gösü).

"Zücâc'dan maksat, kalbidir.

"Misbâh"dan maksat ise, insann srrdr. 32

• O mikât Peygamber efendimizin vücûdudur. Zeytinya,


Onun temiz gönlüdür ve Allah'n bu gönülle alâkas vardr. 33

• Resûlullah efendimiz, "Ben Allah'n nûrundanm, beni gören


34
Allah' görür" diyor.

• O hakikat günei, kendi gözler kamatran nurunu, insan


vücûdunda gizlemi ve örtmütür. O'nun vasflarnda, Allah'n
evsâf (vasf, özellik) sakldr. 35

• "Allahu nûru's-semâvâti vel ard" âyetinde buyrulan zarf, kandil


vücuttur. Ya ruhtur, fitil kalptir. evk ise, ark garb olmayan
nûr-u Ali'dir. Bir kimsenin kalbinde bu nûr uyand m, ona sa
36
sol ol maz.

Câbir b. Abdullah Ensârî öyle rivayet eder ki:

"Kufe'de mescide girdiimde Hz. Ali (k.v.c.) orada bulunuyor-


lard, parma ile bireyler yazyor ve bir eye de gülüyordu.
"Yâ Emire'l-mü'minîn, neye gülüyorsunuz?" diye sordum.
Hz. Ali u cevab
(k.v.c.) lütfettiler:

imdi okuduum u âyet-i kerîmenin mânâsn kimse be-


nim gibi bilmez ve yorumlamaz da ona gülüyorum, dedi.
Sordum:
"Bu hangi âyet-i kerîmedir?" dedim. Cevaben öyle buyur-
dular:

"Allah yer ve göklerin nurudur. Onun nurunun misâli kan-

dil gibidir.

32 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 174.

33 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha~Anbarcolu, Konya, 2002, s. 57.

34 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 566.


35 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.433.
36 Turgut Alsrt, Kenan Rifâi Özel Notlar.
"

BAKARA
29

"Miskat"Muhammed a. s.) dir, (s. yani kandillerin kandilidir,


aydnlklarn aydnldr. Önceki kandilden kast Fatimatü'z-
Zehrâ'dr. ikinci kandil ise, benim. "Fi zücâcetin-Ez-zücâcetü",

bunun gibi birinci zücâce lafz Hz. Hasan (r.a.)'dr. kinci


zücâce Hz. Hüseyin'dir. Ali b. Hasan en parlak yldz gibidir,

yani Kevkeb-i Dürrî'den kast Ali b. Hasan'dr. "Yûkadü min


eceretin olu Muhammed'dir.
mübâreketin'den maksat Ali
Âyet-i Kerîme'de geçen "Zeytûne"den maksat Cafer ibn Muham-

med'dir. Yine zikri geçen "Lâ arkyye"den murat Mûsâ b.


Cafer'dir. "Lâ Garbiyye" den maksat Ali b. Musa'dr. "Alâ nûrin

yehdillahü linûrihî" den kast da burada Hz. Peygamber (s.a.s.)

efendimizdir. "Men yeâü ve yadribu llâhu l emsale li'n-nâsi val-


lâhü bi külli ey 'in alîm.

te bu âyetler Hz. Ali tarafndan bu yönüyle tefsir buyrulmutur. 37

"Elif, Lam, Mîm" birlikte:

Kur'ân- Kerîm umum içindir. O, ayn seviyede olmamak ar-


tyla herkese hitap eder. Zîrâ içinde mevcûd olmu ve olacak, her
ey mevcuttur...
..Kur'ân- Kerîm'in de yedi batn vardr. Meselâ (Elif, Lâm,
Mîm) ne demektir sorarm size?...

drâk edemiyorsunuz. Demek ki bunlar erbabnn anlayaca


38
remizler...

Ak kelimesi neden Kur'an- Kerîm'de yoktur?


Ak, Kur'an- Kerîm'de sr olarak kalm, açk açk söylenmemi.
Fakat hurûf- mukattaatta {Kurandaki elif, lâm, mîm, gibi harf-
39
ler) beyân olunmutur.

37 Abdülkâdir Geylânî, lâhî Lütuflar, çev. Cabbarzade Mehmet Arif, stanbul, 2002,
s.126-127.
38 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.476.
39 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 569.
Ayet 1

30

O harfler hep birer âlem, birer rumuzdur. Hem büyük birer


âlem. Eliften maksat Allah'tr. Lâm Cebrail; Mim Muhammed
(s.a.s.) dir.

Elif, namazda alnan kyam vaziyeti ; Lâm, rükû; Mîm de sec-

de hâlidir.
te Allah ile senin aranda Cebrail olduu gibi, ruh ve cisim ara-

sndaki kalb de Cebrail'dir. Yani ( Elif, Lâm, Mîm) Kâmil nsana


iarettir.Hz.mam Cafer öyle der: "Allah Kur'ân'da tecellî etmi-
tir fakat görmüyorlar!"

Kur'ân'n harfleri insann ekilleridir. Ama herkes bu mânây


nasl bilebilir? Bu, esrâr- ilâhîdir, ancak irfân- Muhammedi ile

40
bilinir.

Kâmil zâtlarn namazlar srasnda, kyamlar gizli hazineyi,

lâhut nurunun paha biçilmez hazinelerini, kraatleri lahi il-

min suretlerini; rükûlar, zuhur sonucu olan "Sevdim, bilin-

mek istedim. Bu yüzden âlemleri hâlkettim" kudsî hadîsinin

gizliliklerini; secdeleri "Kurb- Ferâiz" hadîs-i kudsîsi ile açk


olduundan "Hakka kar ükrann arzeden bir kul olmaya-

ym m?" hadîsi gereince, esrâr- Muhammediye'den olan Zât

Tecellîsinin dâima onlarda bekasdr. Bu takdirde "Öyle bir na-

maz ki onda ancak ben varm benden gayrisi yoktur" kutsal sözü

Lâhût nurunu anlatmaktadr. 41

Elif harfini telaffuz eden kulun gönül âlemi yalnzca Rabbine

yönelir. Lâm harfini söyleyince de O'nun huzurunda durup eri-

yerek O'nun haklarn gözetir. Mîm harfini iitince de O'nun


42
tekliflerine muvafakatini terennüm eder.

40 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.159.


41 Abdülkâdir Geylânî, lâhî Lütuflar, çev.Cabbarzade Mehmet Arif, stanbul, 2002,
s.297-298.
42 Ali Akpnar, Kur'ân'da Hece Harfleri (Huruf-i Mukattaa) ve Kueyrî'nin Hece Harfleri
Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara, 2003, say. 11 s.55-73.
BAKARA
31

Elif, Lâm, Mîm = insân- kâmil- ak ettim I istedim ki


43
bilineyim.

nsân- Kâmil'in bir ad (Elif-Lâm-Mîm) dir. Nitekim Kur'ân'


Kerîm'in banda -"Elif-Lâm-Mîm. u kitap var ya onda üphe
yoktur" buyurulur. Bir hadîs-i erifte: "nsan ve Kur'ân ikizdir."

buyurulur. Burada insandan murat, insân- kâmildir. Burada

ikizden kast, ayn bâtndan doan iki karde mânâsna gelir.


44

Âlemin yaratlndan gaye kâmil insandr. Bu yüzden kâmil in-

sann zevâliyle (zail olma, sona erme) dünya harab olur. nsân-
kâmil var oldukça âlem hep korunmu olacaktr. 45

• Elif, Lâm ve Mîm nûrânî harflerdendir.


Elif, mânevi köken itibariyle ülfetten gelmektedir. Nasl ki insan

kelimesi esrâr- ilâhiyeye enis {dost) olmaktan geliyorsa... Esasen


kesrette (çokluk) vahdeti görmek bu esrara enis olmakla müm-
kündür.
Zahirde görünen bu kesret zahiridir. Hakikat vahdette
46
mevcuttur.

Elif: "O 'nun benzeri yoktur." (ûra, 11)

Lâm: Cibril ; Allah Teâlâ'nn bâtndaki yani ruh ve mânâ pla-

nnda ki elçisidir.

Mîm: Muhammedü'r Resûlullah; zahirdeki yani madde plann-


daki elçisidir.

nsanda da Ruhun iki elçisi vardr. Bâtnî elçi iradedir. Vahyi dile
47
iletir. Zahiri elçi ise dildir. radenin tercüman ve tabircisidir.

43 Derleyen'in notu.
44 bnü'l Arabî, Özün Özü, çev.smail Hakk Bursevî, sadeletiren Abdülkadir Akçiçek,
stanbul, s. 30.

45 smail Ankaravî, Nake'l-Fusûs erhi, stanbul, s. 17.


46 Abdülkerim Cîlî, Besmelenin erhi, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, 1996, s. 98.
47 bnü'l-Arabî, eceretü'1-Kevn, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 2000, s.75-76.
Ayet 1

32

"Elif-Lâm-Mîm"deki Elif tevhide iarettir; Mîm helak edilemez

bir mülke iarettir; bu iki harf arasndaki lam ise, ikisi arasnda
rabta olmas için bir vâstadr..Üzerine lam'n hattnn dütüü
satra bakarsan, Elifin gövdesinin, orada onun ucuna ulat-
n görürsün. Mîm ise oradan aaya doru inmeye çalr. Son-
ra orada "en güzel biçimden" "aalarn aas'na kadar iner ki
buras Mîm'in kökünün biti noktasdr. Nitekim, Allah Teâlâ
öyle buyurmaktadr:.. "Biz insan en güzel biçimde yarattk, sonra
onu aalarn aasna gönderdik. " (Tîn, 4-5)

Elifin o satr ya da hat üzerine inii tpk Hz. Peygamberin u sö-


zündeki anlam gibidir: "Rabbimiz dünya semâsna iner.. "(Buhar,
Müslim) Bu semâ terkip âleminin ilkidir, çünkü o; Âdem (a.s.)

semasdr. Bundan sonra ate felei gelir. te bu nedenledir ki

elif satrn yada hattn ilk balangcna inmitir. Çünkü o aha-

diyet makamndan yaratklar var etme makamna inmitir; bu

ini bir "takdis" ve "tenzih", bir "temsil" ve bir "tebih" inii de-
ildir, lam, ikisi arasnda bir vâstadr. Hem varedenin (mükev-
vin) hem de var olann (kevn) yerini tutan bir naiptir. O, kendi-
sinden âlemin var edildii kudretin bir simgesidir. O, satrn ba-
na kadar iniinde elife benzer.
Fakat, Vareden de, var olanla karm olduundan, süphan olan
Tanr kendi üzerinde kudretle nitelenmez. Allah Teâlâ yalnzca
yaratklar üzerinde kudret sahibidir. Dolaysyla, kudretin yüzü
yaratklara yöneliktir. Bunun içindir ki kudret vasf Yaratc üze-
rinde deil de sadece yaratklar üzerinde etkilidir. Öyleyse, kud-

ret sfat ulvî veya süflî yaratklarla ilgilidir.

Lâm'n hakikati satr üzerine ulamakla tamamlanmad için,

bu durumda ayn mertebede olur ve kendi hakikati sayesin-


elifle

de satrn altna inmeyi ya da satrn üzerinde kalmay ister; tp-


k Mîm'in inii gibi. Demek ki Lâm, Mîm'i var etmek için aa-
ya inmitir, çünkü bu durumda, Mîm suretinde inmek baka
mümkün olmaz, dolaysyla bu inite ancak Mîm
hiçbir harf için

(Hz. Muhammed) var edilir. Lâm harfi bir yarm daire yaparak
BAKARA
33

aaya iner ve ini yönünün öbür tarafnda satra ular. Böylece

aklla kavranabilen (mâkul) bir yarm felek isteyen, hisle kavra-

nabilen (mahsûs) bir yarm felek hâline dönüür. te bu iki ya-

rm felekten bir tam (daire) felek meydana gelir.

Öyleyse Elif-Lâm-Mîm tek bana ihata eden (bir eyin etrafn


çevirme, sarma, kuatma) bir felek olmutur. Onun çevrimini ta-

mamlayan bir kimse, Zât', sfatlar ve fiillerin nesnelerini (me-

fulleri) tanr. Bu temel hakikate ve bu kefe göre Elif-Lâm-Mîm'i


okuyan bir kimse; Bütün ile Bütün için, Bütün'le beraber ha-

zr olur. O zaman, artk onun müahede edemeyecei hiçbir ey


kalmaz; ancak o kimse, baz eylerin bilgisine sahiptir, baz ey-
lerin bilgisine sahip deildir.

Elifin hareke almasn önleyen aknl (tenezzüh), sfatlarn

ancak fiillerle anlalabileceini belirtir. Nitekim, Hz. Peygam-


ber öyle buyurmutur: "Allah vardr, Allah ile beraber baka hiç-

bir (hakîkî) varlk yoktur." ve "O, evvelce naslsa simdi de öyle-

dir' te bunun için, biz bakmz zâtna doru yöneltmiyoruz.


Hiç kukusuz izafet yani ilgi ancak karlkl ilgi içinde olan iki

varlkla anlalabilir... zafet, ilgi hakknda yaptmz bu uya-


r Elif-Lâm-Mîm'in harflerinden olan Lâm'n Mîm'le birleme-
sinde mevcuttur; burada lam bir sfattr; Mîm ise onun eseri ve
48
onun fiilidir.

Bir eyin olmas için (emir veren) Zât, onun iradesi ve bir de
"Kün" yani "Ol" emri lâzmdr. Eer bu Zât ile onun bir e-
yin oluvermesini dileyen iradesi ve olacak eye hitap ve tevec-

cüh eden Kün, "Ol!" emri olmasayd, o ey de var olmazd. Bun-


dan sonra böylece bu eyde üçlü bir birlik meydana geldi. Bu se-

beple bu birlik tarafndan onlarn yaratlmas ve varlk ile vasf-

lanmas gerçekleti. Bu gerçekleme de, önce kendisine emrolu-


nan eyin, Tanr bilgisindeki suretine, sonra bu suretin "Kün"
emrini iitmesine ve daha sonra iittii emre itaat etmesine ba-

48 Ibnü'l-Arabî, Harflerin lmi, çev.Mahmut Kank, Bursa, 2006, s. 105-108.


Âyet
34

ldr. u hâle göre yaratann üçlü birlii, yaratlann üçlü birlii

ile karlat. Yaratlan eyin yokluktan var olmasnda onun sabit

olan zât, kendisini icâd edenin zâtna, bu hitab iitmesi yarata-


nn iradesine ve yaratann ona var olmas için verdii emre uya-
rakvarl kabul etmesi de; Hakk'n "Kün" emrine karlk dü-
tüü için, o ey de var olmutur. Demek oluyor ki Allah yarat-
l iini yaratlan eye nispet etti. Eer Allah'n "Ol" emrine kar-
o eyin kendi nefsinde var olmak kuvveti olmasayd, yaratla-
mazd. u hâlde o ey önce yok iken yaratl emrini iitince an-
cak kendi nefsini yaratt. 49

bnü'l-Arabi'ye göre vücûdî hakikatin iki yönü vardr: 50

Hakk (fail) -zât irade söz

T T T
Hâli (edilgen) -zât iitme boyun eme

Baz ilim adamlar bu müteâbih (Kur ânn mecazi mânâya elve-

rili âyetleri) âyetlerin yorumunu Allah'tan baka hiç kimse bil-

mez, her kitabn bir srr vardr, Kur'ân'n srr da bu harflerdir,


demilerdir.

Bazlar ise; bu harflerin Yüce Allah'n isimlerinin ba harfleri ol-


duunu söyleyerek bunlar öyle açklamaya çalmlardr: Elif,

Allah isminin bandaki eliftir. Lâm, O'nun Latîf ismine, Mîm


ise O'nun Mecîd (azamet, büyüklük, ululuk) ve Melik (bâkim-i
mutlak, hükümdar) isimlerine delâlet eder.

Bir baka görüe göre Yüce Allah bu erefli harfler ile yemin et-

mitir (kuvvetlendirmitir).

Bir baka görüe göre ise; Elif, Âlâullah'a (Allah'n alasna)',

Lâm, lütfuna; Mîm, Mecdullah'a (Allah'n mükemmel kâmildeki

49 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.91-92.


50 Ebu'1-Alâ Afifi, Fusûsu l-Hikem Okumalar çin Anahtar, çev.Ekrem Demirli, stanbul,
2002, s.237.
BAKARA
35

tecellîsi) delâlet eder. Yahut, Elif Allah; lam, Cibril; Mim


Muhammed'e delâlet eder. Buna göre mânâ öyle olur: Bu kitap
Allah katndan, Cebrail vastasyla Hz. Muhammed'e indirilmi
51
bir kitaptr.

"Elif" Allah demektir. "Lâm", Latîf ve "Mîm" de Mecîd (Allah'n


adlarndan, büyük, ulu) demektir. Yani mânâ: "Ben, Latîf ve
52
Mecîd olan Allah'm" demek oluyor.

Elif, Allah'tan, Ledün âlemi yoluyla yani Cebrail'le (Lâm), Hz.


53
Muhammed'e (Mîm) indirilen kitaptr.

Fihî-Mâfih 'te bir adam; "Benimle Allah arasnda kl ka-


dar bir ey yok" der, Hz. Mevlânâ da "Ey aklsz, Peygam-
ber olmasayd, Allah'n mânâsn bile bilemezdin" diye ce-

vap verir. Allah ile Peygamber arasnda Cebrail'in olma-


d zaman olur ama bizler Allah' idrâk yolunda her bil-

giyi Peygamber kanalyla alrz. Elif, Lâm, Mîm ile bu du-


rum anlatlmaktadr.
Bu demektir ki; Elif, yani Ahadiyyetin hakikati, Cebrail
vastasyla Hz. Muhammed'in mânâsn, özünü (Hakîkat-i
Muhammedi) aikâr ederek, bizim bu hakikati kendi ka-
pasitemiz ölçüsünde idrâkimizi salar.
Bu idrâk açlnca "Elif" bizim hakikatimiz, "Lâm" bize
54
bu hakikati öreten, "Mim" ise biz oluruz.

• "Elif, lam, Mîm"


Sûrenin bandaki bu üç harf ile bütün olarak varla iaret edi-
liyor. Çünkü "Elif", ilk varlk olan zâta iarettir. "Lâm", Cebrail
olarak adlandrlan faal akla iarettir. Faal akl, ara varlktr; var-
ln bandan feyz alr, varln sonuna feyz verir. "Mîm" ise,

51 AliAkpnar, Kuranda Hece Harfleri (Huruf-i Mukattaa) ve Kueyri'nin Hece Harfleri


Yorumu, Tasavvuf lmi ve Akademik Aratrma Dergisi, Ankara 2003, say:ll, s. 55-73.
52 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004/7, c.I, s. 57
53 Halûk Nurbaki, Bakara Sûresi Yorumu, sf. 13.
54 Derleyenin notu.
Ayet 1

36

varln sonunu temsil eden Hz. Muhammed'e iaret eder. "O


Kitab. .
."
Daire onunla tamamlanr ve ba ile birleir. Bu yüz-

den Hz.Muhammed (s.a.s.), hâtemdir, mühürdür, sondur. Nite-


kim Hz. Muhammed (s.a.s.) öyle buyurmutur: "Zaman döndü
dolat, yüce Allah'n semâlar ve arz yaratt ilk güne ulat."
Selef âlimlerinden birinin öyle dedii rivayet edilir: "Lâm" har-

fi, iki "Eliften mürekkeptir. Yani "lam", ilim sfat ile birlikte

zât 'in karl olarak vazedilmitir. lim sfat ve zât, daha önce

iaret ettiimiz üç ilâhî âlemin ikisini temsil ederler. Dolaysyla


Allah'n isimlerinden biridir. Çünkü her isim herhangi bir sfat-

la birlikte zâttan ibarettir.

"Mîm" ise, bütün sfatlarla ve fiillerle birlikte zâta iarettir. Fi-

iller araclyla zât, ism-i âzam olan Muhammedi surette ken-

dini perdeler ve ancak bilenler bunu Zâtn sureti


anlayabilirler.

olan "mîm" de nasl gizlendiini görmüyor musunuz? Çünkü


"Mîm"in yapsnda "Mîm" "Yâ" harfi vardr; "Yâ" harfinde ise

"Elif" bulunur.

Hece harflerinin vazedilmesinin altndaki sr ise, her harfin

içinde mutlaka "elif" harfinin bulunmasdr. Aadaki açk-


lamay yapanlarn bu yaklam bizim açklamamza yakn bir

mâhiyettedir. Diyorlar ki: "Bunun anlam: her eyi bilen ve hik-

met sahibi olan Allah'a yemindir. Çünkü Cebrail ilim sfatnn


mazhardr, dolaysyla "Alim" ismidir. Muhammed ise hikme-
tin mazhardr ve Allah'n "Hakîm" ismidir. Buradan hareket-
le; "Allah'n isimlerinden her birinin altnda O'nun sonsuz isim-
leri vardr," diyenlerin bu sözlerini daha açk bir ekilde anlaya-
biliyoruz. lim, sebepler ve müsebbepler (sebep üzere vücûda ge-
tirilmi olanlar) âlemi olan hikmet âleminde fiile elik etmedii,
dolaysyla hikmete dönümedii sürece tamamlanamaz, kemâle
ermez. Bu yüzden slâm da srf "Lâ ilahe illallah "(Allah'tan ba-
ka ilâh yoktur) demekle hâsl olmaz; slâm'n hâsl olmas için

"Lâ ilahe illallah"n "Muhammedu'r-rasûlullah" Muhammed


5-
Allah'n rasûludur) ifadesiyle birlikte olmas arttr.

55 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s. 33-34.


AYET 2:

Zâlikel-kitâbü lâ raybe fîh hüden li'lmüttekîne

Bu doruluu üphe götürmeyen kitaptr.

Allah'a kar olmaktan saknanlara yol gösterir.


(Kenan Rifâî Hz.)

te o kitap, bunda üphe yok, müttakîler


(kötülükten korunacaklar) için hidâyettir.

(Elmall)

O kitap (Kuran); onda asla üphe yoktur. O, müttakîler için


(saknanlar ve arnmak isteyenler) için bir yol göstericidir.

(Diyanet)

Burada aikâr olan; kitaba kar üphe, yalnz müminler için

kaldrlyor. Onlar îmân eylediler. ..Lâkin delili nazara al-

madlar. Akln baland kaytlara balanp kalmadlar. Ken-


dilerine gelen her eyi seksiz üphesiz kabul eylediler. Kendileri-

ne haber verilen eyin vukuuna kesin îmân ettiler. Hem üp-


de
hesiz. Bir kimsenin îmân delillere nazarla kalrsa, akl kayd ile
balanp durursa o; kitaba, ekle bakar. 56

56 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.435.
Ayet 2
38

"te o kitap! "(Zâlike'l-kitabü)

Zâlike

Bundan maksad, önceki kitaplarda indirilecei vaadolunan kâmil


kitaptr. Kitap yaknmzda olduu hâlde, uzaa iaret için kul-

lanlan "zâlike" edat ile iaret edilmesi, dier kitaplarda gelece-

i vaat edimi olmas hasebiyle uzak hükmünde oluundandr. 57

Allah, (zâlike iaret zamirinin ilk harfi olan) Zel demitir. Bu,

belirsiz bir harftir. Belirsizlii ise kitap kelimesiyle açklam-


tr. Kitap, Zel'in (gösterdii) hakikatidir. Allah, kitab belirli-

lik taksyla (el) zikretti. Belirlilik taks (harf-i tarif), Elif-Lâm-

Mîm' dekinden Çünkü bu iki harf ora-


farkl bir tarzda bulunur.

da birlik mahallidir; burada ise ayrmann ilk aamasndadr.


Söz konusu ayrma, bilhassa sûrenin srlarnn ayrmasdr,
yoksa baka sûrelerin srlarnn ayrmas gibi deildir. te, var-
58
lktaki hakikatlerin sralan böyledir.

Allah Teâlâ'nn (Bakara Sûresinin banda) Elif-Lâm-Mîm'den


sonra zâlike' 1-kitab (Bu kitap) demesi, sanki uzaktaki bir varl-
a iarettir. Uzakln sebebi udur: Allah kitaba iaret edip -ki
ayrma mahalli mesabesindeki ayrlm olandr- ve Lâm harfini

(vahiy) iaret zamiri olan zâlike 'ye katmtr. (Vahyolunmu ki-

tap) Bu da, bu makamda uzakl dile getirir. Allah ehline göre


iaret, uzaklktaki nidadr (çarma).

Fark hitabn baka bir farktan geldiini tevehhüm etmesin (zan-


netmesin) diye Zel harfi ile (ki o kitaptr ve ikinci fark maka-
mdr. Lâm, o da sfattr ve birinci fark makamdr) arasna cem'
(bir olma, farkn ortadan kalkmas) mahalli olan Elif girmitir.

Fark, hitabn baka bir farktan olduu vehminde olsayd, asla

57 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 59.

58 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 171.


BAKARA
39

hakikate ulaamazd. Elif o ikisini ayrm, Zel ile Lâm aras-


na perde olmutur. Zel, Lama kavumak istemi, Elif onun kar-

sna çkm ve öyle demi: "Ancak benim vâstamla kavuabi-


lirsin". Lâm da, emanetini vermek için Zel'e kavumak istemi,
Elif ona da kar çkm ve "ancak benim vâstamla kavuabilir-
59
sin" demitir.

Kitaptaki (Zel) vahyi (Lâm) görebilmek için, Kadir gecesi-


60
ne (Allah'n tecellisine) ihtiyaç vardr.

O Kitap

Kur'ân- Kerîm'in temel kavramlarndan biri olan kitap, 250'den


fazla yerde geçmektedir. Türkçe'deki kitap anlam yannda yaz-
l ey; yaz, yazlan ve yazdrlan anlamlarna da gelir.

Kur'ân terminolojisinde en geni anlamyla Tanr tarafndan


yazdrlan ey demek olan kitap, bu anlamda îmânn temel ko-
nularndan biridir.

Kur'ân'n kitapla ilgili verilerini incelediimizde, bu kavramla


unlarn kastedildiklerini görüyoruz:

1. Genel anlamda vahy: lk peygamberden sonuncuya kadar


bütün nebilerin aldklar vahiyler bir kitap oluturur. Ba-
ka bir ifadeyle peygamberlere parça kitaplar hâlinde gelmi
olan vahiyler bir ana kitabn veya kitaplarn anasnn frag-
manlardr, (bkz. Zuhruf, 4) Kitaplarn anas Tanr katn-
dadr. (bk. Ra'd, 39)

Kitaplarn anasndan peygamberlere gelmi olan parçalarn


bir ksm ayrca kitaplar oluturur. Bunlar Zebur, Tevrat,
ncil ve Kur'ân'dr. Bir ksm parçalarsa insanlk dünyasna
suhuf (sayfalar; Kur'ân da Adem, it, îdrîs, brahim Peygam-
berlere gönderilen kitaplarn genel ad) olarak gönderilmitir.

59 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 170.


60 Derleyenin notu.
Ayet 2
40

2. Son Peygambere gelmi bulunan vahiyler toplam: Bu


Kur'ân'dr. Nitekim Kur'ân- Kerîm bir çok yerde kendisi-
ni kitap olarak anmaktadr. (Örn. bkz. Sâd, 29; Fussilet, 3;

Zuhruf, 2; Duhân, 2)

Daha ilk âyetlerinden birinde Kur'ân kendini "içinde ku-


ku, kuruntu ve çelikinin yer almad kitap" (Bakara, 2)

olarak tantmaktadr. Kur'ân'n adlarndan biri de Kitap'tr.

Bu daha çok Kitâbullah (Allah 'in kitab) olarak kullanlr.

3. Bütün kâinat: Kur'ân'a göre varlk ve olu bütünüyle bir ki-

tap oluturur.

4. nsan: Kur'ân insan da bir kitap olarak sunar.

5. Evrensel kayt kitab: Bu tüm olularn, özellikle insann


fiillerinin kaydedildii bir evrensel kompütür gibidir ki
her ferdin hayr ve erri burada kaydedilir. (Kehf, 47-49;

Câsiye, 29)

6. Her ferdin amellerinin kaydedildii bireysel disket: Evrensel

kompütürde her bireyin hareket ve niyetlerinin ilendii ka-


yt levhasna da Kur'ân kitap diyor. Bu disket levhalar, he-

sap gününde insann önüne konur ve ona "Oku, kendi özel

kitabn, bugün sana tank olarak öz nefsin yeter." (bkz. Isrâ,

13-14)

Kitap kavramyla ilgili u incelii de hatrlatmak gerekir:


Kur'ân'a göre insann önüne, okunmak üzere konan üç temel ki-
tap vardr. Kâinat kitab, vahiy kitab (Kur'ân) ve insann bizzat
61
kendisi...

Kitap, sûrelerden, âyetlerden, kelimelerden ve harflerden meyda-

na gelir.

Sûreler, kemâle ait tecellîlerden ibaret olan zatî suretler demektir.

61 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 348-

350.
BAKARA
41

Âyetler, cem'in hakikatlerinden ibarettir. Her husûsî mânâs iti-

bariyle ilâhî cem'e delâlet (iaret) eder. O ilâhî cem de, okunan o
âyetin mânâsndan anlalr.

lâhî kelimeler, aynî mahlûklarn (yaratlm) hakikatlerinden


ibarettir. Yani, müahede (görme) âleminde meydana çkan
mahlûkât demektir.

Harfler: Bunlar noktal ve noktasz olmak üzere iki ksmdr.


1- Noktal harfler: lâhî ilimdeki Âyân- Sabiteden ibarettir.

2- Noktasz harfler: ki nevidir (çeittir)

a- Birinci nev'i: Bunlar kemâl icaplarna iarettir. Kendi-


lerine üst taraftan harfler bitiir, fakat kendileri baka
harflerle bitimezler.

Elif, Dâl, Râ, Vav, LameliP dir.

Bunlarn kemâl icaplar: Zât, Hayat, lim, Kudret,


rade' d ir.

b- kinci nev'kîki taraftan da bitiebilir. Bunlar dokuz ta-

nedir.

Hâ, Sîn, Sâd, Ti, Ayn, Kâf, Lam, Mîm, He'dir.

Bu dokuz tane ile olan iaret insân- kâmiledir.

Çünkü nsân- kâmil ilâhî be hazreti ihtiva ettii gibi


varla ait dört eyden ibaret olan dört unsur ile olan-
lardan meydana gelenleri de ihtiva eder. Yani; Kâmil
vasfnda, ilâhî olan be vasf ile, halka ait dört vasfn

beynini birletirmitir. nsân- Kâmil harflerinin nok-


tasz olmasndaki sebep; Cenâb- Hakkn onu kendi
suretinde yaratmasdr. Fakat ilâhî mutlak hakikatler,
insana ait mukayyet (kaytl) hakikatlerden ayrlm-
tr. Çünkü insan, kendini var eden bir mucide (icad
eden) dayanmtr. O mûcid de her ne kadar kendi-
si ise de; insann hükmü, bakasna dayanmaktadr.
te bundan dolay Noktasz (insana ait) harfler de
Ayet 2
42

hem baka harflere müteallik (bitiik), hem de baka


harfler o (insana ait) harflere mütealliktir.

...Allah'n kitabna toplu bir hâlde baklnca, tek âyetten ibaret

olduu görülür...

Böyle olmasna ramen, onun içi, Rabbani iaret ve alâmetlerle


doludur.
Bir kimseye, Allah Teâlâ, kitabndakilerin iç mânâlarn anla-

may, bir de eriatn zahirî ahkâmna sarlmay nasib ederse...

ite, anlatlan hâle eren kimse, her iki kymeti birden elde etmi
62
olur..

• Kitab; kendisinde yokluk düünülmeyen mutlak varlk demektir.


63
...Allah'n kitab, kelâm demektir.

• Kitap toplama ve birletirme mertebesidir. Bu anlamda toplayan


ve birletiren her ey kitaptr.
Toplayc kitap, âlemde dalm hakikatleri kendinde toplayan
Adem'dir.

1. Bütün âlem Adem'in tafsili, Âdem ise toplayc kitaptr.


Âleme göre Âdem ceset için beden gibidir. O hâlde insan
âlemin ruhu, âlem ise bedendir.

2. nsan Rabbinin kitabdr.


3. Sen bir kitapsn, yazl her ey sendedir, kendinden her eyi
silebilirsin, dilersen okursun. Ancak sen varsn, bu yüzden
64
zahirin dünya, bâtnn âhirettir.

• A insan! Tanr kitab sensin, sen!


Ey Tanrnn kitabnn nüshas olan sen ve ey ah 'ln cemâlinin
aynas olan sen! Âlemde senin dnda olan bir ey yoktur. Her
istediini kendinden iste, (ara), çünkü her ey sensin.
65

62 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 124.

63 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 422- 423.
64 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s. 121.
65 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 175.
BAKARA
43

srâ Sûresi 14. âyette "krâ kitâbeke": Kendi kitabn oku buyu-
66
ruluyor. Çünkü her ey oradadr.

Kendi kitabn oku demek, kalbinde gizli olan, Hakk'n emane-


tini bul demektir.nsan bir kitâb- mübindir (doruyu yanltan
ayran, aikâr bir kitaptr) ki dünya ve âhiret ona sntr. u
hâlde eline külüngü (büyük kazmay) al, fena ahlâklarn kazma-
ya bala. Her tabakada yeni bir ilerleme görülür. Evvela toprak
sonra kil; bakarsn sonra da su çkverir. te kendi kitabn oku-
maktan maksat, marifettir. Yani nefsini bilmektir. 67

"Devletlim! Evvela karma u kâinat kitabn açtn ve:

-Oku! Dedin.
Ben acemi fakat çalkan bir talebe gibi, onu kelime kelime hece-
lemeye baladm. Dostlarm buna ahittir. Bir kr çiçeinde, bir
çi tanesinde, bir incecik su rltsnda, zevkte, tebessümde hep
senin parmak izlerini görerek hzl hzl okuyor ve yanmdakile-

re söylüyordum.
Fakat bunlara, bu güzelliklere doymadan sahifeler karmda dö-
nüyor, bütün telama ramen, zahmette, meakkatte (güçlük),
göz yanda, strapta gene senin dehana ve hünerine ahit olu-

yordum. te böylece de gece demiyor, gündüz demiyor, önüme


ne gelirse okuyor, okuyordum.
Nihayet yorgunluuma acm miydin, neydi? Karma gelip

gene bana dedin ki:

-Kâinat kitabn okumak uzun sürer; kendi kitabn oku!


Bu, o büyük kitabn hülâsas (öz) idi; onda da güzelliklerde çir-

kinliklerden, zevklerden ve aclardan izler, eserler, görünüler


vard. Belki hakîkaten bu, ötekinden küçüktü; ancak kâinat ki-

tabna smayan büyüklükler buna smt.


armtm. "Ben bunu, bu karmakark, sökülmez, ezberlen-

66 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.622.


67 Sâmiha Ayverdi, Yusufçuk, stanbul, 1997, s. 3-4
Ayet 2
44

mez çetin kitab nasl okurum," diye düünürken, bir kere daha
karma geldin ve:

-Kendi kitabn okumak uzun sürer, beni oku! dedin.


-Seni mi, Devletlim? Acaba bu cihanda seni okumu kim vardr
ki ben bu bahtiyarlar arasnda saylaym? "Benden bir olmaz is-

temekle, beyhude (bo) didinip, tebah (yok olu) olmam m isti-

yorsun?" diye haykrdm.


O zaman tekrar yanma geldin. Hayr, hayr...yanma gelmek de
ne demek? Gözüm oldun, dilim oldun, tenimdeki canm oldun
68
ve bunlar, benim yerime kendin okudun."

• Kur'ân batan aa insân- kâmili söyler. Kemâli bulmak için

insann nefsinin ayplardan temizlenmesini tezkiyesini (arndr-


ma), ruhunun aklanmasn ve ona lâzm olacak amellerin ifâsn
(yerine getirme) söyler. Yoksa Kur' ân' dan maksat, sadece onu
tecvit üzere okumak deildir. Mânâsn anlamaktr. Kur'ân'n
mânâs braklyor da teferruat ile uralyor. Hâlbuki o teferru-
at, hep o mânâ içindir. Onun için Kur'ân- Kerîm'i her saat hal-

dr haldr okumak deil, okuduunla amel etmek lâzmdr. Böy-


69
le olmadktan sonra ne fayda?

• Bütün kâinatta ne yazlm ise, Allah onlarn hepsini bu küçü-


cük vücûda sdrmtr. Ayp deil mi bize ki, eein üstünde-
ki Kur'ân- Kerîm nasl kendisine bir fayda vermezse, biz de bu
nimetler içimizde olduu hâlde onu görüp istifade (yararlanmak)

etmeyelim.

Reva (uygun) mdr ki maddî manevî bunca varlklara sahip ola-


sn da, kendinde olan bu servetten gafil (habersiz) olasn? Kur'ân
tayan merkepler (eek) gibi, tadn o Kur'ân' yalnz tamak-
la yetinesin. Allah sana beer olmak erefini ihsan etmi iken
kadrini bilmemek elbet nankörlüktür. Onun için çalmalyz.

68 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.496.


69 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.492-493.
BAKARA
45

Çalacaz (takva) her hususta çalacaz. Dünyaya gelmekten


maksat, ancak bu hakikatleri bilmek ve hemcinsimize hizmet et-

mektir. Yoksa sadece yat, ye, darda evde bolca laf...


iç, kalk,

Olmaz bu... Lâzm olan, insann insanln bulmasdr. Çünkü


insanlk büyük eydir. te oraya ayak bastn m, artk vara yoka
itirazlar, dedikodular kalmaz. Dâima edep dairesinde hareket

eder, kimseye fena nazar ile bakmaz, hereyi Cenâb- Hakk'n


yaptn bilir, dâima iyilie çalrsn.
Hâsl (sözün ksas) illa güzel ahlâk, illa güzel ahlâk... Ahlâk ol-
-o
mazsa, ibâdetten de bir fayda hâsl (meydana gelme) olmaz.

Hz. Aye'den, Resûlullah efendimizin ahlâkn sormular. Ce-


vap olarak: "Siz Kur'ân okumuyor musunuz? Resûlullah'n
71
ahlâk' Kur'ân'd," buyurmu.

Bütün Kur'ân sebebi gidermeye aittir. Zahiren yoksul olan


Peygamber'in yüceliini, yine zahiren yüce olan Ebû Leheb'in
72
7
helakini (yok olma) anlatr durur.

Bil ki Kur'ân'n bir zahiri var. Zahirin de gizli ve pek kuvvet-

li bir iç yüzü var.

O bâtnn bir bâtn (iç, öz), onun da bir üçüncü bâtn var ki

onu akllar anlayamaz, hayran kalr.


Kur'ân'n dördüncü bâtnnysa esiz örneksiz Tanr'dan baka
kimse görmemi, kimse bilmemitir.
Oul, sen Kur'ân'n d yüzüne bakma.. eytan da Adem'i top-

raktan ibaret gördü, hakikatine eremedi!


Kur'ân'n zahiri insana benzer... sureti görünür, meydandadr
73
da can gizli!

70 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.323.


71 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.205.
72 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.347.

73 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.545.


Ayet 2
46

Kur'ân- Kerîm'in bâtn (iç, öz) mânâs akln üstündedir. Meselâ


ben size, 'Her ey bu dünyadadr; âhiret de bu dünyann içinde-

dir,' dersem, bunu görecek göz zahir (görünen) gözü deildir. Bu


hakikati görmek ve bilmek için bir baka göz ve bir baka akl
lâzmdr. te bu yolda akln itirazlarna yol yoktur.
74

Sapklar, Kur'ân'da sözden, laftan baka bir ey görmezlerse a-


lmaz ki.
Körün gözüne, nurlarla dolu günein klar gelmez de yalnz
75
bir hararet gelir.

Allah Kur'ân'da tecellî etmitir. Fakat görmüyorlar. Ancak edep


sahibi tecellîye mazhardr (göründüü yer). Edep ise 'lâ ilahe il-

lallah' demektir. Yani ben yokum, ancak Allah var demek. Bu da


laf ile elde edilemez, Allah'n tecellîsine mazhar olmakla müm-
kün olur.

Fakat, 'Herkes bu tecellîye mazhar olur mu?' dersen, o tecellî sa-

hibini görüp ondan feyz almas, göreni görmesi hatta göreni gö-

reni görmesi dahi feyzi için yeter bir imtiyazdr.

u iki eyi iyi düün:


1- Büyük kitab: Yani Kur'ân- Mübîn'i ki, Kâinat Kitabnn
özüdür.
2- Kitâb- Nâtk' (konuan kitab): Yani Hz. Muhammed'i (s. a. s.)

Evet o kitabn derinliklerine dal; yalnz ölüne okuyup, sözleri-


ni kraat edip ya da hafz dinlemekle yetinme; mezarlk kitab
da sanma; hükümlerine uy! Çünkü O kitab, ruhu mânâlara te-
vik ile insana insanl öretir. En yüksek ahlâk tâlim eder (ö-
7G
retir).

74 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi çev.Abdülbaki Gölpnarl,


, c.III, stanbul, 1988, s.346.
75 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.479.
76 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevi Kur'ân ve ilmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkadir-i Geylâni, Ankara, 1998, s. 159.
BAKARA
47

"Kuku, çelime, tutarszlk yok onda." (la raybe fiyh)

Bu âyetle de (Bakara, 2) Allah Teâlâ, Elifin, Lâm'n ve Mîm'in


hakikatine iaret etti... icmal (ksaltmak,bir araya toplamak)
yolu ile; zâta, isimlere ve sfatlara iarettir. -"Bu Kitap" (Baka-

ra, 2)

Burada Kitap; nsân- Kâmil'dir.


Elif-Lâm-Mîm-ise: Bu insann hakikâtine iarettir. 77

rayb (üphe): Aslnda nefse bir zdrap, bir kuku vermek


mânâsna masdar iken, lügat örfünde bu zdraba balca bir se-

bep olan ek üphe mânâsnda kullanlmas üstün gelmitir.


ve

Yani rayb, üpheye yakn ve fazla olarak kötü zan gibi bir töhmet
mânâsn da kapsar. Fakat asl mânâs üphe ve kuku, yani ku-
78
kulu üphedir.

Kur'ân, her türlü üpheden uzak ve her töhmetten (itham ve zan


altnda bulunmak) uzak klnmtr. Kitaplar içinde hak "kendi-
sinde üphe olmayan" Allah'n kitab olduunu bunun kadar ke-
sinlik ve üphesizlik ile bilinen ve doru yolu bunun kadar gös-
teren hiçbir kitap yoktur. Bunun ne vahyinin nitelii ve inme-
sinde bir üphe, ne de tebliinde bir töhmet (itham ve zan altn-
79
da bulunmak) vardr.

Hakk'n indirdii, Hakk'n iar, doru haber veren, maksad


yalnz iyilik ve insanln mutluluu olan bu kitapta, üpheye
yer verecek ne bir cehalet (bilgisizlik) ve gaflet (hakikatten haber-

siz olmak), ne de kötü bir niyet ve bozuk maksadn tasavvuruna


80
imkân yoktur.

77 Abdülkerîmb. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 125.
78 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 158.
79 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 157
80 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.157
Ayet 2
48

Allah, "Bu konuda hiçbir ekilde üphelenmeye yer yoktur" diye

açk olarak mutlak güvence balamtr ki bunda Resûlullah'n


ruhunun, vahyi, gerek kabul etmede ve gerek tebli (ulatrma)
etmede sözünde duran emin bir kii olduunu kaydetmek ve ilan
etmek vardr. Ve bu ekilde kitabn kendisinde hiçbir üphe ol-

madn kaydetmek, kitab tebli eden Muhammed el-Emîn'in


kendisinde de hiçbir üphe bulunmadnn tescilidir.
81

'O kitap' gayba iarettir. Allah'n ezelde kendi nefsine yaz-

d
'

kitaptr. Tevrat ile InciVin kastedildii de kabul edi-

lebilir bir savdr bu hitapta. öyle ki: Tevratla incil'in ta-

mamlanmas olarak kastedilmi 'Kuran diye düünüle-

bilir. Tevrat' da incil'i de bu gözle deerlendirenler 'na-

maz klanlardan olarak adlandrlmtr. Rayb kuku an-


lamndadr. 'O kitap'ta kuku yoktur. Siz Kur' ân dan üp-
he duyabilirsiniz; ama o kuku duyulacak kitap deildir. 82

Hz. Muhammed zamannda sözlerin en güzelini, en dorusu-


nu, en sanatl olann söylemek revaçta idi. Hatipler ve airler,

toplumun en sayg gören insanlar olmutu. iir ve kelâm sa-

hiplerine adeta kutsal insan gözüyle baklyordu. Hz. Muham-


med ite böyle bir zamanda Kur'ân- Kerîm'in sûrelerini ilan
etti. Okuma yazma bilmeyen, bir Tanr ümmîsinin böylesine

güzel, ulvî, sanatl ve her sözden üstün bir telkin lisanyla söy-

ledii âyetler o devrin bütün fesahat {güzel, düzgün konuma)


ve belagat {güzel, pürüzsüz söz söyleme) ehlini hayrette brakt.

Çünkü Hz. Muhammedi Allah söyletiyor, onun dilinden biz-


zat büyük yaratc konuuyordu. Asrlardan beri ve bugün hâlâ

Kur'ân- Kerîm'in hiçbir dilde kendi terennüm (ahenkli bir ses-

le okumak, mûsikîli söz) lisânndaki ilâhîlik ve güzellikle ifade ve


83
tercüme edilemeyii de bundandr.

81 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur' ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.158.
82 Derleyenin notu.
83 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 79.
BAKARA
49

Harfler ve sözler birer kap gibidir. Onlarn delâlet ettii mânâlar

ise kabn içindeki su gibidir. Mânâ denizi de Allah'n yannda


bulunan Ümmü'l-Kitap'dr.
Allah her kimin kalbine mihenk koymusa, ancak o kimse
84
yakîni üpheden ayrt edebilir.

Kur'ân, gerçi Peygamber'in dudandan çkar ama kim Tanr


söylemedi derse kâfirdir. Sureti fânidir; o bir ayna kesilmitir. O
aynada bakalarnn yüzünden baka bir ey görünmez.! Orada

çirkin bir surat görürsen, gördüün de sensin. îsâ ve Meryem'i

görürsen yine gördüklerin senden ibarettir. O ne budur, ne o.. her


'
8
eyden ar durudur., yalnz senin önüne senin suretini kor!

Bununla beraber Kur'ân'n mertebesi gizli deildir. Kur'ân'n, e-


ref ve fazileti herkesçe bilinmektedir. Çünkü Allah'a yakn olan

kelâmlardan hiç biri Kelâmullâh'n dengi olamaz.

Bu durumda zâkire (zikreden kii) gereken zikrini yapaca za-

man zikrini Kur'ân' da vârid olan zikirden tertip etmesi ve bun-

larla Allah' zikretmesidir. Böylece zikrederken ayn zamanda


Kur'ân da okuru olur. Kur'ân okuru olduunda ise Allah'n ken-

di zâtn zikrettii zikri de nakletmi olur. Böyle yapt zaman


kendisini, Rabbinin "Onu yanna al ki Allah'n kelâmn iitsin!"

(Tevbe, 6) ve "Allah, kendisine hamd eden kimseyi duymakta-

dr." sözlerinde iaret edilen mertebeye koymu olur.

Kur'ân okuyan kulun mükellef olduu günlerde dünyadaki yük-


selii kendi okuyuundan Allah'n okuyuuna yükselmesidir. Bu
durum Hakk'n kulunun dilinden tilâvet etmesi ile olur. nitekim

Hakk, kulunun kendisiyle iittii kula, gördüü gözü, tuttuu


eli ve yürüdüü aya olmaktayd. . . Bunun gibi kendisiyle söz

söyledii ve kendisini ifâde ettii lisan da olur.

84 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.46.


85 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.171, beyit. 212, s.173, beyit 2140, 2142-2143
Ayet 2
50

Artk kul; Allah'a hamd, Onu tebih ve tehlil edecekse bunu an-
cak Kur'ân'da geçen ifâdelerle yapar. Bundan dolay da kendi
okuyuundan Rabbinin okuyuuna yükselir.

Nitekim kyamette kul okumasnn ulat son âyete dek yük-


selir. Sonunda bu âyetin lâyk olduu mertebede durur. Bu âyet
ise kul okuduunda Rabbinin kulun azndan okuduu âyettir.

Bundan dolay sözlerin en seçkini ve mâruf olan Allah'n


kelâmdr.

Onun peygamberi, O'dur. Yani Kendisi, Onun risâleti (peygam-

berlik) O'dur. Yani Elçisi O'dur. Yani, kendisi.

Keza, kelâm da Odur. Yani kendisi.

O, bir elçi gönderdi: Kendisinden, kendisiyle, kendisine.

Ne sebep, ne vâsta. Bunlar yok. Çkar bunlar aklndan.

Elçiyi gönderen, elçinin getirdikleri, elçinin kendisi ve elçinin


86
geldii kimse; bunlarn hepsi ayn varlktr; tek eydir.

Büyük srlar küçük görülerle bilinmez. Onlar bilmek için

allâme {çok bilgili) olmak da yetmez. Ulularn vârisi olan kâmil


insan bul; o yüce bir kitaptr O'nu oku, böylece de muhtaç ol-

duun Allah ilmini tahsil edip Hakk arifi ol!


87

Kuran: Zâttr.
Furkân: Sfattr.
Kitap : Mutlak varlktr. 88

86 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 22-23.


87 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 22-23.
88 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 125.
BAKARA
51

Bir klavuzdur (hidâyettir) o,


(Hüden)

Hidâyet

Hidâyet ve hüdâ; doruyu, iyiyi, güzeli fark etmek, bunlara gi-

den yolda yürümek anlamlarnda olup, bu kökten türeyen keli-

melerin Kur'ân bünyesindeki says 250 küsurdur. Hidâyeti bul-

maya veya göstermeye ihtida (doru yola girme, müslüman olma)


veya hüdâ denmektedir. Allah'n isimlerinden biri de Hâdî yani
hidâyet veren, hidâyete erdirendir.

Kur'ân- Kerîm daha ilk âyetlerinden birinde (Bakara, 2) ve tabiî

ki, bir çok âyetinde kendisini, "Allah'a yaknlamak gayretinde

olanlarn hidâyeti" yani yol göstericisi olarak tantr.

Hidâyet, Türk müfessiri Elmall tarafndan çok güzel ifade edil-

mitir. Diyor ki: "Hidâyet, istenene ulatracak eye lütuf ve tat-

llkla delâlet etmektir ki, yolu sadece gösterivermek, yahut yola

götürüvermek ekillerinden biriyle gerçekleebilir. Evvelkine sa-

dece göstermek veya irâd; ikinciye, ulatran araclk veya tevfik


{Allah'n muvaffak klmas) denir. Bunda lütuftan maksat, sertlik

ve iddet kart olan scaklk ve yumuaklktr. Burada esas olan

inceliktir. Hidâyet, istenen hayra ulatrmaktr. Meselâ, hrsza


»89
yol göstermeye hidâyet denmez.

El-Hâdî, hidâyet kelimesinden türetilmitir. O, kalpleri mari-


fetine; nefisleri itaatine; sevdiklerini kendisine; âlimleri ise, iin
gerçeini müahedeye (görmeye) ulatrandr.
Hidâyet, ya tevfikidir (elçi olarak gönderme); bu, saadet meydana
getiren hidâyettir ve bunu nebî ve seçkin velîler îfâ ederler. Ya da,

açklaycdr; bu da, indirilen eriattr. Bu hidâyet, genel hakkn-


da ilmi, seçkinlerde ise saadeti meydana getirir.

89 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân - Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s. 134-135.


Ayet 2
52

Bu ismin hükümlerinin özelliklerinden birisi, tevfik ve beyândr.

Buna göre tevfik, peygamberlerin rehberliini benimsemek ve


ona balanmaktr; açklamak ise, Hakkn gönderdii eyi nazarî
akln hükmüyle veya düüncenin tevilinden hareket ederek zan-
la deil kefe dayanarak erh etmektir. 90

Bu kitap esas itibariyle "insanlar için hidâyettir." Genellikle in-

sanlar irâd ve doru yolu göstermek için inmitir, iyilik ve yu-


muaklkla yol göstermek demek olan bu hidâyeti, bu çar ve
rehberliin esas itibariyle una buna tahsis edilmesi yoktur. Fa-
kat hidâyetten istenen ey ihtida, yani maksada kavuma gaye-
si, imdiki hâlde veya gelecekte, saknma sfatna sahip olanlara
nasip olacak, ftrî kabiliyetlerini kaybetmi olanlar bundan fay-

dalanmayacak ve belki zarara uram olacaklardr... Hüdâ, hem


lâzim (geçisiz) hem de müteaddî (geçili) olur. Fatihada açk-
land üzere hidâyet, yol göstermek ve istenen eye ulatrmak
gibi iki mânâda ortaktr veya kullanlmaktadr ki, birine "gaye-

ye ulatrmayan hidâyet" dierine "gayeye ulatran hidâyet" de-


nilir. Yüce Allah'a göre biri ulatran yolu göstermek ve irâd et-

mek, dieri hidâyeti yaratmak ve insanlar baarl klmak de-

mektir. Kur'ân'da ikisi de geçmitir... Ancak aratrma yapld-


nda Kur'ân'a nisbet edilen hidâyetin irâdla ilgili hidâyet ola-

ca ortaya çkar. Çünkü baar ve insanlar doru yola iletme-

yi yaratmak, kelâm sfat ile deil, fiil sfat iledir... Bundan da


anlalyor ki, bu kitap ile gerçekleen Allah'n iradnn etki-

li olmas ve baarya yaklatrmas için muhatap olan insanlarn


ihtiyarî fiilleri adeta art klnmtr. Kur'ân herkese genel bir

ekilde doru yolu göstermek için inmi olmakla beraber, her-

kes bunu kabul etmede ve isteyerek seçmede eit olmayacak, ba-


zlar buna iradesini harcamayacaktr. Çünkü insanln ftrat-

nn (yaratlnn) aslnda genel olan hitap kabiliyeti birtakm in-

sanlarda kötü alkanlklarn tamamen ortadan kalkm bulu-

nacandan; Kur'ân'n irâdlar tam belagat (güzel söz söyleme)

90 Sadreddin Konevî, Esmâ-i Hüsnâ erhi, çev. Ekrem demirli, stanbul, 2004, s. 232.
BAKARA
53

ve kapsaml gerçekleri ile beraber, o gibilerin kalplerinde tabiî

olarak sevinç arzusunu uyandrmayacak ve belki ters etki yapa-

caktr. Bunun için hitabn esas faydas, hüsn-i ihtiyar (güzel ter-

cih) yeteneine sahip olan kabiliyet sahiplerine ait olacaktr ki,

bunlar da takvas veya en azndan saknma yetenei bulunan


müttakîlerdir (takva sahipleri). Bundan dolay Kur'ân'n inmesi-

nin hikmeti, balangçta insan iradesinin katlmas art ile bü-

tün insanlara hidâyet etmektir... Fakat bu hidâyetten faydalan-


mann ilk art Allah'tan gerei gibi korkmay seçmek yani ko-
91
runmay istemektir.

Bir adam: Benim öyle bir hâlim olur ki, oraya ne Muhammed,
ne de Allah'a en yakn bir melek samaz (Hadîs) diyordu. eyh
buyurdu ki: "Tuhaf! Bir kulun bir hâli olsun da Muhammed
oraya smasn! Sende Muhammed'in bile smad bir hâl olur

da acaba Muhammed'in böyle bir hâli olmaz m? Senin bu hâlin


onun bereketinin tesirinde deil mi? Çünkü ilk önce bütün ba-
lar, ihsanlar onun üzerine döktüler. O zaman ondan baka-
larna dald. Âdet böyle olduundan Yüce Allann Elçisi sana

selâm olsun ve Allann rahmeti, bereketi senin üzerinde olsun!"


buyurmutur. Yani, bütün saçlar senin üzerine saçtm, buyur-
mu, Peygamber de: "Salih kullar üzerine!" demitir.

Allah yolu çok korkulu, kapal ve karla örtülü idi. lk önce can-
n tehlikeye sokup atn süren ve yolu yarp geçen o oldu: Her-
kesin bu yolda gidebilmesi, onun yol göstermesi ve inayeti saye-

sinde olur. Yolu ilk defa o bulduu ve her yere; bu tarafa gitme-

yiniz; eer o tarafa gidecek olursanz ölürsünüz. Ad ve Semûd


kavmi gibi yok olursunuz. Yok eer bu tarafa gidecek olursa-

nz, müminler gibi kurtulursunuz, diye alâmetler koyduu için,

"Onda ne kadar apaçk iaretler" (Alu mran, 97) buyurulduu


gibi, bütün Kur'ân bunun beyânndadr. Yani, yollarda bellilik-

ler (iaretler) diktik, biri bu kazklardan herhangi birini kesmek

91 Elmahl M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.160-161.
Ayet 2
54

isterse, hepsi birden: "Bizim yolumuzu ykyorsun, yokluumu-


za çalyorsun; yoksa sen yol kesici misin?" diye onu öldürmek
isterler: te bunun için önderin Muhammed olduunu bil. Her
92
ey, ilkönce Muhammed'e gelmeden bize erimez.

Kur'ân' duymaya ve anlamaya çal! Çünkü o hiçbir zaman e-


rilmeyen yolu gösterir. Kur'ân ve hadîsi kendine uydurmak yolu-
na sapma, kendin Kur'ân'a ve hadîse uy! Harfleri ve sözleri ken-
di nefsinin dileine göre anlamaya kalkarsan yanlrsn. Nefsi-
ni kelâmdaki muradn emrine koyacaksn, doru yol budur. 93

Amma onu anlamak için bilmeyi bilmeli. Yoksa nice Araplar


vardr ki Kur'ân- Kerîm'in lafzen mânâsn bildikleri hâlde

hakîkî mânâsn bilemezler.


94

Kur'ân- Kerîm herkese hitap etmitir. Orada bütün insanlara,


havassa, ahassü'l- havassa {manevî kemâlde en seçkin olanlara),

mümin ve kâfirlere de hitap vardr. Dorudan doruya peygam-


95
berlere de hitap vardr.

"Firavun: 'Sizin Rabbiniz kimdir ey MûsâV dedi. Mûsâ: 'Bizim


Rabbimiz, herseye uygun yaratln veren sonra da yolunu göste-

rendir!' dedi" (Taha, 49-50)

Güne her tarafa birden akseder. Mezbeleye, lama aksetme-


si, onlarn fena kokularn ziyâdeletirir. Güle, sümbüle ise gü-
zel kokular verir. Yani herkesin istidadnda olan eye kuvvet ve
imkân hazrlar. Nisan yamuru sedefin azna düerse inci, yla-
nn azna düerse zehir olur. Keza Kur'ân, mü'min'in îmânn,
kâfirin de küfrünü arttrr. %

92 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.341-343.
93 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.149.
94 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.499.
95 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.477.
96 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.248.
BAKARA
55

Onun için Allah diyemeyen kimseler Allah'n sevgilisini seve-

mezler. Onlar, kâmil insan da Kur'ân' da sevmezler. Kur'ân'dan


söylense küfürleri artar, kâmil insan görmekle de keza inkârlar
97
ziyâdeleir.

Korunup saknanlar (müttakîler / takva ehli) için.

(fiyh hüden lilmüttekyne)

ttikâ, Müttakî/Takvâ ehli:

Muttaki: Korunma anlamna gelen "Vikaye" kelimesinden türe-

mi ism-i faildir. Bu, hiçbir kukuya meydan brakmakszn ke-

sin bir ekilde korunan demektir. Aslnda "ittikâ" (saknmak, çe-

kinmek), iki ey arasndaki engele verilen isimdir.

Dolaysyla takva sahibi de, Allah'n emirlerine yapmann ve

yasaklarndan kaçnmann kendisi ile azap arasnda bir engel ol-

98
duunu kabul ediyor.

Lügat açsndan ittikâ veya onun ismi olan takva, kuvvetli bir
himayeye girerek korunmak, özetle kendini saknp korumak iyi

demek olur. Bunun gerei olarak korkmak, kaçnmak, saknmak


ve çekinmek mânâlarna da kullanlr.
eriatta mutlak saknma veya takva, insann kendisini Allah'n

korumas altna koyarak âhirette zarar ve ac verecek eylerden


iyice korumas, dier bir ifade ile günahlardan saknmas ve iyi-

liklere sarlmas diye tarif olunur.

Kur'ân'da ittikâ (saknma) ve takva üç derece üzerine zikrolun-


mutur ki, birincisi; ebedî azabdan saknmak için Allah'a irk
komaktan kaçnmakla îmân "Ve onlar takva kelimesine bala-
d" (Fetih, 26) gibi. kincisi; büyük günahlar ilemekten ve kü-

97 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.409.


98 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu' l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 60- 61
"

Ayet 2
56

çük günahlarda srar etmekten saknmak ile farzlar edâ etmek-

tir ki, er'an (slâm'da) bilinen takva budur. "O ülkelerin halk
inanp Allah'n azabndan korunsalardi." (A'râf, 96) gibi. Üçün-
cüsü; kalbinin srrn Allah'tan megul edecek her eyden kaçn-
mak ve bütün varl ile Allah Teâlâ'ya yönelmek ve çekilmedir
ki bu da "Ey îmân edenleri Allah'tan, O 'na yarar biçimde kor-
kun."'(Ak mran, 102) emrindeki gerçek takvadr.

Müttâkîler demek, inat ve iki yüzlülükten, tam üpheden sak-


nabilecek ve hakk kesin ve kat'î olarak bilmeye aday olabilecek
kusursuz, salam huy ve salam akl sahipleri demektir ki, tef-
sirciler bunu "takva derecesine yükselenler" diye tefsir ederler."

Olum, takva, iki çeittir;

1-Umuma has olan takva,


2-Seçme kullara mahsus olan takva...

Seçme kullarda görülen takva, iç âlemden balar. Bütün gayre-


ti, cehdi, ümidi yalnz Allah Teâlâ'nn zât için harcamak asl
takvadr. Bu mânây, u âyet-i kerîme bize daha güzel açklar:
"Allah için, tam takva yolunu tutunuz." (Alu mrân 102)

Umum müminlere has olan takvaya gelince: Allah'n zahirde


yaplmasn kötü gördüü eyleri brakmakla olur. Bunu da bize,

u Âyet-i Kerîme bildirmektedir:


"Allah için takva yolunu tutanlarn günahlarn Allah balar.
(Talâk, 5)

Allah-ü Teâlâ, cümle darlklardan ve kederlerden kurtuluu


takva ile kld. Gençliin ve kolayln takva yolunda olduunu
yine u âyet-i kerîmelerle bize haber veriyor:
"Allah Teâlâ'ya kar takva sahibi olanlarn ilerinde kolaylk olur.
(Talâk, 4)

"Bir kimse, takva yolunu tutarsa.. Allah onun için kurtulu yolla-
r açar. " (Cum'a, 2) 100

99 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.161-163.
100 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 313.
BAKARA
57

Yukarda zikredilen mertebeler, ancak ehlinden alnacak nasuh


bir tevbe ve telkin ile hâsl olur. Nitekim Allah Teâlâ öyle bu-
yurmutur: "...Allah, Rasulu'ne ve mü'minlere iç huzuru (nimetini)
ihsan etmi ve onlara kelimetü 't takvay (Allah a kars sorumluluk
duygusu) alamtr ..." (Fetih, 26)

Burada takva ile kastedilen, lâ ilâheillallah cümlesidir. Bir cüm-


le, Allah'n dnda her eyden temizlenmi, takvâl kalbe sahip
bir zâttan alnmaldr. Yoksa sradan insanlarn azlardan ii-

tilen cümleler böyle olamaz. Her ne kadar, söylenen kelimeler

ayn olsa da, mânâ deiiktir. Zîrâ kalp, ancak tevhid tohum-

larn diri bir kalpten ald zaman, hayat bularak kâmil bir to-

hum olur. Üstelik ortamna ulamayan tohum da bitemez. Bun-

dan dolay, tevhid cümlesi, Kur'ân- Kerîm' de iki ekilde geç-

mektedir:

1. Zahirî söze (kavl-i zahiri) bitiik olarak. Ne zaman onla-

ra lâ ilahe ilallah denilse, küstahça böbürlenirdi' (Saffat, 35)

âyetinde olduu gibi ki, bu sradan insanlar (avam) hakkn-


dadr.
2. Hakîkî ilme (ilm-i hakîkî) bitiik olarak. "O hâlde (ey insa-

nolu) bil ki, Allah 'tan baka ilâh yoktur (lâ ilahe illallah) ve

(hâlâ vakit varken) kendi günahlarnn ve öteki bütün mü 'min


erkek ve kadnlarnn (günahlarnn) balanmasn dile..."

(Muhammed, 19) âyetinde olduu gibi. te bu telkin, âyetin

nüzul sebebinin telkin olmasndan dolay, seçilmi kiiler


(havas) içindir.

Takva, çok yemeyi, içmeyi, uyumay, bo konumay sevme gibi

hayvânî huylardan ve kzma, sövme, dövme ezme gibi yrt-


c hayvanlara has özelliklerden, ayrca kibir (büyüklenme), ucub
(kendini beenme), hased (çekememe), hikd (kin gütme), ve benze-

ri gibi bedenî ve kalbî âfetlerden olan dier eytanî vasflardan


temizlendikten sonra elde edilebilir. Bunlardan temizlendiin
" "

Ayet 2
58

vakit, asl günahlardan temizlenmi olursun. Böylece, u âyet-i

kerîmede belirtilen 'temizlenen' ve 'tevbe eden' kiilerden saydr-


sn: "Dorusu Allah, pimanlkla kendisine yönelenleri ve özlerini
101
temiz tutanlar sever. " (Bakara, 222)

Allah Teâlâ bir âyet-i kerîmesinde öyle buyuruyor: "Al-

lah indinde en üstün olannz, takvaca en ileride olannzdr."


Resûlullah efendimiz bir hadîs-i eriflerinde, "Dünyalk üstünü
zengin olanlardr. Ahirette üstün olacaklar ise; takva yönüyle üs-
tün olanlardr.

Allah katnda, nesep, mal, öhret gibi üstünlükler hiçbir ey ifade


etmez. Allah indinde üstünlükte tek miras, takvadr. Allah'tan
korkmaktr. Nitekim peygamberimiz, 'Kim Allah katnda en
üstün olmak istiyorsa, Allah'tan korksun,' buyuruyor. Çünkü
Allah'n katnda nesep, an, eref ve mevkii diye bir snflandr-
ma yoktur. Üstünlük takvayladr. Ebû Hüseyin'in rivayet ettii

bir hadîs-i erifte peygamberimiz öyle buyuruyor: "Sizden biri-

nizin dierinden üstünlüü, takvayladr.

eriat ehline göre takva; ahirette kötü neticeye yol açabilecek


zararl alkanlk ve fiilden kaçnmaktr. Ve nefsi bu tür kötü-

lüklerden korumaktr. Takvann üç derecesi vardr. Evvela nef-


si irk ve küfür gibi hastalklardan uzak tutmaktr. Bu sayede
sâlikin kendisini cehennem azabndan kurtarmasdr. ikincisi,

sâlikin ilemi olduu bütün günahlardan dolay pimanlk du-


yup tevbe etmesidir. Bu havasn takvâsdr. eriat ehlinin katn-

da ariflerin takvadaki derecesi budur.


Hz.Mevlânâ bu mevzua muvafk (uygun) öyle buyurmutur.
Takva sahibi de, Firavunun gittii yoldan usanan, Mûsâ'laan
kiidir.

Muttaki olan kimse; zarurî olan eyin korkusundan dolay ter-

ketmelidir ki bu sayede muttakîlerin derecesine ulasn. Nite-


kim Hz. Resûlullah bir hadîs-i eriflerinde öyle buyuruyorlar,

101 Abdülkâdir Geylânî, Srru'l-Esrar, çev.Mehmet Eren, stanbul, 2006, s. 37-38.


BAKARA
59

"Bir kii; zaruri olmayan bir eyi, zaruri olan bir eyden dolay ter-

ketmedii müdetçe, takva derecesine eriemez. " Meayih-i kiram


m\uakî(takvâ sahibi) olanlar öyle tarif ediyor: 'Takva demek;

tarîk-i Mustafa'dan giderek haramlar terkedip, ihlâsla Allah'tan

çekinme ve bu uurda bütün cefâlara göüs germektir.'

Takvann üçüncü derecesi ise; mâsivâullahtan (Allah'tan gayr

herey) temizlenmektir. Ksaca âyet-i kerîmede ifade edildii üze-


re; "Ey îmân edenler! Allah'tan hakkyla korkun ve ancak müslüman
olarak ölün." (A\u mran, 102) Allah'tan hakkyla korkmaktr.
Gayrdk kavgasndan kurtulmadkça, yarin halveti için sana yol

vermezler.

Hakîkî takva; Hasan- Basrî'nin sahip olduu mâsivâdan vazge-


çebilme, havf- ilâhîyesidir. Ve mam Kueyrî hazretlerinin bu-

yurduklar gibi, kendini muttaki klmaktan ittikâ etmektir. Ve


dâima Hakka muttaki ve mûtebed olmaktr.
Ezelî lütuftan medet um. Çünkü sülük yolunda kendi taat ve
102
takvana dayanamazsn.

Takva; büyük küçük bütün günahlardan geçmek demektir.


Hâsl tarlaya tohum ekip yetitirmek ve bu yemileri yemek
demektir. te bu marifete sahip olan kimseye de ârifibillah

denir. Ârifibillah, "Levlâk..." srrna mazhar olan hakîkat-i

Muhammediyye'dir. Bu hakikat her zaman mevcuttur. 103

Zâhid, âhari (bakasn) gören kimsedir; dünya ehli ise âhiri gö-

rür. Fakat Tanrnn has kullar ve arifler, ne âhari ne de âhiri gö-


rürler. Onlarn nazarlar evvele dümütür, her iin evvelini bi-

lirler. Meselâ,buday ekince, buday biteceini bilir. te ev-

velden sonunu görmemi midir? Bunlar nadir olurlar. Dierleri


ise, orta hâili olduklarndan, nazarlar sondadr; ahrda kaldk-
lar için hayvandrlar. 104

102 smail Ankaravî, Minhâcu' l Fukara, sd. Sadettin Ekici, stanbul, 1996, s. 243, 244.
103 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.254.
104 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s.33.
Ayet 2
60

"Allah takva sahiplerinin dostudur. " (Câsiye, 19)

Dünya ehveti, külhana (hamam atelii) benzer. Takva hamam


da onunla aydnlanr.
Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler...

Çünkü onlar, hamama girmi, yunup arnmlardr.


Zenginlerse hamamdakileri stmak için tezek tayanlara benzerler.

Tanr hamam snsn, tavlansn diye onlara bir hrs vermitir.


Bu külhandan vazgeç de hamama git. Külhan terketmek, bil ki

hamama girmenin ta kendisidir.

Külhanda kalan, dünya ehvetine sabreden, dünyadan el etek çe-


ken kiiye hizmetçi mesabesindedir.
Hamamda olan; yüzünden, yüzünün temizliinden, güzelliin-
den anlalr.
Külhandakiler de yüzlerindeki ve elbiselerindeki duman, is ve
tozdan belli olurlar.

Yüzünü göremezsen kokusuna dikkat et, koku her köre sopa gi-

bidir!

Kokusunu da alamadysan onu konutur; yeni sözden eski sr-


105
r anla!

Hakk'n ziyafethanesine kabul edilmek için mürur tezkeresi {ge-

çi izni) isterler ki o da kalb-i selimdir. Bundan maada olan ey-


ler, ibâdet, mal veya hasep ve nesebin (soyun sopun) faydas yok-

tur. Allah indinde seyyidlik (Hazret-i Hüseyin'in soyundan gel-

mek) ve eriflik (Hz. Hasann soyundan gelmek) ancak kalb-i


selimdir. Hucurât sûresi 13. âyette Cenâb- Hakk: "Allah indinde

ekreminiz (erefli olannz) muttaki olannzdr yani günahtan sa-


106
knannz, takva sahibi olannzdr" buyuruyor.

"Allah indinde en erefliniz muttaki olannz, yani günahtan sak-


nannz, takva sahibi olannzdr." (Hucurât, 13), buyurulmasn-

105 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.IV, stanbul, 1988,
s.20,21.
106 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.352.
"

BAKARA
61

dan maksat, mekârim-i ahlâka sahip olmak demektir. Mekârim-i


ahlâk, insana izzet ve eref getiren ahlâk demektir. Yaradltan
gaye mekârim-i ahlâk'tr. Mekârim-i ahlâka (güzel ahlâk, pey-
gamber ahlâk) sahip olmayan bir fert de cemiyet de yklmaya
yüz tutmu demektir.

Mekârim-i ahlâka (güzel ahlâk, peygamber ahlâk) sahip olmayan


bir fert de bir cemiyet de yklmaya yüz tutmu demektir.

Mekârim-i ahlâk'n bir ba bir de sonu vardr. Ba, niyet


selâmetidir (salamlk). Niyet selâmetinin felsefî ifadesi, fayda
ve zarar endielerini ahsî endielere hasretmeyip, bakalarna
tahsîs etmeye de mühim bir hisse çkarmaktr. Onun için bir
hayr yalnz kendine istemek, niyet selâmeti deildir. Resûlullah
efendimizin buyurduu gibi: "Kendiniz için istediiniz bir iyili-

i, dier mümin kardeleriniz için de istemek gerek. Bunu yapma-


yan kâmil mü 'min olamaz.

Fiil selâmetine gelince, fiil selâmeti, niyet selâmetinin d teza-


hürü ve fiili neticesidir. Onun için yalnz niyet selâmetinde kal-
mayp bunu fiile geçirmek, tatbik sahasna da koymak lâzmdr.
Resûlullah efendimizin buyurduu gibi: "nsann hayrls insan-
lara hayr dokunandr, insann erlisi insana erri dokunandr."
Mekârim-i ahlâk sahibi olmayan kimse her ne kadar insan kis-
vesine bürünmüse de insan deeri tamaz. 107

Gerek bir ferde gerek bir cemiyete nizam veren, ahlâk kanunu-
dur. Mükâfat ve mes'ûliyet (sorumluluk) fikri de bu kanunu te-

yit (dorulama) eder.

Mes'ûliyet fikri nedir? Ahlâki vazife ve vecîbeler îfâ olunduu


takdirde, gerek vicdan gerek Allah huzurunda mesul olmak en-
diesidir.

Mükâfat fikri nedir? Ahlaki vazifeler ifa edildii takdirde ah-


si vicdann ferahlamasna ve amme vicdannn iltifat ve met-

107 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.609.


Ayet 2
62

hine, Cenâb- Hakk'n da rzâsna ümit balamaktan ibarettir.

Onun için insan insan eden, dünyada ve âhirette yüzünü aar-


tan mekârim-i ahlâktr vesselam. Onun banda da Allah korku-
:_ 108
su gel

Ömer b. Hattâb (r.a.) Kâbü'l-Ahbar'a bana takvadan haber ver


dediinde, Kâbü'l- Ahbar Ömer b. Hattâb a; "Dikenli yoldan
hiç gittin mi?" dedi. Hz. Ömer "Evet" buyurdu. Bunun üzerine
Kâb: "Ey Ömer o dikenli yolda ne yaptn ve nasl haremet ettin?"
dedi. Ömer (r.a.) "Dikenlere basmamak için çekinerek, dikkat

ederek yürüdüm," buyurdu. Kâb'ül Ahbar: "Ey Ömer ite takva


da böyledir," buyurdu.

...Muhammed b. Ali Trmzî: "Muttaki, kendisine hiç hasm ol-

mayandr" dedi.

Serîyy Sakat: "Müttekî nefsine buzedendir" dedi.

ibli buyurdu: "Muttaki, Allah Teâlâ'dan bakasndan korkma-


yandr."

...Bazlar kiinin takvas üç eyle anlalr: Kavumad eyde


güzel tevekkül, kavutuu eyde güzel rzâ ve "Kaçrdklarnza
üzülmemeniz için" âyet-i kerimesine uygun olarak, geçmi eyler
üzerine esef etmeyip güzel sabretmektir dediler.

...Ebû Turâb (r.a.): Takva sahiplerinin yannda be tehlikeli

ve zor geçit vardr. Bunlar amayan takvaya kavuamaz: id-


det ve mihneti nimet üzerine, yetecek kadar rzk fazlas üze-
rine, zillet ve miskinlii izzet ve yükseklik üzerine, gayret ve
mücadeleyi rahat üzerine, ölümü de hayat üzerine tercih et-

mektir." dedi.

...Takvann hakikati Allah Teâlâ'ya taatle, onun azabndan sa-

knmaktr. Takvann esas, irkten korunma, sonra günah ve is-

yandan korunma, sonra üphelilerden, sonra mâlâya'niden bo


eylerle megul olmaktan korunmaktr Alu mran Sûresi 102.

108 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.609.


BAKARA
63

âyette: "Allah 'tan nasl korkmak nasl takva etmek lazmsa, öyle

korkunuz, takva ediniz. " âyet-i kerîmesinin tefsirinde takva edi-


niz (korkunuz) demek, Allah Teâlâ' ya dâimi itaatte bulunup,

asla isyan etmemektir. Allah Teâlâ' yi zikredip hiç bir zaman


unutmamaktr. Allah Teâlâ' ya her hâlde ükredip, küfrân-

nimette bulunmamaktr, diye bildirilmitir.

... Bazlar takva çeit çeittir dediler. Bunlardan avamn


takvas Allah Teâlâ'ya irk komamaktr. Havasn yani seçil-

milerin takvas günahlar terk ve dier hâllerde nefse uyma-

yp arzularn yapmamaktr. Evliyadan seçilmilerin seçilmi-


lerinin takvas, eyada yapmakta Al-
iradeyi terk, sebeplere

lah Teâlâ'dan bakasna eilmekten kurtulmak, hâl ve makam

için gerekli olan hâlleri gözetmek ve bunlarn hepsinde hüküm

ve farzlar ile beraber emre uymaktr. Peygamberlerin takvas,

peygamberleri geçmeyip, gayb içinde gaybdr. Allah Teâlâ' dan


yine onadr. Allah Teâlâ onlara emreder. Onlara nehyeder. On-
lar muvaffak klar. Onlar terbiye eder, temizler. Onlarla ko-

nuur. Onlara haber verir. Onlar irâd ve hidâyet eder. Onlara

ihsan eder. Onlara hazrlar. Onalara sr ve hakikatleri bildirir.

Harika olarak onlara baz eyler verir. Bu hâlleri anlamaya ak-


ln yolu ve kuvveti yoktur.... Bazan da bu kabilden kerametler
seçilmi evliyaya ve ebdallara ihsan olunur. Ancak onlara bu
hâlleri bildirmeleri yasaklanmtr. Bu kerametler, ihsanlar d-
arda görülmez, kulak ve dier duyu organlar ile de anlal-
maz. Ancak kendinde meydana gelen cezbe hâli ve istirakn
galebesi sebebi ile, ellerinde olmayarak bir kaç kelime meydana
gelir. Sonra Allah Teâlâ sekine (sükûn) ve temkin verip, hâlini
örter ve emir ve annda ikaz eder. Bu durumda o kimse dili-

ni korur. Kendinden meydana gelenler için Allah Teâlâ' ya is-

tifar eder. bare ve beyân deitirip, sözünü her zamanki gibi


insanlarn anlayaca ekilde düzeltir. 109

109 Abdülkâdir Geylânî, Gunyetut Talibin, çev.A. Faruk Meyan, stanbul, 1971, c.1-2,

s. 227-232.
Ayet 2
64

Gerçek takva udur:


Kalbindeki bütün düüncelerini toplayp bir taban içine koy-

san ve onu üstü açk bir hâlde çarda bütün halka sunsan. Eer
onda utanacan bir ey yoksa ite bu, takvadr. 110

Hz. Mustafa (s. a. s) insanlarn fena huylar brakp, iyi huyla-

r almalar için onlara bir takm eriat, emir ve nehiy (yasak

etme) koydu. Bu suretle o feyiz, fenalklar deil, iyilikleri ar-

trm olacaktr. Meselâ bahçvan ac olan zerdaliyi kesip onun


yerine tatl eftaliyi alar. Buna bahar mevsimi ve mart ay te-

sir ederse bu eftali büyür ve geliir. Bir hayvan gibi olan in-

san da böyledir. Ve onda bilgisizlik, ota tapclk, uyku, yemek,


taâtsizlik (ibâdet ve emirleri yerine getirmemek), mürüvvetsiz-
aykr davran), temyizsizlik (iyiyi kötüden ay-
lik (insaniyete

ramamak), hased (bakasnn elindeki nimetin yok olmasn is-


temek), hasislik (cimrilik), zulmetmek (hakszlk etmek), teca-

vüz etmek, iki renklilik ve iki yüzlülükten ibaret olan hayvan-


lk huyu mevcuttur. Bunun için Peygamberler öyle buyurmu-
tur: "Bu hayvani ahlâk terk ediniz ve Tanrnn emri ile me-
leklerin huyunu alnz. Böyle yaparsanz cennet ehlinden ve
Tanrnn has kullarndan olursunuz. Hainlik edenlere hain-
likle mukabele etmeyiniz. Emin insanlardan olmak için çal-

nz. Halîm ve Kerîm olunuz. Doruluu, kendinize vazife

ediniz ve yalan söylemeyiniz. Vaktinizi bakalarnn aleyhin-


de bulunmakla geçirmeyiniz. Kimseye iftirada bulunmaynz.
Bakalarn dâima kendinize tercih ediniz. Bir ölçü içinde ye-
yiniz. Haram yemeyiniz. Kendi helâl malnzdan Tanr rzâs

için veriniz. Bakalarnn malna tamah (göz dikme) etmeyiniz.

Hrszlktan kaçnnz.

Yukarda zikr edilen ve meleklerin ahlâkna zt olan hayvani


ahlâkn dallarn kesiniz ve onlarn yerine bu dallar alaynz
ki kaybolan baharn feyzi o dallar üzerine etkisini yaratt za-

110 Abdülkâdir Geylânî, Fethu'r-Rabbani, rad Dersleri, çev.Kazm Acakaya, stanbul,


2007, s.314.
BAKARA
65

man bu beenilen ve meleklere has olan dallan ziyâdeletiresiniz.


Çünkü hayvan ahlâk bir ate, meleklerin ahlâk ise bir nurdur.
Ate cehennemden, nur ise cennetten birer parçadr." 1

Hz. Mevlânâ :Takvâ atei cihân- mâsivâllah (Allah 'tan gayr her
ey) yakt. Sonra bir tecellî imei çakt, takvay da yakt buyu-
ruyor.

Takvann üç derecesi vardr. Birinci derecesi, Cenâb- Hakk'n


haram kld fiillerden perhiz etmek ve emir buyurduu eyle-
re uymaktr. Âlâ derecesi mâsivâllahtan yani Hak'tan gayri ey-
lerden perhiz etmektir. Demek oluyor ki takva, mâsivâllah ya-
kyor. Fakat bir tecellî daha olursa takvay da o yakyor ve o za-
man, Allah var, ondan baka bir ey yok; evvelde de, imdi de
öyle.. .srr zuhur ederek perhiz edecek mâsivâllah brakmyor.
Çünkü mâsivâllah yoktur ki braksn.

Fakat bu dereceler geçilmedikçe anlalmaz. Önce haramdan ve


yasaklanan eylerden saknacak ve emir edileni yapacaksn, son-
112
ra bu derece zuhura gelecektir.

"Kim Allah'tan korkarsa (saknrsa). (Allah) ona bir çk yolu


ihsan eder. Onu hiç beklemedii bir cihetten de rzklandrr."
(Talak, 2,3)

Her kim Allah'tan ittikâ (saknmak) ederse...

Emrinde buyurduu gibi ona bir çk yolu gösterir.

Onu tahmin etmedii yerden rzklandrr.


Eer bir i onu skrsa kurtarr onu.
Öyle ise müttakînin Allah'a ittikâ (saknmak) etmesinin alâmeti;
rzkn hiç beklemedii bir yerden verilmesidir.

ayet, bekledii cihetten rzk gelirse takva mertebesine ulama-


m ve tamamyla Hakka itimat etmemitir.
Zîrâ takva; baz tevillerde (yorum) u mânâya gelmektedir:

111 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s.4l.


112 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.537.
Ayet 2
66

Allah'a itimat etmeyi zahiri sebeplerin kalbe tesir etmesine kar-

kalkan edinmektir.
Yani, rzkn gelmesinin, sebeplere bal olduu hatrna gelme-
yecektir.

Biz, nafakann kazanlmasna vesile olacak sebepleri terk et!

demiyoruz. Rzknn temininde sebeplere yaparak çalman


lâzmdr.
Seni, sadece kalben o sebeplere itimat etmekten nehy ediyoruz
{yasaklyoruz}.

ayet, kalbin sebepler tarafna meyi ediyorsa... Sen, giz-

li irkten halâs olmayan (kurtulmayan) îmânn yargla... Ve...

Muttakîlerden olmadn bil!


Ancak...

ayet, sebeplerin varlnda veya kayp zamanlarnda, kalbin sa-

dece Allah'a meyi edip sebeplerle mutmain olmuyorsa, kendini


Allah'a îmân edip gizli irkle ortak katmayan Muttakîlerden bil..

Böyle olanlar bil ki.. Çok ama çok aznlktadrlar.


Rzkn, sana hiç hayal etmediin bir cihetten gelmesi, senin

muttakîlerden olduunu bildiren müjdedir.

itikadn sebepler olsa da olmasa da "Benim rzkm, gayb hazine-


sinden gelmitir.." olursa; Bu takdirde senin takva ehlinden ol-

duun sabit olur.


113

• Men âmela 'llâhe bi-takvâhu Ve kânefi 'l-halveti yahsâhu

Sekâhu kesen lezîzenis-safâ Yunîhi an lezzetin dünyâhu

(Yâni:) "Her kim Cenâb- Hakka kar Allah korkusuyla dînin


yasaklad eylerden kaç ile i yapar ve yalnz bulunurken de

ondan korkarsa, Cenâb- Hakk o kimseye bir lezzetli safa tas su-

nar ki, o tas onu dünyâ lezzetinden tok tutar."

113 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 167-


169.
" "

BAKARA
67

Bilmez misin Allah müttakîleri esirger. Onlara yardm eder. Kö-


tülükleri onlardan defeder. Çeitli bilgiler öretir. Nefislerini ta-

ntr. Onlarn kalplerine bakar, bilmedikleri taraftan rzklar ve-


rir. Allah Teâlâ baz kitaplarnda öyle buyurmutur:

"Ey Âdemolu, iyi komundan utandn kadar, benden de utan.

Peygamber efendimiz de buna benzer bir hâdîs-i erîf beyân et-

milerdir:

"Bir kul hata ileyecei zaman, kaplarn kapar, perdelerini çeker,

kdlardan saklanr; ama ona öyle hitap edilir: Ey Ademolu, beni,

görenlerin en küçüü yaptn! Hâlbuki hepsinden önce beni düün-


M14
meliydin!'

• înneme l-muminûnellezine
' izâ zükirallâhu vecilet kulûbühüm ve

izâ tüliyet aleyhim âyâtühû zâdethüm îmânen ve 'alâ rabbihim

yetevekkelûn (Enfâl, 2) Yâni, "Eksiksiz inanm kimseler onlardr


ki, yüce Allah'n ad zikr olundukta Onun celâl ve heybetinin
büyüklüünden kalpleri korkar veâyetleri tilâvet (Kur ân oku-
mak) olundukta îmânlar artar ve bütün ilerinde yüce Allah'a
tevekkül (Allah â güvenmek) ederler, kutsal âyeti hakknda derler-
di ki: "Hakikatte inanmad anld srada bu
kimse, Allah'n
ürperi sfatn ve Allah'n kitabn dinleme zamannda bu gönül
alçakln tayan, Hakka tevekkül etmi olan, Allah'a ibâdette
bulunan ve Allah'n ihsannda cömertlii olandr. Allah'n resulü
(s. a. s.) hazretleri buyurmulardr ki; "Memeden çkan süt tekrar

nasl memeye dönmezse, Allah korkusundan alayan inanm kim-


se de atee girmez. " Ve bunun gibi buyurmulardr ki: "Allah yo-

lunda sabahlayan ve haram olan eylerden kapanan ve Allah kor-


115
kusundan alayan göz atee girmez.

• Derhâl Allah'a güven ve Ona smsk balan...

114 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve lmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, 1998, Ankara, s.105,106.
115 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008,s.l55.
Ayet 2
68

Unutma ! "...Kim, Allah'a smsk tutunursa muhakkak ki doru


bir yola iletilmitir o." (Alu mran, 101)

Hakk doru yoldur.

Doru yol ise eriattr.


116

O vaad edilen kitab... Yani "Kitabu'l cifr" (cifir kitab) ve

"Kitâbu'l camia" (her eyi kapsayan) ve âhir zamanda Mehdinin


yannda olaca vaat edilen o kitab, Ondan bakas hakîkî an-

lamda okuyamaz Cifir, akl- kül denilen Kaza levhidir. El-câmia


ise, Nefs-i kül denilen Kader levhidir. Dolaysyla Cifir ve Camia
kitabnn anlam, olan ve olacaklar ihtiva eden iki kitab'dr.

Bakara Nemi sûresi demek gibi...


sûresi ve

"Onda asla üphe yoktur. O müttakiler için bir yol göstericidir."

Hakikatte Onun Hakk olduuna üphe yoktur. Ya da ifadenin


orijinalinin banda "söyleme/kavi" fiilini takdir ettiimizde,

Onun Hakk ile beraber olduunda üphe yoktur, anlamn elde


ederiz. Hakk da bütün olarak tüm varlktr. Çünkü O, nebilerin

resullerin lisânnda vaat edilen ve Kitaplarnda gelecei yazlan


O Kitabn açklaycsdr. Nitekim Hz. îsâ öyle demitir: "Biz
size tenzili (indirilmi vahyi) getiriyoruz, tevili ise âhir zamanda
Mehdi getirecektir."

"O kitab... "ifadesi delâlet ettii için, yeminin cevab hazfedilmitir


(aradan kaldrlm, giderilmitir)... Yani, Tevrat ve ncil'de vaat

edilen O Kitab, içine üphenin karmasna imkân olmayacak e-


kilde Hakk'dr.

"müttakiler için yol göstericidir." Rezilliklerden, alçaklklardan,

içindeki hakk kabul etmeye engel olan perdelerden saknanlar


için bir yol göstericidir.

Bil ki insanlar akbet açsndan yedi gruba ayrlrlar. Çünkü in-

sanlar ya "saîd" mutludurlar ya da 7^*" bedbaht. Yüce Allah

öyle buyurmutur: "Onlardan kimi bedbahttr, kimi mutlu."

116 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.193.


BAKARA
69

(Hûd, 105) Bedbahtlar sol ehlidir (ashâb- imal), mutlular ise

sa ehlidir (ashâb- yemîn). Ya da öne geçen mukarrebler {yakn-

latrlmslar)dh. Yüce Allah öyle buyuruyor: "Ve sizler üç snf


olduunuz zaman" (Vaka, 7)

Sol ehli olanlar, ya kendileri hakknda azap sözü hak olan zulmet

ve küllî hicap ehli ezelden beri kalpleri mühürlenmi kimseler-

dir, ki -yüce Allah onlar hakknda öyle buyurmutur: "Andol-


sun biz cinler ve insanlardan birçounu cehennem için yaratmsz-
dr. " (Araf, 179) Bir kudsî hadîste de öyle buyurmutur: "Onlar
cehennem için yarattm ve buna aldrmam." X& da münafklardr.
Aslnda münafklar (müslüman görünüp aslnda gayrimüslim
olan), ftrat (yaratl) ve yaratllar itibariyle nûrlanmaya elve-

rilidirler. Ancak, rezillikler edinmekten, günahlar ilemekten,


hayvani ve yrtc fiilleri gerçekletirmekten, eytani hileler pe-

inde komaktan kaynaklanan kir ve tortularla kalpleri perde-

lenmitir. Bunun neticesinde de fâsklk (Hakk yolundan çkan)


karakteri ve zulmânî melekeler nefislerinde kök salmtr. Ters
yüz olmulardr. Bu yüzden en iddetli azap onlar içindir ve ilk

gruba göre hâlleri çok daha kötü olur. Çünkü, yaratltan kay-
naklanan kapasitelerinin kalnts ile pratikteki hâlleri birbiriy-

le çelimektedir.

Dier iki grup ise, dünya ehli ve sa ehlidir. îmân edip cennet

için sâlih amel ileyen, cenneti uman ve ona raz olan fazilet ve

sevap ehline gelince, derecelerine göre yaptklarn karlarnda


hazr bulurlar. Bunlarn her birinin, amellerine göre belirginle-

en dereceleri vardr. Bunlardan kimisi rahmet ehlidir; nefisleri-

nin selâmeti ve kalplerinin safl üzere kalrlar ve rablerinin bir

lütfü olarak kapasitelerine göre cennetteki derecelerine kavuur-


lar. Bu kavuma amellerinin miras olan kemâllerine göre deil-

dir. Yani amellerinin karl olarak deildir, ilâhî lütuftur.


Bir sâlih, bir de kötü amel ileyen, durumlar kark olan afv

ehline gelince, onlar da iki ksma ayrlrlar: Bunlarn bir ksm


Ayet 2
70

daha batan itibaren afvedilirler; inançlar kuvvetli ve az kötü-

lük ilemelerinden dolay kötülük karakteri nefislerine yerleme-

dii için ya da iledikleri kötülüklerden tevbe ettikleri için. Yüce


Allah, bunlarn kötülüklerini iyiliklere çevirir. Bir ksm ise, bir

müddet azap görürler. Bu azap da günahlarn onlarn içinde

köklemilii orannda belirlenir. Nihayet iledikleri günahlarn


kir ve tortularndan arnp kurtuluncaya kadar azap devam eder.
Buna adalet ve ceza ehli de denir. Bunlardan zulmedenlere, ile-

dikleri kötülüklerin cezas isabet edecektir, ancak sonunda rah-


met onlar kapsar.

Üçüncü grup ise âhiret ehlidir. Önde olanlar (sâbikûn) da ya

sevendirler ya da sevilen. Sevenler, Allah yolunda hakkyla ci-

had ettikleri, Ona içtenlikle, gönülden döndükleri için, Allah'n


kendi yoluna ilettii kimselerdir. Sevilenler ise, ezelî inayete, il-

giye mazhar olanlardr. Allah, onlar seçmi ve dosdoru yola


(srât- müstakime) iletmitir. Her iki grup da Allah ehlidir.

O hâlde Kur' ân, ilk grubu oluturan bedbahtlar için yol gösteri-

ci deildir; çünkü istidatlar olmad için Kur'ân'n yol gösteri-

ciliini kabul edecek durumda deildirler.

ikinci grup (münafklar) için de yol gösterici deildir; onlar da

istidatlarn yok ettikleri, sildikleri, bozuk akîdeleriyle bütü-

nüyle bastrdklar için. te bu gruplar cehennemde ebedî ka-


lacak kimselerdir. Ancak Allah'n diledikleri baka. Dolaysy-
la Kur'ânn hidâyeti, yol göstericilii son be grup için geçerlidir.

Muttakîlerin (takva sahibi) nitelii bunlarn tümünü içine alr.

Sevilen, Allah için sülük (manevî yola girme) etmesinin sonucu


gerçekleen cezb {çekilme) ve vusul {kavuma) hâlinden sonra
Kitab'n yol göstericiliine muhtaçtr. Çünkü yüce Allah (c.c.)

Habîbine öyle diyor: "...Biz onu senin kalbine iyice yerletir-


.

mek için böyle yaptk. . " (Furkân, 32) Seven ise, Allah'a ve Allah

için sülük ettiinden hem cezb ve vusulden önce hem de son-


ra Kitab'n yol göstericiliine muhtaçtr. Buna göre Muttakîler
BAKARA
71

unlardr: stidat (anlay kabiliyeti) sahibi olup orijinal ftratlar


üzere kalan, kalpleri berrak, nefisleri ar ve ftri nurlar bakî ol-

duu ve Allah'a verdikleri sözü bozmadklar için irk ve üphe


kirinden ve tortusundan uzak kalan kimselerdir. "7

Hüdâ; Hâdî; yol gösteren anlamndadr.


Muttaki; korunmak; korumak; nsan kalb-i selim yapan
takvann sahibidir.

Takva, Kur' ân a girince 'korunma' anlam mânevi ola-

rak her eyden korunma anlamn yüklenmitir. irkten,


günahtan korunmadr. Muttaki ismiyle tam huzur ve gü-
vene erilir.

eriata göre Hz. Muhammed'in her dediine uyan kii


mü 'mindir. Burada kastedilen sadece diliyle söylemek deil
kalbiyle inanp söylemenin önemidir." 8

117 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s. 34-36.

118 Derleyenin notu.


"

AYET 3:

yü 'mimine bi'1-aybi ve
Elleziyne
yükymûne's-salâte ve mîmmâ rezaknâhüm yünfikûne

Onlar ki gayba inanrlar; namaz klarlar ve kendilerine verdii-


miz rzktan bakalarna yardm için verirler.

(Kenan Rifâî Hz.)

Onlar ki gayba îmân edip namaz dürüst klarlar ve kendilerine


verdiimiz rzktan (Allah yolunda) harcarlar.

(Elmall)

Onlar gayba inanrlar, namaz klarlar, kendilerine verdiimiz


mallardan Allah yolunda harcarlar.
(Diyanet)

"Onlar ki gayba îmân ederler"

Ayetinde geçen gayb Allah'tr. Çünkü onlarn gaybdr. On-


lar Allah'a hüviyetleri olmak üzere kendileri de ilâhî ayn ol-

mak üzere îmân ettiler.

Bunlar "Namaz ikâme ederler'.


Yani, ilâhî isim ve sfatlarn hakîkatiyle vasflanarak kendi

vücûdlarnda mertebe-i ilâhiye kanununu ikâme ederler.

"Kendilerine rzk eylediimiz eylerden, Allah yolunda infâk ederler.


Kendi özlerinde, ilâhî ahadiyyet'in neticesi hâsl olan semereyi
bu varlkta harcarlar.
Ayet 3
74

Onlar bu rzk, ilâhî ahadiyyeti kendilerinde mülahaza (tefekkür)

sureti ile elde etmi gibidirler ki, bu zümre (cemaat) tek balarna
geçerek öte gitmilerdir ki, Peygamber efendimiz (s.a.s.) bu züm-
reyi öyle anlatt. Buyurdu ki: "Ferd olanlarn yarmas gibi ya-
"119
rnz.

Çalabm (ilâh, rab) bir âr(ehir, belde)

yaratt iki cihan arasndan


Bakcak dda.r(sevgilinin yüzü) görünür
oârn kenâresinden.
Hac Bayram Velî
Çalap'tan maksat, Allah'tr. âr'dan maksat, Hakk'n hüviyeti

beldesi ve cemü'l-cem'in memleketidir. ki cihandan biri hüviyet

biri de eniyettir. Yani biri bâtn- Hakk dieri zahiri Hakk'tr.

Yaratt' dan murat, manevî vücuttan sûrî yani görünen vücûda

zuhur etti, demektir. te ar, yani hakikat beldesi, biri hüvi-

yet biri eniyyet olan o iki cihana da âmil (kapsayan) olmutur.

Keza âyet-i Kerîmede buyurulan, nnî enallah'tan innî hüviyet


cihanna, ene, eniyyet cihanna; Allah da her iki cihana âmil
120
olmutur.

iki cihann ortas berzah âlemidir ki, bu berzahta içi

Allah \n hüviyeti d ise nefis olan vücûdu birletirici güç

vardr, ite Rabbiyet yani vücud üzerine Allah 'in terbiye


121
edici ismi bu makamda zuhur eder.

"Onlar gayba inanrlar, salât (namaz) ederler."


Kendileri açsndan gayb olana taklîdî ya da ilme dayal
tahkîkî (hakîkî) îmân eklinde inanrlar. Çünkü îmân, taklîdî

ve tahkîkî olmak üzere iki ksma ayrlr. Tahkîkî îmân da iki

ksma ayrlr. Delile dayanan ve kefe dayanan. Her ikisi de ya

119 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.438-439.
120 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.436.
121 Derleyenin notu.
BAKARA
75

ilmin ve gaybn snrna baldr ya da deildir (ya ilim ve gayb

derecesinde kalr veya ilim ve gayb derecesinde kalmaz). Birin-


cisi, "ilme'l-yakîn" denilen kesin kan (kanaat) olutur. kinci-
si ise, ya aynîdir, yani "ayne'l-yakîn" denilen müahededir (göz-

le görmek). Ya da Hakk'tandr. Bu ise "Hakka' 1-yakîn" denilen


uhûddur (görme, ahit olma). Son iki ksm gayba îmânn
zâti

kapsamna girmez. Gayba îmân; tezkiye, yani kalbi kalc mut-


luluklara nail olmaktan alkoyan bedensel, haricî mutlulukla-

ra meyletmekten arndrmak gibi kalbi amel gerektirir. Çün-


kü mutluluk üç ksmdr: Kalbî mutluluk, bedensel mutluluk
ve bedeni hariçten çevreleyen mutluluk. Kalbî mutluluk; irfan

(marifet), hikmet (kâinattaki bütün hâdiselerin Allah tarafndan


bilinen sebebi), ilmî, amelî ve ahlâkî kemâlattan ibarettir. Be-

densel mutluluk; salk, güç, cismanî lezzetler ve tabiî ehvet-


lerdir. Bedeni hariçten çevreleyen mutluluk ise, mal ve maddî
sebeplerdir. Nitekim Emirü'l-mü'minin (a. s.) öyle buyurmu-
tur. "Haberiniz olsun; maln çokluu da bir nimettir. Maln çok-
luundan daha iyi olan ise kalbi güçlendiren beden saldr""
istenen, matlûb (talep edilen) mutlulua nail olmak için zühd
(dünyadan elini çekmek) ve ibâdetle ilk ikisinden saknmak ge-

rekir. Salât etmek yani namaz klmak ise, bedenin rahatn terk
etmek, vücuttaki organlar yormak demektir. Bu yüzden na-
maz, ibâdetlerin anasdr. O var oldu mu kii dier ibâdetlerden
geri kalmaz. Çünkü "salât, hayaszlktan ve kötülükten alko-
yar. " (Ankebût, 45) Namaz, beden ve nefis için bir yüktür. Her
ikisine de ar bir meakkat (güçlük) gibi gelir. Mal infâk et-

mek de, nefise ho gelen hârici mutluluktan yüz çevirmektir.


Buna zühd denir. nfâk (Allah yolunda maln harcamak), kimi
zaman insan nefsine, cann vermekten daha ar gelir. Çünkü
cimrilik nefsin ayrlmaz bir özelliidir. Bu yüzden yüce Allah,
mal datmak hususunda zorunlu olan (zekât gibi) miktarlar-

la yetinmeyip öyle buyurmutur.: "kendilerine verdiimiz mal-


lardan Allah yolunda harcarlar/ infâk ederler. " Kalpleri cömert-
lik ve eli açklk yoluyla ihtiyaç fazlas mallar terk etmeyi al-
Ayet 3

76

kanlk hâline getirsin diye. htiyaç fazlas mallarn harcanmas


da zorunluluu olmayan yemek yedirme, hibe (ba) etme ve
sadaka verme eklinde olur. Böylece nefsin cimriliinden kur-
tulmu olurlar. htiyaç fazlas maln infâk edilmesi, ifadenin

orijinalinde bütünden parça (ba'ziyet) anlamn içeren "min"

harf-i cerrinin kullanlmas suretiyle "bir ksm" olmakla ka-


ytlandrlmtr. Bu da mal harcanrken savurganln veya
zarurî ihtiyaçlar için gerekli olan ksmn düüncesizce da-
tlmas durumuna düülmesini engellemek içindir. Böylece cö-
mertliin ölçüsüz ve ar olan haram klnyor ki, bu Allah'n
ahlakyla ahlâklanma kapsamna giren bir uyardr. 122

"Onlar ki gayba inanrlar"

El-Gayb: Hakkn kendisiyle ilgili deil, seninle ilgili olarak sen-


123
den gizledii her ey.

Gayb: Kaybolan ey anlamnda mastardr. Bu akl ve duyular-

dan tamamen gizli olan, akl ve duyularla ispatlanamayan ey-


dir.

Gayb iki ksmdr:


1. Hakknda hiçbir delil bulunmayan gayb. u âyette ifade olu-

nan gayb bu türdendir: "Gaybn anahtarlar Allah'n katnda-


dr. Onlar ancak O bilir" (En'âm, 59)

2. Hakknda delil bulunan gayb: Yaratc ve sfatlar, kyamet


günü, öldükten sonra dirilme, toplanma, hesap ve ceza görme
durumlar gibi. te burada anlatlmak istenen de budur. 124
1

Buna göre Hz. Âdem'e secdede meleklerin yapt birin-

ci secde gayba îmân, ikinci secde nuru görüp fenaya ula-

n bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s. 37-38.

123 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, el, s.330.


124 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu'l- Beyân Tefsiri, Damla yaynevi, stanbul, c.l,

s.62.
"

BAKARA
77

mak yani mîrâc, üçüncü secde ise Kabe'nin içinde yap-

lr. Bu da, "Her nereye dönsen Allah 'in yüzü oradadr,


125
âyetininhâl hâlinde uygulanmasdr.

Gayba îmân: Bu hâl müttakîlere (takva sahipleri) aittir. Onlarn


gayba îmândan sonra yaptklar iler, namaz klmak, zekât ver-

mek, Hz. Peygambere, dier resul ve nebilere indirilen semavî


126
kitaplara ve âhirete tam bir îmân ile inanmaktr.

îmân balca üç esas içine alr: balangca îmân, âhirete (son)

îmân, balangç ve son arasndaki gizli vâstalara îmân ki, bun-


larn dördüncüsü de açk vâstalar olan görülen âlemi bilmektir.
Ve bu ekilde görünmeyen (gayb) ile görülen birleince îmân ve

bilgi "O, evveldir, âhirdir (son), zahirdir (meydana çkm, zuhur


127
etmi) ve bâtndr (iç, öz). " (Hadîd, 3) birliini bulur.

eriatta îmân: Kalb ile inanmak, lisân ile ikrar ve erkân ile amel
etmektir. slâm ise: hudûr (gönül alçakl) ve nkyâddr (boyun

eme). Her îmân islâmdr, ancak, tasdik olmazsa, her slâm îmân
olamaz. Zîrâ bazen kii, içten tasdik etmedii hâlde, zahiren
Müslüman olabilir fakat zahiren boyun emeden içten tasdik

etmi olamaz.

Ebu's-Suûd rahimehullah Tefsir'inde der ki: imân tasdik ol-

makszn tahakkuk etmez. nsan, peygamberimiz (s.a.s.)'in teb-

li ettii dînin esaslarna îmân ile beraber onlar tasdik etmesi

lâzmdr. Buna ikrar da denilir.

tikad ihlâl eden, yahud i'tikâdna halel getirene münafk, ikrar

etmeyene kâfir denilir. Ameli ihlâl edene, yani îmân ettiini ya-

amayana fâsk denilir. Haricîler böyle bir kimseye kâfir derler.

Mutezileye göre ise böyle bir kimse îmândan çkmtr. Fakat

küfre dâhil deildir. kisinin arasndadr.

125 Derleyenin notu.


126 Ahmed Sohbet Meclisleri, Erkam Yaynlan,
er-Rifâî, 1996, s. 7-8.

127 Elmahh M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur' ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.167.
Ayet 3
78

Gayb iki ksmdr.


Biri, muttali olma (meseleyi bilen, haberli) imkân bulunmayan
gayb ki; "Gaybn anahtarlar ancak Allah'n indindedir ki ondan
bakas bilmez." (En âm, 59) âyetinde beyân olunan gaybdr.

Dieri: Sânî-i zü'1-Celâl (vahdaniyet mertebesi) ve sfatlar, nü-


büvvet ve müteallikât (alâkallar, ilgililer), ahkâm- ilâhîyye

(ilâhî hükümler), eraitler, âhiret günü ve ahvâli, hesap ve ceza

muamelât gibi deliller ile muttali olma imkân bulunan gaybdr.


Bunlar Kur'ân- Hakim ve ehadîs-i Nebeviyye'de (Peygamberin

hadîsleri) tafsîlen (ayrntl olarak) beyân olunmutur.


Haris Nuayr Abdullah b. Mesûd (r.a.) a demitir ki:
b.

-"Siz Muhammed (s.a.s.)'i görüp Ona îmân ile cümlemizi geç-

tiiniz için size Allah'n büyük ecir vereceini umuyoruz. Onu


göldünüz ve sohbetinde bulundunuz."
Abdullah b. Mesûd (r.a.) da:

"-Biz de size gbta ediyoruz ki siz Onu görmeden îmân etti-

niz, îmânn efdali ise gayba îmândr. Allah da âyet-i celîlede

muttakîleri gabya îmânla tavsif ediyor ve medh ediyor." dedi.

Müminler münafklar gibi deillerdir. Münafklar müminlerle


karlatklar vakit "îmân ettik" derler. eytanlar ile ba baa
kaldklar vakit de: "Biz sizinle beraberiz. Onlarla istihza (ince

alay) ediyoruz" derler. Bunlarn gaybe îmânlar yoktur.


Gaybn, Allah'n ve resulünün beyanlaryla muttalî olunabilen

ksmlarna misâl:
Hz. Ömer diyor ki: Bir gün Resûlullah (s.a.s.)'n yannda idik.

Elbisesi son derece beyaz, saçlar son derece siyah birisi çkageldi.

Üzerinde bir seferden döndüünü hissettirecek bir alâmet yok-

tu, içimizden hiç kimse de onu tanmyordu. Geldi, Resûlullah


(s.a.s.)'in önüne oturdu, dizlerini onun dizlerine dayad. Dedi ki:

-Yâ Muhammed! Bana slâm' anlat.

Nebî (s. a. s.) dedi ki:

-Allah'dan baka hiçbir ilâh olmadna ahadet edip nama-


z dosdoru klman, zekât vermen, Ramazan'da orucu tutman,
yoluna güç yetirecek isen Beyt'i hac etmendir.
BAKARA
79

Adam:
-Doru söyledin, dedi.
Biz hem sorup hem tasdik etmesine taaccüb (ama) ettik. Son-

ra dedi ki:

-îmân nedir?
Nebî (s. a. s.) dedi ki:

-Allah'a, meleklerine, kitaplarna, peygamberlerine, öldükten

sonra dirilmeye, cennet ve cehenneme, kadere, hayr ve errin


Allah'tan olduuna îmân etmendir.

Adam yine:
-"Doru söyledin" dedi. Sonra:

-hsan nedir? diye suâl etti. Nebî (s.a.s.).

-hsan, Allah'a sanki O'nu görüyormusun gibi ibâdet etmendir.


Sen O'nu görmüyorsan O seni görüyor, buyurdu. Adam yine:
-"Doru söyledin" diye tasdik etti.

Sonra dedi ki:

-Bana kyamet saatini haber ver." Nebî (s.a.s.) cevaben:

-Bu hususta, sorulan sorandan daha bilgili deildir, buyurdu.

Adam yine:
-"Evet, doru söyledin" dedi.

-Bana emarelerinden (belirtiler) haber verir misin?" diye suâl et-

mesi üzerine Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.):

-Kadn, kendi efendisini dourduu, çplak deve çobanlar bir-

birleriyle bina yarna girdikleri vakitlerdir.


Adam yine tasdik etti ve ayrlp gitti. Birkaç zaman geçince

Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:

-O Cibril idi, size dîninizi öretmek için gelmiti. O bana han-


gi surette gelirse gelsin ben onu tanrm.
Onlar, kalblerine Allah'n verdii gaybî bir nur ile îmân ederler.

Muhammed (s.a.s.)'in sözlerine bu nûr ile nazar ederler ve onun

her sözünün hakk ve sdk olduunu müahede ederler ve uhu-


di îmân (görerek îmân) ile îmân ederler. Nebiyy-i Ekrem (s.a.s.)

bunu beyân için:

"Mümin, Allah'n nuruyla nazar eder" buyurmulardr.


Ayet 3
80

Büyükler demilerdir ki:

"Gayb iki ksmdr: Biri senden gâib olan, dieri senin kendisin-
den gâib olduundur.
Senden gâib olan gayb âlem-i ervahtr (ruhlar âlemi.) Sen zerre-i

vücûdunla bezm-i elestte (Elest bezmi; Allah 'in ruhlar âleminde

ruhlara 'Ben sizin Rabbiniz miyim?' diye sorduu ve ruhlarn


'Belâ' (bilâkis Rabbimizsin) diye cevap vermesi) ruhunla hazr
iken Allah'n hitabn dorudan doruya iitip Ona cevap veri-
yor. Onun Asâr- rubûbiyyetini (rablnn eserleri) mütalaa (in-

celeme, düünme), meleklerini müahede ediyordun ve enbiyâ ve

evliyann ruhlaryla muârafen (tamma) vard. Sen kalba girin-


ce, be duyu ile mukayyed (kaytl) kalnca bütün bunlar senden
gâib oldu.

Senin kendisinden gâib olduun ise gaybu'l-gaybdr ki o hazret-i


rubûbiyyettir. Sen vücûda gelince onu görmez oldun. Fakat o
seni her zaman görüyor. Sen nerede olursan ol o her zaman se-

ninle beraberdir. Sen ondan uzaksn, o sana yakndr.


Âyet-i celîlede:

"Ve biz ona ah damarndan daha yaknz" buyurulmutur. (Kâf,


128
16)

Yüce Hakk'n çok âlemleri vardr. Hangi âlem olursa olsun. Ora-
ya insan vâstas ile nazar ediyorsa, bu âlemin ad: Vücûda bal
ahadet olur. Ve hangi âlem ki, oraya insan vâstas ile bakmaz;
orann lakab; Gayb olur.

Gayb iki çeittir ki bunlar:


1- Ayrntl bir ekilde, insann bilgisine yerletirilmitir.

2- Toplu olarak, insann kabiliyetine konmutur.


Ayrntl bir ekilde, insann bilgisine yerletirilen gayb için ve-

rilen isim: Vücûda bal gayb olmutur. Ki buna en iyi misâl

Melekût âlemidir. Toplu olarak insann kabiliyetine konan gayb

128 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 16-20.
BAKARA

ise; yoklua bal bir gayb olur. Bu tür gayb âlemi ise, Allah

Tealinin bildii âlemlerdir; biz bilemeyiz! Bize göre o, yok me-


129
sabesindedir. Yoklua bal gaybn mânâs budur.

Bilindii gibi âlem ikidir. lki bu görünen âlem, öbürü de gayb

âlemi. Bu d âlem Hz. Muhammed'in cismâniyetine, yani d


ekline göre tanzim edildi. Gayb âlemi ise, onun ruhânîyetine
göre tertip edilmitir. Ulvî âlemin letafeti, onun letâfetiyle öl-

çülür.

Ulvî âlemlerin zahirdeki misâli semâ âlemidir.

Semâdaki güne, cesetteki ruh gibidir. Ay, cesetteki akl gibidir.

Gökteki be yldz ise (Zuhal, Müteri, Merih, Zühre, Utarit) ce-

setteki be duyu gibidir.


Ar kullarn kalbine bir yönelme yeri olarak yaratlmtr. Kürsî'ye
gelince Oras srlarna bir kapdr. Nurlarna da bir örtü. Kürsî
130
menzilesinde sîne vardr. Ar menzilesinde de kalp vardr.

Ar, kalpteki nurla aikâr olur ki, bizdeki Allah a ait

mânâdr. Kalbin, nefse bakan yüzü sîne (sadr) olduuna


göre, kürsî bu nârla vücûdun aikâr olup mânânn mad-
de üzerindeki tesiridir. Eer nur aydnlatp kürsînin nur
kesilmesini salarsa, nurun alâ nur olur ki bu da Hz.
131
Muhammed' deki tecellîdir.

Çünkü ruhun biri gayb dieri ise ahadet âlemine bakan iki

yüzü vardr. Ruha gelen her türlü feyz Allah katndan gelir. Ruh
karardnda bu feyz kaplar yüzüne kapanr. Onun kararmas-
nn cilâs îmân ile ele girer. Nitekim Hz. Ali "îmân kalpde beyaz
bir nokta gibi olan prltdan balar. Prlt arttkça îmân da ar-

129 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.265.

130 bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn, stanbul, Mays 2000, s.65-70.


131 Derleyenin notu.
Ayet 3

82

tar. îmân artnca kalbi cilalar. Sonunda kalb tamamen cilalanp


perdeleri ortadan kalktktan sonra ruhanî ve gaybî müahedeler
132
ortaya çkmaya balar." buyurmutur.

Görünen suret, gayb alemindeki surete delâlet (iaret) eder, o da

baka bir gayb suretinden vücud bulmutur.


Böylece bunlar, görüünün miktarnca ta üçüncü, dördüncü,

onuncu surete kadar say dur!

Bunlar, satrançtaki oyunlara benzer... her oyunun faydasn, on-


dan sonrakinde gör.

Gözünü böylece etraftan ileriye çevir de, ta karndakini mat


edip oyunu kazanncaya kadar ne oyunlar oynayacaksan hepsi-

ni gör!

Fakat ksa görülü adam, ilk iten baka bir ey görmez. Akl yer-
de yetien otlara benzer, yere mahkumdur, gezemez, dolaamaz.
Donup kalmam olan keskin baklarsa, ileriyi delip gider, per-

deleri yrtp görür!

Bu baka sahip olanlar, on yl sonra olacak eyi imdicek, hem


de gözleriyle görürler.
Böylece herkes bak ve görüü miktarnca gayb da görür, gele-
cei de. . . Hayr da görür, erri de!

Gözün önünde, ardnda bir hâil kalmad m; bütün dünya düm-


düz olur, göz, gayb levhini bile okur!

Gözünü ardna çevirdi mi varln balad zamandan itibaren

bütün macera ve âlemin yaratl gözüne görünür!


Yer meleklerinin ululuk sahibi Tanryla, babamzn (Hz. Âdem)
halîfe olmas hususunda bahse giritiklerini duyar, görür!

Ön tarafa bakt m; mahere kadar ne olacaksa onlarn hepsi gö-


zünün önünde canlanr.
u hâlde arkaya baknca asln aslna kadar... önüne baknca
133
kyamete kadar her ey gözüne apaçk görünür.
132 bnü'l-Arabî, Tuhfetu s- Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s. 63.

133 Mevlânâ, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.I, stanbul, 1988, s.232-233, beyit.
2887-2889, 2891, 2895, 2901-2908.
BAKARA
83

Akl gayb ile ilintilidir (balantl). Allah açsndan ise gayb diye
bir ey yoktur. Her ey Onun için görünendir.
134

J5
Emir gaybdadr, emir Allah'tadr. 1

"Gayb" ve "Gâib" balangçta duyguyu anlamada veya ilk dü-


üncede hazr olmayan, dier bir deyile ilk nazarda anlalma-
yan demektir ki, bunun bir ksm delilden geçen bir anlayla
idrâk (kavray) olunabilir.

"Gayb" ile "Gâib" arasnda fark vardr. "Gâib" (ortada olmayan)


sana görülmez, seni de görmez olandr. "Gayb" ise görülmez fa-
136
kat görür olandr.

Akl erbab (ehil) için en uygun olan varlk üzerinde durup ikrar
(kabul, tasdik) etmek, ötesine geçmemek ve sfatlar salamla-
trmaktr. Çünkü bunlar nefyetmenin (inkâr etme) de ispatla-

mann da imkân yoktur. Akl böyle bir konuya vâkf (âinâ) ol-

maktan âcizdir. Daha dorusu bu konuyla ilgili olarak dayand-


bilgiler çok azdr...
Müahede (gözle görme) erbabna gelince onlara zahir olmutur. 1 37

• Onlarn saduyular, saf basiret [hakikati kalbiyle hissederek

anlama) ve ferasetleri (anlay), temiz akllar, açk anlaylar,


shhatli görüleri, sözün ksas anlay kabiliyetleri, kötülük-

lerden silkinebilecek anlayl hisleri, yükseklere koabilecek


azimli vicdanlar ve iyi seçimleri vardr. Görünen ve hissedi-
len eyleri yarar, kabuklarn soyarlar; içindeki özüne, önün-
deki ve arkasndakinin srrna nüfuz ederler; görenle görüle-

ni ayrtederler; hissedilenden düünülene intikâl (nakil, geçi)

edebilirler; varlk ve yokluk içinde gaybden görünürlüe, gö-

134 bnü'l-Arabi, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, el, s. 118.


135 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.403.
136 Elmalh M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 167.
137 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s.118-119.
Ayet 3
84

rünürlükten gaybe gelip, geçip giden ve hissedilen hâdiselerin


satrlar altndaki gayba ait mânâlar sezerler.

Bütün hakikat gaybdr. Tabiat, görülen âlem bir hayaldir, hem


de hareket tecellîsinin bir hayalîdir.

Ik, bilimin ortaya koyduuna göre, bir titreimdem ibarettir.

Görünmeyen, madde atomlarnn titreimleridir. Ses, hariçte

havann özel bir dalgalanmasndan ibarettir. Kulamzdaki gü-


rültü mânâsna gelen ses, o dalgalanmann kulamza dokun-
duu anda hâsl olan (oluan) bir tecellîdir. Is ve souk dedii-
miz ey de, esasnda k gibi esire (latif cisim) veya atoma ait bir

titreimdir. Bunun içindir ki, s a, k sya dönüür. Arala-


rnda bir mertebe (derece) fark vardr. Koku ve tat da esasnda
birer titreim olup, bizim koku alma ve tad alma duyularmza
dokunmasnda koku ve tad olarak ortaya çkarlar. Demek görme
ve d görünüte vâsta olan bu be âmil (etken/in hepsi gerçekte
hareketle ilgilidir ve hepsi hareketin bize özel birer görünümü-
dür. O hâlde bu vâstalarla gördüümüz önümüzdeki âlem hep
138
birer hayalden, birer tecellîden baka bir ey deildir.

Ortada zuhur eden bir gayb'dan, gayb olan bir zuhurdan ba-
ka bir ey yoktur. Sonra gayb olmu, sonra zuhur etmi, son-

ra gayb olmu. Eer kitab ve sünneti incelersen, ebedî bir


birden baka bir ey bulamazsn. O, O'dur, her zaman ve
ebedîyyen gâibdir. 139

Can diyarnn gökleri olan ve ancak ruhun ulat Melekût (s-

fatlar ve kudret âlemi), Ervah (Ruhlar âlemi), Ceberut (orta âlem,

ilâhî kudret âlemi) ve Lâhût (Allah 'in zât âlemi) âlemleri manevî
mertebelerdir. Dünya ehlinin bilmedikleri bu âlemler, ilâhî sr-

larn bulunduu ve ilâhî srlarn kendilerine ulaanlara aikâr ol-

duu gayb âlemidir.

138 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.164-165.
139 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s. 117.
BAKARA
85

Gayb âleminin bulutlar baka, sular baka ve yamuru baka-


dr. Bu âlemin gökleri bir türlü, günei bizim bildiimiz güne-
ten baka türlüdür. Çünkü yamur orada yerlere deil gönülle-
re yaar, orada güne bildiimiz güne deil, ilâhî varln ruh
semasndaki tecellîsidir.

Orada ilâhî güzelliin türlü görünüleri, topraa yaan bahar

yamuru gibi gönülde irfan, hakikat çiçekleri açtrr.

Bizim dünyamzda olan hâdiselerin; baharlarn, hazanlarn bir

benzeri de kendi büyüklüü ve enginlii ölçüsünde, aynen gayb

âleminde olur. Gayb âleminin bahar, kudretle esen hayat rüz-

garlarn bizim âlemimize yollar. Dünyamzda ermi insan gö-

nülleri manevî âlemden gelen bu bahar kokusunu duyarlar. Bir

ebedî bahara varm gibi içlerinde derin bir manevî haz yeerir,
ruh ufuklar ve ruh vadileri, bir anda yeilliklerle, yaprak ve çi-

çeklerle dolar.

Allah'a can gönülden edilen her ibâdet, meselâ her namaz, her

oruç ebedî âlemden esen bir bahar rüzgardr. Buna mukabil in-
san nefsinin dünya yüzünde malup olduu her kötülük, her ki-

bir, her haset, her hrs, her ehvet ruha gayb âleminden kopan bir

sonbahar frtnas gibi derin hasar, büyük azap ve ölüm verir. Di-

er taraftan, Allah velîlerinin ve yeryüzünü diyar diyar dolaan


Hakk abdallarnn sözleri ve nefesleri de tpk bahar rüzgarla-

r hem de Lâhût âleminden esen bahar rüzgarlardr ki cana can

katarlar. Gönül onlarn sözleri ve onlarn nefesleriyle bir cennet

bahçesi güzelliiyle yemyeil olur. Ancak ermi insanlarn nefes-

leri hatta onlarn gözya yamurlar bile ancak ruhlarnda yaa-


ma; rüzgar ve yamur kabul etme kudreti bulunan fânilere fay-

da verir. Eer bir ruh, müridin bütün nefes edilerine ramen


ebedî hayata uyanmamakta srar ederse bu müridin noksan de-
il, o kiinin tad ruhun temiz olmayndandr.
Demek ki gayb âleminden esen rüzgar ve o âlemin semâlarndan
düen yamur, bu âlemde o hayata açk bir penceresi olanlar
1 .

Ayet 3
86

içindir; ruhlar o âleme susamlar içindir; kurumu gönüller


için deildir. Gayb âleminden esen rüzgarla yaan rahmet, bir
ruha gda olmaya balad m, sen o ruhta doacak derin tecellîyi
140
seyret.

Kyamette îmânn faydas olmaz.


îmânn hükmü bundan önce
Zîrâ; idi.

141
Çünkü îmân gayb'de olan bir eye olur.

îmân

îmânn ilim dilindeki tarifi ve îmân sahibinden beklenen udur:


Kalpten ta.sdik(onay). . Dilden ikrar... D duygulardan amel...

îmân bahsini biraz daha derinden aldmz zaman, hakikat ehli


âlim zâtlarn, îmân be yönden mütâlâa ettiklerini görürüz.
1. Matbu îmân: Bunun asl mânâs udur: insann ruhuna, eti-
ne, kanna, kemiine, hatta iliklerine kadar ileyen ve yerle-

en bir îmân ekli. Böyle bir îmân, meleklerin îmândr.


2. Masum îmân: Bunun mânâs da udur: Her yönüyle terte-
miz, korunmu, aklanm, esirgenmi bir îmân. Bu îmân de-

recesi peygamberlere mahsustur.


3. Makbul îmân: Yani: Beenilmi, yerinde görülmü kabul
olunmu bir îmân. Bu îmân, mü'min kullarn îmândr.
4. Mevkuf îmân: Ksaca mânâs: Kesik, duruk, sekteli. Bu îmân:
Beenilen yolu brakan, ashâb ve Resûlullahn gittii yola uy-
mayan bidat ehlinin îmândr.
5. Merdûd îmân: Yani: Reddedilen, beenilmeyen îmân. Bu
türlü îmân münafklarndr. Yani: çten dinsiz, dtan din-
142
li gözükmeye çalanlarndr.

140 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 292-294.


14 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 282.

142 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkadir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 28-29.
BAKARA
87

imân, iki rükün üzerine kurulmutur.

1- Aada saydmz lâfzlar, yakn ile tasdiktir. Bunlar;

a) 'B' srryla Allah'


b) Melekleri

c) Kitaplar
d) Peygamberleri
e) Âhiret gününü
f) Kaderin hayrn ve errini Allah'tan bilmektir.

Yakîn hâli ile tasdikten kasdmz udur;


Gaybden kendisine ne haber verilmi ise, o haber verilenin
hakikat olduunu, kalbin sükûnetle kabulüdür. Tpk, bu ba
gözü müahede ettiini sükûnetle
ile kabul edii gibi. O kadar
ki, hiçbir üphe izi olmayacak.

2- slâm binas saylan amelleri ilemektir. (Islâmn be art) 143

îmân, kalbin gayb (görünmeyeni, bilinmeyeni) tasdik etmesidir.


Tasdik Kur'ânn îmân inançszln karsna koymas yönün-
den îmânn e anlamlsdr...
Zikredilen gayb kelimesi îmânn esaslarndan, baka bir ifadeyle

îmânn konusundan ortaya çkar. îmânn konusu Allah, melek-


144
leri, peygamberleri, kitaplar, âhiret günü ve kaderdir.

Gayb âlemine ait ilk kef basamadr. Ve bu bir binektir; ona


çkan; yüce makamlara ve üstün mertebelere varr. Akldan
uzak duran eye, kalbin yatmasnn sebebi; îmândr. unu iyi
bil ki her ne ey aklla bilinir; o îmân olarak kalbin yatt ey
deildir. . . Ki, böylesi nazarî ilimdir. Gözle görülerek ispat ev-

lenen delillerle elde edilmitir. Ki, bu îmân cihetinden sayl-


maz. Çünkü îmânda art olan; kalbin bir eyi seksiz üphe-
siz ve de delilsiz kabul eyleyip tasdik eylemesidir. Bu tasdik de
145
hâlis olmaldr.

143 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.409.
144 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s.355.
145 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.434.
Ayet 3

îmân, dil ile ikrar ve kalp ile tasdiktir (onay, dorulama). Müslü-
man amel ettii için mü'min olacak deil, îmân ettii için amel
146
edecektir

îmân, Allah'n bir nurudur ve özellii de Onun katndan gelen

her eyi kabul edici olmaktr. Bu nur, kulun kalbinde bulunur ve


onu güvene ulatrr. u hâlde îmân, müahededen önce ve sonra
147
tasdik ve tasdike istidatl (anlay kabiliyeti) olmaktr.

îmân kalbin istikrara kavumasndan ve nefsin dinginliinden

ibarettir. Kul Rabbini arayp bazen puta, bazen günee, bazen


aya, bazen de atee yönelir. Bu durumda kul armtr ve bir

karara varamamtr. Allah onun iyi niyetini bildiinde kalbine

hidâyet nurunu yayar ve kalp istikrara kavuur, nefs tatmin olur.

îmân günee benzer. O perde olmakszn kalp gözlerine vurur.


Mü'min Rabbini arayta tereddüt ve gezinmeden kurtulmu ve

dinginlie ermi kimse demektir. 148

Aklla idrâk edilememesine ramen gayba îmân niçin müttakîliin

ilk art olarak zikredilmi?

Cenâb- Hakk dedi ki: "Gayba îmân edenleri istiyorum" bundan


dolay bu fânî dünyann penceresini kapadm. Zuhurda gökyü-
zünde bir yark olsayd ben "bunda bir kusur görüyor musunuz?"
(Mülk, 3) nasl derdim. Tâ ki insanlar bu dünya karanl için-

de aransn ve her biri yüzünü bir baka tarafa çevirsin. Bir za-

man için iler ters gider. Hrsz, hâkimi daraacna gönderir. Bu


suretle nice sultanlar, nice âlî hikmetliler gün gelir kendi bende-
lerinin bendesi olur.

Gaybda olana kulluk ve bendelik (kölelik) Hakka ho gelir,

îtaat ve riâyetten (söylenene uymak) ayrlmayan kulluk ho ve

146 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kuran Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 174.

147 Suad El-Hakîm, bnu l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 356.
148 Suad El-Hakîm, îbnu l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 357.
BAKARA
89

makbuldür. Huzurunda sultan övmek nerede, gyabnda on-


dan utanarak edep ve erkân (esaslar) gözetmek nerede? Uzakta
bulunurken vazifeye yarm zerre miktar gösterilen sayg, huzur-

da yüz bin kat hizmet görmekten daha üstündür. Allah'a taat ve

îmân ancak imdi makbuldür. Ölümden sonra gayb âlemi ortaya


çknca, ite imdi inandm demek makbul deildir. 149

Bu din, zahir ve bâtn (varln görünmeyen iç yüzü) camidir.


Bâtn, zahirin özü ve içi, zahir de özün ve bâtnn zarfdr. Zahir
olmasa bâtn olmaz; zahir olmaynca bâtn shhat bulmaz. Kalb,
cesedsiz kâim olamaz. Cesed olmaynca da kalb salim olmaz.
Kalb, cesedin nurudur. Bazlarnn ilm-i bâtn dedii bu ilim as-

lnda slâh- kalbdir. Evvelâ, amel bi'1-erkân yâni rükûnlarla (iç-

ten gelen istek) amel ve kalb ile tasdik lâzmdr. Adam öldürme,
hrszlk, zina, ribâ (faiz), içki, yalan, kibir gibi günahlarla bera-

ber kalbdeki iyi niyetin ve gönüldeki temizliin ne faydas var-

dr? Kalb temizliinin rükün (içten gelen istek) ve fiillerde de gö-


150
rünmesi lâzmdr.

Cenâb- Hakk gayb perdesi arkasnda kalp, kullarnn ümit ve


emeller peinde olmalarn ve bir ümit ile kendisine ibâdet etme-
lerini ister. Kulun ümidi ya ahrettir, ya dünya. Her iki talep sa-

hipleri için de niyaz kaplar açktr. Âhireti yani manevî lezzet


ve hazz isteyenlerin, bu talepleri ve dünya zevk ve arzularnn
peinde koanlarn ümit ve emelleri Cenâb- Hakk'la aralarn-
da bir ba demektir. Her kul ümit ve endie ile bilerek bilmeye-

rek Allah'a baldr.

Ümit ve endie gayb âleminin perdeleridir. O perdenin arkasn-


da durup ister; ümit ister korku ile, Allah'tan merhamet dileyen-
ler, bir gün bu perde yrtlnca o âlemin bütün saltanatyla mey-
dana çktn görürler.
149 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.530-531.
150 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 83.
Ayet 3

90

Perde yrtlnca her ey aikâr olacandan ne korku, ne ümit ka-


lr. O anda insan ya iyi niyetli yalvarlarnn ve Allah'a varma
dileklerinin kabul olduunu görür, Allah'n cennet sözüyle vaad

ettii mükâfata ular yahut korktuuna urar.


;
Böyle olmayp
da her kul maherdeki encamn (akibetini, sonunu) dünyada bi-

lecek olsa dünya ehli ve akiler (ikâyet eden) ye'se (üzüntü) dü-

üp müminler saadet içinde kalrd. Fakat ilâhî hikmet hükmü-


nü bulmazd. Çünkü Allah yalnz mü 'minin deil, akinin hat-

ta kâfirin de kendisinden bir ümidi olsun ister. Ve kim bilir, bel-

ki bir gün, henüz vücud ve dünya âleminde, nefsinin esiri olarak

uçuruma yürüyenlerden biri bir an için gafletten (hak' unutma)


uyanr da Allah'ndan yardm ve iyilik dilerse, üphen olmasn
ki Allah, onu affedecek ve iyi kullar arasna almakta bir an te-

reddüt etmeyecek kadar büyüktür. nsan gökten rahmet ve yer-

den yeillik bekledii gaybn bir gün bu dileklerini yerine geti-

receine inand ölçüde Allah'a yakndr. îmân, hakikatler giz-


li iken, görünmüyorken idrâk, düünce ve sezgi yoluyla erildii

zaman güzeldir.nsan, akl ve sezgisiyle Hakk' arayarak nefsine

deil Hakka kul olmann yollarn bulduu zaman Rabbini ho-


nut eder. Allah, kendisi gaybda iken, onu görmeden seven ve bu-
lanlardan holanr. te Allah'a ibâdet ve inan da hudûd (snr)
erlerinin sadâkati gibi, ancak ölüm gününden önce makbuldür.
Ölüm günü, Allah' yakndan görüp, onun yüceliini maher-
de kavrayacak imanszlarn o andaki îmân elbette Allah katn-
151
da makbul olmayacaktr.

Ali (r.a.): "Perde kalksa da benim yakînim artmazd '(K.K) buyu-


ruyor. Yani : Bu kalb ortadan kaldrsalar ve kyamet görünse
de benim yakînim artmaz (demektir). Bu unun gibidir: Meselâ,

farzedelim ki karanlk gecede, bir evde herkes yüzünü bir tarafa

çevirmek suretiyle, namaz klsa gündüz olunca, yüzlerini çevir-

mi olduklar yönü deitirirler. Fakat onlar arasnda gece, kb-

151 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.532-535.


BAKARA
91

leye çevirmi olan, bu hakîkî yönden yüzünü çevirmez. Hem ni-


çin çevirsin? Çünkü herkes yüzünü ona doru çevirir. (Bu dün-
yada) Gece yüzlerini ona dönüp, bakasndan yüz çevirmi ise-
152
ler, o hâlde onlar için kyamet görünmü ve hazr olmutur.

(Mîrâc'da ) Hz.Peygamber'e u hitap geldi.


-Ya Muhammed, sana kapy açyorum. Perdeyi senin için kal-

dryorum. Hitabn en güzelini sana duyuruyorum. Çünkü sen,

daha gayb âleminde iken beni gerçek bir îmânla birledin ve tev-

hid ettin. imdi de birle. Yani müahede ve iyân âleminde. Böy-


153
lece yine tevhidime er.

Gayb âlemine yükselen ve o âlemdeki kaza ve kaderin emriyle


s4
kanatlanan ruh, çevresinde ayp göremez.

lahi vücûdun ve ilâhî mânânn bulunduu gayb âleminden bize


ne gösterilmise ve ne kadar gösterilmise onu aksettirecek tek
vâsta, bütün kirlerden ve paslardan ak eliyle temizlenmi par-

lak bir can aynasdr.

Bu can aynasnn safl, nefsin manevî hazlardan ve dünya pas-


larndan arnmas sayesinde olur. Nefsin bu mânevi terbiyesi ve
bir ruh salna kavumas da kendilerine Tanr güzellii vur-

mu kimseler karsnda duyulan aka baldr. artla ki göz u


ve gönül, o güzellerde görüneni deil, bu görünende tecellî eden
ilâhî güzellii görüp, onu sevmeyi bilecek hâle gelmelidir.

te sen bu hâle erdiin zaman, o en büyük sevgili, senin nur

dolu kalbine bakarak bu kalbin aynasnda kendi güzelliini gö-

recektir. te o zamandr ki seven de sevilen de sen olacaksn! in-

san olmann ve insanda Allah'a yükselmenin faziletini, o zaman


anlayacaksn. 155

152 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985, s.45.
153 bnü'l-Arabî, eceretü'l Kevn, Mays 2000, s. 149.

154 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 285.


155 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 12.
Ayet 3
92

Sen can; o canlarn can için feda et ki bu sefer hakîkî can bu-

lasn. Çünkü gayb âleminden gelen can rma bu âleme ve bu


âlemdeki insanlara akl ve can aktr. Allah, her zaman senin ona
verdiinden daha büyüünü, daha güzelini ve daha ebedîsini
vermee kudretlidir. Gayb âleminden gelen sesi dinle... Duya-
bilirsen onun sana söyledii tek söz, u ten âleminden çk, kur-
156
tul! nidâsdr.

Biri: "Namazdan daha üstün ne olabilir?" diye sordu.

1. Söylediimiz gibi, namazn can (ruhu), klnan namazdan


daha iyidir.

2. îmân namazdan daha iyidir. Çünkü namaz be vakitte, îmân


ise her zaman farzdr. Namaz bir mazeretle bozulur ve farz
olmaktan düer, sonra klmak da mümkündür. îmânn na-

mazdan bir üstünlüü de, onun hiçbir mazeretle dümeyi-


i ve sonradan klnmaya müsaade edilmeyiidir. Namazsz
îmânn faydas olur. Fakat îmânsz namazn faydas yoktur.

Tpk münafk olan kimselerin namazlar gibi.


Namaz her dinde baka türlüdür. îmân hiçbir dinde deimez.
Ahvâli, kblesi ve daha bunun gibi eyleri deimi olmaz. Yal-

nz bu farklar hakknda söylenen söz, ancak dinleyenin bundan


çkaraca mânây talep etmesi nisbetinde zahir olur. Dinleyen,
hamur yourann önündeki un gibidir. Söz de suya benzer. Una,
157
kendisine elverili olacak ölçüde su katarlar.

"Namaz klarlar"

Abdest:

Abdest alrken her uzuv için ayr bir duâ okunaca hadîste bu-

yurulmutur.

156 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.321.


157 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fib, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.49.
BAKARA
93

Buruna su verirken, Ganî olan, yani çok zengin, her eyi mevcûd
olan Allah'tan cennet kokusu istenir.

Ey mü'min; sen, gönülden Allah'a yalvar da, o koku seni alsn,


cennete götürsün! Gül kokusu, gül bahçesinin klavuzudur!
Pislikten temizlenirken de sözün; "Yâ Rabbî; Sen, beni u pislik-
ten art!" sözü olsun! Arkan ykarken:
"Yâ Rabbî! Benim elim; ancak buraya kadar uzand, burasn y-
kad, temizledi. Fakat elim, ruhumu, gönlümü temizlemekten,
ykayp artmaktan âcizdir.
Allahm! Adam olmayanlarn canlar bile lûtfunla adam oldu;

canlara ulaan ve onlar can yapan ancak Sen'in lütuf ve kerem

elindir!

Ben aalk, günahkâr bir kulunum; benim baarabileceim te-

mizlik, ancak bu kadardr! Ey kerem sahibi Allah; elimin ulaa-

mad yerlerin, içimin, gönlümün temizliini de sen lütfet!

Allah'm! Ben d yüzümü pislikten anttm, temizledim; iç pis-

158
liklerden de bu nâçiz dostunu Sen yka, Sen art!

Bir kimse zahiren abdest almakla bedenini temizlemi olur.

Hâlbuki günahlardan korunmak ve temizlenmek için lâzm


olan su, ibâdet ve hayr ilemektir.

Kalbin ve nefsin pisliklerini ve fena ahlâklarn gidermek için

lâzm olan su ise, Allah'n ahlakyla ardaklanmaktr.

Bir de srrn abdesti vardr ki, bunun suyu da mâsivây yani sana
dünya olan balar terketmektir. te insann abdesti böyle olma-
ynca yani ak ve muhabbet çemesinde ykanp dört tekbîri bir

etmeyince, hakîkî olarak namaz klnm olmaz.


Dört tekbîri bir etmek; dünyay terk, âhireti terk, varl terk ve

terki de terktir. Bu abdesti alp fena mertebesini bulduktan son-

ra amelinde cehil ve fiilinde de günah olmaz.

158 Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Mesnevi Tercümesi, çev. efik Can, stanbul, 1997, c.3-4, s

.545-546.
Ayet 3

94

te bu mertebe Allah'la seyir mertebesidir ki, her eyde ikilik-

siz Allah'la olmaktr. Yani: Kurb-i kâbe kavseyni ev ednâ mer-


159
tebesi budur.

Temizlik; maddî ve manevî temizlik, baka bir ifadeyle kalp te-

mizlii ve belirli organlarn temizlenmesi olmak üzere ikiye ay-

rlr. Manevî temizlik, nefsi kötü ve yerilmi huylardan, akl ise

kötü düünce ve kuku kirlerinden temizlemektir. Srrn temiz-


lii ise, bakalarna bakmaktan temizlenmektir. Her organn
manevî bir temizlii vardr. Maddî temizlik ise,doal ve
nefsin

alkanlk olarak tiksindii pis eylerden temizlenmektir. Bu iki


temizlik farz klnmtr.
Suyun pislii giderdii kesindir. Dinî temizlik ise 'eytann
pisliini giderir. Allah'n isimlerinden biri 'el-Mü'min'dir. Bu
isimle ahlâklanan kimse, hiç kukusuz ki kalbini temizlemi de-
mektir.

Özel anlamda temizlik, baz organlar ykamak ve meshetmek-

le snrl olan abdest demektir. Bu temizlik bilinen makamlara


ve deerli tecellîlere dikkat çekmektir. Bunlarn arasnda kuv-
vet, söz, nefesler, doruluk, tevazu, haya, semâ ve sebat bulunur.
Bunlar abdest organlardr ve Allah'a yaklamada sonuçlar olan
deerli duraklardr.

Bu srrnn temizlen-
ruhsal temizlik iki eyle yaplr: Ya, hayat
mesi veya unsurdan olumu kozalams yapnn temizlenmesi-
dir. Hayat srryla abdest, el-Hay ve el-Kayyûm'u müahede et-

mek demektir.
Su, hayatn srrdr. Kendiliinde ruhtur. Çünkü o, kendi
zâtndan hayat verir.

Su iki ksma ayrlr. Biri, son derece duru ve arlkla seyrelmi,


damtlm sudur. Bu yamur suyudur. Bu su, (simgesel olarak)

er'î-ledünnî ilim demektir. Çünkü bu ilim riyazet, mücâhede ve


arnmadan meydana gelmitir. Sen de onunla (su ve ilim) Rabbine

159 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.381.


BAKARA
95

münâcât etmek için zâtn temizle! Dier su ise latiflikte bu dere-

ceye ulamam sudur. Bu ksm, nehir ve pnarlarn suyudur. Bu


su, doduu ve üzerinden akt yere göre, (baka eylerle) kar-

m olarak ortaya çkar ve bu nedenle tad deiir: Bir ksm tatl,

bir ksm acdr. Bu ksm tatsz, tuzsuz, ac ve zehirdir.

Yamur suyu tek bir hâldedir: temiz, duru, serin, içimi ho bir su.
Bu, (simgesel olarak) doru akl ve fikirlerin bilgileridir. Çünkü
düünceden (fikir) kazanlm akl ilimleri bakalaarak kirlenir.
Çünkü onlar, düünen akl sahiplerinin mizacna baldr. Akl-
c, ancak duyulur maddeleri, (bunlardan soyutlayarak da) hayal-
de bulunan eyleri inceler. Kantlar da benzer eylere dayanr.
Böylelikle ey hakkndaki yarglar fark-
akl sahiplerinin tek bir

llat gibi, bir kiinin farkl zamanlarda tek bir eydeki hükmü
de deiir. Bu hüküm deiiminin nedeni ise, mizaçlarn ve ya-
radlta bulunan karm ve unsurlarn (zaman içinde) deime-
sidir. Böylelikle aklclarn tek bir ey hakkndaki yarglar birbi-

rinden farkl olduu gibi ayrntlar dayandrdklar esaslar hak-

kndaki yarglar da farkllamtr.

lahi-ledünni ilmin tek bir tad vardr. Alnan tatlar deise bile

temizlii deimez: temizdir, bir ksm ise daha temizdir. Bu


ilim, durudur ve ona kir karmamtr. Çünkü o, doal mizaç
hükmünden olduu gibi (doduu) kaynaklarn etkisinden arn-

mtr. Bu nedenle peygamberler, velîler ve Allah'tan haber ve-

renler, Allah hakkndaki bilgilerinde hemfikir olmutur. Art-


maz, eksilmez ve deimez. Onlar birbirini dorular. Nitekim
yaarken göün suyu da farkllamaz.

itimâdn ve kalbindeki temizliin bu bilgi gibi olsun! Bu bilgi,

yamur suyuna benzeyen eriat bilgisidir. Böyle davranmazsan


kendine kar samîmi davranmam olursun. Ayrca, zâtnda ve
temizliinde bu suyun kendisinden çkt yer gibi olursun.
Ey dost! eriat ilimlerini olduu gibi riyazetler, halvetler,

mücâhedeler, lüzumsuz ihtiyaç ve gereksiz düüncelerden uzak-


lamakla Allah'tan bilgi alan velîlerin ve aklllarn ilimlerini
Ayet 3

96

elde etmeye çal! Bu sulan ayrt edemezsen, kötü mizaç sahibi


olduunu bilmelisin. Karmlardan biri sana hâkim olmutur.
Senin sorununu giderecek bir çözümümüz yok. Fakat Allah sana
merhamet ederse (o baka!).

El, güç ve yönetme organdr. ki el, (ayn zamanda) cimrilik ve


eli skln bir gerei olarak tutma ve engelleme yeridir. Bu ne-

denle, cömertlik, ihsan ve ba yaparak açma ve infâk eylemiyle


onlar temizlemelisin. Gece uykusu, kendi gayb âlemini bilmek-
ten gaflet hâlidir. Gündüz uykusu ise, ahadet âlemini bilmek-
ten gaflet hâlindir. te bu, (Hakka) izafe edilmi en güzel isim-

lerden gayb ve ahadet alemiyle özdelemenin ve ahlâklanmann


ta kendisidir.

Baknz! Az bir suya pislik bulatnda onu etkiler ve artk o su


kullanlmaz. Su da, pisliin üzerine döküldüünde onun hük-
münü ortadan kaldrr. Tpk bunun gibi, kukular, zayf imanl
ve düünceli kalplere geldiinde, onlara etki eder. Pislik, bir der-

yaya dütüünde onda silinip gittii gibi bilgiyle ve Ruhu'1-kuds

ile desteklenmi güçlü kalplere kukular dütüünde de böyle-


dir. nsan ve cin eytanlar, ilâhî ilimden nasiplenmi birine bu
kukular getirdiklerinde söz konusu kii, kukularn d varl-
n deitirir. Bu insan, Allah'n kendisine ihsan ettii ilâhî rah-

metin inayetinden elde ettii ledünni bilgi iksiriyle, kuku kur-

unlarn altna, deersiz eyleri gümüe nasl çevirebileceini bi-


lir. Bunun yan sra, söz konusu eylerin hangi yönden doru ol-

duunu ve (onlardan etkilenmek bir yana) onlara tesir eder. te,


ruhsal istincann (necasetten, pislikten temizlenme) srr budur.

Çirkin zikrin ortadan kaybolmas için, azna su ver!


güzel zikirle

Çirkin zikir, kovuculuk, dedikodu, kötü sözü aça vurmak de-


mektir. Azna su vermen tilavet, Allah' zikretmek, aralar dü-
zeltmek, iyilii emretmek ve kötülükten sakndrmak olmaldr.
Allah öyle buyurur: "Allah kötü sözün açktan olmasn sevmez"
(Nisa, 148). Baka bir âyette ise öyle buyurur: "Kovuculuk yapan"
(Kalem, 11). Baka bir âyette ise öyle buyurur: "Onlarn sözlerinin
BAKARA
97

büyük bir ksmnda hayr yoktur. Bir sadaka veya iyilik emreden veya
insanlarn arasn düzelten kimse müstesna" (Nisa, 114).

te azn temizlii budur. Sana kapy açtm. Sen de abdestin-


de, guslünde ve teyemmümünde böyle devam et. Bunu senden
Hakk istemektedir.

Bu temizlii sorumlu bütün organlarnda eksiksiz olarak uygu-

la! Çünkü sorumlu her uzuv, bütün ibâdetlerle sorumludur. Bu


ibâdetler temizlik, namaz, zekât, oruç, hac ve cihat vb. dince be-

lirlenmi amellerdir. Sen de sorumlu her uzvu kendi hakikatinin


gerektirdii tarzda bu ibâdetlere yönlendirirsin. "Allah verdiin-
den bakasyla kimseyi sorumlu tutmaz" (Talak, 7). Allah her eye
yaradln vermi, sonra yolu göstermitir. Baka bir ifadeyle

verdii eyi nasl kullanacan açklamtr.

nsann sorumlu organlar, sekiz tanedir. Bunlarn says artma-


sa da baz ahslarda azalabilir. Bunlar göz, kulak, dil, el, mide,
cinsel organ, ayak ve kalptir.

Organlar, bedeni yönetmekle sorumlu ve (eriatn hitabyla) mu-


hatap olan nefsin araçlar gibidir. Sen de, kendilerinde adaleti
uygulamakla sorumlusun.

Bilmelisin ki, Allah insann bütününe hitap etmi, onun zahirini


bâtnndan ayrmad gibi bâtnn da zahirinden ayrmam-
tr. Belli bir aznln dnda, insanlarn büyük ksmnn amac,

eriatn zâhirleriyle ilgili hükümlerini bilmeye yönelmi, dînin


bâtnlaryla ilgili belirledii hükümleri bilmekten habersiz kal-

mlardr. Bu aznlk, Allah yolunun ehlidir.' Çünkü onlar, zahir

ve bâtn düzeyinde bu meseleyi aratrmtr. Zahirlerinde kabul


ettikleri her dînî hükmün bâtnlarna da bir uzantsnn olduu-
nu görmü, eriatn bütün hükümlerini böyle ele alm, zahir ve

bâtnda Allah'n sorumlu tuttuu eylerle ibâdet etmi, çoun-


luun hüsrana urad yerde onlar kurtulua ermitir. Tam an-
lamyla mutluluk, zahir ve bâtn birletiren gruba aittir. Onlar
Allah' ve Allah'n hükümlerini bilen kimselerdir.
Ayet 3

98

Namazn bâtn Hakk ile karlkl konumadr. Kul


ve ruhu,

bir davrannda Rabbiyle karlkl konumak isterse, kendisi-

ni Rabbiyle konumaktan alkoyan her türlü eyden kalbini te-

mizlemesi gerekir. Hakk ile konuma esnasnda böyle bir temiz-


lie sahip olmadnda ise, Hakka münâcât etmemi ve sayg-
sz davranm olur. Böyle bir insan, (konumak yerine) kovulma-

y hak eder.
Temizlik akllya farzdr. Akll, Allah'n emir ve yasaklarn biz-
zat Allah'tan örendii gibi allah'n srrna aktard eyleri öre-
nen (akleden) kiidir. Bunun yan sra akll insan, kalbine gelen
düüncelerin hangisinin Allah'tan, hangisinin nefsinden veya
melek veya eytan güruhundan geldiini ayrt edebilen kiidir.
te (kâmil) insan budur.

Gözün bâtn temizlii, söz gelii, eyaya ibret gözüyle ve deer-


lendirmesiyle bakmaktr. Böyle bir insan gözünü anlamsz yere
kullanmaz. Böyle bir davran ise, dince belirlenmi temizlii il-

gili yerlerde tam olarak kullanabilen kimse yapabilir. Allah öy-


le buyurur: "Bunda göz sahipleri için ibret vardr" (Âl-u mran,
13) burada ibreti gözlerin fiili yapmtr. tibar ise, kalp gözle-
rinin eylemidir. Allah âyette ba gözünü zikretti. Çünkü onlar,

kalp gözünün fiili olan itibar yapabilecei veriyi bâtna ulat-

ran araçlardr. Bütün organlar böyle ele alnmaldr.

Bizim görüümüz udur: Mü'min, kâfir, münafk, ksaca bütün


insanlar, dînin fer'î meseleleriyle ve asllaryla muhatap ve so-

rumludur. Onlar, kyamet günü eriatn asl konularyla oldu-

u gibi fer'î meselelerinden dolay da hesaba çekilecektir. Bu ne-

denle münafk 'Cehennemin en derin yerinde olacaktr'. Buras


atein içidir ve münafk 'kalplere erien' ate ile azap görecektir.
Çünkü münafk, dünyada dinî hükmün biçimsel yapsn yeri-

ne getirmiti. Bunlara örnek olarak kelime-i ahadeti telaffuz et-

mek, peygamberi açktan dorulamak ve zahirî amelleri yapma-


y verebiliriz. Ancak onlarn kalplerinde îmânn zerresi bulun-
BAKARA
99

maz. Bu kadaryla onlar, kâfirlerden ayrlr ve kendilerine onlar


iki yüzlülerdir' denilir.

Mümin, itaatle karmayan günah kesinlikle ilemez.


saf bir

Günahtaki itaat, onun günah olduuna inanmasdr. Mümin,


'sâlih ameli ve kötü ameli kartran' kimselerdir. Allah öyle bu-
yurur: "Belki Allah onlarn tevbelerini kabul eder." (Tevbe, 102)
Tevbe, dönmek demektir. Kastedilen ey, Allah'n rahmet etmek
üzere kullarna dönmesidir. Çünkü Allah âyeti "Allah bala-
yan ve rahmet edendir" (Tevbe, 102) ifadesiyle genelletirdi. îmân
gönlün ve için temizliidir.

Münafk ise, kalbiyle bunlarn farz olduuna inanmaz ve inan-


mad hâlde namaz klar, temizlenir veya bu gibi ibâdetleri ken-

disine farz klan peygamberin sözü nedeniyle yapmaz.

Temizliin artlarndan biri niyettir. Niyet, iin banda Allah'a


yaklamak amacyla temizlii yapmaya yönelmektir.

Eli ykamak, ârî'nin terk edilmesini emrettii davranlarla eli

temizlemektir. Bize göre, Allah farz kld' demek ile 'vâcib kl-

d' demek arasnda fark yoktur. Terki vâcib olan fiil, ilendiinde
eriatn gasp, hrszlk veya hainlik yaplm olacana hükmetti-
i bir eyden elin çekilmesidir. Ksaca, eriatn elin kullanmn
uygun görmedii her ey bu kapsama girer.

Tevik edilmi temizlik ise, elde bulunup tutulmas serbest bra-


klm dünyaln terkidir. eriat, Allah katndakini arzulayarak
böyle bir maln eldençkarlmasn tevik etmitir. te zühd bu-
dur ve o bir ticarettir. Çünkü sahip olunan mal elden çkarma-

nn karlnda Allah katnda bir bedeli vardr. Terk etmek, elde


tutmaktan daha üstündür.

El temizliinde müstehab görüe gelince, bu görü, elinin te-

miz olup olmadndan kuku duyan insann, sahip olduu mal


elinden çkarmasdr. Bunun nedeni, maln helâlliini zedeleyen
kukunun malda bulunmasdr. Bu durumda mal elinde tut-
bir

mas uygun deildir. Bu ise zühd deil, verâdr (kukulu eylerden


uzak durmak). Malda haram kukusu bulunsa bile, onun helâle
Ayet 3
100

dönük bir yönü de vardr. Müstehab olan, böyle bir maln mutla-

ka terk edilmesidir. Çünkü haram dikkate almak, (helâli dikka-


te almaktan) daha üstündür. Çünkü insan, üpheli bir eyi elin-
de tuttuunda sorumluyken, kendisine göre maldaki kuku ne-

deniyle onu elinden çkardnda ise sorumlu deildir. Hatta bu

davran karsnda insan, ödüllendirilmeye daha yakndr.

Aza su çekmede farz olan, 'Allah'tan baka ilâh yoktur'u söy-

lemektir. Bu kelimeyi söylemekle dil ve gönül irkten temizle-


nir. Çünkü bu cümlenin harfleri göüs (sadr, gönül) ve dil harfle-

ridir. nsan bâtnnda azna su verirse (temizlerse), hiç kukusuz,

bir iyilik elde etmi ve hayr söylemi olur. Hayr söylemek ve di-

lindoruluu, yalandan temizlenmektir. yi sözü söylemek, kötü


sözü söylemekten arnmak demektir. 'Zulüm eden ise...' (Nisa,
148) âyetinegöre bir karlk olsa bile, bu konuda susmak daha üs-
tündür. yilii emretmek ve kötülükten alkoymak, o ikisinin zd-
d olan eylerden temizlenmektir. Böyle bir ey, aza su almann
farz ve sünnetidir. Ayn ey, burna su çekmek için de geçerlidir.

Bâtnda burna su çekmeyi anlamak için unu bilmek gere-


kir. Arap örfünde burun, izzet ve büyüklük organdr. Arap
beddualarnda Allah burnunu sürtsün 'burnu topraa sürtünse
bile' derler. Burada 'toprak' denmitir. Bunun anlam, Allah'n
(beddua edilen insan) büyüklük ve izzetinden horluk ve küçük-
lüe düürsün demektir. Bu küçültme 'toprak' kelimesiyle anla-
tld. Çünkü Allah yeri mübalaa kalbnda 'çok zelil' (hor, ha-
kir) diye isimlendirdi. Çünkü en zelil ey, bir zelilin aya ile çi-

neyebildii eydir. Kullar zelil yaratklar olduu hâlde üzerinde


yürüyerek yeryüzünü çiner. Bu nedenle Kur'ân, yeryüzünü mü-
balaa kalbyla isimlendirmitir.

nsann içindeki büyüklük, kulluk, horluk, zillet ve muhtaçlk


hükümlerini uygulamadan ortadan kalkmaz ve silinmez. Bu ne-
denle burna su verirken sümkürmek gerekti. Kiiye öyle denilir:
Burnuna su çek, sonra sümkür! Burada su, kul olduunu bilinen-
dir. Büyüklüünün temsil eden organnda (burun) onu kullan-

dnda ise, büyüklük o yerden çkar, 'sümkürme' budur. Bunun


BAKARA
101

bir ksm farzdr. Bu ksmn bâtnda kullanlmas ise, hiç kuku-


suz ki farzdr. Sümkürmenin sünnet olmasnn anlam, onu yap-
madnda
l ise
abdestinin geçerli olabilmesidir. Bu noktadaki kar-
udur: Kölene veya emrinin altnda bulunan kimselere
(âmir olarak) veya elinin altnda bulunan kimseye tevâzuyla dav-
ranmay terk edip ârî Teâlâ'nn sana mubah kld bir gerekçe
nedeniyle üstünlüünü, bakanln göstererek davranrsn -ki
burada (kölenin efendiye söyledii) 'Efendi! Bana falan eyi ver'

ifadesinin içerdii bir sr vardr-. Bu durumda (mubah bir gerek-

çe nedeniyle) tevâzuyu terk etmeye ramen, tevazu yapmadan te-

mizlenme gerçeklemi olur. Bununla birlikte, tevazünün göste-


rilmesi daha üstün bir davrantr. te bu da, burna su çekme-
nin (bâtnda) farz olmaktan çkt balamdr.
Bu nedenle 'burna su çekmek bazen sünnet, bazen farzdr' de-
dik. Çünkü biliyoruz ki, bir ehir halk tek bir sünneti terk et-

mede görü birliine varrsa, onlarla savamak farz olur; fakat bir
kii sünneti terk ederse öldürülmez. Hz. Peygamber 'gece vak-
ti ulat bir ehre sabah oluncaya kadar sava açmazd. Sabah
olduunda ise ezan sesi duyarsa durur, yoksa saldrya geçerdi.'
Ezan sesi duymadnda ise "Öyle bir topluluun bölgesine girdik
ki! Korkutulanlarn sabah ne kötüdür" âyetini okurdu.

eriatn farz, sünnet ve müstehablarndan her hükmün bâtnda


bir karl veya kula o konuda açlan eylere göre birden çok
hükmü vardr. Çünkü zahir bâtna nüfuz eder. Bâtnda zahire
sirayet eden meru
bir emir yoktur. Bâtnda olan kendisinde s-

nrldr. Çünkü bâtn, bütünüyle anlamlardr. Zahir ise, duyu-


lur fiillerdir. duyulur olandan mânâya geçerken anlamdan du-
yuya geçmez.

Yüz ykamann bâtndaki hükmü, murakabe (kontrol, gözetleme)

ve Allah'tan her durumda utanmaktr. Bu ise Allah'n snrlarn


amamakla gerçekleir.

Genel anlamda yüzün ykanmasnn bir ksm farz iken bir ks-
m farz deildir. Farz olan ksm, yasaklad yerde seni görüp
Ayet 3
102

emrettii yerde seni bulmaynda Allah'tan utanmaktr. Bu ko-


nuda sünnet olan utanma, yalnz basnayken ayp yerlerini aç-

maktan utanmaktr. Her parçan gördüünü bildiin hâlde


Allah'tan utanmak daha yerindedir.

nsan zahir ve bâtn olarak fiillerini ve fiillerini terki gözettii


gibi Rabbinin, kalbindeki eserlerini de gözetir. Çünkü kalbinin
'yüzü' muteberdir. nsann ve her bir eyin yüzü, onun hakikati,

zât ve kendisidir. 'Bir eyin vechi', 'meselenin vechi', 'hükmün


vechi' denilir ve onunla sözü edilen eyin hakikati, kendi ve zât
kastedilir. Allah Teâlâ öyle buyurur: "O gün yüzler vardr parl-
dar, Rablerine bakarlar. O gün yüzler vardr, kararmtr. Kendi-
lerinin, bel kemiklerini kran bir felâkete uratlacan sezecek-

lerdir." (Kyamet, 22-25) Öyleyse insanlarn önündeki yüzler,

zanlarla nitelenmez. Zan insann hakikatine aittir. Binaenaleyh


'haya bütünüyle hayrdr', 'haya îmândandr' ve 'haya ancak iyi-

lik getirir.'

Allah'n yasaklarna bakmamak, hayann bir parçasdr. Allah


peygamberine öyle hitap eder: "Müminlere söyle, gözlerini ha-

ramdan uzak tutsunlar. " (Nur, 30) "Mü 'min kadnlara da gözleri-
ni saknmalarn söyle." (Nur, 31) bu iki âyetin batini anlamnda
kast edilenler, nefis ve akldr. nsann iitilmesi helâl olmayan
eyi duymaktan da utanmas gerekir. Örnek olarak dedikoduyu

ve bir insann söylemesi veya duymas uygun olmayan kötü sözü


dinlemeyi verebiliriz.

ki eli ve iki kolu -ki o ikisi bilektir- kerem, cömertlik, ihsan,


bakasn tercih, balar, emanetleri sahiplerine vermek fiiliy-
le ykamak gerekir. Ayn zamanda, dirseklere dayanmakla on-

lar dirseklerle beraber tevekkül ve snma duygusuyla ykamak


gerekir. Çünkü mü 'min 'kardeiyle çoktur'. Hz. Peygamber ab-

destte dirseklerini ykadnda, pazularna kadar ykard. Bu ve


benzeri eyler ellere ait özelliklerdendir.

Bâtnda dirsekler, kulun yararland ve nefsini altrd sebep-


ler demektir. Çünkü insan, özünde 'aceleci yaratlmtr'. Müm-
"

BAKARA
103

kün bir varlk olmasbakmndan, hakikatinin verdii yoksun-


luktan korkar. Bu nedenle, dayanaca ve meyledecei eye yöne-
lir. Abdestte dirsekleri ykamaya katmann farz olduunu düü-

nen kimse, kendisinden bir hikmet olarak Allah'n yaratt ey-


lere sebepleri yerletirdiini gören kiidir. Çünkü Allah, yaratk-

larnn inançlarndaki zayfl bilir. (Dirsekleri ykamann bir

parças yapmakla) Böylelikle, sebeplere güvenerek Allah'n hik-


metinin ilevsiz kalmamasn ister. Çünkü böyle bir ey, insann

Allah'a itimâdna zarar verir.

Dirsekleri ykamann farz olmadn düünüp nefsin sebeple-

re yöneldiini gören kimse, nefsin sebeplere itimat edip sebepleri


görmekle hâl olarak Allah'a güvenmenin tam anlamyla gerçek-
lemediini görmü demektir.

Ba, bakanlktan gelir. Bakanlk yükseklik ve üstünlük de-

mektir. Gözle bakldnda ba, bedendeki en üst taraf olduu


ve bütün beden onun altnda bulunduu için 'ba' diye isimlen-

dirildi. Bakan yönetilenden mertebe bakmndan üstündür ve


üst yön ona aittir. Allah, eref sahibi olmas nedeniyle, kendisini

üstte olmakla nitelemitir: "Üstlerindeki Rablerinden korkarlar.


(Nahl, 50) Baka bir âyette ise öyle buyurur: "O kullarnn üze-
rinde hâkimdir." (En'âm, 18) Böylelikle ba, üst yön ilikisi ne-

deniyle bedende Hakka en yakn organdr.

Ban bedenin bütün parçalarn yönetmesini salayan baka


bir üstünlüü daha vardr. O da ban duyulur -akledilir ve
manevî bütün güçleri tayan ve toplayan bir yer olmasdr. Ba
bu yönden de, bu üstünlüe sahip olduu için ba diye isim-

lendirildi. Allah insandaki en erefli ey yapt akln bulun-


duu yeri de ban en üst taraf yapmtr. Buras ban üst ta-
rafdr. Allah onu üst yöne bakan yer yapmtr. Ba, zahirî ve
bâtnî tüm güçler için bir yerdir. Her gücün bir otoritesi, hük-
mü ve övüncü vardr ki bunlar bir güç için dier güçlere kar-

üstünlük salar. Bu durum, hükümdarn saraynn çardaki


dier evlerden yüksek olmasna benzer. Allah, o güçlerin ba-
Ayet 3
104

taki yerlerini farkl farkl yapm, böylelikle üstü, önü, ortas ve

sonuyla ban tümünü kaplamlardr. Her gücün kendiliin-


de bir izzeti, otoritesi, bakanl vardr. Bu ne-
büyüklüü ve

denle ban tümünün tevazu ve Allah'a boyun eme duygusuy-


la mesh edilmesi gerekir. Bu yorum, farkl mekânlara yerlemi
bu güçleri tamas bakmndan bütününe yaylan bu bakan-
lk nedeniyle ban bütününün meshinin farz olduunu düü-
nen insann görüüdür. Mesh bütüne yayldnda, her gücün

kendi iddiasyla ilikili özel bir mesh gerçekleir. Böylece in-

san, ban her parçasna özgü mesh ile o parçay kendisine ait

taknlktan alkoyar. Böylelikle insan, meshi bütün baa yayar


(bütün parçalar taknlktan alkoyar).

Valilerin ileri hükümdara döndüü gibi, banda üstünde bir ba


olduu düünülebilir. Hükümdar valileri yöneten kiidir. Böyle-

ce her vali, üzerinde kendisinden daha üstün ve kendi otoritesi

üzerinde otoritesi olan bir yönetici bulunduunu görür. Söz ge-

limi musavvire (nefsin iç duyularndan biri, tasvirgücü) gücünün


hayal gücü üzerinde bir otoritesi vardr. Dolaysyla o, hayal gü-

cünün bakandr. Bununla birlikte hayal gücünün de bir baka-


n vardr. Bilginlerden böyle düünen kimseler, ban bir ksm-
nn mesh edilmesi gerektii görüüne varmtr. Bu da ban en
üst tarafn mesh etmektir.

Arkadalarmz, (ban bir ksmn meshi kabul ederken) bu


ksmn snr üzerinde görü ayrlna dümütür. Her arif,

Allah'n bu güçlerin mertebesi hakknda kendisine verdii alg-


ya göre konuur. Dolaysyla, gördüü ve dikkate ald eye göre
hareket ederek bu ibâdette meshi kabul etmitir. Mesh zelil ol-

mak, büyüklüü ve hameti, kulluk ve tevâzuyla gidermek de-


mektir. Arif, ibâdet temizliinde, Rabbine kavumak ister. Çün-
kü namaz klan kii, Rabbiyle karlkl konuma makamnda
bulunur. Bu konuma ise, temizlenmeyle amaçlanan kavuma-
dr (vuslat).
BAKARA
105

zzetli bakan, bu izzeti ve bakanl kendisine veren (bü-

yük) bakann huzuruna girdiinde, bakanlk konumundan


aa iner, huzuruna girdii kimsenin- ki o kendisini yaratan

efendisidir- izzeti karsnda hor ve zelil olur. Onun önünde,

(ibâdetleri karsnda) ücret talebiyle kendilerini yabanc konu-


muna yerletiren dier kullar gibi durur. Bu kul, orada gev-
ek (marma, naz) bir ekilde deil, horluk makamnda du-
rur. Güçlerinden birinin dierine üstün olduu fikri kendisine

hâkim olan insan, bu ibâdetle talep ettii vuslat nedeniyle o ta-

raf mesh etmesi gerekir.

Bu nedenle teyemmümde ban mesh edilmesi farz olmad.


Çünkü baa toprak sürmek, ayrlk belirtisidir ve büyük musibet

(ölüm) demektir. Çünkü ölümle sevdiini kaybedeb insan ba-


na toprak saçar. Bu ibâdetle ayrlk deil kavumak istenildii

için, teyemmümde baa mesh farz olmamtr. Artk zikrettii-

miz ve dikkatini çektiimiz tarzda ban mesh et!

Kulaklar meshin bâtn hükmü udur: Kulak, temizlenirken su-

yun yenilenmesi gereken müstakil bir organdr. Bu nedenle ab-

dest alan kii, en güzel sözü duyurmak suretiyle kulan mesh


eder ki, bu gereklidir. En güzel sözde derecelenme meydana ge-

lir. Güzel var, daha güzel var, en güzel olan ise Allah Kur'ân

ile zikretmektir. Böylece insan iki güzeli birletirir. Her sadece


Allah' gösterdii gibi Allah'n zikrini Kur'ândan dinlemekten
daha üstün bir zikir de yoktur.

Ayaklar ykamann bâtn hükmüne gelince bilmelisin ki, ce-

maatlere komak, mescitlere çokça gitmek, zor günde direnç gös-


termek, ayaklar temizleyen eylerdendir. Öyleyse sen de ayakla-

rn zikrettiimiz eylerle ve benzerleriyle temizle! nsanlarn ara-


snda dedikoduyu yaymak için dolama. 'Yeryüzünde büyükle-
160
nerek yürüme! Yürüyüünde vakar sahibi ol.'

160 Îbnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.III, s. 53-91 ara-

s özetlenerek alnmtr.
Ayet 3

106

Namaz/Salât

Namaz kelimesinin Arapças olan salât, "Ve onlar için duâ et"

(Tevbe, 103) âyetinde geçtii üzere bazan "dua", "Allah ve me-


lekleri, (peygambere salât ederler) peygamberi yüceltirler" âyetinde
geçtii gibi bazan "övgü" anlamna gelir. Bundan baka keli-

me, "Namazda sesini fazla yükseltme'' (srâ, 110)


'
âyetinde oldu-

u gibi "kraat" (okuma), "ite Rablerinin rahmeti onlarn üze-


rinedir" (Bakara, 157) âyetinde olduu gibi "rahmet" anlamn-
dadr.

eriat dilinde ise salât: Belirli fiil, hareket ve dualaryla kln-


mas farz olan namazdr. Çünkü bu ibâdetin kyamnda (ayakta

durmak) kraat (Kur' ân okumak), kuûdunda (namazda oturmak)


161
sena (methetmek) ve duâ, namaz klan kimseye rahmet vardr.

Hz. Peygamber öyle buyurur: "Namaz nurdur. " Nur sayesin-


de yol bulunur. Salât (namaz), musallî kelimesinden türemitir.
Musallî,yarmada birincinin ardndan gelen (ikinci) demektir.
162
Bu nedenle vuslat olmu ve onu nûr âleminden saymtr.

Aksama girerken, sabaha çkarken Allah tebih edin.

Yerde ve semâlarda, hamd Allah'a mahsustur.

Gündüzün sonunda, ölen vaktine erdiinizde Allah'a hamd edin


(tebih edin). (Rûm, 17-18)

Bu âyet-i Kerîmenin ifade ettii mânâ, daha açk bir ekilde öy-

le anlatlabilir:

"Akam ettiiniz zaman, akam ve yats namazn klnz."


"Sabaha çktnz zaman, sabah namazn klnz."
"Akama doru ikindi namazn klnz."
"Ölen zaman da, ölen namazn klnz."
Ayet-i Kerîmelere devam edelim:

161 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 62-63.

162 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II,

s.103.
" .

BAKARA
107

"Namaz, müminlere, vakitleri belli bir ekildefarz klnd." (Nisa,

103)

"Gündüzün iki tarafnda, gecenin de yakn saatlerinde dosdoru

namaz kl." (Hûd, 114)

"Günein kaymaya balamasndan; kararmasna kadar güzelce na-


maz kl. " (srâ, 78)

Yani: Hem zeval vakti hem de güne batarken.

Âyet-i Kerîmelere devam edelim.

"Günein domasndan evvel, batmasndan önce Rabbn hamd-


le tesbîh et.

"Gecenin bir ksmnda, gündüz etrafnda dahi tesbîh et. Bu yoldan


rzâya kavuacan umulur" (Tâ-hâ, 130)

Güne domadan evvel klnacak namaz, sabah namazdr.


Güne batmadan evvel klnacak namaz, ikindi namazdr.
Gecenin bir ksmnda klnacak namaz, akam ve yats namazdr.
Etrafnda klnacak namaz, ölen namazdr.

Gelelim namaz üzerine hadîs-i eriflere . .

bnü'l Abbas (r.a.) Resûlullah (s.a.s.) efendimizin öyle buyurdu-

unu anlatmtr:
Cibril (a.s.) Kabe'de imam oldu. Güne zevale yüz tuttuu za-

man, bana ölen namazn kldrd. Günein ortadan batya kay-


ma miktar, bir maln kay kadard. Sonra bana ikindi namaz-
n kldrd. Bu vakitte, her eyin gölgesi bir misli artmt. Son-
ra, bana akam namazn kldrd. Bu vakit de, oruçlunun if-
tar vakti idi. Sonra, bana yats namazn kldrd. Bu vakitte de,

günden kalan beyazlk kaybolmutu. Sonra bana sabah namaz-


n kldrd. Bu vakit oruç tutan kimse için bir ey yemenin ha-
ram olduu vakit idi.

Bundan sonra bana öyle bir namaz kldrd:


Her eyin artt zaman ölen namazn kldrd.
gölgesi bir misli

Her eyin gölgesi iki misli artt zaman ikindi namazn kldrd.
Oruçlunun iftar ettii zaman, bana akam namazn kldrd.
:

Ayet 3
108

Gecenin ilk üçte biri geçtii zaman, bana yats namazn kldrd.
Bir yolcunun, sabaha doru yola çkaca zaman dahi, sabah na-

mazn kldrd.
Sonra Cibril bana dönüp öyle dedi:
Yâ Muhammed, bu ikinci olarak klnan namaz vakitleri,

senden önceki peygamberlerin namaz kldklar vakitlerdir.


Esas namaz vakitleri, bu iki vaktin ortasdr.

Bu hadîs-i erif, namaz vakitlerinde esas tutulan bir hadîs-i

eriftir.

Bu mânâda, anlatlacak çokça hadîs-i erifler vardr ki; bunlarn


hemen hepsi de, bu mânâya çkar.
Namazlar ilk klanlar
Burada Resûlullah (s. a. s.) efendimizden evvel bu namazlar ilk

klanlar anlatlacaktr.
Baz haberlerde öyle anlatld:

Ansardan biri, Resûlullah (s.a.s.) efendimize sordu:


- Sabah namazn ilk kim kld?
Resullulah (s.a.s.) efendimiz öyle buyurmutur:
- namazn ilk klan Âdem (a.s.)'dr.
Sabah
Ölen namazn ilk klan brahim (a.s.)'dr. Bunu, Allah Teâlâ
Nemrud'un ateinden kurtardktan sonra kld.
kindi namazn ilk klan Ya'kub (a.s.) idi. Cebrail, kendisine

olu Yusuf'u haber verdii zaman kld.


Akam namazn ilk olarak, Dâvud (a.s.) klmt . Allah Teâlâ,
onun tevbesini kabul buyurunca bu namaz kld.
Yats namazn ilk olarak, Yûnus b. Mettâ (a.s.) kld. Baln
karnndan kanatsz bir ku yavrusu çkmt; bu namaz kld.
Sonra Cibril (a.s.) geldi ve Yûnus peygamber öyle dedi:

- Allah Teâlâ sana selâm eder ve öyle buyurur:


- Ben, senden utanyorum. Dünya hayatnda, sana nasl azab

ettim! Acaba, bu durumda, sen benden raz msn?


Bunun üzerine, Yûnus (a.s.) kalkt; iki rekât namaz kld. Son-
ra öyle dedi :
: .

BAKARA
109

163
Ben, Rabbimden razym; ben Rabbimden razym.

• Suhb namaz
- Fecr namaz
- Salât- gadât (Gadât namaz. .
.)

"Sabah (fecir, subh) namazn kl; zira sabah namaz ahitlidir"

(srâ, 78)

Sabah namaznda, gece ve gündüz melekleri hazr bulunurlar.


O saatte, gece melekleri sayfalarn toplarlar; gündüz melekleri

de yeni sayfalarn açarlar. Onlara selâm olsun. .

En faziletlisi, sabah namazn karanlk açlmadan klmaktr. An-


cak mam- Âzam Ebû Hanîfe, bu görüte deildir.
Bizim :

- En faziletlisi, sabah namazn karanlk açlmadan klmaktr.


Dememiz Hz. Âie'den (r.a.) gelen u rivayete dayanmaktadr.
- Resûlullah (s.a.s.) efendimizin zamannda kadnlar da sabah

namaz klmaya çkarlard.


Resûlullah (s.a.s.) efendimizle birlikte namazlarn kldktan
sonra evlerine örtülerine bürünmü olarak dönerlerdi.

Ortalk karanlk olduundan, onlarn kim olduunu tanyan


olmazd. 164

Karanlk, tevhid demektir. Tevhid annda cinsiyet far-

k kalkar. Dolaysyla cinsiyet fark kalkt zamandaki


namaz; yani tevhid anndaki namaz en ahitli en doru
namazdr. 165

• Ölen Namaz
"Ölen namazn serine getiriniz. Zîrâ ar scak, cehennem ye-
"16<s
lindendir (rüzgar).

163 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s .886-888.


164 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s. 890.
165 Derleyenin Notu.
166 Abdülkâdir Geylânî, Gunyet'üt Talibin, stanbul, 1991, s .892.
Ayet 3

110

Âdem'in çocukluk hâli sabah namazna ve bulu ça öle nama-


zna benzer. Yiitlik hâli ikindi namazna benzer, kralk hâli
16/
akam namazna benzer ve kocalk hâli yats namazna benzer.

"Muhakkak ki namaz kötü ve irenç leylerden vazgeçirir. " (Anke-

bût, 45)

Namazn klan kimsenin hayatta en az dört kazanc vardr:


Birincisi temizlik;

ikincisi kalp kuvveti;

üçüncüsü vakitlerin intizam;


168
dördüncüsü toplumsal düzelme.

unu bil ki öle namaz nurlu, ikindi namaz ateli, akam na-

maz sulu, yats namaz toprakl, sabah namaz da havâidir.

Namaz kaps bir kimseyekapand takdirde, bütün ibâdet ka-


plar da o kimseye kapanm olur. Bu Hakk Teâlâ tarafndan

insana yöneltilen en ar ve kudsî bir teklifdir.


Hakk Teâlâ'nn insanlara yükümlü kld namaz ve vakitleri

betir. Çünkü insan yapsnn kök birleimi betir.

Hakk Teâlâ insan iki âlemde iki ilmi elde etmesi ve iki hâkime

bavurmas için ikiye ayrmtr. Bunlardan birincisini akla

tahsis etmitir. Bu da niyetten sonra duyulan huzur, hazrlk,

okuyaca eyi düünmektir. Dier ikinci ksmn da insann

hissine, duygusuna tahsis etmitir ki ancak niyetin içinden ba-

ka bir eyde bulunmayan okuma, namazlardaki hareket ve dav-

ranlardr.

ki hükme gelince: Bu iki hükümden biri olan akln hükmü


köye yönelir. (His) yani duygu hükmü de Kabe'ye yönelir. Bir

167 Musa b. eyh Tahir Tokad, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, Muhammed

Nuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,


s.199.

168 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur' ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.176.
BAKARA
111

karkla ve aknla yol açmamas ve topluluun danklk-


tan daha faziletli olmas için her iki hükmün yönelme istikâmeti

birletirilerek bir yöne yaplmas zorunluluu çkmtr. Yukar-


da açkladmz iki ilme gelince: Bu ilimlerden biri akla tahsis

edilmitir ki bu ilim de yukar âlemden indirilen ilimlerdir. Di-


er ilim ise duyguya tahsis edilmitir ki, bu da tecellîler ilmi-

dir yani aikârlk ve görme ilmidir. ki âleme gelince: Bunlar-

dan biri gayb âlemi dieri de ek ve üpheden uzak her yönüyle


kudsî görülen âlemdir ki buna da ahadet âlemi demekteyiz. ki
hâkime gelince: bunlardan biri zahiri ad, dieri de batini addr.

Öle namaz ilim' den çkt için Aklîdir. Akla hitap eder. Isnn
en çok ve güçlü olduu bir vakte rastlad ve bunu gerçek olarak
duyurduundan hissidir. Yani hisse hitap eder.

ikindi namazna gelince, kii bu namaz aklî hüner ve marifetiyle


aklla birletirerek tadndan aklîdir. Namaz klanla birlikte

akldan hüküm dallarna tayp eklediinden hissidir. Günein


varlnda, batp kaybolmasnda bir fark üstünlüü varsa; dier
yönden ikindi namaznn hisdeki üstünlüü de akldan ald
hüküm dallarn namaza eklemi olmasdr.
Akam namazna gelince, fikri iz ve iaretlerle örtülmü olmasn-
dan aklidir. Keyfi hareketlerden örtülmü olmasndan hissidir.

Yats namazna gelince, topluluun imeklerinden bir ime-


in aydnl kendisine belirmesiyle tabiatn çok karanlk olma-

s basiret gözünü kapam olduundan, kendini iitme sultanna


teslim ettiinden aklidir. Gözle görülenlerin ve görüleceklerin

koyu karanlklarla örtülmü olmasndan da hissidir.

Sabah namazna gelince, gizlilik denizlerinin parlayp patlama-


s akli olup, görecek gözler denizinin parlayp patlamas da hissi-

dir. Duyguya hitap eder.

unu bil ki, farz olan namazlar genellikle güne ve günein b-


rakt izlerle tümü gündüz içindir. Bunlardan yalnz yats na-
Ayet 3
112

maznn gündüz ve gece nûrlaryla ortakl vardr. te bura-


da hayret edilecek bir gizlilik bulunduu gibi anlalmas zor bir

anlam tamaktadr.

u yön iyice bilinmeli ki namaz insana yöneltilen ve tanmas bu-


yurulan ar bir yüktür. çi yorgunluklar, meakkatlerle doludur.
Bunlar akl ve his yönünden gece hariç, gündüz iki sfat tar.

Hakk Teâlâ gündüzü insann geçimini salamas için, uykuyu


da insan vücûdunun dinlenmesi ve rahat için verdii gibi, ge-

ceyi de kendilerini örtüp gizlemeleri için insana bir elbise olarak

giydirmitir. lâhî teklifteki hikmetin bu tart ve ölçüsüne bak!

u var ki Berzahî namaz akam namazdr. Hakk Teâlâ bu na-


maz insanlara çift ve tek olarak farz klmtr. Çiftinde yüksek

sesle okuma vardr; tekinde gizlilik ve sessizlik vardr ki okuna-


cak ey sessiz okunur. Onun için aklîdir. Berzaha gelince, kul
ile Rabbi arasnda kulun gücü ölçüsünde olan makul ve do-
ru bir itir. Zîrâ kul geceleri bal olarak askdadr. Rabbi ise

Allah'n günei na bal olup, duygu yönünden de açklk ve


gizlilik arasnda bulunmaktadr. Ac ve tuzlu suyunu azar azar
çkarmakta, tatl ve saf sularla ortal tarmaktadr. Çünkü
ayn göü, denizi kaplayan gökten daha geni ve büyüktür. Çift
yani efi ile gizlilik arasnda sonuçlanan bir farzdr. Çift olan

(mahlûkâta) yaratlanlara, gizlilik ise (tek) olana verilmitir. Zîrâ


yaratlan oluup çkt m, gerçek gizlenip kaybolmu olur. Bu-
nun içindir ki öle ve ikindi vakitlerinin farz olan namazlarnda
okunacak sûre ve âyetler sessizce gizli olarak okunur. Sabah na-
maznda günein aydnl belirdiinden tilavet sesli olarak yani
cehren okunur, zîrâ sabah, öle vaktinin destekleyici gücüdür.
Fecir vakti yaratld günden bu yana Fatiha ile anlap birlee-

memitir. Sabahlar insanlar gece karanlnn gizlemi olduu


güzellikleri gördüklerinden Rabbine hamide bulunurlar. Akam
namaznda ise ahid bir nesneyi görmek için çknca, görenin
görgü sfatn yok etmek için Akam Fatiha ile birlemi olur.

Hiçbir zaman Fatiha namazdan ayrlp tek bana kalmaz, yeter


BAKARA
113

ki gizlenmemi olsun. Çünkü Ahadiyyet yani tek olma keyfiye-


ti bu yap üzerine kurulmutur.

Fecir vakti, gövdeli ve youn olan cisimler için, Öle ve kin-


di ise girilmesi zor bir yere girmek veya nüfuz etmek için, Ak-
am ve Yats vakitleri de, incelik ve kudsîyyetle kurtulua erien-
169
ler içindir.

• Namazn esrarna (sr) nihayet yoktur. Namaz, müminin


miracdr. Namazn esrar, bütün tarikatn, erîatin, hakikatin
ve marifetin esrardr. aarm o kimselere ki namazn kadri-
ni bilemez, namaz klmazlar. Resûlullah efendimiz: Gözümün
nuru namazdadr, buyurmutur.
Yani mü 'minin namaz, ilâhî vuslata yaklamasdr. Namaz öyle

büyük bir eydir ki, tefsir etmeye kalklsa kitaplar dolar. çi-

ne nüfuz edildikçe hayretlere gark olunur. Ufuk gibi sonsuz ve


nihayetsizdir. Namaz, Allah'n meleklere, "Adem'e secde ediniz"
dedii srdr.
Namazn faziletine son yoktur. Bizim söylediklerimiz, ancak o
170
deryadan bir katredir.

• Namazdaki faziletler o kadar büyüktür ki, söylemekle tüken-


mez. Namaz, sadece yatp kalkmadan ibaret saymak çok abes-
tir. Zîrâ nice hakikatler namazn içindedir. Alemin ve Adem'in
yaratl sebebi ile ilmullah hep orada gösterilmitir. Namaz hil-
katin bandan zamanmza kadar olan bütün devirleri (nsan
en erefli olarak yarattk sonra onu esfel-i sâfiline, aalarn en
aasna indirdik) gösterir. O, bir Kitâb- mübîndir ki okumak
11
lâzmdr.

• Namazdan baka hiç bir ibâdet, kulu Hakka yakn varlklarn


makamna eklemlemez. Söz konusu makam, melek, peygamber,
nebi, velî ve müminler gibi Allah'n velîlerinin en üstün maka-

169 bnü'l-Arabî, Meleklerin Ruh Âleminden Madde Âlemine îni§i, stanbul, s. 80-83.
170 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.554.
171 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.485.
Ayet 3
114

mdr. Allah öyle buyurdu: "Secde et, yakla" (Alak, 19) Çünkü
Allah bu hâldeyken kuluyla kendisine yakn meleklere kar övü-
nür. Bu övünme, onlara öyle demesidir:

"Ben sizi ameliniz olmakszn yaklatrdm ve meleklerimin


seçkinlerinden yaptm. u ise kulumdur. Kendisiyle yaknlk
makam arasnda pek çok perde ve nefsin arzular, maddî is-

tekler, aile geçindirmek, mal, çocuk, hizmetçi, arkada gibi bü-


yük engeller ve çetin skntlar koydum. O ise bunlarn hepsi-

niat ve secde edip yaklancaya kadar geyret gösterdi ve ya-


kn kimselerden oldu. Ey meleklerim! Sizi bu engeller ile dene-
mediim ve onlarn güçsüzlüklerine sizi maruz brakmadm
hâlde, size tahsis ettiim yüce makama bakp bu kulun ky-
metini biliniz ve benim urumda katland sknt nedeniyle
hakkn gözetiniz."

Bunun üzerine melekler öyle der: "Ey Rabbimiz! Biz cennetler


ile nîmetlenenlerden olsaydk ve cennetler bizim yerleeceimiz
mekânlar olsayd, bizim için orada amellerimizin gerektirecei
menziller belirlemez miydin? Rabbimiz! Senden o menzilleri bu
kula ihsan etmeni istiyoruz."
Bunun üzerine Allah, meleklerin kendisi için istedikleri eyi ku-
luna verir.

Namazn ne kadar kymetli bir ibâdet olduuna baknz! Na-


mazdaki en kymetli ey ise, sözler arasnda Allah' zikretmek,
fiiller arasnda en kymetli ey ise, secde etmektir. Namazn söz-
lerinden en üstünü, "Allah kendisini öveni iitti" ifadesidir. Bura-
da kul Hakk adna bunlar söyledii için, bu vekillik kulun na-
mazdaki en deerli hâlidir. Çünkü Allah kulunun diliyle, "Al-

lah kendisini öveni iitti" demitir. Allah öyle der: "Namaz kötü-
lükleri ve taknlklar Bunun nedeni, na-
engeller" (Ankebût, 45)

mazn kendisinin dndaki görünen davranlar yasaklamas-


dr. "Allah' zikretmek ise en büyüktür" (Tevbe, 122) Yani nama-
172
zn içindeki fiilerin en büyüü Allah' zikretmektir.

172 bnül-Arabî, Futhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II,

s.287-288.
BAKARA
115

Namaz Hakk'n vahdaniyetinden ibarettir.

Namaz ikâme etmek; sair esma ve sfatlara bürünerek,


173
vahdaniyet kanununun hükmünü yerine getirmektir.

Fatihann ilk âyeti, BismillahirRahmânirrâhim&h. Besmele'deki

B harfi, Allah'n isim ve sfatlarnn Peygamberin vücûdunda


tecellî etmesidir. B vücuttur ve zulmânî harftir. Eer B'den ge-

çersek, Hz. Peygambere (s.a.s.) âyette dendii gibi "Attn za-

man sen atmadn ama Allah attf (Enfâl, 17) hitab söylenecek

kadar maddî varlmzdan temizlenirsek, B'nin altndaki nok-

ta oluruz. Bu Hz. Nokta Bismillahn mânâsn bize idrâk et-

tiren Ali makamdr. te Fatiha sûresinde bu makama hamd


ediyoruz. Bu makam öreticidir, bizi tefekküre götürür. Allah

peygamberi ile Rahmet yamuru ve Râhîm tecellîsi ile Bir olur.


Rahim tecellîsi Peygamber'in ahlâk ile ahlâklanp o mânânn
içinde korunmaktr. Bu korunma, sanki dünya içinde âhirette

yaamak gibidir.
Elhamdülillahi Rabbi' lâlemin: Fatihann srlarndan bir tanesi

bu üç kelimenin içindedir. Öncelikle Âlemlerin Rabbine hamd,

ile balyor i. Yani aslnda burada bana hamdi öret diye bir

niyaz var.

Hamdda çok önemli hamd ükrün daha üstün-


iki nokta var;

de bir makamdr. Hamd ac, sknt, belâ, ne olursa Allah'tan


her gelenden memnun olma hâlidir. Ben her gelenden memnun
oldum, ey Sevgilim diyoruz Allah'a. Allah'n Rab sfatna hi-
tap var. Hamd kelimesi Allah'tan Allah'a olduu için, Allah'n

mânâs Rab sfat arasndadr. Çünkü hamd bizim nefsimiz-


ile

le becerebileceimiz bir hâl deildir. nsann ac ve sknty gön-


lü ile ho görmesi, hatta bunu sknt ve ac olarak hissetmeme-

si, ancak Allah'n o insanda tecellî etmesiyle mümkün olabilir.

Meselâ hastalna ac bir ilac içmek Rahman tecellîsi,


iyi gelecek

fakat bundaki acy hissetmemek veya "ifam için lâzmdr" de-

173 Abdülkerîm b.îbrahim el-Cîlî, însân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.422.
Ayet 3
116

mek Rahîm tecellîsidir. kisinin birleimi ise hamddr. O yüz-


den burada hamdn kendinden kendine olduunu, bu hâle eri-
menin ise Adem'e yani insân- kâmile secdeden geçtiini bize

öretir. Bu secde, kâmilin, yani nefsinden yok olann rengine


boyanmak, onun haliyle hallenmek demektir.

bnü'l Arabî diyor ki; Ayakta klnan namazda bütün duvarla-


rn, aaçlarn sevabn alrsn çünkü onlar da halleriyle namaz
klarlar. Rukûya vardnda dört ayakl hayvanlarn ibâdetinin
mânâs, yere kapandnda ise sürüngenlerin ve nebatlarn, bit-

kilerin ibâdetinin mânâs sende zuhur eder ve bütün onlarn se-

vabn bütün hâlin ibâdetini yüklenirsin.' O hâlde Rahman ite


bu sfattr. Hereyin ibâdet ettii, hereyin ona çekildii, Allah'n
mânâsn idrâktir ki buna ahitlik denir.

Makro ve mikro bütün âlemde Rahman tecellîsi, ak ve cezbe


vardr. Biz ilimde buna afinite, çekim gücü diyoruz. Demirle
oksijenin birbirine çekilmesi de Rahman tecellîsidir. Bu çekili-

ten, aslnda sadece hareketten ibaret olan bu âlem zuhur ediyor.

Ve Rahîm ortaya çkyor. Rahmân'la ak zuhur eder. Allah, ak-


la yarattn, dünya ve âlemi Rahîm sfatyla koruma altna alr.
Ama bu sfattaki koruma hissini yalnz hamd edenler, 'ben ko-

runuyorum' diye hissederler. Onun için rahim hamdedenler için

özel bir ayrcalktr, çok yüce bir sfattr. Rahîm, Allah'n bize

açt ana kucadr, akn kucadr. Onun için, 'O Rahman ve


Rahîm'dir' diye Allah kendine ait ve Peygamberinde tecellî eden
bu iki hakikati bize hatrlatyor. Fatiha öyle bir sûredir ki yars
Allah'n azndan, yars kulun azndan söylenir. Allah'la ku-

lun paylatklar bir sûredir.

Din gününün sahibi olan Allah, hangi günün sahibidir?

Kyametin sahibidir. Kyam, ayaa kalktmz andr, huzura


durduumuz andr. Kyam, Allah'n mânâsnn bizde zuhur et-
tii andr. "Kendinden zannetme, onun sahibi benim" diyor Al-
lah, bizi uyaryor. Çok önemli bir noktadr. Bize soracak; "sana
el ve ayak verdim, vücûdunda ziraat yaptn m, mânâ zuhur et-
BAKARA
117

tirdin mi, mânâ cevherini ortaya çkardn m? O günün sahibi-

yim ben" diyor. Ama o gün hangi gündür. O gün insann "Ben
hiçmiim herey Oymu" dedii gündür. "te o ancak benim
lûtfumla olur" diyor Allah. Burada iddetle bize kendi mânâsn
hatrlatmas var.

Fatihann içinde eriat, tarikat ve hakikat bu cümlelerde giz-

li. Yalnz sana kulluk ederim, âyeti erîattir, yani bir ben varm
bir de sen varsn, Allah'm ben nefsimle sana ibâdet ediyorum,
"benden" zannederek, "ben" olarak ibâdet ediyorum ama 'Sen-

den yardm isterim.' Buras ise tarikat ya da tasavvuf yoludur.


"Ben tek bana hiçbir ey deilmiim, Senden yardm gelirse

ancak ben o kulluu yapabilirim" diyoruz. Namazn bu noktas


bize kendimizi hatrlatma noktasdr Burada kâmil insanlar tir

tir titrermi. Allah o kula "Ey dil benim huzurumda olduunu


söylüyorsun, benden imdat istiyorsun, bana ibâdet ettiini söylü-

yorsun. Hâlbuki seni vekil eden âzâlar iftira ediyorlar, onlar ben-

den gafildirler; sen, ancak sana ibâdet ederiz, ancak senden yar-

dm isteriz diye bana yalan söylüyorsun" diye namazmz yüzü-


müze vurulursa diye ârifibillâh bu noktaya geldiinde tir tir tit-

rermi kendilerini toplayp ihdinassrâtelmüstakime geçebilirler-

se kendilerini çok bahtiyar addederlermi.

Hz. Muhiddin-i Arabi bununla, dilin namazda göze, kulaa, el,

ayaa, karna, kalbe ve bütün vücûda tercüman olduunu belir-

tiyor. Arifler bu sebeple namazn bu devresini son derece tehli-

keli olarak addediyorlar ve insan namazn bu devresinde huzurlu

ise bütün mevcudiyeti ile Rabbine döner, dilin dedii gibi bütün
varlyla ona yönelirse o zaman namaz mü'min için mîrâc olur
diyorlar. Aksi hâlde bütün azann tercüman olan dil hakikatten

uzak kalr, iftirada bulunmu olur. Srât- müstakime, gelince o

zaman zâten müstakim sratta olan bizi devralyor ve i kolaya

doru yönleniyor, mîrâc da o demek.

Beni sratnda müstakim eyle^ âyeti hakikattir. Srât- müstakim


herhangi bir srat deildir, müstakim, devam eden srattr. Dün-
Ayet 3

118

ya hayatna bakarsak insann srât- müstakim üzre olmas ancak


müridinin, peygamberinin ahlakyla ahlâklanmasyla mümkün-
dür. kincisi, sabit kadem olmaktr. Yani; vazgeçmemek, adam
olamadm ben vazgeçeyim, yapamyorum dememek, gayret k-
lcn elden brakmamak... stikrar mucizedir diyor arifler... Bu
srât- müstakimdir ve sonu tevhiddir. O yüzden Peygamber'in
srât- müstakimi tevhiddir. Allah bunu nasip etsin!

Ve sonra Fatiha sûresi; 'kendilerine nimet verilenlerin yoluna ilet,

yanlmlarn yoluna deil' diye Allah'a rica ediyor. Burada dallin


Hristiyanlk makamdr. Yani insan tevhide ulaamadan yal-
nz akta kalrsa, ilmi bir kenara brakrsa ekli putlatrr. Ya da
Musevî makam gibi sadece ilme dönüp aksz ilimde taklr ka-
lr ki bu da madûbin dr (gazaba uram olanlar.)
174

Et-tehiyyâtü: "Allah için ve cemâl-i Resûlullah için hür-

metler olsun" demektir. Peygamberimizin sidreyi amas ve

yanmaya raz oluudur.


Cenâb- Hakk: "Yâ Habibiml Selâm senin üzerine olsun"

diye hitaba geçiyor.

Hz. Peygamber: "ilâhî, selâmn ümmetimle beraber olsun"


diye buyuruyor.

Eer kul bu mânânn nda heryerden gelen sesi Hakk 'in


sesi olarak bilirse râziye ve merdiyye makamna eriyor.

Cenâb- Hakk' dan bu sefer: "Ey kulum! Râziye ve merdiy-

ye olduun hâlde bana râci ol (bana gel) hitab gelir.

Kul yine çalmaya devam eder. Ef'âl mertebesine eriir.


Yani kendinden zuhur eden bütün i ve sözler Allah 'in olur.
Ve bütün mevcudat Hakk 'in sfatna ayna bilir. Fakat bu
aynada kabiliyet ve istidatlara göre Allah ' müahede eder.

(Sfat tecellîsi)

Yine çalr zât tecellîsine erer. Cenâb- Hakk 'tan kendisi-

ne: "Ettehiyyatü vessalavatü ve't-taybât" (Ey kulum! Ben

174 Cemalnûr Sargut, "Namaz Hakknda Mülâkardan alnt, www. cemalnûr. org
.

BAKARA
119

senden razym, sen de benden raz msn? Sana artk kor-


ku ve hüzün yoktur) buyurulur. Kul ise "Bana lâzm olan
175
kulluktur" diyerek eskisinden daha çok çalr.

(Namazda)
Tekbîr getirince kurbanlk koç gibi âlemden çktlar.
Ey ulu, tekbîrin mânâs udur: Yâ Rabbî, huzurunda kurbanz.
Koyun keserken "Allâhu ekber" dersin ya, o geberesi nefsi de ke-
serken bu söz söylenir.

Allâhu ekber de de o om nefsin ban kes. Kes de can, mahvol-


maktan kurtulsun.
Ten smail'e benzer, can Halil'e... Can bu semiz bedeni yatrd
da tekbîr getirdi mi?
Ten kesilir, ehvetlerden hrslardan kurtulur. Besmeleyle kesil-

mi temiz bir kurban hâline gelir.

Kyamette olduu gibi Hakk huzurunda saf durulur, hesaba,

Tanr ile konuup görümeye giriilir.

Tanr huzurunda, gözyalar dökerek ayakta durmak, kyamet


gününde kabirden kalkp maher yerinde dikilmeye benzer.

Hakk, "Sana bunca zamandr mühlet verdim, bana ne getirdin?

Ömrünü neyle bitirdin, verdiim gday, ihsan (lütuf, bala-


mak) ettiim kuvveti ne uruna mahvettin.
Gözünün nurunu nerelerde tükettin, be duygunu nerelerde yp-
rattn?
Gözünü, kulan, akln, ara ait bütün cevherlerini harcadn. .

fer (yeryüzü) âleminden bunlara karlk ne satn aldn?


Sana kazma gibi el, ayak verdim. Onlar sana bizzat ben bala-
mtm, ne yaptn onlar?" der.
Hakk'tan buna benzer, seni dertlere uratan yüzbinlerce haber-
ler gelir.

Kyamdayken (namazda ayakta durmak) kula gelen bu haberler-


den kul utanr, iki büklüm olur, rükûa (huzuru ilâhîde eilmek)
varr.

175 Derleyenin Notu.


Ayet 3

120

Utanmadan ayakta durmaya kudreti kalmaz, rükûda Tanry


tesbîh eder.

Tanr'dan "Ban kaldr, rükûdan kyama dön de Tanrnn sor-

gularna birer birer cevap ver" ferman gelir.

O utanan kul, rükûdan (huzur-u ilâhîde eilmek) ban kald-


rr. Fakat olgun bir i yapamam olduundan bu sefer yüz üstü
düer.
Yine emir gelir: "Ban kaldr, secdeden kalk da yaptklarndan
haber ver!"
Tekrar utana utana ban kaldrr ama yine ylan gibi yüzüstü
düüverir!
Tanr, tekrar "Ban kaldr da söyle. Kldan kla bütün yaptkla-
rn aratrmak istiyorum" der.

Artk ayakta durmaya kuvveti kalmadndan, Tanrnn heybet-

li hitab, canna tesir etmi olduundan,


O ar yükün altnda, yere oturur. Tanr, "Söyle bana...

Sana nimet verdim, nasl ükretttin? Sermaye verdim, hadi, gös-


terkazandn!" der.
Kul sana dönüp peygamberlere, o ululara selâm verir;

"Padiahlar, bu kötü kiiye efaat edin... ayam da balçkta kal-


d, kilimim de" der.

Peygamberler,"Çareye bavuracak gün geçti. O, orda yaplacak


bir eydi, elde âlet oradayd, orada kald!
A bahtsz kii, git oradan sen vakitsiz öten bir horozsun. Brak
bizi, kanmza bulama!" der.

Bunun üzerine sol tarafa ba çevrilir, hsmndan, akrabasndan


yardm ister. Onlar da "Sus Tanrya kendin cevap
! ver. Biz kim
oluyoruz ki? Bizden el çek!" derler.

Ne bu yandan bir çare olur, ne oyandan. O biçarenin can da


yüz parça olur!

Herkesten umudunu keser de ellerini açar, duaya balar: Yâ


Rabbî, herkesten ümidim kesildi. Evvel de Sensin, âhir de Sen;

Sen' den baka önü, sonu olmayan yok, diye niyaza koyulur.
BAKARA
121

Namazdaki bu ho iaretleri gör de bunun eninde sonunda böy-


leolacan bil!
Namaz yumurtasndan civcivi çkaragör, yerden tane toplayan

yolsuz yordamsz ku gibi yere bavurup durma! 176

Biri: "Tanrya namazdan daha yakn olan bir ey var mdr?"


diye sordu. O : "Hem namaz ama namaz yalnz bu
vardr;
suretten ibaret deildir. Bu, namazn kalbdr. Çünkü bu na-
mazn ba, sonu bellidir ve vardr. Ba ve sonu olan her ey ise
kalptr. Tekbîr namazn ba, selâm ise onun sonudur. Bunun
gibi ahadet de yalnz dilleriyle söyledikleri ey deildir. Onun
da ba ve sonu vardr. Sesle, sözle söylenebilir. Sonu ve ba olan
her ey suret ve kalptan ibaret olur. Onun ruhu benzersiz ve
sonsuzdur, ba sonu yoktur. Bu namaz nebiler bulmulardr ve
bunu ortaya çkaran nebî : "Benim Tanr ile baz vakitlerim olur

ki o zaman, oraya ne bir Tanr tarafndan gönderilmi Peygamber


ve ne de Tanrya en yakn bulunan bir melek sar. " buyuruyor.
O hâldenamazn ruhunun yalnz bu suretinden ibaret olmayp,
belki istirak, kendinden geçi olduunu bilmi olduk. Çünkü

bütün suretler darda kalp oraya smazlar. Katksz, srf mânâ


177
olan Cebrail bile oraya smaz.

Kalb huzuru olmadan klnan namaz, namaz olmaz buyruldu-


u gibi namaz da içtedir. Fakat sen onu mutlaka ekillere sokar-
sn. Görünüte rükû (eilmek), secde etmek (kapanmak) ile ona
bir suret vermek lâzmdr. Bunlar yaptn zaman ondan nasibi-
ni alr, muradna erersin.

Onlar namazlarna devam ederler (Meâric, 23) âyetindeki na-

maz, ruhun namazdr. Sûreten, eklen klnan namaz geçici-

dir, devaml olmaz. Çünkü ruh deniz âlemidir. Sonsuzdur ci-

176 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.174-177, beyit. 2141-2175.
177 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.19-20.
Ayet 3

122

sim ise deniz kys vesnrl ve ölçülüdür. te bu yüz-


karadr;
den devaml namaz ruhun olabilir. Ruhun da eilmesi, kapan-
mas (secde etmesi) vard; fakat bunlar açkça ekillerle göster-
178
mek lâzmdr. kisi bir olmadkça fayda vermezler.

Namazn hakikatini bilen için zahirde de namaz klmak lâzmdr.


Zahirde namaz klmayan hakikatte de klamaz.

Namaz; huzur, huu {kendi hiçliini hissetme), murakabe {ken-

di kendini hesaba çekme) ve müahede kln-


(ahit olma)) ile

maldr.Yoksa dünyay arkaya atmadan klnan namaz, namaz


olmaz. 179

Bir zümre sandlar ki, surette gönül holuuna erenlerin artk


namaza ihtiyaçlar yoktur. Onlar dediler ki: "Maksat hâsl ol-

duktan sonra artk ona ermek için sebep aramak yersizdir." On-
larn sandklar gibi bunu bir an için doru farzedelim; onlara

hakikat tamamiyle yüz göstermi ve onlarda velilik, gönül ho-


luu, kalp huzuru ba göstermi diyelim. Bütün bununla bera-
ber, namazn zahirde terk edilmi olmas onun için bir eksiklik-

tir. Sana gelen bu kemâl ve olgunluk hâli önce Tanr resulü Hz.

Muhammed (s.a.s.)'e de gelmiti. Her kim, "Böyle deildir" der-


se, onun boynunu vurur, öldürürler. "Evet bu gönül holuu Hz.
Peygamber' de de hâsl oldu" diyene sorarm: "O hâlde niçin ulu

Peygambere uymuyorsun? O büyük kerem sahibi, müjdeleyici

ve korku verici esiz Peygamber'in, o parlak hakikat


18 °
nn izin-

den niçin yürümüyorsun?"

Birbirlerini sevenlerin yekdierlerine (bir bakas) verdikleri he-

diyeler, sadece sevgi ve sayglar deildir. Bu sayg ve alaka, in-

sanlar birbirlerine maddî hediyeler vermeye de sevkeder.

178 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.222.
179 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.621.
180 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s. 86.
BAKARA
123

ki gönül arasnda ak bu yoldan olunca, en büyük sevgiliye gö-

nülden vurgun kulun, Allah'na bir takm ekle ait hediyeler ver-
mesinden daha tabii ne vardr? nsann vücûdunu namaza, oru-
ca, hacca, zekâta sevkederek ibâdete ekil çizgileri ilemek birer
181 1
gönül hediyesidir.

Malum olsun ki, namaz öyle bir ibâdettir ki, mürîdler ve talipler,

batan sona kadar Hakk'n yolunu onda bulurlar, makamlar


orada kefolunûr. öyle ki: Abdest, mürîdler için tevbe yerin-

dedir. Bir pîre taalluk ve onun eteine sarlmak, isabetle kble-

ye yönelmek yerindedir. Nefs mücâhedesi ile uramak, namaz-


daki kyam yerindedir. Daimî zikir, namazdaki kraat yerinde-
dir. Tevazu rükû yerindedir. Nefsi tanma ve onun hakknda
marifet sahibi olmak sücûd yerindedir. Teehhüd (Namazdaki
ahadet miktar oturmak ve "Et-tahiyyât" okumak), üns yerinde-
dir. Selâm, dünyadan tefrid ve ayrlma, makamlarn kaydndan
çkma yerindedir. Bundan dolaydr ki Resûlullah (s.a.s.), bütün
mereplerden kesildii vakit, hayretin kemâli mahallinde evke

talip olur, merebe taalluk (alâkal olu, ballk) eder ve o zaman


182
"Yâ Bilâl, ezan ve namazla bizi rahâtlandrr derdi.

bnü'l-Arabî Kur'ân- Kerîm'in ortaya koyduu salâtn iki yönü-

nü dikkate alr ki, bu iki yön Tanrnn ve yaratklarn salandr.

Bazen bu iki yönü önceki slâmî düüncenin kolaylkla ka-


bul edebilecei ekilde yorumladn görürken, bazen de on-
lar kendi teorilerine bal anlamla snrladn görmekteyiz.
Bu nedenle salâtn anlamn bnü'l- Arabi'de iki ksma ayraca-

z. Hakk'n salât, Hakk'n kuluna merhameti; kulun salât ise

Hakk' müahede etmesidir.

Allah'n salât rahmet demektir.


Hz. Peygamber öyle buyurur: "Gözümün nuru namaz
(salât) klnmtr. Bu, sevenin gözlerini aydnlatan sevilenin

181 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.382.


182 Hucviri, Kefu'l-mahcublHakikat Bilgisi, stanbul, 1996, s. 437.
Ayet 3
124

müâhedesidir. " Bu nedenle Hz. Peygamber namazda bir yöne


yönelmeyi yasaklamtr; çünkü yönelmek, eytann namazdan
çalddr. Böylece kulu sevdiini müahededen mahrum brakr.

Âdemolu! Yalan söylememen, oruçtur; kötülüklerden uzak

durman, sadakadr; yaratklardan ümit kesmen salâttr.

Metinden unu çkartabiliriz: Kulun salât, Hakka tam anla-

myla erebilmek için, yaratklardan yüz çevirmesidir. Buna göre


salât, "bakaya" her çeit yöneliten uzak, kul ile Rabbi arasn-
daki bir iliki veyakavumadan ibarettir. bnü'l-Arabî kendi dü-
ünce balamnda, Hakk'n ve kulun salâtn her ikisini de yu-
salli {namaz klar) fiiliyle ilikilendirerek açklamtr. Fiilin öz-

nesi namaz klan anlamndaki musallî'dir. Musallî, birinci an-

lamndaki mücellî'nin kart olarak yarta birinciden sonra ge-

len, yani ikinci demektir. Bu balamda hak musallîdir, halk

da musallîdir; fakat farkl iki yönden. Hakk musallîdir, yani

Hakk'n bilinmesi yaratn bilinmesinden sonradr. O hâlde söz


konusu sonralk, bilinmedeki sonralktr. Halk musallîdir, yani

mertebesi Rabbinin mertebesinden sonra gelir. Buradaki sonra-


lk mertebe sonraldr.

Kukusuz Allah kendisi için salât etmemizi emretmi ve


Onun da bizim admza salât ettiini bildirmitir. O hâlde salât
bizden ve ondandr.Bu durumda Hakk musallî olduunda, hiç
kukusuz Âhir ismiyle musallî olur. Bu durumda kulun varl-
nn ardnda kalr. Burada söz konusu olan Hakk, kulun kendi
fikri düüncesiyle veya (bakasn) taklit etmesiyle kalbinde ya-

ratt Hakk'n kendisidir. O ilâh- mûtekaddr. Çünkü musallî,


yarta birincinin ardndan gelen demektir. Allah öyle buyurur:

"Herkes salâtn ve tespihini bilmitir". Yani Rabbine ibâdet edi-

te sonradan gelen kendi mertebesini bilmitir.

Allah salât eder. Böylece kendisini zikirde kulun zikrinden


sonra gelme özelliiyle nitelemitir.

Hakk kullar üzerinde kendi rubûbiyetinden (terbiye eden)

sonra gelmeyi vâcib klmtr. Bu nedenle kulu, kendisini geri-


BAKARA
125

de kalan anlamndaki musallî diye isimlendirebilmek için, na-

maz farz klmtr. Kul Rabbinin mertebesinden sonra gelen-


dir. Ayrca Hakk, salât kendisine nispet etmitir. Bunun nede-

ni hakikatin unu gerektirmi olmasndandr: Hakka dair mey-


183
dana gelmi bilgi, mahlûka dair yaratlm bilgiden sonradr.

Hz. Peygamber, kendisinden aktarlan sahih (doru, geçerli) bir

hadîste öyle buyurmutur: "Kulun ilk baklacak ibâdeti namaz-


dr. Allah öyle der: Kulumun namazna baknz, onu tam m
yapm yoksa eksik mi brakmtr. Namaz tam ise, onun adna
tam olarak yazlr. Namazdan ey eksik ise, Allah öyle bu-
bir

yurur: Baknz kulumun nafile namaz var mdr? Nafile namaz


var ise, öyle der: Kulumun farz namazndan eksii nafile nama-
zndan tamamlaynz. Sonra ameller bu tarzda ele alnr."

badetlerin nitelikleri hakkndaki bir baka sahih hadîste ise

Hz.Peygamber'in öyle söyledii bildirilmitir: "Namaz nurdur,


sadaka burhandr, sabr (oruç ve hac) aydnlktr, Kur'ân lehin-
de veya aleyhinde delildir. Sabahlayan herkes nefsini satn alr;
ya onu azat eder ya da köleletirir." Böylece nuru namaza, bur-
han sadakaya -ki kasdedilen zekâttr-, aydnl oruç ve hacca
184
izafe etmitir.

Allah, namaz klan kiinin kendisine yakardn bildirmitir.


Namaz nurdur. Dolaysyla kul Allah'a baka bir isimden deil,
en-Nûr isminden yakarr. Nûr bütün karanlklar uzaklatrd
gibi namaz da, bütün meguliyetleri keser. Dier ameller ise böy-

le deildir. Çünkü onlar namaz gibi kendilerinin dndaki her

eyi brakmay içermez. Bu nedenle namaz nûr olmutur. Allah,


kulu kendisine en-Nûr isminden yakardnda, onunla babaa
kalp yakarnda Hakk' müahede etmesiyle de bütün varlkla-
rn silineceiyle müjdelemitir. 185

183 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 544-546.
184 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 285.
185 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
Ayet 3

126

Namazda Rabbime balanrm, "Namaz gözümün nurudur"'srr


zuhur eder, bu, benim huyumdur. Can pencerem zevk ve evkle
açktr. Tanrnn lutfu oraya vastasz gelir. Tanrnn lutfu, rah-

meti, nuru madenimden, hakikatimden gelir, penceremden evi-

me girer. Penceresi olmayan ev cehennemdir. Ey kul dînin asl


186
pencere açmtr.

Peygamber, "rükû ve secde varlk halkasn Tanr kapsna vur-


maktr," dedi.
Kim o kapnn halkasn döverse elbette ona devlet ba gösterir. 18

Adam, bir rükû (Huzur-u ilâhîde eilmek), yahut sücûd (secde-

ye varmak) etti mi onun rükû ve sücûdu, öbür âlemde ba, bah-


188
çe olur.

Bir ksm insanlar selâm vererek namazdan çkarlar. Bir ksm


ise selâm vererek 'dâimi salata dâhil olurlar. Bu daimî salât için-

de bulunanlara, Musa'ya olduu gibi münâcâat (Allah a yalvar-

ma) aac bir ateten fanus olur ki bu atee yaklanca: Sen be-
nim Rabbimsin, demek mânâs zuhur eder ve aaçtan da: Mu-
kaddes vadidesin, dünya ve âhiret pabuçlarn çkar, nidasn du-
189
yar olur.

Namaz klp namaznn kendisinden baka her eyi uzaklatra-

mad kul (gerçekte) namaz klmad gibi namaz da onun için


190
nûr deildir.

Asl o Tanr mülk ve saltanat sahibindir. Kendisine ba eene bu


topraktan yaratlan dünya öyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce
saltanat ihsan eder.

186 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.195, beyit. 2401-2404 .

187 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.168, beyit. 2048-2049.
188 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.282, beyit. 3457.
189 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.405.
190 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
BAKARA
127

Fakat Tanr tapsnda bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanat-

tan daha ho gelir.

Ben ne mal isterim, ne mülk... ne devlet isterim, ne saltanat...

bana o secde devletini ihsan et, yeter! diye alayp szlanmaya


191
balarsn.

Namaz seni günahtan, suç ilemekten, kötülükten, noksan ve


kusurlardan ve isyandan korur, temizler. te senin bunlar yap-
mam olman ve bunlardan temizlenmi bulunman ameldir.

Eer kendini bunlardan kurtarmamsan, namaz klmam sa-

ylrsn. Bunun için Peygamber O'na selâm olsun namaz klm


olan bir kimseye:"Namaz klmadn, kalk namaz kl" diye bu-
yurdu. Bunun üzerine o adam kalkp namaz kld. Tekrar: "Kalk
namaz kl, namaz klmadn" buyurdu. O adam yine kalkt ve
namaz kld. Peygamber bu defa da: "namaz klmadn" dedi ve
sonunda: "Kalb huzuru olmadan, namaz klmak doru deil-
dir" buyurdu.

O hâlde ortaya koymu olduklar bu rükû, sücûd ve kyam ye-

rine getirmekle, gerçek amel yaplm olmaz. Yani dinde ortaya


konulan bu dla ilgili hareketleri yapmakla amel yerine getiril-

mi olamaz.
Hakîkî amel, içi deitirmektir. Nitekim insan tohumu, ana
rahminde ekilden sekile girer. Alaka (kan phts) ve mudga (bir

çinem et) olur. Nihayet insan eklini alr, canlanr, dünyaya ge-
lir, büyür ve bir insan olur.

te bu türlü deimek, aa derecelerden yukar derecelere çk-


mak, ameldir. Peygamber Hazretleri (s. a. s.): iki günü bir olan
192
kimse aldanmstr" buyurmutur.

Allah'n rahmeti onun üzerine olsun, bir defasnda Bâyezîd


Bestâmî'ye bir adam gelmiti. Bir ara bu kii, Bestâmî'nin huzu-

191 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.54-55, beyit. 664-666.
192 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 4-5.
Ayet 3
128

runda dururken saa sola baknmaya balad. Onun böyle saa


sola bakndn gören Bâyezîd kendisine sordu:
-Ne var?

Adam dedi;

-Namaz klacak temiz bir yer aryorum!


Onun bu sözü üzerine, Bestâmî de kendisine unlar söyledi:
193
-Kalbini temizle de namaz dilediin yerde kl!

Ben, Rabbime sordum:


-Ey Rabbim! Hangi namaz sana daha çok yakndr?
Rabbim buyurdu:
-u namaz ki, içinde Benden bakas bulunmaz ve namaz klan
da, kld o namazdan gâib bulunur. 194

Gavs Âzam diyor ki:

-Rabbimden Mîrâc hakknda sordum. Rabbim buyurdu ki:

-Mîrâc, Benden baka her eyden syrlp yükselmektir. Böyle bir

miracn kemâli yükselme ve huzurda saa-sola iltifat etmemekdir.

Ve sonra Rabbim öyle devam etti:

-Ey Gavs Âzam! Benim katmda mirac olmayan kimsenin na-

maz namaz saylmaz. Namazdan mahrum olan kimse, Benim


195
yanmda mîrâcdan da mahrumdur.

u namaz, bütün gün kyamda, rükûda, secdede durman için


konmamtr. Maksat, namazda sende beliren hâlin, dâima sen-
de olmasdr. Uykuda, uyanklkta, bir ey yazarken, bir ey
okurken, hâsl bütün hâllerde Tanry antan ayrlmamalsn
ki "Onlar namazlarn daimî klarlar" srrna eresin, buna eren-
196
lere kanlasn.

193 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s.101.

194 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s. 18.

195 Ahmed Kayhan, Abdülkâdir-i Geylânî, Ankara, 1998, s. 20.

196 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s. 267-268.
BAKARA
129

"Bende ey yok lütuf ve inayet sendendir Allah'm" diyeni


bir

Cenâb- Hakk mahrum brakmaz ve o kimse be vakit namaz-


197
dan baka dâimi salâtta demektir.

nsân- kâmilin ak ile dolu olan âklar, sade be vakitte deil,


198
daimî salât içindedirler.

Salâtn birkaç mânâs vardr:


Birincisi: Duâ demektir. Tevbe sûresi 103. âyette bu mânâyadr.

"Sen onlar için duâ et" demektir.


ikincisi: Senadr. Ahzâb sûresi 56. âyet bu mânâyadr. "Muhak-
kak ki Allah ve melekleri Peygamber (s.a.s)a salât, yani sena etmek-
tedir" demektir.

Üçüncüsü: Kraatdir. srâ sûresi 110. âyetde bu mânâyadr. "Na-


mazda Kraatini fazla açktan yapma!" demektir.
Dördüncüsü: Rahmettir. Bakara sûresi 157. âyetde bu mânâyadr.
"Onlara Rablerinden rahmetler vardr." demektir.

ibadet olarak, kendine mahsus hareket ve zikirlerle yaplan amel-

dir. Kyamnda kraat, kuûdunda sena ve duâ ve failine rahmet


vardr. Bu âyet-i celîlede salât, be vakit namaz içine alan ism-i

cinstir. Namaz ikâme demek, âdâb ve erkânna riâyet ederek

dosdoru klmak ve ömrünün sonuna kadar klmaya devam et-

mektir.

Rivayet olunur ki, büyük zâhidlerden Hâtem-i Esamm rahime-


tullah Asm bin Yûsuf'u ziyarete gitti. Asm ona:
-Ey Hâtem! Namaz güzel klar msn? diye suâl etti. Hâtem
"evet" dedikde Asm nasl kldn sordu. Hâtem dedi ki:

-Namaz vakti yaklat zaman, abdest azalarm tamamnca y-


kayarak güzel bir abdest alrm. Sonra gelir namaz klacam
yerde dururum. Her bir uzvum karar ve sükûnet bulur. Kabe'yi
iki kam arasnda, makam sadrmda, Allah' üzerimde kabul

197 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.218.


198 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.188.
Ayet 3

130

ederim. O kalbimde ne varsa bilmektedir. Sonra ayaklarm srat


üzerinde, cennet samda, cehennem solumda, ölüm melei de
arkamda farz ederim ve bu namazma sanki son namazmm
gibi niyet ederim. Sonra ihsan üzere, yani Allah' görürcesine
bir tekbîr alrm. Kraatimi (okuma) tefekkürle yaparm, rükûyu
tevâzuyla, sücûdu (secde etmek) tazarrû (yalvarma, yakar) ile ya-

parm. Bunlar tam yapm olarak otururum. Recâ (ümit) üzeri-

ne teehhüd (namazda oturma) ederim, sünnet üzere selâm veri-

rim, sonra da namazm ihlâsla teslim ederim. Sonra havf (kor-

ku) ve recâ (ümit) arasnda yaarm, namaz böyle klmaa sabr-


la devam ederim.

Bunlar dikkatle dinleyen Asm dedi ki:


-Ey Hâtem! Sen her namaz böyle mi klarsn? Hâtem:
-Evet, otuz seneden beri böyle klarm.
Bu cevab Asm alad ve dedi ki:
üzere

-Ben imdiye kadar hiçbir namazm böyle klmadm.


Mukâtil de öyle demitir: Nebî (a. s.), Mekke'de iken sabah ak-

am iki rekât namaz klard. Mîrâc hâdisesi vuku bulunca be


vakit namazla emrolundu. Mîrâc, vakitlerin en ereflisi, hâllerin

en faziletlisi ve münâcâtn en azîzi bulunduundan, namaz bu


gecede farz klnmtr. Namaz, îmândan sonra taatlerin en
faziletlisi, kulluk vazifelerinin de en güzelidir.
Binaenaleyh ibâdetlerin en faziletlisi, vakitlerin en deerlisinde farz

klnd. Mîrâc, kulun Rabbine kavumas ve ona yaklamasdr.

Âyet-i celîledeki lafz (söz) cemi' (bütün, hepsi) sigasyla (kip, fiil

çekim sekli) namazn cemaatle edasna iaret vardr.


olmakla
Hadîs-i erifte beyân olunduu veçhile cemaatle klnan namaz,

yalnz bana klnan namazdan yirmibe yahud yirmiyedi dere-


ce daha efdaldir.

Nebiy-yi Ekrem (s. a. s.) Mîrâc gecesinde semâvâtn melekûtunu


ve sâkinlerinin ibâdetlerini müahede ettii esnada, onlarn
hâllerine gbta edip Allah'tan bunlar ümmeti için talebetti. Al-
BAKARA
131

lah da bütün meleklerin ibâdetlerini be vakit namazda cem edip


Onun ümmetine verdi. Çünkü onlardan kimisi kyamda, kimi-
si rükû'da, kimisi secdede, kimisi hamd etmekte, kimisi tesbîh
etmekte idiler. Allah Teâlâ, bu ümmete de be vakit namazlar-
n dosdoru kldklar takdirde bu melaikenin ecirlerini (kar-

lk) vereceini vaad etmitir.

Be vakit namaz, bizden evvelki ümmetlerde parça parça mevcûd


idi. Allah Teâlâ bunlar son nebisine ve ümmetine cem etti, zîrâ

dünyevî ve uhrevî fezâilin (faziletler) cümlesini peygamberimiz-

de toplamtr. Ümmeti de dier ümmetler arasnda ayn du-


rumdadr.

Sabah namazn ilk klan Âdem, öle namazn ilk klan brahim,
ikindi namazn ilk klan Yûnus, akam namazn ilk klan Isa,

yats namazn ilk klan Mûsâ peygamberdir.


Bu meyanda denilmitir ki: Be vakit namaz ilk klan Âdem
(a.s.)'dr. Sonra bunlar peygamberler arasnda dalmtr. Vitr

namazn ilk klan Resûl-i Ekrem (s.a.s.) efendimizdir. Bu hu-


susda: "Rabbim bana bir namaz da ziyâde ile vermitir" buyur-
mulardr.

Namazn bidayeti (balangç) ikâmedir, nihayeti idâmedir.

Namazn ikâmesi, her bir namaz kendi vaktinde rükû, sücûd ve


hududunu zahiren ve bâtnen muhafaza ederek klmaktr,
idâmesi ise, devâm- murakabe (iç âlemine dalma) ile namaz-
da gizlenen eltâf- rubûbiyete (rabln lütuflar) nail olmak için

tahsîs-i nazar eylemektir.


Hadîs-i erîfde: "yaadnz günlerde Allah'n nice nefehât
(esintiler, kokular) vardr. Gözünüzü açn ve onu yakalamaa ça-

ln!" buyurulmutur.
Namazn bir ekli, bir de ruhu vardr ki, her bir artn ve rük-
nünü yerine getirmekle ruhuna erilir.

Meselâ namazn artlarndan birisi abdesttir. Abdestin her bir


farznda, sünnetinde, edebinde namazn dosdoru klnmasna
insan hazrlayan bir sr ve iaret vardr.
Ayet 3
132

Meselâ elleri ykamak, onlar dünyann levsiyyâtndan (kirli

ve pis eyler) ve nefsi mâsiyetlerden (isyan, günah) temizleme-


e, kalbi hayvan ve eytanî sfatlardan tasfiye etmee iarettir.

lk vahiyden sonra evine gelerek bürünüp sarnan peygambere:


"Elbiseni temizler (Müddessir, 4) buyurulmutur. Ki bu "Kal-
bini temiz tut" diye de tabir edilmitir. Yüzü ykamak, him-
met yüzünü, dünya muhabbetinin necasetinden (pislik) yka-
yp temizlemee iarettir. Çünkü dünya muhabbeti her bir gü-

nahn badr.
Namazn artlarndan biri Kbleye yönelmektir. Bundaki sr

Hakk Teâlâ'y arzu etmekten baka her eyden yüz çevirmek


ve kurbiyyet (yaknlk) ve münâcât (duâ, yalvarma) arzusuyla
Hazret-i rubûbiyyete teveccüh etmektir.

Elleri kaldrman, himmet ellerini dünya ve ahretten çekmektir.

Namazdaki tekbîr: Kulun kalbine isteme, sevgi, azamet ve izzet

bakmndan Hakk, her eyden daha büyük diyerek onu yücelt-

mektir.

Namazda iftitah tekbîrinin (namaza baslarken alnan tekbîr) he-


men niyeti izlemesi, Allah'tan bir ey isterken niyetin samîmi
oluunun, hakk tekbîr "Allahu ekber" demek ve tazim (ululama,
sayg gösterme) ile gösterilmesi gerektiine iarettir. Zîrâ Allah'

deil de bakasn taleb eden, O matlûbu tekbîr ve tazim etmi


olur. Allahu ekber diyerek, Allah' büyüklemeden namaz sureta
caiz olmad gibi hakikatte de caiz deildir.
Sa elini sol elinin üzerine koyarak ikisini beraber gösüne koy-

makta da yaratc huzurunda, kulluun eklini ifadeye ve kalbi

mâsivânn muhabbetinden korumaya iaret vardr.

Namazda kraâta "yöneldim" diye balanmasnda, Hakk'tan


bakasn taleb etme irkinden uzak olarak, hakka yönelie
iaret vardr. Fatihann kraati vacib oluu ve Fâtihasz na-
mazn caiz olmaynda öyle bir hakikate iaret vardr ki, bu
hakikat kulu, hamd ü sena, Rabb'ül-âlemine ükür ve hidâyet
BAKARA
133

talebiyle, rabbani lutuflarn güzel kokularna hedef klar.


Sözü edilen hidâyet öyle ilâhî cezbelerdir ki, her biri ins ü
ameline (nsan ve ameline) denktir ve Allah ile kul arasnda

ikiye ayrlm olan namaz ile kulu Allah'a yaklatrr. Kyam,


rükû ve sucûd (secde), kulun âlem-i ervaha ve gayb yurduna
dönüüne iarettir.

Secdeden sonra teehhüde (namazda oturma) enâniyet (benlik)

perdelerinden kurtulmaya iaret olduu gibi rabbânî cezbelerle

hakkn cemâlini görmeye vâsl olma iareti de vardr. Sonra te-

hiyyatta ("Et-tehiyâtü" duas) kullarn, meliklerin huzuruna var-


ndaki ekillerini gözetler. Saa, sola selâm verite iki dâre selâm
vermeye iaret bulunduu gibi, sadan cennet nimetlerine, sol-
dan da lezzet ve ehvetlere davet eden her cahil davetçiye selâma
iaret vardr.

Böyle bir kul, icabet ve münâcât makamlar içerisinde bulun-

duu hâlde keramet denizlerine dalm, ilâhî cezbelerin bay-


la baldr. Nitekim Cenâb- Allah öyle buyuruyor: "Rahman ve

Rahim olan Allah'n kullar yeryüzünde tevazu ve vakar ile yürür-

ler. Cahiller, kendilerine laf atp satatklar zaman aldrmadan:


"selâmetle" deyip geçerler. " (Furkân, 63)

ekilciler namaz edadan selâmla çkarlar. Hakikat ehli ise


selâmla namaz devam ettirmeye girerler. Nitekim Allah Teâlâ
"Onlar namazlarna devam ederler" (Meâric, 23) buyurmaktadr.
Namaz klan bir kavmi namazlar korur. Cenâb- Allah öyle
buyuruyor: "Ey Muhammed, sana vahyolunan kitab oku. Nama-
z dosdoru kl. üphesiz namaz insan fuhu ve kötü eylerden al-
koyar" (Ankebût, 45)

Namaz klan o müminler, gayba îmân ederler ve kendilerine ver-

diklerimizden infâk ederler. Hadîs-i kudsî'de:


"Salih kullarm için, hiçbir gözün görmedii, hiçbir kulan duy-

mad ve hiçbir beerin aklna gelmeyen nimetler hazrladm"


199
buyurmaktadr.

199 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 21-29.
Ayet 3
134

Sabah namaz iki rekâttr; cisimle cana iarettir. Öle namaz


döret rekâttr; dört tabiat kuvvetine iarettir, ikindi namaz dört

rekâttr dört unsura iarettir. Yats namaz dört rekâttr; cemâd,

nebat, hayvan ve insana iarettir. Yahut, nutfe, aleka, mudga ve

insana iarettir.

Namazn vasflar hesaba gelmez derecede büyüktür. Fakat ak


çemesinden abdest alp dört tekbîri bir etmeyince canann
200
cemâline yüz döndürülemez.

Hasat zaman güzel ahlâk zahiresini toplayabilmek için, insan

vücud toprana rzâ tohumunu ekecek olursa, evvela nefsinin

fena ve çürük mallarn gözden çkaracaktr. Çünkü o, nefsa-

ni duygu ve arzular vermekte cömert davranmay ve kendi is-

teklerini Sahib'in arzusu ve emri uruna harcetmeyi secdenin


zo
hakikatinden örenmi oluyor.
2(

Sradan insanlarn hidâyeti teslim ile islâm'da,

Seçkin insanlarn hidâyeti îmân ve ihsanla olur.

Daha seçkin insanlarn hidâyeti ise her eyin olduu gibi


görülebilmesi, engellerin almas ile gerçekleir,

îmân, eriat dilinde kalp ile inanmak, dil ile söylemek ve

azalar ile gereini yapmaktr.


Her îmân islâm'dr. Ama her islâm îmân deildir.

Salât; 1-duâ; 2- övgü; 3-okuma; 4- rahmet mânâlarn


içerir.

eriat dilinde salât namazdr. Çünkü bu dört mânâ da


namazda vardr.
Namaz kabul etmeyenler; Ebû Cehil gibidir.
Namaz kabul edip klmayanlar; kitap ehli olup mânây
anlamamlardr.
Namaz klmay isteyip tembellikten, üenmekten klma-
yanlar; gaflette olanlardr.

200 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.441.


201 Mekûre Sargut, Gönülden Gönüle, stanbul, 1994, s. 125-126.
BAKARA
135

Namaz kabul edip klanlar hakîkî Müslümanlardr.

îmân kalple; namaz bedenle; infâk malla olur. Bunlarn


toplam ibâdeti oluturur.

Bedenin zekât, namaz, maln zekât, infâktr.

Hz. Aye'nin infâk Allah indinde en makbul olan


infâklardan biridir ki, kendi mezar yerini bile Hz. Ömer'e

vermitir.

Gaflette olan kiinin iaretleri: Allah'a îmân eder ama


ibâdet etmez. Rzk verenin Allah olduunu bilir ama ya-
rnki rzk için endielenir. Dünyann geçiciliini bildii

hâlde hiç geçmeyecekmi gibi dünyaya saplanr. Vârislerinin

ona düman olacan bildii hâlde mal toplar.


Nefse, dünyaya, eytana kar zafer elde edersen kurtulur-

sun.

'Rzktan paylarlar' âyeti kendi mânâmz koruyup kalan


her eyimizi paylaabilmektir.

Namaz ile gayb îmân 'a edilir,

îttikâ; bilinçteki k; nefse verilen görevdir.


Namaz ve infâk zevk hâline getirmek gerekir.

Namazdaki ekillerin esrar:

Kyam
Furkân olarak, yani fark hâlinde Kur ânn idrâki için ve

Allah önünde kulluumuzu isbat için ayakta dururuz. Bu


"
hâlde "ben" ve kul" olarak Allah'n önüne çkarz.

Rükû
çimiz ve dmz arasndaki berzah âleminin tecellîsini

idrâk ederiz. Ve ancak bu makamda hamd edebiliriz.


Rükûdan sonra dorulma
Rükû 'da duyduumuz huzur ile sarslarak bamz kald-
rrz. Ve "Hamd Allah'a aittir. " (Rabbena ve leke'l-hamd)
nidasyla secdeye kapanrz.
Ayet 3
136

Secde

Vehimlerin tahakkümünden (hükmü altnda olmak) kur-


tulunan makamdr. Rabbin tecellîsinin en iyi hissedildii

makamdr.
1. secde; gayba îmândr.
2. secde; Allah'n nurunu görüp secde etmektir.
Secdede eytan kahrolduundan eytandan o an kurtul-

mu olursun. Secdeye varana eytan ahadet edecek demek-


tir. Secdeden kalktaki gizli mânâ budur. Gaffar, Rahim,

Hâdî, Rezzâk, Cebbar, Afüv isimleri gerçekleir.

Secdeden sonra oturma

Secdenin zevkini idrâk için otururuz ve 'Et-tehiyâtü oku- '

ruz. Bu makam, Allah ', Peygamberini, onlar arasndaki

birlii idrâk ve îmân makamdr.


Saa sola selâm
Saa ve sola yani eyaya ve hakikatine selâm veririz.

Nefis bizim kimlik kartmzdr.


Nefsin his, cehalet ve gururundan çamzn en büyük so-

runlarndan stres oluur. Çünkü bu üç durum, korku, gü-

vensizlik ve ihtiras oluturur.

Allah beni koruyor dersek korkular gider, ihtiras kaybo-

lur.

Bunlar namazda gerçekleir. Çünkü namazda Muham-


med srr olan huzur, zevk almann gerçek ekli vardr.

Bundan sonra arnma srr balar ki bu da Mustafa sr-


rdr.
Akl, kyaslar sistemidir. Zdd ile ayns ile mukayese ile

anlar. Allah bu sistemle anlalmaz. Çünkü ei, benzeri ol-

madndan mukayese ile idrâk edilemez.

Akl- küll; kazadr (fikir.)

202
Nefs-i küll; kaderdir (fikrin hâle dönümesi).

202 Derleyenin Notu.


BAKARA
137

SMAL HAKKI BURSEVÎ'NN ECVBE- HAKKIYYE'S »CT203

Bu risale, Hz. eyh Abdurrahmân efendinin (Allah srrn takdis


etsin) sorularna, eyh Abdulhak smail Hakknn (günahlar

mafur olsun) cevaplardr.

(Heft suâlim var sana ey ârif-i esrâr- Hak)


Ey hakkn srlarn bilen, sana yedi suâlim var.

- Yedi says
Aslnda nihayetsiz olmakla beraber, sorular yedi olarak ksal-

tld. Bu da arzn deil, yedi göün melekûtuna iarettir. Gerçi

keif sahibi arif, her ikisinin melekûtuna muttali saylr. Çün-


kü böyle bir ttla (bilgi, haberli olma) olmakszn vel söz konu-

su olmaz. u âyet-i kerîme buna iarettir: "brahim'e göklerin ve


yerin melekûtunu (hükümranln) öylece gösteririz." (En'âm,

75). Buradaki "gösteririz" den maksat, her iki melekûtun srla-


rna ve hakikatlerine muttali' (haberli) klarz, demektir. Ayrca
Allah, u âyetinde, insanî ruhu ve baka eyleri "melekût" ola-
rak ifâde etmitir: "Herseyin melekûtu elinde olan Allah münez-
zehtir." (Yâ-Sîn, 83). Burada melekût, ruh demektir. Çünkü ce-

sede göre ruh, mülke göre melekût mertebesindedir. Bunlardan


biri, duyularla hissedilir, gösterilebilir; ikincisi ise, ancak teba-
iyyet (tâbi olma) ile gösterilebilir. Çünkü birincisine lâzmn
melzûma (lüzumlu) taalluku (münasebet, ilgili olma) gibi ba-
ldr. Bütün kevnî (yaratlanlarla ilgili) hakikatler, suretleri ile

birlikte bu hâl üzeredir.

Ad geçen ksaltmay esmâ-y seb'ann (yedi isim) srrn açklay-


c olarak ele almak da mümkündür. Hakk tarikat erbab arasn-
da bunlar, esmann anas ve asllar olarak kabul edilir. Burada
204
onlar saymaya gerek yok.

203 smail Hakk Bursevî, Ecvibe-i Hakkyye, çev.Mehmet Demirci, Tasavvuf lmî Aratr-
ma Ve Tasavvuf Dergisi, Ankara, 2003, Say 10, s.9-43. (204-279 nolu dipnotlar ara-
snda araya farkl alntlar da girmekle beraber bu yaz yer almaktadr.)
204 Esmâ-i seb'a: a) Lâilâhe illallah, b) Allah, c)Hû, d) Hak, e) Hay, f) Kayyum, g)
Kahhâr.
Ayet 3
138

Yedi says, ayn zamanda ilâhî hakikatin sureti olan yedi sfata
da iarettir. Nitekim Hz. Muhammed (a. s.) buyurur: "üphesiz
205
Allah Adem'i kendi sureti üzere yaratmtr \
Yedi rakam, saylarn analarndan olunca marifet ehli onu açklar-
ken bu durumu göz önünde bulunduracaktr. Zîrâ mükâefe maka-
m hikmetli davranmay gerektirir. Muvaffak klacak olan Allah'tr.

"Peygamber, rükû ve secde, varlk halkasn, Tanr kapsna vur-


maktr" der.

Melekût; Ruh demektir. Çünkü cesede göre ruh mülke göre


melekût demektir. Yani dünya âleminden (mülk âlemi) önceki
âlem, mânâ âlemiydi. Bizim ruhumuz vücûdumuza hâkim oldu-

u anda bizde melekût âlemi hâsl oluyor. Onun için kâmil in-

sanlar hep mânâ âleminde yaarlar. Onlarn ruhlar vücud mem-


leketlerinin sultan olmutur.

7 isim 7 sfatla desteklenmitir:


l.Lâ ilahe illallah (Nefs-i Emmâre): Bundan geçebilmek için bi-

zim hiçliimizi ve ancak tecellî edenin Allah olduunu ilmen


bilmek gerekir.

2.Allah (Nefs-i Levvâme): Bundan geçebilmek için tevhide er-

mek gerektir, ikilikten, "ben"i görmekten geçmek lâzmdr.


3. Hû (Mülhime): Kendi hiçliimizi görmek için tenzih ediyoruz.

4.Hakk (Nefs-i Mutmainne): Kendimizdeki Allah'n hakikatini,


isim ve sfatlarn idrâk ederiz. (Güne)
5.Hayy (Nefs-i Râdiye): idrâkin zuhur bulduu dirili, ve her

olandan raz olma makam.


6.Kayyûm (Nefs-i Merdiyye): Artk "Gören gözün, iiten kulan
ben olurum" hadîsi gerçekleir. Kii Hakk'la söyler, Hakk'la iitir.

ZKahhâr (Nefs-i Safiye): Beka. (Ay)

Sfatlar: 1. Hayy 2. Alîm 3. Mürîd 4. Kadir 5. Semi


206
6. Basîr 7. Mütekellim

205 Müslim, Birr, 32; Buhârî, Enbiyâ, 1.

206 Derleyenin Notu.


BAKARA
139

Birinci soru:

Cumada ön, tydda sonra hutbe okunmak nedir?

Hutbenin cuma namazndan önce, bayram namaznda ise

sonra okunmasnn hikmeti nedir?

CEVAP:
Bil ki, asl olan, bayram ve cuma hutbelerinin her ikisinin de na-

mazdan sonra îrâd (söyleme, dile getirme) edilmesidir. Baz anla-

yl kimseler de buna iaret eder. Ancak, Cuma sûresinde zikri


geçen dalma hâdisesi vuku bulduunda Cuma namaznn hut-
besi öne alnd 207 bayram ,
hutbesi ise asl üzere kald.

O gün ashâb (r.a.), üzerlerine borç olan yerine getirdiklerini

zannetmilerdi ki, bu da hutbeden önce klnan Cumann far-

z idi. Olay üzerine, bundan sonra, dalp gitmeyerek namaz


beklemeleri için, hutbenin namazdan önceye alnmas deiik-
lii yapld.

Bayram ve Cuma hutbelerinin her ikisinin de namaz-


dan sonra gerçeklemesi gerekir. Cuma namaznn hutbe-
sinin önce okunmasnn sebebi, Cuma dan sonra insanla-
rn dalmasdr.,208

207 Vakt-i saadette bir ktlk esnasnda am'dan bir kervan gelmi, durum davul çalnarak

ilan edilmiti. O srada cemaat mescidde Peygamberimiz ise minberde bulunuyordu.


Günlerden Cuma idi ve Cuma namaz klnyordu. Davul sesini iitenler, dar frla-

d, içeride sadece 12 kii kald. Bu olay üzerine Cuma sûresinin 11. âyeti nazil oldu:

"Ey Muhammed, onlar bir kazanç veya elence gördüklerinde seni ayakta brakarak oraya
yönelirler. De ki: Allah katnda olan, elenceden de kazançtan da hayrldr. Allah, fi-

zik verenlerin en iyisidir.

Bir rivayete göre, o zamana kadar cuma hutbesi bayram hutbelerinde olduu gibi na-

mazdan sonra okunuyordu. O srada cuma namaz klnm; ashab, namaz eda edil-

dii için dar çkmakta bir beis olmadn zannetmilerdi, -i kerîmenin indirilmesi

üzerine Cuma hutbeleri namazdan önceye alnd, bayram hutbeleri ise namazdan son-

ra okunmaya devam etti. Bu konuda bkz: Tâhiru'l-Mevlevî, Müslümanlkta badet Ta-

rihi, 59, stanbul, 1963; Müslim, K. Cuma; Celâlüddîn es-Suyûtî, Esbâbü'n-Nüzûl,


169, Kahire, 1382 h.; Tecrîd-i Sarih tere. Cuma bahsi, elli, (Hadis no:508).
208 Derleyenin Notu.
O
Ayet 3

140

Bunda birtakm iaretler vardr:

Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Bi-


rinci iaret:

Hutbe; fark, irâd, da'vet ve Beka makamna iarettir; bunlar na-


mazda mevzû- bahs olan cem' ve fena makamndan sonra ge-

lirler. Çünkü namaz, Hazret-i Ahadiyyete vahdanî bir teveccüh,

uhûd (ahit olma, görme) denizine gark olmak; orada zât, sfat-

lar ve fiiller için tamamen helak olmaktr. O hâlde makam, na-


maz hutbeden öne almay gerektirir.

Namaz; cem ve fena makamdr. Burada iki secde vardr.

Birincisi Allah'n emri diye Ademe secde edi, ikincisi ise

ondaki nuru gördükten sonra secde editir.

insann bir mürid bulup iradna girmesi birinci secde,

onun rengine boyanmas, huyuyla huylanmas ikinci sec-

dedir. Bu secde insan Hakk'da fâni klar. Hutbe; fark,


irâd, davet ve beka demektir. Fena dan sonra kesret'e

hürmet etmektir, insann vücûdu memleketinde tevhi-

de ve birlie ulatktan sonra kesrete dönerek herkeste ve


her eyde Hakk' müahede etmesi ve hürmet etmesidir.

Bu Islâmîyettir. Fark görüp hürmet edersek, irada açk


oluruz, irad kabul edersek, davet edilirken davet eden,
âkken mauk oluruz. Bu da namazda, fena makamn-
dan sonra oluur. Çünkü namaz ahadettir ve Allah'n

zât, sfatlar ve fiilleri içinde yok olmaktr. Namaz, Hz.


Ahadiyyete bir teveccühtür. Yani, tek giri, tek yöneli-
tir. Hereyi brakp, namazda Allah'n mânâsna girin-

ce, ahadet açlr. Allah'n sonsuzluunda yok oluruz.


209
hâlde namaz hutbeden önce olmaldr.

209 Derleyenin Notu.


BAKARA
141

TECELLÎ
Bu sebebledir ki, irâd için kim vusulden (kavuma) önce aynü'l-

cem'a heves ederse muhakkak helak olur. Çünkü iin ba ilim,

sonra ayn (göz), sonra haktr. lmî tecellî her ne kadar baz keif-

ler verirse de bu uzak bir eydir. Bu durum baz dalarn tepe-

sinden Kabe'yi gören kimsenin hâli gibidir. Allah öyle bir eyle
müerref klmtr fakat ikisinin arasnda bir günlük mesafe var-

dr. Her ne kadar bu umûmî bir keif ise de, uzaktan bir görü-
tür. Burada bir çok sâliklerin aya kayd da, bunu vüsûl zannet-
tiler ve tarîkte uzak dütüler. Onlarn hâli, meyhanenin kaps-
na varp da daha içmeden arabn kokusu ile sarho olan kimseye
benzer. arabn kendisini içmek nerede, kokusundan sarho ol-

mak nerede! Bilhassa, mukarrebûnun (yakn olanlar) durumun-


da olduu üzere, tecellîyât- zâtiyye (zatî tecellî) kadehlerinin içi-

liindeki gibi katksz saf arap olursa!

Namaz klmadan, Allah'n emir ve yasaklarna uymadan


önce her eyin hakikatini görmeye çalmak helak olmak-

tr. Biliyoruz ki yolun ba ilim, ortas görmek, sonu da


Hakktr. ilmî tecellîde keif eksik olduu gibi insan benli-

e düürür. Onlarn hâli meyhanenin kapsna gelip de iç-

meden, arabn kokusu ile sarho olmaya benzer. Hâlbuki


Zât tecellîsi arap gibidir. Ayne'l-yakîn mertebesindekiler

de irâd etmeye balar ancak gavs olan zât irki ilemeyen-


dir. Yani kesrette vahdeti vahdette kesreti müahede eden,
2I
210
her eyi yerli yerine koyan ve hürmet eden kiidir.

Tecellî-i aynîye gelince, bunun ehli irâd kutbudur. Zîrâ bu,


Kabe'yi yakîn harîminden (herkesin girmesi yasak yer, harem),
hatta harîmine girdikten sonra görmek gibidir.

Tecellî-i Hakkinin ehli, vücûd kutbudur. Fakat her müridin


Gavs olmas îcab etmez; olabilir de olmayabilir de. Bu azîz ve

alîm olan Allah'n takdiridir.

210 Derleyenin Notu.


Ayet 3

142

Bu tecellînin üstünde Peygamber (a.s.)'e ait baka bir tecellî var-

dr. O da, hakîkatü hakka' 1-yakîndir. Peygamberimizin u sözü


buna iarettir: "Benim Allah 'la öyle bir vaktim var ki, benimle bir-

oraya ne bir mukarreb melek ne de bir mürsel nebi smaz?


211
likte

Görerek yakîn olmak seviyesi Kabe'yiyakn hariminden


hatta harimine girdikten sonra görmek gibidir. Bu seviye
mürsid seviyesidir.

Tecelli-i Hakk'ta (Hakkal-Yakîn) Kutbûl Aktâb tecellîsi

vardr. Bunun üstünde Peygambere ait tecellîler vardr. Bu


Hakka' l yakînin hakikati gibidir ki Peygamberle Allah'n
arasna hiçbir aracnn hatta melein bile girmedii andr,
212
makâm- mahmûddur.

Eer kulun hakla irtibat sarih (açk) ise, mümkinât (mümkün


varlklar) silsilesinin vastal söz konusu olmayacaktr. Lâkin

o hâlin, bu vakt-i celîlde bir kimseye mutlak olarak müyesser


(kolaylkla olan) olmadna iaret etmelidir. Bu durum, âhirette

sûreten olmasna vesîle olarak, dünyada manen gerçeklemitir.


Bu hususu anladnsa, bayram gününde namazn hutbeden önce
olmasnn srrn elde ettin demektir. Böylece cemaat cem' de

icmâlen (toplu olarak) sevinir, çünkü onlar imama uymu du-


rumdadrlar. mam da tafsîlen (ayrntl olarak) sevinir. Tafsîl

mertebesi cemaat için, hutbeden sonra ve fark- evvel makamn-


dan cem-i evvel makamna irâddan itibaren gerçekleir.

Müridin vücûdundan tecellî edenin Hakk olduunu gör-


meye baladmz anda, bu idrâk tam yerletii zaman
herkesteki Hakk' görmeye baslarz. Bu hâl peygamberde
daim bizlerde ise muvakkattir (geçici). Bütün bu anlat-
lanlar Bayram namaznn Hutbeden önce olmasnn sebe-

bidir.

211 Kefü'l-Hafâ, II, 244; Kueyrî, Risale, Telvîn-Temkîn Bahsi.


212 Derleyenin Notu.
BAKARA
143

imama uyan kii onun vesile olmas ile bayrama eriir,

imam ise kendi birliinde tafsilin kendisine uymu olma-


213
sndan dolay sevinir.

CMÂL-TAFSÎL
Cuma günü hutbenin namazdan önce olmas da ona iarettir ki,

yukarda zikredildii üzere, cemaat fark 'ta icmâlen (toplu olarak)

sevinirken, imam tafsîlen (ayrntl olarak) sevinir. Çünkü mür-


id, mürîdlerinden herbirinin mertebesine inmedikçe, kendisin-
den irâd hâsl olmaz. Onun 'fark'taki tenezzülü (muhatabn dü-
zeyine inme) müridlerinden hepsinin kendisine tenezzülü gibi-

dir. Tafsil, icmal gibi deildir. Ehl-i fark 'tan gözü kapal olan-
lar icmâlî ve taklidi olarak, ehl-i cem' den birine uymann kâfi

olduunu zannettiler. Allah, onlar sülükte doru yola getirmek


suretiyle bu kötü zanlarndan döndürsün. Kendilerinin eriat
mertebeleri ile ilgiyi kesmemeleri ve evlere kapsndan girenler-

den olmalar için, önce fark, ikinci olarak da tafsili ve tahkiki bi-
çimde cem' lâzmdr. Yani böylece hakikatin balangcna eriat
kapsndan girmi olurlar; tâbi olma erefine ermek, vesile sev-

gisinin feyzini elde etmek için irâd sahiplerine hizmet ederler.

Cuma günü cemaat fark 'ta toplam olarak sevinirken,


imam (mürsid) tek tek onlarn seviyesine inerek sevinir.
Müridin her bir müridine tenezzülü mürîdlerden hepsi-
nin kendi hakikatlerine tenezzülü gibidir. Müridin te-

nazzülü bizim kendimizi anlamamza sebep olur. Mür-


sid bize ayna olur ve içimizdeki bize gayb olan gizlilikle-

ri aikâr eder. Bir imama eklen uymann doru olduu-


nu zanneden zan ehlidir. Mürid bize tenezzül edip bizde
tecelli ettii zaman birlik zuhur eder. Hakikate eriat ka-
psndan girilir. Bütün ilimlerden garaz bir insân- kâmil

bulup önünde secde etmektir. Tpk Niyazi Msri'nin bü-

213 Derleyenin Notu.


Ayet 3

144

tün ilimleri örendikten sonra Ümmû Sinan'a mürid olu-


u veya Hz. Mevlânâ 'nn irâd makamnda olduu hâlde
ems gelince irâd edilen, secde eden olmas gibi.

Müridfena' dan sonra bekâ'ya geçer, irâd etmek için kes-

rete teveccüh ve tenezzül eder. ilimden sonra ak elde et-

mek için asl yaratln feyziyle feyizlenmek için irâd sa-


214
hiplerine hizmet etmek gerekir.

Mürid, önce yükselici sonra aa inici durumdadr. Bayram


namaznda ve hutbesinde buna iaret vardr. Müride nisbetle bu
namaz, hakikatte bilfiil, müride nisbetle ise bilkuvve (henüz dü-
ünce hâlinde, fiiliyata çkmam) bir mertebedir.
Mürîd, önce aa inme sonra yükselme durumundadr. Cuma
hutbesi ve namaz buna iaret eder. Bu, müride nisbetle,
hakikatte bilfiil (fiilen) bir mertebe, müride nisbetle ise bil-

kuvve (henüz düünce hâlinde) bir mertebedir. Çünkü onun


aynü'l-cem'deki srr fark'taki olu hâlidir. "Ey Muhammedi Se-
nin gönlünü açmadk m?" (inirah, 1), âyet-i kerîmesi buna ia-
ret eder. Ancak bu, mutlak cem' ve cem-i salât (namazdaki cem)
arasnda bir farktr. Namaz, husûsî bir tecellî için emrolundu.
Onun için Peygamberimiz arkasn görür o vakit ilâhî huzurun
karsnda namaz klard. Bu huzur, vech-i mahz'dan (hereyin
asl) baka bir ey deildir, bunun için dâr- Hakk 'tandr. Onu
bütün varlyla görürdü bir cüz' ünü deil. Aksi hâlde tak-
yid (snrlama) gerekirdi ki, Allah bundan münezzehtir (tenzih
edilmi, uzak.) Bu mutlak olua tavafta iaret vardr. Tavaf,

Kabe'nin etrafnda herhangi bir cihet kayd olmakszn dön-


mektir. Tavafn suretiyle, namazn mânâs tek bir srrn sembo-
lüdür. Bunun için Cenâb- Hakk buyurur: "Nereye dönerseniz

Allah'n vechi oradadr.' '(Bakara, 115). Yüzün suretinin meselâ


altn olua yönelmesi, namazn görünüünü bu cihetle kaytla-
m olur. Yüzün hakikat ve bâtnna gelince, o mutlak kalp yü-

züdür, onun özel bir lâkab (hareketi) yoktur.

214 Derleyenin Notu.


"

BAKARA
145

Bayram namaznda önce namaz klnp, sonra hutbe


okunmasnn sebebi, müridin namazda önce ceme yük-
selmesi sonra hutbede halka inmesidir. Mürsid bunu yasar,
Mürîd ise ona uyar. Mürid uyarak önce iner sonra müri-
din mânâs ile yükselir. Allah 'in vechini görmek için na-
maz bize Hakk kapsdr.

Namazn madde yönü Kabe'ye dönükken, mânâ yönü ta-

vafta olduu gibi hiçbir eyle kaytlanmaz Kabe'nin içinde


ne yöne teveccüh etsen kbledir. Cuma hutbe ve namaznn
215
mânâs budur...

O hâlde namazn mânâ yönü, tavafn suretinde olduu gibi asla

herhangi bir eyle kaytlanmaz. Bunun içindir ki, namaza ba-


larken ve intikâller srasnda, Allah'n büyüklüünü yükseltmek
için husûsî ekilde tekbîr konmutur. üphesiz yüce Allah vâsi'

ve alimdir. Onun için asla hasr (mahsus klma, kayt) yoktur.


Hasr ancak suretler, mazharlar (zuhur yeri, ortaya çkp görünme
yeri) ve meclâlar (görünme yeri, çkma yeri) için söz konusudur.

Tavaf: "Kabe'nin etrafnda her hangi bir cihet kayd koy-

makszn dönmektir.

Namaz tavaf anlayabilmek için bir admdr. Tavafn


mânâsn idrâk etmek için Kabe'ye mürsidle gidilir.
Namazn mânâ yönü: Hakîkî namazda kayt yoktur. "Bü-
yük bayram Allah'a mülâkî olmaktr". Bu dünya kalp ma-
kamndadr. Avam havas'sa tabî olarak, yön seçer yani na-
mazda Kabe'yi kble edinmek, Allah'a benim müridim
var, müridimin yönünden sana duruyorum demektir.

Cuma günü bize lutfolan bir gündür. Önce mürid-i


kâmilin mânâsn buldurmu sonra namaz kldrmtr 216

215 Derleyenin Notu.


216 Derleyenin Notu.
Ayet 3

146

Bayram günü, bayram olarak tahsis edildi, bunun aksi vârid de-

ildir. Büyük bayram Allah'a mülâki olmaktr (kavuma). Sa-

hih haberlerde geldii üzere bu, dünyada kalp makamndadr,


âhirette ise çok yaknlk makamndadr. Avam olanlar, örtülü-

dürler, bu hususta havassa (seçkinler) tabidirler, sonra beerî fark


makamna döndürülürler.
Cuma günü de ayn ekilde, baka deil, ancak kendi mânâsna
tahsis edildi. Çünkü o çoalma, artma günüdür. Artma an-
cak, terakki için üzerine ilave yaplacak bir eyden sonra olabi-

lir. Hicâb ehli (perdeli, örtülü olanlar), sülük ve teveccühte, ilk

hâllerine ilave bir ey hâsl etmek suretiyle art salar. Bu da


hicâbtan sonra kef, fark 'tan sonra cem', ayrlktan sonra vus-
lattr.

FARK- CEM'
Hutbenin fark 'a, namazn cem'a iaret olduunu söyledik. Çün-
kü hatibin yüzü halka kardr; halkn yönü kesret ve fark yönü-
dür. Namaz klan Kabe'ye kar durur. Kabe ise Zât- Ahadiyyet
srrna iarettir. O hâlde onun yüzü, Hakka tâbi olan yönedir.

Hakk'n yönü ise vahdet ve cem' yönüdür.


Fark ve cem'in bir takm mertebeleri vardr. Berzah, hicap ve

gaflet ehli olanlar fark- evveldedirler (cemden önceki fark). Bu,

halk Hak'sz görmektir. Bunun neticesi iki vücud kabul etmek-


tir: Mümkinü'l-vücûd, vâcibü'l-vücûd (mümkün varlk, zorun-
lu varlk). Bunu böyle kabul edenin hâli ikiciliktir, bu irktir,

hakîkî tevhîde münâfîdir (aykr). Bu irki izâle (giderme) için


Lâ ilahe illallah konmutur. Lâ ilahe illallah, nefy (olumsuzla-

ma) edat ile mevhum (vehmolunan, kuruntuya dayanan) vücûdu


nefy (yok) eder, isbat edat ile de vücûd- hakîkîyi isbat eder. Fa-
kat hakikat ehline göre vücûd birdir, baka deil. Onlara göre
nefy, varl olmayan mevhum bir eydir. O hâlde, asli yokluu
üzere devam eden bir eyi nefyetmenin manâs yoktur.
BAKARA
147

Hakkn yönü vahdet ve cem yönüdür.

Hutbe cemden sonraki fark anlatr. Mürid halka iner.

Biz ise namazda müride çkyoruz. Çünkü 'Hatibin yüzü


halka kardr" Konuan halka kar konuur.

Fark ve cemin mertebeleri vardr. Berzahta kalanlar (hi-

cap ve gaflet ehli) Allah'n mânâsndan örtülü olanlar

fark- evveldir. Yani bunlar Allah' ve eyay ayr görürler.


Bu halk, haksz görmektir.

Eer bir görüyorsak, yok edecek vücûdu kalmam demek-


217
tir.

Fark- evvelden sonra, cem'-i evvel ve fenâ-i evvel gelir. Bu,

Hakk' halksz görmek ve vahdet âleminde kesretsiz durmaktr.

Bu cem' ve ühud erbab, tevhîd-i aynî ehlidir. "Ahirete de yal-


nz onlar kesinlikle inanrlar. " (Bakara, 4) âyet-i kerîmesi ona ia-
ret eder.

Tevhîd, ancak nisbet ve izafetleri kaldrmakla hâsl olur, hatta

tevhidi kendine nisbet etmeyi de kaldrmak gerekir. Bunu için

Cenâb- Hakk, "Bil ki Allah'tan baka ilâh yoktur" buyurduktan


sonra "Günahnn balanmasn dile" (Muhammed, 19), bu-
yurur. Buradaki günahn mânâsna dikkat et, oldukça incedir;
Allah'n "... fakat Allah att" (Enfâl, 17) sözüyle mukabildir.

Bu cem' den sonra cemu'1-cem', fenâ-i sânînin (ikinci fena) ba-


langc ve bekâ-i evvel gelir. Bu cem' ve farkn mecmûunun (top-

lam) cem'i; abdiyyet (kulluk) mertebesinde, Allah'n zât; sfat-

lar ve fiilleri ile perdelenme olmakszn, zât, sfatlar ve fiilleri

tahsil etmektir.

Daha sonra bekâ-i sânî (ikinci beka) gelir. Bu, temkinin (huzur

ve sükûn makam) nihayeti, belki de makbul telvîndeki temkinin

son noktasdr. Onunla, vâsl, mâlûm-mechûl hâle girer ve mut-


lak garîb olur. Gariblere ne mutlu! u kudsî hadîs buna iarettir:

217 Derleyenin Notu.


Ayet 3
148

"Kubbelerimin altnda benden baka kimsenin bilmedii velîlerim


218
vardr" Yani gayriyyet mertebesinde kalanlar onlar tanmaz-
lar. "Kubbeler" ifadesi de onlarn gizliliini temsil içindir.

Buradan hareketle demilerdir ki, insân- kâmili tanmak, Hakk


Teâlâ'y tanmaktan daha zordur. Zîrâ Hakk, devaml tenzihle
birliktedir, insân- kâmil ise tebihte kâimdir. Müteâbihleri an-
cak Allah bilir. limde râsih (bilgide derinlik sahibi) olanlar, on-

lara îmân ettik, derler, yani apaçk, hakîkî, sapmasz ve meyilsiz


bir îmânla inandklarn belirtirler. Çünkü onlar merâtib (mer-
tebeler, rütbeler) sahibidirler. Kim merâtib üzere yürürse tehlike-
den emin olur. "Ey basiret sahipleri ibret alnz" (Har, 2).

Fark- evvelden sonra cem-i evvel ya da fenay evvel ge-


lir.Bu da Hakk' halksz görmektir. Her eyde Allah tecellî
eder. Halkn hatasn hiç görmemek, her ey çok mübarek

demek hatadr, farkn gerekliliine hürmet etmemektir.


Adam olabilmek için fark gereklidir. Celâl ve cemâl cem
olmadan kemâl zuhur etmez. Bu ekilde olmazsa Rab 'lk
tecellî etmez.

"Yâ Dâvûd, benim affediciliimi, kendi günahndan kü-


çük görene krlrm ve affetmem" diyor Allah.

Cem den evvel fenâ-i evvel sonra tevhidle cem geldi, daha
sonra cemü' l-cem fenâ-i sâni'nin balangc ve bekâ-i ev-

Cemü 'l-cem tefrike hürmet etmek yani her ey-


vel gelir.

de Allah' gördüü hâlde tefrike hürmet (her yaratlmn


sebebini idrâk) edip, onun ayrmnda bulunabiliyorsak,

yani bu da Allah 'in bir mânâs ama barsak veya göz me-
sabesinde gibi ayrm yapabiliyorsak ve göz veya gönül me-
sabesinde olana yanaaym diyorsak bu cemü 'l-cem maka-
mdr. Yahut fenâ-i sâni denir. Sonra bekâ-i sâni gelir.

218 Benzeri bir hadis için bk. Ali Yardm, ihâb'ül-Abbâr Tercümesi, s. 202, Damla ya-
ynevi, stanbul, 1999. Yukardaki hadisin deerlendirilmesi için bk. Ahmet Yld-
rm, Tasavvufun Temel Öretilerinin Hadislerdeki Dayanaklar, s/ 148, T. Diyanet V.
yaynlar, Ankara, 2000.
BAKARA
149

insan cemül ceme geldikten sonra bekaya döner, burada

hem cem hem de fark birlikte idrâk edilir, bu kulluk mer-


tebesidir, Allah 'in zât; sfatlar ve fiilleri ile perdelenme
olmakszn, zât, sfatlar ve fiilleri tahsil etmektir. Daha
sonra bekann sonuna gelinir, malum meçhul hâle girer, ve
mutlak garib olur

Önce birlie eritik, sonra çoklua hürmet ettik. Bu ma-


kam "Kubbelerimin altnda sadece benim bildiim velî

kullarm vardr" makamdr.

"Kubbelerimin altnda benden baka kimsenin bilme-


dii velîlerim vardr. " Bu yüzden insân- kâmili tan-
mak Hakk Teâlâ'y tanmaktan daha zordur. Zîrâ Hakk
devaml tenzihle birliktedir. însân- kâmil ise tebihte-
dir.
m

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki ikin-


ci iaret:

Bayram günü hutbe sona braklr. Çünkü bayram, geçmi üm-


metlerle imdiki merhamete lâyk ümmet arasnda müterektir.
Nitekim Yüce Allah, hikaye yoluyla öyle buyurur: "Bize ve biz-

den sonra geleceklere bayram olsun." (Mâide, 114). Yine buyurur:


"Sizinle karlamamz zînet (bayram) günüdür" (Ta-hâ, 59). Bu-
rada kastedilen, Msrllarn bayramdr. Ayrca brahim (a.s.)'in
kssas, kavminin putlarn krmas da buna delâlet eder ki,
hâdise bayramlar için çktklar srada cereyan etmitir.
üphesiz geçmi ümmetler, daha sonra gelen Peygamberi-
miz (a.s.)'den feyz aldlar. Onlar, peygamberleri de bizim
Peygamber'imiz (a.s.)'n kandilinden feyz almlardr. Geçmi
bir nebi veya velî yoktur ki, Nebî (a.s.)'nin suretlerinden bir suret
olmasn. Bu hususu tafsilatl bir ekilde Mecîul-Beîr isimli ki-

tabmda açkladm.

219 Derleyenin Notu.


Ayet 3
150

üphesiz hariçteki vaka uygun olarak, hutbe namazdan sonra


okunur. Cumada önce okunmas, bu faziletli ümmete mahsus-
tur ve bu ümmetin adetidir, önce buümmet icra etmitir. Nebî
(a.s.) ilimde ve ayn-i haricîde onlarn badr.

Peygamber efendimizin mânâs önce, sekli sonra gelir. Bu


nedenle Bayramda önce namaz sonra hutbe okunur.

islâm ümmetinin Cumasnda hutbenin önce okunmas-


nn sebebi ise bu ümmetin madde ile mânây birlikte görüp
220
sonra tekrar mânâya dönmesidir.

AHMED-MUHAMMED
Eskilere nisbetle Peygamber'imiz Ahmed'dir çünkü onlar onu
övmütür ve peygamberleri vâstas ile ondan kendilerine ihsan
ulamtr. Sonrakilere nisbetle ise Muhammed'dir. Çünkü on-
lar, kendisinden vastasz olarak feyze nail olmalar ve ahlâk-
celîlesinin (sonsuz büyüklük sahibi Allah 'in ahlâk) maddî ekilde
zuhuru sebebiyle onu övmülerdir.

Ahmed, mahmûd manasnadr ve evvelki ümmetlere bildiril-


mitir, îsâ (a.s.) kendisinden sonra gelecek, ismi Ahmed olan
221
bir peygamberi müjdelemitir. Keza Tevrat'ta bu isim an-
lr. Peygamberimiz (a.s.), ruhlar âleminde iken, mücerred (so-

yut) ruh için uygun olan az lafzdr ve onlar nezdinde böy-


le Ruh diliyle hâmid olmas
isimlendirilmitir. itibariyle,

hâmid (hamdeden) mânâs da caizdir. O, ezelen ve ebeden

hâmid ve mahmûddur. Maddî olarak zuhurundan itibaren de


ebedîyyen Muhammed'dir. Maddî vücûdun zuhuru, güzel
vasf ve ahlâkn görünmesi üzerine; insan, cin ve melek onu
tekrar tekrar övüyor. Çünkü dînî ve uhrevî bakmdan ondan
herkes faydalanmaktadr. Onun için Cenâb- Hakk buyurur:

220 Derleyenin Notu.


221 Bkz. Saf sûresi, 6. Ayrca bk. Mehmet Aydn, "Beâiru'n-nübüvve", DIA, V, 549.
BAKARA
151

"Seni ancak, âlemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiyâ, 107).

Yani âlemlerin hepsine. Hatta bir cihetten ona eytan bile

hamdeder, çünkü onun için de rahmettir. Rahmet olu, ey-


tann kaytlardan ve silsilelerden kurtulmas yoluyladr; ni-
222
tekim Süleyman (a. s.) zamannda vuku bulmutur. eyta-
nn dalâlete sürükleyici, Nebi (a.s)'n hidâyete eritirici olma-

s dolaysyla o, Peygamber (a.s.) ile kar karyadr. Bu du-

rum onun için gazaptr, Peygamber onunla ve tâbîleriyle id-

detle mücâdele etmitir. Onlar, geçmi ümmetlerin hilâfna,


basiretlerinin açlmas ve istidatlarnn kuvvetlenmesi için,

bu ümmeti dalâlet ve vesveseye düürmeye çalmaktan geri

kalmamlardr. Eski milletlerden biri, yakînlerinin zayfl


dolaysyla, saptrc eytana kolaylkla uyar ve yoluna girer-

di, o saptrc da çounluundan vaz geçerdi. Allah muhafa-

za buyursun.

Peygamberimiz Ahmed 'dir (övülmü); çünkü Hz. brahim


ve Hz. Isa Onun geleceini haber vermi, Hz. Musa müj-
delemitir. Vesilesi ile Allah a varmakta Peygamberi Ah-

med kabul ediyorlar ama vardktan sonra yaknlk kur-

makta mânâsna varmakta Muhammed oluyor. Muham-


med, hutbe, Ahmed namaz gibi oluyor.

Onu idrâk etmeden önceki her makamda Mahmûd'dur


yani övülmesi gereken kiidir.

Eer Peygamber in mânâsn, Hakîkat-i Muhammediyyeyi

görmeye balarsak, o zaman bizim vücudumuzdaki melek


olan bütün melekeler, bizdeki cin makamndaki görünme-
yen kudret ve kuvvetler ve bütün maddî ve mânevi kuvvet-
lerimiz hamd edici oluyorlar. Vâsl olduklar için üzüntü

ve sknt kalkyor, îmân ediyorlar. "Bir cihetten eytan bile

hamdeder çünkü onun için de rahmettir". (Enbiyâ, 120)

222 Bk. Sâd sûresi, 36-38.


Ayet 3
152

eytan ve peygamber tek kiide tecellî ettii zaman, yani


eytan kendinden bir mânây insân- kâmilde bulduu
zaman, kendini rahat hisseder. Peygamber eytana ayna
olur ve onun dalâlet ehli olduunu aikâr eder. eytan
peygamberin varl ile aikâr olur, bu cihetten eytann
223
da biat ettii nokta peygamberdir.

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki


Üçüncü iaret:

Münasebetleri itibariyle lafzlardan, baz mânâlar çkarlabilir:

Cuma "cem"' kökündendir. Bu, fark 'tan sonraki cem'e iaret

eder. O, ancak vücûd-i halk (halkn varl) ile mevcûddur ve


Hakk'n vechine (yüz) perdedir. Ne var ki o, Rab Teâlâ'nn ken-
dilerine her vecihten gizlenmedii bir snftandr. O hâlde urûc

(yükselme) yönünden, seyrde fark daha önde gelir. "O, evveldir ve

âhirdir" (Hadîd, 3), âyetindeki el-Âhir ismi buna iarettir.

Iyd (bayram) kelimesi 'ûd'dandr. Üd ise ilk hâle dönütür. Bu da


el-Evvel isminin mânâs olan cem' den sonraki fark 'a iaret eder.

Çünkü Allah, seyr-i urûcînin (yükseli seyri) sonu ve müntehâs


(en son) olduu gibi, seyr-i nüzûlînin (ini seyri) mebdeidir (ba-
langç). Bayramda hutbe, lafzndan geldii 'ûd'a (dönüe) delâlet

etmesi için sonraya braklmtr. Allah srlar hazinesidir, diledi-


ine cimrilik etmeksizin, kâfî ölçüde verir.

Bu sebeple Cumada hutbe ile iyiyi kötüden ayrmak, yani

fark söz konusudur. Bayram namaznda ise ilk hâle dönü


olmas hasebiyle cemden sonra farka dönü vardr. Cuma
224
namaz mîrâc'dr, Bayram ise mîrâcdan dönütür.

223 Derleyenin Notu.


224 Derleyenin Notu.
BAKARA
153

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Dör-


düncü iaret:

NEFS-RUH
Hutbe; ruhun, sr âleminden, hatta gaybü'1-gayb (gaybn gayb)
ve gayb- ahfâ (çok gizli gay b) olan srru's-sr âleminden döndük-

ten sonraki hâline iarettir. Âlem-i nâsuttan dönmesi ve ruhla

birlikte âlem-i lâhûta girmesi için nefse hitab eder. Nefs; karan-

lk, siyah, emmâre olan ilk makamnda durmaktadr. Oradan


ayrlp, kalb makamna hareket ettii vakit, mükâefe denizine

girecektir, fakat ilk fark makamna yaknlndan dolay telvin-

den hâlî kalmaz. Ruh tarafna yürüdüü vakit müahede denizi-


ne düecek, ayn güneden k al gibi, ruhun nuru ile aydnla-

nacaktr. Çünkü, o vakit nefs, kandine ay diye iaret edilen kalb-

le beraber deveran eder. Fakat nurunun kaybolmasndan ve -


nn batmasndan emin deildir. Çünkü, vücûd- zahirî dalar
arasnda uzak dümütür. Sr ve srru's-sr makamna yükseldii
vakit, doma batma nisbetinden, telvin-temkîn ilgisinden kur-

tulacak ve göklerin ve yerin nuru olan Allah'n nuru ile mafur


(affedilen) ve mestur (setrolunmu, örtülü) olacaktr. Bu hâlde

onun zulmânî (karanlk) yaratklar asla görmez; ancak dünya


ehli, hakikatini bilmedikleri hâlde, güne ve ayn tesirlerini gör-

düü gibi, onun da baz Güne ve ay, dünya in-


eserleri görülür.

sanlarna göre bazen doar, bazen batar. Ama kendi yönlerinden,


onlar herhangi bir ey perdelemez. Bunun için insân- kâmilin
nuru asla kaybolmaz.

Nefs, bu yüksek tabakaya ulat vakit hâli bayrama döner,


bunu bil. Ayn ekilde bâtn kuvveler itibariyle nefisler merte-

besinde cevap çkm oldu. Nefsâni tâbîî kuvveler gibi, ehl-i fark

bu kuvvelerdendir. Rûhânî kuvveler gibi ehl-i cem' de olanlardr.


Bunlardan hangisi ötekine uyarsa, onun boyasna boyanr, onun
hükmü ve icab üzere hareket eder.
Ayet 3

154

Nefs Emmâre halindeyken, kalb makamna doru hareket

ettiinde keif denizine girecektir fakat hâlâ farka yakn-


lndan dolay yaradlnn tesirinden kurtulamamtr.
Ruh tarafna yürüdüünde ise ahit olacaktr. ahadet de-
nizine girecektir. ahadet annda artk tereddüt ve vesvese

kalmaz ve insan mutmain olur.

Ayn güneten k al gibi ruhun nuru ile aydnlanr,


kalb ile beraber deveran eder. (Hz. Yûsuf'un makam gibi)
ama nurun kaybolmasndan korkar (sevgilimi üzmeyeyim
korkusu). Sr ve srrü 7 sr makamna yükseldii zaman
korku kalmaz. Göklerin ve yerin nuru olan Allah'n nuru
ile mesut olacaktr. Bu hâle gelen insan zulmânî yaratk-
lar görmez. Dünya ehli ise onlar baz hâllerinde deerlen-
dirirler, hakikatini göremezler. Tpk güne ve ay gibi. Gü-
ne ve ay insanlara göre doar ve batar, hakikatte ise do-
mak ve batmak yoktur. Bu hâl bayram gibidir.

Nefsani kuvvetler ehl-i farktaki kuvvetlerdir. Ruhanî kuv-


vetler ehl-i cemdedir. Hangisi dierinin rengine boyanrsa
225
onun hükmü ile hareket eder.

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Be-


inci iaret:

MEKKE-MEDÎNE
Cumann farzyyeti Mekke'de gerçekleti. Çünkü, Kabe'nin,
Zât- Ahadiyyete sembol olmas dolaysyla Mekke, bir cihetten

makâm- cem'dir. Fakat, cuma namaznn klnmas Medine'de


yerine geldi. Mekke'de balamas dolaysyla, davet daha önce ol-

duundan, cumada hutbenin tekaddüm etmesi (öne geçme) uy-

gun düer.

Peygamber (a.s.)'in hicret zamanndaki hâli cem'-i sânîdir; (ikin-

ci cem) bayram namaznn vücûbu (vâcib olma, zorunlu olma) da

225 Derleyenin Notu.


BAKARA
155

o srada gerçekletiinden, bayramda namazn önce klnmas


münâsip olur. Bu hususa u âyet-i Kerîme de delâlet eder: "Seni,
226
yardm ve müminlerle destekleyen O' dur" (Enfâl, 62). Ayette

söz konusu olan yardmlardan birisi, vastasz mutlak yardmdr.


kincisi ise, mü'minlerinki ile kaytl yardmdr. Bu yardm ve
teyide, irâd makamna döndükten sonra ihtiyaç duyulur.

Mekke makâm- makâm- fena dr, Zât- Ahadiyyete


cem,

semboldür. Medine bekadr. Cumann farz olusu Mekke' de


gerçekleti. Fakat Cuma namaznn klnmas Medine'de
yerine geldi. Mekke'de balamas dolaysyla, davet daha

önce olduundan, cumada hutbenin önce okunmas uygun


düer.

Bayaram namaz hicrette meydana geldi, hicret ise cem-

dir. O yüzden önce namaz klnr. "Seni yardm ve

mu minlerle destekleyen O' dur" (Enfâl, 62) buradaki yar-

dm vastasz yardmdr, mü 'minlerle desteklemek ise ka-


227
ytl yardmdr.

"Muhacirler" (hicret edenler) rûhânî kuvvelere iarettir, on-


lar zât makamndan sfatlar makamna göç ettiler. "Ensâr"

(Medine'li sahabeler) ise, nefsten mümin ve mutmain kuvvele-

re iarettir. Onlar ruha, yani insani nefislerin iradnda yardm


ve muavenette (yardmlar) bulundular. Bunun içindir ki Pey-

gamber (a.s.)'in eytan Müslüman oldu, yani teslim oldu ve zev-

celeri itaatte ona yardm ettiler. Görülüyor ki iradn hakikati,

Medine'de ortaya çkt. Çünkü dile klç isnâd edilmesi ancak

Medine'de vuku buldu. Peygamber (a. s.), Mekke'ye fetih sene-

sinde dönmütür ki bu, cem'a iarettir. Nitekim Cenâb- Hakk


öyle buyurur: "Kur' ân sana farz klan Allah, seni dönecein yere
döndürecektir" (Kasas, 85). Yani, sana cem'i farz kld ki, seni bu

226 Bu âyet öyle de anlalabilmektedir: "Seni ve müminleri yardm ile destekleyen


Odur". Bursevî, metin içinde verdiimiz mealdeki anlay benimsemi görünüyor.
227 Derleyenin Notu.
Ayet 3

156

cem'den sonra ilk meâde döndürsün. Oradaki hâlin ise cemu'l-

cem' olur da; kesretten vahdet, ve vahdetten kesret perdesinin


kalkmas suretiyle gösün inirah (açlma, genileme) bulur, se-

nin için telvinde temkin gerçekleir.


Peygamber (a. s.) Medine'de defnedilmitir, çünkü onun srr
beka idi, Medine'de defnedilmesi uygundu. Mekke ile Medine
arasndaki mesafe on konaktr. Felekler dokuzdur, onun üstün-
de Levh-i Mahfuz mertebesi vardr, onunla "on" tamam olur.

Onun üstünde, cem' itibariyle peygamberimiz (a.s.)'in vücûdu


olan Kalem-i Â'lâ'dan baka bir ey yoktur. O hâlde onun nefsi-
nin fark ile ruhunun cem'i arasnda on mertebe vardr. Her ne
kadar ikisi arasnda asla bir fark bulunmamas dolaysyla cem'i
farknda, fark da cem'i içinde yer almakta ise de durum böyle-

dir. Keza onun gözü öylesine keskindir ki, gökleri melekûtunun


mükâefesinde (srlarn açlmas) bulunur ve yer yüzünde bulun-
duu hâlde, bir anda arn ötesine nazar ederdi.

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Al-


tnc iaret:

Devr-i ademî müddeti olan Sünbüle 228 devri, yedi bin senedir.
Bu sebeple günlerden hafta tekil olunmutur. Çünkü Allah'n
buyurduu gibi, ilâhî gün bin senedir: "Rabbin katnda bir gün
bin yl gibidir" (Hacc, 47). Hafâ devrinin müddeti alt bin sene-

ye yakndr, bu da geçmi milletlerin müddetidir. O devirlerde

ancak "Lâ lahe illallah" srr görünüp, Hakîkat-i Muhamme-


diyye zahir olmamtr. Onun için eski ümmetlerin ekserî hâli,
brahim (a. s.) zaman hariç, tafsîlsiz icmalle birlikte sübûtî s-
fatlar, Zât- lâhiye iltibastan tenzih eklinde olmutur. Aksi
hâlde o son olurdu. Vakta ki yedinci bine yakn bir zamanda
Peygamber'imiz (a.s.) cismâni olarak zuhur etti, hafâ devri zail

228 On iki burçtan dokuzuncusu, Baak burcu, 22 Austos-21 Eylül aras. Baz eski halk
inançlarna göre bu burçta doanlar akll, düzenli ve souk kanl olurlar. Bkz. Mey-
dan Larouse.
BAKARA
157

oldu (son bulmak) ve ism-i azamn tafsilden îcab ettirdii üzere,

zuhur devri bütün kemâlatyla gelmi oldu. Böylece bu ümme-


tin hâli, topluca tenzih ve isbat oldu. Bundan dolay cuma na-

maz bakalarna deil, onlara farz klnd. Zîrâ isimler toplulu-

u, onlarn hakikatlerinin gerçeklemesi, hükümleri ve eserleri

ile zuhuru, ancak onlar için vuku buldu. Yine bu sebepledir ki,

cuma günü namaz istiva (günein tepeye gelmesi) vaktinde kl-


nr. Çünkü bu vakit, cuma gününün en açk ve parlak vaktidir.

Bu ümmete mahsus olmas dolaysyla, toplanma (cemyyet)


hafâ-i farkî devrinden gecikmi olunca, cumann namaz hutbe-
den sonraya brakld; bunlar da geçmi ümmetlerden sonradr.
Evvelce iaret edildii üzere, erbabnn tekaddümü (öne geçme)

dolaysyla bayram namaz öne alnd.


"Allah' anmaya koun" (Cuma, 9), âyet-i Kerîmesi mucibince
akll kimseye cuma günü, hicabn terakümüne yol açacak me-
guliyetlerden uzak durmak düer. Allah'n zikrine kotuu vakit,
zikredilene komu olur. Çünkü zikrin hakikati, zikredilende

fâni olmak ve sürûrla (sevinç, nee) onun huzurunda bulunmak-


tr. Namazdan murâd budur. Nitekim Peygamber (a. s.) "Bilâl,
229
bizi rahatlat" buyurur. Bütün srlar en iyi bilen Allah'tr.

Peygamber devri, devr-i Ademi olup, sümbüle devri ad-


n alr ve 7000 senedir, 7 günü sembolize eder. Çünkü
Allah 'in buyurduu gibi "Rabbin katnda bir gün bin yl
gibidir" (Hacc, 47)

Peygamber öncesi devir 6000 seneye yakndr. Bu 6000


sene hafi devrinin müddetidir, "lâ ilahe illallah " devri-

dir. Bu sr cem makamnn hakikatidir ve zât- ilâhîyi

idrâkten dolay tenzih seklinde zuhur eder. Peygamberi-

mizin gelii ile ümmetin hâli topluca tenzih ve tebih oldu.

Bundan dolay Cuma namaz sadece islâm a farz oldu. Bu

229EbûDâvûd, Edeb, 86; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 371.


Ayet 3

158

yüzden de önce hutbe okundu, sonra namaz klnd. Bay-


ram namaz ise bütün ümmetlere farz olunduundan, önce
namaz klnd sonra hutbe okundu.
Zikrin hakikati zikredilende fânî olmak ve onun huzurun-
230
da bulunmaktr. Namazn hakikati budur.

- Bayram namaznda hutbenin sonra okunmasndaki Ye-


dinci iaret:

HÎTAP-ÎTME- GÖRME
Bayram sevinç vesîlelerindendir. Kalbin huzur üzere olmasyla

sevinç hâsl olur. Hazr olduu vakit hitap (hutbe) gelir, o da


Allah'n, kulun kalbine hitaplar demek olan ilâhî varidattr (ha-
tra gelen, içe doan eyler). Kul tefrika (fark, ayrlk) üzerinde
olduu vakit, cem'iyyeti elde etmesi için namaza çarlr. Bu-
rada, hitap makamnn Mûsâ (a.s.)'nmakam olduuna dâir
lâtif bir iaret vardr. Onun için o "Kelîm" oldu. Rü'yet makam
Peygamber'imiz (a.s.)'n makamdr. Bunun için, "Gözünün gör-
düünü gönlü yalanlamad '(Necm, 11) buyrulur.

iitme makam, sralamada görme makamndan önce olunca,


Mûsâ (a.s.), Peygamber'imiz (a.s.)'a tekaddüm etmi (öne geç-

me) olur. Biz de tefrikay külliyen izâle (giderme, yok etme) etmi
olmak için, cuma günü hutbe makamndan namaz makamna
ineriz. Aslnda sâdece iitme, susuzluu gidermez. Bunun için

Mûsâ (a.s.) "Rabbim, bana kendini göster, Sana bakaym" (A'râf,

143), demitir.

Tefrika ve cem'iyyetten ne varsa, hepsi sâliklerin hâllerinden ol-

duu içindir ki, cuma ve bayramdan her birinde, onlardan bir

eye iaret edilmitir: Zât'n kenz-i mahfîdeki (gizli hazine)

sükûnuna iaret olan geceye, zaman yaknlndan dolay bay-


ramda namaz öne alnmtr. nsanlarn fazl (lütuf) ve nâiliyet
(erime) peinde koup yaylmalar zamannda edâ edildii için

230 Derleyenin Notu.


BAKARA
159

de cuma namaznda hutbe öne alnmtr. in gerçeini idrâk


etmek için tevfîk Allah'tandr.

Bunlar, yedi suâlden birine verilmi yedi cevaptr. Ancak


(Allah'a) dönen öüt kabul eder.

Huzura çkann huzurlu olmas lâzmdr ki hitap tesir et-

sin. O yüzden önce kiinin hiçliini bilmesi gerekir.


Cuma namazndaki hâl iitmenin görmeden önce oldu-

unun izah gibidir çünkü Allah'la konuma lutfu Hz.


Musa'ya, görmenin hakikati de Hz. Muhammed e ihsan

olmutur. Bu yüzden Cuma namaznda Mûsâ makamn-


dan Muhammed makamna yükselii anlatmak için önce
231
hutbe okunup sonra namaz klnr.

MÎRÂC
Sonra içime sekizinci bir iaret dodu: Bayram, ilk ruhanî
tecellîye iarettir. Ondaki namaz öne alnmtr. Nitekim mîrâc
gecesinde Cenâb- Hakk "Dur yâ Muhammed, Rabbin salât edi-

yor", buyurmutur. Mîrâc meâd-i evveliye (ilk son) dönütür.


Mîrâcda hakîkat-i Hakkyyenin zuhuru vardr. Orada Peygam-
ber (a.s.), hitabede bulunmu ve dier peygamberlerin ruhlar-
nn huzurunda nübüvvetini bilfiil haber vermitir. Nitekim öy-
le buyuruyor: ''Adem, balçkla su arasnda iken Ben nebi idim" 152
Yani bilfiil (fiilen) nebî idim, u farkla ki onunla bakas arasn-
da fark hâsl olmamt. Bu da hitap ve teblii icab ettirir. Me-
mur, emrin tebliini belirsiz bir müddete tehir etmez.

Bayram ilk rûhânî tecellîdir onun için namaz öne alnm-


tr. Nitekim Mîrâc gecesinde Cenâb- Hakk "Dur yâ Mu-
hammed, Rabbin namaz klyor" nidas gelmitir.

231 Derleyenin Notu.


232 Biraz farkl rivayet için bkz: Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.IV, s. 127-128.
Ayet 3
160

Mîrâc Hakk'n hakikatinin zuhuru demektir ve Hz.


Muhammed'in bütün Peygamberlerin ruhlarnn huzu-
runda nübüvvetini açklad zamandr. "Adem, balçkla
" 233
su arasnda iken Ben nebi idim.

ikinci Soru:
Leyle-i Mirâc da pençâh vakt salâtfarz oluben
Ba'de tenzilin aceb be vakte hasr olmak nedir?

-Mîrâc gecesinde elli vakit namaz farz olduu hâlde, indik-


ten sonra be vakte inhisar etmesinin hikmeti nedir?

CEVAP:
Bil ki, bu yüce makam da ksa akln girmedii bir yerdir, bel-

ki oras için kalb-i hâzr gereklidir. Nitekim Yüce Allah, "Bura-


da kalbi olana ders vardr" (Kâf, 37), buyurur. Huzûr-u kalbiden
maksadm, Hakk Teâlâ ile huzurdur, halk ile deil; fikir plann-
da ve ayara (Allah 'tan bakalar) göre de deildir.

Bu bizim ilmîmiz, ''kefi ve zevki" olup, elde etme gayreti olmak-


szn ilâhî hazretten gelmedir. Bu sebeple onun zevki, erbab nez-
dinde tadlr. Bu ilme ancak hisleri zayflam olan dil uzatr,
onu ancak vesveseci eytann eliyle kandrlm olan itip kakar.

Biz, her zaman insanlarn ve cinnin eytanndan Allah'a sn-


rz. Snma (istiâze), halktan Hakka yükselme sebeplerinden-
dir. Ben, Allah'tan yardm dileyerek, bozguncunun dedikodula-
rndan ve sû-i isti'mâlcinin (kötüye kullanan) ihtilasndan (çalma)

ona snarak derim ki:

DEHR/ZAMAN
Hadîs-i erifte öyle buyruluyor: "Dehre sövmeyiniz. Zira dehr,
Allah'tr.? 25 * Dehr, ân- dâimdir ki o da hazreti ilâhiyyenin
imtidâddr (süre, uzama), o ise zamann iç yüzüdür. Ezel ve
ebed onunla yenilenir. "O, her an kâinata tasarruf etmektedir."

233 Derleyenin Notu.


234 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.V, s.311.
BAKARA
161

(Rahman, 29), âyeti buna iaret eder. Asl, bölünmeyen tek za-
mandr. Bütün asrlara siri itibaryla zamann mertebeleri var-

dr. An ile dakikalar, dakikalarla dereceler, derecelerle saatler, sa-

atlerle de gün hazrlanr. Böylece ânn yaylmasndan, gecesi ile


yirmi dört saati içine alan gün ortaya çkar. Günün yaylmasn-
dan dört haftalk ay, ayn yaylmasndan 360 günlük sene mey-

dana gelir. Bu saynn tamamlanmas ile felek-i atlas devri tama-

ma erer. Senenin yaylmas ile, bin yl olan ilâhî gün çkar. Buna
göre seyrânî âlemlerin says 360 bindir. Onun ötesinde ancak

hayret ve kuûd vardr.

lâhî gün ile mîrâc günü ve kyamet günü zuhur eder. O da elli

bin senedir. yi bir ekilde sabret ki onu krk senede yürümen


mümkün olsun. Krk sene, seyr u sülük sahiplerinin makamla-
rnn sonuna ve derecelerinin nihayetine erimede âdet-i ilâhîdir.
Gece ve gündüzden her biri, itidâl-i rebîî (dünyann güne etrafn-
daki yörüngesi üzerinde 20 Mart'ta bulunduu nokta) hesabnca
on iki saat olarak takdir edildii ve her bir vaktin evveliyet (ön-

celik) ve âhiriyyeti (sonralk) göz önünde bulundurulduu vakit,

onlardan her birinin says yirmi dörde ular. Bu yirmi dörtten


her birinin teklii itibaryla, her birinin toplam yirmi be olur.

ki toplam birbirine ilave edildii vakit elli olur. te bu Mîrâc


gecesinde namazlarn saysnn elli olmasnn srrdr.

"Dehre sövmeyiniz zîrâ dehr Allah 'tr. O her an kâinata

tasarruf etmektedir".. Biz o tasarrufu hissettiimiz an ya-


syoruz. Allah 'in bizdeki ismini hissettiimiz her an bizim

için "an" oluyor ve o an, ezel ve ebed oluyor, imân balad


m, o an dâimi olarak yayoruz.

12 saat gece ve 12 saat gündüzden her birinin bir evveli

(öncesi) ve bir âhiri (sonras) var. Böylece her birinin says

24 olur. Bir de yaadmz an var.


25 gece+25 gündüz = 50 eder. Yani her vakte 1 namaz ve-

rilmitir. Her anna bir secde verilmitir. Bizim Allah'a


Ayet 3
162

biat ettiimiz her an namaz kabul ediyor. Bu dünya


âleminde ikilik olduu için mîrâc yaanyor ve birlie gi-
235
diliyor.

MEKKE /KABE
Bu namazlar, dünyada klnacak ve her vaktin bir snr buluna-
cak, balay ve biti itibaryla özel namaz olacaktr. Onlar kim
edâ etmezse, her namaz için bin senelik ceza görür. Bunun için

kyamet günü kâfire, elli bin sene olacaktr. Bu yüce sr sebebiy-

ledir ki, Mekke-i Mükerreme'nin minareleri ilk zamanlarda elli

tane idi, Mekke'nin etrafnda her yüksek mevki üzerine bir ezan
yeri yaplmt. Bilâhere bunlar ykld ve hâlen, fena üzerine dö-
nen esmâ-i seb'a (Allah'n yedi ismi: Lâilâhe illallah, Allah, Hû,
Hakk, Hayy, Kayyûm, Kahhâr) saysnca yedi minare kald.
Çünkü Kabe, Zât- Ahâdiyyet'e iarettir. Ona ancak fenâ-i tam
yoluyla ulalabilir. Bundan dolaydr ki, Mîkat'ta sureti mânâya
uydurmak için ihram giymek art olmutur. Allah, Mekke'nin
etrafndaki bölgelerin çounu, sâliklerin mihneti iddetli olsun
diye çöllük arazi hâlinde klmtr. Her ne olursa olsun matlûb
(talep edilen, istenen), çok deerlidir. Sfatlar da söz konusu olma-
dndan srf zât olmas dolaysyla ona kavumak fevkalâde lez-
zet verici olur.

Bütün eserler, ancak isim ve sfatlarn tecellîlerindendir. Bunun


için cem-i evveldeki fenas srasnda, Allah'ta fâni olan için zevk
yoktur. Zîrâ zevk, sfatlar âleminde bakî olann anndandr.
Fânî ise, sfat ve fiillerinden fazla olarak zâtndan fânidir. Onun
için nasl zevk sahibi olabilir? Bu sebeple diyoruz ki, cennet ehli

nîmet ehlidir. Zîrâ onlar, nikahlanr, giyinir, yer içerler ve ben-

zeri eylere sahiptirler. Onlar sfat ehlidirler.

Cehennem mensuplarna gelince, onlar için asla nîmet yoktur.


Onlarn nefisleri dünyadaki fânî nefislerinin ekli üzeredir. Bu-
rada söz derindir. Alnan ahit dolaysyla susmak icap eder.

235 Derleyenin Notu.


BAKARA
163

Medine-i Münevvere'ye gelince, vakitler saysnca, onun be mi-


naresi vardr. Çünkü Medine "Beka" bölgesidir. Beka bölgesin-
de hâkim olan isimler, ehli zevk nezdinde malum olduu üze-

re, betir.

Muttali (meseleyi bilen, haberli) olduum üzere, Mekke'nin zahiri


fenâ'dr. Bunun alâmeti yedidir. Bâtn ise beka dr. Bunun ia-

reti betir. Ben Mekke'nin dört bir yannda mücavir (komu, yur-
dunu terkedip zamann Haremeyn-i erîfeyn'de ibâdetle geçiren)
bulundum. Be minaresinin seslendii üzere, Medine'nin zahiri
beka, bâtn ise fenâ'dr. Çünkü onun bâtn Mekke'dir. Medine
ve Mekke bazen toplanr, bazen ayrlrlar.

Kabe Zât- Ahadiyyete iarettir.

Mekke; Kabe; Fenâfillah; iareti 7'dir.

Medine; Bekâbillah; iareti 5'tir.

Mekke insann kendinden fena bulup Allah la hayat bul-

mak, Allah'la kudret sahibi olmak, Allah'la görmek,


Allah'la iitmek, konumak, Allah'n ilmiyle donanmak,
Allah'la irade etmek yeridir. Mekke'den maksat kâmil in-

sandr. Bir insân- kâmil'e el verirsek ulaacamz nokta


Mekke' dir; yani kâmildir.
Bu makam sfatlarda yok olma makamdr. Bu makama
ulatktan sonra isimleri anlayabileceiz (7' den 5'e döne-

ceiz).

Hayatmzda bu elli rekât hissedersek yani geçmii, an ve

gelecei teslimiyetle yaarsak bize bu tecellî olur. Mekke'deki


tecellî bu ellinin sonucudur.

insan bu tecellîleri idrâk etmek için nefsinden soyunmal-

dr.

Tâif'de talanmadan Medine'ye girilmez. Baka bir deyi-

le skntlara katlanmadan Medine'ye girilmez.


Burada bütün yaradln sebebi ortaya çkyor. Evvel' de

Allah 'ta fânî idik. Cem ve kesreti bilmeden fena maka-


mnda idik. Dünyaya gelmekten kast kesreti görüp birli-
Ayet 3

164

i idrâk etmek, ac ve zdraptan etkilenmemeye balamak,


fena bulmak ve daha sonra ceme geçmek ve Allah'la bakî
olmak seviyesine ermektir, ite bu zevki yaamak için insan

yaratlm. Allah kendinden kendine bu zevkin yaanmas


için cümle mevcudat yaratyor. Bu dünya gönül gözü açk
olanlar için bir zevk diyar, dierleri için ise bir mihnet ve
sknt mahallidir.

Cennet Allah'n sfatlardr, cemâli ve zât deildir. Çünkü


Zât'ta duyulacak, hissedilecek bir zevk kalmyor.

Cennet ehli sfat ehlidir. Cehennem ehli için ise asla nimet
yoktur. Onlarn nefisleri dünyada fâni nefislerinin ekli

üzerinedir.

Mekke'nin zahiri fenadr bunun alâmeti 7'dir. Bâtn ise

bekadr, alâmeti 5'dir. Medine'nin ise zahiri beka, bâtn


ise fenadr, çünkü onun bâtn Mekke'dir.
Mekke'nin d fenadr bu fenann neticesinde Allah'n

mânâsna erimek vardr.


Mekke, mürid-i kâmil; Medine ise Hz. Muhammed'dir.
"Bir toplanr bir ayrlr" denmesinin sebebi budur. Hz.
Cîlî; "ikisini birliyorum ama zamana hürmetimden mür-
236
idime ismiyle hitap ediyorum" diyor.

SEKR (kendinden geçme, mânevi sarholuk hâli)


Ariflerin sultan Ebû Yezîd el-Bistâmî (k.s.), yeri göü bilmez
hâlde sarho gibi krk gün kald. Bu, zât tecellîlerinin üzerinde-

ki galebesinden dolay idi. Vâhid ü Kahhâr olan Allah'tan vak-


tin lisân ile farz namazlar edâ edebilecek kadar ayklk verme-
sini niyaz etti. Çünkü namazn klnmas srasnda, namaz k-
lan kimsede sfatlarn bakî olmas gerekir. Elliden, esmâ-i ham-
se (be isim) saysnca geriye be kald ve ötekiler nesh (kaldrma)
olundu.

Namaz; vücûdu, bütün kuvveleriyle slâh etmekten ibarettir.


Vücûdun en önemli kuvveleri be olup öyle sralanr: Tabiat-

236 Derleyenin Notu.


BAKARA
165

sâfile (düük tabiat/ dr ki düzeltilmesi, eriat hükümlerinin

tatbikine baldr. Nefs-i nazile (inici nefs/ dr ki, slâh ahlâkn


deitirilmesine baldr. Hakk'tan câhil olan ruhtur ki, slâh,

marifet tahsiline baldr. Hakk'tan gayrna meyilli olan srdr


ki slâh, hece harflerinden "elif" gibi tam tecerrüd (soyutlan-

ma, ayrlma) ve her eyden kesilme ile olur. Çünkü elif ekseri-

yetle ayr yazlr. O hâlde enfüsî (iç âleme ait) hikmetler, ad ge-

çen kuvveler saysnca vakitlerin be olarak devretmesini îcab

ettirdi.

Vücûdun slâh edilmesi gereken en önemli kuvveleri:

1. Tabiat- Sâfile: (düük tabiat) eriatla düzelir.

2. Nefs-i Nazile: (inici nefis) slâh ahlâkn düzeltilmesiy-

ledir.

3. Hakk'tan cahil olan ruh: Islâh marifet tahsiline ba-


ldr
4. Nursuz kalp: Allah 'in tecellisine baldr.
5. Hakk 'tan gayrna meyilli olan sr' dr: Islâh elifgibi her

eyden kesilme ile olur.

O hâlde enfüsî hikmetler (iç hikmetler) ad geçen kuvveler

saysnca vakitleri 5'e indirmi olur.

Merepler, nefis, kalp, ruh, sr; bunlar slâh etmek için 5


237
vakit namazda Allah 'tan yardm istenir.

VAKT'NAMAZIARI
Sabah namaz "srr"n paydr. Çünkü o, gecenin karanlna ya-
kn bulunmas dolaysyla, öteki namazlara göre "gayb"dr. Ni-
tekim sr da âir kuvvetlere göre gaybdr.

Sabah namaznn 1. rekât celâl (karanlkta olu), 2. rekât


cemâl (celâlin karanlktan aydnla geçii) 'dir. Böylece iki

rekâtn toplam kemâl-i zâtiyeye iarettir.

237 Derleyenin Notu.


Ayet 3

166

Sabah namaz srrn paydr. Allah 'in bizdeki ismi tecellî


eder, çünkü gecenin karanlna yakn bulunmas dolay-

syla gaybdr. Kiinin srrn ancak gayb bilen mürid-i


238
kâmil bilir.

Öle namaz "ruh'un paydr. Çünkü, onda ruhun zuhuru mik-


tarnca tam zahir olu vardr. Ruh âlem-i halktandr. Zîrâ her ne

kadar bizzat görülmezse de, uzuvlar ve kuvvetlerdeki tezahürleri


cihetiyle eserleri müahede edilir. Peygamber (a.s.)'n tenezzü-

lü (muhatabn düzeyine inme, alçalma), zuhuru ve itidali dola-

ysyla, ruh mertebesinde olmu ve zuhûr-i hâriciye (dta görün-


me) mutabk (uygun) olmutur. Zîrâ ism-i âzam hükümlerinin
zuhurunun balangc, yedinci binin balarndan itibaren Meh-
di (r.a)'nin zamann sona ermesine kadardr; yani o vakte doru
zuhur iddetlenir, sonra, dolunay gecesinden itibaren ayn yava
yava gizlenmesi gibi bâtna döner.

Öle namaznn 4 rekât (zât, esma, sfat ve fiil).


Öle namaz ruhun paydr. Bu Allah'n zâtyla tecellî

andr, kiideki Hakk'n tam zuhurudur, insann


vücûdunun da en kuvvetli olduu zamandr. 12'nin sebe-

bi: Peygamberin tenezzülü, ortaya çk ve ortada, denge-

de olmas dolaysyla ruh mertebesinde olmu ve zuhuru


da uygun olmutur. 23S>

ikindi namaz "kalb'in paydr. Çünkü o orta namazdr. Nite-


kim kalb de uzuvlarn ve kuvvetlerin ortasdr. Bunun içindir

ki, kalb iyi olduu vakit bütün ceset iyi olur, o bozulduu vakit

bütün ceset bozulur.


240
Kalb, ruh ve ceset arasndan domu
olduundan dolay, tasfiye (temizlenme) zamannda gayb ve
ahadet âlemlerinin kemâlâtn göstererek geldi. Çünkü, ço-

238 Derleyenin Notu.


239 Derleyenin Notu.
240 Buhârî, îmân, 39 (c. I, s. 19) ; Müslim, Müsakat, 20 (c.V, s.50)
BAKARA
167

cuk anne babann srrdr. Yine bu sebeple kalb haml-i emânet


(emanetin yüklendii yer) ve mazhar- hilâfettir (hilâfetin zuhur
yeri).

kindinin 4 rekât kevn-i cemâle (cemâlin hissediliri deil


yaratlmasna) iaret eder.

kindi namaz kalbin paydr. Çünkü kalp ortadr. Kalp


iyi olduu zaman bütün vücud iyi olur, bozulduun-
da ise bütün vücud bozulur. Kalp ruh ve nefis arasn-

da srât- müstakimdir. Nefis halk edilmi, ruh ise emir


241
âlemindendir.

Akam namaz kendisinde nurun batmas dolaysyla nefs'in

paydr. Nefs, emmâre mertebesinde karanlk ve siyahtr.

Levvâmede karanl hafifler. Mülhemeye intikâl ettii vakit ay-

dnlanmaya balar. Nihayet mutmainne olunca hâli, günein do-


uu srasndaki insann hâline benzer.
Akam namaz sabahn aksinedir. Çünkü onda gizli olan

bunda açktr. 1. rekât celâl, 2. rekât cemâl, 3.sü ise

kemâl-i camiadr (tefrikin bütünü).

Sabah namaznda birlik aikâr olur. Allah sabah nama-

znda Zâtyla bize tecelli eder. Akam namaznda tekrar

karanla dönüldüünde bizi farkllklardan birlie ileti-

yor.

Akam namaz, kendisinde ruhun batmasndan dolay


242
nefsin paydr.

Yats namaz "tabiat"n paydr. Çünkü yats, tabiatn vasflarn-

dan olan uyku vaktidir.

Kim ki bu kuvvelerin slâhn arzu ederse, be vakit namaz k-


lacaktr. Kim bunlar yerine getirmezse, nefislerini hüsrana u-
241 Derleyenin Notu.
242 Derleyenin Notu.
Ayet 3

Tatmlardan olur ve mü'min saylmaz. Zîrâ îmân, ya gaybî ya da


ühûdî dâhit olarak, görerek) olur. ühûdî îmân sahipleri namaz-
larna dikkat ederler; hatta onlar, daimî namazdadrlar. Bilhassa
kâmil olanlar böyledir; onlar devamllktan dolay istirak (içine

batma, kendinden geçip dünyay unutma) sahibidirler.


Namazn esas mânâs teveccüh (yönelme), istirak, yaknlk ve

huzur demektir. Ancak be vakitte onun özel ekli de istenir.

Zîrâ ühûdî tecellîler vücûdî tecellîlere baldr.

Namazda önce yaknlk ve huzur sonra yok olma, fena var-


243
di-
lr.

Gaybî îmân sahiplerine gelince onlar, önünde bekledikleri kap-


y cevap almak için çalan kimselerdir. Cevap gelmeyince vazge-
çen, muhtaç deildir. Bu takdirde ev sahibi onunla ilgilenmez, o
da namaz terk eder. Böylesi her ne kadar zahirde mü'min ise de
bâtnen kâfirdir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) öyle buyurur:
244
"Bilerek namaz terk eden kâfir olur.." Ölen de ancak namaz-
n terk ettiinden dolay ölür. Çünkü namaz, rûhânî bir gdadr.
Rzk bittii zaman ecel gelir. Bundan dolay âsîlerin amellerin-

de bereket yoktur ve onlar uursuzluk perdesi kuatmtr.


Burada, ad geçen srrn beyânnda, baka bir vecih daha vardr.
Akl- küll'den hayvan mertebesine kadar hikmet-i ilâhî îcâb,

24 mertebe vardr. Onlarn bir ksm, ruhanî aklî iler, bazs


cismanî mahsûs ilerdir. Bu 24 , ahadiyyeti itibariyle yirmi be-
tir. Bu yirmi be de zahir va bâtn itibariyle ellidir. Makule (akla

uygun) ve mahsûsenin (hissedilebilen) her birinin, kuvve ve fiil

hasebiyle, zahir ve bâtnlar vardr. Zîrâ emr-i icâdî; zât, sfat ve

fiil üzere devreder. u âyet-i Kerîme buna iaret etmektedir: "Bir

eyi diledii zaman Onun buyruu sadece o eye ol demektir, he-

men olur" (Yâ-Sîn, 82).

243 Derleyenin Notu.


244 Süyûti, el-Câmiü's-Saîr, 1402, c.II, s. 175, Kahire.
BAKARA
169

Akl- küll'den hayvan mertebesine kadar hikmet-i ilâhî

icâb 24 mertebe vardr. Bir ksm nûrânî bir ksm


zulmânîdir. 24 ahadiyyet itibariyle 25'dir. Bu 25' de zahir
ve bâtn itibariyle 50'dir.
245
An, zâttr, zâti tecellîdir.

Allah'n ulvî sfatlarndan bir sfat ve esmâ-i hüsnâsndan


(Allah \n güzel isimleri) bir ismi ile tecellîsi muhaldir (imkânsz)',
mertebeleri itibariyle onlar için zuhur yoktur. O hâlde tecellînin
mânâs zuhurdur.

Allah'n isimlerinden Evvel, Âhir, Zahir ve Bâtn' ele alalm:


ey, üstündekine nisbetle zahir, altndakine nisbetle bâtn olur.

Zîrâ üstündeki gaybdr ve nisbî de olsa ahadet mertebesinde


olacaktr. ahadetin hükmü, zuhurdur. Altndaki ise ahadettir

ve izafi de olsa gayb mertebesinde olacaktr, gaybn hükmü bü-


tün (zuhurun zdd)'dür.

Bunun içindir ki yüksek ruhlar için "ruhlar", yani "akllar" de-

nir. Keza altndakine nisbetle "nefisler" denir. Üstündekileri de

sen bil. (Veya altndakiler ve üstündekilere nisbetle nefisler de-


nir, bunu böyle bil.)

SEYR
Ad geçen mertebeleri Mîrâc gecesinde at, unsurlar ve tabiat-
lar âleminden ve onlarn üstünden bir mertebede kalmad, öyle
ki ayan onlarn üzerine koydu. Çünkü vacibin (zorunlu) sey-

ri mümkinin seyrinin tamamlanmasna baldr. Buna yükse-


len azdr. O hâlde sâliklerin çou seyr-i ekvânda (kevn; âlemler,

olular) kalmlardr. Aktan zâhidlik etmek gibi, bu lüzumlu bir

seyirdir ve ikisi arasnda uzak bir mesafe vardr. Hakk yannda


halkn kymeti olmaz. Bunun içindir ki onlar, Süleyman (a.s.)'n

mülküne deil de daha büyüüne baktlar. Ad geçen seyre "dü-


ümledikten sonra çözmek" (et-tahlîl ba'de't-ta'kyd) denir. Bu-

245 Derleyenin Notu.


Ayet 3
170

nunla Kur'ân'da belirtildii gibi, emâneti ehline verme ii hâsl


olur. Zîrâ insann en yüksek mahalden en aa yere inii sra-
sndaki hâli, düümlenmedir; mevcudat mertebelerinden küllî

veya cüz'î bir mertebeye geçmi olmaz. Ancak, oradan bu mer-


tebelerin srr olan emaneti alr ve kendisine balar, sonra indi-

i yere iner. lk dönü yerine rücû' (geri dönü) hâlinde -ki, bu


fenâ-i evveldir- bütün emânetleri sahiplerine verir. Ariyet ola-
rak bakalarndan ald bütün libaslardan soyunur, nihayet ilk
mebdee (balangç) ulam olur. Bu, o halettir ki; Allah, bütün
esma , sfat ve kemâlâtyla üzerine tecellî elbisesini giydirmi

olur. Vücûd toprana inii srasnda, artk onun elinde hilâfet

menuru (ferman, Sultann emri) vardr; her konakta bütün el-

biselerini giymitir, kendisi için bunlar, Allah'n asla soyulup ç-


karlamayacak olan ikram ve ihsandr.

Ad geçen bu mertebeler, insan srrna bir dâiredir. Onlardan


her birinde, insan için Hakk Teâlâ'ya, özel bir vecih ve esmâî

(isimlere ait) bir teveccüh (yönelme) vardr. Böylece ilâhî hikmet,


teveccüh-i ilâhîden her birinin nasibini almas için, Mîrâc na-
mazlarnn mertebeler saysnca elli olmasn icab ettirdi.

Gökler Allah'n sanda, yerler solunda dürülü vaziyettedir, as-


lnda her iki eli de mübarektir. Nur-i ma'kûlenin çounun ha-

riçte izi olmaz; kürsî, ar, levh-i mahfuz, kalem-i a'la ve onlarn
ahadiyyetinden baka bir ey bakî kalmaz. lâhî feyz insana on-
lar vastasyla ulam olur.
Elliden krk be dürüldü, geriye be kald. O en büyük mertebe-
dir. Bunun için Allah, elli vakit namaz be vakte soktu. Nite-
kim u husus bunu gösterir: Kürsî ki o göüstür; ruh ki o levh-i
mahfuzdur; levh-i mahfuz ki o kalbdir. Kalem-i A'lâ ki, her in-
sanda hissesi Hakîkat-i Muhammediyye'dir. Onun ahadiyyeti
de ism-i a'zâm srrdr. Tan ve faydalan!

Secdeden hâsl olan fena üzerine bir tembih: Ariflerin kyameti


daimîdir. Bunun dndakilerin, fena dairesine dâhil olduun-
da üphe yoktur, nitekim buna zmnen (gizli olarak) iaret et-
BAKARA
171

tim. Bakî olan ancak Allah'dr ve O'nun âfâkî (hariçte, dmz-


da olanlar) ve enfüsî (iç âlemimize ait) olarak mevcudattan suret

ve hakikatlerini bakî kldklardr.

Süleyman'n mülkü seyr-i mülk oluyor. Düümlenmek


hakikatimizin ortaya çk, düümden sonra tekrar çöz-

mek halka dönü oluyor. Teke gitmeliyiz ve halka dönme-

liyiz. Peygamber efendimiz Miraca teklikten balad, çok-

lua gitti ve sonra tekrar teke döndü. Ondan sonra tekten

yine çoklua yani kesrete döndü. Teklikten sonra kesrete dö-

nüü ulûhiyettir. Önce kendi mânâsn düümlemek; sabit


klmak, sabit kldn sunarken halka açklamak...
Biz emaneti sahibine gönderiyoruz, arlklarmzdan
kurtuluyoruz. Sonra Bekadan ulûhiyete döndüümüz za-
man elimizde hilâfet oluyor. Bütün elbiseleri (miraca ç-

karken soyunduumuz bütün elbiseleri) yeniden giyiniyo-

ruz. Fiil, sfat ve zât tevhidinden sonra bekada tekrar so-

yunduumuz bu hâlleri geri alyoruz inallah...


Sülük 24 ini, 24 çk, bir de kendisi ile 25 ediyor. Gayb

âlemi sanda madde âlemi solundadr. Ama onun sa da


solu da mübarektir. Allah'n zâtnn celâli tecellîsi onun
kuvvet ve kudreti ile tecellî etmesidir.

Seyir: Ruh levh-i mahfuzdur. Levh-i mahfuz ki kalptir.

Kalem-i alâ ki her insandaki srdr, Hakîkat-i Muham-


mediyyedir. Onun ahadiyyeti de ism-i âzam srrdr. Dör-
246
dünün birlii de be oluyor (ahadiyyet).

HAZARÂT-I HAMS
sterseniz mezkûr (evvelce zikredilmi, bahsi geçmi) sayya indi-

riin srr hakknda konuaym: Bu, hazarât- hams itibariyledir.

Hazarât- hams; âlem-i zât (zât âlemi), âlem-i sfat, âlem-i ef'âl

(fiiller âlemi), âlem-i âsâr (eserler âlemi) ve âlem-i insandr. Bunla-

246 Derleyenin Notu.


Ayet 3
172

ra hazret-i lâhût, hazret-i ceberut, hazret-i melekût, hazret-i mülk


ve hazret-i nâsût da denir. Onlar avâlim-i külliye (külli âlemler)

ve hazarât- icmâliyyedir (tafsîlatsz, toplu olarak). Cüz'iyyât için

nihayet yoktur ve külliyeye dâhildir. Bu âlemler vücûd- Hakk'n


tamamdr. Nitekim Allah buyurur: "Biz gökleri yeri ve her ikisi

arasnda bulunanlar ancak hak olarak yarattk" (Hicr, 85). Yani

onlarn hepsi Hakk', Onun vücûdunu isim ve sfatlarn giyin-

mitir. Yine Hakk Teâlâ buyurur: "Onlar için hak olduu meyda-
na çkncaya kadar" (Fussilet, 53). Fakat insanlar Rableriyle kar-
lama konusunda üphelidirler, Onu ancak ma'dûm (yok olan)

hâldeki halk canibinde (taraf, yön) görürler.

Allah "O'ndan baka her ey yok olacaktr" (Kasas, 88), buyur-


mutur. Yani "Hakk' takip eden cihetten baka" demektir, zîrâ

o, ebedîyyen yok olmaz. Gökler ve yer dümdüz olup cisimler ve


ruhlardan fena bulmadk hiçbir ey kalmaz; Hakk'n vücûdu ise
zahirde ve bâtnda bulunmak gibi farkl durumlar arz ederse de,

ebedîyyen fena bulmaz.

Ad geçen indiri (tenzil) Mûsâ (a. s.) sebebiyle olup, peygamber-

lerden ondan bakas için deildir. O, be ülü'1-azm (azim sa-


hipler) peygamberden biridir. Bu peygamberler Nûh, brahim,
Mûsâ, îsâ ve Muhammed (a.s.)'dir. Onunla konumann sr-

r "kelîm" (konuulan kimse) olmasdr. Tevrat kitab ve kitab-


mz Kur'ân, ahkâm (hükümler)
öteki kitaplarn hilâfna, çeitli

ihtiva etmeleri dolaysyla iki hakîkî kitaptrlar. Namaz zahiri

itibariyle ahkâmdan olunca, bakasnn deil Musa'nn, onun

peine dümesi uygun olur.

stersen unu da söyleyeyim: Gaybî, ruhanî, tabiî, unsurî ve


hepsinin birlemesi eklindeki nikâh itibariyle, namazda
nikâhn ve vuslatn srr vardr. erâi-i slâmn be olmasn
namazla kyas et!

Kur'ân- Kerîm'de bildirildii gibi, bir i on kat karlk gö-


rür. Beten her biri on ile muamele görürse karln topla-
BAKARA
173

m elli olur. Demek ki namaz, sayda eksik olmakla beraber


sevapta tamdr. Bu, derecelerin en azdr ve kalbin derecesi-

dir. Ihlâsta (katksz samimiyet) ilerledii vakit, bir amel için

yüz sevap vardr. Daha yükseine çkarsa, bir iyilie bin kar-

lk olur ve hesapsz devam eder. Kötülüklerin karl ise

birer birerdir.

Kalbin iyilikleri onar onar, ruhun iyilikleri yüzer, srrn iyilik-

leri biner, srru's-srrn iyilikleri u âyetin ifade ettii ekildedir:


"Allah, dilediini hesapsz ekilde rz klandrir" (Bakara, 212).

Sidretü'l-Müntehâ'da son bulan ameller, meleklerin tad ve


bildiidir. Bunun da üstünde faziletli ameller vardr ki, birbi-

rinden farkldr ve melekler onlar bilmezler, o hâlde nasl tan-


snlar? Bunlar ahassü'l-havâssn (seçkinlerin seçkini) amelleridir.

Onlarn ihlâslar Allah Teâlâ'nn srlar cümlesindendir. Amel-


leri Sidretü'l-Müntehâ'y aar; ara, hatta âlem-i ervaha (ruhlar
âlemi) ular. Bunlara gizli ameller (amâl-i hafiyye) denir. Pey-

gamber (a.s.)'in u sözü buna iarettir: "Zikrin en hayrls giz-


247
li olandr. O meleklere bile gizli olur." Srra mahsus oluunda-
ki iddetinden dolay böyledir. Melekler sr kuvvetinde ileri gide-

mezler, aksi hâlde sr ehli olurlard ve böylece, ya Adem'den üstün

veya ona müsavi (eit) olmu olurlard. Her ikisi de u âyete aykr
olur: "Allah isimleri Âdem'e öretti." (Bakara, 31). Yani meleklere

deil de Âdem'e. Melekler bu isimlerin tamâmn deil, baz has-


salarn (özellikler) bilirler. Onlar da bizzat deil, Adem'in ö-
retmesi ile elde ettiler. Âdem'e gelince, o emâneti yüklendi. Bu
emânet, isimlerin toplam itibariyle, Allah'la kendisi arasndaki
irtibatn kemâli için vastasz feyzdir.

Buradan anlalyor ki melekler, insann ne olduunu ve srrn


bilmezler. Allah, insann hâlini ak üzerine bina klmtr. Ak
da, celâl 'i gösteren belâlara mübtenîdir (bina edilmi). Melek için

tek kanat vardr, o da cemâl'dir. üphesiz iki kanatllar, bir tek

kanad olandan daha faziletlidir. Yeryüzü sakini olduu hâlde,

247Ahmedb. Hanbel, c.I, s.172.


Ayet 3

174

insann mîrâcta olduu ey,


nail gökte bulunmasna ramen me-
lek için hâsl olmamtr.

nsan, tafsil üzere hazarât- hams (be hazret, yaradln be


mertebesi) ehli olduu için, Allah Teâlâ ona be kanat vermi-
tir, gece gündüz onlarla âlem-i kudse (kutsal âlem) uçar. Melek-
ler bunun dnda olduundan, Allah onlarn kanatlarn tavsif

ederken öyle buyurur: "...ikier, üçer, dörder..." (Nisa., 3).

Alem-i Zât: Ahadiyyet (Lâhût)


Alem-i Sfat: Vahdaniyet (Ceberut)
Alem-i Ef'âl: Ruhlar âlemi, fiiller (Melekût)
Alem-i Asar: Eserler, dünya âlemi (Mülk)
Alem-i Insân: Kâmil insan (Nâsût)
Nâsut, âlemlerin toplamdr. Kim ki bu âlemlerin hepsi-

ni kendi içinde aikâr eder o insân- kâmildir. Bu âlemler


herkesin içinde vardr ama gaybdadr, aikâr deildir.
Herkesin merebi onda olduu hâlde o yine de kendi bü-

tünlüü içinde kalr. Ondaki bütün aklî melekelerin biat

ettiini görüyoruz. Ondan sonra da dünyevî haz ve istekle-

ri görüyoruz. Mülk âlemi de onda diyoruz. Bunlarn hep-


sinden farkl ama hepsini de içinde var eden bir insan var

ortada...

Cüz ve küllün toplam, vücûd-u Hakk'n tamamdr, insa-

nn kendi içindeki hakikati ortaya çkarmas için baka bir


cihete yönelmemesi gerekiyor, bu sadece vakit kayb oluyor.

Bein bir mânâs da ulu'l-i azm peygamberlerdir (Nûh,


ibrahim, Mûsâ, Isâ, Muhammed).
Mûsâ eriat temsil ediyor. Allah'a varmann yolu önce

fenadan sonra bekadan geçiyor. Musa'da aklî kuvvetler

hâkim olduu için bu kuvvetlerini fenaya erdiriyor. Na-


mazda nikahn ve vuslatn srr vardr. . . Sâmiha Ayverdi,
namaz Allah 'la nikah gibidir. Nikahsz da sevgi olur ama
o zaman kabul görmez. eriatla vuslata erilir, der.

Kötülüklerin karl bire birdir. Kalbin iyiliklerine ise on


BAKARA
175

kat sevap vardr. Ruhun iyiliklerine ise 100 kat sevap ve-

rilmitir. Srrn iyiliklerine (Hakk aikâr etmek) 1000 kat


sevap, srrn srrnda ise karlk, "Allah dilediini hesapsz

rzklandrr" âyetiyle açklanmtr.


Kalbin iyiliinden kast udur: Kalb aydnlannca bir iyi-

lik yapma ihtiyac duyulur, ihtiyaçtan dolay iyilik yapa-

rz, on kat sevap alrz. Bu hareketi Allah için yapmaya


balarsak ruhun iyilii olur ki 100 kat sevap vardr. Bu ha-
reketlerle kendimizdeki Hakk' aça çkarrz,; bu srdr.
24s
Artk bizden i gören Hakk 'tr.

Üçüncü soru:
ki, üç, dört rek'aden bî ü kem olmayub salât

Her birin bir vakte tahsis eyleyüb klmak nedir?

-Namazlarn her birini bir vakte tahsis ederek iki, üç ve dört


rekâttan fazla ve eksik olmakszn klmann hikmeti nedir?

Burada iki cevap vardr, biri ötekinden daha incedir.

REKÂT-KANAT
Birincisi:

Rekâtlarn says, meleklerin kanatlarnn saysna benzer. On-


lar, sahip olduklar ikier, üçer, dörder kanatla suret âleminde

uçarlar. Keza namaz klanlarn da bunun gibi, rekâtlardan ka-

natlar vardr, onlarla mânâ âleminde uçarlar. Bu uygunluk in-

sanla melei eit klmaz. Zîrâ suretle manâ arasnda büyük fark
vardr. nsan, suret ve manânn hepsini hâmildir (tamak).

Sûrî (surete ait) ve mânevi yürüyüle seyredip feleklere yük-


selenler insanlardr, oysa melek, bundan âcizdir. drîs, îsâ ve

Peygamberimiz (a. s.), bu yükselii gerçekletirmitir. lk iki-

si, baz feleklerde mekân tutmularsa da Peygamber (a. s.), ce-

248 Derleyenin Notu.


Ayet 3

176

sedi ile terkîb âleminin zirvesine çkm, sonra da ruhu ve sr-


ryla, mekânn olmad yere gitmitir. Bununla, melek ve in-

sanlarn hepsinden üstün klnmtr. Üstelik, Mîrâc gecesin-


de, Mescid-i Aksâ'da peygamberlere; Sidretü'l-Müntehâ'da
(âlemdeki varlklarn bilgilerinin ulaabilecei son nokta) melek-

lere imam olmas ile de önde bulunmutur. üphesiz imam,


ona uyanlardan daha faziletlidir.

Cesedi ile göklere yükselmeye gücü yetmeyen için, manevî

mîrâc tahsil etmek üzere namaz konulmutur. Böylece melekût;


zahiri ile, mükâefe (gizliyi aça çkarma, kesif) sahibi için görü-

nür, o da oraya kadar çkann gördüü gibi onu müahede (ahit


olma, görme) eder.

Manevî kanat, maddî kanattan daha güçlüdür. Rekâtlar,

uzuvlarn hareketine muhtaç bulunmak itibariyle her ne ka-


dar maddî bir i ise de, srlar ve onlarla hâsl olan kuvveleri
manevîdir. Meleklerin; kyamda, rükûda, secdede ve ka'de (na-

mazda oturma) de bulunur olmalar da onlar beerle müsâvî


(eit, ayn) klmaz. Farz klnm namazn ekli, beerden ba-
kas için deildir, hattâ Müslüman olsalar dahi bu ümmetten
bakas için bile deildir.

Meleklerin manevî miraçlarndan hâsl olan ey, ekseriyetle


tenzihtir (her çeit noksandan uzak saymak). Nitekim, tesbîh ve
takdisleri (mukaddes bilmek) bunu gösterir; Âdem (a.s.)'a sec-

de etmeleri de buna delâlet eder. Onlar, tenzih yerini bilin-


ce, Adem'e secde ettiler; bunun için secdede beklemediler. Be-

erin bu mi'râcndan hâsl olan ey, asla vasfedilemez. Melek-


lerin, namazlarnda beere uyduklar vâriddir (duyulan, gelen),

aksi iseduyulmamtr. Cebrail'in Kabe kapsnn yanndaki


imametine gelince, namazn klnn
öretme bâbndadr. 249
Böyle olunca Peygamber (a.s.)'n namaz nerede, onun nama-
z nerede?.

249 Cebrail'in Hz. Peygambere namaz tâlimi için bkz. Müslim, Mesâcid, 31.
BAKARA
177

ikincisi:

Namazda asl olan, Allah'n cemâl ve celâline iaret olmak üze-


re, iki rekât klnmasdr. Sonra bu iki üzerine bir veya iki rekât

ilâve edilmitir. Allah Teâlâ, sabah namazn iki rekât olarak

emretmitir. Öyle bir vakitte ki: Bir taraf gecedir; gece zât

Celâl mertebesi olan "Lâ-Taayyün" (aikâr olma, ortaya çkma


öncesi) mertebesine iaret eder. Bir taraf gündüzdür; gündüz
vücûdî ve hakîkî cemâl mertebesi olan "Taayyün" mertebesi-
ne iaret eder.

Hz. îdrîs, Hz. Isa, ve Hz. Muhammed, yükselerek mîrâc

yapmlardr. Peygamber cesedi ile (nefsi ve merepleriy-

le) terkip âleminin zirvesine çkt. Sonra ruhu ve srr ile

mekânn olmad yere gitti. Bu yüzden her varlktan üs-

tündür.

Sidre-i Müntehâ 'da meleklere, Mescid-i Aksa 'da ise pey-

gamberlere imam oldu.

Kendi içinde bütün terkib olunmu makamlar geçti, daha


sonra terkib olunmam makamlara girdi bütün gayba

imam oldu. Biz gayb görüp îmân edince onun imaml-


n kabul ediyoruz. Maddî olarak aldmzda, ekli ola-
rak imamlk yapyor, mânâ olarak aldmzda mânâ ola-
rak imamlk ediyor, ikisini birletirdiimiz zaman da bize
miracmz yaptrm oluyor.
Akl ile klnan namaz sadece namazn eklini örenmek
Madde ve mânâ ile klnan namaz
içindir. nerede? Srf
madde ile klnan namaz nerede?50

REKÂTIAR-CEIÂI I CEMÂI
Sabah namaznn birinci rekât, celâl mertebesine, ikinci rekât
cemâl mertebesine iarettir, bu remzin (kapal söyleyi) aksi vârid

deildir. Böylece iki rekâtn toplamnn birlii, kendisinde bu


iki mertebenin topland kemâl-i zâtiye iarettir.

250 Derleyenin Notu.


Ayet 3
178

Akam namaz, sabah namaznn aksidir. Çünkü ahadiyyet-i

camiadan onda gizli olan bunda açktr. Birinci rekât celâle,


ikincisi cemâle, üçüncüsü ise kemâl-i câmi'a (âlemin kemâli) ia-
rettir.

Yats namaz dört rekâtyla, Lâ-Taayyün'e ve gecenin vücûdu için


bilkuvve (tasavvurda, fiil mertebesine varmadan) celâl mertebe-
sinde; zât, esma, sfat ve ef'âl (fiil) olarak dört taayyüne iarettir.

Öle namaz, dört rekât ile, gündüzün vücûdu için bilfiil (fii-

li olarak) cemâl-i ilâhî mertebesinde ayn dört taayyüne iarettir.

ikindi namaz, dört rekât ile, bu vakitte bakalama (teayyür)


olduu için bilfiil cemâl-i kevnîye (yaradla ait cemâl) iarettir.

Bu takrirden, vakitlerin belirlenme srr da anlalm oldu; ge-

çen beyitte baka ve latif bir ekilde zikrettim, hatrla.

Farzlar hakkânî vücûda, vacipler en seçkin halk vücûduna, sün-

netler seçkin halk vücûduna, müstehaplar (yaplmas sevapl i)


umûmî halk vücûduna iarettir. Vücûd da ya vücûd-i vacip (zo-

runlu varlk), ya da vücûd-i mümkindir (mümkün varlk). Farz-

lar kendisine ükür olsun için, birinci vücûda mukabele olarak


farz klnd. Nafileler, ikinci vücûd karlnda, ona ükür ola-

rak konuldu. Zîrâ onlarn her biri nîmet içre nimettir.

Sabah namaznn ilk rekât lâ-taayyün yani ahadiyyet, bir-

lik, celâl, gece demektir, ikinci rekât ise, taayyün, gündüz


ve cemâl demektir. Bu iki rekâtn birlii zâttaki kemâle
iarettir.

Akam namaznn birinci rekât cemâle, ikincisi celâle,

üçüncüsü ise toplu kemâle iarettir (kemâl-i camia).

Yats namaz, dört rekâtyla la-tayyüne, celâle, geceye ve

celâl mertebesinde zât, isim, sfat ve fiil olmak üzere dört


tayyüne iaret eder.
Öle namaz cemâl-i ilâhî içinde dört tayyüne iarettir,
ikindi namaz dört rekât ile yaradln cemâline iarettir.
BAKARA
179

Farzlar Hakkânî vücûda, sünnetler seçkin halk vücûduna,


müstehablar (sevilmi, sevap olduu bilinen is) umûmî
251
halk vücûduna iarettir.

NAFLE NAMAZLAR
Kim nafileleri çoaltmay bilirse, halk vücûdlar için nihayet

yoktur, çünkü halk kesret ksmndandr. Hakk ise vahdet


kabîlindendir. Bu sebeple nafilelerin aksine farzlar, snrl olarak

geldi. Kim ki nafileleri dar tutarsa, kendine cahillik etmi olur.

Zîrâ o, kendi vücûd-i imkânîsini ve daireyi geniletmesi icab et-

snrl tutmazd. Nitekim Peygamber (a.s.) s-


tiini bilseydi, ii
nrl tutmamtr. O, baz nafileleri tayin etmi; bazlarnn
tâyinini de, Allah katndaki mertebelerine iaret olarak ve tazim
(sayg gösterme, ikram etme) için, halîfelerine brakmtr. Nite-

kim öyle buyurur: "Benim sünnetime ve benden sonra hulafâ-i


"252
râidînin (ilk dört halîfe) sünnetine dikkat ediniz. Bunlardan
bazs da mutlaka ashâb (sahabeler) içindir. Nitekim öyle bu-
yurur: "Ashabm yldzlar gibidir, hangisine uyarsanz hidâyete

eriirsiniz." ^ Bir ksm da müminler


2
âhir zamana kadar gelecek

içindir. Peygamber'imiz (a.s.) öyle buyurmutur: "Müslümanla-


rn güzel gördüü ey, Allah katnda da güzeldir." 254 smini bildi-

in ve bilmediin bütün nafileler buna dâhildir.

Regâib, Bereât, Kadir gecesi namaz, vb. gibi bilinenleri ele ala-

lm. Bunlar en azndan meâyih-i kibarn (büyük eyhler, pirler)

iyi gördükleri, benimseyip yapageldikleri eylerdir. bunlar yan-

l olsayd, îkaz edilirlerdi. Onlar zâhirci müctehidden (Lctihâd

eden, ihtiyaç hâsl olduunda ve hadislerden hüküm çkaranbüyük


slâm âlimleri) daha aa deildirler. Müctehid ekseriya, yanlan
akln rehberliinde hareket ettii hâlde, galip ihtimalle hatâya

dümemektedir. Dâima isabetli bir kefin rehberliinde yürü-

251 Derleyenin Notu.


252 Tirmizî, Ilm, 16.

253 Kefü'1-Hafa, c. I, s. 147.

254 Ahmed b. Hanbel, c.I, s.379.


Ayet 3

180

yen bâtn müctehidini ne zannediyorsun! Bizim sözümüz, ba-


kalarnn deil, kâmillerin kefi (gizli olan ortaya çkarma) hak-
kndadr. Bunun için biz haber-i mütekaddimde slâm', kâmil
slâm'a ilhak ediyoruz. Kâmil Müslümanlk; zahiri eriat, bâtn
hakikat olan Müslümanlktr. Bu zümrenin görüü, kefe daya-
nan bir görütür, Allah'tan vastasz olarak alnmtr; Allah ka-
tnda ve bu keif sahibine mülâki (yüz yüze gelen, buluan, kavu-

an) olanlar nezdinde, sahih keifte olsun, sahih îtikadda olsun,

güzel bulunmutur.

Hadîs imamlarnn durumu tuhaftr. Dediklerine göre, isnâd

ricalinden (Peygamberimiz (s.a.s.)'in sözlerini sras ile kimlerden


nakledildiini bildirenler) hiçbir râvî (hadîs nakleden) yoktur ki,

bir hatâs mümkün olmasn. Bu durumda, müsned (bir hadîsin

senedinin hiçbir kopukluk olmadan Hz. Peygambere ulamas) ve


merfû (bir hadîsin senedinin tabiînden olan râvisinin Sahabeden
olan râvîyi atlayarak dorudan Hz. Peygamber den rivayet et-

mesi) da olsa nakledilen eye nasl güvenilir? keif konusu-


na döndüü vakit; onlar, Allah'dan vastasz olarak al ka-

bul ediyorlar, aksi hâlde felsefecilerden olurlard. Buna ra-


men, kâmil kullar üzerine, Allah'n geni rahmetini menet-
mek istiyorlar ve kendi koyduklar zahirî eylere muhalif olan
bütün hâllerinde onlarn hatal olduklarn ileri sürüyorlar.

Maamâfîh, hakikatte muhalefet de söz konusu deildir. Zîrâ


eriatn reddettii her hakikat, ilhâd (dinsizlik, imanszlk) ve
zndklktr (irk). Ümmetin ulularn, bu gibi korkunç hâle
nisbet etmeleri onlara nasl yakr? Onlar ki, ar omuzlarnda
ve srtlarnda tarlar, seleflerinden (önceki) kendilerine bir mi-

ras olmak üzere, Levh-i mahfuzu okurlar ve ii ona göre mua-


yene ederler (aikâre görmek), sâri' (Allah) üzerine yalan isnâd

ve nisbetinden korkarlar.

Biz, onlarn hayatlar boyunca aldklarn almaktan geri kalma-


yacaz ve yaptklarn ilemekte tereddüt etmeyeceiz. Onlar,
BAKARA
181

Allah'n kendilerine merhamet edecei kimselerdir. Onlarn ka-


plarnn eiine tutunan ve hayrl takipçilerinden olmaya ça-
lan da rahmet bulur. Onlar, rical (ileri gelenler) ve dayanak-
trlar. Onlar zuhurda, felek güneinin zuhuru gibidirler. Parl-
t ve siyahlk âlemine giren her ey, onlarn ilimleri ile ayakta-

dr. Allah'm, bizi dünya ve âhirette onlarla birlikte cem' et! On-
larn zahir ve bâtn bereketlerinden bize bol bol ver! Sancaklar
yükseldii gün bizi onlarn ecirlerinden (karlk) mahrum etme.
Bizi onlarla karlamaya muvaffak kl! Onlar rzâ sahibidirler ve
kabul edicidirler.

NAMAZ VAKTLER
Vakit, ya sevgi vakti veya buz (nefret) vakti olur. Birincinin sa-
hipleri, ezelî ve ebedî olarak namazlarna devam edenlerdir. Ezelî

olarak, dedim, çünkü vücûdî tecellî sahasnn nuru amâ-i ehadî


(ahadiyyet) karanlndan doup, esmâ-i ilâhîyye "Küntü ken-
zen mahfiyyen" (Ben gizli bir hazine idim...) mertebesinden fetk
ve retk (yarlp bitime) teneffüs edince onlar, Hakîkat-i Mu-
hammediyye mescidinde âlem-i ervâhda (ruhlar âlemi) sabah

namazn kldlar. Hazret-i Ahadiyyete müteveccih olarak (yö-

nelerek), bu nuru âlem-i misâlde parlak bir ekilde dodurun-


caya kadar namaz klmaya devam ederler de öle namazn ora-

da edâ ederler. Çünkü onlar bu âlemde, daha önce zuhur et-

medikleri garip bir tecellî suretiyle zuhur etmilerdir. Keza te-

neffüsleri ziyâdelemi, parlaklklar artm ve üzerlerinde sfât-


ilâhîyye libâs (elbise) görünmütür. Bu elbise onlarn süsüdür.
Nitekim Hakk Teâlâ "Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gi-
din.' '(A'râf, 31), buyurur.

Onlarn namazdaki elbisesi, âlem-i ervâhda zât libas, âlem-i

misâlde sfatlar libasdr. Nefsin tuza ve eytann vesvesesin-


den emin olarak, cisimler âleminde beerin ikindi vakti girin-

ceye kadar namazlarna devam ederler. Orada ikindi namaz-


n klarlar ve fena âlemine girmeye balarlar. Çünkü ikindi ile
Ayet 3

182

akam arasnda vakit, deime ve zahirin bâtna inklâb etme


(bir hâlden bir hâle geçme) zamandr. Namazlarna akam vakti

girinceye kadar devam ederler. Akam, ebed zamanlarnn ba


ve ebedîn ezelle karlamasdr. Aksi yönden akam, onlardan
fena tecellîsinin batmas, beka ve istitâr (örtünme) tecellîsinin

zuhurudur. O vakitte akam namazn klarlar, bu ilk bekadr.


Bu hâl üzre yatsya kadar devam ederler. Yats, ikinci beka ve
zahmet perdesine deil de, rahmet perdesine gizlenmenin vuku
bulmas vaktidir. Zahmet ise vâsl olmayan içindir. O vakitte

yats namazn klarlar; vücûd üzüntüsünü, urûc (çk, yükselme)


ve nüzul (ini) meakkatini (zahmet) geride brakp rahata kavu-

urlar. Allah 'dan ve onun müahedesinden gayriye gözlerini ka-

payp, daimî ve ebedî bir uykuya dalarlar. Her ne kadar halk gö-
rürlerse de bekalarnda temkin üzeredirler. Halk da Hakk ola-

rak görürler ki buras tahkîk'in (hakikatin delilleriyle bilinmesi)

gerçeklemesinden önce ayak kaydracak bir durumdur. Artk


Rab onlara ebedîyyen gizli deildir. Onlar, bazen zât güneinin

nuru ile, bazen de sfatlar ay 'inin ile birliktedirler. ki nûr


arasnda gidip gelmeye devam ederler. Onlar, "Ev Ednâ" gerçe-

inde "Kabe Kavseyn" ehlidirler.

Buna "Daimî Tecellî mertebesi de denir. Öyle ki, ondan son-


ra asla perde yoktur; belki cem' makamna ve ebedlerin ebedîne

kadar tavrdan tavra inkiâfn (gizli srlarn blinmesi) artmas söz


konusudur. Allah'm, bizi hakîkî beka hayat sahiplerinden kl!

Onlarn kabirlerde cesedleri kokmaz ve kötü kimselerde olduu


gibi, bedenleri bozulup dalmaz. Çünkü kudsî ruhlarnn bere-

keti bedenlerine sir eder. Böylece, ruhlar gibi bedenler de bozul-


ma ve kokuma kabul etmez hâle gelir. Ruhlar ve bedenlerinde
onlarn anlarn yücelten ve bulunduklar her yerde derecelerini
yüksek klan Allah' tesbîh ederim.

Buz (nefret, sevgisizlik) ehline gelince; kahr celâl ve gazap


tortusu ile sarholuklarndan dolay vakitleri bilemezler ve
"

BAKARA
183

maddî har gününde Allah kendilerini uyandrncaya kadar


bu hâl üzre devam ederler. Böyleleri için, bir gün elli sene gibi

olur. Bunun srrn evvelki bahisleri hatrlayan bilir. Onlar,

bu hâl üzere devam ederler ve cehennemdedirler. Kendilerine

ânn yaylmas zahir olur. Cennet ehline lutfî ânn ya-


kahrî
ylmas da böyledir. Onun için "Onlar orada ebedîdirler '(Ba-
kara, 39), buyurur. Allah'dan, gazap ve celâlinden emin k-
lnmasn dileriz.

Namazn daimîsi makbuldür. Vücûdî tecellînin nuru,

ahadiyyet karanlndan doup yaradlta ilâhî sfatlarla

ortaya çktnda Hz. Muhammed'in hakikatinde, âlem-i

ervahta (ruhlar âlemi) sabah namaz klnr. Ve bu na-

maz, Hakîkat-i Muhammedi'nin tam tecellîsi olan ö-


len namazna kadar devam eder. ite bu anda insanlar

Allah 'in ilâhî sfatlarnn elbiselerine bürünmü olarak gö-


rünürler. "Her mescide güzel elbiselerinizi giyerek gidin.

(A 'râf 31) Bu elbise, âlemi ervah 'ta zât, âlem-i misâlde s-

fatlar olarak zuhur eder ve bizi nefis ve eytandan uzak tu-

tar.Bu namaz ikindi namazna kadar devam eder ve fena


âlemine girmeye balanr. Bu yokluk, içe tekamülüdn
hâli akam namazna kadar devam eder. Akam nama-
znda, fena, yokluk, hiçlik tecellîsinin batp beka kulluk,

(Allah 'la var olmak ve tekrar kullua dönü) tecellîsi ba-


lar. Bu da yatsya kadar devam eder

kinci beka olan yats, rahmet perdesiyle gizlenmeyi an-


latr Allah 'tan gayrya kar uykuya dalnr. Böylece, zât
güneinin nuru ya da sfatlar aynn ile aydnla-
nan insan, "kâbe kavseyn" (iki yay kadar; Peygamberimi-

zin mîracda Allah'a yaknlnn ifadesi) ehlidir. Buna


255
daimî tecellî denir.

255 Derleyenin Notu.


Ayet 3

Dördüncü soru:
Her salât kim rek'ati üç ola yahut dört ola
Ol salât içre iki kerre bu oturmak nedir?
-Üç ve dört rekâtl namazlarda iki defa oturmann hikme-
ti nedir?

CEVAP:
Evvelce belirtildii gibi, namazda asl olan, celâl ve cemâle ia-

ret olmak üzere iki defa iki rekât klmaktr. Peygamber (a. s.)

256
bir rekât olarak klmay yasaklamtr. Çünkü namaz, sfatlar

âleminin hükümlerindendir. Bu sebeple Hz. Peygamber (a.s.),

257
"Bana dünyanzdan üç ey sevdirildi." derken, bu üçün içine

namaz da koymutur. Namaz, huzur-u kalb (kalp huzuru) ve te-


veccühe (yönelme) olduu kadar, uzuvlarn hareketine de muh-
taç olan bir ibâdettir. u
hâlde o, iki tarafldr. Sfatlarn manâs
budur. Çünkü sfat, zât ile kâimdir. tibâr olarak onlar ikidir.
Görmez misin, çekirdek yerin altna gömülünce, çkarld va-

kit ancak iki parçal olarak çkarlyor. Bu parçalardan biri zâta,

öteki sfata iarettir. Sonra, fiillere ve eserlere iaret olmak üze-


re dallar hâsl olur, daha sonra neticeler ve maksatlara iâreten

meyve meydâna gelir; nihayet ebedîn ezele, zahirin bâtna, so-


nun evvele dönmesine uygun olarak i, balangca döner. ki
rekât da, neticede bir oluyorsa da ekil olarak, zikredildii gibi

takdir olunmutur.

NAMAZIN RÜKÛLARI
nsan ruhu, unsur ve madde âlemi olan tâbîî âleme iniinde
önce nebat, sonra hayvan, sonra da insan srr ile deveran etmi-
Namaz ilk mebde (balangç) ve aslî meâda (varlacak yer)
tir.

dönü ve urûctur (yükselme). Taayyün-i insanînin (insann mey-


dana çkmas) izâlesine (ortadan kaldrmak) iaret olarak evvelâ

256 Buna "büteyra" denir. Bkz: bnü'1-Esir, en-Nihaye fi Garibi' l-Hadis, Kahire, 1965, c.I,

s.93; bn Mâce, kâmetü's-Salâh, s.116.

257 Ahmed b. Hanbel, c.III, s.128, 199; Nesâî, Sünen, c.VII, s.58-60.
BAKARA
185

kyam farz klnd. O, daha sonra belirlenmekle beraber yükse-

lite öncedir. Taayyün-i hayvaninin izâlesine iaret olmak üze-


re, rükû ikinci srada farz klnd. Taayyün-i nebatînin (bitki-

nin meydana çkmas) izâlesine iaret olmak üzere, secde üçün-

cü srada farz oldu. Bu arada namaz klann, Allah'la kendi-

si arasndaki perdelerin en büyüü olan taayyünât- kevniyye-

den (olusun âlemlerin meydana çkmas) fena bulmas gerçekle-


mi olur. Sonra onun ruhu basit unsurlar ve tabiat âlemi olan
âlem-i latife yükselir. Sonra daha da lâtif olana ki, oras ruh-
lar âlemidir. Daha sonra srr ile ondan da lâtif olarak yükse-

lir. Oras da ilim ve uûn âlemidir. Bu âlem, taayyünât eklin-

de âlem-i nâsutta son buluncaya kadar inite özel cismâni ta-

ayyünü srasnda balangç yeridir. Seyir, bu gayeye ulat ve


yükseli bu sona vard vakit, Bistâmî (k.s.) gibi bazlar bu-
rada kalr. Bazlar da geri döner, böylesi daha mükemmeldir.
Çünkü dönüü, kendi nefsini kemâle erdirmek içinse bunda
gerekli bir fayda vardr. ayet bakasn kemâle erdirmek için-

se, bunda müteaddit (birçok) hayr vardr. Bütün peygamberler


ve evliyann kâmilleri (a. s.) bu hâl üzeredirler. Bu dönüe, fena

duranda durmakla fayda hâsl etmedii vakit bekaya dönü


denir. Buras, eydâ (tutkun, dîvâne), yüce nefislerin idaresi ile

ilgisi olmayan meleklerin mertebesidir.

Tekâmül edebilmek için önce kyamda olmak lâzm. Yani

ikilik gerekiyor. Huzurda vücûdumuzla ayaktayz.


Hayvani sfatlarmz yok etmek için rükûda duruyoruz.
Önce mânâmzla vardk, sonra vücud giydik. Allah'n hu-
zuruna duruta önce insan taayyün ediyor, fakat insann
içinde hayvani vasflar var. Bu hayvani vasflar hissetti-

imiz anda onlardan kurtulabilmek için rükûya varyo-


ruz. Nebatî sfatlar her eyleri ile Allah a biat etmelerine
ramen içimizde fazlalk oluturan sfatlardr. Nebati s-

fatlar vücûda bal isteklerdir. Allah bunu haram klma-


m, bir edebsizlik, saygszlk yok. Meselâ vücud kendili-
Ayet 3
186

inden çalyor, yemek yiyor, tuvalete gidiyoruz. Bunlarn


hükmü bile bizi Allah'tan uzaklatryor. Secde bu vasfla-
r da yok etme hâlidir.
Rükû: Vücûdumuz içinde harama temayülü olan hayvani
vasflardr.
Ayaktayken bütün vücûdumuz, isteklerimiz ve hayvani va-
sflarmzla varz. Rükûda hayvani vasflarmz teslim et-

tik, secdede ise "yaradlmzla ilgili her türlü kaydmz


sana doru yönlendiriyoruz" dedik. Fena bulduk. Ruhu-

muz aikâr oldu, gayba yükseldi.


Kendi içinde yaradln tersine yükselme var. Secde ede-

rek mânâ âlemine yükseldik, insân- kâmil hep secdede-

dir. Buradan ruhlar âlemine oradan da srra latifin lati-

fine yükseldik. Vahdaniyete yükseldik ve ikilik kalkt. Bu-


ras ilim âlemidir. Çokluu gördüümüz hâlde çokluktaki

birlii de görüyoruz. Geldiimiz son nokta bizim balan-


gcmz oluyor. "Kabe kavseyn" gibi yani yayn iki ucunun
yaklamas gibi.
Bâyezîd Bestâmî burada kalr demek; f'
"ndi srrna erii-

yor yani, fena demektir. Ama srrn srrna geçemiyor ki

bu bekadr. Bir insann gelebilecei en yüksek nokta ken-


di içinde Allah / bulmak deil mi? Bazs kendi içindeki
258
Allah 'tan Allah 'in sonsuzluuna geçiyor.

FENÂ-BEKÂ
Bekann bir takm mertebeleri vardr. Birinci ka'de (namazda

oturu), ilk bekaya iaret eder. Sabah namaznn ki bir tanedir.

Çünkü bu namaz, makamnda celâl âlemine iaret olan gece-


zât

ye bitiiktir. Yani geceye yaknl, bu ka denin bir olmasn ge-

rektirir. Çünkü bekann ilk anlar, fena ile karmaktan hâlî ol-

maz. aret yoluyla ihtiyaç olmamas maksadyla orada bekann


kuvvet ve temkini bulunmaz.

258 Derleyenin Notu.


"

BAKARA
187

Fena âleminden her uzaklata, beka kuvvet ve iddet bulur.


Bekada tam bir ekilde yerleme olduu ve zâtn "Ev Ednâ"
(..yahut daha yakn..) srr, sfatlarn "Kabe Kavseyn"i (iki yay ka-

dar...) suretinde zuhur ettii vakit, böylesinin hâli ikinci beka

olur. Bundan dolaydr ki, gündüzün zuhuru, iddetli ve s-


fatlar âleminin eserleri kuvvetli olduundan öle namaz dört

rekât ve iki ka'deli olarak farz klnmtr. Onlardan birincisi

ilk bekaya, ikincisi ikinci bekaya iarettir. Akam namaznda da


iki ka'de emredilmitir. Çünkü akam sabahn tafsilidir, ondaki
kemâl kuvveti bilfiil (fiilen) akam namaznda zahir olur. Ayr-

ca üç rekât, kendilerine sabahn iki rekâtnda iaret edilen celâl

ve cemâl'in topland kemâle iarettir. Bu taaddüt, mertebeler

arasndaki imtiyazn (dierlerinden ayrlmak) tafsili içindir. Aksi


hâlde kalb, içine ancak bir teveccüh alabilirdi. Bunun için Yüce
Allah öyle buyurur: "Allah, insann içine iki kalb koymamtr.
(Ahzâb, 4). Eer insann iki kalbi olsayd, bir rekâtl namazdan
men edilmezdi. Çünkü o takdirde, her bir kalb için biri ötekine

eklensin veya eklenmesin, birer rekât olurdu.

Kuûd ve beka tamamland vakit, fânî-bâkî olan imam iki ye-

rin ehline selâm verir. Yani, cennet ehline beka ve selâmeti bil-

dirir, cehennem ehline de fenay ve orada selâmete ereceklerini

bildirir. Cennet ehlinin selâmeti ruh ve cisimle birliktedir. Ce-


hennem ehlinin selâmeti, sadece ruh ve sr iledir. Onlar, cismânî,
hatta rûhânî olarak ebedîyyen azab görürler. Zîrâ cisim ve ruhun
her ikisi de mahlûktur. Cehennem ehlinin cisimleri için ve ruh-

lar için selâmet yoktur. Bu husus ayaklarn kayd yerlerden-


dir, anlalmas ve tadlmas, ancak doru, açk ve kuvvetli ke-
if ile mümkün olur. in nihayeti u ki, mutlaka ancak Allah'a
döneceklerdir. Allah Teâlâ ise selâmete kavuturucudur. Allah'n
"Rahmetim gazabm geçti" 259
sözü buna iarettir. Gazabn taallu-

ku (ballk, alakal olu) arzî (zâti olmayp sonradan zuhur eden,


geçici), rahmetin taaluku zâtidir. Zatî olan, arzî ile zail olmaz.

259 Buhârî, Tevhid, 15, c.VIII, s.18; Müslim, Tevbe, 4, c. VIII, s.95.
Ayet 3

Her ne kadar Allah'n sfatlarnn kendisine takdim ve tehiri söz

konusu olmazsa da, burada rahmet önce zikredilmitir. yi anla


ve senin için ezel srrnn ebed aynasnda celâl suretinde deil,
fakat cemâl suretinde zahir olmasna çal. Aksi hâlde hâlin yl-

larca kahr olup kalr.

Sabah namaznm kullua dönüü ilk beka olarak adland-


rlr. Bu beka, fenaya yakn bir beka hatta fena ile karm
bir beka olmasndan dolay ilk beka adn alr. Beka eer
fenadan uzaklamsa ve "kâbe kavseyn ev ednâ " srryla
tecellî etmise ikinci beka olur ki, öle namaz bu mânâya
iarettir.

Ancak akam namaznda da ikinci beka vardr.Çünkü sa-


bah namaznda bilkuvve olan kemâl, akam namaznda
bilfiil olarak zahir olur.

"Allah insann içine iki kalp koymamtr".


Kalp birden fazla olsayd, bu kalp birinci bekay an-
lamak için, bu kalp ikinci bekay anlamak için gibi

tafsîllendirecektik. Ama kalp tek olunca idrâki de tektir.

Biz ancak namazda hereyi idrâk edebilecek seviyeye çkar-


sak, kalp namaz tam manâsyla klarsa, her eyin idrâki

onda geliebilir. Kalp nedir? Kalp, Allah'n vücuttaki


zuhur ettii yerdir. Çünkü Ruh Allah 'in emridir, kalp ise

kendi hakikatimizi bilmek için Allah'n nurla tecellîsiyle

tenezzül ettii ve kendi mânâsn aikâr ettii yerdir, idrâk

kalptir. Kalbi idrâk vardr. Kim ki aklî idrâke kalkar yan-

la gider. Eer kalp nûrlanmadan önce idrâke kalkarsa o

da yanla gider. Kalbi daha nurlu birine yani müride so-

ruyoruz.

imdi selâm faslna geldik. Fenadan bekaya erdik eer hep

fenada kalsak secdede kalrdk. Ama secde sonrasnda otu-

ruyoruz. Bekaya yani ikilie döndük. Bu dönüte bizden

okuyan Allah oluyor. Bu ikilik içerisinde imam iki yerin

ehline selâm verir demek, zâta da sfata da selâm veriyor


BAKARA
189

demektir. Cehennem ehline dönüp "bir an önce nefsinin

kötü huylarn ver, fenaya er, cennete kavuf diyoruz. Cen-


net ehline; fenadaki kiiye ise diyoruz ki "sen burada kal-
2<S0
ma bekaya geç", ki o da halka hizmettir.

AKATEÎ
Ben cehennem ateini iddetli olarak tavsif (vasflandrma) et-

tim. O, dünyadaki akn suretidir. Akn kuvvetli olduu her

durumda yanma ziyâdeleir ve matlûba (talep edilen) ulatran


külli fena hâsl olur. Dünyada bu akn ateiyle yanan kimse için
âhirette cehennem ateiyle yanmaya ihtiyaç yoktur. Zîrâ ak ate-
i cehennem ateinden iddetlidir. Bu sebeple, ayet cehennem
azablandrlacak olsayd, muhabbet ve ak ateiyle azab edilirdi.

Fakat ak insana mahsus olduu için, böyle bir azablandrma ol-

maz. Buradan da insann ve melein kemâlinin son noktas an-


lalm olur. nsan topraktan yaratp da, sevgililerin en deerli-
si klan Allah' tebih ederim.

Namazn selâmlarnda, baka bir iaret vardr: Namaz klan,


vuslat ve cem'in ancak tevhîd ile olacana iaret olmak üze-
re, namaza tekbîrle girer; ayrlk ve fark 'in ikilikle olacana
iâreten namazdan iki selâmla çkar. Tevhide girdii vakit, vus-

lat âlemine girmi olur. Buradan, namazn maddî ekli ile elde

edilen manevî mîrâcn deeri anlalm olur. Bunun için Pey-

gamber (a. s.), daimî mîrâcda olmasna ramen, "Bizi rahatlat ey


261
Bilâl" buyurmutur.
Lâkin mîrâcdan mîrâca fark vardr. Nitekim mutlak tecellî

ile mukayyed (kaytl, snrl) ve husûsî tecellî arasnda da fark

bulunur. Allah'n, Hz. Ebû Bekir (r.a.)'a özel olarak tecellî et-

tii söylenir. O, bu durumdaki müminlerin ilkidir. Bununla


rü'yetin {görme) balangcna ulatran ilâhî marifet (Allah' ta-

nma, bilme) kaps açlr.

260 Derleyenin Notu.


261 Ebû Dâvud, Edeb, 86.
Ayet 3

190

Peygamberin dâimi namazda iken yine de "bizi namaza


çar ey Bilâl!" demesi, namaz sekliyle klabilmek için tek-
likten ikilie dönebilmesidir.

Namaz dosdoru klarsak her namaz mîrâc ama mutlak


deil, dâimi namaza kavuana kadar sadece her namaz
mîrâcdr.
Allah ve peygamber mîrâcda bir olursa, görmek için ikin-

ci bir kii gerekir ki o kiinin kyameti kopsun. Mîrâc


hâdisesinde bu rol Hz. Ebû Bekir'indir. Yani o kyamdadr
ve görendir. Bu yüzden Hz. Ebû Bekir birçok mutasavvfa
262
göre; "kul huvallâhü ahad" görendir.

MÎRÂC
Burada baka büyük bir srr daha vardr: Peygamber (a.s.)>

mîrâcta iki defa ka'dede bulundu. Birisi, Rabbinin "Ey Mu-


hammed dur, Rabbin salât ediyor" dedii sradaki urûc (çk)
haletidir. Yani, yürümei brak, hareketten kesilip otur, zîrâ ilâhî

hikmet inii icap ediyor.

Öteki, Mûsâ (a.s.)'n: Ey Muhammedi Dur, Rabbine dön ve


Ondan hafifletmesini iste, demesiyle Hz. Musa'ya dönüü sra-

sndaki nüzul haletidir.

Birincisi fena kuûdü, ikincisi de beka kuûdüdür. Birinci ikinciye


eklendi de teaddüt (kol kola girme, birbirini arkalama) hâsl oldu.

Namaz, iki kuûdün srrn içine alr durumdadr. Makam, biri-

nin ötekine tatbiki suretiyle ikisinin de suretinin husulünü ge-


rektirir. Mânâsz lafz olmad gibi; herhangi bir suret yoktur
ki, bir hakikati bulunmam olsun. En azndan, bunlar birbirini

te'kid (pekitirme, kuvvetlendirme) eder.

Peygamber (a.s.)'i, altnc semâda Hz. Mûsâ ile karlamas,


(mekânn yukarda
tenezzülât'tan aaya nakletmek) geri kala-
nn be olduunu gösterir. Hatrla ve ganimet bil (faydalan).

262 Derleyenin Notu.


BAKARA
191

Allah in tenezzülü namazdr. Biz namaz klmazsak Allah


bizde tenezzül etmiyor. Allah insana namazda hakikatini

açar. Hz. Peygamber mîrâc'da fenaya erdikten sonrai-


ki bekaya ulat için namazda iki kere oturulur. Birin-

cisinde, Hadis'te buyrulduu gibi Mîrâc annda melekle-


rin "Ey Muhammed bekle Rab bin sala t ediyor" buyurdu-

u hakikattir. Bu, Hz. Muhammed 'in kendi hakikatinin

kendi vücûduna doru iniini (tenezzülünü) anlatr. Artk


Allah 'la beraber hareket etmektedir. kilik kalkmtr. On-
dan sonra bu zevki tam manâsyla idrâk için 6. makam-
daki Hz. Mûsâ ile karlamas ve Musa'ya dönü annda-
ki ini (aklna ve ilmine geri dönüp idrâk etmeye çalma-
sndaki ini) ise ikinci oturmann temsilidir. Bu makam-
dan sonras da iniin 5. makamdaki tecellîsidir yani yara-

dltr. 263

KA'DE
Bu makamn esrarndandr ki: nsan, ömrü boyunca iki defa

oturur. Birisi, vukuf yana ulat vakit sûreten olur. ikinci

oturu, kemâlinin son noktasnda vukufu srasnda manen olur.

Nitekim Yüce Allah buyurur: "Bildikten sonra bir ey bilmesin,

diye" (Nahl, 70).


264
Yani kemâl bakmndan erzel-i ömre (bunak-
lk) ulat vakit, orada durur, ilmi bilgisizlik hâlini alr, çocuk-

lua benzer bir hâle döner. Her balangç ve son, ekilce birbirine

benzer. Görmüyor musun, Allah Teâlâ beerin babas Adem'i,


babasz olarak yaratt? Adem'in çocuklar kemâl cihetiyle îsâ ile

son buldu; ayn ekilde o da babaszdr. Keza i, Muhammed


(a.s.) ile balad, Muhammed el-Mehdî (r.a.) ile son buldu.

Her eyi bilmek Adem'in cennetteki ilk hâli, dünyaya inip

de hiçbir ey bilmiyorum demek ikinci hâlidir. Her eyi bil-

263 Derleyenin Notu.


264 Ayetin tamamnn meali öyledir: "Allah sizi yaratmtr, sonra öldürecektir, içinizden
"
bir ksm da ömrünün en fena zamanna ulatrlr ki, bilirken bilmez olurlar.
Ayet 3
192

mek birinci oturu, bildiin hiçbir ey olmadn bilmek


ikinci oturutur.

Tekâmülün tamamland nokta Hz. isa'dr, ilk babasz


doan Hz. Adem'dir. Tekrar zuhuru Hz. isa'dr, (beerin
kemâli tam mîrâc'dr). Kâmil zuhuru Hz. Isâ 'dr. Bura-
da âlem biter.

Peygamberin Hz. isa'dan fark, vücûdî tecellîde Hz.


Isâ 'da görünen bütün makamlarn bekada aikâr olmas-
265
dr. Bu âikârlk insân- kâmil ile devam eder.

KIYAM
Bu makamn srlarndan biri de udur: Her kyam meakkat-
li (zahmetli) olur. Bunun için Allah gündüzü istek (ibtiâ) zama-
n klmtr. Her kuûd (oturu)' Az rahatlk vardr. Bunun için

Allah, geceyi dinlenmeye tahsis etmitir. Kâmillerin bâtn için

olan hariç insana, dünyada rahatlk yoktur. Onlar, kalb ve ka-


lp itibaryla âhirette rahat ederler. nsân- kâmil, nüzul (ini) ve

bekasndan dolay, zahiri itibaryla avamn (halktan ilmi irfan

kt olan) belâlarna mâruzdur. Bu, onun ayardan (yabanclar)


gizlenme sebeplerinden biridir. Onun hâli, dünyâda mâkullerin
(akledilir) hâline tâbidir. Cennette ise, hâlleri kendilerine tâbidir.

Ta ki hastalanmasnlar, ihtiyarlamasnlar, dünya insanlarnn


belâlar gibisine mâruz kalmasnlar. Çünkü insân- kâmil ora-

da, zahiren ve bâtnen mahfuzdur (hfzolunmu, saklanm) ve


selâmettedir. Gerisini ona göre kyas et. Bu durum, Allah'n faz-

l ve nimetidir, yüce ann tazim içindir.


Ehl-i dünya, dünyada iken Onun yüce sânn bilseler, O'na hiz-

metten fazla olarak kulluk ederlerdi. Fakat Allah, sânn gizlemi


ve müteâbihlerden (Mânas açk olmayan ve Kur'ân- Kerîmin
ve hadîslerin mecazî mânalara gelen ifadeleri) klmtr. Bunu da
tevillerin hakikatlerine ve müteâbihlerin srlarna ulancaya
kadar muhkemlerle çalmalar için yapmtr.

265 Derleyenin Notu.


BAKARA
193

Insân- kâmilin hakikatine kadar gidersek ki o hakikat


Allah 'tr, iste o zaman kulluk baslar ki o kulluk Allah a
edilmi olur.

"Hem gidilen yol, hem varlacak nokta O' dur". Bunu an-
larsak Allah'n onda tecellî ettiini anlarz. Ama sadece gi-
dilecek yol olarak görürsek hizmet ederiz. Varlacak nokta
266
olduunu görürsek kulluk ederiz.

Beinci soru:
Gündüz ihfâ ile olmuken kraat fi s-salât
Cuma ve lydin sala ti içre olmamak nedir?

-Namazlarda kraat gündüz gizli olduu hâlde, Cuma ve


bayramlarda cehri olmasnn hikmeti nedir?

CEVAP:
üphesizdir ki, ariflere göre Kur'ân Allah Teâlâ'nn kelâmdr,
kelâm da sfatlarndandr. Sfatlarn sân gizlilik deil zuhurdur.
Zîrâ gizlilik, sfatlarn deil zâtn özelliidir. Aksi hâlde, isim ve
sfatlarn tecellîleri, yüce eserleri ile zuhur etmezdi. Bu yüzden,
slâm'n ilk zamanlarnda, gece ve gündüz Kur'ân' cehri (yüksek
sesli) Kurey kâfirleri, iittikleri zaman
olarak okurlard. Fakat,
Kur'ân hakknda ileri geri konuur olunca, müminler gündüz
okumaktan men edildi. Geceleyin asl üzere cehri okuma devam
etti. Zîrâ, dümanlar gece uyuyorlard, onlardan müminlere bir

zarar gelmiyordu. Bu, o konuda er'î bir sebeptir.

GÜNDÜZ VE GECE
Zevkî hikmete gelince: Gece, Zât srrnn mazhar olmas dola-
ysyla; sevenin, münâcât ve Allah'la birlikte konumak için or-
taya çkma zamandr. Gece, her ne kadar hakikatte gizliliin
mazhar (zuhur yeri) ise de, ariflere vâkî tecellîlere nisbet edilin-
ce zuhurun mazhardr. Onun için srâ hâdisesi geceleyin vuku
bulmutur.

266 Derleyenin Notu.


Ayet 3

194

Cinsî münasebette asl olan, geceleyin yaplmaktr. Bunun için-

dir ki, vuslat srrnn zuhuru ve ayrlk libâs (elbise) ile gizlenme-

nin son bulmasna iaret olmak üzere, her kadn kocas ile an-

cak gece zifafta bulunur. Gecede bir gizlilik ve nice zuhur vardr.

Gündüze gelince, gerçi o, hakikatte zuhur yeridir. Fakat, sfatlar

perdesine nisbetle gizliliin mazhardr. Bunun için Allah fazl-


n ve uzun bir gölge gibi kâinata yaylan geni rahmetini istemek
için, gündüzleri hareket hâlinde olmay emretti. Buradan hare-
ketle, gündüz, nûrânî hicaba (örtüye) iaret oldu. Bu, zulmânî ör-

tüden sonra gelir. Zîrâ gündüz, geceden sonradr. Hadîs-i erifte


267
"Hicâb nurdur' buyrulur. Bu, birinci örtüye iarettir. Baka
268
bir rivayette "Hicâb atetir", denir. Bu da ikinci örtüye iaret-

tir. Bunun tafsili yetmi bindir. Sâlik için örtüsüz olarak mut-
lak zâta ulancaya kadar, hepsini kat etmek icab eder. Tabiat ör-

tüsünün, örtülerin en büyüü olduu bilinir. Nur Hz. Adem'in,


ate Hz. Havva'nn mertebesidir. Havva, tabiat mertebesine ia-

rettir, ate de böyledir. Adem'e nisbetle zuhurun iddetinden do-


lay, Havva ate olarak tabir olunmutur. Ate, nura nisbetle id-
detlidir. Atein asl nurdur, fakat atete bulunan fazla bir vasf,

ikisini ayrmtr. Ellerin dönü yeri kürek kemii ve kask ol-

duu gibi, atein dönecei yer de nurdur. Artk buradan anlal-


mtr ki, gece için uygun düen cehr (açktan ve yüksek sesle oku-

mak), gündüz için ise ihfâ (gizlemek) 'dr.

Evvelce iaret ettiimiz gibi; bayram ve cuma, cem' ve vuslat

âleminden haber vermekte bulunduundan, bu namazlarda


cehri okumak vazolundu. Bu ikisi, insanlarn toplanmas için
cennetteki cem' makamna benzerler. Bu yüce makamda toplan-
malar, izdivaç vaktine iaret olduundan, gelinlerin yapt gibi,
yeni elbiselerle süslenmek sünnet olmutur.

Bütün bunlar havâssa (seçkinler) nisbetledir, dersen cevab öyle

olur: Her durumda Allah'n kendilerine gizli olmad daha seç-

267 bn Mâce, Mukaddime, 13.

268 Müslim, îmân, 79.


BAKARA
195

kinlere (ehass) gelince; cehr ve ihfâ (açklk ve gizlilik) onlar için

müsavidir. Zîrâ onlar, kelâm- nefsi mertebesinde cehr ve ihfânn


mebdeine (balangç) ulamlardr.

Gece beer için gaflet, arif için vuslattr. Onun için îsrâ

gece gerçeklemitir. Gündüz sfatlarn aikâr olup zâtn


gizlendii zamandr. Allah 'in fazln rahmetini istemek
için hareket hâlinde olmamz gerekir,
iki türlü hicap vardr: 1. Nûrânî hicap 2. Zulmâni hicap,

insan Allah 'in zâtna ulancaya kadar iki hicab da tanr.


Hz. Adem'in makam nur ise Hz. Havva'da tecellî eden
nûr, ate gibi yakc oldu ve gündüzü temsil etti. Gece ise

nurun temsilidir. Ancak Cuma ve Bayram namazlarn-


da gece gibi cem ve vuslat olduundan açk olarak okumak
emrolunmutur. Allah \n sevgilileri için ise açklk ve giz-
lilik eittir çünkü onlar için gece gündüz fark kalmam-
269
tr.

SLSLE-Î MERÂTB
Ben derim ki, silsile-i merâtibe (mertebeler zinciri) ri lâzmdr,
çünkü intizam böyle salanr. Nitekim, hakikatte avam havâssa,
havas da daha haslara tabidirler. Birinci durum cennet ehlinin
hâli, ikincisi ise dünya ehlinin hâlidir. Nitekim, evvelce buna
iaret etmi ve öyle demitik: Hâslar, bütün zamanlara nisbet-
le bir makamda beklemezler. Kendilerine vâki tecellî zamanlar-
nn en deerlisi, gecenin fecre yakn ksm, sonra ilk kuluk vak-
tine kadar olan süredir. Bilâhare, inkiafta (ilerleme, gizli srla-

rn bilinmesi) baz zayflamalar balar ve genelde, ikindiye yakn


zamana kadar gizlilik husule gelir. Daha sonra yatsya kadar hâl
yenilenir. Bilâhare yatsdan sonra gizlilik (istitar) yenilenir.

Bunlar gün içerisindeki farkllklardr. Aylardaki farkll buna


kyas et. Yani bir günün çeitli bölümleri, tecellî ve istitarda nasl

269 Derleyenin Notu.


Ayet 3
196

farkllk arzediyorsa, keza haftann günlerinin birbirine nisbeti,

bir günün vakitlerinin birbirine nisbeti gibidir. Aylar da böyle-

dir, ehli olan anlar. Bu azz ve alîm olan Allah'n takdiridir.

Zamanlar farkl olduu gibi, mekânlar da farkldr. Üç mescid 270


ve benzerleri, yeryüzünün baka bölgeleri gibi deildir. Hâllerin

farklln da buna benzetebilirsin. Namaz hâli, tecellîde baka


hâllerden daha kuvvetlidir. Peygamber (a.s.)'n "Bilâl bizi rahat-

lat" sözü buna delildir. Yani biz, namaz dnda beerî meak-
katler ve kevnî gizlilikle denenmekteyiz. Bizim için ancak na-
maz içinde rahatlk vardr. Namazn manevî mîrâc olmas dola-
ysyla, gözlerden kevnî örtüler kalkar ve ilâhî âlemde tam inki-
af hâsl olur. Bunun için namaz, gözün nuru ve sevinci kln-
mtr. Zîrâ insan, sevgiliyi gördüü vakit üzüntüsü kalkar, kal-

binde anlatlmaz nee ve ferahlk hâsl olur. Ey arkada, eer sen


cem'a ve fenasna ulamsan, Kur'ân' cehrî olarak okuyabilirsin,
bunun künhünü (asl, öz) de ancak beyân ehli olan açklayabilir.
Çünkü o Allah kelâmdr, Allah kelâm kula nisbet edilmez. Ne
de olsa o kuldur, kul ise yorgundur.

ENE'L-HAK
Kim "Ene'1-Hakk" (Ben Hakk'm) derse, o, hüviyet mertebesinde

Hakk'tr. ayet hüviyete iaret ederek "O Hakk'tr" derse Müs-


lüman olmu olur. Sonra, vahyi sana ulamadan Kur'ân hakkn-
da acele etme! hfâ (gizlilik) makamnda cehr olmaz. Kalb hâli
ve hakikat mertebesi olan ihfâ tamamland vakit cehr gelir.

Cehr, lisânn hâlidir ve eriat mertebesidir.

Bayramlarda cehrî ol {cehr yap, açk ol), onlar fena ve beka bay-

ramdr. Ebû Yezîd ve benzeri cehrî oldu (açk etti). ayet ba-
kas ii açk etseydi, parça parça dorarlard... Cumada da böy-
le yap. Cuma, özel harda kuvvelerin kalb makamnda toplan-

masdr. "Bugün hükümranlk kimindir? Gücü her eye yeten tek


Allah'ndr" (Gafir, 16), âyeti ile cumada da cehr yaplr (açk edi-

270 Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa.


BAKARA
197

lir). Bu, ihfânn kendisindeki cehr ve ibtânn (gizlemenin) kendi-


sindeki izhardr.

Bir insann "Ene' l-Hakk" demesi, eer gündüz vakti yani


farkta ise günah, vuslatta ise sevaptr. Bayramlar ise fena

ve beka olduu için vuslat andr. Cuma ise kyamette vus-


lat anlatr... 271

CUMA-BAYRAM
Cuma haftada bir kerre gelir. Hafta ile murâd edilen, Sünbüle
burcunun deverandr. Cuma, yukarda geçtii gibi yedinci bin-

dedir. Bayram, senede iki kerre gelir. Zîrâ oruçlu için iki ferah-

lk vardr. Bir ferahlk, iftar srasnda, bir ferahlk Rabbine ka-

vutuu sradadr. Seneden kastedilen, mutlak olarak ömrün se-

nesidir. ftarn ferahlna ilk bayramla iaret olunur. Bu, tabia-

tn ferahlk duymasdr. Bu, riyâzat ehlinin yolu olan daimî im-


sak için hayatta bir defa olan ferahlktr.

Kavuma ferahlna ikinci bayram ile iaret olunur. Bu, ruhun


ferahlk duymasdr. Her ne kadar tecellîler çeitli ise de, bu da
ühûd (ahit olma, görme) ehlinin yolu olan tecellîlerin devam
için bir defa olan ferahlktr. Bunun srr bayramn maddî yönü
ile ilgilenenler için, ikinci bayramn zahirinin haccn tamam-
lanmasna ve Kabe'nin ziyaretine bal bulunmasdr. Bâtn ise,

bayramn manevî yönü ile ilgilenenler için, kalbî niyetin tamam-


lanmasna, bir olana ruhen teveccühe (yönelme), srrî olarak Zât a
meyletmeye ve fenann son noktasna Ev'in sahibini ziyaret et-

meye baldr.

Ömür boyu oruç tutan bir tek defa iftar eder; o, maddî fe-

rahln sebebidir. Sonra onun ii, fena srasnda, tabiattan ve


onun formalitelerinden, manevî ferahlnn sebebi olan lika-i

Rabbanisine (Rabbine kavuma) havale olunur.

271 Derleyenin Notu.


Ayet 3
198

Buradan anlalr ki sâlik, tabiat makamnda zikri açk yapar,


bu ilk cehrdir. Sonra hakikat makamnda teblii açk yapar, bu
ikinci cehrdir. nsanlarn bayramda bir araya gelmeleri; peygam-
berlerden sonra Allah'a herhangi bir hüccet (delil) olmamas için

Kur'ân' ve ahkâm (hükümler) dinlemeleri bu hususa delâlet

eder. Bunun içindir ki Cenâb- Hakk "Sana buyrulan açkça or-

taya koy!"(Hcr, 94), buyurur. Yani onu, asla bir kimseye benze-

meyecek ekilde apaçk bir tarzda ortaya koy, demektir.

Bayramlarn belirlenmesi, onlardaki açk (cehri) okuma,


Medine'de vuku buldu. Zîrâ Medine, açkl îcab ettiren beka

makamdr. Cuma da böyledir. Peygamber (a.s.), cumay ilk ola-


rak Kubâ yaknnda Benî Salim' de klmtr. Burada fenas ve

bekas olmayann, sürûru olmayacana bir iaret vardr. Böy-

lesinin sürûru, arzî bir iten dolay arzî bir sürürdür, yakn za-

manda yok olur gider.

Fena ve beka sahiplerinin sürûruna (ne§e, sevinç) gelince, zatî bir

sebeple bizzat sürürdür. Herhangi bir hâlle deimez. Bu yüzden,


havâss için teselli ancak Allah Teâlâ'ya vuslattan sonra hâsl olur.

Burada baka bir sr daha vardr: Cem'iyyet (toplanma) üçtür; fi-

iller makamnda kalbin toplanmas, sfatlar makamnda ruhun


toplanmas ve makamnda srrn toplanmas. Bunlarn says,
zât

iki bayramda cumann says kadardr. Srrn cehri, rûhânî kuv-


vetlerin iitmesi içindir. Ruhun cehri, kalbî kuvvelerin iitmesi

içindir. Kalbin cehri, nefsânî kuvvelerin iitmesi içindir.

Nefs mertebesinde cehr yoktur. Nefs fark zümresinden olma-


s dolaysyla münferiddir. Münferid (yalnz, tek) olan, cehr ile

ihfâ (gizlilik) arasnda muhayyer (seçilmesi serbest olan) olmakla


beraber, gece içindir. Fakat gündüze ait münferid böyle deildir.
Bayramlar ve Cuma, ancak cemaat içindir ve cehr sadece onlara
mahsustur. Allah'tan ihfâ ile dili köreltmesini, cehr ile uzatma-
sn niyaz ederiz. yi bil!
BAKARA
199

Cuma, Cuma dan Cuma'ya yedi tecellîsi olduu için

Peygamberin tecellîsidir. Bayram ise senede iki kere ge-

lir. ftarn ferahl ilk Bayram dr. Tabiatn ferahl de-

mektir. kinci Bayram ruhun ferahldr ki nefsin kurban


edilmesidir. Ayn zamanda haccn yaplmasna ve Kabe zi-
yaretine de baldr. Yani, zât tavaf evin sahibini ziyaret

demektir. Buradan da anlalyor ki tabiat makamnda zi-


kir açk yaplr. Hakikat makamnda ise tebli açk yaplr.

Bayram namazlar ve Cuma namaz ilk defa Medine'de

klnmtr. Medine de beka makamdr.


Srrn okumas, kendindeki ruhanî kuvvetlerin iitmesi

içindir Ruhun okumas, kalbi kuvvetlerin iitmesi içindir,

kalbin okumas nefsani kuvvetlerin iitmesi içindir. Nefs

okuyamaz. Fark makamnda olduu için tektir.


272
Cehr (okuma) cemaat içinde olur.

Altnc soru:
Çün yakn ola kyamet maribî olup ems
Kenz-i garba girip andan yine domak nedir?
-Kyamet yaklat vakit, günein batya geçip yine oradan
domasnn hikmeti nedir?

CEVAP:
Bu söz, kendinden önceki ve sonraki sorulara -ilgi d olmas
dolaysyla- yabancdr. Zikre konu olmas, bahsi geçen namaz-
larn vaktini belirleyen güne dolaysyladr, denebilir.

KIYAMETLER
Bil ki kyamet ya küçüktür, ya büyüktür. Büyük kyamet, ölenin

görünüüyle (suretiyle) yok olmasdr. Onun da bir takm artla-

r vardr. Günein batdan domas bunlardandr. Bu, brahim

272 Derleyenin Notu.


Ayet 3
200

(a.s.)'i Nemrud'a Onu batdan dodur" (Bakara, 258), sözünü


tasdik içindir. Allah'n, günei batdan da doudan da getirme-
ye gücü yeter.

Küçük kyamete gelince; tabiatn ehvetlerinden kesilmeyi; nef-

sin, arzularndan; kalbin, ahlâkndan; ruhun, ilimlerinden; sr-


rn, meyillerinden fânî olmasdr. Ona küçük kyamet denmitir.
Çünkü görünüte küçük âlem olan insanda vuku bulur. Onun
da bir takm artlar vardr. Bundan öncekinin aksine, ruh gü-
neinin cesed maribinden domas gibi. Bundan önceki kalb-i

a'lâ ufkunda idi. Günein nuru gibi, onun da nuru vardr. Fa-

kat, günein nuru gibi o da kaybolan cinstendir. Onun nezdin-


de bulunan külli fenaya yaklanca, nûr ve zulmet (karanlk) eit
olur, belki de nûr zulmete döner. Peygamber (a.s.) öyle buyu-
175
rur: "üphesiz Allah halk zulmet içinde yaratt..." Yani onla-
r Âdem (yokluk) zulmetinde takdir etti, sonra üzerlerine kendi
nurundan serpti. O, vücûd nurudur, günein nuruna hayat verir

de güne doar; aslnda güne kszdr.

Cesed maribinden (bat) dousu ile kastedilen sudur: Ce-

sed, bat tarafgibi zulmânidir (karanlk), nitekim ruh da


dou gibi nûrânîdir. "Dou ve bat Allah'ndr" (Bakara,
115), âyeti ile buna iaret vardr. Güne, ksz kalp, ce-

sedin zulmâni taayyününden (aikâr olma, ortaya çkmak)


fâni olmas gibi nûrânî taayyününden fânî klnnca, ilk

hâline döner ki o ilk hâlinde Allah, günei zulmette yarat-


mtr, kendisi ne parlt ne de siyahlk olmayan âlemdedir.

Allah, günee zât olarak tecellî etti, böylece o nârla doldu,

sonra ondan kuvvelere, sonra uzuvlara tat, nihayet varl-

n bütün parçalar nurla doldu. u buna iarettir: "Yeryü-

zü Rabbinin nuruyla aydnlanr. " (Zümer, 69). Peygamber


2 275
(a.s.) da "Allah'm beni nûr kl!" ^ buyurur.

273 Tirmizî, îmân, 18.

274 Müslim, Salâtü'l-Müsâfirîn, Hadis No: 187.


275 Derleyenin Notu.
BAKARA
201

ÂDEM'E TECELLÎ
lâhî tecellî ile birlikte ruhun hâli, kendisine ilk üfleniinde cese-

din ruhla birlikteki hâli gibi olur. Hz. Peygamber (a. s.) öyle bu-
276
yurur: "Allah Adem i yaratt ve ona tecellî etti." Yani ona ilk ola-

rak ruh suretinde, sonra bütün isim ve sfatlar ile hattâ zâtnn
nuru ile tecellî etti. Böylece Âdem, baka varlklarn aksine bü-

tün bu tecellîlerin mazhar oldu. Tecellî menbandan (kaynak)


277
herkes içecei yeri bildi. Keza insanlardan gayrisi mutlaka ruh
menban bildi. Çünkü ruhun bir sureti, bir de hakikati vardr.
Sureti, zahir ehlinin anlad taraf, hakikati ise hakikat ehlinin

anlad tarafdr. Allah Teâlâ'nn u sözü buna iarettir: "Onu


hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir ey yoktur. " (srâ, 44).Açktr ki,
Yüce Allah celâli tecellîsinin sureti ile, ruha kahr ile muame-
le etmi ve taayyünü (ortaya çkma, aikâr olma) izâle etmi-
tir. Böylece o, cesed maribinden doar olmutur. Onun vücud
âlemini aydnlatacak yoktur. Allah Teâlâ'nn "tek ve kahre-

dici" {Gafa, 16) sözü buna iarettir. Bu konuda düünürsen, sana


onun açk srr kef olunur.

GECE-GÜNE
Bu hususta baka bir cevap daha vardr: Gece, zulmânî hicabn
(perde) taayyününe (ortaya çkma, aikâr olma) iaret olduu gibi;

güne de nûrânî hicabn taayyününe iarettir. Dâbbetü'1-arz,


süflî ve hayvânî tabiatn suretine; Deccal, nefsânî taayyünün
misâline iarettir. Kyamet yaklat srada, zulmânî hicabn
galebesi ile durum deiir. Âlem, gece gibi iyice zulmânî (karan-
lk) olur. Tabiî süflî hâllerin zuhuru ile de insanlar, hayvanlar
gibi olur. Keza nefsânî gailelerin (düünce, dert, sknt) hücumu
ile, bu zamann eriat ve hakikat nurundan uzak olmas dola-

ysyla, bedenlerin ruhlardan ayrlmasndan sonra bakalamas


gibi, her ey bilinen ekillerinden baka hâle gelir. "Küçük fena"
276 Bursevî bu ifâdeye Kitabün 'n-Netîcede de yer verir. Bkz.Ali Naml-mdat Yava neri,
stanbul, 1997, c. I, s. 351 ve c.II, s.97, 102, 308.
277 Bkz. Bakara, 60.
Ayet 3
202

saylan tabiî ölümün vukuu srasnda tevbenin kabul olmamas


gibi, o vakitte tevbe kabul olmaz.

Bu ümmetin ömrü, çounlukla 60 ile 70 arasndadr. Onun için

bu hususa iâreten tevbe bab (kap) senesiz olarak meydana çk-


t. Bu bâb, günein batdan doma srasna, yani ruhun cesed-
den ayrlma zamanna talik edilmitir, kabul ve ikbal (teveccüh,
yönelme, kabul) zaman son buldu.

Bu makamn tahkiki: doudan domas, Hz.


Günein
Muhammed'in erîatinin zahiri ve bâtn ile bekasna iarettir.
O, idare edici ilâhî ruhun suretidir. Günein batdan doma-
s, erîatin hükmünün son bulmasna iarettir. Bu ise, bedenle-

ri idare eden hayvânî ruhun suretidir, özellii beden maribin-


den domaktr. Velhâsl, hayvânî ruh beden maribinden (bat
tarafndan) doduu vakit, kuvveleri ve hükmü altna
uzuvlar
alr ve insanlar, hayvanlar gibi olur. Günein batdan domasn-
da da buna iaret vardr. O srada hâl tersine döner, iler deiir,

zahirden bâtna intikâl eder. Mushaflar kalkar, kalplerden ilim


yok olur. Geride sadece cehalet ve hayvânî sfatlar kalr. Allah
bizi bundan korusun.

Yedinci soru:
Ziyâde tekbîrleri tydin nedir hem idicek

Her birinde ellerini abdî kaldrmak nedir?

-Bayram namazndaki ziyâde tekbîrlerin ve o srada elleri

kaldrmann hikmeti nedir?

CEVAP:
nsanlarn Resûlullah (a.s.)'a kar korku ve sayglar büyüktü.
Çünkü o, ism-i â'zam'n (Allah'n en büyük ismi. Onunla yaplan
her dua kabul olur) hakîkî olarak mazhar idi. Nitekim insanlar
sultana kar da korku ve sayg duyarlar. Zîrâ o, bu toplayc is-

min sûretâ mazhardr. Bunun için "Sultan Allah 'in gölgesidir"


BAKARA
203

denmitir. Yani hakîkat-i ilâhiyyenin gölgesi demektir. Heybet


ve celâl bakmndan gölge, bu mevkide olursa, gölgenin sahibi

hakknda fikrin nedir?

BAYRAM TEKBÎRNN HKMET


Devr-i saadette insanlar, bayramlarda çeitli kabilelerden saysz
ekilde toplanrlar ve Peygamber (a.s.)'i görmek için tehacümde
(birbirine hücum etmek, üümek) bulunurlard. Ona kar olduk-

ça ta'zimkâr (hürmetkar) davranrlar, büyüklük ve ululuu ken-


disine yöneltirlerdi. te bayram namazn ziyâde tekbîrlerle kl-

mak Peygamber (a.s.)'in emridir. Tekbîrlerin her biri, ululuu


kendi nefsinden nefyedip (yok edip), Allah Teâlâ'ya yöneltmeye
iarettir. Bunun için Hz. Peygamber (a. s.), srâ gecesinde Aha-
diyyet makamna ulap, Allah'a manen mülaki (kavuan) oldu-

u vakit, kulluu seçti; kdemi (öncesi olmayan) hudûstan (hadîs,

sonradan olan) ayrd ve "Ben kulum, Allah'tan baka ilâh yok-

tur", dedi. Burada arifler için büyük bir tedip (edeplenme) vardr.

Ziyâde tekbîrler konusunda farkl rivayetler bulunmaktadr


ve her birinin bir yönü vardr: Onlar peygamberin kalbinin

itminan (kalpten ve gönülden inanma) bulmas içindir. Ziyâde


alt tekbîrle itminan bulup, orada durabilirdi. Bazen de makam,
bundan fazlasn icab ettirir ve itminan hâsl oluncaya kadar
ilâveye devam eder; her birinde nefyi tahkîk ve manây tatbik

için elleri kaldrrd.

Elleri kaldrmak Lâ ilahe yerinde, "Allâh-u Ekber" ise illallah ye-

rindedir. Önce eller kaldrlr, sonra tekbîr alnr. Zîrâ kelime-i


ahadette nefy (Lâ ilahe sözü), isbattan önce yer alr. in hakikati
udur: Sa el âhiretten, sol el dünyadan ibarettir; elleri kaldr-
mak ise dünya ve âhireti elden çkarp arka tarafa atmak ve her
ikisinde de büyüklenmeyi yok etmekten ibarettir.

"Allâh-u Ekber" sözü; Azîz ve Hakîm olan, göklerde ve yerde

ululuk kendine mahsus olan Allah için, ululuu isbat etmek-


Ayet 3

204

tir. Keza gözler de iki dünyaya iarettir. Sâlik her ikisine gözü-
nü yumarsa, gayb tarafna basireti açlr ve körlükten sonra gö-
rür hâle gelir.

Artk bu kadarla son verelim. lahî srlar snrszsa da, vaktin

bundan fazlasna tahammülü yoktur. Snrsz olan snrlamak


cidden imkânszdr, fakat arif olana iaret kâfidir. Zîrâ arife nis-
betle her kelime, manâlar mecmuas ve hakikatler ambardr.
Hakk Teâlâ öyle buyurur: "De ki, Rabbimin sözlerini yazmak
için denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden deniz-
ler tükenirdi." (Kehf, 109). Yani Rabbimin kelimeleri tükenmez,

onlar Onun malûmat ve takdiri dâhilinde olan eylerdir. De-


nizler geni ve ihatal (kuatc) da olsalar, sonlu bir mürekkeb ol-

duklar için tükenirler.

Bu satrlar takdir edilen gün, ay ve senede Yüce Varln, satrla-

rn en aasna indirdii bir kalemle, mebrûr (makbul) Hac için

Ev'in yaplmasna yardm eden (Ismâil)'nin eliyle ortaya çkt.


278
Ve lillâhi'l-hamdü alâ abdihî ve's-salâtü alâ bed'ihî ve avdihî.

"Kendilerine verdiimiz rzktan bakalarna yardm için

verirler."

n fak:
"nfâk", maln elden çkarlmas, harç ve sarf edilmesi demektir. 279

Arapça'da "infâk" ve "infâd" kelimeleri e anlamldr. Ancak


"infâd" kelimesinde farkl olarak, elinde var olan eyi tümüy-

le harcamak ve hiçbir ey brakmamak anlam vardr. Hâlbuki


"infâk" kelimesinde böyle bir anlam yoktur. Buradaki infâktan

278 Bu çalmann ilk yaymland yer: Tasavvuf lmî ve Akademik Aratrma Dergisi, An-
kara, 2003, say: 10, s.9-43.
279 Elmalk M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur'ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.180.
BAKARA
205

maksat, farz olsun nafile olsun, tüm hayr yollarna yaplan har-
28ü
dr.
camac

nfâk, farz ve nafile olarak iki ksma ayrlr. Farz olanna zekât,

nafile olanna da sadaka denir. Nafilenin farz olan da bulun-


maktadr.
Bil ki; nfâk'n farz olann yani zekât edâ etmekle, cimrilikten

kurtulursun. Nafileyi yani sadakay edâ etmekle de, yüce dere-


celere ulaarak kerem mertebesine hâiz olursun. Öyle ise; önce-
281
likle cimri olmaktan kaçn!

Farz ksm Allah'n snflarn belirledii ve belirli bir zaman


ve ölçüye göre düzenledii iken, gönüllü olan, herhangi bir eye
bal deildir. Çünkü gönüllü vermek, rubûbiyetin vergisidir ve
dolaysyla snrlanmaz. Farz ise kulluun vergisidir ve dolaysy-
2J82
la efendisinin belirledii eye göre verilir.
*

Ebu'1-Leys (r.a.), Tefsîr'inde der ki:

Yakîn üç mertebedir: Yakîn-i yân, yakîn-i haber, yakîn-i delâlet.

Yakîn-i yân: Bir eyi görüp o ey hakknda her türlü ekk ve üp-
heyi izâle eden yakîndir. Görmekle temin edilir.

Yakîn-i delâlet'. stidlal (delil getirmek) ile elde edilen yakîndir.

Meselâ uzakta bir yerde duman çktn görüp orada bir atein
bulunduuna dair elde edilen yakîndir. Burada atei görme yok,
dumanndan istidlal vardr.

Yakîn-i haber. Bir eye dair haberle yakîn elde edilmesidir.

Meselâ dünyada Badad diye bir ehrin bulunduundan bahis

olunur ki, kii oraya gidip görmese bile oray bilenlerin verdikle-

ri haber ile mevcudiyetine yakîn hâsl eder.

280 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 66.

281 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 213.

282 bnü'l-Atabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ektem Demirli, stanbul, 2006, c.IV,


s.426.
Ayet 3

206

Âyet-i celîlenin bu beyân müahede mertebesinde olmayanlar


için yakîn haberdir. Bundan sonra yakîn-i delâlet gelir. Âhiretin
hak olduunu yakînen görünce de haber ve delâlet, yân (bel-

li, açk) ve müahedeye (bir eyi gözle görme, ahit olma) yükselir.

eriatn zahirini bilmek ilme'l-yakîn, bildiini halisane ve ihlâs

üzere yaamak ayne'l-yakîn, müahedeye ermek de Hakka' 1-


yakîn mertebesidir.

lmel-yakîn, isabetli bir fikir ve istidlal (delil getirme) ile idrâk-


bâtn (bâtnn, görünmeyenin idrâki) vastasyla hâsl olan ilim-
dir. Bu, gayba yakînen inanan âlimlerin bulunduklar mertebe-
dir. Bu mertebe ilim ervâh- kudsiyye (kutsal ruhlar) ile müna-
sebet kurulmakszn ziyâdelemez. lim aynen yani gözle göre-
rek tahakkuk etmise bunun mertebesi ayne'l-yakîndir. Bu da
malumun müahedesi ile hâsl olur. Bu mertebenin bir üstü-

ne ikilik hicab (perde) aradan kalkmakszn varlmaz. Bundan


sonra Hakka'l-yakîn mertebesi gelir. Bu mertebede artk hicâb
diye bir ey kalmamtr. Bu mertebenin aynel-yakîni evliyaya,
Hakka'l-yakîni ise enbiyâya mahsustur.

Bu derece ve mertebeler ancak müahede ile hâsl olur. Her za-

man abdestli bulunmak, az yemek, semâvât ve arzn Allah tara-

fndan idaresi hakknda tefekkür, lüzumsuz eylerle meguliyet-


ten kaçnmak, farzlar sünnetleriyle beraber edâ, Hakk'dan gay-

rilerden, yani mâsivâdan tecerrüd (soyutlanma), Allah'a vâsl ol-

maktan baka her türlü arzuyu terk, az uyumak, Allah'a arz-


ubudiyet (kulluunu arz etmek) etmek, haramdan kaçnmak,
helâl yemek, sözünde ve iinde doru olmak, kalbiyle murakabeye
(kendi iç âlemine bakma, dalp kendinden geçme) her an devam
etmek gibi mücâhedelere devam etmek ki bunlar yân (âyân, bel-

li, açk) ve müahedenin (bir eyi gözle görme, ahit olma) anah-
tarlardr.

On zümre vardr ki bunlar aklanmlardr.


1. Haliknn (Yaratc) Allah olduunu bilip de O'na kulluk et-

meyen,
BAKARA
207

2. Râzknn (Rzk veren) Allah olduunu bilip de huzur ve


itminan (tatmin olma) içinde bulunmayan,
3. Dünyann zail olduunu bildii hâlde ona îtimâd eden, yani
her türlü iinde onu esas kabul eden,

4. Vârislerinin, kendinin düman olduklarn bildii hâlde on-


lar için mal biriktiren,

5. Ölümün bir gün muhakkak geleceini bildii hâlde ona ha-


zrlanmayan,
6. Kabrin menzili olduunu bilip de oras için tedarikli bulun-
mayan,
7. Kendisini hesaba çekecek olann Allah olduunu ve Onu
aldatmann imkân bulunmadn bildii hâlde sahih bir
hüccete {delil) dayanmayan,
8. Cennete ulamak için srattan geçileceini bildii hâlde ora-

dan dümekten korkmayan,


9. Atein fâcirlere me'vâ (yuva) olduunu bildii hâlde ondan
ürpermeyen,
10. Cennetin ebrârn yurdu olduunu bildii hâlde oraya gir-

mek için amel etmeyen kimse aldanmtr.

Zü'n-Nûn-i Msrî (k.s.) demitir ki:

Yakîne eren tûl-i emeli (uzun emel) terk eder. Tûl-i emeli terk
eden zühde, zühd hikmete, hikmet de her iin sonunu düün-
meye götürür ki âhiret îmân bu îmân ve tefekkürün kemâl
hâlidir.

Büyük arifler demilerdir ki: Vücûd hicabnda kalmann zille-

tinden kurtulan, uhrevî ilerde yakîne ermenin izzetini (üstün-


lük, saygnlk) tadar. Gözlerinden hicâb (perde) kalkncaya ka-
dar îmân eder, hicâb kalktktan sonra yakîne erer. Bu mânâda
Hz. Ali "Perdeler açlm bile olsa yakînim artmaz, zîrâ ben
devaml yakîn içindeyim" demitir. Çünkü vücûd hicabndan
kurtulan, uhrevî (âhiretle ilgili) ileri müahededen dünya-
nn cismâni hicaplar perdeleyemez. Hicâblarn açlmasyla
Ayet 3
208

îmân mertebesinden îkân (kesin bili) mertebesine ererler. te


Kur'ân hidâyetiyle hidâyete erip gayba îmân edenler, namaz-
larn dosdoru klanlar, kendilerine verilenlerden infâk eden-

ler, Hz. Muhammed (a.s.)'e ve Ondan evvelkilere inzal olu-

nanlara îmân edenler; âhirete yakînen îmân edenlerin tâ ken-


dileridir. Bunlar gerek dünyada gerekse âhirette, dünya ilerin-
de âhireti, âhiret ilerinde dünyay iç içe ve yakînen müahede
ederler. Âhireti dünyadan ayr ve uzak görmedikleri için ahrete

îmân mertebesinden îkân mertebesine yükselirler. Allah Teâlâ


bu hususta:
"imdi senden perdeyi kaldrdk. Artk bu gün gözün çok keskin-
283
dir. " (Kâf, 22) buyurmutur.

• Nafile sadaka vermekle yüce mertebeler istemezsen, bari farz-

la amel edip zekât vermekle kendini cimrilik dairesinden çkar.

Zekâttan baka, senin üzerine bir farz daha vardr. Meselâ


mümin kardeinin muhtaç olduunu gördüünde ayet muh-
taç olduu eyi malndaki fazlalktan vermediin takdirde helak

olacaksa, ona ya hibe veya borç yoluyla muhtaç olduu eyi ver-

men sana vâcib olur. te bu ekilde onun ihtiyacn gidermen sa-


dakadr... Farzdr.

Zekât farzdr. Muhtaç olanlarn zaruretinin giderilmesi için

zekât dnda sadaka vermek de farzdr. nsan sadakay vermek-


le nefsine galebe eder.

Sadaka vermek niçin nefsine zor gelir?

nsan, hrsna dükün, sabr kt, bir kötülük geldiinde feryad


basan ve ona bir iyilik dokununca cimrilikle vasflanm olarak

yaratlmtr. Bu yaratlta olan varlk tabi ki sadakay vermek-


te zorlanr.

Allah Resulü Aleyhisselâm'a ;

283 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 32-35.
BAKARA
209

-"Hangi sadaka daha hayrldr?" diye sorulduunda Allah


Resulü ;

-"Shhatli olduu hâlde hayat düünerek veya fakirlii düüne-


rek nefsin seni cimrilik yapmaya zorlad zaman, verdiin sada-

ka hayrl sadakadr." Cevap buyurmutur.


Allah Teâlâ, sadakann faziletini öyle beyân etmitir.
"Kim nefsinin (mala olan) hrsndan ve cimriliinden korunursa

iste muratlarna erenler onlarn tâ kendileridir. " (Har, 9). Öyle


ise; kurtulua erenler onlardr.

nsan uzun emelli olduu için elindeki maln kayp olmasn-


dan ve fakirlikten korkar. te bu uzun emeli, fakirlik korku-

su ve mala olan hrs, onu, elinde bulunan malda cimrilik etme-

ye yani Allah'n ona verdii nimetlerden muhtaçlara vermemeye


sevk eder. Böylece de o kimse, habire dünya hazinesini doldur-
maya çalr. nfâkta bulunmaz. Hatta üzerine farz olan zekât

bile vermemezlik yapar. Nihâyetinde de o, âhirette srtna ar


bir yük olarak cehennemin kzgn ateleri içine atlr.

nfâk'n zorluundan dolay muhtaca verilen eye sadaka den-


mitir.

Sadaka lugatta; zor, iddet ve salamlk mânâlarna gelmektedir.

Allah Resulü Aleyhisselâm cömert ve cimri kiiler hakknda öy-


le bir misâl vererek açklamada bulunmutur.
-Cimri ile cömert kimsenin örnei u iki adamn meseli gibidir
ki, bunlarn üzerinde, memelerinden köprücük kemiklerine ka-
dar demirden zrhlar vardr.
imdi, cömert kimse, sadaka verir vermez üzerindeki demirden
zrh geniler uzar, vücûdunu tamamyla kaplar, öyle ki parmak
uçlarn dahi örter. Günah izlerini siler.

Cimriye gelince; o bir ey infâk etmek dilediinde derhâl o zr-

hn her halkas kendi yerine skr kalr. Cimri adam bu zrh


geniletmeye urasa da zrh genilemez. (Buhar, Müslim)
Cimrilik yapmaktan sakn! Zîrâ, cimrilik seni dünya ve âhirette
helak olacak yerlere götürür.
Ayet 3
210

Kesin olarak bil ki! Cömertlik yapmaya da ancak her eyin


hakikatine ulamaya vesile olan ilim sevk edebilir. Cimrilikten
kurtulmaya vesile olacak ilmi öyle tasavvur etmek mümkündür.
Sen, rzkn senden bakasnn yiyemeyeceini onu kendisine
azk edinemeyeceini ve onunla hayatdar olamayacan bildi-

in zaman, -velev ki yer ve gök ehli hepsi toplanp senle rzknn


arasna engel olmaya kalksalar ki buna güçleri yetmez- senin

gönlüne, muhtaç olan kimseye sadaka vermek vârid (gelen, ula-

an) olur olmaz, ona infâkta bulun ki cömertlerden ve güzel öv-

gülere mazhar olanlardan olasn.

Senin mâlik olduun malda bakasnn onunla hayatdar olaca


ve gdasn temin edecei rzk olduunu bildiin zaman,-velev
ki yer ve gök ehli senin mülkünde olan rzklaryla onlar arasn-
da engel olmaya kalksalar ki buna fakatlar yetmez-onlara mül-
künde olan haklarn öyle tasavvur ederek ver!

Yani:

'Ben bir emanetçiyim, benim hakîkaten hiçbir eyim yok. Al-


lah, onlarn rzklarn bana emaneten verdii eylere balamak-
la beni imtihan ediyor' de!
te, böyle bilmek ve tasavvur etmekle, onlara infâk etmen nefsi-

ne kolay gelir. Böylece sen kerem (izzet, eref) ehline katlrsn ve


infâk edicilerden olduun yazlr.
ayet böyle düünmeyip de sadakay kibirlilikle ve tereddütle ve-

rirsen ve o sadakay vermekle benlik hissine kaplrsan, rahata


ulatrdn o kimsenin faziletlerini kendinden örtmü olursun.
Hiçbir kimseyi bilmemezlikten gelme ve sakn cehaletle {bilgi-
284
sizlik) bir ey infâk etme!

Her eyin Hakka bir yönü ve ilikisi olduu gibi,ayn zaman-


da yaratlma dönük bir ilikisi ve yönü de vardr. Bu neden-
le Allah, onu infâk yaparak öyle demitir: 'Size verdiimiz r-
zklardan infâk ediniz' (Yâ-Sîn, 47). Baka bir âyette ise, 'Rzk-

284 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, s. 213-220.


BAKARA
211

landrdmz eylerden infâk ederler (Bakara, 3) buyurur. Allah,

bu âyette bilginlerin büyüklerini dikkate almtr, çünkü onlar,

(Hakka ve yaratlma ait olan) iki nispet tarzn da bildikleri

için, infâk oluu bakmndan ihsann kendisine ait olduu kim-


selerdir. nfâk, tavan maaras anlamndaki 'nafak' kelimesin-
den türetilmitir ve bu maara 'nâfika diye isimlendirilir. ki
kaps vardr. Bir kapdan avlanmak istenirse, dierinden kaçar.
Bu durum, yoruma açk söze benzer. Söz sahibini bir yorumla s-
nrladnda, sözün tad
anlamlardan baka bir yönü kastet-
tiini söyleyebilir.

Verme eyleminin Hakka ve zenginlie dönük bir yönü oldu-


u kadar yaratlmlara ve muhtaçla dönük yönü de oldu- bir

u Allah yönlü) bu eylemi


için, (iki diye isimlendirdi. O
'infâk'

hâlde bilgin kiiler, iki açdan infâk ederler: Verdikleri eyde ve-

ren ve alan olarak Hakk' görürler, kendi ellerini ise, verme ve


almann kendisinde göründüü araçlar olarak görürler. Bunlar-

dan biri dierini perdelemez. Dolaysyla onlar, sadece hak sahi-


bini görürler. Binaenaleyh (bir sadakay) alan herkes, hak ederek
almtr ve hak etmeseydi verileni kabul edemezdi. Mutlak yok-
sulluk Allah için imkânsz olduu gibi mutlak zenginlik de in-
285
san için imkânszdr.

Bu namaz, oruç ve sava da inana tanktr.


Bu zekât, hediye, bu hasedi brakma da kendi srrndan haber
vermedir.
hsanda bulunmak, doyurmak, konuk davet etmek; ey ulular,
biz sizinleyiz, size doru bir özle inandk demektir.
Hediyeler armaanlar, sunulan eyler, ben seninleyim; seni sevi-
yorum diye tanklktan ibarettir.

Kim, bir mal veya afsun için çalr, urarsa bu ne demektir?


çimde bir gevherim var demektir;
Tanr'dan çekinmemden, yahut cömertliimden bir gevherim
var ki bu zekâtla oruç ikisine de ahittir.

285 bnüi-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.IV, s.427-428.
Ayet 3
212

Oruç der ki: Bu, helâlden çekindi, bil ki harama ulamasna ar-

tk imkân yok.

Zekât, der ki: Kendi maln bile veriyor, artk, kendisiyle ayn
dinde, ayn yolda olandan nasl çalar?
Fakat bu ileri riya ve tezvirle (yalan dolan, ara bozma) yaparsa o
iki tank Tanrnn adalet mahkemesine kabul edilmez. 286

Burhann sadaka ile bitimesinin sebebi, Allah'n insan hrs


özelliiyle yaratm olmasdr. Allah öyle buyurur. "nsan acele-

ci yaratlmtr." (Meâric, 19) Yani asl itibariyle bu özellikte ya-

ratlmtr. "Kötülük ona temas ettiinde korkar, iyilik ulatnda


cimrilesir. " (Meâric, 20-21) Baka bir âyette ise, "Nefsinin cimri-

liinden korunmu kimse" (Har, 9) diyerek, cimrilii insan nef-


sine nispet etmitir. Bunun esas udur: Kul varln Allah'tan
kazanmtr. O hâlde kulun hakikati, sadaka vermeyi gerektir-

mez. Kul sadaka verdiinde, onun sadakas Allah'n kendisin-


de yaratm olduu nefsinin cimriliinden korunmu olduuna
kanttr. Bu nedenle Allah kutsi hadîste öyle buyurur: "Sadaka
burhandr" 287

Allah öyle buyurur: "Sevdiklerinizden infâk edinceye kadar iyili-

e ulaamazsnz. " (Alu mran, 92)

nsan için sevimli olan ey, onun nefsidir. Nefsini Allah yolun-
da infâk ederse, onun karln ve bedelini elde eder, çünkü bir
eyi yok eden kimsenin yok ettii eyin deerini ödemesi gere-

kir. Hakk, kulun nefsini yok etmesini istemitir, çünkü insana


sevdii eyleri infâk etmeyi emretmitir. O'nun yannda ise nef-

se bedel olarak cennetten baka bir ey yoktur. Bu nedenle, ba-


ka bir ey bulamadnda, Allah' bulursun, çünkü Allah, ken-
dilerine boyun eilen eya bulunmadnda bulunabilir. nsann
nefsi ise, bütün eyadr ve o yok olmutur. Öyleyse, nefsin bedeli

286 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
s.19, beyir. 183-191.
287 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.II, s. 286.
BAKARA
213

zikrettiimiz eydir (Allah). Sadakann deerinin ne kadar yük-


288
sek olduuna baknz!

Arifler mal Allah'a ödünç vermelerinde sadakann Rahmân'n


eline dütüünü görürler ve o ödünç vesilesiyle Rahmân'n kul-
289
larna mal sunma vuslat (sevgiliye kavuma) gerçekleir.

Resûlullah: "Sadaka önce Rahmann avucuna, sonra da sâil

(dilenci)'in avucuna ^zü/^r. " Buyurmulardr. Zira nasl öyle ol-

masn ki Sddîk Ekber (r.a.) "Ben herhangi bir eyde önce Allah'
görürüm sonra o /^//'"buyurmutur. 290

Allah'n kullarndan birisi, senden yiyecek veyahut içecek bir ey


istediinde istedii ey, gücünün yettii bir eyse ona yedir ve
içir. Zîrâ senin hiçbir eref ve makamn olmasa da, yemek ve içe-
cek talep eden ahsn, senden yemek ve içecek istemesiyle, seni,

kullarn yediren ve içiren Hakk'n mertebesine çkarmas, senin


için büyük bir makam ve ereftir.

Hâlbuki böyle idrâk edenler maalesef çok azdr.


Hâl diliyle,

-"Ey Allah'm bana ihsan et!" diye sesini yükselterek bireyler ta-

lep eden dilencinin hâline ibretli nazarlarla bir bak..

Allah, onun bu hâlinde kendi isminden baka bir eyi konutur-


mam. Allah, dilencinin sesini de sen, onun isteklerini iitip ih-
tiyaçlarn gidermen için yükselttirmitir.
Öyle ise, dilenci böyle davranmakla seni "Rezzâk" ismiyle isim-
lendirmi ve Allah'a iltica etmesi gibi sana {snma) etmi-
iltica

tir. Binaenaleyh sana layk olan, seni Mevlâsnn makamna ç-


karan kimseyi mahrum etmemen ve ona istedii eyi vermekte

gayret göstermendir.

Allah Teâlâ, insanlara kyamet gününde öyle hitap edecek :

288 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.IV, s. 386.
289 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 140.
290 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 120.
.

Ayet 3
214

-"Ey Ademolu! Ben senden yiyecek ve su istedim, ama sen Bana


yiyecek ve su vermedin !.."

Kul,
-Ey Rabbim! Ben Sana nasl yiyecek ve su veririm ki, Sen bütün
âlemlerin Rabbisin."der.
Yüce Allah ;

-"Bilmez misin ki, filanca kulum senden yiyecek ve su istedi de,


sen ona yiyecek ve su vermedin, oysa sen ona yiyecek ve su ver-
mi olsaydn, Beni onun yannda bulurdun."
Bu hadisten sonra Resûlullah (a. s.) öyle buyurdu:
-"Allah Teâlâ kendini kulun yerine koydu."

Öyle ise bütün zamanlarnda, Allah' anan ve dâima huzur-u


ilâhîde olduunu idrâk eden kul, Hakkn kendisinden yiyecek
ve içecek talep ettiini müahede eder ve istenilenleri yerine ge-
tirir.

Niçin böyle müahede ederek istenilenleri yerine getirir?

Zîrâ, ihtiyaç sahibinin acizlik hâli kendisine arz edilen ahs,


kyamet gününde yiyecek ve içecek talep eden ahsn dütüü
acizlik içerisine düebilir. te Allah o vakitte, o kimsenin ihtiya-
cn giderene hiç ummad yerden mükâfat verir. .

O mükâfat "Beni onun yannda bulurdun" ilâhî sözünün


mânâsdr. Yani "O ihtiyaç sahibine verdiin yiyecek ve içecek-
kyamet gününde huzuruma çkacan ana kadar senin
leri, için

korurum ve onlar önceki hâllerinden daha güzel ve büyük ola-

rak terbiye ederim. Ve onlar sana mükâfat olmak üzere geri ve-
ririm." buyuruyor.

htiyaç sahibinin, senden talepte bulunmakla seni her ihtiyac


gideren Hakk'n mertebesine çkardn göremiyorsan, hiç ol-

mazsa kat kat sevap ve güzel kazanç elde etmek için onun ihti-

yacn ticaret niyetiyle gidermeye çal. Zîrâ Allah, seni kendisi-


ne halîfe klmtr.
Allah Teâlâ'nn sana emaneten verdii nimetlerden senden iste-

diini bildiin ve hadîsin içerdii mânâya vâkf olduun zaman


nasl onlarn ihtiyaçlarn gidermezsin?
BAKARA
215

Veren de, alan da, verilen de hepsi Allah'ndr.


Allah, âyette sana emaneten verdii nimetlerden infâk etmeni

vasiyet etmekte ve o vasiyeti yerine getirdiin vakit de, sana kat

kat mükâfat vereceine söz veriyor.

nfâk edecein zaman; ihtiyaç sahibini güler yüzle karla. Hiç-

bir surette onu bo çevirme! Velev ki ona hiçbir ey veremesen

dahi, güzel söz ve güler yüzle muamele et! Zîrâ sen de Allah'n

huzuruna kyamet gününde ihtiyaç sahibi olarak çkacaksn. O


vakit de, ihtiyaç sahibine yaptn muamelenin misli ile Allah,

sana muamele eder.

mam Hasan efendimiz, ihtiyaç sahibi ondan bir ey istediinde


istedii eyi vermekte acele ederdi ve

-"Benden önce azm âhirete tayan, sefa geldin, ho


geldinf'derdi. O ihtiyaç sahibini ondan önce âhirete azk tay-
cs olarak görürdü.

Niçin böyle görürdü?


nsan, Allah'n verdii nimetlerden ihtiyacnn fazlasn infâk
etmezse kyamet gününde, nimetler hususunda suâle tabî
291
tutulur.

Her kim buday ekmez ise onu: "Niçin bu taneleri yaatamyor-

sun? Buday evinde saklayp, topraa ekip saçmyorsun ki onun


bir tanesi yüz, hatta bin olsun! Böylece hem kendine, hem bu-
292
daya zarar veriyorsun?" diye ayplarlar.

Cenâb- Hakk buyuruyor ki: Visale ve Hakk'n yaknlna vâsl


olmak için kendisine en makbul olan eyi infâk etmek, bol bol
vermek lâzmdr. Bu yolda mal bezleden, mal veren can bulur.

Can veren cânâna vâsl (kavumak) olur.

291 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.101-

105.
292 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 57.
Ayet 3
216

Hülâsa seânn yani cömertliin, bezlediin (esirgemeden vermek)


âlâ derecesi, nefsani zulmetlerden ve cismâni arzulardan kurtul-

maktr.
293
Kötü sfatlarn en kötüsü hasislik ve hrstr.

Zekât, Hakk' halka tercih suretiyle tezkiye (maln zekâtn ver-

mek) yoluna gitmektir.


Bununla kasd eylenen;
"Bu varlkta, Hakk' müahedeyi, halka müahedeye tercih et-

mektir." denmektedir.

Kelâm biraz daha açarsak deriz ki;

Bir ahs Hakk'n varln görmeyi diledii vakit; müessir (tesir

eden) olarak Hakk' müahede eder; böylece Sübhân' görmü olur.


Bir ahs, Hakk'n öz sfatna girmek istedii vakit, yine Hakk'
her eye tercih eder; böylece O'nun sfatna girmi olur.

Bir ahs, Hakk'n zâtn bilmeyi diledii vakit; benliini bulur.

Hakk' tercih eder; yüce Sübhân'n zâtn bilir. O'nun hüviyeti-

ni de bulmu olur.

mdi, idrâk eyle! te zekâtn iareti bunlardr.


Zekâtn var olan maldan krkta bir oluuna gelince, srr udur:
Bu varlk krk mertebedir. Matlûb olan; ilâhî mertebedir ki bu
294
da, en yüksek mertebe olan krkta birdir.

htiyacndan fazla mal olann, er'î ölçüler dâhilinde, sâlih

olan fukaraya vermesi vaciptir. Böylece de zenginlerin zekât


fukaraya ihsan etmek, mallarndan vermek, fakirlerin zekât
da zenginlere olan ümit ve itimatlarn kalplerinden silmek
yani verecek diye beklememektir. Âklarn zekât cânân u-
runa cann harcamak, ruhlarn Allah muhabbetine bez-
letmek, vermek, hep vermektir. Ariflerin zekât ise, ken-

293 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.472.


294 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyir Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.426.
BAKARA
217

di hâllerinden ve ilimlerinden, irfanlarndan ehil olana, is-

teyene, talep edene vermek, muhabbet etmek, âklar kendi


hâllerinden nafakalandrmaktr. lmin zekât, talibine tâlim

etmektir. Evladn zekât yetime ihsan, evin zekât misafir


arlamak ve itibar etmek, sohbetin zekât, dedikodudan kaç-
mak; kuvvetlinin zekât zayflara yardm, nefsin zekât kötü
ahlâklardan kurtulmaktr. Cenâb- Hakk da "Zekât veren

felah bulur" (Mu minun, 1) buyurur.

Hâsl lâzm olan, kendisine en makbul olan nesneyi, ilmi, mal


295
yahut vücûdu Allah yolunda bezletmek, harcamaktr.

Onun derdine kulak astn, elemlerini dinledin mi? Bil ki bu, o

dertliye verdiin bir zekâttr.

Gönül hastalarnn dertlerini dinler; yüce cann su ve toprak ih-


296
tiyacn anlarsan, bu, bir zekâttr.

Yoksullara ihsanda bulundun, zekât verdin, elinle bir hayrda

bulundun mu öbür âlemde bu hayr aaçlk, çayrlk, çimenlik


297
olur.

Bir gülle, bir gül bahçesini satn alyorsun. Bir taneye karlk
yüzlerce aaçlk. . . bir habbeye karlk yüzlerce maden!
"Her kim her eyi Tanr için yapar, Tanrya kar ihlâs {katksz

samimiyet), kalpten sevgi sahibi olursa" demek, o taneyi vermek-

tir... Bu suretle de "Tanr da onun olur. Her dilediini verir" sö-

zünün hakikati elde edilir.


298
Fânî varlk kendini Ona verdi mi bakî olur, asla ölmez.

295 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.472-473.

296 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi çev.Abdülbaki Gölpnarl,


,
c.III, stanbul, 1988,
s.38, beyit. 483-484.

297 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî çev.Abdülbaki Gölpnarl,


,
c.III, stanbul, 1988,
s.282, beyit. 3460.
298 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.211, beyit. 2611-2613, 2615.
Ayet 3
218

• Ayrca,
Kullara zulüm; Allah'n senin üzerine vâcib kld haklarn on-
lardan engellemendir.
Bazen, kulun içinde bulunduu skntlar, müahede etmekle,
onun, senin üzerine vâcib klnan haklarn görürsün... Ki, böy-
lece onun bu haliyle sana bildirdiini idrâk etmen lâzm. Zîrâ
Allah, senin üzerine vâcib olan hakkn vermen için sana, onun
hâlini müahede ettirmitir. Böyle anlamayp da onun sknts-
n görmemezlikten gelirsen bilesin ki mesulsün.
Niçin mesulsün ?

unu bil ki o kulun, hacetini gidermeye görünüte gücün yok-


sa da Allah, onun hacetini (ihtiyaç) sana bo yere bildirmemitir.
Öyle ise Allah'n onun hacetini sana bildirmesindeki murad; se-

nin, onun ihtiyacn giderebilecek baka bir ahsa güzelce onun


hacetini arz ederek ona yardmc olmandr.
Hiçbir ey yapamyorsan bari en azndan o kardeine duâ et!

Yani o kulun, hacetini gidermek için bütün gücünle gayret gös-


terdikten sonra duâ etmekten baka çare kalmamsa duâ ile yar-
dm et!

Hâli sana bildirilen ahsa anlattmz ölçülerde yardmc ol-


maktan gafil olursan, sen de onun hâlini bilip de ona yardm et-
meyen zâlimlerin taifesinden olursun.

Peki! Ne zaman o zâlimlerden oluruz? diye sorarsan, cevaben de-


rim ki; O kul, ihtiyaç duyduu eyi elde etmeden öldüü zaman.

Bu durumdan kurtulman, ancak, ihtiyaç sahibinin ihtiyacn,

müminlerden birinin gidermesiyle haberin olmadan senin üze-


rine vâcib (mecburî) olan hakkn senden sakt {hükümsüz kalm)
etmesiyle olur. O hâlde, skntlar içindeki ihtiyaç sahibine bir

ey verdiin zaman, onu senden önce görüp de mahrum brakan


mü 'minin yerine de onun hacetini gidermeyi niyet et!

Zîrâ o müminin, ona bir ey vermemesi, mahrum brakmas,


senin ihtiyaç sahibinin hâlini bilmene vesile oldu. Binanaleyh,

o mü'min hayr ileyemediinden, sen o hayr yaparken sevap


BAKARA
219

bakmndan onu kendi üstüne tercih et. Eer o mü'min ihtiyaç

sahibini mahrum brakmam olsayd, sen bu hayra nail ola-

mazdn.

Açlar yemei, çplaklar elbiseyi, azgnlar hidâyeti (hakla bâtl

ayrp doru yola girmek) talep eder. Bazen de senin intikam al-

maya kudretin olduunu bilen katil affetmeni talep eder.

unu kesin bil ki! Senden istenilen eye isteyenden daha muh-
taçsn.

lim isteyenler de maddî faydalar talep edenler gibi ihtiyaç


299
sahiplerindendir.

Nefsine ilmi öretmekle cömertlik eden kimse kâmil cömert


olur. Yani bir ahs ilmi örenerek düüncelerinde ve tüm davra-
nlarnda o ilmi tatbik ederse ilmiyle amel etmi olur ve bu hâl
de o kimsenin öncelikle kendi nefsine ilmi öretmesidir ki hâl'i

ayrca onun cömert olduuna da delil olur.

Niye?
Zîrâ böyle davranan bir ahs, sadece o ilimden kendi nefsini fay-
dalandrmaz daha sonra da bilmeyenlere öretmeye irâd (doru
yolu göstermek) edici olmaya balar. te bu hâli de onun ilmi de
cömertliini gösterir.

lmi tahsil edip o ilmi kendi nefsinde tatbik etmeyenler; k ya-

ylmasyla her ne kadar bakalarna faydal olsa da mum misâli

kendini eritir bitirir.

Oysa ki bildiklerinle amel edenlere Allah bir nûr verir ki, onun-
la bilmediklerini de örenir ve Allah Furkân mertebesini ihsan
300
eder.

299 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 107-


110.

300 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. I,s.l87-


189.
AYET 4:

Velleziyne yü'minûne binâ ünzile ileyke ve mâ ünzile


min kablike ve biFâhirati hüm yûknûne.

Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara


inanrlar, âhirete îmân ederler.

(Kenan Rifâî Hz.)

Ve onlar ki hem sana indirilene îmân ederler, hem de senden


önce indirilene. Âhirete de bunlar kesinlikle îmân ederler.
(Elmall)

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene îmân


ederler; âhiret gününe de kesinkes inanrlar.
(Diyanet)

kerîme de anlatlan felah (kurtulu) bulan müminler


Bu âyen-i

Meleklere, Kitaplara, peygamberlere, âhiret gününe, hayrn


ve errin kaderle Allah'tan olduuna seksiz üphesiz inananlardr.
te; Allah'a îmân edenler bunlardr.
Meleklerin, kitaplarn, Yüce Hakk'n peygamber göndermesin-
deki hakikatine muttali (vâsl olan, bilgisi olan) olanlar bunlar-

dr. Âhiret gününü görürler. Hayrn ve errin kaderle Allah'tan

geldiini müahede (ahit olmak, gözle görmek) ederler.


.

Ayet 4
222

Ayrca onlar; bütün bunlara sadece îmân etmi deillerdir. Ayana


ve müahedeye dayanan bir ilimle de bilmilerdir.
Onlarn îmân, yalnz Allah'adr. Çünkü yüce Hakk'tan alt sa-

ylanlar, ühûda dayanan ilimle bilmilerdir ki, bu îmân cihe-

tinden deildir.

îmânn art odur ki: Malûm olan ey gayb ola. ahadeti olma-
ya...

Onlarn katndaki gayb; ancak zâtn künhüdür, baka deil. .

Ki, bunlar her ne kadar, Allah Teâlâ'y açk ve aynen müahede


etmekteyseler de, asl îmânlar "O'nun sonsuzluunadr.
Lâkin onlara katlanlar, Allah'a îmân ettikleri gibi, îmân tarifi-

ne giren dier saylanlara da îmân ederler.


Bu mânây, Resûlullah (s.a.s.) öyle anlatt:
-"îmân; Allah'a, meleklerine, kitaplarna, peygamberleri-

ne, âhiret gününe, hayr ve erri Allah'n kaderi ile olduuna


301
inanmandr."

Burada kastedilen îmân, tahkîkî (hakîkî) îmândr ki, kalbî amel-

leri gerektiren üç ksm îmân da kapsar. Bu kalbin bezenmesi-

dir. Yani ilâhî kitaplarda indirilen hüküm ve irfan, yeniden di-


rili hâllerine ve âhiret hâdiselerine taalluk eden bilgileri, kutsî

ilim hakikatlerini özümsemesidir. Bu yüzden "Âhiret gününe de

kesinkes inanrlar." Âhiret ehli tezkiye (ahadette bulunmak, ma-


ln zekâtn vermek) snrn amadklar için, henüz onun bir so-
nucu ve miras konumunda olan bezenme makamna ulama-
yan kimselerdir. Çünkü Allah Rasulü (s.a.s.) öyle buyurmutur:
"Kim bildiiyle amel ederse, Allah onu bilmedii ilimleri bilme-

ye vâris (mirasç) eder." Allah ehli olanlar ise, kesin inanca sa-

hiptirler ve bu özelliklerin tümü onlarda toplanmtr. Bu yüz-

den bir sonraki âyette bildirildii gibi- Rablerinden bir hidâyet


302
üzeredirler.

301 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, însân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 440.
302 bnü'l-Arabî, Tefstr-i Kebîr Te'vilât, stanbul, c. I, s. 38.
BAKARA
223

Kitaplara îmân: Kur'ân- Kerîm'in emirlerini yerine getirip, neh-


yettii {yasaklad) fiil ve sözlerden kaçnarak ahkâmn {hü-

kümlerini) tazim etmek {ululamak, sayg göstermek), onun, Hz.


Muhammed'e Allah tarafndan indirildiine inanmaktr.

Peygamberlere îmân: Peygamberler, Allah'n mahlûkâta rah-


met olarak gönderip kendilerine nübüvvet (peygamberlik) ve ki-
tap verdii kimselerdir. Allah Teâlâ, Hz. Peygamberi onlarn en

mükemmeli ve sonuncusu olarak göndermitir. Peygamberlere


îmân, onlarn getirdiklerine inanmak, peygamberlerin efendisi
Hz. Muhammed'in (s.a.s.) getirdii ve önceki eriatlar kapsayan
erîat- Muhammediyye'nin gereklerine uymak, zahir (görünen)
303
ve bâtn (iç, öz) her eyde eriata teslim olmaktr.

Ona giden vesileler reddolunamaz. Ve Ona giden vâstalar, inkâr

olunamaz. Söyleyip vuslata (kavuma) erilebilecek bir madde var-


dr ki o da: "Amentü billâh" sözüdür. "Amentü billâh" deyince

kitabna, peygamberine, Peygamberinin (s.a.s) tebli ettiklerinin


hepsine îmân etmi ve Hakk Teâlâ'nn '''Peygamber size neyi ve-

rirse alnz, neden nehyederse ondan vazgeçiniz" (Har, 7) ferma-


304
nna uygun hareket etmi olursunuz.

"Onlar ki sana ve senden öncekilere indirilen kitaplara ina-


nrlar,"

Sözden farklar belirir, müküller (zorluk) doar. Hakikat buna


benzemez.
nananlar sayldr, çoktur ama îmân birdir. Cisimleri çoktur
ama canlar tektir.

Canlar cemî sîgasyla söyledim çünkü o bir tek can, cisme nis-
petle yüz olur.

Gökteki bir tek günein nuru da ev içlerine vurunca yüzlerce nûr


olur ya!

303 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 17.


I
304 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanul- Müeyyed 'Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 80.
Ayet 4
224

Fakat ortadan duvarlar kaldrdn m, hepsinin de nuru bir olur.


Evveline evvel olmayan zamandan beri inananlar, birbirlerinin
305
ayndr. Birdir onlar!

Geçmii andran terimlerin de yeri yok! Çünkü u anda; ezelin


(balangc olmayan) ve kdemin hiçbir fark yoktur. Öyledir ve
30<s
öyle olacaktr.

Tanr sözü ne Arapça'dr, ne Farsça. . . Ne branca'dr, ne Sür-


yanca!
307
Bir kulun gönlünü artt m, onun gönlünün taa için-

den o sözü kaynatr, coturur. O kulun dilinde, o cokunluun


köpürüp kaynamas yüzünden bir harftir, akar. ster Süryanca
olsun, ister Arapça, ister Farsça... Deil mi ki o coup köpürü-
ten gelmede, âlemlerin Rabbnn sözüdür.
308

Padiah: "Vallahi ben Arapça bilmem. Yalnz, onun bu iiri yaz-

makta maksadn bildiim için bam sallayp iltifat ediyor-


ki

dum. Anlalyor ki bu adamn maksad övmekti ve o iir buna


vâsta olmutu. O maksat olmasayd, bu iir söylenmi olmaz-
d," dedi. Binaenaleyh eer maksada bakacak olursak ikilik kal-
maz. kilik teferruattadr. Esas birdir. Bunun gibi eer görünü-
te eyhler türlü türlü ileri ve sözleri farkl ise de maksadlar iti-

309
bariyle birdirler; bu da Tanry talep etmektir.

Beytullah'a gitmek için yollar bir midir? üphesiz ki hayr. Zîrâ


dünyann her tarafndan Kabe'ye giden bir çok yollar vardr.
Afrika'dan, Asya'dan, Avrupa'dan, Amerika'dan gidecek hac-
larn yollar hep ayr istikâmetlerden geçer. Fakat bütün yollarn
topland merkez ve maksut (istek) birdir.

305 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.34-35, beyit. 407-408, 415-417.
306 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 52.
307 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
,

s.171, beyit. 3122.


308 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.73, beyit. 2140-2143.
309 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.35.
BAKARA
225

...Tarîk {yollar), esas cihetiyle bir olunca, üphesiz bu yollarda reh-


ber ve delil olacak zâtlar da ayn ruhu, ayn irfan ve bilgiyi hâiz

(sahip) olmak sebebiyle yine birdirler ki, bunlar da büyük öreti-


cinin tâlim ve terbiyesini gören ve onun kemâline ve kemâle eri-
tiriciliine vâris olan kâmil insanlardr. te bu zâtlarn çokluu
hakikatteki birliklerine mâni deildir ve aralarnda fark yoktur.

Öyke ki ayr ayr cisimlerde tek ruhturlar. Onun için Cenâb-


Hakk, peygamberleri hakknda: Resuller arasnda fark yoktur
310
(Bakara, 285) buyurur.

Baksanza, ay douyor. te, u ilk görünen parçack Âdem. Bi-

raz daha yükselince Nuh, brahim, Mûsâ, îsâ, nihayet bedir hâli,
zuhûr- Muhammed gibidir.

imdi bunlarn niir cihetiyle, yani ay olmalar itibariyle aslla-


r birdir. Aralarnda fark yoktur. Lâkin ayn henüz doarken
nerettii (yaymak) hafif ve zayf ziya (k) ile bedir (dolunay)
hâlindeki avk (k, parlt) bir midir? 3U

Kur' ân der ki: Tanrnn sözleri için deniz mürekkep olsa, bir mis-

li de ona ilave edilse sözler bitmeden denizler tükenirdi (Kehf,


109) buyuruyor. Kur'ân elli dirhem mürekkeple yazlabilir. Bu
Tanrnn ilminden bir iaret bir parçadr. Ve onun bütün bilgi-

si bundan ibaret deildir. Bir aktar bir kat parçasna bir ilaç

sarsa, sen: "bütün dükkan bunun içinde" der misin? Bu aptal-

lk olur. Nihayet Mûsâ, îsâ ve daha bakalarnn zamannda da


Kur'ân vard; Hakk kelâm mevcuttu. Fakat Arapça deildi... 312

Peygamber mest olup, kendinden geçtii zaman konumaa ba-


lar ve: "Allah dedi." derdi. Zahiren onun dili böyle söylüyordu ve
o arada yoktu. Bunu söyleyen gerçekte Tanr idi. Çünkü o daha

310 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.18.

311 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.10.


312 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.128-129.
Ayet 4
226

önceden, kendinin böyle bir sözü bilmediini, bundan haberi


olmadn görmütü. imdi böyle bir söz söyleyince, kendisi-

nin daha önceki kimse olmadn ve bunun Tanrnn tasarru-

fundan ibaret bulunduunu bilir. Hz. Mustafa, (Tanrnn selâm


ve salât ona olsun) kendisinin vücûda gelmesinden binlerce yl
önce yaam ve göçüp gitmi olan insanlardan, nebilerden, ya-

ad zamann sonuna kadar dünyann ne olacandan, ar ve

kürsî'den hâlâ ve melâ'dan haber veriyordu. Onun varl dün'e


aitti, bu haberleri muhakkak ki sonradan var olan varl vermi-
yordu. Sonradan var olan (Hadis) bir ey eskiden var olandan
(Kadîm) nasl haber verebilir? Binâenaleyh bunlar onun söyle-
medii Tanrnn söylemi olduu anlald. Çünkü, O arzu ile

de söz söylemez. Sözü ancak vahyolunan-vahyden baka deildir


(Necm, 3-4) buyrulmutur.

Tanr her türlü ses ve harften münezzehtir. Onun sözü, ses ve

harfin dndadr. Fakat sözünü istedii her harf, her ses ve her
313
dilden çkarr.

Cenâb- Hakk yalnz Müslümanlarn Rabbi deil, cümle âlemin


Allah'dr. Sen isa'ya da inanyorsun, Musa'ya da. Onlara îmân
314
etmeyecek olursan Müslüman olamazsn.

Hiç iki peygamberin birbirine zt olduunu, birbirlerinin muci-

zesini kapp aldn gördün mü?


Eserin art Tanrnn zuhurudur (meydana çkmak). Bu suretle
315
sanatlar ve ii zahir (görünen, aikâr) olur, görünür.

arab tanyan ve nûr ehli olan kimseler kadeh deiince yanl-


madlar, bulunduklar hâlden baka bir hâle dönmediler. Âdem
ile hem-dem (cancier arkada, refik) olduklar için bu peygam-
316
beri de Âdem olarak gördüler.

313 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.61-62.
314 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.9.

315 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.135-136, beyit. 1652, 1668.
316 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 17.
BAKARA
227

"Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oullarn tandklar gibi


317
tanrlar."

Eer kitap sahibi, bütün kitaplara inanan biriyse, ebedîyyen sap-


maz. Ama baz kitaplara inanan, bazsn da inkâr eden biriy-

se, o, gerçek kâfirdir. Yüce Allah öyle buyurmutur: "bir ks-


mna îmân ederiz ama bir ksmna inanmayz, diyenler ve bun-
lar arasnda bir yol tutmak isteyenler...' '(Nisa, 150) "iste gerçekten

kâfirler onlardr." (Nisa, 151) "Ehl-i kitaptan olan inkarclar... iste

halkn en erlileri (kötü) onlardr. " (Beyyine, 6) bu anlaylarn-


dan dolay onlar ekilsel, törensel kalplarn ehlidirler. Filozof-

lardan düünsel bak sahibi kimselerin ve kelâm ehlinin büyük


ksm, Allah'n velîlerinin/evliyâullahn sergiledikleri vecdlerin,

görüp bulduklar srlarn bir ksmn tasdik ederler (onaylamak,

dorulama). Kendi görülerine ve ilimlerine uyan dorularlar,


uymayan da reddedip inkâr
görülerine ve ilimlerine ederler ve

kantlarmza aykr olduu için bâtldr derler. 318

Bütün peygamberler biri birini tanmlardr. Isa diyor ki: Ey


Nasrânîler (Hristiyanlar), Musa'y iyi tanmyorsunuz; gelin

beni görün ki Musa'y anlayabilesiniz. Hz. Muhammed (s. a. s.)

de buyuruyordu: Ey Hristiyanlar! Ey Yahudiler! Mûsâ ile isa'y

iyi tanmyorsunuz; gelin, beni görün ki onlar iyi tanyabilesi-

niz. Peygamberler, hep biri birini tanyan, tantan, gerçekleyen


kimselerdir. Onlarn sözleri de, bir birini tamamlayan, açkla-
319
yan sözlerdir.

Marifet ehlinin dediklerine göre halk davet eden bütün pey-


gamberlerin maksatlar dört eydir. Her ne kadar çok söz söyle-
yip pek çok hükümleri açkladlarsa da onlarn davetten maksat-

lar dört eydir.

317 Bakara 146.


318 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c.l, s.44.

319 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, c.l, stanbul, 2006, s.4l.
Ayet 4
228

Birincisi insanlarn dünyay terk etmeleri, dünyaya aldanmama-


lar, dünyadan ihtiyaca yettii kadaryla iktifa etmeleri (yetinme-

leri) ve mal ve mevkinin çeitli azaplara sebep olduunu kesin-

likle bilmeleridir.

kincisi insanlarn kötü ahlâktan arnmalar, iyi ahlâkla süslen-

meleridir.

Üçüncüsü, insanlarn doru sözlü, doru amelli olmalardr.

Dördüncüsü, insanlarn ilim örenmeyi kafalarna koymalar,


acizlik ve bilgisizliklerini itiraf etmeleri, kendi peygamberleri-
ni izlemeleridir. Yani peygamberlerin dediklerini kabul edip ye-
rine getirmeleri, kendi aklna uyup bir yol tutturmamalar, hiç
bilmedikleri, cahilliklerinden de habersiz olduklarn itiraf et-

meleridir.

Onlarn davetten maksad bu dört eydi. Zîrâ dünya sevgisi bela

ve fitnelere (sknt, fesat) sebep olur. Kötü ahlâk cehennem, iyi

ahlâk ise cennettir. Doru sözlü ve doru amelli olan kimse in-
sanlar arasnda dâima azizdir. Onun rzk her zaman bol olur.
Yalan söyleyen dâima insanlar arasnda rezil olur. Rzk da sü-
rekli kt olur. lim örenme davasnda olmak, acizlik ve cahilli-

ini ikrar etmek, kendi akl ve ilmine güvenmemek, kendi pey-


gamberini izlemek, onun erîatine uymak dünya ve âhirette kur-
320
tulu sebebidir.

Peygamberleri tasdik edin, Tanrya olan ruhu tasdik edin.


Tasdik edin; onlar domu günelerdir. Onlar sizi kyametin
azablarndan kurtarrlar.
Tasdik edin; onlar kyamet kopmadan önce, oraya varmanz-
dan evvel sizi de nûrlandran, âlemi de nûrlandran aydn do-

lunaydr.
Tasdik edin; onlar karanlklar aydnlatan klardr. Ulu tutun,
arlayn. Onlar, rica ve niyaz anahtarlardr.

320 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I nsan- Kâmil, stanbul, 1990, s. 189-190.
.

BAKARA
229

321
Hayrnzdan baka bir ey dilemeyenleri tasdik edin.

• Râbetu l-kulûbe bi-hubbihî fe-tenevverat


Ve tetahherat min levsi dâhiyeti' l-'amâ

Ve teselselet eydVr-ricâli bi-vuslatin

Li-yedin bi-sâhibihâ teerrefeti's-semâ

Fe-li-sirr mâ kezebe'l-fuâdu efk terâ

Sirren bi-kalbike kem ile'l-'ulyâ semâ


Ve terâ bi-tarzi yedi'ttisâlike müntehâ
Inne llezîne yübâyi 'ûneke innemâ

Yâni: Onlar, Onun sevgisiyle kalpleri baladlar, gönülleri nûr-


land ve körlük musibetinin kirinden temizlendiler. O erlerin el-
leri öyle bir kimsenin eline ulat ki, o elin sahibi yüzü suyu hür-
metine se-mâ ereflendi. "Mâ kezebe'l-fuâdu" (Gördüünü kalbi

yalanlamad.) (Necm, 11) srrna yüksel! Kalbindeki srrn ne ka-

dar yükseklere ulatn görürsün. Ve yine böylece elinin ula-


t yerin sonunda
1

"înnellezîne yübâyi ûneke innemâ. ." (Muhak-


kak ki sana biat edenler ancak Allah a biat etmektedirler) (Fetih,
10) srr olduunu görürsün. 322

• Bize benliimizi ve insani vazifelerimizi bildirmeye hizmet eden

büyük ruh üstatlarna


Teveccüh (yönelme) etmemiz, yüz döndürmemiz lâzmdr. Çün-
kü bunu bilmemiz lâzmdr ki gönül bilgisinin kitab yoktur.
Yûnus Emre'nin dedii gibi:

Dört kitabn mânâsn okudum hâsl ettim


Aka gelince gördüm bir uzun hece imi
Bununla demek istiyor ki: Dört kitab okuyup mânâsn anla-

yan bile bundan bir mânâ çkaramaz. Nihayeti olmayan; insa-


nn ömrünce deil, kâinatn ömrünce süren uzun bir hece... Bü-

321 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.230, beyit. 2834-2838.
322 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.197.
Ayet 4
230

tün mânâlar bir hecenin içinde olduu hâlde mânâs belli de-

il... Çünkü bunun dili hâl dilidir. Buna ledün ilmi ve bâtn ilmi

isimleri de verilir.

Her ilmin ve sanatn ayr ayr hocas olduu gibi ruh ilminin
de hocas vardr. Her ilim ve sanat talibi kendi bildiklerini unu-
tup, onun gösterip örettiklerine gözünü kulan açar ve üs-

tadnn ilmine itiraz etmez ve teslim olursa, hocasnn bilgisini


323
kazanabilir.

Bu birbirine giren mânâ yollar arasnda; nefsi bilmenin ve

Allah'a arif olmann tam yolu nasl bulunur? dersen...

-Yol birdir... Nefsi ve yüce Allah' anlamaya götüren yol ise, bile-

sin ki: Allah vard veOnunla ikili bir ey yoktu. an dahi u öy-
324
ledir. Yani Yüce Allah var ve Onunla ikili bir ey yok...

Dört kitabn dedii bir sözdür anlarsan


325
Dost ile bakî kalan bir yüzdür anlarsan. ,

Asrlardan beri, bütün müminler, Yaratana 'Bizi doru yola ilet!'


diyorlar. Böylelikle saysz insan, tek bir yola gitmek istiyor. Sen
gidenlerin çokluuna aldanma, gittikleri yolun birliine bak!
Yeryüzüne bunca nebî ve bunca velî gelmi, her biri, ayr tarikat

kurup, ayr dinler getirmi. Sen bu tarîkatlerin bakalna ve

dinlerin ayrlna bakp aldanma. Çünkü onlarn hepsi insan-

lar ayn doru yola, ayn Allah'a götürmek için birlemilerdir.


326
Gösterdikleri hak ve hakikat birdir.

'Yessir lenâ ilme lâ ilahe illallah' yani 'Yâ Rabbî, bize sonsuz bir

ilim olan lâ ilahe illallah ilmini müyesser (kolaylkla olan) kl da


örenelim, bilelim!'

323 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.448.


324 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-rfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 31-32.

325 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.250.
326 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.450.
BAKARA
231

Resûlullah efendimiz: "Benim ve benden evvel gelen peygamberle-


rin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilahe illallah 'tr" buyurmutur.
Esasen dünyaya gelmekten maksat budur. Vazifemiz lâ ilahe il-

lallah demeyi bilmektir.

La ilahe illallah ilminden maksat, tesbîhi ele alp onu yüzbinler-


ce defa çekmek deil, bitmez tükenmez mânâ-y erifini örenip
ve kendi mevhum {yokken var sanlan) vücûdunu la ilaheye atp
327
illallah ' isbât etmektir.

"âhirete îmân ederler"

Âhiret

Kur'ân- Kerîm'de en çok geçen terimlerden biridir. Kelime an-


lamyla, sonra, sonradan gelen, daha sonra olacak olan demektir.
Kur'ân bu kelimeyi, kart olan ûlâ {önceki, önce olan) kelimesi

ile birlikte de kullanr. Âhiret - ûlâ ilikisinde de Kur'ân'nn be-


nimsedii evrensel prensip öyle verilmektedir. "u bir gerçek ki,

âhiret senin için ûlâdan daha hayrldr. " (Duhâ, 4)

Âhiret kavram, Kur'ân diyalektii açsndan baktmzda öy-


le ifadeye konulmaktadr. çinde bulunduumuz ann üstündeki

boyut. Âhiret mutlak anlamda daha sonras eklinde ifade edile-


bilir. Bulunduumuz an ve boyut ne olursa olsun, ondan bir son-

ras ve üstü vardr.

O hâlde âhirete îmân, en geni anlamda, hayatn ve oluun sü-

rekliliine îmândr. Her an bir önceki ana göre âhirettir. nsan bu


âhiretler serisinden her birinin hesabn vermek durumundadr...

Kur'ân- Kerîm'in âhiretle ilgili tespitleri incelendiinde, u so-


nuçlara ulalabilmektedir. Her sonraki an bir öncekinden daha
ileri ve üstündür. Çünkü hayat geriye adm atmaz. Gidi sürek-

li iyiye ve güzeledir.

327 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.538-539.


Ayet 4
232

Bunlardan çkabilecek bir sonuç da udur: Sonsuz sayda âhiret


vardr. Çünkü oluum ve insann tekâmül (olgunlamak, kemâl
bulmak) aamalar sonsuzdur. Ancak unu da unutmamak ge-
rekir. Kur'ân- Kerîm âhiretle, insanln son hesap gününü de

kastetmektedir, ki biz bunu günlük dilde bazen maher, bazen


kyamet terimleri ile ifade etmekteyiz.

Bu son anlamda âhiret, Kur'ân'da âhiret hayat ve âhiret yurdu


olarak dile getirilmektedir ki, en geni anlamyla, ölümden son-
raki hayat demektir. Ve bu anlamda âhirete îmân Kur'ân'n son-
suz kurtuluu garantilemede art kotuu kabullerden biridir.
328

Allah'a gerçekten îmân etmek; Ona âhiret gününe, meleklere ki-


taplara ve peygamberlere îmân gerektirir. Çünkü âhiret günü-
ne îmân, kalbe Allah korkusunu yerletirir. Neticede kul, Allah'a
îmân konusunda ve fiillerinde haddi aamaz. 329

Hakk Teâlâ'ya inanmak îmândr, buyruunu tutmak da îmândr,


meleklerine inanmak da îmândr. Her kiiye 360 melek baldr,
bunca melekler arasnda edep etmezsin; hani senin meleklerine
inandn? Hz. Hac Bekta Velî ye göre haram yemek, giymek
de îmânla ilgilidir; 'Kyamete inanmak böyle deildir ki, siz ina-

nrsnz. Ger ne bulursanz helâlden haramdan yersiniz, giyersi-

niz; yani ibu inanmak mdr ki inanrsnz?' 330

unu iyi bil ki!

Asl olan dünyada ilenen amellerdir ki dünya da ilenen amelle-

rin fer'i ise; âhirette görecein itir.

Âhiret, kyamet günü orada olacak ilerden baka bir ey de-

ildir.

328 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân- Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s. 20-21.
329 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 15-16 .

330 Musa b. eyh Tahir Tokad, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, Muhammed
Nuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,
s.161-162.
BAKARA
233

331
Orada olacak iler ise; ancak insan amelinin bir neticesidir.

332
Herey bu dünyadadr; âhiret de bu dünyann içindedir.

Allah Teâlâ, içindekilerin tümü ile âhireti; dünyadan bir nüs-

ha kld.
Dünyay; Hakk'tan bir nüsha kld.
Dünya asldr; Âhiret onun fer'i saylr.
-"Dünya âhiretin ekim yeridir."

Mealindeki hadîs-i erif, bu mânây anlatr. 333

Resûlullah Nebe' sûresi,18. âyetini (O gün sûra üfürülecek de he-


piniz bölük bölük geleceksiniz) tefsir buyurduklar srada "Yarn
âhirette herkes, bu dünyada neyin malubu ise ve en fazla ne ile

megul oluyorsa, yani o kimseye hangi huyu galip ise, âhirette de o

huyunun îcâb ne ise onunla hasr olacaktr. " buyurmulardr. 334

Dünyada nimetlerle azaplar, azaplarla nimetler karm vaziyet-


tedir. Âhirette ise cennet bütünüyle nimettir. Cehennem de bü-
tünüyle azaptr. Dünyadaki karm bu dünyadan öte dünyaya
intikâl eden (geçen) varlklar için son bulacaktr. Çünkü âhiret

hayat dünya hayatnda olduu gibi, karm kabul etmez. Dün-


ya ve âhiret hayat arasnda en büyük fark budur. 335

Bil ki!.. Âhiretin, hisse dayal eyleri, dünyann hisse dayal ey-
lerinden daha kuvvetlidir.

Bunun gibi âhiretin lezzet babndaki ileri, dünyann lezzete dair

ilerinden daha lezzetlidir.

Âhiretin zorluklar ise, dünya zorluklarndan daha zordur!..

Bunun sebebi udur:

331 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 302.
332 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.545.
333 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 302.
334 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.569-570.
335 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s. 221.
.

Ayet 4
234

Ruh, âhirette, kendisine sevilen ve kötü olarak gelenleri kabul


için, tamamen botur!
Ruh, dünyada ise böyle deildir.

Zîrâ bu cisim, kesafeti (kalnlk, bulanklk) icâb, kendisine uya-

n ve uymayan kabul etmesi için ruhu bo brakmaz. Dünya ha-


yatnda, ruhun ancak bir yann bo bulabilirsin.

Sana bunu misâl yollu erh edeyim öyle ki. .

Misâl olarak taam {yemek) yiyen bir ahs ele alalm.


O ahs, taam yerken, kalbi tamamen yedii taam ile megul de-

ildir. Bir yandan yemek yer, bir yandan da baka önemli bir ii-

ni düünür.
Bu yüzden yedii taamn (yemek) lezzetine tam varamaz. Ki bu
hâlin sebebi; zihninde baka ii tahayyül (hayal etmek) eyledi-

indendir. Yani yedii taamdan gelen lezzete ruhu tam boal-


m deildir.

erh edilen bu mânâ sebebiyledir ki âhiret dünyadan daha e-


reflidir.

Her ne kadar, dünya âhiretin anas ise de buna ama. Nice ço-
cuklar var ki anasndan babasndan, eref itibar ile daha yük-
sektir.

Bu mânâdan baklnca, dünya asl ise de, âhiret Allah katnda


daha erefli ve daha faziletlidir.

te kendi kapsamnda bulunan hakikat îcâb, âhiretin durumu


budur.

Âhiret, her ne kadar dünyann neticesi ise de, dünyadan daha


faziletli, daha geni ve daha ereflidir. Çünkü âhiret ruhlardan

yaratlmtr. Ruhlar ise nûrânî letafete (latiflik) sahiptirler.

Latif olan eyler, kesîf olanlardan daha deerlidir.

Âhiret, izzet ve kudret yeridir. Engellerden kurtulan kimseler,

orada istediini yaparlar. Bunlar cennet ehli olanlardr.


Dünya ise, zillet (hakirlik, horluk) ve acizlik yeridir.
BAKARA
235

Âhiret ehli ise, içinde bulunduklar nimetin dâima daha iyisi-

ni bulurlar. Onlara pe pee hesapsz, biri dierinden daha güzel


336
nimetler ard ardna gelir.

Bir hadîs-i erifte: "ilerde hesaba çekilmezden evvel hesaplarnz


burada görünüz. Amelleriniz tartlmadan evvel burada tartnz ve
337
ölüm gelmezden evvel burada ölünüz!"'buyuruyor.

Bu dünya hayatndan sonra mecburî ölüm geldiinde, burada


iken asllaryla ainalk kuramayp hakikatle bili tutamayanlar,

asln bulamayanlar orada da bulamaz, yalnz hayr ve serde ne


338
isledilerse onun ecrini görürler.

Dünya ile alakan kopar, âzâd (özgür) ol ki, ölümü ihtar eden
bu tefekkürât (derin düünmeler) sana tesir etsin. Zira bu ölüm,
âhirete douunda ki ilk durandr ki ruh berzahta zahir olur.

Ve sonra ikinci durumun zuhur (ortaya çkmak) eder ki bu da


cismâni diriliindir. Sonra mizan, hesap, srat ve cennet ve ce-
hennem duraklarna intikâl eder. Binaenaleyh imdiki dünya
hayatnda dünya sana hâmiledir. Ve bu cisim âhirete doacak
olan ruhun için bir döl yata gibidir. Öldüün vakit doum ger-
çekleir ve ruhun berzaha doar. Sen (annenin karnnda) cenin
hâlinde iken dünya hayatnda çeitli lezzet ve elemler bulundu-
unu bilmez ve idrâk etmez idin. Ne zaman ki dünyaya dodun,
bunlar vücûdunun hâlden hâle geçii içinde peyderpey zev-
kan bildin ve gördün. imdi, dünyada ruhun cenin halindedir.
Uhrevî (âhirete dair) hayattaki lezzet ve elemleri bilmez hâldesin.
Ne zaman ki ölüp âhiret âlemine doarsn, orada ki elemleri ve

lezzetleri dünyada gördüün ve zevken bildiin gibi görür ve bi-

lirsin. Ve sana enbiyâ ve evliyann haber verdikleri hâlde inan-

336 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 305-
306.
337 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.569.
338 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.308.
Ayet 4
236

madiin durumlara vâkf olursun. Ve bu âlemde Allah Teâlâ'nn


söz verdii mükâfatlardan ve tehditlerinden, yani nimet ve azap-

tan, hazrlad eyleri gözünle görerek, dünya hayatna aldanp


bunlar yalanlayp inkâr ettiine piman olursun. 339

• Hayat ölümdedir. Asl hayat oradadr. Cisme bal oldukça, tam


vuslat (kavuma) müyesser (kolaylkla olan) olmaz. Lâkin kazanç
bu vücutta olur. Tâ annenin karnndan bu güne kadar geçirdi-

in zaman düün! Biri birinden ne kadar farkl! O hâlde daha


ileriki hayatta bunlardan fazlas neden olmasn? O âlemde bu
âlemdeki neelerin saylamayacak kadar üstünde nee vardr.

Orada ben sensin, sen de benim! Esasen buraya geliimiz de o


340
neelere istidat peyda etmek içindir.

• nsan öldükten sonra da sâlih amelleriyle güzel huy ve hareketle-

rinden örülmü bir cisme bürünecek ki bunun adna nûrânî ci-

sim ve nûrânî beden nam verilir. 341

• Kabrin ziyneti (süs) kalbin nûrânîyetidir. Sen ne kadar süslensen,

mücevherler taksan, bundan kalbine ne fayda ? te, vücud da bir

nevi kabirdir. Kalbin nûrânî olursa, bu nûr da da akseder. Seni


âleme de sevdirir, bambaka hâle koyar.

Sen insann öldükten sonra girecei kabri düünme, vücûdun


kabrine bak, onu mâmur etmeye, nûrlandrmaya çal.
Hadîs-i erifte: Nur kalbe vâsl (kavuan) olduu vakit, kalp

inirah (ferahlk) bulur, geniler, buyurulmutur. Bunun alâmeti


nedir yâ Resûlullah? denilince, "Dünyadan el etek çekmek ve

yüzünü âhirete döndürmek, ölüm gelmezden evvel ölüme hazr


olmaktr," buyurulmutur.

339 bnül-Arabî, Tedbîrât- llâhiyye, çev.Ahmed Avni Konuk, haz. Prof. Dr. Mustafa Tah-
ral, stanbul, 2001, s.340-341.
340 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.273.
341 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.262.
BAKARA
237

Amma dünyadan el etek çekmek, bir köeye çekilip, elde tesbîh,

ii gücü terk etmek demek deildir. Dünyadan kalben muhabbe-


ti kesmektir. Dünya nedir? Seni Allah'tan alkoyan her ey dün-
yadr.

Onun için dünyadan gitmeden evvel, bu vücud kabrini ziynet-

lendirmek lâzmdr. Yoksa dünyann aaa ve ziynetlerinin kal-


bin huzuruna asla tesiri olmaz. Nice varlkl kimseler görürüz ki
içleri adeta akrep, çiyanlar ile doludur. Onun için i, burada te-

mizlenmek, har u neri burada görmek, hesab kitab burada


yapmaktr.

• Srat geçmek için âhireti beklemeye gerek yok! Onu, bura-


da geçmektesin. Gafletin yeri, vakti, zaman deil! Buras mu-
harebe meydandr. Kurun kime isabet ederse o gider. Gybet,
arabozuculuk, yalan, iki yüzlülük ve gaflette bulunmayn! Her
yerde Hakk' seyredin. Hâsl kimseyi incitmeyin! Onun için

Resûlullah efendimiz: "Öldükten sonra banza gelecekleri bilse-

niz uzanp yatamaz, kana kana su içemez, basnz alp dadan


daa kaçardnz!'"buyuruyor. 343

• Âhireti isteyen dünyadan zâhid (küçümsemek) olmaldr.


Allah' isteyen ise, âhiretten zâhid olmaldr. Dünyay âhiret

için, âhireti de Rabbine kavumak için terketmelidir. Kalbin-

de dünya lezzetlerinden ve ehvetlerinden herhangi bir ey bu-


lunan, rahat arzulayan; yiyecek, içecek, giyecek, evlilik, mes-
ken, binek arzulayan be ibâdetin bilgisinin yansra, fkh,
hadîs rivayeti, Kur'ân kraati {düzgün okuma) ve rivayeti, na-
hiv (gramer), edebiyat gibi ilimlerde riyasete (reislik) soyu-
nan, fakirlikten kurtulup zenginlik isteyen, belalardan kur-
tulup afiyet üzere olmay arzulayan, özetle, belalardan kurtu-
lup menfaatlere kavumay arzulayan, gerçekten zâhid deil-
dir. Çünkü bu saylarn her birisinde nefsin pay, arzularn et-

342 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 594.


343 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.201.
Ayet 4
238

kisi vardr. Hepsi dünyalktr ve kalpten çkarlmaya çallma-


ldr. Dünyada zâhid olunabilmesi buna baldr. Bu gerçek-
letii takdirde, hüzünler sona erer, kalpten skntlar gider, ra-

hatlk ve huzur gelir. Kalp, Allah'la ünsiyet (dostluk) bulur. Al-


lah Resulünün ifade ettii gibi; "Dünyadan zâhidlik etmek, kal-

bi ve bedeni rahatlatr. " Kalpte, ifade olunan eylerin biri oldu-


u müddetçe sknt, huzursuzluk ve endielerden kurtulamaz.
Allah'la arasndaki perde devam eder. Bunlarn hepsi, gönül-

den dünya zevklerinin çkmas ile düzelir. Sonrasnda âhiret


ve nimetlerinden zâhidlik edilmelidir. Derecelerden, makam-
lardan, hurilerden, saraylardan, bahçelerden, bineceklerden, yi-

yecek, içecek ve giyeceklerden feragat edilmelidir. Amellerine


karlk, dünyada da, âhirette de, mükâfat istenmemelidir. Bu
takdirde Allah'a kavumak mümkün olur. Allah ona rahmeti
ve lütfü ile muamele eder. Peygamberlerine, velîlere, sâlihlere

yapt gibi onu kendisine yaknlatrr ve bu hâl hayat boyun-


ca artarak devam eder. Sonra âhirete intikâl (göçmek) eder. Ve
hiç kimsenin duyup görmedii hayal bile edemeyecei, vasf-
larn ifadeden akllarn âciz kalaca nimetlere gark (batmak)
344
edilir.

Ey âhiret adam! Senin için de iki ey lâzmdr: lim ve marifet.


Bunlarn biri bilmek, dieri ilemektir.
Bilmek, neyi bilmek? Yapmak, neyi yapmak?
te birincisi nefsini slâh etmek; dieri de Allah'a ükür edici ol-

mak ve etraftan gelen hâdiseleri Allah'tan bilerek sabretmek, se-

fadan cefâdan her ne gelirse buna raz olup Allah'a teslim-i tam
ile teslim olmak ve her türlü iini Hakka smarlamaktr.
Ey âhiret adam, ite bunu yapabilirsen, dünyay da âhireti de
ho geçirirsin!
345

Bir insanda, yapt kötü ilerden, vicdanndan, Allah'tan, dier


kimselerden mesul olmak korku ve endiesi olmaldr. Mükâfat

344 Abdülkâdir Geylânî, Fütuh'ul Gayb, stanbul, 1996, s. 176-177.


345 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.393.
BAKARA
239

fikri ise, gene kendi vicdannn huzuru, umumun honutluu


ve Hakk'n rzâs endiesi olmaldr. Hâsl insann dünyasn da
âhiretini de mâmur (îmâr etmek) eden mekârim-i ahlâktr (güzel

ahlâk, peygamber ahlâk). 346

Üzerinden geçtiin ve Cennete ulancaya kadar Hakk'n ayak-


larn sâbitletirdii srat, srâtu'l-hüdâ'dr. Sen onu dünya ha-
yatnda zahiri ve batini sâlih amellerinden kendin için ina et-

misindir. Söz konusu srat, bu dünya hayatnda manevî olarak


bulunur; sureti müahede edilmez. Kyamet Gününde ise cehen-
nem üzerine ba har, sonu ise cennetin kapsna uzanacak e-
kilde duyulur bir köprü olarak uzatlr. Sen de, onu gördüünde
onun kendi eserin ve ürünün olduunu anlarsn. Ayrca anlarsn
ki: O köprü, dünya hayatnda senin tabiat cehenneminin üzeri-
ne uzatlm bir köprüydü.

Metinden u ortaya çkar: insanlar maherde toplanacaklardr


ve kendilerini cennetten cehennem ayracaktr. Cehennemi geç-

mek için mutlaka bir köprü (srat) gerekir. te bu köprü, insan-


larn dünya hayatndaki amelleridir. Buna göre insanlarn hayrl
amelleri çok olduunda, köprü geniler ve üzerinden geçmek ko-
lay ve rahat olur. Srât- müstakim bnü'l-Arabî'ye göre Allah'n
yolu anlamndaki srâtullah, baka bir ifadeyle Allah'a ulatran
347
yol' demektir.

nsan tabiî ölümle öldükten sonra mezara girer ve kabirde nice


müddet gömülü kaldktan sonra cesetler dirilip harolur. Böyle-

ce de kyametin srr ve hakikati o gün zuhura gelir ve hakikatler,

herkese o gün ayan ve aikâr olur.

Bir de manevî dirili vardr ki bunda insan ihtiyarî ölümle


ölüp fânî olduktan sonra mecazî vücud kaydndan kurtularak
zât nurlar içinde bir çok müddet gömülü kalr. Sonra Cenâb-
346 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.652.
347 Suad El-Hakîm, bnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 564.
Ayet 4
240

Hakk ona: Benim sfatlarmla ortaya çk seni gören beni görür,

buyurur. O kimse, o mertebede evvel âhirdir, âhir evveldir, der.


Biz dirili meselesinin yalnz birinci ksmn yani ana rahmin-

den douu biliyorduk. Fakat bir de mânevi dirili hakikatini


ortaya koyunca, bâtnn, ayn zahir olduu meydana çkt. te
bu dünya suretinde de bâtn âleminin mevcudiyetini ayn ölçü-
ler ile anlayabiliriz. Hz. Niyazi'nin dedii gibi: Hakk'tan ayan
bir nesne yok - Gözsüzlere pinhân (gizli) imi.

Sadece surette kalanlara hakikati anlamak haram oldu. te


bu hakikatleri onlar ancak kyamet gününde görüp idrâk
348
edebileceklerdir.

Siz, dîni nasl bir yapacaksnz? Bu ancak kyamette bir olur. Bu-
ras dünya olduuna göre, bu imkânszdr. Çünkü burada, her
birinin çeitli dilei ve istei vardr. Burada bir olamaz ve bu, an-
cak kyamette mümkün olabilir. Orada hepsi bir olur, hepsi ayn
yere bakar ve bir tek kulak, bir tek dil hâline gelirler.

nsanda bir çok eyler mevcuttur. (Meselâ) Fare vardr, ku vardr.


Ku kafesi yukar kaldrr; fare aa çeker. nsanda daha bunun
yrtc hayvanlar bulunur. Bunlar eer, fare fa-
gibi binlerce çeitli

reliini, ku da kuluunu brakrsa, hepsi birleir ve istenilen ey

de meydana gelmi olur. Çünkü istenen ne yukar ne de aadr.


Ve de istenilen hâsl olunca, ne yukar ne de aa kalr.
Birisi bir ey kaybetmi. Sada, solda, önde ve arkada aryor. Bul-

duu zaman ne sa ne solu, ne önü ne de arkay arar. Bunlarn


hepsi bir olur. Kyamet gününde nazarlar birleir. Diller, kulak-

lar ve duygular bir olur. Meselâ on kiinin müterek bir bahçesi

veya dükkan bulunsa, hepsinin sözleri, kayglar bir olur ve hep-


si bir eyle urarlar. Çünkü istedikleri ey bir olmutur.
Kyamet gününde hepsinin ii Tanrya düer. Yani hepsi Tan-
r ile megul olur ve hepsi bunda birleir. Bunun gibi, dünya-
da herkes bir ile urar. Kimi kadn sevgisiyle, kimi mal top-

348 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.249.


BAKARA
241

lamakla, kimi kazanmak, kimi de bilgi elde etmekle urar;


bunlardan birinden zevk alr ve holanr. Hepsi de: "Benim
dermanm, saadetim ve huzurum bundadr," der ve ona ina-
nr. Bu da Tanrnn bir rahmetidir. Çünkü insan, o sevdii
eye gider, onu arar ve bulamayp geri döner, bir zaman bek-
ler ve kendi kendine: "Bu zevk ve rahmet aranlmaa deer;

belki ben iyi arayamadm tekrar arayaym", diye, yeniden ara-

maa balar. Fakat, yine bulamaz. Böylece Tanrnn rahmeti


ona perdesiz olarak yüz gösterinceye kadar devam eder. Rah-
met yüz gösterdikten sonra, bu tuttuu yolun, gerçek yol olma-
dn anlar.
349

• Ama hakikat Leyla'snn yüzünden nikab (peçe) kaldrmak için


ak nuru lâzmdr. Bu sebeple brahim Edhem Hz.: Allah' gör-
mek için üç ey lâzmdr, buyuruyor.
Birincisi; Dünya ve âhiret sana verilse memnun olmamak,
ikincisi; Dünya ve âhiret senden alnsa kederlenmemek, yani
gama ve ye'se dümemek.
Üçüncüsü de medh (övgü) ve zem (yergi) olunmaktan müteessir
(üzülmek) olmamaktr.
te bunlar, o hakikat Leyla'snn cemâline perdedir, hicaptr.

Ak illa aktr ki o hakikat Leyla'sn gizleyen kötülüklerin yan-


masna sebep olur. Baka türlü bu esrar perdesinin kalkmasna
350
imkân yoktur.

• Cenâb- Hakk âhirette kullarna tecellî edecek ancak dünyada


ne ile ve kiminle megul ise ondan tecellî edecektir.
351

• Kâmil insanda: nsan, dünya ve âhiret, Muhammed ve Allah


352
tecellî etmitir.

349 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.44-45.
350 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 392.
351 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 620.
352 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.543.
Ayet 4
242

• Bu Allah sevgililerinin nazarlar derya, sözleri ifa, yüzlerine

bakmak gönle sefadr. Bunlardan birini bulan bahtiyar kimseler


353
için dünya ve âhirette bu izzet, bu yücelik yeter.

• Yerde gökte, dünya ve âhirette ne varsa onun gönlünde, yani


arifin kalbinde mevcuttur. Gönül o gönüldür ki dünya ve âhiret

onun bir kenarnda kaybolup gider. Hiçbir yere smayan Allah,


o gönüle sntr. 334

• Bu âlemde olan suretler, ekiller, varlklar, dirlikler hep birer ve-


him ve hayalden ibarettir. Yahut aynalarda görünen aikâr olan
akisler ve gölgelerden baka bir ey deildir.
Bu varlklarda görünen, Hakk'n evsâf (vasf) ve sfatdr. Nasl
ki suya gökteki yldzlar vesaire aksediyorsa, bu vücud suyuna
akseden de Hakk'n vasflar yldzlardr.
Yalnz kâmil insann varlnda zuhur eden Hakk'n tecellîsidir.

Bir dere kenarnda bulunan elma aacnn aksi suda görünürse

de, bu suyun içinden elma toplayp yiyemezsin.


Ama kâmil insann vücûdu suyunda elma aac kendiliinden
biter ve Hakk'n vasflar ve Hakk'n âyetleri onun içinden zuhur
355
eder.

• Malumdur ki cennet iki ksmdr. Biri bu dünyadaki dieri de


öteki dünyadaki cennet. Ne zaman ki bir kimse ölmeden evvel
ölme bahtiyarlna ererse yani kendi irade ve arzusu ile ölür-

se, onun vücûdu kabri cennet bahçelerinden biri olmu olur. Bu


mertebede kul marifet cennetine girer ve uhûd (görme, bilme)

gözüyle Hakk' görür. Dünyada öyle bir cennet vardr ki, ona gi-

ren, âhiret cennetine itiyak duymaz, buyuruluyor. "Bu cennet


nedir yâ Resûlullah?" diye sorulunca, "mârifetullahtr," diye bu-
yurdular.

353 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.440.


354 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.405.
355 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.262.
'

BAKARA
243

Efendimiz buyuruyor ki: "Cennet aaçlarndan bir aaç bulduu-

nuz vakitte gölgesinde oturunuz ve yemilerinden yiyiniz!" "Dün-


yada bu nasl mümkün olur yâ Resûlullah?" dediklerinde, "Bir

ilim sahibini bulduunuz vakit, cennet aaçlarndan birini buldu-

nuz demektir," cevabm vermilerdir. Dünya cennetindeki Tûbâ


mesabesinde olan kâmil insann vücûdu aac gölgesinde topla-

nanlar, onun vücûdu aacndan silkileri irfan (zihni kemâl) ve


356
holuk meyvelerini toplarlar.

Bana bir çok felaketler geldii hâlde, bu kahr tecellîsinin

mânâsn idrâk ettirecek yolu ve müridi bulanlar, dünyaya geli-

inin de gidiinin de mânâsn, yani dünya ve âhiretin mânâsn


357
bulmu demektir. Daha ne ister?

Âhirete îmân, dînin en önemli özelliidir. Bunlara ina-

nanlar hidâyete erer. ste bu kiiler srât- müstakim üzere-


dirler. Âhirete yaknlk, zaman ve mekân aarak gerçekle-
ebilir. Ancak böyle gerçee yakîn olunur.
'Onlar âhirete yakîn olmulardr Bu yakînlik için gay-

ret gerekir. Gayret, namaz ve infâk ile olur. Burada Hz.


Mevlânâ 'nn sözünün idrâki gerekir:

'Hayat bir satranç oyunudur. Balangç ve biti bellidir.

Talar oynayn bile bellidir. Burada sana düen oynay


tarz ile zevk almandr.
nanmam' kelimesinin 'gayba îmân da yeri yoktur. Hiçbir
zaman dememeye gayret etmelidir. Namaz ve infâk ile ula-

acamz yer '

âhirete yakîn olmaktr.'


358

356 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.578.


357 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.381-382.
358 Derleyenin Notu.
i
i

»
.

AYET 5:

Ülâike alâ hüden min rabbihim ve


ülâike hümü'l-müflihûne

te Rablarnn yolunda olanlar ve


(bir gün) felaha kavuacaklar onlardr.
(Kenan Rifâî Hz.)

Bunlar, ite Rablerinden bir hidâyet üzerindedirler ve


bunlar felaha erenlerdir.
(Elmall Hamdi Yazr)

te onlar, Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve


kurtulua erenler de ancak onlardr.
(Diyanet)

(3. ve 4. âyetlerin nda)


Burada aikâr olan; kitaba kar üphe, yalnz müminler için
kaldrlyor. Onlar kitaba îmân eylediler lâkin delili naza-

ra almadlar. Akln baland kaytlara balanp kalmadlar. .

Kendilerine gelen her eyi seksiz üphesiz kabul eylediler.

Kendilerine haber verilen eyin vukuuna kesin îmân ettiler.

Hem de übhesiz.
.

Ayet 5
246

Bir kimsenin îmân delillerle nazarla kalrsa, akl kayd ile ba-
lanp durursa, o kitaba, ekle bakar.
Yeri gelmiken bildirelim ki: Kelâm ilminin kurulmas; ancak
mülhidlere {dinsiz, imansz, saptmlard) kar müdâfaa için

oldu, ayrca bir de bunlarn dnda kalan bid atçlar (peygamber


zamannda olmayan âdetleri çkaranlar) için. .

Zîrâ îmân: Allah'n nurlarndan bir nûr'dur.


359
Allah Teâlâ, o nûr'la, kuluna önü ve sonu gösterir.

Rablerinin hidâyeti ya kendisine ya da yurduna, yani Dâru's-


selâma (cennete), fazilete, sevap ve lütfa iletir. Onlar baka deil
sadece kurtulu ehlidirler; bir cezadan veya bir perdeden dolay.
Bu yüzden 'ite onlar...' eklinde bir ifade kullanlmtr. Yani
arnma ve bezenme gibi sözü edilen sfatlara sahip olanlar 'Rab-

lerinden gelen bir hidâyet üzeredirler ve kurtulua erenler de an-

cak onlardr'. Kurtulua ermeleri, Rablerinden gelen bir hidâyet

(doru yola, hak yola girmek) üzere olmalarndan kaynaklanyor.


Buna göre ilk 'îmân edenler' ifadesi gramatik açdan mübtedâ,
ikinci 'îmân edenler' ifadesi ona matuf (ait), 'ite onlar' ifadesi

de müptedann haberidir. Eer muttakîler ifadesinin sfat kabul


edilse, bu takdirde onlardan maksat, hidâyetten sonra takvada
kemâle eren kimseler olur. Dolaysyla, bir eyin önünde sonun-
da varaca bir hâlle önceden isimlendirilmesi anlamnda mecaz
360
sayl ir

"Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler"

Rab:

Ra, ba çeitli köklere delâlet (iaret) eder. Birincisi 'bir eyi slâh
etmek' ve 'onun banda durmak'. Bu anlamda Rab, Melik (hü-

359 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.436.

360 bnü'l-Arabî, Tefsir- i Kebîr Te'vilât, stanbul, c. I, s. 38.


BAKARA
247

kümdar), Halik (Yaratan) ve Sahib'tir. Rab bir eyi slâh edendir.


361
Allah Rabdir; çünkü yaratklarnn ilerini slâh eder.

Er-Rab ismi, Mâlik anlamna gelir. Ayrca terbiye eden, slâh

eden anlamna da gelir. Efendi, Mürebbî (terbiye eden), Sabit an-


362
lamlarna da gelir.

"Rab", cemâl ismidir ama Rubûbiyet ve kudret itibariyle de celâl


ismidir. Bir yüzü cemâle, bir yüzü de celâle bakar. Yani kemâli
363
müterek (ortak) isimlerdendir.

Her eyi tedricen (derece derece) kemâle erdiren, nezareti altnda


364
terbiye eden, büyüten, besleyen manasnadr.

Kur'ân- Kerîm'in en önemli kavramlarndan biri olup bine ya-


kn yerde geçmektedir. Bu demektir ki, Kur'ân'da Allah keli-

mesinden sonra en fazla geçen isim-sfat Rab'dr. Bir baka il-

ginç nokta da udur: Rab kelimesi geçtii yerlerin tamamna ya-


knnda "âlemlerin Rabbi, Rabbiniz, Rabbin, Rableri, Rabbim"
eklinde bir terkip (birkaç eyin beraber kullanlmas) halindedir
ve dâima Allah'n isim-sfat olarak kullanlmaktadr. Çoulu
erbâb'dr.

Kur'ân'n ilk sûresi olan Fatihann ilk âyetinde Allah kendi-


ni "Alemlerin Rabbi" olarak tantmaktadr. Bu da gösterir ki

Kur'ân'n temel konusu olan ulûhiyet (Tanrlk) Allah kavram-


nn yeri ve anlamnn hemen ardndan gelmektedir.

olduu hâlde, terbiye


Rab, bir mastar edici anlamnda kullanl-
maktadr. Rab, ayn kökten türeyen, terbiye iini yürüten de-

mektir. Allah, bütün varlklarn terbiyesini yönetip yürüttü-

ü için, onun bir sfat da Rabbu'l-Alemîn dir (Alemleri terbi-

ye eden).

361 Suad El-Hakîm, Îbnü'l-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 516.

362 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s.169.


363 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 17.

364 M. Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, s. 169.


Ayet 5

248

Elmall Hamdi'nin de iaret ettii gibi "Bir


Terbiye, müfessir

eyi kademe kademe tedriç ile kemâline eritirmektir ki bunun


eseri, stfâ (seçkinlik) ve tekâmül olur."

O hâlde Allah varlklar, kendisi tarafndan tesbit edilmi bir


hedefe doru tekâmül ettirmek için oluu, mutlak kudret sa-

hibi sfatyla yönlendirmekte ve yönetmektedir. nsan, Yaratc


Kudret'in, hereyden önce bu niteliiyle kar karya geldii bir

hayat sahnesinde yaad için, Kur'ân Allah'n Rab sfatna ilk

anda yer vermektedir. Allah'n bu terbiye edicilik vasf, Seyyid

Kutub'un da ifade ettii gibi, Mutlak Rubûbiyet'tir.

Ulûhiyet bahsine girite, Allah'n Rab sfat üzerinde durulma-


s gerçekten çok ilginçtir. Bu girile Kur'ân demek istemektedir
ki, benim anlatacam Allah, Deizmin, varla ilk hareketi ve-

rip, ondan sonra kenara çekilen ve Aristo'nun ilk muharrik (ha-

reket veren, harekete getiren) vasfndan öte bir role sahip görmedi-
i ilâh deildir. Tam aksine, O varlk ve oluun içinde yer alan,
fakat irade ve kuvvetiyle varl aan bir Yaratc, erdirici ve oldu-

rucudur. O bizzat oluun kendisidir. Her an yeni bir olu sergi-

leyen bir külli benliktir ki, onun isim ve sfatlarnn tecellîlerini,

biz varlk ve oluu onun araclyla fakat ayn zamanda onu da


varlk ve olu araclyla tanyor ve kavryoruz.

Rab mastarnn ism-i fail mânâsnda Allah için kullanl, olu-

un ve ulûhiyetin bir proses {süreç) olarak alglanmas gerekti-

ine dikkat çekiyor. Allah, varl yaratp marangozun yapt


masay uzaktan seyrettii gibi seyretmiyor. Aksine, o varlk ve
oluun içinde, varlk ve olu hâlinde ve Kur'ân'n Sünnetullah
[Allah \n tavr ve tarz) dedii bir seyir içinde kendini ortaya ko-

yuyor.

te âlemlerin Rabbi, u ana kadar ki bilgilerimizle kavrad-


mz, daha sonraki bilgilerimizle kavrayabileceimiz ve hiç bir
zaman kavrayamayacamz bütün âlemlerin Rabbi'dir. Onlarn
herbirini, hem kendi bana, hem de dierleriyle ilikilerinde dü-

zenler, besler, yönetir ve yönlendirir.


BAKARA
249

Bütün âlemlerin terbiye ve yönetimi, Rab 'in nasl bir yakla-


m ve tavrna muhatap olmaktadr? Bir baka deyimle, âlemlerin

Rabbi, âlemleri çekip çevirir ve bir hedefe doru götürürken na-


sl bir tavr ortaya koyar?

Bu sorunun cevabn vermek üzere Fatihann üçüncü âyeti öy-


le konumaktadr:
365
"Rahman dr O, Rahimdir O"

Namazda Fatiha okunmas, kemâl varlnn insanda oluuna


iarettir. Çünkü insan, varln Fâtihasdr. Allah onunla varlk-

larn kilitlerini açar. Fatihay okumak; insaniyet srlar altnda,


366
Rabbani srlarn zuhuruna iarettir.

• Kur'ân'da Cenâb- Hakk zât- baht- ilâhîsini "Rabbü 'l-âlemin"

buyurarak, âlemlerin Rabbi olduunu, "Rabbü 's-semâvâti'


ve'l-arz" buyurarak, bütün semâvât ve arzn Rabbi olduunu,
"Rabbü' l-meriki ve'l-maribi" buyurarak, dounun ve bâtnn
Rabbi olduunu, "Rabbü 'i-felak "buyurarak, felakin Rabbi oldu-
unu, "Rabbü'n-nâs" buyurarak, nâsn Rabbi olduunu duyur-
367
mutur.

Rab için sübût {gerçekleme, meydana çkma, üpheye yer brak-


mayacak ekilde açk olma) vardr, yani Rab mefhumu dei-
mez. lâh ise isim ve sfatlarla deimektedir. "O her vakit bir
368
en' dedir" scyeti gereince dâima hâlden hâle girmektedir.

Bu isimde be hüküm vardr. (Fütühat'ta anlatlyor)

1-Telvin hükmü (renk verme, boyama): Telvin (yaradl hükmü)


üzere sübût hükmüdür ki, Cenâb- Hakk "Külle yevmin hüve fî

enin" âyetiyle her gün, her an bir andadr. Alemde hiçbir nefis,

365 Yaar Nuri Öztürk, Kur'ân- Kerim Ansiklopedisi, stanbul, 1990, s. 257-259.
366 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.424.
367 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabi Hazretleri, s. 172.

368 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s. 33.


Ayet 5
250

hiçbir ey yoktur ki, dâimi surette deimesin, (idrâk için farkl

muameleye ihtiyaç vardr.)

2- Niza {çekime, anlamazlk) ehli zer' {ekilip biçilmi ekin) olan

nüfusdur ki birçok insanlar tabiatlar itibariyle, saysz ihtilaf-

larla (Rab) hakknda söz söylerler. Bunlar bu çukurdan (er-Rab)

ismî celîli ile kurtulurlar. Er-Rab ismi celîli, eriat münzir ile

{doru yola sevk etmek için tehdit ederek) bunlarn ihtilaflarn


hâlleder. (Kendi hakikatimizi anlamak için farkl isimlere ihtiyaç

vardr.)

3- Mümkünâtn meselelerine nazardr. Zaman ve mekânlarnn


birbirine mütenâsip olan tayinine, hareket ve sükûnetine, ayr-

l ve birleimine ve bunlara benzer bütün ilerine (er-Rab) ism-i

erifi istidat hâlkeder. (nsann zaman ve mekânn etkisinden kur-

tulabilmesi için Rab ismine ihtiyaç vardr.)

4- Er-Rab, insan Allah'a, âzât kabul etmeyen bir kul yapar. n-


sanlar geçmite kula kul, nefse kul, ilâhlara kul olmulardr. Er-
Rab ismi erifi, insanlar, ancak Allah'a âzât kabul etmez kul ey-

ler. (Kulluunu idrâk için Rab ismine ihtiyac vardr.)

5- Er-Rab ism-i erifi hayatn irtibatdr. Bütün mahlûkâtn g-


dasn veren odur. Gda, maddî ve manevî olmak üzere iki k-
smdr. Manevî gda akln gdasdr. Bu sebeple Kur'ân'da akla
369
hitap eden intibahlar {dersler, ibretler) vardr.

Kendindeki deerlerin hakikatini bilmek için Rab ismine


370
ihtiyaç vardr.

• Rablk özellikleri tamas itibariyle mertebe bakmndan insan-

dan daha klnm yaratk olmad gibi, kulluk özellik-


izzetli

leri ile de ondan daha (hor, hakir) klnm bir yaratk yok-
zelil

tur. Rablk tüm mertebelerin en yüksei olduu gibi onun kar-

t olan kulluk da tüm mertebelerin en aasdr. nsan bir yü-

369 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, s. 170-171.


370 Derleyenin Notu.
BAKARA
251

zünde rablk özelliklerini, dier yüzünde ise kulluun eksikle-

rini gösteren iki yönlü bir aynadr. En güzel ekilde yaratlm


(ahsen-i takvim) olan Rablk yönüne bakarsan, onun bütün var-

lklardan daha yüce, daha güzel olduunu, kulluk yönüne ba-


karsan bütün kâinattan daha aa olduunu görürsün. 371

Bir vakit olur ki kul, üphesiz Rab olur. Baka bir vakitte de if-

tirasz kulluk derekesine (düük dereceye) iner. Kul, kulluk de-

rekesine inerse Hakk ile geniler. Rab olursa yaay daralr.

Kul olduundan dolay nefsinin aynn görür, dilekleri üphe-


siz Hakk'tan geniler. Rab oluundan dolay da mülk ve melekût
âlemlerindeki bütün mahlûklarn kendisinden bir ey istedik-

lerini görür. Hâlbuki onlarn bu dileklerini yerine getirmekten

zâtyla âcizdir. Bundan dolay arifler bu yüzden alarlar.

O hâlde sen Rabbn kulu ol, Onun kulunun Rabb olmaya bak-
372
ma; sonra bu ilgi sebebiyle atee ve erimeye mahkum olursun

Hz. Mûsâ, Firavunun 'Âlemlerin Rabb nedir?' suâline kar ona


'Eer siz yakn ehli iseniz semâdan ibaret olan yüce âlemde ve
yerden ibaret olan aa âlemde bu âlemlerin suretleri kendisin-

de beliren zâttr' dedi.

Mûsâ Allah'n zâtn tarif için suâle fiil ile cevap verdi ve bu
suretle Tanr zâtnn tarifi Tanrnn âlemlerdeki suretlerden bi-

riyle göründüü eyle veya âlemin suretlerinden kendisinde beli-

ren bir suretle ilgili gösterdi.

Cevabna daha da ilave etti. 'Mark ve maribin Rabb' dedi.

Böylece hem zahir, hem gizli olan eyleri bir arada söyledi.

Musa'nn birinci cevab, yakn ehli kimselerin cevabdr. Bun-


lar ise yakîn ve keif erbabdr. Bu itibarla onlara 'yakn ehli ise-

niz dedi. Bu u demektir ki, eer siz yakîn ehli iseniz ben size

371 smail Ankaravî, Naket Fusus erhi, stanbul, s. 23.

372 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s.57.


Ayet 5
252

ühûdunuzda ve vücûdunuzda yakîn ile sezdiiniz Rabb bildi-

ririm; ayet siz bu zümreden deil de akl ve takyid (kaytlandr-


ma) ehli iseniz ve aklî delillerin verdii neticeye göre Allah' tah-
did ederseniz (snrlandrmanz) size ikinci cevabmla karlk
373
veririm.

Eer yakîn ehli isek, bizim mânâmz olan semâmzda Al-


lah isimleriyle tecellî eder. Fakat bu tecellî maddemizde
zuhur edince eksik olur. O hâlde yaradlmta ortaya ç-
kan hâl, Allah'n isminin bozuk aynadaki tecellîsi gibi-

dir. Bu yüzden her varlkta bozuk da olsa Allah'n ismi-

nin tecellîsini gören, ayn zamanda bu tecellînin karsn-


dakinin vücûdundan dolay hatal aksettiini idrâk eden,
yakîn ehlidir. O dounun ve bâtnn zahirin ve bâtnn
Rabbidir sözü, o her eyi bilendir demektir. Eer kayt alt-
374
na sokuyorsanz bilin ki o her eyi bilendir.

Rubûbiyyet

Rubûbiyyet (terbiye edicilik); mevcudat isteyen esmay gerekti ri-

ci mertebenin addr. ...

Çünkü bütün esma ve sfatlar aid olacak, taalluk (bal, alakal)

edecek varlk ister.

u konuyu da iyi bil ki! Rab isminin altnda bulunan isimler,

Allah ve halk arasnda müterek olan isimler ile, tesir ihtisas

(hususiyeti) bakmndan halka mahsus isimlerdir. 375

Allah 'in Rab ismiyle yani terbiye edici ismiyle tecellî et-

mesi için baz isimlerinin vücûd giymesi gerekir. Zîrâ kül'

373 bnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, istanbul, s. 216-217.


374 Derleyenin Notu.
375 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 153.
2

BAKARA
253

(zât) terbiye edilmeye muhtaç deil terbiye edicidir. Ama


cüz, yani parça veya vücûd giymi isim, bütünü idrâk
için terbiyeye ihtiyaç duyar. Bu yüzden Allah 'in Rab ismi

kulu ile kendi arasnda müterek (ortak) olan isimlerin


vücud giymesiyle ya da kula ait isimlerin vücud giymesiy-
le oluan varlklara tesir içindir. Kelâm, semi, basar, sa-

br, ilim, Rezzâk, vs. (Allah 'a ve halka ait isimler) Aczi-

yet, yokluk, hiçlik, kulluk (halka ait isimler). 376

Hidâyet ancak Rab 'dan gelir:

Hidâyet için bkz. Âyet.

Ittlâ- Kur'ân {örenme, bilme) muttakîlere (takva sahibi) mah-


sus bir nûr ile Kur'ân'n mânâsna muttali (vâkf, bilgisi olan)

olmaktr. Cenâb- Hakk'n tâlimi ile hâsl olur. Nitekim: "Ey


inananlar! Allah'tan saknn, peygamberine inann ki, Allah size
rahmetini iki kat versin. Size nda yürüyeceiniz bir nûr var
"
etsin." (Hadîd, 28) "Allah'tan saknn; Allah size öretir. (Ba-

kara, 151)

Allah, anlamay öretendir. Cenâb- Peygamber, hüküm ve hik-

meti öretendir. Peygamberimiz ayrca idrâk yollarn bildiin-


den halk irâdyla (doru yolu gösterme) ttla {bilgi, bilme) kes-

betmeye sevkeder. Çünkü O, Allah ile mahlûkât arasnda bir

vâstadr. Nitekim: Biz size âyetlerimizi okuyacak, sizi her kö-


tülükten artacak, size Kitâb' ve hikmeti öretecek ve bilme-
diklerinizi bildirecek aranzdan bir peygamber gönderdik. Pey-
gamber bi'1-vâsta hidâyet rehberidir, tevil yoluyla deil. üp-
hesiz sen doru yolu göstermektesin. Gerçek hidâyet sahibi an-
cak Allah Teâlâ'dr. Ey Muhammed sen sevdiini hidâyete sevk

edemezsin. Ama Allah dilediini hidâyee eritirir. Bütün bunlar


peygamberimizin delâlet (yol göstericilik) vâstas olduunu, asl

376 Derleyenin notu.


Ayet 5

254

hidâyetin ise Allah'tan olduunu gösterir. "Size bilmediklerinizi

öretecek bir peygamber gönderdik." (Bakara, 151) "insana bilme-


diini öreten O' dur." (Alak, 5) "Kendisine ilm-i ledün örettii-

miz" (Kehf, 65) "insan yaratan ve ona konulmay öreten O' dur."
(Rahman, 3-4) 377

Eer bir ermi insan, bir pîr, bir mürid gelir de ak, muhabbet
ve hidâyet merhemini senin o azm ve aztm yarann üzerine
sürerse Allah' duymann, Allah'a âk olmann cokunluu seni

kendi nefsinden ve nefsinin yaralarndan kurtarr. çin, bilme-


diin ve o hâle gelmeden hazzndaki sonsuzluu bilemeyecein
Hakk nuruyla dolar. Hem dünya hem âhiret tasalarndan kendi-

ni âzâde (özgür) bulursun.

Bazen öyle olur ki merhem yaraya konunca, hasta ufunet (çü-

rüme) bitti sanr, kendini bir anda iyi olmu görmenin gafleti-

ne kaplr. Hâlbuki bu, sâdece yaraya bir k vurmasdr. yi ol-

mak, tamamiyle Allah'n istedii gibi bir ruh olmak için tedaviye

devam lâzmdr. Müridinden ayrlma! Onun sana gösterecei


yol, sâdece yolun ba deildir. Bu yolda sonuna kadar yürümek
gerekir.

Ey yaras srtnda olan kii! Bu merhemden gafil olma. Gözlerin-


le görmediin yarann vehâmetini anla. Nefis çbann, ak, mu-
habbet ve ilâhî nur merhemiyle onarmas için müridinin fey-

zi nuruna dal! yilie yüz tuttuun anda bu nekahet {hastalk-

tan sonraki zayflk) lezzetini kendi kudretin sanma! Tekrar kibir

ve gurur çukuruna dümeden; tekrar eytan gibi, 'ben ondan üs-

tünüm,' demek gafletine sapmadan, seni iyi eden ve daha da iyi

edecek olan müridinden ayrlma! 378

3
Kâmil oldur ki, nasrl yaraya keskin ustura ola! '

377 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 167-168.


378 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.471.
379 Musa b. eyh Tahir Tokadî, smail Hakk Bursevî, Hac Bekta Velî, Muhammed
BAKARA
255

Cenâb- Hakk hidâyet etmezse kul hiçbir ey Onun


yapamaz.
için Allah'n lütfundan gayr ne akla ne de ilme güvenmek do-
380
rudur.

• Cenâb- Hakk bir kuluna hidâyet murat ettii, yani bir kulunu
ilmen bilmek derecesinden aynen yani görerek bilmek derecesine
yükseltmek istedii vakit o kulun kalbinde hidâyet nuru tecellî

eder. te o vakit bu kulun ruhu Isa olur. Gökten Isâ indi Mehdi
tamam etti zuhur... denmesinin sebebi de budur.
Bu hidâyet, bu Rahman cezbesi geldii zaman, ruh da ruh-i izafî

olup ne kadar yaramaz ahlâk varsa, ki bunlar deccaldir, katleder.


Bunlar ölüp gidince de;
Gitti kesret, geldi vahdet oldu halvet dost ile

Hep Hakk oldu cümle âlem ehr ü bazâr kalmad


381
srr zuhur eder. Böylece ruh nefis, nefis de ruh olmu olur.

• Bu sr, bu hikmetli yol bulu, bugün hâlâ bizim duygularmzn


ve bilgimizin üstündedir; gizli ve ilâhî srlarla örtülüdür.
Hakk 'in cezbe ve hidâyeti imekleri sonunda insanolunu ol-
gunluun zirvelerine götürür ve ona kâmil insan sureti ba-
lar. Bu, karanlkta ve karanlk gecelerde, yürekleri nurdan mah-
rum kalmann hüznü ve nefisleri kötülüe götürecek ihtiras hay-

dutlarnn korkusu içinde bunalanlar, aydnla götürecek yol-


382
dur.

• Âlemde bulunan her mevcûd olanda Rabbn kemâl üzere bir

yüzü vardr.
Bu yüz ise; o mevcudun ruh suretinde olur. O mevcudun ruhu
ise d duygularla görülen yap ve cesedinin sureti üzerinedir.

Bilesin bu; Hakka ait bir emirdir...

Nuru'l Arabî, Gayb Bahçelerinden Sesleniler, haz.Tahir Hafzaliolu, stanbul, 2003,


s.129.
380 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.623.
381 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.328.
382 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.558-559-
Ayet 5
256

Yani zâta bal bir itir...

Suret, Rab için, zâta bal bir emir olarak kalr. 383

• Ruhlar, Rab ismiyle ezelde karlatlar.


"Ben sizin Rabbnz deil miyim?" Evet Rabbmzsn cevabn ver-

diler" (A'râf, 172)

Cenâb- Hakkn onlara:

"Ben sizin Rabbnz deil miyim?" buyurmas, onlarda, ilâhî isti-

dad meydana getirmesidir.

Ruhlarn da "evet" cevabnda bulunmalar, ilâhî mazharlar ol-

may kabul etmelerine sebep olan kabiliyet ve istidatlarna ia-


rettir. Yine Cenâb- Hakk'n onlara; "Ben sizin Rabbiniz deil
miyim?" diye suâl buyurmas onlara ihsanda bulunduu istida-

dn icâbn ve verdii ftrî (yaratltan gelen) kabiliyetin, Onun


Rubûbiyyetini tasdik (dorulama) edip inkârda bulunmayacak-
larn bildiinden dolaydr. te bu sebeple "Belâ/evet öyle..."

cevabn vermilerdir.

Cenâb- Hakk'n da Kur'ân- Kerîm' de onlara bu ekilde ahadet


etmesi de kyamet gününde onlarn ilâhî Rubûbiyyete îmân et-

tiklerine ve tevhide kail olduklarna ahadette bulunmamz


384
içindir.

• Her mahlûkun (yaratlm) ancak kendisine göre bir Rabb {ter-

biyecisi) yani Tanr's vardr. Bu itibarla Allah'n o mahlûka göre


Küll olmas imkânszdr... (Cüz olan küllü idrâk edemez.)

Hiç kimse tanrlk sfatlarn Hakk'n esiz birlii bakmndan


kavrayamaz...

Allah, mutmain yani îmân ve teslim ehli olan nefse ancak onu
çaran Rabbna dönmekle emretti. Böyle olunca nefis de Rab-
binden raz olduu hâlde onu küllden bildi. Allah, "Ey nefis, sen

383 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 17-18.

384 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, Insân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.I, s. 320-

321.
BAKARA
257

bumakam onlarn mülkü olmas dolaysyla benim kullarm aras-


na gir!'"buy urduuna göre burada sözü geçen kullar, ancak Rab-
bini bilen ve yalnz onu tanyarak ondan bakasna iltifat etme-

yen her kuldur. "Ey nefs-i mutmainne, benim cennetime gir" ki


benim örtüm onunladr, hâlbuki benim cennetim senden ba-
kas deildir, çünkü sen zâtnla beni örtersin; ben ancak senin-
le bilinirim. Nasl ki sen de benimle var olursun; bu hâle göre
seni bilen kimse beni de bildi. Hâlbuki ben de bilinemem, sen
de. Demek Rabbnn cennetine girdiin vakit kendi nef-
ki sen

sine girmi oluyorsun. Rabbn tandn zaman dier marifetin

dolaysyla ve kendi nefsini bildiin marifetten baka olan bir

marifetle tanrsn. Bu suretle sen iki türlü marifete erersin. Bun-


lardan biri kendi nefsini, dolaysyla Rabbn bilmek, öteki de
nefsin vastasyla deil, Rabbinin delaletiyle ve Rabbin bilgisi yö-
385
nünden nefsini bilmektir.

386
Yüce Hakk kulun nefsi cihetinden Rab sfat ile tecellî eder.

Her varln varlktan pay, kendisine eklenip de mevcûd hâle


geldii bir isim yönünden ortaya çkabilir. Ayrca ikinci aama-
da varln bekâsnn kendisine bal olduu ilâhî yardm da, bu
isim vastasyla kendisine ulaabilir. Böylece isim, gerçekte onun
Rabbi olmu olur. Allah ismi ise hepsini içermesi yönünden, bü-
387
tün varlklarn Rabbidir.

"Firavun sordu: Rabbin kimdir yâ Mûsâ?" "Mûsâ dedi ki: 'Bi-

zim Rabbimiz hereye yaratln lütfeden (ihsan eden), sonra da


hidâyete erdirendir. " (Tâ-hâ, 49-50)
Allah, kalpleri ve fikirleri kalptan kalba koyucu, deitirici-
dir. te onun için Resûlullah: "Ey kalpleri ve gözleri evirip, çevi-

ren! Kalbimi dîninde srât- müstakim üzre tesbit et, karar kldr!"
388
buyurur.

385 bnü'I-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s. 58- 60.


386 Abdülkerîm b. brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.44.

387 Suad El-Hakîm, bnü'I-Arabî Sözlüü, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2005, s. 517.
388 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.244.
Ayet 5

258

• -Ben olsam öyle yapardm, o iyi yapmam deme. Bil ki insan

mutlak acz içindedir.

Bir gün Resûlullah efendimiz eytana rast gelmi ve nereye gitti-

ini sormu. O da, bir kimseyi aldatmaya gittiini söylemi. Bu-


nun üzerine efendimiz: "Yâ Rabbî, ben hidâyete memurum; fakat
hidâyetten benim elimde bir ey yoktur. eytan da dalâlete memur-
dur; fakat onun elinde de dalâletten (Hak yoldan sapmak) bir ey
yoktur, "buyurmu. Böylece de, hayr ve er nasibini veren sensin,
389
demek istemi.

• Cenâb- Hakk: "Onlar ki Rabbimiz Allah'tr dediler ve istikâmet

ettiler, onlar için korku ve endie yoktur." (Ahkâf, 13) buyuru-


yor. Bu âyet, ilmin ve amelin hülâsasdr. lmin hülâsas tevhîd;

amelin hülâsas istikâmettir. Binaenaleyh hidâyet nurunu bulan,


tabiat ve beeriyet kirlerinden kalbini temizleyen, ayar (yardan

gayr) ve mâsivâ (Allah'tan gayr herey) tozundan kurtulan kim-


390
seye istikâmet sahibi denir.

Cenâb- Hakk'n yardmna mazhar olmakla mânevi rzây elde

ederek hidâyet semtine yürüyün! Dâima dâva kokusu saçan söz-

den, en büyük günah gibi saknn ve acz ile nefsinizi terbiyeden

geri durmayn. Her iinizi Cenâb- Hakka havale ederek yapn.

Rzâda sabit kadem olup, hakîkî kul ve hakîkî insan derecesi-

ne erierek nefsinizin putu olan varlktan ve nefsinize kulluktan,


puta tapar gibi saknn.
Hâsl gerçek kulluu kazanp Hakk'n rzâsnda mahvolun. 391

Cenâb- Hakk fiiliyle, kavliyle, sfat ve zâtiyle, zahir ve bâtn ta-

sarruflaryla insandan zuhur etmitir. Binâenaleyh Allah'n lü-

tuf ve keremi, kahr ve gazab insanlara yine insanlardan zuhur


eder. Keza rzk da yine onlarn elleriyle verilir. Demek oluyor

ki Cenâb- Hakk; bizden iitiyor, söylüyor ve tasarruf ediyor. O


389 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.411.
390 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.81.

391 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.479.


BAKARA
259

hâlde bizim vücûdumuz Cenâb- Hakk'n fiiline kavline, zahir

ve bâtn tasarruflarna bir âlettir.

te insan, Hakk'n olan bu tasarrufu kendinden bilip de bu ta-

sarruf benimdir dedii zaman, bu cehlinden dolay nefsine zul-

metmi oluyor. Hâlbuki bu tasarruf onda iretidir ve emanettir.


Allah bunu ondan alverince ne tasarruf kalr ne de vücud... te
Resûlullah efendimizin "Nefsini bilen Rabbini bilir", buyurdu-
u bu srdr. 392

Nefsini bilen Rabbini bilir çünkü nefis, kul ile Rabbi arasnda
kesif bir perdedir. Nefsini bilen o perdeyi kaldrp Azz ve Celîl

olan Allah'a ve O'nun mahlûkâtna kar tevazu içinde saygl

olur. Bil ki kime nefsi tantlrsa, onun için hem dünya hem de
âhiret hayrlar irade olunmu demektir. Artk o kimsenin d
görünüü bunun zikriyle, iç âlemi bunun hamdyla meguldür.
D âlemi dank, iç âlemi derli topludur. Bu hâlini gizlemek

veya örtmek için sevinci içindedir, üzüntüsü dndadr.


O artk bir kölecik gibi kapda durur. Kendisinden ne istenece-
ini bilemez; kabul mu edilecek, red mi edilecek, kap açlacak
m, yoksa kapal m kalacak, bunlar idrâk edemez.

te böylece nefsini bilen, bütün ahvâlinde mü 'minin aksine-

dir: Mümin hâl sahibidir, hâl ise deiir, deiiklie urar. Nef-
sini bilen arif makam makam ise sabittir, deimez.
sahibidir;

Mü'min hâlinin deimesiyle îmânnn zail olmasndan korkar.


Bu yüzden onun üzüntüsü devaml kalbinde, sevinci ise yüzün-
dedir. O, üzüntüsüyle gezip dolar. Konumas senin çehrende

tebessüm eder; kalbi ise üzüntüden parçalanr gibi olur.

Nefsini bilen arif ise, onun üzüntüsü yüzündedir. Çünkü o, fena

amellerin encamndan (nihayet, son) korkutucu bir yüzle halkn


karsna çkar, halka iyilikle emreder, kötülükten onlar mene-
393
der. Bütün bunlar Hz. Resûlullah'a vekâleten yapar.

392 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.324


393 Abdülkâdir Geylânî, Gönül ncileri, çev.Celâl Yldrm, stanbul, 1996, s. 21
Ayet 5
260

'Tanrnn ipine yapnz.' buyurulduu gibi, eer Tanrya böy-


lece sarlrsan, bu straplardan, bu hayallerden ve bu hicaplardan
kurtulursun. Eer ölmeden evvel bunu yapamazsan kesinlikle

bil ki bunlardan ebedîyyen kurtulu yoktur. Evet çünkü: Yaa-


dnz gibi ölürsünüz ve öldüünüz gibi harolursunuz" buyu-
rulmutur. Her kim mücâhede ile riyâzat potasnda aslî cevhe-
rini yani cevher-i insanîsini, temizleyip çkarrsa ve kendi îmân
nurunu gözüyle görürse, bu kimse kendini görmü ve hakikatini
bulmu saylabilir. Böyle bir kimse hiç üphe yok ki tanrsn
bulmutur.

Meselâ bir sanatkârn güzel bir eserini gören bir insan, sanatkâr,

gördüü eserden daha çok bilir ve takdir eder Bir müderrisden

yüksek ilimler okumu bir adam, o müderrisi daha "ebced, hev-


vez" ile megul olan çocukdan daha iyi bilir. Vereni verdii ey
ölçüsünde severler ve bilirler. Bir insan ihsann gördüü kimse-
yi daha iyi tanr, insanda gizli bir cevher vardr, fakat bu insa-
nn gözünden gizlidir. Tanrnn ihsannn, yalnz
Bu yönden o,

bu hayvânî bedenden ibaret olduunu zanneder. Bu ise umûmî


ve dâima beraberdir. Bu kadarla insan Tanry nasl tanyabilir?

Tabiî ancak "kendisinde bulabildii lütuf ve ihsan ölçüsünde bi-

lebilir. Fakat kendisinde bir hazine gizli bulunan bir kimse, bunu
göremediinden Tanrnn kendisine nasl bir lütuf ve ihsanda
bulunduunu nereden bilebilir. nsan Tanrnn bir usturlab-

dr. Fakat bu usturlabdan anlayan bir müneccim lâzmdr. Evet


sebzeci ve bakkal dükkannda usturlab bulunabilir ama bakkal
bundan ne anlar? Sebzecinin ne iine yarar? Bundan ancak bir

müneccim faydalanabilir. te bir usturlab, felein hâllerini nasl


bir ayna gösteriyorsa, "Biz hakîkaten Ademoullarn ereflendir-

dik' '(srâ, 70) âyeti gereince, insann vücûdu da Hakkn bir us-

turlabdr. Tanr onu kendisiyle görücü ve bilici yapmtr. nsan


da bu pis Tanrnn cemâlini
vücud usturlabyla, benzersiz olan
ve tecellîyatn her an görür. Bu ayna Tanrnn cemâlinden bir
an boalm deildir. Bir insan annesinden doar domaz gözü-
nü bu dünyaya açar. Gece gündüz bu âlemin, yerin, göün ve
BAKARA
261

bütün yaratklarn durumlarn görür. Bunun gibi bir velî de gö-


zünü açt vakitte dâima Tanry temaa eder. Ondan baka bir
394
ey görmez.

Sen nesin? Vücûdunda varlnda Cenâb- Hakk'n âyetleri ken-


dini göstermitir. Hakk bize ah damarmzdan daha yakndr.
Biz kendimizi bildik mi, Allah'n ilmi ortaya çkar. Hâl olarak
bunu bilen ise, nefsini bilmi demektir. 395

Hayret edilecek bir hakikat, kâinatta olan her eyin insanda


mevcûd olmasdr. Onun için mârifetullah nefsi bilmeye, nef-

si bilmek bedeni bilmeye, bedeni bilmek âlemi bilmeye, âlemi


bilmek de onun içindeki hakikatleri bilmeye baldr. Hâsl in-

san, beeriyeti cihetiyle âlemden domu ise de mânâ cihetiyle


396
âlemin babasdr.

Kendi vücûdun kitabn oku buyuruluyor. O kitab ne suretle


okumal?
Bu, kalbinde gizli olan Hakk'n emanetini bul demektir. n-
san bir kitab- mübindir ki, dünya ve âhiret ona smtr. u
hâlde eline külüngü al fena ahlâklarn kazmaya bala. Her ta-

bakada bir yeni ilerleme görülür. Evvela toprak, sonra kil, bakar-

sn sonra da su çkverir. te kendi kitabn okumaktan maksat,


397
marifettir. Yani nefsini bilmektir.

Hz. Ali, "Nefsini bilen Rabbini Bilir" demitir. Meselâ sen, ken-
di varlk evindeki yayglar, yataklar, kymetli kumalar, elbise

ve sandklar görüp, sahip olduun dier eyleri görmesen; ken-


dini tamamen görmemi ve tanmam, ancak baz ksmlarn
tanm ve bilmi olursun. Tekrar gizli açk her eyi görmü ol-

san; fakat bunlarn hepsini sana gösteren lambay görmemi ol-

394 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002. s. 188


395 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.628
396 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.433
397 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.622.
"

Âyet 5
262

san, yine kendin tamamyla görmü olmazsn. Çünkü o lamba-


nn nuru ile sende bulunan eylerin, meselâ kymetli kumalarn
iyi ve kötü olduunu görebiliyorsun. Senin varlk evinde parla-

yan bu hakîkî nurunu görürsen, mutlaka Tanry da görürsün.


Meselâ günein nuru senin evinde parlad zaman, evinde bu-
lunan her eyi görmekle beraber bu eylerden günei bilemezsin.
Fakat evindeki günei görmekle, hakîkî günei de görmü olur-

sun. Binâenaleyh, kendi iç âleminde dolamal ve kendini bil-

meye çalmalsn. Bundan baka bir eyi bilmenin sana fayda-


s olmaz, senin için lâzm olan ve seninle ilgili bulunan ey ken-

dini bilmendir. Geri kalan eyleri bilmek, bakalar için zahmet


ve zdrap çekmeye benzer. Bu çektiin zdrabn sana hiç fayda-

s olmayacaktr. Kendini tamamen tandktan sonra Tanrya eri-


irisin. Zîrâ: "Son varlacak hedef Tanrnn huzurudur" (Necm,
42.) Evinde gördüün o saysz, esiz ve deerli kumalar ancak,

bu nûr sayesinde görebiliyorsun. te bu nuru görürsen kendini


tamamiyle bulmu olursun. Hakk'n nuru olan bu nûr, tâ ezel-

den beri daha sen annenin karnnda iken, seninle beraberdi. Bu


nurla her eyi görüyor ve kendini ondan ayr göremiyordun; fa-

kat asl olan bu nuru görmüyordun. Hülâsa o nuru gördüün za-

man ilk ve sonun o olduunu bilirsin; çünkü "O, ilk ve sondur.


398
(Hadîd, 3)

• Dünya ileri ve dünya ile ilgili eyler gönül aynasndan hâsl olan
bir pas gibidir. Eer pas az olursa ondan birtakm eksik ve nok-
san ekiller görünür. Bu da hiç yoktan daha iyidir. Fakat eer pas
çok olursa aynann bütün yüzü örtülmü olduundan bir kimse
ona bakt zaman hiç bir ey göremez. Ne az, ne çok, ne hakîkat
ve ne de hayal. Üzerinde pas olmas bakmndan müflistir ve bir

ie yaramaz. Fakat bu pas riyâzat, ak ve sdk ile cilalandrd


zaman kendini bulmu olur. Çünkü pas artk gönül aynasndan
giderilmitir. Kendine eritii ve kendini bulduu için Tanry

398 Sultan Veled, Maârifi çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 201.


BAKARA
263

kendinde bulur ve onu asla kendinden ayr göremez. Nefsini,


399
kendini bilen Rabbini bilir.

Hukûk- ilâhiyyeyi nefsinde icra eder ve kendinden geçip Hakk


ile beraber olursan ite o zaman kendini bilmi olursun. Çünkü
'Nefsini bilen Allah' tanm olur' buyurulur.
Eer halkn hakkn bilip yerine getirirsen yani, büyüklere hür-

met, küçüklere merhamet, kötülük edene iyilik, iyilik edenlere

güzel muamelede bulunur, halkn hikmet ehli olanlarnn nasi-

hatlerini kabul eder ve kötü sözlerinden uzak durursan, çaresiz-


lere yardm edip iktidar sahiplerine ilimezsen, yani halk senden

emin olup cümlesinin emniyetini kazanrsan nefsinde hüsn-i si-


yasete muvaffak olursun. Ayrca Cenâb- Mevlâ senden raz ol-

duu hâlde kardelerinle güzel geçinirsin. Bu durumda hem akl


ve hikmet sahiplerinden saylr, hem de eza ve cefâdan kurtul-

mu olursun.
Eer nefsini bilmeyerek cehalette kalr ve halka gerektii deeri
veremeyip onlar kusurlu kabul edersen, bu durumda hem ken-

dine yazk etmi hem de gazâb- ilâhîye uram olursun. Böy-

le olunca da ahmaklardan saylp, knanalardan olursun. Ey kar-


deim! Sen kvlcm üstüne sçratp kendini yakmaktan, hevâ ve
heves deryasna dalp boulmaktan iddetle sakn.

Kaplar açlr ve hayrl kiiler zümresine kavuulur.


Nefis insandaki mânâdr. Tevazu gösterirse yücelir, ayet kibirle-

nirse, aksine kymeti azalr/.400

Bir kul Rabbini kendiliinden bilemez. Onu bilmesi yolunu u


cümle ile anlatmak mümkündür.
Kul önce nefsini bilmeli. Ama kul nefsini kulluk yolunda slâh

ederek bilmeli. Bunu bildikten sonra yaratan yaratc olarak nef-

sine tantmaldr.

399 Sultan Veled, Maârif, çev.Meliha Anbarcolu, Konya, 2002, s.73.

400 Ahmed-er Rifâî, Sohbet Meclisleri, stanbul, 1996, s.78.


"

Ayet 5

264

Nefsini yoklukla bilen, yaratann varln bilmi olur.

Nefsini kötülük ve hata ile bilen, Allah' iyilik ve doru olarak

bilir.

Nefsini ihtiyaç içinde bilen, Allah' kendi dertlerine ifa verici

olarak bilir.

Nefsini Mevlâ'ya satlm bir meta gibi gören, bakasna dert ya-

np ihtiyaç arz etmekten kurtulur.


öyle bir hadîs-i erîf vardr: "Bir kimse yüce Allah' anlarsa onun
"
hakkn yerini getirir.
Bu hadîs-i erifi açkladmz zaman öyle deriz:
Allah' hidâyet sahibi bilen nefsini ona teslim eder.
Allah' yaratc kabul eden, kulluk icablarn yerine getirmelidir.
Allah' bir ceza verici olarak bilmek, insan kötülüklere girmek-

ten korur.

Allah'n yeterliine inanan, bakalarna komaktan saknr.


Dâvud (a.s.)'a öyle vahyoldu: "iyi anla, beni isteyen arar, arayn-
ca da bulur. Beni bulduktan sonra baka yaratc ve besleyici ara-
401
maya gerek kalmaz.

"bunlar felaha erenlerdir"

Kurtulua/Felaha ermek

Yüce Allah buyurdu: "Allah selâmet evine çarr" (Yunus, 25). Al-

lah kullarn fiiller, sfatlar ve zât tevhidine davet eder. Bunlarn


tevhidi, bütün âfetlerden selâmet (kurtulu) evidir. O, fiiler tev-

hidine kelime-i Tevhid, namaz, zekât, oruç, hac gibi eriatça em-
redilen; irk,adam öldürme, zina, haram yemek ve bunun gibi
eriatça yasak klnan eylerden menetmek gibi çeitli ibâdetler
ve nehiylerle (yasak) davet eder. Çünkü kul emirleri tutmak, ne-
hiylerden (yasak) kaçmak ile fiillerin selâmet evine girer. Yani hiç

401 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Alemi, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1996, s. 182.
BAKARA
265

kimse yapt bu ibâdet fiilleri için "Bunlar caiz deildir" diye


itiraz edemez, bu suretle zahirde bir müdahalenin satamasna
uramaz.

Göüslerindeki aldatma, tecavüz, kin, hased, kibir, kendini be-


enme, iittirme, riya gibi kötü duygular kalbinden çkaran s-
fatlar tevhidine de çeitli güç riyazetlerle (nefsi krma) nefs-i

emmârenin arzusunu öldürmek, nefsin dediini yapmamak,


alkanlk hâline getirdii eyleri terk etmek gibi eyleri yapmay
emrederek davet eder. Bu suretle nefis itmi'nane ular. Nefis it-

minana kavutuu takdirde güzel huylardan ibaret bulunan s-


fatlarn selâmet (kurtulu) evine girer. Kötü ahlâk zindannda,
kalplere sçrayan kötülük ateinden kurtulmu olur. Ve bu kötü
huylarn azabndan dâima rahat içerisinde oturur.

insanlardan ve her eyden vücûdu (varl) kaldran zatî tevhide


de: "Allah' çok zikrediniz" (Ahzâb, 41) âyetiyle zikri, "Göklerin ve

yerin yaratl hakknda düünürler" (Alu mran, 191) düünceyi


emrederek çarmaktadr. Tâ ki bu suretle zikir ve fikir çakma-
ndan doan atein nuru çksn, benlik perdelerini yaksn, kalp
âlemlerini aydnlatsn, onlara Allah'tan baka varlk olmad-
n göstersin ve onlar varlk azabndan ve günahndan kurtarsn.
'Varln öyle bir günahtr ki onunla günah mukayese edilemez.'
Keza varlk azabyla da hiçbir azap mukayese edilemez. Çünkü
kendine varlk tanmak yüklendii emanete hiyanet demektir,
insan, vücûdu emanet olarak almtr. Kim emaneti öderse, ken-
disinden daha lezzetli, daha rahat ve daha zevkli bir selâmet ol-

mayan ebedî, zatî selâmete girer. Zîrâ bu, bütün selâmetlerin ru-

hudur. Bu selâmetin ebedî olmas da u demektir: Yani bir kim-


se oraya bir an içerisinde girerse artk bütün neelerde {anlarda)
orada kalr, çkmaz. Zîrâ ezelî istidat bunu gerektirir.
402
Allah gerçei söyler, O, doru yola iletir.'

Allah yolcularnn iç âleminde aksaklk göremezsin. Onlar, kur-


tulmulardr. Onlar, tam îmâna sahiptir. Muvahhid (tevhid

402 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s.31-32.


Ayet 5
266

ederi) onlardr. hlâsl ii onlar tutar. Belaya onlar sabrla kar


koyar. Bir âfet indiinde szlanmazlar, inlemezler. Metin ve va-
kur olarak ilerin sonunu beklerler, iyilik geldii zaman ükür
yoluna koyulurlar. yilii ilan eder, kötülüü sakl tutarlar. Ba-
larnda olan felâketli ilerden, kimseye ikâyet etmezler. Ellerin-
403
de bir bolluk varsa, herkese datrlar.

Cüneyd-i Badadî, "Ancak sdk ile Allah Teâlâ'ya snan necat

(kurtulu) buldu buyurup, necatn Allah Teâlâ'ya sdk ile sn-


404
mak olduunu bildirdi.

"te bunlar, yani Kur'ân hidâyetiyle hidâyete erip gayba îmân


edenler, namaz dosdoru klanlar, kendilerinin merzûk (rzk-
lanm) klndklar eylerden infâk edenler, Sana indirilene ve
Senden önce indirilenlere îmân ederek âhirete yakîn hâsl eden-

ler Rablerinden gelen bir hidâyet üzeredirler. te bunlar, felaha

erenlerin tâ kendileridir."

Felah üç mertebedir:

1. Nefse kar muzaffer olmak. Hevasna ve dünyaya tabî ol-

maktan kurtulmak, alâyiine aldanmamak, eytann vesve-

selerine kanmamak, fitnelerine kaplmamak.


2. Küfürden, dalâletten, bidat (peygamber zamanndan son-

ra dinde meydana çkan ey) ve cehaletten, nefse aldanmak-


tan, eytann vesvesesinden, îmânn zevalinden (yok olma),
emniyeti zâyî etmekten, kabrin ve harin korkularndan,
srattan aya kayp dümekten, cehennem azabna duçar
olmaktan, cennetten ve cemâlden mahrum olmaktan kur-

tulmak.
3. Ebedî mülkte, sermedi nimetlerde, zevali ve intikâli olma-
yan âlemde, hüznü olmayan sürûrda, ihtiyarl olmayan

403 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî - lâhî Armaan, çev.Abdülkadir Akçiçek, stan-


bul, 1964, c. I, s.31.

404 Abdülkâdir Geylânî, Gunyetü't Talibin, çev.A. Faruk Meyan, stanbul, 1971, c.1-2, s.

233.
BAKARA
267

zindelik ve gençlikte, zorluu olmayan rahatlkta, illeti ol-

mayan shhatte, hesab olmayan nimete nâiliyette (nail olma,

murada erme), hicab (perde) olmayan bir mülakatta bekaya

ermektir. Cemâlullaha kavumaktr.

Beyzâvî Tefsirinde naklolunduuna göre Necmü'd-Din Dâye

(k.s.) demitir ki: Bu âyet-i celîlede hâdî (dilediine hidâyet eden

mânâsndaki ilâhî isim) nekre (belirsiz) olarak zikrolunmutur.

Bu her bir mertebenin hidâyetini beyânda hepsini içine alr.

Çünkü evsâf bu be âyette saylan muttakîlerden kimi Rable-

rinden bir kef üzere, kimi Onun envârndan (nurlar, aydnlk-


lar) bir nûr üzere, kimisi Onun esrarndan bir srr üzere, kimi-

si Onun eltâfndan (iyilikler, lutuflar) bir lütuf üzere, kimisi de

O'nun hakâyikinden (hakikatler, gerçeklikler) bir hakikat üzere

hidâyettedir. Allah'n, bütün enbiyâ ve evliyasna in'âm ettik-

leri (nimet verme), kemâl zât ve sfatna sermedi (dâimi, sürekli)

in'âm (nimet) ve ihsanna nisbetle bahr-i muhitten (okyanus) bir


405
katredir.

Ezel gününde ksmetine bir ulu rehber çkarak, onu bu dünya-

nn çirkeflerinden çekip çkarmak üzere: 'Ey ezel dostum! Ne


gözlerin iyi görüyor, ne de kulan yeterince tam duyabiliyor.

Onun için bana gel, sakn elini elimden çekmeye kalkma. Zîrâ

yeryüzünde öyle uçurumlar, çukurlar mevcuttur ki, senin o az

gören gözün ve sarlam kulan ile o girdaplar görmen kabil


deil. Böylelikle de, her an o çukurlardan, hendeklerden birine

dümek tehlikesi ile kar karyasn!' diye seslenir.

Onun için de, ezel gününde seni seçmi ve bu dünya hayatn-


da seni üstüne alm olan o Dostu tan ve unutma. Tuttuun eli
asla brakma ve gene asla ondan vazgeçip yannda ayâre yer ver-
I» 406
me

405 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 36.

406 Sâmiha Ayverdi, Ezelî Dostlar, stanbul, 2004, s. 220.


Ayet 5
268

Allah'n hidâyetine nail olmann yolu nedir?


Akln varsa, o hakikat görücüsünü bil ve bul ki, senin de bâtl
gerçekten ayrt etmen mümkün olsun.

Bu cihan, gece boluunda ve gece karanlnda mhlanm kal-


msa da bütün ümidi günete ve gündüzdedir. Bilir ki, her ge-

cenin bir gündüzü olacaktr. Karanlk cehalet, gaflet, küfür ve


isyan karanldr ki, amellerin ve fiillerin ortaya çkmas için

hidâyet güneinin domas lâzmdr. 407

Muhammed bir hidâyet nurudur.


408

Bakarann ilk be âyeti bizi 'Fatihaya ulatrr. "Yalnz


sana kulluk eder, senden yardm dileriz. "Srât- müstakime
ereriz, mânâsna ularz.
Hidâyet 'Rab isminin
' tecellîsidir. Hidâyete erme, yetime,
terbiye olma ile gerçekleir. Ve 'yakn '
hâsl olur.
insan, nefis, ruh, kalp (gönül), beden ve sr dan oluur,
insann huzuru için hepsinin huzurda olmas gereklidir.
Bedenin huzuru için dengeli yaamak, nefsin huzuru için

Rabbini bilmek, yani gayba imân ve ben demekten vaz-


geçmek gerekir bu da eriata uymakla gerçekleir. Kal-
bin huzuru kalbin ruha doru dönük yüzünün (vicdan)

nûrlanmas demektir. Ruhun huzuru hakikatine ula-


makla ve srrn huzuru ise mâsivây terk ile mümkün olur.
409
Kurtulua da böyle erilir.

407 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.363.


408 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.475.
409 Derleyenin Notu.
AYET 6:

nnelleziyne keferû sevâün aleyhim eenzertehüm


em lem tünzirhüm la yu'minûne

u muhakkak ki inkâr edenleri uyarsan (Inzâr) da,

uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inanmazlar.


(Elmall)

Gerçek u ki, kâfir olanlar (azap ile) korkutsan da korkutma-


san da onlar için birdir; îmân etmezler.
(Diyanet)

AYET 7:

Hatemallâhü alâ kulûbihim ve alâ sem'ihim ve alâ ebsârihim


âvetün ve lehüm azâbün aziymün.

Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Gözleri-


nin üzerinde de bir perde vardr. En büyük azap onlarndr.
(Elmall)

Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir. Onlarn


gözlerine de bir çeit perde gerilmitir ve onlar için (dünya ve
âhirette) büyük bir azap vardr.
(Diyanet)
Ayet 6-7
270

aki
Buhakkndadr.
âyet-i kerîme, ezelde reddedilmi ve
Yani Allah'n serptii nurdan üstlerine isabet
(bedbaht) olanlar

etmeyen kimseler hakkndadr. Anadan doma âmâ olan, kula-


, az, kolu, baca olmayan kimseler için hekim çarp teda-
vilerini istemek nasl ie yaramaz ise, ezelde (balangc olmayan)
ekavet (her türlü kötülük içinde olan) damgasn yemi kimsele-
rin de peygamberler ve müridler vastasyla irâdlar (doru yolu
göstermek) kabil deildir.

Bunlara istediin kadar, Allah'n ve Resûlullah'n kelâmn (söz)


söyle ve hakikatten bahset, kabil deil tesir edemezsin. Çünkü
ezelde, kulaklar, gözleri ve kalpleri mühürlenmitir.
Hekim, ne kadar hâzîk (isinin ehli) ne kadar bilgili olursa olsun,
410
geçici olan hastalklar tedâvî eder.

Burada kasdedilen kâfirler, ilâhî kahra muhatap olmu bedbaht-


larn ilk zümresidir ki uyar, bunlar üzerinde bir etki meyda-
na getirmez. Onlarn cehennem ateinden kurtulmalarnn bir

yolu da yoktur. Rabbinin onlarla ilgili "îmân etmezler" eklinde-


411
ki hükmü gerçeklemitir.

Ayetin cemâli yorumu:

Ey Muhammedi O kâfirler ki: Onlar, bana sevgilerini kendile-

rinden gizlemi kimselerdir. "Onlar korkutman, seni kendisiy-


le onlara gönderdiim tehdidin veya sözünle korkutman birdir,

inanmazlar" Senin sözlerine inanmazlar. Çünkü onlar benden


bakasn bilmezler. Hâlbuki sen onlar yaratklarmla korkutu-
yorsun. Onlar, onu ne bilir ne de anlarlar!

Onlar sana nasl inanabilir ki? "Ben onlarn kalplerini mühür-


ledim" Dolaysyla onlarda benden bakasna yer brakmadm.
"Kulaklarn mühürledim". Artk âlemde benden bakasndan

410 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.494.


411 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s. 39
BAKARA
271

söz duymazlar. "Gözlerinde perde vard." Beni müahede (göz-

le görmek) ettiklerinde heybetimden "göremezler" benden baka-


sn. Benim nezdimde (nazarmda) "Onlar için ac bir azap var-
dr". Bu azap, onlar bu yüce müahededen senin korkutmana
döndürüp kendimden perdelemendendir. Nitekim seni de "ya-

yn ucu veya daha da az" yaknlktan sonra döndürüp, ora-


iki

dan seni yalanlayan ve katmdan kendisine getirdiin eyi yüzü-


ne çarpanlarn yanna indirmitim. Onlardan benim urumda
gönlünü daraltan eyleri duyuyordun. Artk srâ yolculuunda
müahede ettiin açklk nerede!
te yaratklarm karsnda eminlerim de böyledir. Onlardan
honutluumu gizledim ve dolaysyla onlara asla kzmam.

Hakk'n velîlerinin Hakk dümanlar niteliinde nasl gizlendi-


ine baknz! öyle ki: Allah eminleri el-Lâtif (çok lütfeden) is-
minden var edip onlar için el-Cemîl (çok güzel) ismiyle tecellî

(ilâhî srrn ortaya çkmas) ettiinde, onlar Hakk' sevmitir.

Kskançlk, seven ve sevilende iki farkl açdan sevginin nitelik-

lerinden birisidir. Dolaysyla kskançlklar nedeniyle Hakk a


olan sevgilerini gizlemilerdir. Bunlara örnek olarak e-iblî ve
Hakk da bu kskançlk
benzerlerini verebiliriz. nedeniyle baka-

larnn onlar tanmalarn engellemitir.

Bu balamda Allah öyle buyurur: "O inkâr edenler". Yani

müahedelerinde kendilerine görünen vuslat (kavuma) srlar-


n örtenler. öyle demitir: "Sizi sfatlarm vastasyla zâtmdan
perdelemem gerekir." Böylece hayrete dütükleri gibi ayn ekil-

de istidat (anlay kabiliyeti) da kazanamamlardr. Ben de onla-


r bu âlemde ve peygamberlerimin diliyle korkuttum, fakat on-

lar anlamadlar: Çünkü onlar, aynü'1-cem (birlik) mertebesin-

dedir. Allah ise kendilerine ayrm mertebesinden hitap etmiti.


Onlar ise tafsîl (etrafl olarak bildirmek) ve ayrm âlemini bilmi-

yordu. Bu nedenle, anlamaya yatkn deillerdi. Sevginin otorite-

si, o esnada Hakk yönünden bir kskançlk olarak kalplerini is-

tila etmiti.
Ayet 6-7
272

Allah, peygamberine ruhen ve Kur'ân yoluyla davet ettii eye


icabet etmeyilerinin sebebini bildirmi ve öyle buyurmutur:
"Allah onlarn kalplerini mühürlemitir" Dolaysyla bakasn
kalplerine sdramazlar. "Kulaklarn da mühürlemitir"Allah'n
kelâmnn dnda âlemdekilerin dilleriyle söylenmi sözleri duy-
mazlar. Böylece âlemde kendi dilleriyle konutuu hâlde Allah'
müahede ederler. "Onlarn gözlerinde perde vardr." Nur' dan
ibaret olan yücelik ve heybetten kaynaklanan bir perde. Çünkü
celâl ve heybet O'na aittir. Bununla içinde o insanlara tecellî et-

tii önceki sfat kasdetmektedir.

Allah onlar, zât müahede etmenin haz deryalarna dalm


hâlde brakm, kendilerine öyle demitir: "Sizin için büyük

bir azap kaçnlmazdr. " Onlar ise kendilerine göre sfat bir ol-

duu için, azabn mâhiyetini anlamamtr. Bunun üzerine Al-


lah onlar için olu ve bozulu âlemini yaratm, kendilerine bü-
tün isimleri öretmi, onlar Rahmana nisbet edilen Ar'a yer-

letirmitir. Azaplar orada olacaktr. Onlar Allah katnda bi-

linmezlik hazinelerinde neelenmekteydi. Melekler onlar gör-


düünde, secdeye kapanmlar, onlar da meleklere isimleri ö-
retmitir.

Bu balamda Ebû Yezîd'e gelince, o (Ar'ta) istiva edememi, aza-

ba takat getirememi, o esnada baylp dümütür. Bunun üzeri-

ne Allah öyle buyurmutur: "Sevgilimi bana gönderiniz! Çünkü


onun benden ayr kalmaya tahammülü yok!" Bunun üzerine Ebû
Yezîd, özlem ve hitap ile perdelenmitir. Geride kâfirler kalm,
onlar Ar'tan Kürsî'ye inmi, bu esnada onlara iki ayak gözük-

mü, cisimsel yaratln gecesinin son üçte birlik diliminde nef-

se ait dünya semâsna inmilerdir. Burada, yükselmeye güç ye-

tiremeyen arlk sahiplerine (insanlar ve cinler) hitap etmiler-

dir: 'Bir duâ eden yok mu ki ona icabet edile?' 'Tevbe eden yok
mu ki tevbesi kabul edile?' Balanmak isteyen yok mu ki ba-
lana?' Tan sökünceye kadar böyle devam eder. Tan söktüünde
BAKARA
273

ise akla mensup nûrânî-rh ortaya çkar Böylece, geldikleri yön-

den geri dönerler. Hz. Peygamber öyle buyurur: "Kim visal oru-

cu tutarsa seher vaktine kadar tutsun. Seher, Kabirlerde olan eyle-

rin diriltilme vaktidir." Allah'n tuzandan çekinmeyen her kul

aklanmtr. Anla! 412

Peygamberin hitab isim ve sfat vastasyla Allah' bilene-


dir. Direk zâtla ilikide olan fark görmedii için iyi, kötü,

çirkin, yanl, doru ayrm yapamaz. Bu makamdaki in-

sanlar Allah 'in zât vastasyla mühürlendiklerinden far-


ka inmekte zorlanrlar. Baz insanlar Allah' tanmamak
üzere mühürleyen Allah bazlarn da Allah'n zâtn bil-

mek üzere mühürlemistir.

Camide bir Cuma vaaznda adamn biri uyukluyormu.

Yanndaki kii de sohbetin çok güzel olduunu ve kaçrma-


mas gerektiini söylemi. Adam, Beni rahat brak demi, '

ikâz eden kii bunun üzerine, Ama çok büyük hikmet-

ler anlatlyor, kaçrma, istifade et' deyince, adam, 'im-

di u anda Allah 'imla sohbetteyim, beni kendi hâlime b-


rak' demi. kaz eden kii, 'Nereden bilelim, senin Allah' la

sohbet ettiini' deyince, Adam 'Senin Hzr olduunu bil-

mem yeterli delil olur mu?' deyince Hzr, arm. 'Senin


adn ne?' Demi. Adam, Abdülrezzak' demi. Hzr elin-
deki listeye bakm, adamn ad yok, Allah'a münâcât et-

mi. Allah 'im, bu adam benim Hzr olduumu bildi ama


benim listemde ad gözükmüyor, bu nasl olur?' Demi. Al-
lah, 'Yâ Hzr, senin elindeki liste Beni sevenlerin listesi. Ya
413
benim sevdiklerim! te o liste kimsede yok!' demi.

Bunlar o âklardr ki Allah onlarn hatasn, bakasnn


ibâdetinden üstün tutar. Onlarn kâfirlii yannda nice îmânlar

412 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s.329-332.

413 Derleyenin Notu.


Ayet 6-7
274

deersiz kalr. Çünkü onlarn kâfirlii kendi kendilerini inkârdr.


Kendi nefislerini karanlkta brakp, ilâhî nura komaktr. Nice
büyük erenlerin söyledikleri gibi böyle bir küfürden öleceklerin

varacaklar ilk konak cennet âlemi olacaktr. 414

nkâr edenler/Keferu

Küfür ve kâfir:

eriat Açsndan Açklamas

'Kefr', mutlak örtmek genel; 'küfr', nimeti örtmek özeldir. Dinde


küfür îmânn zdddr, imanszlk demektir. Yani bir kimse-
ise,

nin îmân anndan olduu hâlde îmân etmemesidir ki, yalanla-


ma ve inkâr, tasdiki (dorulama, onay) terk etmeyi, zorlama ve
engel bulunmad zaman, ikrarn (kabul etmek) terkini de içine

alr. îmândaki tasdik gibi, küfürde tekzîb (yalanlama) de, kalbî,


415
kavlî (sözlü) veya fiilî olur.

Küfür için îmân edilecek eylerin hiç birine inanmamak art de-
ildir. Birine veya bir ksmna inanmamak da küfürdür. îmân,
bir bütünlüü gerektirir. Küfür ise onun tersi olduundan, bir

ksm inkâr ile vâkî olur. 416

Meselâ k için odun kömür alrken, ben bunlarsz kalr-


sam souktan krlrm demek suretiyle kendi tedbirine gü-

venmek, Allah'n Rezzâk (bütün mahlûkâtn rzkn veren) s-

fatn inkârdr. Hakk'n bir sfatn inkâr etmekle de kâfir


417
olursun.

414 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 221.


415 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s. 191.
416 Elmall M. Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur ân Dili, c. I, stanbul, 1992, s.192.
417 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.99.
BAKARA
275

TasavvufAçsndan Açklamas
Küfrün edeer mânâs örtüdür. Örtü iki ksmdr. Birinci örtü:

Allah' görmeye ve bilmeye mâni olur. Bu balangçta olanlarn


müptedilerin (birey örenmeye yeni balayan) küfrü olup, kötü
küfürdür. Dieri; o örtü vastasyla Allah'tan bakasn ne görür,
ne de bilirler. Bu ise sonda bulunanlarn {müntehilerin) küfrü
olup, beenilen küfürdür. "Muhakkak ki o küfredenleri, ha kor-
kutmusun, ha korkutmamsn, onlar için birdir, inanmazlar. Al-

lah onlarn yüreine mühür vurdu, kulaklarna dal Gözleri de per-


delidir. Ve onlar için büyük bir azap vardr. " (Bakara, 6-7) Bu
418
âyetler iki küfrü de içine almaktadr.

Bildiini, bilmeyenlere öretmekten kaçnmak, misafirden sofra

saklamak, icap ettii vakit Allah yolunda cann esirgemek Allah


419
yolu yolcular için küfürdür.

Hakk her mertebeyi kuatmtr, her mertebede bir tecellî (ilâhî

srrn ortaya çkmas) yüzü vardr. Birine îmân edip öbürünü


inkâr etmekle, Hakk örtülmü olur. Kefere (kâfirler) ibâdetini

bir ekle tahsîs ettii için bakasn inkâr eder. Bir müslüman
Hakk'n zuhur (ortaya çkt) ettii varlklardan birini inkâr

ederse, din ona Müslüman demez.


Küfr-ü bâtl; mutlak Hakk' örtmütür.
420
Küfr-ü hak, kendini Hak'la örtmütür.

Küfrün de halik (yaratan) Allah'tr ve Allah'n küfrü yarat-

mas da Onun en büyük hikmetlerinden (kâinattaki bütün


hâdiselerin ilâhî sebebi) biridir. Allah, fena bir ey yaratmayaca-
na göre küfrün de yaratlnda bir sebep, bir mânâ, dolay-
syla hikmet vardr.

418 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I însan- Kâmil, stanbul, 1990, s. 31.

419 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.651.


420 bnü'l Arabî, Özün Özü, çev.smail Hakk Bursevî, sadeletiren Abdülkadir Akçiçek,
stanbul, s.45-46.
Ayet 6-7
276

Burada küfür kelimesinin "karanlk" mânâsn ve kâfirlerin


nurdan karanlkta kalanlar olduunu unutmamak dorudur. 421

• Küfür, Yaratana göre hikmet, bize nispetle âfet ve 422


felakettir.

• Tanr hükmüne âk olan nûrlanr, yarattna âk olansa kâfir


423
olur.

• 424
Kâfir kalbi ölü olandr.

• Kâfir, hemen cezalandrlmayp kendisine mühlet (süre) verilen


425
kimsedir.

• Alemlerin efendisi Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s.) bir hadîs-i

erifinde: "Sizden herhangi birinizin hevâ (nefsin istei) ve hevesi,

benim getirmi olduum eye tabî olmad müddetçe o kii îmân et-

mi olamaz."'Yani kâmil bir îmâna sahip olamaz, buyurmutur.


Bu hadîs-i erîf'ten anlaldna göre, kiinin hevâ ve hevesi,
erîat- garrâ'ya (parlak ve nurlu eriat) uymad ve ona boyun
emedii müddetçe, kii kâmil bir îmâna sahip olamaz.
Her kim nefsânî istek ve arzularn Hz. Peygamber'in (s.a.s.) teb-

li ettii erîat- mutahhara'ya (tertemiz eriat) hor bir köle gibi

boyun edirmezse, bu kiinin îmânl olduu nasl söylenebilir?

Dorusu himmet (yardm) ve gayretler bu belirgin ztln ayrt


426
edilmesi hususunda âciz kalm, yorgun dümütür.

427
Tarikatta, eyhinin îmânna vâkf olmayan kâfirdir.

421 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.285.


422 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.279.
423 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi çev.Abdülbaki Gölpnarl,
, c.III, stanbul, 1988,
s.109, beyit. 1361.

424 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.51.

425 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisus-Seniyye, stanbul, 1996, s. 29.


426 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri I el-Mecâlisus-Seniyye, stanbul, 1996, s.40.
427 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.559.
BAKARA
277

Kâfirler kalptr, temiz kiilerse altna benzerler her iki ksm da


bu potann içindedir. Potaya kalp olan girdi mi hemen kararr...

Altn girdi mi altnl belli olur.


428

Her kime ki ezelde Rabbinden gelen bir nûr isabet etmedi,


bo geçti. te o zaman ondan, Kâf ve Nûn'dan kasdolunan
'Kün-Ol'un yani esas mânânnÇünkü o, onla- kefi istenir.

rn hecesinde yanld. Ve i umduu gibi çkmad. (eytan gibi)


Kâf ve Nûn'un d
manzarasna bakt, yanld ve Kâfi küfür
mânâsnda gördü. Nûn'u da Nekre yani inkâr, yabanclk. Ksa-
429
cas: Kâfirlerden oldu.

Görmüyor musun? Muhakkak eytan kendi nefsine uydu ve


Âdeme: "Ben senden daha hayrlym" dedi. te bu yüzden Al-
lah onu lanetledi. Kârûn ise, malnn çok olmasna aldanp:
"Muhakkak bu mal, bana ilmîm sayesine verildi" demiti. Al-
lah bu yüzden onu da mal ve eviyle birlikte yerin dibine batrd.
Ayn ekilde melekler tebihlerini ve takdislerini (Allah 'in annn
yüceliini söylemek) görmeleri sebebiyle 'Yâ Rabbî! Biz seni nok-
san sfatlardan tenzih (uzak tutmak, ayrmak) eder ve kemâl s-
fatlarla tavsif (vasflandrmak) ederiz' demilerdi. Bu yüzden Al-
lah Teâlâ, Adem'e secde etmelerini isteyerek onlar imtihan et-

miti. Ayn ekilde 'ben' diyen herkese Allah Teâlâ: Hayr! Bi-
lakis 'ben' kelimesini kullanmak yoktur demi ve 'ben' diyen-

leri esfel-i sâfilîn (aalarn en aas) derecesine düürmütür.


Her kim de 'sen' demise, Allah onu iliyyûn'un en üst derecesi-
430
ne yükseltmitir.

(Bu âyette bahsedilenler)


Adem'e ne önce ne de sonra secde ettiler. Ebû Cehil gibi evvelde
431
de sonunda da kâfirdirler.

428 Mevlânâ, Mesnevî çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988, s.68, beyit.820-821.
,

429 bnü'l Arabî, eceretü'l Kevn, çev.Abdülkâdir Akçiçek, Mays, 2000, s.18.
430 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri / el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s. 137-138.
431 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 236.
Ayet 6-7
278

Doumdan hemen sonra insann ilk âlemi balar ki hayvanlar


âlemidir. Bu âlem onu yemee, içmee, helâl ya da haram bir-

lemee sevk eder. nsan orada sebat eder, îmân ve amele dön-
mezse dünya sevgisi ona galebe çalar, dünyadan her istediini
de pek tabiî elde edemez, neticede yrtclar âlemine girer. Ki-
bir, kin, hased, intikam, mukadderse katil ile vasflanr ve o in-

sann sîreti (iç yüzü) yrtc hayvanlara döner. Eer bundan da


îmâna ve amele dönmezse mevki hrs galebe eder, muradna an-
cak hilelerle eriir ve sonunda devler ve eytanlar âlemine girer.

Hile, hud'a, yalan, gybet, kouculuk ve iftira ile blis gibi halk
arasna fitneler düürmek gibi huylarla vasflanr. Orada kalrsa
esfel-i sâfilîn {aalarn aas) da kalm ve insanlarn en sap-
kn olmu olur. 432

Peygamberlerin ztlar olan kâfirler de peygamberleri, evlatlar-


n tandklar, bildikleri gibi tanrlar, bilirler ama kskançlkla-
r, hasetleri (çekememezlik, bakasnn elindeki nimetin zevalini is-

teme) yüzünden bildiklerini gizlerler. "Bilmiyoruz" diye bilmez-


433
likten gelirler.

te 'Saîd (Allah rzâsn kazanm olan, saadetli) saîddir anas-


nn karnnda, akî (bedbaht) akidir anasnn karnnda hadîs-i
erifi vardr ki ezelî istidata (ezelde Allah'n ilmindeki hakikatlerin

mâhiyetleri) iarettir. Ezelde tohumu kâfir olan bir ruh, müslü-

man muhitinde doup büyüdüü için arzî (muvakkat, gelip ge-

çici) ve zarurî (zorunlu) olarak müslüman olsa bile bir frsat bu-
434
lunca yine aslna döner.

Hz. Muhammed (s.a.s.)'e dediler ki: 'Niçin amcan Ebû Leheb'i o


sapknlk zindanndan aydnla çkarmadn?' öyle buyurdular:
"Hastalklar vardr ki tedavisi mümkün deildir. Hekimin böy-

432 Niyazi Msrî, irfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s. 50.

433 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.299, beyit. 3663, 3665.
434 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.75.
BAKARA
279

le bir hastayla bouna uramas cehalet olur. Hastalklar da var-

dr ki derman ve tedavi kabul eder. Onu ihmal etmek de merha-


" 435
metsizlik olur.

Eer bugün benim bu sözlerim houna gitmiyorsa, bu hâlden sa-


kn, sözlerime sayg göster ki sen de sayg göresin! îmân ve iti-

kattan (inanç) kendinde bulunduunu iddia ettiin eyleri kuv-

vetlendirmi olasn! Kendi görüüne ve babalarnn görüüne ta-

nklk etmi olasn. Önce yapm olduun hizmetler, göstermi


olduun sayglar hep körlüktendi. Bakalarn da yoldan çkar-
yordun; aksine olarak edepsizlik ediyordun. Beni kötülüyor, dü-
ürüyordun. Bu suretle kendini de düürmü oldun. Çünkü kör-
lüüne ve tembelliine tanklk etmi oluyordun ki, dükünlü-
ün, alçalmann neticesi budur.

Onu niçin bu kadar yükseltiyorlar? Ben undan korkuyorum


ki, bu saatte sen ayrlk eleminden gafil (hakikatten habersiz

olan), efkat bölgesinde hoça uyumaktasn. Öyle bir hareket

yapyorsun ki, efkat sona ersin. Sonra da bu hâli rüyada gö-


rüyorsun, ama eyhi görmüyorsun. Çünkü eyhi görmek onun
istei olmadan mümkün deildir; ne rüyada, ne de uyank-
ken onu göremezsin. Nihayet çürük umut kalr sende. Yani bir

bütün umulacak eylerden uzak kuru bir umut. Nasl ki bir


adam Tanrnn kendisine bir çocuk vermesini umar, çünkü

genç bir erkektir; genç bir kadn vardr. Ama sen o umudu bu
umutla nasl karlatrabilirsin? Bu ilk zavallnn umutsuzlu-
u, eyhin kendisine kar besledii efkatin arkasnn kesilme-
sinden ileri gelmitir. Yazklar olsun o hastaya ki, ii Yâ-Sîn'e

kalmtr. Yani o eyhten, ancak kendisiyle nifak {iki yüzlülük,

münafklk) üzere olmasndan, iki yüzlü konumasndan, yu-

muak ve tatl sözler söylemesinden zevk duyar; bundan hola-


nr. Hâlbuki, korkunun bu noktada olduunu bilmez. Ama pa-
diahn hiddet ve iddetle kendisine sert sözler söylemesinden

435 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s.94.
Ayet 6-7
280

korkusu yoktur. Eer böyle sözler söylerse, o padiahla yara-


an bir konuma tarzdr.

Sen ahlardan ancak onlarn ikramlarn gördüün zaman kork!


Rüyada bir söz konuuyorum. eyh, onlar birer birer bana anla-
tyor. Yine de eyhi gerçeklemiyorlar. Ne sözünde, ne iinde ona
inanmak istemiyorlar. Sebep açktr, efkatin kesilmesidir.
Acaba hangi maksatla onu gerçeklemiyorlar? O maksad bir av-

cunun içine koysun, eyhten umduu eyi de öteki avcunun


içine. Sonra bir kyaslama yapsn! Hangisi hangisinden daha
deerlidir?436

Öyle kâfirler vardr ki, bir îmân hasretiyle yanp tutuurlar. Fa-

kat kendilerinde inatç bir ar ve namus vehmettikleri için kibir-

leri ve buna benzer duygular, bir manevî yolda yürümelerine en-


437
gel olur.

Zîrâ kibir ve gurur insann yolunu öylesine balar ki; kâfir, gön-
lünde nura doru bir ah ve bir inleyi bulsa bile, bunu darya
vuramaz.

Yâ-Sîn Sûresinde Allah, "Onlarn önlerine ve arkalarna set çek-

misizdir. Gözlerini de perdelediimizden artk göremezler" bu-

yurur. Onlarn göremedikleri ilâhî birlik ve güzelliktir, Hakk


438
nurudur.

Kâfirler, gözlerini iin içine atmadlar da o yüzden deriyi iç san-

dlar. Kâfir, dâima mal ve mevki arar. Bu yola klavuz blistir.


439
Çünkü mevki tuzana ilk avlanan odur.

436 ems-i Tebrîzî, Makâlât, çev.Mehmet Nuri Gençosman, stanbul, 2006, s.94-95.
437 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.477.
438 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.476.
439 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
,

s.160, beyit.1947, 1949, 1950.


BAKARA
281

'Lâ ilahe illallah' yani, Tanr'dan baka tanr yok diyoruz. Lâ


ilahe, Tanr yok; illallah, ancak Tanr var demek.
Ben... demekle, kendimize vücud veriyoruz. Hâlbuki bu vücud,
hakikatte var olmayp hayâl olduu hâlde onu var zannetmekle
küfretmi oluyoruz. Bu hayâli vücûdu baka Tanr yoktur diye
atarsak, var olan can ve hayat olarak kalan ancak Tanr'dr.
Kendini kesretten (çokluk) kurtarp vahdete (birlik) salmak, ite
440
gerçek îmân budur.

Küfr, âyât- Kur'âniyye'de dört vecihte vârid olmutur:

1. îmânn zdd demek olan küfür "O küfredenler ve Allah'n


yolundan sapanlar, sapdranlar muhakkak ki hidâyetten pek
uzak bir dalâlete dümülerdir. " (Nisa, 168) âyet-i celîlesinde

beyân olunan küfür îmânn zdd demek olan küfürdür.


2. Cahd, yani mutlak inkâr demek olan küfür. "Kim de küfür
ederse bilsin ki Allah bütün âlemlerden müstanidir. Kimsenin
bir eyine ihtiyac yoktur. " (Alu mran, 97) âyet-i celîlesinde
beyân olunduu gibi.

3. ükrün zdd demek olan küfürdür: "Ve bana ükredin, küf-


retmeyin, yani nankörlük etmeyin!" (Bakara, 152) âyetinde
beyân olunduu gibi.

4. Teberrî (sevmeyip yüz çevirme) demek olan küfürdür. "Ve


bana ükredin, küfretmeyin, yani nankörlük etmeyin!" (Baka-
ra, 152) âyetinde beyân olunduu gibi.

mam Beâvî der ki: Küfr dört vecih üzeredir:


Küfr-i inkâri: Allah'n mevcudiyetini katiyen kabul etmemek ve
azna almamak
Küfr-i cuhûdî: Allah' kalbiyle bildii hâlde lisâniyle ikrar etme-

mek ki, blis'in küfrüdür. Bu küfre düenler hakknda "Onla-


ra gayet iyi bildikleri kitab gelince ona küfrettiler. Hemen Allah 'in
laneti kâfirler üzerine olsun!" (Bakara, 89)

440 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.469.


Ayet 6-7
282

Küfr-i inâdî: Kalbiyle bildii hâlde lisâniyle itiraf edip de dine


girmeyen kimsenin küfrüdür.
Küfr-i nifak: Lisanyla ikrar (kabul) ettii hâlde kalbiyle itikâd
edememektir.

Küfrün bu dört vechinden herhangi biri üzere âhirete intikâl


edenin mafiret olunma ihtimali yoktur.

Büyük arifler bu âyetin tefsirinde derler ki: Ahd-i Elest'de

'Belâ' yani 'Evet, Sen bizim Rabbimizsin dedikten sonra Benim


rubûbiyyetimi inkâr edenler, kalblerinin o vakitteki safasn süflî

(alçak, baya) ve nefsani amelleriyle boanlar ve Allah'n insanla-

ra verdii sâlih ftratlarn, behîmî, yrtc ve eytân sfatlarla de-

itirip bozanlar korkutsan da korkutmasan da birdir. Çünkü:


"Hayr! Onlarn söylediklerinin aksine kendi kazandklar behimi ve

eytanî vasflar kalblerini kuatm ve bomutur!" (Mutaffifîn, 14).

Onlar küfrân ile Allah' unutunca, Allah onlar darmadan etti.

Hevalar onlara galib geldi ve onlar tepesi üstü yere ykt. Onlar
canl suretinde ölü kalpli oldular. Kalbleri ölü olunca onlar va'd
(yaplmasna söz verilen ey) ve vaîd (birini iyilie sevk ve kötülük-

ten uzaklatrmak için korkutma) ile müjdelemek ve korkutmak ay-

ndr, îmân etmezler.Çünkü kalpleri katlamtr. Dünya mu-


habbeti ve ehvetlerine dükün olmalar onlarn kalplerini tala-
trmtr. Nasihat tesir etmez. Kalplerinin kaplarn, hak kelâm
duymaa ve anlamaa kar kilitlemilerdir.
Onlarn bu hâli Ktal sûresinde:
"Onlar hiç tedebbür etmezler mi? Mânâsn anlamaa çalmaz-
lar m? Yoksa kalplerinin üzerine kilit mi vuruldu?" (Ktal, 24)
diye beyân buyurulmutur.

Bunlar Cenâb- Hakk'la ünsiyet kokusunu alamazlar. ekavet


gibi bir sarsar frtnas bunlar
Bunlarn kazandklar ve kendilerine sfat olarak seçtikleri süflî,

behîmî ve eytanî vasflar kalplerinin etrafn kuatp hiçbir öü-


dü ve hitab iitmeyecek hâle getirince Allah onlarn kendi kalp-
441
lerine vurduklar kilitleri mühürlemitir.

441 Ramazanolu Mahmud Sami, Bakara sûresi Tefsiri, stanbul, 1985, s. 37-40.
BAKARA
283

"uyarsan (nzâr) da, uyarmasan da"

nzâr / Korkutarak uyarma:

Edebî mânâda da enfüsde de inzâr, gönle gerçein zerkedilme-


si (enjeksiyonu) demektir. Enfüsî mânâda inzâr ancak Peygam-
ber efendimizin sanatdr. Çünkü gönlüne Azîzü'r-Rahîm srry-
la Muhammed zevki dümeyen her ey gaflettedir Bir insann
gerçekleri duymas, hatta bilmesi baka eydir. înzar, bir gerçe-
in kalbe intikâl ettirilmesi srrdr. Nitekim kalplerini günah-
larla doldurarak inzâra imkân vermeyenler küfr-ü inâdîde sapla-
442
np kal ir.
q~

'nzâr', korkulu bir eyden sakndrmak için bildirmek, yani

'ilerde u fenalk var, sakn!' diye doru yolu göstermek. 443

Uyarma anlamna gelen 'inzâr' kelimesi aslnda, korkulacak bir

eyin bildirilmesi anlamnadr. Burada, ilenen kötülük ve gü-


nahlar yüzünden Allah'n azab ve cezalandrmasyla korkut-
maktr. Kâfirler hakknda inzârla yetinilmesi, aslnda kâfirlerin

müjdelenmeye deer kimseler olmamasndandr. Çünkü inzâr,

kalplerde daha derin bir etki yapt gibi, ruhlar üzerinde de id-
detli bir etki brakr. Menfaatten önce zarar önlemek çok daha
önemlidir. Kâfirler uyardan hiç etkilenmedikleri için, kukusuz
444
bunlara ilk olarak müjdeden söz edilemez.

"uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar inan-


mazlar."


Tanr dedi ki: "Onlara gelin de, ey terbiyeye alkn olmayan ka-
trlar, gelin del"

442 Haluk Nurbâki, Yâ-Sîn sûresi Yorumu, stanbul, 1999, s. 14.


443 Elmahh Hamdi Yazr, Hak Dîni Kur' ân Dili, Aziz Datm, stanbul, CI, s /192.
444 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu' l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s.72.
Ayet 6-7
284

Fakat gelmezlerse gamlanma, o iki temkinsiz için kinlenme!


Bazlarn kulaklar bu gelin sözüne kar sardr.. Her hayva-
nn ayr bir ahr vardr.
Bazlar bu sesten ürker kaçarlar... Her atnahr ayrdr. Bazla-
rnn bu hikayelerden can sklr... Çünkü her kuun kafesi ba-
kadr.
Melekler bile bir cinsten deildirler; bu yüzden göklerde saf saf
dururlar.

Douya mensup olann da duygular var, batya mensup olann


da... Fakat görmek, göze ksmet olmutur, mesned {dayanacak
yer) ona verilmitir.
Yüz binlerce kulak saf saf düzülse yine de hepsi aydn bir göze
muhtaçtr.
Sonra kulaklarn da can sesini, Tanr haberlerini, Peygamber
buyruklarn duymada bir mesnedi var.

Bir bakr, senin sözünden nefret eder, kaçmaya kalkrsa yine


sen kimyay ondan esirgeme!
Sen gülün sözünü terk etme... Söyleye dur! Bu söz pek büyük bir
445
kimyad ir.

Öütçü, yüzlerce çalp çabalasa öüdü duymak ve kabullen-


mek için kabul edici kulak gerek.
Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öüt verirsin ama bu öü-
dün, onun kulana bile girmez. Duymayan, inatç bir adam,
yüzlerce söyleyeni âciz brakr.

Peygamberlerden daha öütçü, daha güzel sözlü kim vardr? Ne-


fesleri taa bile tesir eder.

Fakat da ta bile onlarn sözlerini duydu, sözleri daa, taa bile

tesir etti de baht kötü kiinin kula açlmad gitti. Bizlik, ben-
lik kaydna düen gönüller, onlarn sözlerine kar tatan da kat
446
bir hâl aldlar.

445 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.IV, stanbul, 1988,
s.163-164, beyit. 2011-2020, 2025, 2026.
446 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.V, stanbul, 1988,
s.128, beyit. 1531-1536.
BAKARA
285

Her kim özünü, nefsini anlarsa Allah'n gayrisini göremez...


Nefsini bilmeyen, anlamayan kimse de Allah' göremez.

O kimse ki; özünden bir ey göremiyor; ona ne bir ey anlatla-


447
bilir, ne de o, bir eyi anlar ve idrâk eder.

Öütler elbette basiret (hakikati kalbiyle hissedip anlamak) sahi-


bi, mânâ gözü sahibi olanlar içindir. Anadan doma gözsüzler,
iaret edilen hedefi göremez, öütleri anlayamaz.
Anadan doma kör tâbiri, o kimseler içindir ki, onlar nefsine
kar bir irfan (anlay, zihni kemâl) duygusuna sahip deildir.
Gerçek mânâda asl kör, bu zümredir.
Bir kimsenin ki temelli körlüü ve gözsüzlüü gitmemitir. O
bizim kelâmmz (söz) nasl anlayabilir? 448

Eer sen gafletle perdeli, madde karanlna gömülmü, mâsivâ


(Allah'tan gayr hersey) kaytlarna balanm, babalar taklid ile

nûr-i yakîne ermeyen muallimlerin sözlerine tabî olmu isen ka-


t ve tahtadan baka bir levha, kamtan baka kalem, et ve si-

nirden ibaret olandan baka el, cisim ve maddeden baka katib


tanmazsn. Öyleyse bizim iaret ettiklerimizden bir ey anlama-
ya tamah etme! Çünkü sen bu iin ehli deilsin. Madde karan-
lnda kalanlardansn. Böyleleri cisim ve ona bal maddî eya-
dan bakasn tanmaz. Uzunluk, yükseklik ve genilik olarak
bilinen üç buûdlu maddenin gölgesi altndadrlar. Bu yüzden
malûmatnz da nilerinizle duyduklarnzdan ibarettir. Kemmi-
yet (nicelik) ve miktar olmayan, ölçülemeyen, görülemeyen ve
taksim (bölmek) edilemeyen eyleri inkâra kalkrsnz. 449

Sr, ancak srr bilenle eittir. Sr, onu inkâr eden kiinin kula-
na söylenmez. Fakat Tanr' dan davet etme emri gelince, artk
halkn kabul edip etmemesiyle ne iimiz var?

447 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.88.
448 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s.82.
449 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 171.
Ayet 6-7
286

Nuh, tam dokuz yüz yl kavmini davet edip durdu. Her an kav-
minin inkâr artt. Fakat o söylemeden vazgeçti mi? Hiç sükûn
maarasna çekilmeye kalkt m?
Köpeklerin havlamasyla hiç kervan yolundan kalr m? Ay

latrr
yaradlna
hiç? n
olan gecede dolunay, köpeklerin havlamasyla
m Ay saçar,
yürüyüünü ar-
köpek de havlar durur. Herkes
göre bir hizmette bulunur. Takdir herkese bir hiz-

met vermi, herkesi bir ie layk görüp iptilaya salmtr.


Ay der ki: Köpek, o pis sesini brakmyorsa ben aym, gidiimi
nasl brakabilirim ki?

Sirke sirkeliini arttrdkça ekerin artmas gerek. Kahr sirkedir,


lütuf da bala benzer. Sirkencübinin (sirke ve baln kartrlmasn-
dan meydana gelen erbet) temeli, bu ikisidir. Bal sirkeden daha
az oldu mu sirkencübin, iyi olmaz.
Nûh kavmi de, ona sirke döküp duruyorlard fakat Tanrnn lü-

tuf ve ihsan denizi ona daha fazla eker dökmekteydi.


Zehirler tesirlerini yaparlar ama panzehirler de hemen o tesirle-

ri gideriverirler.

Bir zerre sola doru uçmaktadr, öbürü saa doru gidip araya-

can aramada.
Kuzgun üzüm banda kuzgunca barr fakat bülbül bunu du-
yup sesini azaltr m?
Bu 'Tanr dilediini yapar' pazarnda her ikisi için de ayr al-
450
c var.

Bize bu münkir ve kâfirlerin hâlleri ve tutumlar hakknda söz


söylemek dümez. Bütün yaratlmlar gibi bunlar da vazifelerini
yapmakla mükelleftirler. Bu âlemde, herkes kendi memur oldu-

u iin icâbn iler. Cenâb- Hakk'n koyduu bu kanun dei-


mez. Eer biz merd-i sûfî isek, bunlarn hepsini hakikat gözüyle
451
görüp kendi hissemizi almamz lâzm gelir.

450 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.VI, stanbul, 1988,
s.3-4, beyit:.8-20, 28-29, 35, 37.

451 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 314.


BAKARA
287

îmân ehline îmânlar süslendirilmi, böylece îmân ehli oldukla-

rndan dolay ükür ve hamdetmilerdir. Kâfirlere de küfürleri


452
süslendirilmi, kâfir olduklarna raz gelmilerdir.

Biliniz ki nurun dereceleri vardr. îmân nuru, geceye kar gü-


ne gibidir. Fask müminin nuru, itaatli mü 'minin nuruna göre
gece gibidir. Çünkü itaat eden mü'min, fâsk mü'min gibi deil-
dir. taat eden mü'min, insanlar arasnda taat (itaat) nûriyle ge-

zer. Fask ise fsk zulmetiyle gezer. Fâska (günahkâr) fk (had-


dini amak) böyle süslendirilmi, itaatkâra da itaati süslendiril-
453
mitir. imdi bunlar bir olur mu?

nanmayanlar, kâinat ibret gözüyle göremeyen; yaratlmlarn


yükselen sesini gönül kulayla duyamayan, onlardaki hâl dili-

ni anlayamayan ve yine onlardan yükselen ilâhî râyihadan koku


alamayan talihsizlerdir. Bunlar gül kokusundan tiksindii, onun
ne rengine ne râyihasna (kokusuna) tahammül edemedii için
bir yerde gül kokusu duydu mu; tersine dönüp baylan câl adl
454
böcee benzerler.

Allah korkusunun hakikati

Havf {korku), Allah'n kamçsdr. Onunla edepsizlii âdet edi-


nen nefisler hizaya getirilir. Uzuvlarn gerekli olan eyleri terk

edip kötülüe dalmalar, kalbin gafletinden ve srr âleminin zul-


metinden meydana gelir.

Nefsinden uzaklaan kimse, kalbiyle ülfet (dostluk, alkanlk)


eder ve onunla dost olur.
Allah'tan korkmann en mükemmel ekli, "vecd" (ak, muhab-
bet) sfat üzerinde olmaktr. Yoksa ümit ve temennî ederek
455
"fakd" (kaybetme) sfat üzerinde olmak deildir.

452 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s. 182.

453 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s. 182.


454 Cemalnûr Sargut, Ey nsan, stanbul, 2007, s. 143.
455 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri, stanbul, 1996, s. 99-100.
Ayet 6-7
288

Korkun, korkun! Çünkü Allah burada korkanlar orada emin


eder. Bir kalpte iki sevda olmad gibi, iki korku da brakmaz.
Hem burada hem orada korkutmaz. Keza, bir yerde iki emni-
yet de brakmaz. Hem burada hem öteki âlemde emniyet olmaz.
456
Onun için korkun, korkun!

"üphesiz ki içinizde Allah i en çok bilen benim en çok korkan da


benim. " (Hadîs; Buhârî)

Madem ki âyete göre "uyarsa da uyarmasa da birdir". Bunu bil-

dikleri hâlde peygamberler niçin davete devam ediyor?

Hakk mükelleflerin (vazifeli) ahvâli (hâlleri) hakknda iki yönden


hüküm verir. Kulun ii, Tanr iradesinin gerektirdii ey üzerine
cereyan eder. Hakk'n iradesi de ilminin gerekli kld eye ba-
ldr. Hakk'n ilmi ise, malum olan eyin kendi zâtndan Hakk a
verdii bilgi ile ilgilidir. u hâlde kul ancak ayân- sabitesinde
bilinen suretiyle belirdi. Böyle olunca Resul ile vâris (mirasç),

ancak Tanrnn iradesiyle olan emre hizmet ederler, yoksa ira-

deye hizmet etmezler. Resul ve vârisler, mükellefin saadetini is-

tediklerinden dolay onun üzerine o vazife ile gönderilmilerdir.


Eer Tanr iradesine hizmet etselerdi, mükellefe öüt vermez-
lerdi. Hâlbuki onlar, ancak irade ile nasihat verdiler. u hâlde
Resul ile vâris, insanlar için âhiret hekimidir. Allah emredin-

ce onun emrine itaat ederler. Binâenaleyh hem Allah'n emri-


ne bakar, hem de iradesini gözetirler. Bazen de Hakk'n, irade-

sine aykr eyle kendilerine emrettiini görürler. Hâlbuki ancak


Allah'n irade ettii ey olur. te emir bunun içindir. Yani emir,
Allah diledii için oldu. Muhatap olanlara emredip de olmasn
dilemedii eyi de emrolunanlar yapmadlar. Böyle olunca onla-
rn hareketlerine muhalefet ve mâsiyet denildi. u hâlde Resulün
ii ancak tebli dir (bildirmek), baka deil.

Bu mesele hakknda Hz. Muhammed (s. a. s.) buyurdular ki "em-


rolunduun gibi doru yolu tut" âyetinin içine ald hakikatlerden
dolay Hûd Sûresi ve emsali sûreler, beni ihtiyarlatt. u hâle göre
456 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.265.
"

BAKARA
289

onu ihtiyarlatan "Emrolunduun gibi" hitab idi. Çünkü O, ira-

deye uygun düen eyle emrolunduunu bilemez ki o ey vücûda


gelsin; yahut lâhî iradeye aykr olan eyle mi emrolundu ki o
ey zuhura (ortaya çkmak) gelmesin. Hiç kimse lâhî iradenin
hükmünü bilemez. Ancak O iradenin hükmünü meydana gel-
457
dikten sonra bilir.

Ensâr (Resûlullah Medine'ye hicret ettiinde ona yardm eden-

ler, Medîneliler) ve Muhacirler'in (Medine'ye hicret eden Mekke-


li Müslümanlar), düman gelmeden önce daha bir haftalar var-

d. Bu süre içinde ehir duvarlar dnda, vahann çeitli yerle-

rinde yaayan hayvanlaryla birlikte ehrin içine yerletirilmeliy-

di. Bu görev yerine getirildi ve ehir duvarlar dnda ne bir at,


ne bir deve, ne de bir koyun kalmad. Bundan sonra yaplacak i
Mekke'lilerin planlarn örenmekti. Onlarn sahildeki bat yo-
lunu takip ettikleri haberi geldi. Bu srada içeriye doru yönel-

diler ve Medine'nin be mil kadar batsnda konakladlar. Daha


sonra kuzey-batya birkaç mil yol aldlar ve Medine'ye kuzeyden
bakan Uhud dann eteklerindeki düzlüe kamp kurdular.
Peygamber henüz silâhlarn kuanmamt. Fakat rüyasnda
kendisini zrh giymi bir hâlde bir koçun üstünde giderken gör-

dü. Elinde bir klç vard. Klca baktnda içinde bir di; etra-

fnda da kendisinin olduunu bildii bir grup büyük ba hayva-


nn kurban edildiini gördü.
Ertesi sabah rüyasn arkadalarna anlatt ve onu öyle yorum-
lad: "Zrh Medine'dir, klcn içindeki di bana yöneltilecek olan

bir darbeyi, kurban edilen hayvanlar da Ashabmdan öldürülecek


olanlar temsil ediyor. Benim üzerine bindiim koç ise, inallah öl-

düreceimiz kâfirlerin bölük bakann belirtiyor.

Peygamber (s.a.s.)'in ilk düüncesi ehrin dna çkmayp içten


bir savunma mekanizmasn kurmakt. Bununla birlikte kendi
görüüne dierlerinin de katlp katlmayacaklarn örenmek

457 Îbnü'l-Arabî, Fusûsu'l-Hikem, çev.Nuri Gençosman, stanbul, s. 69.


Ayet 6-7
290

amacyla meseleyi istiare etmek için arkadalarn toplad. lk


konuan bn Ubey oldu. 'Bizim ehrimiz, bize kar hiçbir za-

man saldrya meydan brakmayan bakire bir ehirdir. Biz bu e-


hirden büyük kayplar olmakszn hiçbir dümana saldr için

çkmadk. Bu ehre saldranlar ise hep büyük kayplarla kar-


latlar. O hâlde, ey Allah'n Resulü, onlar brak ne yaparlarsa

yapsnlar. Orada kaldkça, felâket onlarn olacaktr. Geri dön-

düklerinde ise amaçlarn yerine getirememi olarak geri döne-

ceklerdir.'

Ensâr ve Muhacirlerin yallarndan büyük bir grup bn


Ubey'in görüüne katldlar. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.):

"Medine'de kaln, kadn ve çocuklar kalelere koyun" dedi. O böy-


le konuunca gençlerden çounun ehrin dna yürüme taraf-

tar olduu aça çkt. Birisi: "Ey Allah'n Resulü", dedi, "Bizi
dümann yanna götür! Onlarn, bizim korktuumuzu ve zayf
olduumuzu düünmelerine izin verme!" Bu sözler meclisin her

tarafndan takdir dolu mrltlarla desteklendi. Çou ayn eyi


tekrarlad.

Konuulanlardan ve onlarn desteklenmesinden genel kannn


dna çkmak olduu anlald. Peygamber
ehir de ehir (s.a.s.)

dna çkp dümana saldrmaya karar verdi. Öle vakti Cuma


namaz için toplandlar. Verilen hutbenin konusu cihad ve onun
gerektirdii çaba ile ilgiliydi. Daha sonra Peygamber (s.a.s.) ar-

kadalarna sava için hazrlanma emri verdi.

Müslümanlar ikindi namaznda tekrar bir araya geldiler. Na-


mazdan sonra Peygamber (s.a.s.), Ebû Bekir ve Ömer'i kendi evi-

ne götürdü. Onlar Peygamber (s.a.s.)'in sava için hazrlanma-


sna yardm ettiler. Adamlar darda sralanm bekliyorlard.

Sa'd bn Muaz (r.a.) ve kabilesinden birkaç adam onlara kzarak:


"Siz, Allah'n Resulü istemedii hâlde ve O'na Semâ'dan haber
geldii hâlde O'nu savaa zorladnz. Brakn da karar o versin"
dediler. Peygamber (s.a.s.) dar çktnda, sarn miferinin
"

BAKARA
291

üzerinesarm, zrhn giymi ve klcn kuanmt. Adamlar-


dan çou, onu görünce biraz önceki sözlerine piman oldular ve:
"Ey Allah'n Resulü, bizim sana kar çkmamz söz konusu de-

il, sana hangisi iyi görünüyorsa onu yap" dediler. Peygamber


(s.a.s.) onlara u cevab verdi: "Bir peygamber silâhlarn kuan-
dktan sonra, Allah dümanlaryla onun arasnda hüküm verene

kadar onlar çkarmaz. Bu nedenle size emrettiklerimi yapn ve Al-


458
lah adna ilerleyin. Eer sebat gösterirseniz zafer sizindir.

Bu hâdiseden de anlalyor Peygamber, Allah'n rüyada


tecellî eden iradesine deil, Kur' ân' daki emrine uyarak ye-
nileceini bildii hâlde çounluun fikrine istiare etmek
459
suretiyle hürmet etmi ve savaa gitmitir.

Senin uyarman ve uyary terk etmen, senin hakknda ayn an-


lamda deildir. Sen, onlar inanmasalar da uyardn için bun-
dan dolay sevap alrsn. Fakat onlar durum yok-
için böyle bir

tur. Onlar uyarsan da uyarmasan da îmân etmezler. Bu tpk

iyilii emir ve kötülükten uzaklatrma gibidir. Çünkü bu göre-

vi yapan kii, emrettii ahslar emredileni yapmasalar da, yine


460
sevabn alr.

üphesiz kötülükleri, erri de veren Allah'tr. Hayr da er de


Allah'tandr. Yalnz, Allah erre raz deildir. Fakat sen bunu is-
461
ter ve: "Bana er ver!" Dersen, o da verir.

Madem ki her mahlûk (yaratlm) Rabbna, kendi terbiye edici-

sine, ayân- sabitesine çekiliyor, o hâlde peygamberlerin, mürid-


lerin davetine ne lüzum var derseniz, o davetten maksat, Mudil
isminden Hâdî ismine davettir, yani serden hayra çarmaktr.
Deirmenciye buday götürmezlerse, yani buday öüttüren

458 Martin Lings, Hz. Muhammed'in Hayat, çev. Nazife iman, stanbul, 2001, s. 242-
246.
459 Derleyenin notu.
460 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu' l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 72.

461 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.523.


Ayet 6-7
292

olmazsa, deirmenci suyu tekrar dereye çevirir. Ona niçin su ak-


myor? derlerse, un öüttürücü kimse gelmedi ben de suyu asl-
na sevk ettim, der. Benim de bu söylediklerimi dinleyecek ve ala-
cak kabiliyetler olmazsa, kalpten ve ruhtan gelen bu kelâm geri

çevirip aslna gönderirim. Arada kim kaybeder? Benim nehrim


akp gidiyor. Dinleyen olursa tekrar bu tarafa çeviririm, isteyen
462
istifade eden etsin.

Gelmek onun elinde midir?

Allah, bir taraftan çarr, bir taraftan iter. Sen beni davet ettin,

ama bir taraftan ittin! dersen; çardm çünkü bütün âlemlere


rahmetim. Fakat ezelin hükmü zuhur (ortaya çkmak) edince:
463
Olmaz, olmaz, der ve seni bana yaklamaktan men eder.

"Küfre raz olmak küfürdür", hadîsiyle "kaza ve kaderine raz ol-

mayan benden baka Tanr arasn" hadîsinin mânâlarnn bir-

letirmek:
"Küfre raz olmak küfürdür. " Bunu Peygamber söyledi onun söy-

ledii söz de dorudur, yerindedir. Sonra da yine "Müslüman


olan kiinin her türlü kazaya raz olmas lâzmdr" buyurdu.
Kâfirlik (hak yoldan sapan) ve münafklk (ikiyüzlü) da Tanrnn
kaza ve kaderiyle deil mi? Fakat buna raz olursak (ilk hadîse
göre) kötülük etmi olmaz myz?
Raz olmazsak o da suç. .peki, ikisinin arasnda hangi çareye ba-
vuralm?

Ona dedim ki: " Bu küfür, Tanrnn takdiriyledir ama Tanrnn


hükmüyle, Tanrnn emir ve rzasyla deildir. Bu küfür yal-
nz kaza ve kaderin eserlerindendir. Tanrnn kaza ve kaderini,
Tanrnn bilgisi olarak bil de üphe ve tereddüdün kalmasn!
Küfre de razyz çünkü Tanrnn bilgisine muvafktr (uygun,
denk), fakat bizim fenalmzdan, bizim kötülüümüzden mey-

dana geldiinden raz deiliz. Küfür, Tanr bilgisi olmak bak-


mndan küfür deildir. Hakka kâfir deme, burada dur!

462 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.122.


463 Ken an Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 69.
BAKARA
293

Küfür cahillikten meydana gelir fakat küfrün takdiri, Tanrnn


bilgisidir. (Tanr kâfirin kâfirliini ezelde bilir, bildii gibi de
zuhur eder.)

Çirkin resim ressamn çirkinliini icab ettirmez. Çirkini de yap-


tna, yapabildiine delil olur. Hatta hem çirkin resmi hem de
güzel resmi yapabildiinden, ressamn kuvvetli bir ressam oldu-
una delildir. 464

Rabbinin kâfir olanlarla ilgili "onlar cehennem ehlidirler" eklin-


deki hükmü gerçeklemitir. Yollar kapanmtr. Kaplar üzer-
lerine kilitlenmitir. Çünkü kalp, ilham mahalli olan bir ilâhî
iardr (iaret), ama Allah kalbi mühürleyerek bu ilhamdan onla-
r perdelemitir. iitme ve duyma organlar ise insanî iarlardr.
Yani anlama ve deerlendirme arac olan iki olgudur. Onlarn al-

glad anlamn kalbe ulamasna engel olunduu için, bu iki-

si de görevlerini, ilevlerini yerine getirmekten yoksun brakl-


mlardr. Böylece onlarn iç âlemde, bâtnda zevk mâhiyetli, ke-
if meneli ilme ulamalarna imkân yoktur. Bunun yannda ö-
renmeyle elde edilen kesbi zahir ilme ulamalarnn yolu da ka-
paldr. Karanlklar zindanlarnda hapsedilmilerdir. Uradkla-
r azap ne büyüktür. 465

"Allah onlarn kalplerini ve kulaklarn mühürlemitir.


Gözlerinin üzerinde de bir perde vardr."

Kalp:

Kalp dediimiz eyden kasdmz, bir kan damlas veya bir et


parças deildir. Böyle bir kalbe bütün hayvanlar sahiptir. Öküz,
merkep, deve gibi her hayvann bir kalbi, ak cierleri ve bir kara-
cieri vardr. Bizin kalbden kasdettiimiz ey, keyfiyeti tarif olu-

464 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarh, c.III, stanbul, 1988,
s.110, beyit. 1363-1373.
465 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vtlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.39.
. .

Ayet 6-7
294

namayan bir nurdur. te bir kan damlasndan ibaret olan kalp,

o nurun uradr. Bu nur; sonsuzdur. Göz nuru, gözün içinde-


ki siyahlk ve beyazlk deildir. Duygularmz içinden su akan

oluklar gibidir, iitme, görme, konuma ve tatma dokunmadan


ibaret olan bu be duygu, görünüte baka baka olmalarna ra-
men gerçekte bir can ile diri ve kâimdir. Bu be duygunun olu-
undan akan su, candr. Meselâ, bir kimse evini bir mum veya
kandille aydnlatsa ve evin içindeki tek nurdan darya nurlar

saçlr.

Bir ev gibi olan insan duygu vâstalarna gelen ayn nur, her bi-

rinde baka bir i yaratr. Baka bir sanat gösterir. Göz camna
gelince görme hâsl eder. Kulak camnda iitme, burun camn-
da koklama, az camnda tatma, el camnda dokunma meyda-
na getirir. O nûr vâsl olunca her birinden birbirine benzemeyen
466
ayr ayr bir takm iler hâsl eder.

Kalp bir et parçasdr. Nurlarn topland yerdir. Allah'n yarat-


t iyilik ve kötülüün bir araya geldii kaynaktr. Böylece kalp,
tam olduu iyilik ve kötülük duygusuyla bir deer kazanr. 467

Kalpler üç bölümdür. öyle ki:

1. Dünyaya dalm kötü arzular peinde koar.


2. Âhiret âlemine geçer; ilâhî iyilikler etrafnda uçuur.
3. Yükseklere uçmu, Hak ünsiyeti münâcâatna varmtr.
Kalp vardr: Dünyaya bal. .

Kalp vardr: Ukbaya (âhiret) doru...


Kalp vardr: Mevlâya doru...
Kalp vardr: Yank olur...
Kalp vardr: Rahmet deryasna dalgn...
Kalp vardr: imekler gibi aydnlk...
Kalp vardr: Yardm bekler. .

Kalp vardr: Hak rzâsn arar...

466 Sultan Veled, Maârif, çev.Melha Anbarcolu, Konya, 2002, s. 61.


467 Ahmed er-Rifâî, Sohbet Meclisleri / el-Mecâlisü's-Seniyye, stanbul, 1996, s.98.
. .

BAKARA
295

Kalp vardr: Hakka kavumay bekler. .

Kalp vardr: Pare pare. .

Kalp vardr: Yaral..


Kalp vardr: Bir tane ve ayk..
Kalp vardr: Duacdr. Hakka yalvarr..
te bu kalp, Âdem (a.s.)'in kalbidir.

Kalp vardr teslim olmutur. Bu kalp de,

brahim (a.s.)'in kalbidir.

Kalp vardr: Aydnlk olur. Iklar saçar. Her yan aydnlatr.


468
Bu da Resûlullah (s.a.s.) efendimizin kalbidir.

Hak yolculuunda kouan kimselerin kalbi, Allah'n azamet

(Allah 'in büyüklüü) nuru ile parlar. Bu Hakk'n, yolcularna bir

ihsandr.

Gafillerin kalbi ise cehalet ve gafletle (hakikatten habersiz olmak)

örtülüdür. Bu onlar için bir rüsvay (rezil) olmaktr.


Kâfirlerin kalbi ise Hakk uzakl ile cezaldr. Bu uzaklk , on-

larn kalbine mühürle vurulmutur. Onlar Hakk kapsndan


469
uzak ve her güzellikten mahrumdurlar.

Sehl Hazretleri: "Gaflet kalbin kararmasdr." diyor.


Seyyidü'1-enâm efendimiz (s.a.s.) de hadîs-i eriflerinde öyle bu-
yuruyor: "Dikkat ediniz ki insan vücûdunda bir et parças vardr,

o salam olursa bütün vücûd salam olur, o bozuk olursa bütün


vücûd bozulur. O da kalptir." 470

Kalbin hayat ancak nefsin ölümüyle mümkündür.


Hakikat, kalbe yerleince uzuvlardan iyilik ve sadâkat sâdr
471
(meydana çkan) olur.

468 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309-
310.
469 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309.

470 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 26.
471 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s.309.
Ayet 6-7
296

Kalp salâh bulunca vahy-i ilâhî {ilâhî vahyin), esrâr- Rabbânî


{Rabbani srlarn), envâr- Muhammedi (Muhammedi nurlarn)
ve ilhâm- melâikenin (meleklerin ilhamnn) nüzul mahalli {in-

dii yer) olur. Eer kalp fâsid (bozuk) olacak olursa, o takdirde

zulüm ve vesâvis-i eytânîyyenin (eytân vesveselerin) nüzul (or-

taya çk) mahalli olur. Salim (sa, shatli) ve sâlih (iyi) bir kalp,

önde arkada olan sahibine haber verdii gibi baka bir yolla bili-
nemeyecek eyleri de bildirir. Fasîd (bozuk, bozguncu) bir kalp ise

bir takm bâtl {hakikatle badamayan) vesveseler vererek doru


472
yoldan saptrr ve saadete engel olur.

Kalbinde dünya muhabbetinden herhangi bir ey bulunduran


kimse, muhakkak onu (kalbini) tama klcyla öldürür.
yi insanlarla sohbet etmek, kalbe iyiliin yerlemesine, kötü in-

sanlarla sohbet etmek de, kalbe kötülüün yerlemesine vesile

olur.

Nefsinden uzaklaan kimse, kalbiyle ülfet eder ve onunla dost


473
olur.

Hakk ile ünsiyet (alkanlk, dostluk) ve dostluun alâmeti (ia-


474
ret), kalp ile Allah arasnda perdenin kalkmasdr.

Ahmed-er Rifâî Hazretleri yol kardelerine buyururlard ki:

Hakikat srr görünen, marifet bayrann dikildii, ulama ka-

ps açktr. Bu erefli mânâlar görmekten size engel olan perde,

dünyâ sevgisiyle ölümü unutmaktr. Ne tuhaftr, o adam ki, öle-

ceini bildii hâlde ölümü unutur, dünyâdan ayrlacan bildi-

i hâlde, ona dayanp günlerini ona muhabbetle geçirir, Allah'a

dönmü olacan bildii hâlde, yolundan sapp, yüzünü ba-


kasna çevirir. "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi 'l-aliyyi 'l-azîm"

(Kudret ve kuvvet ancak yüce ve çok büyük olan Allah'ndr);

472 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed / Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 130.
473 Ahmed er-Rifâî, Onlarn Âlemi/Haletü Ehli'l-Hakîkati Maallah, stanbul, 1996, s. 310.

474 Ahmed er-Rifâî, el-Bürhanu l- Müeyyed I Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 130.
BAKARA
297

yalan ile açlp ferahlanan, bilmezlik bostanlarnda otlayan ve

rzk konusunda tedbir eden, azaptan emin olan kimse, sanki


E-fe-hasibtüm ennemâ halaknâküm abasen ve enneküm ileynâ lâ

türce ûn (Mü'minûn, 1 15) ("Sizi abes olarak yarattmz ve sizin

gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceinizi mi sandnz") âyet-i

kerîmesini okumam veyahut iitmemitir. Ve mâ halaktul-

cinne ve'l-inse illâ li-yd büdûni mâ ürîdü minhüm min rzkn ve

mâ ürîdü en yut'imûni (Zâriyât, 56-57) ("Ben cinleri ve insanla-

r, ancak bana kulluk etsinler diye yarattm. Ben onlardan rzk is-
temiyorum. Beni doyurmalarn da istemiyorum") üphe yok ki

nedametten (pimanlk) emin olduunuz için eleniyorsunuz,


kyamet gününü iitmediinizden vakitlerinizi bo geçiriyorsu-

nuz. Kabirleri görmüyor musunuz? Orada oturanlardan ibret al-

myor musunuz? Sizden önce geçmi babalarnz ve atalarnz

nerededir? Sizden önce topladklar paralar ne oldu? Kardeim


nefsini fena (yokluk) ile bilen Allah' beka (varl daim olan) ile

bilir. Allah'n kapsn yokluk ve çaresizlik ile kak ve


Hakk'n huzuruna alçalma krlma kapsndan gir! Mânâsz
ve

bo söz ve iler ile uramayp, alçalma ve krlma meydannda


dur; çünkü balangcn bir parça et, sonucun letir. Her ikisi-

nin arasnda sânna ne lâyk ise onu kabul et! Hasetten (kskanç-
lk) sakn, çünkü haset günahlarn anasdr. eytan Hz. Adem'e
haset ettii için kibirlenip, ona secdeden çekindi ve bu suretle
475
Allah'n rahmetinden kovuldu."

Haram lokma, dualarn kabule mazhar olmasna perde olur.

Edep hususuna önem vermelidir, çünkü edep akl ve maksat ka-

psdr. Sehl b. Abdullah buyurmulardr ki: "Kim ki edebin ge-

rekli görmesiyle nefsine galip olursa, son derece ihlâs ile ibâdet
476
edebilir.

475 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.60.

476 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008.S.112.
Ayet 6-7
298

Zikrin kalpte yerlemesi sohbetin bereketinin eseridir. Bize gel-

menizi tavsiye ederim, bizim sohbetimiz tecrübe edilmi hasta-


lklar iyi eden ilâçtr. Bizden uzak olmaksa zehirdir. Ey bizden
uzak olan çaresiz! Örendiin ilim ile yetinip bize ihtiyâcn kal-

mad m sanyorsun? Amelsiz olan bu ilimden ne olur? Ben de


amel de var dersen, kalp temizliksiz amel ne fayda eder. Hâlbuki
ihlâs bile tehlike yolunun kenarndadr. Seni amel yoluna götü-
recek, ikiyüzlülük zehrinden kurtaracak, güvenli olan selâmet

yoluna sevk edecek kimdir? Fes'elû ehle'z-zikri in küntüm lâ

talemûn (Nahl, 43) âyet-i kerîmesinde "Bilmezseniz zikir ehlin-


den sorunuz!" buyrulmutur. Yoksa kendini bildiklerine güvene-
rek zikir ehlinden mi sanyorsun? Eer onlardan olmu olaydn,
onlardan uzak ve ayrlm kalmazdn; seni perden alkoymutur.
Bo yere vakit geçirme, gel, kapmzn yanlarnda dola! Ora-
larda geçirdiin her lâhza (an), yürüdüün her adm, bil ki sana
naiplik (vekil) ve yaknlktr. Bizim Hakka naip (vekil) olduu-
477
muz sahihtir (doru).

Yoksulluk ve ihtiyâç bayran açarak ve önünde hor ve hakir-

lik davullarn çaldrarak git! E, çocuklar, mal, [perdesinden,

vücûdunun, ibâdetinin, uyanklk ve gafletinin perdesinden],


hepsinden geç; bunlar hep perdedir. Uyanklkta olduunu gör-

mek gaflet, nuru görmek karanlktr. Sözün ksas her ey per-

dedir, engeldir. Hepsini kaldrp sevgilinin güzelliine, dilek ka-

ps önüne engel brakmaynz. Doruyu söylemek için ayplay-


c kimsenin ayplamasndan korkmaynz. Allah' zikretmekten
gafil olmaynz. Zikrin bolluuyla, ölümü düününüz. Allah'a

dönü ve Allah'n iki eli arasnda duru, ölümün gerçeine ula-


ma kolaylkla olur."478

477 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.115.

478 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.120.
BAKARA
299

• Allah, Dâvûd (a.s.)'a öyle vahyetmitir: Ey Dâvûd! Marifetimin,


yani beni tanma hususunun ne olduunu biliyor musun? Hz.
Dâvûd, hayr, dedi. Rab Teâlâ, kalbin hayat müâhedemdedir
(kalp beni müahede ve temaa ederse, o zaman hayat bulur, diri

kalr ve marifet sahibi olur).

Sûfîler taifesinin 'müahede' sözünden murad (Allah' ve


O'nun tecellîlerini) kalp ile görmektir (dîdâr- dil). Çünkü
müahede hâlinde bulunan zât, halâda da, melâda da, tenha
yerde de, topluluk içinde de Hakk Teâlâ'y kalp (gözü, çem-i
479
dil) ile görür.

• Kalp; ezelî nurdur; yücelii özünde bir srdr; bu kâinatn özüne

konmutur ki Cenâb- Hakk onunla insana nazar eylesin.

Kelâmn söylersem, bunun ne demeye geldiini anlamaya çal!


Kur'ân'da: Adem'in ruhuna üflenen, Allah'n ruhu olarak anla-

tlmakta ve öyle buyurulmaktadr:


"Ona ruhumdan nefhettim (üflemek)." (Sâd, 72)

Kalp; isminin bu nura söylenmesi; bizce iki sebepten iki mânâdan


dolaydr.

Birinci mânâs:
O; yaratlmlarn özü, mevcudatn âlâlarnn (yüce) ve

ednâlarnn (alçak) tümünün zübdesidir.

Bu ad almasnn bir sebebi de öyledir deriz: Bir eyin kalbi o e-


yin hülasas ve zübdesi (öz) olduu içindir.

ikinci mânâs:
Takallüb (bir baka kalba girme) hâlinin çabuk oluudur. O bir
mihver (eksen) noktasdr. Yani esma (isimler) ve sfat kuatan
varlk onun üzerinde devresini tamamlar. Tam yüzleme eklin-
de; hangi isim ve hangi sfatn karsnda durursa, o isim ve o s-

fatn hükmü onda aikâre olur, meydana çkar.


"Yüzleme" kelâmîm kalp için bir kayttr.

479 Hucvirî, Kefu'l Mahcub-Hakikat Bilgisi, haz. Süleyman Uluda, stanbul, 1996, s. 474.
Ayet 6-7
300

Aslnda Kalp, Cenâb- Hakk'n esma ve sfatnn tümü nâmna


dâima zâta dönüktür (vicdan).
Amma söylediimiz yüzleme ekli, ikinci bir ey onun kars-
na gelince olur.

Bu durum, kalp o eyin eserini özünde göstermeye yüz vermi


olmasdr. Ki o zaman o eyin nak onda çkar.
Ve bu hâl meydana gelince; kalbe verilen hüküm, o isme göre
olur. Ki o hâle gelip ayet isimler onu tümden hükmü altna alr-
sa, ki bu da olur...

te o zaman kendisine hâkim olan bir ismin veya tüm isimle-


rin saltanat altnda örtülü kalr. O zaman da artk o ismin za-
man olur. Artk o ismin gerei ne ise; kalp'te sahibinde ona göre
tasarruf eyler.
unu da bil ki!
Kalbin yüzü, fuâddaki (gönüldeki) bir nura dönüktür.

Üçüncü mânâs:
Kalp ad verilmesini sebeplendiren dier mânâlardan birisi de
öyledir; kalbe göre isim ve sfatlar kalplar hükmüne girmitir.

Dördüncü mânâs:
Kalp muhdes (sonradan meydana gelen) eylerin yani sonradan
yaratlmlarn tersine bir mânâ tar. Burada anlatlmak istenen
mânâ; öbürlerinin aksine; kalbin nuru, ilâhî bir kdeme sahiptir.

Beinci mânâs:
Kalp ismindeki bir mânâdan bir dieri de; kalp asl olan ilâhî

mahalle dönecektir. Çünkü oras onun dönüp geldii yerdir.

Altnc mânâs:
Bu mânâda "Kalp halk iken, Hakka inklâb eyledi"
Sarf edilen cümlenin hakîkî mânâs; kalp, kendi durumu ile hal-
ka ait bir müahede yeri iken; Hakka ait bir müahede yeri oldu.

Yedinci mânâs:
BAKARA
301

Kalbin bu mânâs ileri istedii ekilde çevirmesi sebebiyledir ki..


Kalp, Cenâb- Hakk'n yaratt ftrat üzerinde olduuna göre;
elbette iler onun istedii ekilde olur. Ve de bu hâli ile kalp

vücûdda istedii arzulad ekilde tasarruf eder.


Cenâb- Hakk'n kalbi ftrat üzerine yaratmas isim ve sfatlara
bal oluudur.

Sekizinci mânâs:
Hakîkî varla göre kalbin misâli; yüze tutulan bir ayna oluu-
dur.

Bu mânâya göre kalp, varln görüntüsüdür.

Bu âlem ancak kalbin aynasdr. Asl ve sureti kalptir. Parça ve

ayna da bu âlemdir.
Suret ve aynadan her biri dierinin aksidir.
Kalbin asl olduuna, âlemin dahi dal olduuna dair delilimiz,

u hadîs-i kudsînin buyurmu olduu mânâdr:


Peygamber efendimiz buyurmutur ki: Cenâb- Hakk buyu-
rur ki:

"Beni ne yerim ald ne de semâm; mü 'min kulumun kalbi beni

ald" (Müslim)
Bu mânânn tersine eer âlem asl olsayd; ilâhî snmann ona
olmas gerekirdi. Bundan da aikâre bilindi ki kalp asldr (aaç-
tr), âlem de dal.

Anlattmz al üç ekilde olur.

Birincisi; kalbin ilim aldr ki bu ilim ilâhî marifettir... ilme'l-

yakîn
kincisi; kalbin müahede aldr. Bu bir keiftir ki kalp bu
müahede ile ilâhî cemâlin güzelliklerine muttalî olur... Ayne'l-

yakîn.
Üçüncüsü; kalbin hilâfet mânâsn aldr. Hakka'l-yakîn
Bu mânâ Allah'n isim ve sfatlar ile tahakkuk (gerçeklemek) et-
mesidir. Bu tahakkuk o kadar olur ki... Yüce Hakk'n zât, ku-

lun zât olur. 480

480 Abdülkerîm b.brahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s.78-89.
Ayet 6-7
302

Mühürlenmek, perdelenmek:

ekli insan, huyu hayvan olanlar hakknda, Biz onlarn kalpleri-

ne, kulaklarna ve gözlerine mühür vurduk buyurulmutur. Yani


ezel gününde boyunlarna küfürden, inattan, kibir, bencillik ve
481
gururdan halkalar geçirilmitir.

Kâfirler, ister Hakk' bilsinler, ister bilmesinler, dâima Allah'a


dümanlklarn inat ile tek yönlü olarak izhâr ederler. Böyle

yapmalar itibariyle biz onlara tek yüzlü diyoruz.


Öyle ise kâfir ne aklen ne de er'an Allah Resulünün tebli (bil-

dirmek) ettii hakikatleri kabul etmez.

Niçin kabul etmez ?

Zîrâ, Allah, onlarn kalplerini inkâr mührüyle mühürlemitir.


imânn ne olduunu bilse de, îmân onun kalbine girmez. Al-
lah, onun anlaynn kulan mühürlemitir. Dolaysyla, Al-
lah Resulünün tebli ettiklerini iitse de Allah'n ne irade ettii-
ni anlamaz. Çünkü onlar Allah Resulünde gördükleri mucizeleri

sihre nisbet ettikleri için, gözlerinin üstüne hakikatleri görmeye


482
engel perdeler inmitir.

Hz. Muhammed'in elindeki talar tesbîh ettiinde iitenler


tebihte, mucizeyi talara nisbet etmekle hata ettiler. Hâlbuki
mucize, o talarn tesbîh etmesinde deil, talarn tebihini ii-
483
tenlerin iitmesinde gerçekleti.

Duymak baka, iitmek bakadr. Bakmak baka, görmek yine


bakadr. Bir çok defalar insan duyar, fakat iitmez; bakar, fa-

kat görmez, iitmek, görmek idrâk iledir, kalp iledir, ruh ve


irfan (zihni kemâl, çnlay) iledir. Peygamberimizi yalnz bee-
riyet gözü ile deil, Hakk gözü ile görmeli. Beeriyet gözü bee-

481 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.205.


482 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s. 270.

483 bnü'l-Arabî, Kitab'ul-Vesâyâ, çev.Abdullah Tâhâ Feraizolu, stanbul, 1999, c. 1, s.97.


BAKARA
303

rin vasflarn; Hakk nuru Hakk gözü, Hakka mahsus cemâli,


484
manevî güzellii görür.

Bir pîre: "Allah' görmek ister misin?" diye soruldu. "Ha-

yr," diye cevap verdi. "Niçin?" denildi, "çünkü" dedi: "Hz.

Mûsâ bunu istedi ama göremedi. Hz. Muhammed (rü'yeti


ve dîdâr) istemedi fakat gördü." imdi, bizim arzu ve iste-

imiz, Hakk Teâlâ 'yi görmeye engel olan en büyük perde-

dir. Çünkü dostlukta iradenin mevcudiyeti muhalefet olur.

Muhalefet (kars durmak) ise hicaptr.

Sadece sevgilinin iradesi vardr, onun yannda sevenin bir


485
iradesi, arzusu ve istei olmaz.

Dünyada irade ortadan kalkarsa, müahede hâsl olur. Müahede


486
sabit hâle gelince, dünya âhiret gibi olur.

Allah \n arzusu hilafna ettiin her dua hicaptr. 487

• îmân sahibinin, hem zahir (d) hem de, bâtn (iç) gözü vardr.
D gözleri ile Allah'n yaratt manzaralar görür. Yere serilen

sonsuz hikmetli ilere bakar. ç gözüyle de, madde ötesindeki

varlklara bakar. Semâ ve ötesinde sakl duran ulvî, rûhânî var-

lklarn seyrine dalar. te bu iki göz görmeye baladktan son-


ra, bir göz daha hâsl olur ki, o da kalp gözüdür. Kalp gözünün
açlmas için iç ve d gözün, salim duyguya sahip olmas gerek-
tir. te bundan sonradr ki, ensiz ve boysuz bir deme geçer. Ya-

knlk mefhumu anlmayan bir yaknla erer. D anlamyla bi-

linmesi kabil olmayan bir sevgi âlemine varr. Artk o kul sevgi-
lidir; ondan sakl hiçbir ey yoktur.

484 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.462.


485 Derleyenin Notu.
486 Hucvirî, Kefu'l Mahcub-Hakîkat Bilgisi, haz. Süleyman Uluda, stanbul, 1996, s.477.
487 Derleyenin Notu.
Ayet 6-7
304

Ancak bu hâle gelmek kolay deildir. Kalbin yaratlm nesne-


lerden ve nefsin; tabiî istek, cümle ehvet arzularndan âri (pak)
488
ve beri (temiz, kayt ve hüküm altnda olmayan) olmas gerekir.

yi görüe sahip olan ba gözü ile halka bakar; sonra kalbini açar
ve Allah'n fiil tecellîsini onlarda görür. O tecellînin hareketini

ve sükûnunu anlar. Buna izzet nazar derler; Allah'n sevgili kul-

lar bu görüe sahiptir.

îmân sahibi o kimsedir ki, bir kiiye bakt zaman, ba gözünü


kullanr. ç âlemine, kalbi ile bakar ve Mevlâ'y sr gözü ile gö-
rür. Bu yolda çalan bulur. Kader geldii zaman uyar. Deniz ve
kara onun gözünde ayndr. Deniz sahili ve da ba eittir. Ac
ile tatl ayndr. zzet ve zilleti ayrmaz. Zenginlik ve fakirlik ayr
mânâ tamaz. îmân sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz.
Kader, onu tamak için yorulur. îmân sahibi kadere tevazu gös-

terir; Hakka yaknln bilir. îmân sahibi nefsine uymad için


buna erer. ahsi arzularn, kötü âdetleri, eytanî duygular ve
uygunsuz arkadalar sevmedii için aradn bulur. 489

Kafa gözü; sadece ama sadece önüne geleni görebilir, tanmlaya-


bilir. ayet görmesi gerekenin önüne perde gerilse, engel konul-

sa, o zaman göremez. . . Çaresizliiyle hemhal olur.

te sen sen ol da perdeleri, engelleri rahatça aabilen kalb gözünü,


490
basiret (hakikati kalbiyle hissedip anlamak) gözünü, idrâki ara!

Gerçekten de varolu içinde Allah'n isimlerinden baka bir ey


yoktur; fakat yaratklarn varlklar, onlar bilme konusunda

basiret gözlerine perde olmaktadr. 491

488 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-llâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-


bul, 1964, c. I, s.39-40.
489 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-lâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.148.
490 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.154.
491 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s. 104.
BAKARA
305

D göz nedir ki? O bir i göremez, keza bâtn gözü de. idrâki de
brak! Onu da bir kalem geç!

unu unutma ki: Onu, ancak O görebilir. Onu, ancak O idrâk


edebilir. Onu, ancak O bilebilir.
Yüce Allah, kendisini kendi gözü ile görür. Kendisini kendi özü

ile anlayabilir.

Onun zâtnda bir hicab (örtü) vardr, yani perdesi. Bu perde,


Onun vahdaniyetidir (birlik) yani birlii, teklii...
Kendi hicabndan yani perdesinden baka bir ey Onu perdele-
yemez.
Onun varl vahdaniyeti ile gizlenir. Ama ekilsiz, keyfiyetsiz. 492

Perde hayâlini koyan görmüyor musun? Allah, o perdeyi, seyre-

den kimse, o perde üzerindeki varoluun mâhiyeti hakknda bir

ilim tahakkuk (gerçeklemek) ettirsin, varoluun mâhiyetini iyi-

ce bilsin diye koymutur. O perdeye bakan kimse, orada say-


sz suretleri görür. Onlarn hareketleri, tasarruflar ve hüküm-
leri tek bir varla aittir. O suretlerin bunda hiçbir eyi yoktur.
Onlarn var edicisi, hareket ettiricisi ve durdurucusu ile bizim
aramza çekilmi bu perde vardr. Bu perde Onunla bizim ara-

mz ayran snrdr, bir hattr. Aradaki fark {temyiz= iyiyi kötü-


den ayrdetme) bu perdeyle ortaya çkmaktadr. Bu nedenle Ona
493
"ilâh" denir, bize ise "kul" ya da "âlem" denir.

Hicap (örtü), baz engellerdir ki, kul o engeller sebebi ile, Hakka
vâsl olamaz, perdelenir.
Bu engeller ise; seyir hâlinde urayp, mânâ varlna giydii
dünya ve âhirete ait kisvelerden ibarettir.

Bu mânâda buyurulan bir hadîs-i erifte:

"Allah için, nurdan ve zulmetten yetmi bin perde olduu bir ger-
" 494
çektir.

492 bnü'l-Arabî, Mir'âtü'l-lrfan, çev. Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, Mays 2000, s. 22.
493 bnü'l-Arabî, Marifet ve Hikmet, çev.Mahmut Kank, stanbul, 1995, s. 142.
494 bnü'l-Arabî, Tuhfetü's-Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s.93.
Ayet 6-7
306

Zuhuru perde olmutur zuhura


Gözü olan delil ister mi nura
Sensin bize bizden yakn

Görünmezsin hicâb nedir?


Herkes anlar hem görürdü yüzünü ey dost senin

Kibriyay len terânîden (Hakk'n Hz. Musa'ya "Beni göremezsin"


hitab) nikabn (peçe, perde) olmasa. 495

Canann yüzünü örten, maukun cemâlini perdeleyen nedir bi-

lir misin? Bizim cismâni ilikilerimiz ve topraa mensup bedeni-


mizdir. Çünkü cisim ne kadar zevk ve sefada olursa, ruh o nis-
pette mihnet ve cefâdadr. Ve belalar da insana en ziyâde zevk ve
496
sürür aramakta olduu zamanlarda gelir.

Celâlimiz bizim nikâbmzdr (peçe), onu kefetmedikçe hiçbir


göz dîdârmzn nurlarn görmeye lâyk olmaz, buyuruluyor.
Celâlden maksat, seni cemâle kavuturacak olan nurdur. Ce-
mâlin kudreti, güzellii, tecellîsi, varlk yakc nurudur. Celâl o
cemâlin nikâb olmu. Onu kefetmedikçe cemâl görünmüyor. 497

Nefsini muhasebe edemeyenin bil ki, gözündeki perde kalndr.


498
Allah'n kapsndan kovulmutur.

Can gözüne nefis lokmalarnn dikenleri batanlar, görme


kabiliyetinden ve göz nurundan mahrum olanlardr. Böyleleri

Allah'n marifet güllüklerini nasl görür, bu bahçelerde nasl do-


499
laabilirler?

"Kim Allah', meleklerini, kitaplarn, peygamberlerini ve âhiret

gününü inkâr ederse, üphesiz derin bir sapkla dümütür."

495 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylânî, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.263.
496 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.290.
497 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.l 11.
498 M.Kemal Pilavolu, Büyük Velî Muhyiddin-i Arabî Hazretleri, s. 67
499 Cemalnûr Sargut, Ey nsan, stanbul, 2007, s.465.
BAKARA
307

(Nisa, 136) "te Allah'n lanetledii, sar kld ve gözlerini kör

ettii bunlardr. Bunlar Kur' ân düünmezler mi? Yoksa kalple-

ri kilitli ra/WzV.
p
''(Muhammed, 23-23) Sar, dilsiz ve kör odular
da gerçei bilemediler. Kur'ân'n hakikatini anlayamayan Onun
hikmetini nasl düünebilsin? Kur'ân'n nüzulünü nasl kavra-
sn? Kur'ân' indireni nasl tefekkür edebilsin? Kur'ân'n indiril-

dii ahs nasl anlayabilsin? 50 °

Eer blisin gözleri Adem'in hakikatini görebilseydi, yani onda


görünür olan esrar ve hayret verici güzellii görebilseydi, asla is-

yan etmez ve yalnz itaatte kalrd. 501

Zan ve üphe içinde olanlar gerçei anlayamazlar. Onlara manevî


terbiye ve hakikatleri görecek göz verilmemitir, inanmak için

elle tutulacak delil ararlar. Gönül gözüyle görülebilen delilleri ve


gönül kulayla duyulabilen sesleri göremez, duyamazlar.

Gönül gözleri görmeyenlerdir ki istidlal (delil ile anlamak) yolu-


nu körün denei gibi kullanmak zorunda kalrlar. Bu denek
onlarn talara çarpp yuvarlanmalarn önlese de bu gidi elbette

önünü gören insann yürüyüündeki emniyet, doruluk ve hedef


aydnlyla ölçülebilir bir gidi deildir.

Körleri bilirsin. Ne topra ekebilir, ne mahsulü biçebilir, ne de


harman yapp hasat alabilirler. Onlarn ne dünyay imâr etmele-
ri, ne de milletlerini bir ticaret ve iktisat anlay içinde kalkn-
drmalar mümkündür.

Anlyorsun ki burada körler derken gönül gözleri kapal olanla-


r söylüyorum. Onlar Hakk' görebilmek için bir istidlal (delil ile

anlama) yoluna saparak, maddî delil arayanlardr.


Ve körler, önlerini gözleriyle deil denekleriyle görerek aramz-
da bedbaht bir hâlde dolalaryla bizler için ilâhî bir hikmete
misâldirler.

500 Ahmed er-Rifâî, Marifet Yolu, stanbul, 1995, s. 165-166.


501 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve lmin Günei Hazreti Pr Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, s. 12.
Ayet 6-7
308

Aynadaki hayâlin gözbebeinde tekrar kendini gören insan gibi,

ilâhî varln gözbebei mânâsnda ve o kymette yaratlan kâmil


insanlardr ki gözleri gördüü hâlde bir âmâlar kervanndan far-

k olmayan insan kütlelerine Allah'a giden yolu gösterirler.


Sen o azizleri ve velîleri beer gibi gördükçe bil ki, sana blis'ten
502
miras kalan gözlerle bakyorsun.

Bizi gören kiinin soruya gereksinmesi kalmaz. Bizi görmeyen


kii için de sorularn yarar yoktur. Çünkü o sözde kalm, söz-

le perdelenmitir. Bizi bilmek, görmektir. Bir kimse bizi bildik-


ten sonra görmeyi isterse, gerçekte görmemi demektir; perde-
lidir. Görmeyi bilmekten farkl sanan kimse, Rabb görmekten
gururdadr. 503

Sen öyle acayip bir körsün ki, keskin bakl ve uzaklar görür ol-
duun hâlde, devede ancak yükü görebiliyorsun; yani, görünüe
kaplmsn da, içyüzü, mânây müahede edemiyorsun. 504

(Hz. isa'ya dediler ki) Alemde bu kadar mucizelerin varken senin


kullarndan olmayan kim?
Isâ dedi ki: "Teni esiz örneksiz yaratan, can ezelden halk
eden Tanrnn tertemiz zâtna andolsun. Onun pak zâtyla s-
fatlar hakk için! felek bile yeniniyakasn yrtm ona âk
olmutur. O efsunu, o Ism-i Âzam' köre okudum gözleri açl-
d, sara okudum, kulaklar duydu. Ta gibi daa okudum,
yarld göbeine kadar hrkasn yrtt. Ölüye okudum diril-
di. Hiçbir ey olmayan, vücûdu bulunmayan eye okudum,

meydana geldi, bir ey oldu! Fakat ahman gönlüne yüz bin-


lerce kere okudum fayda vermedi. Mermer bir kaya kesildi,

ona tesir bile etmedi. Adeta kuma döndü, ondan bir ey bit-

mesine imkân yok!

502 Cemalnûr Sargut, Ey insan-, stanbul, 2007, s.465-466.


503 Ahmet Kayhan, Maddi-Mânevî Kur'ân ve ilmin Günei Hazreti Pir Seyyid Sultan
Abdülkâdir-i Geylani, s. 17.

504 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi Tercümesi, çev.efik Can, stanbul, 1997, c.3-4, s.

19.
BAKARA
309

Adam, "Tanrnn adnn köre, sara, ölüye tesir edip ahmaa


tesir etmemesinin hikmeti nedir? Onlar da illet, bu da illet... ne-

den onlara tesir ediyor da buna tesir etmiyor?" dedi.

Isâ dedi ki: "Ahmaklk, Tanr kahrdr. Hastalk, körlük kahr


deil, bir iptiladr. ptila (dükünlük) acnacak bir illettir (has-

talk), ona kul da acr, Tanr da., fakat ahmaklk öyle bir illettir

ki ahmaa da mazarrat {zarar, ziyan) verir, onunla konuana da!


Ahmaa vurulan da, Tanr mührüdür. Ona bir çare bulmann
505
imkân yok!"

Peygamberlerin barmaktan sesleri tükendi; sesleri taa tesir etti

de gene gafillere tesir etmedi; öylesine bartan haberleri bile

olmad.
Sel gibi bar, onlara serap göründü; çünkü hepsi de uykuya

dalm-gitmiti.
Erenler feryad edip dururlar; uyuyanlar Tanrya çarrlar.
Ama onlardan hiç kimse uyanmaz da uyanmaz; âh aman u
aman bilmeyen ar uykudan.
Yâ Rabbî bu zan, ne biçim
, bir uykudan meydana geliyor ki, hiç

kimse bu uykudan uyanmyor?


Bütün bu naralar, bu sesler, bu kükreyiler, hiçbir kulaa tesir et-

miyor.
Ömürleri sona erdi de o soluk, bir solukcaz olsun onlara tesir

etmedi-gitti.

Ölüye bile hayat veren o soluktan canlar, hiç mi hiç kurtulua


506
ermedi.

Rivayet ederler ki: olunu hüner sahibi bir toplu-


Padiahn biri,

lua teslim etmi ve o topluluk da ona yldz bilgisi, remi (kum-


da bir takm çizgiler çizerek fala bakmak) ve daha baka bilgiler-
den öretmiti. Çocuk son derece aptal olduu hâlde, bu bilgi-

505 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.210, beyit. 2582-2594.
506 Sultan Veled, btidâ-Nâme, çev. Abdülbâkî Gölpnarl, Konya, 2001, s.93.
Ayet 6-7
310

leri tamamen örenip üstad oldu. Bir gün padiah avucuna bir

yüzük saklad ve olunu imtihan etti. "Gel söyle bakaym, avu-


cumda ne var?" diye sordu. Çocuk: "Elindeki yuvarlak, sar ve
içi bo bir eydir" dedi. Padiah: "Alâmetlerini doru verdin, o

hâlde ne olduuna da hükmet." diyince, çocuk: "Kalbur olma-

s lâzm" dedi. Padiah: "Akl hayretler içinde brakan bu kadar


alâmeti, bilgi ve tahsil sayesinde söyledin, fakat kalburun avuca

smayacana nasl akl erdiremedin!" dedi.

Bunun gibi zamanmzdaki bilginler de kl krk yaryorlar. Ken-


dileriyle ilgili olmayan eyleri pek iyi biliyorlar. Onlara tama-
men ve bütün etrafyla vâkftrlar, fakat önemli olan ve kendi-
ne her eyden daha yakn bulunan, yani kendi kendilerini bil-

miyorlar. Onlara her eyden daha yakn olan bir ey var ki bu


da onlarn benliidir. Bunun yaplmas dorudur, bununki do-
ru deildir, bu helâldir yahut haramdr, diye her ey hakknda
helâl ve haram olmas bakmndan, hüküm verdii hâlde, ken-

di mâhiyetini helâl midir, yoksa haram mdr, temiz midir, yok-


507
sa pis midir bilmez.

Kâfirler, gönüllerimiz bu çeit sözlerin klfdr, bu sözlerle dop-


doluyuz biz derlerse de Tanr, onlara cevap vererek buyurur ki:

"Hââ, gönülleriniz bu sözlerle deil, vesveselerle, hayallerle, iki-

liklerle, hatta lanetlerle doludur." Çünkü "küfürleri yüzünden


Allah lanet etmitir onlara" Keke o hezeyanlardan bo olsayd
da, bu sözlerin bir ksmn kabullenseydiler; fakat bu kabiliyet

de yok onlarda.

Gözleri bir baka renk görsün, Yûsuf'u kurt görsün; kulaklar bir
baka türlü ses duysun, hikmeti saçma sapan bir söz saysn,
gönülleri bir baka renge boyansn, vesveselerin, hayallerin yeri
yurdu olsun diye Ulu Tanr, onlarn kulaklarn, gözlerini, gö-

nüllerini mühürlemitir. Gönülleri ka dönmütür; buzdan, so-


uktan ne varsa derilmi, toparlanmtr gönüllerinde. "Allah,

507 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.28-29.
BAKARA
311

gönüllerine ve kulaklarna mühür vurmutur ve gözlerinde de


örtü vardr onlarn." Hatta bunlarla dolu olduunu söylemenin
de yeri mi? Ne onlar, ne onlarla övünenler, ne de soylar soplar,

ömürleri boyunca gerçein kokusunu bile duymamlardr, ger-

çee ait bir tek söz bile iitmemilerdir. Bir testi var Ulu Tan-
r baz kimselere suyla dolu gösterir. Onlar bu suyla ferahlatr,
kana kana içerler. Baz kimselere de bo gösterir. Dudaklar bile
slanmaz. 508

Bilgisiz adamn can, bu duadan uzaktr. Çünkü Yâ Rabbî de-

mesine izin yok ki.

Zarara, ziyana uraynca Tanrya szlanmasn diye aznda da


kilit var, gönlünde de. Az
da bal, gönlü de.
509

Ulu Tanr onlarn kulaklarn, gözlerini ve kalplerini, baka bir

renk görmeleri için mühürlemitir. Bu yüzden göz Yûsuf'u kurt

görür, kulak baka bir ses iitir. Hikmeti saçma ve hezeyan (saç-

malamak) sayar. Kalbini baka bir ekle sokmutur ki o kalp,

hayal ve vesvese örtüleri altnda öylece donup kalmtr. Bunlar


hakknda: "Allah onlarn yüreine mühür vurdu, kulaklar da
gözleri de perdelidir" buyurulmutu. Onlarn kalpleri bununla
dolu olmak öyle dursun, ne onlar, ne onlarla öünenler ve ne de
onlarn yaknlar, bütün ömürlerince bu hikmetten bir koku ala-

mamlardr. Bu, Tanrnn hikmeti bir testi gibidir. Tanr onu,

bazlarna su ile dolu olarak gösterdi. Onlar bu sudan kana kana


içerler. Bazlarnn dudaklarnda da onu bo gösterir. Bu bo gös-
terdii ve bundan bir nasip alamayan kimseler, buna nasl ük-
redebilir? Tanrnn bu testiyi kendisine dolu olarak gösterdii

kimse ükretmelidir.

Ulu Tanr Âdem'i toprak ve sudan yaratt vakit "O'nu krk


günde tamam etti, onun kalbn tamamen yapt. Bu zaman zar-

508 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fthi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.21-22.
509 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,

s.17, beyit.198-199.
Ayet 6-7
312

fnda krk gün, yer yüzünde kalmt. Lanet olas blis! Yere indi

ve onun kalbna girdi, bütün damarlarnda dolat, seyretti ve

o kanla dolu damar, ya ve dört hkn (bir eye karm olan)


görüp: "Oh! Benim arn ayanda görmü olduum ve peyda
(aikâr) olacak olan blis'in bu olmas tuhaf deil mi? ayet bu
deilse ne garip! O blis eer varsa mutlaka bu olmaldr. te o
510
kadar!" diyerek çekilip gitti.

• Ebû Cehil'in avucu içindeki talar, bir bir dile geldiler. Her biri

nice güzel konuan insanlardan daha fasih (açk ve güzel konu-


an) ve daha tesirli bir söyleyile: "Ehedü en lâ ilahe illallah ve
ehedü enne Muhammeden Resûlullah" diye kelime-i ahadet
getirdiler.

Ebû Cehil ta parçalarnn dile geldiini duyunca korktu, öfke-


lendi ve onlar yere atarak:

"Yalan, yalan!" diye haykrd, "Bu mucize deil sihirbazlktr ve


yeryüzünde seninle baa çkabilecek hiç bir sihirbaz olamaz, sen
sihirbazlarn basn!"

Böyle söyledii için de kâfirlerin en mel'ûnu (lanetlenmi) oldu.


Yüce Allah'n rahmetinden ebedîyyen uzaklamak gibi cezalarn
en elimine çarptrld.

Ebû Cehil de o toprak görücü eytan gibi Hz. Muhammed'deki


ilâhî tecellîyi göremedi. Gözleri kaln bir perde ile gaflet

(hakikatten habersiz olmak), hiddet ve küfür perdesiyle kapaly-

d ve öyle kald . 511

• 'Tanr onlarn yüreine mühür vurdu' buyrulduu gibi ne ka-


dar ho iitiyor, hatmediyor ve anlamyor! Ondan söz ediyor, fa-

kat yine kavramyor: Tanr latiftir, kahr ve anahtar da latiftir.

510 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.42.

511 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.312-313.


BAKARA
313

Ama Onun açma (fetih) anahtar o kadar latif, o kadar latiftir

ki anlatlamaz. Eer benim parçalarn bütünümden çözülecek,

açlacak olursa, bu Onun sonsuz lutfundan ve açclndan, e-


siz fatihliindendir. Ölüm ve hastal sakn benim için suçlan-

drmaynz. Çünkü o, arada iin gerçeini örtmek için bulunu-

yor. Beni asl öldüren Onun benzeri olmayan lütfudur. Bu çe-

kilen bçak veya klç, yabanclarn gözlerini, bu uursuz gözle-

rin katlin hakikatini görmemeleri bakmndan, uzaklatrmak


512
ve kapatmak içindir.

"En büyük (azîm) azab onlarndr."

Kâfirin kalbi ta gibi kat ve hissiz olur. ri bir ta parçalamak


için nasl etrafnda ate yakmak, üzerine sirke dökmek gerekir-
se, kâfir kalbini imtihan etmek için de onu atee atmak uygun
görüldü. Cenâb- Hakk'n ta gibi kat yüreklileri yumuatmak,
eritmek için seçtii yol budur. Çünkü o ta gibi kalplere defa-
larca ne yumuak sözler söylenmi ne tatl öütler verilmi an-
cak onlar bütün bu güzel ve yumuak hareketlerin mânâsn
513
anlayamamlardr.

Azap:

Azap, kök itibariyle "nekâl" {iddetli ceza, ibret) kelimesine ben-

zedii gibi, anlam açsndan da buna benzer. Bu, ceza, felaket,

bakalarna ibret olacak ey anlamlarnadr. Buna "azap" adnn


verilmesi, kiiyi cinayet ilemekten alkoyduu içindir. Çünkü
akl sahibi bir kimse, yapaca kötülüklerin sonucu olarak ba-
na gelebilecekleri düündüünde hemen vazgeçer. Nitekim tatl
suya da bu kökten olarak "mâu'1-azb" denir. Çünkü böyle bir su,

512 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.213-214.
513 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 528.
Ayet 6-7
314

insandaki susuzluu kesin olarak giderir. Hâlbuki tuz veya tuzlu


olan ey böyle deildir. Bu, giderek insan susatr.

Dier bir yorum ise, kiinin karakteri gerei ho gördüü ve gü-


zel kabul ettii eylerin cezasna ad olarak verilmitir. Nitekim;
"Azabm tadn" (Kamer, 37, 39) denilmitir. Aslnda güzel ve te-

miz olan eyler tadlr. Buna göre dünyada kendi heva ve istekle-

rine uyarak bunu güzel görenler, bir bakma azab da güzel gör-
mü oluyorlar. 514

insanlar sebeplere dayandklar srada Allah onlara azap eder,

çünkü sebepler her zaman yitip gidebilecek olgulardr. Sebep-


ler mevcutken, onlarn kaybolacaklar vehmiyle azap eder, se-

bepler ortada yok iken, bu sefer de yokluklaryla onlara azap


eder. Dolaysyla Allah' brakp sebeplere güvenip daya-

nanlar dâima azap içindedirler. Ama ortak komadklar za-

man rahat ederler, sebeplerin yitip gitmesiyle herhangi bir ac


515
duymazlar.

Bilesin ki bütün azaplarn sebebi dünya sevgi r *


ve dünya ehline

duyulan sevgidir. Bu sözü yalnz sana deil kendime de söylüyo-

rum. Ama kendimi, sen ve bütün insanlar mazur görüyorum.


Çünkü bu âlem son derece büyüleyicidir. Bazlar onun sihrine
aldanrlar. Bazlar ise dünyay dünya olduu için tanrlarsa da,

onun sihrine aklanmazlar. Ancak zorunlu olarak ona muhtaçtr-

lar. htiyaç dolaysyla karaktersizle konumak, habersizlerle bir-

likte olmak gerekir. Hangi azap, bilenle bilmeyenin, âlimle cahi-

lin sohbet etmesine benzeyebilir? Onlarla sohbet etmezlerse bu


âlemin iini halledemezler.

Ey dervi! Mademki geldik, akllca davranp raz ve teslim ol-


5l6
malyz. Ola ki bu hunhar canavardan selâmetle kurtuluruz.

514 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu' l-Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 76.

515 bnü'l-Arabî, Risaleler, çev.Vahdettin nce, stanbul, 2005, c. 1, s.307-308.


516 Azizüddin Nesefî, Tasavvufta nsan Meselesi I nsan- Kâmil, stanbul, 1990, s. 185.
BAKARA
315

Hakikat cihetiyle, yani ruhlarn hakikati itibariyle hicap (örtü)

ve gafletten büyük bir azap tasavvur olunamaz. Fakat insanlar,


dünya hayatnn türlü aldan ve aldatlar ile avunarak bu aza-
b görmemeye çalrlar. Her ne kadar etraflarn gaflet atei ku-

atmsa da, türlü elenceler, megaleler ve zevkler ile vakit geçi-

rerek avunmaya urarlar. Fakat mükellef ve debdebeli hayatla-

r içinde yine de ikâyetleri, straplar, elemleri hatta yeisleri ek-

sik deildir. Hâsl, ruhun hakikati itibariyle bu hicap ve gafletin

azabn hissetmemesi mümkün deildir. Hakka vusul bakmn-


517
dan uzaklk ne ölçüde ise, azap da o nisbette fazladr.

Vaktini elence, enlik ve güldürücü kelimelerle geçirme; ferah


terk eyle; çünkü dünyâda ferah cinnetin eserleri, hüzün ise akl
iidir. Burada devaml olmak imkânsz ve dünyâya güvenmek
cahillik ve sapklktr.

Dünyâ ileri az çok eyle geçer, âhiret ilerinden ise vazgeçilmez

ve ondan istina olunmaz. Âhiret ilerinden baka eyle megul


olma ruha azaptr.

Olum, âlimin kurtuluu, ilmiyle âmil olmas, felâketi de iini


ameli brakmasdr; Zîra Peygamberimiz (s.a.s.) hazretleri "nne
esedden-nâsi azâben yevme 'l-kyâmeti âlimün lem yenfahullâbu
b7- ilmi hî"'yani: "Kyamet gününde insanlarn azap cihetinden en

iddetlisi, ilminden Yüce Tanrnn kendisini faydalandrmad


.518
âlimdir" buyuruyorlar

lâhî hukuku kendi nefsinizde yerine getirir ve kendinizden ge-


çip Hak ile birlikte olursanz, o vakit nefsinizi bilmi olursunuz.
Nefsini bilen Rabbini bilir srr belli olmu olur.

Halkn hukukunu bilip bütünüyle yerine getirirseniz, yani bü-

yüklere sayg, küçüklere merhamet, kötülük edenlere iyilik, iyilik

gördüklerinize uygun muamele icrasnda bulunup, halkn büyük-


lerinden öüt dinleyip uslanrsanz, kötülük ileyenlerinden uzak-

517 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.96.


518 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.67
Ayet 6-7
316

larsanz, çaresizlere yardm ederseniz, ksacas halk sizden emin


olup, hepsinin güvenini kazanrsanz, nefsinizi iyi yönetmede ba-
ar elde etmi olduunuzdan dolay Cenâb- Hakk' raz etmi
olur ve akl ve hikmet sahiplerinden saylm olursunuz. Eer nef-
sinizi bilmeyerek bilgisizlikte ve halk hakknda da deer bilmez-
likte bulunursanz, o hâlde kendinize yazk etmi olursunuz. lâhî
gazaba urar ve ahmaklardan saylrsnz. Kvlcm üstünüze sç-
ratp kendinizi atee yakmaynz! Nefsin arzu ve heves denizine

dalp boulmaynz! Geceleri uykusuz geçirmeye alnz! Uyku


519
hüsrandr! Günahlara yaklamaynz, sonu atetir!

Allah Teâlâ, bu tabakann (cehennemin 7. tecellîsinin) kapsn;


Küfür ve irkten yaratt.
Bu mânâya gelen âyet-i kerîme öyledir:

"Kitap ehlinden ve müriklerden (küfre sapanlar), ebedî cehennem

ateinde kalacaklardr. Halkn erlisi bunlardr. " (Beyyine, 6)


Dolaysyla bunlarn azab da, azabn erlisi olacaktr.

Zîrâ; cehennemin azap iine bir son yoktur.

C)
Allah Teâlâ cehenneme bu tecellîsini: "zû kâbin eliym" ismi ile

520
yapar.

En büyük azap ate azab olmayp canandan ve vatan- asliden


521
fcimkur(ayrlmak).

Allah'n en büyük lütfü bir insan- kâmili buldurmak olduu


gibi, en dehetli gazab ve kahr da onu inkâr ettirmek ve renci-
522
de eylemek olur.

519 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.128-129.
520 smail Hakk Bursevî, Muhtasar Ruhu' l- Beyân Tefsiri, stanbul, 2004, c.I, s. 177-175.
521 Abdülkâdir Geylânî, Mektûbât- Geylâni, çev.Seyyid Hüseyin Fevzi Paa, stanbul,
1997, s.233.
522 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.191.
AYET 8, 9:

-ve mine'n-nâsi men yekûlü âmenna billahi ve


bi'1-yevmi'l-âhiri ve ma hüm bi mü'miniyne

-yuhâdiûnallâhe velleziyne âmenu ve ma yahdeûne


illâ enfüsehüm ve mâ yeurûne

-nsanlarn öyleleri de vardr inanmadklar hâlde,


ki,

"Allah'a ve âhiret gününe inandk derler.

-Allah' ve mü'minleri aldatmaya çalrlar. Hâlbuki


srf kendilerini aldatrlar da farkna varmazlar.
(Elmalk)

-insanlardan bazlar da vardr inanmadklar hâlde


ki,

"Allah'a ve âhiret gününe inandk" derler.

-Onlar (kendi akllarnca) güya Allah' ve


mü'minleri aldatrlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini
aldatrlar ve bunun farknda deillerdir.
(Diyanet)

Âhiret günü için bkz. âyet 4

Burada kasdedilenler bedbahtlar gurubunun ikinci zümresi-

dir. "Allah'a inandk" diyerek îmân iddiasnda bulunma-


larna ramen îmân olgusu onlardan olumsuzlanmtr. Çünkü
Ayet 8-9
318

îmânn mahalli kalptir, dil deildir. Nitekim bir âyette öyle Du-
yurulmutur. "Bedeviler 'inandk '
dediler. De ki: Siz îmân etme-
diniz, ama 'boyun edik ' (islâm olduk) deyin. Henüz îmân kalp-

lerinize yerlemedi." (Hucurât, 14)

Allah'a ve âhiret gününe inandk eklindeki sözleri, tevhid ve


âhiretle ilgili bir iddiadan ibarettir. Tevhid ve âhiret inanc ise

dînin asl ve esasdr. Yani demek istiyorlar ki, biz, Hakka kar-

perdelenmi müriklerden ve dine ve âhirete inanmayan ehl-i

kitap 'tan deiliz. Çünkü ehl-i kitab'n âhiretle ilgili inançlar


gerçee, hakka uygun deildir.

Bil ki küfür, "örtünme ve perde" demektir. Bu da ya mürikler-


de olduu gibi Hakka kar örtünme, ya da ehl-i kitap'ta olduu
gibi dine kar örtünme eklinde olur. Hak'tan perdelenen, din-
den de perdelenmi demektir. Çünkü dine varmann zorunlu
yolu Hak'tr. Fakat dine kar perdelenmi kimse, Hakka kar
perdelenmemi olabilir. Üzerinde durduumuz âyette iaret edi-

len zümre ise, her iki perdenin de kendileri açsndan kalktn


iddia etmektedir. Ama îmân gerçeini kendi özlerinden olum-
suzlamak suretiyle yalan söylüyorlar. Yani onlar böyle kaldkla-
r sürece îmân etmi olmazlar. "El-Muhâdaa" {hile) kelimesi, iki

yönden hileye bavurmak demektir. Bu da iyi görünüp iç âlemde


kötü olmak eklindedir. Allah' aldatmaktan maksat, Rasûl'ü al-

datmaktr. Çünkü yüce Allah "Resule itaat eden Allah a itaat et-

mitir" (Nisa, 80) buyurmutur. Bir dier âyette de öyle bu-


yurulmutur: "Attn zaman sen atmadn, fakat Allah onu att"
(Enfâl, 17) Çünkü Rasûl, Allah'n habîbidir (sevgili).

Bir Kussî hadîste öyle deniyor: "Kul dâima nafile ibâdetleri ye-

rine getirerek bana yaklamaya çalr. Derken, onu severim. Onu


sevdiim zaman, iiten kula, gören gözü, konuan dili, tutan eli

ve yürüyen aya olurum." O hâlde âyette sözü edilen zümrenin


Allah' ve müminleri aldatmalar; îmân ve sevgi izhâr (göster-

mek) edip içlerinde küfür ve dümanlk duygusu saklamalar


eklindedir. Allah ve müminlerin onlar aldatmalar ise, onlarla
BAKARA
319

bar içinde olmalar, kann dokunulmazl, mallarn korunma-


s gibi slâmî hükümleri onlar hakknda icra etmeleri, buna kar-

lk, Allah'n onlar hakknda elem verici bir azap hazrlamas,

vahim bir âkibeti bekletmesi, kötü bir sonuca duçar (yakalanm)


klmas ve dünyada kendileri hakknda, durumlarn açkça göz-
ler önüne seren haberler vermek ve vahiy indirmek suretiyle on-

lar rezil etmesi eklinde olur. Ama iki aldatma arasnda büyük

fark vardr. Onlarn aldatmalarnn bir tek sonucu var, o da ken-

di nefislerini helak etmeleri, hasretle yakmalar, zulmeti, küfrü,


nifak (iki yüzlülük, bozuukluk) her gün biraz daha arttrarak,
helak, rahmetten uzaklk ve bedbahtlk sebeplerini gün be gün
katmerletirerek {kat kat artmak) vebal ve günah yükünün altna
sokmalardr. Allah' aldatmalar onlar üzerinde korkunç bir etki

yaratr. Dehet verici bir helake maruz brakr. Nitekim yüce Al-
lah öyle buyurmutur. "Tuzak kurdular; Allah da onlarn tuzak-
larn bozdu (onlara tuzak kurdu) Allah, tuzak kuranlarn hayrl-
sdr. " (Alu mran, 54) Onlar derin bir cehaletin girdabnda ol-
523
duklar için bu apaçk gerçei hesaba katmyorlar.

"nsanlardan bir ksm inanmadklar hâlde, Allah'a ve âhiret

gününe inandk" derler.

"Allah' ve îmân edenleri kandrrlar. Hâlbuki sadece kendilerini


kandrrlar, farknda da deillerdir."

Allah yaratklarn yoktan yaratm mutlak birlik diliyle rabli-

inde tecellî edip öyle buyurmutur: "Ben sizin Rabbiniz de-

il miyim?" muhatap, olabildiince duruluk içindeydi ve öy-


le karlk vermiti: "Evet Rabbimizsin!" Bu cevap, bir yank gi-

biydi. Çünkü onlar (yaratl âleminde muhatap olanlar), Allah'a

Allah vastasyla karlk vermiti. Çünkü hadîs varlk (sonradan

var olan), ortaya dikilmi bir hayaldir. Âyette geçen tanklk ise

(Allah'n kendilerine kar tank tutmas), sadece merhametten

kaynaklanan bir tanklkt. Çünkü onlardaki doal haz ve ilâhî

523 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s.40


Ayet 8-9
320

iktidar kabul etme özellii nedeniyle, kendisine ortak koacak-


larn bildii için onlara "sadece ben" (Rabbiniz deil miyim) de-
memitir. Bunu ise "ancak pek az kimse bilebilir. " (Kehf, 22)

Hak kandilleri yakarak varlk evini aydnlatp, kendisinin ise

bilinmezlik karanlklarnda kalmasndan sonra, gayret ve iz-

zet perdesinin ardndan, âlemin suretleri ezelî ilimden ebedî d


varla çkmtr. Böylece suretler, karanlktan ortaya çkmtr.
Dolaysyla, süreleri tamamlandnda tekrar karanla dönerler.

Seher vaktine kadar, böyle devam eder.

Akl, gözünün gördüü eyin hakikatini örenmek istemitir.

Çünkü duyunun kimi sürçmeleri vardr. Bunun üzerine örtü-


ye yaklar, onun konumasn kendisinde gizlenmi olarak gö-
rür. Burada alacak bir sr bulunduunu anlar, kendi nefsin-
den onu örenir ve bilir. Ayrca peygamberi ve peygamberin ge-

tirdii teklif sorumluluklarn örenir. Bu meyanda ilk vazîfe,

kelime-i tevhid'dir. Böylece tevhidi ikrar eder (kabul ve tasdik et-

mek). Binâenaleyh hiç kimse Yaratan'n varln inkâr etmemi-


tir, sadece Ona dair ifadeleri deiiktir. Bunun üzerine Allah,
peygamberinin tanklyla irk (fark) diliyle onlara hitap ederek
kendilerini snam, bir ksm ise hemcinslerinden birinin pey-
gamber seçilmesini inkâr etmitir.

Ardndan inkâr edenler iki ksma ayrlm: bir ksm, olgulara


bakp herhangi bir eyde bir üstünlük görmeyerek inkâr etmi-
tir. Bir ksm ise olgular içten ve akl düzeyinde incelemi, akle-
dilirlerde ortaklk görmü, ayrcal unutmu, böylece inkâr et-
mitir. Allah, peygamberini klç ile göndermi, onlarn kalple-
rine ölüm korkusunu yerletirmi. Düünceleri ölçüsünde kalp-
lerine kuku sokmutur. Bu balamda bir ksm, irak kelime-
sini (ortak saymak, daha önce belirtilen yorumla kelime-i tevhid
anlamnda kullanlmaktadr) kesin olarak reddetmeyi sürdür-
mütür ki, bu ksm, kâfirlerdir. Bir ksm, onu müahede ede-
rek kabul etmitir (ayne'l-yakîn). Böyle yapan, Allah' bilendir.

Bir ksm düünerek onda direnç göstermitir. (Aklyla ve delille-


BAKARA
321

riyle Allah'n varln idrâkte sabit kadem olmutur, ilme'l-yakîn

ve ayne'l-yakîn). Bu kii Allah' arif olandr. Bir ksm, inana-


rak onun üzerinde sabit olmutur ki, bu ksm avamdr. Bir k-
sm, öldürülmekten korkmu kelime-i ahadeti ikrar etmi, fa-

kat inanmamtr. Bunun üzerine Hakkn dili ona öyle nida


(seslenmek) etmitir: Görünüte, "insanlardan bir ksm, Allah a
ve âhiret gününe îmân ettik der. " Gerçekte ise "Onlar mü 'min de-
ildir." imân davas güderek ve Allah'n durumlarn bilmedii
zannyla ve amellerinin yüzlerine çarplacandan bilinçsiz ola-

rak "Allah' kandrrlar" Bugün yaptklarnn "farknda deiller-


524
dir."

Kâfire de bu gökyüzünü, u halk ve âlemi kim yaratt? diye sor-


san,

Der ki: Tanr yaratt. Yaratmak Tanrya layktr.


Fakat onun küfrü, kötülüü ve sitemi, bu çeit ikrarla (kabul ve
tasdik etmek) bir araya gelir mi? O kötü ve çirkin hareketler, o
noksan iler, bu çeit bir ikrarla bir araya sar m?
i, ikrarn yalanlar. Bu suretle de o, korku azabna lâyk olur.
525

Kâfir de Tanr der, mü 'min de. Fakat ikisinin arasnda adama-


kll fark var!

O yoksul ekmek için Tanr der, haramdan çekinense candan gö-


nülden. Ekmek isteyen yllardr Allah der, fakat saman için mus-
haf (Kur'ân) tayan eee benzer. 526

(bu âyette bahsedilenler)


Evvelâ secde edip, sonradan etmeyenlerdir. Vahiy kâtibi bn-i
erh gibi evvelâ îmân edip sonradan kâfir olanlardr. 527

524 bnü'I-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s.332-333.
525 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.V, stanbul, 1988,
,

s.181, beyit. 2206-2210.

526 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.38, beyit.497-498, 500.

527 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.236.


.

Ayet 8-9
322

Nefis Tanr velîsine yaklarsa dili yüz arn ksalr. Onun yüz
dili vardr, her dilinde yüz lügat... hilesi, riyas (iki yüzlülük) an-

latlamaz ki!

Nefsinsa elinde tespih ve Kur'ân vardr ama yeninde de hançer


ve klç gizlidir. Onun mushafna, onun riyasna kanma! Kendi-
528
ni onunla srda, halda yapma!

Teni miskler (güzel koku) içine yerletirsen yine ölüm gününde


pis kokusu meydana çkar.
Miski tene sürme, gönle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Tanrnn
ad. .

O münafk, miski tene sürer de ruhu, külhann tâ dibine sokar.

Dilinde Tanr ad, canndaysa îmânsz düüncesi yüzünden pis

kokular!

Onun zikretmesi külhanda biten yeillie, abdest bozulan yerde

yetien gül ve süsene benzer. O yeillik orada ariyettir (geri al-


namak üzere emânet verilen). O gülün yeri oturulan iret edilen
yerdir.

Düüncen, mânevi varln gülse, gül bahçesisin; dikense kül-

hana lâyksn.
Gülsuyu isen seni baa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen d-
ar atarlar.
Koku satanlarn tablalarna bak. Her cinsi, kendi cinsinin yan-
na korlar. Cinsleri kendi cinsleriyle kartrr, bu uygunluktan
bir güzellik, bir süs meydana getirirler.

Fakat mercimek, eker arasna karrsa onlar birer birer

ayrrlar. 529

Tanr bu taneleri ayrsnlar diye kitaplar verdi, peygamberle-


ri gönderdi. Peygamberler gelmeden önce hepsi bir görünmek-

teydi. Mü'min, kâfir, müslüman, çft... Zahiren hepsi birdi.

528 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,


çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.207, beyit. 2550-2551, 2554-2555.
529 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.21-22, beyit. 266-271, 278-282.
BAKARA
323

Âlemde kalp akçayla salam akça bir yürümekteydi. Çünkü or-

talk tamamyla geceydi, biz de gece yolcularna benziyorduk.


Peygamberlerin günei dounca "Ey kark uzakla! Ey saf, beri

530
gel!" dedi.

Yazk, dilin Müslüman gibi konuuyor; kalbin onu dorulam-


yor. Sözün Allah'a ve Peygambere inanm gibi; özün tam ter-

sine. . . lerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk aras-


na çknca senden iyisi olmuyor; yalnz kalnca neden eklin de-
iiyor. Biliyor musun, yllarca namaz klsan, oruç tutsan sana
hayr getirmez; ömrün boyunca hayrl ilerde kalsan hayr göre-

mezsin; ancak, Allah rzâsn gözeteceksin; bunu iyi bilmen ge-


rek. Aksi hâlde yaptklarn bouna; bu duruma göre sana dam-
ga münafk ve içi bozuk sözleri olur. "Allah'tan uzak", mührünü
531
alnna vururlar.

Münafk:

'Münafklar Allah'a ve âhiret gününe inandk derler de mü'min


deildirler.'

Mü'min olmann temel belirtisi,

1. ttikâ (gaybe îmân, namaz, infâk)

2. Kur'ân'a ve daha önceki inzârlara (fenalktan sakndrma)


inanma
3. Ahirete yakn olma (onu görmü gibi kesin sayarak ilâhî emir-

lere uyma)
4. Yetim, fakir, garip ve kimsesize efkat ve merhametle yak-

lama.

530 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevî , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.II, stanbul, 1988,
s.23, beyit. 284-287.
531 Abdülkâdir Geylânî, Feth'ül-Rabbanî-llâhî Armaan, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stan-
bul, 1964, c. I, s.31.
Ayet 8-9
324

Bunlar yoksa 'Allah'a inandm, din gününe inandm' demek


münafklktan baka birey deildir. 532

çi d baka kimse demektir ki, en büyük günahlardan biridir.

Cenâb- Hakk münâfk anlatrken: Kalplerinde olmayan dille-

riyle söyleyenler, yani içleri baka dlar baka olanlardr, buyuru-

luyor. Ve yine Allah a îmân ettiklerini zannederler. Hatta namaz


klp oruç da tutarlar. Fakat bu halleriyle cehennemin en alt dere-
533
cesine girerler, diyo r

Münafklar bir ümit üzere ibâdet ederler. Maietleri (geçinme,


yaay) daralmasn, ileri iyi gitsin, çocuklarna bir elem keder
gelmesin diye... Amma ileri yolunda gitmezse ibâdeti terk eder,
534
hatta isyan ederler.

Münafk inat yüzünden, gösteri için muvafkla (mümin) ayn


namaza durur, onun hareketi muvafnki gibi ibâdet ve niyaz

için deildir.

Namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafklarla müminler ayn


hareketi yapar gibi görünürler.

Amma iin sonunda, âhirette müminlere galibiyet ve münafklara


'

malubiyet mukadderdir (takdir olunmu, yazlm)? 3

Namaza namaz için gelenle taklit için gelenden yalnz birincisi


Allah'n huzurundadr.
Gerçi ibâdetlerindeki d hareketler birbirinin ayndr. Dtan
bakanlar hakîkî müslümanlarla ibâdeti taklit edenleri, ayn yer-

de, ayn safta yan yana görürler. Hakikatte onlar birbirlerinden


536
mesafeler boyu uzaktadrlar.

532 Halûk Nurbâkî, Bakara sûresi Yorumu, stanbul, 1997, s.127.

533 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.522.


534 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.614.
535 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.45.

536 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.49.


BAKARA
325

Yazk sana! Kalbinde nifak (iki yüzlülük) bitmi. Tevbeye ve tes-

limiyete muhtaçsn. Yaknda toz duman ortal kaplaynca ger-

çei anlayacak ve uyanmann ne demek olduunu bileceksin.

Her kim ki, sözlerini iitir, onunla amel eder ve amelinde de


ihlâsl olursa "mukarreb"lerden (yaklam,yakn) olur. Çünkü
benim sözlerimde kabuk yoktur.

Yazklar olsun sizlere ki, Allah'a kar muhabbet duyduunuzu


iddia ediyorsunuz ama, kalbinizle ondan bakasna yöneliyor-
sunuz! Mecnûn Leyla'ya olan muhabbetinde sadâkat derecesine
ulanca, kalbine Leyla'dan bakasn sokmamt. Bir keresinde

bir toplulua rastlamt. Ona dediler ki:

-Nereden geliyorsun?
-Leyla!

-Nereye gitmek istiyorsun?


-Leyla!

Kalp Allah Teâlâ'nn muhabbetinde sadk olursa, Musa (a.s.) gibi

olur. Allah Teâlâ onun hakknda öyle buyurmutur: "Biz ba-


kasndan süt emmesini daha önceden ona haram klmtk. " (Ka-

sas, 12) Yalan söyleme, çünkü senin iki kalbin yok; bir tek kal-

bin var. Onu neyle dolduruyorsun? O ikinci bir eyi daha almaz
ki! Allah Teâlâ öyle buyurmutur: "Allah hiç kimsenin gösün-
de iki kalp yaratmamtr. " (Ahzâb, 4) Bir kalp ki, hem Hâlk',
hem de halk: Bu mümkün deildir. Yine bir kalp ki, içinde hem

dünya, hem âhiret olacak: Bu mümkün deildir. Hakk'n ca-

hili riyakarlk (iki yüzlülük) ve münafklk yapar; âlim-billah

olan, Hakk' bilen asla böyle yapmaz. Ahmak, Allah Teâlâ'ya âsî

olur; akll kimse Ona itaatkâr olur. Hakka buz (düman-


ise

lk) eden, ona isyan eder; Onu seven ise itaat eder. Dünyalk, mal

toplama hrsnda olan, riyakarlk ve münafklk yapar; emeli ksa


olan ise asla böyle yapmaz. Ölümü unutan riyakar olur; ölümü

hatrda tutan ise riyakârlk yapamaz. Hakk'n nazarn unutan


riyakârlk yapar; O'nun nazarn gözeten ise riyakârlk yapamaz.
Gafil riyakârlk yapar; uyank ise asla. . . Allah'n evliyasnn
Ayet 8-9
326

kendilerini gafletten uyandran uyandrclar, onlara ilim öre-


ten öretmenleri vardr. Allah Teâlâ onlara ilim vâstalarn elde

etmeleri hususunda yardm eder. Hz. Peygamber öyle buyur-


mutur: "Eer bir mümin bir dan tepesinde olsa Allah teâlâ

ona ilim öreten bir âlimi yine de gönderir."

Menfaat kazanma uruna sâlihlerin kelimelerini satma! Onlarn


sözlerini konuma! Onlarla nefsine destek çkma! Kendi maln-
dan giy, çplak kalma! Pamuu kendi ellerinle ek, kendi ellerinle
sula, gayretinle büyüt! Sonra ondan kuma yap, onu dik ve giy!
Bakasnn malyla, bakasnn elbisesiyle marma! Eer baka-
snn sözünü kullanr, konuur ve bakasnn sözüyle iddiaya kal-
krsan, ariflerin kalpleri senden irenir. Fiilin olmazsa sözün
de olamaz. in zahirinin amelle alâkas vardr. Allah Teâlâ öyle
"
buyurmutur: "Amelleriniz dolaysyla cennete girin. (Nahl, 32)

Mümin hevâ ve hevesi ve mâlâyâni ile konuarak melekleri yor-

maz. Onun kalbi Hakk'tan hayet duyar. Ho onun azalar da


Hakk'tan hayet (yücelik karssnda duyulan gönül titremesi) du-

yar ya! Onun kalbinin dili konuamaz, aslnda onda olan hiçbir

dil konuamaz. Onun kalbinin atei Rabbinin heybeti karsn-


da hafifler, dolaysyla âzalarnn atei de zayflar ve melekler ra-

hat içerisinde kalr.

Ey oul! Senin birbirinden ar, akbeti mükil, pek çok günahn


var; iin zor. Onlar ister lehine ister aleyhine olsun; ölümü hatr-
lama duygusuyla uyan. Ölümünü unutman hiç de senin hayr-
na deildir. Kyl ü kali brak, mâlâyâni (mânâsz, bos söz) ile u-
ramay terk et! Emelini ksalt! Hrsn azalt! Yaknda öleceksin.
Belki de sen bu hâl üzere iken ölümün gerçekleiverecek. Bura-

ya ayaklarnla geldin ama belki de bir cenaze olarak evine ta-

nacaksn. Mümin nefsini hastalklardan kurtarr, ifâ bulur.

Hastalk eziyeti vâki olduunda nefsine der ki: "sana nasihat et-

tim, beni dinlemedin. Bundan seni sakndrmtm ey cahil, ey

kâfir, ey Allah'n düman!" nefsini hesaba çekmeyen ve onunla


mücadele etmeyen kimse felah (kurtulu) bulamaz. Hz. Peygam-
BAKARA
327

ber öyle buyurmutur: "Kendi kendinin vaizi olmayan kimseye


bakalarnn vaaz ve nasihati fayda vermez."

Felah isteyen kimse, nefsine vaaz u nasihatte bulunsun, onu züh-

de (dünyay küçük görmek) altrsn, onunla mücâhede (nefisle

sava) etsin. Zühd, önce haramlar, sonra üphelileri, daha son-


ra mubahlar (islenmesinde sevap ve günah olmayan ey) en so-

nunda da bütün hâllerde mutlak helâlleri terk etmektir. Böyle-

ce terk edilmemi hiçbir ey kalmam olur. Hakîkî zühd, dün-


yay ve âhireti terktir; ehvetleri ve zevkleri terktir, varl terktir;
hâli, dereceyi, kerameti, makam talep etmeyi terktir; kâinatnn
Rabbinin dnda her eyi terktir. Böylece, her eyin kendisin-
de son bulduu Hâlk'tan baka hiçbir ey kalmaz ki, O bütün
emellerin nihayetidir. Bütün iler Ona döner. Konumaclardan
kimisi kalbiyle konuur, kimisi srryla konuur ve kimisi de nef-

siyle, hevasyla ve eytanyla konuur. Müminin adeti önce te-

fekkür etmek, sonra konumaktr. Münafk ise önce konuur,


sonra düünür. Müminin lisân aklnn ve kalbinin ötesindedir.

Münafn lisân ise aklndan ve kalbinden öndedir.


Allah'm! Bizi müminlerden eyle. Münafklardan eyleme. "Bize
dünyada da, âhirette de güzellikler ver ve cehennem azabndan
bizi koru." (Âmin) 537

"Gerçekte ise onlar öz benliklerinden bakasn aldatmyorlar.


Ne var ki, bunun farknda olmuyorlar."

• Toprak yemeyi âdet edinmi birisi bir aktara gidip kelle ekeri al-

mak istedi.

O hilebaz ve gönlü bozuk aktarn terazisinde dirhem ve ta yeri-


ne toprak vard.

Dedi ki: "Benim terazimin dirhemi topraktr. eker almaya ni-

yetin varsa sabret de dirhem bulaym."

537 Abdülkâdir Geylânî, Cilâul-Hâtr, çev.Dilaver Gürer, stanbul, 2006, s. 22-24.


Ayet 8-9
328

Adam "Mühim bir iim var, eker almam lâzm... Dirhemin ne


olursa olsun zarar yok" dedi.

Kendi kendisine de "Toprak yemeyi âdet edinen kiiye ta nedir


ki? Toprak altndan daha iyi!"

Hani o klavuz kadn Olum, pek güzel


gibi... bir kz buldum.
Pek güzel ama ondan baka bir ey daha var: O namuslu kz,
helvac kz demi de, evlenecek adam da böyle olmas daha iyi

yap... Helvacnn kz daha yal, daha tatl olur demi!


Onun gibi senin de ta dirhemin yok da ta yerine toprak kul-
lanyorsan daha iyi ya... toprak, benim gönlümün istedii mey-
ve!" diyordu.

Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören ta ye-

rine toprak parçasn koydu.


Öbür gözüne koymak üzere de o topran arlnca eker kr-
maya koyuldu.
ekeri kesip kracak bir âleti olmad için biraz gecikti, müte-
riyi de orada brakt.
Aktarn yüzü öbür yanayd., toprak yemeyi âdet edinmi olan

müteri, dayanamad., gizlice ve güya aktara göstermeden topra-


koparp yemeye balad.
Anszn döner de beni görüverir diye de korkmaktayd.
Aktar, bunu gördü... Gördü ama kendisini megul gösterdi. Di-

yordu ki "a sarram suratl, hadi, biraz daha fazla çal!

Topram çalyorsan bana bir ey olmuyor; sen, adeta kendi ya-


nndan et koparyor, kendi etini yiyorsun!
Benden korkup duruyorsun ama eekliinden. . . Ben de az yiye-

ceksin diye korkmaktaym!


Megulüm ama kammdan da sana fazla eker verecek kadar
da ahmak deilim ben!

Alacan ekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduunu anlar-

sn, hele dur!


Ku o taneye baktkça bakar, holanr ama tane de uzaktan o ku-
un yolunu vurur!
BAKARA
329

Göz zinasndan holanrsn ama nihayet kendi yanndan kopar-


dn eti kebap edip yemiyor musun ki?

Bu uzaktan bak ok ve zehir gibidir. . . Gittikçe sevgin artar, sab-


rn eksilir!
Dünya mal zayf kularn tuzadr.. Âhiret mülkü, yüce kula-
rn tuza! 538

Yalnz kendi akln ve kendi benliini her eyin üstünde ve ken-


di kuvvetini malup olmaz görenleri bu devran oldum olas kal-
drp yere vurmutur. Nice kendi akllarna inanmlarn da
gibi salam görünen bilgileri, kendilerine tuzak olmutur.

Yem peinde koan ve ele avuca smayan kuun ökseye tutul-


mas gibi, onlarn da bilgileri, haramiler gibi kendi yollarn kes-
mitir. Demek ki Hakk'n fazlna (nimet verme), onun kudret ve
yüceliine kar, kibir ve azamet deil yank gönül, yatk boyun
gerektir. Yoksa hayal ve gurur, nice bilgiçleri maskara etmi, nice
sihirbazlar kendi büyülerinin karanlna gömmütür. Güzel
yüzlü Zühre'nin karsnda hikmet ve adalet vazifesini unutan
Hârût ve Mârût gibi, ki beden ülkesinde bunlar, adaletle vazifeli

iken ehvetin takt çelme ile ba aa düerek, nefis ve tabiat

kuyusunda öylece asl kalmlardr.

Hakikatte bu hikayenin melekleri, Harut ile Marut ruhu ve kal-

bi temsil ediyorlard. Bunlar adaleti yerine getirmek ve bâtl gi-

dermekle vazifeli idiler. nsan bedenine gelmelerindeki hikmet


ve vazife bu idi. Fakat, onlar karlarna çkan geçici ve akl çe-
lici dünya Zühre 'sinin güzelliine kapldlar. Ona ibretle deil,
ehvetle baktlar. Onun sunduu akl giderici araptan içtiler.

Ona müptelâ (fena eylere dükünlük) oldular. Bu iptilâ yüzün-


den içtikleri gaflet arab ile kendilerinden geçerek her türlü gü-
nah ileyecek hâllere dütüler. Neticede en ulvî âlemden en aa-
lk âleme yuvarlanp azaba uradlar. Ruh ulvî (yüksek) olmak-
538 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.IV, stanbul, 1988,
s.51-52, beyit.625-647.
.

Ayet 8-9
330

la yüceliklere, nefis ve tabiat süfli (alçak, aa) olmakla esfele (en


aa) meyledicidir.
Allah insan yaratrken onun insanlna melekler bile imren-
mi, hayran olmutu. nsan ilâhî nurun yer yüzündeki tecellî

ve zuhurudur. Sen, bir âdemolusun, bunu unutma! Kendini,


Allah'n meleklikten tabiat zindanna att Hârût ve Mârût
hâline sokma, içindeki eytann seni dâima artan sesini duy-
539
ma!

Nefs, o hain ve hileci kimseye benzer ki kandrc ve aldatc


kudretine uyup nice firavun tabiatllar, Musa'ya inanmadklar
ve nefse aklandklar için kendilerine uyanlar da birlikte sürük-
leyerek kendi benlikleri ve bencillikleri engininde boulurlar.

Bunu düünerek, sen firavunlarn peinden koma! Bir Mûsâ ta-


biatl mürid bul. O seni hem dünya sellerinden hem de kendi

nefsinden koruyacak ve kurtaracaktr. Yahut gönlünü ve irade-


ni Muhammed'in yoluna koy! Böylelikle
Hz. nefis denilen Ebû
Cehil'den en salam ekilde kurtulursun. 540

Küffâr:

Küffâr namyla anlan zümre; bizzat Allah'a ibâdet etmektedir. .

Bunlarn durumunu izah edersek öyle deriz:

Sübhân olan yüce Hakk batan sona, bu varln hakikatidir.


Küffâr da bu varlk cümlesinden sayldna göre, onlarn
hakikati "0"dur.
Onlar, kendileri için bir Rab olmad yolunda inkâra sapp
kâfir oldular.

Bu böyledir. Çünkü, Allah Teâlâ onlarn hakikatidir. Onun için

bir Rab olamaz. Mutlak Rab kendisidir.

Böylece onlar, aynen zâtlar neyi gerektiriyorsa, ona göre ibâdet


541
ettiler.

539 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.80-82.


540 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 110.
541 Abdülkerîm b. ibrahim el-Cîlî, nsân- Kâmil, çev.Seyit Hüseyin Fevzi Paa, c.II, s. 386.
AYET: 10

fî kulûbihim meradun fezâde hümullâhu meradan


ve lehüm azâbün eliymün bi mâ kânû yekzibûne

Kalplerinde hastalk vardr. Allah da onlarn hastaln


arttrmtr. Yalan söylemelerine karlk onlara
elem verici bir azap vardr.
(Elmall)

Onlarn kalblerinde bir hastalk vardr. Allah da


onlarn hastaln çoaltmtr. Söylemekte olduklar
yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardr.
(Diyanet)

Onlarn kalplerinde hastalk vardr. Kalplerinde üphe ve nifak


yüzlülük) vardr. Âyetin ak içinde "hastalk" kelime-
(iki

sinin orijinalinin nekre/belirsiz olarak yer almas ve cümlenin zarf


cümlesi olarak sunulmas, hastaln kalplerine arz olduktan son-
ra yerleip kökletiine yönelik bir iarettir. Aksi takdirde "kalple-
ri hastadr" veya "ölüdür" eklinde ifade kullanlrd. "Allah onla-
rn hastaln çoaltmtr. " Kalplerine kin, kskançlk ve gizli dü-
manlk gibi baka bir hastalk eklemitir. Bunu da dînin mesaj-
n en yüksee çkararak, Resulüne ve mü 'mirilere yardm edip za-
ferler bahederek salamtr. Bütün alçak huylar, davranlar kalp-
Ayet 10
332

ler için hastalktr. Bunlar kalplerin zayflamasna, özel faaliyetle-


rinde musibete (bela) duçar (yakalanm) olmalarna, sonunda da
helak olmalarna sebep olur. Münafklarn elem verici (elim) azap-

lar ile kâfirlerin büyük (azîm) azab arasnda fark vardr. Çünkü
ezelde rahmet dergâhndan kovulanlarn azab büyük olur ve bunlar

azabn acsnn iddetini hissetmezler. Bunun nedeni de kalplerinin

kavraynn safiyetinin olmaydr. Tpk cansz veya felç olmu ve


bir hastalktan dolay yumru hâline gelmi bir organ gibi. Böyle bir
organ kessen veya dalasan hissetmedii gibi, baka aclar da duy-
maz. Münafklara gelince, onlar aslnda istidat (anlay kabiliyeti) sa-

hibidirler ve kavraylar da hayatiyetini korumaktadr, bu yüzden


azabn acsn hissederler. Özellikle yalan ve sonuçlar gibi kendileri-
ne arz olduktan sonra müzminleen hastalklarndan dolay azapla-
542
r daha da elem verici olur.

• "Kalplerinde hastalk vardr", yani peygamberimin getirdii eye


kar kuku vardr. "Allah da onlarn hastalklarn arttrmtr."
Yani kuku ve perdelerini arttrmtr. Kyamet günü "onlar için
ac bir azap vardr". Onlar, imdilik yanlarnda gerçekletirdii-
miz eyleri yalanlamakla ba baadr. Kader levhasnda onlara
543
yardm takdir edilmemitir.

"Kalplerinde hastalk vardr."

Kalp için bkz. 7

Kalp hastalklar:

Balca üç türlü kalp illeti vardr: Biri haset (kskançlk), bilhassa


Allah'n sevgililerini kskanmaktr, ikincisi, ahmaklktr. Üçün-

542 bnü'l-Arabî, Tefsir-i Kebîr Te'vîlât, çev.Vahdettin nce, stanbul, c. I, s. 41.

543 bnü'l-Arabî, Futûhât- Mekkiyye, çev.Ekrem Demirli, stanbul, 2006, c.I, s. 333.
BAKARA
333

cüsü, mürîd de olsa, hakikat nüktelerini anlayp idrâke kadir


544
olamamaktr.

Tanrnn asl evi insan vicdan, insan kalbidir.Her inanm in-

san kalbini her türlü kirlilikten, bu arada, gönül kirlerinden en

vahimi olan hasetten temiz tutacaktr.


Gönül, hele gönlü temiz olanlara duyulan hasetle kararr. 545

Kalp vücûdun ah demektir. Onda bir arza bütün vücûda


sirayet eder. Zahirde böyle olduu gibi, maneviyatta da ayndr.
Onun için Resûlullah efendimiz buyuruyorlar ki: nsan bir hata

iledii zaman kalpte bir nokta hâsl olur. Tevbe etmezse, gittik-

çe büyür. Kararm bir kalbe de canann yüzü aksetmez. 546

Bakmaya bakmaya kötü ahlâklar müzminleir (zamanla yerle-


mek). Her fena hareket kalbe siyah bir nokta koyar. Fakat o nok-
547
ta ihmal edilip baklmaynca bütün kalbi sarar.

Kurân- Kerîm devadr. Allah'n edep örettii yerdir. Onun-


la kim edep kazanmazsa, onun ne edebi, ne de kalp hastalna
548
devas vardr.

Nefsin isyana dalmas, daha ziyâde eytana uymakla balar. ey-


tana uymak, ruhta siyah bir nokta meydana getirir. Haliyle bu,

nefsin isyan demektir.

Anlatld hâlde nefis, isyann arttrdkça, ruhtaki karanlk da


artar. Sonunda tümden kararr. Bu hâl, isyanlar devam ettii

için olur. Ve ona, Allah'n lütuf kaplar kapanr.

Ruha gelen her feyz, ilâhî âlemden gelir. Ki oras gayb âlemidir.

544 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 333.


545 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s. 67
546 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 644.
547 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 204.
548 Kenan Rifâî, Ebu'l-alemeyn Seyyid Ahmed er-Rifâî, Hzr.Mustafa Tahral, stanbul,
2008, s.67.
Ayet 10
334

Ruh kendisine gelen o feyzi (ihsan, ilim) kalbe iletir. Kalp ise o
feyzi duygulara datr. Bundan sonradr ki duygularda o feyze
uygun iler görülmeye balar.

Bir kalp ki kararr; ite o zaman ilâhî feyz kaplar kendisine


549
kap r.

• Yol çok korkuludur. Elde ise hüccet (delil) yok. Fakat bunlar

kime anlatrsn? u alaka ve teessürünüz (hüzün) bir an sonra


geçip gidecektir. Hâlbuki tefekkür gibi ibâdet olmaz. Hiç de-
ilse düünce için, yirmi dört saatte yarm saatçik bir vakit ayr.

Benim hâlim ne olacak? diye düün. Dün ile bugünün ameli-

ni mukayese (kyas) et. Kendini tart, bakalm ne kazanmsn


gör... Resûlullah efendimiz: "Dünden daha az kazanc olan
kimse mabûndur (akn, aldanan)" buyuruyor. Hâlbuki sen-
de hep gerileme, hep gerileme... Esasen kalbin karanlk, bari büs-
bütün siyahlatracak eyleri terk et. Sonra da pîrim var eyhim
var diyorsun. Senin pirin deil, kendin varsn. Sen eytan ken-
dine pîr seçmisin.

eyhin dedikodu yapyor mu? Yapyorsa sen de yap! Yapmyorsa


neden yapyorsun? Bizde hiç düünce yok, amelimizi tartma hele
hiç! Hz. Pîr, her nefes nefsini muhasebe etmeyeni biz ricalden

{erlerden) saymayz, buyuruyor. Hangi her nefes? Ben günde ya-

rm saate de razym! 55 °

"Allah da onlarn hastaln arttrmtr."

• Bunlar Allah diyemeyen kimselerdir. Onun için Allah'n sevgi-


lisini de sevemezler. Onlar, kâmil insan da Kur'ân' da sevmez-
ler. Kur'ân'dan söylense küfürleri artar, kâmil insan görmekle
551
de keza inkârlar ziyâdeleir.

549 bnü'l-Arabî, Tuhfetü 's- Sefere, çev.Abdülkâdir Akçiçek, stanbul, 1971, s. 63-64.
550 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.377.
551 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.409.
BAKARA
335

• Nisan yamuru sedefin azna düerse inci, ylann azna dü-


erse zehir olur. Keza, Kur'ân, mü'min'in îmânn, kâfirin de
552
küfrünü ziyâdeletirir.

"Söylemekte olduklar yalanlar"

• Dünyada ekle ait ibâdetin de hâlisi (saf) ve kalp (sahte) vardr.

Gösteri için dindar görünmek suretiyle maddî ve manevî men-


faat avclklar için yaplan hareketler, görünüte ibâdet, iyilik,

vergi ve ba olsa da aslnda yalanc ahitlerden farkszdr. Böy-


le hareketlerin ne asllarnda ne neticelerinde gerçek ihlâstan,

hakîkî Allah sevgisinden duyulan haz bulunur.

ibadet riyakarlar, oruç tutar, namaz klar, zekât verir görün-

seler de yaptklar içten deildir. Onlarn ne ellerindeki tesbîh


Hakk'n ismini sayar, ne de srtlarndaki aba (yünden yaplm ge-
553
ni giyecek) gerçek dervi abasdr.

• Sözden ve gösteriten ibaret bir ahit ancak yalanc ahide ben-


zer. Hiçbir zaman yalanc olmayacak ve yalanc saylmayacak bir
delil ve öyle bir ahit lâzm ki gönül ihlâsn o padiaha duyur-
554
sun.

Yalan:

• Dünya hayatnda ba rolü menfaat oynadna göre, bundan


üphesiz vefaszlk zuhur eder. Her ikisinin birlemesinden ise
555
yalan doar.

• iyice düünülünce, dünyann yalancl meydana çkar. Varlk


gösteren fâni dünya, kimi dost edinmitir de sonunda frlatp at-

552 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 248.


553 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.382-383
554 Kenan Rifâî, erhli Mesnevi, stanbul, 2000, s.393
555 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.457.
Ayet 10
336

mamtr? Kime bir ey vermitir de onu fazlasyla geri alma-


m, verdii kimseyi bo elle brakmamtr? Kimi sevindirmi
ve zevk içine daldrmtr da sonunda ona elem ve keder verme-
556
mitir?

• Resûlullah efendimize sordular : Mü'min zina eder mi? "Belkil"


buyurdular. "Mü'min yalan söyler mi, yâ Resûlullah?" deyince:

"Haytr, hayr, hayr!" buyurdular. 557

• Allah katnda ve kullar arasnda en yalanc o kimsedir ki: Nefsi-


558
ni halktan hayrl görür.

"onlar için elîm bir azap vardr"

Azap için bkz. 7

Balarna gelen elîm azap nedir?

En büyük azap, Allah'tan gaflettir. Çünkü Cenâb- Hakk bu-


yuruyor ki; Allah' unutanlar gibi olmaynz. Allah da size sâlih

olacak eyleri unutturur. Nereye yaprsanz kurur, faydal diye

el attnz eyler zararl olur. 559

Peygamberler dediler ki, "Gönülde bir illet yüzünden insan,

doruyu anlamaz, saptr." O yüzden nimetler, umumiyetle il-

let olur. Hastalkta yenen yemek insana hiç kuvvet verir mi?
Ey inatç, önüne nice güzelim nimetler geldi de hepsi kötületi,

saf olanlar bile buland gitti! Bu güzelliklerin düman sensin...

Neye elini vurdunsa kötü oldu. Senin dostun, senin âinân olan

556 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.456.


557 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s. 386.
558 Ahmed'er-Rifâî, El-Hikem'ül Rüfaiye "Nasihatlar", çev.Abdülkâdir Akçiçek, s-
tanbul, 1970, s.62.
559 Kenan Rifâî, Sohbetler, stanbul, 2000, s.527.
BAKARA
337

sence hor hakir sayld. Sana yabanc olan seninle uzlat. Sen-

ce o büyük ve yüce oldu. Bu da o hastaln tesirinden. O ille-

tin zehri bütün canlara sirayet eder. O illeti derhâl geçirmeye ça-

lmak gerek. O illet durdukça eker bile zehir kesilir. nsan âb-
hayat içse ate sanr.

O huy, ölüm kimyasdr, dert kimyasdr. Sende o huy var m?


Nihayet hayatn bile o yüzden ölüm olur! O huy sendeyken gön-
560
lü dirilten gda bile senin vücûdunda kokar, le kesilir.

Varidat sahibi öyle diyor: "Her Peygamber veya velînin, zama-


nnda buz (dümanlk) ve dümanlkla karlamas ve kendisi-

ne ancak pek az kimsenin inanmas, fakat öldükten sonra bun-


larn isimlerinin mehur olup ilelebet yaamas ve insanlarn ço-
unun inanp onlar sevmelerindeki sebep nedir?"

"Ben derim ki: Evvelâ peygamber veya velînin hayatnda, kska-


nanlar çoktur. Etrafta çevrede halk ondan kaçracak, onlarn
gönüllerini bulandracak, inançlarn sarsacak sözler söyleyip ge-

zerler. Ama peygamberler veya velîler ölünce hased (kskançlk)


de ölür, srf menkbeleri kalr. Bundan dolay insanlarn çou
onlara inanr ve onlar sevmeye balar."

ikinci olarak: nsanlarn arasnda kalmak, görümek, bir ara-

da yaamak lâubalîlik meydana getirir; sevgiyi, peygamber veya


velînin özel bir yeri bulunduuna olan inanc azaltr.

Üçüncü olarak: peygamber veya velînin hakikati, ancak tedricen


(yava yava) ortaya çkar.

Dördüncü olarak: -ki en kuvvetlisi de budur- insanlar peygam-


berlii ve velilii olduundan baka türlü zannederler. Nitekim
öyle diyorlard: "
O da bizim gibi yiyor, içiyor, sokaklarda ge-
ziyor, o da bizim gibi bir insandr." Kitab- Kerîm'in ifade et-

tii gibi peygamberler onlarn istedikleri her mucizeyi ve hari-

560 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi , çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.217-218, beyit. 2677-2687.
Ayet 10
338

kay yapamazlar. nsanlar zannediyorlard ki peygamber yeme-


meli, içmemeli, sokaklarda gezmemeli ve kendileri gibi bir be-

er olmamal ve her istedikleri mucizeyi getirebilmelidir. Onun


kendi zanlar gibi olmadn görünce "Peygamberler öyle öy-
le olur, hâlbuki bu öyle deildir," derler. Onu inkâr ederler. Bil-
mezler ki geçmi peygamberler de böyle idi. Bunu inkâr eden-
ler o geçmi peygamberlerin zamannda olsalard bu fâsid (bo-
zuk, doru olmayan) zanlaryla, onlarn zamanlarndaki insan-
lar gibi onlar da inkâr ederlerdi. Sonra gelenler, her kâmilin
zaman geçip gidince nakslar (noksan, eksik), onlarn, kendi ta-

sarladklar fakat aslnda muhal olan kemâlleri haiz bulunduk-


larn zannederler ve onlara bu sfatlarla inanrlar ve bu sebep-
ten imdikileri de inkâr ederler. Peygamber veya velînin vasf-
lanmasn gerekli bulduklar, zihinlerinde yer eden kemâllerin
çou ne imdi ne de gelecekte hakikate uygun deildir. te
mevcûd olan peygamber veya velîleri inkâr etmelerine, eskilere
inanmalarna sebep budur, Allah daha iyi bilir. Varidat sahibi-
nin sözü burada bitti.

Fakir de der ki:

nkârn beinci bir sebebi daha var, o da udur: Arkadal ge-

rektiren ey ayn cinsten olmak ve tabiî münâsebettir. Nitekim


denilmitir ki: Allah'n yeryüzünde ehli ehle sevk eden melekle-
ri vardr. Tab'nda (karekterinde) peygamberlerin ve velîlerin ta-

biatnda bulunan kemâllerden bir parça mevcûd olan kimse, on-


lar görüp iittii zaman hemen onlara meyi eder. Onlarn bilfiil

mevcûd kemâlleri, kendisindeki bilkuvve (düünce hâlindeki, fii-


liyata geçmemi) kemâli çeker. Bunun kemâlinin onlara kaplma-
s (incizab) âk ve mauk misâli gibidir. Mayasna bu kemâlden
katlmam kimse, onlar gördüü zaman yarasa güneten nasl
kaçarsa o ekilde onlardan kaçar. Nitekim yüce Allah öyle bu-

yurmutur: "Habis (kötü, pis) kadnlar, habis erkekler içindir; ha-


bis erkekler de habis kadnlar içindir, iyi kadnlar iyi erkekler için-

dir, iyi erkekler de iyi kadnlar içindir. " (Nûr, 26)


BAKARA
339

Fakat insan ölünce aradaki nefret de ölür, aslolan muvafakat


(raz olma, uzlama) kalr. Çünkü varlk bütün mertebeleriy-

le birdir. Münâferet (nefret), yüz yüze gelmekten doar. Muka-


bele (karlama) ölümle yok olunca muvafakat hâsl olur. Ar-
tk anla.

Kuyuda geçen bir temsil var: Kuyuya atlm olan Yûsuf (a.s.)

ancak kuyuya kova salann ipine yaparak çkt. mdi peygam-


berler ve velîler, Allah'tan gelip Allah'a giden kervanlar ve ka-

filelerdir. Kendisinde Rabbani bilgiler ve bilkuvve ilâhî insan-

lk kemâlleri bulunan Yûsuf da tabiat zindannda hapsedilmi-


tir. Dünya âhiret konaklarndan bir konaktr. Kova, insanlara
inen Allah kitabdr. Kervanclarn (yani peygamberlerin) kovay

sarktmalar, insanlar Allah'n kitabna davet etmeleridir. Ona


yapmak, o kitab getiren kimseye inanp onu kabul etmektir.
Ama kuyuda olan; kurbaa, çyan, akrep, ylan ve daha kuyuda
yaayan dier haerelerden biri ise o, sarktlan ipe aslmaz, ona
yapp kuyudan çkmak istemezse (kim ne yapsn?). Çünkü in-

sanlardan bazlarnn ruhlar güzel, yüksek mereplidir. Alçak


kimselerle ünsiyet etmez. Yüksek vatanna gitmesine araclk ya-

pacak sadk bir arkada arar. Bazlarnn da ruhlar habistir, al-

çak mereplidir. Ancak kendi merebinde olanlarla ünsiyet (dost-

luk) eder. Tabiat âleminde vatan tutar. Âlem-i A'lâ {yüksek âlem)
ya çkan sefer ehlini ve seyyahlar sevmez. Hiç davet kabul et-

mez. Yüce Allah buyurmutur: "Biz insan en güzel bir biçimde


yarattk. Sonra onu aalarn aasna çevirdik. Yalnz inanp iyi

561
iler yapanlar hariç" (Tin, 4-6).

Nefis zehirleriyle hastalanm, hastala tutulmusan eline ne

alr, elini nereye atar, neye sahip olursan hastala âlet olur, onu
562
da berbat edersin.

561 Niyazi Msrî, rfan Sofralar, çev.Süleyman Ate, stanbul, s.71-74.


562 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Mesnevi ,
çev.Abdülbaki Gölpnarl, c.III, stanbul, 1988,
s.219, beyit. 2693.
Ayet 10
340

Yakîn sfat, eyh-i kâmildir; güzel ve doru zanlar ise, onun


mürîdleridir. Bunlar derece derece olurlar. Zan, kuvvetli (galip)

zan, daha kuvvetli zan, kuvvetlinin kuvvetlisi zan ve bunun


gibi... Zan kuvvetli oldukça, yakîne daha yakn olur ve inkârdan
uzaklar. Ebû Bekir'in îmân tartlsa, bütün dünya îmânna üs-

tün gelir. Bütün doru zanlar yakînden süt emerler ve onunla


büyürler. Bu süt emmek, büyüyüp gelimek ise, o zannn bilgi

(ilim) ve amel ile artmasnn, yetimesinin alâmetidir. Böyle her

zan, yakîn olur ve onda fena bulur. Çünkü yakîn olunca zan kal-
maz. O yakîn eyhinin ve mürîdlerinin suretleri olan bu cisim
âleminde (dünyada) eyhler ve mürîdleri de kalmazlar. Çünkü
bu suretler, bu naklar devirden devire, yüzyldan yüzyla de-
iirler. Hâlbuki o yakîn eyhi ve onlarn doru zanlar olan ço-
cuklar devirlerin ve yüzyllarn geçmesine ramen, deimeksi-
zin âlemde kâimdirler. Yanl, bozuk ve münkir (inkâr eden) zan-

lar, yakîn eyhinin sürgün ettikleridir ki bunlar eyhten her gün


daha da uzaklar ve her gün deerlerini daha da kaybederler.
Çünkü her gün o kötü zannn çoalmas için faaliyetlerini artr-

maktadrlar. Kalblerinde dert var, Allah da dertlerine dert katt.


te, efendiler hurma, esirler ise diken yiyorlar. Ulu Tanr buyur-
du ki: "Onlar bulutlara bakmyorlar m. Ancak tevbe eden, îmân
eden ve doru dürüst iler ileyenler cennete girerler. "Ulu Tanr on-
563
larn kötülüklerini iyiliklere çevirir.

563 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fih, çev.Meliha Ülker Tarkahya, stanbul, 1985,
s.206-207.
>
KELME NDEKS

ahad 27, 32, 73, 74, 168, 169, 170,


171, 178, 181, 183, 190
aba 335
Ahadiyyet 35,73,74, 113, 140,
abdest 6, 15,92,93,94,97, 101,
146, 154, 155, 163, 168,
102, 103, 105, 123, 129,
169, 170, 171, 174, 178,
131, 134,206,322
181, 183,203
abdiyyet 147
ahar 59
abes 113,297
Ahd-i Elest'de 'Belâ 282
âb- hayat 337
âhir 24,68, 120, 124, 152, 169,
ac 43,55,64,95, 115, 164,271,
179, 240
314,332
âhiret 43, 46, 70, 78, 87, 126, 207,
acizlik hâli 214
208,221,222,231,232,
acziyet 253
233, 234, 235, 237, 238,
ad 111,314
241,242,254,259,261,
âdâb 129
288,294,303,306,315,
adalet 70,212,329 317,318,319,321,323,
Âdem 32, 39, 42, 45, 76, 82, 108,
325, 329, 339
110, 113, 116, 131, 138,
ahkâm 78
140, 159, 160, 173, 176, ahlâk 43,45,46,61,64,75,76,
191, 192, 194, 195,200, 93,94,96, 115, 118, 134,
201,225,226,277,295, 150, 165,200,217,228,
297,299,307,311 239,255,261,265,333
Âdemolu 67, 124,214 ahmak 263, 309, 316, 325, 328,
adet 48,52, 150,237,308,327, 332
328 Ahmed 27, 56, 67, 77, 86, 89, 128,

âdet 53, 161, 246, 287, 304, 327, 150, 151, 157, 159, 160,

328 173, 179, 184,223,229,

Afrika 224 232, 236, 254, 263, 264,

aaç 116, 126,217,243,301 276,277,285,287,294,


ayar 160 295, 296, 297, 298, 307,

ah 280 315,316,333,336
Kelime indeksi
344

Ahmed-er Rifâî 263,296 251,255,259,261,262,


Âie, Aye 109 265,266,270,271,272,
akl 10, 18, 19,33,35,37,45,56, 274,276,278,281,286,
76,81,83,87,92,95,98, 287, 288, 292, 293, 294,

102, 111, 156, 157,238, 295,296,301,303,305,


246,252,263,297,310,313, 308,314,318,319,321,
315,316,320,325,329 323, 329, 333

akll 95,98, 156, 157,314,325 âlem-i âsâr 171

akibet 90 âlem-i efâl 171, 174

akis 242 âlem-i ervah 80, 133, 173, 181, 183

akl-kül 68, 136, 168 âlem-i inân 171,174


aklî 111, 112, 174, 188,252 âlem-i lâhût 153

akraba 1 20 âlem-i nâsut 153

akam 106, 107, 110, 111, 112, âlem-i sfat 171, 174

130, 131, 167, 178, 182, 188 âlem-i zât 171, 174

akam namaz 107,108,110,111, Ali 28,29,62,88, 115

112, 131, 167, 178, 182, âlîm 29,36,51,86, 138, 141, 145,

183, 187 179, 196,206,314,325


aktar 98, 125, 225, 327 Allah 6,9, 10, 11, 13, 15, 17, 18,

alaka 122, 127, 187,235,252 19,21,22,23,24,26,27,

alâmet 42,78, 163,236,310 28,30,31,32,33,34,35,


âlem 13, 19,22,23,24,25,27, 36, 37, 38, 39, 40, 42, 44,

30,31,32,35,36,41,42, 46,47,48,49,50,51,52,
56, 74, 77, 80, 82, 84, 85, 53, 55, 56, 57, 58, 59, 60,

87,89,91,92,96, 106, 110, 61,62,63,65,66,67,68,


111, 113, 115, 116, 119, 69,70,71,73,74,75,76,
121, 126, 131, 132, 133, 77,78,79,80,81,83,84,
135, 138, 147, 150, 151, 85,87,88,89,90,91,92,
153, 161, 162, 165, 169, 93, 94, 95, 96, 97, 98, 99,

171, 173, 174, 175, 177, 100, 101, 102, 103, 104,

178, 181, 183, 184, 186, 105, 106, 108, 112, 113,

187, 189, 192, 194, 196, 114, 115, 116, 117, 118,

200,201,206,214,217, 123, 124, 125, 126, 127,

224, 226, 228, 235, 236, 129, 130, 131, 132, 133,

240, 242, 247, 248, 249, 135, 136, 137, 138, 139,
BAKARA
345

140, 141, 142, 143, 144, Allah korkusu 10, 62, 66, 67, 232,

145, 146, 147, 148, 149, 287


150, 151, 152, 153, 154, Allah'la seyir 94

155, 156, 157, 158, 159, Allah sevgilileri 242

160, 161, 162, 163, 164, Allah Teâlâ 31,32,38,42,47,57,

165, 166, 167, 169, 170, 58, 62, 63, 67, 81, 102, 108,

171, 172, 173, 174, 175, 131, 133, 173, 174, 177, 187,

177, 179, 180, 181, 182, 191, 193, 198, 201, 203,

183, 185, 186, 187, 188, 208 2 °9> 213, 214, 222,
>

189, 190, 191, 192, 193,


223 233 236 246 253
' ' ' '
>

266 277 316 325 330


194, 195, 196, 198, 200, ' ' ' '

Allâhu ekber 119


201,202,203,205,206,
altln 144 277
207,208,209,210,211, '

âmâ 270,308
212,213,214,215,216,
ambar 204
217,218,219,221,222,
amel 40, 44, 69, 75, 77, 86, 87, 88,
223, 224, 225, 226, 227,
89,93, 127, 173,207,208,
229, 230, 232, 233, 234,
219,222,298,325,340
236,237,238,239,241,
Amentü billâh 223
242, 246, 247, 248, 249,
Amerika 224
250,251,252,253,254,
âmin 25
255, 256, 257, 258, 259,
ana 39, 116, 127,214,231,240,
261,263,264,265,266,
248
267,268,269,270,271,
ana rahmi 127, 240
272,273,274,275,277,278, r7 236, 260,
anne 167,
~ rn
262 w ^
280,281,282,283,285, a/o o r»o

^
->r>
apaçk 53, 82,
1
148, 198, 319
287, 288, 290, 291, 292,
, ^m^ H^ ,

293, 294, 295, 296, 297,


Araf 26> 27> 69
298,299,301,302,303, arap 18,54,100,106,116,117,
304, 305, 306, 307, 308, , 23 2 24, 225, 237
,

310,311,312,314,316, Arapça 106,224,225


317,318,319,320,321, arif 50,58,59, 104, 117, 118, 137,
323, 324, 325, 326, 327, 170, 193, 195, 203, 204,

330, 331, 332, 333, 334, 207, 216, 230, 242, 251,

335, 336, 338, 339, 340 259, 282, 321, 326


Kelime indeksi
346

ârifibillâh 117 âyet 50, 129,317


Aristo 248 âyet-i celîle 78, 80, 129, 130, 206,
ar 119, 156, 170, 173, 180,226, 267, 281
312,322 âyet-i kerîme 28, 56, 58, 59, 62,
arzu 53, 63, 89, 99, 1 14, 132, 134, 74, 106, 137, 144, 147, 155,
167,200,206,216,226, 157, 168,221,270,297,
237, 242, 265, 276, 294, 298,316
301,303,304,316 ayp 44, 91, 102
ashâb- imal 69
ayn 73, 141
ashâb- yemîn 69
ayna 49, 118, 143, 152, 260, 301
asl 47, 56, 58, 86, 98, 137, 139,
ayne'l-yakîn 75, 141, 206, 301, 320
144, 177, 184, 194,222,
âzâ 117, 129, 134,235,250,254,
225, 233, 234, 235, 254,
326
262,285,301,313,329,
azab 9, 10, 11,55,69,70,85,98,
333, 335, 339
108, 151, 182, 187, 189,228,
Asya 224
233,236,265,269,271,272,
aikâr 35, 37, 43, 81, 84, 90, 143,
275,293,297,313,314,
152, 167, 174, 175, 177,
316,319,331,332,336
180, 186, 188, 192, 195,
âzâd 125,235,250,254
200,201,226,239,242,
azamet 34, 132,295,329
245,299,301,312
azk 210,215
ak 13,31,91,93, 116, 118, 123,
azz 23,24, 130, 141, 196,203,
129, 134, 144, 169, 173,

189,241,254,262,276, 228, 259, 283, 308

287, 308, 338 B


ata 297
baba 82, 167, 191, 234, 261, 279,
ate 27,32,65,98, 194, 195,265,
278,287,313,316,337,339 285, 297

ate felei 32 barsak 148

atom 84 bahar 64, 85

avam 145, 146, 192, 195 Bakara 1,3,5, 13, 15, 17, 18, 19,

Avrupa 224 38,40,47,51,58,68, 91,

ay 153, 154,204,225,286 106, 129, 144, 147, 173,

ayak 45,97, 116, 119, 182,272 183,200,211,225,253,


âyân- sabite 41 268,275,281
BAKARA
347

bakî 71, 162, 164, 170, 171, 187, belde 74

230 ben 23, 30, 44, 46, 79, 88, 93, 109,
balçk 120, 159, 160 115, 117, 118, 138, 159,

basîret 83,111,148,151,204,285, 163,207,211,214,224,


304 236,241,251,258,268,
ba 34,78,87,98, 103, 104, 120, 271,274,279,286,292,
122, 126,289,304,329, 297, 298, 328, 334

332, 335 Benî Salim 198

ba gözü 87, 98, 304 Bereât 179


bat 200,289 berzah 26, 74, 112, 135, 146, 147,

bâtn 31,42,45,74,77,89,97, 235


100, 101, 102, 105, 111, 131, Besmele 115
144, 153, 163, 164, 166, 168, be 7,41,62,70,80,81,84,86,
172, 173, 180, 181, 182, 87,92, 119, 129, 130, 131,
184, 192, 197,202,206, 160, 161, 163, 164, 167, 168,

223, 230, 239, 240, 249, 170, 171, 172, 174, 190,237,

252, 258, 293, 303, 305 249, 267, 268, 289, 294
bâtnî 31, 103, 105, 153 beer 44, 195,308,338
batma 153 beeriyet 258,261,302

Bâyezîd 127 be hazret 41, 1 74


Bâyezîd Bestâmî 127 beyaz 78,81, 107,294

bayram 6, 74, 139, 142, 144, 145, Beyt 78

146, 149, 152, 154, 157, Beyyine 227, 316

158, 194, 197, 199,203 Beyzâvî Tefsiri 267

bedbaht 68, 70, 270, 278, 307, bezletmek 216, 217

317,319 biat 152, 162, 174, 185

beddua 100 bid'at 86,266


beden 75, 103, 202, 236, 268, 329 bidayet 131

Bedevi 318 Bilâl 123, 157, 189, 196

bedir 225 bilek 102


beka 140, 156, 163, 182, 183, 187, bilgi 19,77,95,241,288,310,340
188, 190, 196, 198, 199,297 bilkuvve 144, 178, 188,338

bekâ-i evvel 147,148 binek 237


bekâ-i sânî 147 birlik 29, 34, 36, 37, 38, 101, 104,

belâ 48,52, 115, 173, 192 109, 111, 137, 137, 140,
Kelime indeksi
348

142, 143, 148, 149, 150, 109, 126, 130, 162, 164,

153, 156, 167, 178, 181, 183, 187, 189,209,228,

182, 186, 187, 193,201, 233, 235, 239, 266, 270,

225,230,231,256,257,271, 293,316,324,327
272,277,280,281,289, cehrî 193, 194, 196, 198

305,314,315,319,330 celâl 7, 27, 42, 45, 46, 49, 54, 67,

bizlik 284 148, 165, 177, 178, 182, 184,


boyun 34, 77, 104, 180, 191, 212, 186, 188,203,247,272,306
238,276,302,311,318, celîl 23,78,259
323, 329 cem 41, 131, 140, 147, 148, 149,

boyun eme 77, 104, 276 157, 163, 195

buday 59,215,291 cemaat 74, 105, 130, 139, 142,

buz 62, 181, 182,325,337 143, 198

Buhar 32, 138, 166, 187, 209, 288 cemâd 134

bulu ça 110 Cemâl 118, 148, 165, 177, 178,

burhan 125, 212 188,247,287,306,308


cemâl-i Resûlullah 118
Bursevî 6, 18,21,31,35,38,55,
cem'-i evvel 142, 147, 148, 162
76, 106, 110, 137, 155,201,
cemu'1-cem' 147, 156
205, 232, 254, 275, 283,
Cenâb- Mevlâ 263
291,314,316
cenin 52, 235
burun 93, 100,294,310
cennet 64, 69, 79, 85, 90, 93, 1 14,

130, 133, 162, 164, 183, 187,

189, 192, 194, 195,207,233,


Câbir b. Abdullah Ensârî 28
234, 235, 242, 243, 274
Cafer 29
cesed 89, 200
can 84,85,91,92,93, 119, 126,
cevher 117,260
215,278,281,284,294,306
ceza 70, 76, 78, 162,264
cânân 134,215,216,306,333
cezbe 63, 116, 133,255
ceberut 25, 84, 172, 174
Cibril 31,35,79, 107, 108
Cebrail 19,30,35, 108, 121, 176 cifir 68
cefâ 59,238,263,306 cifir kitab 68
cehalet 47, 136, 202, 210, 263, cihan 44,65,74,268
266,268,279,295,319 cihat 97
cehennem 58, 65, 69, 70, 79, 98, cihet 65, 66, 144, 145
BAKARA
349

cimri 205,209 dalga 84

cimrilik 64, 75, 96, 152, 205, 208, damar 80,261,312


209 davet 133,140,155,211,227,228,

cin 96, 150, 151 264, 265, 272, 285, 286,

cinsiyet 109 288,291,292,339


cisim 30, 121, 187, 235, 236, 285, Dâvûd 108, 148, 157, 189,264,

306, 340 299


cismanî 75, 168 Deccal 201,255

cismâniyet 81 dedikodu 45, 96, 102, 105, 160,

cömert 134,209,219 217,334


cömertlik 75, 96, 102, 210, 219 dehre 7, 160, 161

cuma 6, 8, 17, 139, 143, 144, 145, Deizm 248


152, 154, 157, 158, 193, 195, delil 19,37,74,76,78,83,87,
197, 198, 199,273,290 125, 182, 196, 198,205,

cuma namaz 139, 152, 157, 199, 207,219,225,245,246,


290 252,273,293,301,306,
Cüneyd-i Badadî 266 307, 320, 334, 335

Cüz 174,256 deniz 121,225,304

Çalab 74 dervi 314, 335

çare 120,218,309 deve 79, 153, 154, 184, 197,289,

çekim gücü 116 293, 308

çeme 93, 134 devr-i Âdemi 1 57

çift 112 dîdar 74

çirkin 49,96,293,321 dil 22, 88, 100, 117, 134, 160, 240,

çirkinlik 43 318,326
çokluk 31, 75, 86, 149, 171, 186, dîn 15, 17, 18,47,53,83,84,88,

225,230,281 97,98, 110, 126, 150,204,

çukur 250, 254, 267 240, 243, 257, 274, 275,

283,318,324,331
D
din günü 116, 324

dâbbetul-arz 201 dirili 138,222,235,239,240


da 284, 304, 329 dirsek 102

daire 24, 32, 33, 45, 170, 179, 208 doma 8, 107, 154, 199, 202, 260,

Dâl 41 268, 270, 285

dalâlet 24, 151, 152, 258, 266, 281 doruluk 94, 307
Kelime indeksi
350

doru 15,24,32,33,47,51,52, 164, 174, 181, 192, 195,

54,64,68,79,91,95,96, 203, 208, 209, 228, 232,

106, 108, 109, 112, 117, 233, 234, 235, 236, 237,

122, 125, 127, 143, 154, 166, 238, 239, 240,241,242,

186, 187, 191,206,211, 243, 254, 259,261,262,

219,228,230,246,248, 267, 269, 272, 278, 282,

249, 250, 253, 264, 265, 296, 303, 305,314,315,

268, 270, 273, 276, 280, 325, 329, 335, 339, 340

283, 286, 288, 289, 294,

296,298,310,338,340
dolunay 166,225,228,286 ebed 23, 32, 55, 70, 84, 85, 92,

dost 31, 43, 60, 93, 95, 230, 238, 150, 160, 161, 172, 181,

255, 267, 287, 296, 303, 182, 184, 187,227,260,

306, 335, 336, 339 265,312,316,320


dostluk 238, 287, 296, 303, 339 ebrâr 207
dört tekbîr 93, 134 Ebû Bekir 189,290,340
dört unsur 41, 134 Ebû Cehil 134,277,312,330
duâ 24,92, 106, 120, 129, 133, EbûHanîfe 109
218,272,295,297,303,311 Ebû Hüseyin 58
dudak 22,26,49,311 EbûLeheb 45,278
duvar 116,224,289 Ebû Turâb 62
duygu 57,83,86, 102, 104, 110, EbûYezîd 164, 196,272
112, 119, 134,240,255, Ebû Yezîd el-Bistâmî 164

265, 280, 284, 285, 294, ecir 78, 131, 181

303,304,318,326,334 edep 45, 46, 89, 232, 279, 287,

duyu 48, 58, 63, 76, 80, 81, 83, 84, 297, 333

91,95, 101, 102, 103, 104, edepsizlik 279


105, 110, 111, 137, 155, ef'âl 118, 171, 174, 178

164, 175, 176,238,239, efendi 17,28,29,45, 58,61,67,


249,271,286,307,312, 74,79, 101, 105, 107, 108,
314,320,326,333,335 109, 113, 131, 137, 150, 171,

dünya 9, 31, 32, 42, 43, 59, 60, 69, 205,215,223,231,237,


82,84,85,88,89,90,91, 258, 259, 276, 283, 295,

93, 108, 115, 116, 117, 126, 301,333,334,336,340


132, 138, 145, 153, 154, 162, efsun 308
BAKARA
351

ehl-i cem 143, 153 el-Hay 94

ehl-ifark 153 Elif 5, 13, 18, 19,21,22,23,24,


ehl-i kitap 318 25,26,27,29,30,31,32,
ekim 233 33,34,35,36,38,39,41,47
Ekrem 19,22,25,34,38,39,42, Elif, Lâm, Mîm 5, 13, 18, 21, 29,
52,79,87,88, 105, 106, 30,31,35
114, 125, 126, 130, 131,
el-Kayyûm 94
205,211,212,213,239,
el-Mugnî 24
247,257,273,321,332
el-Muhyî 24
el 15, 17,21,22,23,24,25,26,
el-Muîd 24
28, 37, 38, 40, 42, 47, 48,
el-Muizz 24
50,60,74,81,86,87,94,
el-Musavvir 24
96,97, 115, 116, 117, 119,
el-Mübdî 23
120, 152, 163, 164, 168, 191,
el-Mübîn 24
203,213,216,222,223,232,
el-Mumin 94
233, 235, 236, 237, 246,
el-Vâhid 24
247, 249, 252, 256, 257,
el-Vâlî 24
271,276,277,285,294,
295,296,301,330,336 el-Vâsi 23

el-Âhir 24, 152


el-Vehhab 24

el-Bâis 23 emanet 39,43, 102, 167, 170, 171,

el-Bâri 24 214,259,261,265

el-Bâsit 24 emel 19,89,207,209,327

elbise 25, 112, 181, 183, 194,261 emîn 48,64, 148, 153, 181, 183,

el-Câmi 24 263,271,288,297,316

el-Cemîl 271 emir 33,63,64,65,83,98, 101,

elçi 31,50,51,53 120, 141, 167,256,288,

Elest bezmi 80 291,292


el-Evvel 24, 152 Emire'l-mü'minîn 28

el-Fettâh 24 emmâre 153, 167

el-Ganî 24 emniyet 288, 307

El-Hâdî 51 enbiyâ 138, 151

el-Hâfz 23 endie 89,258


el-Hak 24 Ene'1-Hakk 196, 197

el-Hâlk 24 eniyyet 74
Kelime indeksi
352

en-Nâffi 24 ezan 101, 123, 162

en-Nûr 125 ezel 23,25, 161, 188,267,302


Ensâr 155,289,290 ezelî 25,70, 181,265,278,299,
envâr 267, 296 320
erkân 77, 89, 129 ez- Zahir 24

erkek 57,279,338

ermi 85,88,97,254
ermi insan 85, 254 fâcir 207
er-Rab 24, 247, 250 fânî 88, 140, 158, 162, 163, 164,

er-Râfi 24 187,200,239,335
er-Rakîb 24 fare 240
er-Rezzâk 24 fark 25,38,51,83,99, 111, 135,
esfel-i sâfilin 113 140, 142, 143, 144, 146,

esma 115, 137, 162, 164, 166, 169, 147, 148, 149, 152, 153,

170, 178, 181,252,299,300 156, 158, 159, 175, 189,

esmâ-y seb'a 137 198, 199,225,233,305,


esrâr- Muhammediye 30 319,320,321,332
es-Samed 24 fark- evvel 142, 146, 147, 148

eek 44,321,328 Farsça 224


eit 52, 173, 175, 176,200 farz 7,92,94,99, 100, 101, 103,
e-iblî 271 104, 105, 106, 107, 111,

eya 21, 63, 98, 136, 147, 212, 285 112, 125, 130, 155, 157,

evednâ 94, 188 158, 160, 164, 176, 178,

evlat 278 185, 187,205,208,209


evliya 63, 80, 185, 206, 227, 235, fâsk 69, 77, 287

267, 325 fâsid 296, 338

evsâf 28, 242, 267 fasih 312


evvel 24, 33, 43, 58, 59, 65, 77, Fatiha 17,24,52, 112, 115, 116,
89, 107, 108, 120, 131, 134, 117, 118, 132,247,249,268
142, 146, 147, 148, 150, Fatimatu z- Zehra 29

152, 157, 159, 161, 162, fazilet 49,69,91, 109, 111, 113,
163, 169, 171, 184, 194, 130, 131, 150, 173, 176,

195,208,224,231,235, 209,210,231,234,246
236,237,240,260,261, fecir 24, 109, 112, 113

277,321,337 Fecr namaz 109


BAKARA
353

felah 217, 221, 245, 264, 266, 326, gavs 128, 141

327 Gavs Âzam 128


felek 33, 156, 161, 175, 181,308 gayb 63, 66, 73, 74, 75, 76, 77, 78,
felsefeci 180 80,81,82,83,84,85,86,
fena 45, 54, 64, 93, 134, 140, 144, 87,89,91,92,96, 111, 133,
147, 148, 155, 162, 163, 164, 135, 143, 153, 165, 166,
168, 170, 172, 181, 182, 183, 169,204,222,333
185, 186, 188, 189, 190,
gaybul-gayb 153
196, 197,201,259,261,
gayret 51,56,62, 118, 160, 213,
275, 297, 329, 333, 340
218,243,276,320,326
fena ahlâk 93,261
gazab 118,151,182,183,187,316
fenâ-i evvel 147, 148, 170
gece 43,90,91,96, 101, 109, 112,
fenâ-i sânî 147
161, 174, 177, 178, 193,
fer'i 232,233
194, 195, 198,201,260,
fer 119
268, 287, 323
feyz 35, 46, 81, 149, 170, 333, 334
gece yolcular 323
ftrî 52,71,256 gda 86, 119, 168,210,250,337
Fihî-Mâfih 35
girdab 267,319
fiil 52,61,99, 106, 130, 166, 168, gizli 8, 30, 43, 45, 49, 66, 76, 77,
178,223,251,304 90, 112, 117, 136, 153, 158,
fikir 95, 136, 160, 206, 257, 265 167, 170, 173, 178, 180, 181,
Firavun 54,58,251,257,330 182, 193, 194, 195,240,
fitne 228, 266, 278 251,255,260,261,331
fukara 59,216 gizli hazine 30, 158
Furkân 50,70, 133, 135,219 gizli irk 66
Fütuhat 249 göüs 59, 100, 170,265
gökyüzü 88, 321
gölge 107, 194, 202, 203, 242, 243
gafil 44, 117, 218, 254, 279, 295, gönül 30,67,77,91, 100, 122,
298, 309, 325 123, 148, 164,229,262,268,
gaflet 47, 96, 146, 147, 195, 268, 287, 307, 326, 329, 333, 335
298,312,315,329 gönül alçakl 67, 77
gâib 80, 83, 84, 128 gönül aynas 262
ganî 24, 93, 190 görme 41, 75, 76, 83, 84, 111, 140,

garip 181,312,323 158, 176, 189, 197,205,


Kelime indeksi
354

206, 242, 294, 306 Hac Bekta Velî 110, 232, 254
gövde 17, 32, 113 Hâdî 51,71, 136,291
göz 18,43,46,64,67,82,91,97, Hadîs 53, 130, 131, 133, 139, 160,

98, 138, 141, 148, 161,303, 180, 184, 191, 194,200,

305,306,307,311 236, 288

güç 74, 75, 78, 96, 103, 265, 272 hâdise 75, 84, 85, 130, 139, 149,

gül 93,217,287,322 190, 193,222,238,275,291


gümü 96 hâdîs-i erîf 67

günah 55, 56, 57, 58, 59, 60, 62, hakâyik 267

63,69,70,71,89,93,99, hakikat 23, 28, 59, 74, 84, 85, 86,

127, 132, 137, 147, 148, 197, 87, 117, 122, 132, 144, 146,

209, 258, 265, 283, 287, 297, 159, 180, 193, 196, 198,201,

316,319,324,326,327 203,230,234,241,261,
günahkâr 93, 287 262, 267, 268, 286, 333

gündüz 8,96, 193, 195 Hakîkat-i Muhammedi 35,183


Güne 54, 107, 138, 153, 154,200 Hakîkat-i Muhammediyye 59, 156,

güven 48,67,71,88, 103, 136, 170, 171, 181

180,228,255,274,298, hakîkî 33, 54, 57, 68, 74, 91, 92,

314,315,316 93, 135, 146, 148, 172, 177,

güzellik 43,48,60,85,91, 112, 182,202,222,258,262,

280,295,298,301,303, 300, 324, 335

306, 307, 322, 327, 336 Hakîm 19,22,36,42,78,87,88,


125,203,239,247,257
H
hakirlik 100,234,250,298,337
Hâ 41,275 Hakk 13, 19,27,30,34,43,45,
haber 37, 47, 56, 62, 63, 79, 87, 47, 49, 50, 59, 60, 62, 65,

95, 108, 120, 151, 159, 180, 66, 67, 68, 69, 74, 75, 80,

194,205,206,211,226, 85, 88, 89, 90, 96, 97, 98,

235, 245, 290, 296 110, 112, 113, 114, 115, 118,

habîb 70, 118,318 119, 123, 124, 125, 129,

habis 338, 339 132, 137, 138, 140, 142,

hac 78,97, 123, 125, 197, 199, 144, 145, 146, 147, 148,

204, 224, 264, 324 149, 150, 152, 155, 159,

hacet 218 160, 162, 165, 166, 169,

Hac Bayram Velî 74 170, 172, 174, 175, 179,


1

BAKARA
355

181, 182, 196, 197, 198, hâmid 150


204,206,210,211,212, hâmile 235

213, 214, 215, 216, 217, haram 59, 64, 65, 67, 76, 99, 100,

221, 222, 223, 225, 226, 102, 107, 185, 186, 206,

232, 233, 237, 238, 239, 212, 232, 240, 264, 278,

240, 241, 242, 249, 251, 297, 310, 321, 325, 327
253, 254, 255, 256, 257, hareke 19, 23, 33
258, 259, 261, 262, 263, 271, har f 19j 2 1, 22, 23, 25, 27, 32, 35,
274, 275, 280, 282, 286, 38> 76 2 26
288,292,295,296,297, harf-i tarif 38
298,299,300,301,302, Hârût 329, 330
303,305,306,307,313, Hasan 215
29, 59, 60,
315,316,318,324,325,
Hasan-r Basrî 59
326, 329, 330, 335, 336
hâscnc 2
Hakka'l-yakîn 75,206,301 .
^ ,

hâl 26,53,63,77, 103, 115, 137,


hastalk 58, 115, 192,217,254,
142, 154, 159, 182, 183,
270,279,298,309,313,326,
185, 195,202,219,230,
331,332,333,334,337,339
238, 252, 259, 284, 287,
har 148, 183, 196, 209, 212, 233,
300, 326, 333
237, 239, 260, 266
hâlâ 48,57, 154,226,255
hayet 326
halda 322
hatem 9,36, 129, 130,269
Hâlk 24, 206, 247, 275, 325, 327
hava 84
halîfe 82, 179, 214
havas 25, 26, 27, 54, 57, 58, 63,
Halîl 119
l45 l46
halim 53,64,273,334 '

ia|: 07 havassul-havas 26

havf 59 130 287


halk 124, 156, 160, 167, 172, 178, ' '

179, 252, 263, 278, 300, 308 hay â 94 102 '

halka 41, 64, 145, 146, 147, 171, ha y al 66 84 95 104 234 238
> > > > '
'

189, 216, 252, 253, 259, 262 311, 319, 329


>

263,300,304 hayal gücü 104

halvet 59, 66, 95, 255 hayat 21, 24, 57, 62, 85, 94, 163,

hamd 49,50,106,115,116,131, 200,231,232,236,248,


132,135,151,201 281,299,309,337
Kelime indeksi
356

hayr 40, 44, 79, 93, 97, 100, 185, 88, 132, 133, 134, 151, 179,

205,217,218,224,235, 208,219,222,243,245,246,
258, 299, 323, 336 253,254,255,257,258,
hayvan 64, 134, 168, 169, 184, 302 264,266,267,268,281
hayvan 57, 64, 65, 69, 132, 185, hikmet 6,7,8, 13, 18,36,53,75,
186,201,202,260 88,90, 103, 112, 138, 139,
hayvanlk 64 160, 165, 168, 169, 170,
Hayy 138, 162
175, 184, 190, 193, 199,
hazarât- hams 171,174
202, 207, 253, 255, 263,
hazine 30, 152, 158, 181, 209, 260,
273, 275, 276, 303, 307,
272
309,310,311,316,329
hazret-i ceberut 172
himmet 132, 276
hazret-i lâhût 172
hiyanet 265
hazret-i melekût 172
hizmet 15,45,60,89, 114, 143,
hazret-i mülk 172
144, 189, 192, 193,229,
hazret-i nâsût 172
279, 286, 288
He 24,41
hor 105,276,298,337
hece 165,229
Hû 138
hediye 122, 123,211
hüccet 198
hekim 270,288
huruf-i mukattaa 29, 30, 35
helâl 64, 99, 100, 102, 206, 212,
hutbe 6, 139, 145, 149, 150, 151,
232,278,310,327 152, 158, 159
heybet 67, 120,271,272,326
huy 56, 57, 64, 94, 126, 140, 189,
Hristiyan 118, 227
233, 236, 265, 278, 302,
Hristiyanlk 118
331,337
hrs 51,60,85,89,99, 119,208, huzur 30, 57, 61,71, 89, 105, 110,
209,212,216,278,325 116, 117, 119, 120, 121, 122,
hsm 120 127, 128, 132, 133, 135,
Hzr 273 136, 144, 147, 157, 158,
hibe 76,208 159, 160, 168, 184, 185,
hicâb 69, 146, 147, 195, 206, 207, 207,214,215,237,238,
306,315 239,241,262,268,324
hicret 15, 17, 154, 155,289 hüdâ 51,239
hiçlik 122, 138, 159, 183,253 hüküm 34, 46, 52, 63, 78, 95, 97,

hidâyet 5, 9, 37, 51, 52, 53, 63, 70, 100, 103, 104, 110, 111,
1

BAKARA
357

137, 157, 165, 166, 172, 131, 135, 163, 184,237,

179, 184, 196, 198,218, 264, 265, 273, 275, 297, 298,

222, 223, 227, 246, 249, 318,324,330,334,335


253,288,291,300,304, iblis 278, 280, 281, 307, 308, 312

305,310,319 bn-iSerh 321


hülasa 43, 299 bnMes'ûd 21

Hüseyin 21,22,25,26,28,29, bn Ubey 290


31,37,40,42,47,50,58, bnulAbbas 107
60,74,81,86,87, 115,213, bnul- Arabi 18, 34, 116, 123, 124,

216,222,230,233,235,246, 239
247, 249, 252, 256, 257, brahim 39, 108, 131, 137, 149,

301,304,306,316,330 151, 156, 172, 174, 199,

hüsran 97, 167,316 225,241,295


hüviyet 73,74, 196,216 brahim Edhem 241
hüzün 13, 119,238,315,334 branca 224
Hz. Ali 18,28,29,81,207,261
ibret 98, 148, 213, 250, 287, 297,
Hz. Aye 45, 135
313,329
Hz. Havva 194, 195
icabet 133,272
Hz. Niyâzî 240
icad 41
Hz. Ömer 62,78, 135
icmal 6,47, 142, 143, 156, 172

I iç 42, 45, 46, 56, 57, 11, 89, 93,

104, 131, 160, 165, 171,206,


îsâ 49,68, 131, 150, 151, 172,
208, 223, 259, 262, 265,
174, 175, 177, 191, 192,225,
278,280,293,303,318
226, 227, 255, 308, 309
içki 89
s 60, 84, 1 1

k 27,46,84, 112, 118, 122, 135,


idrâk 21,35,83,88,90, 115, 135,
136, 138, 142, 145, 148,
153, 154, 182,200,201,219,
225, 228, 245, 253, 254, 286 149, 151, 159, 163, 164,

îtikad 66,77, 180,279,282 188, 191,206,213,214,

yd 152 216,218,235,240,243,

ibâdet 13,45,60,64,67,75,79, 250,252,253,256,259,

85,89,90,93,97,99, 104, 285, 302, 305

105, 106, 110, 113, 114, 116, drîs 39, 175, 177

117, 123, 124, 125, 130, iftar 107, 197, 199


Kelime indeksi
358

ihata 33 293,294,296,300,301,
ihfâ 8, 193, 194, 195, 196, 198 305,307,308,312,319,
ihlâs 206,217,297,298 323, 330, 333, 334, 339

ihlâsh 22,266,325 ilâh- mûtekad 124

ihram 162 ilâhî 21,36,41,69,73,74,78,

ihsan 23, 24, 44, 57, 63, 65, 96, 84,85,90,91,96, 113, 133,
138, 144, 156, 158, 160,
102, 114, 119, 127, 130,
161, 168, 169, 170, 178,
150, 159,213,216,217,
183, 189, 190, 196,202,
219,257,260,286,334
214,216,222,254,255,
ikâme 18,73, 115, 129
256,257,267,270,271,
iki el 31
274, 275, 280, 287, 293,
ikilik 94, 162, 185, 186, 188, 189,
294,296,300,301,307,
190,206,224,310
308,312,319,323,330,
ikindi 106, 107, 110, 111, 112,
333, 334, 339
131, 181, 183,290
ilim 34,86,95, 111, 141, 181,
ikindi namaz 106,107,108,110,
186,222,228,253,298,340
111, 131, 134, 166, 167,
illet 267, 309, 332, 336, 337
178, 181, 183,290 ilme'l-yakîn 75,206,301,321
iki yüzlülük 56, 64, 237, 279, 319,
ilm-i bâtn 89
322,325,331 ilm-i hakîkî 57
ikrâ 43, 77 ilm-i ledün 254
ikrar 77, 83, 86, 88, 228, 281, 282, ilmullah 113
320, 321 iltica 213
ilaç 115,225 imam 107, 143, 176, 177, 187, 188
ilâh 21,30,31,36,41,48,57,59, mam Beâvî 281
69, 73, 74, 78, 84, 85, 90, imamet 176
91,96, 100, 113, 119, 120, mam Hasan 215
124, 126, 133, 138, 144, 147, îmân 9, 18,37,55,56,59,66,73,
156, 157, 158, 160, 161, 168, 74,75,76,77,78,79,81,
169, 170, 178, 181, 183, 86,87,88,89,92, 133, 134,
189, 190, 196,202,203, 135, 136, 148, 151, 168,

214,216,222,231,248, 177,207,208,221,222,
249, 250, 254, 255, 256, 223,226,227,231,232,
257,263,267,270,271, 243, 245, 246, 256, 260,

274,275,280,281,287, 266, 268, 269, 270, 274,


BAKARA
359

275,276,278,280,281, irfân- Muhammedi 30


287,291,302,317,318, irâd 51,52,63, 140, 141, 142,

319,321,323,324,340 143, 144, 155,219,253,270


inayet 53,70,96, 129 isim 24,36,73,80, 115, 137, 138,
inci 27, 54, 335 150, 162, 164, 172, 178, 193,

ncil 39,48,68 201,247,248,249,253,257,


infâk 15,73,75,76,96, 133, 135, 267,273,299,300,301
204,208,209,210,211, slâm 36,56,77,78,87, 134, 150,

212,215,243,266,323 157, 179, 180, 193,318


inkâr 83, 223, 227, 236, 269, 271, smail 18,21,31,35,38,55,76,
274,275,277,281,282,285, 106, 110, 119, 137,205,

302,306,316,320,338,340 232,251,254,275,283,
nsan 15,30,31,40,42,43,77, 291,314,316
90,91,96, 100, 102, 133, ism-iâzam 36, 157, 166, 170, 171,
149, 163, 174, 175, 184, 191, 202, 308
195,208,209,212,215, ispat 76, 83, 87
228,231,236,239,241, isrâ 106, 109, 195,201,260,271
248,250,260,261,265,268, istidat 70, 71, 151

275, 278, 287, 306, 308, istifar 63


314,329,330,333,337 istihza 78
insân- kâmil 13, 19, 21, 22, 25, 26, istikâmet 111,224,258
28, 37, 40, 42, 47, 50, 74, istikrar 88
81,86,87, 115, 116, 129, istiare 290, 291

143, 148, 149, 152, 153, istiva 157, 272


163, 174, 186, 192, 193, isyan 62,63, 127, 132,268,307,
213,216,222,233,235, 324, 325, 333

246, 247, 249, 252, 256, iaret 6,7, 18,22,23,35,36,38,


257,301,330 41,42,47,49,82, 130, 131,
insanlk 39, 45, 339 132, 133, 139, 140, 142, 144,

inzâr 283, 323 146, 147, 149, 152, 153,

iptila 286, 309 156, 157, 158, 161, 167,

irade 26,27,31,33,34,52,53, 168, 170, 177, 178, 184,

63, 163,242,248,259,288, 185, 186, 189, 194, 196,

289,291,302,303,330 197,200,201,225,246,
irfan 75, 85, 217, 222, 285 248,285,293,296,318
Kelime indeksi
360

iitme 26,33,34, 111, 158, 159, Kadir gecesi 13,179

163, 198, 199,282,294, Kâf 41,80, 160,208,277


297,302,311 kâfir 9, 10,49,54,77,90,98,99,
îtimâd 65, 66, 95, 103, 207, 216 162, 168, 193,227,269,

itiraz 45, 46, 230, 265 270, 272, 273, 274, 275,

itmi'nan 203, 207, 265 276,277,278,280,281,

ittikâ 6,55,59,65, 135,323 283, 286, 287, 289, 292, 293,

iyilik 45, 47, 61, 90, 96, 97, 100, 302,312,313,320,321,


322, 326, 330, 332, 335
102, 173, 175,208,212,263,
Kahhâr 137, 138, 162, 164
264,282,294,295,315,335
kahr 27, 136, 183, 201, 270, 309,
izafet 33, 147
312,316
izdivaç 1 94
kâim 21, 25, 148, 184, 294, 340
izhar 25
kâinat 40, 43, 46
izzet 24,61,62, 100, 132,210,
kalb-i selim 60, 71
234, 242, 304, 320
Kalem-Â'lâ 156
K kalp 89, 121, 125, 192,200
kalp 30, 57, 60, 71, 81, 82, 88, 89,
Kabe 77, 107, 110, 129, 141, 142,
94,98, 110, 122, 134, 144,
144, 145, 146, 154, 162,
145, 146, 153, 154, 160,
163, 176, 197, 199,224
165, 166, 167, 184, 187,
kâbekavseyn 94, 182, 183, 186,
188, 192, 196,200,236,
187, 188
265, 268, 277, 293, 294,
kâbe kavseyn ev ednâ 94, 188
295, 296, 298, 299, 300,
kabile 176, 186, 187, 190, 203, 290
301,302,303,304,311,
kabiliyet 52,53,71,80,83,88, 323, 325, 332, 333, 334
118,256,271,292,306, kâmil insan 19,31,50,55, 117,
310,332 138, 163,225,242,243,
kabir 1 19, 182, 236, 239, 273, 297 255, 308, 334
kade 176, 186, 187, 190 kanat 173, 174, 176
kadeh 141,226 kandil 27, 28, 29, 149, 294, 320

kader 68,79,87,91, 136,221, kap 202,259


222, 292, 304, 332 karanlk 88,90, 109, 111, 112,

kadn 194,240,290,328 153, 165, 166, 167, 181,

kadîm 25 183,200,201,255,268,276,
Kadir 13,39, 179 285, 320, 329, 333, 334
BAKARA
361

karde 24, 31, 61, 102, 208, 218, kevnî 25, 137, 196

263, 296 kevnî âlem 25

kavi 57, 68, 258, 259, 274 kble 90, 92, 123, 132, 145

kayyûm 23, 94, 138, 162 klç 155, 289, 313, 320, 322

kayyûmiyet 23 k raat 8 >


46 106, 123, 129, 193
>

kaza 68, 91, 136, 292 krk 161, 164, 170, 216, 310, 311,

kazma 43, 119 312

kelâm 42, 48, 49, 50, 52, 54, 193, kskançlk 271, 297, 331, 332, 337

195, 196, 225, 227, 270, Mm 30, 50, 76, 79, 82, 86, 90,

91, 98 102 106 1 16 1 19


272, 282, 285, 292, 299
'
' ' ' '

120 123 127 128 129 '


Kelâmullâh 49 ' ' ' '

131,133,135,161,162,
kelîml58,172
170,176,185,190,192,
kelime 24,29,31,38,40,41,43,
197, 199,200,201,213,
51,55,57,63,87,98, 100,
214,215,228,232,239,
106, 115, 152,203,204,211,
240,256,297,315,332
231,243,247,264,276,
kyamet 8, 76, 79, 90, 91, 98, 1 19,
277,283,312,313,315,
161, 162, 199,200,213,214,
318,320,321,326,331
215,228,232,240,256,297
kelime-i ahadet 98, 203, 312, 321
kyl ü kal 326
kelime-i tevhid 264, 320
kibir 57,85,89,210,254,263,
kemâl 41, 122, 148, 165, 167, 177,

178,187,188,191,207,
^
26%
4326l
^ 280> 297> 302> ^
232, 243, 249, 255, 267,
kilit 249> 282) 293? 307) 3U
277, 285, 302
j^^ 284) 337
kenz-i mahfî 158 kir 69j 70> 71j 91j 94, 95, 2 29,
keramet 63, 133, 327 258, 333
kerem 93, 102, 122, 205, 210, 258 kitab- kerîm 337
kerim 64 kitâb- mübîn 113,261
kesbi 293 kitâb- nâtk 46
kesîf 234 Kitâbullah 40

keskin 82, 254, 308 kitap 5, 15, 18, 31, 35, 36, 37, 38,

kesret 31, 140, 146, 156, 179, 255 39, 40, 42, 47, 48, 52, 66,

keif 87, 137, 141, 146, 154, 176, 68, 70, 134, 205, 210, 213,

180, 187, 201, 251, 267, 293 215, 219, 223, 227, 302,
kevn 32, 167,169 318,337
Kelime indeksi
362

koku 23, 60, 84, 93, 287, 31 1, 322 255, 258, 259, 263, 264,

kol 15, 17, 190 273, 288, 303, 305, 309

konak 156, 170, 274, 289, 339 kulak 63,97,217,240,284,311

korku 15,89,90, 119, 122, 130, kulluk 88, 100, 104, 117, 130, 138,

136, 154,202,238,258, 147, 149, 183, 188, 192, 193,

287, 288, 321 205,206,250,251,253,


kova 339 258, 263, 264, 268, 297

kovuculuk 96 Kur'ân 5, 13, 15, 17, 18,21,23,


köle 88, 101, 125,259,276 27,29,30,31,34,35,37,
köpek 286 39, 40, 44, 45, 46, 47, 48,

köprü 239 49,50,51,52,53,54,55,


körlük 44, 60, 204, 229, 279, 308, 56,57,67,70,71,77,78,
309 83, 84, 88, 100, 105, 106,

kötü 47, 52, 56, 58, 69, 94, 96, 110, 123, 125, 135, 155, 170,

99, 100, 102, 110, 120, 133, 172, 192, 193, 196, 198,204,

143, 182, 189,217,227, 208,223,225,231,232,


228, 234, 238, 262, 263, 247, 248, 249, 250, 253,

265, 273, 275, 284, 294, 256, 266, 272, 274, 283,

296,304,318,319,321, 291,299,307,308,321,
333,336,338,340 322, 323, 333, 334, 335

kötülük 70, 85, 208, 255, 263, 264, kurban 119, 199,289

265, 266, 270, 283, 287, kurb- ferâiz 30


292,294,315,321 kurb-i kâbe kavseyni ev ednâ 94

Kubâ 198 Kurey 193


kubbe 148, 149 kurt 310,311
kudret 32,84,85,92, 120, 151, kurtulu 56,97, 113,209,221,
163, 171,219,234,247, 228, 232, 245, 246, 260, 264,

248, 254, 306, 329, 330 265,266,309,315,326


kudsî hadîs 30,69, 147 kusur 23, 56,88, 127,263

Küfe 28 ku 108, 121,240,328


kul 19, 22, 30, 50, 67, 88, 89, 90, kuku 5, 33, 40, 47, 48, 55, 94, 96,

100, 105, 112, 114, 118, 99, 100, 101, 124,283,320,


119, 120, 124, 125, 126, 332
133, 135, 190, 196,214, KutbûlAktâb 142
218,232,242,250,251, kutsî hadîs 212
BAKARA
363

kuûd 106, 129, 161, 187, 190, 192 Levlâk 59

kuvvet 34, 45, 54, 55, 63, 70, 94, Leyla 241,325
110, 119, 120, 134, 151, libas 170, 181

154, 165, 166, 171, 173, lika 197

174, 186, 187, 189, 190,


M
196, 198, 199,217,233,
maddî 24,44,75,94, 114, 115,
248, 279, 293, 296, 329,
122, 150, 151, 176, 177,
336, 337, 340
183, 189, 197,219,250,
kuyu 329,339
285, 307, 335
küffâr 10,330
maddî kanat 1 76
küfür 58, 268, 274, 276, 277, 281,
marib 200, 201, 202, 249, 251
292,312,318
mahal 23, 25, 26, 38, 164, 170,
küllî 69, 170, 189,200,248
293,296,318
kün 33, 34, 222, 277, 298
mahlûk 22, 24, 41, 1 12, 125, 187,
kürsî 17,81, 170,226
223,250,251,253,256,
259,274,291
mahlûkât 22, 41, 112, 223, 250,
lâhût 30,84,85, 153, 172, 174
259, 274
lâhza 298
mahmûd 142, 150, 151
Lâ ilahe illallah 19, 36, 46, 57, 138,
maher 82,90, 119,232,239
146, 156, 157, 162,230,
maiet 324
231,281,312
makam 23, 25, 32, 38, 63, 74, 87,
Lâm 5, 13, 18, 19,21,24,25,26,
94, 104, 105, 113, 114, 118,
27,29,30,31,32,33,34,
123, 129, 133, 135, 136,
35, 36, 38, 39, 47
138, 140, 142, 144, 145,
lamelif 41
146, 147, 148, 149, 151,
latif 34,35,84, 178,313 153, 154, 155, 157, 158,
latif cisim 84
159, 160, 161, 163, 177,
ledün 35, 94, 95, 96, 230, 254 182, 186, 191, 192, 194,
ledünni 95, 96 195, 196, 198, 199,202,
le 297, 337 203,213,222,238,257,
letafet 81,234 259, 273, 327
levha 40, 285, 332 makbul 89, 90, 135, 147, 183, 204,

Levh-i Mahfuz 156, 170, 171, 180 215,217


Kelime indeksi
364

maksat 19,28,29,30,43,44,45, mauk 140,306,338


51,61,74, 137, 163, 184, matlûb 75, 132, 162, 189
205,224,227,231,246,261, mazhar 21, 26, 36, 46, 59, 70, 145,
280,291,297,306,318 167, 193, 194,201,202,

mâkul 33, 192 210,256,258,297


mâlâyâni 326 mazhar- hilâfet 167
mâlik 24,210,247 meâd 156, 159, 184

mânâ 13, 15, 19,21,22,28,30, mebde 152, 170, 184, 195

31,34,35,41,42,44,46, mecburî ölüm 235

47, 49, 52, 54, 55, 56, 57, Mecîd 34,35


65,81,84,86,91,92, 101, Mecîul-Beîr 149
106, 108, 115, 116, 117, Mecnûn 325
118, 119, 121, 126, 129, medh 78, 241

134, 135, 136, 138, 140, Medîne 7, 15, 17, 154, 155, 156,

144, 145, 146, 147, 148, 163, 164, 198, 199,289,290


150, 151, 152, 162, 164, Medine-i Münevvere 163

168, 169, 171, 174, 175, mehdî 68, 166, 191,255


177, 185, 186, 188, 191, mekân 22, 23, 104, 114, 175, 176,

207,209,214,222,229, 177, 190, 196,243,250


230,231,233,234,243, mekârim-i ahlâk 61, 239

247,248,252,253,261, Mekke 130, 154, 155, 156, 162,

263, 267, 268, 275, 276, 163, 164,289


277, 283, 285, 292, 296, melâ 226, 296, 299

299,300,301,304,305, melek 19,25,53,64,65,69,76,

308,313,316,326 79,80,82,86,87,98, 106,


manevî 15,24,31,44,54,70,71, 109, 113, 114, 121, 129,

74,84,85,89,91,94, 103, 130, 131, 137, 138, 142,

151, 164, 175, 176, 196, 150, 151, 156, 172, 173,

239, 240, 250, 258, 280, 174, 175, 176, 177, 185,

303, 307, 322, 335 189, 191,222,232,251,


manevî kanat 176 272, 277, 296, 306, 326,

Mârût 329,330 329, 330, 338

mâsivâullah 59, 65 melekût 25, 80, 84, 130, 137, 138,

mâsiyet 132, 288 156, 172, 174, 176,251

Mark 251 melik 34, 133,246


BAKARA
365

menfaat 24, 237, 335 226,229,241,243,276,


menzil 81, 114, 207 277, 278, 280, 284, 286,

merâtib 148 293,308,309,310,311,


merdiyye makam 118 312,313,321,322,323,
merhamet 89, 96, 123, 149, 181, 329, 337, 339, 340

263,279,315,319,323 mihenk 49
Merih 81 mihver 299

mertebe 18,22,23,24,32,42,49, Mîkat 162

50, 57, 65, 73, 78, 84, 87, Mîm 5, 13, 18, 19,21,24,26,27,
93,94, 103, 104, 118, 124, 29,30,31,32,33,34,35,
125, 137, 141, 142, 143, 36,38,41,47
144, 146, 147, 148, 149, 153, minare 162, 163

156, 161, 166, 167, 168, 169, Mîrâc 7,8,77,91, 113, 117, 128,

170, 174, 177, 178, 179, 130, 152, 159, 160, 161, 162,

181, 182, 185, 186, 187, 169, 170, 171, 174, 176, 177,

194, 195, 196, 198,205, 189, 190, 191, 192, 196

206,208,213,214,216, misâl 27, 28, 78, 80, 81, 181, 183,

219,240,242,250,252, 201,209,219,234,301,
266,267,271,275,339 307, 338

Meryem 49 misbâh 27
Mescid-iAksâ 176, 177 mikât 27, 28

mescit 105 mizaç 95

mesh 104, 105 mûcid 41


meshetmek 94 mucize 118, 226, 302, 308, 312,

mes'ûliyet 61 337, 338

meakkat 43,75, 112, 182, 192, mudga 127, 134

196 mudil 291


meguliyet 125,157,206 muhabbet 93, 189, 217, 254, 287,

merep 123, 177,339 325


mevhum 146, 231 muhacirler 155

Mevlâ 213, 263, 264, 294, 304 Muhammed 2, 6, 27, 29, 30, 31,

Mevlânâ 35, 42, 45, 46, 49, 54, 32,35,36,46,48,53,54,


58,59,60,65,82,91,92, 57,59,62,71,78,79,81,
93, 121, 122, 126, 127, 128, 91, 108, 110, 122, 133, 136,

144,212,217,224,225, 138, 139, 144, 147, 150,


8

Kelime indeksi
366

151, 156, 159, 160, 164, mubah 101

170, 171, 172, 174, 177, mübarek 29, 170

181, 183, 190, 191,202, mücâhede 94, 95, 123, 206, 260,

208, 223, 225, 227, 232, 327


241,253,254,268,270, mühür 9, 10, 36, 69, 269, 270,

278,283,288,291,296, 272, 273, 275, 282, 293,

302,303,307,312,330 295,302,310,311,312
muhtaç 22, 23, 24, 50, 70, 100, müjdeleyici 122

168, 176, 184,208,209,210, mükâfat 61, 90, 214, 215, 236, 238

211,219,253,284,314,325 mükevvin 32
mukaddes 27, 176 Mülhime 138
mukarreb 69, 141, 142,325 mülk 27,32,88, 126, 127, 137,

mukataa 1 138, 169, 171, 172, 174,

murakabe 101, 122, 131,206 210,251,257,266,329


Mûsâ 29,54,58, 126, 131, 151, mümin 10, 28, 37, 53, 54, 56, 57,

158, 159, 172, 174, 190, 61,67,71,75,78,86,88,


191,225,226,227,251, 90,93, 102, 107, 113, 117,

257, 303, 306, 325, 330 133, 155, 168, 179, 189,

musallî 106, 124, 125 193,208,218,219,221,


musavvire 1 04 230,245,259,287,301,
Musevî 1 1 317,318,321,323,324,
mushaf 202,321,322 326,327,331,335
Mustafa 59, 64, 67, 136, 226, 229, münâcât 95, 98, 130, 132, 133,
236,297,298,315,316,333 193,273
mutezile 77 münafk 10, 15, 69, 70, 77, 78, 86,

mutlak 34,41,42,48,55, 142, 92, 98, 99, 279, 292, 322,

144, 147, 149, 155, 189, 190, 323, 324, 325, 327, 332

194, 197,211,231,248,258, müneccim 260


274,275,281,319,327 münezzeh 22, 23, 137, 144, 226
mutlak varlk 42, 50 müphem 18

mutlu 47, 68, 69, 75, 97, 147 müptelâ 329


mutluluk 75, 97 Mürebbî 247
mutmain 66, 154, 155, 167, 256, mürekkep 23, 36, 204, 225
257 mürîd 123, 143, 144, 333, 340
muttali 78, 137,221,253,301 mürid 19,85, 118, 140, 141, 142,
DAKARA
367

143, 144, 145, 147, 164, 166, 126, 127, 128, 129, 130,

188,243,254,270,291,330 131, 132, 133, 135, 139,

mürid-i kâmil 145, 164, 166 140, 144, 145, 150, 151,

müsâvî 26, 173, 176, 195 155, 157, 158, 159, 160,

Müslim 32, 138, 139, 166, 176, 161, 162, 164, 168, 173,

187, 194,200 174, 175, 176, 177, 181,

Müslüman 15,51,59,69,77,88, 183, 184, 185, 186, 190,

135, 155, 176, 179, 180, 191, 196,211,243,264,

196,226,275,278,289, 323, 324, 335

290, 292, 322, 323, 324 nasihat 263, 288, 326, 327

müstakim 26, 1 17 nasip 42,52,96, 118, 121, 170,


müstehab 99, 101, 179 258,311
müahede 33, 41, 51, 75, 79, 80, Nasrânî 227

82,87,88,91,94, 118, 122, nazar 37, 45, 52, 59, 79, 80, 83,

123, 124, 125, 130, 140, 141, 87, 131, 156,213,240,242,

153, 166, 176, 182,206, 245,246,250,271,299,


207,208,214,216,218,221, 304, 325

222,239,271,272,299, nebat 116, 134, 184, 185

300,301,303,308,320 nebatî 185

mürik 316, 318 Nebî 39,51,68,77,78,79, 113,

Müteri 81,328 121, 130, 131, 142, 149, 150,

müteâbih 18,34, 192 151, 159, 160,226,230

muttaki 5, 6, 37, 53, 55, 60, 65, Nebiyy-i Ekrem 79

67, 68, 77, 88 necaset 96, 132

müzmin 332, 333 Necmud-Din Dâye 267


nefes 85, 94, 334
N
nefis 25, 74, 75, 88, 102, 153, 165,

nafile 125, 179,205,318 167, 183,249,255,256,


nafile namaz 125 257, 259, 265, 268, 306,

naip 32 329, 330, 333

namaz 6, 7, 15, 18, 30, 48, 73, 74, nefis çban 254
75, 77, 85, 90, 92, 93, 97, nefsani kuvvetler 154,199
99, 104, 106, 107, 108, 109, nefs-i Emmâe 138

110, 112, 113, 116, 117, nefs-ikül 68, 136

121, 122, 123, 124, 125, nefs-i Levvâme 138


1

Kelime indeksi
368

nefs-i Merdiyye 138 125, 126, 136, 140, 153, 154,

nefs-i Mutmainne 1 38 167, 169, 181, 182, 183,

nefsini bilen Rabbini bilir 259, 261, 188, 194, 195, 196,200,

315 201,219,223,224,225,
nefsini bilmek 43, 257, 261 226, 228, 229, 234, 236,

nefs-i Râdiye 138 239,241,246,253,254,


nefs-i Safiye 138 255, 258, 260, 262, 265,

nehiy 64, 264 267, 268, 270, 273, 274,

Nemrud 108,200 276, 277, 280, 285, 287,

nesep 58, 60 294, 295, 296, 298, 299,

nesh 164 300, 303, 305, 306, 330

nifak 279,282,319,325,331 nübüvvet 78, 159, 160,223


nikab 241,306 nüsha 42, 233
nikâh 162, 172 nüzul 57, 190, 307

nisbet 52, 92, 144, 147, 150, 153,


O
169, 180, 193, 194, 195, 196,

204,267,272,302,315 oku 6,7, 15,21,28,33,40,41,

Niyâzî Msrî 143 42, 43, 44, 45, 46, 48, 49,

niyet 40,47,61,88,89,90,99, 50,67,68,82,92, 101, 106,


110, 130, 132, 197,214, 110, 112, 113, 123, 128,

218,327 133, 136, 139, 140, 145,

Niza 250 149, 150, 152, 153, 154,

noksan 24, 85, 127, 176, 262, 277, 155, 156, 158, 159, 180,

321,338 188, 193, 194, 195, 196,

nokta 32,41,81, 101, 115, 116, 198, 199,229,237,249,


117, 147, 152, 161, 163, 176, 253,260,261,297,308
186, 189, 191, 192, 193, ol 80, 118, 168, 196,235,304
197,247,279,299,333 olu 25,40,44, 123, 144, 151,

noktal harfler 41 165, 166, 187,248,272


noktasz harfler 4 olu ve bozulu âlemi 272
Nûh 172, 174,225,286 organ 97, 332

Nûn 26,277 orta 25,59,84, 166


nûr 27,28,29,30,31,46,65,69, oruç 85,97, 107, 125, 197,211,

71,76,79,81,88,89,91, 264, 323, 324, 335

106, 110, 112, 113, 119, 123, ödünç 213


BAKARA
369

ölen 106, 107, 183 199,200,201,203,223,

ölen namaz 109 225, 253, 273, 276, 283,

öüt 159,284,288,315 284,289,290,291,292,

ölçü 64 301,323,326,337,338
ölmeden evvel ölme 242 pinhân 240

ölü 276, 282 pîr 254, 334


ölüm 85,90, 105, 130,235,236, pislik 96, 132

320, 322, 337 pimanlk 58,297


ölüm melei 130
R
Ömer 62,78, 135,290

ön 82 Râ 41

örtü 81,275,305,311,315 Rabb 9,27, 115, 132, 148, 152,

öz 10,40,43,45,46,77, 196,216, 182,246,247,248,249,

223, 299, 327 250,251,252,253,256,


257, 268, 299, 330

Rabbani 42, 266, 296, 304, 323

parça 39,76, 120, 131, 196,253, Rabbiyet 74

297, 338 Rabbu'l-Âlemîn 247

pas az 262 Râhîm 115, 116, 133, 136,249,

pencere 126 283

perde 9, 10,39,88,89, 114, 182, Rahman 115, 116, 133, 161,213,

201,206,207,238,267,269, 249, 254, 255, 272

271,272,293,296,297, rahmet 69, 70, 86, 90, 99, 106,

304,305,306,312,318 123, 129, 134, 151, 181, 182,

perhiz 65 183, 188,223,241,332


Peygamber 15, 17, 28, 29, 33, 35, Râsûlullah 21,28,31,45,48,58,
40, 45, 49, 53, 67, 74, 77, 61,78,79, 107, 108, 109,

78,91, 101, 102, 106, 115, 113, 118, 123,202,213,

118, 121, 122, 123, 124, 214,222,231,233,236,


125, 126, 127, 129, 138, 237, 242, 243, 257, 258,

142, 149, 150, 151, 152, 154, 259,270,289,295,312,


155, 156, 157, 158, 159, 333, 334, 336

166, 171, 173, 175, 176, rayb 47,48


177, 179, 180, 184, 189, recâ 130

190, 191, 192, 196, 198, Regâib 179


Kelime indeksi
370

rehber 225, 267 rücû 170

rekât 108, 130, 177, 178, 184, 187 rükû 30,87,89, 119, 120, 121,
renk 249,310,311 123, 126, 127, 128, 130,

resim 293 131, 133, 138, 176, 185

ressam 293 rükün 87, 89


rezzâk 24 rüzgar 85, 86, 109

rzâ 62, 134, 181

rica 118,228
risâleti 50 saadet 51,90,278,296
rivayet 28, 36, 58, 109, 180, 194, sabah 67, 101, 106, 107, 108, 109,

203, 237 110, 112, 130, 167, 177, 178,

riya 212, 265 181, 183, 187, 188,289


riyakarlk 325, 335 sabah namaz 106, 107, 108, 109,

riyaset 237 110, 167, 177, 178, 181,

riyazet 94, 95, 197, 260, 262, 265 183, 188

Rubûbiyet 124, 131, 205, 247, 248 sabr 60, 62, 125, 130, 161, 208,

ruh 26, 28, 30, 31, 42, 44, 46, 48, 238, 253, 266, 327, 329

80,81,84,85,86,91,92, sâbikûn 70

93,94,96,98, 121, 122, sabit kadem 118,258,321


131, 137, 138, 150, 153, saç 53,294

154, 155, 156, 159, 160, 165, Sâd 40,41, 151,299

166, 167, 168, 169, 170, sadaka 76, 97, 124, 125, 205, 208,

172, 173, 175, 176, 177, 181, 209,210,211,212,213


182, 183, 184, 185, 186, sadâkat 90, 295, 325

187, 199,200,201,202, sadk 325, 339


206, 216, 225, 228, 229, Sa'dbnMuaz 290
230, 234, 235, 254, 255, sadr 28,81, 100, 129

265, 268, 272, 273, 278, saf 83,99, 112, 119, 141,284,323,
283, 292, 299, 302, 306, 335, 336

315,322,329,333,339 salk 75
rûhânî kuvvetler 154, 198, 199 sahabe 155, 179

ruh-i izafî 255 sahib 13, 18, 32, 36, 46, 55, 56, 58,

ruhsal 94, 96 59,60,61,70,71,82,86,


Ruhu'1-kuds 96 93,96, 103, 105, 116, 117,
rumuz 23, 30 122, 123, 126, 137, 148,
BAKARA
371

150, 162, 163, 168, 171, secde 30,76,77, 113, 114, 116,

176, 180, 181, 197, 199, 120, 121, 122, 126, 127,

211,214,215,217,218, 128, 130, 131, 133, 134,

219,227,243,248,253, 135, 136, 138, 140, 143,

258, 259, 264, 285, 296, 144, 161, 176, 185, 186,

299, 300, 303, 304, 309, 188,272,277,297,321

313,322,332,337,338 sedef 54, 335

sahih 125, 180


seher 273
Sehl b. Abdullah 297
saîd 68, 278
Sehl Hazretleri 295
Sakat 62
sekr 7, 164
salât 6,7,8,73,74,75, 106, 109,
selâm 53,61,69, 108, 109, 118,
123, 124, 125, 126, 129, 134,
120, 121, 126, 127, 130, 133,
144, 159, 160, 175, 184,
136, 187, 188, 189, 192,226,
190, 191, 193,204,226
246,264,265,298,314
salât- gadât 109
selâmet 61, 69, 133, 187, 192, 264,
sâlih 69, 99, 216, 236, 238, 239,
265,298,314
282, 296, 326, 336
semâ 28,32,36,77,81,85,94,
saltanat 89, 126, 127,300
106, 130, 190,206,229,
Sâmiha Ayverdi 43, 174, 267
249,251,252,272,301
sapknlk 278
semâvât 28, 130,206,249
satr 32, 33, 84, 204
semere 73
satranç 82, 243
semî 26, 253
sava 101,211,290,291,327
Semûd 53
sayg 48,89,98, 122, 132, 179,
sena 106, 129, 132
185,202,207,223,259, ses 13,22,48,84,92, 101, 106,
279,315 112, 118, 121, 163, 193, 194,
sebat 94,278,291 213,226,267,284,286,287,
sebep 33,36,41,47,50,63,66, 307,309,310,311,330
75, 102, 103, 117, 122, 143, sevap 21,69, 173, 175, 178, 179,

152, 156, 157, 160, 162, 197,214,218,246,291,327


167, 179, 184, 189, 192, seven 23,70,90,91, 122, 123,

193, 198,228,241,250, 193,271,273,303,325


256,275,299,300,314, sevilen 70,91, 123,234,271
319,332,337,338 sevinç 53, 157, 158, 198
Kelime indeksi
372

seyir 94, 152, 161,169, 171, 185, silsile 142, 151, 195

248, 305 Sin 41,81


sezgi 90 sirayet 101,333,337
scak 51, 109 sirke 286,313
SddîkEkber 213 siyah 78, 153, 167, 181, 200, 294,
sdk 79, 262, 266 333, 334
sfat 23, 24, 25, 33, 36, 38, 47,
sohbet 78, 217, 273, 296, 298, 314
73,76,78,83,84, 112, 115, son 15, 17, 24, 50, 70, 77, 78, 94,
116, 118, 132, 138, 140,
113, 117, 130, 131, 147,
147, 149, 155, 156, 162,
152, 156, 157, 159, 173,
163, 164, 166, 168, 169,
176, 185, 186, 189, 191,
171, 172, 178, 181, 182, 183,
194, 197,202,204,232,
184, 185, 187, 188, 193,
233, 259, 272, 297, 309,
194, 195, 198,201,202,
314,316,327
216,240,246,247,248,
sorumluluk 57, 61, 320
249, 252, 256, 257, 264,
söz 24, 26, 34, 38, 48, 49, 52, 92,
265,267,271,272,273,
94,96,98, 104, 113, 119,
274, 277, 282, 287, 299,
124, 130, 137, 142, 145,
300,301,308,338,340
152, 155, 162, 180, 182,
snma 102,213,266,301
188, 199,211,215,226,
snrsz 204
227,231,236,239,250,
sr 18,29,36,63, 101, 113, 131,
270,271,280,282,283,
132, 153, 154, 157, 162,
284,285,286,291,292,
165, 173, 187, 198,255,

268, 285, 304, 320 297,310,311,312,326

srat 24,70, 117, 118, 130, 167,


su 43,49,92,93,94,95,96, 100,

207, 235, 239, 243, 257, 266 101, 159, 160,214,217,237,

srât- müstakim 24, 70, 117, 118, 261,292,294,311,313

167, 239, 243, 257, 268 suç 127,292,313

srâtu'1-hüdâ 239 suhb namaz 109

srâtullah 239 suhuf 39

srda 322 sultan 23,88, 89, 111, 138, 164,

sr gözü 304 202


sidre 118 suret 24, 25, 27, 30, 32, 33, 36, 40,

sidretul-müntehâ 173, 176 41,45,49,64,74,76,79,


1

BAKARA
373

82,88,90, 105, 121, 122, an 58, 63, 162, 182, 192, 249, 274
132, 137, 138, 142, 143, âr 74
144, 145, 146, 149, 156, arap 141,226,329
162, 171, 175, 181, 187, efaat 19, 120
188, 189, 190, 191, 199, ehvet 60,75,85, 119, 133,200,
201,202,215,216,217, 237, 282, 304, 327, 329
226, 239, 240, 242, 250,
ek 47, 1 1

251,255,257,261,265,
ekavet 270
274,279,282,288,291,
eker 286, 322, 327, 328, 337
297,301,305,318,319,
en 249
320,321,335,340
er 56, 94, 193, 216, 258, 291, 302
sübhân 32,216,330
eref 34,44,49,58,60,61, 103,
sübût 156,249
113, 130, 143,210,213,
sücûd 123, 126, 127, 130, 131
229, 234, 260, 296
süflî 32,201,282,330
eriat 10,42,51,55,58,71,77,95,
sükûn 63, 87, 147, 158, 250, 286,
97,98,99, 101, 106, 113,
304
117, 134, 143, 165, 174, 180,
Süleyman 151, 169, 171, 265, 278,
196,201,202,206,223,228,
287, 299, 303, 339
250, 264, 268, 274, 276
sülük 59,70, 143, 146, 161
eyh 18,53, 110, 137, 179,224,
sümbüle devri 1 57
232, 254, 276, 279, 280,
sünnet 84, 100, 101, 102, 130,
334, 340
131, 178, 179, 194,206
sürür 157, 198,266 eytan 45, 78, 94, 96, 98, 124, 135,

Süryanca 224 136, 151, 152, 155, 160,

süt 67, 325, 340 181, 183,254,258,266,

ahadet 25,78,81,96,98, 111, 277,278,297,312,327,

123, 136, 140, 166, 169, 330, 333, 334

203,222,256,312,321 eytanî vesveseler 296

ah damar 80, 261 ibli 62

ahit 19,25,43,75, 109, 116, 122, iir 48, 224


140, 154, 168, 176, 197, ikâyet 90,266,315

206,211,221,335 irk 55, 58,62,63,66,71, 100,


air 48 132, 141, 146, 180,264,

akî 68,90,270,278 316,320


Kelime indeksi
374

öhret 58 tâlim 46,217,225,253


uhûd 75, 140, 242 talip 123

ûra 31 tamah 64, 285


ükür 132, 178,238,266,287 Tanr 23, 32, 33, 39, 42, 45, 48,

üphe 5,31,37,47,48,49,56, 49,59,60,64,82,91, 119,

62,68,71,87,90, 100, 111 120, 121, 122, 123, 126,

170, 172,205,221,225, 127, 128, 138,211,212,

245,249,251,260,292, 217, 224, 225, 226, 228,

306,307,327,331,335 240,241,247,251,256,
260,261,262,276,279,
281,283,284,285,286,
taalluk 18, 123, 137, 187, 222, 252 288, 292, 293, 308, 309,

taam 234 310,311,312,315,321,


taat 59,62,89, 130,287 322, 333, 340

taayyün 178, 185,200,201 tarîk 59, 113, 117, 137, 141,230


taayyün 177, 178, 184, 185 tarîkat 1 13, 1 17, 137, 230
tabiat 26, 111, 134, 165, 167, 169, tasarruf 160, 161, 226, 258, 259,

185, 197, 198, 199,200,201, 300,301,305


239, 250, 329, 330, 338, 339 tasavvuf 15, 117

tabiat kuvveti 134 tasdik 77, 79, 83, 86, 87, 88, 89,

tabiî 172,201,260 200, 227, 228, 229, 256,

tafsil 6, 42, 78, 142, 143, 149, 156, 274,320,321


157, 172, 174, 187, 188, tasfiye 132, 166

194,271 ta 284,312,313,327,328
tahkik 74, 182, 202, 203, 222 taknlk 104, 114

tâif 299 tat 64, 84, 95, 112, 279, 304, 313,

Tâif 163 328


takdis 32, 137, 176,277 tavaf 144, 145, 199

taklîd 74, 143, 285 tazarrû 130


takva 6, 15,45,53,55,56,57,58, tebli 47,48,77, 159, 198, 199,

59, 60, 62, 63, 64, 65, 66, 223, 276, 288, 302

70, 77, 253 tecellî 13, 18, 19,27,30,35,39,


taleb 75,89,92, 105, 132, 162, 40,46,65,81,84,85,86,
189,213,214,217,219, 91,94, 111, 115, 116, 118,
224, 327 135, 136, 138, 141, 142,
1

BAKARA
375

143, 144, 148, 152, 159, temkin 147, 153, 156, 186

162, 163, 164, 165, 166, temsil 32,36, 100, 148, 174, 191,

167, 168, 169, 170, 171, 195,289,329,339


181, 182, 183, 188, 189, ten 19,30,36,92, 110,276,284,
191, 192, 193, 195, 196, 308
197, 199,200,201,241, teneffüs 181
242, 243, 248, 252, 255, tenezzül 143, 144, 166, 188, 190,
257,260,268,271,272, 191
275,291,299,304,306, tenzih 22,23,24,32, 138, 144,
312,316,319,330 148, 149, 156, 157, 176,277
tecellîyât 18, 141
tenzil 7,68, 160, 172
tecellîyât kitab 18
terakki 146
tecvit 44
terbiye 24, 63, 74, 124, 214, 247,
tedavi 270,278,279
248, 249, 252, 253, 268,
tedricen 247, 337
291,307
tefekkür 13, 74, 115, 130,206,
terk 63,64,66,75,93,99, 100,
207, 235, 307, 327, 334
101, 122, 168,206,207,
teferruat 44, 224
228, 237, 265, 268, 274,
tefrid 123
284,287,291,315,324,
tefsir 29,56,63, 113,233,282
326, 327, 334
tek 21,24,33,42,50,58,74,91,
tebih 50, 106, 107, 120, 124, 131,
92,95, 101, 112, 113, 117,
176, 182, 189,201,237,
140, 143, 144, 152, 161, 173,
302, 322, 335
188, 196, 197, 198,201,
teslim 111, 130, 134, 155, 163,
223, 225, 230, 240, 294,
186,223,230,238,256,
302,305,311,319,325
tekâmül 185, 192,232,248
264,295,309,314,325

tekbîr 8,93, 119, 130, 132, 134,


testi 3 1

145, 189,202,203 tebih 24,27,32, 148, 149, 157

teklik 171, 190 teehhüd 123, 130, 133

telvîn 147 tevazu 94, 101, 104, 130, 133, 259,

temââ 261 304

temeyyüz 26, 27 tevbe 49, 57, 58, 70, 99, 106, 108,

temizlik 60, 89, 93, 94, 95, 97, 98, 114, 123, 129, 187,202,

99, 104, 110,298 272, 325, 333, 340


Kelime indeksi
376

teveccüh 33, 132, 140, 144, 145, Utarit 81

146, 168, 170, 184, 187, uyku 64, 96, 112, 167, 182, 183,
197, 202 309,316
tevekkül 62,67, 102 uzuv 15, 17, 92, 97, 166, 176, 184,

tevfik 51,52 200, 202, 295

tevil 52,65,68, 192,253 üç 7,8, 13, 19,35,36,40,55,58,

Tevrat 39,48,68, 150, 172 62,65,69,75,77, 115, 136,

teyemmüm 97, 105 175, 184, 187,205,222,241,

tezkiye 44,75,216,222 266,285,294,301,332

Ti 41
ümit 62,89,90, 124, 130,216,

tlsm 287, 324


18

Trmzî 62 ümmet 118, 130, 131, 149, 150,

151, 156, 157, 158, 176,202


tilâvet 21,49,67
ümmî 48
Tîn 32
Ümmû Sinan 1 44
tohum 57,59, 127, 134,278
Ümmul-Kitap 49
toprak 43,45,85, 100, 105, 110,
ünsiyet 238, 282, 294, 296, 339
126, 170, 189,215,217,261,
üst 41, 103, 104,277
306,307,311,312,327,328
tûl-i emel 207

U vaaz 273, 327

vâcib 99, 124, 146, 154, 169, 208,


ubudiyet 206
218
ucub 57
vâcibü'l-vücûd 146
uhrevî 131, 150,207
vahdaniyet 78, 115, 174.305
Uhud 289 vahdet 31, 141, 146, 147, 156,
ulûhiyet 171,247,248 179,255,281
ulvî 23, 32, 48, 169, 303, 329 vahiy 38,39,40, 132,319
un 21,26,81,92, 108, 154, 166, vahiy kâtibi 321
167, 195,248,251,277, vahy 31,38,39,47,48,68, 133,
287, 292, 294, 330 196,226,264,296,299
unsur 41,94,95, 134, 169, 172, vaizi 327
184, 185 vakar 105, 133

unsurî 172 vakit 7, 8, 57, 58, 78, 79, 92, 107,

urûc 152, 182, 184, 190 108, 110, 112, 113, 120,

usturlab 260 121, 123, 129, 130, 131,


1

BAKARA
377

144, 153, 157, 158, 160, vech 102, 130, 144, 145, 152, 168,

161, 163, 165, 166, 167, 282


168, 170, 173, 174, 177, vefaszlk 335

178, 180, 182, 184, 185, vehim 136,242


187, 189, 191, 196, 199, vekil 114, 117,298
202,203,214,215,216, velî 51,85,95, 113, 122, 148, 149,
235,236,243,249,251, 227,230,238,261,271,
255,257,261,275,282, 308, 322, 337, 338, 339

297,298,311,315,334 verâ 99
vali 104 vesvese 151, 154, 160, 181,266,

vâris 50, 222, 225, 288 296,310,311


varlk 18, 19,22,23,24,25,26, vicdan 61, 83, 238, 239, 268, 300,

33,34,35,36,38,40,41, 333

42, 44, 50, 56, 66, 68, 73, vikaye 55

83,85,93,96, 103, 111, visal 273

113, 115, 117, 124, 125, visal orucu 273

126, 138, 142, 144, 146, vitr 131

152, 176, 177, 178,200, vitr namaz 1 3

201,208,216,217,226, vuslat 104, 105, 106, 113, 146,

233, 237, 242, 247, 248, 172, 174, 189, 194, 195, 197,

249,251,252,253,257, 198,213,223,229,236,271
258,261,262,264,265, vusul 70,315
275,299,301,303,304, vücûb 1 54

305,306,308,319,320, vücûd 28, 34, 36, 44, 73, 74, 80,

321,327,330,335,339 81,91, 112, 115, 116, 117,


vasf 15,28,33,41,57,73, 134, 123, 138, 140, 141, 142,

150, 167, 185, 186, 189, 146, 147, 150, 151, 152,

194,208,238,242,277, 153, 156, 164, 166, 168,

278, 282, 303, 338 172, 174, 177, 178, 179,

vâsta 50,84,91,224,253 181, 182, 185, 186, 191,

vâsi 23, 145 192,200,207,209,217,


vatan 316, 339 226,231,235,236,242,
Vav 22, 41 243, 252, 253, 259, 260,
vazife 61, 64, 89, 130, 229, 286, 261,265,281,289,295,
288, 320, 328, 329 298,301,308,333,337
Kelime indeksi
378

yats namaz 106, 107, 108, 110,

111, 131, 182


ya 28
yedi 29,68,76, 137, 138, 156,
yamur 54,85,94,95, 115,335
159, 162, 163, 166, 197,
Yahudi 227
199,213,229,234
yakîn 49,75,87,90, 141, 142,
yl 82, 156, 157, 161,226,286
151,205,206,207,208,243,
yldz 27,29,81, 179,242,309
251,252,266,268,285,301,
yokluk 34, 42, 83, 183, 200, 253,
306,320,321,323,340
264,297,314
Yakub 108
yoksulluk 211
yalan 11,64,89, 100, 117, 158,
yol 5,37,46,51,52,53,54,58,
180,212,229,236,237,271,
59,68,70,71, 106, 111, 157,
274,278,297,312,318,
193,227,228,230,239,241,
321,331,332,335,336
254,255,289,296,313
yaradl 13,61,95,97, 154, 163,
yol kesici 54
174, 178, 183, 186, 191,
yön 103, 112, 123, 145, 172
249, 286
Yûnus 108, 131,229,264
yaratan 23, 24, 34, 105, 254, 263,
Yûnus Emre 229
264, 275, 308
yüce 13, 15, 17, 22, 23, 36, 45, 50,
yaratlan 34, 112, 126, 137, 308
67,69,70,75,87,90, 106,
yaratl 31, 34, 52, 54, 69, 82, 113,
114, 116, 132, 145, 160,
144, 208, 256, 257, 265,
162, 182, 185, 192, 193,
272,275,319
194,205,208,216,217,
yardm 8, 24, 67, 73, 90, 117, 120,
222,230,242,251,263,
155, 160, 165,204,217,218,
264,271,272,277,296,
257, 258, 263, 268, 276, 289,
299,318,319,326,329,
290,316,326,331,332
330, 337, 338
yarg 66, 95
yürek 255,313
yasak 55, 63, 64, 65, 66, 98, 101,
yüz 30,31,32,36,42,45,49,56,
102, 114, 124, 141, 184,
60,61,62,64,69,74,75,
223, 264
77,81,85,88,89,90,91,
Yâ-Sîn 13, 137, 168, 210, 279, 280,
93,99, 101, 102, 107, 116,
283
117, 118, 119, 120, 122, 124,
yats 106, 107, 108, 110, 111, 131,
126, 127, 132, 134, 144,
167, 182, 183, 195
BAKARA
379

146, 147, 149, 152, 155, zâlike 5,37,38


156, 157, 159, 160, 173, zâlike'l-kitab 38
177, 180, 190, 193, 198, zaman 25, 33, 35, 44, 49, 53, 54,

215,217,222,223,224, 57, 59, 63, 64, 65, 67, 69,

229,230,231,234,236, 75, 79, 80, 84, 86, 88, 90,

237,241,242,246,247, 91,92,95, 106, 107, 108,


251,252,253,254,255, 112, 115, 117, 121, 123,

259,262,268,271,275, 129, 133, 142, 143, 151,

277,278,279,280,281, 152, 154, 158, 160, 167, 168,

283, 284, 285, 286, 292, 171, 174, 177, 193,205,206,


296,299,300,301,302, 209,210,214,215,218,
306,308,310,311,312, 225,228,235,240,241,
319,321,322,324,325, 242,243,248,250,255,
328,329,330,331,332, 257, 259, 262, 263, 264,
333, 336, 337, 339, 340 266, 274, 277, 280, 290,

299,300,304,311,314,
318,333,334,335,338
zâhid 59, 129, 169,237,238 zan 47, 143, 309, 340
zahir 24, 26, 31, 42, 45, 46, 56, 57, zât 22,23,30,33,41, 141, 146,
66,74,77,81,83,89,92, 154, 155, 156, 158, 162,
93,97,98, 101, 102, 103, 163, 164, 174, 193, 197
111, 122, 131, 134, 153, zât- ahadiyyet 146, 154, 155, 163
156, 163, 164, 166, 168, Zebur 39
169, 172, 176, 179, 180, zehir 54, 95, 298, 329, 335, 337,

181, 182, 183, 184, 187, 339


188, 192, 197,201,202, zekât 75, 77, 78, 97, 123, 125, 135,
206, 223, 226, 235, 239, 205,208,209,211,216,
240,251,252,258,259, 217,222,264,324,335
265, 293, 303, 326 Zel 38,39, 100, 104, 105,250
zahiri 31,42,45,57,66,74,89, zem 241
97, 111, 163, 164, 172, 176, zeval 31, 107,266,278
180, 182, 184, 192, 197, zevk 43,60,89, 126, 135, 136,
202, 206, 239, 252, 326 160, 162, 163, 164, 191,235,
zahmet 43, 182, 192,262 238,241,243,265,279,283,
zail 31, 156, 187,207,259 293,306,315,327,336
Kelime indeksi
380

zeytin 27, 28
zeytinya 28
zndklk 180
zrh 209,289,291
zikr 29, 38, 49, 55, 57, 63, 64, 67,

88,96,98, 105, 114, 124,


139, 143, 157, 158, 171,

178, 184, 188, 198,213,

259, 265, 267, 298, 322

zillet 62, 100,207,234,304


zina 89, 264, 329, 336
zînet 149
Zuhal 81
zuhur 30, 65, 74, 77, 84, 116, 117,

118, 126, 138, 143, 145,

148, 150, 156, 157, 159,

160, 161, 166, 167, 169,

181, 182, 183, 187, 188,

192, 193, 194,201,225,

226, 235, 239, 242, 249,

252,255,258,275,289,
292, 293, 306, 330, 335

zulmânî 69, 115, 153, 154, 169,

194,200,201
zulmâni hicap 195

zulüm 69, 70, 100, 200, 216, 218,


259,287,296,315,319
zücâce 27, 29

zühd 75, 99, 207, 327


Zühre 81,329
Zu n-Nûn-i Msrî 207
Ayet ndeks
n

Bakara, 6-7 275

Bakara, 31 173
Ahkâf, 13 258
Bakara, 39 183
Ahzâb, 4 187,325
Bakara, 89 281
Ahzâb,4l 265
Bakara, 115 144,200
Alak, 5 254
Bakara, 151 253, 254
Alak, 19 114
Bakara, 152 281
Âlumran, 54 319
Bakara, 157 106
Âlumran, 97 281
Bakara, 212 173
Âlumran, 92 212
Bakara, 222 58
Âlumran, 97 53
Bakara, 258 200
Âlu mran, 101 68
Bakara, 281 15, 17
Âlu mran, 102 56, 59
Bakara, 285 225
Âlumran, 191 265
Beyyine, 6 227, 316
Ankebût,45 75, 114, 133

A'râf,31 181

A'râf,96 56 Câsiye, 19 60
A'râf, 143 158 Câsiye, 29 40
A'râf, 172 256 Cum'a, 2 56
Araf, 179 69 Cuma, 9 157

B
Cuma sûresi 139

Bakara, 2 40,47,51
D
Bakara, 3 211 Duhâ,4 231
Bakara, 4 147 Duhân, 2 40
Âyet indeksi
382

Hûd, 114 107


Hûd Sûresi 288
En'âm, 18 103
En'âm, 59 76, 78 I

En'âm, 75 137
nirah, 1 144
Enbiyâ, 107 151
srâ, 44 201
Enbiyâ, 120 151
srâ, 70 260
Enfâl,2 67
srâ, 78 107, 109
Enfâl, 17 115, 147,31!
srâ, 110 106
Enfâl,62 155
srâ Sûresi 43

K
Fetih, 10 229
Kâf, 16 80
Fetih, 26 55, 57
Kâf, 22 208
Furkân, 32 70
Kalem, 11 96
Furkân, 63 133
Kamer, 37, 39 314
Fussilet, 3 40
Kasas, 12 325
Fussilet, 53 172
Kasas, 85 155

Kasas, 88 172

Gâfir, 16 196 Kehf,22 320


Kehf, 47-49 40
H
Kehf,65 254
Hacc, 47 156, 157 Kehf, 109 204, 225

Hadîd, 3 77, 152,262 Ktal, 24 282


Hadîd,28 253 Ktal sûresi' 282
Har, 2 148 Kyamet, 22-25 102
Har, 7 223
Har, 9 209,212
M
Hcr, 94 198 Mâide, 114 149

Hicr, 85 172 Meâric, 19 212

Hucurât, 13 60 Meâric, 20-21 212

Hucurât, 14 318 Meâric, 23 121, 133

Hucurât sûresi 60 Muhammed, 19 57, 147


Hûd, 105 69 Muhammed, 23-23 307
BAKARA
383

Mutaffifîn, 14 282 Saffat,35 57

Müddessir, 4 132 ûra, 1131


Mülk, 3 88
Mü'minûn, 1 217
Mü'minûn, 115 297 Taha, 49-50 54
Tâ-hâ, 49-50 257
N Tâ-hâ, 130 107

Nahl, 32 326 Talak, 2,3 65

Nahl,43 298 Talâk, 4 56

Nahl, 50 103 Talâk, 5 56

Nahl, 70 191 Talak, 7 97

Necm, 3-4 226 Tevbe, 6 49

Necm, 11 158,229 Tevbe, 102 99

Necm, 42 262 Tevbe, 103 106

Nisa, 3 174 Tevbe, 122 114

Nisa, 80 318 Tîn,4-5 32


Nisa, 103 107 Tin, 4-6 339

Nisa, 114 97

Nisa, 136 307


Nisa, 148 96, 100 Vaka, 7 69

Nisa, 150 227


Y
Nisa, 151 227

Nisa, 168 281


Yâ-Sîn,47 210

Nur, 26 338
Yâ-Sîn, 82 168
Yâ-Sîn, 83 137
Nûr Sûresi 27
Yûnus, 25 264
R

Rad,39 39
Rahman, 3-4 254 Zâriyât, 56-57 297

Rahman, 29 Zuhruf, 2 40
161

Rûm, 17-18 106 Zuhruf,4 39


Zümer, 69 200

Sâd, 29 40

Sâd, 72 299
L
w

ISBN 978-605-5902-04-9

786055"902049

You might also like