You are on page 1of 140

PAL SOKAÐI ÇOCUKLARI

Ferenc Molnar
Çocuk Romaný
Türkçesi
ZEYYAT SELÝMOÐLU
:::::::::::::::::
Ferenc Molnar, 12 Ocak 1878'de Budapeþte'de doðdu, 1 Nisan
1952'de New York'ta öldü. Molnar, eski baþkent Budapeþte'deki
kent yaþamýndan kesitler alýp güldürü ögesi katarak yazmaya
baþladý. Ýlk romaný, elinizdeki Pal Sokaðý Çocuklarý adlý romanýdýr.
1907'de yazdýðý bu roman büyük bir ilgiyle karþýlandý. Hemen
hemen bütün dünya dillerine çevrilen bu roman, dünya çocuklarýnýn
elinden yýllarca düþmedi. Dünya çocuk edebiyatýnýn
klasikleri arasýna giren Pal Sokaðý Çocuklarý'nda yazar, kentin
iki ayrý kesiminde oturan iki çocuk topluluðunun serüven dolu
kavgasýný anlatýr. Yiðitlik, korkaklýk, kalleþlik, özveri ve onur
gibi insanýn deðiþmeyen evrensel özellikleri bu romanýn kahramanlarý
olan çocuklarda ustaca iþlenmiþtir. Romanlarýyla olduðu
kadar tiyatro oyunlarýyla da ünlenen Ferenc Molnar'ýn ilk
oyunu Þeytan'dýr (1907). Hukuk öðrenimi gören yazar, gazeteciliði
seçti ve Birinci Dünya Savaþý sýrasýnda savaþ muhabiri olarak
çalýþtý. Ünlü oyunlarý Liliom (1909), Kuðu (1920) ve Kýrmýzý
Deðirmen'dir (1923). Müzik (1908) baþlýðý altýnda derlediði
öyküleri Macar edebiyatýnýn baþyapýtlarýndan biridir. Yoksul kesim,
bu ünlü yazarýn yapýtlarýnda çok ustaca iþlenir. Yaþamýnýn
son yýllarýný Amerika'da geçirdi ve orada öldü.
:::::::::::::::::
BÝRÝNCÝ BÖLÜM
Saat bire çeyrek vardý. Okulun fizik laboratuvarýndaki
deney masasý üzerinde yürütülen uzun ve baþarýsýz deneylerden
sonra, gerilim dolu an gelip çatmýþ, deney lambasýnýn
renksiz alevinde zümrüt yeþili, hoþ bir ýþýk belirmiþti.
Öðretmen, böylece aleve yeþil bir renk verecek kimyasal
bileþimi gerçekleþtirmiþ oluyordu. Baþarýsýný kanýtlayan
bir iþaretti bu. Dediðim gibi, saat bire çeyrek kala, iþte
bu anlý þanlý baþarý anýnýn tam ortasýnda, komþu evin avlusundan
yükselen bir laterna sesi, sýnýfýn havasýný deðiþtiriverdi.
Oldukça sýcak bir Mart günüydü. Pencereler ardýna
kadar açýlmýþtý. Laterna sesi; hafif bahar rüzgarýyla, sýnýftan
içeri doluyordu. Þen þatýr Macar halk þarkýlarýndan
oluþan bu ezgi, laternadan yükseldiði için olacak, hemen
hemen bir marþ ya da az buçuk bir Viyana valsi havasýndaydý.
Hani bütün sýnýf, makaralarý koyverse yeriydi. Aslýnda
tek tük gülenler de olmadý deðil. Deney lambasýnda
neþeyle ýþýldayan yeþil çizgi, ancak ilk sýralardaki birkaç
çocuðun dikkatini çekebilmiþti. Ötekiler, küçük komþu evlerin
damlarýnýn göründüðü pencereden dýþarý bakýyorlardý.
Bütün gözler, öðle güneþinin altýnda ýþýldayan uzaktaki kilise
kulesinde, kuledeki saatin yelkovanýnda, gönülleri ferahlatarak
bire doðru yaklaþmakta olan saatin yelkovanýndaydý.
Dýþarýya kulak verdiler mi, müzikle birlikte birtakým
yabancý sesler de geliyordu. Atlý tramvayýn çan sesleriyle
birlikte, laternanýn çaldýðýndan bambaþka hava tutturan
hizmetçi kýzýn þarkýsý iþitiliyordu. Bütün sýnýfa bir canlýlýk
gelmiþti. Kimileri sýralarýn altýndaki kitaplarýný karýþtýrýyor,
düzensever öðrenciler yazý kalemlerinin uçlarýný siliyorlardý.
Boka, kýrmýzý meþinle kaplanmýþ olan mürekkep
akýtmayacak biçimdeki hokkasýný kapatmaya çalýþýyordu.
Bu hokka, mürekkep damlatmazdý, ama cebe sokulmamak
koþuluyla... Çele de, kitap yerine geçen not kaðýtlarýný
topluyordu. Çele, oldum olasý süse, cakaya düþkün bir
çocuktu. Öbür öðrencilerin yaptýðý gibi yanýnda sürüyle kitap
taþýmazdý. Yanýna yalnýzca en gerekli kaðýtlarý alýr, onlarý
da dikkatle bütün ceplerine daðýtýrdý. En arka sýrada
oturan Çonakoþ, sýkkýn bir suaygýrý gibi, aðýz dolusu esnemeye
koyulmuþtu. Vays, sýrayla bütün ceplerini tersyüz
ediyor, saat ondan on üçe kadar parça parça kopararak yediði
küçük beyaz ekmeðin kýrýntýlarýný temizliyordu. Bu
arada Gereb de, ha kalktým ha kalkýyorum dercesine, sýranýn
altýnda ayaklarýný sürtüp duruyordu. Barabas'a gelince,
o da kucaðýna muþambasýný yaymýþ, kitaplarýný büyüklüklerine
göre diziyordu. Kitaplarýn dizilmesi bitince, elindeki
kayýþla öylesine sýký sýký baðladý ki kitaplarý, altýndaki
sýra gacýr gacýr öttü. Kendini iyice zorlamýþ olan Barabas'ýn
yüzü kýpkýrmýzý kesilmiþti. Uzun sözün kýsasý, herkes
kendi bildiðince, sýnýftan çýkýp gitmenin hazýrlýðý içindeydi.
Dersin beþ dakika sonra biteceðini umursamazmýþ
gibi görünen tek kiþi, öðretmendi. Yumuþak bakýþlarýný sýnýftaki
çocuklarýn üzerinde þöyle bir dolaþtýrdý:
--Ne var, ne oluyor?
Bütün sýnýf derin bir sessizliðe büründü. Sinek uçsa
duyulacaktý neredeyse. Barabas elindeki kayýþý gevþetti.
Gereb ayaklarýný sürtmeyi kesti. Vays dýþarý çýkardýðý cep
astarýný yeniden içeri soktu. Çonakoþ eli aðzýnda, esnemeyi
bitirdi. Çele kaðýtlarýný toplamayý býraktý. Boka kýrmýzý
hokkasýný telaþla cebine soktu. Ne gariptir ki, hokka cebe
girdiðini duyar duymaz; güzelim mavi mürekkebini sýzdýrmaya
baþlamýþtý bile.
--Ne oluyorsunuz? diye tekrarladý öðretmen.
Ama çocuklar yerlerinden kýpýrdamýyorlardý bile. Öðretmen
pencereye dönüp dýþarýya þöyle bir baktý: Laternadan
yükselen ses, okulmuþ, disiplinmiþ bana výz gelir der
gibi sürüp gidiyordu. Öðretmen yine de laterna sesinin geldiði
yöne sert sert baktý.
--Çengey, pencereyi kapat!
Çengey, ufaklýk Çengey yerinden fýrladý, yüzü her zamanki
gibi ciddiydi. Gidip pencereyi kapattý.
Tam bu sýrada, oturduðu sýradan eðilen Çonakoþ, küçük,
sarýþýn bir çocuða fýsýldadý:
--Dikkat Nemeçek!
Nemeçek, önce arkasýna, sonra da yere bir göz attý.
Küçücük bir kaðýt top, yuvarlanarak ona doðru yaklaþýyordu.
Yerden aldýðý kaðýt topu açtý. Kaðýdýn bir yüzünde þu
yazýlýydý: Boka'ya ilet!
Bunun yalnýzca adres olduðunu, asýl mektubun kaðýdýn
öbür yüzünde yazýlý olduðunu biliyordu Nemeçek.
Ama dürüst bir çocuk olduðundan, kendine yazýlmamýþ
bir mektubu okumazdý. Zaten þimdiye kadar da hiç okumamýþtý.
Kaðýdý, yeniden top gibi yuvarlayýp, bir fýrsatýný
buldu, sýralarýn arasýndan uzanan yola doðru eðildi, kýsýk
bir sesle,
--Dikkat Boka, dedi.
Þimdi Boka'nýn da gözleri yerde, bu türden haberleri
ileten her zamanki trafik geçitindeydi. Kaðýt top, yuvarlana
yuvarlana gelmiþti bile. Kaðýdýn öbür yüzünde --sarýþýn
Nemeçek'in kendine saygýsýndan ötürü okumadýðý yüzünde--
þu yazýlýydý: Genel kurul toplantýsý saat üçte. Baþkanlýk
seçimi, arsada. Lütfen duyurun!
Kaðýdý cebine sokuþturan Boka kitaplarý tutan kayýþý
iyice sýktý. Okul zili çalmaya baþlayýnca, dersin bittiðini
öðretmen de anlamýþtý artýk. Deney lambasýný söndüren öðretmen,
ertesi günün ödevlerini verdi, laboratuvara geçti.
Bu laboratuvarýn kapýsý ne zaman açýlsa, doldurulmuþ
hayvanlarla kuþlarýn camdan gözlerle baktýklarý, bir köþeden
de sessiz, vakur, sýr küpü ve dehþet kumkumasý, sararmýþ
bir insan iskeleti görülürdü.
Sýnýfýn fizik laboratuvarýný boþaltmasý bir dakika bile
sürmedi. Sütunlarla süslenmiþ büyük merdivende bir koþuþmadýr
baþladý. Bu türden koþuþmalar, ancak gürültülü
patýrtýlý kalabalýk arasýndan öðretmenlerden biri boy gösterince
yatýþýrdý. Sanki bir anlýðýna frenlere basýlýr, ortalýða
bir sessizlik çöker, ama öðretmenin köþeyi dönmesiyle
birlikte gürültü yeniden baþlardý.
Kapýdan fýrlayan çocuklarýn kimileri saða, kimileri sola
saptý. Bir öðretmenle karþýlaþmayagörsünler, kasketleri
hemen havalanýyordu. Güneþ altýndaki sokakta yorgun ve
aç koþuyorlardý. Kafalarýndaki sersemlik, sokaktaki canlý
ve neþe dolu kalabalýkta yavaþ yavaþ durulmaya baþlamýþtý.
Özgürlüklerine kavuþmuþ küçük tutsaklar örneði, temiz
bahar havasý ve ýlýk güneþ altýnda, gürültülü kent içinden
geçerek, arabalarýn, atlý tramvaylarýn, caddelerin, maðazalarýn
arasýndan, evlerinin yolunu tutuyorlardý.
Çele, komþularýnýn kapýsý önünde, kozhelva pazarlýðýna
giriþmiþti bile. Helvacý, fiyatlarýný artýrmýþtý. Dünyanýn
neresine gidilirse gidilsin, kozhelvanýn bir ölçeði bir lira
eder. Ýzlenen yol da þudur: Helvacýnýn küçük bir satýrý vardýr;
iþte bu satýrla, o kocaman, bembeyaz ve fýstýklý kozhelva
yýðýnýndan bir vuruþta ne kadar keserse kessin, o parçanýn
fiyatý bir liradýr. Büyük kapý önündeki bütün satýþlarda
bilirim, hep budur, bir liradýr. Örneðin, çubuða geçirilmiþ
üç kuru erik, üç yarým incir, üç þeftali, üç yarým cevizin
fiyatý da --hem de þýraya banýlmýþ olmasý þartýyla-- yine
bir liradýr.
Arpa þekeri olsun, ayý þekeri olsun, yine bir liraya satýlýr.
Yeryüzünün görüp görebileceði þu en lezzetli çerezin
--öðrenci yeminin-- külahý bile bir liradýr. Neler bulunmaz
ki o çerezin içinde. Fýndýk mý istersiniz, kuþüzümü, kuru
üzüm, þeker, badem mi, keçiboynuzu kýrýntýsý, sokak süprüntüsü,
sinek mi? Bir liraya satýn aldýðýn öðrenci yemi
iþte böylece sanayi, bitki ve hayvanlar dünyasýnýn ürünlerinden
en zengin çeþitleri bir araya getirip sunar.
Çele'nin pazarlýk etmesinin nedeni, helvacýnýn fiyatlarý
artýrmýþ olmasýydý. Ticaret, yani kazanç tehlikeye düþünce
fiyatlarýn yükseldiði, ticaret yasalarýndan anlayanlarýn
öteden beri bildikleri bir þeydir. Örneðin, Asya'dan gelen
çayýn fiyatý yüksektir. Neden mi? Çünkü bu çayý getiren
kervanlarýn eþkiya yataðý yerlerden geçmesi gerekir
de ondan. Ýþte bu rizikoyu biz Batý Avrupalýlar, cebimizden
ödemek zorundayýzdýr. Helvacýnýn tam bir tüccar kafasýna
sahip olduðundan kuþku duyulmazdý. Onun, okul
yakýnýnda satýþ yapmasýný yasaklamak niyetindeydiler.
Kovulacaðýný çok iyi biliyordu adamcaðýz. önünden geçen
öðretmenlere, þekerlerinin arasýndan tatlý tatlý gülümseyip
dursa da, kendisini gençliðin düþmaný gibi gördüklerinden
hiç kuþkusu yoktu.
Ceplerindeki bütün parayý bu Ýtalyana kaptýrýyor çocuklar,
diyordu öðretmenler. Okulun yanýbaþýndaki bu ticaretin
pek de uzun ömürlü olmayacaðýný anlayan Ýtalyan
da ha babam fiyatlarý artýrýyordu. Er geç yerinden olacaksa,
hiç deðilse iyi bir karla ayrýlmalýydý buradan. Çele'nin
yüzüne bakýp þöyle dedi:
--Bugüne kadar her ne alýrsan bir liraydý. Bundan
böyle ne alýrsan iki liraya.
Bu sözleri, ona yabancý gelen dilde zar zor söylerken
küçük satýrýný sallayýp duruyordu. Gereb, Çele'ye fýsýldadý:
--Kasketini çýkarýp bir vursana þekerlere!
Çele hayran kalmýþtý bu öneriye. Þaka dediðin böyle
olurdu iþte, harikaydý doðrusu. Bir vuruþta darmadaðýn
edebilirdi þekerleri, çocuklar da zevkten dörtköþe olurlardý.
Gereb, kulaðýnýn dibinde þeytan gibi fýsýldayýp duruyordu
boyuna:
--Hadi vursana kasketini yahu, soyguncunun daniskasý
bu herif?
Çele kasketini çýkardý.
--Güzel kasketçiðim, dedi bocalayarak.
Bu iþin yürüyeceði yoktu böyle. Gereb yanlýþ adama
baþvurmuþtu. Çele gerçekten de süse düþkün, cakacýnýn
biriydi.
--Kasketine mi kýyamýyorsun yoksa? diye sordu Gereb.
--Evet, dedi Çele. Korktuðumu sanma. Korkak falan
deðilim. Kasketime acýyorum, o kadar. Ýspat edeyim istersen?
Senin kasketini ver, vurayým þekerlere.
Gereb bu sözün altýnda kalacak çocuk deðildi. Doðrusu,
düpedüz hakaretti bu. Köpürdü.
--Kendi kasketimle vurmasýný ben de bilirim. Bu herif
soyguncu diyorum sana. Korkuyorsan çekil git!
Ve savaþa hazýr olduðunu gösteren bir davranýþla,
kasketini çýkardý baþýndan. Niyeti, kasketini tatlýlarla
þekerlemelerle dolu bacaklý sehpanýn üzerine fýrlatmaktý.
Tam bu sýrada, arkadan uzanan biri elini yakaladý. Erkeksi
bir sesti:
--Ne yapmak niyetindesin? diye sordu.
Gereb, dönüp baktý. Boka, arkasýndaydý.
--Niyetin ne? diye sordu Boka yeniden. Yumuþak,
aðýrbaþlý bir tavýrla Gereb'in yüzüne baktý.
Gereb, eðiticisinin keskin bakýþlarýný üzerinde duyan
bir arslan gibi homurdandý önce, sonra yatýþtý, sustu.
Kasketini yeniden baþýna geçirip omuz silkti.
Boka hafif bir sesle,
--Adamý rahat býrak, dedi. Yürekli olmak hoþuma gider,
ama böylesi saçma. Gel benimle.
Gereb'e elini uzattý. Eli mürekkep içindeydi. Mürekkep
hokkasý, içindeki koyu mavi mürekkebi rahat rahat
Boka'nýn cebine sýzdýrmýþ, Boka da olan bitenden habersiz,
elini cebinden çekip çýkarmýþtý. Pek de üzerinde durmadýlar
bunun. Boka elini duvara sürerek temizledi.
Boka, Gereb'in koluna girdi, aþaðýya doðru yürüdüler.
Cakacý küçük Çele geride kalmýþtý. Geri püskürtülmüþ
bir asinin üzüntüsü içinde, kýsýk bir sesle Ýtalyana
þöyle dediðini duydular:
--Eh, madem bundan böyle ne alýrsak iki lira, bana
iki liralýk kozhelva ver bakalým.
Bunu söylerken bir yandan da küçük, yeþil para cüzdanýna
el atmýþtý. Ýtalyan gülümsüyor, yarýn fiyatý üç liraya
çýkarsam nasýl olur acaba, diye düþünüyordu belki de.
Hayal kurmak diye buna denirdi iþte. Tek bir altýnýn yüz
altýn deðerinde olduðunu düþünmek gibi bir þey. Helvacý;
satýrýný kozhelvanýn üzerine indirip kestiði parçayý bir
kaðýda sardý.
Çele kötü kötü baktý helvacýya.
--Bu ne yahu? Eskiden verdiðinden de az bu!
Ýþleri yolunda giden Ýtalyan, iþi iyice yüzsüzlüðe
vurdurmuþtu artýk. Sýrýtarak karþýlýk verdi:
--Ee, daha pahalý demek, daha az demektir.
Sonra, yeni bir müþteriden yana döndü. Bu yeni müþteri
alacaðý dersi öðrenmiþ, iki lirayý avucunda hazýrlamýþtý
bile.
Helvacý, küçük satýrýný beyaz helva topaðýna indirdi.
Satýrý kullanýrken, masallardaki cellatlardan farký yoktu.
Hani o masallarda küçücük baltalý cellatlar vardýr, küçücük
adamlarýn ceviz büyüklüðündeki kafalarýný uçururlar.
Ýþte týpký onlarý andýrýyordu helvacý.
--Sakýn ha, dedi Çele, yeni müþteriye, ondan helva alma
sakýn, soyguncunun biri o.
Bir çýrpýda elindeki kozhelvayý aðzýna týktý. Kozhelvanýn
hemen hemen yarýsý kaðýda yapýþýp kalmýþtý. Gerçi koparýlamazdý
kaðýttan, ama yalanarak pekala yenirdi.
--Beni bekleyin! diye seslenip ötekilerin ardýndan
koþtu.
Köþebaþýnda yetiþti çocuklara, bir yan sokaða saptýlar.
Ortalarýnda Boka, kol kola yürüyorlardý. Boka her zamanki
gibi sakin ve ciddi haliyle birþeyler anlatýyordu. Boka
on dört yaþlarýndaydý. Yüzünde erkeksi hatlar belirmemiþti
daha. Ama konuþmaya baþladý mý, yaþýndan birkaç
yaþ daha büyük görünürdü. Derinden gelen tatlý bir sesi
vardý. Saçma konuþtuðu olmazdý. Budalaca þakalardan da
pek hoþlanmazdý. Tartýþmalardan uzak dururdu. Boka'yý
hakem yapmak istediler mi, kaçmanýn bir yolunu bulurdu
o. Gereken yargý verildikten sonra, taraflardan birinin
küseceðini biliyordu, üstelik bu küskünlük çoðunlukla hakeme
yöneliyordu. Yalnýz iþ çýðrýndan çýkýp kavga büyür, öðretmenlerin
iþe karýþacaðý anlaþýlýrsa, Boka araya girer, ortalýðý
yatýþtýrýrdý. Ýþte o zaman, arabulucuya kýzan ya da
küsen olmazdý. Uzun sözün kýsasý Boka aklý baþýnda bir çocuktu.
Hayatta çok ileri gidemeyecek bile olsa, her zaman
namuslu ve onurlu bir insan olarak kalacaktý.
Eve gitmek için artýk Köztelek Sokaðýna sapmalarý gerekiyordu.
Bu küçük sessiz sokak, ilkyaz güneþi altýnda
tatlý bir havaya bürünmüþtü. Sokaðýn bir yanýna kurulmuþ
olan tütün fabrikasýndan hafif hafif homurtular geliyordu.
Köztelek Sokaðýnda iki kiþi gördüler. Yolun ortasýnda
durup bekleyen iki kiþi. Biri, güçlü kuvvetli Çonakoþ,
öteki de küçük, sarýþýn Nemeçek'ti.
Kol kola girmiþ üç arkadaþýnýn yaklaþtýðýný gören Çonakoþ,
iki parmaðýný sevinçle aðzýna sokup, tren düdüðünü
andýran bir ýslýk çaldý. Bu ýslýðý çalmak ona vergiydi.
Dördüncü sýnýftakilerden hiçbiri öykünemiyordu ona. Dördüncü
sýnýf þöyle dursun, tüm okulda ancak bir iki kiþi vardý
bu arabacý ýslýðýný becerebilen. Söylentiye bakýlýrsa, ancak
kültür kolu baþkaný çalabilirmiþ bu ýslýðý eskiden, ama
dediðim gibi, o da eskiden, daha kültür kolu baþkaný olmadan
önce. Baþkanlýða seçildikten sonra, kültür baþkanýnýn
bir daha parmaðýný aðzýna götürdüðü görülmemiþ. Her
çarþamba öðleden sonra kürsüde edebiyat öðretmeninin
yanýnda oturan kültür kolu baþkaný da ýslýk çalacak deðildi ya!
Çonakoþ, yine o tiz ýslýðý çalmýþtý. Çonakoþ'a yaklaþan
çocuklar, sokaðýn ortasýnda bir araya gelip toplandýlar.
Çonakoþ, küçük Nemeçek'ten yana döndü:
--Onlara anlatmadýn mý daha?
--Hayýr.
--Neyi anlatacaktý? diye sordu ötekiler hemen.
Çonakoþ, küçük sarýþýnýn yerine,
--Dün müzede yine, el koydum yapmýþlar! diye karþýlýk
verdi.
--Kimler?
--Pastor Kardeþler var ya, onlar iþte!
Bunun üzerine, bir sessizlik çöktü. Þeytan geçmiþti
sanki.
Bu derin sessizliðin nedenini anlamak için el koydum
deyiminin ne anlama geldiðini bilmek gerekir. Bu
deyimin Budapeþte okul çocuklarý için önemli bir anlamý
ve yeri vardýr. Gücü kuvveti yerinde bir çocuk, kendinden
daha güçsüz çocuklarýn mile ya da benzeri oyunlarý oynadýðýný
görür ve mile, ciciali ya da misket ele geçirmek isterse,
yüksek sesle el koydum!, diye baðýrýr. Bu deyim kullanýldý
mý, gücüne güvenen çocuk mile, ciciali ve bu misketi
savaþ ganimeti diye ilan etmiþ ve onlarý almasýna engel
olunursa, kuvvet kullanacaðýný açýklamýþ sayýlýr. Kýsacasý,
el koydum demek, bir bakýma savaþ ilan edildi demektir.
Ayný zamanda, kuþatmalarda baþvurulacak zorbalýðýn, kaba
kuvvetin, yumruk hakkýnýn, korsan egemenliðinin kýsa
yoldan özetlenmesi anlamýný da taþýr.
Söze ilk baþlayan Çele oldu. Dehþete kapýlarak,
--Ne? dedi, el koydum mu yapmýþlar?
Küçük Nemeçek iþin önemini anlamýþ gibi,
--Yaptýlar ya, diye karþýlýk verdi.
Derken, bu kez de Gereb köpürdü:
--Buna daha fazla göz yumamayýz artýk. Bir çaresine
bakmalýyýz diyorum, ama Boka baþtan savýyor hep. Gerekeni
yapmazsak bizi dövmeye kalkacaklar.
Sevinç ýslýðýný çalmak isteyen Çonakoþ, iki parmaðýný
aðzýna götürdü. Hele bir ayaklanma söz konusu olsun, Çonakoþ
dünden hazýrdý. Ne var ki, Boka sýkýca tutup indirdi
Çonakoþ'un elini.
--Kulaklarýmýzý saðýr edeceksin, dedi. Sonra, ufaklýk
Nemeçek'e dönüp, ciddiyetle sordu:
--Sen iyice bir anlatsana bakayým. Nasýl olmuþ?
--Þey iþte, el koydum yapmýþlar.
--Peki ne zaman?
--Dün öðleden sonra.
--Nerede?
--Müzede.
Müzenin bahçesini böyle adlandýrýyorlardý.
--Þimdi ayrýntýlarýyla anlat bakalým. Onlara karþý harekete
geçmeden önce bütün gerçeði bilmemiz gerekir.
Böylesine bir olayda kendisine en önemli görevin düþtüðünü
anlayan küçük Nemeçek, çok heyecanlanmýþtý.
Sýk rastlanýr bir þey deðildi bu. Aslýnda çocuklarýn gözünde
Nemeçek ha var ha yoktu. Aritmetikteki sýfýr gibi bir
þeydi yani. Hiç kimse üzerinde durmazdý Nemeçek'in.
Önemsiz, sýska, küçük bir oðlandý iþte, hepsi o kadar...
Bütün bunlardan ötürü, kurbanlýk koyundan farký
yoktu. Nemeçek anlatmaya, ötekiler de baþ baþa verip
dinlemeye koyuldular.
--Þöyle oldu, dedi Nemeçek. Öðle yemeðinden sonra
müzenin bahçesindeydik. Vays, ben, Rihter, Kolnay, bir
de Barabas. Önce Esterhazy Sokaðýnda, top oynamak niyetindeydik.
Ama top liseli çocuklarýn olduðu için oynatmazlardý
bizi. Barabas da; Hadi çocuklar, dedi, biz de müzeye
gidip mile oynayalým öyleyse. Kalkýp müzeye gittik.
Duvar dibinde mile oynamaya baþladýk. Her birimiz bir
misket yuvarlýyor, kimin misketi daha önce yuvarlanan
misketi vurursa, milelerin hepsini topluyordu. Sýraya girip
misketleri yuvarlýyorduk. Duvar dibinde hemen hemen
on beþ mile toplanmýþtý. Ýki de ciciali vardý aralarýnda.
Oyunun ortasýnda Rihter, birden baðýrýverdi: Kesin
çocuklar, oyunu kesin, Pastor Kardeþler geliyor! Gerçekten
de tam bu sýrada Pastor Kardeþler köþeyi dönmüþlerdi.
Elleri ceplerinde, baþlarý önlerine eðilmiþ, geliyorlardý.
Öyle de yavaþ yürüyorlardý ki, kanýmýz dondu iliklerimizde.
Ne yapsak boþunaydý, beþ kiþiydik, ama boþuna, o ikisi
öyle kuvvetlidir ki, on kiþiyi haklayabilirler. Hem beþ kiþi
olduðumuzu da hesaba katmamalý. Tehlike baþ gösterdi
mi, Kolnay'ýn tabanlarý yaðlayacaðý, Barabas'ýn da onu
izleyeceði kesindi. Kala kala üç kiþi kalacaktýk yani. Hem,
belki ben de yaðlardým tabanlarý, geriye iki kiþi kalýrdý.
Beþimiz birden kaçsak bile bir þey deðiþmezdi. Pastorlar, o
çevrenin en hýzlý koþucularýdýr. Bunu herkes bilir. Kaç kaçabilirsen,
nasýl olsa yetiþirlerdi bize. Pastorlar, dediðim
gibi, geldiler iþte; yaklaþtýlar, yaklaþtýlar ve iyice yaklaþýnca
az ötemizden milelere göz diktiler. Dönüp Kolnay'a: Bana
bak, dedim, bunlar bizim milelere göz koydu. Vays
en akýllýmýz ya, durumu kavradý hemen. Çocuklar, dedi,
bu iþin sonu el koydumdur! Oysa ben, kendi kendime
diyordum ki, biz bunlara bir kötülük etmedik, herhalde
onlar da bize kötülük etmez. Önce bir þey de yapmadýlar
zaten. Öylece dikilip oyunumuza baktýlar. Kolnay kulaðýma:
Bana bak Nemeçek, diye fýsýldadý, oyunu kessek iyi
olacak. Öyle ya, senin iþine gelir elbette, dedim ben de
ona. Attýn, bir þey vuramadýn nasýl olsa. Sýra bende þimdi.
Kazanýrsam býrakýrýz oyunu! Tam bu sýrada Rihter bilyesini
fýrlattý, ama hem korkudan eli titrediði için, hem de
gözü Pastorlarda olduðundan, vuramadý elbette. Pastorlar
bana mýsýn demiyor, elleri ceplerinde, öyle dikilip duruyorlardý.
Sýra bendeydi. Niþan aldým ve vurdum. Bütün
mileleri kazanmýþtým. Tam mileleri topluyordum ki --aþaðý
yukarý, otuz mile vardý-- Pastor Kardeþlerin küçüðü þöyle
bir ileri fýrlayýp, el koydum! diye baðýrdý bana. Doðrulunca
bir de ne göreyim, Kolnay ile Barabas tabanlarý yaðlamýþlar
bile, Vays da duvara yaslanmýþ, suratý kül gibi.
Rihter'e gelince, o da kaçsýn mý kaçmasýn mý diye düþünüyor.
Hele bir doðru yolu deneyeyim diye düþündüm: Rica
ederim, dedim, buna hakkýnýz yok! Ama Pastor'larýn
büyüðü çoktan iþe koyulmuþ, mileleri cebe indirmeye baþlamýþtý
bile. Küçüðü de göðsümden iteleyip: Yoksa duymadýn mý!
diye baðýrdý. El koydum, dedik ya demin.
Suspus olup kaldým elbette. Vays duvar dibinde aðlýyor,
Kolnay ile Barabas da köþeden baþlarýný çýkarmýþlar, ne
oluyor diye bakýyorlardý. Pastor Kardeþler bütün mileleri
toplayýp, hiç ses etmeden çekip gittiler. Olan biten bu iþte.
Gereb öfkeyle,
--Olur þey deðil, diye söylendi.
--Düpedüz eþkiyalýk denir buna, dedi Çele.
Çonakoþ, durumun gergin olduðunu belirtmek istercesine
ýslýðý bastýrdý. Boka sessiz, sakin durmuþ düþünüyordu.
Hepsinin gözleri ondaydý. Arkadaþlarýnýn aylardýr
yakýndýklarý, ama kendisinin bir türlü ciddiye almadýðý bu
iþe þimdi ne diyecekti bakalým? Heyecanla bekliyorlardý.
Bu büyük haksýzlýðýn Boka'yý da çileden çýkardýðý belliydi.
Hafif bir sesle,
--Önce öðle yemeklerimizi yiyelim hele, dedi, sonra
arsada buluþuruz, enine boyuna konuþuruz durumu. Bence
de, olur þey deðil!
Hepsinin hoþuna gitti bu. Þu anda Boka'yý çok sevimli
buluyorlardý. Ona sevgi duyuyorlardý. Zeka fýþkýran bakýþlarýný,
savaþ ateþini yansýtan pýrýl pýrýl kara gözlerini
dikkatle izliyorlardý. Geç de olsa kafasý kýzdýðý için, þu anda
Boka'yý bir güzel kucaklayabilirlerdi.
Çocuklar evin yolunu tutmuþlardý. Bir yerden neþeli
bir çan sesi geliyordu. Güneþ ýsýtýyordu. Her þey sevinç
içindeydi ve güzel görünüyordu. Büyük olaylar karþýsýndaydýlar.
Hepsinin içinde bir þey yapmanýn ateþi tutuþmuþtu,
hepsi de; Ne olacak acaba? sorusunun heyecaný
içindeydiler. Çünkü Boka; Bir þey olacak dedi mi, o þey
olurdu gerçekten.
Ülbi Caddesine doðru yürümeye baþladýlar. Çonakoþ'la
Nemeçek arkada kalmýþtý. Boka dönüp baktýðýnda,
ikisi de tütün fabrikasýnýn pencerelerinden birinin önünde
duruyorlardý. Ýnce tütün tozu, kalýn sarý bir tabaka halinde
kaplamýþtý pencere kenarýný.
--Enfiye derler buna, enfiye! dedi Çonakoþ, ünlü ýslýðýný
çalýp sarý tozdan bir tutam aldý, burnuna çekti.
Küçük maskara Nemeçek kýkýr kýkýr gülmesin mi. O
da bir tutam tütün tozu alýp incecik parmaðýnýn ucundan
burnuna çekti. Hepsi de bu keþiflerinden sevinçli, hapþýra
hapþýra yollarýna devam ettiler. Çonakoþ, top gibi gürlüyordu
hapþýrýrken. Ufaklýk sarý oðlana gelince, onun hapþýrmasý
öfkeli bir tavþanýn sýzlanmasýydý, o kadar. Bir yandan
hapþýrýyor, bir yandan gülüyor, sevinç içinde koþup
duruyorlardý. Öylesine bir coþkuydu ki bu, o sakin ve ciddi
Boka'nýn bile, olur þey deðil diye nitelendirdiði büyük haksýzlýðý
unutmuþ gibiydiler.
:::::::::::::::::
ÝKÝNCÝ BÖLÜM
Arsa... Ey daðlarda, ovalarda yaþayan, bir adýmda
ucu bucaðý görünmez tarlalara ulaþabilen güçlü, kuvvetli,
saðlýklý çocuklar! Siz ki, güzelim mavi göðün altýnda yaþamaya,
sonsuz uzaklýklara alýþkýnsýnýz. Siz ki, koca apartman
bloklarý arasýnda sýkýþýk yaþamak zorunda deðilsiniz.
Büyük kent çocuðu için, boþ bir arsa ne demektir bilebilir
misiniz? O çocuklar için arsa, ova demek, kýr demek, bozkýr
demektir. Çürük tahta perdelerle, göklere yükselen
apartmanlarla sýnýrlanmýþ küçücük bir toprak parçasý, o
çocuklar için sonsuzluk ve özgürlük demektir. Pal Sokaðýndaki
o Arsada bu gün dört katlý bir apartman yükselmektedir.
O Arsa, vaktiyle bir sürü çocuk için mutluluk
demekti. Bu gerçeði Arsanýn üzerine dikilmiþ apartmandaki
kiracýlarýn bir teki bile bilmiyordur.
O sýralarda Arsa, bütün arsalar gibi, bomboþtu. Pal
Sokaðý boyunca uzanan bir tahta perde vardý. Saðda, solda
yüksek yapýlar, arkada... arkada ise, Arsayý ilginç kýlan,
ona olaðanüstü özellik kazandýran bir þey vardý. Evet, büyük
bir toprak parçasý, arkada Arsa ile birleþiyordu. Bu
toprak parçasýný, bir buharlý býçký firmasý kiralamýþtý. Boydan
boya odun istifleri yer alýyordu orada. Odunlar, dörtgen
bloklar biçiminde üst üste yýðýlmýþtý. Aralarýndan küçük
yollar geçiyordu. Týpký insaný þaþýrtan dolambaçlý yerler
gibi. Bu suspus olmuþ ve karanlýk odun yýðýnlarý arasýnda
birbiriyle kesiþen tam elli, altmýþ daracýk sokak. Bu
keþmekeþ içinde yolunu bulabilmek her babayiðidin harcý
deðildi. Zar zor da olsa bir yolunu bularak odun yýðýnýndan
sýyrýlýp çýkýldý mý, küçük bir alana ulaþýlýrdý. Bu alanýn
ortasýnda garip, esrarlý, küçük bir yapý vardý. Buharlý
býçký makinesi, o küçük yapýnýn içindeydi. Yazlarý bütün
bu yapýyý çepeçevre sarýp sarmalayan asmanýn yeþil yapraklarý
arasýndan uzanmýþ ince, kara bir baca, masmavi
gökyüzüne düzenli aralýklarla bembeyaz bir buhar püskürtürdü.
O küçük yapýnýn önünde büyük odun arabalarý dururdu.
Bu arabalardan biri, zaman zaman saçak altýna yanaþýr,
aradan çok geçmeden, bir gürültü kopardý. Býçký evinin
damý altýnda küçük bir pencere vardý. Tahtadan bir
oluk uzanýrdý o pencereden. Araba pencerenin altýna yanaþtý
mý, oluðun içinden parça odunlar hýzla dökülürdü.
Hem de öyle bir hýzla ki, oluktan yaðmur suyu akýyor sanýlýrdý.
Araba tepeleme odun dolunca, arabacý bir þey söylerdi.
O zaman bacanýn puflamasý kesilir, küçük býçký evine
bir sessizlik çökerdi. Derken, arabacý atlarýný dehler, araba
yola koyulurdu. Sýra gelirdi öbür boþ ve aç gözlü arabaya.
Kara demir baca yeniden buhar püskürtmeye baþlardý. Ve
oluktan yine odunlar dökülürdü. Yýllardýr böyle sürüp gidiyordu
bu iþ. Küçük býçký evindeki býçký ne kadar odun biçerse
biçsin, koca koca arabalar hep yeniden odun getiriyordu.
Büyük avludaki odun yýðýnlarý eksilmediði gibi, buharlý
býçký da gýcýrtýsýný kesmiyordu. Küçük býçký evinin
önünde, güdükleþmiþ bir iki dut aðacý dikiliydi. Bu aðaçlardan
birinin yanýbaþýnda da küçücük bir tahta kulübe uydurulmuþtu.
Bekçi Yano, bu kulübede oturur, geceleri çalmasýnlar
ya da tutuþturmasýnlar diye, odunlarý beklerdi.
Kent çocuklarý için yeryüzünde bundan daha uygun
bir oyun alaný düþünülemezdi. Kýzýlderili oyunlarý için, daha
elveriþli bir yer olabileceði akýllarýnýn köþesinden bile
geçmiyordu. Pal Sokaðýndaki bu Arsa harikaydý doðrusu.
Arsa, Amerika'daki otlaklarýn yerini tutuyor, öbür bölüm,
yani odun deposu da, bambaþka bir dünya oluþturuyordu.
Ýsterlerse kent, isterlerse orman, daðlýk ya da kayalýk,
kýsacasý o gün oynayacaklarý oyuna göre deðiþen bir dünya...
Odun deposunun savunmadan yoksun býrakýlmýþ bir
yer olduðunu sanmayýn sakýn. Odun yýðýnlarýnýn tepesinde
kaleler mi istersiniz, siperler mi? Hangi noktasýnýn
saðlamlaþtýrýlacaðýna Boka karar verir, Çonakoþ ile Nemeçek
de siperleri yaparlardý. Dört ya da beþ noktada kaleler
kurulmuþtu. Her kalenin bir komutaný vardý. Sonra, yüzbaþýlar,
üsteðmenler, teðmenler. Hepsi birden bir ordu oluþturuyordu.
Erlere gelince, ne yazýk ki er olarak tek bir kiþi
vardý ancak. Bütün bir ordunun yüzbaþýlarý, üsteðmenleri,
teðmenleri sadece tek bir kiþiye buyruk veriyorlar, tek
bir eri cezalandýrýyor, bu tek eri tutukluyorlardý.
Bu biricik erin Nemeçek, ufaklýk sarýþýn Nemeçek olduðunu
anlamýþsýnýzdýr herhalde. Yüzbaþýlar, üsteðmenler,
teðmenler Arsada yüz kez de karþýlaþsalar, içten bir þekilde
selamlaþýrlardý. Þöyle elleriyle kasketlerinin kenarýna
bir dokunur, --selam-- derlerdi sadece.
Ama, Nemeçek öyle mi ya? Zavallý Nemeçek bir subayla
karþýlaþýnca hemen esas duruþa geçmek, dimdik durup
sert bir selam vermek zorundaydý. Yanýndan kim geçse
azarlamadan edemezdi Nemeçek'i.
--Ne biçim duruþ bu? Topuk bitiþtir. Göðüs dýþarý,
karýn içeri! Hazrol!
Nemeçek, severek boyun eðerdi hepsine. Kayýtsýz
þartsýz boyun eðmek kimi çocuklarýn hoþuna gider. Ama
çocuklar çoðunlukla buyruk vermeyi sever. Eh iþte, böyledir
insanlar. Bunun içindir ki, Arsadaki çocuklarýn tümü
subayken, sadece Nemeçek acemi erdi içlerinde.
Öðleden sonra saat üç sýralarýnda Arsada kimsecikler
yoktu. Bekçi kulübesinin önüne serilmiþ çulun üzerine
uzanmýþ olan bekçi Yano, mýþýl mýþýl uyuyordu. Yano hep
gündüzleri uyur, geceleri odun istiflerinin arasýnda dolaþýr,
kalelerden birine týrmanýr, gökteki ay'ý seyre dalardý.
Buharlý býçký gýcýrdýyor, küçük kara baca bembeyaz dumanlar
püskürtüyor, parça tahtalar kocaman arabanýn içine
dökülüyordu.
Saat üçe birkaç dakika kala, Pal Sokaðýna bakan kapý
açýldý, Nemeçek içeri girdi. Cebinden bir parça ekmek çýkarýp
önce çevresine bir bakýndý. Daha kimsenin gelmediðini
görünce, ekmeðini rahat rahat yemeye baþladý. Ama daha
önce kapýyý dikkatle sürgülemeyi de unutmadý. Arsada uygulanan
yasalar gereðiydi bu. Hem de yasanýn en önemli
maddelerinden biri. Ýçeri girerse, ardýndan sürgülemek
zorundaydý kapýyý. Bu konuda hele bir dikkatsizliði görülsün,
cezasý kalede tutuklu kalmaktý. Çünkü Arsada tam
bir ordu disiplini uygulanýyordu.
Bir taþýn üzerine iliþen Nemeçek, bir yandan ekmeðini
yiyor, bir yandan da ötekilerin gelmesini bekliyordu.
Büyük olaylara gebe bir gündü. Havada bile büyük olaylarýn
kokusu vardý. Arsanýn üyelerinden biri olmaktan büyük
gurur duyuyordu Nemeçek. Pal Sokaðý çocuklarýnýn
ünlü birliðine üye olmak az þey miydi? Ekmeðini yedikten
sonra, can sýkýntýsýndan kurtulmak için, odun istiflerinin
arasýnda dolaþmaya baþladý. Ýstifler arasýndaki küçük yollardan
birinde, ansýzýn Yano'nun kara köpeði çýktý karþýsýna.
--Hektor! diye candan bir sesle seslendi köpeðe.
Ama Hektor, bu candan çaðrýya karþýlýk veremeyecek
kadar keyifsizdi. Þöyle kýsa yollu bir kuyruk sallamakla
yetindi. Bizler de, tam bir selam vermek yerine bazan þapkamýzýn
kenarýna dokunuruz. Ýþte, köpeklerde de kuyruk sallamak
ayný anlamdadýr. Hektor, bir yandan koþarken, bir
yandan da havlýyordu. Nemeçek ardýndan seðirtiverdi hemen.
Bir odun istifinin dibinde duran Hektor þimdi daha
öfkeli havlýyordu. Çocuklarýn, üstünü kuvvetlendirdikleri
bir odun istifiydi bu. En yukarýsýnda parça tahtalardan bir
göðüs siperi yapýlmýþtý. Ýnce bir sopanýn ucunda da kýrmýzý--yeþil
küçük bir bayrak dalgalanýyordu. Hektor odun istifine doðru
atýlýyor, aralýksýz havlýyordu.
Nemeçek, sýký fýký dostu olan Hektor'a,
--Nen var caným, ne oluyorsun? diye sordu. Bu sýký fýký
dostluðun nedeni Hektor'un kendisi gibi, ordunun rütbesizlerinden
olmasýydý belki.
Nemeçek baþýný kaldýrýp kaleye baktý. Kimsecikler
görünmüyordu. Ama birden, parça odunlarýn arasýnda bir
þeyin kýpýrdamakta olduðunu hissetti sanki. Kaleye týrmanmaya
baþladý. Yarý yola ulaþtýðýnda, yukarda birisinin,
odunlardan birini yerinden oynatmakta olduðunu
duydu. Küt küt atýyordu yüreði, geri dönse ne iyi olurdu
aslýnda. Ama aþaðýya bakýp Hektor'u görünce, yeniden yüreklendi.
--Korkma Nemeçek, dedi kendi kendine. Dikkatle týrmanmayý
sürdürdü. Her basamaðý arkada býraktýkça, kendini
yeniden yüreklendiriyor, durmadan tekrarlýyordu:
Sakýn korkma Nemeçek, korkma sakýn!..
Artýk tepeye ulaþmýþtý. Son bir kez daha: Korkma Nemeçek,
deyip, kalenin göðüs duvarýný aþmak üzere adýmýný
atýyordu ki, ayaðý havada asýlý kaldý korkudan, Aman
Tanrým!
Can havliyle apar topar aþaðý indi. Yüreði aðzýna gelmiþti.
Yukarýya, kaleye baktý. Orada, en yukarda, bayraðýn
yanýnda, sað ayaðýný kale duvarýna dayamýþ Ferenç
Atþ, dimdik duruyordu. Baþ düþmanlarý, amansýz Ferenç
Atþ! Botanik Bahçesi çocuklarýnýn önderi Ferenç Atþ!
Bol, kýrmýzý gömleði rüzgarda dalgalanýyordu. Dudaklarýnda
o alaycý gülümsemesiyle, hafif bir sesle zavallý Nemeçek'e
seslendi:
--Korkma Nemeçek!
Nerdee!.. Çoktan korku sarmýþtý Nemeçek'in içini. Nemeçek
tabanlarý yaðladý. Hektor da ardýndan. Odun yýðýnlarýnýn
arasýndan koþarak Arsaya döndüler. Ýlkyaz rüzgarý, Ferenç
Atþ'ýn alay eder gibi; Korkma Nemeçek! diye baðýrýþýný
arkalarýndan onlara ulaþtýrmaya çalýþýyordu sanki.
Nemeçek, Arsaya ulaþýp da dönüp arkasýna baktýðýnda, Ferenç
Atþ'ýn kýrmýzý gömleði odun yýðýný üzerinde görünmüyordu artýk.
Ama, kalenin burcundaki bayrak da yok olmuþtu. Çele'nin kýzkardeþinin
diktiði kýrmýzý--yeþil küçük bayraðý, Ferenç Atþ alýp gitmiþ
olmalýydý. Acaba odun yýðýnlarý mý saklýyordu Ferenç'i?
Yoksa hemen býçký atölyesinin yanýndaki Maria Sokaðýna
mý çýkmýþtý? Sakýn iki arkadaþýyla, þu Pastor Kardeþlerle
birlikte herhangi bir yere saklanmýþ olmasýndý.
Pastor Kardeþlerin de burada olabilecekleri düþüncesi
Nemeçek'in içini ürpetti. Pastor Kardeþlerle karþýlaþmanýn
ne demek olduðunu çok iyi biliyordu artýk. Ferenç
Atþ'ý bu kadar yakýndan ilk kez görmüþtü. Ondan korkmuþtu
korkmasýna, ama doðrusu hoþuna da gitmiþti. Geniþ
omuzlu, esmer bir oðlandý, kýrmýzý gömlek de pek yakýþmýþtý
ona. Öyle bir gömlekti ki, Ferenç'e savaþçý havasý
veriyordu. Botanik Bahçesi çocuklarý, önderlerine benzemek
için hep kýrmýzý gömlek giyerlerdi.
Tahta perdenin kapýsýna, düzenli aralýklarla dört kez
vuruldu. Nemeçek, rahat bir soluk aldý. Bu, Pal Sokaðý
çocuklarýnýn parolasýydý. Nemeçek, sürgülü kapýyý açtý.
Gelenler, Boka, Çele ve Gereb'di. Nemeçek, korkunç haberi
vermek için zor tutuyordu kendini. Ama, sýradan bir er
olarak, üsteðmenleri ile yüzbaþýsýna ne borçlu olduðunu
da unutmamýþtý. Onun için, hemen hazýr ol durumuna geçip
dimdik durarak selam verdi.
--Selam! Yeni bir haber var mý? diye sordu çocuklar.
Derin bir soluk alan Nemeçek, bütün olan biteni bir
çýrpýda sayýp dökebilse ne iyi olurdu.
--Korkunç? diye baðýrdý.
--Korkunç olan ne?
--Müthiþ bir þey. Ýnanmayacaksýnýz.
--Peki, ama ne?
--Ferenç Atþ buradaydý.
Çocuklar þaþakaldýlar. Yüzleri ciddileþmiþti.
--Olamaz, dedi Gereb.
Nemeçek elini kalbine götürdü.
--Vallaa!
--Yemin etme! diyen Boka, sözlerine aðýrlýk verebilmek
için komutu bastýrdý: Hazrol!
Nemeçek topuk vurdu. Boka yanýna yaklaþtý.
--Neler gördün? Tekmil ver bakayým.
--Yollar arasýnda dolaþýrken köpeðin havladýðýný duydum,
diye tekmil vermeye koyuldu Nemeçek. Köpeðin ardýndan
gidince, orta kalede bir takýrtý duydum. Kaleye týrmandým.
Ferenç Atþ, kýrmýzý gömleði sýrtýnda, oradaydý.
--Yukarda mý duruyordu yani? Kalede mi?
--Evet.
Ufaklýk sarýþýn oðlan, yemin etmek üzereydi. Elini
havalandýrmýþtý bile, ama Boka'mn sert bakýþýyla karþýlaþýnca,
kolunu indirip devam etti:
--Bayraðý da alýp gitti.
--Bayraðý mý?
--Evet.
Dördü birden ileri atýldýlar. Nemeçek en arkadaydý.
Hem rütbesiz olduðu için, hem de Ferenç Atþ hala odun yýðýnlarý
arasýndadýr diye düþündüðü için. Kale önüne varýnca
durdular. Gerçekten de, bayrak görünmüyordu. Direði
de yoktu. Herkes sinirliydi. Yalnýz Boka sakindi. Çele'den
yana döndü Boka.
--Kýzkardeþine söyle, bir bayrak daha diksin bize,
sabaha hazýr olsun.
--Baþüstüne, ama yeþil kumaþý kalmamýþ sanýrým.
Boka sakin bir sesle sordu:
--Beyaz kumaþý var mý?
--Var.
--Öyleyse kýrmýzý--beyaz bir bayrak diksin bize.
Bundan böyle bayraðýmýz kýrmýzý--beyaz olacak.
Ýþ çözülmüþ oluyordu böylece.
Gereb, Nemeçek'e seslendi:
--Er Nemeçek!
--Buyur!
--Yasamýzýn maddelerini deðiþtirirsin yarýn. Rengimiz
kýrmýzý--yeþil deðil, kýrmýzý--beyaz olacak artýk.
--Baþüstüne üsteðmenim.
Gereb, baþýndan savarcasýna dimdik duran sarýþýn oðlana
þöyle bir el salladý.
--Rahat!
Küçük sarýþýn, rahata geçti. Kaleye týrmanan çocuklar,
Ferenç Atþ'ýn bayrak direðini kýrmýþ olduðunu gördüler.
Direk, bir çiviyle çakýlmýþtý kale burcuna. Kýrýlan direkten
arta kalan küçük parça ise hala yerinde duruyordu.
--Haayt, hooo! Haaayt, hooo!
Pal Sokaðý çocuklarýnýn parolasýydý bu. Anlaþýlan ötekiler
de gelmiþ, onlarý arýyorlardý þimdi.
--Er Nemeçek! diye seslendi Çele.
--Buyur!
--Çocuklara karþýlýk ver!
--Baþüstüne teðmenim.
Nemeçek iki elini huni gibi yapýp, ince çocuk sesiyle
baðýrdý:
--Haaayt, hooo! Haaayt, hooo!
Sonra, kaleden inip Arsaya yöneldiler. Ötekiler de gelmiþti.
Çonakoþ, Vays, Kolnay ve bir iki kiþi daha. Boka'yý
görünce esas duruþa geçtiler. Eh Boka komutanlarýydý ya.
--Selam! diyerek selamladý Boka.
Kolnay, topluluktan ayrýldý.
--Biz geldiðimizde kapýyý sürgülü bulmadýðýmýzý arz
ederim. Yasamýz uyarýnca kapýnýn sürgülü olmasý gerekir.
Boka, adamlarýna sert sert baktý. Onlar da ayný biçimde
Nemeçek'e baktýlar. Nemeçek elini kalbine götürmüþ,
kapýyý açýk býrakmadýðý üzerine yemine hazýrlanmýþtý bile.
Boka, daha atik davranýp sordu:
--En son kim girdi içeri?
Sessizlik. Hiçbiri sonuncu olarak girmemiþti içeri.
Bir an hepsi suspus olup kaldýlar. Derken, Kolnay karþýlýk
verince, Nemeçek'in yüzü aydýnlandý.
--En son giren yüzbaþýmdý.
--Ben mi? diye sordu Boka.
--Evet, yüzbaþým.
Boka, þöyle bir düþündü.
--Haklýsýn, dedi. Gerçekten de kapýyý sürgülemeyi
ben unuttum. Adýmý kara deftere geçirin, üsteðmenim.
Bunu söylerken Gereb'den yana dönmüþtü. Gereb cebinden
kara kaplý küçük bir not defteri çýkardý, büyük
harflerle YOHAN BOKA diye yazdý deftere. Neden yazdýðýný
unutmamak için de --kapý-- diye not düþtü yanýna.
Çocuklarýn hoþuna gitti bu. Boka dürüsttü. Ýnsanýn
kendi kendini cezalandýrmasý, mertliðin zor rastlanýr
örneklerindendir. Latince dersinde bile rastlanmazdý böylesine,
hani mertliklerinden sýk sýk söz edilen Romalýlarýn
geçtiði Latince dersinde.
Ama, ne de olsa Boka da insandý. Onun da zayýf yanlarý
olacaktý elbette. Kendisini kara deftere yazdýrmýþtý, ama
bir süre sonra, kapýnýn açýk kaldýðýný bildirmiþ olan Kolnay'dan
yana döndü:
--Sen de zevzeklik etmesen çok iyi olacak! Yaptýðý
gammazlýktan ötürü Kolnay'ýn adýný da deftere yaz, üsteðmen.
Üsteðmen, korku salan o kara kaplý not defterini yeniden
ele alýp Kolnay'ýn adýný yazdý bu kez de. Nemeçek'e gelince,
o arkalarda bir yerde durmuþ, bu kez yazýlmaktan
nasýlsa kurtuldu diye sevinçten zýp zýp zýplayacaktý neredeyse.
Kara kaplý defterde Nemeçek'in adýndan baþka bir
ada kolay kolay rastlanmazdý. Her zaman ve her fýrsatta
onun adý geçirilirdi deftere. Her cumartesi oturum yapan
adalet divaný hep onu yargýlardý. Baþka çaresi de yoktu
çünkü. Rütbesiz tek er, Nemeçek'ti.
Biraz sonra büyük toplantýya sýra geldi. Birkaç dakika
içinde gerçek ortaya çýktý: Kýzýl Gömleklilerin önderi
Ferenç Atþ, Arsanýn ortasýna dek ilerlemeyi göze almýþ,
orta kaleye týrmanmýþ ve bayraðý alýp götürmüþtü. Herkes
öfke içindeydi. Heyecan uyandýran haberi hep yeni yeni
ayrýntýlarla dile getiren Nemeçek'in çevresine doluþtu bütün
çocuklar.
--Peki sana bir þey söyledi mi?
--Elbette söyledi.
--Ne dedi?
--Seslendi bana.
--Nasýl seslendi?
--Nasýl olacak? Korkmuyor musun Nemeçek! diye
baðýrdý.
Tam bu sýrada, esaslý bir yutkundu sarýþýn oðlan. Doðru
haber vermediðinin farkýndaydý çünkü. Öyle ya, aslýnda
gerçeðin tersini söylüyordu. Sanki çok yürekli davranmýþ
da, gösterdiði yürekliliðe Ferenç Atþ bile hayranlýk
duymuþ ve sormadan edememiþti: Korkmuyor musun Nemeçek?
--Peki korkmadýn mý gerçekten?
--Ne korkacaðým? Ben kaleye yaklaþýnca Ferenç
öbür yandan inip tabanlarý yaðladý iþte.
Gereb sözünü kesti Nemeçek'in:
--Doðru söylemiyorsun sen. Ferenç Atþ þimdiye dek
hiç kimseden kaçmamýþtýr.
Boka, þöyle bir baktý Gereb'e,
--Sen de çok güzel savunuyorsun onu, dedi.
Gereb, tatlý bir sesle,
--Ferenç Atþ'ýn Nemeçek'ten korkmasý pek akla yakýn
deðil demek istiyorum, diye kendini savunmaya çalýþtý.
Bütün çocuklar gülüþmeye baþladýlar. Gerçekten de
akla yakýn deðildi bu iþ. Nemeçek þöyle bir gerileyip omuz
silkti. Boka ortaya çýktý:
--Çocuklar, birþeyler yapmalýyýz. Bugün, nasýl olsa
seçim günümüz. Tam yetkili bir baþkan seçelim. Seçilen
baþkanýn buyruklarýna körü körüne uyulacaðýný þart koþalým.
Bu iþin sonunda savaþ çýkabilir. Gerçek bir savaþtaki
gibi, uzun süreli kararlar alabilecek biri gerekli. Er Nemeçek,
ileri çýk! Burada kaç kiþi varsa o kadar oy pusulasý
kes. Herkes, baþkan olmasýný istediði kiþinin adýný pusulaya
yazsýn. Pusulalarý bir kasketin içine atarýz, en çok oy
toplayan, baþkan olur.
--Yaþþaa! diye baðýrdýlar hep bir aðýzdan. Ýki parmaðýný
aðzýna sokan Çonakoþ, harman makinesinin düdüðünü
andýran tiz bir ýslýk çaldý. Not defterlerinden yapraklar
koparýldý. Vays kurþunkalemini çýkardý. Pusulalarý toplamak
onuru, hangi kaskete tanýnacak diye kavgaya tutuþanlar
bile oldu. Dalaþmaya meraklý Kolnay ile Barabas,
az kalsýn birbirlerine giriyorlardý.
--Barabas'ýn kasketi yaðlýdýr, onun için uygun olmaz,
diyordu Kolnay.
Buna karþýlýk Barabas da, Kolnay'ýn kasketinin daha
yaðlý olduðunu ileri sürüyordu. Hemen, yað miktarý konusunda
denemeye giriþildi. Bir çakýyla iki kasketin de deri
astarýný kazýdýlar. Bir sonuca varýlmadan, Çele, kendi küçük,
kara kasketini genel çýkar adýna ortaya koydu. Þapka
dendi mi, Çele'nin þapkasýnýn üstüne yoktu.
Nemeçek pusula daðýtýmýna giriþeceði yerde, dikkatlerin
kendi üzerine çevrilmesinden yararlanarak, pusulalarý
kirli elinde sýký sýký tutup ileri çýktý. Esas duruþa geçip
titrek bir sesle konuþmaya baþladý:
--Burada, rütbesiz kalan tek görevli benim. Yüzbaþým,
haksýzlýk olmuyor mu bu? Birliðimiz kurulduðundan
bu yana herkes subaylýða yükseldi. Bir ben böyle acemi er
kaldým, önüne gelen bana buyuruyor... Her iþ benden bekleniyor...
sonra...
Sözün burasýnda gözyaþlarýný tutamayýp aðlamaya
baþladý.
Çele, yukarýdan alan bir tavýrla,
--Birlikten çýkaralým bunu, dedi. Aðlýyor.
Arkadan bir ses yükseldi:
--Zýrlýyor.
Hep birden gülmeye baþladýlar. Tabii, Nemeçek daha
da fenalaþýyordu. Çok üzgün olduðu için kapýp koyverdi
gözyaþlarýný. Ýçini çekerek kekeliyordu:
--Hele... hele... kara kaplý... deftere... bakýn da görün...
hep... hep ben yazýlýrým o... o deftere... kö... köpekten...
farkým yok...
Boka, sakin bir sesle,
--Þu aðlamayý hemen kesmezsen bizimle gelemezsin,
bilmiþ ol, dedi. Bebelerle iþimiz yok bizim.
Nemeçek'in bebeðe benzetilmesi etkisini gösterdi.
Korkudan ödü patlayan ufaklýk sarý oðlan, aðlamayý kesti
hemen. Yüzbaþý, elini Nemeçek'in omzuna koydu:
--Sýký çalýþýrsan, sicilin de iyi olursa, belki mayýsa subay
olursun. Þimdilik er kalacaksýn.
Bu konuda görüþ birliðine varýlmýþ oluyordu böylece.
Çünkü, Nemeçek hemen bugünden subaylýða yükseltilse,
iþin þakasý kalmayacaktý. Kime buyruk vereceklerdi o zaman?
Tam bu sýrada, Gereb'in tiz sesi yükseldi:
--Er Nemeçek, þu kalemi bir yont bakalým!
Vays'ýn Nemeçek'e uzattýðý kurþunkalemin ucu, cepteki
milelerden ötürü kýrýlmýþtý. Kalemi alan er, gözleri ýslak,
yüzü aðlamaklý, dimdik durup yontmaya koyuldu.
Kurþunkalemi, içini çeke çeke yonttu, yonttu... Hýncýný
kalemden alýyordu. Ýçini dolduran keder biraz daha hafifledi.
--Kalemi... yonttum, üsteðmenim.
Kalemi verip, derin derin içini çekti. Bu derinden gelen
iç çekiþlere bakýlýrsa, er Nemeçek þimdilik subaylýða
yükselmekten vazgeçmiþ görünüyordu.
Pusulalar daðýtýldý. Herkes bir kenara çekildi. Çünkü,
büyük ve önemli bir olaydý bu. Sonra, pusulalarý toplayan
Nemeçek, hepsini birden Çele'nin þapkasýna attý. Nemeçek
þapkayý dolaþtýra dursun, Barabas da Kolnay'ý dürtüyordu
bir yandan.
--Bu da yaðlý ha!
Kolnay, þapkanýn içine bir göz attý. Gerçekten, hiç de
utanacak halde deðillerdi: Çele'nin þapkasý bile böylesine
yaðlý olduktan sonra...
Boka, toplanan pusulalarý okuyor, okuduklarýný yanýnda
duran Gereb'e teslim ediyordu. Tam on dört pusula
vardý. Sýrayla okuyordu:
--Yohan Boka, Yohan Boka, Yohan Boka, Dezider Gereb!
Çocuklar bakýþtýlar. Bu sonuncusunun Boka'nýn oy
pusulasý olduðu kesindi. Boka, incelik gösterip kendi oyunu
Gereb'e vermiþti. Birkaç tane Gereb daha. Böylece
on bir oy Boka'ya, üç oy da Gereb'e çýktý. Gereb, tedirgin
bir halde güldü. Ýlk kez, açýktan açýða Boka'nýn karþýsýnda
yer almýþ oluyordu. Þu üç oy da hoþuna gitmiþti doðrusu.
Gelgelelim, üç oydan ikisi Boka'yý biraz incitmiþti. Onu
istemeyen iki kiþi kim olabilir acaba, diye düþündü bir an,
ama üzerinde durmadý.
--Beni baþkanlýða seçtiniz demek?
Yaþasýn! sesleri yükselirken, Çonakoþ da ýslýðý bastýrdý.
Nemeçek'in gözleri hala yaþlýydý, ama o da: Yaþa! diye
baðýrmaktan geri kalmadý. Hem de büyük bir heyecanla!
Boka'yý çok severdi çünkü.
Baþkan bir el etti þöyle. Konuþacaktý:
--Saðolun çocuklar, dedi. Hemen iþe baþlayalým. Hepimiz
biliyoruz artýk. Þu kýzýl gömleklilerin niyeti kötü, arsamýzý
almak istiyorlar bizden. Dün, Pastor Kardeþler bizimkilerin
milelerini çalmýþlar, bugün de Ferenç Atþ buralara
kadar sokulmuþ, bayraðýmýzý alýp gitmiþ. Er ya da
geç, bizi atmaya giriþecekler buradan. Ama biz, topraklarýmýzý
sonuna kadar savunacaðýz.
Çonakoþ kükremekte gecikmedi:
--Yaþasýn arsamýz!
Kasketler havaya fýrlatýldý. Herkes heyecanlanmýþ,
olanca gücüyle haykýrýyordu:
--Yaþasýn arsamýz!
Güzelim bahar güneþi altýndaki arsa ile odun yýðýnlarýný
bakýþlarýyla okþuyorlardý sanki. Þu bir karýþ toprak
parçasýna duyduklarý sevgi gözlerinde ýþýyordu. Sýra savaþmaya
gelince, bütün güçleriyle savaþmaya hazýrlardý. Arsaya
duyduklarý sevginin yurt sevgisinden farký yoktu. Yaþasýn
Arsamýz! yerine, Yaþasýn yurdumuz! diye haykýrmýþ da
olabilirlerdi.
Boka, sözünü sürdürdü:
--Ama onlar buraya gelmeden, biz onlara, Botanik
Bahçesine gideceðiz.
Baþka bir gün olsa, çocuklar böyle yiðitçe tasarý karþýsýnda
belki de korkuya kapýlýrlardý. Ama, þu coþkulu anýn
heyecanýyla hep bir aðýzdan haykýrdýlar:
--Gideriz!
Herkes gideriz diye kükreyince, Nemeçek de onlara
katýlmakta gecikmedi:
--Gideriz!
Hoþ, sýra gitmeye geldi mi, nasýl olsa Nemeçek arkalarýndan
seðirtecek, subay ceketlerini taþýyacaktý.
Odun yýðýnlarýnýn arasýndan, þarabý fazla kaçýrdýðý anlaþýlan
birisinin kýsýk sesi yükseldi:
--Gideriz!
Çocuklar þöyle bir baktýlar. Ne görsünler? Bekçi Yano,
aðzýnda piposu, sýrýtýyor. Hemen yanýbaþýnda da Hektor.
Çocuklar kahkahayý bastýlar. Bekçi Yano da onlarýn
yaptýðýný yapmakta gecikmedi. Þapkasýný havaya fýrlatýp
kükredi:
--Gideriz be!
Resmi iþler böylece sona ermiþ oluyordu. Þimdi sýra
gelmiþti top oynamaya. Ýçlerinden biri baðýrdý:
--Er Nemeçek, depoya gidip raketlerle topu getir bakalým!
Nemeçek, depoya koþtu. Odun yýðýnlarýnýn altýný depo
diye kullanýyorlardý. Odun yýðýnlarýndan birinin altýna
dalan Nemeçek, topla raketleri çýkardý.
Odun yýðýnýnýn bir yanýnda Yano, onun yanýnda da
Barabas ile Kolnay duruyordu. Barabas, Bekçi Yano'nun
þapkasýný eline almýþ, Kolnay'a uzatmýþtý. Kolnay da yað
denemesi yapýyordu þapka üzerinde. Bekçi Yano'nun þapkasý
bütün rekorlarý kýrmýþtý doðrusu.
Boka, Gereb'e yaklaþtý.
--Üç oy da sen aldýn, dedi.
--Evet, diye karþýlýk verdi Gereb gururla. Ve Boka'nýn
gözlerine dik dik baktý.
:::::::::::::::::
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Öbür gün ikindi vakti, stenografi dersinden sonra, savaþ
planý hazýrdý. Ders, saat beþte bitmiþ, sokak lambalarý
yanmýþtý. Okuldan çýkarlarken þöyle konuþtu Boka:
--Saldýraya geçmeden önce, bizim de onlar kadar yürekli
olduðumuzu göstermemiz gerek. En yiðit iki adamýmý
alýp Botanik Bahçesine gideceðim. Onlarýn adasýna kadar
sokulup þu kaðýdý bir aðaca çivileyeceðiz.
Cebinden çýkardýðý kýrmýzý bir kaðýtta kocaman harflerle
þunlar yazýlýydý:
PAL SOKAÐI ÇOCUKLARI BURADAYDILAR.
Hepsi de kaðýda saygý ve gururla baktýlar. Çonakoþ
stenografi derslerine girmiyordu, ama içindeki merak onu
da sürüklemiþti buraya.
--Þu kaðýda birkaç da aðýr söz yazsak iyi olurdu bence, dedi.
Boka, baþýný salladý:
--Doðru olmaz. Bayraðýmýzý çalan Ferenç Atþ'ýn yaptýðýný
da yapmayacaðýz. Biz, onlara kendilerinden korkumuz
olmadýðýný göstereceðiz. Bir de, toplantýlarýný yaptýklarý,
silahlarýný sakladýklarý bölgeye girebileceðimizi kanýtlayacaðýz.
Bu kýrmýzý kaðýt bizim kartvizitimiz yerine geçecek.
Onlara kartvizitimizi býrakýp döneceðiz.
Çele söze karýþtý:
--Duyduðuma göre her akþam bu saatlerde adada
toplanýp, hýrsýz--polis oyunu oynuyorlarmýþ.
--Zararý yok. Aslýnda, Ferenç Atþ da bizim arsada bulunacaðýmýz
saatte geldi, bilerek geldi yani. Ýçinizde korkanlar varsa benimle
gelmesin.
Ama, kimsenin korktuðu falan yoktu. Hatta Nemeçek
bile yiðitleþmiþti bu konuda. Belliydi halinden. Subay
olabilmek için göze girmek istiyordu.
Þöyle bir tafralanarak ileri çýktý.
--Ben de seninle geliyorum.
Okul yolunda esas duruþa geçmesi gerekmiyordu.
Ama, Arsada olsalar baþkaydý, orada disiplin aranýrdý.
Burada hepsi eþitti.
Çonakoþ da çýktý ileri.
--Ben de geliyorum.
--Islýk çalmayacaðýna söz ver öyleyse.
--Söz veriyorum. Yalnýz... Yalnýz son bir kez çalmama
izin verin.
--Öyle olsun, hadi çal bakalým.
Ve Çonakoþ ýslýðý bastý. Hem öylesine yüksek sesle ve
coþkuyla çaldý ki, sokaktan gelip geçenler dönüp bakmaktan
kendilerini alamadýlar.
--Oh, dedi Çonakoþ, içimdeki bütün ýslýðý boþalttým
doðrusu.
--Sen de geliyor musun?
Boka, Çele'ye döndü:
--Hayýr, dedi Çele, gelemem, saat altýda evde olmam
gerekiyor. Dersin kaçta bittiðini biliyor annem. Bugün geç
kalýrsam, bir daha hiçbir yere býrakmaz beni.
Bunu düþünmek bile ürkütüyordu Çele'yi. O zaman
her þeyin sonu geldi demekti. Arsanýn da, üsteðmenliðin
de sonu geldi demekti.
--Eh, sen kal öyleyse. Ben Çonakoþ ile Nemeçek'i alýrým
yanýma. Yarýn sabah okulda öðrenirsiniz olup bitenleri.
El sýkýþtýlar. Boka'nýn aklýna bir þey gelmiþti:
--Baksanýza çocuklar... Gereb derste yoktu bugün deðil mi?
--Yoktu.
--Hasta falan olmasýn?
--Bilmem ki. Öðleyin birlikte gittik eve. Görünürde
hiçbir þeyi yoktu.
Gereb'in tutumu, Boka'nýn hoþuna gitmemiþti. Kuþku
uyandýran bir hali vardý Gereb'in. Dün ayrýlýrlarken de
çok garip ve anlamlý bakmýþtý yüzüne. Boka, bu toplulukta
kaldýkça, kendisinin bir baltaya sap olmayacaðýný düþünüyordu
belki de. Boka'yý kýskanýyordu herhalde. Gereb
kendisini daha atýlgan ve gözüpek buluyor, Boka'nýn sakin,
akýllý uslu halini beðenmiyordu. Kendisini, ondan üstün
gördüðü ortadaydý.
--Eh, ne yaparsýn... diye söylenen Boka, iki çocukla
birlikte yola koyuldu. Çonakoþ yanýbaþýnda ciddi ciddi
yürüyordu.
Nemeçek neþeliydi, mutluluk içindeydi. Sevinçten kabýna
sýðmadýðý için sonunda Boka'dan azar bile iþitti.
--Kendine gel Nemeçek! Sirke mi gidiyoruz sanýyorsun.
Çok tehlikeli bir iþe giriþiyoruz. Pastor Kardeþleri bir
düþünsene!
Pastor Kardeþlerin sözü edilince küçük sarýþýnda þafak
attý. Aslýnda Ferenç Atþ da dehþet saçan bir gençti,
hatta liseden kovulduðu bile söyleniyordu. Gücü kuvveti
yerindeydi. Müthiþ de gözüpekti. Ama Nemeçek'in gözünde
yine de candan ve dost bir yaný vardý. Oysa, Pastor Kardeþler
öyle miydi? Onlar hep baþlarý önlerinde gelirler, karanlýk
ve iðneleyen bir bakýþla bakarlardý. Esmer, güneþ
yanýðý olan bu iki kardeþin yüzlerinin güldüðünü gören olmamýþtý.
Pastor Kardeþlerden korkulurdu. Bu bir gerçekti.
Üç çocuk, hýzlý adýmlarla Ülbi Caddesi boyunca yürüdüler.
Akþam erken oluyordu. Ortalýk kararmaya yüz tutmuþtu.
Caddedeki sokak lambalarý yanmýþtý bile. Böyle alýþýlmamýþ
bir saatte dýþarda olmak, çocuklarý heyecanlandýrýyordu.
Aslýnda, öðle yemeðinden sonra oynarlar, bu saatlerde
çoktan evlerinde, kitaplarýnýn baþýnda olurlardý. Sessiz
sedasýz, yan yana yürüyorlardý. On, on beþ dakika sonra
Botanik Bahçesine ulaþmýþlardý artýk. Duvarýn ardýndaki
kocaman aðaçlarýn dallarý onlarý korkutmak istercesine
uzanmýþtý. Rüzgar, körpe yapraklar arasýnda ýslýk çalýyordu.
Derinlerden garipsi hýþýrtýlar geliyordu. Esrarlý bir þekilde
kapalý duran büyük kapýsýyla o kocaman bahçe karþýlarýndaydý
iþte. Yürekleri ha durdu ha duracaktý. Nemeçek kapýyý çalmak
istedi.
--Aklýný mý kaçýrdýn sen! Býrak kapýyý çalmayý! dedi
Boka. Geldiðimizi hemen anlarlar, üzerimize gelirler sonra...
Hem nasýl olsa kapýyý da açan olmaz bu saatte.
--Peki nasýl gireriz içeri?
Boka, duvarý gözden geçirdi.
--Duvardan mý atlayacaðýz?
--Evet.
--Böyle buradan. Ulbi Caddesinden mi?
--Hayýr. Bahçeyi dolaþýrýz. Arkadaki duvar çok daha
alçak.
Taþtan duvarýn az ötede tahta perdeye dönüþtüðü karanlýk,
küçük bir sokaða saptýlar. Tahta perde boyunca yürüyüp
týrmanmak için uygun bir yer aradýlar. Sokaktaki
lamba ýþýðýnýn pek etkili olmadýðý bir yerde durdular.
Tahta perdenin hemen ardýnda büyük bir akasya aðacý vardý.
--Buradan týrmanýrsak, akasyanýn yardýmýyla aþaðý
inebiliriz, dedi Boka. Hem aðacýn üstüne çýkýp dört bir
yaný gözden geçirebiliriz. Bakalým yakýndalar mý?
Öbür ikisi de bu görüþe katýlýverdi. Çonakoþ eðilip
eliyle tahta perdeye yaslandý. Çonakoþ'un omuzlarýna çýkan
Boka, bahçeye bir gözattý. Bahçede derin bir sessizlik
vardý. Kýpýrtý bile yoktu. Yakýnda hiç kimsenin bulunmadýðýna
aklý yatan Boka, el etti.
Nemeçek, Çonakoþ'a fýsýldadý:
--Kaldýr onu yukarý.
Çonakoþ, Boka'yý kaldýrdý. Baþkan tahta perdeye týrmanýrken
çürümeye yüz tutmuþ tahtalar, ayaklarýnýn altýnda çatýrdamaya
baþladý.
--Atla, diye fýsýldadý Çonakoþ.
Bir iki çatýrtý daha duyuldu. Az sonra da Boka'nýn boðuk
bir sesle yere düþtüðü duyuldu. Onun ardýndan Nemeçek
týrmandý. Ýkisini izleyen Çonakoþ da akasyaya çýkýverdi
hemen. Köy çocuðu olduðu için týrmanmak ona vergiydi.
Öbür ikisi aþaðýdan sordular:
--Bir þey görüyor musun?
Aðacýn tepesinden boðuk bir ses karþýlýk verdi:
--Çok þey göremiyorum, ortalýk karanlýk.
--Adayý görüyor musun?
--Evet.
--Kimse var mý orada?
Dallarýn arasýndan dikkatle saða sola eðilen Çonakoþ,
çevreyi iyice gözden geçirdi.
--Aðaçlar kapadýðý için Adada görünen bir þey yok...
Ama köprüde...
Sonra sustu, bir dal daha yukarý týrmandý.
--Þimdi çok iyi görüyorum. Köprüde iki kiþi var.
--Öyleyse oradalar, dedi Boka hafif bir sesle. Köprüdekiler
nöbetçilerdir.
Sonra dallar çatýrdadý. Çonakoþ aðaçtan indi. Üçü,
baþ baþa verip, ne yapacaklarýný düþündüler. Görülmemek
için bir fundanýn ardýna gizlenip, fýsýldaþmaya baþladýlar.
--En iyisi, fundalar arasýndan kale yýkýntýsýna yaklaþmak,
dedi Boka. Tepenin saðýnda bir yýkýntý vardýr, bilirsiniz.
Orayý tanýdýklarýni belirtmek için öbür ikisi baþlarýný
salladýlar.
--Ýyi saklanýrsak, fundalarýn arasýndan yýkýntýya kadar
gidebiliriz. Ýçimizden biri tepeye týrmanýp gözcülük
eder. Kimse yoksa, tepeden aþaðý sürünürüz. Tepe, göle
çok yakýndýr. Göl kýyýsýndaki sazlarýn arasýna gizleniriz.
Sonra ne yapacaðýmýzý orada kararlaþtýrýrýz.
Ýki pýrýl pýrýl göz Boka'ya dikilmiþti. Boka'nýn her sözünü
Nemeçek ile Çonakoþ, kutsal kitaptan çýkmýþ bir söz gibi
benimserlerdi.
--Anlaþtýk mý? diye sordu Boka.
--Evet, diye karþýlýk verdiler.
--Öyleyse ileri! Arkamdan gelin. Buralarý iyi tanýrým.
Bunu söyledikten sonra, alçak fundalarýn arasýndan
emeklemeye baþladý. Öbür ikisi daha yeni çömelmiþlerdi
ki, uzaktan keskin ve uzun bir ýslýk sesi geldi.
--Bizi gördüler, diyen Nemeçek sýçrayýp yerinden
kalktý.
--Yat aþaðý, yere yat! diye komut verdi Boka. Üçü birden
otlarýn arasýna uzandýlar. Soluklarýný kesip, ne olacak
bakalým diye beklediler... Gerçekten görülmüþler miydi
acaba?
Ama gelen olmadý. Aðaçlarýn arasýnda rüzgar hýþýrdýyordu,
o kadar.
--Bir þey yok caným, diye fýsýldadý Boka.
Tam bu sýrada, hava bir ýslýk sesiyle yeniden yýrtýldý.
Yine beklediler, ama gelen olmadý. Bir fundanýn dibinde
duran Nemeçek, titreyerek konuþtu:
--Aðaçtan gözetlemek gerekirdi.
--Haklýsýn. Aðaca çýk Çonakoþ!
Çonakoþ kedi gibi týrmanmýþtý bile akasyaya.
--Ne görüyorsun?
--Köprüde kýmýldayan birileri var... Dört kiþi oldular
þimdi... Ýkisi Adaya geri döndü.
--Öyleyse her þey yolunda, dedi Boka. Aþaðý in. Islýk
sesi, köprüdeki nöbetçilerin deðiþtirilmesiyle ilgili.
Çonakoþ aðaçtan indi. Üçü birden tepeye doðru týrmanmaya
baþladýlar. Büyük, esrarlý Botanik Bahçesinin
üzerinde derin bir sessizlik vardý. Ortalýk kararmaya baþlayýp
da çan sesi duyuldu mu, bahçedeki bütün ziyaretçiler
çekip gider, yabancý kimse kalmaz. Geri kalanlar, sadece
kötülük düþünenlerle, þu sýrada yan yana yerde sürünen
ve savaþmayý amaçlayan bizim üç kafadar gibileridir.
Aralarýnda tek sözcük bile geçmiyordu. Böylesine önem
vermekteydiler giriþtikleri iþe. Doðrusunu söylemek gerekirse,
biraz korkuyorlardý da. Eh, Kýrmýzý Gömleklilerin
iyi silahlanmýþ kalesine sýzmak yürek isterdi doðrusu, yürek!
Kale, küçük gölün ortasýndaki Adadaydý ve iki yakayý
birbirine baðlayan tek tahta köprüyü de nöbetçiler tutmuþtu.
Nöbet tutanlar belki de Pastor Kardeþlerdir, diye
düþündü Nemeçek. Aralarýnda cicialiler de bulunan o güzelim
renkli mileler aklýna takýldý. Bütün mileleri kazandýðý
sýrada yükselen o uðursuz el koydum sözünü þimdi de
duyar gibi oluyor, çileden çýkýyordu.
--Ahh! diye baðýrdý Nemeçek.
Öbür ikisi korkudan donakaldýlar.
--Ne var yahu?
Nemeçek, diz çökmüþ, parmaðýný yalýyordu.
--Nen var?
Parmaðýný aðzýndan çýkarmadan karþýlýk verdi Nemeçek:
--Isýrganlarýn içine daldým galiba. Elimi daladýlar.
--Em parmaðýný oðlum, em! dedi Çonakoþ. Kendisi
akýllý davranýp, eline bir mendil sardý.
Böyle emekleyip sürünerek, çok geçmeden tepeye
ulaþtýlar. Tepenin bir yamacýna küçük, yapmacýk bir kale
kalýntýsý oturtulmuþtu. Hani zengin bahçelerinde eski kalelerin
eþlerini yaparlar ya, iþte týpký öyle. Kocaman taþlarýn
aralarýna da yosun doldurulmuþtu.
--Kale burasý iþte, dedi Boka. Dikkatli olmalýyýz. Kýzýl
Gömlekliler sýk sýk gelirler buraya.
--Bu kale de neyin nesi yahu? diye sordu Çonakoþ.
Botanik Bahçesinde kaleler de olduðunu söyleyen olmadý
bize okulda.
--Sadece yýkýntý iþte. Yýkýntý olarak yapýlmýþ aslýnda.
Nemeçek'i bir gülme tuttu.
--Peki, ama kaleyi kale olarak yapmak yok mu? Yüz
yýla kalmaz nasýl olsa...
--Senin keyfin yerinde anlaþýlan, diyerek azarladý Boka,
Nemeçek'i. Hele biraz bekle, Pastor Kardeþler birazdan
görünür, sende de þafak atar.
Nemeçek'in suratý asýlýverdi hemen. Ýþte böyleydi bu
sarý oðlan. Tehlikeyi hep unuturdu. Ýlle de birileri
hatýrlatacaktý ona tehlikeyi.
Artýk, mürver fidanlarýnýn arasýndan tepeye doðru týrmanmaya
baþlamýþlardý. Çonakoþ en öndeydi. Bir aralýk,
olduðu yerde kaldý. Arkasýna döndü, elini kaldýrdý:
--Dolaþan biri var burada, dedi ürkek bir sesle.
Küçük bedenlerini örten yüksek otlarýn arasýna uzandýlar.
Yalnýz gözleri parlýyordu karanlýkta. Kulak kesilmiþlerdi.
--Çonakoþ, kulaðýný yere daya, diye buyurdu Boka, fýsýldayarak.
Kýzýlderililer hep böyle dinlerler. Yaklaþan biri
varsa çok iyi duyulur böyle.
Çonakoþ, uzanýp, ot bitmemiþ bir yere dayadý kulaðýný.
Ve birden, irkilerek doðruldu:
--Geliyorlar, diye fýsýldadý korkuyla.
Artýk, Kýzýlderili yöntemine baþvurmadan da, birinin
fundalarý hýþýrdattýðý duyuluyordu. Kimdi bu esrarlý yaratýk
acaba? Ýnsan mý, yoksa hayvan mýydý? Her ne olursa olsun,
üzerlerine doðru geliyordu iþte. Korkudan kafalarýný
bile otlarýn arasýna gömmüþlerdi. Nemeçek'in, iniltiyi
andýran incecik sesi duyuldu:
--Ben eve gideceðim.
Çonakoþ hala elden býrakmýyordu þakayý. Kýsýk bir sesle,
--Yapýþ yere yavrum yapýþ, toprak anaya sýðýn!
Ne var ki, Nemeçek'in hala yürekli olmaya niyeti yoktu.
Boka, baþýný otlarýn arasýndan kaldýrýp sertçe bir çýkýþtý
Nemeçek'e:
--Er Nemeçek, sana söylüyorum, otlarýn arasýna sin
çabuk!
Buyruk buyruktur. Nemeçek, otlarýn arasýna sindi.
Esrarlý kiþi otlarý hala hýþýrdatýyordu, ama anlaþýlan yönünü
deðiþtirmiþti, üzerlerine gelmiyordu. Boka, yattýðý yerden
doðrulup baktý. Bir karaltý gördü. Karaltý tepeden aþaðý
iniyor, bir yandan da elindeki sopayla otlarý karýþtýrýyordu.
--Gitti, dedi Boka. Bekçiydi herhalde.
--Kýzýl Gömleklilerin nöbetçisi mi yoksa?
--Hayýr, Botanik Bahçesinin bekçisi.
Rahat bir soluk aldýlar. Yetiþkinlerden korkularý yoktu.
Müze bahçesindeki burnu et benli yaþlý harp malulüne mi
kalmýþtý onlarla baþa çýkmak? Yollarýna devam ettiler.
Bekçi, birdenbire duruverdi olduðu yerde. Bir ses duymuþtu
herhalde.
Nemeçek kekeledi:
--Farkýmýza vardý galiba.
Ýki çocuk, Boka'ya bakýp buyruðunu beklediler.
--Yýkýntýdan içeri! diye komut verdi Boka.
Üçü birden, uzun zamandýr zar--zor týrmandýklarý tepeden
aþaðý indiler. Yýkýntýnýn küçük, sivri kemerli pencereleri
vardý. Ýlk pencerenin demir parmaklýklý olduðunu
fark edince korktular. Ýkinci pencereye süründüler. Ne yazýk
ki, o da parmaklýklýydý. Neden sonra taþlar arasýnda
bir yarýk bulabildiler. Buradan içeri sýzabildiler. Karanlýk
bir girintinin içine saklandýlar. Soluklarýný tuttular. Bekçinin
gölgesi pencerelerin önünden geçti. Bekçinin, Ülbi
Caddesine bakan bahçe bölümüne doðru uzaklaþýp gittiðini
gördüler. Bekçi orada oturuyordu çünkü.
--Þükürler olsun, diye mýrýldandý Çonakoþ, þükürler
olsun, bu vartayý da atlattýk yavrum.
Karanlýk girinti içinde durup þöyle bir bakýndýlar. Hava
nemli ve aðýrdý. Týpký gerçek bir kalenin bodrumlarýndaki
gibi. Elleri ayaklarý ile dört bir yanlarým yokladýlar.
Boka duruverdi birdenbire. Ayaðý bir þeye takýlmýþtý. Eðilip
yerden bir þey kaldýrdý. Öbür ikisi yanýna yaklaþtýlar.
Akþamýn solgun ýþýðý altýnda, yerden kaldýrýlan bu þeyin
bir tomahavk olduðunu gördüler. Kýzýlderililerin savaþýrken
kullandýklarý küçük baltalarý vardýr ya, iþte onlardan
bir tanesi. Bu Kýzýlderili baltasý, aðaçtan oyulmuþ, gümüþ
yaldýzlý kaðýtla kaplanmýþtý. Karanlýkta ürkütüyordu insaný.
--Bu balta onlarýn, dedi Nemeçek, soluk soluða.
--Doðru, dedi Boka. Bir tane bulduðumuza göre daha
baþkalarý da olmalý.
Ortalýðý araþtýrmaya koyuldular. Bir köþeden yedi balta
daha çýktý. Kýzýl Gömlekliler sekiz kiþiydiler anlaþýlan.
Sekiz kiþilik bir çete. Burasý da gizli silah depolarýydý.
Çonakoþ baltalarý savaþ ganimeti olarak almak düþüncesindeydi.
Ýlk bu geldi aklýna.
--Olmaz, dedi Boka. Baltalarý almamýz doðru olmaz.
Adi bir hýrsýzlýk olur bu!
Çonakoþ utandý.
--Ne o yavrum, dedi Nemeçek küstahça. Sesin soluðun
çýkmýyor, dilini mi yuttun yoksa?
Ama, Boka böðründen þöyle bir dürtünce, Nemeçek
suspus oldu.
--Vakit kaybetmeyelim. Doðru tepeye týrmanalým yine.
Kimseler yokken Adaya çýkmak istemiyorum.
Bu yiðit karar, serüvene yeni bir hava getirdi hemen.
Geldikleri anlaþýlsýn diye, baltalarý saða sola atýp daðýttýlar.
Sonra, yarýktan dýþarý çýkýp, eskisinden daha yürekli,
tepeye týrmanmaya baþladýlar. Yukardan bakýldý mý uzaklar
bile görünüyordu. Yan yana durup dört bir yaný gözden
geçirdiler. Boka cebinden küçük bir paket çýkardý. Paketin
sarýlý olduðu gazete kaðýdýný açýnca, sedefli küçük
bir dürbün çýkýverdi ortaya.
--Çele'nin ablasýnýn operada kullandýðý dürbün, diyen
Boka, dürbünü gözlerine götürdü.
Aslýnda, Ada çýplak gözle de görülebiliyordu ya neyse.
Su bitkileriyle dolu ve kýyýlarý sazlarla kaplý olan küçük
göl pýrýl pýrýldý. Adanýn aðaçlarýyla fundalarý arasýnda nokta
gibi bir ýþýk parýldýyordu. Bu görünüm karþýsýnda ciddileþtiler
hemen.
Çonakoþ, kýsýk bir sesle,
--Oradalar, dedi.
Nemeçek de fenerden hoþlanmýþtý.
--Bir de fenerleri var, dedi.
Nokta halindeki ýþýk, Adada bir o yana bir bu yana gidip
geliyordu. Bir bakýyorsun fundalardan birinin ardýnda
yok oluyor, bir bakýyorsun kýyýda yeniden ortaya çýkýyordu.
Biri feneri öteye beriye taþýyordu herhalde.
Boka, dürbünü bir an bile ayýrmamýþtý gözlerinden.
--Bana kalýrsa, bir hazýrlýklarý var, dedi. Ya da akþam
eðitimindeler. Belki de...
Birden susuverdi Boka.
--Eee? diye sordu öbür ikisi merakla.
--Allah Allah, dedi Boka. Feneri taþýyan çocuk...
--Kimmiþ?
--Tanýdýðým biri gibi geldi bana. Sakýn...
Daha iyi görebilmek için yüksekçe bir yere çýktý.
Ama, o arada fener ýþýðý da bir çalýlýðýn ardýnda yok
olmuþtu. Boka dürbünü indirdi.
--Yok oldu, dedi, hafif bir sesle.
--Kimdi peki?
--Onu söyleyemem. Çok iyi göremedim, daha iyi göreceðim
sýrada yok oldu ortadan. Güvenli olmadýkça hiç
kimseyi suçlamak istemem.
--Yoksa bizimkilerden biri mi?
--Korkarým öyle, dedi Baþkan üzüntüyle.
--Ama buna adýyla sanýyla ihanet derler! diye baðýrdý
Çonakoþ. Ses çýkarmamak gerektiðini unutmuþtu.
--Kes sesini! Oraya varýnca anlarýz nasýl olsa. O zamana
kadar sabýrlý olman gerek.
Þimdi bir de merak sürüklüyordu onlarý. Fenerli karaltýyý
kime benzettiðini söylemek istemiyordu Boka. Kendi
kendilerine falanca ya da filancadýr diye görüþler öne
sürüyorlardý, ama elde yeterli kanýt yoktu. Hiç kimse kanýtsýz
suçlanamayacaðý için, Boka bu konuda tartýþmayý yasakladý.
Ýyice sinirlenmiþlerdi. Tepeden aþaðý inip, otlarýn
arasýndan sürünmeye devam ettiler. Ellerine diken mi batmýþ,
ellerini ýsýrgan otu mu dalamýþ, sivri taþlar mý yaralamýþ,
hiç aldýrdýklarý yoktu. Aceleleri vardý artýk. Küçük esrarlý
gölün kýyýsýna doðru sessizce süründüler, kýyýya yaklaþtýlar.
Kýyýya varýnca ayaða kalkmakta bir sakýnca görmediler.
Kýyýdaki sýk kamýþlarla sazlar öylesine yüksekti ki, küçücük
vücutlarý nasýl olsa örtülüyordu.
Boka buyruklarýný verirken çok soðukkanlýydý:
--Burada bir yerde bir kayýk olacak. Kayýðý bulmak
için ben Nemeçek ile kýyýyý saða doðru tararým. Sana gelince
Çonakoþ, sen de sola gidersin. Kayýðý bulan ötekini bekler.
Hiç ses etmeden ayrýldýlar. Birkaç adým, sonra, Boka
sazlýðýn içindeki kayýðý gördü.
--Bekleyelim, dedi.
Küçük gölün çevresinde bir tur atýp Çonakoþ'u beklemeye
baþladýlar. Kýyýya çömelmiþ, yýldýzlarla dolu göðe bakýyorlardý.
Sonra, adadan bir ses duyabilirler mi diye kulak
kabarttýlar. Nemeçek, kurnazlýðý kimselere býrakmak
niyetinde deðildi.
--Bana bak, dedi. Kulaðýmý yere dayayacaðým.
--Kulaðýný rahat býrak, dedi Boka. Kýyýda yapamazsýn
bunu. Yapsan da yararý yok. Ama suyun üzerine eðildik
mi o baþka. O zaman iyi duyarýz iþte. Tuna'da, balýkçýlarý
izlemiþtim. Suyun üzerine eðilir, kýyýdan kýyýya güzel
güzel konuþurlardý. Özellikle akþamlarý su çok iletken
olurdu.
Gölün üzerine eðildiler, ama bir þey anlayamadýlar.
Yalnýzca fýsýltýlar, hýþýrtýlar geliyordu küçük adadan. O
arada Çonakoþ çýkageldi, yorgun argýn tekmili verdi:
--Kayýðý bulamadým.
--Üzülme yavrum, diye karþýlýk verdi Nemeçek. Biz
çoktan bulduk.
Kayýða doðru yürüdüler.
--Binelim mi?
--Hayýr, buradan binemeyiz, dedi Boka. Kayýðý önce
öte yana çekeceðiz. Bakarsýn bizi görecekleri tutar. Köprüye
yakýn olmayalým. Köprüye en uzak yerden karþýya kürek
çekeriz. Arkamýzdan gelecek olurlarsa koþmaktan
imanlarý gevrer.
Bu görüþ, öbür ikisinin de hoþuna gitmiþti. Baþkanlarýnýn
böylesine zeki ve becerikli olmasý, onlara güven veriyordu.
--Yanýnda ipi olan var mý? diye sordu Boka.
Çonakoþ'ta vardý. Çonakoþ'un ceplerinde ne ararsan
bulurdun zaten. Çaký, sicim, mileler, kalem uçlarý, jilet, çivi,
anahtar, bez parçalarý, not defteri, tornavida, þu, bu...
Çonakoþ'un çýkardýðý ipi Boka kayýða baðladý. Sonra, çok
dikkatli ve yavaþ, kýyý boyunca öbür yana doðru kayýðý çekmeye
baþladýlar. Bu arada, bir yandan da adayý gözetliyorlardý.
Tam bu döküntü kayýða binecekleri sýrada, deminki
gibi bir ýslýk sesi duydular. Ama, bu kez korkmadýlar. Islýk
sesi, köprüde nöbet deðiþtirilmesi için çalýnan düdüðün sesiydi.
Artýk serüvenin içine dalmýþlardý nasýl olsa, korkulacak
bir þey kalmamýþtý. Savaþa katýlan erler de bu duyguyu
taþýrlar içlerinde: düþman görülmedikçe en küçük þey
bile korku verir onlara, ama ilk mermi kulaklarýnýn dibinden
geçsin hele, birdenbire yüreklenir, ölüme koþtuklarýný bile
unuturlar.
Çocuklar kayýða bindiler. Önce Boka, ardýndan da Çonakoþ.
Nemeçek, çamurlu kýyýda, bir aþaðý bir yukarý gidip geliyordu.
--Gel küçüðüm gel, diye yüreklendirdi Çonakoþ onu.
--Geliyorum büyüðüm, diye karþýlýk verdiði sýrada ayaðý
kayan Nemeçek, korkuyla bir saza sarýlmak istediyse de
baþaramadý. Sesini bile çýkaramadan cup diye düþüverdi
suyun içine. Boðazýna kadar göle gömülmüþtü, ama baðýrmayý
göze alamýyordu. Gölün sýðlýðýnda ayaða kalktý. Görünüþü
çok komikti doðrusu. Sular baþýndan aþaðý süzülüp akarken,
o eline geçirmiþ olduðu kamýþý hala sýký sýký tutuyordu.
Kamýþ da ne kamýþtý ya, kibrit çöpü dense yalan olmazdý,
öylesine inceydi.
Çonakoþ, kahkahayý koyverdi.
--Sularý yuttun mu yavrucuðum?
--Su falan yutmadým, diyen sarýþýn ufaklýk, öyle olduðu
gibi, ýslak, çamur içinde ve sularý damlatarak yerleþti
kayýðýn içine. Suratý korkudan hala sapsarýydý.
--Bugün, bir de banyo yapacaðým aklýmýn köþesinden bile
geçmemiþti, dedi hafif bir sesle.
Artýk yitirilecek vakit yoktu. Boka ile Çonakoþ küreklere
sarýlýp kýyýdan ayrýldýlar. Aðýr kayýk suya iyice gömülmüþ,
durgun gölün sularýný yarmaya baþlamýþtý. Kürekler
sessiz sedasýz dalýp çýkýyordu. Ortalýk derin bir sessizlik
içindeydi. Kayýðýn baþýnda oturan Nemeçek'in çenelerinin
birbirine vuruþu bile duyuluyordu. Birkaç kez daha kürek
çektiler. Kayýk, Adanýn kýyýsýna ulaþtý. Kayýktan çabucak
çýkýp sazlarýn arkasýna gizlendiler.
--Eh buralara kadar geldik iþte sonunda, diyen Boka,
kýyý boyunca yavaþ yavaþ ve dikkatle sürünmeye baþladý.
Öbür ikisi de Boka'yý izledi.
Baþkan birden arkasýna dönüp,
-Durun, dedi. Kayýðý böyle býrakamayýz. Onu bir bulurlarsa
Adadan çýkamayýz artýk. Köprüde nöbetçi var. Çonakoþ,
sen kayýkta kal. Biri çýkýp da seni görecek olursa,
var gücünle ýslýk çal. O zaman geri döner kayýða atlarýz,
sen de kayýðý kýyýdan itersin.
Çonakoþ, sürünerek geri gitti. Bir bakýma sevinç içindeydi,
belki de ýslýk çalmasý gerekecek, var gücüyle çýnlatacaktý
ortalýðý.
Boka, Nemeçek ile birlikte kýyý boyunca sürünmeye
koyuldu. Fundalarýn yüksek olduðu yerlerde ayaða kalkýyor,
gizlenerek yürüyorlardý.
Çok uzun bir fundanýn dibinde durup dallarý araladýlar.
Buradan, Adanýn içerlerini görebiliyorlardý. Küçük
bir düzlükte, o dehþet salan Kýzýl Gömlekliler çetesi, grup
halinde bir araya toplanmýþtý. Nemeçek'in yüreði aðzýna
gelecekti az kalsýn. Ýyice sokuldu Boka'ya.
Baþkan, Nemeçek'in kulaðýna,
--Korkma sakýn, diye fýsýldadý.
Düzlüðün tam orta yerinde büyücek bir taþ vardý. Taþýn
üzerinde de bir fener. Kýzýl Gömlekliler fenerin çevresine
çömelmiþlerdi. Gerçekten de hepsinin üzerinde kýzýl
gömlekler vardý. Ferenç Atþ'ýn yanýna iki Pastor çömelmiþti.
Küçük Pastor'un yanýnda da gömleði kýrmýzý olmayan
biri duruyordu. Boka, yanýbaþýndaki Nemeçek'in tir tir
titrediðini duyuyordu.
--Söylesene... dedi Nemeçek, daha fazlasýný aðzýndan
çýkartamayarak. Söylesene... Ve ardýndan ekledi: Görüyor
musun onu?
--Görüyorum, diye karþýlýk verdi Boka, üzüntüyle.
Kýzýl Gömleklilerin arasýndaki yabancý çocuk, Gereb'ti.
Demek, tepeden bakýp da gördüðü zaman yanýlmamýþtý
Boka. Bir süre önce elinde fenerle koþuþan çocuk,
gerçekten de Gereb'ti.
Çeteyi, þimdi daha da artan bir dikkatle gözden geçiriyorlardý.
Fenerin titreyen ýþýðý altýnda Pastor Kardeþlerin
yaðýz suratlarý ve öbür Kýzýl Gömlekliler insana ürperti veren
bir görünüm içindeydiler. Yalnýzca Gereb konuþuyor,
ötekiler susuyordu. Onlara çok ilgilendikleri bir þey anlatýyordu
herhalde. Çünkü hepsi de Gereb'e doðru eðilmiþler,
dikkatle onu dinliyorlardý. Gereb'in söyledikleri, akþam
sessizliði içinde, Pal Sokaðýnýn iki çocuðuna kadar ulaþýyordu.
--Arsaya iki yerden girilebilir, diyordu Gereb. Pal Sokaðýndan
da girilebilir girilmesine, ama oradan girmek oldukça
zordur. Çünkü, yönetmeliðimizin bir maddesi, oradan
her girenin, girdikten sonra kapýyý arkasýndan sürgülemesini
emreder. Öbür giriþ Maria Sokaðýndan. Buharlý
býçký atölyesinin büyük kapýsý hep açýk durur orada. Arsaya
odun yýðýnlarýnýn arasýndan geçilip kolayca girilir. Tek
güçlük, odun yýðýnlarýnýn üzerindeki kaleler...
--Onu biliyorum, dedi Ferenç Atþ, Pal Sokaðý çocuklarýný
dehþete düþüren sesiyle.
--Bilirsin herhalde, oradaydýn ya az önce, diye sürdürdü
Gereb konuþmasýný. Kalelerde nöbetçi vardýr, odun
yýðýnlarýna yaklaþan oldu mu, hemen iþaret verirler.
Doðrusunu isterseniz, oradan gelmenizi salýk vermem.
Demek söz konusu olan þey, Kýzýl Gömleklilerin Arsaya
girmeleriydi.
Gereb konuþmayý sürdürüyordu:
--En iyisi, geleceðiniz zamaný önceden kararlaþtýrmamýz.
Öyle olursa, ben Arsaya en son girer, kapýyý açýk býrakýrým.
--Güzel, dedi Ferenç Atþ. Doðru söze ne denir? Arsayý
kimse yokken ele geçirmek istemem, hem de kesinlikle
istemem. Biz, yasal bir savaþ yürütmek niyetindeyiz. Arsalarýný
savunamazlarsa iþgal eder, kýrmýzý bayraðýmýzý dikeriz
oraya. Ýktidar hýrsýyla hareket etmediðimizi biliyorsunuz.
Pastor Kardeþlerden biri, Ferenç'in sözünü keserek,
--Bizim amacýmýz, bir oyun yerine sahip olmak, dedi.
Burada oyun oynanamýyor ki. Bizim sokakta hep bir
oyun yeri için savaþýlýr öteden beri. Bir oyun yeri gerekli
bize... Ýþte o kadar...
Gerçek savaþlarýn nedeni hangi temele dayanýyorsa,
Kýzýl Gömleklilerin savaþý da ayný temele dayanýyordu.
Günümüz politikacýlarýnýn aðzýyla buna --hayat alaný--
dendiðini bilirsiniz. Kýzýl Gömleklilere top oynamak için bir
alan gerekliydi; bu alaný baþka yoldan elde edemeyecekleri
için savaþ açýyorlardý.
--Anlaþtýk öyleyse, dedi Ferenç Atþ. Pal Sokaðýndaki
kapýyý açýk býrakýrsýn sen.
--Tamam, dedi Gereb.
Ufaklýk sarýþýn Nemeçek, derin bir üzüntüye kapýlmýþtý.
Gözleri dört açýlmýþ, üzerinden sular damlayarak öyle
durmuþ, fenerin çevresine çömelmiþ olan Kýzýl Gömlekliler
ile haini izliyordu. Gereb'in tamam dediðini duyunca,
gözyaþlarýný tutamamýþtý artýk. Gereb, Arsaya ihanet
etmeye hazýrdý demek. Boka'ya sarýlan Nemeçek, hýçkýrýyordu:
--Baþkaným... Baþkaným... Baþkaným...
Boka, yumuþak bir hareketle kendinden ayýrdý Nemeçek'i.
--Aðlayýp sýzlayarak hiçbir þey yapamayýz.
Ne var ki, onun da boðazýna bir þey düðümlenmiþti
sanki. Gereb'in bu yaptýðý, utanýlacak bir þeydi.
Ferenç Atþ, þöyle bir el edince, bütün Kýzýl Gömlekliler
birden doðruldular.
--Evlerimize dönelim, dedi Ferenç. Herkesin silahý
yanýnda mý?
--Evet, diye karþýlýk verdiler hep bir aðýzdan. Ve sivri
uçlarýna küçük, kýrmýzý bayraklar takýlmýþ mýzraklarýný
kaldýrdýlar.
--Ýleri! diye komut verdi Ferenç Atþ. Fundalar arasýna
tüfek çatýlacak!
Küçük adanýn içlerine doðru yola koyuldular. Ferenç
Atþ en önden gidiyordu. Gereb de onlarla birlikteydi. Küçük
düzlük bomboþ kalmýþtý, yalnýz orta yerde, üzerindeki
fenerin hala yandýðý taþ görülüyordu. Adýmlar gittikçe
uzaklaþtý. Fundalarýn arasýna girip mýzraklarýný sakladýlar.
Boka, þöyle bir davrandý,
--Sýrasý geldi, diye fýsýldadý Nemeçek'e. Elini cebine
attý. Tam ortasýna bir raptiye geçirilmiþ olan kýrmýzý kaðýdý
çýkardý. Ardýndan, fundanýn dallarýný aralayýp ufaklýk
sarýþýna buyurdu:
--Sen burada kal, ben gelene kadar sakýn kýpýrdama
yerinden.
Boka, az önce Kýzýl Gömleklilerin toplanýp tartýþtýklarý
düzlüðe sýçradý hemen. Soluðunu kesen Nemeçek, Boka'nýn
ardýndan bakakaldý. Boka, bir koþuda düzlüðün kenarýnda
duran ve Adanýn üzerine þemsiye gibi gerilmiþ büyük
aðacýn yanýna ulaþtý. Kaþla göz arasý kýrmýzý kaðýdý
aðacýn gövdesine yapýþtýrmýþtý, soluðu fenerin dibinde
almýþtý. Fenerin cam kapaðýný açýp üfledi. Mum sönüverdi
hemen ve ayný anda da Nemeçek'in gözünün önünden
yok oldu Boka. Nemeçek karanlýða alýþtýðýnda, Boka dönüp
gelmiþti bile, Nemeçek'i kolundan yakaladý:
--Çabuk fýrla arkamdan!
Kýyý boyunca kayýða doðru koþtular. Geldiklerini gören
Çonakoþ, oturduðu yerden fýrladýðý gibi kayýðý kýyýdan
açmaya hazýrlandý. Ýki çocuk kayýða atladý. Boka, soluðu
týkanarak,
--Hadi gidelim, dedi.
Çonakoþ bütün gücüyle deniyor, ama kayýk serbest
kalmýyordu. Karaya yanaþýrken çok ileri gitmiþlerdi. Kayýk
kýpýrdayamýyordu þimdi. Ýçlerinden biri inip baþ tarafý
kaldýrmalý, kayýðý suya itmeliydi. Ne var ki düzlükten sesler
gelmeye baþlamýþtý bile. Silah deposundan dönen Kýzýl
Gömlekliler, feneri sönük bulmuþlardý. Önce feneri rüzgar
söndürdü sandýlar. Ama Ferenç Atþ, feneri þöyle bir
yoklayýnca, küçük cam kapaðýnýn açýlmýþ olduðunu gördü.
--Buraya bir gelen olmuþ! diye baðýrdý. Hem de öylesine
yüksek bir sesle baðýrdý ki, kayýðý suya atmak için uðraþan
üç çocuk da bu sesi duydular.
Kýzýl Gömlekliler feneri yeniden yaktýlar. Ýþte o zaman
aðaçta asýlý duran kýrmýzý kaðýtla karþýlaþtýlar:
PAL SOKAÐI ÇOCUKLARI BURADAYDILAR.
Kýzýl Gömlekliler birbirlerine bakakaldýlar. Ferenç
Atþ baðýrdý:
--Buraya kadar geldiklerine göre uzaklaþmýþ olamazlar!
Tiz bir ýslýk çaldý. Köprüden gelen nöbetçiler, köprüden
kimsenin geçmediðini bildirdiler.
--Öyleyse kayýkla gelmiþ olacaklar, dedi Pastorlarýn
küçüðü.
Ve üç çocuk, ortalýðý ayaða kaldýran, insaný ürperten
o korkunç narayý duydular:
--Yakalayýn!
Tam bu buyruk verildiði sýrada, Çonakoþ kayýðý suya
atmýþ, kendisi de içine atlamýþtý. Bütün güçleriyle küreklere
asýldýlar.
Ferenç Atþ, tiz bir sesle buyruklar veriyordu:
--Vendaver, aðaca çýk! Pastorlar, sizler de doðruca
köprüye! Kýyý boyunca saðlý sollu arayýn!
Görünüþe bakýlýrsa hapý yutmuþlardý artýk. Onlarý kýyýya
ulaþtýracak birkaç kürek daha çekemeden, Pastor
Kardeþler, gölü dolaþmýþ olacaklar, sonra da kapana kýsýlacaklardý.
Pastor Kardeþlerden önce kýyýya ulaþabilirlerse,
bu kez de aðaçtaki nöbetçi iþaret verecek, ne yönde kaçtýklarýný
bildirecekti. Ferenç Atþ'ýn, elinde fenerle Ada kýyýsýnda
nasýl koþtuðunu kayýktan görüyorlardý. Derken, bir
patýrtýdýr koptu: Pastor Kardeþler, Adanýn tahta köprüsünden
koþa koþa geçiyorlardý.
Bereket, nöbetçi aðaca týrmanmadan önce kýyýya ulaþtýlar.
--Kayýk kýyýya vardý! diye baðýrdýðýný duydular nöbetçinin.
Baþkanlarý hemen karþýlýk verdi:
--Koþun! Býrakmayýn! Yakalayýn!
Pal Sokaðýnýn üç çocuðu, var güçleriyle koþuyorlardý.
Boka, hem koþuyor, hem de,
--Bize yetiþirlerse çok kötü olacak, diyordu. Sayýca
bizden üstünler.
Boka önde, öbür ikisi hemen arkada, þimþek gibi geçiyorlardý
tarhlar ve yollardan. Önlerine bir yapý çýkýverdi.
--Ýçeri! diye soluyan Boka, kýþlýk bahçenin küçük kapýsýna
yüklendi. Bereket kapý açýktý. Ýçeri dalýp, büyükçe
selvi fidanlarýnýn arkasýna gizlendiler. Dýþarýda hiç ses yoktu.
Kovalayanlar izlerini yitirmiþ olacaklardý. Üçü de rahat
bir soluk aldý. Camdan tavaný ile camdan duvarlarýndan,
büyük kent akþamýnýn zayýf ýþýðý sýzan bu garip sarayý
gözden geçirdiler. Camlarla kaplý bu kýþlýk bahçe çok ilginç
bir yerdi. Kýþlýk bahçe boydan boya kalýn gövdeli, kocaman
yapraklý aðaçlarla doluydu. Aðaçlar, iri gövdeli, tahta
fýçýlarýn içindeydi. Uzun tahta sandýklarda, safran ve mimoza
yetiþtiriliyordu. Kýþlýk bahçenin orta bölümündeki
büyük kubbenin altýnda, yelpaze yapraklý palmiyeler yükseliyordu.
Tropikal bitkilerle kaplý, balta girmemiþ ormanlarýn
küçük bir örneði vardý burada. Ormanýn ortasýnda
kýrmýzý balýklarla dolu bir havuz, havuzun hemen yanýnda
da oturulacak bir sýra görülüyordu. Çepeçevre manolyalar,
defneler, portakallar, kocaman safranlar. Havayý aðýr,
keskin bir kokuyla dolduran bütün bu bitkilerden sersemleyebilirdi
insan. Buharla ýsýtýlan bu koca seranýn damýndan
ve duvarlarýndan þýpýr þýpýr sular damlýyordu. Damlalar
kocaman yapraklarýn üzerine düþüyor, palmiyelerden
þýpýrtýlar yansýyordu. Sanki bu küçük, nemli ve sýk ormanda,
oradan oraya koþuþan garip hayvanlarda yaþamaktaydý.
Hayvanlarýn, yeþil tahta fýçýlar arasýnda dolaþtýðýný görür
gibi olan çocuklar, kendilerini yine de güven içinde
hissediyorlardý. Þuradan nasýl ve ne zaman kurtulabileceklerdi
acaba?
Yorgun düþmüþ olan Nemeçek, büyük bir palmiyeye
yaslanmýþtý.
--Sakýn kilitlemesinler bizi buraya? dedi korkuyla.
Güzelce ýsýtýlmýþ olan seranýn içinde çok rahattý. Çünkü,
iliklerine dek ýslanmýþtý. Boka yatýþtýrdý Nemeçek'i:
--Þimdiye kadar kilitlemediklerine göre bundan sonra
da kilitlemezler.
Bekleyip dururken, bir yandan da heyecanla kulak
kabartýyorlardý. Çýt çýkmýyordu. Onlarý burada aramak
kimsenin aklýna gelmemiþti herhalde. Oturduklarý yerden
kalktýlar. Yüksek raflarýn arasýndan ileri geri gidip gelmeye
baþladýlar. Raflar, kokulu bitkiler, kocaman çiçekler, yeþil
fidanlarla doluydu. Raflardan birine çarpan Çonakoþ
sendeleyince, Nemeçek yardýma hazýr olduðunu bildirdi.
--Bekle de ýþýðý yakayým.
Ve Boka, engel olmaya kalmadan, cebinden çýkardýðý
kibriti çakýverdi. Kibritin yanmasýyla sönmesi bir oldu.
Boka, ufaklýk sarý oðlanýn eline vurup düþürmüþtü kibriti.
--Maymun herif sen de! diye azarladý Boka. Nerede
olduðumuzu unuttun galiba? Çepeçevre cam duvarlar içindeyiz.
Þimdi ýþýðý görmüþlerdir mutlaka.
Olduklarý yerde durup kulak kabarttýlar. Boka'nýn
hakký vardý. Kýzýl Gömlekliler, kýsa bir an için bütün serayý
aydýnlatmýþ olan ýþýðý görmüþlerdi. Çok geçmeden, dýþarýdaki
küçük çakýllarý gýcýrdatan adýmlarý duyuldu. Dosdoðru
sol kanattaki kapýya ilerliyorlardý. Ferenç Atþ'ýn komutanlýk
ateþi yanmýþtý.
--Pastorlar saðdaki küçük kapýya! Sebeniç orta kapýya!
Ben de burayý tutuyorum.
Bizim çocuklar kaþla göz arasý saklanýverdiler hemen.
Çonakoþ, yüzükoyun, raflý sehpalardan birinin altýna! Nemeçek,
nasýl olsa sýrýlsýklam olduðundan kýrmýzý balýklý
havuza! Ufaklýk sarý oðlan, çenesine dek suya batmýþ, baþýný
bir safran yapraðýnýn altýna gizlemiþti. Boka da açýk kapýnýn
ardýna gizlenmeye ancak vakit bulabilmiþti.
Ferenç Atþ, elinde fener, adamlarýyla birlikte içeriye
daldý. Boka, fenerin ýþýðýnda Ferenç Atþ'ý çok iyi görebiliyordu.
Kýzýl Gömleklilerin komutanýný þimdiye dek bir
kez görebilmiþti ancak, o da müzenin bahçesinde. Ferenç,
güzel bir çocuktu. Gözleri, savaþ ateþiyle yanýp tutuþuyordu
þu anda. Adamlarýyla birlikte, seradaki bütün geçitleri,
bütün raflý sehpalarý arayýp taradý. Havuza bakmak, hiçbirinin
aklýna gelmedi. Çonakoþ da, Sebeniç adýndaki çocuk
sayesinde kurtardý paçayý. Tam altýna gizlendiði sehpayý
arayacaklarý sýrada, Sebeniç baðýrmýþtý:
--Çoktan sað kapýdan sývýþmýþlardýr!
Çonakoþ'u kurtaran iþte bu oldu. Çünkü, Sebeniç o
yana doðru koþunca, arkadaþlarý da onu izlemiþ, içerideki
saksýlarý kýra döke paldýr küldür dýþarý fýrlamýþlardý. Kýzýl
Gömlekliler çekip gitmiþ, ortalýk yeniden sessizleþmiþti.
Sesi ilk duyulan, Çonakoþ oldu:
--Vay baþýma gelenler, kafama bir saksý düþtü demin,
içim dýþým kumla doldu...
Aðzýna burnuna dolan kumlu topraðý var gücüyle püskürttü.
Sonra, Nemeçek çýktý ortaya. Sularýn içinden yavaþ
yavaþ yükselen bir deniz canavarýydý sanki. Ufaklýk sarý
oðlan, yine sýrýlsýklamdý. Þýpýr þýpýr sular damlýyordu
her yanýndan. Her zamanki gibi de aðlamaklý, yakýnýp duruyordu:
--Nedir bu çektiklerim caným? Ben hep su içinde mi
yaþayacaðým, kurbaða mýyým ben yahu?
Islak bir köpek gibi silkinince, Boka, yola getirdi Nemeçek'i:
--Zýrlayýp durma, hadi toparlan da çekip gidelim buradan!
Nemeçek içini çekip duruyordu.
--Eh, evin yüzünü bir görebilseydim.
Derken, ýslak giysilerinden ötürü evde nasýl karþýlanacaðý
kafasýna dank edince, deðiþtirdi sözünü:
--Evde olmayayým daha iyi!
Tahta perdeden, üzerine týrmandýklarý akasya aðacýna
doðru koþmaya baþladýlar. Birkaç dakika sonra aðacýn
dibindeydiler. Çonakoþ, aðaca týrmandý. Aðaçtan tahta
perdeye doðru atlamadan önce dönüp bir baktý bahçeye.
Korkuyla haykýrdý:
--Geliyorlar!
--Çabuk aðaca çýk yine! dedi Boka.
Yeniden aðaca týrmanan Çonakoþ, týrmanmalarý için
arkadaþlarýna da yardým etti. Dallarýn elverdiðince týrmandýlar.
Tam kurtulacaklarý sýrada, yakayý ele vereceklerini
düþünmek deli ediyordu onlarý.
Kýzýl Gömlekliler çetesi dünyanýn gürültüsünü çýkararak
yaklaþtý. Bizim üç çocuk, kocaman üç kuþ gibi, aðaca
tünemiþlerdi.
Serada arkadaþlarýný yanlýþ yola sürüklemiþ olan Sebeniç
baðýrýyordu:
--Tahta perdeden atladýklarýný gördüm.
Kýzýl Gömlekliler arasýnda en saf olaný, Sebeniç'ti. O
da, bütün akýlsýzlar gibiydi. Dilini hiç tutamýyor, yaygarayý
koparýyordu hemen.
Beden eðitiminde eþsiz olan Kýzýl Gömlekliler, tahta
perdeyi aþtýlar birer ikiþer. En sona kalan Ferenç Atþ, tahta
perdeye týrmanmadan önce elindeki feneri söndürdü.
Tepesine bizim üç kuþun tünemiþ olduðu akasya aðacýna
týrmanýp tahta perdeden aþaðý atladý. Giysileri hala ýslak
olan Nemeçek'ten birkaç damla Ferenç'in boynuna damlamasýn mý?
--Yaðmur baþlýyor! diyen Ferenç Atþ, boynunu silip
sokaða atladý.
--Ýþte koþuyorlar! diye bir ses yükselince, bütün Kýzýl
Gömlekliler bir koþudur tutturdular sokakta.
--Þu Sebeniç olmasaydý bizi çoktan enselerlerdi, dedi
Boka.
Þimdi kendilerini tam bir güven içinde hissediyorlardý
artýk. Kýzýl Gömleklilerin, hiçbir þeyden haberi olmayan,
yollarýna giden iki yabancý çocuðun ardýna düþtüklerini
gördüler. Gürültüyü duyan çocuklar, korkudan kaçmaya
baþlamýþlardý. Bir baðýrýp çaðýrmadýr gidiyor, Kýzýl
Gömlekliler deliler gibi koþuyorlardý iki çocuðun ardýndan.
Bir süre sonra, gürültü yan sokaklarda azaldý; sonra
iyice kesildi.
Tahta perdeden aþaðý inen çocuklar, sokaðýn taþlarýný
ayaklarýnýn altýnda duyunca rahat bir soluk aldýlar. Yaþlý
bir kadýn yol boyunca gidiyordu. Ýþte artýk kentteydiler,
baþlarýna bir þey gelmezdi. Yorgun ve açtýlar. Akþam karanlýðýnda,
pencereleri dostça ýþýyan öksüzler yurdundaki
çan sesi, yemeðin hazýr olduðunu haber veriyordu.
Nemeçek tir tir titremekteydi.
--Çabuk olalým, n'olursunuz, dedi.
--Dur bakayým, dedi Boka. Sen bir tramvaya atlayýp
gitsen iyi olacak. Parasý benden.
Elini cebine attý, ama bir daha dýþarý çýkaramadý. Baþkanýn
topu topu üç lirasý vardý. Üç nikel para ile bir de mavi
mürekkep sýzdýran hokka. Boka, mürekkebe bulanmýþ
üç lirayý Nemeçek'e uzattý.
--Bende bu kadarcýk para var.
Çonakoþ'un cebinden de iki lira çýktý. Nemeçek'in
uður diye her zaman yanýnda taþýdýðý bir lira da eklenince,
tramvay bileti için yeterli olan altý lira toplanmýþ oldu.
Nemeçek, tramvaya atladý. Boka, yaya gidecekti evine. Gereb
olayýný hala unutamamýþtý. Üzgün ve suskun duruyordu
öyle. Ýhanetten haberi falan olmayan Çonakoþ'un neþesine
diyecek yoktu.
--Sen bana bir baksana oðlum, dedi Çonakoþ. Boka
dönüp bakýnca, iki parmaðýný aðzýna sokup Boka'nýn kulak
zarlarýný patlatýrcasýna bastýrdý ünlü ýslýðýný. Sonra keyifli
ve neþeli bir tavýrla çevresine bakýndý.
--Þu ýslýðý bütün akþam tuttum içimde, dedi neþeyle.
Artýk bir yolunu bulup çýkmalýydý oðlum, taþmalýydý içimden
bu ýslýk.
Boka'nýn koluna girdi, bütün o gerilimli olaylardan
yorgun, Ülloi Caddesi boyunca kent merkezine doðru yürümeye
baþladýlar.
:::::::::::::::::
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Sýnýfýn saati, yine biri vurdu, çocuklar kitaplarýna el
attýlar. Kitabýný kapatan öðretmen Racz, kürsüsünden
kalktý. Her zaman hizmete hazýr olan küçük Çengey --sýranýn
baþýndaki sýnýf birincisi-- yerinden fýrlayýp öðretmenin
pardösüsünü tuttu. Pal Sokaðý çocuklarý, oturduklarý sýralardan
birbirlerine bakýp, Boka'nýn vereceði buyruðu beklediler.
Bugün, öðleden sonra saat ikide Arsada toplanýlacaktý.
Keþif kolunun, Botanik Bahçesinde geçen ilginç serüveni
anlatýlacaktý. Giriþimin baþarýya ulaþtýðýndan haberleri
vardý. Baþkan, yiðitçe bir karþýlýk vermiþti Kýzýl
Gömleklilere. Ama, ayrýntýlarý öðrenmek istiyorlardý sabýrsýzlýkla.
Çocuklarýn baþarýya ulaþtýðý serüven ve tehlikelerle
ilgili ne haberler vardý bakalým? Boka'nýn aðzýndan, kerpetenle
bile söz alýnmazdý. Çonakoþ desen, atar tutar, boyundan
büyük laflar ederdi. Þimdi de abuk sabuk konuþuyordu
iþte. Sözüm ona Botanik Bahçesindeki yýkýk kalenin
orda vahþi hayvanlar varmýþ, Nemeçek az kalsýn havuzda
boðuluyormuþ falan filan. Kýzýl Gömlekliler de büyük
bir ateþin çevresinde bir arada oturuyorlarmýþ, mýþ,
mýþ! Binbir türlü hikaye anlatýyordu, ama en önemlisini
unutuyordu. Üstelik, Çonakoþ'u sonuna dek dinlemek de
olanaksýzdý. Çünkü o sonu gelmez ýslýklarýyla dinleyicilerini
saðýr ediyordu.
Nemeçek'e gelince, o da kendini çok önemsiyor, esrarlý
hallere bürünüyordu. Bir þey soruldu mu þöyle karþýlýk
veriyordu hemen:
--Valla, ben bir þey söyleyemem bu konuda, Baþkana
sorun.
Ötekiler, Nemeçek'i iyiden iyiye kýskanýyorlardý. Nemeçek
gibi, acemi bir er tutup böyle bir serüvende yer alsýn,
olacak þey miydi yani? Bütün teðmenlerle üsteðmenler,
sýradan bir acemi er karþýsýnda saygýnlýklarýný yitirdikleri
kanýsýndaydýlar. Kimilerine göre, bütün bu olaylardan
sonra, küçüðün subaylýða yükseltilmesi gerekirdi. Eh,
Nemeçek de subay olursa, Arsada bekçinin köpeði Hektor'dan
baþka rütbesiz kimse kalmayacaktý.
Öðretmen Racz sýnýftan çýkar çýkmaz, Boka elini kaldýrýp
iki parmaðýný gösterdi. Çocuklar, selam verip Baþkanýn
buyruðunu aldýklarýný belirttiler. Pal Sokaðý Birliðine
üye olmamýþ çocuklar, pek kýskanmýþlardý bu karþýlýklý anlaþmayý.
Tam sýnýftan çýkýlacaðý sýrada bir þey oldu.
Öðretmen Racz, kürsünün basamaðýnda kaldý.
--Bekleyin biraz, dedi.
Derin bir sessizlik oldu.
Öðretmen paltosunun cebinden küçük bir kaðýt parçasý
çýkardý. Gözlüðünü takýp, þu adlarý okumaya baþladý:
--Vays!
--Burada, dedi Vays korkuyla.
Öðretmen okumayý sürdürdü:
--Rihter! Çele! Kolnay! Barabas! Lejik! Nemeçek!
Hepsi de sýrayla,
--Burada! diye karþýlýk verdiler.
Öðretmen Racz kaðýdý cebine soktu yine.
--Evlerinize gitmeden önce öðretmenler odasýna
geleceksiniz, sizinle konuþacaklarým var.
Öðretmen bu garip çaðrýyý neden yaptýðýný bildirmeden
sýnýftan çýktý.
Bir telaþtýr baþladý sýnýfta.
--Neden çaðýrýyormuþ bizi?
--Neden okulda kalýyoruz?
--Bizimle ne zoru varmýþ?
Adlarý okunanlar bu tür sorular sorup duruyorlardý.
Ve hepsi de Pal Sokaðý Birliðinden olduklarý için, Boka'nýn
baþýna üþüþmüþlerdi.
--Bunun nedenini ben de bilmiyorum, diyordu Baþkan.
Hele bir gidin de neymiþ anlayýn bakalým, ben sizi koridorda
beklerim.
Sonra, ötekilerden yana dönüp,
--Saat ikide deðil üçte buluþalým, dedi. Umulmadýk
bir engel çýktý, görüyorsunuz.
Okulun uzun koridoru çabucak dolmuþtu. Baþka sýnýflardan
gelen çocuklar da vardý. Büyük pencereli koridorda
alýþýlmamýþ bir hay--huydur gidiyordu. Herkes telaþ içindeydi.
Öðrencilerden biri, öðretmenler odasýnýn önünde kaygýyla
bekleyen çocuklara,
--Yoksa cezaya mý kalacaksýnýz? diye sordu.
--Hayýr, diye karþýlýk verdi Vays, gururla.
Öðrenci, koþar adým uzaklaþtý. Hepsi de kýskanarak
baktýlar ardýndan: Eve gidebilen biri.
Birkaç dakika sonra, öðretmenler odasýnýn kapýsý açýldý,
buzlu camýn ardýnda uzun boylu, sýska öðretmen Racz göründü.
--Girin içeri bakalým, diyen öðretmen önden yürüdü.
Öðretmenler odasý boþtu. Suspus olan çocuklar, uzun
yeþil masanýn çevresinde toplanýp, yan yana dizildiler. En
sonuncularý, kapýyý saygýyla kapattý. Masanýn baþýna geçip
oturan öðretmen Racz, þöyle bir süzdü çocuklarý.
--Hepiniz burada mýsýnýz?
--Evet.
Aþaðý avludan, evlerine giden çocuklarýn neþe içinde
baðýrýp çaðýrdýklarý duyuluyordu. Öðretmen pencereyi kapattýrdý.
Kitap raflarýyla dolu büyük odada insana korku
veren bir sessizlik vardý. Öðretmen Racz, bu mezar sessizliðini
bozdu:
--Duyduðuma göre bir dernek kurmuþsunuz. Adý da
Macun Derneðiymiþ galiba. Bu dernek üyelerinin listesini
getirip bana verdiler. Listeden anlaþýldýðýna göre, derneðin
üyeleri sizlersiniz. Tamam mý?
Karþýlýk veren olmadý. Hepsi de, yapýlan bu suçlamanýn
doðruluðu karþýsýnda baþlarýný öne eðdiler. Öðretmen
sözünü sürdürdü:
--Þimdi sýrayla ele alalým iþi. Bilirsiniz, dernek mernek
kurulmasýndan hiç hoþlanmadýðýmý daha önce de söylemiþtim.
Derneði kuran kim? Önce onu öðrenmek istiyorum. Kim kurdu
bu derneði?
Büyük bir suskunluk oldu.
Derken, ürkek bir ses yükseliverdi:
--Vays!
Öðretmen Racz, sert bir bakýþla baktý Vays'a.
--Vays, senin dilin yok mu? Kendin söyleyemez miydin?
Karþýlýk, çok zayýf çýktý:
--Söyleyebilirdim.
--Neden söylemedin öyleyse?
Vays, yeniden sessizliðe gömüldü. Öðretmen Racz,
bir puro yakýp dumanýný savurdu.
--Ne diyorduk, sýrayla gidiyoruz deðil mi? Þimdi söyle
bakalým. Bu macun da ne oluyor?
Vays, karþýlýk vereceði yerde cebinden koca bir parça
cam macunu çýkardý, masanýn üzerine koydu. Bir süre macunu
gözden geçiren Vays, zor duyulabilen hafif bir sesle:
--Ýþte efendim, dedi, macun bu.
--Yaa, demek bu. Peki ne iþe yarýyor bu macun?
--Camcýlar bununla camlarý çerçeveye yapýþtýrýrlar
efendim. Onlar, sývayýp da macun kurumadan davranýlýrsa
týrnakla kazýnabilir.
--Bunu sen kazýdýn öyleyse?
--Hayýr efendim, bizim derneðin kendi macunu bu.
Öðretmen þaþkýn þaþkýn baktý.
--O da ne demek oluyor?
Vays, oldukça yüreklenmiþti.
--Bu macunu üyeler topladýlar. Yönetim kurulu da
bana teslim etti saklamam için. Daha önce bu iþi yapan
Kolnay sayman oldu da ondan. Macunu hiç çiðnememiþ,
macun da kurumuþ.
--Macunu çiðnemek mi gerekiyor?
--Evet efendim, çiðnemezse sertleþir, istenilen þekle
girmez. Ben her gün bir süre çiðnerim bu macunu.
--Peki, neden ille de sen?
--Derneðin kurallarýna göre öyle gerekiyor da ondan.
Baþkan kimse, dernek macununu günde en azýndan bir
kez çiðnemek zorundadýr. Yoksa kurur macun, sertleþir.
Vays, gözyaþlarýný tutamýyordu artýk. Hýçkýrarak sürdürdü
sözünü:
--Þu sýrada baþkan benim.
Durum gergindi. Öðretmen sert bir sesle çýkýþtý:
--Bu büyük parçayý nereden buldunuz?
Çýt çýkmýyordu. Öðretmen Racz, Kolnay'ý gözüne kestirdi.
--Kolnay, söyle bakalým, nereden buldunuz bunu?
Açýkça itiraf ederek umutsuz durumu kurtarmak niyetinde
olan Kolnay, þöyle konuþtu:
--Öðretmenim, bir aydýr böyle sürüp gidiyor bu iþ.
Bir hafta kadar ben çiðnedim macunu, ama o sýrada küçük
bir parçaydý henüz. Ýlk parçayý Vays getirmiþ, biz de
derneði kurmuþtuk. Babasý arabayla bir yere götürmüþ
Vays'ý bir gün. O da arabanýn penceresinden macunu týrnaklarýyla
kazýmýþ. Bütün týrnaklarý kan içindeydi o gün.
Derken, tam o günlerde müzik salonunun camý da kýrýlmasýn
mý... Bütün ikindi vakti camcýnýn gelmesini bekledim.
Camcý saat beþte geldi. Bir parça macun istedim kendisinden.
Hiç oralý olmadý. Meðer aðzý macun doluymuþ
adamýn, o da macun çiðnermiþ. Camcýnýn yanýnda durup,
camý nasýl taktýðýný izledim. Camý ölçüp, sonra kesip
taktý gitti. Camcý gidince, macunu kazýyýp aldým. Ama
kendim için almadým inan olsun, dernek için aldým,
dernek için...
Hadi bakalým, þimdi Kolnay da aðlamaya baþlamýþtý.
--Kes aðlamayý! diyerek çýkýþtý öðretmen.
Sýkýntýdan ceketinin eteklerini çekiþtiren Vays,
--Bu da hep zýrlar böyle, dedi.
Kolnay'ýn hýçkýrýklarý, insanýn içine iþliyordu. Vays,
eðilip Kolnay'ýn kulaðýna fýsýldadý:
--Zýrlama yahu!
Ama nerede, Kolnay kendisini tutacak gibi deðildi.
Bu büyük acý, öðretmen Racz'ý bile etkilemiþti herhalde.
O da purosundan derin soluklar çekip duruyordu.
Tam bu sýrada, fiyakacý Çele, sýradan ayrýlýp öne çýktý.
Öðretmenin karþýsýna geçip gururla durdu öyle. Geçen
gün Boka'nýn Arsada yaptýðýný yapacak, o da mert bir Romalý
gibi davranacaktý herhalde. Sesine ciddi bir hava verip,
--Öðretmenim, dedi. Ben de macun getirdim derneðe.
--Nereden getirdin?
--Bizim evden. Bizdeki kanaryanýn yýkandýðý camdan
bir banyo var, onu kýrdým. Camcý gelip onarýnca, macunu
kazýdým hemen. Kanarya yýkanýrken sular halýya aktý
hep. Ama kuþ, banyo yapacak da ne olacak sanki? Örneðin
serçeler yýkanýr mý hiç? Benim bildiðim hep kirli gezerler.
Sandalyesinden öne doðru eðilen öðretmen,
--Anlaþýlan iþin alayýndasýn sen Çele, dedi. Ama dur
hele, senin de sýran gelecek. Evet, sen devam et Kolnay!
Kolnay burnunu çekti.
--Neye devam edeyim efendim?
--Geri kalan macunu nereden buldunuz?
--Çele anlattý ya iþte. Sonra, dernek de altmýþ lira
vermiþti bana macun alayým diye.
Öðretmen Racz, hiç hoþlanmamýþtý bu açýklamadan.
--Demek parayla da aldýnýz ha?
--Hayýr, dedi Kolnay. Benim babam doktordur. Öðleden
önce kapalý arabayla hastalarýna gider. Bir gün beni
de almýþtý yanýna; arabanýn penceresindeki bütün macunu
kazýdým. Doðrusu yumuþacýk, iyi bir macundu. Kendi
baþýma bir araba kiralayayým diye, dernek altmýþ lira ödenek
ayýrdý. Ben de kiraladým arabayý. Bir ikindi üzeri kentin
dýþýna kadar uzanýp, arabanýn dört penceresindeki bütün
macunu kazýdým. Ve yaya döndüm sonra.
Öðretmen hatýrlamýþtý.
--Hani büyük kýþlanýn orada rastlamýþtým sana, dedi.
O zaman mý oldu bu iþ?
--Evet efendim.
--Seninle konuþmak istemiþtim de aðzýný açýp tek söz
söylememiþtin hani?
Kolnay, utançtan baþýný önüne eðdi.
--Nasýl konuþurdum öðretmenim, aðzým macun doluydu!
Yeniden bir aðlamadýr tutturdu Kolnay. Vays, yine
sinirlenmiþ, ceketinin eteðini çekiþtirmeye baþlamýþtý.
--Hadi bakalým, zýrlamasý yakýndýr, dedi sýkýntýyla.
Gözyaþý sarnýçlarý yeniden açýlmýþtý. Öðretmen, oturduðu
yerden kalkýp odada bir aþaðý bir yukarý dolaþmaya
baþladý. Baþýný sallayýp duruyordu.
--Ne de güzel dernek kurmuþsunuz, aman göz deðmesin.
Dernek baþkaný kimdi?
Vays, bütün acýsýný unuttu bu soru üzerine. Gururla,
--Benim, dedi.
--Ya sayman?
--Kolnay.
--Kasada kalan parayý çýkar göster bakalým.
--Buyurun.
Kolnay bir el attý cebine. Öyle büyük bir cepti ki,
Çonakoþ'unkinden aþaðý kalmýyordu. Aradý taradý, cebinin
içinde ne bulduysa bir bir çýkarýp masanýn üzerine dizdi.
Önce kýrk üç lira göründü. Ardýndan beþer liralýk iki posta
pulu, bir posta kartý, birer liralýk iki damga pulu, sekiz
tane kalem ucu, bir de ciciali.
Parayý sayan öðretmen Racz'ýn suratý karardý sanki.
--Bu parayý nereden buldunuz bakayým?
--Üyelik ödentilerinden. Üyeler haftada onar lira
öderler.
--Ne yapacaktýnýz bu parayla?
--Hiiç! Derneðe üye olabilmek için bir para ödenmesi
gerek. Toplanan para da o iþte. Vays, baþkan aylýðý almýyordu.
Vazgeçmiþti aylýktan.
--Aylýk ne kadardý?
--Haftada beþ lira. Posta pullarýný ben edindim, posta
kartýný Barabas, damga pullarýný da Rihter. Ona babasý...
Rihter babasýndan...
Öðretmen Racz, sözünü kesti Kolnay'ýn,
--Babasýndan çaldý deðil mi? Öyle mi Rihter?
Ýleri çýkan Rihter, önüne bakýyordu.
--Çaldýn deðil mi?
Rihter baþýný önüne eðdi.
--Þu ahlaksýzlýða bak! Baban ne iþ yapar senin?
--Babam hukuk doktorudur. Dr. Ernest Rihter. Avukat
ve noterdir. Dernek, çalýnan pulu yerine koydu efendim.
--Ne demek yani?
--Þey, iþte... Babamdan pulu çaldým, ama sonra çok
korktum, o zaman dernek pul parasýný verdi; bir pul alýp
babamýn yazý masasýna gizlice býraktým. Aksilik bu ya,
tam o sýrada babam yakaladý beni. Pulu çaldýðým için deðil
de yerine koyduðum için ense köküme bir tane patlattý...
Öðretmen sert sert bakýnca, Rihter düzeltti:
--Dayak yedim, babamdan yani. Pulu yerine koyuyorum
diye tokatý indirdi. Sonra, pulu kimden çaldýðýmý sordu.
Gerçeði söyleyecek olsam fazladan bir tokat daha yiyecektim
tabii. Pulu Kolnay'dan aldým, dedim babama.
Öyleyse çabuk götür Kolnay'a ver, o da bir yerden aþýrmýþtýr
nasýl olsa, dedi. Ben de pulu alýp Kolnay'a götürdüm.
Dernek, iki tane damga puluna sahip oldu böylece.
Bir an düþünceye dalan öðretmen sordu:
--Peki neden yeni bir damga pulu aldýnýz? Eskisini
geri verebilirdiniz deðil mi?
Rihter'in yerine Kolnay karþýlýk verdi:
--Eskisini veremezdik öðretmenim. Çünkü eski pulun
üzerine derneðin mührünü basmýþtýk.
--Yaa, demek bir de dernek mührünüz var, öyle mi?
Nerede mühür bakayým?
--Mühürcübaþýmýz Barabas'týr. Mühürden o sorumludur.
Sýra þimdi de Barabas'a gelmiþti. Barabas, ileri çýktý,
öteden beri geçinemediði Kolnay'a sert sert baktý. Arsadaki
þapka olayý hala aklýndaydý. Ama mühürü ýstampasýyla
birlikte masanýn üzerine býrakmaktan baþka ne yapabilirdi
ki? Öðretmen Racz, mühürü þöyle bir gözden geçirdi.
Macun Toplayanlar Derneði, Budapeþte diye yazýlýydý
mühürün üzerinde. Güldüðünü belli etmek istemeyen öðretmen
Racz, baþýný iki yana salladý. Öðretmenin yumuþamasýndan
yüz bulan Barabas, elini uzatýp mühürü almak
istedi. Ama, öðretmen daha eline çabuktu, sert bir sesle
sordu:
--Niyetin ne senin?
--Efendim, dedi Barabas: Mühürü elimden çýkarmamaya,
onu son nefesime kadar korumaya yeminliyim ben.
Öðretmen Racz, mühürü cebine soktu.
--Kapat çeneni! diye baðýrdý.
Ama Barabas kendini tutamadý artýk.
--Öyleyse Çele'den de bayraðý alýn lütfen.
--Nee? Bir de bayraðýnýz var demek, ver onu bakayým!
Elini cebine atan Çele, ince bir tel çubuða geçirilmiþ
küçük bayraðý çýkardý. Bunu da, Arsadaki bayrak gibi kýzkardeþi
dikmiþti. Bütün nakýþ iþlerini Çele'nin kýzkardeþi
üstleniyordu. Kýrmýzý--yeþil--beyaz bayraðýn üzerine þunlar
yazýlýydý:
MACUN TOPLAYANLAR DERNEÐÝ, BUDAPEÞTE.
TUDSAKLIÐIMIZI SÜRDÜRMEYECEÐÝMÝZE AND ÝÇERÝZ.
--Hýmm, diye mýrýldandý öðretmen. Tutsak sözcüðünü
(t) deðil (d) ile yazan bu bilge de kim? Kim yazdý bunu?
Karþýlýk veren olmadý. Öðretmen yeniden sordu öfkeyle:
--Kim yazdý bunu dedim?
Çele hemen bir çare düþündü. Çocuklarý neden ele verip
de baþlarýný derde soksundu? Tutsak sözcüðünü (d)
ile yazan Barabas'tý, ama baþý belaya girmemeliydi.
Boynunu büktü.
--Kýzkardeþim yazdý efendim, dedi.
Kuvvetlice yutkundu bunu söylerken. Kýzkardeþini
harcamasý yerinde bir davranýþ deðildi, ama arkadaþlarýný
kurtarmýþ oluyordu.
Öðretmen, bir tepki göstermeyince, çocuklar geliþigüzel
konuþmaya baþladýlar:
--Barabas'ýn bayraðý ele vermesi hiç doðru olmadý,
dedi Kolnay öfkeyle.
Barabas, kendini savunmaya kalkýþtý:
--Bunun da zoru hep benimle! Mühür elimden alýndýðýnda
derneðin sonu gelmiþti zaten.
Öðretmen Racz, kesti çocuklarýn sözünü:
--Susun bakayým! diye baðýrdý. Gösteririm ben size.
Derneði kapatýyorum, dernek falan yok artýk. Bir daha
böyle þeyler yaptýðýnýzý duymayayým sakýn. Hal ve gidiþten
hepinize kýrýk not veriyorum. En kýrýk notu da, baþkan
olduða için Vays alacak.
--Özür dilerim, dedi Vays, aþaðýdan alarak. Bugün,
benim baþkanlýðýmýn son günü. Genel Kurul toplantýsý
yapýlacaktý çünkü. Önümüzdeki ay için baþka bir baþkan
adayýmýz var.
--Kolnay baþkan olacaktý, diyerek sýrýttý Barabas.
--Benim için fark etmez, dedi öðretmen. Yarýn ikiye
kadar hepiniz cezalý kalacaksýnýz burada. Ben size gösteririm.
Þimdi gidebilirsiniz artýk.
Koro halinde hep bir aðýzdan,
--Hoþça kalýn öðretmenim! diye baðrýþýp yürümeye
koyuldular.
Vays, bu karýþýklýktan yararlanarak, uzanýp macunu
almak istediyse de, öðretmen hemen farkýna vardý.
--Çek elini oradan! Dokunma, býrak!
Vays, boynunu büküp sordu:
--Macunu geri alamayacak mýyýz öðretmenim?
--Zor alýrsýnýz. Tam aksine, elinde baþka macunu
olan getirip bana teslim etsin hemen. Hele macun saklayan
biri çýksýn karþýma, gözünün yaþýna bakmam, bilin bunu.
O zamana kadar hiç sesini çýkarmamýþ olan Lejik, aðzýndan
bir parça macun çýkardý, içi yanarak ve kirli elleriyle
macunu derneðin büyük macun topaðýna yapýþtýrdý.
--Hepsi bu kadar mý?
Lejik bir karþýlýk vermeden açtý aðzýný, baþka macun
kalmadýðýný gösterdi. Öðretmen Racz, þapkasýný aldý,
--Bir daha dernek falan kurduðunuzu duymayacaðým.
Tamam mý? Hele bir duyayým görürsünüz gününüzü...
Þimdi herkes evine, haydi bakalým!
Çocuklar sessiz sedasýz yürüdüler. Ýçlerinden birinin
hafif bir sesle konuþtuðu duyuldu:
--Hoþça kalýn öðretmenim.
Lejik'ti bu. Az önce öbür çocuklar öðretmene hoþça
kalýn derlerken, aðzý macun dolu olan Lejik sesini
çýkaramamýþtý.
Öðretmen Racz, çýkýp gidince, daðýtýlmýþ olan derneðin
üyeleri yalnýz kaldýlar. Kolnay, dýþarýda bekleyen Boka'ya
soruþturmayý özetledi. Boka, rahat bir soluk aldý.
--Çok korkmuþtum doðrusu, dedi. Biri çýkýp Arsayý
ele verdi sanmýþtým.
Tam bu sýrada, Nemeçek, yanlarýna yaklaþýp fýsýldadý:
--Bana bakýn... Öðretmen sizi sorguya çekerken pencerenin
yanýnda duruyordum ben... pencerenin camý yeni takýlmýþtý.
Ben de...
Pencerenin camýndan kazýmýþ olduðu taze macun topaðýný
gösterdi. Bütün çocuklar heyecanla gözden geçirdiler
macunu. Vays'ýn gözleri parlýyordu sevinçten.
--Macunumuz varsa dernek de var demektir. Toplantýyý
yaparýz Arsada!
--Arsada! Arsamýzda! diye baðrýþtý bütün çocuklar.
Sonra, hepsi birden evlerinin yolunu tuttular. Merdivenlerde,
Pal Sokaðý Çocuklarýnýn baðrýþmalarý yankýlanýyordu:
--Haayt, hooo! haayt, hooo!
Baðýra çaðýra fýrladýlar büyük kapýdan dýþarý. Yalnýz
Boka tek baþýna ve yavaþ yavaþ yürüyordu. Keyfi pek yerinde
deðildi. Botanik Bahçesindeki adada, elinde fenerle
dolaþan Gereb hep aklýndaydý. Ýhanet eden Gereb! Dalgýn
dalgýn yürüyerek evine gitti Boka. Yemeðini yedikten sonra,
ertesi günün Latince ödevini hazýrlamaya koyuldu.
Tanrý bilir nasýl becerdiklerini: Macun Derneðinin
tüm üyeleri saat iki buçukta Arsada hazýrdýlar. Barabas
öðle yemeðinden yeni gelmiþti, hala ekmek kabuðunu geveleyip
duruyordu. Tokadý yüzüne indirmek için kapýda,
Kolnay'ý bekledi. Kolnay'dan çektikleri yetmiþti çünkü.
Üyelerin çoðunlukta olduðu anlaþýlýnca, Vays, hepsini
odun yýðýnlarýnýn oraya çaðýrdý.
--Oturum açýlmýþtýr, dedi ciddi bir yüzle.
Barabas'tan yediði tokatýn karþýlýðýný vermiþ olan
Kolnay, yasaklamaya karþýn, derneðin yaþamasý gerektiðini
savundu. Barabas, Kolnay'ý suçlamaktan geri kalmadý:
--Elbette, baþkanlýk sýrasý ona geldi de onun için. Bana
sorarsanýz, dernek kapatýlmalýdýr artýk. Siz sýrayla baþkan
olurken, bize de macun çiðnemek düþüyor. Ýðreniyorum
bu iþten artýk. Aðzýma þu yapýþkan maddeden baþka
bir þey girmeyecek mi?
Derken Nemeçek söz almak istedi.
--Söz istiyorum, diye seslendi baþkana.
--Sekreterimiz söz istiyor, diyen Vays, elindeki küçük
çaný çaldý.
Ne var ki, Macun Derneðinin sekreterlik görevini yüklenmiþ
olan Nemeçek'in sözü aðzýnda kaldý. Odun yýðýnlarýndan
birinin yanýnda Gereb'i görmesin mi? Gereb'in ne
mal olduðunu ondan, bir de Boka'dan baþka bilen yoktu.
Odun yýðýnlarýnýn arasýndan sessiz sedasýz, sinsice yürüyen
Gereb, bekçi Yano'nun oturduðu küçük kulübeye doðru
ilerliyordu. Haini gözden kaçýrmamak, onu adým adým
izlemek görevimdir, diye düþündü Nemeçek. Gereb gelecek
olursa, onu, adada Kýzýl Gömleklilerle birlikte gördüðümüzü
bilmemelidir, demiþti Boka. Olan bitenden hiç
kimsenin haberi yok sanmalýdýr.
Ama, iþte Gereb gelmiþ, ortalýkta dolaþýyordu. Þimdi
bekçinin kulübesine neden gidiyordu acaba? Nemeçek ille
de öðrenmek istiyordu bunu.
--Saðolun baþkaným, dedi. Baþka bir kez söz alýrým.
Yapýlacak iþlerim var þimdi.
Vays, elindeki çaný yeniden salladý.
--Bay sekreter, konuþmasýný ertelemiþtir.
Bu arada bay sekreter çoktan koþmaya baþlamýþtý bile.
Nemeçek, aslýnda Gereb'in ardýndan koþmuyor, kestirmeden
gidip öne geçmek istiyordu. Boþ alaný geçip Pal Sokaðýna
doðru ilerledi. Sonra Maria Sokaðýna saptý, buharlý
býçký atölyesine doðru deli gibi koþmaya baþladý. Tepeleme
odun yüklü bir araba, tam kapýdan çýkacaðý sýrada az kalsýn
altýna alýyordu Nemeçek'i. Ýnce demir baca, keyifle pofluyor,
beyaz buharýný püskürtüyordu. Buharlý býçký makinesi
de bir yeri acýmýþ gibi inim inim inliyordu.
Nemeçek, bir yandan koþarken, bir yandan da,
--Dikkatli olmalýyým, diye söyleniyordu kendi kendine.
Küçük yapýnýn yanýndan geçip odun yýðýnlarýna ulaþmýþ,
bekçi kulübesinin hemen arkasýna sýzmýþtý. Kulübenin
çýkýntýlý çatýsý, ardýndaki odun yýðýnýna bitiþikti neredeyse.
Odun yýðýnýna týrmanan Nemeçek yüzükoyun yattý.
Yattýðý yerden, aþaðýyý gözleyip ne olacak bakalým diye
beklemeye baþladý. Gereb'in, þu bekçi Yano ile ne alýp vermediði
vardý ki? Yoksa, Kýzýl Gömleklilerin bir savaþ hilesiyle
mi karþý karþýyaydýlar? Her ne olursa olsun, aþaðýda
yapýlacak konuþmaya kulak kabartacaktý. Ah ah, daha
þimdiden kazanacaðý onurdan nasýl keyifleneceðini düþünüyordu.
Hele þu yeni ihaneti de ortaya çýkarsýn, gururundan
yanýna varýlamayacaktý o zaman.
Çevresini dikkatle izlerken birden Gereb'i gördü.
Usul usul kulübeye yaklaþmakta olan Gereb, izleyen biri
varmýþ gibi, korkuyla dönüp dönüp arkasýna bakýyordu.
Ýzlenmediðine aklý yatýnca, dosdoðru ilerlemeye baþladý.
Bekçi Yano, kulübenin önündeki sýraya oturmuþ piposunu
tüttürüyordu. Ýçtiði tütün, izmaritlerden çýkarýlmýþ tütündü.
Ýzmaritleri, öteden beri çocuklar toplayýp getirirlerdi
Yano'ya.
Bekçinin yanýndaki köpek, yattýðý yerden fýrlayýverdi.
Gereb'e bir iki havladý, ama çocuðun yabancý olmadýðýný
sezinleyince, yattýðý yere uzandý yeniden. Gereb, Yano'ya
iyice yaklaþýnca, Nemeçek her ikisini de göremez oldu.
Gelgelelim, bizim ufarak sarý oðlan, daha bir yüreklenmiþti
þimdi. Elinden geldiðince sessiz olmaya çalýþarak, odun
yýðýnýndan kulübenin damýna týrmanýverdi. Dama yüzükoyun
uzandý, iyice aþaðýya kaydý, kapýnýn üzerinden Gereb ile
bekçiyi gözetlemeye baþladý. Altýndaki tahtalar çatýrdadýkça,
Nemeçek'in kaný buz kesiyordu... Yine de kafasýný dikkatle
ileri uzattý. Gereb ile Bekçi Yano, akýllarýna esip de þöyle
baþlarýný kaldýrýp bakacak olsalar, tahtalarýn kenarýnda,
Nemeçek'in sarý baþýný görür, korkuya kapýlýrlardý mutlaka.
Çünkü, Nemeçek, gözlerini dört açmýþ, kulübenin önünde ne
yaptýklarýný izlemeye çalýþýyordu.
Bekçi Yano'ya yaklaþan Gereb,
--Günaydýn Yano, dedi.
--Günaydýn, diye karþýlýk veren bekçi, piposunu bile
çýkarmadý aðzýndan.
Gereb, bekçiye doðru eðilip,
--Yano, dedi. Sana puro getirdim.
Bu sevindirici haberi alan bekçi, piposunu aðzýndan
çýkarmak zorunda kaldý. Gözleri pýrýl pýrýl ýþýmýþtý birdenbire.
Ee, kolay mýydý ya? Yano gibi bir adam için bütün bir
puroya sahip olmak kolay mýydý? Yano, puroyu izmarit olarak
görürdü hep. Gereb, purolarý cebinden çýkarýp Yano'nun eline
tutuþturdu.
--Aman ne iyi yapmýþým da buraya týrmanmýþým, diye
düþündü Nemeçek. Bekçiye puro getirdiðine göre, ondan
istediði bir þey var demekti.
Gereb'in yavaþça. fýsýldadýðýný duydu:
--Kulübeye girelim Yano... Bizi görmesinler... Önemli
bir þey konuþacaðým seninle. Ýstersen daha çok puron da
olabilir.
Bunu söylerken cebinden birkaç puro daha çýkardý
Gereb.
Nemeçek baþýný sallayýp mýrýldandý:
--Dünyanýn purosunu getirdiðine göre bu iþin içinde
bir iþ var.
Bekçi Yano, keyifle girdi kulübeden içeri. Gereb onu
izledi. Köpek de Gereb'in arkasýna takýldý; kulübeye girdi.
Nemeçek öfke içindeydi.
--Gördün mü baþýma geleni? Dediklerinin hiçbirini
duyamayacaðým þimdi, bütün planým altüst oldu.
Kapýyý kaparlarken, köpeðin içeri sýzabilmesini az
kýskanmadý hani!
Nemeçek bir masal dinlemiþti eskiden. Bu masaldaki
karga burunlu cadý, kralýn oðlunu kara bir köpeðe dönüþtürüyordu.
Ah ah, o karga burunlu cadý, bir de kendisini
köpek haline koysa en güzel milelerinden on beþ, yirmi
tanesini feda ederdi doðrusu. Varsýn Hektor'u da sarýþýn
Nemeçek haline koysundu cadý kadýn. Ne de olsa arkadaþ
sayýlýrlardý. Rütbesiz iki arkadaþ...
Ne var ki, masallardaki cadý kadýn yerine keskin diþli
bir kurt imdada yetiþti. Bir tahta kurdu, damdaki tahtalardan
birini güzelce kemirmiþ, çoluk çocuðuyla birlikte güzel
bir þölen çekmiþti kendine. Bunu yaparken, Pal Sokaðý
çocuklarýna ilerde ne büyük bir hizmette bulunacaðýný aklýnýn
köþesinden bile geçirmemiþti elbette. Tahta kurdunun
kemirdiði yerde, tahta, sigara kaðýdý gibi incelmiþti.
Nemeçek, oraya kulaðýný dayayýnca, bir de ne görsün, aþaðýda
konuþulanlar sözcüðü sözcüðüne duyulmuyor mu?
Oysa Gereb, bu kimsesiz yerde bile, söyledikleri duyulur
korkusuyla, çok yavaþ konuþuyordu.
--Bana bak Yano, diyordu, sana istediðin kadar puro
verebilirim, ama karþýlýðýnda bir þey yapacaksýn benim
için.
Yano, kuþkuyla sordu:
--Nasýl bir þey yani?
--Arsadan çocuklarý kovacaksýn, o kadar. Odun yýðýnlarým
öteye beriye daðýtmalarýna, burada oynamalarýna izin
vermeyeceksin.
Birkaç saniye ses soluk çýkmadý. Bekçi düþünüyor olmalý,
dedi Nemeçek içinden. Derken, bekçinin sesi duyuldu:
--Çocuklarý buradan kovacaðým desene?
--Evet.
--Peki, ama neden?
--Çünkü baþkalarý gelmek istiyor buraya... Hep zengin
çocuklarý... Senin anlayacaðýn, bol bol puron olur o zaman...
Paran da olur...
Para sözcüðü etkisini gösterdi hemen.
--Para da mý verirler? Verirler mi?
--Elbette. Hem de çil altýn!
Altýn sözcüðü de etkisini gösterdi hemen.
--Tamam, dedi. Kovarým onlarý.
Kapýnýn tokmaðý döndü, kapý gýcýrdadý. Gereb, kulübeden
çýktý. Ama, artýk, Nemeçek de tavanda deðildi. Bir
kedi çevikliðiyle aþaðý atlayýp, odun yýðýnlarýnýn arasýndan
koþarak Arsaya dönmüþtü. Çok sinirliydi. Bütün çocuklarýn
yazgýsý, Arsanýn geleceði kendisine baðlýymýþ gibi geliyordu
ona. Daha oldukça uzaktayken baðýrdý:
--Boka!
Karþýlýk veren olmadý. Yeniden baðýrdý:
--Boka! Baþkaným!
--Daha gelmedi, diye karþýlýk verdi bir ses.
Nemeçek, tayfun gibi uçtu gitti. Boka'ya haberi
yetiþtirmeliydi hemen. Ülkelerinden kovulmadan önce mutlaka
birþeyler yapýlmalýydý. En sondaki odun yýðýnýn yanýndan
geçerken, hala toplantýda olan Macun Derneði üyelerini
gördü. Ciddi bir yüzle oturumu yöneten Vays, küçük sarýþýnýn
yanlarýndan hýzla geçtiðini görünce, seslendi:
--Heey, bay sekreter!
Nemeçek duramayacaðýný iþaret etti koþarken.
Nemeçek'in ardýndan; Bay sekreter! diye baðýran
Vays, ne önemli bir kiþiliði olduðunu belirtmek için de
baþkanlýk çanýný salladý.
--Vaktim yok, vaktim! diye haykýrdý Nemeçek.
Boka'yý evinde bulmak için tabana kuvvet koþmayý
sürdürdü: Vays bunun üzerine son çareye baþvurdu. Sert
bir sesle Nemeçek'in ardýndan haykýrdý:
--Er Nemeçek, dur!
Bu buyruðu alan Nemeçek'in durmasý þarttý. Çünkü,
Vays teðmendi. Öfkeden çatlayacaktý neredeyse, ama
Vays rütbesini öne sürdü mü, boyun eðmek zorundaydý
elbet.
--Buyrun teðmenim!
--Beni dinle, dedi Macun Derneðinin baþkaný. Bu,
günden baþlayarak Macun Derneðini gizli bir dernek olarak
sürdürmeye karar verdik. Bir de yeni baþkan seçtik.
Çocuklar, hep bir aðýzdan, yeni baþkanýn adýný açýkladýlar:
--Yaþasýn Kolnay!
Sadece Barabas'ýn sýrýttýðý görüldü:
--Kahrolsun Kolnay!
Vays, sözünü sürdürdü:
--Ýþte böyle bay sekreter, görevinizde kalmak istiyorsanýz,
bu kararý gizli tutacaðýnýz üzerine þeref sözü vermelisiniz.
Öðretmen Racz bir duyarsa vay halimize...
Tam bu sýrada, Gereb'in odun yýðýnlarý arasýndan sinsi
sinsi geçtiðini gördü Nemeçek. Þimdi ellerinden kurtuldu
mu... her þeyin sonu gelmiþ olacaktý... Ne kaleleri kalacaktý,
ne de Arsa. Ama Boka, tutar da güzel bir konuþmayla
Gereb'i etkilerse, Gereb yeniden iyi bir insan olurdu belki.
Ufaklýk sarý oðlan dokunsanýz aðlayacaktý öfkesinden.
Baþkanýn sözünü kesti:
--Sayýn baþkaným... Acele iþim var benim... Çok acele...
Vays, sert bir sesle sordu:
--Yoksa korkuyor musunuz, bay sekreter? Derneðin
gizliliði ortaya çýkarsa cezalandýrýlýrsýnýz diye mi
korkuyorsunuz?
Ama, Nemeçek'in kulaðýna bir þey girmiyordu artýk.
Gözleri, Gereb'deydi. Odun yýðýnlarýnýn arasýndan sývýþýp
kaçmak için, çocuklarýn daðýlmasýný bekleyen Gereb'deydi
gözleri. Kafasýnda tek bir düþünce vardý: Gereb kaçtý kaçacak!
Artýk ne Macun Derneði vardý aklýnda, ne bir þey; derneðe
de, dernektekilere de boþverip, fýrtýna gibi atýldý büyük
kapýya doðru.
Bütün genel kurula bir mezar sessizliði çöktü. Baþkan,
bu mezar sessizliðine yakýþýr mezardan gelme bir sesle,
--Sayýn üyeler, dedi. Ernö Nemeçek'in uygunsuz davranýþýný
hepiniz izlediniz. Ernö Nemeçek'in bir korkak olduðunu
açýklýyorum.
--Doðru, çok doðru! diye haykýrdý tüm üyeler.
Kolnay daha da ileri giderek,
--Derneðe ihanet etti! diye baðýrdý.
Rihter, acele söz istedi:
--Derneði zor durumda býrakarak çekip giden bu haini
sekreterlikten alýp dernekten çýkaralým. Ayrýca, gizli
tutanak defterimize adýný hain diye geçirelim.
--Yerinde bir karar! diye haykýrdý tüm üyeler hep bir
aðýzdan. Ve baþkan, derin bir sessizlik içinde, kararýný
açýkladý:
--Ernö Nemeçek, genel kurulca hain ilan edilmiþtir.
Kendisi sekreterlik görevinden alýnmýþ, dernekten çýkarýlmýþtýr.
Tutanak yazmaný! Neredesin?
--Buradayým, dedi Lejik.
--Þöyle geçir tutanak defterine: Genel kurul, Ernö
Nemeçek'in korkak bir hain olduðunu açýklar. Adýný da
küçük harflerle yaz o herifin!
Bir uðultu dolaþtý bütün genel kurulda. Genel kurullara
göre en aðýr ceza verilmiþ oluyordu bu kararla. Lejik'in
dört bir yanýna doluþtular. Yere baðdaþ kuran Lejik,
derneðin tutanak defterini açýp dizlerine dayadý, eciþ bücüþ
harflerle deftere þunlarý yazdý:
--ernö nemeçek bir haindir!--
Macun Derneði, Ernö Nemeçek'in sorununu kaþla
göz arasýnda sýfýra indirmiþti. Gelgelelim Ernö Nemeçek,
daha doðrusu ernö nemeçek, bu sýrada var gücüyle Kýnýji
Sokaðýna doðru koþuyordu. Boka'nýn kendi halindeki,
gösteriþsiz, tek katlý evine doðru...
Evin kapýsýndan içeri dalan Nemeçek, dýþarý çýkmak
üzere olan Boka ile çarpýþtý.
--Hayrola? dedi Boka þaþkýn þaþkýn. Senin ne iþin
var burada?
Nemeçek olan bitenleri soluk soluða anlatýrken, bir
yandan da Boka'yý harekete geçirmek için yakasýna asýlýyordu.
Arsanýn yolunu tuttular.
--Demek bütün bunlarý hem gördün hem de duydun, öyle mi?
--Evet. Hem gördüm hem de duydum.
--Gereb hala orada mýdýr dersin?
--Orada! Acele edersek yetiþiriz.
Kliniðin orada durmak zorunda kaldýlar. Zavallý Nemeçek
ha babam öksürüp duruyordu. Yorgun olduðu için
bir ara sýrtýný duvara yasladý.
--Çabuk... çabuk ol... çabuk git sen... ben... ben...
öksürüðüm geçince... gelirim.
Boyuna kötü kötü öksürüp duruyordu.
--Üþütmüþüm kendimi, dedi yanýndaki Boka'ya, Botanik
Bahçesinde üþüttüm herhalde... Göle düþtüðüm sýrada!
Ama, o bir þey deðildi yine. Asýl, Kýþ Bahçesindeki
havuzun suyu soðuktu, buz gibiydi. Tir tir titremiþtim.
Pal Sokaðýna saptýlar. Tam köþeyi döndükleri sýrada,
tahta perdenin kapýsý aralandý. Gereb, dýþarý fýrladý kapýdan.
Nemeçek, heyecanla kolundan yakaladý Boka'yý,
--Ýþte, dedi. Gereb bu, koþuyor!
Boka, ellerini aðzýna götürüp, sessiz sokaðý çýnlattý:
--Gereeeb!
Gereb durdu, dönüp arkasýna baktý. Boka'yý görür
görmez makaralarý koyverdi. Katýla katýla gülerek, Ring
Caddesine doðru koþtu gitti.
Ýki çocuk sokaðýn köþesine çivilenmiþ gibiydiler. Gereb'i
göremiyorlardý artýk. Her þey mahvolmuþtu, farkýndaydýlar.
Aðýzlarýný býçak açmýyordu. Hiç konuþmadan küçük
kapýya doðru yürüdüler. Ýçeriden, Arsada top oynayan
çocuklarýn baðrýþmalarý geliyordu. Derken, Yaþþaa!
sesleri ortalýðý inim inim inletti. Macun Derneði üyeleri yeni
baþkan için gösteri yapýyorlardý. Oysa, þu küçük toprak
parçasý belki de onlarýn deðildi artýk. Ne var ki gerçeðin
farkýnda deðillerdi. Þu avuç içi büyüklüðünde, verimsiz ve
yamru yumru toprak, iki yapýnýn arasýnda soluksuz kalmýþ
þu sýkýþýk düzlük, sonsuzluk ve özgürlüðün simgesi,
sabahlarý Amerikan bozkýrlarý, öðleden sonra Macar ovalarý,
yaðmurda deniz, kýþta karda kuzey kutbu olan, onlarý
eðlendirmek için her kýlýða giren candan dostlarý þu toprak
parçasý, belki de onlarýn deðildi artýk.
--Þu iþe bak, dedi Nemeçek. Daha haberi yok çocuklarýn.
Boka baþýný önüne eðdi, yavaþça mýrýldandý:
--Öyle. Daha bilmiyorlar.
Nemeçek, Boka'nýn önderliðine çok güvenirdi. Zeki,
akýllý dostu yanýnda oldukça umudunu yitirmezdi. Ama,
Boka'nýn gözlerinin yaþardýðýný, baþkanýn, evet, adýyla
sanýyla baþkanýn, acýlý ve titrek bir sesle; Ne yaparýz
þimdi? diye mýrýldandýðýný duyunca, bir korku düþtü içine.
:::::::::::::::::
BEÞÝNCÝ BÖLÜM
Ýki gün sonra, akþam karanlýðýnýn Botanik Bahçesini
sarmaya baþladýðý sýralarda, köprü üzerindeki iki nöbetçi,
koyu bir karaltýnýn yaklaþmakta olduðunu gördüler.
--Dikkat! diye baðýrdý nöbetçilerden biri.
Bunun üzerine, ikisi birden; uçlarýnda solgun ayýþýðýnýn
parýldadýðý mýzraklarýný havaya diktiler. Mýzraklarýn
selamý, köprüden hýzlý adýmlarla geçen Kýzýl Gömleklilerin
komutaný Ferenç Atþ'ý karþýlamak içindi.
--Herkes burada mý? diye sordu Ferenç Atþ.
--Evet, yüzbaþým.
--Ya Gereb? O da geldi mi?
--Ýlk gelen o oldu yüzbaþým.
Ferenç Atþ, nöbetçilerinin selamýna karþýlýk verdi.
Mýzraklar inip yeniden dikildiler. Kýzýl Gömlekliler
silahlýyken böyle selam veriyorlardý.
Adadaki küçük düzlükte Kýzýl Gömlekliler toplantý
halindeydiler. Atþ, ilerleyip aralarýna girince, Pastorlarýn
büyüðü,
--Dikkat! diye baðýrdý.
Uçlarý yaldýzlý kaðýtla kaplý mýzraklar havaya dikildi.
Selama karþýlýk veren Ferenç Atþ,
--Çocuklar, dedi, acele etmemiz þart. Ben biraz geciktim.
Hemen iþe koyulalým. Feneri yakýn.
Komutan gelmeden fenerin yakýlmasý usulden deðildi.
Fener yandý mý, Ferenç Atþ, adada bulunuyor demekti.
Pastorlarýn küçüðü feneri yaktý. Kýzýl Gömlekliler ateþin
çevresine çöktüler. Herkes susmuþ, komutanýn söze baþlamasýný
bekliyordu.
Ferenç Atþ sordu:
--Yeni bir haber var mý?
Sebeniç elini kaldýrdý.
--Söyle bakalým.
--Pal Sokaklýlardan ganimet aldýðýmýz kýrmýzý--yeþil
bayrak, silah depomuzdan kaybolmuþ, komutaným.
Atþ'ýn kaþlarý çatýldý.
--Silahlardan eksilmiþ olan var mý?
--Yok, komutaným. Buraya gelmeden önce, depo nöbetçisi
olarak denetledim depoyu. Mýzraklarý, baltalarý gözden
geçirdim. Hepsi yerli yerinde. Yalnýz, küçük bayrak
yerinde deðildi. Biri çalmýþ olacak.
--Ayak izleri var mýydý?
--Vardý. Yönetmeliðe uyarak, her akþamki gibi dün
akþam da ince kum serpmiþtim yýkýntýnýn içine. Bugün yýkýntýyý
gözden geçirmeye gidince ne göreyim? Ayak izleri...
Yarýktan bayraðýn bulunduðu köþeye, sonra ayný köþeden
yine yarýða giden ayak izleri... Yarýktan sonra, toprak
hem sert, hem de çimenliktir, onun için orada izler de
görünmez oluyordu artýk.
--Ayak izleri küçük müydü?
--Evet. Hem de çok küçüktü diyebilirim. En küçük
ayaklýmýz Vendaver var ya, iþte onun ayaklarýndan bile
küçüktüler.
Derin bir sessizlik oldu.
--Anlaþýlan, yabancý biri girmiþ silah deposuna, dedi
komutan. Hem de Pal Sokaðýndaki çocuklardan biri.
Kýzýl Gömlekliler arasýnda bir homurtu dolaþtý. Ferenç
Atþ sözünü sürdürdü:
--Herhangi bir çocuk olsaydý silahlardan da alýrdý bana
kalýrsa. Ama düþünün ki, çocuk, yalnýzca bayraðý alýyor.
Pal Sokaklýlar, içlerinden birini bayraðý geri almak
için görevlendirmiþ olacaklar. Ne dersin Gereb, senin
haberin var mý bu iþten?
Þu Gereb yok mu, iki yüzlü casusun tekiydi anlaþýlan.
Ayaða kalktý:
--Benim bir bilgim yok.
--Peki. Otur bakalým. Bu iþi sonra araþtýrýrýz. Önce
biz kendi iþimize bakalým. Biliyorsunuz, geçenlerde utanýlacak
bir olay geçti baþýmýzdan. Biz hepimiz Adadayken,
düþman buralara kadar sokulup þu aðaca kýrmýzý bir kaðýt
iliþtirdi. Öyle de becerikli davrandýlar ki, yakalayamadýk
onlarý. Ýki yabancý çocuðu Memurlar Mahallesine kadar
kovaladýk. Neden sonra kafamýza dank etti ki, onlar boþ
yere kaçmýþlar bizden, biz de onlarý boþuna kovalamýþýz.
Kaðýdýn burnumuzun dibindeki aðaca iliþtirilmesi bizim en
büyük ayýbýmýzdýr. Onun için, ne yapýp yapýp öc almamýz
gerek. Arsayý ele geçirmek için Gereb'in durumu incelemesini
bekliyorduk. Þimdi Gereb raporunu verecek, biz
de savaþa ne zaman gireceðimizi kararlaþtýracaðýz.
Gereb'e baktý.
--Gereb, ayaða kalk!
Gereb ayaða kalktý.
--Anlat bakalým. Raporunu dinleyelim.
--Þey... dedi Gereb biraz þaþkýn. Bana kalýrsa, orayý
savaþsýz da ele geçirebiliriz. Eskiden ben de onlardandým,
diye düþündüm de... Þimdi, dedim kendi kendime, neden
yalnýz benim yüzümden olsun... Yani arsaya bakan bekçiyi
elde ettim rüþvet verip. Þimdi bekçi Yano, onlarý oradan...
oradan...
Birden, dut yemiþ bülbüle döndü Gereb. Ferenç Atþ,
öyle kötü kötü bakýyordu ki gözlerine, konuþmasýný bitiremedi.
Öyle kötü kötü bakmasý yetmiyormuþ gibi, bütün çocuklarý
tir tir titreten gür sesi de yükseldi Ferenç Atþ'ýn.
Hele bir kýzmaya görsün, hep böyle korkunçlaþýrdý bu güçlü
kuvvetli delikanlý.
--Sen Kýzýl Gömleklileri hala tanýmamýþsýn anlaþýlan.
Biz ne pazarlýk eder, ne de rüþvet veririz. Arsayý iyilikle
vermezlerse, zorla alýrýz. Bana ne bekçiden, bana ne kovmaktan
kovulmaktan. Senin yaptýðýna adýyla sanýyla sinsilik derler.
Herkes suspus olmuþtu. Gereb utancýndan önüne bakýyordu.
Ferenç Atþ, ayaða kalktý.
--Korkuyorsan defol git! Evine dön!
Bu sözleri Gereb'in yüzüne bir þamar gibi indirirken,
gözlerinde de þimþekler çakýyordu sanki. Gereb çok korkmuþtu.
Kýzýl Gömlekliler onu aralarýndan atacak olurlarsa
çok kötü olur, dünyanýn hiçbir köþesinde bir yeri olamazdý
artýk. Onun için, baþýný dik tutup, korkusuz bir sesle
konuþmayý denedi:
--Korkak deðilim ben. Sizinleyim, sizinle kalacaðým.
Size baðlý kalacaðýma da söz veriyorum.
--Ýþte buna sevindim, dedi Atþ. Ama, yeni gelen üyeye
yakýnlýk duymadýðý, yüzünden belli oluyordu.
--Bizimle kalacaksan, bizim yasalarýmýza göre and içmen
gerekir.
Gereb rahat bir soluk aldý.
--Hem de bütün yüreðimle, dedi.
--Ver elini öyleyse!
El sýkýþtýlar.
--Bundan böyle teðmen rütbesine sahipsin. Sebeniç,
sana da bir mýzrakla Kýzýlderili baltasý verir, adýný da gizli
listeye yazar. Þimdi iyi dinleyin hepiniz! Ýþimizi savsaklayamayýz
artýk. Yarýn saldýrýya geçeceðiz. Yarýn öðleden
sonra hepimiz burada toplanýrýz. Birliðimizin yarýsý Maria
Sokaðýndan girip kaleleri ele geçirir. Öbür yarýsýna da kapýyý
sen açarsýn Gereb. Bu kuvvet, Pal Sokaðý Çocuklarýný
Arsadan atacaktýr. Odun istiflerinin arasýna sýðýnacak
olurlarsa, o zaman, öbür arkadaþlarýmýz kalelerden saldýrýya
geçerler. Bize bir oyun yeri gerekli. Ne pahasýna olursa
olsun, ele geçireceðiz orayý.
Kýzýl Gömlekliler, yerlerinden fýrlayýp mýzraklarýný
havaya kaldýrdýlar.
--Yaþasýn! diye haykýrdýlar.
Komutan, eliyle susmalarýný iþaret etti.
--Sana soracaðým bir þey daha var Gereb. Ne dersin,
Pal Sokaðý çocuklarý senin bize geçtiðini sezmiþler midir
acaba?
--Sanmýyorum, dedi çiçeði burnunda teðmen. Diyelim
ki içlerinden biri, kýrmýzý kaðýdý aðaca asmaya geldi.
Beni o karanlýkta göremezdi ki!
--Demek, sana kalýrsa yarýn öðleden sonra rahatça
aralarýna girebilirsin?
--Hem de rahat rahat.
--Kuþkuya kapýlmazlar mý acaba?
--Hayýr. Kuþkulansalar bile seslerini çýkaramazlar.
Hepsi korkar benden. Aralarýnda gözü pek tek bir çocuk
bile yok!
Ýncecik bir ses sözünü kesti Gereb'in.
--Nasýl yok, bal gibi var!
Dört bir yanlarýna bakýndýlar, Ferenç Atþ þaþkýn þaþkýn
sordu:
--Kimdi o konuþan?
Karþýlýk veren olmadý. Ama o ince, tatlý ses yeniden
duyuldu.
--Yok diyen de kim, var, hem de bal gibi var!
Sesin, aðacýn tepesinden geldiðini çok iyi duymuþlardý
þimdi. Biraz sonra, dallar hýþýrdamaya baþladý. Koca
aðacýn dallarý arasýndan çatýrtýlar yükseldi. Derken, birdenbire
ufacýk, sarýþýn bir çocuk aðaçtan aþaðý kayýverdi.
Son daldan yere atlayýnca, üstünü baþýný silkip düzeltti.
Olduðu yerde dimdik durdu. Þaþkýna dönmüþ Kýzýl Gömleklilere
gözlerini dikip cesaretle baktý. Durup dururken
ortaya çýkan bu çaðrýsýz konuk öylesine þaþýrtmýþtý ki hepsini,
biri çýkýp da tek sözcük olsun söyleyemiyordu.
Gereb sapsarý kesilmiþti.
--Nemeçek, dedi korkuyla.
--Evet benim, Nemeçek! Bayraðý kim çaldý diye arayýp
durmanýza gerek yok. Ben çaldým bayraðý ve buradayým
iþte. Vendaver'in ayaklarýndan daha küçük olan ayaklar
da iþte benim ayaklarým. Aslýnda hiç sesimi çýkarmasam
da olurdu. Siz gidinceye kadar bekleyebilirdim. Saat
dörtten beri aðacýn tepesindeyim. Ama Gereb, tutup da,
birliðimizde tek bir gözü pek çocuk bile bulunmadýðýný
söyleyince, dayanamadým artýk. Kendi kendime dedim ki:
Dur hele, sana þimdi gösteririm Pal Sokaðý çocuklarý arasýnda
yürekli çocuklar da bulunduðunu. Baþkasý olmasa
bile ben varým, evet, ben Nemeçek, üstelik subay bile deðilim
daha. Böyle dedim kendi kendime. Ýþte karþýnýzdayým.
Bütün konuþmalarýnýzý dinledim, bayraðýmýzý geri aldým
gizlice; þimdi istediðinizi yapabilirsiniz bana. Ýster dövün
sövün, isterseniz bayraðý zorla alýn elimden. Yalnýz,
þunu bilin ki, onu kendi elimle size teslim edecek deðilim.
Daha ne bekliyorsunuz? Ben tek baþýmayým iþte, siz on kiþisiniz.
Bire karþý on, daha ne bekliyorsunuz?
Heyecandan kýpkýrmýzý kesilmiþti. Böyle konuþurken
kollarýný iki yana açýyordu. Bir eliyle de sýký sýký bayraðý
tutuyordu. Kýzýl Gömleklilere gelince, onlar þaþkýnlýktan
kurtulamamýþlardý daha. Bu ufacýk, sarýþýn oðlandan gözlerini
ayýramýyorlardý. Kendine güvenen, korkusuz bir hali
vardý. Bunu yüzlerine vururken, güçlü kuvvetli Pastor
Kardeþleri, Ferenç Atþ'ý hatta bütün oradakileri dövecek
gücü kendinde buluyor gibiydi.
Pastor Kardeþler, çok geçmeden her zamanki soðukkanlýlýklarýný
gösterdiler. Nemeçek'in üzerine yürüyüp,
saðdan, soldan kollarýný yakaladýlar. Sað yanýnda duran
Pastor'larýn küçüðü, bayraðý Nemeçek'in elinden almaya
çalýþýrken, Ferenç Atþ'ýn sesi, büyük sessizliði bozuverdi:
--Durun! Býrakýn onu!
Ýki Pastor, komutanlarýnýn yüzüne þaþkýnca baktýlar.
--Dokunmayýn ona! dedi Ferenç Atþ. Bu çocuk hoþuma
gitti benim. Gerçekten gözüpek bir çocuksun, Nemeçek.
Uzat elini sýkayým. Aramýza katýl, sen de Kýzýl
Gömleklilerden ol!
Nemeçek, hayýr anlamýnda baþýný salladý.
--Ben öyle þey yapmam, dedi meydan okuyarak. Kesinlikle
hayýr.
Sesi tir tir titriyordu, ama korkudan deðil, heyecandan.
Yüzü ve bakýþlarý son derece ciddi, tekrarladý:
--Ben öyle þey yapmam!
Ferenç Atþ gülümsedi:
--Peki, öyle olsun, dedi. Bizim için fark etmez. Þimdiye
kadar hiç kimseyi buyur etmedim aramýza. Bütün buradakiler
kendileri baþvurmuþlardýr. Benim aramýza çaðýrdýðým
ilk çocuk sensin. Ama sen bilirsin, istemiyorsan katýlma
aramýza...
Ve sýrtýný döndü.
Pastor Kardeþler sordular:
--Bunu ne yapacaðýz þimdi?
Komutan omuz silkti.
--Bayraðý alýn elinden!
Pastorlarýn büyüðü, Nemeçek'in küçücük elini þöyle
büktüðü gibi kýrmýzý--yeþil bayraðý alýverdi. Nemeçek'in eli
de az acýmamýþtý doðrusu. Pastorlarýn kuvvetine diyecek
yoktu, ama bizim ufaklýk sarý oðlan canýný diþine taktý,
sesini çýkarmadý.
--Bayraðý aldým, dedi Pastor.
Herkes, heyecanla bekliyordu þimdi ne olacak diye.
Büyük Ferenç Atþ, aðýr mý aðýr bir ceza verecekti Nemeçek'e.
Nemeçek, diþleri birbirine kenetlenmiþ ve meydan
okurcasýna, dimdik duruyordu olduðu yerde.
Ferenç Atþ þöyle bir dönüp el etti Pastorlara.
--Bu cýlýz herifi dövmek bize yakýþmaz... Ama... durun
bakayým... evet... onu suya daldýrýp iyice bir ýslatýn!
Kýzýl Gömlekliler kahkahalarýný tutamaz oldular. Ferenç
Atþ ile Pastorlar da gülüyordu. Sebeniç, kepini havaya
fýrlatýrken, Vendaver de deliler gibi zýplayýp duruyordu.
Bir aðacýn altýnda duran Gereb bile gülüyordu. Sevinçten
kabýna sýðamayan bütün bu topluluk içinde tek bir surat
vardý ciddi kalýp gülmeyen; o da Nemeçek'in suratýydý
elbette. Kendini üþütmüþ olan Nemeçek'in öksürüðü kesilmemiþti.
Annesi evden çýkmasýný yasaklamýþtý, ama bizim
küçük sarý oðlan evde kapalý kalmaya dayanamamýþtý.
Saat üçte evden sývýþmýþ, saat üç buçuktan akþama kadar
aðacýn tepesinde kalmýþtý. Ama hastalansa da, ölse de, aðzýný
açýp bir þey söylemeyecekti. Ben üþüttüm, hastayým
mý diyecekti yani? Bunu aðzýndan kaçýrdý mý daha da alaya
alýrlardý kendisini. Otuz iki diþini birden göstererek sýrýtan
þu Gereb bile gülerdi o zaman. Hiç sesini çýkarmadý.
Ne yaparlarsa katlanmaya karar verdi. Bütün çocuklarýn
kahkahalarý arasýnda Pastor Kardeþler tarafýndan Ada kýyýsýna
sürüklenen Nemeçek, gölün sýð sularýna batýrýldý.
Pastorlar acýma nedir bilmezlerdi. Biri ellerinden tutmuþtu
Nemeçek'i, öteki ensesinden yakalamýþtý. Çok geçmeden
Nemeçek boðazýna kadar suya batmýþtý bile. Adadaki
bütün Kýzýl Gömlekliler sevinç içindeydiler. Hep birden
Kýzýlderili dansýna baþlayýp, keplerini havalara fýrlattýlar,
baðrýþtýlar, coþtular.
Savaþ çýðlýklarý ortalýðý inletiyordu.
--Huya hop, huya hop, huya hop!
Çýðlýklar, atýlan kahkahalara karýþýyor, gürültü küçük
adanýn sessizliðini bozuyordu. Nemeçek'in üzgün bir
kurbaðadan farký yoktu. Suratý asýk, bakýþlarý küskün, suyun
üzerindeki gözleri biraz ötedeki Gereb'e dikilmiþti.
Gereb, kýyýda bacaklarýný ayýrarak durmuþ, kaba kaba gülerek,
Nemeçek'e, oh olsun der gibi baþýný sallýyordu.
Neden sonra Pastorlar tarafýndan serbest býrakýlan
Nemeçek, gölden emekleyerek çýktý. Tepeden týrnaða sýrýlsýklam,
üstü baþý çamur içinde bir adamcýk! Bu halini gören
Kýzýl Gömleklilerin neþesine ve coþkusuna diyecek
yoktu. Zavallý Nemeçek'in küçük bir fino köpeðinden farký
yoktu. Þöyle bir silkinince, bütün çevresindekiler kaçýþtýlar,
sular sýçramasýn diye. Eh iþte, düþenin dostu olmaz
derler ya, alaylarýn da sonu bir türlü gelmiyordu artýk.
--Kurbaðaya bakýn, kurbaðaya!
--Bol bol yuttun mu sularý, yetti mi?
--Hazýr suya girmiþken biraz da yüzseydin.
Nemeçek, karþýlýk vermiyordu. Yalnýzca acý acý gülüyor,
ýslak ceketini sývazlýyordu eliyle. Tam bu sýrada, Gereb
yanýna yaklaþýp karþýsýnda durdu. Önce sýrýtarak güldü,
ardýndan, caka satar gibi sordu:
--N'aber, iyi miydi?
Nemeçek, iri mavi gözlerini Gereb'in yüzüne dikip,
þöyle bir baktý.
--Ýyiydi ya, dedi. Elbette iyiydi, kýyýda durup karþýdan
benim halime gülmekten çok daha iyiydi. Arkadaþlarýmýn
düþmanlarýyla iþbirliði yapmaktansa, bütün bir yýl boðazýma
kadar suya batmýþ olarak otururum daha iyi. Beni
suya daldýrmanýz výz gelir bana. Geçenlerde ben kendiliðimden
de girdim suyun içine. Ve ne gördüm o gün suyun
içindeyken, biliyor musun? Seni gördüm, seni burada,
hem de düþmanlarýmýzýn arasýnda gördüm. Beni aranýza
çaðýrabilir, sizden olayým diye bana kavuk sallayabilir,
size katýlayým diye beni armaðanlara boðabilirsiniz, ama
hepsi boþuna. Bütün bunlar beni hiç mi hiç etkilemez. Beni
yine suya daldýrsanýz da, yüzlerce, binlerce kez suya daldýrsanýz
da, yine geleceðim, yarýn da geleceðim, öbür gün
de. Beni bulamayacaðýnýz bir yere saklanmayý bileceðim.
Hiçbirinizden korkum yok benim. Hele siz de Pal Sokaðýna,
Arsamýzý elimizden almaya gelin, bizi karþýnýzda bulacaksýnýz
orada. Hele bir gelin de alýn boyunuzun ölçüsünü.
Bizim de on kiþi olduðumuz bir yerde, benim þimdi konuþtuðumdan
baþka bir dille konuþuruz sizinle. Beni altetmek
kolay elbette. Büyük balýk küçük balýðý yer. Müzenin
bahçesinde Pastorlar milelerime el koymuþlar, almýþlardý
milelerimi. Onlar, benden güçlüydüler o sýrada. Bir kiþi
on kiþiyle baþa çýkamaz. Onun için, hiç mi hiç aldýrdýðým
yok burada olan bitenlere. Beni dövseniz de výz gelir bana.
Ýsteseydim suya dalmak zorunda da kalmazdým. Ama sizden
biri olmak istemedim ben. Dilerseniz suda boðarak öldürün
beni, öldüresiye dövün isterseniz. Ama ben ihanet
etmem þurada duran gibi... Þunun yaptýðýný yapmam, ihanet
etmem ben...
Kolunu uzatan Nemeçek, Gereb'i gösteriyordu. Gereb'in
kahkahasý boðazýnda düðümlenip kalmýþtý. Fenerin
ýþýðý, Nemeçek'in küçük, sarý baþýný, ýslak giysilerini
aydýnlatýyordu. Gururla, korku bilmez ve içinin temizliðini
yansýtan bir bakýþla Gereb'e bakýyordu Nemeçek. Bu bakýþ altýnda
ezilen Gereb, içine bir aðýrlýk çöktüðünü hissetti. Yüzü
ciddileþti, baþý önüne eðildi. Herkes suspus olmuþtu.
Öylesine bir sessizlik ki, bir tapýnaktaydýlar sanki. Nemeçek'in
üstünden sularýn þýp þýp yere damladýðý görülüyordu.
Bu büyük sessizliði bozan, Nemeçek oldu:
--Gidebilir miyim artýk?
Kimse karþýlýk veremedi.
Nemeçek yeniden sordu:
--Beni öldüresiye dövmeye niyetiniz yok anlaþýlan.
Gidebilir miyim?
Yine bir karþýlýk çýkmayýnca, yavaþ yavaþ ve sakin
adýmlarla köprüye doðru yürümeye baþladý. Tek bir el bile
kalkmadý, tek bir çocuk olsun kýpýrdamadý yerinden. Bu
ufacýk, sarýþýn oðlanýn gerçek bir kahraman gibi, erkek bir
adam gibi davrandýðýný hepsi de kabullenmiþti. Yetiþkin
bir erkek gözüyle bakýlmayý hak etmiþti doðrusu... Köprüdeki
nöbetçiler, bütün olan biteni izlemiþlerdi. Hayran
hayran Nemeçek'e bakýyorlardý. Ona dokunmayý göze alamadýlar.
Nemeçek, köprüye yeni adým atmýþtý ki, Ferenç
Atþ'ýn gürleyen sesi yükseldi:
--Dikkaat!
Esas duruþta selama geçen nöbetçiler, parlak uçlu
mýzraklarýný havaya diktiler. Bütün öbür çocuklar da hep
birlikte mýzraklarýný havaya dikip topuklarýný vurdular.
Mýzraklarýn sivri uçlarý ayýþýðý altýnda pýrýl pýrýldý. Ses
soluk çýkmýyordu. Bütün duyulan, Nemeçek'in yavaþ yavaþ
uzaklaþan adýmlarýndan çýkan sesti. Sonra, içlerine su dolmuþ
ayakkabýlarýn foþurtusunu andýran bu ses de duyulmaz oldu.
Nemeçek gitmiþti.
Adadaki Kýzýl Gömlekliler þaþkýn þaþkýn bakýþtýlar
karþýlýklý. Ferenç Atþ, baþý önünde, düzlüðün ortasýndaydý.
Tam bu sýrada yanýna yaklaþan Gereb, Atþ'ýn karþýsýna
geçip durdu. Gereb'in yüzü bembeyazdý. Duvar gibi. Birþeyler
mýrýldandý kem küm ederek:
--Þey... hani... biliyorsun ya...
Ama Ferenç Atþ, sýrtýný döndü Gereb'e. Bunun üzerine
Gereb, kýpýrdamadan duran öteki çocuklarýn yanýna yürüdü,
Pastor Kardeþlerden büyüðünün karþýsýna geçti.
Kem küm ederek mýrýldandý yine deminki gibi:
--Þey... hani... biliyorsun ya...
Ama, Pastor da komutanýn yaptýðýný yaptý, sýrtýný döndü.
Gereb, ne yapacaðýný þaþýrmýþ, sap gibi ortada kalmýþtý.
Boðulur gibi bir sesle,
--Artýk gitsem iyi olacak, dedi.
Bir karþýlýk veren olmadý. Gereb de, ayný yolu biraz
önce küçük Nemeçek'in izlediði yolu izleyerek uzaklaþtý.
Ama, onu selamlayan falan olmadý. Nöbetçiler, köprünün
korkuluðuna yaslanmýþlar, suya bakýyorlardý. Botanik
Bahçesinin sessizliði içinde Gereb'in ayak sesleri gittikçe
uzaklaþtý, sonra kesildi.
Kýzýl Gömlekliler kendi kendilerine kalýnca, Ferenç
Atþ'a bir canlýlýk geldi. Pastor Kardeþlerin büyüðüne, yüzleri
birbirlerine deðercesine yaklaþtý, sakin sakin sordu:
--Müzenin bahçesinde bu çocuðun milelerini mi aldýn sen?
Pastor, hafif bir sesle,
--Evet, dedi.
--Kardeþin de yanýnda mýydý?
--Evet.
--El koydum mu yaptýnýz?
--Evet.
--Küçük, güçsüz çocuklarýn mileleri alýnmayacak demedim
mi ben? Kýzýl Gömleklilere böyle buyruk vermedim mi?
Pastor Kardeþler suspus olmuþtu. Ferenç Atþ'a karþý
gelinemezdi. Komutan, sert bakýþlarýyla tepeden týrnaða
süzdü iki kardeþi. Sonra, karþý durulamayacak sakin bir
sesle buyurdu:
--Girin suya bakalým!
Pastorlar hiçbir þey anlamamýþ gibi bakakaldýlar baþkanýn
yüzüne.
--Anlamadýnýz mý? Böyle, olduðunuz gibi, giyimlerinizle,
doðru suyun içine...
Bazý çocuklarýn kýs kýs güldüðünü görünce, sözü sürdürdü Atþ:
--Bunlarýn haline gülenler de suyu boylayacak, bunu
iyi bilin!
Bunun üzerine, kimsede gülecek hal kalmadý. Pastorlara
þöyle bir bakan Ferenç Atþ, sabýrsýzlanarak,
--Ne duruyorsunuz! diye baðýrdý. Doðru suyun içine;
hem de boðazýnýza kadar, marþ marþ!
Ötekilere dönüp çýkýþtý:
--Siz de aval aval bakýp durmayýn onlara. Dönün sýrtýnýzý!
Kýzýl Gömlekliler, olduklarý yerde çark edip, sýrtlarýný
göle verdiler. Hatta, Ferenç Atþ bile Pastor Kardeþlerin
bu cezayý kendilerine nasýl uyguladýðýný seyretmedi. Ýki
kardeþ týpýþ týpýþ göle doðru yürüyüp boðazlarýna kadar suya
girdiler. Çocuklar bir þey görmediler, ama iki kardeþin
çýkardýðý þýpýrtýy bal gibi duydular. Ferenç Atþ'a gelince,
o bir göz atmaktan alamadý kendini. Ýki kardeþin gerçekten
suya girdiklerinden emin olmak istedi. Sonra, komutunu verdi:
--Tüfek indir! Ýleri, marþ!
Birliði Adadan çýkarmak üzere yürüyüþe geçirdi. Nöbetçiler
feneri söndürdüler. Uygun adýmla köprüden geçen
birliðe katýldýlar artçý olarak. Çok geçmeden, Kýzýl
Gömlekliler, Botanik Bahçesinin sýk bitkileri arasýnda
gözden kayboldular.
Pastor Kardeþler emekleye emekleye çýktýlar gölden.
Karþýlýklý bakýþtýlar, birbirlerini gözden geçirdiler, sonra
her zamanki gibi ellerini ceplerine sokup yürümeye koyuldular.
Aðýzlarýný býçak açmýyordu. Yaptýklarýndan utandýklarý belliydi.
Ada, ayýþýðý altýnda, ilkyaz akþamýnýn sessizliði içindeydi.
Yine ýpýssýz kalmýþtý.
:::::::::::::::::
ALTINCI BÖLÜM
Ertesi gün öðleden sonra saat iki buçuða doðru, birbiri
ardýnca Arsanýn küçük kapýsýndan içeri giren çocuklar,
tahta perdenin iç tarafýna kocaman çivilerle tutturulmuþ
büyük bir kaðýt gördüler.
Bu büyük kaðýt, bir bildiriydi: Boka tarafýndan, bütün
bir gece uykusuz kalýnarak yazýlmýþtý. Bildiri kocaman
basýmevi harfleriyle, kara çinimürekkebi kullanýlarak
hazýrlanmýþtý. Yalnýz satýr baþlarýndaki harfler kan
kýrmýzýsýydý.
BÝLDÝRÝ
HERKES GÖREVÝNÝN BAÞINA!
ÜLKEMÝZ BÜYÜK BÝR TEHLÝKEYLE KARÞI KARÞIYADIR.
GÖZÜPEK DAVRANMAZSAK BÜTÜN
TOPRAKLARIMIZI ELÝMÝZDEN ALACAKLAR!
KIZIL GÖMLEKLÝLER BÝZE SALDIRMAK ÝSTÝYORLAR.
ARSAMIZ TEHLÝKEDEDÝR!
AMA BÝZ, KARÞILARINDA YER ALIP GEREKÝRSE
HAYATIMIZLA KORUYACAÐIZ ÜLKEMÝZÝ.
HERKES ÜZERÝNE DÜÞEN GÖREVÝ YAPACAKTIR!
BAÞKAN
Hiç kimse top oynamak istemiyordu bugün. Top, depo
görevlisi Rihter'in cebinde rahatýna bakýyordu. Çocuklar
bir aþaðý bir yukarý geziniyor, yakýnda çýkacak savaþ üstüne
konuþuyorlardý. Bu arada hep tahta perdedeki bildirinin
önüne gidiyor, o ateþli sözleri yeni baþtan okuyorlardý.
Çoðunun ezberindeydi artýk bildiri; içlerinden biri odun
yýðýnlarýnýn üzerine çýkýyor, sesine bir savaþçý havasý vererek
aþaðýdakilere okuyordu bildiriyi. Hoþ, aþaðýdakiler bütün
okunaný ezbere biliyorlardý, ama yine de aðýzlarý açýk
dinlemekten kendilerini alamýyorlardý. Bildiriyi sonuna
kadar dinledikten sonra, bir koþuda soluðu tahta perdenin
önünde alýyor, yeni baþtan okuyor, bu kez de onlar odun
yýðýnýna týrmanýp, aþaðýda kalanlara yineliyorlardý bildiride
yazýlanlarý.
Bütün Pal Sokaðý çocuklarýnýn aklý fikri bu bildirideydi.
Nasýl olmasýndý? Bir araya geleli, yani bütün tarihleri
boyunca, böyle bir olayla karþýlaþmamýþlardý. Boka, kendi
imzasýný taþýyan bir bildiri yayýnladýðýna göre, durum
gerçekten kötü, tehlike gerçekten büyük olmalýydý.
Çocuklar, bu olayla ilgili tek tük ayrýntýyý daha önce
de duymuþlardý. Gereb'in adý orda burada kulaklarýna
çarpmýþtý, ama yine de kesin bir þey bilmiyorlardý. Baþkan,
Gereb konusunu çeþitli nedenlerden ötürü gizli tutmayý
uygun bulmuþtu. Baþkanýn üzerinde durduðu bu nedenlerden
biri de, Gereb'i Arsada suçüstü yakalayýp mahkemeye
vermekti. Küçük Nemeçek'in tek baþýna gizlice
Botanik Bahçesine gireceði, orada ortalýðý ayaða kaldýracak
bir olay yaratacaðý, baþkanýn hayalinden bile geçmezdi
elbette. Baþkan bunu ancak bugün öðleden önce, okulda
öðrenmiþti. Latince dersinden sonra, okul kapýcýsýnýn
çörek sattýðý bodrum katýnda Boka'yý bir kenara çeken Nemeçek,
bütün olan bitenleri anlatmýþtý. Ama, saat iki buçukta
bile Arsadakilerden hiçbirinin fazla bir þey bildiði
yoktu. Herkes Baþkaný bekliyordu.
Bu genel heyecana, özelliði olan bir de telaþ katýlmýþtý
ayrýca: Macun Derneðinin kendi yapýsýyla ilgili bir aksaklýk.
Evet, derneðin macunu kupkuru kesilmiþti. Orasýnda
burasýda çatlaklar belirmiþ olan macun, kullanýlmaz haldeydi,
yapýþkanlýðýný yitirmiþti. Kimdeydi suç? Hiç kuþkusuz,
baþkanda! Macunu çiðnemek görevi de baþkana düþüyordu
elbette. Yeni baþkan Kolnay'ýn, bu görevi savsakladýðý
ortadaydý. Bu ihmalci tutumu ilk yeren üyenin kim olduðunu
bulmak zor olmasa gerek. Evet, sert bir çýkýþ yapan
ilk üye Barabas oldu. Üye üye dolaþýp, Baþkanýn ihmalini
aðýr sözlerle suçladý. Bu giriþimi baþarýya da ulaþmadý
deðil. Daha beþ dakika bile geçmeden, olaðanüstü bir toplantý
yapýlmasý için üyeleri harekete geçirdi. Kolnay iþin
içinde ne olduðunu sezinliyordu.
--Güzel, dedi. Yalnýz, þu sýrada Arsanýn durumu çok
daha önemli. Olaðanüstü toplantý çaðrýsýný ancak yarýn
yapabilirim.
Gelgelelim, Barabas, Nuh diyor, peygamber demiyordu.
--Canýmýza tak etti artýk. Sayýn Baþkan korkuyor anlaþýlan.
--Senden mi korkacaðým?
--Hayýr, benden deðil, genel kurul toplantýsýndan!
Toplantýnýn bugün yapýlmasýný istiyoruz.
Kolnay, tam karþýlýk veriyordu ki, dýþardan Pal Sokaðý
çocuklarýnýn savaþ çýðlýklarý yükseldi.
Hepsi de dikkat kesildiler. Boka, küçük kapýdan içeri
girdi. Yanýnda yürüyen Nemeçek, büyük, el örgüsü atkýsýný
boynuna sarmýþtý. Baþkanýn görünmesiyle bütün tartýþmalar
kesildi. Kolnay da çabucak yumuþadý.
--Ýyi öyleyse, dedi. Toplantýyý bugün yaparýz. Ama önce,
Boka'yý dinleyelim de...
--Ona bir diyeceðim yok, diye karþýlýk verdi Barabas.
Boka'nýn dört bir yanýna doluþan çocuklar, soru yaðmuruna
tuttular onu. Ýki dövüþ horozu olan Kolnay ile Barabas
da kalabalýða katýldýlar. Susmalarýný iþaret eden Boka,
bütün çocuklarýn dikkat kesilerek dinlediði þu sözleri
söyledi:
--Arkadaþlar! Bildiriyi okudunuz. Nasýl bir tehlikeyle
karþý karþýya olduðumuzu anladýnýz. Düþman kampýna
giren casuslarýmýz, Kýzýl Gömleklilerin yarýn için bir
saldýrý hazýrladýklarýný öðrendiler.
Bu sözler üzerine bir uðultu yayýldý ortalýða. Savaþýn
kapýya dayandýðýndan hiç kimsenin haberi yoktu.
--Evet, dedi Boka. Yarýn... Bugünden baþlayarak sýkýyönetim
ilan ediyorum. Herkes, üstlerinin buyruklarýna
kayýtsýz þartsýz uyacaktýr. Tüm subaylar da bana uyacaklar.
Savaþ bu, çocuk oyuncaðý deðil! Kýzýl Gömlekliler güçlü
ve bizden üstündürler. Kýran kýrana çarpýþma olacak.
Kimseyi zorla savaþa sürüklemek niyetinde deðilim.
Onun için þimdiden açýklýyorum: Savaþa katýlmak istemeyenler
ellerini kaldýrsýnlar.
Bir sessizlik çöktü ortalýða: Kimse elini kaldýrmýyordu.
Boka tekrarladý:
--Savaþa katýlmak istemeyenler ellerini kaldýrsýnlar...
El kaldýran yok mu?
Bütün çocuklar tek bir aðýzdan baðýrdýlar:
--Yok!
--Öyleyse yarýn, saat tam ikide burada bulunacaðýnýza
söz verin!
Çocuklar, teker teker Baþkanýn önünden geçtiler.
Boka ertesi gün için hepsinden ayrý ayrý söz aldý.
Lejik ileri atýldý.
--Sayýn Baþkaným, dedi. Hepimiz buradayýz, yalnýz
Gereb yok.
Ortalýða, bir mezar sessizliði çöktü. Herkes merak
içindeydi. Ne olmuþtu þu Gereb'e acaba? Boka kafasýna
bir þey koydu mu, ondan caymazdý bir daha. Bir sonuca
varmadan önce Gereb'i burada, arkadaþlarýnýn önünde
rezil etmek niyetinde deðildi.
Oradan buradan sesler yükseldi:
--Gereb'e ne oldu? Öðrenmek istiyoruz!
--Hiçbir þey olmadý, diye karþýlýk verdi Boka, sakin
bir sesle. Onu daha sonra konuþacaðýz. Þimdi önemli olan,
savaþý kazanmamýz. Ama, buyruklarýmý vermeden önce
bir açýklama yapmam gerekiyor. Aranýzda dargýnlýklara,
küskünlüklere hemen son vermenizi istiyorum. Bugün
dargýnlarýn birbirleriyle barýþacaklarý gündür.
Kimseden çýt çýkmýyordu.
--Ee, söyleyin bakalým, dedi Baþkan. Aranýzda birbirine
dargýn olanlar yok mu?
Vays, sessizliði bozdu:
--Öyle sanýyorum ki... þey...
--Hadi hadi, çýkar baklayý aðzýndan!
--Þey iþte... Kolnay ile... Barabas...
Boka, Barabas'tan yana döndü,
--Doðru mu söylüyor?
Barabas kýpkýrmýzý kesildi,
--Evet, dedi. Kolnay'la...
Kolnay da,
--Evet, Barabas'la... dedi.
Boka, sertçe çýkýþtý:
--Barýþýn hemen, yoksa ikinizi de kovarým buradan.
Birbirimizle iyi geçinelim ki iyi savaþalým...
Zorlana zorlana Boka'nýn önüne yaklaþan iki dargýn,
isteksizce el uzattýlar birbirlerine. Elleri daha birbirinden
ayrýlmamýþtý ki, Barabas birden atýldý:
--Baþkaným!
--Ne var?
--Bir þartým var.
--Neymiþ o?
--Þey iþte... Yani... Diyelim ki Kýzýl Gömlekliler
saldýrmadýlar bize... O zaman... o zaman Kolnay'la dargýn
kalayým yine... Çünkü...
Boka, Barabas'ý delik deþik eden bir bakýþla baktý.
--Kes sesini artýk!
Azarlanan Barabas suspus oldu. Ama içi içini yiyordu.
Karþýsýna geçmiþ keyifli keyifli sýrýtan þu Kolnay'a,
punduna getirip bir dirsek atabilse ne güzel olurdu. Neleri
gözden çýkarmazdý bunun için...
Boka, Nemeçek'ten yana döndü,
--Er Nemeçek, þu savaþ planýný ver bakalým!
Nemeçek, her zamanki gibi hizmete hazýr, elini cebine
atýp bir kaðýt çýkardý. Boka'nýn öðle yemeðinden sonra
hazýrladýðý savaþ planýydý bu.
Bütün çocuklar, kaðýdý bir taþýn üzerine yayan Boka'nýn
çevresini kuþattýlar. Nereye gönderileceklerini, ne
görev alacaklarýný merakla bekliyorlardý. Boka savaþ planýný
þöyle açýkladý:
--Planý iyice gözden geçirin, beni de iyi dinleyin. Bu
gördüðünüz, ülkemizin haritasýdýr. Casuslarýmýzýn raporuna
göre düþman ayný anda iki cepheden saldýrýya geçecek.
Pal Sokaðý ile Maria Sokaðýndan. Þimdi, sýrayla görelim
bunlarý. Þu A ve B ile iþaretlenmiþ iki dörtgen, Pal Sokaðýna
açýlan kapýyý savunmakla görevli iki birliktir. A birliði,
Vays'ýn komutasýnda ve üç kiþiliktir. B birliðinde ise,
üç er bulunacak ve birlik, Lejik'in komutasýnda olacaktýr.
Maria Sokaðýna bakan kapýyý da yine iki birliðimiz savunacaktýr.
Bu kapýda, C birliðinin komutaný Rihter, D birliðinin
komutanýda Kolnay'dýr.
Tam bu sýrada bir ses yükseldi:
--Neden ben deðilim?
Boka, sert bir sesle sordu:
--Kimdi o konuþan?
Barabas el kaldýrdý.
--Yine mi sen? Hele bir daha sesin çýksýn, soluðu savaþ
divanýnda alýrsýn. Otur yerine!
Barabas, kem küm edip yerine oturdu.
--E harfiyle ve numaralarla iþaretlenmiþ kara noktalar,
siperlerimizdir. Kum torbalarýyla güçlendirilecek olan
bu siperlere ikiþer kiþi yetecektir. Kumla savaþmak kolaydýr
ne de olsa. Üstelik, bu siperler, öylesine yakýn ki birbirine,
saldýrýya uðrayan herhangi bir sipere yanýndaki siperden
yardým edilebilir. 1, 2, 3 numaralý siperler, Arsayý
Maria Sokaðý cephesinden koruyorlar. 4, 5, 6 numaralar
ise, A ve B birliklerine kum bombalarýyla yardým edecekler.
Öbür siperlerle kalelere kimlerin gideceðini daha sonra
açýklayacaðým. Birlik komutanlarý birliklerine alacaklarý
erleri kendileri seçecekler. Anlaþtýk mý?
Bir aðýzdan:
--Evet komutaným! dediler.
Bütün çocuklar, aðýzlarý þaþkýnlýktan bir karýþ açýk,
gözleri dört açýlmýþ, bu görkemli kurmay haritasýnýn önünden
ayrýlamýyorlardý. Hatta, kimileri not defterlerini çýkarmýþlar,
baþkomutanýn söylediklerini harýl harýl not ediyorlardý.
--Birliklerimizin savaþ taktiði iþte bu, dedi Boka.
Þimdi, sýra asýl savaþ emrine geliyor. Hepiniz dikkat edin.
Tahta perde üzerine çýkacak gözcülerimiz, Kýzýl Gömleklilerin
yaklaþtýðýný haber verir vermez, A ve B gruplarý kapýlarý
açacaklar.
--Biz mi açacaðýz kapýlarý?
--Evet, açacaðýz. Ýçerde kapalý duracak deðiliz, çünkü
savaþý kabul ediyoruz. Varsýn girsinler içeri, onlarý dýþarý
atmasýný biliriz. Dediðim gibi, kapýlarý açýp düþmaný içeri
alacaðýz. Son erleri de içeri girdi mi, saldýrýya geçeceðiz. 4,
5 ve 6 numaralý siperler hemen o anda bombardýmana baþlayacaklar.
Bu, Pal Sokaðý cephesindeki birliðin görevidir.
Düþmaný atabilirseniz atacaksýnýz oradan. Diyelim atamadýnýz,
o zaman 3, 4, 5, 6 numaralý siperleri yarmalarýný, Arsada
tutunmalarýný önleyeceksiniz. Maria Sokaðý cephesindeki
birliðin görevi daha da zor. Rihter ile Kolnay, siz
iyi dinleyin! C ve D birlikleri Maria Sokaðýna gözcü çýkaracaklar.
Kýzýl Gömleklilerin ikinci birliði Maria Sokaðý yönünde
görünür görünmez birliklerinizi savaþ düzenine sokacaksýnýz.
Diyelim, Kýzýl Gömlekliler kapýdan içeri girdiler,
her iki birliðiniz kýsa bir çatýþmadan sonra, kaçýyormuþ
gibi yapacak. Buraya bakýn... haritaya... görüyor musunuz?
Ýyi bak Rihter, þu senin komutan altýndaki C grubu. Kaçýp
sundurmaya sýðýnacaksýnýz...
Parmaðýyla yerini gösterdi.
--Ýþte þuraya... tamam mý?
--Tamam.
--Kolnay'ýn komutasýndaki D grubuna gelince, o da
koþarak Yano'nun barakasýna dalacak. Þimdi iyi dinleyin,
sýra en önemlisine geldi. Haritaya bakýn! Kýzýl Gömlekliler,
sað ve sol kanatlardan ilerleyip, 1, 2 ve 3 numaralý siperlerin
karþýsýna düþen býçkýhanenin arkasýna sýzacaklar.
Siperler hemen bombardýmana baþlayacak. Tam bu sýrada,
biri sundurmada, öteki bekçinin barakasýnda saklanmakta
olan iki grup yerlerinden fýrlayýp, düþmana arkadan
saldýracak. Ýyi çarpýþýrsanýz, düþman burada çaresiz
kalýp teslim olacaktýr. Teslim olmazsa, düþmaný barakadan
içeri sürer, kapýyý üzerlerine kilitlersiniz. Bu iþ de bitti
mi, C grubu barakanýn yanýndan, D grubu da odun yýðýnlarýný
dolanarak 6 numaralý siperin yanýndan ilerleyip
A ve B gruplarýna yardýma koþarlar. Bu arada 1 ve 2 numaralý
siperlerdeki erlerimiz de 4 ve 5 numaralý siperlere gidecek,
düþmanýn bombalanmasýný yoðunlaþtýracaktýr. Bunun
ardýndan, A, B, C, D savaþ birliklerimiz tek bir savaþ
hattý üzerinde toplanarak düþmanýn üzerine yüklenecekler,
onlarý, Pal Sokaðý kapýsýna doðru süreceklerdir. Bu sýrada,
bütün siperdekiler, bizimkilerin baþlarýndan aþýrtarak
bomba yaðdýracaklar düþmana. Bütün kuvvetlerimizin
bu iþbirliði karþýsýnda, düþman, karþý saldýrýya geçemeyecektir.
Böylece, Pal Sokaðý kapýsýndan dýþarý atýlacaktýr.
Anladýnýz mý þimdi?
Bir heyecan dalgasý kapladý ortalýðý. Mendillerini bayrak
gibi sallayanlar mý ararsýnýz, keplerini havalara fýrlatanlar
mý? Görülmemiþ bir coþkunluk! Büyük, kýrmýzý atkýsýný
boynundan çekip çýkartan Nemeçek, nezleli sesiyle
bastýrdý baðrýþmalarý:
--Yaþasýn Baþkanýmýz!
Dört bir yandan baðýran baðýranaydý:
-Yaþasýýýýnn!
Boka, bir el etti þöyle,
--Susun, dedi, susun...Bir þey daha var. Ben emir subayýmla
C ve D birliklerinin yakýnýnda olacaðým. Emir subayýmla
göndereceðim emirlere, benden emir alýyormuþ
gibi harfi harfine uyacaksýnýz.
Ýçlerinden biri sordu:
--Emir subayý kim?
--Nemeçek.
Çocuklardan bazýlarý karþýlýklý bakýþmaktan kendilerini
alamadýlar. Macun Toplayanlar Derneðinin kimi üyeleri de
birbirlerini dürttüler. Bazýlarýnca bu duruma karþý çýkýlmasý
gerekiyordu. Aralarýnda konuþtuklarý duyuldu:
--Hadi söylesene!
--Sen söyle!
--Neden ben söyleyecekmiþim? Senin dilin yok mu?
Boka, þaþkýnlýkla bakýndý dört bir yanýna.
--Yoksa, Nemeçek'e karþý söyleyecekleriniz mi var?
Konuþmayý göze alabilen tek çocuk Lejik oldu:
--Evet.
--Ne söyleyeceksin?
--Þey... Macun Toplayanlar Derneðinin genel kurul
toplantýsýnda... hani geçenlerde... biz... þeyi...
Boka'nýn sabrý tükeniverdi birden. Lejik'i azarladý:
--Yeter! Kes sesini artýk! Ahmakça görüþleriniz sizin
olsun. Emir subayým Nemeçek'tir. Ýþte o kadar. Kararýma
dil uzataný savaþ divanýna veririm.
Gerçi sert bir çýkýþtý bu, ama savaþ zamaný baþka türlü
davranýlamayacaðýný da kabul ediyorlardý. Bu yüzden,
Nemeçek'in emir subayý olmasýna karþý koyamadýlar. Yalnýz,
Macun Derneðinin ileri gelenleri, aralarýnda fiskos ettiler.
Adýyla sanýyla derneðe saygýsýzlýk denir buna, gibisinden
konuþmalar geçti aralarýnda. Genel kurul toplantýsýnda
hain damgasý yemiþ, adý kara deftere --hem de küçük
harflerle-- geçirilmiþ bir kimseye savaþ içinde böylesine
önemli bir görev vermek utanýlacak bir þey deðil miydi?
Ama bir bilselerdi...
Boka, cebinden bir liste çýkardý. Buradan kimlerin komutan
olarak atandýðýný tek tek okudu. Birlik komutanlarý,
yanlarýna alacaklarý ikiþer eri seçtiler. Bütün iþler büyük
bir ciddiyet içinde yürüyordu. Çocuklar da öylesine
canla baþla katýlýyorlardý ki bu iþe, kimse ne bir þey diyor,
ne de bir þey istiyordu.
Bütün iþler tamamlanýnca, Boka, ilk emri verdi:
--Herkes görevi baþýna! Deneme yapacaðýz!
Hepsi de hýzla yerlerini aldýlar.
--Yeni bir emre kadar bekleyin! diye baðýrdý Boka.
Kendisi, Arsanýn ortasýnda Nemeçek ile baþ baþa kaldý.
Zavallý emir subayý öksürüp duruyordu boyuna.
Boka, yumuþak, candan bir sesle,
--Ernö, dedi. Sen þu atkýyý sarýver yine boynuna, kötü
üþütmüþsün.
Arkadaþýna, þükran dolu gözlerle bakan Nemeçek, Boka'yý
aðabeyi bilip, sözünü dinledi. Büyük, kýrmýzý atkýyý
yeniden sardý boynuna. Yalnýz kulaklarý dýþarýda kalmýþtý.
Bu iþ de tamamlandýktan sonra, Boka,
--Þimdi iyi dinle beni, dedi 2 numaralý sipere bir
emir göndereceðim seninle...
Nemeçek, þimdiye kadar göze alamadýðý bir þey yaptý,
üst'ünün sözünü kesti,
--Beni baðýþlamaný dilerim, dedi. Ama önce sana söyleyeceðim
bir þey var.
Boka kaþlarýný çattý.
--Neymiþ o bakalým?
--Macun Derneði üyeleri demin...
--Hadi caným sen de, ciddiye mi alýyorsun o budalalarý yoksa?
--Evet, dedi Nemeçek. Çünkü onlar da ciddiye alýyorlar.
Ne budala olduklarýný biliyorum, aldýrdýðým da yok zaten.
Benim için ne düþünürlerse düþünsünler, ama senin...
senin beni küçümsemeni istemem.
--Neden küçümseyecekmiþim seni?
Nemeçek'in kýrmýzý atkýsýnýn püskülleri arasýndan aðlamaklý
bir ses geldi:
--Baksana... adýmý... adýmý haine çýkardýlar benim...
--Hain mi? Sen mi?
--Evet, ben!
--Bak hele, ben de merak etmeye baþladým þimdi.
Sen þu iþi anlatsana bana bakayým.
Nemeçek boðuk bir sesle ve kekeleyerek anlattý olup
biteni. Macun Toplayanlar Derneði üyeleri geçenlerde çalýþmalarý
gizli sürdürmek için and içmiþlerdi. Rastlantý bu
ya, kendisi tam o sýrada Gereb yüzünden ayrýlmak zorunda
kalmýþtý oradan. Bu rastlantýya yanlýþ anlam veren dernek
üyeleri, kendisini derneðe girmekten korkmuþ olmakla
suçlamýþlar, derneðe ihanet ettiðini ileri sürmüþlerdi.
Böylece hain damgasýný yemiþ, onuru kýrýlmýþtý. Bu yüzden,
bütün yüzbaþýlar, üsteðmenler, teðmenler, kötü gözle
bakýyorlardý kendisine. Baþkanýn, böyle sýradan bir ere
devlet sýrlarýný emanet etmesini, onunla arkadaþlýk etmesini
hoþ göremiyorlardý. Kendileri dururken böyle bir ere mi
görev verilmeliydi, diye düþünüyorlardý. Bütün bunlar
yetmiyormuþ gibi, adýný da kendisini aþaðýlamak için Kara
Deftere küçük harflerle yazmýþlardý.
Boka, sabýrla dinledi, Nemeçek'i. Bir süre sustu. Birliðindeki
çocuklar arasýnda böylelerinin bulunmasý çok canýný
sýkmýþtý. Boka, aklý baþýnda çocuktu, ama insanlarýn birbirine
hiç benzemediðini, çeþitli yaradýlýþlara sahip olduklarýný,
bunu ancak nice acý deneylerden sonra öðrenebileceðimizi
daha bilmiyordu. Küçük sarý oðlana sevgiyle baktý.
--Peki Ernö, dedi. Sen, kendi iþine bak, onlarý hiç
umursama. Savaþýn eþiðindeyiz, onun için þimdi konuþmak
istemiyorum. Hele savaþý atlatalým, gösteririm ben
onlara... Þimdi sen doðru 1 ve 2 numaralý siperlere koþ,
emrimi ilet. Çocuklar 4 ve 5 numaralý siperlere týrmansýnlar.
Bu týrmanma iþi kaç dakika sürüyor, onu anlamak istiyorum.
Er Nemeçek, esas duruþa geçip sert bir selam çaktý.
Þu anda dokunsalar aðlayacaktý neredeyse, öylesine kederliydi.
Savaþ yüzünden, üzerine titrediði kendi onur sorunu
ertelenmiþ oluyordu. Ama, yine de, duyduðu acýyý içine
atmasýný bildi, tam bir asker gibi davrandý:
--Baþüstüne komutaným!
Sonra, dörtnala kalkan atlardan farksýz, koþmaya baþladý.
Hem de ne koþma! Ayaklarý tozu dumana katýyordu
ileri atýlýrken. Çok geçmeden, emir subayý odun yýðýnlarýnýn
arasýnda görünmez oldu. Burçlarýn siperlerin tepelerinde
kývýrcýk kafalar, dört açýlmýþ gözler! Gerçek bir savaþa
az kala, o savaþa katýlacak erlerin týpký böyle baktýðýný,
nice zeki ve ciddi savaþ muhabirinin kaleminden okumuþsunuzdur.
Þu anda, siperlerdeki çocuklar da ayný hava içindeydiler.
Boka, Arsanýn ortasýnda tek baþýna kalmýþtý. Dört bir
yanýndan çevrilmiþ bu Arsa, dýþarýdan hýzla geçen arabalarýn
çýkardýðý gürültünün etkisindeydi, ama Boka hayallare dalýp
gitmiþti. Kendini büyük bir kentte deðil de, uzaklarda,
tanýmadýðý topraklarda, büyük bir alanda hissediyordu. O
büyük alanda verilecek savaþ, iki ulustan birinin yaþamasýný
ya da yok olmasýný kesin bir sonuca baðlayacaktý. Ne ufak
bir gürültü, ne de bir baðýrma! Çocuklardan çýt çýkmýyordu.
Herkes susmuþ, gelecek emri bekliyordu. Boka, þu anda, her
þeyin kendisine baðlý olduðunu, içinde duyuyordu. Þu
küçük topluluðun mutluluðu ve geleceði onun ellerindeydi.
O neþe içinde geçen öðle sonralarý, çeþitli oyunlar, eðlence,
hepsi hepsi ona baðlýydý. Böylesine yiðitçe bir görevi
üzerine aldýðý için de gurur duyuyordu.
--Evet, dedi. Sizleri savunacak, sizleri koruyacaðým.
Çok sevgili Arsalarýna þöyle bir göz gezdirdi. Sonra,
odun yýðýnlarýnýn üzerinden kaydýrdý bakýþlarýný. Arkada,
buharlý býçký atölyesinin ince bacasý sanki çevresinde neler
olduðunu merak edercesine yükselmiþ, havaya kar beyazý
dumanlarýný püskürtüyordu. Öylesine neþeli, öylesine
dertsiz bir hali vardý ki, sanki bugün de öbür günler gibi
bir gündü, sanki bugün, her þeyin ortaya konduðu bir
ölüm kalým günü deðildi.
Kesin sonucu doðuracak büyük bir savaþtan önce büyük
komutanlar ne duyarsa, Boka da ayný duygular içindeydi.
Büyük savaþ adamý Napolyon'u düþündü... Sonra,
gelecek günlerin neler getireceðini hayal etmeye çalýþtý.
Neler olacaktý acaba ilerde? Yarýnlar kendisine ne getirecekti?
Gerçekten asker olup, üniformasý sýrtýnda, ordulara
mý komuta edecekti? Uzaklarda bir yerde, gerçek bir savaþ
alanýnda, þimdiki gibi küçücük bir toprak parçasýný deðil
de, anayurt dediðimiz o büyük, o paha biçilmez topraklarý
mý savunacaktý? Yoksa her gün hastalýklarla savaþan, hastalýklara
karþý aðýr ve zor bir savaþa girmiþ bir doktor mu
olacaktý günün birinde?
Boka, böyle derin derin düþünedursun, ilkyaz gününün
akþamý yavaþ yavaþ kente iniyordu. Ýçini çeken Boka,
siperlerdeki erleri denetlemek üzere, odun yýðýnlarý yönünde
yürümeye baþladý. Odun yýðýnlarýnýn üzerindeki çocuklar,
baþkomutanýn yaklaþmakta olduðunu gördüler.
Tüm siperlere bir canlýlýk geldi. Kum bombalarýný sýra sýra
dizdiler, esas duruþa geçtiler.
Yolun ancak yarýsýný aþmýþ olan komutan, birdenbire
durakladý. Dönüp arkasýna baktý. Bir þeye kulak kabartýyor
gibiydi. Derken, geri dönüp, hýzlý adýmlarla tahta perdedeki
küçük kapýya gitti.
Biri kapýya vuruyordu dýþarýdan. Boka sürgüyü çekip,
kapýyý açtý. Ýrkilerek geri çekildi.
Karþýsýndaki, Gereb'ti.
--Ah Boka, sen miydin? dedi Gereb.
Boka, ne diyeceðini þaþýrdý. Bir karþýlýk veremedi hemen.
Gereb yavaþca içeri girip kapýyý arkasýndan kapattý.
Bu Gereb'in zoru neydi acaba? Boka, bir türlü anlayamýyordu.
Gereb her zamanki gibi neþeli ve rahat görünmüyordu.
Yüzü solgun ve üzgündü. Eliyle yakasýný düzeltiyordu
sinirli sinirli. Birþeyler söylemek istediði belliydi, ama
nasýl baþlayacaðýný bilemiyordu. Boka'nýn da aðzýný býçak
açmýyordu. Bir süre öyle durdular karþý karþýya, ne yapacaklarýný
bilemediler.
Neden sonra Gereb söze baþladý:
--Seninle... seninle görüþmek istiyorum.
Bunun üzerine, Boka'nýn da dili çözüldü. Sade, ciddi
bir sesle karþýlýk verdi:
--Benim, seninle görüþecek bir þeyim yok. Ýyisi mi aklýný
baþýna topla da bu kapýdan girdiðin gibi çýk git.
Ama, Gereb'in çýkýp gitmeye niyeti yoktu.
--Bana bak Boka, dedi. Senin her þeyden haberin olduðunu
biliyorum. Kýzýl Gömleklilerin arasýna girdiðimi
hepiniz biliyorsunuz. Ama casus olarak deðil, dost olarak
geldim buraya.
Boka, sakin bir sesle karþýlýk verdi:
--Sen buraya dost olarak da gelemezsin artýk.
Gereb, baþýný önüne eðdi. Ona kabalýk edeceklerini,
kovacaklarýný biliyordu, ama böyle sessiz, böyle küskün
bir hava içinde karþýlanacaðýný hiç ummamýþtý. Hani bayýlýncaya
kadar dövülse, böylesine oturmazdý içine. Çok üzgündü.
--Yaptýðým kötülüðü onarmak için geldim.
Boka, sözü aðzýna týkadý:
--Onun çaresi yok.
--Ama ben piþman oldum... hem de çok... çok piþman
oldum... Dinle beni... Ferenç Atþ'ýn götürdüðü, sonra
Nemeçek'in gidip gizlice geri aldýðý, ondan sonra da Pastor
Kardeþlerin Nemeçek'in kolunu bükerek zorla elinden
aldýklarý bayraðýmýzý geri getirdim size...
Bunu söylerken, ceketinin altýnda saklý duran kýrmýzý--yeþil
küçük bir bayraðý çýkardý. Boka'nýn gözleri ýþýyýverdi
birden. Küçücük bayrak buruþmuþ, didik didik edilmiþti.
Uðrunda çetin savaþlar verilmiþ olduðu belliydi. Ama
þu küçük bayrakta hoþa giden þey de buydu aslýnda. Kýzýþmýþ
bir çarpýþma anýnda didiklenip yýrtýlmýþ gerçek bir
bayraktý sanki.
--Bayraðý Kýzýl Gömleklilerden biz kendimiz geri alacaðýz,
dedi Boka. Kendimiz geri alamazsak her þey boþuna
demektir zaten. O zaman, buradan çýkar gider, daðýlýrýz...
Birarada kalamayýz artýk... Bayraðý bu yoldan geri almak
istemeyiz... Hem, seni de artýk aramýza istemiyoruz.
Bunu söyledikten sonra, Gereb'i olduðu yerde býrakýp
çekip gitmeye yeltendi. Ama, Gereb, ceketinden sýký sýký
yakalamýþtý Boka'yý.
--Boka, dedi boðuk bir sesle. Davranýþýmýn yüzkarasý
bir davranýþ olduðunu biliyorum. Ama baðýþlanmam
için olumlu bir þey yapmak istiyorum. Baðýþlayýn beni,
n'olursunuz.
--Ben seni çoktan baðýþladým caným, dedi Boka.
--Beni aranýza alacak mýsýnýz yani?
--Ýþte onu yapamayýz.
--Kesinlikle mi?
--Kesinlikle.
Gereb, cebinden mendilini çýkardý, gözlerine götürdü.
Boka üzgün bir sesle,
--Sakýn aðlama Gereb, dedi, sakýn... Seni karþýmda
aðlarken görmek istemem. Güzel güzel evine git, bizi de
rahat býrak. Kýzýl Gömleklilerin gözünden düþtüðün için
kalkýp geldin buralara, halinden belli.
Mendilini cebine sokan Gereb, yeniden erkekleþmeye
zorladý kendini.
--Öyle olsun, dedi. Gidiyorum. Bir daha adým atmayacaðým
buraya. Ama þunu bil ki Kýzýl Gömleklilerin gözünden
düþtüðüm için gelmedim size. Nedeni çok baþka.
--Neymiþ nedeni?
--Söyleyemem. Ýlerde öðrenirsin. Ama öðrenince de
vay benim baþýma geleceklere...
Baþkanýn gözleri þaþkýnca açýldý.
--Anlayamadým.
--Þimdi anlatamam, diye kekeleyen Gereb, küçük kapýya
doðru yürüdü. Bir an duruverdi yarý yolda, arkasýna
döndü:
--Burada kalmamý senden bir kez daha dilesem, boþuna
mý olur acaba?
--Boþuna olur.
--Peki öyleyse... Dilemem artýk.
Dýþarý fýrlayan Gereb, küçük kapýyý çarparak kapattý
arkasýndan. Boka, bir iki saniye bocaladý, ne yapacaðýný
bilemedi. Bütün yaþamý süresince ilk kez, acýmasýz davranýyordu
bir insana. Bir an; Arkasýndan koþup geri çaðýrsam
onu, dedi kendi kendine. Hadi geri dön, dön, ama dürüst
bir insan ol! diye seslensem arkasýndan, diye düþündü.
Ama, birden Gereb'in o sinsi gülüþü takýlýverdi aklýna, hani
geçenlerde Pal Sokaðýnda önlerinden kaçarken attýðý o
sinsi kahkaha! Hani kendisi Nemeçek ile sokaðýn köþesinde
kalmýþ, Gereb'in ardýndan üzüntüyle bakmýþlardý. Hayýr,
dedi kendi kendine. Geri çaðýrmam onu. Ýyi bir arkadaþ
deðil o.
Böyle düþünerek odun yýðýnlarýna yöneldiði sýrada,
birden durakladý. Bütün çocuklar, odun yýðýnlarýnýn üzerindeki
siperlerden sessiz sedasýz izlemiþlerdi bu sahneyi.
Öbür birlikler de oradaydýlar. Bütün o küçük ordu, dörtgen
odun istiflerinin üzerinden sahneyi izlemiþti. Boka ile
Gereb arasýnda geçenleri, soluklarýný tutup izlemekten geri
kalmamýþlardý. Gereb dýþarý çýkýp da, Boka adamlarýna
doðru yöneldiði sýrada, içlerinde týkanýp kalmýþ olan heyecan
bütün gücüyle fýþkýrdý birdenbire ve bütün ordu hep
bir aðýzdan baðýrdý:
--Yaþþþaaa!
Kepler havaya uçuyordu.
--Yaþasýn Baþkanýmýz!
Havayý, müthiþ bir ýslýk sesi yýrttý. Hem de ne ýslýk!
Canýný diþine takmýþ bir lokomotif bile öttüremezdi düdüðünü
böyle! Kulaklarý yýrtan tiz bir zafer ýslýðý. Hiç kuþku
yok ki Çonakoþ'un dudaklarý arasýndan yükselen bir ýslýk.
Mutluluk içinde dört bir yanýna bakýnan Çonakoþ sýrýttý,
--Þu yürekten ýslýðý ömrüm boyunca çalamamýþtým yahu!
Boka, Arsanýn tam ortasýnda durmuþ, ordusunu kývançla
selamlýyordu. Büyük komutan Napolyon aklýna takýlmýþtý
yine. Onu da sadýk erleri böyle sevmiþlerdi, týpký
þu çocuklarýn kendisini sevdikleri gibi...
Sahneyi izleyenler, Gereb nedir, ne deðildir anlamýþlardý
artýk. Ýkisinin neler konuþtuðunu duyamamýþlardý,
ama davranýþlarýndan, bir sonuca varmýþlardý elbette. Boka'nýn
hareketlerinden, onu istemediðini, ona elini uzatmadýðýný
anlamýþ olacaklardý. Gereb'in aðlayarak çýkýp gittiðini
de görmüþlerdi. Kapýdan çýkmadan önce geri dönüp
Boka'ya seslendiðinde hepsi de kuþkuya kapýlmýþlardý. Lejik,
--Eyvahlar olsun... diye fýsýldamýþtý arkadaþlarý adýna.
Ya baðýþlarsa onu...
Ama Boka, baþýný hayýr anlamýnda sallayýp da Gereb
çekip gidince, içlerinde kalmýþ heyecanla yeniden coþup
çýnlatmýþlardý ortalýðý:
--Yaþþþaaa!
Baþkan, onlarýn gözünde, kendileri gibi bir çocuk deðil,
bir erkekti artýk. Bu erkekçe tutumu hepsinin hoþuna
gitmiþti. Onu kucaklayýp kucaklayýp öpmek geliyordu içlerinden.
Ama savaþ günleriydi bu günler! Coþtun mu, Yaþa,
varol diye baðýrabilirdin ancak. Onlar da öyle yaptýlar,
coþkunluklarýný, ciðerlerinin var gücüyle haykýrarak dile
getirdiler.
--Üstüne yoktur oðlum, yaman delikanlýsýn, dedi Çonakoþ.
Ama çok geçmeden, pervasýzlýðýndan korkuya düþerek
düzeltti:
--Þey yani... oðlum dedim... Özür dilerim... Sayýn
Baþkaným demek istemiþtim.
Bu sýrada manevra baþlamýþtý bile. Tiz komutlar duyuluyor,
savaþ kýtalarý odun istifleri arasýnda koþuþuyor,
siperlere saldýrýyor, kum bombalarý yaðýyordu saðdan soldan.
Her þey yolundaydý. Görevini yapamayan yoktu. Bu
olumsuz sonuçlar onlarý daha da coþturdu, dört bir yandan
baðrýþmalar duyuluyordu:
--Yeneceðiz onlarý!
--Topunu fýrlatýp atacaðýz buradan!
--Tutsaklarý prangaya vuracaðýz!
--Ferenç Atþ'ý bile tutsak edeceðiz!
Ciddi olan, yalnýzca Boka'ydý:
--Ne oldum delisi olmayýn, býrakýn savaþ sonuna kalsýn
sevinciniz! Bir daha söylüyorum: isteyen evine gidebilir.
Ama, yarýn tam zamanýnda burada bulunmayan arkadaþý dönek
sayarým!
Manevra böylece sona erdi. Eve gitmek isteyen yoktu.
Bir araya gelip, Gereb'in durumunu tartýþmaya koyuldular.
Barabas, birdenbire tiz sesiyle baðýrdý:
--Macun Toplayanlar Derneði! Beni dinleyin!
--Ne var, ne istiyorsun? diye sordu çocuklar.
--Genel Kurulun toplanmasýný istiyorum.
Kolnay, genel kurul toplantýsý için söz verdiðini hatýrladý.
Derneðin macununu kuruttuðu için suçlanmýþtý ya,
þimdi genel kurulu toplamalý, temize çýkmalýydý. Biraz surat
astý, ama isteðe de uymak zorunda kaldý Kolnay.
--Tamam, dedi. Genel Kurul toplanacaktýr. Sayýn
üyeler ayrý bir yerde toplansýnlar lütfen.
Ve, sayýn üyeler toplantýyý yapmak üzere, odun yýðýnlarýnýn
arasýndan geçerek tahta perdenin oraya yürüdüler.
Baþlarýnda bu iþin kundakçýsý Barabas vardý.
--Dinleyin, dinleyin! diye seslendi Barabas.
Kolnay, resmi bir tavýr takýnarak,
--Oturumu açýyorum, dedi. Sayýn Barabas söz istiyor.
Barabas, bir felaket haberi verecekmiþ gibi; Öhhö, öhhö
diye öksürdü önce, sonra söze baþladý:
--Çok sayýn genel kurul üyeleri! Þu toplantý, manevra
yüzünden az kalsýn erteleniyordu. O zaman, sayýn Baþkanýn
þansýna diyecek olamazdý doðrusu. Çünkü, bu toplantýnýn
amacý, sayýn Baþkaný görevinden uzaklaþtýrmaktýr.
--Bak hele! diye baðýrdý karþý partiden olanlar.
--Baksan da bir bakmasan da! diye kükredi konuþmacý.
Ben, ne dediðimi biliyorum. Sayýn Baþkan, manevradan
ötürü iþi uzatabildi bir süre. Ama artýk geçmiþ ola,
daha fazla uzatamaz. Çünkü artýk...
Birden kesti konuþmayý. Tahta perdedeki küçük kapýya
hýzlý hýzlý vuruldu. Çocuklar þu günlerde her sesten korkuya
kapýlýyorlardý. Olur ya, bakarsýn düþman beklenmedik
bir anda geliverirdi.
--Bu da nesi? diye sordu konuþmacý, irkilerek.
Hepsi de kulak kesilmiþti.
Kapýya yeniden vuruldu.
Kolnay, titrek bir sesle,
--Kapýda biri var, dedi.
Tahta perdenin çatlaklarýndan dýþarýya baktý. Sonra
þaþkýn bir yüzle çocuklara döndü.
--Bir bay var kapýda!
--Bir bay mý dedin?
--Evet, sakallý bir bay.
--Aç kapýyý öyleyse!
Kolnay, kapýyý açtý. Gerçekten de öyle... Giyim kuþamý
yerinde, büyük siyah paltolu bir bay içeriye girdi. Deðirmi,
kara bir sakalý vardý. Gözlüklüydü. Eþikte durdu:
--Pal Sokaðý çocuklarý sizler misiniz? diye sordu.
Macun Derneði üyeleri hep bir aðýzdan,
--Evet! diye baðýrdýlar.
Bu karþýlýðý alan paltolu adam, içeri girdi, yumuþak
bakýþlarla gözden geçirdi çocuklarý.
--Ben, dedi, Gereb'in babasýyým!
Dönüp, arkasýndaki küçük kapýyý kapattý.
Derin bir sessizliðe gömüldü ortalýk. Gereb'in babasý
kalkýp buralara kadar geldiðine göre, iþin içinde bir bit
yeniði vardý. Rihter'i dürten Lejik,
--Koþ, Boka'yý çaðýr, dedi.
Rihter, býçkýevinin oraya koþtu. Boka da tam bu sýrada
Gereb'e yaptýklarýný anlatýyordu çocuklara. Macun Derneði
üyelerinden yana dönen kara sakallý bay,
--Söyleyin bakalým, dedi, oðlumu neden kovdunuz
buradan?
Kolnay atýldý:
--Bizi Kýzýl Gömleklilere sattý da ondan!
--Kimmiþ bu Kýzýl Gömlekliler?
--Onlar da bir çocuk topluluðu. Kamplarý Botanik
Bahçesinde. Ama, oyun yerleri yok. Onun için, bizimkini
almak istiyorlar elimizden. Düþmanýmýzdýr onlar.
Sakallý adam kaþlarýný çattý.
--Oðlum, az aðlaya aðlaya geldi eve. Nesi var diye sordum,
konuþmak istemedi. Bana gerçeði söylesin diye çýkýþtým
ona, konuþmaya zorladým. Sizlere ihanet etmekle suçlamýþsýnýz
onu. Bunun üzerine dedim ki ona: Þimdi þapkamý
alýp o çocuklara gidiyorum. Ýhanet ettiðin doðru mu
bakalým, onlardan sorup öðreneceðim. Doðru deðilse, senden
özür dilemelerini isteyeceðim. Ama bir de doðruysa
vay haline o zaman. Senin baban ömrü boyunca onurlu
bir insan olarak yaþamýþtýr, oðlunun, arkadaþlarýna ihanet
etmesini kendine yediremez. Böyle dedim ona... Þimdi
de, gördüðünüz gibi, buradayým iþte. Elinizi vicdanýnýza
koyup söyleyin bakayým, oðlum gerçekten ihanet etti
mi size? Bekliyorum.
Çocuklar susuyordu.
--Hadi... Benden korkmayýn. Gerçek neyse söyleyin.
Oðluma haksýzlýk edip de incittiniz mi onu, yoksa gerçekten
cezayý hak ediyor mu? Onu öðrenmek istiyorum.
Kimse karþýlýk vermiyordu. Oðlunun, karakter sahibi
bir insan olmasýna böylesine özenen bir babayý kýrmak
istemiyorlardý.
Sakallý bay, Kolnay'dan yana döndü:
--Sizlere ihanet ettiðini sen söyledin. Tanýk göster bakalým.
Ne zaman, nasýl ihanet etti?
Kolnay kekeledi:
--Þey... ben... ben öyle duydum...
--Onun deðeri yok. Kesin bir þey bilen var mý? Kim
gördü ihanet ettiðini? Kim ne biliyor?
Tam bu sýrada, Nemeçek ile Boka, odun istifleri arasýnda
göründüler. Rihter gidip getirmiþti onlarý. Kolnay
rahat bir soluk aldý:
--Buyurun efendim... geliyorlar iþte... Þu küçük sarý
oðlan... Adý da Nemeçek... Oðlunuzu yakalayan da o, iþin
içyüzünü bilen de...
Üç çocuk yaklaþýncaya kadar beklediler. Ama, Nemeçek
doðru kapýya gitti.
--Boka, buraya gelin! diye seslendi Kolnay.
--Þimdi gelemeyiz, diye karþýlýk verdi Boka. Biraz
bekleyin. Nemeçek'in durumu kötü, çok öksürüyor... onu
evine götüreyim de hele...
Nemeçek adýný duyan paltolu bay seslendi:
--Nemeçek sen misin?
--Evet efendim, diyen küçük sarý oðlan, pelerinli
baya doðru yürüdü. Gereb'in babasý sert bir sesle,
--Ben Gereb'in babasýyým, dedi. Oðlumun ihanet
edip etmediðini öðrenmek istiyorum, onun için geldim buraya.
Onu, senin yakaladýðýný söylüyor arkadaþlarýn. Þimdi
elini vicdanýna koyup söyle bakalým: Gereb ihanet etti mi?
Nemeçek'in yüzü ateþten yanýyordu. Hasta olduðu
bir gerçekti. Þakaklarý zonkluyordu, elleri sýcaktý. Ne de
acayipti þu dört bir yanýný sarmýþ dünya... Þu sakallý, gözlüklü
adam nasýl da çýkýþýyordu durup dururken... Kötü
öðrencileri azarlayan öðretmen Racz çýkagelmiþti sanki...
Þu þaþkýn þaþkýn bakakalmýþ sürüyle çocuk, savaþ, þu sonu
gelmeyen gerilimli hava... Bütün bunlar yetmiyormuþ
gibi, bir de kendisine yöneltilen þu yýldýrýcý soru... Gerçekten
ihanet ettiði bir anlaþýlýrsa vay halineydi Gereb'in!
--Konuþ artýk! diye çýkýþtý karalar içindeki adam. Konuþ,
bir þey söyle! Ýhanet etti mi Gereb?
Küçük, sarýþýn Nemeçek, yüzü gözü ateþten kýpkýrmýzý
kesilmiþ, suçlu kendisiymiþ de suçunu itiraf ediyormuþ
gibi konuþtu yavaþçacýk:
--Hayýr efendim, Gereb hain deðildir!
Gereb'in babasý þöyle bir azametle ötekilerden yana
döndü:
--Demek yalan söylediniz?
Macun Derneði üyeleri apýþýp kalmýþlardý. Olduklarý
yerde taþ kesilmiþlerdi sanki.
--Yaaa, demek böyle, dedi Gereb'in babasý, alay edercesine.
Yalan söylediniz demek. Benim oðlum dürüst çocuktur. Bilmez
miyim ben!
Nemeçek'in ayakta duracak hali kalmamýþtý.
--Gidebilir miyim? diye sordu boynunu büküp.
Sakallý adam güldü.
--Elbette gidebilirsin, dedi.
Nemeçek, sendeleyerek sokaða çýktý Boka'yla. Gözleri
bulanýk görüyor, hiçbir þeyi tam seçemiyordu. Gereb'in
kara paltolu babasý, odun yýðýnlarý, her þey, her þey, yürüdükleri
yol boyunca dans ediyor, dalgalanýyor, iç içe giriyordu
sanki. Kulaðýna garip sesler geliyordu. Çocuklar, siperlere!..
diye haykýrýyordu bir ses... Bir baþka ses: Oðlum
ihanet etti mi? diye soruyor, kara sakallý adam alay
ederek gülüyordu. Ve gülerken aðzý büyüyor, okulun kapýsýný
andýrýyordu... Derken, öðretmen Racz çýkageliyordu o
kapýdan. Nemeçek, acele þapkasýný çýkardý.
Boka þaþtý kaldý.
--Kime selam veriyorsun caným? Sokakta kimsecikler
yok ki!
--Öðretmen Racz'ý selamlýyorum, dedi küçük sarýþýn
oðlan.
Nemeçek'in hali Boka'yý ürkütmeye baþlamýþtý. Küçük
arkadaþýný kararmaya baþlayan sokakta çeke çeke evine
doðru sürükledi.
Arsada kalan Kolnay'a gelince, o da öne atýlýp Gereb'in
babasýna,
--Efendim, dedi, þu Nemeçek yalancýnýn tekidir. Aslýnda
bizden hain damgasýný yiyen de odur. Dernekten çýkardýk
kendisini.
Gereb'in babasý mutlu mu mutluydu. Çocuklara hak
verdi:
--Zaten halinden belli caným, dedi. Suratýndan akýyor
alçaklýk. Vicdansýz bir çocuk anlaþýlan...
Ve öðrendiklerinden keyifli, evine, oðlunu baðýþlamaya
gitti. Tam, Ülloi Caddesinden geçiyordu ki, kliniðin
önünde, Boka ile Nemeçek'in sendeleyerek ilerlemeye
çalýþtýklarýný gördü. Nemeçek iki gözü iki çeþme aðlýyordu.
Çok üzgün, çok acýlýydý. Küçük ruhunun tüm acýsýyla kendi
kendine mýrýldanýyordu:
--Adýmý küçük harflerle yazdýlar... ah anacýðým... þu
zavallý; kendi halinde dürüst adýmý küçük harflerle yazdýlar.
:::::::::::::::::
YEDÝNCÝ BÖLÜM
Ertesi gün öðleden önce, Latince dersinde sýnýfta bir
telaþ vardý. Hem de öylesine büyük bir telaþ ki, öðretmen
Racz bile farkýna vardý bunun.
Çocuklar, sýralarýnda kýpýrdamadan duramýyor, önlerine
bakýyor, derse kaldýrýlacaklarýný hiç umursamýyorlardý.
Ne var ki, bu olaðanüstü durumdaki çocuklar, yalnýz
Pal Sokaðý çocuklarý deðil, hemen hemen okuldaki bütün
öðrencilerdi. Savaþ hazýrlýðý haberleri çabucak yayýlmýþtý,
hem de öylesine yayýlmýþtý ki, yüksek sýnýflara devam
eden büyükleri bile ilgilendiriyordu. Kýzýl Gömlekliler,
kentin baþka kesimindeki bir baþka okulda okuyorlardý. Ýþte
bu yüzden bütün öðrenciler, zaferi Pal Sokaðý çocuklarýnýn
kazanmasýný istiyordu. Evet, kimilerince bu zaferin kazanýlmasý
okul onurunun kurtarýlmasý demekti.
Öðretmen Racz, kendini tutamayýp sordu:
--Sizin zorunuz ne bugün bakayým? Kýpýr kýpýrsýnýz
hepiniz. Aklýnýz da havalarda.
Ne var ki, fazla da üstüne üstüne gitmedi çocuklarýn.
Sýnýf, tedirgin bir gününü yaþýyordu iþte.
--Elbette ya, bahar geldi artýk, mile oynamanýn, top
oynamanýn zamaný... Okul zor geliyor deðil mi? Ben
gösteririm size...
Öðretmen Racz, bütün bunlarý laf olsun diye söylüyordu.
Sert görünürdü, ama hiç de göründüðü gibi deðildi.
Biraz önce derse kaldýrdýðý çocuk, anlatacaðýný anlatmýþtý.
Öðretmen Racz,
--Oturabilirisin deyip, not defterini karýþtýrmaya koyuldu.
Sýra, böyle not defterini karýþtýrmaya geldi mi, bütün
sýnýfa bir mezar sessizliði çökerdi. Derslerini iyi hazýrlamýþ
olanlar bile tutmuþlardý soluklarýný. Hepsinin gözleri
öðretmenin ellerindeydi, küçük not defterinin sayfalarýný
bir bir çeviren ellerinde... Adlarýnýn hangi sayfada yazýlý
olduðunu bütün öðrenciler bilirdi. Öðretmenin elleri son
sayfalarý mý karýþtýrýyor, soyadlarý A ve B harfleriyle baþlayanlar
rahat bir soluk alýrlardý. Defterin sonundan baþýna
doðru mu yöneldi, R, S ve T harflilerin keyfine diyecek olmazdý
o zaman.
Öðrencilerin soyadý listesini tarayan öðretmen Racz,
alçak bir sesle,
--Nemeçek! diye seslendi.
Bütün sýnýf hep bir aðýzdan,
--Yok! dedi.
Ve bir ses, Pal Sokaklý bir çocuðun sesi ekledi:
--Nemeçek hasta.
--Nesi var?
--Soðuk almýþ.
Öðretmenin bakýþlarý bütün sýnýfý dolaþtý.
--Kendinize dikkat etmiyorsunuz da ondan.
Pal Sokaðý çocuklarý bakýþtýlar. Nemeçek, kendine
dikkat edemezdi, biliyorlardý. Pal Sokaklýlar sýnýfta daðýnýk
oturuyorlardý, kimi birinci sýrada, kimi üçüncü, hatta
Çonakoþ'un yeri son sýradaydý. Ne var ki þu sýrada anlamlý
anlamlý bakýþmaktaydýlar. Þu Nemeçek'in onurlu bir iþ uðrunda
hastalanmýþ olduðu belliydi. Tek sözcükle Nemeçek
yurdu uðruna üþütmüþtü kendini, üç soðuk duþ geçmiþti
baþýndan. Birincisi bir rastlantý sonucu, ikincisi onuru
uðruna, üçüncüsü de, durum öyle gerektirdiði ve zorunlu
olduðu için. Dünya senin olacak deseler, bu büyük sýrrý
kimseye açmazdý. Ne var ki bilmeyen kalmamýþtý bunu artýk.
Hatta Macun Derneði üyeleri bile biliyorlardý.
Dernek üyeleri arasýnda, Nemeçek'in adýný kara defterden
silmek için bir eðilim bile vardý. Ama anlaþmazlýk
çýkmýþtý aralarýnda. Küçük harflerle yazýlmýþ adýný, önce
büyük harflerle yazýp öyle mi silmeliydiler, yoksa doðrudan
doðruya bir kalemde silip geçmeli miydiler? Baþkanlýðý
hala sürmekte olan Kolnay, hiçbir formaliteye uyulmaksýzýn,
adýnýn doðrudan doðruya silinmesini öne sürüyordu.
Ne var ki, karþý bir grup kuran Barabas, önce onurunu
geri vermek, sonra da adýný silmekten yanaydý. Gelgelelim
bu iþin bir anlamý kalmamýþtý artýk. Üzerinde önemle
durulan sorun, bugün öðleden sonra yapýlacak savaþtý.
Latince dersinden çýkýldýktan sonra, öbür sýnýflardaki
çocuklar da bölük bölük gelip yardým etmeyi önerdiler Boka'ya.
Boka, hep þu karþýlýðý veriyordu:
--Ne yazýk ki kabul edemeyeceðiz. Kendi topraðýmýzý
kendimiz savunacaðýz. Kýzýl Gömlekliler bizden üstün olabilirler,
ama kafamýzý kullanmasýný bileceðiz. Sonuç ne
olursa olsun biz kendi baþýmýza yürüteceðiz bu savaþý.
Gösterilen ilgi öylesine büyüktü ki, yalnýz öbür sýnýf
öðrencileri deðil, okul kapýsýnýn orada helva satýþlarýný
sürdürmekte olan kozhelvacý bile katýldý iþe. Bütün öðrencilerin
eve yemeðe gittikleri bir sýrada, saat bir sularýnda, kozhelvacý,
Boka'ya baþvurdu.
--Delikanlý, dedi. Hele ben bir geleyim, topunu fýrlatýr
atarým oradan.
Boka gülümsedi.
--Usta, dedi. Sen o iþi bize býraksan daha iyi olur.
Boka da bir koþu evinin yolunu tuttu. Okul kapýsý
önündeki sýnýf arkadaþlarý, Pal Sokaðý çocuklarýnýn baþýna
üþüþtüler, yararlý olabilecek öðütlerini sýralamaya baþladýlar.
Ustalýklý çelme atmayý öðretenler, casusluk etmeye gönüllü
olanlar bile vardý. Kimileri de, savaþa seyirci olmak,
savaþý izlemek istiyordu. Ama, buna da izin verilmedi elbette.
Boka'nýn kesin emrine göre, savaþýn baþlamasýyla
kapýlar kapatýlacak, bir daha ancak, düþman dýþarý atýlacaðý
sýrada açýlacaktý.
Bütün bu görüþmeler, birkaç dakika kadar sürdü. Saat
tam ikide, Arsada toplanýlacaðý için, çocuklar telaþ içinde
daðýldýlar. Saat biri çeyrek geçe, okul çevresinde kimsecikler
kalmamýþtý. Helvacý da tasý taraðý toplamýþ, gitmeye
hazýrlanýyordu. Yalnýz okul kapýcýsý kalmýþtý kapýnýn önünde.
Sessiz sedasýz piposunu tüttürüyordu.
Kapýcý, bu arada helvacýya takýlmadan da edemedi:
--Eeh, yakýnda senin de çanýna ot týkanýr artýk. Þu
çöp kutunla birlikte buradan uzaklaþman yakýndýr.
Helvacý karþýlýk bile vermedi. Öyle ya, ne de olsa efendiden
bir adam sayýyordu kendisini, böyle ne idüðü belirsiz
bir okul kapýcýsýyla tartýþmaya mý girecekti yani? Üstelik
adam haklýydý da...
Boka, kýrmýzý--yeþil þapkasý baþýnda, Pal Sokaðý kapýsýnda
göründüðünde saat tam ikiydi. Ordu, Arsanýn ortasýnda
saf saf dizilmiþti bile. Bir kiþi dýþýnda bütün birlik
oradaydý. O bir kiþi de, evinde hasta yatan Nemeçek'ti. Ýþte
böylece, koca Pal Sokaðý çocuklarý ordusu tam savaþ günü
ersiz kalmýþ oluyordu. Sadece teðmen, üsteðmen ve
yüzbaþýlar! Asýl orduyu oluþturan er ise Rakoþ Sokaðýndaki
evceðizinde, hasta yataðýndaydý.
Boka, o askerlere yaraþýr sesiyle baðýrdý:
--Dikkat!
Hep birden esas duruþa geçtiler.
--Þimdilik, Baþkan ünvanýmý kullanmayacaðýmý sizlere
açýklarým. Çünkü, bu ünvan yalnýz barýþ zamanlarý
için uygundur. Bizler þu sýrada savaþ içindeyiz. Bu yüzden
General rütbesini kullanacaðým.
Boka'nýn açýklamasý, hepsini etkilemiþti. Tarihsel bir
an yaþanýyordu bütün Arsada. Bu savaþ gününde, bu en
büyük tehlike anýnda, Boka'nýn general rütbesini almasý
baþlý baþýna bir olaydý.
General, þöyle sürdürdü sözünü:
--Herhangi bir anlaþmazlýða meydan vermemek
için, savaþ planýný son bir kez daha anlatacaðým.
Bunu söyledikten sonra, yeniden ele aldý planý. Sözcüðü
sözcüðüne ezbere bildikleri planý, böylece yeniden heyecanla
dinlediler. Planýn anlatýlmasýný bitiren General,
komut verdi:
--Yerlerinize, marþ marþ!
Hemen o anda daðýlýverdi sýra. Boka'nýn yanýnda, sadece
Kolnay kaldý. Hasta yataðýndaki Nemeçek yerine,
emir subayý Kolnay'dý þimdi. Yanýnda, sarý bakýrdan bir
de borazaný vardý. Borazaný biriktirdikleri parayla ortaklaþa
almýþlardý. Macun Toplayanlar Derneðinin kasasýndaki
üye ödentileri de bu paranýn içindeydi. General, bu paraya
doðrudan doðruya el koymuþtu. Amacý da savaþýn giderlerini
karþýlamaktý.
Bu küçük, güzelim postacý borazaný, tam bir asker borazaný
gibi ses çýkarýyordu. Aslýnda, bu borazanla üç iþaret
verilebilirdi. Birincisi, düþman geliyor; ikincisi, saldýrýn;
üçüncüsü de Generalin yanýnda toplan emri. Bu iþareti
dünkü manevrada öðrenmiþti çocuklar.
Tahta perdenin üzerine týrmanmýþ, sað bacaðýný da
Pal Sokaðýna sarkýtmýþ olan gözcü, içeriye seslendi:
--Generalim!
--Ne var?
--Bir hizmetçi, elinde mektup, Arsaya girmek istiyor.
Saygýyla bildiririm.
--Kimi arýyor?
--Söylediðine bakýlýrsa, sayýn Generali arýyormuþ.
Boka, tahta perdeye yaklaþtý.
--Dikkat et! Kadýn kýlýðýna girmiþ bir Kýzýl Gömlekli
olmasýn sakýn. Casusluk için gelmiþ olabilir.
Gözcü, sokaða doðru öyle bir eðildi ki, az kalsýn düþüyordu.
Ardýndan tekmili verdi:
--Dikkatle baktým, Generalim. Saygýyla bildiririm:
Bu gelen, gerçekten saygýdeðer bir bayan.
--Gerçekten öyleyse içeri buyurabilir, diye karþýlýk
veren Boka, gelen bayana kapýyý açmaya gitti.
Saygýdeðer bayan içeri girdi. Arsaya þöyle bir göz gezdirdi.
Gerçekten de saygýdeðer bir bayandý, baþýna atkýsýný
almadan, mutfaðýn silinip süpürülmesini bitirir bitirmez,
ayaðýnda terlikleriyle bir koþu gelmiþti.
--Þu mektubu bizim baylardan getiriyorum, dedi kadýn.
Küçük bay Gereb, çok önemli olduðunu, mektubun
karþýlýðýný da acele kendisine getirmemi söyledi.
Boka, üzerinde, Çok soylu, çok deðerli sayýn Baþkan
Boka yazýlý zarfý açtý. Aslýnda mektup da denemezdi buna.
Kocaman bir kaðýt tomarýydý. Kaðýdýn çeþidinden geçilmiyordu:
Defter sayfalarý. Gereb'in kýzkardeþinin mektupluk
kaðýdýndan bir parça, resim kaðýdý... Bütün sayfalar,
üzerinde boþ yer býrakýlmaksýzýn doldurulmuþtu. Boka
okudu mektubu:
(Sevgili Boka,
Mektupla bile olsa, benimle görüþmek istemeyeceðinizi
bildiðim halde, bu son çareye baþvurmak
istiyorum. Sizinle iliþkimi bütün bütüne kesmeden,
bunu bir deneyeceðim. Þimdi, artýk suçun bende olduðu
bir yana, benim bu yaptýklarýmý hiç hak etmemiþ
olduðunuzu da kabul ediyorum. Babama olaðanüstü
yakýnlýk göstermiþsiniz. Özellikle Nemeçek,
benim sizleri sattýðýmý babama yalanlamýþ. Ýhanetle
suçlanmamýn asýlsýzlýðý babama öylesine gurur vermiþ
ki, gönlümü almak için, çoktandýr istediðim bir
kitabý, Jules Verne'in o ünlü Esrarlý Ada adlý kitabýný
hemen o gün gidip almýþ.
Ben de götürüp kitabý Nemeçek'e armaðan ettim.
Oysa, onu okumayý çok isterdim. Babam da ertesi
gün, Sana getirdiðim kitap nerede, haylaz oðlan?
diye sormasýn mý? Ben sorusuna karþýlýk veremeyince,
Ah seni haylaz, dedi, kitabý çoktan satýp
elden çýkardýn deðil mi? Bir daha zýrnýk alamazsýn
benden. Sözünde de durdu doðrusu. Bugün öðle yemeðimi
kesti. Ama aldýrdýðým yok. Zavallý Nemeçek!
Hiç suçu yokken ne acýlar çekti benim yüzümden.
Suçsuz olan ben de, o acýlara seve seve katlanacaðým
þimdi. Hem onun gibi, hem de onun için.
Hoþ, ben bunlarý fýrsattan yararlanarak yazýyorum,
aslýnda önemli olan bu deðil. Dün okulda --hani benimle
tek sözcük bile konuþmamýþtýnýz-- hatamý nasýl
onarabilirim diye düþündüm. Ve sanýrým yolunu
buldum da. Düþünün ki bir kabahat nasýl iþlendiyse
o biçimde de düzeltilmelidir. Bunun için, yemekten
sonra --hani sen beni aranýza almak istememiþtin de
ben de üzgün üzgün ayrýlmýþtým sizden-- iþte öyle
küskün ayrýldýktan sonra, birþeyler öðrenmek üzere
Botanik Bahçesine gittim. Nemeçek'in yaptýðýný yaptým.
Adadaki aðaca týrmandým. Hani o da tepesine
çýkýp beklemiþti. Ýþte o aðaca! O sýrada Kýzýl Gömlekliler
Adada deðillerdi. Geldiklerinde saat dördü
bulmuþtu. Bana nasýl sövdüler duymalýydýn. Neler
söylediklerini aðaçtan duyuyordum, ama aldýrmadým.
O sýrada kanýmla canýmla bir Pal Sokaklýydým.
Beni aranýzdan söküp atmýþtýnýz, ama yüreðimi
de söküp atamazdýnýz ya. Hep sizinle birlikteydim.
Belki benimle alay ediyorsunuzdur. Olsun, aldýrdýðým
yok. Aðacýn altýndaki Ferenç Atþ, Þu Gereb
yok mu, garanti onlarýn adamýdýr, diyordu.
Gerçekten ihanet etmiþ olamaz. Pal Sokaklýlar onu
içimize casusluk etsin diye göndermiþlerdir. Bunlarý
duyunca az kalsýn sevinçten aðlayacaktým. Yaptýklarý
toplantýda konuþulanlara kulak verip, dinledim.
Nemeçek'in her þeyden haberi olduðuna göre,
bugün savaþmamýz yersiz olur, çünkü hazýrlýklýdýrlar.
Ferenç Atþ, böyle diyordu.
Sonra, bir savaþ hilesi daha düþündüler. Gelgelelim,
öyle de alçak sesle konuþuyorlardý ki, ne
söylediklerini duyabilmek için iki dal aþaðý inmem
gerekiyordu. Þöyle az bir þey aþaðý kayayým dedim;
gürültüyü duymasýnlar mý? Vendaver, Sakýn, Nemeçek
aðaçta olmasýn yine? dedi, þakadan elbette.
Þanslýymýþým ki aðaca bakmadýlar. Baksalar da göremezlerdi
beni ya. Aðacýn dallarý çok sýktý. Neyse,
uzatmayalým. Senin de Nemeçek'ten öðrendiðin gibi,
yarýn saldýrýya geçmeyi kararlaþtýrdýlar. Ferenç
Atþ: Biliyorsunuz, dedi, Nemeçek, gizli konuþmalarýmýzý
dinledi, bunlar savaþ planlarýmýzý deðiþtireceðimizi
sanýrlar þimdi. Ama, deðiþtirmeyeceðiz.
Çünkü onlar, deðiþik bir anda saldýrýya geçmemizi
bekliyorlardýr. Vardýklarý karar buydu iþte. Sonra
sýrageldi manevraya. Hele bir düþün! Saat altý buçuða
kadar, tehlikeler içinde, aðaçta büzülüp kaldým.
Beni bir görecek olsalar neler gelmezdi baþýma? Kollarým
gövdemin aðýrlýðýný çekemiyordu. Altý buçukta
gitmeseler, olgun bir þeftali gibi pat diye aralarýna
düþecektim. Üstelik, ne aðaç þeftali aðacýydý, ne
de ben þeftaliydim! Þaka bir yana, önemli olan, daha
önce yazdýklarýmdýr. Saat altý buçuða doðru Ada
ýssýzlaþýnca, aðaçtan inip evin yolunu tuttum. Bütün
öðleden sonraki vaktim güme gittiði için, Latince
dersimi yemekten sonra, tek bir mumun ýþýðýnda
hazýrlamak zorunda kaldým.
Sevgili Boka, senden tek bir þey istiyorum. Bana
inan. Yazdýklarým doðrudur. Beni, Kýzýl Gömleklilerin
casusu sanma. Yalan yanlýþ þeyler yazýp þaþýrtmak
da istemiyorum sizi. Niyetim o deðil. Bütün
bu yazdýklarýmý, yeniden aranýza girebilmek için
yazdým. Beni baðýþlamanýzý hak etmek, sizlere baðlý
bir asker olmak istiyorum. Beni, üsteðmenlikten atsanýz
bile üzülmem. Aranýzda er olarak da kalsam
sevinirim. Þimdi eriniz de yok üstelik. Nemeçek hasta.
Tek bir eriniz var, o da Yano'nun köpeði. Ama o
ne de olsa köpek, oysa ben bir çocuðum hiç olmazsa.
Beni son bir kez daha baðýþlar, yine aranýza alýrsanýz,
yanýnýza koþup, savaþta sizlerle omuz omuza
çarpýþacak, kendime düþen görevi yapacaðým. Böylece,
bütün suçumu da baðýþlatmýþ olacaðým.
Þimdi, son bir dileðim daha var. Gelip gelmeyeceðimi
bizim Mari aracýlýðýyla bana bildir. Gel dersen,
hemen þimdi bile gelirim. Mari, bu mektupla Arsada
senin yanýndayken, ben de burada, Pal Sokaðý
5 numaralý evin altýnda durmuþ, seni bekliyorum.
Dostun Gereb.)
Boka mektubu okuyup bitirdiðinde her þeyin farkýndaydý
artýk. Gereb, gerçeði yazmýþ, aralarýna alýnmayý hak
edecek kadar da düzelmiþti. Boka, el edip emir subayý
Kolnay'ý çaðýrdý.
--Generalin yanýna borusunu çalýn!
Mari sordu:
--Mektuba ne karþýlýk veriyorsunuz efendim?
--Biraz bekleyin Mari, dedi General, emir veriyormuþ
gibi bir sesle.
Boru çalýndý.
Küçük borazanýn tiz sesi ortalýðý çýnlatýrken, çocuklar
odun yýðýnlarýnýn üzerinden inmeye baþladýlar. Neyin sesiydi
bu acaba? Boru, onlarý Generalin yanýna neden çaðýrýyordu?
Boka'nýn olduðu yerde sakin durduðunu görünce,
daha bir güvenle ilerlediler. Çok geçmeden, bütün ordu,
Generalin karþýsýnda yer almýþtý bile. Mektubu yüksek
sesle bir kez daha okuyan Boka, sordu:
--Aramýza alalým mý onu yeniden?
Çocuklar, iyi kalpliydiler doðrusu. Hep bir aðýzdan,
--Evet, evet! diye karþýlýk verdiler.
Boka, hizmetçiden yana döndü,
--Söyleyin ona gelsin, dedi. Mektubun karþýlýðý budur.
Mari bütün bunlara, bu orduya, bu kýrmýzý--yeþil keplere,
bu silahlara þaþýp kalmýþtý. Fýrladýðý gibi çýktý gitti kapýdan.
Yalnýz baþlarýna kalýnca seslendi Boka:
--Rihter!
Rihter sýradan çýktý. General emrini verdi:
--Gereb'i senin yanýna vereceðim. Sen sorumlusun
ondan. Sana kuþku veren bir davranýþý olursa hemen yakalar,
kulübeye týkarsýn. Sanmam ki böyle bir þey olsun.
Ama, yine de dikkatli davranmalýyýz.
Ötekilerden yana döndü.
--Rahat! diye baðýrdý. Mektuptan da anlaþýldýðý gibi,
savaþ bugün deðil. Bugün için tasarladýðýmýz her þey yarýna
kalacak. Onlar savaþ planlarýný deðiþtirmediklerine göre,
bizde de her þey eskisi gibi kalabilir.
Tam konuþmasýný sona erdireceði sýrada az önce hizmetçi
kýzýn çýkýp gittiði ve daha kimsenin kilitlemediði kapý,
þöyle bir itiliverdi ve Gereb içeri süzüldü. Yüzü sevinçten
aydýnlanmýþtý, çok mutluydu. Cennet kapýsýndan içeri
giriyordu sanki. Orduyu toplanmýþ görünce, ciddileþiverdi
birden. Boka'nýn yanýna yaklaþtý, elini kepine götürdü.
Herkes durmuþ onu izliyordu. Onun baþýnda da Pal Sokaðý
çocuklarýnýn kýrmýzý--yeþil kepinden vardý.
--Geldim Generalim, diyerek selam verdi.
--Güzel, dedi Boka. Þimdilik seni Rihter'in yanýna veriyorum.
Er olarak çalýþacaksýn Gereb. Savaþ günü, seni izleyeceðim.
Sicilin elverirse rütbeni geri alabilirsin o zaman.
Ordu saflarýna doðru döndü:
--Gereb'e ve iþlediði suça iliþkin tek sözcük bile söylemek
yok. Tamam mý! Kesinlikle yasaklýyorum bunu. Gereb,
hatasýný düzeltmek istiyor, biz de suçunu baðýþlýyoruz.
Onu tek bir sözle bile incitmesin kimse, kusurunu yüzüne
vurmasýn. Bu konunun ele alýnýp tartýþýlmasý da yasaktýr.
Bu iþ kapanmýþtýr artýk.
Derin bir sessizlik kapladý ortalýðý. Þu Boka yok mu?
Ne de olsa akýllý çocuk. General olmaya en çok yakýþanýmýz
odur, en deðerlimiz de o... diye düþündü çocuklar
kendi kendilerine.
Çok geçmeden, Rihter, Gereb'e yarýnki savaþta görevinin
ne olacaðýný anlatmaya koyuldu. Boka, Çele ile konuþuyordu
bu sýrada. Onlar kendi aralarýnda konuþup dururlarken
tahta perdenin üzerine ata biner gibi oturmuþ olan
gözcü, dýþarý sarkan bacaðýný birden içeri çekti. Yüzü dehþet
içinde, kekeledi:
--Generalim... düþman geliyor!
Þimþek gibi fýrlayan Boka, kapýyý sürmeledi. Bütün
çocuklar, Rihter'in yanýnda duran Gereb'e diktiler gözlerini.
Gereb'in yüzü ölü yüzü gibi sapsarý kesilmiþti.
Boka, öfkeden çýldýracak gibiydi:
--Demek yalan söyledin sen? yine yalan söyledin!
Gereb þaþkýna dönmüþtü, bir karþýlýk veremiyordu.
Rihter, kolundan hýrsla yakaladý Gereb'i. Boka çýkýþtý:
--Bu ne bu, ha, bu ne?
Gereb zar zor birþeyler kekeledi:
--Belki... belki de aðaçta olduðumun farkýna vardýlar...
bizi yanýltmak istediler...
Sokaðý gözetleyen gözcü, tahta perdeden aþaðýya atladý,
silahýný aldý, sýradakilerin arasýna girdi.
--Kýzýl Gömlekliler geliyor!
Boka, gidip kapýyý açtý, dýþarý çýktý.
Gerçekten de, Kýzýl Gömlekliler geliyordu iþte. Ama,
yalnýz üç kiþiydiler. Gelenler, Pastor Kardeþler ile Sebeniç'ti.
Boka'yý gören Sebeniç, ceketinin altýndan beyaz bir
bayrak çýkardý, Boka'ya doðru salladý. Uzaktan seslenerek,
--Biz elçiyiz, dedi.
Boka, Arsaya döndü. Gereb'ten haksýz yere kuþkulandýðý
için utanç duymuþtu. Rihter'e,
--Býrak onu, dedi. Gelenler, beyaz bayraklý elçilermiþ.
Bizi hoþgör, Gereb.
Zavallý Gereb, rahat bir soluk aldý. Hiç suçu yoktu,
ama az kalsýn gürültüye gidiyordu. Bu arada gözcü de aðzýnýn
payýný aldý Boka'dan:
--Sen de ateþi görmeden paçalarý sývama öyle. Korkak
herif sen de!
Sonra þöyle buyurdu:
--Hepiniz geriye, odun istiflerinin arasýna! Burada
ben, Çele, bir de Kolnay kalacaðýz. Marþ marþ!
Ordu, Gereb'le birlikte odun istiflerinin ardýnda yok
oldu. Elçiler kapýya dayandýðýnda, son kýrmýzý--yeþil kep de
yok olmuþtu ortadan. Emir subayý kapýyý açtý. Elçiler içeri
girdiler. Üçünün de üzerinde kýzýl göýnlekler, kýzýl kepler
vardý. Silahsýzdýlar. Sebeniç beyaz bayraðý sallýyordu.
Boka, böyle durumlarda nasýl davranýlacaðýný bilirdi.
Mýzraðýný tahta perdeye dayadý. Þimdi, o da silahsýzdý iþte.
Kolnay ile Çele de ona uydular. Kolnay daha da ileri gidip
borazanýný yere býraktý.
Pastor'larýn büyüðü bir iki adým ilerledi:
--Sayýn komutanla mý görüþüyorum acaba?
--Evet, General kendileridir, dedi Çele.
--Biz elçi olarak geliyoruz, dedi Pastor. Topluluðun
baþkaný benim. Baþkomutanýmýz Ferenç Atþ adýna size savaþ
ilan etmeye geldik.
Komutanýn adýný anarken, esas duruma geçip selam
verdi. Boka ile adamlarý da ellerini keplerine götürdüler.
Pastor, sözünü sürdürdü:
--Düþmana baskýn yapmak niyetinde deðiliz. Biz, buraya
saat tam iki buçukta geleceðiz. Amacýmýz, bunu söylemekti.
Þimdi, vereceðiniz karþýlýðý bekliyoruz.
Boka, çok önemli bir aný yaþadýklarýnýn farkýndaydý.
Karþýlýk verirken sesi titriyordu:
--Savaþ isteðinizi kabul ediyoruz. Ama, üzerinde anlaþmamýz
gereken bazý noktalar var. Aramýzda dalaþma çýksýn istemiyorum.
--Onu biz de istemiyoruz, dedi elçi Pastor. Her zamanki
alýþkanlýðýna uyup baþýný önüne eðdi.
Boka isteklerini açýkladý:
--Ben yalnýzca üç tür çarpýþma uygulanmasýný istiyorum:
Kum bombalarý, kurallara uygun güreþ, üçüncü olarak
da mýzrakla düello. Kurallarý biliyorsunuz deðil mi?
--Biliyoruz.
--Her iki omuzu yere gelen, yenilmiþ sayýlýr, güreþi
býrakýr. Ama öbür iki türde savaþabilir. Anlaþtýk mý?
--Evet.
--Mýzraklý karþýlaþmalarda, karþýlýklý vuruþmak da,
mýzrak saplamak da yasaktýr. Yalnýz, eskrime izin var.
--Tamam.
--Ýki kiþi birden tek bir kiþiye saldýramaz. Ama, birlikler
karþýlýklý çatýþmaya geçebilirler. Kabul ediyor musunuz?
--Ediyoruz.
--Öyleyse, benim baþka söyleyeceðim yok.
Elçilere selam verdi. Elçiler de karþýladýlar selamýný.
Pastor, yeniden söze baþladý:
--Soracaðým bir þey daha var. Komutanýmýz bizi, Nemeçek'in
saðlýk durumunu sormakla da görevlendirdi.
Duyduðumuza göre, hastaymýþ. Gerçekten hastaysa, kendisini
bir yoklamak isteriz. Çünkü, geçenlerde kampýmýza
girip, çok yürekli ve korkusuz bir giriþimi göze alabildi.
Böyle bir düþmana saygý duyarýz.
--Nemeçek, Rakoþ Sokaðýnda üç numaralý evde oturur.
Aðýr hasta!
Bu sözler üzerine, sessizce saygý selamýna geçtiler. Sebeniç,
bayraðý yeniden yükseltti. Pastor, Marþ komutunu
verdi. Elçiler kapýdan çýktýlar. Sokaða çýkýnca, Toplan
borusunu duydular. General, olan biteni çocuklara anlatmak
üzere, ordusunu topluyordu.
Kýzýl Gömleklilerin elçileri acele Rakoþ Sokaðýna yürüdüler.
Kapýnýn önünde küçük bir kýz duruyordu.
--Burada, Nemeçek adýnda biri oturuyor mu?
--Evet, diyen kýz, elçileri Nemeçek'in oturduðu yoksulca
evin alt katýna götürdü. Evin kapýsýnýn yanýndaki
mavi boyalý maden plaka üzerinde, Andraþ Nemeçek, Terzi
diye yazýlýydý.
Ýçeri girdiler. Selam verip, neden geldiklerini söylediler.
Nemeçek'in annesi ufak tefek, sarýþýn bir kadýndý. Oðluna
çok benziyordu, daha doðrusu, oðlu ona çok benziyordu.
Elçileri, er Nemeçek'in yattýðý odaya götürdü. Sebeniç,
burada da kaldýrdý beyaz bayraðý. Pastor bir adým ilerledi:
--Ferenç Atþ, selam söyledi sana. Bir an önce iyileþmeni
diliyor.
Yüzü sapsarý, saçlarý daðýnýk, baþý yastýða gömülmüþ
yatan küçücük sarýþýn oðlan, elçinin haberini alýr almaz
yattýðý yerden doðruldu. Mutluluk içinde gülümsüyordu.
Damdan düþer gibi sordu:
--Savaþ ne zaman?
--Yarýn.
Bunu duyunca, bir üzüntüdür kapladý içini. Suratý
asýldý.
--Çok yazýk. Ben katýlamayacaðým, dedi.
Elçiler ses etmediler. Nemeçek'in elini sýktýlar sýrayla.
O ters Pastor'lar bile duygulanmýþlardý:
--Baðýþla bizi Nemeçek, dediler.
--Baðýþladým gitti.
Öksürmeye baþladý. Baþý yastýða gömüldü yeniden.
Sebeniç, yastýðýný düzeltti. Pastor,
--Eh, dedi. Biz artýk gitsek...
Bayraktar; elindeki beyaz bayraðý yeniden kaldýrdý.
Üçü birden mutfaða geçtiler. Nemeçek'in annesi gözyaþlarýný
tutamadý.
--Hepiniz de iyi... çok iyi, çok mert çocuklarsýnýz...
Yavrucuðumu böylesine seviyorsunuz demek... Biraz daha
kalýn, birer fincan kakaomu için...
Elçiler bakýþtýlar. Kakaoya diyecek yoktu doðrusu.
Ama, Pastor þöyle bir ileri fýrlayýp, baþýný yukarý kaldýrdý
gururla,
--Kakaoyu hak edecek ne yaptýk ki? dedi.
Yanýndakilere döndü, ileri marþ komutunu verdi.
Hep birlikte uygun adým, dýþarýya çýktýlar.
:::::::::::::::::
SEKÝZÝNCÝ BÖLÜM
Savaþýn gelip çattýðý gün, eþsiz bir ilkyaz günüydü. Sabah
yaðmur yaðmýþtý. Çocuklar yaðmurdan tedirgin, okulda
pencerelerden üzgün üzgün bakýp durmuþlardý. Öyle
ya, bakarsýn yaðmurdan ötürü savaþ güme giderdi. Ne var
ki öðlene doðru yaðmur kesilmiþ, hava açmýþtý. Saat bire
doðru, ýþýyan ilkyaz güneþi asfaltý kurutmuþtu. Okul dönüþü
hava yeniden ýsýnmýþtý. Çevredeki daðlardan esen meltem,
taze kokularý da birlikte getiriyordu. Bir hava ki, savaþ
için biçilmiþ kaftan! Burçlara yýðýlan kumlar, önce adamakýllý
ýslanmýþtý, ama þimdi yeniden kurumuþtu. Böylelikle,
kum bombalarý elveriþli bir duruma girmiþ oluyordu.
Saat bire doðru bir koþuþmadýr baþladý. Herkes evinin
yolunu tuttu. Saat ikiye çeyrek kala bütün ordu Arsada
toplanmýþtý bile. Heyecan dünkü kadar büyük deðildi.
Bugün neler olacaðýný dünden bilmiyorlardý elbette. Elçilerin
görünmesiyle gerilim azalmýþ, onun yerini sabýr ve
aðýrbaþlýlýk almýþtý. Düþmanýn ne zaman gelip ne zaman
çarpýþacaðýný biliyorlardý artýk. Bir an önce savaþa atýlmanýn
tutkusu içindeydiler. Boka, yarým saat kadar önce savaþ
planýnda deðiþiklik yapmýþtý. Çocuklar toplanýnca bir
de ne görsünler, 4 ve 5 numaralý siperlerin önünde derin
bir hendek uzanýyor. Kolay korkuya kapýlanlar, hendeði
düþmanýn kazmýþ olacaðýný düþünerek soluðu Boka'nýn yanýnda
aldýlar.
--Hendeði gördün mü?
--Gördüm.
--Kim kazmýþ?
--Bugün sabaha karþý Yano'ya ben açtýrdým.
--Neden açtýrdýn peki?
--Savaþ planýný biraz deðiþtirdim de ondan.
Notlarýný gözden geçiren Boka, A ve B savaþ birlikleri
komutanlarýný yanýna çaðýrdý.
--Þu hendeði görüyor musunuz?
--Görüyoruz.
--Siper nedir bilir misiniz?
Siperin ne olduðunu doðru dürüst bilemediler elbette.
Boka, açýkladý:
--Siper, askeri birlikleri saklamaya yarar. Düþmanýn
gözünden saklanan birlikler, çatýþmanýn en uygun anýnda
saklandýklarý siperden çýkar, çatýþmaya katýlýrlar. Savaþ
planýmýzý deðiþtirdiðim için Pal Sokaðý kapýsýnda durmayacaksýnýz.
Onu uygun bulmuyorum. Siz, iki grup, birlikte
iþte bu siperlerde gizleneceksiniz. Düþmanýn bir kolu
Pal Sokaðýndaki kapýdan girdi mi, burçlardan bombardýman
baþlayacak. Düþman, burçlar yönünde ilerledi mi,
odun yýðýnlarýnýn dibindeki siperi göremez. Kýsa bir süre
bekleyeceksiniz. Sipere beþ adým kadar yaklaþtýlar mý, baþlarýnýzý
hendekten çýkarýr, düþmana kum bombalarýný yaðdýrýrsýnýz.
Ýþte siperlerden fýrlayýp düþmanýn üzerine atýlmanýn
tam sýrasýdýr. Ancak, düþmaný kapýya doðru sürüp
kovalamanýn sýrasý daha gelmemiþtir. Bizi bekleyeceksiniz.
Biz, Maria Sokaðý yönündeki iþimizi bitirince, saldýrý
borusunu çaldýracaðým. Boru sesini duyar duymaz, düþmaný
kapýya doðru süreceksiniz. Maria Sokaðýndaki düþman
birliðini barakaya týktýk mý, birinci ve ikinci burçlardaki
adamlarýmýz öteki burçlara yardýma koþacaklar.
Uzun sözün kýsasý, göreviniz düþmanýn ilerlemesini önlemek!
Anladýnýz mý?
--Anladýk.
--Ondan sonra, sýra gelecek topluca saldýrý borusuna!
Sayýca biz onlardan iki kat fazla olacaðýz, çünkü birliklerinden
bir bölümü barakada olacak. Savaþ kurallarýna
göre, topluca saldýrýda sayýca üstün olmamýzýn bir sakýncasý
yok. Yalnýz, kiþisel saldýrýlar baþka; o zaman bir kiþiye
iki kiþi saldýramaz.
Boka, bunlarý anlatadursun, Yano gidip bir iki kazmada
hendeði düzeltti. El arabasýyla bir araba da kum döktü
hendeðin içine.
Bu arada, burçlardaki yiðitler de büyük bir çaba içindeydiler.
Diþlerini týrnaklarýna takmýþlar, odun yýðýnlarýnýn
üzerinde ha babam didinip duruyorlardý. Burçlarýn biçimi
çocuklarýn yalnýzca baþlarýnýn gözükeceði biçimde düþünülmüþtü.
Çocuklar sýk sýk eðiliyor, yok oluyor, sonra
yeniden gözönüne çýkýyorlardý. Kum bombalarý hazýrlanýyor,
rüzgar burçlarýn üzerindeki kýrmýzý--yeþil bayraklarý
dalgalandýrýyordu. Yalnýz, köþedeki üçüncü burcun bayraðý
yoktu. O bayraðý, daha önce Ferenç Atþ alýp götürmüþtü.
Yerine bir yenisini de dikmemiþlerdi; asýl bayraðý savaþarak
geri almak istiyorlardý da ondan.
Baþýndan geçmedik serüven kalmamýþ olan bayrak,
en sonunda Gereb'te kalmýþtý. Önce, Ferenç Atþ'ýn ele geçirdiði
bayraðý, Kýzýl Gömlekliler Botanik Bahçesindeki yýkýntýda
saklamýþlardý. Derken, Nemeçek gizlice gelip bayraðý
almýþ, kumda býraktýðý ayak izlerini Kýzýl Gömlekliler
görmüþtü. Bizim küçük sarý oðlanýn aðaçtan Kýzýl Gömlekliler
içine düþtüðü o unutulmaz akþam, Pastorlar bileðini
bükerek Nemeçek'in elinden bayraðý almýþlar, böylece
bayrak, yine Kýzýl Gömleklilerin silah deposuna, baltalarýn
yanýna konmuþtu. Oradan da Gereb, Pal Sokaðý çocuklarýna
þirin görünmek için çalmýþtý. Ama; daha o gün Boka,
Gereb'e, Biz çalýnmýþ bayrak istemiyoruz, biz bayraðýmýzý
canýmýzý diþimize katarak geri alacaðýz, demiþti.
Dün öðleden sonra da, Kýzýl Gömlekli elçilerin Arsadan
ayrýlmalarýndan biraz sonra, Pal Sokaðý çocuklarýndan
bir grup, elçi olarak, ellerinde bayrak, Botanik Bahçesine
doðru yola çýkmýþlardý.
Bahçede, büyük bir savaþ kurulu toplantý yapýyordu.
Üç kiþilik elçiler kurulunun baþýnda Çele vardý. Öbür ikisi
de, Vays ile Çonakoþ idiler. Çele, elinde beyaz bayrakla
yürüyordu. Bir gazete kaðýdýna sarýlmýþ olan kýrmýzý--beyaz
bayraðý da Vays taþýyordu.
Tahta köprüde karþýlarýna dikildiler.
--Dur, kimdir o?
Çele, ceketinin altýndaki beyaz bayraðý çýkarýp yukarý
kaldýrdý, salladý. Nöbetçiler, böyle durumlarda kural nedir
bilmiyorlardý. Seslerinin bütün gücüyle Adaya doðru baðýrdýlar:
--Heeey, yabancýlar var!
Ferenç Atþ, bunu duyunca köprüye çýktý. Beyaz bayraðýn
ne anlama geldiðini biliyordu. Elçilerin Adaya çýkmalarýna
izin verdi.
--Elçi olarak mý geldiniz?
--Evet.
--Ne istiyorsunuz?
Çele, bir adým ileri çýktý:
--Bizden almýþ olduðunuz bayraðý geri getirdik. Geri
aldýk, ama böyle alalým istemiyoruz. Yarýn, bu bayrakla katýlýn
savaþa. Ele geçirebilirsek bizde kalýr. Beceremezsek
yine sizde kalýr bayrak. Komutanýmýz, bunu size bildirmemizi
istedi.
Vays'a iþaret etti. Vays, çok ciddi bir yüzle gazete kaðýdýný
açtý, bayraðý çýkarýp öptü, sonra uzattý.
Ferenç Atþ seslendi:
--Depocu Sebeniç, buraya!
Fundalýklar arasýndan bir ses duyuldu:
--Sebeniç burada deðil.
Çele sesini yükseltti:
--Biraz önce bize elçi olarak gelmiþti.
Ferenç Atþ:
--Öyle ya, bak unutmuþum, dedi. Yardýmcýsý gelsin
öyleyse.
Aralanan funda dallarýnýn arasýndan çýkan küçük
Vendaver, gelip komutanýn önünde durdu.
--Elçilerden bayraðý al, silah deposuna koy!
Bunu söyledikten sonra, elçilere döndü:
--Bayraðý, savaþta depocu Sebeniç taþýyacak. Ýþte yanýtým.
Çele, beyaz bayraðý kaldýrýp gideceklerini bildirdiði
sýrada, Kýzýl Gömleklilerin komutaný yine konuþtu:
--Bayraðý, herhalde Gereb geri getirmiþtir.
Ses soluk çýkmadý. Hiçbiri karþýlýk vermedi.
Atþ, yeniden sordu:
--Gereb getirdi, deðil mi?
Çele, disiplinli, askerce bir tavýr takýndý.
--Bu soruya karþýlýk veremem, yetkim yok!
Sonra, adamlarýna komut verdi:
--Dikkat, ileri marþ!
Kýzýl Gömleklilerin komutanýný orada býrakýp gittiler.
Çele için, boþuna Fiyakacý Çele dememiþler. Þu yaptýðýný
da tam askerce, pek fiyakalý yapmýþtý doðrusu. Kimsenin
arkasýndan konuþmak istememiþti düþmanla. O kimse
kendilerini ele vermiþ olsa bile.
Ferenç Atþ, biraz utanmýþ görünüyordu. Vendaver'e
gelince, o da elinde bayrak, þaþkýn þaþkýn bakýyordu.
Komutan birden öfkeyle çýkýþtý:
--Ne dikilip duruyorsun orada be? Bayraðý yerine götürsene!
Vendaver, süklüm püklüm uzaklaþýrken, bir yandan
da düþündü: Þu, Pal Sokaklý çocuklar yaman çocuklar doðrusu!
Bizim amansýz Ferenç'i yine mat ettiler. Bu ikinci oluyor.
Bayrak, böylece yeniden Kýzýl Gömleklilere geçti. Bu
yüzden 3 numaralý burç, bayraksýz kalmýþ oluyordu. Gözcüler,
çoktan tahta perdelere týrmanmýþlar, ata biner gibi
oturmuþlardý. Biri, Maria Sokaðý yönündeki tahta perdeye,
öteki de, Pal Sokaðý yönündekine yerleþmiþti.
Çocuklarýn aceleyle yerlerini aldýklarý odun yýðýnlarý
arasýndan ilerleyen Gereb, gelip Boka'nýn önünde durdu:
--Sayýn Generalim, sizden bir dileðim var.
--Söyle bakalým.
--Generalim, bugün verdiðiniz emirle beni üçüncü
burca, burç topçusu olarak atamýþsýnýz. Nedeni de, oranýn
köþe ve en tehlikeli yer olmasýymýþ. Bir neden de, buraya
geri getirdiðim bayraðýn orada bulunmamasýymýþ.
--Ee? Ne istiyorsun peki?
--Beni oradan daha tehlikeli bir yere vermenizi diliyorum.
Sipere atanan Barabas'la yer deðiþtirmek istiyorum.
Barabas keskin niþancýdýr, bombardýmanýn yapýlacaðý
yerde bulunmasý daha doðru olur. Býrakýn da ben siperde
göðüs göðüse çarpýþayým. Ýzninizi dilerim.
Boka, þöyle tepeden týrnaða süzdü Gereb'i.
--Ne de olsa yiðitliðine diyecek yok, Gereb.
--Ýzin veriyor musunuz?
--Evet.
Selam veren Gereb, komutanýn önünden ayrýlmadý.
--Daha ne istiyorsun peki?
Burç topçusu biraz tedirgindi:
--Dahasý þu komutaným: Yiðitligine diyecek yok, Gereb,
demen beni çok sevindirdi elbette. Ama, Ne de olsa
yiðitliðine diyecek yok, Gereb, biçiminde söylemene
üzüldüm.
Boka, gülümsedi.
--O, benim kabahatim deðil, Gereb. Öyle dedimse, senin
yüzünden dedim. Neyse, ince eleyip sýk dokumayý býrak
þimdi. Geriye dön! Yerine, marþ!
Gereb, uygun adým uzaklaþtý. Sevinçle siperden içeri
girdi, ýslak kumdan bombalar yapmaya baþladý.
Siperin içinden, yüzü gözü çamur içinde biri çýktý
emekleyerek, Barabas'ýn ta kendisi! Boka'ya seslendi:
--Ýzin verdin mi yoksa?
--Verdim, dedi Boka.
Gereb'e daha pek bir güvenleri yoktu. Tam baðlýlýk
göstermeyenin sonu budur iþte. Doðru konuþsa bile inanýlmaz
böylelerine kolay kolay. Gelgelelim, Generalin söyledikleri,
kuþku bulutlarýný daðýttý.
Aþaðýdan bakýldý mý, Barabas'ýn köþedeki burca týrmandýðý,
burç komutanýnýn önünde selam vererek göreve
hazýr olduðunu bildirdiði görülüyordu. Ama, bir iki saniye
geçti geçmedi, ikisinin de kafalarý burç duvarýnýn ardýnda
kayboldu. Boþa geçirecek vakitleri yoktu. Bombalarý piramit
düzeninde diziyorlardý.
Birkaç dakika daha geçti. Ama, çocuklara soracak olsak,
dakikalar deðil saatler bile geçmek bilmiyor, diyeceklerdi.
Sabýrsýzlýk arttýkça arttý; sonunda þöyle konuþmalar
duyulmaya baþladý:
--Belki de düþünüp taþýnýp, vazgeçmiþlerdir?
--Eeh, korku daðlarý bekler!
--Yoksa tuzaða mý düþürecekler bizi?
--Yok caným, gelecekleri falan yok!
Saat, ikiyi bir iki dakika geçe, emir subayý, aldýðý emri
mevziler arasýnda dörtnal koþarak duyurdu. Verilen emre
göre, mevzilerde bütün çalýþmalar duracak, bütün sesler
kesilecek, birlikler alarm durumuna geçirilecekti. General,
son bir denetleme yapacaktý da ondan. Emir subayý,
son mevziye varýp da emri ilettiði sýrada, Boka, birinci
mevzide denetime baþlamýþtý bile. Yüzü sert ve ciddiydi.
Önce Maria Sokaðýndaki birliði denetledi. Orada, aksayan
bir þey yoktu. Büyük kapýdaki iki savaþ grubu, saðlý sollu
saflarda dizilmiþ, dimdik duruyordu. Komutanlar, bir iki
adým ileri çýktýlar.
--Her þey yolunda mý? diye sordu Boka. Görevinizi biliyor
musunuz?
--Biliyoruz. Kaçýyormuþ gibi yapacaðýz.
--Sonra da arkalarýndan vuracaksýnýz.
--Emredersiniz, Generalim!
Bir de kulübeyi denetledi ardýndan. Kapýyý açtý, büyük,
paslý anahtarý kilidin içinde bir iki kez döndürüp, iyi
iþleyip iþlemediðine baktý. Sonra, burçlarýn ilk üçünü gözden
geçirdi. Her burçta ikiþer savaþçý vardý. Kum bombalarý,
piramit düzeninde yýðýlmýþtý. Üç numaralý burçta, ötekilerin
üç kat fazlasý bomba bulunuyordu. Burçlarýn en
önemlisi de buydu aslýnda. General gelince, üç topçu esas
duruþa geçti. 4, 5 ve 6 numaralý burçlara yedek bombalar
yýðýlmýþtý.
--Bunlara dokunmayýn sakýn, dedi Boka. Yedekteki
bombalar ancak ben öbür burçlardaki topçularý buraya
gönderdiðim zaman kullanýlacak.
--Emredersiniz, Generalim!
5 numaralý burca vardýðýnda öylesine bir patýrtý koptu
ki, gayretkeþ bir topçu seslenmeden edemedi:
--Dur! Kimdir o?
Arkadaþý, topçuyu dürtüverdi. Boka, baðýrdý:
--Daha Generalini bile tanýmýyorsun, eþek herif! Böylelerini
kurþuna dizmeli hemen.
Gayretkeþ topçu az kalsýn korkudan ölüyordu. Kurþuna
dizilmek olasýlýðýnýn pek de büyük olmadýðýný düþünememiþti.
Boka'ya gelince, o da iyice saçmaladýðýný --çok az
olurdu bu-- düþünmekle birlikte, pek üzerinde durmadý.
Yürümeyi sürdürüp, siperlere ulaþtý. Oldukça derin
kazýlmýþ hendeðin içinde iki birlik vardý. Duyduðu mutluluktan
yüzü ýþýyan Gereb de aralarýndaydý. Boka, siperin
önündeki tümseðe çýkýp,
--Çocuklar, dedi sevinçle. Savaþýn yazgýsý sizlere baðlý.
Maria Sokaðýndaki birliðimiz görevini yerine getirinceye
dek düþmaný oyalayabilirseniz, savaþý kazandýk demektir.
Bunu unutmayýn sakýn!
Hendekten çýðlýklar yükseldi. Çocuklar, yerlerinden
kýpýrdamadan keplerini salladýlar. Baðýrdýkça coþtular,
coþtukça baðýrdýlar.
General,
--Susun, susun! diye baðýrarak yatýþtýrdý onlarý.
Arsanýn ortasýna doðru yürüdü. Kolnay da oradaydý,
borazaný elinde, bekliyordu.
--Yaver!
--Buyurun, Generalim!
--Bütün savaþý izleyebileceðimiz bir yere gidelim. Komutanlar
savaþý genellikle yüksek bir yerden yürütürler.
Biz de kulübenin damýna týrmanalým.
Biraz sonra kulübenin damýndaki yerlerini almýþlardý
bile. Güneþ, Kolnay'ýn borazanýna vuruyor, borazan pýrýl
pýrýl parlýyordu. Emir subayýna, su katýlmamýþ savaþçý havasý
veren bir görünümdü bu. Burçlardaki topçular, Kolnay'a
gururla bakýyorlardý.
Derken, Botanik Bahçesinde oldukça önemli bir rol
oynamýþ olan opera dürbünü de çýktý ortaya, Boka'nýn cebinden.
Dürbünün kayýþýný boynuna geçiren Boka, hýk demiþ
Napolyon'un burnundan düþmüþtü sanki. Baþkomutan
dediðin de böyle olurdu iþte!
Tarih yazan kiþinin, zamaný doðru belirlemesi gerekir.
Biz de öyle yapalým: Tam altý dakika sonra, Pal Sokaðýndan
bir borazan sesinin yükseldiðini belirtelim. Bu yabancý
boru sesi, birlikleri canlandýrmaya yetmiþti.
--Geliyorlar! diye bir söz dolaþtý aðýzdan aðýza.
Boka'nýn rengi biraz attý.
--Ýþte þimdi, dedi Kolnay, ülkemizin geleceði þimdi
belli olacak.
Biraz sonra tahta perdeden aþaðý atlayan iki gözcü,
Generalin üzerinde durduðu kulübeye koþtular.
--Düþman geliyor!
--Yerlerinize! diye baðýrdý Boka. Ýki çocuk hemen yerlerine
geçtiler. Biri sipere, öteki de Maria Sokaðýndaki birliðine.
Dürbünü gözlerine götüren Boka, Kolnay'a fýsýldadý:
--Borazaný hazýrla!
O iþ de yerine getirildi. Boka, elindeki dürbünü indirdi,
yüzüne bir kýrmýzýlýk yayýldý, kararlý bir sesle komut verdi:
--Çal þimdi!
Boru sesi ortalýðý inletti. Pal Sokaðý ülkesinin iki büyük
kapýsýna dayanan Kýzýl Gömlekliler, kapýlarýn önünde
durdular. Gümüþ uçlu mýzraklarý güneþte pýrýl pýrýl parlýyordu.
Kýrmýzý gömlekleri ve kýrmýzý kepleriyle þeytandan
farklarý yoktu. Onlar da saldýrý borusunu çalýnca, havayý
coþkun boru sesleri doldurdu.
Kolnay, soluk almadan çalýyordu borusunu. Kulübenin
damýndan Ta tra ta tra ta tra ta... sesleri geliyordu.
Boka, dürbünüyle Ferenç Atþ'ý arýyordu boyuna. Birden,
--Ýþte þurada! diye haykýrdý. Ferenç Atþ, Pal Sokaðýndan
gelen birliðin baþýnda, Sebeniç de yanýnda... bayraðýmýzý
o taþýyor... Pal Sokaðýndaki birliklerimizi çetin bir savaþ
bekliyor.
Maria Sokaðýndaki birlik, büyük Pastor'un komutasýndaydý.
Kýrmýzý bayraklarý rüzgarda dalgalanýyordu. Üç
boru inletip durmaktaydý ortalýðý. Kýzýl Gömlekliler,
kapýlarýn orada, savaþ düzeninde bekliyorlardý.
--Bir niyetleri var, ama ne? dedi Boka.
Boru çalmayý kesen emir subayý,
--Výz gelir! dedi.
Ama, hemen sonra, ciðerlerinin bütün gücüyle çalmaya
koyuldu yine: Ta ta tra tra ta...
Derken, Kýzýl Gömleklilerin boru sesi birden kesiliverdi.
Maria Sokaðý yönünden yaklaþanlar, ortalýðý yýlgýya boðan
bir savaþ çýðlýðý attýlar.
--Haayt... hoo!... Haayt... hoo!
Kapýdan içeri dalarak saldýrýya geçtiler. Arsayý savunan
birlikler, bir süre dayanýp savaþý kabul ediyormuþ gibi
yaptýlar, ama çok geçmeden, tasarlanan savaþ planý uyarýnca
gerisin geri bir koþudur tutturdular.
--Yaþasýn arslanlarým! diye haykýran Boka, Pal Sokaðýna
göz attý. Ferenç Atþ'ýn adamlarý kapýdan içeri girmiþlerdi.
Ordu, açýk kalmýþ kapýnýn önünde, sokakta mýhlanýp kalmýþtý.
Boka, birden korkuya kapýldý.
--Bu da nesi? diye sordu.
Kolnay, tir tir titriyordu.
--Belki de tuzak...
Sonra, yeniden sola kaydýrdýlar bakýþlarýný. Pal Sokaklý
çocuklar kaçýyor, Kýzýl Gömlekliler de haykýrarak onlarý
arkalarýndan izliyordu.
Ferenç Atþ kuvvetlerinin hareketsiz kalmasýný, o ana
kadar irkilerek izlemiþ olan Boka, birden eþi görülmemiþ
bir þey yaptý. Kepini havaya fýrlatýp bir sevinç çýðlýðý atarak,
kulübenin üzerinde delirmiþ gibi hora tepmeye baþladý.
Çürümeye yüz tutmuþ baraka nerdeyse çökecekti altýnda.
--Kurtulduk! diye baðýrýyordu.
Kolnay'ýn üzerine atýlýp, kucakladý öptü arkadaþýný.
Kolnay'a sarýlýp dansa zorladý. Kolnay, bütün bu olup bitenlerden
hiçbir þey anlamýyor, kekeleyip duruyordu boyuna:
--Ne var yahu! Ne oluyoruz?
Boka, Frenç Atþ ile hiç hareketsiz duran Atþ ordusunu
gösterdi.
--Görmüyor musun be yahu?
--Ee, görüyorum, n'olacak?
--Anlamýyor musun?
--Yooo...
--Aptal herif sen de... Kurtulduk yahu, kazandýk,
hala anlamadýn mý, kurtulduk diyorum sana...
--Hiçbir þey anladýðým yok.
--Kýpýrdamadan duruyorlar olduklarý yerde, görmüyor musun?
--Görüyorum elbette.
--Ýçeri girmiyorlar... Bekliyorlar.
--Evet, öyle.
--Peki bekledikleri ne? Neyi bekliyorlar? Pastor'un
kuvvetleri Maria Sokaðýndaki görevi yerine getirsin diye
bekliyorlar. O zaman saldýrýya geçecekler. Hemen saldýrýya
geçmeyiþlerinden anladým bunu. Þans neden güldü yüzümüze
biliyor musun? Onlar de bizimkine benzer bir savaþ
planý yaptýlar da ondan. Pastor'larýn, bizim kuvvetlerin
yarýsýný Maria Sokaðýna atmasýný bekliyorlar. Kuvvetlerimizin
öbür yarýsýna o zaman saldýracaklar. Pastor arkadan,
Ferenç Atþ da önden. Hava alýrlar... Sen benimle gelsene!
Bunu söylerken, kulübenin damýndan aþaðý inmeye
baþlamýþtý bile.
--Nereye gidiyoruz?
--Soru sormak yok. Sen gel benimle, o kadar. Buradan
izleyeceðimiz bir þey yok artýk. Bunlarýn da yerlerinden
kýpýrdayacaklarý yok. Ýyisi mi, Maria Sokaðýndaki birliklerimize
yardým edelim biz.
Maria Sokaðýndaki birlik, aldýðý görevi üstün bir baþarýyla
yerine getiriyordu. Býçkýevinin önündeki dut aðaçlarýnýn
arasýndan saða sola yayýlarak karmakarýþýk koþuyorlardý.
Hem de öylesine kurnazca yapýyorlardý ki bunu, kaçarken
baðrýþtýklarý duyuluyordu:
--Eyvaah, eyvahlar olsun!
--Yandýk, mahvolduk!
--Ýþimiz bitik!
Kýzýl Gömleklilere gelince, onlar da ha babam kovalayýp
duruyorlardý arkalarýndan. Hem de çýðlýklar atarak.
Boka'nýn bütün derdi, kendi kurduklarý tuzaða düþüp
düþmedikleriydi. Boka'nýn adamlarý býçkýevinin ardýnda yok
oluverdiler. Birliðin yarýsý sundurmaya, öbür yarýsý da barakaya
saklanmýþtý.
--Arkalarýndan! diye baðýrdý Pastor. Yakalayýn onlarý,
kaçýrmayýn!
Kýzýl Gömlekliler, býçkýevinin ardýndaki alana kadar
koþtular.
Boka,
--Borazan! diye seslendi.
Boru sesi, burçlardan bombardýmana baþlanmasý iþaretini
verdi. Ýlk üç burçtan, incecik çocuk seslerinin zafer
çýðlýðý yükseldi. Ýlk kum bombalarý, boðuk sesler çýkararak
düþmeye baþladý. Pat, küt diye sesler geliyordu öteden
beriden. Boka'nýn yüzü, kýpkýrmýzý kesilmiþti, tir tir
titriyordu.
--Yaver! diye seslendi.
--Buyurun komutaným!
--Siperlere koþ, beklemelerini söyle! Ben saldýrý borusunu
çaldýrýnca yerlerinden fýrlasýnlar! Pal Sokaðý yönündeki
burçlar da bekleyecek!
Emir subayý fýrladý, kulübenin orada kendini yere
atýp, sipere kadar süründü. Kapýnýn önünde kýpýrdamadan
duran düþmana görünmemenin baþka çaresi yoktu.
Kanatta yer almýþ olan ilk ere yaklaþýp emri fýsýldadý.
Sonra, geldiði gibi yine sürünerek, komutanýna döndü.
--Emri ulaþtýrdým, komutaným! dedi.
Býçkýevinin ardýnda; savaþ çýðlýklarý yeri göðü inletiyordu.
Kýzýl Gömlekliler, Zaferi kazandýklarýný sanýyorlardý.
Üç burçtan kýyasýya ateþ ediliyor, düþmanýn odun yýðýnlarýna
saldýrýsý engelleniyordu. Kanatta yer alan ünlü üç
numaralý burçta Barabas, kollarý sývamýþ, arslanlar gibi
dövüþüyordu. Büyük Pastor'u kendine hedef seçmiþti. Yumuþak
kum bombalarý Pastor'un yaðýz kafasýnda patlýyordu ardarda.
Barabas, her fýrlattýðý bombayla birlikte etkinliðini
artýrmak için bir de savaþ çýðlýðý atýyordu:
--Al bakalým, oðlum!
Yumuþak kum, Pastor'un aðzýna burnuna doldukça,
Pastor bir yandan hapþýrýyor, bir yandan da hýrsla haykýrýyordu:
--Sen dur hele; þimdi gelirim yanýna!
Yeniden niþan alan Barabas, bir bomba daha savurdu.
--Gel de boyunun ölçüsünü al!
Kýzýl Gömlekli savaþçýnýn aðzýna burnuna kumlar doldu.
Burçlardan, kulaklarý saðýr eden bir, Yaþþaaa! sesi
yükseldi.
Barabas, iyiden iyi coþmuþtu. Haykýrdý:
--Bir de þu kumdan tat bakalým!
Ýki eliyle birden atýyordu kum bombalarým. Yanýndaki
iki er de ellerine çabuktular.
Köþedeki burç da canla baþla çarpýþýyor, herkes bundan
kývanç duyuyordu. Saldýrý birlikleri, sesi soluðu kesmiþler,
ileri atýlmak için emir bekliyorlardý. Kimileri sundurmada,
kimileri de kulübedeydi. Kýzýl Gömlekliler burçlarýn
dibine dek yaklaþmýþlardý. Tam bu sýrada Pastor'un
emri duyuldu:
--Odun yýðýnlarýna saldýrýn!
--Bom! diye haykýran Barabas, komutanýn burnuna
niþan aldý.
Bu parola, öbür burçlardaki topçularca da benimsenmiþti.
Odun yýðýnlarýna týrmanmaya hazýrlananlarýn baþlarýndan
aþaðý kum bombalarýný yaðdýrdýlar.
Boka, Kolnay'ý kolundan yakaladý.
--Kum bitmek üzere. Buradan görüyorum azaldýðýný.
Artýk Barabas da tek elle atýyor. Oysa, köþedeki burçta,
üç kat fazlaydý kum.
Gerçekten de, atýþlarýn hýzý iyice azalmýþtý.
Kolnay,
--Ne yapacaðýz þimdi? diye sordu.
Boka, sakinleþmiþti.
--Kazanacaðýz.
Bu sýrada, 2 numaralý burç ateþi kesti. Kumlarý tükenmiþti
anlaþýlan.
--Þimdi sýrasý iþte! diye baðýrdý Boka. Sundurmaya
koþ, saldýrýya geçsinler.
Kendisi de kulübeye doðru fýrladý. Kapýya yüklenip açtý.
Ýçeriye haykýrdý:
--Saldýrýya geçin!
Ýki grup birden ileri atýldýlar. Grubun biri sundurmadan,
öteki de kulübeden fýrladý. Yitirilecek vakit yoktu.
Pastor'lardan biri, ikinci burca adým atmýþtý bile. Bacaklarýna
yapýþýp alaþaðý ettiler onu. Kýzýl Gömlekliler þaþkýna
dönmüþlerdi. Kaçan ordunun odun yýðýnlarýnýn ardýna sýðýndýðýný,
burçtakilerin, düþmanýn odun yýðýnlarý arasýna
girmesini engelleyeceðini sanýyorlardý. Oysa þimdi, önlerine
katýp kaçýrdýklarý düþman, gelip arkadan vurmuþtu onlarý...
Gerçek savaþlarý izlemiþ olan savaþ muhabirleri, en
büyük tehlikenin karýþýklýktan doðduðunu yazarlar. Savaþ
alanlarýna hükmetmiþ komutanlar, toptan tüfekten
korkmamýþ, ama en önemsiz bir þaþkýnlýðýn büyük karýþýklýk
doðuracaðýný düþünerek, kuþkulu saatler geçirmiþlerdir.
Toplarla, tüfeklerle silahlanmýþ gerçek bir ordu bile
karýþýklýk sonucu þaþkýna dönerken, askercilik oynar gibi
dövüþmeye kalkýþmýþ kýrmýzý gömlekli birkaç çocuk mu
karþý duracaktý bu kurala?
Neye uðradýklarýný anlayamadýlar. Anlamak þöyle
dursun; tuzaðýna düþtükleri birliðin, biraz önce ortadan
kaybolan birlik olduðunu bile bilemediler. Ancak, savaþa
tutuþtuktan sonradýr ki, karþýlarýndaki rakibin biraz önceki
rakip olduðunu, yeni bir ordu ile karþýlaþmadýklarýný,
anlayabildiler. O da çocuklarý tek tek tanýdýktan sonra.
Ýki güçlü kol, bacaklarýna sarýldýðý gibi Pastor'u burçtan
aþaðý çekerken, Pastor, kendini tutamayýp baðýrdý:
--Hay Allah kahretsin be; yerden mi bitiyor bunlar
nedir?
Artýk, Boka da savaþa katýlmýþtý. Gözüne kestirdiði
bir Kýzýl Gömlekli erle güreþe baþlamýþtý bile. Rakibini
yavaþ yavaþ ve ustalýkla kulübeye doðru sürüklüyordu. Oðlan,
Boka'nýn kendisinden üstün olduðunu anlamýþtý. Boka'ya
çelmeyi takmakta gecikmedi. Burçlardan güreþi izleyenler,
haksýzlýða hep bir aðýzdan baþkaldýrdýlar:
--Vay alçak vay!
--Çelme taktýn bana! Kurallara aykýrýdýr.
Boka, yere yuvarlanmýþtý. Ama saniye sektirmeden
doðrulup kalktý. Kýzýl Gömlekli çocuða çýkýþtý yüksek
sesle:
--Çelme taktýn bana! Kurallara aykýrý bu!
Kolnay'a bir el etti. Debelenerek kurtulmaya çalýþan
Kýzýl Gömlekliyi sürükleyerek kulübeye götürdüler, içeri
týktýlar.
Boka, soluk soluðaydý.
--Budala herif, dedi. Erkek gibi güreþse belki de yenerdi
beni. Onu ikimiz birlikte yola getirmekte haklýyýz.
Çünkü, kurallara aykýrý hareket etti.
Yeniden, savaþanlarýn arasýna atýldý. Çocuklar, teke
tek güreþiyorlardý. Elde kalmýþ ne kadar kum varsa, topçular
tarafýndan düþmanýn tepesine yaðdýrýlýyordu. Pal Sokaðý
cephesindeki burçlarda ise hala sessizlik vardý...
Kolnay tam güreþe baþlýyordu ki, Boka þöyle buyurdu:
--Güreþi býrak artýk! Git emrimi ulaþtýr! Birinci ve
ikinci burç erleri, dördüncü ve beþinci burçlara geçsinler.
Güreþenlerin arasýndan sýyrýlarak geçen Kolnay haberi
iletti. Ýlk iki burçtan alýnan bayraklar, çocuklar tarafýndan
yeni savaþ hattýna götürüldü.
Zafer çýðlýklarý birbirini izliyordu. Bu büyük coþku,
Çonakoþ'un, yenilmez sanýlan müthiþ Pastor'u havalandýrarak
kulübeye sürüklediði sýrada en yüksek noktasýna
ulaþtý. Daha birkaç saniye bile geçmeden, duyduðu öfkeyle
çileden çýkan Pastor, kulübenin duvarýný yumruklamaya
baþlamýþtý bile...
Gürültü patýrtýnýn sonu gelmiyordu. Kýzýl Gömlekliler
farkýndaydýlar, hapý yutmuþlardý. Baþlarýnda komutanlarý
olmazsa ne yapabilirlerdi ki? Þimdi bütün umutlarý,
Ferenç Atþ'da, onun birliðindeydi. Belki, Ferenç düzeltebilirdi
durumlarýný. Bütün Kýzýl Gömlekliler, birbirleri ardýndan
kulübeye sürükleniyordu. Irmaklar gibi coþan, Yaþasýn
sesleri, Pal Sokaðý kapýsýnda hareketsiz beklemekte
olan ordu saflarýna kadar yayýlýyordu.
Birliðinin önünde bir aþaðý bir yukarý gidip gelen Ferenç
Atþ, gururla gülümseyerek,
--Duydunuz mu? dedi. Þimdi iþareti alýrýz.
Kýzýl Gömlekliler, daha önce þöyle sözleþmiþlerdi aralarýnda:
Maria Sokaðýndaki birlik, hedefine ulaþýr ulaþmaz,
borazancý ortak saldýrý iþaretini verecekti. Gelgelelim,
Pastor'un borazancýsý küçük Vendaver, ötekilerle birlikte
kulübenin duvarýný yumrukluyordu. Borazanýna gelince,
o da 3 numaralý öbür ganimetin yanýnda, aðzýna kadar
kumla dolu, uzanmýþ duruyordu.
Býçkýevi ile kulübe arasýnda bütün bu iþler oladursun,
Ferenç Atþ da, adamlarýný yüreklendiriyordu bu arada:
--Sabýr çocuklar, aman sabredin! Boru sesini alýr almaz
ileri atýlýyoruz!
Ne var ki, sabýrsýzlýkla beklenen boru sesi gelmedi.
Gürültü patýrtý giderek zayýfladý; gürültünün kapalý bir
yerden geldiði anlaþýlýyordu artýk. Kýrmýzý yeþilliler, son
Kýzýl Gömleklileri de kulübeye týkýp þimdiye dek Arsada
duyulmuþ en büyük zafer çýðlýðýyla ortalýðý inletince, Ferenç
Atþ'ýn birliðinde bir huzursuzluk baþgösterdi.
--Sanýrým beklenmedik bir þey oldu, dedi küçük Pastor.
--Ne gibi yani?
--Bu sesler yabancý, bizimkilerin sesi deðil.
Ferenç Atþ, kulak kabarttý. Hani yalan da deðildi.
Ona da yabancý gýrtlaklardan çýkýyor gibi geliyordu bu sesler.
Yine de soðukkanlý görünmek istedi.
--Bir þey olduðu falan yok, dedi. Bizimkiler sessiz savaþýyorlar.
Baðýrýp çaðýranlar Pal Sokaklýlar. Etekleri tutuþan onlar asýl!
Tam bu sýrada, sanki Ferenç Atþ'ýn söylediklerini yalanlarcasýna,
Maria Sokaðýndan bu yana, Yaþa, varol! sesleri geldi.
--Vay canýna, diyen Ferenç Atþ telaþlandý. Yaþa, varol!
diye baðýrýyorlar yahu.
Pastor'larýn küçüðü,
--Etekleri tutuþan böyle baðýrmaz ki, dedi. Kardeþimin
birliðine güvenmek sanýrým pek doðru olmadý.
Ferenç Atþ, aklý baþýnda bir çocuktu. Evdeki hesabýn
pazara uymadýðýný o da anlamýþtý artýk. Savaþý yitirdiklerinin
farkýndaydý. Çünkü þimdi, kendi birliði tek baþýna bütün
Pal Sokaðý ordusu ile baþabaþ savaþmak zorundaydý.
Son umudu, sabýrsýzlýkla beklenen o boru sesi, bir türlü
gelmek bilmiyordu.
Onun yerine düþman kuvvetlerin boru sesi duyuldu.
Boka'nýn ordusuyla ilgili olan bu boru þesi, Pastor kuvvetlerinin
son erine dek tutsak edildiðini, hemen þu anda Arsadan
saldýrýya geçileceðini bildiriyordu. Verilen bu haber
üzerine Maria Sokaðýndaki ordu ikiye ayrýldý, yarýsý kulübenin
orada, öbür yarýsý da 6 numaralý burcun orada ortaya
çýktý. Biraz yýpranmýþ görünüyorlardý, ama gözleri zafer
sevinciyle parlýyordu. Baþarýlý bir savaþýn ateþiyle de çelik
gibi sertleþmiþlerdi.
Pastor kuvvetlerinin yenilmiþ olduðunu Ferenç Atþ
kesinlikle anlamýþtý artýk. Bir an kendi ordusu ile iki düþman
birliði karþý karþýya geldiler. Derken, genç Pastor'dan
yana dönen Ferenç Atþ, sinirli bir sesle,
--Anlayamadýðým bir þey var, dedi. Yenik düþtüklerini
kabul edelim. Peki, ama neredeler? Sokaða kovalandýlar,
sokaða atýldýlarsa neden gelip bize katýlmýyorlar? Neden
gelmiyorlar, neden?
Pal Sokaðýna kadar uzanýp, sokaðý gözden geçirdiler.
Hatta, Sebeniç bu kadarýyla da yetinmeyip, bir koþu fýrladý
Maria Sokaðýna da baktý. Ýn cin top oynuyordu ortalýkta.
Yalnýz; tuðla yüklü bir araba aðýr aðýr ilerliyor, bir iki
yaya da kendi havalarýnda, iþlerine gidiyorlardý.
--Görünürde kimse yok, haberini getirdi Sebeniç.
Ama kuþkuluydu.
--Peki, kayýplara mý karýþtý bunlar? diye sordu Ferenç
Atþ. Bu sýrada, birden kulübe geldi aklýna. Öfkesini
yenemeyip baðýrdý:
--Onlarý kapatmýþ olacaklar. Yenik düþünce, yakalayýp
kulübeye kapatýldýlar.
Aradan çok geçmeden de doðrulandý bu kaný. Kulübeden
güm, güm, güm! diye sesler geliyordu. Tutsaklar,
boþ yere kulübenin tahta duvarlarýný yumrukluyorlardý.
Küçük kulübe, Pal Sokaðý çocuklarýndan yanaydý. Küçük
kulübenin ne kapýsý boyun eðiyordu, ne de duvarlarý. Bütün
yumruklara karþý koyuyorlardý. Tutsaklar içerde cehennemlik
bir konser vermekteydiler. Baðýrýp çaðýrarak
Ferenç Atþ'ýn dikkatini çekmek istiyorlardý. Elinden borazaný
alýnmýþ zavallý Vendaver, iki elini aðzýna götürmüþ ciðerlerinin
bütün gücüyle üflüyordu.
Ferenç Atþ, ordusuna döndü:
--Çocuklar! diye seslendi. Pastor yenik düþtü savaþta!
Kýzýl Gömleklilerin onurunu biz kurtaracaðýz. Ýleri!
Böylece, tek bir saf halinde Arsaya girdiler. Koþar
adým saldýrýya geçtiler. Kolnay ile birlikte kulübenin çatýsýna
çýkmýþ olan Boka, ayaklarýnýn altýndaki cehennemlik
konseri bastýrmak için haykýrýp duruyordu:
--Çal borunu borazancý! Saldýrý borusu! Bütün burçlardan
ateþ!
Hendek siperlere doðru koþan Kýzýl Gömlekliler, bir
an þaþalayýp durakladýlar. Dört burç birden bombardýmana
baþlamýþtý. Saniye geçmeden kum bulutlarý ve toz duman
içinde kaldýlar. Hiçbir þey göremiyorlardý.
Boka'nýn sesi gümbür gümbür gümbürdedi:
--Yedekler, ileri!
Saldýrýya geçen yedekler, saldýran düþmanýn arasýna,
kumun tozu dumaný içine atýldýlar. Hendek siperde sýrasýný
bekleyen piyade erleri sakindiler. Burçlardan bomba üstüne
bomba yaðýyordu savaþanlarýn üzerine. Pal Sokaklý
çocuklarýn sýrtýnda patlayan bombalar da eksik deðildi.
--Aldýrma! Ýleri! diye haykýrýyorlardý.
Ortalýk toz duman içinde kalmýþtý. Bomba kalmamýþ
burçlardan avuç avuç kum atýlýyordu. Arsanýn tam ortasýnda,
siperlerden olsa olsa yirmi adým kadar uzakta, birbirine
giren iki ordu kapýþtý, döðüþtü ve savaþtý. Fýrtýna gibi
iki ordu, bir kum fýrtýnasýnda karþý karþýya gelmiþti sanki.
Toz bulutlarý içinde zaman zaman bir kýrmýzý gömlek seçiliyor,
derken, bir de bakýyordun, kýrmýzý--yeþil bir kep kýrmýzý
gömleðin yerini alýveriyordu.
Ne var ki, Ferenç Atþ ordusu, taze kuvvetlerle savaþa
giderken, Boka'nýn ordusu iyice yorulmuþtu. Zaman zaman
hendek sipere kadar sokulabilenler gözden kaçmýyordu.
Anlaþýlan, Boka'nýn ordusu, Kýzýl Gömleklileri durduramýyordu.
Gelgelelim, burçlara ne kadar yakýn düþerlerse,
kafalarýna inen bombalar da o kadar yerini buluyordu.
Barabas, yine komutaný hedef seçmiþti kendine. Ferenç
Atþ'ý bombalarken bir yandan da baðýrýyordu:
--Kusura kalma oðlum, þunu da ye afiyetle! Olup olacaðý
kum iþte!
Kalenin tepesindeki hinoðlu hin Barabas'ýn, þeytandan
farký yoktu. Sýrýtýyor, haykýrýyor, eðilip bakýyor, elinde
yeni bir bomba ile görünüyordu. Ferenç Atþ'ýn yedek
kuvvetlerinin küçük torbalarla kum taþýmýþ olmasý boþunaydý.
Bir yararý görülmemiþti bunun. Çünkü, savaþta
her adam tek bir adamýn görebileceði iþi görürdü. Bu yüzden,
torbalarý rastgele atýyorlardý.
Savaþ süresince iki tarafýn borularý da boþ durmuyor,
coþkunluðu artýran, yükselen seslerle ortalýðý inim inim
inletiyordu. Kolnay'ýn borusu kulübenin çatýsýndan, küçük
Pastor'unki de birbirine girmiþ savaþçýlarýn arasýndan ses
veriyordu.
Siperlerden olsa olsa on adým kadar uzaktaydýlar.
Boka, birden haykýrdý:
--Heey, Kolnay! Göster kendini bakalým. Bombalara
boþ verip siperlere in! Alarm borusunu çal. Siperdekiler
ateþe baþlasýnlar. Kumlarý kalmayýnca fýrlayýp saldýrýya
geçsinler.
--Haaaayt! diye haykýran Kolnay, kulübenin damýndan
aþaðýya atladý. Artýk sürünerek ilerlemiyor, baþýný
dimdik tutarak siperlere doðru koþuyordu. Boka, arkasýndan
baðýrdý, ama sesi duyulacak gibi deðildi. Ayaklarýnýn
altýndaki cehennem korosuyla Ferenç Atþ ordusunun boru
sesleri, çýðlýklar onun sesini bastýrýyordu elbette. Sesini
duyuramayan Boka, yalnýzca baktý Kolnay'ýn ardýndan,
baktý durdu öyle, hep baktý... Siperlere saklanan Kýzýl
Gömlekliler fark etmeden, Kolnay emri ulaþtýrabilecek
miydi acaba?
Tam bu sýrada, güreþenlerin arasýndan fýrlayan iri yarý;
güçlü kuvvetli bir çocuk, Kolnay'ýn üzerine atýldý. Elinden
yakaladýðý gibi Kolnay'la güreþe baþladý. Ýþ iþten geçmiþti
artýk. Kolnay, emri yerine ulaþtýramayacaktý.
--Öyleyse ben kendim giderim, diye söylendi Boka.
Çatýdan aþaðýya atlayýp siperlere doðru koþmaya baþladý.
Boka'ya meydan okumanýn tam sýrasý diye düþünen
Ferenç Atþ, haykýrdý:
--Olduðun yerde kal!
Aslýnda Boka durmalý, düþman komutanýyla çarpýþmayý
kabul etmeliydi. Ama bakarsýn her þeyi tehlikeye düþürürdü
o zaman. Onun için, siperlere doðru koþmayý sürdürdü.
Ferenç Atþ da fýrladý arkasýndan.
--Korkak herif diye baðýrýyordu Ferenç. Bak nasýl
kaçýyorsun! Ama dur, tepene inerim birazdan!
Boka, tam siperin içine atlýyordu ki, Ferenç yetiþti ardýndan.
Ama, Boka'nýn, Ateþ! komutunu vermeye de vakti oldu bu arada.
Sipere çok yakýn düþen Ferenç Atþ'ýn kýrmýzý gömleðinde,
kýrmýzý kepinde ve kýrmýzý suratýnda art arda tam
on bomba patladý. Hepsi de iyi niþan alýnmýþ bombalar.
--Þeytan herifler sizi! diye baðýrdý Ferenç Atþ. Þimdi
de tutmuþ yerin dibinden ateþ ediyorsunuz.
Ama, artýk topçu ateþi bütün savaþ hattýna yayýlmýþtý.
Burçlar yukarýdan, siperler aþaðýdan, veryansýn ediyorlardý
bombayý. Kum fýrtýnasý tozu dumana katýyor, savaþ gürültüsüne
daha kýsýlmamýþ sesler de katýlýyordu. Þimdiye
kadar siperlerde susmak zorunda kalanlar da yükseltmiþlerdi
seslerini.
Boka'nýn kanýsýnca, þu dakika, son saldýrýya geçmenin
tam sýrasýydý. Daha fazla beklemeden saflarýn baþýna
geçti. Ýki adým kadar ötesinde bir Kýzýl Gömlekli ile Kolnay,
boðuþmaktaydýlar. Siperin kenarýna çýkan Boka, kýrmýzý--yeþil
bayraðý kaldýrdý, son emrini verdi:
--Bütün kuvvetler saldýrýya geçsin!
Þaþýlacak þeydi gerçekten, yerin altýndan yepyeni bir
ordu çýkmýþtý. Saldýrý düzeninde düþmana yüklendiler. Ýkiþer
kiþi baþabaþ güreþ tutmamak için de dikkat ettiler. Kapalý
saflar halinde ilerleyip, siperlerin önündeki Kýzýl Gömleklileri
püskürttüler.
Barabas, kalenin tepesinden aþaðýdakilere seslendi:
--Bizde kum kalmadý artýk!
Boka, baðýrarak karþýlýk verdi:
--Hepiniz aþaðýya! Bütün kuvvetler saldýrýya geçsin!
Kalenin burçlarýnda kollar bacaklar belirdi, topçu erleri
aþaðý indiler. Birinciyi adým adým izleyen ikinci savaþ
dizisi de iþte böyle gerçekleþti.
Savaþ, iyiden iyiye kýzýþmýþtý artýk. Yenileceklerini anlayan
Kýzýl Gömlekliler, kural falan tanýmaz oldular. Kurallar,
düzenli bir savaþý kazanabileceklerini umduklarý
süreyle geçerliydi onlar için. Oysa þimdi, kuralmýþ, düzenmiþ,
umursadýklarý bile yoktu. Tehlikeli bir durum. Gerçi
sayýca Pal Sokaklý çocuklarýn ancak yarýsý kadardýlar, ama
yine de üstünlükleri vardý.
Ferenç Atþ kükrercesine haykýrdý:
--Çabuk kulübeye! Kurtaralým onlarý!
Bu baþýboþ yýðýn, yön deðiþteren bir sürü gibi, kulübeye
doðru ilerlemeye baþladý. Pal Sokaðý çocuklarý, hiç de
hazýrlýklý deðillerdi buna. Kýzýl Gömlekliler ordusu, önlerinden
sýyrýlýp kurtuldu, yana kaydý. Baþlarýnda ileri atýlan
Ferenç Atþ'ýn sesinde bir zafer umudu vardý haykýrýrken:
--Arkamdan gelin arkadaþlar!
Ama, birden, ayaklarýnýn önüne bir þey yuvarlanmýþ
gibi, olduðu yerde takýlýp kaldý. Ufak kulübenin yanýnda
ufak tefek bir çocuk fýrlamýþtý önüne. Kýzýl Gömleklilerin
komutaný bir an duraklayýnca, savaþmakta olan ordu da
duruverdi.
Küçücük bir çocuk, Ferenç Atþ'ýn karþýsýna dikilmiþ,
duruyordu. Ferenç'ten þöyle böyle bir baþ kadar kýsaydý.
Sarý benizli, cýlýz bir çocuktu. Elini, hayýr der gibi havaya
kaldýrdý. Ýncecik sesi duyuldu:
--Dur!
Bu beklenmedik durum karþýsýnda cesaretleri kýrýlýr
gibi olan Pal Sokaðý çocuklarý, hep bir aðýzdan haykýrdýlar:
--Nemeçek!
Derken, bu ufak tefek, sarýþýn, cýlýz ve hasta çocuk, o
koca Ferenç Atþ'ýn üzerine atýlmasýn mý! Hasta bedenini
saran ateþten de aldýðý olaðanüstü bir güçle, Ferenç'e yüklendiði
gibi, komutan kendini yerde buldu. Ve ardýndan
kendisi de, harcadýðý aþýrý kuvvetin kesilmesiyle, baygýn
yere serildi.
Kýzýl Gömlekliler daðýlmýþlardý, düzenleri bozulmuþtu.
Komutanlarýnýn yere serilmesiyle kafalarý kesilmiþti
sanki, kendi sonlarý da gelmiþti. Pal Sokaðý çocuklarý, bu
karýþýklýktan yararlanmayý iyi bildiler. El ele tutuþarak bir
zincir yaptýlar, þaþkýnlaþmýþ orduyu kapýya doðru sürdüler.
Ferenç Atþ, yattýðý yerden doðrulup kalktý. Yüzü öfkeden
kýpkýrmýzý kesilmiþti. Gözleri çakmak çakmak, dört
bir yanýna bakýndý. Üzerindeki tozu topraðý silkeledi. Tekbaþýna
kaldýðý, kafasýna dank etti. Ordusu, kapýnýn orada
bir yerde, taa ötede, Pal Sokaklý çocuklarla savaþa tutuþmuþ
çarpýþýyor, kendisi burada, tek baþýna ve yenik duruyordu.
Nemeçek de hemen yanýbaþýnda, yerdeydi.
Pal Sokaðý çocuklarý, son Kýzýl Gömlekliyi de dýþarý sürüp
kapýyý arkasýndan sürgüledikten sonra, zafer sevinciyle
coþtular. Yaþasýn! sesleri ortalýðý inletirken Boka, bekçi
Yano ile birlikte býçkýevinin oradan koþar adým geldi. Su
getiriyorlardý.
Zafer çýðlýklarý kesiliverdi. Bir ölüm sessizliðidir çöktü.
Herkes, yerde hareketsiz yatan Nemeçek'in baþýna
üþüþtü. Ferenç Atþ da, bir kenarda duruyordu. Yüzü asýk,
gözleri savaþý kazananlardaydý. Kulübedeki tutsaklar hala
gürültü ediyorlardý. Ama kimin umrundaydý þimdi onlar?
Yano, Nemeçek'i kucaklayýp yerden kaldýrdý, götürüp
hendeðin tümseðine yatýrdý. Sonra, Nemeçek'in gözlerini,
alnýný, yüzünü suyla yýkadýlar. Gözlerini açan Nemeçek,
kendini gülümsemeye zorladý. Çevresine bakýndý. Herkes
suspus olmuþtu.
--Ne var, ne oldu? diye sordu Nemeçek, hafif bir sesle.
Çocuklar öylesine duygulanmýþlardý ki, verecek karþýlýk
bulamadýlar. Alýk alýk bakýþtýlar.
--Ne oldu, ne var? diye yeniden sordu Nemeçek. Doðrulup
oturdu.
Boka, yanýna yaklaþtý.
--Biraz daha iyi misin þimdi? diye sordu.
--Evet.
--Bir yerin aðrýmýyor ya?
--Hayýr.
Nemeçek, sonra da gülümseyerek,
--Kazandýk mý? diye sordu.
Bu soru üzerine çocuklarýn dili çözüldü. Hep bir aðýzdan
verilen karþýlýk tek bir aðýzdan yükseldi sanki:
--Kazandýk! Kazandýk ya, elbette kazandýk!
Ferenç Atþ, bir kenarda durmuþ, Pal Sokaðý çocuklarýnýn
ortak sevincini öfkeyle karýþýk bir üzüntüyle seyrediyordu.
Ama þimdi kim aldýrýrdý ona.
Ýlk konuþan, Boka oldu:
--Kazandýk, kazandýk, ama az kalsýn her þey güme gidiyordu.
Bu zaferi sana borçluyuz Nemeçek. Birdenbire
ortaya çýkýp Ferenç Atþ'ý þaþýrtmasaydýn, o gidip bütün
tutsaklarý serbest býrakacaktý. Ondan sonra, ne olurdu
bilemeyiz.
Küçük sarýþýn oðlan, iyileþmiþ gibiydi:
--Aslý yok bu söylediklerinin. Ben sevineyim diye söylüyorsun
bunlarý. Hastayým da ondan.
Elini þöyle bir geçiriverdi küçük alnýndan. Yüzüne yeniden
kan yürüdüðü için kýpkýrmýzýydý þimdi. Hastalýðýn
verdiði ateþten yanýp eridiði gün gibi ortadaydý.
--Seni hemen eve götürelim, dedi Boka. Buralara kadar
gelmekle de akýlsýzlýk ettin aslýnda. Anan baban da nasýl
býraktýlar seni bilmem ki!
--Onlar býrakmadý beni. Ben kendim gizlice geldim.
--Nasýl yani?
--Babam bir giysi provasý için çýkýp gitmiþti evden.
Annem de un çorbamý ýsýtmak için komþuya geçmiþti.
Ama çýkarken kapýyý kilitlememiþti. Evde yalnýz kalýnca,
bunu fýrsat bildim. Yattýðým yerden doðrulup oturdum,
dört bir yanýma kulak verdim. Kulaklarým uðulduyor,
kulaklarýma birtakým sesler geliyordu. Atlar koþuyor,
borular ötüyor, baðrýþmalar duyuluyordu. O ara, Çele'nin sesi
de geldi kulaðýma, Yetiþ Nemeçek, yetiþ tehlikedeyiz! diye
baðýrýyordu. Derken, senin sesini de duydum. Sen de
þöyle diyordun: Gelme Nemeçek, seni istemiyoruz, sen
hastasýn þimdi. Ama mile oynasak, top oynasak dünden
hazýrsýndýr, o zaman þýp diye bitersin yanýmýzda. Ama þimdi
savaþýyoruz elbette, iþin mi yok, gelip de ne yapacaksýn,
savaþý yitirsek bile umursamazsýn elbette. Ýþte böyle diyordun
Boka. Olduðu gibi duydum... Ve duymamla yataðýmdan
fýrlamam bir oldu. Ama, düþüverdim hemen,
uzun süredir hasta yatmaktan ayakta duracak gücüm kalmamýþtý.
Ne var ki az sonra toparlandým, giysilerimi, ayakkabýlarýmý
gidip dolaptan çýkardým, çabucak giyindim. Annem
eve döndüðünde hazýrlanmýþtým bile. Annemin adýmlarýný
duyunca, kendimi yataða atýp yorganý burnuma kadar
çektim. Annem, beni giyinik görsün istemiyordum.
Annem, Oðlum, dedi, belki istediðin bir þey vardýr diye
sorayým dedim de ondan geldim. Ben de, Ýstediðim bir
þey yok anne, dedim... Annem dýþarýya çýkýnca, ben de
fýrladým kaçtým evden. Ama bu yüzden kendimi kahraman
sayacak deðilim, bana ihtiyacýnýz olduðunu bilmiyordum
bile. Buraya gelmemin nedeni, sizlerle birlikte savaþa
katýlmaktý. Derken, Ferenç Atþ gözüme iliþti birden. Þöyle
adam gibi savaþamýyorsam, nedeni þu Ferenç'tir, diye
düþündüm. Beni soðuk suya batýrmasaydý böyle olmazdým.
Birden öylesine bir öfkeyle doldu ki içim, Ey Ernö, dedim
kendi kendime, ya hep ya hiç! Gözlerim bir karardý,
bir karardý ki... hiçbir þey göremez oldum o anda... ve
fýrladýðým gibi... Ferenç'in üzerine atýldým...
Küçük sarýþýn bunlarý öyle bir coþkuyla anlatmýþtý ki,
bitkin düþmüþtü. Öksürmeye baþladý.
--Yeter artýk, konuþma, dedi Boka. Baþka bir gün anlatýrsýn.
Hadi þimdi eve götürelim seni...
Yano'nun yardýmýyla tutsaklarý birer birer salýverdiler
kulübeden. Kimde silah kalmýþsa aldýlar. Hepsi, baþlarý
önlerinde, sýrayla Maria Sokaðýna bakan kapýdan çýktýlar.
Küçük kara baca, alay eder gibi pöh pöh ediyordu arkalarýndan.
Býçký da Pal Sokaklýlar ordusundanmýþ ve zaferde
payý varmýþ gibi výnlayýp duruyordu. Geride tek baþýna
kalan yalnýzca Ferenç Atþ'tý. Bir odun yýðýnýn dibinde, gözleri
yerdeydi. Kolnay ile Çele yanýna yaklaþýp, silahýný almak
istediler. Boka, baðýrdý:
--Baþkomutana dokunmayýn!
Ferenç Atþ'ýn karþýsýna geçip durdu.
--Generalim, dedi, siz kahramanca döðüþtünüz.
Kýzýl Gömlekli komutan, asýk bir suratla Boka'ya baktý.
Senin bu övgün bana ne kazandýrýr ki artýk, der gibilerden
bir bakýþtý bu.
Boka, geriye döndü, komut verdi:
--Dikkat!
Bu komut üzerine, Pal Sokaðý çocuklarý ordusunda
ses seda kesildi. Hepsi ellerini keplerine götürdüler. Boka
da elini kepine götürmüþ, önlerinde dimdik duruyordu. Bizim
küçük Nemeçek'in içindeki er bile uyanmýþtý. Yattýðý
tümsekten zorlanarak doðruldu, sendeleyerek kalktý, elinden
geldiðince disiplinli olmaya çalýþarak, esas duruþa geçti,
selam verdi. Zavallý Nemeçek hastalanmasýna neden
olan kiþiyi selamlýyordu.
Ferenç Atþ, selamlara karþýlýk verdikten sonra, uzaklaþtý.
Silahýný da yanýnda götürdü. Bütün öbür silahlar, gümüþ
uçlu anlý þanlý mýzraklar, gümüþlü Kýzýlderili savaþ
baltalarý, hepsi, hepsi, kulübenin önüne tepe halinde yýðýlmýþtý.
Üçüncü burca, düþmandan geri alýnan bayrak dikilmiþti.
Bayraðý, savaþýn en civcivli anýnda, Sebeniç'in elinden
kopara kopara alan, Gereb olmuþtu.
Nemeçek, gözlerini þaþkýnca açarak,
--Gereb burada mý? diye sordu.
Gereb atýldý:
--Evet, buradayým.
Küçük sarý oðlan, soran gözlerle Boka'ya baktý. Boka,
hemen verdi karþýlýðý:
--Evet, burada. Hem, iþlediði suçu da baðýþlattý. Ben
de kendisine üsteðmenlik rütbesini geri veriyorum þimdi.
Gereb kýzardý.
--Saðol, dedi. Yalnýz...
--Evet, ne var?
Gereb'in sýkýlganlýðý tutmuþtu.
--Yalnýz... þey... aslýnda hakkým yok buna, biliyorum,
aslýnda Generalin bileceði bir þey.. yalnýz... düþünüyorum
da... Nemeçek, hala rütbesiz bir er olarak dururken...
--Haklýsýn Gereb, dedi Boka. Tez elden onun da rütbesini
yükseltmeliyim...
Ne var ki, Nemeçek kesti sözünü:
--Rütbemi yükseltmeni istemiyorum. Buraya bunun
için gelmedim...
Sert görünmek isteyen Boka, çýkýþtý:
--Niçin geldiðinin önemi yok. Önemli olan, buraya
gelince ne yaptýðýndýr. Ernö Nemeçek'i hepimizin gözleri
önünde yüzbaþýlýða yükseltiyorum.
--Yaþasýn!
Bu haykýrýþ, tek bir aðýzdan çýkar gibi yükselmiþti. En
baþta General olmak üzere, küçük yüzbaþýyý, teðmenler,
üsteðmenler de dahil, bütün subaylar selamlamýþtý. General,
elini kepine öylesine sert bir hareketle götürmüþtü ki,
sanki kendisi erdi de bizim küçük sarýþýn generaldi.
Bir de ne görsünler, ufak, yoksul giyimli kadýncaðýz
Arsayý geçerek onlara doðru koþmuyor mu?
--Aman Tanrým! diye baðýrýyordu kadýn koþarken.
Gelen, Nemeçek'in annesiydi. Oðlunu aramadýðý yer
kalmadýðý için, gözyaþlarýný tutamýyordu. Buraya da çocuklara
oðlundan haber sormak için gelmiþti. Bütün çocuklar
kadýncaðýzýn dört bir yanýna doluþup onu yatýþtýrmaya
koyuldular. Ama, kadýnýn onlara aldýrdýðý yoktu.
Derdi günü oðluydu. Oðlunu kucaklayýp hemen bir battaniyeye
sarmýþ, atkýsýný boynuna sarmýþ ve Nemeçek'i evine
götürmeye koyulmuþtu.
O ana kadar susmuþ olan Vays,
--Hadi kadýncaðýzý evine götürelim! diye baðýrdý.
Hepsi de heyecanla katýldýlar bu düþünceye.
--Götürelim! diye baðýrdýlar.
Gereken iþleri yapmakta gecikmediler. Savaþ ganimeti
silahlarý toplayýp çabucak kulübeye yýðdýlar. Sonra, bütün
çocuklar, kadýncaðýzýn peþine takýlýp yürümeye baþladýlar.
Anasý, oðlunu sýkýca kucaklamýþ, kendi beden ýsýsýndan
ona da birþeyler vererek, telaþla evine yönelmiþti.
Pal Sokaðýnda çocuklar ikiþer sýra yürüyorlardý. Ortalýk
kararmaya yüz tutmuþtu. Sokak lambalarý yakýlýyordu.
Dükkanlardan kaldýrýmlara ýþýklar yayýlmaktaydý.
Hýzlý hýzlý gidip gelenler, bu garip kafileyle karþýlaþýnca
olduklarý yerde durup bakakalýyorlardý.
En önde, büyük atkýdan ancak burnunun tepesi görünen,
küçük bir çocuðu sýmsýký kucaklamýþ zayýf, ufak tefek,
sarýþýn bir kadýn, gözleri aðlamaktan kýpkýrmýzý kesilmiþ,
yürüyor. Kadýnýn ardýndan da, baþlarýnda kýrmýzý--yeþil
kepleri, uygun adým yürüyen bir sürü çocuk.
Sokaktaki bir iki kiþi güldüler. Bir iki býçkýn, kahkahayla
alaya aldýlar onlarý. Ne var ki, çocuklarýn hiç aldýrdýðý
yoktu. Baþka bir zaman olsa, Çonakoþ, tiz ýslýðýyla aðýzlarýnýn
payýný verirdi, ama þu sýrada o bile gülenlere aldýrmýyor,
arkadaþlarýnýn arasýnda sessizce yürüyordu. Þu yürüyüþ
vardý ya þu yürüyüþ, çocuklarýn gözünde öylesine
önemli ve kutsal bir iþti ki, dünyanýn en aylak adamý gelse
bozamazdý bu kutsallýðý.
Nemeçek'in annesine gelince, o da öylesine derin bir
üzüntü içindeydi ki, bizim çocuklara bile aldýrýþ edecek hali
yoktu. Rakoþi Sokaðýndaki küçük eve ulaþan kadýncaðýz,
kapýdan içeri girmeden önce durmak zorunda kaldý. Küçük
oðlunun inadý tutmuþtu. Dünyanýn hiçbir gücü, þu anda
Nemeçek'i evden içeri sokamazdý. Kendini anasýnýn kucaðýndan
kurtaran küçük sarý oðlan, gidip arkadaþlarýnýn
karþýsýna geçti.
--Hadi hoþça kalýn, dedi hepsine.
Çocuklar sýrayla elini sýktýlar. Nemeçek'in avuçlarý
ateþ gibi yanýyordu. Çok geçmeden, annesiyle birlikte evin
kapýsýnda gözden kayboldu. Avluda bir kapý kapandý, küçük
bir pencere aydýnlandý. Ardýndan da derin bir sessizlik...
Çocuklar, kök salmýþ gibi, bulunduklarý yerden ayrýlmaz
oldular. Sesleri soluklarý çýkmýyordu. Gözlerini o aydýnlýk
pencereye dikmiþlerdi. Pencerenin ardýnda, bizim
küçük kahraman yataða yatýrýlacaktý birazdan. Derken,
içlerinden birinin derin derin içini çektiði duyuldu. Ve
Çele'nin sesi yükseldi:
--Þimdi ne olacak?
Bunun üzerine ikiþer üçer, küçük, karanlýk sokaktan
geçerek evlerine yollandýlar. Çok yorgundular. Savaþ, dizlerinde
derman býrakmamýþtý. Daðlarda eriyen karlarýn soðuk
soluðunu ileten serin, kuvvetli bir ilkyaz rüzgarý esiyordu
sokakta.
Derken, bir baþka gurup daha yürümeye koyuldu. Onlar
da aþaðýya, baþka bir yöne ilerliyordu. Sonunda, kapýnýn
önünde Boka ile Çonakoþ'tan baþkasý kalmadý. Caný
sýkkýn görünen Çonakoþ, durduðu yerde ayak deðiþtiriyor,
Boka'nýn gitmesini bekliyordu. Ama, Boka oralý olmayýnca,
Çonakoþ çekingen bir sesle sordu:
--Geliyor musun?
Boka, yavaþça,
--Hayýr, dedi.
--Demek kalýyorsun?
--Evet.
--Eh öyleyse... bana eyvallah!
Ayaklarýný sürüyerek, yavaþ yavaþ uzaklaþtý. Boka,
arkasýndan bakýnca bir de ne görsün, Çonakoþ dönüp dönüp
arkasýna bakmýyor mu? Derken, köþede gözden kayboldu.
Gürültülü patýrtýlý Ülloi Caddesinden kopup ayrýlan kendi
halindeki Rakoþi Sokaðý, sessizliðe ve karanlýða gömülmüþtü
artýk. Bir uçtan öbür uca uzanan sokak fenerlerinin
camlarýnda gezinen rüzgar duyuluyordu yalnýzca. Hýzlý
esen rüzgar altýnda titreþip dalgalanan gaz lambalarýnýn
alevleri, gizli gizli iþaretleþiyorlarmýþ gibi eðilip bükülüyorlardý.
Þimdi küçük sokakta in cin top oynuyordu. Sokaktaki
tek kiþi, General Yohan Boka'ydý. General, dört bir yanýna
bakýnýp da yapayalnýz olduðunu görünce, içinin sýzladýðýný
duydu. Gidip kapýnýn pervazýna yaslandý. Yüreðinin
bütün acýsýyla hýçkýra hýçkýra aðlamaya baþladý.
Ýçlerinden hiçbirinin söylemeyi göze alamadýðý þeyi
anlamýþ, sezinlemiþti artýk. Biricik erinin kötü bir sona
gittiðini görüyordu. Bu sonun nereye varacaðýný, üstelik bu
yolculuðun pek de uzun sürmeyeceðini biliyordu. Tam bir
erkek gibi davranmadýðýna da aldýrýþ etmiyordu. Þu çocuksu
halinden de gocunduðu yoktu. Aðlayýp duruyor, kendi
kendine mýrýldanýyordu:
--Küçücük dostum... Sevgili, can arkadaþým benim...
Ýyi yürekli yüzbaþým...
Yanýndan geçen bir adam, aðladýðýný görünce,
--Nen var yavrum? diye sordu. Neden aðlýyorsun?
Boka, karþýlýk vermedi. Adam omuz silkti, geçip gitti.
Derken, kolunda taþýdýðý büyükçe bir sepetle yoksul bir kadýn
göründü. O da durup þöyle bir baktý, ama bir þey demedi,
yürüdü gitti.. Daha sonra ufak tefek, kýsa boylu bir
adam gelip tam kapýdan içeri gireceði sýrada, Boka'yý tanýdý.
--Sen misin Boka, hayrola?
--Benim, Nemeçek Amca.
Bu gelen adam, küçük Nemeçek'in babasý terzi Nemeçek
idi. Prova için götürmüþ olduðu giysi kolundaydý.
Adam, Boka'nýn halinden anlýyordu. Bu yüzden, Neden
aðlýyorsun oðlum? falan diye sormadý, karþýsýna geçip yüzüne
de bakmadý aval aval. Yanýna yaklaþýp, Boka'nýn akýllý
küçük baþýný baðrýna bastý; birlikte aðladý onunla. Hem
de nasýl aðlamak. Boka'nýn generalliði tuttu birden:
--Bay Nemeçek, dedi. Aðlayýp durmayýn öyle!
Elinin tersiyle gözlerini silen terzi, þöyle bir salladý
elini. Zaten ne yapsam boþuna, hiç deðilse içimi boþaltayým
biraz, der gibiydi.
--Tanrý seni korusun yavrum, dedi terzi. Sen de güzel
güzel evine git hadi!
Avludan içeriye girdi.
Boka da sildi gözyaþlarýný, içini çekti. Yoldan aþaðý
þöyle bir baktý, eve gitmek istiyor, ama bir þey engel oluyordu
ona sanki. Aslýnda hiç yararý olmayacaðýný biliyordu,
ama yürekli eri ölümle pençeleþirken, evinin önünde
saygý duruþunda bulunmanýn kutsal bir görev olduðunu
düþünüyordu. Kapýnýn önünde bir aþaðý bir yukarý gezindi.
Sonra, karþý kaldýrýma geçti; oradan da þöyle bir baktý
küçük eve.
Þu küçük ve ýssýz sokaðýn sessizliði içinde tek tük
ayak sesleri duyuluyordu. Kafasý, þimdiye kadar hiç aklýna
gelmemiþ düþüncelerle doluydu. Kafasýndaki sorun, yaþamak
ve ölmek sorunuydu. Bu büyük sorunu çözümleyecek yolu
bulamýyordu.
Gittikçe yaklaþan ayak sesleri duydu. Adýmlar yavaþladýlar.
Evlerin gölgesine sýðýnmýþ kara bir gölge, çekine
çekine kýmýldanýyordu. Gölge kapýdan içeri süzüldü, bir saniye
için içeriye girdi çýktý, durdu, bekledi. Sonra, evin
önünde bir aþaðý bir yukarý dolaþmaya baþladý. Sokaklardaki
gaz lambalarýndan birinin altýna geldiði sýrada, rüzgar
ceketinin eteðini kaldýrdý. Boka, bakýnca bir de ne görsün?
Ceketin altýnda kýpkýrmýzý bir gömlek!
Ferenç Atþ'ýn ta kendisiydi bu.
Ýki komutan, gözlerini kýrpmadan bakýþtýlar. Bütün
yaþamlarý süresince, ilk kez karþý karþýya geliyorlardý.
Hem de teke tek. Anlaþýlan, kýsmet, bu dertli evin önünde
karþýlaþmaktý. Birini kalbi, öbürünü de vicdaný sürüklemiþti
buraya. Tek söz etmeden bir süre bakýþtýlar. Sonra,
Ferenç Atþ yürüdü, evin önünde yeniden dolaþmaya baþladý.
Dolaþtý, dolaþtý.
Neden sonra kapýcý göründü. Kapýyý kapamaya gelmiþti.
Kapýcýya yaklaþan Ferenç Atþ, þapkasýný çýkardý, yavaþ
sesle birþeyler sordu. Kapýcýnýn verdiði karþýlýðý Boka
da duydu.
--Çok kötü, dedi kapýcý. Çok kötü.
Sonra da kapýyý küttedek kapattý.
Kapýnýn böyle küttedek kapatýlmasý sokaktaki derin
sessizliði bozdu. Gökler gürleyip geçmiþti sanki.
Ferenç Atþ, ilerledi. Saða yöneldi. Boka için de eve
dönmenin zamanýydý artýk. Soðuk rüzgar uðuldarken, komutanlarýn
biri saða, öteki de sola gidiyordu. Ve hala konuþmuyorlardý
birbirleriyle.
Serin ilkyaz gecesi, uykuya dalmýþ küçücük bir sokak!
Rüzgar, fenerlerin camlarýný týngýrdatýyor, gaz lambalarýnýn
alevden saçlarýný daðýtýyordu. Öyle bir rüzgar ki, bütün
kovuklara sýzýyor, zavallý, küçük bir terzinin oturduðu
odada bile esiyordu.
Yoksul küçük terzi, masanýn bir ucunda oturmuþ, akþam
yemeðini yiyordu.
Küçücük bir karyolada, küçücük bir Yüzbaþý da zar
zor soluk alabiliyordu. Yüzü ateþler içinde, gözleri çakmak
çakmaktý.
Rüzgar pencereyi týkýrdatýp, petrol lambasýnýn alevini
titretti.
Ufak tefek kadýncaðýz, çocuðun üstünü örttü.
--Yavrucuðum, dedi. Rüzgar esiyor.
Acý acý gülümseyen Yüzbaþý, yavaþça fýsýldadý:
--Arsamýzdan esiyor, bizim biricik Arsamýzdan!
:::::::::::::::::
DOKUZUNCU BÖLÜM
Macun Toplayanlar Derneðinin Karar Defterinden
birkaç sayfa:
KARAR
Bugünkü Genel Kurul toplantýsýnda aþaðýdaki kararlar
alýnmýþtýr:
1- Karar Defterinin 17'nci sayfasýna geçirilmiþ olan (ernö
nemeçek) adý küçük harflerle yazýlmýþtý. Þimdi, alýnan kararla
bu, yürürlükten kaldýrýlmýþtýr. Bu kayýt, yanlýþ bilgiye dayanýlarak
yazýlmýþ olup, Genel Kurul, Derneðin bu üyeyi gereksiz
yere kýnamýþ olduðunu açýklar. Üyemizin bu gereksiz
kýnanma karþýsýnda, gururla sabredip, verilen savaþta kahramanca
yer almasý, tarihsel bir olaydýr. Bununla ilgili olarak,
Dernek, eski kaydýn kendi kusuru olduðunu açýklar.
Derneðin yazman üyesi, Ernö Nemeçek adýný baþtan sona
büyük harflerle yazmakla yükümlüdür.
2- Hiç ara vermeksizin, üyemizin adýný baþtan sona büyük
harflerle yazýyorum:
ERNÖ NEMEÇEK
Dernek yazmaný: Lejik
(Kendi elyazýsýdýr)
3- Macun Toplayanlar Derneði Genel Kurulu, generalimiz Yohan
Boka'ya, dünkü savaþý tarih kitaplarýndaki baþkomutanlar
düzeyinde yönettiðinden ötürü, oybirliðiyle teþekkür
eder. Aldýðýmýz kararý kendisine duyduðumuz saygýnýn
bir belgesi olarak sunuyoruz. Derneðimiz üyeleri, tarih
kitaplarýnýn 168'nci sayfasýnýn 4'ncü satýrýndaki Yohan Hünyadi
adýnýn yanýna, mürekkeple Yohan Boka diye yazmakla
yükümlüdür. Bu kararý almamýzýn nedeni, komutanýn bunu
hak etmesidir. Generalimiz, kendine düþen görevi böylesine
kusursuz gerçekleþtirmiþ olmasaydý, Kýzýl Gömlekliler
bizi yenerlerdi. Ve yine bütün üyeler, Mohaç Bozgunu baþlýklý
bölümde, yenik düþen Tomori Baþpiskoposunun adýnýn
üzerine kurþunkalemle Ferenç Atþ diye yazacaklardýr.
4- General Yohan Boka, kendisine karþý direnmemize kulak
asmayýp, Derneðin gelirine el koymuþtu. Savaþ giderleri
için herkes nesi var nesi yoksa vermek zorundaydý. Bu parayla
yalnýzca bir borazan alýnmýþtýr. Gerçi bitpazarýndan
daha ucuza bir baþka borazan satýn alýnabilirdi, ama sesi
kuvvetli çýksýn diye pahalý bir borazan seçilmiþtir. Kýzýl
Gömleklilerin borazanýna el koyduðumuz için, þimdi iki
borazanýmýz bulunmaktadýr. Oysa, artýk borazana gerek olmadýðý
gibi, gerek duyulsa bile, tek bir borazan yeterli olacaktýr.
Bu nedenle alýnan karara göre, Derneðin el konulan
parasýnýn geri alýnmasý gerekmektedir. General, bir yolunu
bulup borazaný satmalý, el koyduðu dernek parasýný
geri vermelidir. Paramýzý istiyoruz. Aslýnda, General de bu
konuda söz vermiþ bulunmaktadýr.
5- Dernek Baþkaný Kolnay'ýn dernekçe kýnanmasýna karar
verilmiþtir. Çünkü, macun onun yüzünden kurumuþtur. Konuyla
ilgili tartýþmalarýn tutanaða geçmesi gerektiðinden
konuþulanlarý hemen buraya yazýyorum:
Baþkan: Macunu çiðneyemedimse, bunun nedeni savaþla
uðraþmamdýr.
Üye Barabas: Buna, adýyla sanýyla, özrü kabahatinden
büyük derler.
Baþkan: Üye Barabas, sürekli sinirlerimi bozma eðilimindedir.
Kendisini saygýlý konuþmaya davet ediyorum. Ben, macunu
zevkle çiðnerim, bunun yolunun yordamýnýn ne olduðunu da
bilirim. Baþkanýn temel kurallarý çiðnememesi gerekir. Ben de
iþte bu yüzden baþkaným. Ama horlanmaya hiç gelemem.
Üye Barabas: Kimsenin sinirlerini bozmaya niyetim yok benim.
Baþkan: Ama bozuyorsun.
Üye Barabas: Hayýr.
Baþkan: Peki peki, öyle olsun, son sözü sen söylemiþ ol!
Üye Rihter: Sayýn Dernek Üyeleri, bir önerim var. Görevini
ihmal ettiði gerekçesiyle baþkaný Karar Defterinde kýnayalým.
Üyeler: Doðru! Yerinde bir öneri!
Baþkan: Dernekten, bir kez olsun baðýþlanmamý diliyorum.
Bunun için de, dün çok iyi savaþtýðým, arslanlar gibi dövüþtüðüm,
emir subaylýðýný gerektiði gibi yerine getirdiðim, en tehlikeli
anlarda bile siperlere koþtuðum göz önünde tutulmalýdýr.
Sonra, þu da göz önünde tutulmalýdýr ki, düþman beni yerlere
yatýrmýþ, ülkemiz uðrunda az acý çekmemiþimdir. Þimdi ayný acýyý,
bir de macun çiðnemediðim için mi çekeyim?
Üye Barabas: Bunun konumuzla ilgisi yok.
Baþkan: Bal gibi var.
Üye Barabas: Yok.
Baþkan: Var.
Üye Barabas: Yok.
Baþkan: Peki peki, son sözü sen söylemiþ ol!
Üye Rihter: Efendim, yaptýðým önerinin kabul edilmesini
istiyorum.
Üyeler: Kabul, kabul...
Soldan bir ses: Hayýr, kabul etmiyoruz.
Baþkan: Oya koyalým öyleyse.
Üye Barabas: Açýk oylama istiyorum.
(Oylama yapýldý)
Baþkan: Dernek, üç oy çoðunluyla, Baþkan Kolnay'ýn kýnanmasýna
karar vermiþtir. Olmaz böyle þey, bu ne kepazelik!
Üye Barabas: Baþkanýn, oy çoðunluðuna karþý kabalýk etmeye
hakký yoktur.
Baþkan: Vardýr.
Üye Barabas: Yoktur.
Baþkan: Vardýr.
Üye Barabas: Yoktur.
Baþkan: Peki peki, son sözü sen söylemiþ ol!
Gündemde görüþülecek baþka bir þey olmadýðýndan, baþkan
oturumu kapamýþtýr.
Ýmzalar:
Baþkan: Kolnay
Yazman: Lejik
(Bunun, adýyla sanýyla kepazelik olduðunu söylemekte
direniyorum.)
:::::::::::::::::
ONUNCU BÖLÜM
Rakoþi Sokaðýndaki küçük, sarý evde derin bir sessizlik
vardý. Öteden beri avluda toplanýp dedikodu yapmak
alýþkanlýðýnda olan kiracýlar, Nemeçek'in kapýsý önünden
ayaklarýnýn ucuna basarak geçiyorlardý. Hizmetçiler derseniz,
giysilerin tozunu almak, halýlarý dövüp silkelemek
için, avlunun ta dibine gidiyor, hasta gürültüden rahatsýz
olmasýn diye, þöyle üstünkörü bir temizlik yapýyorlardý.
Halýlar þaþmayý bilseler, þaþýp kalacaklardý bu iþe. Çünkü,
öfkeli vuruþlar yerine, yumuþak fiskelerle okþanýyorlardý
sanki.
Camlý kapýdan sýk sýk içeriye göz atan kiracýlar, soruyorlardý:
--Küçük nasýl?
Karþýlýk hazýrdý:
--Kötü, çok kötü.
Hediyelik öteberi taþýyan kadýnlarýn, ardý arkasý kesilmiyordu.
--Komþucuðum, þu çam sakýzý çoban armaðaný þarabý
kabul edin, iyi þaraptýr.
Ya da,
--Kusura bakmayýn bayan Nemeçek, biraz þekerleme
getirmiþtim de...
Aðlamaktan gözleri kan çanaðýna dönmüþ ufak tefek
kadýncaðýz, her gelene kapýyý açýyor, getirilen armaðanlara
incelikle teþekkür ediyor, ama bu armaðanlarý ne yapacaðýný
bilemiyordu.
--Hiçbir þey yemiyor ki zavallýcýk. Ýki gündür bütün
içtiði iki kaþýk süt. Onu da zorla akýtabildik aðzýndan.
Terzi saat üçe doðru evine döndü. Dükkandan iþ getirmiþti.
Hiç ses çýkarmamaya dikkat ederek mutfaðýn kapýsýný
açtý, içeri girdi. Hiçbir þey sormadý karýsýna. Yalnýzca
bakýþtýlar.
Sesini iyice hafifleten terzi,
--Uykuda mý? diye sordu.
Sesini yükseltmekten sakýnan kadýncaðýz, baþýný, Evet
anlamýnda salladý. Çocuk yataðýndaydý, ama uyanýk
mý, yoksa uyuyor mu, belli deðildi.
Avlunun dýþ kapýsýna hafifçe vuruldu.
--Belki de doktordur, diye fýsýldadý kadýn.
Kocasý, kapýyý açmasýný söyledi karýsýna.
Kadýn çýktý, kapýyý açtý. Eþikte duran, Boka'ydý.
Oðlunun yakýn dostunu gören kadýn, hüzünlü hüzünlü gülümsedi.
--Girebilir miyim?
--Gir oðlum.
Boka, içeri girdi.
--Nasýl?
--Pek iyi deðil.
--Kötü mü?
Bir karþýlýk beklemeden o da odaya girdi. Kadýn da ardýndan...
Þimdi üçü de yataðýn baþucunda hiç ses etmeden duruyorlardý.
Onlar böyle yataðýn baþucunda dikilmiþ dururken,
küçük hasta, kendisini rahatsýz etmemek için konuþmadýklarýný
anlamýþ gibi, gözlerini hafifçe araladý. Önce
babasýna, sonra da anasýna baktý dertli gözlerle. Derken,
Boka'yý gördü, bir gülümseme belirdi yüzünde. Güç duyulur
bir sesle,
--Sen de mi buradasýn, Boka? diye sordu.
Boka, yataða yaklaþtý.
--Elbette buradayým.
--Kalacak mýsýn burada?
--Evet.
--Ben ölünceye kadar kalacak mýsýn?
Boka, verecek karþýlýk bulamadý. Küçük dostuna gülümsedi,
sonra bir öðüt bekliyormuþ gibi döndü, arkasýnda
duran kadýna baktý. O sýrada kadýn arkasýný dönmüþ,
önlüðünün ucuyla gözlerini siliyordu.
--Saçmalýyorsun oðlum, dedi terzi. Daha neler, hadi
hadi saçmalayýp durma öyle.
Ama, Ernö Nemeçek, babasýnýn söylediklerini umursamadý
bile. Boka'ya þöyle bir baktý, babasýný iþaret etti baþýyla.
--Bunlarýn hiçbir þeyden haberi yok, dedi.
--Niye? Hiç de öyle deðil, dedi Boka. Onlar her þeyi
senden iyi biliyor.
Nemeçek kýmýldadý, baþýný yastýktan güçlükle kaldýrdý,
yataðýnda doðruldu. Yardým etmelerini istemedi. Ýþte
buna dayanamazdý. Parmaðýný kaldýrýp ciddi bir sesle,
--Ýnanma onlara, dedi. Düþündüklerini söylemiyorlar.
Ben öleceðimi biliyorum.
--Saçma.
--Saçma mý dedin?
--Evet.
--Yalan mý söylüyorum yani?
Kýzmamasý için yatýþtýrdýlar küçük Nemeçek'i. Kendisini
yalan söylemekle suçlayan falan yoktu. Ama, ona inanmamalarý
aðrýna gitmiþti. Etkili bir tavýr takýnarak,
--Size söz veriyorum, dedi. Öleceðim.
Kapýcýnýn karýsý baþýný kapýdan içeri uzattý.
--Hanýmefendi, doktor geldi..
Ýçeri giren doktoru saygýyla selamladýlar. Sakin, yaþlýca
bir baydý doktor. Tek bir söz bile çýkmadý aðzýndan. Yalnýz,
içeri girerken ciddi bir yüzle selam vermiþti hepsine.
Doðru yataða gitti. Çocuðun bileðini tuttu, alnýný okþadý.
Sonra, baþýný göðsüne dayayýp dinledi.
Kadýn sormadan edemedi:
--Çok rica ederim doktor, söyleyin, daha mý kötü?
--Hayýr, dedi doktor.
Doktorun aðzýndan çýkan ilk sözdü bu. Ne var ki, bunu
söylerken kadýnýn yüzüne bakmadý bile. Sonra þapkasýný
alýp gitmeye yeltendi. Terzi fýrladý, doktora kapýyý açmaya
koþtu.
--Sizi geçireyim, doktor.
Mutfaða girdiler. Doktor, kapýyý kapamasýný iþaret etti
terziye. Zavallý terzi, doktorun gizlice görüþmek istediðini
sezmiþti. Kapýyý kapattý.
--Bay Nemeçek, dedi doktor. Siz erkek adamsýnýz,
onun için açýk konuþacaðým sizinle.
Terzi baþýný önüne eðdi.
--Küçük hastamýz sabahý bulamayacaktýr sanýrým,
belki akþamý bile!
Terzi olduðu yerde dondu kaldý bir süre. Bir iki saniye
sonra, baþýný sallayabildi ancak.
Doktor, konuþmayý sürdürdü:
--Varlýklý bir adam deðilsiniz. Acý olay sizi hazýrlýksýz
bulursa, sizin için güç olur herhalde. Onun için... þey...
eðer... eðer... zamanýnda gereken þeyi... yani gerekeni
saðlarsanýz...
Bir an yüzüne baktý terzinin, sonra elini omzuna koydu.
--Tanrýdan umut kesilmez. Bir saate kadar burada
olurum.
Terzinin hiçbir þey duyduðu yoktu artýk. Mutfaðýn
tertemiz fýrçalanmýþ tuðlalarýna dikilmiþti gözleri. Doktorun
ayrýlýp gittiðinin bile farkýna varmadý. Kafasýna takýlýp
kalan bir düþünce vardý: Bir þeyin saðlanmasý gerektiði...
Doktor ne demek istemiþti acaba? Böyle bir anda saðlanmasý
gereken þey... tabut falan olmasýndý sakýn?
Terzi sendeleyerek odaya girdi, bir sandalyeye çöktü.
Aðzýndan söz alýnacak gibi deðildi. Karýsý boþuna uðraþtý:
--Ne dedi doktor?
Adamcaðýz, baþýný sallayýp duruyordu boyuna.
Çocuðun yüzüne de olaðanüstü bir neþe yayýlmýþtý
sanki. Boka'dan yana döndü.
--Boka, yanýma gelsene!
Boka, dostunun yanýna yaklaþtý.
--Yataðýma otur. Korkmazsýn deðil mi?
--Korkmak mý? Neden korkayým?
--Belki korkarsýn da... Yataðýma iliþince ölürüm diye
korkarsýn belki. Ama merak etme, ben öleceðimi anlayýnca
önceden duyururum sana!
Boka, Nemeçek'in yanýna iliþti.
--Ee, söyle bakalým!
Boka'nýn boynuna sarýlan çocukcaðýz, çok önemli ve
gizli bir þey söylüyormuþ gibi,
--Söylesene, dedi, Kýzýl Gömleklilere ne oldu?
--Yendik onlarý.
--Sonra?
--Sonra kamplarýna, Botanik Bahçesine gitmiþler.
Toplantý yapmýþlar orada. Akþam geç saatlere kadar Ferenç
Atþ'ý beklemiþler. Ama kodunsa bul Ferenç'i. Gelmemiþ.
Onlar da beklemekten býkýp evlerine daðýlmýþlar.
--Peki, neden gelmemiþ Ferenç Atþ?
--Herhalde kendinden utanýyordur da ondan. Baþkanlýktan
atacaklarýný düþünüyordur. Savaþý kazanamadý
çünkü. Bugün öðleden sonra yine bir toplantý yapmýþlar.
Bu toplantýya Ferenç Atþ da katýlmýþ. Dün gece onu burada,
sizin evin önünde gördüm.
--Burada mý?
--Evet! Senin iyi olup olmadýðýný sordu kapýcýya.
Bunu duyunca, Nemeçek çok gururlandý. Kulaklarýna
inanamýyordu.
--O muydu gerçekten?
--Oydu.
Vay canýna! Olacak þey deðildi. Demek Ferenç gelip
saðlýðýný sormuþtu ha!
Boka, sürdürdü konuþmayý:
--Dediðim gibi, Adada toplantý yapmýþlar. Gürültülü
patýrtýlý bir toplantý. Büyük çapta bir kavga bile çýkmýþ
aralarýnda. Ferenç Atþ'ý atmak istemiþler komutanlýktan. Hemen
hemen hepsi istemiþ. Ferenç'i tutanlar iki kiþiymiþ:
Vendaver ile Sebeniç. Pastor Kardeþler, Ferenç'in can düþmaný
kesilmiþler. Büyük Pastor göz dikmiþ komutanlýða.
Ama sonunda ne olmuþ biliyor musun?
--Ne olmuþ?
--Yeni komutan seçilip gürültü yatýþýnca bir de ne
görsünler! Botanik Bahçesinin bekçisi gelmiþ, karþýlarýnda
duruyor. Adam, açmýþ aðzýný yummuþ gözünü. Müdürün
bu gürültüyü çekemeyeceðini söyleyip, hepsini atmýþ
bahçeden. Adayý kapatmýþlar; köprüye kapý yapmýþlar.
Bu habere için için gülen küçük Yüzbaþý,
--Çok hoþ, çok hoþ, dedi. Peki, ama sen nereden biliyorsun
bunlarý?
--Bana da Kolnay anlattý. Þimdi buraya gelirken yolda
karþýlaþtýk. Arsaya gidiyordu. Macun Derneðinin toplantýsý
varmýþ.
Bunu duyan Nemeçek'in dudaklarý büküldü.
--Artýk sevmiyorum onlarý, dedi. Benim adýmý küçük
harflerle yazdý onlar.
Boka, küçük sarý oðlaný yatýþtýrdý.
--O iþi düzelttiler, dedi. Hem düzeltmekle de kalmayýp,
Karar Defterine adýný baþtan sona büyük harflerle geçirdiler.
Nemeçek inanmamýþtý. Baþýný salladý.
--Doðru konuþmuyorsun. Hasta olduðum için konuþuyorsun
böyle. Niyetin beni avutmak.
--Ýnan ki öyle deðil, doðru konuþuyorum yeminle söylüyorum;
doðru.
Nemeçek, cýlýz, incecik parmaðýný havaya kaldýrdý.
--Beni avutmak için yalan söylüyorsun, yemin ediyorsun
üstelik.
--Ama...
--Sus, konuþma!
Bir yüzbaþý kalksýn da koca bir generali azarlasýn. Olacak
þey miydi bu? Olurdu iþte, Nemeçek azarlamýþtý Boka'yý.
Ayný þey Arsada olsa suç sayýlýrdý elbette. Ama burada
suçla falan ilgisi yoktu. Boka, hiç aldýrmayýp gülümsedi.
--Peki öyle olsun, dedi. Bana inanmýyorsun; ama az
sonra kendin de göreceksin. Senin için özel bir Onur Belgesi
kaleme aldýlar. Birazdan burada olacaklar. Getirip
gösterirler sana. Dernek üyelerinin hepsi geliyor.
Küçük sarý oðlan, yine dayanamadý,
--Görmeden inanmam, dedi.
Boka, omuz silkti. Aslýnda inanmamasý daha iyi, onlarý
görünce daha çok sevinecek, diye düþündü.
Gelgelelim, istemeyerek de olsa, bu konu hastayý
sinirlendirmiþti. Macun Derneðinin yaptýðý bu haksýzlýk
zavallýya çok dokunuyor, içi içini yiyordu çocuðun.
--Sen de farkýndasýn ya, bunlarýn bana yaptýðý haksýzlýk
çok çirkindi doðrusu.
Boka, fazla konuþmaktan çekiniyor, Nemeçek'in daha da
sinirleneceðinden korkuyordu.
Hasta,
--Haklý deðil miyim? diye sorunca,
--Haklýsýn, diyerek onu yatýþtýrmak istedi.
Yataðýna abanarak doðrulan Nemeçek,
--Hem, ben onlar için savaþtým, dedi. Ýsterim ki Arsa
onlara kalsýn. Kendi çýkarým için savaþmadým ben. Çünkü
Arsayý nasýl olsa bir daha göremeyeceðim.
Sustu. Arsayý bir daha göremeyeceðini düþünürken
çok acý çekiyordu. Eh, ne yaparsýn, Nemeçek daha çocuktu
iþte. Þu dünyada býrakamayacaðý hiçbir þey yoktu. Ama
Arsanýn hali baþkaydý, caný gibi sevdiði Arsasýndan ayrý
komasýnlardý onu.
Hastalýðý süresince olmayan bir þey oldu: Nemeçek'in
gözleri yaþla doldu. Ama, onu aðlatan, çektiði acý deðil,
kanadý kolu kýrýlmýþ bir öfkeydi. Onu Pal Sokaðýna, kalelere,
kulübeye gitmekten alýkoyan ne idüðü belirsiz bir güce
karþý duyduðu öfkeydi. Derken, býçkýeviyle sundurma ve
þu iki büyük dut aðacý aklýna takýlýverdi birden. Çele'yle
birlikte dut yapraðýný da eksik etmeyecektim elbette. Bizim
fiyakacý Çele, giysilerini yýpratmayý göze alýp aðaca týrmanamazdý
ya! Tutar Nemeçek'i çýkarýrdý aðaca. Öyle ya, Nemeçek erdi.
Sonra, keyifli keyifli dumanýný püfürdeten incecik demir
bacayý düþündü. Baca, kar beyazý buhar bulutlarýný
duru mavi göðe üfler dururdu. Saniye geçmez, buhar bulutlarý
gökyüzünde eriyip yok olurdu. Sonra býçkýnýn, koca
kütükleri biçerken, onlarý doðrayýp ufaltýrken çýkardýðý o
tanýdýk ses... Sanki, Nemeçek'in odasýna kadar ulaþýyordu.
Küçük Yüzbaþýnýn yüzü kýpkýrmýzý kesildi, gözleri
parladý.
--Arsaya gitmek istiyorum! diye haykýrdý.
Boka, elini tuttu.
--Gideceksin, dedi. Haftaya gideceksin. Elbette gideceksin,
iyi olunca.
Nemeçek, dayattý:
--Hayýr, ben þimdi gitmek istiyorum. Þimdi hemen!
Beni giydirin. Baþýma da Pal Sokaðý çocuklarýnýn kepini
giyeceðim.
Elini yastýðýn altýna götürdü. Yüzünde, kazanýlan zaferin
parýltýsý, yamyassý olmuþ kýrmýzý--yeþil bir kep çýkardý
yastýðýn altýndan. Bir an bile yanýndan ayýrmadýðý kepini
baþýna geçirdi.
--Giysilerimi de...
Babasý, üzgün bir sesle,
--Hele iyi ol da Ernö, dedi. O zaman...
Ama, artýk baþa çýkýlacak gibi deðildi. Hasta, ciðerlerinin
elverdiðince baðýrýyordu:
--Ben iyileþmem artýk!
Öylesine yukardan alarak söyledi ki bu sözü, kimse
karþý duramadý.
--Ýyileþmeyeceðim ben! diye baðýrdý. Bana yalan söylüyorsunuz.
Öleceðimi çok iyi biliyorum, dilediðim yerde
öleceðim, bana karýþmayýn. Arsaya gitmek istiyorum
ben...
Olacak iþ deðildi. Nemeçek'i yatýþtýrmaya çalýþýyorlardý:
--Þu sýrada olamaz ki Ernö!
--Hava çok kötü!
--Haftaya gidersin inþallah!
Artýk yüzüne karþý açýkça söylemeyi pek de göze
alamadýklarý sözü yinelemek zorunda kalýyorlardý:
--Hele iyileþ de o zaman...
Ne var ki, bütün bu sözleri yalanlayan iþaretler gün
gibi ortadaydý. Kötü havadan dem vurduklarý sýrada, avlu
günlük güneþlikti. Ne var ne yok her þeyi canlandýran, ancak
Ernö Nemeçek'in saðlýðýný geri vermeyen güçlü, bol
ýþýklý bir ilkyaz güneþi! Çocukcaðýz ateþler içinde yanýyordu.
Eli kolu havayý dövüyordu; yüzü gözü kýpkýrmýzýydý.
Ýncecik burun delikleri açýlmýþtý. Sayýklamalar da
baþgöstermiþti artýk.
--Bu Arsa baþlý baþýna bir ülkedir! Sizin haberiniz
yok ki bundan, siz yurdunuz için savaþmýþ deðilsiniz ki!
Dýþarýdan kapýya vuruldu.
Bayan Nemeçek, açmaya gitti.
--Biraz bakar mýsýn? Bay Çetneki gelmiþ! dedi kocasýna.
Terzi, mutfaða geçti. Bu, Bay Çetneki, belediyede memurdu,
giysilerini Bay Nemeçek'e diktirirdi. Terziyi görür görmez,
sinirli sinirli,
--Çift düðmeli kahverengi giysim ne oldu? dedi.
Odadan o garip sayýklama geliyordu:
--Borular ötüyor... Arsa toz duman içinde... Ýleri! Ýleri!
--Efendim, dedi terzi, dilerseniz provanýzý yapabilirim.
Ama burada, mutfakta giymenizi rica edeceðim. Çok özür
dilerim... Oðlum aðýr hasta... Ýçerde yatýyor...
--Ýleri! Ýleri! diye haykýrýyordu içerdeki çocuk kýsýk
sesiyle. Arkamdan gelin. Topluca saldýracaðýz! Kýzýl
Gömlekliler oradalar iþte, görüyor musunuz? Ferenç Atþ,
gümüþ mýzraðýyla önden gidiyor. Beni suya atacaklar þimdi!
Bay Çetneki, kulak verdi içeriye.
--Ne var kuzum, ne oluyor?
--Baðýrýyor zavallý!
--Peki hastaysa niye baðýrýyor?
Terzi omuz silkti,
--Artýk hastadýr denemez, efendim... Son dakikalarýný
yaþýyor... Ateþten sayýklýyor böyle.
Terzi gitti, çift düðmeli, beyaz iplikle teyellenmiþ
kahverengi ceketi getirdi. Odanýn kapýsýný açtýðýnda þu
sözler duyulmaktaydý:
--Hendek siperdekiler, dikkat! Ýþte geliyorlar, geldiler
bile! Borazancý, çal borunu, durma çal... tra... tra tra
tra...
Boka'ya baðýrdý:
--Durma, sen de çal!
Ýki eline aðzýna götüren Boka, boru çalýyormuþ gibi yaptý.
Þimdi ikisi birden çalýyorlardý. Biri yorgun, kýsýk ve zayýf
bir sesle, ötekiyse saðlýklý bir sesle. Hüzünlü bir görünümdü
bu. Boka'nýn gözleri yaþarmýþ, boðazý düðümlenmiþti. Ama, yine
de dayandý. Borunun çalýnmasý, ona da sevinç veriyormuþ gibi
bir tavýr takýnmýþtý.
Gömleðine kadar soyunmuþ olan Bay Çetneki,
--Üzgünüm, ama dedi. Bu kahverengi giysi acele
gerekli bana.
Odadan, Tra ta tra ta diye sözüm ona boru sesleri
geliyordu hala.
Terzi, ceketi müþteriye giydirdi, bir yandan da yavaþça
konuþmaya baþladý:
--Kendinizi rahat býrakýn, lütfen kýpýrdamayýn.
--Koltuk altý pek rahat deðil.
--Bakarýz, efendim.
--Tra ta tra ta!
--Þu düðme azýcýk yukarda, daha aþaðý alýn!
--Peki beyefendi.
--Topluca saldýrýya geçin!
--Kolu da biraz kýsa gibi.
--Sanmam.
--Ama iyi bakýn. Yaptýðýnýz ceketlerin kollarý kýsa oluyor
genellikle. Sizin sorununuz bu!
Benim sorunum hiç de o deðil, diye düþünen terzi,
ceketin kolunu iþaret etti.
Ýçerdeki gürültü arttýkça artýyordu.
--Hah haa, diye baðýrýyordu çocuk sesi. Demek buradasýn
ha? Gelip karþýma geçtin ha? Sonunda enseledim seni
iþte. Müthiþ þef kimmiþ göstereceðim sana þimdi, hele
bir dur, hangimiz güçlüyüz göreceðiz þimdi!
Bay Çetneki,
--Biraz vatka koyun içine, dedi. Biraz omza, biraz da
göðsüne, hem saða koyun hem de sola.
--Hah haa, uzandýn kaldýn iþte!
Bay Çetneki'nin provasý bitmiþti, kahverengi ceketi çýkardý,
öbür ceketini giydi.
--Ne zaman hazýr olur?
--Yarýn deðil öbür gün.
--Peki. Ama sýký çalýþýn da yine haftaya kalmasýn!
--Ah Bay Çetneki, çocuk hasta olmasaydý...
Bay Çetneki omuz silkti..
--Üzülmekte haklýsýnýz, ben de üzüldüm üzülmesine,
ama ne gelir elden. Hem, dediðim gibi, ceket acele gerekli
bana. Bir an önce bitirmeye bakýn.
Terzi içini çekti,
--Çalýþýrým efendim.
--Hoþça kalýn, diyen Bay Çetneki keyifle ayrýldý. Dönüp
kapýnýn oradan seslendi:
--Hemen baþlayýn da çabuk bitsin!
Güzelim kahverengi ceketi eline alan terzi, doktorun
söylediklerini düþündü. Böyle zamanlarda, saðlanmasý gereken
þeyleri saðlamak zorunluymuþ. Ara vermeden iþinin
baþýna geçmeliydi öyleyse. Þu kahverengi ceket için
alacaðý parayý nereye harcayacaktý kimbilir? Belki de
kazanacaðý birkaç lira, tabutçu marangoza gidecekti.
Bay Çetneki'ye gelince, o da, yeni ceketiyle þiþinerek
gezinecekti Tuna boyunda.
Odaya dönen terzi, hemen dikiþe baþladý. Yataða hiç
bakmýyordu bile. Ýplik geçirilmiþ iðne, telaþla batýp çýkýyordu
kumaþa. Ýþ, çok aceleydi. Hem de her bakýmdan. Bay
Çetneki kadar, marangoz bakýmýndan da aceleydi...
Küçük Yüzbaþýyla baþa çýkýlacak gibi deðildi artýk. Yeniden
güç bulmuþ, yatakta ayaða kalkmýþtý. Uzun gecelik
entarisi ayak bileklerine dek uzanýyor, yana eðilmiþ
kýrmýzý--yeþil kepiyle bir de cakalý duruyordu ki...
Hýrýltýlý bir sesle konuþurken, bakýþlarý taa uzaklarda
bir yerdeydi.
--Sayýn Generalim, Kýzýl Gömleklilerin komutanýný
yere serdiðimi saygýyla bildiririm. Rütbemin yükseltilmesini
diliyorum. Ben bugüne bugün Yüzbaþýyým, ona göre!
Yurdum için savaþtým, yurdum için ölüyorum. Tra tra ta
tra taa! Çal Kolnay, sen de çal!
Tek eliyle yataðýnýn baþucuna sýmsýký tutunmuþtu.
--Kaledekiler, burçlardakiler, yaðdýrýn bombalarýnýzý!
Ha ha haayt! Ýþte Yano da orada! Dikkat Yano, yakýnda
sen de yüzbaþý olacaksýn! Üstelik senin adýný küçük harflerle
yazmayacaklar. Tüüh! Kötü yürekli çocuklarsýnýz, kötü!
Boka beni sevdiði için kýskanýyorsunuz. En yakýn arkadaþý
benim de ondan. Macun Derneði baþtan aþaðý zýrva!
Dernekten çýkýyorum, çýkýyorum! Ayrýldýðýmý karar defterine
hemen geçirin!
Alçacýk masanýn baþýnda oturan terzi, ne bir þey görüyor,
ne de bir þey duyuyordu artýk. Kemikli parmaklarý ceketin
üzerinde çabuk çabuk gidip geliyor, iðneyle yüksük
pýrýl pýrýl parlýyordu. Dünyalarý verseler dönüp de yataða
bakamazdý þu sýrada. Gözü oraya bir iliþirse, çalýþmaya hevesi
kalmaz, Bay Çetneki'nin ceketini fýrlatýp attýðý gibi,
oðlunun yanýbaþýna diz çöküp kalýr diye korkuyordu.
Yüzbaþý yataðýnda oturmuþ, gözlerini yorgana dikmiþti.
Boka, yavaþçacýk sordu:
--Yorgun musun?
Nemeçek, bir karþýlýk vermedi. Boka, yorganý üzerine
çekti küçük oðlanýn. Annesi, yastýðýný düzeltti.
--Konuþma artýk, dinlen!
Nemeçek, Boka'ya bakýyordu, ama onu görmediði belliydi.
Þaþkýn bir yüzle,
--Baba, diyebildi.
General boðuk bir sesle,
--Hayýr, dedi. Ben baban deðilim. Tanýmadýn mý beni?
Ben Yohan Boka.
Hasta, bitkin bir sesle, bilinçsizce Boka'nýn dediklerini
tekrarladý:
--Ben... Yohan... Boka...
Uzun bir sessizlik oldu. Nemeçek, gözlerini kapadý,
derin derin içini çekti. Sanki, bütün üzgün insanlarýn
bütün acýlarý onun küçük ruhuna sinmiþti.
Kadýn fýsýldadý:
--Belki uyuyacak. Sabahlara kadar uykusuz kalmaktan
ayakta zor durabiliyordu yavrucuðum.
Boka, çok hafif bir sesle,
--Yalnýz býrakalým, dedi.
Bir kenara çekildiler, havý dökülmüþ, yeþil bir divana
oturdular. Terzi de iþini býraktý. Kahverengi ceketi dizine
koyup, baþýný alçak masanýn üzerine eðdi. Hepsi de susuyordu.
Koyu bir sessizlik çöktü odaya. Sinek uçsa duyulacaktý.
Avluya bakan pencereden çocuk sesleri geliyordu. Dýþarýda
bir sürü çocuk bir araya gelmiþ yavaþça birbirleriyle
konuþuyorlardý sanki. Tanýdýk bir ses çarptý Boka'nýn
kulaðýna. Biri, bir ad fýsýldadý:
--Barabas!
Ayaða kalkýp, parmaklarýnýn ucuna basarak yürüdü,
odadan çýktý. Mutfaðýn camlý kapýsýný açýnca bir de ne görsün?
Karþýsýnda bir sürü tanýdýk yüz. Kapýnýn dibinde bir
grup Pal Sokaklý çocuk, ürkek ve çekingen duruyordu.
Vays, fýsýldadý:
--Macun Derneði üyelerinin hepsi buradalar.
--Ne istiyorsunuz?
--Bir onur belgesi getirdik Nemeçek'e. Bütün Derneðin
kendisinden özür dilediðini, adýný da Karar Defterine
büyük harflerle geçirdiðimizi kýrmýzý mürekkeple yazdýk.
Karar defteri de yanýmýzda. Ayrýca, Kurul da tam kadro
burada.
Boka, baþýný salladý.
--Daha önce gelemez miydiniz?
--Neden?
--Þu sýrada uyuyor da, ondan.
Kurul üyeleri bakýþtýlar.
--Kurul Baþkaný seçiminde büyük tartýþma çýktý da o
yüzden erken gelemedik. Vays'ýn seçilmesi yarým saatimizi
aldý.
Kadýncaðýz eþikte göründü.
--Uyumuyor, dedi. Sayýklýyor.
Çocuklar hiç kýpýrdamadan duruyorlardý. Hepsi de
ürkmüþ gibiydiler. Kadýncaðýz,
--Ýçeri girin çocuklar, dedi. Sizi görünce belki kendine
gelir yavrucuðum.
Kapýyý ardýna kadar açtý. Sýrayla içeri girdi çocuklar.
Önce bir durakladýlar. Saygýlý bir duygusallýkla kutsal bir
yere girer gibiydiler. Daha dýþardayken, eþikte keplerini
çýkarmýþlardý. En sonuncusu da içeri girdikten sonra kapý
kapatýldý. Oda kapýsýnýn önünde, hiç ses etmeden, gözlerini
iri iri açarak beklediler. Terziye ve yataða bakýyorlardý.
Terzi bu bakýþlar karþýsýnda bile durumunu bozmadý. Baþýný
eline dayamýþ, düþünüyordu. Aðlamýyordu, ama çok yorgundu,
hem de çok. Yüzbaþý Nemeçek, yatakta gözleri açýk
yatýyor, çok güç soluk alýyordu. Ýnce, küçük aðzý açýktý.
Artýk kimseyi tanýdýðý yoktu. Kadýncaðýz çocuklara yol açtý.
--Gidin, yanýna gidin!
Yataða doðru yürüdüler. Çok zorlanýyorlardý yürürken.
Birbirlerini yüreklendiriyorlardý.
--Sen yaklaþ!
--Önce sen!
Barabas'ýn sesi duyuldu:
--Kurul Baþkaný sensin.
Bunun üzerine Vays, usulcacýk yaklaþtý yataða. Ötekiler
de onun arkasýna sýraya girdiler. Küçük Nemeçek, baþýný
döndürüp bakmadý bile onlara.
Barabas fýsýldadý:
--Haydi konuþ!
Vays, titrek bir sesle söze baþladý:
--Nemeçek... Bakar mýsýn biraz?
Ama, Nemeçek duymadý. Sýk sýk soluyordu, gözlerini
duvara dikmiþti.
--Nemeçek... diye tekrarladý Vays, aðlamaklý.
Barabas, Vays'ýn kulaðýna eðilip,
--Zýrlama! dedi.
--Zýrladýðým falan yok, diye karþýlýk verdi Vays.
Hiç aðlamadan bu kadar konuþabildi diye de sevindi.
Sonra toparlandý.
--Çok sayýn Yüzbaþýmýz, diyerek söze baþladý ve cebinden
bir yazý çýkardý.
--Buraya kadar gelerek... ve ben Baþkan olarak...
Dernek adýna bildiriyorum: Büyük bir yanýlgýya düþtüðümüzü
kabul ediyor... bizleri baðýþlamaný diliyoruz... Getirdiðim
þu onur belgesinde her þey yazýlý.
Geriye döndü. Gözlerinde iki damla yaþ parlýyordu.
Ama sesindeki þu resmi havayý, bütün çocuklarýn severek
kullandýklarý ses tonunu, dünyanýn hiçbir hazinesine deðiþmezdi.
Arkasýna dönüp fýsýldadý:
--Yazman, Karar Defterini verin!
Lejik hemen uzattý defteri. Vays, defteri çekingen bir
tavýrla yataðýn kenarýna koydu, kararýn yazýlý olduðu sayfayý
açtý. Hastaya,
--Bak, dedi. Ýþte hepsi yazýlý burada!
Küçük Nemeçek'in gözleri aðýr aðýr kapandý. Bir süre
beklediler. Derken Vays yeniden konuþtu:
--Baksana, bak da gör iþte!
Küçük Nemeçek'te ne bir ses, ne de bir kýpýrtý. Yataða
iyice sokuldular. Kadýncaðýz, çocuklarýn arasýndan yol
açtý kendisine. Tir tir titriyordu. Çocuðunun üzerine eðildi.
Çok garip, titrek bir sesle kocasýna,
--Baksana, dedi. Soluk almýyor artýk.
Baþýný çocuðun göðsüne eðdi, dayadý. Ve kendini tutamayýp
baðýrdý birden:
--Baksana, soluk almýyor, hiç soluk almýyor!
Çocuklar geriye çekildiler. Birbirlerine iyice sokulmuþ,
küçük odanýn bir köþesinde yan yana duruyorlardý.
Derneðin Karar Defteri yataktan kayýp yere düþtü. Vays'ýn
açtýðý þekilde kaldý yerde.
--Baksana, elleri buz gibi, buz gibi elleri!
Boðucu sessizlik içinde, þimdiye kadar baþý ellerinin
arasýnda dilsiz oturmuþ olan terzi, birden boþalýrcasýna
hýçkýrmaya baþladý. Zavallý adam, bu durumda bile, bay
Çetneki'nin güzel kahverengi ceketine gözü gibi bakýyordu.
Gözyaþlarý üzerine damlamasýn diye, dizinden kaydýrmýþtý
ceketi.
Kadýn, yavrusunun ölüsüne sarýlmýþ, öpüp duruyordu
boyuna. Derken, yataðýn önüne o da diz çöktü, yüzünü
yastýða gömdü, hýçkýrmaya baþladý. Macun Toplayanlar
Derneði sekreteri, Pal Sokaðý Arsasýndan küçük Yüzbaþý
Ernö Nemeçek, yüzü duvar gibi bembeyaz, sonsuz bir uykuya
gömülü ve gözleri kapalý, yataðýnda yatýyordu.
Barabas,
--Geç kaldýk, diye fýsýldadý.
Bako, baþýný önüne eðmiþ, odanýn ortasýnda duruyordu.
Daha bir iki dakika önce, yataðýn kenarýnda otururken,
gözyaþlarýný güçlükle tutmuþtu. Þimdi, hiç aðlayamayýþýna
pek þaþýyordu. Ýçinde sonsuz bir boþluk duygusu,
çevresine bakýnýp duruyordu boyuna. Bir köþeye çekilmiþ
olan çocuklarý gördü. En önde duran Vays'ýn elindeki
onur belgesini Nemeçek hiç göremeyecekti. Çocuklarýn
yanýna yaklaþtý.
--Hadi evlerinize gidin, dedi.
Zavallý çocuklar, artýk onlara yabancýlaþmýþ bu küçük
odadan, arkadaþlarýnýn cansýz yattýðý bu odadan çýkýp
gidebileceklerine nerdeyse sevindiler. Sýrayla, odadan mutfaða,
mutfaktan da günlük güneþlik avluya çýktýlar usulcacýk.
Lejik, en sona kaldý. Parmaklarýnýn ucuna basarak yürüdü,
karyolanýn yanýna gitti, yerdeki Karar Defterini aldý.
Yataða ve yataðýn içinde sesi soluðu çýkmadan yatan küçük
yüzbaþýya baktý bir süre. Sonra o da ötekilerin ardýndan,
güneþli avluya çýktý. Avludaki cýlýz aðaçlarýn dallarýnda
küçücük serçeler, yavru kuþlar þen þatýr cývýldaþýyorlardý.
Çocuklar, durup kuþlarý seyrettiler. Hiçbir þeyin farkýnda
deðillerdi sanki. Arkadaþlarýnýn öldüðünü biliyor, ama
derinliðine kavrayamýyorlardý. Yaþamlarý boyunca ilk kez
karþýlaþtýklarý bu anlaþýlmaz, yabancý olay karþýsýnda,
birbirlerine þaþkýnlýkla bakýyorlardý.
:::::::::::::::::
ON BÝRÝNCÝ BÖLÜM
Karanlýk bastýrdýðý sýrada Boka, sokaktaydý. Yarýn
zorlu bir gün olacaðý için, çalýþmasý gerekirdi aslýnda.
Yarýnki Latince dersi için dünyanýn ödevi vardý. Öðretmen
Racz, hanidir derse kaldýrmamýþtý onu. Bu kez kaldýracaðý
kesindi. Gelgelelim, çalýþmaya hiç mi hiç gönlü yoktu. Kitabý
da sözlüðü de bir kenara atýp sokaða fýrlamýþtý.
Boþ gezenin boþ kalfasý gibi sokaklarda gezinip duruyordu.
Pal Sokaðýnýn bulunduðu bölgeden bucak bucak kaçýyordu.
Bu acýlý günde Arsayý yeniden mi görecekti? Bunu düþünmek
bile içini daðlýyordu.
Ama nereye giderse gitsin, Nemeçek'i unutamýyordu
bir türlü.
Ülloi Caddesi... Çonakoþ'la üçü birlikte, Botanik Bahçesini
keþfe gittiklerinde iþte buradan geçmiþlerdi.
Köztelek Sokaðý... Hani bir öðle üstü, okuldan çýktýktan
sonra bu küçücük sokaðýn ortasýnda durmuþlar, Nemeçek
ciddiyetle, bir gün önce müzenin bahçesinde milelerine
Pastorlarýn el koyduklarýný anlatmýþtý. Çonakoþ da tütün
fabrikasýnýn oraya gitmiþ, bodrum pencerelerindeki
demir parmaklýklardan tütün tozu alýp burnuna çekmiþti.
Nasýl da hapþýrmýþlardý öyle. Müzenin oralar... Oradan da
geri döndü. Öyle geliyordu ki ona, Arsadan ne kadar kaçsa,
uzaklaþsa da, acý bir duygu kendisini o yöne sürüklemekteydi.
Dolambaçlý yollara baþvurmadan, yüreklice ve
doðruca, Arsaya bir an önce varabilmek için hýzlý hýzlý yürümeye
baþladý. Ülkelerine yaklaþtýðýný hissettikçe, içini
saran hafiflik de artýyordu. Maria Sokaðýndan bir an önce
Arsaya ulaþmak için, koþmaya baþladý. Akþam karanlýðý giderek
yoðunlaþýyordu. Köþeye varýp da, çok iyi tanýdýðý o
boz renkli tahta perdeyi görünce, yüreði küt küt atmaya
baþladý. Durmak zorunluluðunu duydu. Acele etmesi için
bir neden yoktu. Ýþte oradaydý artýk. Küçük kapýsý açýk duran
Arsaya yaklaþýyordu. Kapýnýn önünde tahta perdeye
sýrtýný dayamýþ olan bekçi Yano, piposunu tüttürmekteydi.
Boka'yý görünce, sýrýttý, baþýný salladý.
--Nasýl hakladýk onlarý, ha nasýl?
Boka, suratý asýk, dudaklarýnda acý bir gülümseme,
birþeyler mýrýldandý, ama Yano coþtukça coþuyordu.
--Hakladýk hepsini... kovaladýk... kovduk...
General aðýrbaþlýlýkla,
--Evet, dedi. Öyle!
Gelip, bekçinin önünde durdu. Kýsa bir süre sustuktan
sonra,
--Baþýmýza geleni biliyor musun Yano? dedi.
--Ne var, ne oldu?
--Nemeçek öldü.
Bekçinin gözleri büyüdü, aðzýndaki pipoyu çýkardý,
sordu:
--Nemeçek mi? Hangisiydi o bakayým?
--Hani küçük, sarý bir oðlan...
--Deme yahu! O küçük, sarýþýn oðlan ha...
Piposunu yeniden iliþtirdi aðzýna.
--Vah zavallý.
Boka, içeriye girdi. Geride kalmýþ nice neþeli saatin
tanýðý Arsa, þimdi bomboþ ve sessiz uzanmýþ duruyordu
önünde. Yavaþça karþýya geçen Boka, hendek siperlere vardý.
Siperlerde hala savaþýn izleri görülüyordu. Kum, ayak
izleriyle doluydu. Hendekten saldýrýya geçtikleri sýrada
tümseðin bazý bölümleri çökmüþtü.
Odun yýðýnlarý kapkara ve karanlýk, yükseliyordu ötede.
Tepelerindeki burçlarýn duvarlarýnda, Pal Sokaðý çocuklarýnýn
kullandýðý küçük kum yýðýnlarý görülüyordu.
Bir tümseðin üzerine oturan General, çenesini eline
dayadý. Arsada ses seda yoktu. Böyle akþam vakti, küçük
demir baca da soðuktu, sabah olsun da, çalýþkan eller ateþini
yeniden canlandýrsýn diye bekliyordu. Býçký da dinlenmekteydi.
Küçük yapýya gelince, o da, tomurcuða durmuþ
yabani asma dallarý arasýnda uykudaydý. Uzaklardan kentin
gürültüsü geliyordu. Arabalar takýr tukur sesler çýkararak
geçiyorlar, öteden beriden baðrýþmalar duyuluyordu.
Komþu evin mutfak penceresiydi bu, bir lamba yanýyordu.
Neþeli bir þarkýnýn yankýsý vardý havada. Anlaþýlan bir
hizmetçi kýzdý þarkýyý söyleyen.
Ayaða kalkan Boka, odun yýðýnlarýný dolaþýp kulübeye
yöneldi. Nemeçek'in o koca Ferenç Atþ'ý, týpký Davud
Peygamberin Calut'u yendiði gibi, alaþaðý ettiði yere gelince,
durdu. Topraðýn üzerine eðildi, o deðerli ayak izlerini
aradý. Ayak izleri, týpký küçük dostunun þu dünyadan silinip
gittiði gibi, silinmiþti. Toprak bozulmuþ, karýþmýþtý.
Ne ayak izi ne de bir þey! Nemeçek'in ayak izleri öylesine
küçüktü ki zaten, Botanik Bahçesinde gördüklerinde Kýzýl
Gömlekliler bile þaþýrmýþlardý. Vendaver'in ayak izlerinden
de küçük, diye düþünmüþlerdi.
Boka, içini çekerek yürüdü. Küçük sarýþýn oðlanýn,
Ferenç Atþ'ý ilk kez gördüðü üçüncü burca geldi. Hani,
Atþ da Nemeçek'i görmüþ, alay ederek baðýrmýþtý oradan:
Korkuyor musun Nemeçek?
General yorgundu. Bugünkü olaylar çok üzmüþ, yýpratmýþtý
onu. Boka, sendeliyordu. Sert bir içki içmiþti sanki.
2 numaralý burca zar zor týrmanabildi, bir köþeye çekilip
oturdu. Kimseye görünmezdi buradan hiç deðilse. Kimse
de onu rahatsýz etmez, tatlý anýlarýyla oyalanabilir,
içinden gelirse, bir güzel de aðlayabilirdi.
Hafif hafif esen rüzgarla birlikte birtakým sesler
geliyordu. Burçtan aþaðýya baktý. Kulübenin önünde küçük
gölgeler gördü. Karanlýkta tanýyamadý onlarý. Kulak
kabarttý.
Ýki çocuk kendi aralarýnda konuþuyorlardý:
--Bana bak Barabas, diyordu biri. Nemeçek'in ülkemizi
kurtardýðý yer, iþte burasý.
Bir süre sustular.
Boka, yine duydu konuþmalarý:
--Barabas, burada barýþalým artýk. Hem, sonsuz bir
barýþ olsun. Dargýn durmamýz çok saçma.
Barabas yutkunarak,
--Olur, dedi, barýþalým. Zaten onun için gelmedik mi
buraya?
Yeniden bir sessizlik oldu. Çocuklar hiç ses etmeden
karþý karþýya duruyor, ikisi de, ilk giriþim ötekinden gelsin
diye bekliyordu.
--Hadi bakalým, ver þu elini, dedi Kolnay neden sonra.
Barabas duygulanmýþtý.
--Hadi bakalým, sen de uzat!
El sýkýþtýlar. Uzun bir süre öylece el ele durdular.
Bu iþ de böylece kapanmýþ oluyordu artýk. Mucize
gerçekleþmiþti. Burcun tepesinden iki çocuðu izleyen Boka,
kendini hiç göstermedi. Yalnýz kalmak istiyordu, hem tutup
da neden rahatsýz etsindi onlarý?
Ýki çocuk, Pal Sokaðýna doðru yürümeye baþladýlar.
Hafif bir sesle konuþuyorlardý aralarýnda:
--Yarýna, Latinceden çok ödev var yine, dedi Barabas.
--Evet, öyle.
--Senin için kolay. Sen; dün derse kalkmýþtýn. Ben
çoktandýr kalkmadým. Korkarým sýra bendedir.
--Ýkinci bölüm, onuncu satýrdan yirmi üçüncü satýra
kadar çalýþýlmayacak, iþaretlemiþ miydin?
--Yoo!
--Sakýn o bölümü de bellemeye kalkma. Þimdi sana
uðrayayým da çalýþýlmayacak yeri göstereyim istersen?
--Ýyi olur!
Böylece, okul yeniden yerleþiyordu kafalarýna. Oysa,
ne de çabuk unutmuþlardý. Nemeçek ölmüþ olsa bile, öðretmen
Racz yaþýyordu. Her þeyden önce kendileri de yaþýyordu.
Yürümeyi sürdürüp, akþam karanlýðýnda gözden kayboldular.
Boka, neden sonra yapayalnýz kalmýþtý iþte. Ne
var ki, kalede daha fazla kalmadý. Geç olmuþtu. Kiliseden
akþamýn hafif çan sesleri geliyordu.
Burçtan aþaðýya inen Boka, kulübenin önünde durdu.
Pal Sokaðýna bakan kapýdan içeri girip, kulübesine dönen
Yano'yu gördü. Yanýnda Hektor vardý. Bir yandan yerleri
kokluyor, bir yandan da kuyruðunu sallayarak ilerliyordu.
Boka, iyice yaklaþsýnlar diye bekledi.
--Küçükbey, eve gitmek yok mu bugün? diye sordu
bekçi Yano.
--Gidiyorum ya iþte!
Bekçi Yano sýrýttý.
--Evde var güzel, sýcak yemek.
--Güzel, sýcak yemek, diye tekrarladý Boka bir robot
gibi.
Ve birden Rakoþi Sokaðýndaki terziyle karýsýný hatýrladý.
Belki, þu sýrada onlar da akþam yemeðine oturmuþlardý
mutfakta. Odada, mumlar yanýyordu herhalde. Bay Çetneki'nin
iki düðmeli, güzelim kahverengi takýmý da orada olsa gerekti.
Kulübeden içeri rastgele bir göz attý. Tahta duvara garip
þeyler dayalýydý. Yuvarlak, kýrmýzý, beyaz teneke levhalar!
Hani tren bekçilerinin ellerinde görülen gereçler vardýr,
iþte onlarý andýran þeyler. Bir de üç ayaklý bir sehpa
vardý. Tepesinde de sarý pirinçten bir boru... Sonra, beyaza
boyanmýþ kazýklar...
--Bunlar da neymiþ? diye sordu.
Yano, içeriye baktý.
--Bunlar, ha iþte, bunlar mühendis beyin...
--Hangi mühendis beyin?
--Ýnþaat mühendisinin.
Boka, yüreðinin küt küt attýðýný duyuyordu.
--Ýnþaat mühendisi mi? Ne zoru varmýþ burayla?
Piposundan bir soluk çeken Yano,
--Ýnþaat yapacak, dedi.
--Burada mý?
--Evet. Pazartesiye iþçiler gelecek. Kazacaklar arsayý.
Atacaklar temeli...
Boka, kendini tutamayýp baðýrdý:
--Ne dedin? Ne dedin? Ev mi yapacaklar buraya?
--Evet, dedi bekçi Yano umursamadan. Büyük, üç
katlý bir ev... Arsa sahibi yaptýrýyor.
Dünya þimdi Boka'nýn baþýna yýkýlmýþtý sanki. Gözyaþlarýný
tutamýyordu. Koþtu, kapýya doðru atýldý. Buradan,
bu vefasýz toprak parçasýndan kaçýp gidecekti artýk.
Alýp baþýný gidecekti. Ne acýlar pahasýna, ne kahramanlýklarla
savunmuþlardý burayý! Oysa, diþleriyle týrnaklarýyla
savunduklarý Arsa, þimdi onlarý yüzüstü býrakýyordu, sýrtýna
bir apartman yüklenmek için.
Kapýnýn oradan dönüp, son bir kez daha baktý. Bir daha
dönmemecesine ülkesinden ayrýlýyordu sanki. Ýçini burkan
bu acýyý az da olsa hafifletebilen tek, küçük bir avuntu
vardý. Zavallý Nemeçek, baðýþlanmak için gelen Macun
Derneði Kurulunu kabul edecek kadar yaþamamýþtý, ama
hiç olmazsa, uðrunda can verdiði yurdunun elinden alýndýðýný
da görmemiþti.
Ertesi gün, bütün sýnýf sessiz sedasýz yerine otururken,
öðretmen Racz, bir tören havasý içinde, aðýr adýmlarla
kürsüye çýktý. Sýnýfý saran derin sessizlik içinde, hafif
bir sesle konuþtu. Arkadaþlarý Ernö Nemeçek'i anmak
üzere, bütün sýnýfý yarýn öðleden sonra saat üçte Rakoþi
Sokaðýndaki eve çaðýrdý. Herkesin, siyah olmasa da koyu
renkli giysiyle gelmelerini istedi.
Yüzü çok ciddileþmiþ olan Boka, önündeki sýraya dikmiþti
gözlerini. Þu sýrada, o tertemiz çocuk ruhu ilk kez,
þimdiye kadar hiç kapýlmamýþ olduðu bir sezgiye kapýlmaktaydý:
Þu yaþam denilen þey, ne biçim þeydi? Kimi zaman sevinçler
veren, kimi zaman içimizi acýlarla dolduran, kölesi olduðumuz
þu yaþam neyin nesiydi böyle?
SON
:::::::::::::::::
<PIXTEL_MMI_EBOOK_2005>13</PIXTEL_MMI_EBOOK_2005>

You might also like