Professional Documents
Culture Documents
Nazmi Eroğlu
1908'den Günümüze
Nazmi Eroğlu
Nazmi Eroğlu
İÇİNDEKİLER
Önsöz 11
Birinci Bölüm:
II. MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN
HİLAFETİN İLGASINA 17
31 Mart Vak'ası’nın Oluşumunda İttihatçıların
Etkisi ve Bazı Yanılgılar 19
Meşrutiyetin getirdiği 21
İttihatçıların siyasette söz sahibi olmaları 26
Belirsiz bir siyasî yapının zorlukları ve askerin
siyasete alet edilmesi 29
Partizanca kadrolaşmalar ve menfaat temini 33
Partiler, basın ve İttihat ve Terakki'nin hakimiyeti
altında yapılan seçimler 35
31 Mart Vak'ası’nın mahiyeti 40
Olayda rol oynayan faktörler ve alınan tedbirler 41
Olayın anlaşılmasına mani olan sebepler 50
İkinci Bölüm:
TÜRK SİYASETİNDE MEŞRULUK, EHVEN-İ
ŞER VE EĞİTİM MESELESİ 123
Üçüncü Bölüm
TESETTÜR SORUNU 195
..225 ..225
ma Girişimi vçy^ , veya
i
anin temelleri ......... r \ ,
.227
Slxdeş«î"inancı" 'W
hesabına yürütülen bir icraat r (
f&ülduvijenilgiye N \ /
«jrantopkıkırı psikolojisi r 235
Kuraktaki, lütuf mu? V. ', t / ,236
aşama ve sonuç... .Aç \ / .238
Ura
^- ,/ \ / .245
Önsöz
BİRİNCİ BOLUM
Meşrutiyetin getirdiği
ll.ıyar, 140.
Giriş
İKİNCİ BOLUM
Giriş
Türkiye'ye gelince
Giriş
asır ideolojik söylemleri ön planda tutmuş -ve sağda yer almış kitle
partilerine yoğun eleştirilerle göz açtırmayan- siyasi partiler
açısından daha acımasız bir şekilde arzı endam etmiştir.
Hasılı, Türkiye'nin yakın tarihinde dış baskılarla oluşturulan
siyasi yapının demokratik açıdan gayrı meşruluğu, geniş sağ kitleleri
ve dinî cemaatleri daha duyarlı olmaya iterek siyasi tercihlerini
reel-politikanın şartlarına göre düzenlemeye itti. Bununla beraber,
ortalama her Türk vatandaşı Türkiye'nin aktif ve güçlü bir şekilde
dünya siyasetinde söz sahibi olmasını ve aynı şekilde içerde de
sosyo-kültürel taleplerinin yerine getirilmesini ister. Ancak bütün
bu isteklerin olabilirliği ile idealdeki arzuların ne kadarının
örtüştüğünün hesabı yapılarak bir siyaset izlenmesi gerekmektedir. İç
ve özellikle dış realiteyi hesaplayamayan siyasi hareketler, ne kadar
ulvi bir söyleme sahip olurlarsa olsunlar eşyanın doğasına aykırı
hareket ettiklerinden, arzu ettikleri neticeye ulaşmaları muhal
olmaktadır. Zira, "Henüz zamanı gelmemiş bir şeyi aceleyle isteyen,
ondan yoksun bırakılmakla cezalandırılır."
Eğitim nedir?
İnsan ve eğitim
Kurtkan, 16.
şeyler öğretmektedir. Daha doğrusu, insan beyaz bir sayfa gibi temiz
olarak dünyaya gelir. O sayfanın doldurulmasmda-ki kalite; aile,
çevre ve okuldaki eğitimin/öğretimin niteliğine göre farklılık
gösterecektir. Bu, eğitim bilimlerinin temelini teşkil etmektedir.
Çocuğun topluma uyum sağlamasında en önemli fonksiyonu aile
yerine getirir. Topluma ait değer yargıları aile vasıtasıyla bireye
geçer. Ahlak kaidelerini oluşturan ve uzun bir tarihî tecrübeden
sonra meydana gelen doğru-yanlış, iyi-kö-tü gibi değer yargıları aile
ortamından süzülerek çocuğa ulaşır. Böylece aile, çocuğun
sosyalleşmesinde en önemli görevi yerine getirdiğinden,4 -çocuğu
hayata hazırlayacak- ilk terbiye merkezi olarak düşünülür. Çocuk,
saygıyı, sevgiyi ve anadilini orada öğrenir. Yaşadığı toplumun örf ve
adetlerini, düşünme biçimini, toplumun sevdiği ve nefret ettiği
şeyleri anadiliyle beraber özümsemeye başlar. Okuldaki eğitim bu
temel üzerinden gelişir. Ancak, okuldaki sistematik eğitimin
felsefesiyle aile içi eğitim anlayışı birbiriyle uyumsuzsa, hatta
ters istikamette bir gelişim gösteriyorsa, çocuğun çelişki yaşayacağı
açıktır. Bunun telafisi fertte (bireyde) önemli bir problem olarak
ortaya çıkacaktır (çağımızda birçok aile ve toplum bunun sancılarını
çekmektedir).
Diğer taraftan, çocuğun eğitiminde sağlıklı bir toplumsal
hayatın önemi büyüktür. Toplumdaki ilişkiler, ahlak kuralları ve
töreler, çocuğa serbest bir hareket alanı tanıyorsa, ileride onun
özgür bir birey olabileceğinin ilk adımı atılmıştır. İnsanlar,
bireysel özgürlüklerini, birey olarak yaşadıkları yalnız bir ortamda
kazanamazlar. Zira birey olarak toplum dışında hayatını sürdürmek
mümkün değildir. Dolayısıyla bireyselleşme toplum içinde, bazı ahlak
kurallarının ve törenin geçerli olduğu bir yerde kazanılacak,
kanıtlanacak bir husustur.
! Kurtkan, 12-13
Bunun yanında insan, en küçük parçası olduğu ve kendi kişiliğini
bulduğu toplumdaki bazı sosyal hastalıkların tehdidine maruzdur. Bu
gibi tehlikelerden korunmanın yolu eğitimden geçmektedir. Nihayet
birey, insani kimliğini elde edebilmek için aileye ve topluma
muhtaçtır.
Bunun yanında, anne-babanm aile içindeki tutum ve
davranışlarının niteliği çocuğun gelişiminde hayati önemi haizdir.
Aile büyüklerinin çocukla kurdukları iletişim biçimi emir ve yaptırma
(otoriter) ekseninde ise, bu, uzun bir süreçte çocuğun düşünme
melekelerinin zayıflamasına sebep olabilmektedir. Bu durumda çocuğu -
hâl ve hareketlerinde-kendinden daha tecrübeli birinin yönlendirmesi
ve onun da itaati söz konusudur. Diğer bir yöntem, ebeveynlerin
çocukla diyalog yolunu seçmeleridir. Ki, çocuğun karşılaştığı
problemleri çözebilmesi ve düşünce üretmesi için önemli olan yöntem
budur. Buna göre, karşılıklı diyalog sonucunda çocuğun lisanı ve
kelime dağarcığının gelişimi sağlanacak, dü-ünme yeteneğinde ve buna
bağlı olarak problem çözme becerisi kazanmasında zengin bir alt yapı
oluşacaktır.
Tarih-İnsan-Eğitim
UÇUNCU BOLUM
başını bağlayan bir bayan, başı açık bir bayana bu nazarla bakıyor?
Bu ilâhiyatçı ve yazarların dışında birçok din adamı halkı
aydınlatmak için gayret göstermektedir; ancak bu tarz bir abes üslup
kullandıkları görülmemektedir. Dolayısıyla, böyle bir politikanın
figüranı olmak haysiyetli bir iş değildir.41
Bunun yanında, dindar olan halkın veya böyle bir hayatı kendine
yol seçmiş olan insanların ve gurupların -gerçekten olup- olmadığı
şüpheli- bazı "hataları" ifşa edilerek üzerlerinde baskı kurulmaya
çalışılması da ilginçtir. Burada suçun şahsiliği gibi bir kavrama da
yer vermek kimsenin aklına gelmez. Hatta bazen uydurma hatalar dahi
söz konusu olmaktadır. Bir sürü çarpıtılmış düşüncelerle hücum edilen
dindar insanların, kendi üzerlerinden bu kadar hava atan şahıslara
tahammül göstermeleri de ayrı bir vatanperverlik örneği olsa gerek.
Öyle ki, hiçbir surette tedhiş hareketine bulaşmamış, böyle bir niyet
hiçbir surette taşımamış insanlara adeta anarşist nazarıyla
bakılması, hatta zaman zaman bunun ifade edilmesi ve ne olduğu
belirsiz -bazı istihbarat uzmanlarına göre tamamen gizli servislerin
maşası- bazı tedhiş örgüt mensuplarıyla benzeştirilmeye çalışılması
ilginçtir. Esasında bu görüşleri seslendiren "aydınların" ve bir
takım "görevli" şahısların bu kadar büyük yanlışları bilmeden
yaptıkları inandırıcı gelmiyor...
Bütün bu çarpık yönelişlerin sebebini anlamak zor olmasa gerek;
magazine ve reytinge susamış bir yayıncılık anlayışı, muhafazakâr
kütleye oldum olası düşman bazı gazeteciler veya bir takım medya
mensuplarının (medya oligarşisinin) döşediği raylardan, kompleksli ve
şöhrete susamış (dolayısıyla kullanılmaya müsait) bazı
ilahiyatçıların ve sorumsuz kişilerin yürütülmesiyle meydana böyle
bir çarpık tablo çıkmaktadır. Yoksa putçuluğun, irticanm ve terörün
ne olduğunu Türk milletinin rahatlıkla tefrik edecek bir meziyete
sahip olduğunu tahmin etmek zor değildir. Hele Sakal-ı Şerifin put,
mezhep imamlarının Tanrı olmayacağını bilir. Hasılı, dinî meselelerde
meydana gelen arızaları düzeltmenin yolu bellidir...
Hâsılı, Türkiye'de siyasi ve felsefi gibi görünen birçok
meselenin altında daha ziyade kişilik sorunlarının yattığını tahmin
etmek zor değildir. Ayrıca, ekonomik açıdan kazanç sağlıyorsa
seyreyleyin gümbürtüyü... Bütün kutsalların nice süflî adamların
elinde birer âlet olarak algılandığını görürsünüz. Bununla beraber,
dinin mukaddeslerini kendi çirkef siyasetlerine alet edip daha sonra
yüzseksen derece dönüş yapanların ve halkına karşı hiçbir sorumluluk
hissi besleme-yenlerin de bu meselede önemli payları bulunmaktadır.
İnsanların marazi hislerini tahrik ederek maddi ve manevi menfaat
temin etmenin bir şekli de bu olsa gerek... Türk milletinin bütün bu
çelişkileri görüp kendi düğümünü kendisinin çözmesinden başka bir
seçeneği yoktur.
Diğer taraftan, başörtüsü sorununun bu aşamada dinî bir yönünün
olmasının bile önemli olmadığı insaf ehlinin tahmin edebileceği bir
husustur. "İnancım gereği örtünüyorum" diyenlerin karşısına bazı
yorumlar çıkarılmakta ve bu yorumların da onlar tarafından kabul
edilmesi beklenmektedir. Ancak, "bu meselenin dinî yönünü pek
bilmiyorum; ama, keyfimden böyle giyiniyorum, çünkü kendimi böyle
daha rahat hissediyorum... bu, bazılarını ne ilgilendirir,
birilerinin giyim tarzı neden benim için ölçü olsun?..." gibi bir
gerekçe karşısında ne söylenebilir? Hangi hukuk, insanın kimliğine,
kişiliğine yönelik bir sindirme ve inkâr girişimine fetva verebilir?
Nitekim Türkiye'de hiçbir dine ve tanrıya inanmayıp da bu tür
uygulamalara şiddetle karşı çıkan birçok insan mevcuttur. Ayrıca
liberal ve demokrat düşünceye mensup hemen hemen bütün aydınların bu
meseledeki yaklaşımı, özgürlükler yönündedir. Buna mukabil, -yukarıda
da işaret edildiği şekliyle- totaliter ve ilerlemeci düşünce
ekseninde kendilerini ifade eden aydınların tavrı özgürlüklerin
kısıtlanması yönündedir. Onlara göre, başörtüsü mazide kalmış bir
âdet olduğu için modern hayata uymamaktadır. Hele özgürlük talebi
içinde düşünülmemesi gereken bir husustur. Yani, bazı insanların
kendi isteğiyle bile olsa başörtüsü gibi özgürlükleri kısıtlayan (!)
bir talebine müsaade edilmesi "modernleşme inancına" ters
düşeceğinden buna asla müsaade edilmemeli.
Yakın bir geçmişte, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde günün
meseleleriyle ilgili tertiplenen bir toplantıda alman kararlar
kamuoyuna duyurulmuştu. Bu kararların bir maddesinde, kadınların
sosyal hayata iştiraklerindeki engellerin ortadan kaldırılması için
tavsiyelerde bulunulmuştu. Türkiye'de bunun tek anlamı vardı; o da,
başörtülü olan Türk vatandaşlarının önündeki engellerin kaldırılması
talebidir. Kamu kurumlarında çalışan kadınların pantolon giymek gibi
haklı taleplerini bir çırpıda halleden bir Meclis, nasıl oluyor da
yüzde altmış veya (bazı anketler nazarı itibara alınırsa) yüzde
seksen oranındaki muhafazakâr halkın taleplerini halledemiyor? Türk
halkının bu meselenin üzerinde düşünmesi gerekir.
1 Kurtkan, 32
2 Ümit Meriç (Yazan), "Cemaatten Topluma, Toplumdan Cemaate Kimlik
Ayrışması", Türk Sosyoloji Dergisi, sayı: 1, 1995, s. 70-80.
3 H. Z. Ülgen, Eğitim Felsefesi, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi,
1967, s. 3.
4 Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektif, Ankara: T. D. V.
Yayını, 1996, s. 72-76.
5 Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektif, 87.
Ulgen, 295-96.
Fazlur Rahman, İstem, Ankara: Selçuk Yayınları, 1993.
8 Türk Eğitim Sistemi, Alternatif Perspektif, 72-74.
9 II. Abdülhamid dönemi eğitim politikaları için bakınız: Bayram
Kodaman, Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, TTK. 1991.
10 Nazmi Eroğlu, "Ziya Gökalp ve Türk Milliyetçiliği", Toplumbilim,
Ekim 1993, s. 167.
11 Server Bediî, "Hafta Namına", İctihad, no: 86, 26 Kanun-ı Evvel
1329 (8 Ocak 1914), İstanbul, s. 1913.
12 Selahaddin Âsim, "Tesettür ve Mahiyeti", İctihad, no: 100, 3/16
Nisan 1330/ 1914, s. 2255.
13 S. Asım, 2255-2256.
14Asım, 2256-2257.