You are on page 1of 116

Tarihte Bir Aydın Tarikatı

Zeynîler
DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN

insan yayınları: 381


irfan ve tasavvuf dizisi: 49

birinci baskı: istanbul, ekim 2003

isbn 9 7 5 - 5 7 4 - 3 7 4 - X

tarihte bir aydın tarikatı zeynîler


doç. dr. reşat öngören

içdüzerı
insan

kapak düzeni
rıdvan kuyumcu

baskt-cilt
kurtiş matbaası
www.lturtismatbaa.com

insan yayınları
keresteciler sitesi, mehmet akif cad.
kestane sok. no: 1 merter/istanbul
tel: 0212. 6 4 2 7 4 84 faks: 0212. 5 5 4 6 2 , 0 7
www.insanyayinlari.com.tr
insan@insanyayinlari.com. tr

insan yayınlan
DOÇ. DR. REŞAT ÖNGÖREN İçindekiler
1 9 6 3 yılında Ünye'de doğdu. 1 9 8 8 yılında M a r m a r a
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. Aynı üniversitenin
KISALTMALAR 7
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı'nda
ÖNSÖZ 9
1 9 9 0 ' d a Yüksek Lisans'ını, 1 9 9 6 ' d a da Doktora'sını
GİRİŞ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N DOĞUŞU. 11
tamamladı. 1 9 9 2 yılında L o n d r a ' d a bir yıl süreyle başta
I. Z E Y N Î L İ Ğ İ N SİLSİLESİ 11
Biritish M u s e u m India Office Library and Records olmak
II. Z E Y N İ L İ Ğ İ N KURUCUSU Ş E Y H Z E Y N Ü D D İ N HÂFİ 14
üzere değişik kütüphanelerde sahasıyla ilgili araştırmalar
A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler 17
yaptı. 1 9 9 6 - 2 0 0 0 yılları arasında T D V İslâm Araştırmaları
B. Zeynüddin Hâfî'nin Yöneticiler ve Diğer Tarîkat Mensuplarıyla
Merkezi'nde (İSAM) Tasavvuf araştırmacısı olarak çalıştı.
İlişkileri 18
Ayrıca İSAM'ın çıkarmakta olduğu İslam Ansiklopedisi'nin
C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini Ortaya Koyduğu
(DİA) te'lif h e y e t i n d e y e r aldı. O c a k 2 0 0 1 ' d e İstanbul Eserleri 19
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne Yardımcı D o ç e n t olarak
atandı. Kasım 2 0 0 1 ' d e Doçent oldu. Halen aynı fakültede
BİRİNCİ BÖLÜM
öğretim üyesi ve Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı olarak
Z E Y N Ü D D İ N H Â F Î ' N İ N HALÎFELERİ V E Z E Y N İ L İ Ğ İ N YAYILIŞI
görevini s ü r d ü r e nÖngören'in Osmanlılar'da Tasavvuf:
Anadolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ isimli bir eseri İz
I. Z E Y N Î L İ Ğ İ N HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI 33
Yayınları arasında çıkmıştır (İstanbul 2 0 0 0 ) .
A. Muhammed Tebâdegânî 33
) 1. Derviş Muhammed Bîhre 36
2. Derviş Seyyid Hasan 36
3. Mevlânâ Vecîhüddin 37
4 . Derviş Muhammed Gâzergâhî 38
5. Ali Şir Nevâî 38
B. Sadreddin Revvâsî 39
C. Derviş Ahmed Semerkandî 40
D. Mahmud Hisârî 45

II. H İ C A Z BÖLGESİ İLE SÛRİYE V E MISIR'DA YAYILIŞI 47


A. Şeyhü'l-harem Abdülmu'tf Mağribî ve Mekke'de Zeyniyye
Tekkesi 47
B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi 50
C. Mevlânâ Muhammed Horasânî ve Mekke-Medîne-Halep Hattı.. 5 6
D. Abdlilkerîm Halîfe ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi 58
E. Seyyid Safiyyüddin Îcî ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni 60 KISALTMALAR
F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî ve Salâhiye-Siryakosa Hânkâhları.... 62
G. İbnü'l-Hümâm ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları 65
H. Emînüddin Aksarâyî ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları 68

IH. Z E Y N İ L İ Ğ İ N A N A D O L U V E R U M E L İ ' D E YAYILIŞI 69


A. Şeyh Muhammed 69
B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî 71
C. , Abdüllatîf Kudsî/Makdisî 76
1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi 84
2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi 85
3. Molla Fenârî 89
4. Mevlâ Musannifek 93
5. Tâceddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı 95
6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi 118
7. Âşıkpaşazâde ve §ık Paşa Külliyesi 126
8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye 130
D. Diğer Zeynîler 159

İKİNCİ BÖLÜM
Z E Y N Î L İ Ğ İ N ÂDÂBI V E Ö Z E L L İ K L E R İ
BSOAS Bulletin of the School of Oriental and African Studies
I. Şeyhe Bîat ve Tarîkata Giriş 170 DBİA Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi
II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıtk ve İstimdât 172 DI Der islam
III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi 175 DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
IV Zikir Şekli ve Evrâd 178 İA İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı yayını
V Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli 181
İAD İslâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies
VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi .187
KAM Kubbealtı Akademi Mecmuası.
VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd 189
OA Osmanlı Araştırmaları/The Journal of Ottoman Studies
SONUÇ: Z E Y N İ L İ Ğ İ N TESİRİNİ YİTİRİŞİ 195 TD Târih Dergisi
TM Türkiyat Mecmuası
BİBLİYOGRAFYA 203 TTEM Türk Târih Encümeni Mecmûası
İNDEKS 215 VD Vakıflar Dergisi
ÖNSÖZ

tkisini asırlar boyu devam ettiren tasavvuf ekolleri olduğu gibi,


belli bir süre etkili olduktan sonra târihteki yerini alan ekoller de
vardır. Araştırmamızın konusunu teşkil eden Zeynılik, XV Yüzyılda
ortaya çıkışının ardından kısa sürede üç kıtaya yayılarak halkla birlik-
te üst düzey âlim ve yöneticilerin de dikkatini çekmeyi başardığı hal-
de, iki asır sonra tesirini yitirmiş olan ekollerdendir. Ortaya çıktığı
Herat şehrinden Horasan, Anadolu, Rumeli, Ortadoğu, Hindistan ve
Kuzey Afrika'ya yayıldığı tesbit edilen bu ekolün bugün izine pek rast-
lanmamaktadır. Zeynîliğin târih içindeki rolünün bu çalışmayla gün
ışığına çıkarılmış olması, kanaatime göre tasavvuf târihine olduğu ka-
dar ilmiye ve siyâset târihlerine de önemli katkılar sağlayacaktır. Faal
olduğu asırlarda aydınlar ve bürokratların gözdesi haline gelen Zey-
nılik hakkında şimdiye kadar Ö. T. İnançer- M. B. Tanman ortak im-
zasıyla yayınlanan Türkçe bir ansiklopedi maddesi (DBÎA, VII, 552-
553) ve Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından hazırlanan Alman-
ca bir makalenin ("Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen
Reiche", Der islam, X X X I X [1964], s. 143-179) dışında müstakil bir
çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmalarda da tarikatın yalnızca Osmanlı
topraklarındaki serüveni özetlenmiştir. Ayrıca Kissling'in makalesin- GİRİŞ
de bir takım yanlışlıkların yanı sıra kasıtlı saptırmaların olduğu da ZEYNİLİĞİN DOĞUŞU
dikkat çekmektedir. Bu tür yanlışlıklara ve saptırmalara yeri geldikçe
elinizdeki araştırmada işaret edilmiştir.
Eserin giriş kısmında Zeynîliğin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî
ve ona ulaşan tarîkat zinciri üzerinde durulmuş, böylece ekolün ana
tarikatlardan hangisi ya da hangilerinin neşvesine sahip olduğu göste-
rilmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde Hâfî'nin halîfeleri vasıtasıyla ay-
rı ayrı devam eden sisilelerin yayıldığı coğrafyalar tesbit edilmiş ve
buralarda kurulan tekke, zâviye, câmî, medrese vb. kurumlardaki ta-
rîkat faaliyetleri kaydedilmiştir. Bu sırada çoğu ilm-i zâhire de vâkıf
olan şeyhlerin eserlerine; husûsiyle tasavvufî mahiyette olanların
muhtevasına işâret edilmiştir. İkinci bölüm Zeynîliğin tasavvuf ekol-
leri arasındaki yerini gösteren özellikleri ve âdâbma ayrılmıştır. Bu
bölümde başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere ileri gelen Zeyniyye
mensuplarının eserlerinden yararlanılmıştır. Sonuç kısmında ise Zey-
nîliğin neden uzun süre etkisini sürdüremediği husûsu üzerinde du-
I. ZEYNÎLİĞİN SİLSİLESİ
rulmuştur.
/^eynîlik ana tarikatlardan Sühreverdiyye'nin bir kolu olup, adını
Böyle bir eserin ortaya çıkmasında özellikle kıymetli hocam Prof.
kurucusu Zeynüddin Hâfî'den almıştır. Şeyh Zeynüddin'in tarî-
Dr. Mustafa Tahralı ile değerli Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Mehmed
kat silsilesi Şeyh Nûreddin Abdurrahman Şibrîsî (veya Şirsî) Mısrî >
İpşirli'nin tavsiye ve teşviklerinin önemli etkisi olmuştur. Her ikisine
Şeyh Cemâleddin Yûsuf Acemî Gûrânî > Şeyh Hüsâmeddin Hasan
de içten saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmak isterim. Çalışmam sıra-
Şimşîrî > Şeyh Necmeddin Mahmud Isfehânî > Şeyh Nûreddin Ab-
sında muhtelif yardımlarını gördüğüm değerli meslekdaşlarım Doç.
düssamed Natanzî vâsıtasıyla Sühreverdiyye tarikatının kurucusu Şi-
Dr. Şükrü Özen ile Dr. Necdet Tosun'a da burada şükranlarımı arzet-
hâbüddin Ömer Sühreverdî'ye ulaşır.1 Bü silsile tesbit edilebildiği
meliyim. Ayrıca eserin neşrini üzerine alan İnsan Yayınları'na da mü-
teşekkirim. Daha başka çalışmalar için Allah'tan "gayret" ve "tevfik"
niyaz ediyorum. Zira gayret de O'ndan tevfik de... Lamiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns tnin hazarâti'l-kuds Tercümesi, İstan-
bul 1980, s. 5 5 1 , 5 6 1 - 5 6 2 ; Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâ-
niye Ktp., Ayasofya, nr. 2 1 5 4 , vr. 17b, 18b; Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed,
Doç. Dr. Reşat ÖNGÖREN eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi
Büyük Çamitca/Üsküdar Furat), İstanbul 1985, s. 68; Nev'îzâde Atâî, Hadâiku l-hakâik fî tekmileti'ş,-
28 Şubat 2003 Şekâik (nşr. Abdülkadir Özcan), II, İstanbul 1989, s. 63; Baldırzâde Mehmed,
Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 119b-120a; Safiy-
yüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hır-
kati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa,
nr. 1197, vr. 33a-b, 44a; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei
ve'l-meâd, İstanbul 1288, s. 140-141; İsmâil Beliğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve
Yukarıda Şihâbüddin Sühreverdî'ye kadar kaydedilen silsile,
kadarıyla ilk önce Zeyniyye ricâlinden Şeyh Vefa'nın (Muslihuddin
içinde Cüneyd-i Bağdâdî'nin de bulunduğu diğer meşâyihle birlikte
Mustafa;, Ö.896/1491) kayıtlarını esas alan Nefehât mütercimi Lâmiî Hz. Ali'ye ulaşmaktadır. Bu sebeple Şeyh Vefâ silsileyi Sühreverdiy-
Çelebi (Ö.938/1531) ile2 Vefâ'nın mürîdi Şâir Safâyî tarafından kay- ye-i Cüneydiyye-i Aleviyye diye kaydetmiştir.5 Yine Zeyniyye ricâ-
dedilmiştir. Safâyî gibi Lâmiî Çelebi de Şeyh Vefâ ile görüşme imkâ- linden olan Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'nin kaydettiği tarîkat silsile-
nı bulmuş olan dönemin önemli müellif-mutasavvıflarındandır. Ay- si ise Veysel Karam vâsıtasıyla hem Hz. Ali'ye hem de Hz. Ömer'e
nı silsile Şekâik müellifi Taşköprîzâde tarafından da değiştirilmeden ulaşmaktadır. Bu silsilede ayrıca İbrahim b. Edhem de vardır. Cü-
kaydedilmiştir. Bununla birlikte Nefehâtü'l-üns'de Şihâbüddin Süh- neyd-i Bağdâdî'den îtibâren yukarıya doğru silsile şu şekilde devam
reverdî'nin halîfelerinden birinin Necîbüddin Ali olduğu, Nûreddin etmektedir: Cüneyd-i Bağdâdî > Cafer el-Huzzâî > Ebû Ömer Is-
Natanzî'nin de Necîbüddin Ali'nin yanında yetiştiği ifâde edilmiş,3 tahrî > Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Nahşebî > Şakîk Belhî > İbrâ-
daha sonraki kaynaklardan Atâî Zeyl'i, es-Simtu'l-mecîd, Semerât, him b. Edhem > Mûsâ b. Yezid er-Râî > Üveys el-Karanî > Ömer
Tıbyân, Mirâtü'l-mekâstd, Tabibzâde'nin Silsilenâme\\ ve Vassâf'ın b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib. 6
Sefine'sinde verilen silsilelerde Şihâbüddin Ömer Sühreverdî ile Nû- Zeyniyye'nin bir de içinde Cüneyd-i Bağdâdî bulunmayıp Ab-
reddin Abdüssamed Natanzî arasına Necîbüddin Ali b. Bozguş Şirâ- dülkâdir Geylânî'nin yer aldığı Hz. Ebû Bekir'e varan bir silsilesi var-
zî de konulmuştur.4 dır. Bu silsileye göre Şihâbüddin Sühreverdî'nin şeyhi olan Ebunnecib
Sühreverdî, Kâdiriyye'nin kurucusu Abdülkâdir Geylânî'den hilâfet
almıştır.7 Bu durumda mezkûr silsileyi Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i
Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân, Bursa 1302, s. 105-106 (Nâşir tarafından
Bekriyye şeklinde isimlendirmek mümkündür.
sayfa kenarına kaydedilmiştir); Kemâleddin Harîrîzâde, Ttbyânü vesâili'l-
hakâik fi beyâni selâsili't-tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, nr. 4 3 1 , II, 102a, Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'nin Rifâiyye tarika-
107a-b; Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-mahâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293, s. tından da hilâfeti bulunması sebebiyle Zeyniyye'nin aynı zamanda
3 8 - 3 9 ; Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-ll (nşr. Mus- Sühreverdiyye ve Rifâiyye'yi cem eden bir tarîkat olduğu belirtilmek-
tafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997, s. 3 6 6 ; Tabibzâde Derviş Mehmed
tedir.8 Rifâiyye'nin kurucusu Seyyid Ahmed Rifâî'ye ulaşan Zeyniyye
Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp.,
Hüdayî Efendi, nr. 1098, vr. 53-54; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ-yt Ebrâr,
silsilesi şu şekilde kaydedilmiştir: Şeyh Zeynüddin Hâfî > Şeyh Ab-
Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 2 3 0 6 , 1 , 263. Güldeste, Tibyan, Tabib- durrahman Şirsî > Şeyh Zahîruddin İsa Mısrî > Şeyh Abdüsselâm
zade'nin Silsilenâme'sı ve Sefîne'de Nûreddin Abdüssamed'in nisbesi "Natan- Kuleybî > Şeyh Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. Ebulferec Fârûkî Vâsıtî
zî" yerine "Nazîrî" şeklinde kaydedilmiştir. "Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî" de > Seyyid Ahmed Rifâî.9
Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde bulunan (nr. 2650) bir yazmadaki silsilede
Halvetiyye Tarîkatı'nın önemli kaynaklarından Lemezâfda ise
"Tâcüddin Hasan Şimşîrî" (vr.4a), Güldeste'de "Hüseyin Şimşîrî", Mir'atü'l-
makâstd ile Sefîne'ât "Hüseyin Hüsâmeddin" şeklinde kaydedilmiştir. Zeyniyye ricâlinden Abdüllatff Mahrûk'un (ö. 1009/1600-01) silsile-
2 Şeyh Vefa'nın kendi eliyle yazdığı silsileden istinsah edilmiş bir nüsha Mar-
mara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Hakses,
5 Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 0 .
nr. 3 5 5 , vr. 16b).
6 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a-b.
3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 2 8 - 5 2 9 , 534.
7 Lâmiî, a.g.e., s. 5 6 2 ; Safâyî, Vasâyâ, vr. 18b; ayrıca bk. Mir'atü'l-makâsıd, s.
4 bk. 1 nolu dipnotta gösterilen yerler. Zeyniyye'nin Nuruosmâniye Kütüphâ-
39.
nesi'nde bulunan bir yazmada (nr.2650) kaydedilen Abdürrahîm Rûmî'ye ka- 8 Tibyân, II, 107b; Vassâf, Sefîne, I, 264.
. dar gelen bir silsilesinde de (vr.2b-4b) Necîbüddin Ali'ye yer verilmiştir. Bu- 9 Tibyân, II, 59b-60a; Vassâf, Sefîne, I, 264.
rada şeyhin adı Ali b. Buzgaş (Bozguş değil) şeklinde harekelenmiştir.
si Şihâbüddin Ömer Sühreverdî'nin şeyhi Ebunnecîb Sühreverdî'ye mış ve bir çok şeyhin sohbetine katılmıştır. Onun istifâde ettiği âlim-
kadar kaydedilmiş ve bu zat vasıtasıyla Zeyniyye silsilesinin Halvetiy- ler arasında Celâleddin Fazlullah Tebrîzî, Celâleddin Ebu Tâhir Ah-
ye ile birleştiği ifâde edilmiştir.10 med Hocendî el-Medenî, Sadreddin Ebulberekât Ahmed b. Nasrullah
Kazvînî, İbnü'l-Cezerî ve Zeynüddin Irakî gibi zâtlar vardır. Zeynüd-
din Irakî'den Medine'de İmam Nevevî'nin Kırk Hadis'ini okumuş, ay-
rıca adı geçen âlimlerin tamâmından icâzet almıştır.14 Bunların yanı
II. ZEYNÎLİĞİN KURUCUSU sıra Şihâbüddin Seyrâmî15 ve Şerif Cürcânî er-Razî'den de ders oku-
ŞEYH ZEYNÜDDİN HÂFİ duğu anlaşılmaktadır.16 Sohbetlerine katılıp feyz aldığı şeyhler ise Şi-
hâbüddin Bistâmı, Şerîfüddin İskenderî, Tâyebâdî [Zeynüddin Ebû
Zeynîlik "Zeynüddin Hâfî" diye meşhur olan Ebu Bekir b. Mu- Bekir], Şihâbüddin Ahmed Fernevî,17 Kemâl Hocendî, İsmail Sîsî ve
hammed b. Muhammed b. Ali tarafından kurulmuştur.11 757 (1356) son olarak kendisinden icâzet aldığı şeyhi Nureddin Abdurrahman
yılında Horasan'ın Hâf şehrinde dünyaya gelen Şeyh Zeynüddin, Mısrî'dir. Zeynüddin Hâfî Tebriz'de faaliyet gösteren Şeyh Kemal
Hicrî sene hesabıyla 81 sene gibi uzun ve bereketli bir ömür sürdük- Hocendî'nin bir müddet hizmetinde bulunduktan sonra Şeyh İsmâil
ten sonra 2 Şevval 838'de (1 Mayıs 1435) Herat'ta vefat etti. Önce Sîsî'nin hizmetine girmiş ve bu zâtın tavsiyesi üzerine de Mısır'a gide-
Mâlin köyünde defnedildi ise de daha sonra kabri Dervişâbâd'a nak- rek Şeyh Nureddin Abdurrahman ile buluşmuştur.18 Hâfî şeyhe mü-
ledildi.12 Ali Şir Nevâî Nefehaf a yaptığı tercümede şeyhin buradan rid olma arzusunu ilk açtığında şeyh kendisinin fakir bir derviş, onun
da Herat'ta bulunan Iydgâh'a (Iydgâh-ı Herat) nakledildiğini ve me- ise bir çok fende imam kabul edilecek ölçüde ilim sâhibi olduğunu be-
zarının yanına büyük bir imârethâne yapıldığını ilâve etmektedir.13 lirterek arzusunu kabul etmek istememişse de Hâfî'nin samîmî ve ıs-
Zeynüddin Hâfî yetişme döneminde Mâverâünnehir, Horasan, Azer- rarlı talebi karşısında zikir telkin ederek irşad halkasına dahil etmiş-
baycan, Irak, Şam, Mısır, Hicaz bölgelerinde pek çok âlimden ders al- tir. 19 Zamânmda "tâliplerin kıblesi" diye tanınan Nureddin Abdur-
rahman, yukarıda silsileler kaydedilirken de gösterildiği gibi, seyru
sülûkünü Cemâleddin Yûsuf Acemî Gürânî'nin yanında ikmâl etmiş-
10 Mahmud Cemâleddin Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-ı Ulviyye [nşr. ti. Rivâyete göre tasavvuf yoluna ilk girişi Mısır'da bir başka şeyhe in-
Mehmed Serhan Tayşî], İstanbul 1993, s. 607. Bazı yerlerde Zeyniyye'nin tisap ile gerçekleşmiş, ancak belli bir müddet eğitimden sonra şeyhi
Halvetiyye'nin bir kolu olduğu şeklindeki ifâdeler bu sebeple olmalıdır.
kendisine sülûkünü Acem diyarından gelecek bir zâtın elinde tamam-
11 Bâzı kaynaklarda şeyhin adı "Ebu Bekir b. Muhammed..." yerine "Ebu Bekir
Muhammed..." şeklinde kaydedilmişse de, Hâfî gerek bâzı eserlerinin başın-
layacağını bildirmiştir. Bu şekilde Yûsuf Acemî'nin eğitimi altına gir-
da gerekse halîfelerine verdiği icâzetnâmelerde adını yukarıda belirtildiği gi-
bi yazmıştır.
12 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik s. 71-73. 14 Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'u'l-lâmi' li-ehli'l-
13 Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Kemal kami't-tâsi', Beyrut ts., IX, 2 6 0 - 2 6 1 ; ayrıca bk. Mezârât-ı Herat, s. 88.
Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979, s. 3 1 8 ; ayrıca bk. Emir Seyyid Abdul- 15 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 8 ; Safî Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi, Reşehât-ı
lah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil 1344 hş., s. 89 (Emir Seyyid Aynü'l-hayât (trc. M. Şerîf el-Abbâsî), İstanbul 1291, s. 3 9 5 .
Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu esere daha sonra 1784'te 16 Sehâvî, IX, 260.
Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından, 1931'de Muhammed Sıddîk He- 17 Sehâvî, IX, 261.
revî tarafından ilâveler yapılmış, en son eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî ta- 18 H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfî of Khurâsân
rafından da genişçe bir tâlîkât ilave edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır); and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS),
Mecdî Mehmed Eferidi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercü- LIII/1 (1990), s. 58-59.
mesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989, s. 92. 19 Sehâvî, IX, 261.
miş ve yirmi günden az bir süre içinde sülûkünü ikmâl ederek irşad nüddin HâfT'nin Horasan'dan Mısır'a tekrar gidişi şeyhinin emri üze-
için icâzet almıştır. Yaşı ilerlemiş olduğu için icâzetnâmede Yûsuf Ace- rine gerçekleşmiştir. Zira Şeyh Nûreddin Abdurrahman, Hâfî'riin se-
mî'nin kendisine "birader" diye hitap ettiği belirtilmektedir.20 mâ meclislerine katıldığını haber almış ve tarîkat anlayışı açısından
Zeynüddin Hâfî, Nureddin Abdurrahman Mısrî'nin yanındaki uygun bulmadığı bu davranışından dolayı onu te'dib için elçi gönde-
manevî eğitiminde kemâle ulaştıktan sonra şeyhi tarafından son ola- rip Mısır'a çağırmıştır.24
rak yedi günlük halvete konmuş ve icâzet almıştır. Şeyhin kendisine
yazdığı Arapça icâzetnâmede21 bu halvetin safhaları şu şekilde anla- A. Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'da Kurdurduğu Tekkeler
tılmaktadır:
Şeyh Zeynüddin irşad faaliyetlerini memleketi olan Hâf şehrinin
"...Allah Teâlâ yedi günde fazlı ile lütufta bulundu, mevhibeler ka- Berâbâd köyünde bir hânkâh ile bir tekke (ribat) yaptırarak irşad fa-
pılarını açtı. Dördüncü gecede hakikat makamından tevhid makamı- aliyetlerini sürdürmüştür. 812 (1409) senesinde hazırlanıp 830
na kadar bütün makamların derecelerine yükselterek açılan mevhibe (1427) senesinde tescil ettirildiği anlaşılan vakfiyesinde bu iki dergâ-
kapılarını daha da arttırdı. Yedinci gün tamamlanmadan önce cem' hı Hâff kendisinin yaptırdığını belirtmekte ve ayrıca Bâherz şehrinin
hâlini müşâhede ederek tefrika kaydından kurtuldu. Yedinci günün Serbâlâ mezraasmda bir tekkenin daha yapılmakta olduğunu bildir-
bitmesinden sonra ona Zât'taki hakîki tevhid nurları zuhûr etti ki, bu mektedir.25 Hâft ayrıca 825'te kaleme aldığı el-Vasâya'l-kudsiyye
hâle ehl-i hakikat dilinde 'cem'u'l-cem' denir. Şeyh Zeynüddin kuvvet- isimli eserinde bir vesileyle Nurâbâd zâviyesinde halvete oturduğun-
li bir istîdâda sahip olduğu için hâlâ terakkî etmektedir. Ben Cenâb-ı dan sözetmiştir.26 Bu zâviye yukarıda kaydedilen Berâbâd köyündeki
Hak'tan ümid ederim ki, onu o makamın tamâmına eriştirsin, beka-i hânkâh ve ribattan ayrı üçüncü bir tekke olabileceği gibi, bu iki tek-
dâim ile bâkî kılstn, müttakîlere imam yapsın".22 keden biri de olabilir. Zîrâ Nurâbâd, kaydedildiğine göre, Hâf'm Be-
Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetinde bulunmak için memleketine râbâd köyünün batısında bulunan bir mezraamn adıdır.27 Şeyh Zey-
dönerken, şeyhinden aldığı bu icâzeti Bağdat'ta kaybetmiştir. Uzun nüddin, adı geçen vakfiyede ifâde edildiği şekliyle Hâf'ta kurulan iki
bir müddet geçtikten sonra Horasan'dan tekrar Mısır'a gitmiş, ne var tekke (hânkâh ve ribat) ile, Bâherz'de yapılmakta olan tekke için He-
ki bu sırada şeyhi âhirete göçtüğü için onunla buluşma imkânı bula- rat'ın Dervişâbâd köyünü, Hâf, Bâherz ve Herat'ta bulunan bir kısım
mamıştır. Ancak şeyhin halvethânesine girdiğinde icâzetnamesini bir- mezraa, bağ ve su kanallarını vakfetmiştir.28 Öte yandan Şeyh Zey-
kaç harf eksiğiyle orada bulmuştur.23 Sehâvî'nin kaydına göre, Zey- nüddin'in, halîfesi Abdurrahim Rûmî'ye Muharrem 832'de (Ekim
1428) yazdığı icâzetnâmeden Herat'ın Dervişâbâd köyünde de bir
20 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 . dergâhın bulunduğu anlaşılmaktadır.29
21 Yaklaşık yarım sayfa kadar olan bu icâzetnâme Nefehât'ta kaydedilmiştir. Bir
nüshası da Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphânesi'nde bulun-
maktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lb). 24 Sehâvî, IX, 261.
22 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. 25 Pâkistan' ın Islâmâbâd şehrindeki Gencbahş Kütüphânesi'nde bulunan bu
23 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 72. Bu olayı an- Arapça vakfiye Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak tarafından neşredilmiştir ("Va-
latan Şeyh Zeynüddin Hâfî devamla halvethânenin mazbut olmadığını, hatta kıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir Hâfî", Mişkât, X X I I [1989], s. 197-198). Bu
oraya vardığında kapısının bile açık olduğunu belirterek şöyle demektedir: vakfiyeden beni haberdâr eden Necdet Tosun'a teşekkür ederim.
"Acaba halvethânedeki icâzetnâme asıl icâzetnâmenin müsveddesi miydi, yok- 26 Zeynüddin Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymaniye Ktp., Murad Buharı, nr.
sa şeyhim nûr-i velâyetle icâzetnameyi kaybedip Mısır'a geri döneceğimi bile- 2 1 0 , vr. 30a.
rek onu benim için ikinci defa mı yazıp oraya bırakmıştı bilemiyorum? Her 27 Hâfî, Vaki/nâme, s. 194.
hâl ü kârda onun böyle bir halvethânede uzun müddet kalması kerâmetten 28 bk. Hâfî, Vaktfnâme, s. 194-198.
başka bir şey değildir" (bk. Adı geçen eserlerin belirtilen yerleri). 29 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 554.
B. Zeynüddin Hâfî'nin İdarecilerle ve Diğer Tarîkat kısım rûyâların yorumu için mürîdi Sa'deddin Kaşgarî'yi Zeynüddin
Hâfî'ye göndermiş olması da Hâfî'nin Nakşîler nezdindeki îtibârını
Mensuplarıyla İlişkileri
ortaya koyan bir başka husustur. Şöyle diyor mürîdini gönderirken
Şeyh Hâfı Horasan bölgesinde başlattığı bu irşad faaliyetleriyle
Nizâmeddin Hâmuş: "Ol vâkıalardan çok havf eyleme (korkma). Çün
halkın yanı sıra, yöneticilerin ve farklı tarîkata mensup şeyhlerin de
gidersin onları Mevlânâ Zeynüddin Hazretlerine arzeylersin ki, o
dikkatini çeken bir şahsiyet olmuştur. Onun Timur'un oğlu Şah
merd-i müteşerrîdir ve câdde-i sünnet üzere sâbittir."36
Ruh'la Tebriz sultânı İskender arasında başlamak üzere olan bir sava-
şı önlemiş olması,30 devlet adamları nezdindeki etkisini göstermesi I Bâzı kaynaklarda Akşemseddin'in Hacı Bayram'a mürid olmadan
bakımından önemlidir. Ayrıca devrin önemli şahsiyetlerinden Emir önce Zeynüddin Hâfî'ye intisap etmek için yola çıkıp Halep'e kadar
Kıvâmüddin Sincânî (ö. 25 Zilhicce 819/13 Şubat 1417) ile karşılıklı gittiği kaydedilmektedir.37 O dönemde Hâfî'nin Anadolu'daki şöhre-
yazıştıkları da nakledilir.31 Tarîkat erbabından özellikle Nakşîler'ın tini göstermesi halamından oldukça önemli olan bu hâdise, Akşem-
Zeynüddin Hâfî ile iyi ilişkiler kurdukları ve görüşlerini büyük ölçü- seddin üzerine müstakil bir çalışma yapan Ali İhsan Yurd tarafından
de takdir ettikleri anlaşılıyor.32 Örneğin Nakşibendiyye'nin kurucusu imkansız görülmüştür. Yurd'un ileri sürdüğü en önemli gerekçe Ak-
Bâhâeddin Nakşibend'in önde gelen halifelerinden Muhammed Pâr- şemseddin'in bir eserinde Zeynüddin Hâfî'yi tenkit etmiş olmasıdır.38
Bize göre bu isâbetli bir gerekçe değildir. Zira tasavvuf târihinde, ön-
sa ile Hâfî arasındaki dostluğun çok ileri derecede olduğu görülmek-
ceden beğenmeyip tenkit ettiği bir şeyhe daha sonra bir vesîleyle mü-
tedir. Pârsa onun için "Âlim ve âriflerin temizi, sünnet sancağını yü-
rid olan bir çok kimse vardır. Ancak bu olayı kaydeden müelliflerden
celten, bid'atlerle mücâdele eden, şerîat, tarîkat ve hakîkat yolunun
Lâmiî ve Taşköprîzâde hâdisenin meydana geldiği târihle alâkalı her-
yolcusu, kalplere şifâ veren, efendimiz, mevlâmız..." gibi ifâdeler kul-
hangi bir şey söylemezken, eserini bu iki müelliften sonra kaleme alan
lanırken,33 Hâfî de Pârsa için "Avâm ve havâssın mürşidi, şeyhü'l-ıs-
Enîsî 840 târihinde meydana geldiğini belirtmiştir. Eğer bu târih doğ-
lâm, ulemânın önderi, evliyânın zübdesi" gibi tâbirler kullanmıştır.
ru kabul edilecek olursa o zaman Ali İhsan Yurd'un kanâatini kabul
Muhammed Pârsa 822 (Ocak 1420) senesinde hac sonrası uğradığı etmek gerekir. Zira Zeynüddin Hâfî'nin belirtilen târihten iki sene
Medine'de vefat ettiğinde, o târihte Mısır'da bulunan Zeynüddin Hâ- önce; 838'de vafat ettiği bilinmektedir. ^
fî bir mezar taşı hazırlatarak Pârsa'nın kabri başına götürüp dikmiş-
tir.35 Bir başka Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmuş'un, gördüğü bir

30 Sehâvî, IX, 262. C. Zeynüddin Hâfî'nin Zeynîlik Prensiplerini


31 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 3 - 5 6 4 ; Nevâî, Nesâytm, s. 318-319. Ortaya Koyduğu Eserleri
32 Nakşibendiyye'nin kurucusu Bâhâeddin Nakşibend'in (ö. 7 9 1 / 1 3 8 9 ) bir hac
yolculuğu sırasında Herat'a uğrayıp Zeynüddin Hâfi'yi ziyaret ettiğine dair
Zeynüddin Hâfî irşad faaliyetlerini muhtelif bölgelere yaptığı se-
bilgiyi (Hamid Algar, "Bâhâeddin Nakşibend", DIA, IV, 459) ihtiyatla karşıla- yahatler sırasında oluşturduğu sohbet meclislerinin yanı sıra tasavvuf
mak gerekir. Nitekim Reşehât Tercümesi'nde onun Herat'ta ziyaret ettiği za-
tın adı "Zeynüddin Ebu Bekir Tâibâdî [Tâyebâdî ?]" şeklinde kaydedilmiştir
ki (s 81) bu zât, yukarıda belirtildiği gibi, Hâfî'nin sohbetlerine katılıp feyz
36 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181.
aldığı şeyhlerdendir. Aynı eserin bir çok yerinde Zeyniyye'nin kurucusu olan
37 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 6 8 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 2 6 - 2 2 7 ; Emir
Şeyh Zeynüddin ise "Hâfî" nisbesiyle anılmaktadır. Hüseyin Enisî, Menâktb-t Akşemsedditı (nşr. Ali İhsan Yurd-Mustafa S. Kaça-
33 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 547. lin, Akşemsedditı Hayatt ve Eserleri içinde), İstanbul 1994, s. 130; Hoca
34 Zeynüddin Hâfî, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., Ismıhan Sultan, nr. Sa'deddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, İstanbul 1279-1280, II, 519.
2 8 3 , vr. 63a. . u
38 Ali İhsan Yurd, Akşemsedditı Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve eklemelerle ya-
35 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 92; Mecdı, s. 2 6 9 . yına sunan Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994, s. 23-24.
prensiplerini ve tarikatın âdab ve erkânını anlattığı eserler kaleme al- tercümelerin bir kısmında metne sâdık kalınmış,43 bir kısmında ise
mak suretiyle de sürdürmüştür. Onun yazdığı eserler arasında ehVa- bâzı ilâve açıklamalara yer verilmiştir.44 Hâfî'nin 825'te Kudüs'te Va-
sâya'l-kudsiyye'nin tarîkatm temel esaslarını belirlemesi bakımından sâya'l-Kudsiyye'nm yanı sıra kaleme aldığı bir başka eseri Silsiletü's-
ayrı bir önemi vardır. Bir çok nüshası bulunan bu eseri Hâfî mürid- sûfiyye' dir.45
lerinin talebi üzerine 825'te (1422) Kudüs'te müsvedde olarak kale- ^Zeynüddin Hâfî bir diğer eseri Menhecü'r-reşâd.'ı ise Farsça olarak
me almış, daha sonra Horasan'a gittiğinde bâzı kısımlarını değiştire- Herat'ta kaleme almıştır. Ehl-i Sünnet inancı ve buna uygun tarîkat
rek son şeklini vermiştir.39 Kudus'te yazıldığı için Kudsiyye nisbesiy- anlayışının anlatıldığı bu eserin tam adı kapağında "Menhecü'r-reşâd
le anılan bu Arapça eserin sonraki yıllarda özetlenerek istinsah edil- fî îtikâdi'l-ibâd" şeklinde kaydedilmişse de, giriş kısmında müellif adı-
diği de görülmektedir.40 Eser Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Mu- nı Arapça-Farça bir terkiple "Menhecü'r-reşâd râ Vâsıta-i Salâh-ı
hammed Tebâdegânî41 ve Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe Bursevî Itikâd -ı İbâd" şeklinde kaydetmiştir.4^ Vasâya'l-Kudsiyye gibi bu eser
tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.42 Eserin Türkçe'ye yapılmış de Hâfî'nin tasavvufî görüşlerini ve tarîkat anlayışını yansıtması bakı-
daha başka tercümeleri de vardır. Mütercimleri tesbit edilemeyen bu mından oldukça önemlidir. Zeynüddin Hâfî tarîkatta okunacak "ev-
râd" ve "hizb"i de Arapça küçük bir risâle hâlinde kaleme almıştır. Sa-
bahları okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-subh" şeklinde kaydedilmiş,
39 Eserin nüshaları için bk. Nuruosmâniye Ktp., nr. 2650, vr. 5 b - l l l b (istinsah:
Edirne 868, küçük boy, 9 satır); Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 ,
peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlığıyla diğer okunacak duâlar
vr. 2b-44b; Ayasofya, nr. 3 7 , vr. 66b-90b; Ayasofya, nr. 2 1 5 5 , vr. lb-63a; kaydedilmiştir.47 Bu virdler iki cildlik bir duâ mecmuasının ikinci cil-
Esad Efendi, nr. 3 5 3 7 , vr. 44b-75b; Reşid Efendi, nr. 1162, vr. 121b-170b;
Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. 5b-48b. Eseri önce müsvedde olarak kaleme aldı-
ğını ve bâzı kısımlarını Horasan'da değişitirdiğini müellif eserin içinde ifâde 43. bk. Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 1347, vr. 2b-110a (Bu tercüme cümle
etmektedir (bk. Süleymâniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 2 1 0 , vr. 37b, 44b). Ese- cümle yapılmıştır); Süleymâniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. lb-45a (Bu
ri Kudüs'te 825'te tamamlandığı ise, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş tercümenin baş tarafında (2a) mütercim, eserin daha önce bir zât tarafından
olan bir nüshanın sonunda kayıtlıdır (bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, tercüme edildiğini, fakat burada müellifin bâzı görüşlerinin tam yansıtılmadı-
nr. 157, vr. 37b). Eser Keşfü'z-zunûn'Az yukarıda kaydedildiği şekilde Vasâ- ğını ileri sürmüş ve bu sebeple tekrar tercüme ettiğini belirtmişti).
ya'î-Kudsiyye ismiyle Zeynüddin Hâfî'ye nisbet edildikten sonra (Kâtip Çele- 44 bk. Süleymâniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 4 3 8 , vr. 335b-384b (Bu tercümede
bi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fiinûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şe- özellikle İbnü'l-Arabî'nin "hatmü'l-velâye" görüşüyle ilgili yapılan açıklama
refeddin Yaltkaya], İstanbul 1 3 6 0 - 6 2 / 1 9 4 1 - 4 3 , II, 2 0 1 2 ) Keşfü'z-zunûn'un dikkat çekmektedir); İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Er-
zeyli îzâhu'l-meknûn'da Vasıyyetü'l-ârifîn diye de bir eserin Hâfî'ye nisbet gin, nr. 845, vr. lb-64b; Millet Ktp., Ali Emîrî/Şer'iyye, nr. 876, vr. lb-30b.
edilmiş olması (Bağdatlı İsmail Paşa, İzâku'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zu- 45 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur Supplementband,
nûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltka- Leiden 1938, II, 2 8 5 .
ya], İstanbul 1945-47, II, 711), bunların farklı risâleler olduğunu hâtıra getir- 46 Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, vr. 4b-77a; Hacı Mahmud, nr.
mekteyse de bu hususta kesin bir bilgi elde edilememiştir. 2829, vr. lb-45a. Hacı Mahmud nüshasının kapağında Arapça şöyle bir dört-
40 Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Kasîdecizâde, nr. 757, vr. 13b-16b. lük vardır:
41 Nevâî, Nesâyim, s. 397. Yâ sâlike mesleki'l-ibâd / Da' minke tarîkate'l-inâd
42 bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nuri Ergin, nr. 1273, vr. Fi sıhhati mezhebin ve dîn / Yekfî bike Menhecü'r-reşâd.
(23b-126a); nr. 920, vr. (lb-77b). Mütercim olarak kaydedilen Hacı Halîfe (Ey sâlik! Din ve mezhep hakkında sağlam bilgi için Menhecü'r-reşâd sana yeter)
Bursevî muhtemelen Kastamonulu Şeyh Abdullah (Ö.894/1489) olmalıdır. 47 Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2100, vr. 82b-85a.
Bursa'da Abdüllatîf • Kudsî'nin açtığı dergahta Tâcüddin İbrahim Karamâ? 48 [Mecmûa], (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid Abdülbâkî Dede), ts.,
nî'den sonra posta oturduğu bilinen bu zât Hacı Halîfe diye tanınmıştı. II, 612-615.
di içinde Evrâd-t Şerife-i Zeyniyye adıyla neşredilmiştir.48 Bu evradı dir.55 Sehâvî'nin bir kaydından onun Farsça şiirler yazdığı ve talebe-
Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî (Ö.841/1437-38) şerhetmiştir (Şerhti lerine derste bunların açıklamasını yaptığı anlaşılmaktadır.56 Molla
Evrâdi'z-Zeyniyye).49 Evrâdm ayrıca meşhur âlim Kutbuddin İzni- Câmî onun Emir Kıvâmüddin Sincanî ile yaptığı yazışmalar sırasında
kî'nin oğlu Mehmed İznikî tarafından Tenvîru'l-evrâd ismiyle Arapça kaleme aldığı Farsça beyitlerinden bir kaçını açıklamalarıyla birlikte
olarak yapılmış bir şerhi daha bulunmaktadır.^0 Bu şerhte İznikî, vird- kaydetmiştir.57 Ayrıca Vasâya'l-Kudsiyye'nin bir yerinde (vr. 37b) Hâ-
lerin mânâsını açıklarken bunların kişiye sağladığı faydalar, belli adet- fî, âlem-i kebîr ile âlem-i sağîri, bu iki âlemin birbirleriyle ve Allah'ın
lerde ve düzende okunmasının hikmetleri üzerinde de durmuştur. sıfatlarıyla irtibâtını, yaratıcının insanı bu âlemlerden süzmesini (ıstı-
Zeynüddin Hâfî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri, tarîkat ehli için fâ) ve onu mazhar-ı irfan kılmasını anlatan bir risâle yazacağını haber
gerekli olan bir kısım nasîhatları kaydettiği Arapça Mir'atü't-tâli- vermişse de, anlaşıldığı kadarıyla bunu gerçekleştirme fırsatı bulama-
bîn'i,51 mürîdin davranışlarını, tarikatın rükünlerini, tasavvufun mış, ancak onun bu arzusu daha sonra Zeyniyye ricâlinden Mustafa
edeplerini ve makamları kısa maddeler hâlinde anlattığı Farsça Adâ- b. Muallim'in ilgili konu hakkında 22 Ramazan 909'da (9 Mart
bü's-sûfiyye'si,52 halîfelerinden Ahmed Semerkandî'ye 821'de (1418) 1504) mâna âleminde kalbine ilham olunan bilgileri yazması suretiy-
Herat'ta yazdığı nasihatlerden oluşan Arapça bir risâlesi53 ile zühdle le gerçekleşmiştir. Müellif girişte eserini Hâfî'nin arzusunu yerine ge-
alâkalı 825'te kaleme aldığı bildirilen bir risâlesidir.54 Zeynüddin Hâ- tirmek için kaleme aldığını belirtmektedir. Arapça üç varaktan ibaret
fî'nin telif ettiği bu eserlerin yanı sıra 826'da Dervişâbâd'da Şihâbüd- olan ve bir nüshası Köprülü Kütüphânesi'nde bulunan bu eserin ba-
din Sühreverdî'nin Avârifü'l-maârif me hâşiye yazdığı belirtilmekte- şında yine Arapça olarak "Hâzâ Risâletün mev'ûdetün an işâreti'ş-
Şeyh Zeynüddin Hâfî" ibâresi yazılıdır.58

49 Keşfü'z-zunûtı, I, 2 0 0 - 2 0 1 ; Bağdatlı îsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l- Hâfî adı geçen Vasâyâ'nm sonunda da (vr. 43 a) tevhîdin mertebe-
müellifîn ve âsâru'l-musanniftn (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mah- leri, tevhid, ittihad ve vahdet arasındaki fark, tecellî-i Zât ve tecellî-i
mud Kemal), İstanbul 1 9 5 1 - 5 5 , 1 , 7 3 1 ; Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Mü- sıfatın mertebeleri v.b. konularla ilgili bir risâle yazmayı planladığını
ellifleri, İstanbul 1333, 1, 352. belirtmektedir. Muhtemelen bu planı, işâret edilen konuları da ihtivâ
s0 Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 , vr. lb-37b. Rebîulâhir
ettiği görülen Menhecü'r-reşâd isimli eserini kaleme almak sûretiyle
863 (Şubat 1459) tarihini taşıyan bu nüshadan başka eserin Süleymaniye Kü-
tüphânesi'nde bir çok nüshası bulunmaktadır (Mesela bk. Laleli, nr. 1593, vr. gerçekleştirmiştir.
lb-54a; Halet Efendi, nr. 7 9 7 , vr. 87b-122b). Mecdî, Sultan II. Murat devri
âlimlerinden Balat kadısı Abdüllâtif Efendi için "Ve dahî Evrâd-ı Zeyniyye'yi
bir güzel kitab eyledi" demektedir (Şekâik Tercümesi, s. 124). Bu ifâde ile kas-
tedilenin tercüme mi? şerh mi? yoksa istinsah mı? olduğu tam anlaşılamamış- 55 Hâşiyenin bir nüshasının İran Senato Kütüphânesi'nde 3 3 5 5 numarada kayıt-
tır. lı olduğu belirtilmektedir (Bu bilgiyi Ebu Mansur Abdülmü'min İsfehânî'nin
51 H. T. Norris, "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâfı of Khurâsân Farsça Avârif tercümesini bir mukaddime ile neşreden [Avârifü'l-maârif, Tah-
and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African Studies (BSOAS), ran 1985] Kasım Ensârî vermiştir, bk. Mukaddime, s. 18). Mahmud Fâdıl
LIII/1 (1990), s. 57-63. H. T. Norris iki buçuk sayfa kadar olan bu eseri İngi- Yezdî Mutlak ise nüshanın Meclis-i Şûrây-ı İslâmî [Millî ?, Tahran] Kütüphâ-
lizce tercümesi ve kısa bir değerlendirme yazısıyla birlikte adı geçen makale nesi'nde 3 2 5 5 numarada kayıtlı olduğunu belirtmektedir (bk. Hâfî, Vaktfnâ-
içinde neşretmiştir. me, s. 188); ayrıca bk. Süleyman Uludağ, "Avârifü'l-maârif", Türkiye Diyanet
52 bk. Süleymaniye Ktp., Uşşâkî, nr. 23, vr. 78b-82b. Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DIA), IV, 110.
53 bk. Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b. 56 Sehâvî, IX, 261.
54 Cari Brockelmann, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1938, II, 57 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564.
266. ss bk. Köprülü Ktp., nr. 1231, vr. lb-3b.
BİRİNCİ BÖLÜM

ZEYNÜDDİN HÂFÎ'NİN HALÎFELERİ


VE ZEYNÎLİĞİN YAYILIŞI
O öhreti daha hayatta iken çok geniş bir çevreye yayılmış olan Zey-
T nüddin Hâfî, zamâmnın çoğunu mürid yetiştirmeye ayırmıştır. Ye-
tiştirip icâzet verdiği halîfeleri vâsıtasıyla mesajını özellikle Horasan,
Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleri ile Sûriye, Mısır ve Hindistan'da
önemli bir kitleye ulaştırmayı başardığı görülmektedir. İleri gelen ha-
lîfeleri ve bunların faaliyet alanları üzerinde ileride genişçe durulacak
ı olan Hâfî'den icâzet alanlar arasında yeğeni Alâeddin b. Seyyid Afî-
I füddin1 ve muhtemelen, oğlu Şeyh Yahya da bulunmaktadır.2 Ayrıca

f 1 Sehâvî, IX, 261.


2 Nevâî, Nesâyim, s. 408. Şeyh Yahya'dan bahseden Ali Şir Nevâî, onun baba-
sından icâzet aldığını açıkça belirtmemiştir. Ancak ifâdelerinden bunu çıkart-
mak mümkün olmaktadır. İlgili bölümde onu "Şeyh Yahya kaddesallahu taâlâ
sırrehu" başlığı ile kaydedip, Zeynüddin Hâfî'nin oğlu olduğunu ve zühd ve
I takvâda çok ileri dereceler elde ettiğini belirttikten sonra mürid yetiştirmek-
le meşgul olmadığını söylemiştir. Şeyh olarak takdim edildiği halde mürid ye-
tiştirmekle meşgul olmadığı belirtildiğine göre, irşâd için izinli olmadığı anla-
şılmaktadır. Tarîkat icâzetini babasından almış olmalı ki, ayrıca intisap ettiği
1 bir şeyhin adı zikredilmemiştir. Zeynüddin Hâfî daha önce temas edilen vak-
fiyesinde vakıf gelirlerinin sarfedileceği yerleri zikrederken çocukları ve eşi-

/
dönemin tanınan âlimlerinden Hâce Şemsüddin Muhammed Kûsevî Çok küçük yaşında Hâfî'nin şeyhi Abdurrahman Şirsî'den zikir al-
(Ö.21 Cemâziyelevvel 863/26 Mart 1459), 3 Mevlânâ Şemsüddin Mu- dığı belirtilen ulemâdan Ebulfeth Şemsüddin İskenderî de (Müham-
hammed b. Esed (ö. 8 64/1460), 4 meşhur âlim Şemsüddin Serahsî'nin med b. Atıyye el-İskenderî, ö. 18 Zilhicce 906/ 5 Temmuz 1501) Zey-
oğlu Mevlânâ Ebulhayr Ahmed (Ö.887/1482),5 allâme Ahmed b. nüddin Hâfî'den hırka giyenlerdendir.10 Hızırnâme isimli manzum
Şa'bân b. Şihâbüddin (Ö.916/1510),6 Seyyid Ali Horasânî7 Hâfî'ye eserin sâhibi Hamîd-ili'nden Muhyiddin Çelebi (ö.l476'dan sonra)
mürid olanlardandır. Sehâvî'nin kaydına göre Zeynüddin Hâfî 824'te ise Hâfî'ye müntesip olduğunu eserinde belirtmektedir.11 Süleymâni-
(1421) Kahire'de bulunduğu sırada bir çok kimse ile birlikte İzzeddin ye Kütüphânesi'nde bulunan (Dâru'l-Mesnevî, nr. 158) Zeynüddin
Hanbelî'ye de zikir vermiş, ayrıca Cemâleddin Mürşidî el-Mekkî, Ce- Hâfî'ye ait Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserin müellif nüshasıyla mukabe-
mal b. Celal Neyrizî ve Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed b. Abdul- le edilmiş nüshasının kapağındaki bir kayıtta, Tebriz'de vaaz ve nasî-
lah, ö. 861/1457 civârı) gibi âlimler de onun sohbet meclislerine ka- hatla meşgul olan Şeyh Mahdûmî diye bir Zeyniyye şeyhinin bulun-
tılmışlardır. Tâvusî ondan diğer bâzı talebeleriyle birlikte Farsça şiir- duğu ifâde edilmiştir. Mürşidi belirtilmeyen bu zâtın da Hâfî'nin ya-
lerini okumuştur.8 Ayrıca Şeyh Hâfî yukarıda belirtilen tarihte Mısır'a nında yetişmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
gittiğinde meşhur hadis hâfızı İbn Hacer Askalânî'nin (ö. 852/1449)
Nüzhetü'l-havâtır''âz meşhur kıraat âlimlerinden olduğu bildirilen
onu karşılama sadedinde övücü iki beyit söylediği, şeyhin de ona üç
ve 130 yıl yaşadığı nakledilen Şeyh Abdülmelik el-Gaznevî'nin de (ö.
beyitle karşılık verdiği kaydedilmiş, ancak İbn Hacer'in şeyhe intisap
Receb 956 / Temmuz-Ağustos 1549) Herat'ta Zeynüddin Hâfî'ye in-
edip etmediğinden söz edilmemiştir.9
tisap ettiği, uzun müddet hizmetinde bulundutan sonra icazetle adı
geçen şehirde faaliyet göstermekte iken şöhretini duyan Sikender Şah
nin adını da zikretmiştir. Burada Yahya'nın tam adının Nizâmeddin Yahyâ ol- tarafından Hindistan'a davet edildiği, Agra'ya yerleşerek pek çok
duğu görülmektedir. Diğerlerinin isimleri şöyledir: Nûreddin Muhammed,
Hintlinin kendisine mürid olduğu belirtilmiştir.12 Ancak Zeynüddin
Burhâneddin İbrâhim, Şihâbüddin İsmâil, Âişe, Fâtıma ve Mübâreke. Eşinin
adı ise Fâtıma Cânî Hân şeklinde kaydedilmiş ve merhum melik İhtiyâruddin Hâfî 1435'de vefat ettiğinde on iki yaşlarında olması gereken Abdül-
es-Selûmedî'nin kızı olduğu belirtilmiştir (Hâfî, Vaktfnâme, s. 197). Erkek ço- melik'in şeyhin yanında sülûkünü tamamlamış olması mümkün değil-
cuklarının adını Sehâvî de kaydetmiştir (bk. ed-Dav'u'l-lâmi', IX, 260) dir. Bununla birlikte çocukluğunda Hâfî'nin sohbetlerine katıldığı,
3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 5 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 1 9 . daha sonra halîfelerinden birinin yanında yetiştiği düşünülebilir. Ni-
4 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 1 2 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 9 5 . Nevâî ismi "...Mu-
tekim aynı kaynakta onun kıraat ilmini Herat'ta Şeyh Mahmud Tebâ-
hammed b. Esed" şeklinde değil de "...Muhammed Esed" şeklinde kaydetmiş-
tir. degânî'den öğrendiği nakledilmektedir.13 İleride kaydedileceği gibi
5 Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 9 . Ali Şir Nevâî ayrıca Mevlânâ Tâcüddin Ahmed Şice- Hâfî'nin ileri gelen iki âlim halifesinden birinin Şeyh Muhammed Te-
nî'nin önceleri Zeynüddin Hâfî'nin mürîdi iken daha sonra Nakşibendiy- bâdegânî olduğu biliniyor. Eğer burada Muhammed yerine yanlışlık-
ye'den Sa'deddin Kaşgarî'ye intisap ettiğini belirtmektedir (Nesâyim, s. 407).
6 Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire (nşr. Cebrâil
Süleyman Cebbûr), Beyrut 1 9 7 9 , 1 , 134-135. Dımaşk 1973, I (ikinci kısım), 8 4 0 ; Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'tı-
7 Gazzî, el-Kevâkib, II, 145. Gazzî'nin kaydına göre Seyyid Ali Horasânî Kadi- nübelâ bi târihi Halebe'ş-gehbâ, Halep 1925, V, 301-302. İbn Hacer ve Şeyh
riyye, Sühreverdiyye ve Rifâiyye'den hırka giymiş olan Haleb şeyhu'ş-şuyûhu Hâfî'nin söylediği şiirler bu eserlerde kaydedilmiştir.
Zeynelâbidîn el-Cezerî'ye Zeyniyye adına bîat alma salahiyeti vermiştir (bk. 10 Gazzî, el-Kevâkib, I, 14-17.
aynı yer). 11 Ahmet Yaşar Ocak, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 418.
8 Sehâvî, IX, 2 6 1 . 12 Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâtır ve behcetü'l-mesâmi'i
9 Sehâvî, IX, 2 6 1 ; İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l- ve'n-nevâzır, Haydarâbâd 1973, IV, 2 1 7 .
habeb fi târihi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde), 13 Nüzhetü'l-havâtır, IV, 217.
la Mahrnud yazılmış ise, o takdirde bu zâtın Hâfî'nin halifesi olduğu kimsesiniz. Eğer şeyhim hayatta iken başka bir şeyhe intisap etmemi
söylenebilir.14 doğru buluyorsanız, o zaman size intisap ederim."

Bâzı araştırmacılar Pır Ilyas Amâsî ile 15 Hoca Sâdeddin Kaşgarî'yi Hâfî bunun üzerine o gece istihâreye yatmasını, kendisinin de is-
Zeynüddin Hâfî'nin müridleri arasında saymışlarsa da, 16 bu doğru tihâreye yatacağını söylemiş ve ertesi gün görülen rûyâlar sebebiyle
değildir. Zira bu zâtlardan Pîr İlyas, Halvetiyye meşâyihinden Sadred- intisap gerçekleşmemiştir. Kaşgarî, Hâfî'nin kendisine istihâreden
sonra şöyle dediğini nakleder:
din Şirvânî'nin uzun müddet hizmetinde bulunduktan sonra Zeynüd-
din Hâfî'nin şöhretini duyup Horasan'a gitmeye karar vermiş, ancak "Tarik cümle birdir. Hep bir yere vâsıl olur. Yine evvelki tarîka
rûyâda Hz. Peygamber (a.s.) kendisinden Pîr Sadreddin'in hizmetinde meşgul ol. Eğer bir vâkıan veyâ bir müşkilin vâkî olursa bize bildir.
kalmasını isteyince bundan vaz geçmiştir.17 Kaşgarî'nin ise gördüğü Kadir olduğumuz kadar meded eyleyelim."19
bir takım rûyâları tâbir ettirmek üzere bağlı bulunduğu Nakşibendiy- Zeyniyye tarîkatı Hâfî'nin yanında yetişen önemli halîfelerden
ye şeyhi Nizâmeddin Hâmuş tarafından Zeynüddin Hâfî'ye gönderil- Muhammed Tebâdegânî, Sadreddin Revvâsî, Derviş Ahmed Semer-
diği kaynaklarda belirtilmekle birlikte ona mürid olduğundan söz kandî, Mahmud Hisârî vasıtasıyla Horasan bölgesi ve civârında, Ab-
edilmemektedir.18 Gerçi Hâfî onun kendisine mürid olmasını istemiş- dülmu'tf Mağribî, Ebulfütûh Nûreddin Ahmed, Mevlânâ Muhammed
tir, ancak Kaşgarî bu talebe özetle şu şekilde mukabelede bulunmuş- Horasânî, Abdülkerîm Halîfe, Seyyid Safiyyüddin Îcî, Ahmed b. Fa-
tur: kih Ali Dimyâtf, Kemâleddin İbnü'l-hümâm, Emînüddin Aksarâyî vâ-
"Ben şu anda Nizâmeddin Hâmuş'a bağlıyım. Sizler güvenilir sıtasıyla Hicaz bölgesi ile Sûriye ve Mısır civârında, Şeyh Muham-
med, Abdurrahim Rûmî/Merzifonî, Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali
b. Muhammed), Abdüllatif Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla da
14 Nüzhetü'l-havâtır'âakl bu bilgiler ayrıca tarikatın Hindistan bölgesinde yayıl- Anadolu ve Rumeli'de yayılmıştır.
dığını göstermesi bakımından önemlidir. Horasan, Suriye, Mısır, Hicaz, Ana-
dolu ve Rumeli'de kimler vasıtasıyla yayıldığını büyük ölçüde tesbit ettiğimiz
bu tarikatın Hindistan bölgesinde hangi şahıslar vasıtasıyla yayıldığım ve sil-
silelerin ne şekilde devam ettiğini henüz tesbit edebilmiş değiliz. Bu hususta
elimize yeni bilgiler geçtiği takdirde eserin sonraki baskılarında ilave etmeyi
planlamaktayız.
15 Purgstall J. R Von Hammer, Devlet-i Osmâniyye Târihi (trc. Mehmed Ata),
İstanbul 1329, II, 153.
16 Hans Joachim Kissling, "Einiges über den Zejnîje Orden im Osmanischen Re-
iche", Der islam (DI), X X X I X (1964), s. 151-152; D. S. Margoliouth-A. S.
Furat, "Zeynüddin", İA, XIII, 556.
17 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 573; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 74; Tâcü't-tevâ-
rîh, II, 4 3 6 - 4 3 7 ; Hulvî, Lemezât, s. 393. Lemezât'ın bir başka yerinde (s.
383) Pîr İlyas'ın Zeynüddin Hâfî'nin Horasan'daki dergâhına kadar gittiği
ifâde edilmekte ve intisâbından açıkça söz edilmemekle birlikte burada şeyh-
le görüştüğü anlaşılmaktadır. Muhtemelen bir kısım araştırmacılar bu kayıt
sebebiyle onun Hâfî'ye mürid olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Lemezât'ın
yukarıda kaydedilen yerinde diğer kaynakların verdiği bilgiye uygun olarak
Hâfî'ye intisap etmekten vazgeçtiği açıkça belirtilmiştir.
18 Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 ; Reşehât Tercümesi, s. 181-182.
19 Lâmii, Nefehât, s. 4 4 2 - 4 4 3 ; Reşehât Tercümesi, s. 182-183.
ZEYNÎLİĞİN HORASAN BÖLGESİNDE YAYILIŞI

A. Muhammed Tebâdegânî (ö. 891/1486)


eyh Zeynüddin Hâfî'den sonra yerine geçen Muhammed Tebâde-
gânî, Horasan bölgesinde şeyhin en etkili halîfesi olmuştur. Tam
Şemsüddin Muhammed olup, 803 (1401) senesinde muhtemelen
Herat'ın köylerinden olan Tebâdegân'da doğmuştur. Daha çocuk yaş-
ta iken köylerine gelen Şeyh Zeynüddin'in sohbetlerine katılmış ve
köyden ayrılırken şeyhe mürid olmak istediğini bildirmişti. Ancak
şeyh o yaşta kendisinin ilim tahsil etmesi gerektiğini söyleyince He-
rat'ta Fîrûzâbad pazarında bulunan Medres-i Sebz'de ilim tahsiline
başladı. Bu sırada Şeyhe mürid olma arzusunu aklından hiç çıkarma-
yan Muhammed Tebâdegânî, nakledildiğine göre bir gün bir kitap
mütâlaa ederken cenaze salâsı verildiğini duyar ve namaza iştirak et-
mek üzere hazırlanıp dışarı çıkar. Ancak ortada ne cenâze vardır ne
de cenâzeye giden bir kimse. Tekrar odasına dönüp mütâlaaya başla-
dığında aynı salâyı yine duyar. Bunun üzerine hâtırına "Ölmeden ön-
ce ölünüz" hadîsi gelir ve "Bu salâ benim için verilmiş olmalıdır" di-
yerek gidip Zeynüddin Hâfî'nin hizmetine girer. Kısa zamanda önem-
li merhale katettiği bildirilen Tebâdegânî için Hâfî, "O saf altın idi,
biz onu altın para yaptık" demiştir. Şeyhin gerek resmî gerekse resmî din (Ö.917/1511) oturmuştur.24 Nevâî 897'de (1491-92) kaleme aldı-
olmayan mektuplarının hazırlanmasını bu müridine havâle ettiği be- ğı şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'te Şeyh Hamîdüddin'i çağının
lirtilmektedir. Hâfî'nin Vasâyâ'sını Türkçe'ye tercüme ettiği daha ön- şâirleri arasında zikretmiş ve Farsça şiirlerinden bir beyti kaydetmiş-
ce belirtilen Tebâdegânî, ayrıca Tezkiretü'l-habîb isimli bir eserin de tir. 25 Ayrıca Nevâî, babasının halefi olması sebebiyle dervişlerin onun
mütercimidir. Eserleri arasında Esmâü'i-busnâ Şerhi, Menâzilü's-sâ- etrâfında toplandığım, dergâhında halvet, uzlet, semâ ve safâmn ek-
irîn Şerhi (Tesnîmü'l-muğribîn)20, biri "fakr" diğeri "zikir'le alâkalı sik olmadığını belirtmekte, o târihte şeyhin henüz zâhiri ilimleri ik-
olmak üzere iki ayrı Kırk Hadis Tercümesi ve Kasîde-i Bürde muham- mâl etmediğini, ancak mutlaka ikmâl etmek istediğini de kaydetmek-
mesi bulunmaktadır.21 tedir. Nevâî'nin önemli sayılabilecek bir başka kaydı da, Hamîdüd-
Tebâdegânî'nin tarîkat anlayışında semâ'm 22 ayrı bir yeri olduğu din'in çok mütevâzî, saf ve iyi niyetli olması sebebiyle kötü niyetli
anlaşılmaktadır. Zamanında muhtelif kesimlerden tarikata rağbet da- Mevlânâ Muhammed Arab isimli bir sahtekârı uzun yıllar dergâhta
ha da artmış, dergahta pek çok kimse onun denetiminde halvet ve er- dervişleri arasında tuttuğuna dâirdir.26
bainlerle sülûkünü ikmâl etmiştir. Ali Şir Nevâî onun lcırk yıla yakın
Muhammed Tebâdegânî'ye intisap edenler arasında Ali Şir Nevâî
irşad seccâdesinde oturduğunu belirttikten sonra vefatının 891'de gibi âlim-şâir bir devlet adamının bulunması,27 yine sultanlar nezdin-
(1486) seksen sekiz yaşında iken meydana geldiğini kaydetmekte- de önemli bir mevkiye sahip olduğu bildirilen Horasan'ın ileri gelen-
dir.23 Oysa 838'de (1435) vefat eden şeyhi Zeynüddin Hâfî'den son- lerinden Seyyid Hasan Erdeşir'in, müderrislerden Mevlânâ Vecîhüd-
ra Hicrî sene hesâbıyla en az 53 sene şeyhlik yapmış olması gerekir. din'in ve ordu mensubu Gâzergâhî'nin onun müridleri arasında bu-
Eğer Nevâî'nin kaydında bir yanlışlık yok ise, o zaman Tebâdegâ- lunması,28 şeyhi Zeynüddin Hâfî ve ileride bahsi gelecek olan pîrda-
nî'nin şeyhin vefatından sonra makamına hemen geçmediği söylene- şı Sadreddin Revvâsî gibi Tebâdegânî'nin de ulema ve devlet erkânı
bilir. Her iki durumda da oldukça uzun müddet irşad faaliyetinde bu- üzerinde derin nüfuza sahip olduğunu göstermesi yanında, tarikatın
lunduğu anlaşılan Tebâdegânî'den sonra müridleri tarafından Herat- halkla birlikte ilmiye mensupları ve idâreciler arasında da taraftar
Hıyâbân kanalında bulunan kabri başında bir hankâh ve yanına da bir bulmaya devam ettiğini göstermektedir. Zeyniyye tarikatı Horasan'da
mescid ve imâret yaptırılmış, hankâhta irşad postuna oğlu Hamîdüd- Muhammed Tebâdegânî'den sonra da halîfeleri vâsıtasıyla yayılmaya
devam etmiştir.
20 Şerhin adını Said Nefisi kaydetmiştir (bk. Said Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr
der îrân ve der Zebân-t Fârisî, Tahran 1363 hş., I, 263).
21 Nevâî, Nesâyim, s. 396-397-, ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 28; Mezârât-ı He-
rat, s. 117. Ali Şir Nevâî şeyhin eserlerini sayarken kaydettiği Kasîde-i Bürde 24 Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995,
muhammesi, iki beyt arasına birinci beyitle uyumlu üç beyit daha ilâve edil- s. 2 8 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 8 ; ayrıca bk. Nefisî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 3 2 8 .
mek sûretiyle yapılan "tahmîs" olmalıdır. Nevâî ayrıca şâirler tezkiresinde 25 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Beytin Türkçe'si şöyledir:
onun Farsça bir beytini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir: Bazan hasta gönülleri anmak gerek / Allah için neş'eli olmak gerek!
Servi gibi boyundan başkasına bakanlar, 26 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi
Doğrusunu söylersen hepsi ktsa görüşlüdürler (Mecâlis, s. 28). Mecâlis' in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın
22 Burada sema' ile kastedilen, sonraki dönemlerde Mevlevî dervişlerin dönerek saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüş-
icrâ ettikleri devrân değil, bâzı enstrümanlar eşliğinde dinî musikîyi ve bir kı- tür (s. 29-30).
sım ilâhîleri dinleyerek rûhen olgunlaşmayı hedefleyen bir zikir türüdür. 27 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 9.
23 Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 6 - 3 9 8 . 28 Nevâî, Nesâyim, s.400-403.
1. Derviş Muhammed Bîhre (ö.?) gânî'ye intisap ederek onun denetiminde erbaîne girmiş, yıllarca sü-
Muhammed Tebâdegânî'nin ileri gelen halîfeleri arasında zikredi- lûkünü ikmâl için çile çektikten sonra hilâfet almıştır.33 Hayatının
len Muhammed Bîhre, Zeynüddin Hâfî'nin sohbetlerine de iştirak et- sonlarına doğru Semerkant'da Hâce Nasıruddin Ubeydullah'm soh-
miş, ancak sülûkünü Tebâdegânî'nin yanında tamamlamıştır. İrşad fa- betlerine de katıldığı belirtilmektedir. 894'te yetmiş üç yaşında iken
aliyetini Herat'ın Bîhre kasabasında sürdürdüğü ve müridleri terbiye Herat'ta vefat etmiştir.34 Ona şâirler tezkiresi Mecâlisü 'n-nefâyis\t
etmekle birlikte halk için de sohbetler tertip ettiği nakledilmektedir. de yer veren Nevâî, tasavvuf öncesi ve sonrası dönemlerinde yazdığı
Vefat târihi kaydedilmeyen Derviş Muhammed'in kabrinin Bîhre'de şiirlerinden birer beyt kaydetmiştir. Tasavvuf yoluna girmeden önce
büyük bir tepe üstünde olduğu belirtilmektedir.29 söylediği Farsça şiirlerinden bir beytin Türkçesi şöyledir:

2. Derviş Seyyid Hasan (Ö.894/1489) Gönlümün dinlencesi olan sevgilimle, ağzına• kadar dolu
Muhammed Tebâdegânî'ye mürid olduğu kaydedilen Seyyid Ha- olan sabah kadehini içmek ne hoştur!
san Erdeşir ile alâkalı bilgilerimiz daha çok, onu sevip saydığını belir- İkimiz gonca gibi dar bir gömlek içinde kıvrılmak ve demlen-
ten Ali Şir Nevâî'nin eserlerine; özellikle de hakkında kaleme aldığı mek ne hoştur!
Hâlât-ı Hasan Big adlı risâleye dayanmaktadır.30 Nevâî'nin kaydetti-
ğine göre, gençliğinde zâhir ilimlerini tahsil eden Seyyid Hasan tasav- Tasavvufa intisap ettikten sonra Çağatay Türkçe'siyle söylediği şi-
vuf yoluna girmeden önce işret meclislerine devam eder, ancak yap- irlerinden bir beyt ise şöyledir:
tıklarından pişmanlık duyduğu için ardından namaz kılıp tövbe eder-
miş. Sultan nezdınde büyük bir itibar kazanarak devlet hizmetine gir-
İlâhî nûr-i irfandın köngülge bir safâ birgil,
miş, fakat gönlüne dervişlik arzusu düşünce bu görevi bırakmak iste-
Ki isyan zulmeti içre harâb-ahvâl ü hayrândur.35
miştir. Ne var ki sultana bunu kabul ettirememiş, derviş kıyafetleriy-
le iki yıl daha maaş kabul etmeden memuriyete devam ettikten sonra
3. Mevlânâ Vecîhüddin (Ö.894/1489)
sultan izin vermek zorunda kalmıştır.31 Nevâî onun görüşüp sohbet-
lerini dinlediği şeyhlerden Mevlânâ Bâyezid Pûrânî, Şeyh Bahâeddin İlmiyeden olan Mevlânâ Vecîhüddin tahsilini tamamlayıp bir
Ömer, Hâce Ebu Nasr Pârsâ, Hâce Muhammed Kûsevî, Şeyh Şâh-ı medreseye müderris olarak tayin edilmişken gönlüne tasavvuf aşkı
Ziyâretgâhî ve Mevlânâ Muhammed Emin Kuhistânî gibi zâtların düşmüş ve vazîfesini bırakarak ilk önce Mevlânâ Sirâcüddin diye bir
isimlerini vermektedir.32 Seyyid Hasan sonunda Muhammed Tebâde- zâta mürid olmuştur. Bir yıl kadar bu zâtla birlikte kaldıktan sonra
hacca gitmiş, dönüşünde Meşhed'de Muhammed Tebâdegânî'ye inti-
sap ederek seyru sülûkünü tamamlamıştır. 78 yıl ömür sürdükten son-
29 Nevâî, Nesâyim, s. 401. ra 894'te (1489) vefat ettiği belirtilmektedir.36
30 Çağatay Türkçesiyle kaleme alınan bu risâlenin Kemal Eraslan tarafından tah-
kikli neşri yapılmıştır ("Nevâyî'nin 'Hâlât-ı Seyyid Hasan Big' Risâlesi", Tür-
kiyat Mecmuası [TM], 1971, XVI, 89-110). 33 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101-102; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
31 Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, 1971, sy. 34 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 104; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 404.
XVI), s. 92-93, 99-100.
35 Nevâî, Mecâlis, s. 65-66.
32 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 98; ayrıca bk. Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 - 4 0 4 . 36 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 0 - 4 0 1 .
4. Derviş Muhammed Gâzergâhî (ö.?) Câmî'ye mürid olduğunu ifâde etmektedirler.44 Hâmid Algar ise
onun, Câmî'nin de şeyhi bulunan Sa'deddin Kaşgarî'ye bağlı olduğu-
Ordu mensubu olduğu bildirilen Derviş Muhammed Gâzergâ-
nu belirtir.45 Nitekim Câmî Nefehâtü'l-üns'ün hazırlanmasında Ne-
hî'nin asıl adı Maksud Ali'dir. Nisbesinden Herat-Gâzergâh'tan oldu-
vâî'nin teşviklerinin etkili olduğunu mukaddimede belirtirken, onun
ğu anlaşılmaktadır. Gönlüne tasavvuf aşkı düşünce askeriyeden ayrıl-
fakr ve fenâ yolunu şeçtiğinden sözettiği halde kendisine mürid oldu-
mış ve Muhammed Tebâdegânî'ye intisap etmiştir. Kısa sürede şeyhin
ğundan îmâ yoluyla bile bahsetmemiştir.46 Zeki Velidi Togan47 ve
ileri gelen müridleri arasına girdiği belirtilen Gâzergâhî'nin vefat tâ- Günay Kut gibi araştırıcılar da şeyhinin ismini zikretmeden Nakşiben-
rihi kaydedilmemiştir.37 diyye tarikatına mensup olduğunu ifâde etmektedirler.48 Bütün bu
kayıtlar Nevâî'nin Nakşibendiyye'ye mensu.p olduğunda şüphe bırak-
5. Ali Şir Nevâî (Ö.906/1501) mamaktadır. Bu durumda onun, ehl-i sünnet çizgisini koruma nokta-
sında aralarında nisbî farklılıklar olmakla birlikte birbirine çok yakın
Klasik Çağatay edebiyâtmın en büyük temsilcisi olarak kabul edi-
görüşlere sahip bulunan Zeyniyye ve Nakşibendiyye tarikatlarından
len devlet adamı Ali Şir Nevâî, Muhammed Tebâdegânî'ye mürid ol-
her birerine ayrı ayrı intisap ettiği anlaşılmaktadır.
duğunu 901'de (1495-96) tamamladığı Nesâyimü'l-mahabbe min §e-
mâyimi'l-fütüvve isimli eserinin girişinde kaydetmektedir.38 Adı ge- Yukarıda kaydedilenlerden başka Muhammed Tebâdegânî'nin
çen eser Molla Abdurranman Camî'nin Farsça kaleme aldığı sûfîler Mevlânâ Muhammed Horasânî isimli bir başka halîfesi daha vardır.
biyografisi Nefehâtü'l-üns'ün Çağatay Türkçesine yapılan genişletil- Ancak bu zâtın tarîkat faaliyetleri daha çok Hicaz bölgesi ve civârın-
miş bir tercümesi olup, Nevâî'nin bu tercümeye ilâve ettiği mutasav- da olduğu için kendisine ilgili bölümde temas edilecektir.
vıflar arasında Şeyh Muhammed Tebâdegânî ve halîfeleri de bulun-
maktadır. Gerek bu eserinde39 gerekse diğer bâzı eserlerinde Nevâî
Tebâdegânî'den hep sitâyişle bahseder. Şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-ne-
fâyis'te onu "mürşid-i zaman", "zamânmın muktedâsı" gibi vasıflarla B. Sadreddin Revvâsî (ö.?)
anmış,40 Seyyid Hasan'la alâkalı yukarıda adı geçen Hâlât-t Seyyid Horasan'ın Şugan vilâyetinden olan Sadreddin Revvâsî, Zeynüd-
Hasan Big adlı risâlesinde de onun için "Cenâb-ı hakîkat-meâb, lcutb- din Hâfî'den sonra tarikatın Horasan bölgesi ve civârında yayılmasın-
ı dâyire-yi tarîkat ve mürşid-i ehl-i şerîat u hakîkat, kâşif-i ulûm-ı rab- da önemli etkisi olmuştur. Şeyhi Zeynüddin Hâfî gibi onun da hem
bânî" gibi yüceltici ifâdeler kullanmıştır.41 Bununla birlikte Nefehâ- bâtın hem de zâhir ilminde devrin önde gelenlerinden biri olduğu be-
tü'l-üns'ün Lâmiî Çelebi tarafından Osmanlı Türkçesine yapılan ge- lirtilmektedir. Zâhir ilimlerini Semerkand Daru'l-ilmi'nin en büyük
nişletilmiş tercümesinde Nevâî'nin kendisinin Molla Câmî'ye mürid âlimi, fıkıhta ikinci Ebû Hanife olarak tanınan Fazlullah Ebu'l-Ley-
olduğunu ifâde eden bir beytinin olduğu görülmektedir.42 Çağdaş sî'den okumuştur. Hakkında bilgi veren Ali Şir Nevâî, kendisinin de
araştırıcılardan Agâh Sırrı Levend ile 43 Ömer Okumuş da Nevâî'nin Revvâsî'nin sohbetlerine iştirak ettiğini iftiharla belirtir. Yine Hâfî gi-
bi onun da rûyâ tâbirinde mâhir olduğu nakledimektedir. İrşad faali-
37 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 2 - 4 0 3 .
38 Nevâî, Nesâyim, s. 9.
39 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 59, 397.
44 Ömer Okumuş, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 95.
40 Nevâî, Mecâlis,'s. 28, 65.
45 Hamid Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 320.
41 Nevâî, Seyyid Hasan, s. 101.
46 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4.
42 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 5 8 .
47 A. Zeki Velidi Togan, "Ali Şîr", İA, I, 355.
43 Agâh Sırrı Levend, Ali Şir Nevâî, Ankara 1965,1, 2 3 8 - 2 3 9 .
48 Günay Kut, "Ali Şir Nevâî", DİA, II, 4 5 0 .
yetini çoğunlukla Herat'daki dergâhında sürdürdüğü anlaşılan Revvâ- müddet Nakşibendiyye büyüklerinden Alâeddin Attâr'ın
sî'nin, pek çok mürîdi halvet ve uzletle terbiye ettiği kaydedilir. Tesir- (Ö.802/1400) hizmetinde bulunmuştur. Hâfî'nin iş gören mürid ve
55

li konuşmalar yaptığı vaaz meclislerine, halkla birlikte başta sultan ol- halîfelerinden biri olduğunu kaydeden Câmî, onun Fusus dersleri ver-
mak üzere devlet ileri gelenlerinin sık sık katıldığı, yazılı ve sözlü ri- diğini ve ayrıca çok güzel konuşma kabiliyetine de sahip olduğunu be-
câlarınm idâreciler tarafından mutlaka yerine getirildiği vurgulan- lirtir.56 Bu özelliğinden dolayı Şeyh Hâfî onu Herat Câmii'ne vâiz ta-
maktadır.49 Müridleri arasında Bedahşan şâhının da bulunduğu ve yin etmiş ve vaazlarinı dinlemeleri için halka tavsiyelerde bulunmuş-
şeyhin ona Fusûsü'l-bikem dersleri verdiği Nevâî'nin kaydettiği bilgi- tur. Bizzat kendisi de bir müddet bu vaazlara katılan Hâfî, kaydedil-
ler arasındadır.50 Dervişlere tasavvufî risâleler okuttuğunu,51 zaman diğine göre, halktan bu halîfesine bîat etmelerini de istemiştir.57
zaman şiir yazmakla da meşgul olduğunu yine Nevâî'den öğrenmek-
Reşehât müellifi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Semerkandî'nin Receb
teyiz. Yazdığı Farsça bir beytin Türkçe anlamı şöyledir:
821'de (Ağustos 1418) Herat'ta Zeynüddin Hâfı'den icâzet almış ol-
makla birlikte, önceki şeyhi Alâeddin Attar'dan ayrıldıktan sonra ona
Benim gözümün nurunun, senin yanağından olması ne güzel! yazdığı Farsça mektupların muhtevâsına dayanarak, Attar'la gönül
Kötü söz, senin yüzünden dâima uzak olsun!.51 bağının devam ettiğini, hatta onun hizmetinden uzaklaştığı için piş-
manlık duyduğunu ve çok huzursuz olduğunu belirtmekte,58 böylece
Sadreddin Revvâsî döneminde de Zeyniyye tarîkatı Horasan'da görünüşte Zeyniyye mensubu olsa bile onun gerçekte Nakşibendî ol-
hem halk hem de ilmiye mensupları ve idâreci sınıf arasında yayılma- duğunu ifâdeye çalışmaktadır. Bu bilgilere dayanan Hasan Lutfi Şu-
sını sürdürmüştür. Seksen yaşlarında iken Herat'ta vefat eden şeyhin şud da eserinde Semerkandî'yi hâcegân (Nakşibendî) silsilesinin dik-
cenâzesi memleketi Şugan'a götürülerek orada defnedilmiştir.53 Ken- kate şâyan bir şahsiyeti olarak kaydetmektedir.59 Reşehât müellifi Re-
disinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. ceb 821'de Semerkandî'ye verildiğini söylediği icâzetnâmenin son
birkaç satırını eserinde kaydetmiştir. Zeynüddin Hâfı burada kendi
adını, yazıyı kaleme aldığı târihi ve bu yazıyı Ahmed Semerkandî'ye
yazdığını açıkça belirtmektedir.60 Ancak, bir nüshası Süleymâniye Kü-
C. Derviş Ahmed Semerkandî (ö.?) tüphânesi'nde (Şehid Ali Paşa, nr. 1391) bulunan dört varaklık (vr.
Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden Derviş Ahmed'in 84a-87b) bu yazının muhtevâsına bakıldığında, bunun bir icâzetnâme
tam adı Cemâleddin Ahmed b. Celâleddin Muhammed Semerkan- değil, tarikata yeni giren bir kimseye yazılan nasîhatlardan ibâret ol-
dî'dir. Mâverâünnehir, Horasan, Irak, Kudüs ve Hicaz bölgelerine se- duğu anlaşılmaktadır. Yukarıda Zeynüddin Hâfî'nin eserleri arasında
yahetler ettiği bilinmekle birlikte54 daha çok Horasan bölgesinde fa- da kaydedilen küçük bir risâle mahiyetindeki bu yazıda ana hatlarıy-
aliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Hâfî'ye intisap etmeden önce uzun la Semerkandî'ye yazılanlar şunlardır:

49 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 5 - 4 0 6 . 55 Reşehât Tercümesi, s. 151.


50 Nevâî, Mecâlis, s. 29. 56 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549.
51 Nevâî, Nesâyim, s. 406. 57 Reşehât Tercümesi, s. 155.
52 bk. Nevâî, Mecâlis, s. 29. 58 Reşehât Tercümesi, s. 150-151.
53 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 6 ; a.mlf., Mecâlis, s. 29. 59 Hasan Lûtfi Şuşud, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul 1958, s.
54 Reşehât Tercümesi, s. 150-151, 159. 67.
Terakki için sana dört şey gerekir: 1. Zâhiren ve bâtmen dün- başka yerindeki kayıttan, Ahrar'ın Çerhî'ye intisap etmek için He-
yayı terk. Bu, elini mülklerden kalbini emellerden temizle- rat'tan 834 senesinde ayrıldığı ve üç ay sonra tekrar geri döndüğü an-
mekle olur (84a). 2. Zâhiren ve bâtmen takvâya mülâzemet. laşıldığına göre, 65 bu olayın meydana geldiği târih 834 (1430-31) se-
Zâhirî takvâ hususunda sana yardımcı olacak olan şeyler ev- nesidir. Ubeydullah Ahrâr üç ay sonra Herat'a döndüğünde, büyük
lenmeyi terk, bekârlığa sabır ve insanlardan uzlettir (85a). 3. bir yalnızlık içine itilmiş olan Derviş Ahmed olanları ona göz yaşları
Her şeyinle; kalbin ve kalıbınla Allah'a teveccüh (86b). 4. içinde aktarır ve yardım ister.66 Ubeydullah Ahrar daha önceden pek
Mâsivâullah'tan uzaklaşmak (87a). , fazla tanımadığı halde Derviş Ahmed'e hemen sahip çıkarak vaazları-
Bu yazının muhteva ve târihine bakıldığında Ahmed Semerkan- na devam etmesini, halkın tekrar meclisini dolduracağını söyler ve
dî'nin Zeynüddin Hâfî'den Receb 821'de icâzet aldığı değil de, bu tâ- dediği gibi de olur.67<;Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında Ahrar ile
rihte ya da bu târihten, kısa bir süre önce ona intisap ettiği anlaşılmak- birlikte Horasan'da bir rekabetin başladığını gösteren bu olay, diğer
tadır. Bu durumda, 802 (1400) senesinde vefat ettiği bilinen Alâeddin benzer olaylarla birlikte ileride Zeyniyye'nin etkisini yitiriş sebepleri
Attar'dan61 sonra Semerkandî'nin Hâfî'ye intisabı arasında uzun bir anlatılırken ele alınıp değerlendirilecektir. Derviş Ahmed'in vaaz
süre geçtiği, dolayısıyla Semerkandî'nin Attar'a bağlılığını bildirdiği meclislerine Ubeydullah Ahrar'ın da katıldığı ve Derviş'in anlattığı
mektupları Zeynüddin Hâfî'ye intisabından çok önce kaleme aldığı hakîkatları gerçek mânâda Şeyh Ebu Hafs Haddad, Şeyh Ebu Osman,
ortaya çıkar. Öte yandan Reşehât müellifinin kaydettiği mektubun so- Şeyh Cüneyd ve Şeyh Şiblî gibi tasavvuf büyüklerinin anlayabileceği-
nunda Muharrem 822 (Şubat 1419) târihinin bulunması,62 bunun o ni belittiği kaydedilmektedir.^8
târihten epey önce vefat etmiş olan Alâeddin Attar'a yazılmış olama-
Esâsen Derviş Ahmed'in hitâbette eriştiği olgunluk seviyesine rû-
yacağım da göstermektedir.
hî/mânevî kemâlât bakımdan erişemediği, zaman zaman hissî ve nefsî
Güzel ve etkili konuşması sebebiyle halka vaaz ve nasîhat etmesi denilebilecek tavırlarından anlaşılmaktadır. Vaazını dinleyenlerden
için görevlendirilen Derviş Ahmed, bir müddet sonra kürsüden halka birinin "Cemaatin anlayamayacağı şeylerden bahsetmenin ne faydası
vahdet-i vücûdun derin meselelerini anlatmaya başlayınca Zeynüddin var" diye itirazına, "Sen alçağın tekisin! Nereden biliyorsun herkesin
Hâfî tarafından ciddî bir biçimde uyarılmıştı. . Ne var ki Derviş şeyhi- senin gibi himmetsiz ve anlayışsız olduğunu..." diyerek azarlaması,
nin uyarısını dikkate almayarak konuşmalarını sürdürmüş, bunun namazı dikkatle kılmanın önemini anlatırken, "Bir danişmend, bir
üzerine halk Hâfî'nin telkîniyle onun meclisini birer birer terketmiş- âlim mescide gelip namazını acele ile kılar ve ardından it gibi gider Fî-
ti. Bu sebeple şeyhiyle aralarında meydana gelen soğukluk zaman ruz Şâh'ın kapısında dönmeye başlar. Bunlara it demek bile günahtır.
içinde Hâfî'nin onu tekfire varan tenkidleri sebebiyle düşmanlığa dö- İt ne suç işliyor ki bu âsîler ona benzesin! Bu gibiler Şâh'ın itlerinin
nüştü.63 Reşehât müellifinin Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah Ah- itleridir.." gibi üslup kullanması69 bunu göstermektedir. Onun böyle
râr'dan naklen anlattığı bu olay, Ahrâr'ın Yâkub Çerhî'ye intisap et- nefsî tavırlarına Ubeydullah Ahrar da bir vaazı sırasında şâhid olmuş,
mek için Herat'tan ayrıldığı sırada meydana gelmişti.64 Reşehât'm bir kendisinin yüksek hakîkatlerden bahsettiğini, cemâatin ise bunun kıy-

60 bk. Reşehât Tercümesi, s. 150-151. 65 bk. Reşehât Tercümesi, s. 342.


61 bk. Algar, "Alâeddin Attâr", DİA, II, 3 1 9 - 3 2 0 . 66 Reşehât Tercümesi, s. 155-156.
62 Reşehât Tercümesi, s. 154. 67 Reşehât Tercümesi, s. 156.
63 Reşehât Tercümesi, s. 155. 68 Reşehât Tercümesi, s. 157.
64 Reşehât Tercümesi, s. 155. 69 Reşehât Tercümesi, s. 15-7-158.
metini anlamaktan âciz olduğunu belirterek gurûra kapıldığını gör- D. Mahmud Hisârî (ö.?)
müştür. Ahrar'ın naklettiğine göre, o vaazı sırasında böbürlendiği için {Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden olduğu bildirilen Mahmud
Derviş Ahmed'in nutku tutulmuş ve kürsüden inmek zorunda kalmış- Hisârî'nin hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. Nis-
tır. 70 Zaman sonra kendi eksikliğini kendisi de farketmiş ve bir vaazı besinden Buhâra Hanlığı'na bağlı Hisar kasabasından olduğu anla-
sırasında cemâate şöyle itirafta bulunmuştur: Bundan böyle vaazları- şılmaktadır. Adı Reşehât'ta bir vesîle ile geçmekte ve Zeynüddin Hâ-
fî tarafından icâzetle memleketine gönderildiği belirtilmektedir. Yi-
ma ara vermek istiyorum. Zira vaaz ve nasîhat eden kimse, nefsin ar-
ne Reşehât'm kaydına göre icâzeti Abdurrahim Merzifonî ile birlik-
zularından tamâmen sıyrılıp, bunu sırf Allah rızâsı için yapmalıdır.
te aynı günde almıştır.74 İleride temas edileceği gibi, Hâfî Anadolu-
Benden ise nefsin arzusu henüz tamâmen zâil olmuş değildir. 7 1
lu halîfesi Abdurrahim Merzifonî'ye irşad icâzetini Muharrem
Reşehât müellifinin Derviş Ahmed Semerkandî'nin ilk şeyhi Alâ- 832'de (Ekim 1428) yazdığına göre 75 Mahmud Hisârî'ye de bu tâ-
eddin Attar'a muhabbeti sebebiyle Nakşî olduğunu ileri sürmesinin rihte yazmış demektir.>
isabetli olmadığı daha önce belirtilmişti. Acaba Derviş Ahmed yukarı-
da kaydedilen olaylardan sonra Zeynüddin Hâfî'yi bırakıp Nakşiben-
diyye'den Ubeydullah Ahrar'a intisap etmiş olabilir mi? Yukarıdaki
olayları bize nakleden Reşehât müellifi böyle bir intisaptan söz etme-
mektedir. Aksine Nefehât'ta anlatılanlara bakılırsa, Hâfî'nin son yılla-
rında Derviş Ahmed'in onunla birlikte olduğu anlaşılmaktadır. Câ-
mî'nin kaydına göre ömrünün sonlarında gelen bir vârid sebebiyle
Zeynüddin Hâfî üç gün üç gece tamâmen kendinden geçmiş, bunu ta-
kip eden bir yıla yakın bir zamanda da çok az konuşarak suskunluğu
seçmişti. İşte bu sırada Derviş Ahmed'e "Cezbe-i celînin ard arda hiç
kesilmeden geleceğine dair bir bilgiye rastladın mı?" diye sormuş, o
da rastlamadığını söylemişti.72 Öyle anlaşılıyor ki, 834 senesinde
meydana gelen yukarıdaki tatsız olaylardan sonra Ahmed Semerkan-
dî Zeynüddin Hâfî'den (Ö.838) özür dilemiş ve ölümüne kadar yine
onun hizmetine devam etmiştir. Semerkandî'nin Hâfî'den sonra mü-
rid yetiştirip yetiştirmediği husûsunda bir bilgiye rastlanmamıştır.
Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'sinde o Hâfî'nin
halîfeleri arasında zikredilmiş, ancak ondan hilâfet alan herhangi bir
kimse kaydedilmemiştir.73

70 Reşehât Tercümesi, s. 158.


71 Reşehât Tercümesi, s. 159.
72 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 549.
74 Reşehât Tercümesi, s. 350-351.
73 bk. Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.
75 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 555.
ZEYNİYYE'NİN HİCAZ BÖLGESİ İLE
SÛRİYE VE MISIR'DA YAYILIŞI

A. Şeyhüi-harem Abdülmu'tî Mağribî (Ö.904/1499)


1.
1 ve Mekke'de Zeyniyye Tekkesi
eynüddin Hâfî'nin önemli halîfelerinden Abdülmu'tî, Hicaz böl-
gesinde Zeyniyye tarikatının en etkili temsilcisi olarak dikkat çek-
mektedir. Hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Lâmiî
Çelebi Mâlikî mezhebinden olduğunu ve Mağrib'de doğduğunu be-
lirtmiş,76 ancak Afrika'nın Mısır ötesi kuzey sâhili ile Endülüs'ün dâ-
hil olduğu oldukça geniş bir bölgeyi içine alan Mağrib'in 77 hangi vi-
lâyetinde dünyaya geldiğini kaydetmemiştir. İrşad için icâzet aldıktan
sonra Mekke'ye yerleşip tarîkat faaliyetlerini uzun yıllar burada sür-
dürdüğü için "şeyhü'l-harem" ünvânıyla tanınmıştır.78 Bâzı tabakât
kitaplarında "Mekkî" nisbesiyle kaydedilmesi de bu sebeple olmalı-
dır.79 Zeynüddin Hâfî'nin diğer halîfeleri gibi Abdülmu'tî de ilm-i bâ-
tınla birlikte ilm-i zâhiri tahsil edenlerdendir.80 Kerâmet ehli olarak

76 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 .


77 Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, İstanbul 1314,
"mağrib" md.
78 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevâ-
rîh, II, 435.
79 bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.
80 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.
bilindiği ve çok geniş bir topluluğun kendisine mürid olduğu nakledi- rak, "Molla Mahmud biz Hoca'yı sana bildirdik, Hoca da bizi âleme
lir. Görüşüp dost olduğu kimseler arasında Kevâkib sâhibi Necmed- bildirdi" der. 8 6
din Gazzî'nin dedesi önemli âlimlerden Muhammed b. Muhammed İleride bahsi gelecek olan Zeyniyye şeyhlerinden Seyyid Velâyet
Gazzî de vardır.81 Ayrıca hac için Mekke'ye giden değişik tarikatlara de 880 (1475) senesinde Abdülmu'tî'nin ziyâretine gitmiş ve şeyh
mensup meşâyih tarafından özellikle ziyâret edildiği anlaşılmaktadır. kendisine o sırada hazır bulunan ulemâ ve meşâyihten müteşekkil
Halvetiyye'nin ileri gelenlerinden Habîb Karamânî,82 Şâzeliyye'nin topluluğa esmâü'l-hüsnâ okuması için icâzet vermiştir.87
meşhur şeyhi Ali b. Meymun Mağribî,83 Nakşibendiyye'nin önemli Abdülmu'tî'ye ilmiyeden mürid olanlardan biri Lâmiî Çelebi'nin
şeyhlerinden Ubeydullah Ahrar ziyâretine gidenlerdendir. Ahrar ile hocası "Ahaveyn" diye meşhur olan sahn-ı semân müderrisi88 Mevlâ-
hacca her gelişinde buluştuklarını bizzat Abdülmu'tî kendisi belirtmiş- nâ Muhyiddin'dir. Lâmiî'nin kendisinden naklen kaydettiğine göre
tir. 84 Yüz yirmi seneden fazla ömür sürdüğü bildirilen ve Zeynüddin onun intisabı şu şekilde gelişmiştir: Muhyiddin Efendi hac için Mek-
Hâfî, Seyyid Kâsım Envâr, Hoca Ubeydullah Ahrar gibi meşâyihle gö- ke'de bulunduğu bir sırada Abdülmu'tî'nin halktan çok rağbet görme-
rüşmüş olan Molla Mahmud Sindî bir hac esnâsında ziyâret ettiği Ab- sini bir kusur olarak değerlendirip çoğu kimsenin aksine ziyâretine
dülmu'tî'nin uzlethânesinde çok şiddetli mücâhede ve riyâzet yaptığı- gitmez. Bir müddet sonra gece vakti harem-i şerifte kalabalık bir top-
nı ve halkın arasına karışmadığını söylemekte, bu sebeple gönlü ona lantı olur ve Mevlânâ Muhyiddin burada ön safta yer alır. O sırada
ısındığı için zaman zaman sohbetlerine katıldığını belirtmektedir.85 Muhyiddin Efendi'nin içi susuzluktan yanmaya başlar, ancak kalaba-
Lâmiî Çelebi, Taşköprîzâde, Hoca Sâdeddin Efendi gibi güvenilir mü- lıktan dolayı bir yere gidip su içemez. Çâresiz beklerken safların ara-
elliflerin kaydettiğine göre, Molla Mahmud Abdülmu'tî'nin yanında sından bir dervişin elinde çanakla kendisine doğru geldiğini görür.
bulunduğu bir şırada şeyh kendisine, daha önce görüştüğü Hoca Derviş, "Şeyh Abdülmu'tî size gönderdi. Zemzem suyudur. Kana ka-
Ubeydullah Ahrar'ı tekrar görse tanıyıp tanıyamayacağını sorar. O da na içiniz" diyerek çanağı uzatır. İşte bu olaydan sonra Mevlânâ Muh-
tanıyabileceğini söyleyince şeyh Ahrar'ın Kâbe'yi tavaf etmekte oldu- yiddin, Abdülmu'tî'nin yanına gidip ona mürid olur.89
ğunu bildirir. Koşup kendisi de tavafa katılan Molla Mahmud, Ah- Abdülmu'tî'nin vefâtının Mekke'de 904 senesinde meydana gel-
rar'ı görür ve peşine takılır. Ahrar makam-ı İbrahim'de namaza du- diğini kaydeden Necmeddin Gazzî, ayrıca onun için 8 Rebîulevvel
runca, o da tavâfını tamamlayıp namaza durur. Ancak namazı bitirdi- 905 (10 Ekim 1499) târihinde Şam'da Benî Ümeyye Câmii'nde gâib
ğinde Ahrar'ı tekrar göremez. Zaman sonra Semerkand'a gidip Ubey- namazı kılındığını belirtir.90 Abdülmu'tî'den sonra Mekke'de yerine
dullah Ahrar'ın sohbet meclisine katılır. Ahrar kendisine gördükleri- kimin geçtiği belirtilmemiştir. Ancak Kânûnî Sultan Süleyman'ın 944
ni kimseye söylememesini tembihler. Molla Mahmud bir müddet geç- târihli bir fermânından Abdülmu'tî'nin oğlu Şeyh Hasan'ın babasın-
tikten sonra tekrar Mekke'ye gittiğinde Abdülmu'tî'nin etrafının dan sonra Mekke'de ikâmete devam ettiği anlaşılmaktadır.91 Açıkça
halkla dolduğunu görür. Bu defa görüşmelerinde Abdülmu'tî ağlaya-
86 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 7 0 - 7 1 ; Tâ-
cü't-tevârîh, II, 436.
81 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255; II, 4. 87 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 .
82 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 266; Tâcü't-te- 88 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 188.
vârîh, II, 541. 89 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 553.
83 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 682. 90 Gazzî, el-Kevâkib, I, 255.
84 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 260. 91 bk. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I. Fasi-
85 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 - 5 5 3 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70-71; Tâ- kül (haz. î. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altındağ), Anka-
cü't-tevârîh, II, 4 3 6 . ra 1985, s. 8.
belirtilmemiş olmakla birlikte Abdülmu'tî'den sonra yerine oğlu Şeyh tir. Çoğunlukla Hicaz bölgesinde faaliyet gösterdiği anlaşılan Ebulfü-
Hasan'ın geçtiği düşünülebilir. tûh'tan sonra silsile, yukarıda da görüldüğü gibi halîfesi Tâcüddin Ab-
durrahman ile devam etmiştir. Bu zâtın hayâtı ve faaliyetleri hakkın-
da kaynaklarda bilgi bulunamadığı için tarikatını hangi bölgede neş-
rettiği bilinmemekle birlikte, onun da Hicaz bölgesini kendisine hiz-
B. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed (Ö.861/1457 civârı)
met alanı olarak seçtiği tahmin edilebilir. Şeyh Tâcüddin'den sonra
ve Medine'de Zeyniyye Tekkesi yerine geçen halîfesi Seyyid Gazanfer ve sonrasında işe silsileye men-
Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Ebulfütûh Nûreddin Ah- sup şeyhlerin ağırlıklı olarak Medîne'de faaliyet gösterdikleri görül-
med b. Abdullah b. Ebulfütûh el-Hakîm et-Tâvusî vâsıtasıyla Zeyniy- mektedir.
ye'de ayrı bir silsilenin meydana geldiği ve bu silsileye mensup şeyh-
Muhibbî'nin Hulâsatü 'l-esef de verdiği bilgiye göre aslen Buhâra-
lerin Hicaz bölgesinde, özellikle de Medîne'de faaliyet gösterdikleri
lı olduğunu öğrendiğimiz Seyyid Gazanfer'in "Medenî" nisbesini de
görülmektedir. Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'den sonra hilâfet Tâcüd-
almış olmasından Medîne'ye gelip yerleştiğini anlıyoruz. Yine Muhib-
din Abdurrahman b. Mes'ûd b. Muhammed el-Mürşidî el-Kâzerû-
bî, yanında yetişen zâtlardan birisinin Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-
nî'ye geçmiş,92 daha sonra ise silsile şu şekilde devam etmiştir: Seyyid
Şinnâvî olduğunu belirtmektedir.98 Bu bilgiyi Şinnâvî'nin el-Ikltdü'l-
Gazanfer b. Ca'fer > Ebulmevâhib Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Safiy-
ferîd fî tecrîdi't-tevhîd isimli eserine yazdığı Arapça şerhin baş tarafın-
yüddin Ahmed b. Muhammed ed-Decânî el-Kuşâşî > İbrâhim b. Ha-
da Abdülganî Nablûsî de vermiştir.99 Seyyid Gazanfer'in yanı sıra da-
san Kûrânî > Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî. 93
ha başka şeyhlerden de hilâfet aldığı kaydedilen Şinnâvî 975 senesin-
Kuşâşî ile Harîrîzâde'nin Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden biri de Mısır'da dünyaya gelmiş, ancak şeyhi gibi daha sonra Medîne'ye
olduğunu belirttikleri Ebulfütûh Nûreddin Ahmed'e94 Sehâvî de ese- yerleşerek tedris ve tarîkat faaliyetlerini çoğunlukla burada sürdür-
rinde yer vermiş, ancak onun bir çok şeyhten hırka giydiğini belirttik- müştür.100 Kaleme aldığı eserlerden varlık ve tevhid konularını ele al-
ten sonra, bunlardan birinin Ruknüddin Hâfî olduğunu belirtmiştir.95
dığı Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye,101 Sâdihatü'l-ezel ve sânihatü'n-
Burada "Zeynüddin" yerine yanlışlıkla "Rüknüddin" yazıldığı ya da
nezel102 ile yukarıda adı geçen el-lklîdü'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd103
Arapça yazılımında birbirine çok yakın olan bu isimlerin müstensih-
isimli eserleri dikkat çekmektedir. Hicrî sene hesabıyla 53 sene yaşa-
ler tarafından değiştirildiği hâtıra gelmektedir. Nitekim aynı müellif
yan Şinnâvî 8 Zilhicce 1028'de (16 Kasım 1619) Medine'de vefat et-
Zeynüddin HâfT'yi anlattığı bölümde Nûreddin Ahmed'in (Tâvusî)
miş ve Bakîu'l-garkad mezarlığına defnedilmiştir.104
Mısır'da bulunduğu sırada Hâfî'nin sohbetlerine katıldığını belirtmiş-
tir. 96 Sehâvî ilgili bölümde Şeyh Ebulfütûh'un 790 senesine yakın bir
târihte doğduğunu ve yaklaşık 71 sene yaşadığını belirtmektedir.97 98 M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer (Dâru Sâdır),
Buna göre şeyhin vefatı 861 senesi civârında meydana gelmiş demek- Beyrut, ts., I, 2 4 3 - 4 4 .
99 Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymaniye Ktp.,
Hacı Mahmud, nr. 2 3 2 4 , vr. 3b.
92 bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 100 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 243-44; ayrıca bk. Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr.
93 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 3b-4a.
94 bk. Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62a-b; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 101 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 244; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b-4a.
95 Sehâvî, I, 360-361. 102 Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. (lb-34a).
96 Sehâvî, IX, 261. 103 Süleymaniye Ktp., Halet Ef., nr. 310, vr. (102a-109b).
97 Sehâvî, I, 360-361. 104 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 246.
Şeyh Şinnâvî'den sonra mezkûr silsile Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî med Şinnâvî'nin de kendisinden burada el aldığı bilinmektedir.109 Bu
ile devam etmiştir. Şinnâvî'ye Medine'de intisap edip ondan hilafet bilgiler ışığında tarîkat faaliyetlerinin Seyyid Sıbgatullah'tan itibâiren
alan Kuşâşî105 aynı zamanda şeyhinin kızıyla da evlenmiştir.106 Ebul- Hicaz bölgesinde devam ettiği anlaşılmaktadır. Şeyh Vecîhüddin'den
fütûh Nûreddin Ahmed ile gelen bu silsileden ayrı olarak es-Simtu'l- önceki meşâyihin ise nerelerde faaliyet gösterdiği tesbit edilememiş-
mecîd isimli eserinde Kuşâşî iki ayrı silsile daha kaydetmiştir. Kuşâ- tir. Ayrıca Seyyid Ali Hemedânî ile alâkalı bâzı belirsizlikler de söz ko-
şî'nin ilk silsiledeki gibi yine Şeyh Şinnâvî vâsıtasıyla aldığı bu silsile- nusudur. Zeynüddin Hâfî'nin halîfesi olarak kaydedilen ve kendisin-
ler Zeynüddin Hâfî'ye şu şekilde ulaşmaktadır: den sonra silsilenin Hemedâniyye diye anıldığı anlaşılan Seyyid Ali
Hemedânî, eğer Kübreviyye tarikatının Hemedâniyye kolunu kuran
I. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > babası Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâ-
zât ise, o takdirde Hâfî'den hilâfet almış olması târihen çok zordur.
vî > Abdülvahhâb eş-Şârânî > Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî > Ah-
Zira Hemedânî devrin sultanlarının da itibarını kazanmış ünlü ve et-
med b. Fakih Ali Dimyâtî > Zeynüddin Hâfî. 107 kili bir şeyh olarak 6 Zilhicce 786'da (19 Ocak 1385) 72 yaşında ve-
II. Ahmed b. Ali eş-Şinnâvî > Seyyid Sıbgatullah > Vecîhüddin > fat ettiğinde110 Zeynüddin Hâfî'nin henüz daha otuzuna bile girme-
Seyyid Muhammed > Haçı Huzur > Hediyyetullah Sermest > Kâdî miş (doğumu: 757) bir genç olduğu bilinmektedir. Bu yaşlarda onun
Hemedânî > Abdullah Şettârî > Seyyid Ali Hemedânî > Zeynüddin irşad postuna oturmuş bir şeyh olup olmadığı bile belli değildir. Bu-
Hâfî. 108 nunla birlikte silsilede adı geçen Hemedânî'nin Kübreviyye şeyhiyle
isim benzerliği olan bir başka zat olması ve Zeyniyye'de de Kübreviy-
Bu silsilelerden Zeynüddin Hâfî'den sonra Ahmed b. Fakih Ali
ye gibi Hemedâniyye diye bir kolun meydana gelmiş olması muhte-
Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden birincisi, ileride üzerinde etraflıca du-
meldir. Ancak bu silsilenin yer aldığı Kuşâşî'nin es-Simtu'l-mecîd'i de
rulacağı gibi, esas itibariyle Zekeriyya Ensarî veya bir görüşe göre Ab- kaynakları arasında bulunan Harîrîzâde burada ismi geçen Hemedâ-
dülvahhab Şârânî'den sonra farklı şahıslarla yürüyen ve faaliyetlerini nî'nin Kübreviyye şeyhi olduğunu ve aynı silsilede adı geçen halîfesi
çoğunlukla Mısır ile Hicaz bölgesinde sürdürmüş olan bir koldur. Abdullah Şettârî ile tarikatta bir de Şettâriyye kolu meydana geldiği-
Seyyid Ali Hemedânî ile devam eden ikinci silsiledeki meşâyih hak- ni belirtmektedir.111 Bu sebeple ikinci silsile ile alâkalı şimdilik kesin
kında ise pek fazla bilgi bulunamamıştır. Sâdece silsilenin sonlarında bir şey söylenememektedir.
yer alan Şeyh Vecîhüddin'in Hindistan'da faaliyet gösterdiği, Seyyid
< Döneminde vahdet-i vücûdu savunanların imâmı olduğu belirti-
Sıbgatullah'ın (Ö.16 Cemâziyelevvel 1015/19 Eylül 1606) onun ya-
len Kuşâşî'nin çoğu tasavvufla ilgili olmak üzere muhtelif konularda
nında sülûkünü ikmâl ettikten sonra 1005 (1597) târihinde Hicaz'a
pek çok eser kaleme aldığı, bunlardan 50 kadarının kaynaklarda zik-
gelip Medîne'ye yerleşerek tedris ve irşad faaliyetine başladığı, Ah-
redildiği nakledilmektedir.112 Eserlerinden Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli
bi vahdeti'l-vücûd isimli Arapça eseri vahdet-i vücûda dâirdir^13 el-
105 Muhibbi, Hulâsatü'l-eser, I, 3 4 4 ; Nablûsî, Tahrîku'l-tklîd, vr. 3b; Yûsuf b.
Ismâil en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ (nşr. İbrahim Atve ivaz), Beyrut 109 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 243-244.
1 9 8 9 , 1 , 559; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 110 Tahsin Yazıcı, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186.
106 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 28a. 111 Harîrîzâde, Tibyân, III, 254b, 256b.
107 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. 112 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, 1 , 3 4 5 ; ondan naklen Nebhânî, Câmiu kerâmâti'l-
108 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 33a. Kuşâşî kayınpederi Şinnâvî'den Zeyniyye evliyâ, I, 5 5 9 .
ile birlikte daha bir çok tarikattan hilâfet almıştır. Bu tarikatların adını ve 113 Eserin Süleymâniye Ktp., Reşid Ef., nr. 428'deki nüshası (vr. lb-33b) Mus-
silsilelerini es-Simtu'l-mecîd isimli eserinde kaydetmiştir (bk. vr. 28a-33b, tafa Tuncay tarafından Yüksek Lisans tezi olarak hazırlanmıştır. Marmara
44a-45b, 52a-57a). Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (1997).
İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî ve'l-irâde isimli eseri ile Kitâbu sû- Medîne'de uzun süre kaldığını gösterir. Harîrîzâde adını "Ebu'l-ur-
reti's-saâde bi-tilâveti kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde isimli eserinde Muhyid- yân" lakabıyla birlikte kaydetmektedir.124
din İbnü'l-Arabî'nin bazı görüşlerine açıklık getirmiştir.114 es-Simtu'l-
(Neşru'l-mesânfde 25'den fazla eserinin adı kaydedilen İbrâhim
mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati ve ilbâsi'l-hırkati ve't-tasavvufi ve sülûki
Kûrânî de şeyhi Kuşâşî gibi çok eser telif eden mutasavvıf âlimlerden-
ehli't-tevhîd adlı eserinde ise el aldığı bir çok tarîkatın muhtelif silsi-
dir,^25 Döneminde bir kısım kelâmî ve tasavvufî konularla ilgili tartış-
lelerini kaydetmiştir.115 Ayrıca Abdülkerim Cîlî'nin el-însânü'l-kâmil
isimli eserinin 50-54 babları arasını,116 İbn Atâullah İskenderî'nin de maların içine girdiği anlaşılan Kûrânî, eserlerini de ağırlıklı olarak bu
Hikem-i Atâiyye'sini şerhetmiştir.117 Adı geçen es-Simtu'l-mecîd isim- iki ilim dalının mes'elelerine ayırmıştır. Ayrıca kelâm ehli ile tasavvuf
li eserinde 12 Rebîulevvel 991'de (5 Nisan 1583) doğduğunu kayde- ehlini ortak bir noktada buluşturma gayreti içine girdiği de hissedil-
den Kuşâşî,118 Hicrî sene hesabıyla 80 yaşın üzerinde iken 1071 mektedir. Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-kelâm ve ehli't-tarîk
(1661) senesinin sonunda vefat etmiş ve şeyhi gibi Medîne'de Bakî isimli bir eser kaleme almış olması bunun bir göstergesi sayılabilir.
mezarlığına defnedilmiştir.119 Te'lif ettikleri arasında Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî vahdeti'l-vü-
cöd,126 Mirkstü's-suûd ilâ sıhhati'l-kavl bi vahdeti'l-vücûd ve İşrâ-
Şeyh Kuşâşî'den sonra silsile en önemli halîfelerinden İbrâhim b.
ku'ş-şems bi ma'rifet-i şerhi'l-külliyâti'l-hams gibi 127 vahdet-i vûcûda
Hasan Kûrânî ile devam etmiştir.120 Aslen Şehrezurlu olan Kûrânî,
dâir eserleri bulunan Kûrânî, tasavvuf düşüncesinde şeyhi Kuşâşî'nin
memleketinde ilm-i zâhiri ikmâl ettikten sonra Bağdat'a gidip bir
izinden yürüyerek vahdet-i vücûd anlayışını savunanların başında gel-
müddet kalmış, ardından Şam, Mısır, Hicaz'a seyahatler etmiştir. Şey-
diği anlaşılıyor. Bu hususla alâkalı kendisine sorulan muhtelif sorula-
hi Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî'ye Medîne'de intisap ettiği ve ölümün-
rın cevâbı için İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât ve Fusûs'undaki ilgili kısım-
den sonra buradaki zâviyede makamına geçtiği kaydedilmektedir.121
lardan yararlanmak sûretiyle bir çok risâle kaleme almıştır. Arapça
1025 yılında doğan İbrâhim Kûrânî 28 Receb 1101'de (7 Mayıs
olan bu risâlelerden on bir tânesi, kelâma dâir dört risâlesiyle birlikte
1690) Medîne'de vefat etmiş ve irşad faaliyetini yürüttüğü zâviyede
Bâyezid Devlet Kütüphânesi'nde (Veliyyüddin Efendi, nr. 1815) bir
defnedilmiştir.122 Kaynaklarda "Medenî" nisbesiyle de anılması123
mecmûa içinde bulunmaktadır. Tasavvufî mâhiyette olanların isimleri
şöyledir: 1. el-Meslekü'l-muhtâr fî evvelin sadera mine'l-Vâcib bi'l-ih-
114 Bu iki Arapça eser Süleymaniye Kütüphânesi'nde aynı mecmua içinde bu-
tiyar (vr. 7b-32a) 2. er-Risâle (İbnü'l-Arabî'nin bâzı görüşleri hakkın-
lunmaktadır (Reşid Ef., nr. 428).
n î Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Burada Kuşâşî'nin
da, vr. 65b-83b) 3. Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf alâ meşrebi eh-
zikirle alâkalı bir risâlesi (vr. 77b-87b) daha vardır. li'l-keşfi ve'ş-şuhûd (vr. 98b-110a) 4. Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd
116 bk. Süleymaniye Ktp., Reşid Ef., nr. 4 2 8 , vr. (45b-82a). Burada Kuşâşî'nin (vr. 114b-120b) 5. îbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkı'r-rahme (vr. 121b-
kelâma dair de birkaç risâlesi bulunmaktadır. 126b) 6. Cilâü'n-nazar fî bekâi't-tenzîh maa't-tecellî fi's-suver (vr.
117 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345.
127b-129a) 7. Keşfü'l-mestûr (vr. 129b-130b) 8. el-İ'lân yedfeu't-te-
118 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 67a.
119 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 346.
120 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 34b; Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, I, 345; Nebhâ-
nî, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I, 5 5 9 ; Muhammed b. Tayyib el-K_dirî, Neş- 123 Neşru'l-mesânî, III, 5 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b.
ru'l-mesânî li ehli'l-harni'l-hâdî aşer ve's-sânî (nşr. Muhammed "Hâccî-Ah- 124 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b.
med Tevfik), Rabat 1986, III, 5-6; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106b. 125 Neşru'l-mesânî, III, 6-7.
121 Neşru'l-mesânî, III, 5-6. 126 bk. Süleymâniye Ktp., Cârullah, nr. 2 1 0 2 , vr. (178b'-220a). Burada ve Şehid
122 Neşru'l-mesânî, III, 6. Harîrîzâde vefat târihini 1108 olarak kaydetmişse de Ali Paşa bölümünde (nr. 2 7 2 2 ) Gürânî'nin çoğu kelâma dâir daha başka ri-
('Tibyân, II, 106b), Neşru'l-mesânî1de gün ve ay verilerek kaydedilen 1101 sâleleri de vardır.
târihi daha doğru olmalıdır. 127 Neşru'l-mesânî, III, 6-8.
nâkuz fî sûreti'l-a'yân (vr. 131b-132a) 9. et-Tevsîl ilâ enne ilmellâhi kendisine mürid olduğu belirtilen132 Horasânî'nin el verdiği kimseler
bi'l-eşyâi ezelen ale't-tafsîl (vr. 132b-134a) 10. el-Meslekü'l-celî fî arasında Kasım Acemî (ö.934/1528'den sonra) 133 ile Muhammed b.
hükmi şathi'l-velî (vr. 137b-146b) 11. Tenbîhü'l-ukûl alâ tenzihi's-sû- Ali Geylânî et-Turûsî (Ö.970/1562-63) de vardır.134 Muhammed Tu-
fiyye an i'tikâdi't-tecsîm ve'l-aniyye(?) ve'l-ittihâd ve'l-hulûl (vr. rûsî şeyhin vefatından sonra yine Zeyniyye meşâyihinden olan Seyyid
147b-156b). îsâ'ya (Şeyh Kutbuddin îsâ) intisap etmiştir.135 Ayrıca Kasım b. Zül-
İbrahim Kûrânî'den sonra Zeyniyye silsilesinin devam ettiği be- zül'ün (Ö.942/1536), Horasânî'den el aldığı belirtilmemiş olmakla
lirtilen Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayâtı ve faali- birlikte güzel sesli olması sebebiyle şeyhin semâ meclislerinde ilâhîler
yetleri hakkında bilgi bulunamamıştır. "Mekkî" nisbesinden Mekke- söylediği kaydedilmekte, 136 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî'nin de
li olduğu ya da en azından uzun müddet burada faaliyet gösterdiği (Ö.953/1546) diğer bâzı meşâyihin yanı sıra Horasânî'nin sohbetleri-
tahmin edilebilir. Tibyan müellifinin kaydından anlaşıldığına göre, ne de katıldığı belirtilmektedir.137 Açıkça ifâde edilmemiş olsa da bu
ileride temas edilecek olan Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih iki zâtın şeyhe intisap etmiş olmaları muhtemeldir.
Ali Dimyâtî ile devam eden Zeyniyye'nin bir başka silsilesi de bu zât-
Ali Şir Nevâî şâirler tezkiresi Mecâlisü'n-nefâyis'in dördüncü
ta son bulmaktadır.128
meclisinde yer verdiği138 Muhammed Horasânî'nin Arap diyârından
tekrar memleketi Horasan'a döndüğünü ve halkın arasına çıkmayarak
çoğu vaktini sohbet ve ibâdetle geçirdiğini belirtmekte, kendisinin de
C. Mevlânâ Muhammed Horasânî (ö. Zilhicce 925/ Aralık 1519) birkaç kez sohbetiyle müşerref olduğunu kaydetmektedir. Nevâî'nin
kaydından ayrıca şeyhin Horasan'da öldüğü ve oraya defnedildiği de
: ve Mekke-Medîne-Halep Hattı
anlaşılmaktadır.139 Ancak Necmeddin Gazzî, Horasânî'nin 925 sene-
Zeyniyye'nin Hicaz bölgesi ile Suriye ve civârında yayılmasında si Zilhicce ayında Halep'te öldüğünü ve buradaki kabri başına Emîr
etkili olan önemli şahsiyetlerden biri, Zeynüddin Hâfî'nin Horasan Yûnus Âdilî tarafından bir imâret yaptırıldığını kaydetmiştir.140
bölgesindeki ön önemli halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin halîfele-
rinden Muhammed Horasânî'dir. Tasavvuf yoluna girmeden önce iç-
132 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
ki meclislerinden ayrılmadığı belirtilen Horasânî, zaman sonra yap- 133 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 3 .
tıklarından pişman olmuş ve Tebâdegânî'ye mürid olarak tövbe etmiş- 134 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66.
tir. Çetin riyâzetler ve erbaînlerle sülûkünü ikmal ettikten sonra oruç- 135 Gazzî, el-Kevâkib, III, 6 6 ; a.mlf., a.g.e., II, 2 3 4 .
lu ve yaya olarak hicaza gitmiş, uzun yıllar Mekke ve Medine'de ir- 136 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 4 1 - 2 4 2 .
şad faaliyetinde bulunmuştur.129 Necmeddin Gazzî onun yarım asır- 137 Gazzî, el-Kevâkib, II, 2 5 9 .
138 Nevâî onun Farsça bir rubâîsini kaydetmiştir. Türkçesi şöyledir:
dan fazla Arab diyarında kaldığını ve uzun ömür sürdüğünü belir-
Bir müddet dostlardan ayrı kalacağım
tir. 130 Hicaz bölgesinin yanı sıra ayrıca Halep'te de uzun müddet fa- Mihnet ve derde mübtelâ olacağım
aliyet gösterdiği anlaşılmaktadır.131 Arab diyârında halkın çoğunun Sevgili benimle bilişik etmezse
Kardeş ve bilişlere yabancı olacağım (Mecâlis, s. 153).
139 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 .
128 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b/ 140 Gazzî, el-Kevâkib, I, 9 1 ; ayrıca bk. Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V,
129 Nevâî, Nesâyim, s. 4 0 3 ; ayrıca bk. a.mlf., Mecâlis, s. 153. 4 2 3 . Bu ikinci eserde Horasânî'nin Zeyniyye ile ilişkisinden söz edilmemiş,
130 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66. aksine hırka silsilesinin Necmüddin el-Kebîr'e [Kubrâ?] dayandığı belirtil-
131 Gazzî, el-Kevâkib, I, 91. miştir (V, 4 2 2 ) .
D. Abdülkerîm Halîfe (Ö.884/1479) cid-tekke şeklinde kullanarak sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Zamanla
ve Halep'te Zeyniyye Tekkesi müridlerin adedi artınca burayı ilâvelerle genişletmiştir. Şu an kab-
rinin bulunduğu kıble tarafının doğusundaki ilâve hücrenin kitabe-
Zeynüddin Hâfî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Abdülkerîm
Efendi vasıtasıyla Zeyniyye tarîkatının Sûriye ve civârında, özellikle sinde, burayı 855'te (1451) bizzat kendisinin yaptırdığını belirtmiş
de Halep'te yayıldığı anlaşılmaktadır. Abdülkerîm Halîfe'nin Zey- ve adını Abdülkerîm b. Abdülazîz b. Abdullah şeklinde kaydetmiştir.
nüddin Hâfî'nin yanında yetiştiğini ve Halep'te ikamet ettiğini çağda- Ayrıca Hanefî mezhebinden olduğunu ve Zeynüddin Hâfî'ye bağlı
şı bulunan târihçi Âşıkpaşazâde'den öğreniyoruz.141 Âşıkpaşazâde bulunduğunu da ifâde etmektedir.148 Halk arasında kerâmetiyle ta-
onun adını, ileride temas edilecek olan Şeyh Cüneyd-i Safevî olayını nınan Abdülkerîm Halîfe'nin sıtmaya tutulanları okuyarak ve bazı
anlatırken dolaylı olarak anmıştır. Hayâtı hakkında pek fazla bilgi bu- formüller uygulayarak tedâvî ettiği, çokça rağbet edilen zâviyesi-
lunmasa da, Halep'deki meşhur sîmâların anlatıldığı bâzı eserlerde nin 149 kendisinden sonra Kerîmiyye Câmii diye anıldığı belirtilmek-
ona da yer verildiği görülmektedir. XVI. asır tarihçilerinden olan ve tedir. 150 Muhammed Râgıb halkın bu câmînin kıble duvarına Ab-
Abdülkerîm Halîfe ile zâviyesinde görüştüğünü belirten İbnü'l-Han- dülkerîm Halîfe tarafından Hz. Peygamber'in ayak izinin bulundu-
belî (Ö.971/1563) ve daha sonra ondan naklen Muhammed Râgıb'ın ğu sarı bir taşın konulduğuna inandığını ve teberrüken bu taşı ziyâ-
belirttiğine göre, Abdülkerîm Efendi Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin Arab ret ettiklerini kaydetmektedir.151
beldelerine yaptığı bir seyahat sırasında onunla buluşmuş ve bu tarih-
ten sonra şeyhe bağlı olduğunu ifâde sadedinde "Hâfî" nisbesiyle Ab- Abdülkerîm Halîfe'nin Anadolu'dan kaçıp Haleb'e giden Şeyh
dülkerîm Hâfî şeklinde anılmıştır.142 Zeynüddin Hâfî'nin Arab belde- Cüneyd'i yakalatması için Mısır sultanı Çakmak'a haber gönderen iki
lerine yaptığı seyahatin tarihi verilmiyor; ancak onun 822'de (1419) kişiden biri olması ve sultanın da bu haber üzerine harekete geçme-
Mısır'da 143 824'te (1421) yine Mısır Kâhire'de 144 825'te de Kudüs'te si, 152 halk arasında olduğu kadar yöneticiler nezdinde de itibar sahi-
olduğu145 ve oradan Mekke'ye gittiği146 bilinmektedir. Abdülkerîm bi olduğunu gösteriyor. Onun uzun ve bereketli bir ömür sürüp yüz
Efendi onunla muhtemelen bu târihlerden birinde buluşmuştur. yaşını aştıktan sonra vefat ettiği nakledilmekte,153 ancak kendisinden
Halep dışında faaliyet gösterip göstermediği tesbit edilemeyen sonra tarîkat silsilesinin devam edip etmediği belirtilmemektedir.
Abdülkerîm Halîfe'nin Halep'teki irşad faaliyetlerini Kınnesrîn ka-
pısı denilen yerde 147 eski mescidlerden Muhassab Mescidi'ni, mes- 148 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 302. Muhammed Râgıb kitâbedeki is-
mi yukarıdaki gibi kaydettiği halde, şeyhin adını İbnü'l-Hanbelî'nin kaydı-
141 Âşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Âşıkpaşazâde Târihi [nşr. Âlî Bey], İstanbul na uyarak "Abdülkerîm b. Abdullah" şeklinde kaydetmiştir.
1332, s. 266. 149 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; ondan naklen Mu-
142 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 8 3 9 - 8 4 0 ; Muhammed Râ- hammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301-302.
gıb, Târîhu Haleb, V, 301. 150 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 304. Halkın inanışına göre Abdülke-
143 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 3 3 ; Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 4 7 ; Reşe- rîm Halîfe'ye bir gece rüyasında Resûlullah'ın ayak izinin bulunduğu bir ta-
hât Tercümesi, s. 91-92. şı Hicaz'dan kumral bir adamın getireceği söylenmiş, ertesi gün camînin
144 bk. Sehâvî, IX, 261. önüne devesiyle gelen adamdan bu taşı almıştır (bk. a.g.e., aynı yer).
145 Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, 151 Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301.
müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır 1S1 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 266. İleride temas edileceği gibi, Sultan Çakmak'a
(bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b).
Abdülkerîm Halîfe ile birlikte haber gönderen diğer zât Mevlânâ Ahmed
146 Bu bilgi Vasâya'l-Kudsiyye'ye yapılan tercümelerin bir kısımının başında ka-
Bekrî'dir.
yıtlıdır. Meselâ bk. (Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, nr. 158, vr. 2a).
153 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839; ondan naklen Muham-
147 İbnü'l-Hanbelî, Dürrü'l-habeb, I (ikinci kısım), 839.
med Râgıb, Târîhu Haleb, V, 301.
E. Seyyid Safiyyüddin Îcî (ö.?) man'la görüşmüştür. Birinci ziyâretinde padişah kendisine Mısır hazî-
ve Hicaz-Sûriye-Mısır Üçgeni nesinden 50 akçe maaş bağlatmış, ikinci ziyâretinde de buna 20 akçe
daha ilâve etmiştir. Ayrıca nesli kesilinceye kadar devam etmek üzere
Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen halîfelerinden olduğu anlaşılan
çocukları için 24 akçe maaş tahsis etmiştir. İstanbul'dan tekrar Suri-
Seyyid Safiyyüddin154 ile birlikte Zeyniyye'de devam eden silsileye
ye'ye dönen Seyyid îsâ Halep'te halîfelerinden Şeyh Muhammed Îcî
mensup meşâyih de daha çok Hicaz, Suriye ve Mısır bölgesinde faali-
ile buluştu. Muhammed Îcî, Seyyid îsâ'dan Halep'te hilâfet alıp ardın-
yet göstermiştir. Hayâtı hakkında bilgi bulamadığımız Seyyid Safiy-
dan Şam'a yerleşmiş olan şeyhlerdendi.160 Muhammed Îcî'nin kendi
yüddin,155 öyle anlaşılıyor ki, Zeynüddin Hâfî'ye Mısır'da bulundu-
adını verdiği oğlu Muhammed de Şam'da Seyyid îsâ'nın sohbetlerine
ğu sırada intisap etmiştir. Sehâvî onun Mısır'da Hâfî'nin Farsça şiir-
lerini açıkladığı deslerine katıldığını kaydeder.156 Seyyid Safiyyüd- katılarak ondan ders okumuştur.161 Îcî, öyle anlaşılıyor ki, şeyhinin
din'den sonra posta oğlu Seyyid Muînüddin Safevî geçmiş, ondan da İstanbul'dan döndüğünü duyunca onu Halep'te karşılamış ve birlikte
Medîne'de 904 (1498-99) senesinde Hz. Peygamber'in (a.s.) huzû- buradan Şam'a gitmişlerdir. Seyyid îsâ daha sonra Şam'dan Mısır'a gi-
runda Ahmed b. Musâ Nebtînî hilâfet almıştır. Nebtfnî'nin faaliyetle- derek oraya yerleşmiştir. 952'de (1545) Mısır'da hayatta olduğu an-
rini çoğunlukla Medine şehrinde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Seyyid laşılan Seyyid îsâ'nın vefat târihi kaydedilmemiştir.162
Muînüddin'in kızından torunu allâme Seyyid îsâ b. Muhammed Îcî Muhammed Îcî'nin dergâhını Şam'ın Sâlihiyye bölgesinde kurdu-
Safevî (Şeyh Kutbuddin îsâ) uzun yıllar Mekke'de kaldıktan sonra git- ğu ve burada tasavvufî faaliyetlerinin yanı sıra zâhir ilimlerini de
tiği Medîne'de adı geçen Şeyh Ahmed b. Musâ'ya intisap ederek on- okuttuğu anlaşılmaktadır. Ondan ders alanlar arasında Allâme Mu-
dan icâzet almış, böylece Zeynüddin Hâfî'den sonra büyük dedesi hammed b. Muhammed Behnisî, 163 kırâatta yed-i tûlâ sâhibi olduğu
Seyyid Safiyyüddin ile devam eden Zeyniyye silsilesine dâhil olmuş- bildirilen Ahmed Aydûnî gibi âlimler vardır. Aydûnî'nin ondan Fars-
tur. 157 ça dersleri aldığı belirtilir.164 Pek çok fende mâhir olduğu kaydedilen
Molla Ahmed Kazvinî'nin (Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî) onunla
Seyyid îsâ 939 (1532-33) senesi civarında Medine'den Şam'a geç-
dost olması,165 ilmî seviyesinin yüksekliğine bir işâret sayılabilir.
miş, burada hem tedris hem de tarîkat faaliyetlerinde bulunmuştur.
Emeviyye Câmii imamlarından Muhammed b. Ali Basravî,166 Nakşi-
Oradan Kudüs'e giden Seyyid İsâ'nın Şam'da Muhyiddin İbnü'l-Ara-
bendiyye'nin âlim şeyhlerinden Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî gibi
bî'nin ve diğer bir kısım evliyânın kabrini ziyâret ettiği belirtilmekte-
önemli şahsiyetlerin vasiyyetleri gereği cenaze namazlarını kıldırmış
dir. Ayrıca onun evliyâ kabirlerini ziyâret için Bağdat'a da gittiği nak-
ledilir.158 Bağdat seyahati sırasında kendisine halîfelerinden Muham- olması ise, 167 onun çevresinde takva ve kemâl ehli olarak tanındığını
med b. Ali Geylânî et-Turûsî refâkat etmiştir.159 Seyyid îsâ iki defa da göstermektedir. Ayrıca o, kaydedildiğine göre, Sultan II. Selim için 18
Anadolu'ya seyahat ederek İstanbul'da pâdişâh Kânûnî Sultan Süley- Razamazan 982'de (01 Ocak 1575) Şam'da kılınan gâib cenâze nama-

160 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234.


154 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. Gazzî, el-Kevâkib, III, 37.
155 Muahhar kaynaklardan Tabibzâde'nin Silsilenâme'siııde Zeynüddin Hâ- 162 Gazzî, el-Kevâkib, II, 234.
fî'nin halîfeleri arasında zikredilen Safiyyüddin b. Mansur (s. 53) bu zât ol- 163 Gazzî, el-Kevâkib, III, 13.
malıdır. l fi4 Gazzî, el-Kevâkib, III, 125-126.
156 Sehâvî, IX, 261. 165 Gazzî, el-Kevâkib, II, 110.
157 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233. 166 Gazzî, el-Kevâkib, II, 47-48.
158 Gazzî, el-Kevâkib, II, 233-234. 167 Gazzî, el-Kevâkib, II, 146.
159 Gazzî, el-Kevâkib, III, 66.
zı için de imam olarak seçilmiştir ki, 168 bu, diğer kesimlerle birlikte hiye Dergâhı 174 ile ismi kaydedilmeyen daha başka dergâhların da
idâreciler nezdinde de mûteber bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. meşîhatini üstlenmek suretiyle tedris ve tasavvuf faaliyetlerini sürdü-
ren Ensârî'nin, 175 o dönemde vahdet-i vücûd görüşünün esaslı savu-
nucularından biri olduğu anlaşılmaktadır. Mısır'da İbnü'l-Fârız'ın
"Kasîde-i Tâiyye"si üzerine meydana gelen tartışmalar sırasında Mu-
F. Ahmed b. Fakih Ali Dimyâti (Ö.877/1472-73)
hibbüddin İbnü'ş-Şıhne ve Burhâneddin el-Bikaî gibi bir çok âlim İb-
ve Salâhiye ile Siryakosa Hânkâhları nü'l-Fârız'ı küfürle itham edince Kâfiyeci, Suyûtî, İbnü'l-Gars ve Ka-
Zeyniyye'nin Mısır ve Hicaz bölgesinde yayılmasında Zeynüddin sım b. Kutluboğa ile birlikte İbn Fârız'ı savunmuş,176 onun görüşleri-
Hâfî'nin halîfelerinden Ahmed b. Fakih Ali b. Muhammed169 ile de- nin yanı sıra Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve diğer tasavvuf büyüklerinin
vam eden silsilenin de önemli katkıları olduğu anlaşılmaktadır. "Dim- görüşlerini Şerhu'r-ravz isimli eserinde yanlış anlamalara sebebiyet
yâtî" nisbesinden Mısırlı olduğu anlaşılan Şeyh Ahmed'in hayâtı ve vermeyecek şekilde yorumlayarak açıklamıştır.177 Kaleme aldığı eser-
faaliyetleri hakkında yeterli bilgi bulunamamıştır. Şâfiî mezhebinden ler arasında Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı şerh de (Şerhu Risâleti'l-Kuşey-
olduğu ve "Zülbânî" diye tanındığı belirtilmektedir.170 Onun uzun rî) bulunmaktadır.178
ömür sürdüğünü kaydeden Sehâvî, 877'de Kâhire'ye geldiğinde ziyâ- Zekeriyya Ensarî'den sonra Zeyniyye silsilesi Şeyh Necmeddin
retine gitmiş ve yüz yaşım seneler önce aştığını kendisine söylediğini Gaytf (Muhammed b. Ahmed Gaytf, Ö.983 veyâ 984/1576) ile devam
kaydetmiştir. Sehâvî'nin ayrıca sohbetine katılmak ve elini öpmek için etmiştir.179 Harîrîzâde ayrıca bu silsilenin Zekeriyya Ensârî'den Ab-
halkın birbiriyle yarıştığını kaydetmesi, onun geniş bir kitle tarafın- dülvahhâb Şârânî'ye, ondan Necmeddin Gaytî'ye geçtiği şeklinde de
dan tanındığını göstermektedir. Bu seyahatinden sonra Kâhire'de faz- bir rivâyetin olduğunu belirtir. 180 Tam adı Muhammed b. Ahmed b.
la kalmayıp memleketine dönen Şeyh Ahmed orada vefat etmiştir.171 Ali b. Ebu Bekir şeklinde kaydedilen Necmeddin Gaytî de dönemin
ileri gelen âlimlerindendir. Ensârî gibi o da "Şeyhülislâm" "Allâme"
Şeyh Ahmed Dimyâtî'nin hilâfet verdiği zâtlardan biri Mısırlı
ve "Asrın muhaddisi" gibi Unvanlarla anılmaktadır. Mısırlı olup Şâfiî
meşhur âlim Şeyhülislâm Zekeriyya Ensarî'dir (Zekeriyya b. Kadı mezhebine mensuptur. Kitâbü'l-mi'râc isimli bir eserinin olduğu bil-
Zeynüddin Ensârî, ö. 3 Zilkade 926/15 Ekim 1520). 1 7 2 Dimyâtî'nin
yanı sıra diğer bâzı meşâyihten de hilâfet aldığı kaydedilen Zekeriyya
174 Salâhiye Dergâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/me-
Ensârî "Allâmetü'l-muhakkıkin", "Seyyidü'l-fukaha ve'l-muhaddi-
şâyih hakkında geniş bilgi için bk. Âsim Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sû-
sin", "Câmiu beyne'ş-şerîa ve'l-hakîka" gibi unvanlarla anılır.173 Salâ- fiyye fîMtstr, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 127-158.
175 bk. Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-tkyân fî a'yâni'l-a'yân, el-
Mektebetü'l-ilmiyye, Beyrut, ts., s. 113.
168 Gazzî, el-Kevâkib, III, 156. 176 Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153
169 Sehâvî, II, 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. Tibyân'da şeyhin künyesi 177 Gazzî, el-Kevâkib, I, 203. Arapça olan Şerhu'r-ravz'm büyük boy dört cild
"Ebu'l-Abbas" şeklinde kaydedilmişse de, Sehâvî "Ebû Abdü'l-Bâsit" şeklin- hâlinde bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (H. Hüs-
de kaydetmiştir (bk. belirtilen yerler). nü Paşa, nr. 400).
170 Sehâvî, II, 3 2 ; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 44a. Necmeddin Gazzî "İbn Zül- 178 Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 0 2 . Zekeriyya Ensârî'nin Kuşeyrî Risâlesi'ne yazdığı
bânî" diye meşhur olduğunu kaydetmiştir (el-Kevâkib, I, 198). Arapça şerhin büyük boy 2 8 0 varaklık bir nüshası Süleymâniye Kütüphâne-
171 Sehâvî, II, 32. si'ndedir (Hacı Mahmud, nr. 1583).
172 Sehâvî, II, 3 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 198; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a-b. 179 Gazzî, el-Kevâkib, III, 5 1 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.
173 Gazzî, el-Kevâkib, I, 196. 180 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.
dirilen Gayrî, tasavvufî faaliyetlerini İmam Şâfiî'nin kabri yakınında
bulunan ve daha önce şeyhi Zekeriyya Ensarî'nin meşîhatini yürüttü- defa Hac için gittiği Mekke'de on yıl kadar kalmış olması,186 Ahmed
ğü Salâhiye Hankâhı ile Siryakosa Hankâhı'nda yürütmüştür. Mısır b. Fakih Ali Dimyâtî vâsıtasıyla devam eden bu silsilenin Mısır'la bir-
meşâyihinin kendisini çok sevdiği, özellikle babasının şeyhi Nûreddin likte Hicaz ve civarında da yayıldığını göstermektedir. Şeyh Bâbilî'den
Şûnî'nin ona ayrı bir muhabbet beslediği rivâyet edilmektedir.181 sonra silsilenin devam ettiği Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî ve Şeyh
Muhammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî'nin hayatı ve faaliyetleri hak-
Necmeddin Gaytf den sonra Zeyniyye'nin bu silsilesi yine önem- kında bilgi bulunamamıştır. Ancak her ikisinin de "Mekkî" nisbelerin-
li âlimlerinden Gaytî'nin halîfesi Şeyh Sâlim Senhûrî (Sâlim b. Mu- den Mekkeli oldukları ya da en azından Bâbilî'nin Hicaz bölgesinde
hammed İzzeddin, ö. 3 Cemâziyelâhir 1015/ 6 Ekim 1606) ile devam başlattığı faaliyetleri uzun süre burada sürdürdükleri tahmin olunabi-
etmiştir.182 Pek çok ilmi bünyesinde topladığı bildirilen Senhûrî Mı- lir. Şeyh Bâbilî talebelerine eser telifi ile zaman kaybetmemelerini, ön-
sırlı olup, döneminde Mâlikîlerin Mısır başkadılığını yapmıştır. Mı- ceki âlimlerin yazdıklarını anlayıp bunları yaygınlaştırmalarının daha
sır'la birlikte Şam ve Hicaz bölgesinden de sayısızca öğrencisi olduğu faydalı olacağını tavsiye etmiş, eğer bir eser yeni bir şey getirmeyecek-
nakledilmektedir.183 Tasavvufî faaliyetlerini hangi dergâhta sürdür- se ona harcanan zamanın israf olacağını vurgulamıştır. Sadrazam Fâzıl
düğü kaydedilmeyen Senhûrî'nin, şeyhi Necmeddin Gayrî ve şeyhinin Ahmed Paşa'nın talebi üzerine cihadla ilgili bir kitap kaleme aldığı
şeyhi Zekeriyya Ensârî'nin meşîhatini üstlendiği Salâhiye Hânkâ- kaydedilen Bâbilî, dönemin ileri gelen âlimlerinden olmasına rağmen
hı'nda sürdürmediği kesindir. Zira buranın vakfiyesinde Şâfiî mezhe- te'lif için zaman harcamayarak bütün vaktini eğitime ayırmıştır. Onun
binden olanlara şart koşulduğu belirtilmektedir.184 yanında yetişenler arasında Kahire'den Şeyh Mansur et-Tûhî, Şihâbüd-
Senhûrî'den sonra Zeyniyye silsilesi şu şekilde devam etmiştir: din Ahmed el-Beşbîşî, Şemsüddin Muhammed b. Halîfe eş-Şevberî,
Şeyh Muhammed b. Alâeddin Bâbilî (Şemsüddin Bâbilî, ö. 1077/1666- Şam'dan Şeyh Abdülkadir es-Suffûrî, Şeyh Muhammed el-Habbâz,
67) > Şeyh Ahmed en-Nahlî el-Mekkî (ö. 1130/1718) > Şeyh Mu- Şeyh Muhammed b. Ali el-Mektebî, Mekke'den Şeyh Ahmed b. Ab-
hammed b. Ahmed b. Akîle el-Mekkî (ö.?). 185 Mısırlı olan Muham- durraûf, Şeyh Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî, Şeyh Ali el-Eyyûbî, Şeyh
med b. Alâeddin Bâbilî şeyhi bulunan Sâlim Senhûrî'den zâhirî ilimle- Ali b. Ebül-beka, Şeyh İskender el-Makkarî, Şeyh Said b. Abdullah,
ri de tahsil ederek devrin en önemli fıkıh ve hadis âlimleri arasına gir- Şeyh Abdülmuhsin el-Kal'î, Şeyh İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî,
miştir. Hadis hâfızı olması yanında cerh ve ta'dîl hususunda da olduk- Şeyh Ali Bâhâc, Medine'den Şeyh İbrâhim el-Hıyârî gibi zâtlar bulun-
ça mahâretli olduğu kaydedilmektedir. Tedris ve tasavvuf faaliyetleri- maktadır.187 Kendisi Şâfiî mezhebinden olmasına rağmen İmâm-ı
ni birlikte yürüttüğü anlaşılan Bâbilî, Salâhiye Medresesi'nde vazife- Âzam'ı en üstün imam olarak nitelediği nakledilen Şeyh Bâbilî Hicrî
lendirilmek istenmişse de, medresenin vakfiyesinde "Şâfiî ulemâsının 1000 senesinde doğmuş ve 1077'de vefat etmiştir.188
en bilginine verilmesi" şart koşulduğunu, kendisinin ise Şâfiî âlimlerin
en bilgini olmadığını belirterek bu vazîfeyi kabul etmemiştir. Bir çok
G. İbnü'l-Hümâm (Ö.861/1457)
ve Eşrefiyye-Şeyhûniye-Müeyyediyye Hânkâhları
181 Gazzî, el-Kevâkib, III, 51-53.
182 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 2 0 4 ; Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a. Harîrîzâde Zeyniyye'nin Mısır ve civarında yayılmasında önemli katkıları ol-
Senhûrî'nin vefatını 1025 olarak kaydetmişse de, Muhibbî'nin gün ve ay ve- duğu anlaşılan Zeynüddin Hâfî'nin ileri gelen bir başka halîfesi, usul
rerek kaydettiği 1015 târihi daha doğru olmalıdır.
183 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, II, 204.
184 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 40.
186 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 39-40; ayrıca bk. Neşru'l-mesânî, II, 155.
185 Harîrîzâde, Tibyân, II, 106a.
187 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 41.
188 Muhibbî, Hulâsatü'l-eser, IV, 42.
ve kelâm âlimlerinden Hanefi fakîhi Kemâleddin İbnü'l-Hümâm'dır. de bıraktı. 194 İslâm Ansiklopedisi'nde bu vazîfeden 858'de (1454) ay-
790'da İskenderiye'de dünyaya geldiği kaydedilen İbnü'l-Hümâm'ın rıldığı kaydedilmiştir ki, 195 bu durumda adı geçen hânkâhta on sene-
âilesi aslen Sivaslıdır. Zeynüddin Hâfî'ye, anlaşıldığı kadarıyla, Mı- yi aşkın bir müddet hizmet ettiği anlaşılır.196
sır'da bulunduğu sırada intisap etmiş ve şeyhle birlikte Kudüs'e git-
İbnü'l-Hümâm'ın yetiştirdiği halîfeler arasında, kendisi gibi yine
miştir. Hâfî'nin ona sâlih bir kul ve ilmiyle amel eden bir âlim olma-
"allâme" vasfı layık görülen Seyfüddin b. Kutluboğa da (Ö.14 Zilkade
sı yönünde duâ ettiği nakledilir.189 İbnü'l-Hümam'dan bahseden kay-
naklar pek çok ilim dalında akrânından üstün olduğunu belirterek 881/ 28 Şubat 1477) bulunmaktadır. İbnü'l-Hümam Şeyhûniye'de
ona "allâme" vasfını lâyık görmektedirler.190 Onun Zeynüddin Hâ- görevli iken hac için dergâhtan ayrıldığında yerine bu halîfesini bırak-
fî'nin yanı sıra İbrahim b. Ömer el-Edkâvî'den de zikir aldığı, ayrıca tığı nakledilir. Sultan Eşref Kayıtbay nezdinde de önemli bir itibara
İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutan Nasrullah b. Abdurrah- sâhib olduğu anlaşılan Kutluboğa, şeyhi İbnü'l-Hümâm'ın talebi üze-
man el-Ensârî ile sohbetlerde bulunduğu kaydedilmekte, allâme vas- rine Hıbâniye'de bulunan Câmî'nin meşîhatini üstlenmiş, ancak kuru-
fının yanında "şeyhu'ş-şuyûh" ve "şeyhu'l-ârifîn" ünvanlarıyla da cusunun bâzı tasavvufî uygulamaları kendi arzu ettiği şekilde yönlen-
anıldığı belirtilmektedir.191 İbnü'l-Hümâm 829'da (1426) el-Meli- dirmek istemesi üzerine görevini bırakmıştır. Ayrıca ona Kanbay Çer-
kü'l-eşref Barsbay'm Mısır'da kurduğu Eşrefiyye Medresesi'nin/Hân-
kesî'nin türbesinin bulunduğu dergâhın şeyhliği teklif edildiği halde
kâhı'nın 192 müderrisliği ve şeyhliğini yürütmek üzere görevlendirildi.
bunu kabul etmemiş, ancak Burhaneddin İbnü'd-Deyrî'nin vefatından
Burada yaklaşık dört yıl faaliyet gösterdikten sonra, kendisine sorul-
madan tasavvuf meşihatının öğrencisi Şemsüddin Emşâtî'ye verilme- sonra Müeyyediyye Dergâhı'nın şeyhliğini üstlenmiştir. Daha sonra
sine kızarak 13 Şâban 833'te (7 Mayıs 1430) görevini bıraktı. Kayde- ise Kâfiyeci'nin ardından Şeyhûniye'ye şeyh olduğu ve ölünceye ka-
dildiğine göre, âdetleri üzere ikindi vakti zikir için toplanıldığında İb- dar bu vazîfeyi yürüttüğü belirtilmektedir.197
nü'l-Hümâm başından sarığını (taylesan) çıkarıp atarak, "Şâhid olun
şu sarığı başımdan çıkardığım gibi, kendimi de meşîhattan azlettim"
demiştir. Sultan ve adamlarının onca rica ve yalvarmalarına rağmen
tekrar geri dönmeyince, yerine yine Zeynüddin Hâfî'den icâzetli âlim
Emînüddin Aksarâyî getirilmiştir. İbnü'l-Hümâm bu olayın üzerinden 194 Sehâvî, VIII, 130; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 4 7 4 .
uzun müddet geçtikten sonra 847'de (1443) Şeyhûniye Hankâ- 195 Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, XXI, 87.
hı'nın 193 şeyhliğini üstlendi, ancak kendi isteği ile buradaki görevini 196 İbnü'l-Hümâm hakkında bir çok akademik çalışma yapılmıştır. Bunların bir
kısmı için bk. Ömer Aydın, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2 0 0 1 , s. 49-50.
197 Sehâvî, IX, 173-175; Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478. "Allâme" diye anı-
189 Sehâvî, VIII, 127-128.
lan bir başka meşhur âlim Hanefî fakihlerinden Kasım b. Kutluboğa'nın da
190 Meselâ bk. Sehâvî, VIII, 131; Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'l-
(Ö.879/1474) Eşrefiyye Dergâhı'na mensup bir sûfî olduğu kaydedilmekte-
muhâdara fî târihi Mıstr ve'l-Kcihire (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim),
dir (Talat Sakallı, "İbn Kutluboğa", DİA, X X , 153). Adı geçen dergahın me-
1 9 6 7 , 1 , 4 7 4 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 226.
şîhatinin o dönemde genellikle Zeynüddin Hâfî'ye mensup âlimlerin elinde
191 Ferhat Koca, "İbnü'l-Hümâm", DİA, X X I , 88.
bulunması, ayrıca Kutluboğa'nın İbnü'l-hümâm'ın talebesi olması ve Zeynî-
192 Eşrefiyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ulemâ/me-
lerce okunmasına ayrı bir önem verilen Sühreverd'i'nin Avârifü'l-maârif in-
şâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hânk&vâtü's-sû-
deki hadisleri tahrîç etmesi (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110) gibi
fiyye fîMtsır, Kahire 1997, II, 6 0 2 - 6 3 5 .
193 Şeyhûniyye Hânkâhı'nın kuruluşu, vakıfları ve burada görev yapan ule- ' hususlar dikkate alınırsa, onun da Zeyniyye'ye mensup olduğu düşünülebi-
mâ/meşâyih hakkında geniş bilgi için bk. Asım Muhammed Rızk, Hâttkâvâ- lir. Ancak zikir aldığı şeyh belirtilmediği için bu hususta kesin bir şey söyle-
tü's-sûfiyye fî Mısır, Kahire 1 9 9 7 , 1 , 3 1 5 - 3 5 6 . mek zordur.
H. Emînüddin Aksarâyî (ö. 16 Muharrem 880/22 Mayıs 1475)
ve Mısır'ın Medrese-Dergâhları ZEYNÎLİĞİN ANADOLU VE RUMELİ'DE YAYILIŞI

Zeyniyye Tarikatı'nin Mısır ve civarında yayılmasında etkili olan


önemli âlimlerden bir diğeri de Hanefî fakîhi Emînüddin Yahya b.
Muhammed Aksarâyî'dir. 797'de Kahire'de doğmuş olmakla birlikte,
yukarıda bahsi geçen İbnü'l-Hümâm gibi o da aslen Anadolulu olup
ailesi Aksaray'dan Mısır'a göç etmiştir. Zamanında Hanefîlerin baş-
kadısı olduğu belirtilen Aksarâyî, Zeynüddin Hâfî'ye 824'te (1421)
Kahire'de bulunduğu sırada intisap eden âlimlerdendir.198 Çeşitli fa-
aliyetlerle birlikte bir müddet Sargıtmeşiyye Medresesi'nin199 ve Ba-
bülvezir'in dışındaki Emir Koca türbesinin bulunduğu dergâhın meşî-
hatini yürütmüş, pîrdaşı İbnü'l-Hümam'ın ayrılması üzerine de Eşre-
fiyye Dergâhı'nın hem müderrislik hem de şeyhliğini üstlenmiştir.
Kaydedildiğine göre Eşrefiyye Dergâhı'ndaki görevi İbnü'l-Hümam
gibi bir âlimden sonra teeddüben kabul etmek istememiş, ancak ısrar
edilince kabul etmek zorunda kalmıştır.200 Burada ve diğer dergâhlar- — A. Şeyh Muhammed (ö. 860/1456'dan önce)
da ne kadar faaliyet gösterdiği tesbit edilemeyen Aksarâyî, meşhur f^aynaklarda hayâtı ve faaliyetleri hakkında hiçbir bilgi bulunama-
Hanefî fakîhi Bedreddin Aynî'nin (ö. 855/1451) torunlarından Şihâ- yan Şeyh Muhammed'in, Zeynüddin Hâfî'nin Anadolu'da faali-
büddin'in ricâsı üzerine, Aynî tarafından kurulan medresenin (Med- yet gösteren bir halîfesi olduğu, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi XVI.
resetü'l-Ayniyye) müderrislik ve şeyhlik görevini üzerine almış, Eşre- yüzyıl kaynaklarının Şihâbüddin Sivâsî (Ö.860/1456) bahsinde verdik-
fiye'deki görevini de oğlu Ebussuûd'a bırakmıştır.201 Bâzı kaynaklar- leri dolaylı bilgiden anlaşılmaktadır.204 Tabibzâde de şematik olarak
da kendisinden "şeyhu'ş-şuyûh" diye bahsedilen Akasarâyî'nin202 il- hazırladığı Silsilenâme'sinde Şeyh Muhammed'i Zeynüddin Hâfî'nin
mî yeterliliği sebebiyle Sultan Eşref Kayıtbay tarafından da takdir halîfeleri arasına yerleştirmiş, Şihâbüddin Sivâsî'yi de onun yegâne
edildiği ve sultanın kendisini ziyâret ettiği nakledilmektedir. Oğlu halîfesi olarak göstermiştir.205 Nişancı Târihi'nde ise Sivâsî'nin Zey-
Ebussuûd kendisinden önce vefat etmiştir.203 nüddin Hâfî'ye intisap ettiği ve sülûkünü onun yanında tamamladığı
belirtilmektedir.206 "Tefsîru'ş-şeyh" adıyla tanınan Uyûnü't-tefâsîr207

204 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 415. Bu kaynakların ver-


198 Sehâvî, IX, 2 6 1 ; X , 2 4 0 , ayrıca bk. Süyûtî, Husnü'l-muhâdara, I, 478.
diği dolaylı bilgiler, muahhar dönemde kaleme alınmış olan Osmanlı Müel-
199 Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177-178; Muhammed b. Ahmed el-Hanefî, Bedâ-
lifleri ile (I, 90) Sefine'de de yer almıştır (I, 268).
iu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1984, III,
205 Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.
107.
206 Nişancı Mehmedlıîendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290, s. 123.
200 Sehâvî, X , 2 4 1 ; ayrıca bk. Süyûtî, Nazmu'l-tkyân, s. 177, 178; İbn İyâs, Be- .
207 Tam adı Uyûnü't-tefâsîr li'l-fudalâi's-semâsîr olan bu eserin tanitımı ve de-
dâiu'z-zubûr, III, 107.
ğerlendirilmesi ile ilgili bk. Şükrü Arslan, "Şihâbüddin es-Sivâsî ve 'Uyûnu't-
201 Sehâvî, X , 242.
tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, IX
202 bk. Gazzî, el-Kevâkib, I, 226.
(1990), s. 1 8 8 - 2 1 4 (Makale X . ve XI. sayılarda da devam etmektedir).
203 Sehâvî, X , 2 4 2 - 2 4 3 .
isimli meşhur tefsirin müellifi olan Sivâsî Taşköprîzâde, Hoca Sâded- olduğunu ve muhtemelen, icâzet/hilâfet almak suretiyle devam eden
din ve Bursalı Mehmed Tâhir'e göre, memleketinde zâhirî ilimleri tarîkat silsilesinden farklılığın buradan kaynaklandığını kabul etmek
tahsil ettikten sonra Hâfî'nin halîfelerinden Şeyh Muhammed'e inti- gerekmektedir.^
sap ederek tasavvufî merhaleler katetmiş, daha sonra şeyhiyle birlik- Kaynaklardaki bilgiler bir bütün olarak değerlendirildiğinde Sivâ-
te Ayasuluğ'a (bugünkü Selçuk) gidip yerleşmişlerdir. Adı geçen şeh- sî'nin önce Zeynüddin Hâfî'ye, ardından da halîfesi Şeyh Muham-
re hangi târihte gittikleri belirtilmemekle birlikte, hayatlarının sonla- med'e intisap etmiş olabeleceği de bir ihtimal olarak düşünülebilir.
rına kadar faaliyetlerini burada sürdürdükleri anlaşılmaktadır.208
Şeyh Şihâbüddin Sivâsî'nin mürşidi Şeyh Muhammed'in hayâtı
Yukarıdaki bilgilerin yanı sıra bizzat Şihâbüddin Sivâsî Cezzâbü'l- hakkında bilgi verilmediği gibi vefat târihi de kaydedilmemiştir. An-
kulûb isimli Arapça eserinin sonlarına doğru "hırka" giymenin zâhir cak Bursalı Mehmed Tâhir'in ifâdesinden Şeyh Muhammed'in, Sivâ-
ve bâtın yönlerine işâret ettikten sonra, hırka giydiği şeyhini ve silsi- sî'den birkaç sene evvel vefat ettiği anlaşılmaktadır.210 Sivâsî'nin ve-
lesini kaydetmiştir. Buna göre Sivâsî hırkayı Zeynüddin Mısrî'nin fat târihi ise ihtilaflıdır. Bu hususta Hicrî 780, 803, 860, 880 gibi bir-
elinden, Zeynüddin Mısrî Şeyh Abdünnûr'dan, o da Muhyiddin İb- birinden oldukça uzak târihler verilmiştir. Ancak bunların târihen
nü'l-Arabî'den giymiştir. İbnü'l-Arabî ise Şeyh Yûnus Cemâleddin Ab- doğruya en yakın olanı Bursalı M. Tâhir'in bizzat gidip gördüğü me-
bâsî'den giydiğini söylemiştir. Yûnus Cemâleddin de Abdülkâdir Gey- zar taşındaki 2 Rebîulevvel 860 (9 Şubat 1456) târihidir.211 Buna gö-
lânî'den giymiştir...209 Burada Zeynüddin Mısrî ile Zeynüddin Hâ- re Şeyh Muhammed 1456 senesinden önce vefat etmiş demektir.
fî'nin kastedildiği anlaşılmaktadır. Mısrî nisbesi, şeyhin Mısır'da da
Şihâbüddin Sivâsî'nin kaleme aldığı eserlerden tasavvufî mâhi-
kalmış olması sebebiyle olmalıdır. Ancak bu silsile Zeyniyye'nin bili-
nen hiçbir silsilesine uymadığı gibi, ismi geçen bir kısım şeyhin de bir- yette olanları Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât212 ile yukarıda adı
birlerinden hırka giymesi târihen çok zor gözükmektedir. ^Meselâ geçen Cezzâbü'l-kulûb213 isimli Arapça eserleridir. Cezzâbü'l-kulûb
Şeyh Abdünnûi- eğer İbnü'l-Arabî'den (Ö.638/1240) hırka giymiş ise Mehmed Rif'at el-Kâdirî el-Eşrefî tarafından Türkçe'ye tercüme
Zeynüddin Mısrî'nin (Ö.838/1435) ondan hırka giymesi mümkün de- edilmiştir.214
ğildir. Eğer Zeynüddin Mısrî'nin hırkayı Abdünnûr'dan giydiği kabul
edilecek olsa o takdirde Abdünnûr'un İbnü'l-Arabî'den giymesi müm-
kün olmaz. O sebeple burada ifâde edilen hırka giyme olayının tasav-
B. Abdürrahim Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra)
vufî anlayışa göre rûhânî olarak mânâ âleminde gerçekleşen bir olay
Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında önemli katkıları olan bir
başka zât Abdürrahim Rûmî'dir. Merzifonlu olan Abdürrahim Efen-
208 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 31; Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 5 ; Osmanlı Müellifleri, di'nin tam adı Nizâmeddin Abdürrahim b. Emir Aziz olup babası Sa-
1, 90.
209 Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Efen-
di, nr. 3 2 5 7 , vr. 169b-170a-b. Silsile Abdülkâdir Geylânî'den sonra yukarı- 210 Osmanlı Müellifleri, I, 90.
ya doğru şu şekilde devam etmektedir: Ebû Said el-Mübârek b. Ali Muhar- 211 Osmanlı Müellifleri, I, 91. Şükrü Arslan diğer vefat târihlerinin neden ola-
rimî > Ali b. Muhammed el-Kureşî > Ebulferec et-Tarsûsî > Ebulfazl Ab- mayacağı husûsunu şu makalesinde incelemiştir: "Şihâbüddin es-Sivâsî ve
dülvâhid b. Abdülaziz et-Temîmî > Ebu Bekir Muhammed b. Halfü'ş-Şiblî 'Uyûnu't-tefâsîr'indeki Metodu", Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
> Cüneyd el-Bağdâdî > Serî es-Sakatî > Muruf el-Kerhî > Ali b. Mûsâ > Dergisi, IX (1990), s. 188-214.
babası Mûsâ b. Ca'fer > babası Cafer b. Muhammed > babası Muhammed 212 Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 2 4 6 , vr. (61b-77a).
b. Ali > babası Ali b. Hüseyin > babası Hüseyin > babası Ali b. Ebî Tâlib 213 Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. (143b-170b).
> Hz. Peygamber (a.s.) > Hz. Cebrâil (a.s.) > Hz. Allah (c.c.). 214 Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3263, vr. (42b-62b).
rı Danigmend lâkabıyla tanınmıştır.215 Abdürrahim erginlik çağına Bu dörtlükdeki üslup, yukarıda da belirtildiği gibi, Merzifonî'nin
geldikten sonra Mısır'a gitmiş ve orada Şeyh Zeynüddin Hâfî'ye mü- şeyhle daha önceden tanıştığı intibâını vermektedir. Bu durumda .Ev-
rid olmuştur.216 Hakkında müstakil bir çalışma yapmış olan Berin Ta- liyâ Çelebi'nin "Merzifonî Zeynüddin Hâfî'ye Bursa'da talebe oldu"
şan'ın tesbitlerine göre onun Mısır'a seyahati 824 (1421) senesinde şeklindeki kaydı 220 önem kazanmaktadır. Gerçi eş-Şekâik'te Hâfî'nin
gerçekleşmiştir. Taşan bu tesbitini Merzifonî'nin Mısır'a gitmek üze- Anadolu'ya gelmediği şeklinde bir kayıt vardır,221 ancak bize göre, bir
re yola çıktığında yazdığını ileri sürdüğü, bir mürşide aşk ve muhab- çok beldeyi dolaşmış olan şeyhin Bursa'ya da gelmiş olması çok uzak
beti ortaya koyan gazelinin sonundaki 824 târihine dayandırmakta ve bir ihtimal değildir. Ayrıca Evliya Çelebi burada Merzifonî'nin mürid
kaynaklarda onun Çelebi Sultan Mehmed dönemi (816/1413- olmasından değil talebe (tilmiz) olup bir çok fenni ikmal etmesinden
824/1421) şahsiyetleri arasında sayılmış olmasını da bu târihin doğ-
söz etmektedir. Bu durumda onun Hâfî'den Bursa'da ilm-i zâhir tah-
ruluğunu desteklediğini belirtmektedir.217 Ancak Taşan'ın görüşünü
sil ettiği ve aşağıda temas edilecek olan icâzetnâmeden anlaşıldığına
dayandırdığı her iki husus da, bize göre, Abdurrahim Merzifonı'nin o
göre de Mısır'da ona mürid olduğu söylenebilir. Bursa'da iken şeyhin
târihten önce şeyhle buluşmuş olmasını gerekli kılmaktadır. Zira
müridleri arasına girmemiş olması ise, yaşının küçüklüğü ve Hâfî'nin
Merzifonî eş-Şekâik, Tâcü't-tevârih ve Nişancı Târihi gibi kaynaklar-
kendisine önce ilm-i zâhiri tahsil etmesi gerektiği yönünde tavsiyesi
da Çelebi Sultan Mehmed devri şahsiyetlerinden biri olarak gösteril-
sebebiyle olmalıdır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi, buna ben-
diğine göre 218 onun bu dönemde yeni yetişmekte olan bir kişi değil,
zer bir hâdise Horasan'da yaşanmış, küçük yaşta kendisine intisap et-
bir kısım özellikleriyle temâyüz etmiş bir şahsiyet olması gerekir. Oy-
sa Merzifonî Mısır seyahati öncesi henüz rüşd çağma yeni gelmiş bir mek isteyen Muhammed Tebâdegânî'ye Hâfî önce ilim tahsil etmesi-
genç olarak takdim edilmektedir. Gerçi Âşıkpaşazâde Târihi'nde Mer- ni tavsiye etmiş, daha sonra müridliğe kabul etmiştir.222
zifonî bir sonraki padişah olan II. Murad devri (1421-1451) şeyhleri Abdurrahim Merzifonî'nin Mısır'da hizmetine girdiği şeyhiyle bir-
arasında geçmekte, 219 dolayısıyla Taşan'ın ileri sürdüğü târihin doğ- likte Horasan'a gidip orada sülûkünü tamamlayarak icâzet aldığı bilin-
ruluk ihtimali buna göre kuvvetlenmektedir. Ancak bu durumda da mektedir.223 Lâmiî Çelebi bu icâzeti Nefehât Tercümesi'nde kaydet-
Merzifonî'ye âit olduğu söylenen gazeldeki üslup dikkati çekmekte; miştir.224 Orada belirtildiğine göre Merzifonî şeyhle birlikte Mısır'dan
onun burada bir şeyhe intisap etmek isteyen kimseden çok, daha ön- Horasan'a giderek Dervişâbâd'da bulunan tekkede bir çok defa halve-
ceden görüşüp tanıştığı şeyhe aşk ve hasretini ifade eden bir üslup ku- te girmiş, seyru sülük esnâsında Şeyh Hâfî'den Sühreverdî'nin Avâri-
landığı görülmektedir. Şöyle diyor: fü'l-maârif ve İ'lâmü'l-hüdâ isimli eserlerini, Nevevî'nin Erbain'ini
(Kırk Hadis) ve şeyhin kendi eserleri Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-
Yine deryâ gibi cûş itdi ışkun reşâd'ı okumuştur. İcâzetin verildiği târih Muharrem 832 (Ekim 1428)
Başımı ışk ile hoş itdi ışkun
Kadeh sundı elüme içdüm anı
Delürdüm beni sarhoş itdi ışkun
220 Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, İstanbul 1314, II, 399.
221 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 71.
222 bk. Nevâî, Nesâyim, s. 396-397.
21i Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . 223 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Reşehât Tercümesi, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II,
216 Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Mecdî, s. 89. 4 3 5 ; Mecdî, s. 89.
217 Berin Taşan, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975, s. 16-17. 224 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan icâzetnâmenin bir nüs-
218 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 ; Nişana Târihi, s. hası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki va-
130.
rak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mec-
219 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 202. mua içinde bulunmaktadır (Halcses, nr. 355, vr. lla-12a).
olarak sonunda belirtilmiştir. Ayrıca Nuruosmâniye Kütüphânesi'nde sonra yine bu târih verilmiştir.231 Hakkında müstakil çalışma yapmış
(nr. 2650) bulunan bir yazmada da Zeyniyye tarikatının Abdurrahîm bulunan Berin Taşan ise vefatının 1460 yılları civarında olduğunu
Rûmî'ye kadar gelen bir silsilesi kayıtlıdır (vr. 2b-4b). tahminen söylemektedir.232 Ancak inceleme imkanı bulduğumuz
Abdürrahim Rûmî'yi icâzetle memleketine gönderirken Zeynüd- Merzifonî'nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'ndeki Işknâme isim-
din Hâfî, "Bir aşk kütüğünü yaktık, diyar-ı Rûm'a attık" demiştir. li manzum eserinin 865 (1461) senesinde telif edildiği belirtilmiştir.
832'de (1428) Merzifon'a gelip irşad faaliyetine başlayan Abdürra- Bu durumda onun 8 65'ten sonra vefat ettiğini kabul etmek gerekir.
him Efendi'ye, dönemin Osmanlı pâdişâhı Sultan II. Murad sahip çık- Kabrinin önemli ziyâret mahallerinden biri olduğu ve kerâmetine ina-
mış ve 835'te (1431-32) Merzifon'da bulanan imâretin evkafından nıldığı için özellikle ihtiyaç sahiplerinin burayı çokça ziyâret ettiği tâ-
günlük beş akçe, yılda on müdjağırlık birimi) zahire olmak üzere rih kaynaklarında belirtilmektedir.
kendisine maaş bağlatmış, daha sonra 843'de (1439) günlük miktarı
• Devrinde şöhretinin geniş çevreye yayıldığı anlaşılan Merzifo-
sekiz akçeye çıkarmıştır. Abdürrahim Efendi'nin bir tarîkat şeyhi ola-
nî'ye intisap edenler arasında kelâm, tefsir ve fıkıh sahasında önemli
rak maaş kabul etmesi, tasavvufî prensipler açısından bâzı kimseler ta-
eserler vermiş olan Osmanlı'nın ileri gelen âlimlerinden "Hayâlî" lâ-
rafından uygun görülmeyip tenkid edilince, o bunlara şöyle cevap
kaplı Şemsüddin Ahmed Efendi (ö. 875/1470[?]) dikkat çekmektedir.
vermiştir:
Belirtildiğine göre bu zâtın Merzifonî'den zikir alması Edirne'deki Ye-
"Muhtelif elleri bir ele hasrettik, o lokma ile nefsin ağzını tut- nicami'de gerçekleşmiştir.233 Bunun yanı sıra Atâî ve Tabibzâde,
tuk." 225 Amasyalı Şeyh Abdürrahim b. Şeyh Mehmed ile kardeşi Şeyh Nuh b.
Şiirlerinde "Rûmî" mahlasını kullandığı belirtilen226 Abdürrahim Şeyh Mehmed'in Merzifonî'nin halîfelerinden olduğunu kaydetmek-
Efendi'nin kaleme aldığı belirtilen İrşâdü'l-enâm, Divançe-i İlâhi- tedirler.234 Atâî'nin verdiği bilgilere göre Şeyh Abdürrahim Hicrî 900
yât227 ve Işknâme223 isimli eserlerden yalnızca manzum Işknâme bu- senesi civarında dünyaya gelip 976 (1568-69) senesinde vefat etmiş
lunabilmiştir.229 Evliya Çelebi Vasâyâ-yt Kudsiyye'yi de Merzifonî'ye ve halk arasında İmam Efendi diye tanınmıştır.235 Şeyh Nuh ise önce
nisbet etmişse de 230 bu eserin Zeynüddin Hâfi'ye âit olduğu bilin- zahir ilimleri tahsil ettikten sonra Merzifonî'ye intisap etmiş, 977 se-
mektedir. . nesinin Receb ayında (Aralık 1569) vefat etmiştir.236 Bu bilgiler dik-
kate alındığında her iki zâtın da Merzifonî ile görüşmüş olması târi-
Kaynaklarda Abdürrahim Efendi'nin Merzifon'da vefat ettiği be-
lirtilmekle birlikte vefat târihi hakkında kesin bir şey söylenmemekte- hen mümkün değildir. Fakat bu iki zât Merzifonî'nin halîfelerinden
dir. Hediyyetü'l-ârifîn'de 850 (1446) civarı denilmiş, îslâm Ansiklo- birisi eliyle, ya da meşâyihten olduğu anlaşılan babaları vâsıtasıyla ta-
pedisi' nin (DİA) ilgili maddesinde de kesin olmadığı belirtildikten rikata girmiş olabilirler. Ancak bu hususta kaynaklarda herhangi bir
bilgiye rastlanmamıştır. Nev'îzâde Atâî Kânûnî Sultan Süleyman'ın
Nahcivan seferine (III. İran seferi) hazırlanırken adı geçen Şeyh Nûh
225 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69-70; Tâcü't-
tevârîh, II, 435.
226 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 5 . Evliya Çelebi ve Bağ- 231 Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DİA, I, 293.
datlı İsmâil Paşa mahlasını yanlışlıkla "Rûhî" diye kaydetmiştir (Seyahâtnâ- 232 Taşan, Abdürrahim Rumî, s. 37.
me, II, 3 9 9 ; Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562). 233 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 141; Tâcü't-tevârîh, II, 4 7 9 - 4 8 0 . Hayâlî için bk.
227 Hediyyetü'l-ârifîn, I, 562; Osmanlı Müellifleri, 1 , 1 1 1 ; Vassaf, Sefîne, I, 266. Adil Bebek, "Hayâlî", DİA, XVII, 3-5.
228 Osmanlı Müellifleri, I, 111; Vassaf, Sefîne, I, 266. 234 Atâî, s. 198, 202; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.
229 bk. İstanbul Üniversitesi Ktp., TY, nr. 1359. 235 Atâî, s. 198.
230 Seyahâtnâme, II, 399. 236 Atâî, s. 202.
ile buluşmak istediğini ve kendisine 1000 altın gönderdiğini kaydet- mu: 786/1384) kaynaklarda daha çok "Makdisî" nisbesiyle anılan
mektedir ki, 237 bu o dönemde şeyhin şöhretini ve pâdişâh nezdinde- Şeyh Abdüllatîf (Abdüllatîf b. Abdurrahman b. Ahmed) "İbn Ganim"
ki itibârını göstermesi bakımından önemlidir. diye meşhur olmakla birlikte "İbn Benâne" diye de bilinir.240 Ayrıca
Taşköprîzâde'nin kaydından Merzifonî'nin Ali isminde önemli bir Molla Fenârî'nin söylediği bir şiirden, onun da Şeyh Hâfî gibi "Zey-
halîfesinin daha olduğu. anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre Şeyh nüddin" lâkabıyla anıldığı anlaşılmaktadır.241 Önce, aralarında baba-
Merzifonî adı geçen halîfesiyle birlikte fetihten önce İstanbul'a git- sının da bulunduğu bir çok âlimden ilm-i zâhir tahsil etmiş, daha son-
miş, Ayasofya'daki râhiplerle yaptığı münâzara sonucu kırk kadarının ra aklî ilimleri öğrendiği Abdülaziz Fernevî'ye intisap etmek sûretiyle
Müslüman olmasını sağlamıştı. İnançlarını değiştirdiklerini hiç kimse- tasavvuf yoluna girmiştir. Yaklaşık on yıl hizmetinde bulunduğu şey-
ye söylemeyen bu râhiplerden altısının fetih sırasında hayatta olduğu hinden242 aynı zamanda irşad için icâzet de aldığı kaynaklarda belir-
belirtilmektedir.238 tilmektedir.243
Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatîf Kudsî 815'te (1412) Mağ-
rib bölgesine gitti ve en son bulunduğu Tunus'tan 817 târihinde
(1414) hac niyetiyle ayrıldı. Dönüşte tekrar Mağrib bölgesindeki şe-
C. Abdüllatîf Kudsî/Makdisî (ö. 856/1452)
hirleri dolaşmaya başladı. Trablus'un Müsrâtâ köyünde meşâyihin ile-
Zeyniyye'nin Anadolu'da tesir alanını genişletmesi ve Rumeli böl- ri gelenlerinden İbrâhim Müsrâtî ile, Tunus'ta Muhammed el-Mağrı-
gesinde yayılmasında Abdüllatîf Kudsî ve yetiştirdiği halîfelerinin çok bî el-Esmer, Tilimsan'da Abdurrahman b. el-Bennâ, Şerîfüddin Ebû
ciddî etkileri olmuştur. Kudsî'ye Zeyniyye mensuplarınca, daha önce Yahyâ, Ebu'r-rikâb diye bilinen Şeyh Hasan ve Ahmed b. Zâğû gibi
bahsi geçen Abdülmu'tî Mağribî ve Abdürrahîm Rûmî/Merzifonî ile şeyhlerle buluştu. 820'den (1417) sonra döndüğü Kudüs'te Zeynüd-
birlikte "Abâdile" ünvânı verilmiştir.239 Kudüslü olduğu için (doğu- din Hâfî ile tanıştı. 244 821'de Herat'ta olduğu anlaşılan Zeynüddin
Hâfî'nin 245 822'de ve 824'te Mısır'da olduğu,246 825 (1422) senesin-
237 Atâî, s. 202-203. Şeyh Nuh pâdişâhın bu ihsânı karşısında, "Bu parayı tali-
bi olanlara versinler. Maksat duâ ise biz vazîfemizi biliriz" diyerek müstağ- mazhar olmuş kimseleri ifâde etmek için kullanılmıştır (Süleyman Uludağ,
nî davranmıştır. "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7). Atâî, Zeyniyye mensuplarının bu üç şeyhe
238 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 122-123. İstanbul'un muhasarası esnasında Ya- hadiste kullanıldığı gibi "Abâdile" dediğini belirtmektedir (Atâî, s. 63).
hûdîlerin ve Hıristiyanların el altından Sultan II. Mehmed ile ittifak ettikle-
240 Sehâvî, IV, 3 2 7 .
rine dâir bilgi (bk. M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi Fet-
241 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26; Güldeste, 242. Kudsî'nin Tuhfetü vâhi-
vaları Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983, s. 104) bu noktada bi'l-mevâhib isimli eserinin Süleymâniye Kütüphanesi'ndeki (Hacı Mah-
önem kazanmaktadır. Râhiplerin Müslüman olup olmadıkları kesin olarak mud, nr. 3 0 0 7 ) bir nüshasında da vasıfları "Zeynü'l-Hakkı ve'l-milleti ve'd-
dîn" şeklinde kaydedilmiştir (vr. 1b). Keşfü'z-zunûn müellifi de bir kaç kez
bilinmese bile en azından bir kısımının gönlünün İslamiyet'e ısındırıldığı dü-
zikrettiği Kudsî'nin adını bir yerde "Zeynüddin" lâkabıyla birlikte anmakta-
şünülebilir. Nitekim bir bölgenin fethi öncesinde dervişlerin gösterdiği faali-
dır (I, 376).
yetlerin, o bölgenin fethedilmesine önemli katkılar sağladığı daha başka ör-
242 Sehâvî, IV, 327.
neklerle de bilinmektedir.
243 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-te-
239 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 70; Atâî, s. 63. Abdullahlar anlamına gelen "Abâ-
vârîh, II, 4 3 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 118a.
dile", hadiste ve tasavvufta farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir. Hadis- 244 Sehâvî, IV, 327. Burada yanlışlıkla Zeynüddin Hâfî yerine Nûreddin Hâfî
te ilimleri ve özellikle verdikleri fetvâlarla meşhur olan Abdullah adlı dört
yazılmıştır.
sahâbî; Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Ab- 245 Zeynüddin Hâfî müridlerinden Ahmed Semerkandî için bir kısım nasihatle-
dullah b. Amr b. Âs hakkında kullanılmıştır (Râşit Küçük, "Abâdile" (Ha-
ri içeren Risâle'sini 821'de Herat'ta kaleme'aldığını, eserin sonunda belirt-
dis), DİA, I, 7). Tasavvufta ise genellikle esmâ-i hüsnâdan birinin tecellîsine miştir. bk. Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b).
de ise Kudüs'te bir kısım risalelerini ve tarîkat prensipleri açısından nüddin Hâfî'nin Arapça olarak yazdığı icâzetnâmenin bir nüshası Sü-
en önemli eseri Vasâya'l-Kudsiyye'yi tamamladıktan sonra Mekke'ye leymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır.250 Hâfî burada Abdülla-
gittiği bilinmektedir.247 Kudsî'nin Zeynüddin Hâfî ile Kudüs'te buluş- tîf Kudsî'nin dinî ilimleri tahsil ettikten sonra bâzı şeyhlerin hizmetin-
ması, yukarıda kaydedilen târihlerden sonuncusunda; yâni Hâfî'nin de bulunduğunu, daha sonra ise kendisine intisap edip birlikte Ku-
Kudüs'te bulunup ardından Mekke'ye gittiği 825 senesinde gerçekleş- düs'ten Horasan'a gittiklerini, sülûkünü ikmâl etmesi üzerine de
miş olmalıdır. Her nekadar Hâfî'nin Mısır'da bulunduğu 822 ve 824 memleketine dönmesi, "Lâ ilâhe illallah" zikrini telkîn ederek tarîkat
senelerinde de Mısır öncesi ya da sonrasında Kudüs'e uğramış olabi- hırkası giydirmesi husûsunda ona izin verdiğini ifâde etmektedir.
leceği muhtemel ise de, Kudsî'nin adı geçen şehirde Hâfî ile buluşma-
Sehâvî'nin kaydettiğine göre Abdüllatif Kudsî Horasan ve civarın-
sına temas eden Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh gibi
da üç yıl kadar kaldıktan sonra Kudüs'e dönmüştür.251 Bu durumda
kaynaklarda şeyhin buradan daha sonra Hicaz'a gittiği belirtilmekte-
onun eğer 825'te Küdüs'ten ayrıldığı kabul edilecek olursa, icâzetle
dir ki, 248 bu kayıt 825 târihini kuvvetlendirmektedir. Adı geçen kay-
»geri dönüşü 828 (1425) senesinde gerçekleşmiş demektir. Kudsî bir
nakların verdiği bilgiye göre Abdüllatif Kudsî şeyhle tanıştıktan sonra
müddet Kudüs'te kalıp ardından da Anadolu'ya gitmiştir.252 Sehâvî
onu evinde misafir ederek, sohbetlerinden faydalanmış, ardından bir-
ile Lârtıiî Çelebi ve Lâmiî'den sonraki Osmanlı müelliflerinin verdiği
likte hacca gitmek istemiştir. Ancak şeyh, annesi rahatsız olduğu için
evinden ayrılmasını uygun görmemiş, hac dönüşü kendisini Hora- bilgiler bir araya getirildiğinde Kudsî'nin Anadolu'ya en az iki kez se-
san'a götürebileceğini söylemiştir. Horasan'da Şeyh Hâfî'nin gözeti- yahat ettiği ortaya çıkmaktadır. Sehâvî'nin kaydettiği seyâhat ilkine,
minde halvet, riyâzet ve mücâhedelerle yeniden seyrü sülûke başlayan Lâmiî ve diğerlerinin kaydettikleri ise ikincisine işâret etmektedir. Se-
Kudsî, buradan da şeyhin tavsiyesi üzerine Cam şehrine giderek Ah- hâvî şeyhin Anadolu'da kaldığı süre zarfında, bir kısmı ileri gelen yö-
med Câmî-i Nâmekî'nin kabri yanında erbaîne girdi. Bu sırada yaşa- neticilerden olmâk üzere pek çok kimsenin sohbetini dinlemeye gel-
dığı halleri Hâfî'ye düzenli olarak yazdığı mektuplarla bildirdi ve so- diğini, onu ziyâret etmek isteyenler arasında Sultan Murad'ın da (II.
nunda Şeyh Hâfî kendisine irşad için icâzet yazıp gönderdi.249 Zey- Murad) bulunduğunu, ancak şeyhin sultanla buluşmaktan kaçındığı-
nı, gizlice geldiği halde sultanla yine görüşmediğini vurgulamakta, üç
yıl kaldıktan sonra Anadolu'dan Kudüs'e döndüğünü belirtmektedir.
246 822'de Mısır'da olduğuna dâir bk. Nevâî, Nesâyim, s. 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Ne-
Sehâvî ayrıca, Kudsî'nin Kudüs'e hangi târihte döndüğünü zikretme-
fehât Tercümesi, s. 4 3 2 - 4 3 3 ; Reşahât Tercümesi, s. 91-92. 824'te ICahire'de
bulunduğuna dâir bk. Sehâvî, IX, 261. mekle birlikte, onun bu şehire döndükten sonra bir müddet ikâmet
247 Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye'yi Kudüs'te 825'te tamamlandığı, ettiğini ve 840 (1436-37) senesinden sonra da oradan Kâhire'ye gidip
müellif nüshasıyla mukabele edilmiş olan bir nüshasının sonunda kayıtlıdır yerleştiğini kaydetmiştir.253 Öte yandan Sehâvî'nin bir başka kaydın-
(bk. Süleymâniye Ktp., Darulmesnevî, nr. 157, vr. 37b). Eseri tamamladık-
dan Kudsî'nin 837 Ramazan'ında (1434) Kudüs'te olduğu anlaşıl-
tan sonra Kudüs'ten Mekke'ye gittiği ise, esere yapılan tercümelerin bir kı-
sımının başında belirtilmiştir. Meselâ bk. Süleymaniye Ktp., Darulmesnevi, maktadır.254 Bu bilgiler ışığında onun Anadolu'dan 837 senesinden
nr. 158, vr. 2a. önce döndüğünü kabul etmek gerekir. Kudsî Kâhire'de el-Melikü'z-
248 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 551; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66; Tâcü't-te- zâhir Çakmak ile yakın dostluk kurmuş ve ona bir sohbet sırasında
vârîh, II, 4 3 4 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlan-
soy, "Edebiyat Târihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli
makale içinde, OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. 2b; Güldeste, s. 95-96; Yâ- 250 Reşid Ef., nr. 1019, vr. (29a-31a).
digâr-t Şemsî, s. 365. 251 Sehâvî, IV, 327.
249 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 1 - 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 66-67; 252 Sehâvî, IV, 327.
Tâcü't-tevârîh, II, 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2b; Güldeste, 253 Sehâvî, IV, 327.
s. 96. 254 Sehâvî, IV, 328.
Memlûk sultânı olacağı müjdesini vermişti. Çakmak da şeyhe Ku- sırada yanlarında bulunan Âşıkpaşazâde'nin kaydettiğine göre arala-
düs'te bir zâviye binâsı tahsis edeceği sözünü- verdi. Ancak Memlûk rında şöyle bir diyalog yaşanmıştır:
tahtına geçtiği halde bu sözünü yerine getirmedi. Kudsî de bunun üze-
rine Babü'l-kantara dışındaki buğday meydanında bulunan bir câmî-
Cüneyd: Ataya ashâbı mı evlâdır yoksa evlâdı mı?
de uzlete çekildi. 255
Kudsî: Sual ettiğin makamda ashab evlâdır. Zîra ashab Kelâm-ı
Abdüllatîf Kudsî ikinci Anadolu seyahati için Şam'dan, Lâmiî Çe- Kadîm'de "muhâcirîn ve'l-ensâr" diye anılmıştır. Ve dahî rae-
lebi'nin kaydına göre 851 senesinin Şevval ayında (Aralık 1447) yola zâhib-i erbaa (dört mezheb) ashaptan alınmıştır, evlattan değil.
çıkmış ve Zilkade ayında (Ocak 1448) Konya'ya varmıştır.256 Burada Cüneyd: O âyetler ashab hakkında nâzil olduğu vakit sen ora-
sırasıyla Mevlânâ Celâleddin Rûmî, Sadreddin Konevî ve Şemsüddin da mı idin?
Tebrîzî'nin kabirlerini ziyâret ettiğini belirten Kudsî'nin257 irşad faali- Kudsî: Sen bu îtikadla kâfir oldun. Bu îtikadla sana uyanlar da-
yetini Şeyh Sadreddin Konevî Zâviyesi'ne yerleşerek sürdürdüğü an-
hî kâfir olur.
laşılmaktadır.258 Kudsî Konya'da bulunduğu sırada Safeviyye Tarîka-
tı şeyhi Cüneyd-i Safevî müridleriyle birlikte adı geçen zâviyeye misâ-
fir olmuş ve bir müddet sonra Kudsî ile Cüneyd arasında önemli bir Bu tartışmadan sonra Konya'da kalamayacağını anlayan Şeyh Cü-
tartışma meydana gelmiştir.259 Cüneyd'in mensup bulunduğu Safe- neyd ertesi gün sabahtan şehri terketti. Şeyh Kudsî ise Karamanoğlu
viyye Tarîkatı kuruluşu itibâriyle sünnî bir karakter taşıdığı halde İbrâhim Bey'e bir mektup yazarak Cüneyd'in sûfîlikle alâkasının bu-
Şeyh Cüneyd, oğlu Şeyh Haydar ve torunu Şah İsmâil ile birlikte aşı- lunmadığını, inancının sapık, niyyetinin de emirlik olduğunu bildirdi.
rı Şiî bir hüviyyet kazanmış ve tarîkattan çok siyâsî bir organizasyon İbrahim Bey Cüneyd'in ardından adamlarını gönderip yakalatmak is-
hâline gelmişti.260 İşte siyâsî gaye güttüğü farkedilen Cüneyd, Kara- tedi ise de, o Haleb'e kaçmayı başardı. Bir müddet burada kaldıktan
koyunlu ülkesinden çıkarıldıktan sonra Osmanlı topraklarına gelip sonra Mevlânâ Abdülbekrî ve Zeynüddin Hâfî'nin halîfelerinden Ab-
yerleşmek istemiş ancak Sultan II. Murad'dan yüz bulamayınca Kara- dülkerîm Halîfe, Mısır sultânı el-Melikü'z-zâhir Çakmak'a haber
man beyliğinin başkenti Konya'ya gitmişti.261 Sadreddin Konevî Zâ- gönderip "Senin vilâyetinde deccal zuhûr etti" dediler. Cüneyd, ken-
viyesi'ne misâfir olan Cüneyd'le uzun müddet görüşmeyen Kudsî, da- disini yakalamak için harekete geçen Sultan Çakmak'ın adamlarından
ha sonra bir ikindi namazının ardından onunla bir araya gelmiş ve o da kurtulup kaçmayı başardı.262
Abdüllatîf Kudsî Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Bursa'ya
geçmiştir. Kaynaklarda onun Bursa'ya gidişiyle ilgili 850 (1446), 852
255 Sehâvî, i y 328.
ve 855 gibi birbirinden farklı târihler verilir.263 Bunlardan 850 târihi
256 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-,
Tâcü't-tevârîh, II, 434. en zayıf ihtimaldir. Nitekim onun Konya'ya gelişinin bile bu târihten
257 kk- Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67. sonra; Zilkade 851'de (Ocak 1448) gerçekleştiği bilinmekte,264 ora-
258 bk. Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 ; Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DİA, dan henüz ayrılmadan Şeyh Cüneyd'le karşılaşmış olması ise bu şehir-
I, 2 5 7 .
259 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 4 - 2 6 5 .
260 Safeviyye tarîkatında siyâsî g_ye güdülmeye başlanması ve Sünnî anlayıştan 262 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 5 - 2 6 6 .
Şiîliğe dönüş hakkında bilgi için bk. Reşat Öngören, "Sünnî Bir Tarîkattan 263 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr.
Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarîkatı ve îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, 3a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 119a; Güldeste, s. 96; Yâdigâr-ı Şemsî, s.
XI (1995), s. 82-93. 3 6 6 ; Vassâf, Sefine, I, 265.
261 a.g.m., s. 84. 264 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 .
de en azından 852 senesinin sonlarına kadar (1449) kaldığını göster- de tasavvuf anlayış ve düşüncesini ortaya koymuş, yine Arapça olarak
mektedir. Zîra Cüneyd'in Anadolu'ya 1449'da geldiği belirtilmekte- kaleme aldığı Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb274 isimli eserinde ise ta-
dir. 265 Lâmiî Çelebi ve ondan naklen Mehmed b. Sa'dî'nin kaydetti- savvufî meselelerle kelâmî konulan birlikte ele almıştır. Keşfü'l-itikad
ği Recep 855 (Ağustos 1451) târihi, 266 doğruya en yakın olan târih- fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin bâtıl mezhep ve tarikatla-
tir. Recep ayında yola çıkan Kudsî Bursa'ya Şaban ayında varmış267 ve ra karşı bir reddiyye olduğu, hoca-talebe münâsebetlerini anlattığı §i-
Hisar'da Büyük Câmî yakınında bir eve yerleşmiştir.268 Yolda gider- fâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim ve'l-müteallim isimli eserinde ilmin
ken gördüğü bir rûyâda kendisine "Ehl-i mârifet senin yolunu gözlü- fazîleti, ilimlerin tasnifi, medrese ilimleri ve metod üzerinde durduğu,
yor, acele et!" dendiğini ve şehre ulaştığında Ramazan ayının sonuna Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy ani'l-tnünker isimli eserinde de ge-
kadar ulemâ ve sulehâdan müteşekkil bir toplulukla halvete oturdu- nel anlamda tebliğin usul ve imkânlarına temas ettiği belirtilmekte-
ğunu söylemesi,269 daha önce Bursa'da önemli miktarda Zeyniyye Ta- dir. 275 Kudsî'nin tesbit edilebilen diğer eserleri şunlardır: İlimlerin kı-
rikatı müntesiplerinin oluştuğunu göstermektedir. Kudsî'nin faaliyet sımları hakkında el-Vesîle li'l-galati müzîle,276 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî
gösterdiği muhit daha sonra bağlı bulunduğu tarikatın isminden do- beyâni tarîki'n-nâs,277 Nefhatü'l-eshâr ve rthletü'l-eshâr alâ menhe-
layı Zeynîler adını almıştır.270 Vefâtı 856 senesi Rebîulevvel ayının ci'l-muhtâr ilâ meşhedi'l-envâr. Bu sonuncusu manzumdur.278 Kud-
başlarında (Mart 1452) meydana gelmiştir.271 Kabrinin yanma daha sî'nin ayrıca oğlu için yazdığı el-Ikd isimli manzum bir eseri daha var-
sonra Zeyniyye Dergâhı inşâ edilmiştir. dır ki, bunu yine kendisi ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-îkdı'n-nazîm is-
Abdüllatif Kudsî diğer Zeyniyye meşâyihi gibi mürid yetiştirme- miyle şerhetmiştir. Burada mürşidi Zeynüddin Hâfî'yi medhettiği be-
nin yanı sıra eser te'lîfine de önem vermiştir. İsmi tesbit edilebilen yitler de bulunmaktadır.279
eserlerinden bir , kısmının nüshaları kütüphânelerde bulunmaktadır. Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılıp tutulmasında en
Bunlardan Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz272 ile Tuhfetü vâhibi'l- önemli katkının Abdüllatîf Kudsî/Makdisî ve halîfeleri vâsıtasıyla ol-
mevâhib fî beyâhi'l-maksmât ve'l-merâtib273 isimli Arapça eserlerin- duğu yukarıda belirtilmişti. Öyle anlaşılıyor ki bu tarîkat Horasan,
Hicaz, Sûriye ve Mısır bölgelerinde olduğu gibi Anadolu ve Rume-
265 Faruk Sümer, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkle- li'de de üst düzey âlimler tarafından temsil edilmiştir. İleride zikredi-
rinin Rolü, Ankara 1992, s. 10. lecek olan zevât bunun en güzel isbâtı niteliğindedir.
266 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a.
267 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 550; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Meh-
med b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a.
268 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a.
269 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 67-68; Meh-
274 Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde iki nüshasının olduğu görünmekteyse
med b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a. de bunlardan Dâru'l-Mesnevî, nr. 116'daki nüsha kayıp, Yazma Bağışlar, nr.
270 Kara, Mustafa, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, Bursa 1 9 9 0 , 1 , 87. 167'de bulunan nüsha ise noksandır. Sekiz varak kadar kalmış olan noksan
271 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 69; Tâcü't-te- nüshanın başında kaydedilen bölümlerden eserin muhtevâsı anlaşılmakta-
vârîh, II, 4 3 5 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldeste, s. 97; Yâ- dır: Sağlam itikad, zât, sıfat, ef'âl ve sem'iyyâtm isbâtı, şeyhlik mertebesi,
digâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Sefîne, I, 265. şeyh olmanın şartlan ve edepleri, mürîdin edepleri... Mevcut nüshada ke-
272 Süleymâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a). lâmla ilgili ilk bölüm bile bilmemektedir.
273 Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. (lb-17a); Düğümlü Baba, 275 Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 2 5 7 - 2 5 8 .
nr. 3 7 8 , vr. (lb-12a); Hâlet Efendi, nr. 797, vr. (25b-40b); ayrıca bk. Lâmiî, 276 Keşfü'z-zunûn, II, 2010.
Nefehât Tercümesi, s. 552. Keşfü'z-zunûn'da kaydedilen (I, 893) Risâle fî 277 Keşfü'z-zunûn, I, 134-135.
makâmâti ibâdillâhi ve merâtibihim isimli eser muhtemelen yukarıda zikri 278 Keşfü'z-zunûn, II, 1968.
geçen Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib... isimli eserdir. 279 Sehâvî, IV, 328. Sehâvî bu eserden 13 beyti kitabına almıştır.
1. Muslihuddin Halîfe ve Edirne'de Zeyniyye Tekkesi rîzâde ve Hoca Sâdeddin'in ifâdelerinden Abdüllatîf Kudsî'nin onu
"Debbağlar imamı" diye meşhur olan Muslihuddin Halîfe'nin ha- çok iyi tanıdığı ve onunla görüştüğü anlaşılmaktadır. Her gece yüz
yatı ve faaliyetleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Mecdî Efendi onu, rek'at namaz kılmayı ve her iki rekatte bir abdest tâzelemeyi âdet hâ-
Debbağlar mahallesindeki Şeyh Şucâuddin Zâviyesi yakınında bulu- line getirdiği nakledilen bu zât hakkında Şeyh Kudsî, "O hakîkat de-
nan mescidinde tam otuz yıl hizmet etmiş bir şeyh olarak tanıtmış an- nizlerinden bir denizdir" şeklinde hüsn-i şehâdette bulunmuştur.284
cak tarikatından söz etmemiştir.280 Nefehât Tercümesi, eş-Şekâik ve H. J. Kissling, muhtemelen kaynakların verdiği bu bilgilerden yola çı-
Tâcü't-tevârîh gibi kaynaklarda da mensup olduğu tarikatın adı zikre- karak Şeyh Muslihuddin'i Kudsî'nin halîfelerinden biri olarak kaydet-
dilmemiş, hakkında sadece birkaç satırlık bilgi ile yetinilmiştir. Fakat miştir.285 Öyle anlaşılıyor ki o, vefâtına kadar tekkesinde uzun müd-
adı geçen bu kaynaklarda belirtildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin ha- det Zeyniyye adına faaliyet göstermiş ve tarikatın Rumeli bölgesinde
lîfelerinden Şeyh Vefâ tasavvuf yoluna ilk defa bu zâta intisap etmek yayılmasında önemli katkıları olmuştur. Ancak kendisinden sonra ye-
sûretiyle girmiş, daha sonra bizzat onun izni ve işâretiyle Abdüllatîf rine kimin geçtiği ve burada hangi tarihe kadar tarîkat faaliyetlerinin
Kudsî'ye mürid olmuştur.281 Bu olay, Muslihuddin Halîfe'nin Zeyniy- sürdürüldüğü bilinmemektedir. Belki de XVI. asır ve sonrasında Zey-
ye'ye mensup olduğuna bir işâret olarak değerlendirilebilir. Ayrıca niyye'nin diğer bir çok bölgede olduğu gibi Edirne'de de etkisi kay-
Edirne'nin tarihî eserleri hakkında önemli bir çalışması bulunan Rıf- bolmuş ve müntesibi kalmayınca mescid-tekke olarak kullanılan bina
kı Melûl Meriç de Tabak (Debbağ) Hacı Halil-Şeyh Şucâeddin Mahal- câmiye çevrilmiştir.
lesi'ndeki Şeyh Muslihuddin Efendi Camii'nin önceleri Zeynî tekkesi
iken daha sonra câmiye çevrildiğini belirtmektedir ki, 282 bu da şeyhin
Zeyniyye'ye mensup olduğunu te'yid ediyor.283 Öte yandan Taşköp- 2. Şeyh Sinan Ferevî ve Ferecik'te Zeyniyye Tekkesi
Sinan/Sinâneddin Ferevî ( ö . l l Rebîulevvel 890/28 Mart 1485)
Zeyniyye'nin Rumeli bölgesinde yayılmasını sağlayan önemli şeyhler-
280 Mecdî, s. 129; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 269. den bir diğeridir. Bugün Yunanistan'ın Trakya kesiminde kalan Fe-
281 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-te-
re/Ferecik (veya Fire) kasabasından olan Şeyh Sinan, torunlarından
vârîh, II, 5 2 7 ; bu bilgi muahhar kaynaklardan Vassâf'ın Sefîne'sinde de tek-
rarlanmıştır (I, 269). Şeyh Vefâ hakkında müstakil bir çalışma yapmış bulu-
birinin Mecdî Efendi'ye naklettiğine göre, tasavvuf yoluna Ayasluğî
nan Abdülkadir Erdoğan kaynak göstermeden, Muslihuddin Halîfe'nin İr- Ahmed Çelebi diye bir şeyhe intisap etmek suretiyle girmiş, ancak on
şadnâme isimiyle te'lif ettiği bir eserini Şeyh Vefâ'ya gönderdiğini ve Abdül- dört yıl hizmetinde bulunduğu halde seyru sülûkünü tamamlayama-
latîf Kudsî ile temasa geçmesini orada tavsiye ettiğini belirtmektedir (Ab- yınca izin alıp yanından ayrılmıştır. Bu olaydan bir müddet sonra Fe-
dülkadir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefekki- recik'ten hac için yola çıktığında Bursa'ya uğrayan Şeyh Sinan, bura-
ri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 29). Mecdî Efendi ise eş-
da Abdüllatîf Kudsî ile tanıştı. Hasta ve son anlarını yaşamakta olan
Şekâik Tercümesi'nde "Mesmûdur.ki Şeyh Muslihuddin Efendi'nin İrşadnâ-
me isimiyle müsemmâ bir risâlesi var idi. Ol risâleyi Şeyh Vefâzâde'ye irsal Şeyh Kudsî onu müridliğe kabul etti ve hacca gitmekten vazgeçmesi-
eyledi" demekte (Mecdî, s. 130), ancak eseri niçin gönderdiğini belirtme- ni söyledi. Biraz tereddütten sonra şeyhin talebine uyarak hacca git-
mektedir.
282 Rıfkı Melûl Meriç, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul
1963, s. 3 7 , 4 5 , 50. kabul edildiği için böyle söylendiği anlaşılmaktadır. Zira aynı yerde, Zeyniy-
283 Muahhar kaynaklardan Sicill-i Osmânî'de ise Muslihuddin Halîfe'nin Hal- ye'den olduğu kesin olarak bilinen Abdüllatîf Kudsî için de Halvetiyye şey-
vetiyye şeyhi olduğu belirtilmiştir (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, İstan- hi denilmiştir.
bul 1308-15, Heppenheim, Bergstrasse 1971, IV, 491). Ancak burada Zey- 284 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 460.
niyye Tarîkatı, daha önce işaret edildiği gibi, Halvetiyye'nin bir kolu olarak 28s Zejnîje Orden, s. 166-167.
mekten vazgeçen Sinan Efendi, dergâhta tam iki hafta samimiyetle Sinan Efendi'nin Kudsî'nin vefatından sonra Bursa'da makamına ge-
şeyhe hizmet etti. Hastalığı ağırlaştığı bir sırada Kudsî müridlerine Si- çen Tâcüddin Karamanî'nin yanında sülûkünü tamamladığı da düşü-
nan Efendi için bir icâzetnâme yazmalarını söyledi ise de, müridler, nülebilir. Ayrıca Şeyh Sinan'ın her yıl gittiği Bursa'da birkaç gün ka-
muhtemelen şeyhin bu talebi rahatsızlığı sırasında yapması ve Sinan larak bâzı kabirleri ziyâret ettiği ve buradaki zevâtın rûhâniyetinden
Efendi'nin de onlar nazarında henüz iki haftalık bir derviş olması se- de istifâde ettiği belirtilmektedir.289
bebiyle yazmadılar. Ancak şeyh ısrar edip kendilerini azarlayınca yaz- Taşköprîzade babası ve dayısından naklen, Şeyh Sinan'ın tarîkat
mak zorunda kaldılar. İcâzetle memleketine dönen Sinan Efendi, Ge- âdâbına riâyette çok titiz davrandığını, bu sebeple Bursa'daki dergâhı
libolu'ya vardığında Abdüllatîf Kudsî'nin vefat haberini aldı. Hemen
ziyâreti sırasında burada postnişîn olan Hacı Halîfe'nin tarîkat âdabı-
Bursa'ya geri dönmek istedi ise de Gelibolu'daki bâzı meşâyihin tav-
na ters bir şey yapmamaları için müridlerini uyardığını kaydetmekte,
siyesine uyarak şeyhinin emri yerine gelsin diye memleketine gitti.
Taşköprîzâde'nin dayısı ve aynı zamanda Hacı Halîfe'nin yeğeni 290
Burada bir yıl kaldıktan sonra Abdüllâtîf Kudsî'nin rûhâniyetinden is-
olan Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'un da (Kuşçu Abdî Çelebi,
tifâde etmek için Bursa'ya gidip kabrini ziyâret etti. Bu sırada berâbe-
Ö.954/1547) aralarında bulunduğu bâzı küçük müridleri edebe aykırı
rinde getirdiği küçük oğlu vefat edince Kudsî'nin ayağı ucuna defne-
davranırlar diye şeyhin huzûruna çıkarmadığını belirtmektedir.291
dilmiştir.286
Atâî'nin "kutbü'l-aktâb ve'l-evtâd" diye andığı292 Şeyh Sinan
Mecdî'nin kaydettiği Şeyh Sinan'ın Abdüllâtîf Kudsî'ye halîfe ol-
Efendi, Ferecik'te kurduğu Zeyniyye tekkesinde 11 Rebîulevvel 890
duğunu gösteren bu bilgilerin yanı sıra, Zeyniyye ricâlinden Şeyh
(28 Mart 1485) târihinde meydana gelen vefâtına kadar irşad faaliye-
Mehmed b. Sa'dî de (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) onun
tini sürdürmüş, zengin-fakir, şehirli-köylü pek çok kesimden müridi
Kudsî'den hilâfet aldığını belirtmiştir.287 Diğer yandan eş-Şekâik, Tâ-
terbiye etmiştir. Sohbetleri ve duâlarıyla orduların muzaffer olması
cü't-tevârîh ve muhtemelen bunlara dayanan Atâî Zeyli'nât Sinan Fe-
için Fâtih Sultan Mehmed tarafından bir kaç kez sefere götürülmüş
revî'nin, ileride bahsi gelecek olan Kudsî'nin halîfelerinden Tâcüddin
olması, 293 başta pâdişâh olmak üzere devlet ricâli nezdinde iyi bir îti-
Karamânî'nin halîfesi olduğu kaydedilmektedir.288 Bu konudaki fark-
bar sâhibi olduğunu göstermektedir. Vefâtından sonra da halk arasın-
lı kayıtlar muhtemelen Şeyh Sinan'ın Kudsî'den hilâfet alması için iki
da uzun süre şöhretinin devam ettiği, kabrinin özellikle ihtiyaç sahip-
haftalık sürenin yeterli olamayacağı düşüncesinden kaynaklanmıştır.
leri tarafından sıkça ziyâret edildiği belirtilmektedir.294 Buna rağmen
Ancak onun daha önce bir başka şeyhin on dört sene hizmetinde bu-
kurduğu tekkesi hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz. Mehmed b.
lunduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Tasavvuf târihinde herhangi
bir şeyhe yıllarca hizmet ettikten sonra gittiği bir başka şeyhin yanın- Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh
da çok kısa sürede sülûkünü ikmâl eden bir çok kişi bulunmaktadır. Sinan'dan söz ederken "Ferecik nam kasabada Şeyh Sinan'ın Zeynî ta-
Meselâ Zeynüddin Hâfî'nin şeyhi Nûreddin Abdurrahman Şirsî, da- rîkine mensup meşhur bir zâviyesi vardır ve hâlen evlâdı elindedir"
ha önce kaydedildiği gibi, bunlardan birisidir. Bununla birlikte tasav-
vuf târihinde hizmetinde bulunduğu şeyhin vefâtı üzerine yarım kalan
289 Mecdî, s. 259.
sülûkünü şeyhin halîfesi yanında ikmâl edenler de vardır. Dolayısıyla 290 İsmâil Beliğ'in kaydettiğine göre, Taşköprîzâde'nin dayısı Kuşçu Abdî Çele-
bi'nin annesi, Şeyh Hacı Halîfe'nin kızkardeşidir (Güldeste, s. 284-285).
291 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 - 2 4 5 ; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 - 5 3 1 .
. 286 Mecdî, s. 2 5 9 . 292 Atâî, s. 80.
287 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 293 Mecdî, s. 259.
288 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Tâcü't-tevârîh, II, 5 3 0 ; Atâî, 80. 294 Mecdî, s. 259.
demektedir.295 Evliyâ Çelebi Ferecik'te XVII. asırda üç mescid ve iki Şeyh Ali'nin dergâhına giderek onunla istişâre etmiş, gizlenmesinin
âdet tekkenin bulunduğunu, mescidlerden birinin Şeyh Sinan Mesci- mi yoksa İstanbul'a gitmesinin mi daha uygun olacağını sormuştu? Ri-
di adını taşıdığını kaydetmekte,296 1310 (1892-93) târihli Edirne Sal- vâyete göre Ali Efendi kendisine İstanbul'a gitmesinin daha doğru
nâmesi'nde de Ferecik'te bulunan dört adet tekkeden birinin adının olacağını belirterek, orada itibarla karşılanacağını hatta kendisine bir
Şeyh Sinan Tekkesi olduğu belirtilmektedir.297 Acaba Evliyâ Çele- zâviye tahsis edileceğini haber vermiş, dediği gibi de olmuştu. Kânû-
bi'nin haber verdiği tekkelerden biri Şeyh Sinan tarafından kurulan nî Sultan Süleyman devrinin sonlarına doğru (970/1562-63) vefât
tekke midir? Kaydettiği mescid adını Sinan Ferevî'den mi almaktadır? eden Şeyh Ali'den sonra 301 makamına kimin geçtiği tesbit edileme-
Ya da Salnâme'de adı geçen tekke Sinan Efendi'nin faaliyet gösterdi- miştir.302
ği tekke midir? Bu hususta şimdilik bir şey söylenememektedir.298
Şeyh Sinan'ın vefâtından sonra makâmına kimin geçtiği tesbit edi- 3. Molla Fenârî (Şemsüddin Muhammed b. Hamza,
lememiştir. Ancak oğlu Ali Efendi'nin (Şeyh Ali b. Sinan, Ö.970/1562- ö. Receb 834/ Mart 1431)
63), Bursa'daki dergâhta 900-919 (1494-1513) yılları arasında faali-
Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı olarak bilinen mutasavvıf-
yet gösterdiği bilinen Safiyyüddin Halîfe'den 299 icâzet aldıktan sonra
babasının Ferecik'deki zâviyesinde posta oturduğu ve vefâtma kadar âlimlerden Molla Fenârî, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'den sonra vücud
burada irşad faaliyetini sürdürdüğü nakledilmektedir. İstanbul'da
devrin âlimlerinden zâhirî ilimleri tahsil ettikten sonra tasavvuf yolu- 301 Atâî, s. 80.
na girdiği bildirilen Şeyh Ali, rûyâ tâbirindeki mahâreti ve zâhir ve bâ-
302 Bursalı Mehmed Tahir Bey Zeyniyye şeyhlerinden olduğunu söylediği Edir-
neli Ömer b. Hamza'nın Enîsü'l-celîs isimli edebiyat, târih ve ahlâka dâir
tın ilimlerindeki yetkinliğiyle tanınmıştı. Müridleri terbiye ile birlikte
Arapça eseri adı geçen Şeyh Ali b. Sinan Efendi adına kaleme aldığını, an-
halk için vaaz meclisleri de tertip etmekteydi. Halvetiyye şeyhlerin- cak eserin yanlışlıkla İmam Suyûtf'ye nisbet edilerek neşredildiğini belirt-
den Nûreddinzâde diye tanınan Mustafa Muslihiddin (ö. Zilkade mektedir (Osmanlı Müellifleri, I, 113-114). Süleymâniye Kütüphânesi'nde
98l/Mart 1574), kendisini çekemeyen bâzı kimselerin şikâyeti üzeri- (Hacı Mahmud, nr. 1995) bulunan yazma bir nüshasının başına sonradan
ne yakalanıp hapsedilmesi için ferman çıkartılacağını öğrendiğinde300 Ömer b. Hazma el-Üveysî şeklinde not düşülmüştür. Müellif eseri ihvan ve
dostlarının ricası üzerine yazdığını girişte belirtmekteyse de Ali b. Sinan adı-
na yazdığına dâir herhangi bir ifâdesi bulunmamaktadır. Öte yandan M. Ta-
hir Bey eserin 986'da (1578) yazıldığını belirtmekte, aynı bilgiyi muhteme-
295 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a.
len ondan naklen Hüseyin Vassaf da Sefine'de kaydetmektedir (I, 269). An-
296 Seyâhatnâme, XVIII, 78.
cak Atâî'nin kaydına göre Şeyh Ali b. Sinan'ın vefat târihi 970/1562-63'dir
297 Machiel Kiel, "Ferecik", DİA, XII, 3 7 2 - 3 7 3 .
(Zeyl-i Şekdik, s. 80). Arada on beş seneden fazla bir zamanın bulunması,
298 Ekrem Hakkı Ayverdi de Ferecik'deki tekkeleri sıralarken "Şeyh Siyah[?]
eserin Ali b. Sinan adına yazılıp yazılmadığı hususunda tereddütler uyandı-
Tâcüddin Tekkesi" diye bir tekkeden söz etmiştir (Ekrem Hakkı Ayverdi,
Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bulgaristan Yunanistan Arnavud- maktadır. Muhtelif kütüphanelerde bir çok matbu nüshası bulunan eserin
luk, İstanbul 1982, s. 207). Siyah kelimesinin önündeki soru işâreti Ayver- (Mesela bk. İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 596; Be-
di'ye âittir. Osmanlıca yazılışında "Sinan" ile "Siyah" kelimeleri birbirine yazıd Devlet Ktp., Veliyyüddin, nr. 4 0 1 0 ; Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud,
çok yakındır. Belli ki kelimede noktalar karıştığı için tam okunamamıştır. nr. 1792, Tırnovalı, nr. 843; Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp.,
Kanâatime göre bunun Sinan diye okunması akla daha yakındır. O takdirde Genel, nr. 1270; 3 5 2 4 ; 3815), Bursalı'nm dediği gibi İmam Suyûtî'ye nisbet
bu tekkenin adının da Sinan Efendi'den gelmiş olabileceği bir ihtimal olarak edildiği görülüyor. Ancak bunlardan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakülte-
düşünülebilecektir. si Kütüphânesi'ndeki nüshalardan 1270 numaradaki nüshanın başına sonra-
299 İleride Safiyyüddin Halîfe'den bahsedilecektir. dan "Edirne'de Firecikli vaiz Ali b. Sinan Efendi'nin eseri" şeklinde not dü-
300 Bu olayla ilgili bilgi için bk. Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Ana- şülmüştür. Diğer bir kısmında da Osmanlı Müellilferi referans gösterilerek
dolu'da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000, s. 4 8 - 4 9 . Edirneli Ömer b. Hamza'nın eseri olduğuna dair notlar yazılmıştır.
bulan Ekberiyye mektebinin en önemli temsilcilerinden biri olması lanmış olabileceğini de düşünmek gerekir. Nitekim XVI. yüzyılın
yanında, değişik tarikatlardan da el almış bulunan bir şahsiyettir. Bu ikinci yarısında Mehmed Mecdî Efendi (Ö.1591) tarafından yapılan
tarikatlar şimdiki tesbitlerimize göre Rifâiyye,303 Ebheriyye (Evhadiy- eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye tercümesi ile XVII. yüzyılın ilk yarısında
ye-Safeviyye/Erdebîliyye)304 ve Zeyniyye'dir. Fenârî'nin Zeyniyye'ye Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziyelevvel 1040/Aralık 1630) tarafından
intisap ettiğini görebildiğimiz kadarıyla ilk olarak, Hoca Sâdeddin kaleme alınan Türkçe Bursa Vefeyâtı'nda "muhib" kelimesinin "mü-
Efendi Tâcü't-tevârîh'te kaydetmiş, ancak şeyhinin adını zikretme- rid" anlamında kullanıldığı görülmektedir.310 Eğer Fenârî Abdüllatîf
miştir.305 Bursa Vefeyâtı ile daha sonraki kaynaklardan Osmanlı Mü- Kudsî'ye mürid olmuş ise, muhtemelen bu, Sehâvî tarafından kayde-
ellifleri ve Sefîne-i Evliyâ'da ise onun Abdüllatîf Kudsî'ye mürid oldu- dilen ilk Anadolu seyâhati sırasında gerçekleşmiştir. Bursa Vefeyâtı,
ğu belirtilmiştir.306 Çağdaş müelliflerden A. Zeki Velidî Togan ve İ. Yâdigâr-ı Şemsî ve Sefîne'deki Kudsî ile Bursa'ya yerleştiğinde (ikinci
Hakkı Uzunçarşılı da Kudsî'ye intisap ettiğini belirtmektedirler.307 seyahat) buluştuğuna dâir kayıtların,311 o târihte Fenârî hayatta olma-
Öte yandan Taşköprîzâde eserinde Abdüllatîf Kudsî'nin Anadolu'ya dığı için yanlışlığı ortadadır. İlk seyahat sırasında Kudsî ile Sultan II.
gelişi üzerine onu medih sadedinde Fenârî'nin söylediği "Kadimte bi- Murad'ın görüşmek için yanına kadar gitmiş olması, 312 şeyhin Os-
lâde'r-Rûmi yâ hayra kadimin=Ey Anadolu'ya gelenlerin en hayırlı- manlı topraklarına girdiğini hatta başkent Edirne'de bir müddet kal-
sı" diye başlayan dokuz beyitlik Arapça şiirini, Kudsî'nin de ona "Elâ dığını göstermekte,313 bu arada sohbetlerine katılan önemli kişiler 314
yâ imâme'l-asri yâ hayra kâimin=Ey zamanımızın önderi..." şeklinde arasında Osmanlı ileri gelenlerinin de bulunduğu anlaşılmaktadır.
başlayan on beyitlik cevâbını kaydetmiş, ancak Fenârî'nin intisabın- Dolayısıyla Molla Fenârî Kudsî'ye bu seyâhati sırasında intisap etmiş
dan söz etmemiştir.308 Ismâil Beliğ de Fenârî'nin Kudsî için söylediği olabilir. Bunun yanı sıra çağdaş araştırmacılardan Hüseyin Hüsâmed-
şiiri "Abdüllatîf Kudsî hazretlerine muhib ve dildâde olup..." şeklinde din (Yasar) kaynak belirtmeksizin Molla Fenârî'nin 821'de büyük oğ-
bir ifâdeyle Kudsî'ye muhabbetinin bir semeresi olarak değerlendir- lu Muhyiddin Muhammed Şah Çelebi ile birlikte çıktığı hac yolculu-
miştir.309 Ancak Beliğ'in XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde (1722) kale- ğunda Mısır'a giderek Horasan'dan Zeynüddin Hâfî'nin gelmesini
me aldığı Güldeste'deki "muhib" kelimesini "mürid" anlamında kul- beklediğini,315 822'de Hâfî ile birlikte Kudüs'ten hacca gidip tekrar
Kudüs'e döndüklerini kaydetmektedir.316 Görebildiğimiz kaynaklar-
303 bk. Kemâl b. Ahmed Ahlatî, Münevvirü'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh, Üs-
küdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253, vr. 17a. 310 bk. Mecdî, s. 2 5 9 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Mecdî Efendi
304 Molla Fenârî Ebheriyye tarikatından üç ayrı silsile ile icazet almıştır. Silsile- tercümesinde "muhib" kelimesi çoğul hâliyle "ahibbâ" şeklinde kullanılmış-
lerden biri Safeviyye (Erdebiliyye) tarikatı üzerinden, diğer ikisi de Evhadiy- tır.
ye tarikatı üzerinden Ebheriyye'ye ulaşmaktadır (bk Harîrîzâde, Tibyân, I, 311 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 6 ; Vassâf, Se-
32b, 172b; II, 221b). Bu silsileler ve Molla Fenârî'nin intisap ettiği diğer ta- fîne, I, 265.
rikatlarla ilgili geniş bilgi için bk. (Reşat Öngören, "Osmanlı Devleti'nin İlk 312 Sehâvî, IV, 327.
Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasavvufî Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayın- 313 Abdüllatîf Kudsî'nin Edirne'de "debbağlar imamı" diye tanınan Şeyh Mus-
ları, Ankara 2 0 0 2 , XI, 114-119). lihuddin hakkında "O hakîkat denizlerinden bir denizdi. Devamlı tefekkür
305 Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 3 . ve istiğrak hâlinde bulunurdu" şeklindeki hüsn-i şehâdeti de (Taşköprîzâde,
306 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Osmanlı Müellifleri, I, 3 9 0 ; Vassâf, eş-Şekâik, s. 112; Tâcü't-tevârîh, II, 4 6 0 ) adı geçen şehirde bu şeyhle görüş-
Sefîne, I, 267. tüğünü, dolayısıyla Edirne'de kaldığını göstermektedir.
307 A. Zeki Velidî Togan, Umumî Türk Târihine Giriş, İstanbul 1981, s. 377- 314 Sehâvî, IV, 3 2 7 .
378; Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, I, 533. 315 Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", Türk Târih Encümeni Mecmûası
308 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 26-27. ÇTTEM), XCV (1926), s. 383.
309 Güldeste, s. 2 4 2 . 316 Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCVI (1928), s. 148.
da Fenârî'nin 822 senesinde hacca gittiği, 317 Medîne'de bulunduğu mış, 323 burada tasavvufî anlayışla kelâmî görüşleri birbirine yaklaş-
sırada orada vefat eden Nakşibendiyye şeyhi Muhammed Pârsâ'nm tırmaya çalışmıştır. Fâtiha sûresinin tefsîri sadedinde kaleme aldığı
cenâze namazına katıldığı,318 hac dönüşü Kudüs'e, oradan da Mısır Aynü'l-a'yân isimli eserinde de 3 2 4 muhtelif mes'eleleri anlatırken ta-
sultânının dâveti üzerine Kâhire'ye giderek sultanla ve ileri gelen savvufla kelâmı mezcettiği görülmektedir. Yine Arapça olarak kale-
âlimlerle görüştüğü belirtilmiş,319 yine bu târihte Zeynüddin Hâfî'nin me aldığı bir risâlesinde de 325 tasavvuf ehlini ve uyguladıkları âdab
o bölgede olduğu, Mısır'da hazırlatıp getirdiği beyaz taşı Pârsâ'nın ve erkânı savunmuştur. Giriş kısmında risâleyi yazmasının sebebini
kabri başına diktirdiği tesbit edilmiştir.320 Ancak bu kaynaklarda Fe- şöyle açıklamaktadır: "Bâzı kimseler tasavvuf ehlinin yaptıklarını
nârî'nin Zeynüddin Hâfî ile görüşüp görüşmediği husûsuna temas bid'at, tavırlarını gösteriş ve aldatma, sözlerini de yalandan ibâret
edilmemiştir. Kenâatimize göre Fenârî'nin bu sırada Zeynüddin Hâfî zannetmektedirler. Oysa ben biliyorum ki onlar Peygamber'den mî-
ile buluşmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Ancak sırf görüşmüş ol- ras olarak aldıklarını uyguluyor, Kitap ve Sünnet'in gösterdiği sağ-
malarından yola çıkarak ona mürid olduğu söylenemez. Nitekim Hü- lam ve emin bir yolda yürüyorlar." 326 Vefâtına "Cennetü'l-firdevs"
seyin Hüsâmeddin de herhangi bir intisaptan söz etmemiştir. terkibinin târih düşürüldüğü (834) Fenârî'nin kabri Bursa'da kendi
yaptırdığı câmînin hazîresindedir.327
Şeyhülislâlık makamına kadar yükselmiş bir âlim olan Molla Fe-
nârî'nin el aldığı tarîkatlar arasında Zeyniyye'nin de bulunması, bu
tarîkatın Anadolu'da halkla birlikte devlet ricâli ve ilmiye mensupları
arasında yayılmasına önemli katkılar sağlamış olmalıdır. Tarîkat şeyh- 4. Mevlâ Musannifek (Alâeddin Ali b. Muhammed,
leri gibi başına tâc giydiği belirtilen Fenârî'nin 321 mürid yetiştirmek-
ö. 875/1470-71)
le meşgul olup olmadığı bilinmemektedir.
Zeyniyye'nin Anadolu'ya yayılmasında Alâeddin Ali b. Muham-
Velûd bir yazar olan Molla Fenârî'nin tasavvuf kelâm, mantık,
med eş-Şahrûdî el-Bistâmî'nin de önemli katkıları olduğu anlaşılmak-
tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, Arap dili ve edebiyâtı gibi konularda pek
tadır. Çok genç yaşta eser te'lîfiyle meşgul olduğu için "Musannifek"
çok eser kaleme aldığı görülmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir eserle-
lâkabıyla anılan Şeyh Alâeddin Ali, Horasan'ın Bistam şehrinin Şah-
rinin adedinin yüzü geçtiğini belirtir. 322 Sadreddin Konevî'nin vü-
rud köyünden olup nesli Fahreddin Râzî'ye dayanır. İlim tahsilini do-
cûd, vücud mertebeleri vb. konuları ele aldığı Miftâhu'l-gayb isimli
kuz yaşında gittiği Herat şehrinde tamamlamıştır. Zeyniyye tarîkatı
Arapça eserine Misbâhu'l-üns adıyla yine Arapça olarak bir şerh yaz-
şeyhlerinden olduğu ve irşad icâzetini Zeynüddin Hâfî'nin bir halîfe-

317 İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986, VII, 3 7 8 ;


Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Güldeste, s. 240.
324 Arapça olan bu eser Hicrî 1325 senesinde İstanbul'da neşredilmiştir.
318 Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercü-
325 Sûfiyyenin Libas ve Etvâr ve Meslekine Dâir îtirâzâta Reddiye, Süleymâniye
mesi, s. 91-92. Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, vr. (lb-18b). Eserin giriş kısmında müellif adı-
319 İbn Hacer, İnbâü'l-gumr, VII, 378; ayrıca bk. Tâcü't-tevârîh, II, 4 1 1 ; Gül- nı Muhammed b. Hamza şeklinde kaydetmiş ve neslinin Şihâbüddin Sühre-
deste, s. 240. verdî'den geldiğini belirtmiştir (vr. 2a).
320 Nevâî, Nesâyim, 2 4 6 - 2 4 7 ; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 4 3 3 ; Reşehât Tercü-
326 Molla Fenârî eserin sonunda konuyla ilgili kaynakları zikretmiştir. Bunlar
mesi, s. 91-92. arasında Zeynüddin Hâfî'nin de bir risâlesi (adı zikredilmemiş) bulunmak-
321 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 25. tadır. Fenârî'nin tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı diğer eserleri için bk.
322 Osmanlı Müellifleri, I, 390. Mustafa Aşkar, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara 1993, s.
323 Bu eserin ilmî neşri Konevî'nin metniyle birlikte Muhammed Hâcevî tara- 93-96.
fından gerçekleştirilmiştir (İran 1416 h.)
327 Güldeste, s. 2 4 1 ; Osmanlı Müellilferi, I, 390.
sinden aldığı belirtilmekle birlikte, 328 şeyhinin adı kaydedilmemiştir. fî tefsîri'l-Kur'an) Fâtih'in talebi üzerine te'lîf etmiştir.335 Tasavvufî
Bununla birlikte onun 848'de (1444), Herat'tan Anadolu'ya geldiği mâhiyette olan Arapça Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz isimli eseri
bilinmektedir.329 Herat şehrine ise ilim tahsili için gittiği çocukluk ve ise 336 Osmanlı klasik döneminde tasavvufla kelâmın mezcedildiğini
gençlik döneminden sonra ikinci olarak, Hoca Sâdeddin'in kaydına gösteren önemli eserlerden biridir. Burada "âriflerin önderi, şeyhi-
göre 838'de, 330 Taşköprîzâde'ye göre ise 839'da (1435-36) 3 3 1 gitmiş miz, tâliplerin mürşidi, şeriat bayrağını yücelten" gibi vasıflarla andı-
ve eserlerinden bir kısmını burada telif etmiştir. Buna göre Herat'a ğı Zeynüddin Hâfî'nin Risâle-i Kudsiyye isimli eserinden de alıntı
Zeynüddin Hâfî'nin vefat ettiği sene ya da vefâtından bir sene sonra yapmıştır (22a). Musannifek'in tasavvufî mâhiyette olan bir diğer ese-
gittiği ve burada en az on sene kaldığı anlaşılmaktadır. O târihlerde ri ise Mesnevî'nin bâzı kısımlarına yazdığı Farsça şerhtir.337 Hicrî 803
mezkûr şehirde faaliyet gösteren Zeynüddin Hâfî'nin iki önemli halî- senesinde doğan Musannifek 875 senesinde İstanbul'da vefat etmiş ve
fesi vardır: Muhammed Tebâdegânî ve Sadreddin Revvâsî.332 Eğer Eyüp'te Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin kabri civârına defnedilmiştir.338
Musannifek Anadolu'ya gelmeden önce Zeyniyye tarikatına girmiş
ise, muhtemelen, ilmiye mensuplarının da büyük rağbet gösterdiği bu
5. Tâcüddin İbrâhim Karamânî ve Bursa Zeyniyye Hânkâhı
iki zâttan birine intisap ederek sülûkünü tamamlamıştır. Eğer He-
rat'ta tarikata girmedi ise o takdirde 848'de (1444) Anadolu'ya geldi- Abdüllatîf Kudsî'den sonra Bursa'da makamına oturan halîfesi
ğinde, Zeynüddin Hâfî'nin buradaki halîfelerinden Abdüllatîf Kudsî Tâcüddin İbrâhim Karamânî'dir (ö. Safer 872/Eylül 1467). Aslen Ma-
ile karşılaşarak intisap etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Zîra Mu- navgatlı olan Tâcüddin İbrâhim, Yahşî Fakih diye bilinen bir zâtın oğ-
sannifek'in hangi târihlerde olduğu lcaydedilmemekle birlikte Kon- ludur. Eğirdir'de Pîrî Halîfe Hamîdî'nin (Pîr Muhammed Hûyî) ya-
ya'da müderrislik yaptığı belirtilmektedir.333 Abdüllatîf Kudsî'nin de nında zâhir ilimleri tahsil etmekte iken, Abdüllatîf Kudsî'nin Kon-
ya'ya geldiğini duyup hocasıyla birlikte ziyâretine gitmişler ve birlik-
bu şehirde bir müddet faaliyet gösterdiği yukarıda kaydedilmişti.
te zikir almışlardır. Hoca ve talebe bir müddet Kudsî'nin hizmetinde
Musannifek'in sûfî abâsı ve tâcı giydiği ve irşad için icâzetli oldu- bulunduktan sonra Eğirdir'e dönmek istediklerinde, şeyh Pîrî Halî-
ğu açıkça belirtilmekle birlikte 334 tasavvufî faaliyetlerini nerelerde fe'ye "Molla Tâcüddin'i bize bırakınız" diyerek onu yanına almıştır.
sürdürdüğü, kendisinden sonra halîfe bırakıp bırakmadığı kaydedil- Bir müddet Konya'da kaldıktan sonra Kudsî ile birlikte Bursa'ya gi-
memiştir. Fıkıh, tasavvuf, kelâm, mantık, tefsir, hadis, gramer gibi sa- den Tâcüddin İbrâhim, burada seyru sülûkünü ikmâl etmiş ve Kud-
halarda Arapça ve Farsça pek çok önemli eser kaleme almış olan Mu- sî'nin 1452'de vefâtı üzerine makamına oturmuştur.339
sannifek, Fâtih Sultan Mehmed ve sadrâzamı Mahmud Paşa tarafın-
Kaydedildiğine göre Abdüllatîf Kudsî'nin vefâtından sonra Tâ-
dan da takdir edilen mutasavvıf-âlimlerdendi. Vezirler için bir kısım
cüddin İbrâhim müridleriyle birlikte şeyhin kabri yanında uzun müd-
nasîhatları ihtiva eden Farsça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi Mahmud Pa-
şa için kaleme almış, yine Farsça olan tefsîrini de (el-Muhammediyye
335 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 493-494.
336 866'da (1462) Edirne'de kaleme alınan bu eserin bir nüshası için bk. İstan-
328 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163-164, 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 1 - 4 9 2 , 494. bul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 5 1 3 , vr. lb-213b.
329 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 . 337 Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Nâfiz Paşa, nr. 604'de vr. lb-119a)
330 Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 . bulunan bir nüshası muhtemelen müellif hattıdır.
331 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164. 338 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 163, 165; Tâcü't-tevârîh, II, 492, 494.
332 bk. "Tarikatın Horasan'da Yayılışı" bölümü. 339 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 - 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâ-
333 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 . cü't-tevârîh, II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Baldırzâ-
334 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 166; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 4 . de, Vefeyâtnâme, vr. 73a-74a; Güldeste, 97-98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.
det evrâd u ezkâra devam etmiştir.340 Bunun üzerine Kudsî'yi çok es- lu Hoca Rüstem tarafından derviş hücreleri yaptırılmıştır.348 "Sûfîler
kiden tanıyıp seven îranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş kabrin etrafın- yaylağı" diye meşhur olan bu mahalde bir de hamamın bulunduğu,
daki arsayı satın alarak dervişler için zâviye, mescid ve abdesthâne çevresinde daha sonra bir çok bina yaptırıldığı belirtilmektedir.349
yaptırdı.341 Daha sonra buraya bâzı hayır sahipleri, gelirleriyle derviş- Baldırzâde'nin Vefeyâtnâme'si ile Güldeste ve Yâdigâr"daki kayıtlar-
lerin ihtiyaçları karşılanmak üzere bir kısım dükkan, ev ve değirmen dan Hoca Rüstem'in derviş hücrelerini Bursa'da Zeyniyye hankâhı
vakfetmiş,342 Fâtih Sultan Mehmed tarafından da Yıldırım Câmii'ne yanında yaptırdığı anlaşılmaktaysa da, 350 önceki kaynakların verdiği
giden sudan bir parmak bu külliyeye verilmesi emredilmiştir.343 Tek- bilgiler daha doğru olmalıdır.
kenin yanındaki suyun vaktiyle bizzat Abdüllatîf Kudsî tarafından bu- t Zeyniyye adına bu şekilde binâların yaptırılmış olması, tarikatın
lunduğu söylenir. Şeyh Ahmed Gazzî bu suda zemzem lezzeti olduğu- Bursa'da geniş bir taraftar bulduğunu gösteriyor. Dergâhta görevli
nu belirtmektedir.344 Mehmed b. Sa'dî'nin açıklamalarından, burada Çanakçı Dede'nin "Bir gecede halvetteki dervişlere 110 çanak yemek
zâviye ve mescid olarak iki ayrı bina değil, her iki ihtiyaca da cevap dağıttım" şeklindeki sözü de 351 Zeyniyye'ye gösterilen rağbetin bir
verecek şekilde tek bir bina yaptırıldığı anlaşılmaktadır.345 Güldeste ifâdesidir. Tâcüddin İbrâhim'e mürîd olduğu anlaşılan Veliyyüddinzâ-
ve Yâdigâr müelliflerinin mescidden söz etmeksizin, sâdece zâviye de Ahmed Paşa'nın 352 Rumeli'de bir harp sırasında komuta ettiği as-
yaptırıldığım belirtmiş olmaları da bunu te'yid etmektedir.346 Ayrıca kerlerin mağlup olacağından korkunca şeyhinin rûhâniyetinden yar-
buraya Şeyh Tâcüddin'in izni ile Bursalı Hoca Ramazan tarafından dım istemiş olması, 353 Tâcüddin Efendi'nin etkisini ve mânevî nüfû-
bir mescid yaptırılarak kubbesi kurşunla kaplatılmış, daha sonra bu zunu göstermesi bakımından önemlidir.) Ayrıca Veliyyüddinzâde'nin
mescid Kazasker Muallimzâde Ahmed Efendi tarafından Bursa kadısı yazdığı bir şiir de, şeyhin paşa üzerindeki tesirini gösteren önemli bir
olduğu sırada câmiye çevrilerek Muallimzâde Câmii adım almıştır.347 belge niteliğindedir:
Bunların yanı sıra kaynaklarda belirtildiğine göre Tâcüddin Karamâ-
nî'nin bir ara Uludağ'a çıkarak inzivâya çekildiği mahale, Kastamonu-
Emîn-i mahzen-i esrâr Şeyh Tâcüddin
Bahâr-ı ravza-i envâr Şeyh Tâcüddin
340 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. Dili hazâin-i hikmet kilidine miftah
341 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
vârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.
342 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. 348 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
343 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. vârîh, II, 4 6 1 . Muhtemelen Şeyh Tâcüddin'in müridlerinden olan Bostancı
344 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 108. Dede'den naklen kaydedildiğine göre, Tâcüddin Efendi bir ara gizlice Ulu-
345 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b. dağ'a çıkarak ıssız bir yerde inzivâya çekilmiş, dervişler kendisini günlerce
346 Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 6 7 . Atâî'nin kaydından Bursa'daki dergâ- aradıktan sonra bulabilmişlerdi. Daha sonra bu mahal Zeyniyye mensupları
hın Abdüllatîf Kudsî tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktaysa da (s. 63), yuka- tarafından bir ziyâretgâh hâline getirilmiş ve Hoca Rüstem tarafından bura-
rıdaki bilgiler bunun böyle olmadığını göstermektedir. Bununla birlikte ya derviş hücreleri yaptırılmıştır (bk. kaydedilen yerlerde).
Atâî'nin kaydını, Bursa'da ilk olarak Zeyniyye âit bir zâviye Abdüllatîf Kud- 349 Tâcü't-tevârîh, II, 461.
sî tarafından kurulmuştur şeklinde anlamak da mümkündür. 350 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 74a; Güldeste, 98; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.
347 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâ-
351 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
me, vr. 74b; Güldeste, 9 8 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367. Kazasker Muallimzâde vârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.
Ahmed Efendi'nin babası Muallimzâde Şeyh Muslihuddin Mustafa, yukarı- 352 Ahmed Paşa'nın, ileride kaydedileceği gibi, Tâcüddin Efendi'den sonra da
da zikredilen Zeyniyye Dergâhı'nda posta oturmuş olan şeyhlerdendir. İle- Şeyh Vefâ'ya intisap ettiği anlaşılmaktadır.
ride kendisinden bahsedilecektir. 353 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.
Emîn-i Ahmed-i Muhtâr Şeyh Tâcüddin Tâcüddin İbrâhim olduğu açıkça belirtilmiştir.356 Safer 872 târihinde
Cemâli gülşen-i cennetten ide müstağni meydana gelen ve'fâtına kadar Hicrî takvim hesâbıyla 16 sene irşad fa-
Kime ki arz ide dîdâr Şeyh Tâcüddin
aliyetinde bulunan Tâcüddin İbrâhim'in kabri Abdüllatîf Kudsî'nin
Harîni-i Kâbe-i dilde sorulsa mürşid-i Hak
yanındadır.357 Yukarıda adı geçen Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa tara-
Çağıra her der ü divar Şeyh Tâcüddin
fından kabri üzerine türbe yaptırılmıştır.358
Pür oldu Gülşen-i Ravz'a nevâ-yı Mantık-ı Tayr
Çün oldu bu deme Attar, Şeyh Tâcüddin Anadolu'nun yanı sıra Arap ve Acem'den de pek çok mürîde sa-
Nesîm-i lutf-i deminden zülâli feyzi ile hip olduğu kaydedilen Şeyh Tâcüddin'in 359 yetiştirdikleri arasında
Cihânı eyledi gül-zâr Şeyh Tâcüddin Süleyman Halîfe, Boyabatlı Şeyh Kemâl, Mevlâ Ayas ve kendisinden
Dem-i Mesih ki hulk-i Muhammedi'den olur sonra makamına oturan Hacı Halîfe gibi zâtlar bulunmaktadır. Hak-
Tabîb-i her dil-i bîmâr Şeyh Tâcüddin kında yeterli bilgi elde edemediğimiz Süleyman Halîfe Taşköprîzâ-
Fenâ vü fakr harîminde oldu Merve haki de'nin belirttiğine göre, İstanbul'da Zeyrek Câmii yakınına yerleşerek
Safây-ı Kâbe-i esrâr Şeyh Tâcüddin inzivâ hayâtını tercih etmiş, şeyhi Tâcüddin İbrâhim'den icâzet aldığı
Ya bahr-i rahmet-i Hakdır ki lutf-i mevcile ider halde irşadla meşgul olmamıştır.360 Ayvansarâyî onun inzivâya çekil-
Nisâr-ı gevher-i şeh-vâr Şeyh Tâcüddin diği mescidin kiliseden çevrildiğini belirtmekte ve adını "Şeyh Süley-
Ya âlem-i dil ü cân yapmağ içun olmuşdur man Mescidi" şeklinde kaydetmektedir. Ayvansarâyî ayrıca şeyhin
Binâ-yı âleme mîmar Şeyh Tâcüddin kabrinin de orada olduğunu belirtmiştir.361 Zâhir ilimlerine de vâkıf
Uyandı subh-i ezelde ki hâb-ı gafletten olan Süleyman Halîfe'nin evlenmeyip mücerred bir hayat sürdüğü
Bu halkı eyleye bîdâr Şeyh Tâcüddin nakledilmektedir. Kendisine neden mürid yetiştirmediği sorulduğun-
Mürid olursan ona ol ki irâdetin itti da, "Şeyhim bana, eğer bir tâlib senden irşad edilmeyi ister, sen de
Medâr-ı kubbe-i devvâr Şeyh Tâcüddin onun irşâdının başkası eliyle olamayacağını anlarsan o zaman mürid-
Kabul-i nâfesin açsa nesîm-i hulk ile ider liğe kabul et, diye nasîhat etmişti. Şimdiye kadar böyle birisine rastla-
Cihân-ı nâfe-i Tatar Şeyh Tâcüddin madım" diye cevap vermiştir.362 H. J. Kissling, eş-Şekâik'te onun
Belâ vü derde giriftardur dil-i bîmâr
Demidürür ki ide timar Şeyh Tâcüddin
Hucûm-i leşker-i gamdan halâs olur Ahmed 356 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; ayrıca bk. Şemseddin Sâmî, Kâmû-
Olur ise ona gam-har Şeyh Tâcüddin.354 sü'l-a'lâm, III, 1607.
357 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
vârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b; Güldeste, 98; Yâdi-
Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Bursa'daki dergâhta ilk gâr-ı Şemsî, s. 367.
postnigîn olarak Abdüllatîf Kudsî'yi göstermişse de, 355 dergâhın Kud- 3ÎS Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. Yukarıda sözü edilen Rumeli'deki
sî'nin vefâtından sonra yaptırılmış olması bunun yanlışlığını ortaya savaş sırasında Şeyh Tâcüddin'in mânevî yardımıyla galip geldiğine inana-
rak sefer sonrası şeyhin kabrinin üstüne türbe yaptırmıştır (bk. kaydedilen
koymaktadır. Ayrıca Bursa Vefeyâtı'nâa dergâhta ilk posta oturanın
yerde).
359 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.
360 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249.
354 Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992, s. 41-42. 361 Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmi', İstanbul 1 2 8 1 , 1 , 131.
355 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 365. 362 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 249.
Şeyh Sinan Halîfe diye bir halîfesinden bahsedildiğini363 belirterek, "Bursa İmamı" diye bilinen Şeyh Muslihuddin Efendi'nin (ö. ?) seyru
Süleyman Halîfe'nin irşad faaliyetinde bulunduğunu, yukarıdaki söz- sülûkünü Mevlâ Ayaş'ın yanında tamamladığı belirtildiğine göre, 371
lerinin ise küskünlükten kaynaklanan bir mübâlağa olabileceğini ileri mürid yetiştirmekle de meşgul olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onun
sürmüşse de, 364 Sinan Halîfe'nin şeyhi olduğu belirtilen Süleyman vâsıtasıyla Zeyniyye'de ayrı bir silsilenin meydana gelip gelmediği tes-
Halîfe'nin, söz konusu olan Zeyniyye şeyhi Süleyman Halîfe olduğu bit edilememiştir. Müstakimzâde vefâtınm "kurretü'l-ayn" terkibinin
belli değildir. delâlet ettiği 861 (1457) senesinde Bursa'da meydana geldiğini kay-
Tâcüddin Karamânî'nin bir diğer halîfesi Şeyh Kemâl Boyabatlı- detmektedir.372
dır. Hayâtı ve faaliyetleri hakkında kaynaklarda bilgi bulunamamıştır. a. Hacı Halîfe (Abdullah Kastamonî, ö. Cemâziyelâhir
Taşköprîzâde, ulemâdan "İbnü'ş-şeyh" diye bilinen oğlu Mevlâ Ab- 894/Mayıs 1489)
dullah vesilesiyle onun adını zikretmekte ve Şeyh Tâcüddin'in halîfe-
Hacı Halîfe diye bilinen Kastamonulu Şeyh Abdullah, Tâcüddin
lerinden biri olduğunu haber vermektedir.365 Oğlunun da müderris-
İbrâhim'den sonra Bursa Zeyniyye Dergâhı'nda makâmına oturmuş
likten emekli olduktan sonra tarîkat şeyhlerinin sohbetlerine katıldı- olan önemli halîfesidir.373 Şeyhin ismi ve lâkabı hakkında kaynaklar-
ğını belirtmişse de intisâbından ve tarikatından söz etmemiştir.366 da bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, Lâmiî Çelebi'nin adım "Abdul-
Tâcüddin Karamanî'nin bir başka halîfesi Bursalı Mevlâ Ayas lah b. Hacı" şeklinde,374 İsmâil Beliğ'in ise "Hacı Halîfe b. Vefâ" şek-
(Ö.861/1457) Fâtih Sultan Mehmed'in küçüklüğünde hocalığını ya- linde kaydetmiş olması, 375 babasının ismi husûsunda ittifak olmadığı-
pan önemli âlimlerdendir.367 Aynı zamanda hattat olduğu da belirtil- nı göstermektedir. Önce zâhir ilimlerini tahsil eden Hacı Halîfe, da-
mektedir.368 Şeyh Tâcüddin'den irşad için icâzet aldıktan sonra Bur- ha sonra Şeyh Tâcüddin'e intisap etmek sûretiyle tasavvuf yoluna gir-
sa'da zamânmı ilim ve ibâdetle geçirdiği, özellikle mütâlaa ettiği ki- miş ve sülûkünü tamamlayarak icâzet almıştır.376 Kaynaklarda alçak
tapların kenarına notlar düşerek bir kısım hâşiyeler vücûda getirdiği gönüllü, cömert, ilimle mârifeti şahsında birleştirmiş bir şahsiyet şek-
kaydediliyor.369 Zeyniyye meşâyihi nezdinde "zamânın kutbu" olarak linde takdim edilen şeyhin, rûyâ tâbirinde mâhir olduğu özellikle be-
kabul edildiği anlaşılmaktadır.370 Yavuz Sultan Selim devri ricâlinden lirtilir. Bir kısım önemli meselelerde ilmiyye mensuplarının sık sık
kendisine danışmaları, ayrıca ilm-i zâhirde de üstünlüğünü göster-
mektedir. Kendisiyle ilmî istişârelerde bulunanlar arasında, zamanın
363 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 542. Bursa kadısı meşhur sahn müderrislerinden Kadızâde de [Mevlâ
364 Kissling, Zejnîje Orden, s. 170. Kasım] vardır.377 Târihçi Hammer onu "hakîm mutasavvıf" vasfıyla
365 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 514.
366 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 515.
367 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 5 . 371 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 .
368 Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928, s. 372 Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 134.
133-134.
373 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâ-
369 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 169; Tâcü't-tevârîh, II, 495-496. cü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâ-
370 eş-Şekâik'in iki ayrı yerinde (s. 170, 3 4 7 - 4 4 8 ) ve Tâcü't-tevârîh'te kaydedil- de, Vefeyâtnâme, vr. 77a; Güldeste, s. 99; Harîrîzâde, Tibyân, II, 107a; Yâ-
diğine göre (II, 4 9 6 ) ileride bahsi gelecek olan Zeyniyye meşâyihinden Âşık- digâr-ı Şemsî, s. 3 6 8 ; Vassâf, Sefîne, I, 266.
paşazâde, beraberinde hacca götürdüğü müridlerinden Seyyid Velâyet'e,
374 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 556.
375 Güldeste, s. 99.
Arafat'ta imamın sağında bulunan kişinin zamanın kutbu olduğunu söylemiş
376 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 - 2 4 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 - 5 3 0 ; Güldeste,
ve "Bak bakalım o zâtın kim olduğunu tanıyabilecek misin?" demiştir. Sey-
s. 99; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 368.
yid Velâyet dikkatlice baktığında imamın sağında duran kişinin, o sene hac- 377 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 , 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 1 - 2 4 3 ;
ca gitmeyip Bursa'da kalmış olan Mevlâ Ayas olduğunu farketmiş.
Tâcü't-tevârîh, II, 530.
anmış ve irâde-i ilâhiyye ve cebir ile ilgili bir risâle kaleme aldığını be- defterinde "Hacı Abdullah Halîfe Zâviyesi" diye kaydedildiği halde,
lirtmiştir.378 -Küçüklüğünde babasıyla birlikte Hacı Halîfe'yi ziyâret 950 (1543) târihli vakfiyede "Gülbahar Hâtûn Tekkesi" diye kayde-
edip elini öptüğünü belirten Lâmiî Çelebi, onun sözlerini bir dervişi- dilerek, 384 Hacı Halîfe'ye ya da herhangi bir Zeyniyye şeyhine nisbet
nin derlediğini bildirmekteyse de, 379 bu derlemenin günümüze ulaşıp edilmemiş olması, buranın Zeyniyye ricâlinin tasarrufu altında devam
ulaşmadığı bilinmemektedir.
edip etmediği husûsunda şüphe uyandırmaktadır.
eş-Şekâik müellifi Taşköprîzâde'nin "Şöhreti ufukları tutan şeyh"
Hacı Halîfe Cemâziyelâhir 894 (Mayıs 1489) senesinde Bursa'da
diye tanıttığı Hacı Halîfe 380 ile birlikte Bursa'daki Zeyniyye hânkâhı-
vefat etmiş ve şeyhi Tâcüddin İbrâhim Karamânî'nin yanına defnedil-
mn "Hacı Halîfe Zâviyesi" diye de anılmaya başlamış olması, 381 şey-
miştir.385 Yanında yetişen çok sayıda mürîdi arasında sadrâzamlardan
hin şöhreti yanında etkisini de göstermesi bakımından önemlidir. An-
İbrâhim Paşa, kazaskerlerden Alâeddin Ali Fenârî, kadılardan Şüca'
cak buna rağmen hayâtı hakkında kaynaklarda pek fazla bilgi verilme-
Çelebi, müderrislerden Mehmed Efendi ve üveysî-meşrep Rüstem
miştir. Mecdî'nin kaydına göre bir ara kâfir diyârında (isim zikredil-
memiştir) esir edilip hapsedilmiş, bu sırada bir rahibin,müslüman ol- Halîfe gibi şahsiyetlerin bulunması, Zeyniyye'nin bu dönemde halkın
masını sağlamıştır. Esâretten kurtulması ise, ülkenin ileri gelen âilele- yanı sıra devlet ricâli ve ilmiye mensuplarının ileri gelenleri arasında
rinden birine mensup olduğu anlaşılan bir kızın derdine duâsıyla ça- da yayılmaya devam ettiğini göstermektedir.
re bulduğu için, âile fertlerinin yardımıyla gerçekleşmiştir.382 Hacı Halîfe'ye mürid olduğu bildirilen İbrâhim Paşa
Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhtan başka Giresun'un Espiye il- (Ö.905/1499), Sultan II. Bâyezid döneminde sadrâzamlığa kadar yük-
çesine bağlı Tekke köyünde Yavuz Sultan Selim'in annesi Gülbahar selmiş bir devlet adamı olup, Osmanlı Devleti'ne kuruluşundan îtibâ-
Hâtun'un (ö.911/1505-06) desteğiyle kendi adına kurulan tekkede ren bir çok âlim ve devlet adamı yetiştirmiş olan Çandarlı âilesine
de 383 bir müddet faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Ancak burada mensuptur. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'e göre babası Sadrâzam
hangi târihlerde şeyhlik yaptığı ve kendisinden sonra yerine kimin Halil Paşa Fatih Sultan Mehmed tarafından azledildikten sonra İbrâ-
geçtiği tesbit edilememiştir. Tekkenin adının 929 (1523) târihli tapu him Çelebi de kadılık vb. vazifelerden peyderpey azledilerek en dü-
şük makam olan ihtisab eminliğine kadar indirilince devlet hizmetin-
den ayrıldı ve Hacı Halîfe'nin dergâhına intisap etti. Sâhip olduğu ih-
378 Hammer, III, 240. tişamdan sonra derviş lcıyâfetine bürünerek çok çetin riyâzetlere kat-
379 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557.
lanması sebebiyle, aklını kaçırdığına dâir yayılan söylentiler Fâtih Sul-
380 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182.
381 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 244; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, tan Mehmed'e kadar ulaşmıştı. Bir gün şeyhi Hacı Halîfe kendisini
109. çağırdı ve İstanbul'a gidip Amasya kadılığını talep etmesini söyledi.
382 Mecdî, s. 258. Bunun üzerine başkente giden paşa, sultan tarafından çok güzel kar-
383 bk. Naci Yüngiil, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in Te'sîs
şılanmış, ancak Amasya kadılığını talep etmesine çok şaşırmıştı. Zîra
Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vakfına Âit Vesîkaların Değerlendirilmesi",
VD, X V (1982), s. 106; Hâşim Karpuz, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı sultan daha yüksek bir mansıp talep etmesini bekliyordu. Hatta o sı-
Tekke Köyündeki Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapı- rada sultanın kendi kendine "Henüz aklı tam yerine gelmemiş" şek-
lar", VD, X V (1982), s. 117. Hâşim Karpuz kaydedilen makalesinde Hacı
Abdullah Halîfe'nin Nakşibendiyye'ye mensup olduğunu belirtmişse de (s.
119), Nakşibendiyye'ye mensup Hacı Halîfe'nin [Menteşeli] başka bir zât 384 Yüngül, a.g.m., aynı yer.
olduğu ve Kanûnî Sultan Süleyman devrinde faaliyet gösterdiği bilinmekte- 385 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 4 ; Tâcü't-te-
dir (bk. Öngören, Osmatıltlar'da Tasavvuf, s. 134-135). vârih, II, 530.
ünde mırıldandığı nakledilmektedir.386 Kadılık talebi yerine getirilen rılışmın en erken Hacı Halîfe'nin vefat ettiği 894 (1489) senesinde
İbrâhim Efendi'yi Amasya'da sancak beyi Şehzâde Bâyezid karşıladı meydana geldiği ortaya çıkar. Bu durumda şeyhe hayâtının sonunda
ve kendisine, "Bu görevi benim hâtırım için kabul ettiğini biliyorum" intisap ettiğini kabul etmek gerekecektir. Oysa aynı kaynaklarda ve
diyerek teşekkür etti. 387 Bâyezid'in bu şekilde teşekkür etmesinden, ilâveten Nefehât Tercümesi'nde onun şeyhin denetiminde halvete gi-
daha önce Hacı Halîfe ile görüştüğü ya da bir şekilde haberleştiği ve rip çile çekerek tasavvufta belli bir merhale katettiği kaydedilmekte-
ondan bizzat İbrâhim Efendi'yi istediği anlaşılmaktadır. Bu olay aynı dir. 392 O sebeple Fenârî'nin Hacı Halîfe'ye intisabı daha erken bir tâ-
zamanda Hacı Halîfe ile şehzâdenin çok iyi ilişkiler içinde olduğunu rihte ve muhtemelen, Fatih Sultan Mehmed tarafından getirildiği ilk
da göstermektedir. Zaman sonra Bâyezid İstanbul'da tahta oturunca kazaskerliğinden yine aynı pâdişâh tarafından azledildikten sonra 393
İbrâhim Efendi de İstanbul'a gitmiş ve devlet hizmetinde sadrazamlı- gerçekleşmiş olmalıdır.
ğa kadar yükselmiştir.388 Hacı Halîfe'nin yanında yetişenlerden Şücâ Çelebi (Şeyh Şücâed-
Hacı Halîfe'ye intisap ettiği bildirilen Alâeddin Ali Fenârî (Ali Çe- din İlyas ö. 914/1508) kadılık mesleğini bırakıp Hacı Halîfe'ye mürîd
lebi, ö. 903/1497 civârı) ise Fâtih Sultan Mehmed ve Sultan II. Bâye- olanlardandır. Halk arasında "Niyâzî" diye tanınmıştır. Şeyhinden ir-
zid devirlerinde kazaskerlik yapmış olan önemli âlimlerdendir.389 Os- şad için icâzet aldığı bildirilmekle birlikte nerede faaliyet gösterdiği
manlı Devleti'ne Çandarlı âilesi gibi bir çok ilmiye ricâli ve devlet kaydedilmemiştir. 914 senesinde Bursa'da vefat ettiği belirtilmekte-
adamı yetiştirmiş olan Fenârî âilesine mensup olup daha önce bahsi dir. 394 Mecdî Efendi bin adet gazelini ihtiva eden Türkçe bir divânı-
geçen Osmanlı'nın ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin torunudur. Kay- nı gördüğünü söylemektedir.395
nakların ifâdesinden Hacı Halîfe'ye intisâbının resmî vazifelerinden Hacı Halîfe'nin ilmiyeden bir başka müridi Şeyh Mehmed Efendi
ayrıldıktan sonra gerçekleştiği anlaşılmaktadır.390 Ancak onun II. Bâ- (Ö.902 veya 903/1497-98) Fâtih Sultan Mehmed'in hocalarından
yezid döneminde (tahta geçişi: 886/1481) tâyin edildiği Rumeli Ka- meşhur Hocazâde'nin 396 oğludur. Önce zâhir ilimlerini tahsil edip
zaskerliği'nde sekiz sene kaldığı391 dikkate alınırsa, bu vazifeden ay- babası hayatta iken Bursa'da müderris ve kadı olmuş, daha sonra ise
tedrîsi ve kadılığı bırakıp Hacı Halîfe'ye intisap etmek sûretiyle tasav-
386 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 3 - 2 0 4 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 2 - 5 1 4 . Münir Ak-
vuf yoluna girmiştir. Kaynaklarda Hacı Halîfe'ye ne zaman mürid ol-
tepe Îbrahîm Çelebi'nin Amasya'ya, o târihte adı geçen şehirde sancak beyi duğu ve hizmetinde ne kadar kaldığı belirtilmemiştir. Ancak "Şeyh
olan II. Bâyezid'in lalalığı için tâyin edildiğini belirtmekte ve bunun 1468 Mehmed" diye anılmasından seyru sülûkünü tamamladığı anlaşılmak-
senesinde meydana geldiğini söylemektedir (Münir Aktepe, "Çandarlı İbrâ- tadır. 397 Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin çocukken babasıyla birlikte ziyâret
him Paşa", DİA, VIII, 214). Zikredilen bu târihe göre yukarıda kaydedilen
ettiği Hacı Halîfe'den naklen kaydettiği bir rûyâ, Mehmed Efendi'nin
hâdise Hacı Halîfe'nin Bursa'daki dergâhta posta oturduğu ilk sene meyda-
na gelmiş demektir.
387 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 4 - 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 .
388 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 0 5 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 1 4 . 392 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182, 2 4 2 ; Tâ-
389 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181-182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâ- cü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâkib, I, 2 7 8 - 2 7 9 .
kib, I, 2 7 8 - 2 7 9 ; Güldeste, s. 2 4 6 - 2 4 7 . 393 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 181; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâkib, I,
390 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 3 ; Gazzî, el-Kevâ- 2 7 8 ; Güldeste, s. 246.
kib, I, 278-279. Kaynakların verdiği bilgilere dayanarak Hamdi Döndüren 394 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Baldırzâde, Vefeyât-
de onun resmî vazifelerinden sonra tasavvuf yoluna girdiğini belirtmiştir nâme, vr. H O b - l l l a .
(Hamdi Döndüren, "Fenârî, Alâeddin", DİA, XII, 337). 395 Mecdî, s. 355.
391 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 182; Tâcü't-tevârîh, II, 5 0 2 ; Gazzî, el-Kevâ- 396 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 128; Tâcü't-tevârîh, II, 471.
kib, I, 278. 397 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478.
şeyhe kaç yaşlarında iken intisap ettiği husûsunda ipucu vermektedir. "Çelebi Halîfe" diye meşhur Cemâl Halvetî, Ö.899/1493-94, 403 daha
Nakledildiğine göre Mehmed Efendi Hacı Halîfe'ye ^rûyâsında bir sonra Halvetiyye tarikatına girmiş ve bu tarikata mensup birkaç şey-
Frenk çocuğunun yirmi yedi sene bir kalede hapis yattığını gördüğü- hin hizmetinde bulunduktan sonra en son Pîr Muhammed Erzincâ-
nü anlatmış, Hacı Halîfe de rûyânın tâbiri sadedinde ona bulûğ çağı- nî'den hilâfet almıştır.404 Dolayısıyla o Halvetiyye ricâlinden sayıl-
na kaç yıl önce girdiğini hesaplamasını söylemiş, sonuçta Mehmed mıştır.405 Yine, Hacı Halîfe'ye intisap etmek suretiyle tasavvuf yolu-
Efendi'nin tam yirmi yedi sene önce bulûğa erdiği anlaşılmış.398 Bu na girmiş olan Halim Çelebi'nin de (Mevlâ Abdülhalîm b. Ali,
durumda onun şeyhe en az otuz beş yaşın üzerinde iken mürid oldu- Ö.922/1516) esas yetişmesi, daha sonra Acem diyârında irşad halkası-
ğu anlaşılmaktadır. Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kaydettiğine na girdiği Nakşibendiyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğu
göre, Şeyh Mehmed daha sonra Bursa'dan Acem diyârına gitmiş ve için, 406 o da Nakşibendiyye ricâlinden sayılmaktadır.407 Öte yandan
orada vefât etmiştir.399 H. J. Kissling'in eş-Şekâik'te zikri geçen Bekir Halîfe'yi 408 Hacı Halî-
Hacı Halîfe'ye müntesip olan bir diğer önemli zât Rüstem Halî- fe'nin halîfelerinden biri olarak kaydetmesi yanlıştır.409 Zîra mezkûr
fe'dir (ö.917/1511). Göynüklü olmakla birlikte, muhtemelen Bur- kaynakta da açıkça görüldüğü gibi, orada ismi geçen Hacı Halîfe,
sa'da ikâmet ettiği için "Bursevî" nisbesiyle anılmıştır. Hacı Halîfe'ye Zeyniyye şeyhi değil, Nakşibendiyye ricâlinden olan Menteşeli Hacı
intisap etmiş olmakla birlikte esâsen üveysî-meşrep bir sûfî olduğu be- Halîfe'dir.410
lirtilmektedir. Sohbetlerine katılan Lâmiî Çelebi'nin kaydettiğine gö- aa. Muhyiddin Esved ve Karaca Muhyiddin Zâviyesi
re, kendisine getirilen hediyelere mutlaka daha fazlasıyla mukabelede
Bursa'da Abdüllatîf Kudsî ile başlayan Zeyniyye silsilesi, ileride
bulunan çok cömert bir zât idi. Zaman zaman Hızır'la (a.s.) görüştü-
temas edileceği gibi, Hacı Halîfe'den sonra makâmına geçen Bolulu
ğüne inanılmakta, hâlini gizlemek için sıbyan mektebinde Kur'an ho-
Çelebi vâsıtasıyla Zeyniyye Hânkâhı'nda devam etmiş olmakla birlik-
calığı yaptığı nakledilmektedir. Lâmiî Çelebi ayrıca bizzat müşâhede
te, Hacı Halîfe'nin bir başka halîfesi Muhyiddin Esved (Muhyiddin
ettiği kerâmetlerini eserinde kaydetmiştir.400
Efendi Zeynî, Ö.925/1519) tarafından411 Karanfilli Bayır denilen yer-
Taşköprîzâde, şeriatı uygulamadaki hassâsiyetiyle tanınan Nebî
Halîfe (ö.940/1534'den önce) ile 401 Bursa'da imamlık yaptığı belirti- 403 Hulvî, Lemezât, s. 4 2 8 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b; Vassâf, Sefine, III, 230.
len ve âlim, âbid, zâhid gibi vasıflarla anılan Şeyh Lütfullah Efen- 404 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 7 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 267-268;.
di'nin de (Lütfi Halîfe, ö. ?) Hacı Halîfe'nin yanında yetiştiğini kay- Harîrîzâde, Tibyân, I, 246b-247a.
405 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 4 2 vd.
detmektedir.402 Ancak bu iki zât hakkında diğer kaynaklarda bilgi bu-
406 Mecdî, s. 386; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 380.
lunamadığı gibi, seyru sülüklerini tamamladıktan sonra mürid yetişti- 407 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 143-144. Mehmed Akkuş'un,
rip yetiştirmedikleri de tesbit edilememiştir. Ayrıca yukarıda kaydedi- muhtemelen ilk intisâbma bakarak Halim Çelebi'yi Hacı Halîfe'nin mürid-
lenlerin yanı sıra Hacı Halîfe'ye intisap edip icâzet aldığı bildirilen leri arasında sayması (Mehmed Aklcuş, "Hacı Halîfe, Şeyh", DİA, X i y 476)
doğru değildir. Ayrıca Abdülkerîm Abdülkâdiroğlu'nun Halim Çelebi'nin
Hacı Halîfe'ye intisap ettiğini zikrettiği halde esas yetişmesinin Nakşiben-
398 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 557. diyye'den Şeyh Mahdûmî'nin yanında olduğunu belirtmemesi bir noksan-
399 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 139; Tâcü't-tevârîh, II, 478. lıktır (Abdülkerim Abdülkâdiroğlu, "Halîmî Çelebi", DİA, XV, 343).
400 bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 2 - 5 6 3 ; ondan naklen Taşköprîzâde, eş- 408 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 3 6 - 5 3 7 .
Şekâik, s. 3 5 0 - 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 - 5 8 2 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, 409 Kissling, Zejnîje Orden, s. 175.
vr. lOOb-lOlb. 410 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135.
401 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 5 . 411 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 161a; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 ; Yâdigâr-ı
402 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 . Şemsî, s. 479. Baldırzâde şeyhin vefâtı için "Yavuz Sultan Selim devrinin
de bir başka Zeyniyye tekkesi daha kurulmuştur. Yâdigâr-ı Şemsî'de diği zâtlardan birisi Hacı Halîfe'nin yeğeni olup küçük yaşta Hacı Ha-
Karaca Muhyiddin Zâviyesi diye kaydedilen bu tekkede. Muhyiddin lîfe'ye intisap ettiği anlaşılan ve aynı zamanda Taşköprîzâde'nin dayı-
Efendi'den sonra yerine Hacı Halîfe'nin diğer bir halîfesi Şeyh Abdül- sı olan müderrislerden Mevlânâ Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf'dur
ganî Efendi (Ö.940/1533-34) geçmiş, 412 ondan sonra da posta Abdül- (Kuşçu Abdî Çelebi, Ö.954/1547). 416 Ancak Mevlânâ Abdurrah-
ganî Efendi'nin müderris oğlu Mehmed Çelebi (ö.?) oturmuştur.413 man'm mürid yetiştirdiğine dâir herhangi bir kayda rastlanmamıştır.
Seyru sülûkünü kimin yanında tamamladığı belirtilmeyen Mehmed Bolulu Çelebi'den (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95)
Çelebi'den sonra bu tekkede irşad faaliyetinin devam edip etmediği sonra Zeyniyye Hankâhı'nda posta Safiyyüddin Halîfe (Şeyh Safiy-
bilinmemektedir. İsmâil Beliğ 1728 yılında son şeklini verdiği Güldes- yüddin Mustafa, Ö.919/1513) oturmuştur.417 Çankırı'da dünyaya ge-
te'rim kenarına düştüğü kayıtta, adı geçen zâviyeden ve yanındaki len Safiyyüddin Halîfe'nin, Hz. Ebû Bekir'in neslinden olduğu rivâ-
mescidden o dönemde bir eser bulunmadığını beyan etmektedir.414 yet edilir. Bursa'da II. Murad Medresesi'nde okumakta iken hocası
ab. Bolulu Çelebi (Şeyh Muhyiddin Mehmed, Ö.900/1494-95) Fenârîzâde Ali Efendi'nin (Alâeddin Ali Fenârî, Ö.903/1497 civârı)
Bursa kadılığına getirilmesi üzerine medreseden ayrılarak,418 o zaman
Hacı Halîfe'den sonra Zeyniyye Dergâhı'nda makamına halîfesi
Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Hacı Halîfe'ye (Ö.894/1489) in-
Şeyh Muhyiddin Mehmed geçmiştir. "Bolulu Çelebi" diye tanınma-
tisap etti. İrşad iznini ise Hacı Halîfe'den sonra makamına geçen ha-
sından Bolu'da doğduğu anlaşılan bu zâtın, önce zâhir ilimlerini tah-
lîfesi Bolulu Çelebi'den almıştır.419 Safiyyüddin Halîfe adı geçen tek-
sil ederek müderris olduğu, daha sonra ise tedrîsi bırakıp tasavvuf yo-
kede 919 (1513) yılında meydana gelen vefâtına kadar yirmi sene gi-
luna girdiği nakledilmektedir. Çok fazla cezbe ve istiğrâka sâhip oldu-
bi uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulundu.420 Yetiştirip hilâfet
ğu belirtilir. Kabri şeyhi Hacı Halîfe'nin yakınındadır.415 Hilâfet ver-

başı şeklinde kaydedilmiş, sonraki kaynaklardan Güldeste ile Yâdigâr-ı Şem-


sonları" derken Tabibzâde 925 (1519) târihini vermiştir ki, bu, Baldırzâ- sî'899 olarak kaydedilmiştir (bk. zikredilen yerlerde).
de'nin kaydına uygun düşmektedir. Yâdigâr'da ise "Sultan Bâyezid devri 416 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 5 ; Mecdî, s. 2 5 8 ; Tabibzâde, Silsilenâme,
sonlarında" denildikten sonra 911 (1505) senesi zikredilmiştir. s. 54. Mevlânâ Abdurrahman'ın küçük yaşta Hacı Halîfe'nin dergâhına in-
412 Yâdigâr-t Şemsî, s. 4 7 9 ; ayrıca bk. Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 124b; Gül- tisap ettiği eş-Şekâik'in kaydından anlaşılıyor. Bolulu Çelebi'den hilâfet al-
deste, s. İ 7 1 - 1 7 2 . Abdülganî Efendi, Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin kullandı- dığı ise Tabibzâde'nin Silsilenâmesi'nde görülmektedir (bk. zikredilen yer-
ğımız Esad Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 1 3 8 1 , ler). Taşköprîzâde'nin dayısı olan Mevlânâ Abdurrahman'ın Hacı Halîfe'nin
vr.l24b) istinsah hatası olarak Abdünnebî şeklinde kaydedilmiştir. Ancak kızkardeşinin oğlu olduğunu ise Baldırzâde Mehmed ile (Vefeyânâme, vr.
Âşir Efendi nüshasında (Süleymâniye Kütüphânesi, nr. 265, vr. 109a) Ab- 121b) İsmâil Beliğ haber vermektedir (Güldeste, 284-285).
dülganî şeklinde kayıtlıdır. 417 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 1 ; Mehmed b. Sa'dî,
413 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 125a; Güldeste, s. 172; Tabibzâde, Silsilenâme, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Atâî, s. 64; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a;
s. 54; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 479. Tabibzâde Silsilenâme'de Mehmed Çelebi'nin Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî, s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266.
babasını "Abdülganî" yerine "Abdünnebî" şeklinde kaydetmişse de, bunun
418 Güldeste, s. 101.
yukarıda işâret ettiğimiz Baldırzâde Vefeyâtnâme'sinin hatalı nüshasından 419 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 0 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a;
(Esad Efendi, 1381) veyâ Hacı Halîfe'nin yukarıda zikri geçen Nebî Halîfe Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 115b-116a; Güldeste, s. 101; Yadigâr-ı Şemsî,
isimli halîfesiyle karıştırılmasından kaynaklanmış olması muhtemeldir. s. 3 6 9 ; Vassâf, Sefîne, I, 266.
414 Güldeste, s. 172. 420 İsmâil Beliğ Güldeste'Ae. Safiyyüddin Halîfe'nin 899 yılında posta oturup
415 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Güldeste, s. 100; yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduğunu kaydettiği halde, şeyhin vefâtının
Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 6 9 ; ayrıca bk. Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; 9 2 9 (1523) yılında meydana geldiğini belirtmektedir (s. 100-101). Oysa
Atâî, s. 6 3 - 6 4 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 154b; Vassâf, Sefîne, I, 266.' Bo- kaydedilen irşad müddetine göre vefâtının eş-Şekâik'te zikredildiği gibi (s.
lulu Çelebi'nin vefât târihi eş-Şekâik'te Hicrî 9 0 0 , Tâcü't-tevârîh'te 900'ün 350) 919 olması gerekir.
verdiği zâtlardan birisi, Ferecik'te babası Şeyh Sinan tarafından kuru- makamını halîfesi Muallimzâde Mustafa Efendi'ye (Şeyh Muslihud-
lan tekkede posta oturan Şeyh Ali b. Sinan'dır (Ö.970/1562-63). 421 din Mustafa el-Edhemî, Ö.930 veya 933/1527) 427 bırakarak memle-
ketine gitmiş ve orada vefat etmiştir.428 Bursa Vefeyâtt'nda kaydedil-
Devrin diğer meşâyihi gibi, hem zâhirî hem de bâtını ilimlere vâ-
diğine göre Nasuh Efendi, beş vakit namazdan sonra okunan evrâdın
kıf olan ve aynı zamanda hüsn-i hatta da mahâreti olduğu bildirilen
tesiriyle aşkı gâlib geldiği için kendi isteğiyle makamından ayrılmak
Şeyh Safiyyüddin'den sonra tekkenin meşîhati, şeyhin vasiyyetine bi-
istediğinde, dervişlerden bir kısmı yerine Muallimzâde Mustafa Efen-
nâen Hacı Halîfe'den icâzetli Hocazâde Muslihuddin Efendi'ye (Şeyh
di'nin geçmesini isterken, diğer bir kısmı da Tireli Mustafa Halîfe'nin
Muslihuddin Mustafa, ö.930'lu yıllarda/1524-1534) geçmişse de, yo-
ğun bir vecd ve istiğrak hâli yaşayan Hocazâde altı ay gibi kısa bir sü- geçmesini istemişlerdir. Bunun üzerine Nasuh Efendi dervişlerin isti-
re sonra makamını Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye (Ö.923 veya hâreye yatmalarını söylemiş, görülen rûyâ üzerine makamını Mual-
924/1517-1518) bırakarak Kudüs'e gitmiş ve orada vefat etmiştir.422 limzâde'ye bırakmıştır. Mustafa Halîfe'yi ise icâzetle memleketi Ti-
Tosyalı Nasuh Efendi 423 seyru sülûkünü Şeyh Tâcüddin İbrâhim Ka- re'ye gönderdiği kaydedilmektedir. 429 Mehmed b. Sa'dî'nin
ramânî'nin (Ö.872/1467-68) yanında tamamlayıp hilâfet alan âlimler- (ö. 1040/1630) "Hâlen ol diyarda Zeyniyye'ye mensup zâviyesi... ev-
dendir. Aynı zamanda hattat ve şâirdir.424 Risâletü'l-edviyye fî tarîka- lâdı elindedir. Meşhur ve müteârif makamdır" şeklindeki ifâdesinden
ti's-sûfiyye425 ile mürîdin mürşidine karşı davranışları ve tarîkat âdâ- Mustafa Halîfe'nin burada kurduğu zâviyenin XVII. asrın ilk yarısın-
bmdan bahseden küçük Risâletü'l-edebiyye isimli eserleri kaleme al- da faal olduğu anlaşılmaktaysa da, 430 Mustafa Halîfe'den sonra bura-
mıştır.426 Mezkûr tekkede üç sene kadar faaliyet gösterdikten sonra
31b-59b; 61b-73b; 95a-106b) bâzı sûre ve âyetlerin Arapça tefsîrleri, yine
421 Atâî, s. 80. ; Reşid Efendi bölümü, nr. 136'da Kırk Hadis Şerhi (31 varak), aynı bölüm,
422 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b; nr. 592'de Türkçe kısmen manzum Esmâü'l-hüsnâ Şerhi (94 varak) bulun-
ayrıca bk. Atâî, s. 64; eş-Şekâik'in bir başka yerinde (s. 429), Güldeste'de (s. maktadır. Akıl, ilim, amel, hikmet, tıb, insan, Kur'an vb. muhtelif konuları
101) ve Yâdigâr-ı Şemsî'de (s. 3 6 9 - 3 7 0 ) Hocazâde'den bahsedilmeksizin Sa- ele aldığı Ravzatü'l-ezhâr ve cennetü'l-esmâr isimli Arapça eserin bir nüsha-
fiyyüddin Halîfe'den sonra irşad postuna Nasuh Efendi'nin oturduğu kay- sı adı geçen kütüphânenin Şehid Ali Paşa bölümünde (nr. 1481, 3 2 2 varak),
dedilmiştir. bir başka nüshası da Esad Efendi bölümündedir (nr. 1416, 2 6 9 varak). Yine
muhtelif konuları ele aldığı Kıyâfetnâme isimli Türkçe kısmen manzum ese-
423 îsmâil Beliğ,'Nasuh Efendi'nin Tus şehrinden olduğunu belirtmiş (Güldeste,
ri ise Hafid Efendi bölümünde bulunmaktadır (nr. 4 7 9 , vr. 149a-166b).
s. 1 0 1 , 1 0 3 ) ve muhtemelen ona dayanan Tabibzâde de şeyh için "Tûsî" nis-
besini kullanmıştır (Silsilenâme, s. 54). Ancak bunun "Tosya" ile "Tus" ka-
427 Muallimzâde'nin vefat târihi eş-Şekâik'te kırklı yıllar olarak kaydedilmişse
rıştırilarak yanlışlıkla yazıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Mehmed b. Sa'dî de (s. 435), doğruya daha yakın olanı Baldırzâde ile Belîğ'in verdiği 9 3 0 (Ve-
onun Tosyalı olduğunu açıkça belirtmektedir (Bursa Vefeyâtı, vr. 4a-b). feyâtnâme, vr. 155a-b; Güldeste, s. 102) vaya Atâî'nin verdiği 933 târihidir
424 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 2 9 ; Kissling, Zejnîje Orden, s. 172. (s. 173). Zîra Muallimzâde'den sonra irşad postuna geçen Emîr Ali'nin ve-
425 Keşfü'z-zunûn, I, 844; Osmanlı Müellifleri, I, 113. Eser Osmanlı Müellifle- fâtı Güldeste'de 938 olarak (s. 103), eş-Şekâik'te ise 9 4 0 civârı diye geçmek-
rinde Risâletü'l-edviyye fî tarîkati'l-Muhammediyye şeklinde kaydedilmiş- tedir ki (s. 436), bu târihler Güldeste' nin veya Atâî'nin verdiği târihi destek-
tir. ler mâhiyettedir.
426 Süleymâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 818'de bulunan bir buçuk varaklık (vr.
428 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b, 155a-b; Güldeste, s. 101; Yâdigâr-ı Şem-
122b-123b) bu eser, Osmanlı Müellifleri'nde Risâletü'l-âdâbiyye şeklinde sî, s. 370.
kaydedilmişse de (I, 113), müellifi eserin başında adını Risâletü'l-edebiyye
429 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b. Rivâyete göre îstihâreye yatan der-
olarak kaydetmektedir. Nasuh Efendi'nin oğlu Abdülmecid Efendi de ule- vişler rûyâlarında Muallimzâde Mustafa Efendi'yi hokkabazlık ederken gör-
mâdan olup Arapça ve Türkçe manzum ve mensur olmak üzere bir çok eser müşler. Ertesi gün bunu Nasuh Efendi'ye anlattıklarında, şeyhden "Seccâde
kaleme almıştır. Süleymâniye Kütüphânesi'nin Şehid Ali Paşa bölümü (nr. hokkabazındır" cevâbını almışlar (a.g.e., aynı yer).
272, vr. lb-98b) ile Reşid Efendi bölümünde (mecmûa, nr. 1019, vr. lb-26a;
430 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4b.
da kimlerin irşad postuna oturduğu bilinmemektedir. miştir.439 Babası Seyyid Hüseyin Efendi'nin de Emir Sultan Dergâ-
Nasuh Efendi'nin Bursa'daki dergâhta yerine geçen Muallimzâde hı'na müntesip olduğu belirtilmektedir.440
Mustafa Efendi Manisa'da dünyaya gelmiştir.431 Babasının adı Yûsuf Emir Ali'nin yanında yetişenlerden biri "Kara Abdurrahman" di-
olup, 432 nesli İbrâhim b. Edhem'e dayanmaktadır.433 Zâhir ilimlerini ye bilinen Konyalı Mevlâ Abdurrahman b. Mustafa'dır (ö. Şevval
tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girmiş, aynı zamanda iyi bir kı- 976/Nisan 1569). Kırâat ve tecvid ilmine vâkıf, mûsikî ilminde döne-
min tanınmış kişilerinden olduğu bildirilen Mevlâ Abdurrahman aynı
râat âlimi olarak tanınmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'i yedi, hatta on kırâat
zamanda şeyhi Emir Ali'ye dâmad da olmuştur. Bursa'daki dergahta
üzere okuduğu kaydedilir. Kırk sene hatimle terâvih namazı kıldırdı-
seyru sülûküne devam ile birlikte ilm-i zâhir tahsîlini sürdürmüş, gir-
ğı gelen rivâyetler arasındadır. Hacı Halîfe ve Şeyh Vefâ'nın sohbetle-
diği devlet hizmetinde adım adım yükselerek Sahn müderrisliğine ka-
rine katılmış,434 ancak irşad iznini Nasuh Efendi'den almıştır.435 Ve- dar çıkmıştır.441 Emir Ali'nin 938'de (1531-32) vefâtından sonra ir-
fâtına kadar bu tekkede faaliyet gösteren Muallimzâde'nin yetiştirdik- şad postuna halîfesi Şeyh Mehmed Çelebi (Ö.969/1561-62) oturmuş-
leri arasında, Zeyniyye Hânkâhı'nın yanındaki mescidi câmîye çevir- tur. Mehmed Çelebi ile birlikte Zeyniyye Hânkâhı'nın meşîhati 1171
diği daha önce belirtilen oğlu Kazasker Ahmed Efendi de bulunmak- (1758) senesine kadar Hicrî sene hesabıyla tam 233 yıl yukarıda adı
tadır. 436 Muallimzâde'den sonra posta, Nasuh Efendi'nin diğer halî- geçen Safiyyüddin Halîfe'nin evlâdı elinde kalmıştır. Hz. Ebû Bekir
fesi Şeyh Emir Ali (Seyyid Ali Efendi, Ö.938/1531-32) oturmuştur.437 neslinden gelen bu âilenin yetiştirdiği on kadar şeyh, belirtilen târih-
Seyyid Celâleddin Kirmânî neslinden olduğu bildirilen Emir Ali, ta- ler arasında dergâhta irşad faaliyetini sürdürmüştür. Yâdigâr-ı Şem-
savvuf yoluna girmeden önce ilmini ikmâl edip müderris olmuştu. sî'nin kaydına göre bunların isimleri ve meşîhat yılları şöyledir: 442
Muhtelif medreselerde müderrislik yaptıktan sonra emekli olmuş ve Şeyh Mehmed Çelebi (938-969)
Tosyalı Şeyh Nasuh Efendi'ye intisap ederek seyru sülûkünü tamam- Şeyh Abdülaziz Efendi (969-996)
lamıştır.438 Baldırzâde'ye göre, icâzet aldıktan sonra Nasuh Efen-
Şeyh Abdullah Efendi (996-1006)
di'nin arzusuyla Tosya'ya gidip bir müddet orada da faaliyet göster-
Şeyh Mehmed b. Abdullah (1006-1018)
Şeyh Mehmed b. Sa'dî (1018-1040)
431 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370.
432 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a.
433 Atâî, s. 173; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. 439 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a. Atâî, Halvetiyye ricâlinden olduğunu be-
434 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 - 4 3 5 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 155a. lirttiği Tosyalı Nasuh Efendi'nin Boyabatlı Şeyh Sinan (Ö.976/1568) diye bir
435 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 4 ; Güldeste, s. 102; Yâdigâr-t Şemsî, s. 370. halîfesinden söz etmektedir (Atâî, s. 199). H. J. Kissling Atâî'nin burada Na-
Sefîne'de hilâfeti Hacı Halîfe'den aldığı kaydedilmişse de (I, 2 6 7 ) , târihî açı- suh Efendi'yi yanlışlıkla Halvetiyye tarikatına nisbet ettiğini, esasen onun
dan diğer kaynakların kayıtları akla daha yakındır. yukarıda zikri geçen Zeyniyye şeyhi Tosyalı Nasuh Efendi olduğunu, dola-
436 Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54. yısıyla Boyabatlı Şeyh Sinan'ın da Zeyniyye'ye mensup olması gerektiğini
437 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; ileri sürmüştür (Kissling, Zejnîje Orden, s. 172). Adı geçen Şeyh Sinan,
Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 120b; Güldeste, s. 1 0 2 - 1 0 3 ; Yâdigâr-t Şemsî, s. Atâî'nin belirttiğine göre, şeyhinden icâzet aldıktan sonra Gezencik köyün-
3 7 0 - 3 7 1 ; Vassâf, Sefîne', I, 267. eş-Şekâik'te Emir Ali'nin vefâtı için " 9 4 0 ci- de bir zâviye kurmuş ve burada irşad faaliyetini sürdürmüştür (Atâî, aynı
vârı" şeklinde kesin olmayan bir târih verildiği için, Güldeste ve Yâdigâr'm yer).
kaydettiği 9 3 8 târihi tercih edilmiştir. 440 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 370.
438 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 3 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 107a; Güldes- 441 Atâî, s. 121-122.
te, s. 102-103; Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 0 - 3 7 1 . 442 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 371-374.
Şeyh Kemâl[eddin] Efendi (1040-1076) Efendi'dir (Ö.1020/1611). 447 Güldeste ve Yâdigaf da ise Abdülganî
Şeyh "Mehmed b. Kemâl (1076-1091) Efendi'nin Bilecik'te bulunan Zeyniyye şeyhi Resul Efendi'nin yanın-
da sülûkünü ikmâl ettiği ve ardından Bursa'ya gelerek Ali Paşa Tekke-
Şeyh Mehmed b. Mehmed (1091-1135)
si olarak da bilinen Kasım Subaşı Zâviyesi'nde posta oturduğu belir-
Şeyh Sa'deddin Efendi (1135-1157) tilmiştir.448 Abdülganî Efendi'den sonra adı geçen zâviyede irşad pos-
Şeyh Mustafa Efendi (1157-1171) tuna dâmâdı ve halîfesi Ankaralı Ahmed Kilîmî'nin (ö. Ramazan
Şeyh Mehmed Çelebi, Safiyyüddin Halîfe'nin oğludur. Önce asrın 1057/ Ekim 1647) oturduğu husûsunda ise kaynaklar ittifak halinde-
ileri gelen âlimlerinden zâhir ilimlerini tahsil etmiş, sonra ilmiye mes- dir. 449 Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil ettiği be-
leğini bırakarak, yukarıda bahsi geçen Muallimzâde'ye intisap etmek lirtilen Ahmed Kilîmî'den sonra mezkûr tekkenin tasarrufu Zeyniyye
ricâlinin elinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiş,450
sûretiyle tasavvuf yoluna girmiştir. Bir müddet Muallimzâde'nin der-
belli bir zaman sonra binâsı da ortadan kalkmıştır. İsmâil Beliğ 1728
gâhında kalan Mehmed Çelebi, daha sonra Emir Ali Efendi'nin ya-
yılında son şeklini verdiği eseri Güldeste'nin kenarına düştüğü zâviye
nında seyru sülûkünü tamamlamıştır. Mehmed Çelebi'den sonra
ile ilgili notta "Elyevm binâdan eser yoktur" demektedir.451
makamına, küçük birâderi Şeyh Abdülaziz Efendi (Ö.996/1588) geç-
miştir. Abdülaziz Efendi de ağabeyi gibi tasavvuf yoluna girmeden ön- Şeyh Abdülaziz Efendi'den sonra makamına Şeyh Mehmed Çele-
ce zâhirî ilimleri ikmâl etmiş ve müderris olmuştu.443 Seyru sülûkünü bi'nin oğlu Şeyh Abdullah Efendi (5.1006/1597-98) oturmuştur.452
ağabeyi Mehmed Çelebi'nin yanında tamamladığı anlaşılmaktadır.444 Abdullah Efendi tarîkat icâzetini, Vekâyiu'1-fuzalâ'nin kaydından an-
laşıldığına göre, , babası Mehmed Çelebi'den almıştır.453 Abdullah
Güldeste müellifinin "Umdetü'l-meşâyîh" diye vasıflandırdığı Efendi'den sonra irşad postuna oğlu Şeyh Mehmed Efendi (Mehmed
Şeyh Abdülaziz Efendi'ye 445 mürid olanlardan biri, "Vahidî" diye ta- b. Abdullah, 5.1018/1609) geçmiştir.454 Mehmed b. Abdullah'ın da
nınan Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Kara Dâvud'dur (ö.?). Ab-
dülvâhid Efendi'nin ilmiye mesleğinden ayrılıp tasavvuf yoluna girdi-
447 Şeyhî, s. 53; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.
ği belirtilmektedir.446 Abdülaziz Efendi'nin yanında yetişenlerden bir 448 Güldeste, s. 183; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 4 6 4 ; ayrıca bk. Vassâf, Sefine, I, 267.
diğeri ise, Şeyhî ve Tabibzâde'nin kayıtlarına göre Şeyh Abdülganî Mehmed Süreyya Bey ise onun Resul Efendi'nin yanında sülûkünü tamam-
ladıktan sonra Ali Paşa yakınında bulunan Zeynîlere âit Sabûrî Tekkesi'nde
posta oturduğunu belirtmektedir (Sicill-i Osmânî, III, 341). Adı geçen bu
443 Atâî, 7 5 - 7 6 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 131a-b; Güldeste, s. 103-104; Yâ- tekkenin Kasım Subaşı Tekkesi'nin bir başka adı mı? yoksa tamamen ayrı bir
digâr-t Şemsî, s. 370-371. Atâî, Mehmed Çelebi'nin vefat târihi için " 9 7 0 ci- tekke mi? olduğu husûsu tam anlaşılamamıştır. Mehmed Süreyya ayrıca Ab-
vârı", Abdülaziz Efendi'nin vefâtı için ise " 9 9 0 civârı" şeklinde kesin olma- dülganî Efendi'nin Amasyalı olduğunu ve vefâtının 1028'de (1619) meyda-
yan ifâdeler kullandığı için, diğer kaynaklardan Güldeste ve Yâdigâr'm kay- na geldiğini belirtmiştir.
dettiği birincisi için 969, ikincisi için 9 9 6 târihleri tercih edilmiştir. 449 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 57a-b; Güldeste, s. 183; Şeyhî, s. 149; Yâdigâr-
444 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'l- ı Şemsî, s. 464.
fuzalâ (nşr. Abdülkâdir Özcan), İstanbul 1989, III, 53. Baldırzâde Vefeyât- 450 bk. Güldeste, s. 184; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 464-465.
nâme' sinin Âşir Efendi nüshasında (nr. 265) Safiyyüddin Halîfe'nin bir baş- 451 Güldeste, s. 183.
ka oğlu Abdüllatîf Efendi kaydedilmiş (vr. 112a) ve hâmişinde onun da Zey- 452 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b-
niyye'ye müntesip olduğu belirtilmiştir. 140a; Güldeste, s. 105; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372.
44s Güldeste, s. 5 1 7 . 453 Şeyhî, s. 53.
446 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 139b; Güldeste, s. 5 1 7 ; ayrıca bk. Tabibzâde, 454 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 121a,
Silsilenâme, s. 54. 182a-b; Güldeste, s. 105-106; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372.
hilâfeti babasından aldığı anlaşılmaktadır.455 Ondan sonra seccâdeye
yerine geçen kardeşi Şeyh Mustafa Efendi (Ö.1171/1758) 462 dergâhın
bir başka Şeyh Mehmed (Mehmed b. Sa'dî Hoca, ö. Cemâziyelevvel
meşîhatini üstlenen Şeyh Safiyyüddin Halîfe âilesine mensup Son
1040/Aralık 1630) oturmuştur. Mehmed b. Sa'dî, Menâkıb-t Zeyniy-
şeyhdir. Mustafa Efendi'den sonra posta oturup vefâtına kadar Hicrî
ye adıyla da bilinen küçük risâlesi Bursa Vefeyâtı'nda kendisinden ön-
sene hesâbıyla on sekiz sene irşad faaliyetini sürdüren Şeyh Ahmed
ce Bursa Hânkâhı'nda posta oturan şeyhleri kaydetmiş, kendisinin de
Efendi'nin (Ö.1189/1775)463 icâzeti kimden aldığı belirtilmemiştir.
Safiyyüddin Halîfe'nin akrabâsından olduğunu ve Şeyh Mehmed b.
Yâdigâr müellifinin kayıtlarından anlaşıldığına göre, Ahmed Efen-
Abdullah'tan sonra dergâhın meşîhatini üstlendiğini belirtmiştir.456
di'den sonra Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nın kontrolü Zeyniyye ri-
Güldeste, Vekâyiu'l-fuzalâ ve Yâdigâr gibi kaynaklarda onun bir önce-
câlinden çıkarak başka tarîkat mensuplarının eline geçmiştir.464 7 Sa-
ki şeyh Mehmed b. Abdullah'ın yanında yetiştiği kaydedilmişse de, 457
fer 1175'te (7 Eylül 1761) Ahmed Efendi zamanında câmî, türbe ve
bu doğru değildir. Şeyhin kendisi yukarıda zikredilen eserinde, daha
şeyh odası ile birlikte elden geçirilerek tamir edilen zâviye,465 1925'te
önce adı geçen Şeyh Abdülaziz Efendi'ye intisap etmek sûretiyle ta-
tekke ve zâviyelerin ilgasından sonra harap olmuş ve 1934 yılında Va-
savvuf yoluna girdiğini, ayrıca ilim mesleğinde ilerleyerek müderris
kıflar idâresi tarafından yıkılarak ortadan kaldırılmıştır.466
ve kadı olduğunu, Şeyh Mehmed b. Abdullah'ın 1018'de meydana
gelen vefâtı üzerine Zeyniyye mensuplarının talebi ile kadılıktan ayrı- Yukarıda kaydedilenlerden başka Bursa Orhaneli'de de (Atranos)
lıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâviyesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Zeyniyye'ye mahsus bir zâviyenin olduğu görülmektedir. XIX. asrın
Efendi'nin yanında tecdîd-i tövbe ederek icâzet aldıktan sonra Bur- ortalarına doğru buranın meşîhatini bir süre Şeyh Hacı Ali Baba
sa'daki dergâhta irşad postuna oturduğunu kaydetmiştir.458 Şeyh (Ö.1264/1848) üstlenmiştir.467 Ancak zâviyenin kim tarafından ve ne
Mehmed b. Sa'dî'den sonra yerine oğlu Şeyh Kemâl/Kemâleddin zaman kurulduğu, burada kimlerin faaliyet gösterdiği tesbit olunama-
Efendi (ö. 29 Şâbân 1076/6 Mart 1666) geçti. Babası gibi kadılıktan mıştır. Ayrıca Lemezât-ı Hulviyye'de Akkirman'dan Bursa'ya gelip
vazgeçip tekkenin meşîhatini üstlenen Kemâl Efendi'nin, 459 açıkça burada Emir Sultan tarîkine girdiği, sonra Edhemîler'e katıldığı, ar-
belirtilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı anla- dından da Bektâşîler'den el alıp mezkûr şehirde dergâhını kurduğu
şılmaktadır. Kemâl Efendi'den sonra meşîhat silsilesi babadan oğula belirtilen Ramazan Baba'mn (Ö.1010/1601-02), 468 aynı zamanda
intikal ederek şu şekilde devam etmiştir: Şeyh Mehmed (Mehmed b. Zeyniyye tarîkatından da icâzet aldığı belirtilmiştir.469 Yâdigâr'da
Kemâl, ö. 17 Zilkade 1091/9 Aralık 1680) > Şeyh Mehmed (Meh-
med b. Mehmed b. Kemal, Ö.1135/1723) 460 > Şeyh Sa'deddin türbe ve derviş odalarının esaslı bir tamirden geçtiği ve bu iş için 62.533 akçe
(Sa'deddin b. Mehmed, Ö.1157/1744). 461 Şeyh Sa'deddin'den sonra harcandığı nakledilmektedir (bk. Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 3 5 2 ; Hasan
Basri Öcalan, Bursa'da Tasavvuf Kültürü P<VII. Yüzyıl], Bursa 2 0 0 0 , s. 159).
461 Yâdigâr-t Şemsî, s. 3 7 4 ; ayrıca bk. Vassâf, Sefîne, I, 267. Şeyh Sa'deddin'in
açıkça ifâde edilmemiş olmakla birlikte, irşad icâzetini babasından aldığı an-
455 Şeyhî, s. 53.
laşılmaktadır.
456 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 462 Yâdigâr-t Şemsî, s. 374.
457 Güldeste, s. 106; Şeyhî, s. 58; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 372. Vekâyiu'l-fuzalâ'da is- 463 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 374.
mi Şeyh Mehmed Kâdî Burûsevî şeklinde kaydedilmiştir (Şeyhî, s. 53). 464 bk. Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 7 5 - 3 7 9 .
458 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 465 Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi, s. 352.
459 Güldeste, s. 1 0 6 - 1 0 7 ; Şeyhî, s. 5 6 2 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. 466 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 379.
460 Güldeste, s. 107; Şeyhî, s. 5 7 6 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 373. Şeyh Mehmed b. Ke- 467 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 378.
mâl'in, babasının yanında yetiştiğini Şeyhî kaydetmiştir (bk. aynı yer). Şeyh 468 Hulvî, Lemezât, s. 608.
Mehmed b. Mehmed'in, babasından icâzet aldığım ise Yâdigâr haber ver- 469 Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 100b; Güldeste, s. 230. Baldırzâde Vefeyâtnâ-
mektedir (bk. aynı yer). Şeyh Mehmed b. Kemal döneminde zâviye, câmî,
me'sinin kullandığımız Süleymâniye Kütüphânesi, Es'ad Efendi nüshasında
"Ramazan Baba Dergâhı" adıyla kaydedilen ve meşîhatini üstlenen tan Pîrî Halîfe'nin sâdâttan olduğu ve kendisi gibi babasıyla dedesinin
şeyhlerin isimleri de zikredilen dergâhın470 bir Bektâşî tekkesi olarak de meşâyih zümresine mensup bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdülme-
faaliyet gösterdiği anlaşılmaktadır. cid Efendi'nin eserinde şeyhin vefâtmın da 4 Zilkade 864 (8 Ağustos
1460) târihinde meydana geldiği belirtilmiştir.
Pîrî Halîfe, daha önce de temas edildiği gibi, Abdüllatif Kudsî'nin
6. Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'de Zeyniyye Tekkesi
ikinci Anadolu seyahati sırasında Konya'ya geldiğini duymuş, Eğir-
Zeyniyye tarikatının Anadolu'da yayılmasını sağlayan Abdüllatîf dir'de Mutavvel okuttuğu öğrencisi Tâcüddin İbrâhim Karamânî ile
Kudsî'nin bir diğer halîfesi Pîr Muhammed'dir. "Pîrî Halîfe" diye şöh- birlikte ziyâretine giderek şeyhe intisap etmiş ve bir müddet hizmetin-
ret bulan bu zâtın hayâtı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi buluna- de bulunduktan sonra öğrencisi Tâcüddin'i şeyhin yanına bırakıp
mamıştır. Aslen İran'ın Huy şehrinden olup Hamîd-ili'ne gelerek yer- kendisi Eğirdir'e dönmüştür.473 Esâsen Pîr Muhammed Eğirdir'in
leştiği için "Hamîdî" nisbesiyle de anılmaktadır. Sadreddin Kone- Yazla mahallesinde Hamîd-ili vâlisi Hızır Bey tarafından XV yüzyılın
vî'nin en-Nusus isimli eserine yazdığı Arapça Zübdetü't-tahkîk ve ilk yarısında kayın atası Şeyhülislâm Berdaî adına yaptırılan zâviyede,
nüzhetü't-tevfîk isimli şerhin 471 giriş kısmında kendi adını Pîr Mu- Berdaî'den sonra halîfesi sıfatıyla faaliyet göstermekteydi.474 Ayrıca
hammed b. Kutbuddin el-Hûyî el-Hanefî şeklinde kaydetmiş, ayrıca Abdüllatîf Kudsî'den de hilâfet alarak 475 mezkûr tekkede irşad hizme-
daha önce zikri geçen Bursa Zeyniyye Dergâhı postnişîni Tosyalı Şeyh tine devam etmiştir. Müridlerine aynı zamanda zâhir ilimlerini de öğ-
Nasuh'un oğlu Abdülmecid Efendi'nin tefsirle alâkalı bir eserinin472 rettiği anlaşılmaktadır. Sadreddin Konevî'nin en-Nusûs adlı eserini
başında da adı Şeyh Pîr Muhammed b. Şeyh Kutbuddin b. Şeyh Pîr bir grup ihvânıyla müzâkere ettiğini, bu kitaba yazdığı şerhin girişin-
Hasan el-Hûyî ez-Zeynî el-Hüseynî şeklinde kaydedilmiştir. Bu kayıt- de belirtmektedir. Şerhi 18 Şâban 856'da (3 Eylül 1452) bitirdiğini de
sonunda belirtmiştir. Süleymâniye Kütüphânesi'ndeki nüshanın (Fâ-
tih, nr. 2708) sonunda istinsah târihinin Muharrem 864 (Kasım
(nr. 1381) Ramazan Baha'nın hizmet ettiği şeyhler kaydedilirken "meşâyih-
i Zeyniyye" ibâresi yanlışlıkla "meşâyih deyninde" gibi yazılmışsa da
(vr.lOOb), Âşir Efendi nüshaları ile (nr. 265, vr. 89a; nr. 2 7 0 , vr. 33b) Tâhi- 473 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 5 - 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 113; Tâ-
rağa nüshasında (nr. 4 2 0 , vr. 60a) açıkça "meşâyih-i Zeyniyye" şeklinde ka- cü't-tevârîh, II, 4 6 0 - 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3a; Güldes-
yıtlıdır. te, 9 7 - 9 8 ; Yâdigâr-ı Şemsî, s. 367.
470 Yâdigâr-ı Şemsî, s. 3 5 5 vd. Yâdigâr müellifi Mehmed Şemsüddin Efendi, Ra- 474 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi,
mazan Baba'yı anlatırken Baldırzâde Mehmed'in Vefeyâtnâme'si ile İsmâil nr. 4 5 5 2 , vr. 6b-10b; ayrıca bk. Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan
Beliğ'in Güldeste'sinde Zeyniyye mensupları ile ilgili "Bu tâife namaz ve Bügüne Kadar İsparta Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983, s. 131.
oruca ehemmiyet vermezler" şeklinde hiç de uygun olmayan bir kayıt bu- Hangi tarîkata mensup olduğu belirtilmeyen Şeyhülislâm Berdaî'nin Ha-
lunduğunu, oysa bu tarikatın zühd ve takvayı emrettiğini belirtmektedir (s. mîd-ili vâlîsi Hızır Bey'in daveti üzerine Acem diyârından Eğirdir'e geldiği,
355). Ancak Şemsüddin Efendi'nin adı geçen kaynaklarda kaydedilen bilgi- ayrıca Ankara'da Bayrâmiyye tarikatının kurucusu Hacı Bayrâm-ı Velî ile de
yi yanlış anladığı anlaşılmaktadır. Zira incelememiz sonucu gördük ki ora- görüştüğü kaydedilmiştir (Şerîf Efendi, a.g.e., aynı yer). Hacı Bayram ile gö-
da namaz ve oruç hususunda gevşek davrandığı söylenen grup Zeynîler de- rüştüğüne göre Eğirdir'e XV. asrın ilk yarısında geldiği anlaşılmaktadır. An-
ğil, Kalenderîler'dir (bk. Vefeyâtnâme, vr. 102a; Güldeste, s. 230). cak Hızır Bey'in Hamîd-ili'ndeki emirliğinin XIV asrın ortalarında
471 Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 7 0 8 (195 varak, büyük boy, 19 satır). Osman ( 7 5 9 / 1 3 5 8 ) sona erdiği belirtilmektedir (Sait Kofoğlu, "Hamîdoğulları",
Ergin bu eserin muhtelif kütüphanelerde ondan fazla nüshasını tesbit etmiş- DİA, XV, 473). Bu durumda Hızır Bey adının ya yanlışlıkla kaydedildiği, ya
tir (bk. Osman Ergin, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mecmu- da X V asrın ilk yarısında Hamîd-ili'nde bir başka Hızır Bey'in idâreci oldu-
ası, II [1957], s. 73-74). ğunu kabul etmek gerekir.
472 Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019. 475 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 10b.
1459) olarak kaydedilmiş olması, eserin müellifi hayatta iken istinsah dir'deki tekkenin bir müddet boş kaldığı,483 daha sonra ise posta kı-
edildiğini göstermektedir. Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki tekkede zı tarafından torunu Burhâneddin Efendi'nin (Ö.970/1562-63) otur-
makamına oğlu Mehmed Çelebi oturmuştur.476 duğu görülmektedir.
a. Şeyh Mehmed Çelebi (Muhyiddin Mehmed Mehmed Çelebi'den sonra Eğirdir'deki tekkede posta oturan
b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493) Burhâneddin Efendi hakkında en geniş bilgi, torunu Şerîf Efendi ta-
Uzun müddet Eğirdir'deki tekkede faaliyet gösterdiği anlaşılan rafından hazırlanan Menâkıbü'l-evliyâ isimli eserde bulunmakta-
Mehmed Çelebi'nin şöhreti, bulunduğu şehrin sınırlarını aşmış ve dır. 484 Burada Burhâneddin Efendi'nin menkıbeleri, tarîkat faaliyetle-
Hamîd-ili bölgesinde "kutb" olarak şüyû bulmuştu.477 Babası Pîrî Ha- ri, silsilesi ve nesebi anlatılmıştır. Ayrıca bu bilgilerin çok az bir kısmı,
lîfe gibi onun hakkında da kaynaklarda yeterli bilgi bulunamamıştır. bâzı yanlışlıklarla birlikte Atâî'nin Şekâik Zeyli'nde de yer almıştır.485
Yukarıda işâret edilen Abdülmecid Efendi'nin eserinin başında Pîrî Nesebi Hz. Peygamber'e dayanan Burhâneddin Efendi'nin, dede-
Halîfe'nin vefat târihi kaydedildikten sonra, oğlu Mehmed Çelebi de si Mehmed Çelebi vefat ettiği sırada 17-18 yaşlarında bir genç oldu-
"Zamanın gavsı, asrın kutbu, Hızır'la (a.s.) arkadaşlık eden, ilm-i le- ğu belirtilmektedir. O yaşta irşad postuna oturmaya kalkışınca, dede-
dün sâhibi, kerâmetleri ve acâib menkıbeleriyle tanınmış kâmil bir sinin yaşlı dervişleri kendisine hilâfet ve icâzet olmadan şeyhlik edile-
şeyh" şeklinde anılmış ve vefâtının 898 (1493) senesinde meydana meyeceğini söyleyerek îtiraz ettiler. Burhâneddin Efendi bunun üzeri-
geldiği belirtilmiştir.478 Şiirlerinin toplandığı bir dîvânının olduğu bil- ne Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı'nda postnişîn olan Şeyh Nasuh Efen-
dirilmektedir 4 7 9 Hilâfet verdiği kişiler arasında Hacı İvaz 480 ve Hay- di'nin terbiyesine girdi ve seyru sülûkünü tamamlayarak icâzet al-
reddin Dede 481 gibi isimler vardır. Vefâtından sonra da mânevî tasar- dı. 486 Bursa'dan Eğirdir'e gittikten sonra da dedesinin kabri başında
rufunun devam ettiğine inanılan482 Mehmed Çelebi'den sonra Eğir- mücâhedesine devam ettiği belirtilmektedir.487 Bu sebeple onun, za-
hirî nisbetle Nasuh Efendi'den mânevî nisbetle de Pîrî Halîfe'den icâ-
476 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. Lemezât müellifi Hulvî, Gülşeniy-
zet aldığı kabul edilmiştir.488 Nasuh Efendi'nin mezkûr dergâhta
ye-i Halvetiyye'nin kurucusu İbrahim Gülşenî'nin İstanbul'daki halifesi Ha- 1513-1516 târihleri arasında faaliyet gösterdiği dikkate alınacak olur-
san Zarîfî'nin (ö. 9 7 7 / 1 5 6 9 - 7 0 ) İbrahim Efendi'den önce Zeyniyye şeyhi Pî- sa, Burhâneddin Efendi'nin bu târihlerde icâzet alıp Eğirdir'deki tek-
rî Halîfe'den hilâfet aldığını kaydetmişse de (s. 539), bu tarihen mümkün
değildir. Muhtemelen onun sözünü ettiği Pîrî Halîfe, XVI. asrın ilk yarısın-
da Anadolu'da faaliyet göstermiş olan Nakşibendiyye şeyhi Pîrî Halîfe (ö. 483 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 42a.
960 veya 9 6 1 / 1 5 5 4 ) olmalıdır (bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 484 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4 5 5 2 )
104, dipnot: 4 4 3 ; 140, 201) bulunan Türkçe elli varaklık bu eser, aslında Burhâneddin Efendi'nin mü-
477 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. ridlerinden Halîfezâde diye bilinen Mehmed Çelebi tarafından hazırlanmış-
478 Süleymâniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 1019. Burada Pîrî Halîfe'nin oğlu "Şeyh tır. Ancak Şerîf Efendi bunun bâzı bölümlerine ilâve ve çıkartmalarla düzelt-
Muhyi'l-milleti ve'd-dîn el-Hamîdî ez-Zeynî el-Hüseynî" şeklinde kaydedil- meler yapmış ve sonuna da beş varak ilâvede bulunmuştur. Bâzı kataloglar-
miştir. İsminden önce zikredilen özelliklerden, kastedilen zâtın Mehmed da Menâktb-ı Şeyh Burhâneddin şeklinde de kaydedilen (meselâ bk. Târih
Çelebi olması gerektiği ve tam adının Muhyiddin Mehmed olduğu anlaşıl- Coğrafya Yazmalar Kataloğu, s. 5 0 7 - 5 0 8 ) bu eserde Şeyh Burhâneddin'in
maktadır. yanı sıra dedesi Şeyh Mehmed Çelebi, büyük dedesi Pîrî Halîfe ve onun ka-
479 Menâkıbü'l-evliyâ'da Dîvân'ından bâzı bölümler kaydedilmiştir (bk. 25a- yın atası Şeyhülislâm Berdaî'nin menâkıbmdan da söz edilmektedir.
29a). 485 bk. Atâî, s. 77-78.
480 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 16b. 486 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a-b; ayrıca bk. Atâî, s. 77-78.
481 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 12b. 487 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b.
482 Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, vr. 23b. 488 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 5b-6a.
kede posta oturduğuna hükmetmek gerekir. Atâî Burhâneddin Efen- Rüstem Paşa bu olaydan bir müddet sonra sadrâzam olunca, şey-
di'nin Pîrî Halîfe'den sonra posta oturduğunu yazmışsa da, 489 bu tâ- hi Burhâneddin Efendi'ye karşı-güven ve îtimâdı daha da arttı. Bur-
rihen mümkün değildir. Zîra Pîrî Halîfe onun, yukarıda da görüldü- hâneddin Efendi bir ara İstanbul'a sadrâzamın ziyâretine gittiğinde,
ğü gibi dedesinin babasıdır. paşa şeyhin başkentte faaliyet göstermesi için ricâda bulunmuş ve
kendisine Küçük Ayasofya Zâviyesi'ni tahsis etmiştir. Burhâneddin
Yirmi yaşlarında iken posta oturan Burhâneddin Efendi 490 vefâtı- Efendi sadrâzamı laramayarak bir yıla yakın burada faaliyet gösterdi
na kadar uzun bir müddet irşad faaliyetinde bulunmuş ve her kesim- ve ilmiye mensuplarından pek çok kimse kendisine mürid oldu. An-
den insanın îtibar ettiği bir şeyh konumuna gelmiştir. Kânûnî Sultan cak daha sonra devlet erkânına yakın olmaktan hoşlanmamış ve Eğir-
Süleyman'ın sadrâzamlarından Rüstem Paşa, sadâretten önce bir ara dir'deki tekkeyi de boş bırakmamak için geri dönmek istediğini bil-
pâdişâhın gazabına uğrayıp Teke sancağına tâyin edildiği sırada, şöh- dirmiştir. Rüstem Paşa, öyle anlaşılıyor ki şeyhinin memleketine dön-
retini duyduğu bu şeyhi ziyâret ederek himmet ve duâsmı almak iste- mek istediğini Kânûnî Sultan Süleyman'a arzedince, pâdişâh şeyhe
miştir.491 Rivâyete göre Rüstem Paşa önce, İsparta'da faaliyet göste- Eğirdir gölü içinde bulunan Nis adasındaki gayri müslimlerin haracın-
ren Nakşî şeyhi Pîrî Halîfe'den (Ö.960 veya 961/1553-54) yardım is- dan 30 akçe maaş bağlanmasına karar vermiştir.494
temiş, Pîrî Halîfe ise kendisine sadrazamlık müjdesi verdikten sonra, Burhâneddin Efendi, tekkesinde tevhid ve tekbirlerle kalbleri coş-
"Size kurtuluş yolunu esas Eğirdir'deki Şeyh Burhâneddin hazretleri turur, ara sıra ettiği vaazlarla da halkı irşâda çalışırdı.495 Onun irşad
gösterebilir. Ben onun yanında bir damlayım" demiştir.492 Burhâned- halkasında kardeşi Mehmed Çelebi, 496 oğlu Mahmud Efendi, 497 Ulu-
din Efendi'nin de Pîrî Halîfe gibi Rüstem Paşa'ya sadrazamlık müjde- borlu'dan Abdülvahhâb Efendi, 498 İznikli Şeyh Mustafa Selâmî
si verdiği ve paşanın orada şeyhe intisap ettiği kaydedilmektedir.493 (Ö.993/1585), 4 " Şeyh Velî (Ö.1026/16 1 7), 5 0 0 Şeyh Turhan (Turhan
Dede, Ö.1027/1618), 501 Halîfezâde diye bilinen Muhyiddin Mehmed
Çelebi 502 ve Abdüllatîf Mahrûlc (Ö.1009/1600-01) 503 gibi zâtlar yetiş-
489 Atâî, s. 78. miştir.
490 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 34a.
491 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. Bunlardan Burhâneddin Efendi'nin kardeşi Mehmed Çelebi'nin
492 Böcüzâde, İsparta Târihi, s. 116. mürid yetiştirmekle meşgul olup olmadığı bilinmemektedir. Kadılık
493 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b. Rüstem Paşa'nın daha sonra Nak- yapmakta olan oğlu Mahmud Efendi ise mesleğini sürdürmeyi tercih
şibendiyye meşâyihinden Hakîm Çelebi'ye de bîat ettiği görülmektedir (bk. etmiş, vasiyyet ettiği halde babasının makamına geçmemiştir. Bunun
Gelibolulu Mustafa Alî, Künhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi,
üzerine Burhâneddin Efendi'nin küçük oğlu Ahmed Efendi, yukarıda
TY, nr. 5959, vr. 478a). Menâktbü'l-evliyâ'da "Baba Çelebi" diye tâbir edi-
len ve Rüstem Paşa'nın kalbini çeldiği bildirilen zât, muhtemelen mezkûr
Hakîm Çelebi'dir. Kaydedildiğine göre Paşa'nın bu zâta bîatı ile ilk şeyhi 494 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 31b-32a.
olan Burhâneddin Efendi'ye meyli azalmış, bunun üzerine şeyh kendisine in- 495 Atâî, s. 78.
cinerek, yaptığı duâ ve teveccühten vazgeçmiştir. Ancak Paşa daha sonra 496 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 47a-b.
şeyhe aracılar gönderip, duâ ve himmetinin devâmını ısrarlı bir şekilde ta- 497 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a.
lep etmiş ve tekrar gönlünü almayı başarmıştır (bk. Şerif Efendi, a.g.e., vr. 498 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46b.
32b). Burada "Baba Çelebi" ile, Hakîm Çelebi'nin yanında yetişmiş olan 499 Atâî, s. 3 6 1 - 3 6 2 ; Kissling, Zejnîje Ordetı, s. 173.
Mahmud Çelebi de kastedilmiş olabilir. Zîra Mahmud Çelebi'ye Rüstem Pa- 500 Atâî, s. 605; Kissling, Zejnîje Orden, s. 173-174.
şa'nın hocası olması hasebiyle "Baba Efendi" de denildiği belirtilmektedir 501 Atâî, s. 651; Kissling, Zejnîje Orden, s. 174.
(bk. Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 137). Ancak kaynaklarda Mah- 502 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42b-43a.
mud Çelebi'nin şeyhlik yaptığına dâir bir kayda rastlanmamıştır. 503 Hulvî, Lemezât, s. 6 0 7 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 54.
adı geçen Abdülvahhâb Efendi'nin yanında seyru sülûkünü tamamla- menkıbelerini ihtivâ eden Menâkıbü'l-evliyâ'nin ilk derleyicisidir. Yu-
yarak irşad postuna oturmuş ve yirmi yıldan fazla hizmet etmiştir.so4 karıda da belirtildiği gibi daha sonra bu esere Burhâneddin Efendi'nin
Buna göre Burhâneddin Efendi'den sonra oğlu Ahmed Efendi posta torunlarından Şerîf Efendi tarafından bâzı ilâve ve çıkartmalarla son
geçinceye kadar Eğirdir'deki tekkenin meşîhatini halîfelerinden Ab- şekli verilmiştir. Halîfezâde'nin mürid yetiştirmekle iştigal ettiğine
dülvahhâb Efendi'nin üstlendiği anlaşılmaktadır. Abdülvahhâb Efen- dâir bir kayda rastlanmamıştır. Burhâneddin Efendi'nin bir diğer ha-
di'nin daha sonra irşad faaliyetini nerede sürdürdüğü tesbit edileme- lîfesi Vefâ Dergâhı'ndaki hücresinde yanarak vefât eden Abdüllatîf
miştir. îznikli Mustafa Selâmî Efendi (Ö.993/1585) ise medrese ilim- Mahrûk'a ileride Şeyh Vefâ bölümünde temas edilecektir.
lerini tahsil ettikten sonra evvela Bayrâmiyye şeyhlerinden Bahâed- b. Muhyiddin Kocevî (ö. 885/1480)
dinzâde Efendi'nin (Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin, ö. 952/1545)
Pîrî Halîfe'den sonra Eğirdir'deki telekede makamına oturan oğlu
hizmetine girmiş, ardından Burhâneddin Efendi'ye intisap ederek sü-
Mehmed Çelebi ile devam eden silsile Zeyniyye tarikatının ağırlıklı
lûkünü tamamlamıştır. Herhangi bir Zeyniyye tekkesinde faaliyet
olarak Hamîd-ili bölgesinde yayılmasını sağlarken, Pîrî Halîfe'nin bir
gösterdiğinden söz edilmemekle birlikte, Fâtih ve Süleymâniye câmî-
başka halîfesi Muhyiddin Kocevî ile de başkent İstanbul'da yayılması-
lerinde vâizlik yaptığı, bu arada Fâtih'in Yavuz Sultan Selim semtinde
nı sağlamıştır. Tasavvuf yoluna girmeden önce zâhir ilimlerini tahsil
bulunan Bayrâmiyye'ye mensup Şeyh Yavsî Efendi/Yavsî Baba Tekke-
ettiği bilinen Şeyh Muhyiddin, Eğirdir'de hizmetinde bulunduğu Pîrî
si'nin (Sivâsî Tekkesi) meşîhatini vefâtına kadar yürüttüğü kaydedil-
Halîfe'den icâzet aldıktan sonra İstanbul'a giderek510 Fâtih'in Aşıkpa-
mektedir.505 Bu durumda Zeyniyye'ye girmeden önce intisap ettiği
şa mahallesinde Karanlık Mescid diye bilinen mescidi ve yanına da zâ-
Bayrâmiyye şeyhinden icâzet de aldığı anlaşılıyor. Te'lif ettiği eserle-
viyesini kurmuş ve 885'te (1480) meydana gelen vefâtına kadar irşâd-
rinden biri Mevlîd-i Şerîf manzûmesidir.506 Kabri Edirnekapı'daki
la meşgul olmuştur. Kabri mescidin yanındadır.511 İlm-i zâhirle ilm-i
Emir Buhârî Câmii'nin hazîresindedir.507
bâtın arasını cemettiği kaydedilen şeyhin, bütün gününü müridlerinin
Burhâneddin Efendi'nin diğer halîfelerinden Şeyh Velî terbiyesi ile geçirdiği, dünyevî menfaatlere asla tenezzül etmediği ve
(Ö.1026/1617) Hamîd-ili'ne bağlı Ağras kasabasındandır. Hilâfet al- halk arasında kerâmet sâhibi olarak tanındığı belirtilmektedir.512 Ve-
dıktan sonra irşad faaliyetini kasabasında kurduğu mescid ve zâviye- fâtını müteakip adı geçen tekkede makamına "Gündüz/Gündüzlü
sinde sürdürmüş, halk arasında kerâmetleriyle tanınmıştır.508 Kendi- Muslihuddin" diye bilinen halîfesi Şeyh Muslihuddin Mustafa (ö. ?)
sinden sonra yerine kimin geçtiği tesbit edilememiştir. Yine Hamîd- geçmiştir.513 Şeyh Muslihuddin Mustafa'nın Kânûnî Sultan Süleyman
ili'nden Şeyh Turhan'ın (Ö.1027/1618) ise mürid yetiştirmekle meşgul devri meşâyihinden olduğu belirtilmekle birlikte hayâtı, faaliyetleri ve
olup olmadığı bilinmemektedir. Cezbesi gâlib bir şeyh olarak tanıtılan vefât târihi hakkında kaynaklarda bilgi verilmemiştir. Zâhir ilimlerini
Turhan Dede'nin hiç kimseden hediye kabul etmediği, aksine halka tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna Abdüllatîf Kudsî'nin
ikramlarda bulunduğu belirtilmektedir.509 Halîfezâde diye tanınan (Ö.856/1452) ileri gelen halîfelerinden Tâcüddin İbrâhim Karamâ-
Muhyiddin Mehmed Çelebi ise, Burhâneddin Efendi ve dedelerinin nî'ye (Ö.872/1467-68) intisap etmek sûretiyle girmiş, onun vefâtın-
dan sonra ise Muhyiddin Kocevî'nin irşad halkasına katılmıştır.514
504 Şerîf Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 46a-47b.
505 Atâî, s. 3 6 1 - 3 6 2 ; ayrıca bk. Osmanlı Müellifleri, I, 81. 510 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 8 ; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, 1 , 1 7 3 ; ay-
506 Osmanlı Müellifleri, I, 81. rıca bk. Kissling, Zejnîje Orden, s. 169.
507 Atâî, s. 362; Osmanlı Müellifleri, I, 81. 511 Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 173.
508 Atâî, s. 605. 512 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 8 - 2 4 9 .
509 Atâî, s. 651. 513 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 3 7 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 379a.
Muslihuddin Efendi'den sonra mezkûr tekkede irşad faaliyetinin de- dı gitti. Fakîr dahî Şeyh Abdüllâtîf'in koltuğuna girüp odasına aldım
vam edip etmediği bilinmemektedir. gittim." 518
Muhyiddin Kocevî'nin bu zâttan başka iki kişiye daha icâzet ver- Âşıkpaşazâde'nin Kudsî'den icâzeti Konya'da mı yoksa Bursa'ya
diği tesbit edilmiştir. Bunlardan biri halk arasında "Şeyh Kara Ali" di- gittikten sonra mı aldığı tesbit edilememekle birlikte, İstanbul fethe-
ye bilinen Alâeddin Ali'dir (Ö.929/1523). Önce Kastamonulu Hacı dildikten sonra Fâtih'te bugünkü Haydar mahallesindeki mescid-tek-
Halîfe'ye (Ö.894/1489) intisap eden Alâeddin Ali, onun vefâtından kesinde irşad faaliyetini sürdürdüğü bilinmektedir.519 Daha sonra câ-
sonra Muhyiddin Kocevî'nin hizmetine girmiştir. Her iki şeyhten de miye dönüştürülmüş bir mescid, bir tekke, iki türbe, bir çeşme ve ha-
icâzet aldığı bildirilmekte, ancak mürid yetiştirmediği, evinde uzlete zîre bölümleriyle "Âşık Paşa Külliyesi" adını alan bu manzûmenin ku-
çekilerek ibâdetle meşgul olduğu rivâyet edilmektedir.515 Muhyiddin ruluş dönemi tam aydınlatılabilmiş değildir. Baha Tanman'ın kanâati-
Kocevî'den icâzet alan diğer kişi ise Bigalı Hacı Ahmed b. Seydî'dir ne göre külliyenin merkezini oluşturan mescid, adı geçen Âşıkpaşazâ-
(ö.?). Zâhir ilimlerini Balıkesirli Mevlânâ Hacı Hasanzâde Mehmed de adına 1464-1479 târihleri arasında Sarây-ı Atîk ağalarından Hüse-
Câmî'den öğrenen Hacı Ahmed Efendi'nin Avârifü'l-maârif i genişle- yin b. Abdullah tarafından inşâ ettirilmiştir.520 Kaynaklarda "Aşık Pa-
terek Türkçe'ye tercüme ettiği ve ayrıca Esrâr-ı Fâtiha isimli bir eser şa", "Emirler", "Seyyid Velâyet" gibi çeşitli adlarla anılan tekkenin de
te'lîf ettiği belirtilmektedir.516 kuruluş târihi tam olarak tesbit edilememiştir.521 Âşıkpaşazâde'den
sonra bu tekkede makamına halîfesi ve dâmâdı Seyyid Velâyet otur-
muştur.522
7. Âşıkpaşazâde ve Âşık Paşa Külliyesi
a. Seyyid Velâyet (ö. Muharrem 929/Aralık 1522)
Abdüllatîf Kudsî'nin bir diğer önemli halîfesi Derviş Ahmed Âşı-
Nesli Hz. Hüseyin'e dayanan Seyyid Velâyet523 Kirmastı (Bugün
kî (ö. 889/1484'ten sonra), 517 büyük dedesi Âşık Paşa'ya nisbetle
Bursa'nın Mustafakemalpaşa kazası) kasabasında dünyaya gelmiş ve
Âşıkpaşazâde adıyla anılmaktadır. Hayâtı hakkında kaynaklarda faz-
874 (1469-70) senesinde şeyhi Âşıkpaşazâde'nin kızı Râbia Hâtun'la
la bilgi bulunamayan Âşıkpaşazâde'nin Abdüllatîf Kudsî'ye intisâbı,
evlenmiştir. Molla Gûrânî'den hadis dersleri aldığı kaydedilen Seyyid
muhtemelen Kudsî'nin ikinci Anadolu seyâhati esnâsında Konya'da
Velâyet'in üç defa hacca gittiği ve bu yolculuklar esnâsında Mısır'da
Sadreddin Konevî Zâviyesi'nde kaldığı sırada gerçekleşmiştir. Nite-
kim adı geçen tekkede, daha önce temas edilen Şeyh Kudsî ile Şeyh
Cüneyd arasındaki tartışma sırasında Âşıkpaşazâde yanlarında oldu- 518 Âşıkpaşazâde Târihi, s. 2 6 5 .
519 bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 154. Sefîne-i Evliyâ'da Abdüllatîf
ğu bilinmektedir. Önemli eseri Tevârih-i Âl-i Osman'da (Âşıkpaşazâ-
Kudsî'nin halîfelerinden Şeyh Ahmed Zeynî isminde birisinin Fâtih'deki
de Târihi) canlı şâhidi olduğu bu olayı aktardıktan sonra şöyle de- Âşıkpaşa Mescidi'nde irşad faaliyetinde bulunduğu ve Muharrem 846'da
mektedir: "Hoca Hayreddin, Cüneyd'in koltuğuna girüp odasına al- (Mayıs 1442) vefatı üzerine mescidin hazîresine defnedildiği belirtilmişse de
(Vassaf, I, 265) bunun yanlışlığı açıktır. Zira belirtilen tarihte henüz İstan-
bul fethedilmiş değildi.
s2° M. Baha Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklo-
514 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 537.
515 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 2 ; Tâcü't-tevârîh, II, 582. pedisi (DBİA), I, 364.
516 Osmanlı Müellifleri, I, 58; ayrıca bk. Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, 521 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 365.
I, 111; Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 110. 522 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 ; Vassâf, Sefîne,
517 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 346. Âşıkpaşazâde'nin hangi tarihte vefat ettiği V, 248.
kesin bilinmemektedir. Hüseyin Vassâf onun 908'de (1502) vefat ettiğini 523 Hz. Hüseyin vâsıtasıyla Hz. Ali'ye ulaşan nesep silsilesi için bk. Taşköprîzâ-
yazmıştır (Sefîne, I, 265). de, eş-Şekâik, s. 3 4 5 - 3 4 6 ; Vassâf, Sefîne, V, 248.
Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû Bekir 524 ve Mekke'de Zeynüddin Hâ- miştir.528 9 29 yılı Muharreminde (Aralık 1522) 73 yaşında iken mey-
fî'nin ileri gelen halîfelerinden Şeyh Abdülmu'tî ile görüştüğü belirtil- dana gelen vefâtından529 yaklaşık beş buçuk sene sonra da eşi Râbia
mektedir. Seyyid Vefâ kendisine kelime-i tevhîdi telkîn ederek irşad Hatun, Gemâziyelevvel 934 (Mart 1528) târihli vakfiyede belirtildiği-
için icâzet vermiştir. Şeyh Abdülmu'tî ise Mekke'de meşâyih ve âlim- ne göre zâviyeye sekiz hücre ilâve ettirmiştir.530 Seyyid Velâyet'in ce-
lerden oluşan bir topluluğun huzûrunda esmâü'l-hüsnâ okuması için nâze namazı ulemâ ve meşâyihten büyük bir cemâatin iştirakiyle Şey-
izin vermiştir.525 hülislâm Zenbilli Ali Efendi tarafından kıldırılmıştır.531 eş-Şekâik ve
Âşıkpaşazâde ve dâmâdı Seyyid Velâyet'in saray çevreleriyle iyi Tâcü't-tevârîh başta olmak üzere bâzı kaynaklarda Seyyid Velâyet'ten
ilişkiler içerisinde oldukları anlaşılmaktadır. Yukarıda adı geçen zâvi- sonra makamına oğlu Seyyid Derviş Mehmed'in (Şeyh Mehmed,
yeye II. Bâyezid'in kızı Sûfî Sultan Hanım olarak tanınan Fatma Sul- Ö.942/1535-36) geçtiği belirtilmişse de, 532 yukarıda zikredilen Seyyid
tan tarafından 907 Cemâziyelâhirinde (Aralık 1501) tahsis edilen va- Velâyet'in Muharrem 928 târihli vakfiyesinde meşîhatin, oğlu Musta-
kıflarla bir kısım gelirler sağlanarak kandil vb. giderlerin, şeyh ve der- fa Çelebi'nin (ö.?) uhdesinde olduğu ifâde edilmiştir.533 Adı geçen
vişlerin yiyecek masraflarının karşılanmış olması526, bunun açık bir kaynakların belirttiği Seyyid Derviş Mehmed ise muhtemelen Musta-
göstergesidir. Bu, aynı zamanda dönemin pâdişâhı Sultan II. Bâyezid fa Çelebi'den sonra postnişîn olmuştur. M. Baha Tanman, Derviş
ile de iyi ilişkiler içersinde olduklarını göstermektedir. Nitekim Taş- Mehmed'den sonra da posta Seyyid Velâyet'in dâmâdı ve halîfesi Ga-
köprîzâde ve Hoca Sâdeddin'in kayıtlarına göre, Yavuz Sultan Selim zâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi'nin (ö. Zilhicce 977/Mayıs 1570) otur-
babası Sultan II. Bâyezid'in saltanatı kendisine bırakmakta tereddüt duğunu belirtmiştir.534 Ancak Şeyh Abdullah'tan önce eğer irşad pos-
tuna kimse oturmamış ise tekkenin bir müddet boş kaldığına hükmet-
ettiğini görünce, işin âkıbetini öğrenebilmek için devrin şeyhlerine
mek gerekir. Zîra Şeyh Abdullah'a eserinde yer veren Atâî, onun tah-
mürâcaat ettiğinde hepsinden saltanat müjdesi almış, ancak Seyyid
sîlini tamamladıktan sonra müderrislik ve çeşitli yerlerde kadılık hiz-
Velâyet Yavuz'a mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermemişti. Daha
metinde bulunduğunu, 959 (1552) senesinde İstanbul'a giderek birkaç
sonra zorla huzûra çıkarılınca ona, "Yakında sultan olacaksın, ama
kez Galata vâlîsi olduğunu kaydetmiş, ardından azledilmek sûretiyle
ömrün uzun olmayacak" dediği rivâyet edilmektedir.527
emekliye ayrıldığını belirtmiştir. Bu arada seyru sülûkünü Seyyid Velâ-
Taşköprîzâde ve Hoca Sâdeddin tarafından daha başka keramet- yet'in yanında tamamladığı ve şeyhine dâmad olduğu da ifâde edil-
leri de kaydedilen Seyyid Velâyet, henüz hayatta iken zâviyenin me- mekte, ancak tekkede şeyhlik yaptığından söz edilmemektedir.535
şîhatini oğlu Mustafa Çelebi'ye bırakmış ve vefâtından bir yıl önce Şeyh Abdullah'ın hangi târihte emekli edildiği zikredilmemiş olsa da,
928 Muharreminde (Aralık 1521) zâviyeye pek çok vakıf tahsis et-

528 İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275.


524 Müstakimzâde bu şeyhin Bekriyye-i Gücdüvâniyye tarikatından olduğunu 529 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 .
kaydetmektedir (Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Meşâyihnâme-i İslâm, 530 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 278.
Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1 7 1 6 / 1 , vr. 3a). 531 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 - 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 .
525 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 7 8 - 5 7 9 ; Vassâf, Sefine, 532 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 0 ; Sicill-i Osmânî, IV,
V, 2 4 8 . 609.
526 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi Bar- 533 bk. İstanbul Vakıfları Tahrîr Defteri, s. 275. Vakfiyede şöyle denilmektedir:
kan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970, s. 275-276. Vakfiyede dervişle- "...Ba'dehum irşâda kadir bir kimesne zâviyede halîfe olup evkâf-ı mezbûrei
rin cumâ geceleri şeyhin huzurunda toplanarak teşbih ve tehlil etmeleri ve mutasarrıf ola. Hâliyâ hilâfet vâkıfın oğlu Mustafa Çelebi uhdesindedir".
Hz. Muhammed'e salâtü selâm getirmeleri şart koşulmuştur. 534 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366.
527 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579. 535 Atâî, s. 132-133.
en azından 959 senesinin sonlarından önce tekkenin meşîhatini üst- Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahya
lenmiş olması mümkün değildir.-Bu da tekkenin yirmi seneye yakın Vefâ derler ona meşhurdur amma
boş kaldığını gösterir. Şeyh Abdullah muhtemelen emekliliğinden son-
demektedir.539 Gelibolulu Mustafa Âli ise Künhü'l-ahbâr'ın bir
ra tekkenin meşîhatini 977 Zilhiccesinde (Mayıs 1570) meydana ge-
yerinde "Şeyh Vefâ", bir yerinde "Şeyh Ebulvefâ", bir başka yerinde
len vefâtına kadar yürütmüş olmalıdır. Ondan sonra buranın bir müd-
"Şeyh İbn Vefâ" olmak üzere, yukarıdaki vakfiyede olduğu gibi bir-
det daha Seyyid Velâyet'in neslinden gelenlerin tasarrufunda kaldığı
belirtilmekteyse de, 536 meşîhati kimlerin üstlendiği bilinmemektedir. den fazla şekli kullanmıştır.540 Müridlerinden Sinan Paşa Tazarrünâ-
me'sinde "İbnülvefâ" ve ikisi bir arada "Ebulvefâ İbnülvefâ" şekille-
rinde, 541 bir başka müridi Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa Dîvan'ında
8. Şeyh Vefâ ve Vefâiyye-i Zeyniyye "Vefâ" ve "Vefâzâde" şekillerinde,542 şeyhin evrâd ve ezkârının top-
Zeyniyye'nin Anadolu ve Rumeli'de yayılmasında etkili olan Ab- landığı Evrâd-ı Şeyh Vefâ isimli eserin girişinde de "Ebulvefâ eş-Şeyh
düllatîf Kudsî'nin bir başka önemli halîfesi Şeyh Vefâ diye meşhur Vefâ b. Mevlâ Şemsüddin Ahmed b. Hacı Yahya es-Sadru'l-Konevî"
Konyalı Muslihuddin Mustafa'dır (Ö.896/1491). Kaynaklarda adı şeklinde anılmaktadır.543 Fâtih Sultan Mehmed'in Abdülkâdir Erdo-
"Ebulvefâ", "İbnülvefâ/İbn Vefâ" veya "Vefâzâde" gibi değişik şekil- ğan tarafından incelenen Arapça vakfiyesinde ise "Vefâzâde" denil-
lerde de anılmaktadır. Hatta aynı kaynakta bu farklı şekillerden bir miştir.544 953 (1546) târihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde
kaçının kullanıldığı da görülür. Kendisiyle görüşme imkânı bulan Lâ- "Şeyh Ebulvefâ" şeklindedir.545 Taşköprîzâde ise onu eş-Şekâik'te
miî Çelebi'nin kaydettiğine göre, Şeyh bir kitabının kapağına adını "Şeyh Vefâ" başlığı ile kaydetmiş, ardından "İbn Vefâ" diye şöhret
Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî şeklinde yazmış, ardından da bulduğunu belirtmiştir.546 eş-Şekâik mütercimi Mecdî Efendi de bâ-
"Vefâ" diye tanındığını belirtmiştir.537 Şiirlerinde de "Vefâ" mahlası-
nı kullandığı görülmektedir. Konya Meram'da adına yaptırılan câmi- ^
in İ. H. Konyalı tarafından incelenen Arapça vakfiye sûretlerinde is- 539 Safâyî, Vasâyâ, vr. 10b. Şiirde geçen Hacı Yahya, Şeyh Vefa'nın babası değil
mi farklı tarihlerde farklı şekillerde kaydedilmiştir. Muharrem 864 dedesidir. Burada kâfiye zarûretinden dolayı babası yerinde zikredilmiş ol-
(Kasım 1459) tarihli sûrette "Muslihuddin Ebulvefâ Çelebi Mustafa" malıdır.
540 Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 167b, 380a, 478a.
şeklinde, 875 tarihli sûrette babası ve dedesiyle birlikte zikredilen is- 541 Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971, s. 289-291.
minden sonra "eş-şehîr bi Veled-i Vefâ" kaydıyla, 879 tarihli sûrette 542 Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38, 40.
"İbn Vefâ" kaydıyla, 885 tarihli sûrette ise "Şeyh Vefâ" şeklinde geç- 543 Süleymâniye Ktp., Fâtih, 2561, vr. 2b.
mektedir.538 Müridi Safâyî de şeyhini medih için yazdığı şiirinde: 544 Abdülk_dir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk Mütefek-
kiri Şeyh Vefa Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1941, s. 7. Abdülkâdir Erdoğan'ın
bu eseri, Şeyh Vefâ ile ilgili Türkçe ilk monografi olma özelliğini taşımakta-
536 Tanman, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 366. dır. Fâtih kürsî şeyhlerinden Abdürrezzak Efendi'nin 1165'te (1752) Arap-
537 Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, ça olarak kaleme aldığı Tuhfetü'l-ahbâb isimli dört varaklık eser ise (Süley-
s. 2 3 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 7 . Şeyh Vefâ'nın Arapça olarak yazdığı ibâre şu maniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3622, vr. 184a-187a), Şeyh Vefa ile ilgili eş-
şekildedir: "Ketebehü'l-fakîr Mustafa b. Ahmed es-Sadrî el-Konevî el- Şekâik'te anlatılanların hemen hemen tekrarından ibarettir.
med'uvvu bi-Vefâ". Lâmiî Çelebi şeyhin bir başka yerde de adını "el-Fakîr 545 bk. s. 159.
Mustafa el-ma'rûf bi-Vefâî" şeklinde kaydettiğini belirtmektedir (bk. a.g.e., 546 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 237. Taşköprîzâde eserin muhtelif yerinde şeyhin
s. 562). adını "İbn Vefâ" olarak kaydetmiştir (bk. s. 176, 177, 240, 268, 269). Atâî
538 İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Konya Tarihi, Konya ZeyVinde de bir yerde "İbn Vefâ..." (s. 21-22) bir başka yerde "Şeyh Vefâ..."
1964, s. 552-553. (s. 192) denilmektedir.
zan "İbn Vefâ" bâzan "Vefâzâde" demektedir.547 Bütün bu kayıtlar rin girişinde ise "Zamanın allâmesi, usûl ve furûa vâkıf, Kur'an ve ha-
gösteriyor ki, yukardaki şekillerden her biri, özellikle farklı bir anlam dislerin rumuzlarını çözen, müfessirlerin efendisi, muhaddisleriri da-
yüklenmeksizin şeyhi ifâde için kullanılmıştır. Yani "Ebulvefâ" denil- yanağı" gibi vasıflarla anılmaktadır.553 Dönemin önemli mütefekkir-
mesi, Vefâ isminde bir oğlu olduğundan dolayı olmadığı gibi, "İbn Ve- lerinden Sinan Paşa da onu müctehid âlimlerden saymıştır.554 Kaleme
fâ" ya da "Vefâzâde" denilmesi de Vefâ adında babası veya dedesi ol- aldığı eserleri de Vefâ'nın muhtelif fenlere vâkıf olduğunu göstermek-
duğu için değildir. Nitekim dönemin kaynaklarında bu hususa işâret tedir. Örneğin Rûznâme astronomiye dâirdir.555 Melhame uzaydaki
eden her hangi bir kayıt da bulunmamaktadır. Yukarıdaki örneklerin yıldız ve gezegenlerin durumlarına göre insanların yeryüzünde davra-
bazısında "Ebulvefâ"nın şeyhin künyesi olarak kullanıldığı anlaşıl- nışları hakkında bilgi vermektedir. Eserdeki konu başlıkları "Ay ve
maktaysa da, diğer örnekler dikkate alındığında bunun pek yaygın ol- Güneş on iki burcdan her hangi birine gelince nasıl amel edilir?",
madığı görülmektedir. Şeyh şiirlerinde mahlas olarak "Vefâ"yı kullan- "Haftanın yedi gününde ne yapmak ve neden sakınmak gerekir?"
dığı için, bu şekli diğerlerinden muhtemelen daha yaygın olarak kul- "On iki Rum aylarının keyfiyeti", "Gökteki gezegenlerin sıfatları ve
lanılmış olmalıdır. • her iklimin keyfiyyeti" vb. şeklinde devam etmektedir.556 Bu eserle-
rin yanı sıra, o devirde Paskalya gününü belirlemede aralarında ihti-
Kaynaklarda Şeyh Vefâ'nın zâhirî ilimlerde mâhir, astronomiye
laf eden Hıristiyanların Şeyh Vefâ'ya danışarak günlerini belirlemiş
vâkıf, mûsikîyi iyi bilen, "vefk" 548 yazmakla tanınmış, Arapça, Farsça
ve Türkçe olmak üzere üç dilde şiirler yazan önemli bir mürşid-i kâ- olmaları da onun ilm-i nucûmdaki ihtisasının herkes tarafından kabul
mil olduğu belirtilmekle birlikte, 549 tahsil dönemi ve hocalarıyla ilgi- edildiğini göstermektedir.557 Şeyh Vefâ'nın tesbit edilebilen diğer
li bilgi verilmemektedir. Türkçe bâzı şiirlerini şerheden Cebbarzâde eserlerinden Şiirler Risâlesi, Makâm-ı Sülük ,ve Sâz-ı îrfârı tasavvufî
Mehmed Ârif Efendi'nin kaydettiğine göre, zâhir ilimlerini gençliğin- mâhiyette olup manzumdur.558 Arapça, Farsça ve Türkçe olarak üç li-
de babasıyla birlikte gittiği Osmanlı'nın o dönemdeki başkenti Edir- san üzere yazdığı beyitlerinden meydana gelen ilk risâle mevzularına
ne'de tahsil etmiştir.550 Abdülkadir Erdoğan ise kaynak göstermeksi- göre bölümlere ayrılmış ve her bölüme bir başlık konulmuştur. Eserin
zin onun Konya'da okuduğunu belirtmektedir.551 Lâmiî Çelebi şey- başında "Şeyh Vefâ'ya Ait Şiirler Risâlesi" şeklinde kayıt vardır.559
hin ilmî seviyesini ifâde için "Câmi-i ulûm-i zâhir ve bâtın idi. Ekser- Türkçe beyitlerinden birisi şöyledir:
i fünûnda yed-i ulyâsı var idi" demekte,552 evrâdının derlendiği ese-
553 Vefâ, Evrâd-ı Vefâ, vr. 2a-b.
547 Mecdî, s. 130, 196, 433. Abdülkadir Erdoğan da farklı kullanımlar için bâzı
554 İleride Sinan Paşa anlatılırken bu konuya temas edilecektir.
klasik kaynak ve vakfiyelerden örnekler zikretmiştir (bk. Şeyh Vefa, s. 7-9)
555 İstanbul'un enlem ve boylamına göre tertip edilmiş cedvellerden meydana
548 Vefk çizilmiş bir kare içindeki bölümlere gerekli harf ya da rakamların yer- gelen bu eserin bir çok nüshası bulunmaktadır (Meselâ bk. Millet Ktp., Ali
leştirilmesi sûretiyle yapılan bir nevî muskadır ki, üzerinde taşıyanın her tür- Emîrî, nr. 2 2 1 ; Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 3 0 9 1 , vr. 63a-69b).
lü kaza ve belâdan korunacağına inanılır (Geniş bilgi için bk. Taşköprîzâde Eserin Miftâh-ı Rûznâme (Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 17) ve Hüsnü'l-iktifâ li hal-
Ahmed Isâmüddin, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin Mehmed], İstanbul li Rûznâme-i Şeyh Vefâ (Osmanlı Müellifleri, I, 181) isimli şerhleri vardır.
1 3 1 3 , 1 , 427).
556 Türkçe olan eserin bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunmakta-
549 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238; Tâcü't-te- dır (Yazma Bağışlar, nr. 3 0 9 1 , 6 2 varak).
vârîh, II, 5 2 7 - 5 2 8 ; Osmanlı Müellifleri, I, 181; Vassâf, Sefine, I, 269.
557 Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem, vr. 3b; Vassâf, Sefine, I, 270.
sso Cebbarzâde Mehmed Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu
558 Hoca Sâdeddin Efendi bir de Vefâ'nın Hâşiye-i Tecrîd'e hâşiye yazdığını ve
nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 5 4 4 , vr. 2b-3a. kendisinin bu eseri gördüğünü ifâde etmektedir (Tâcü't-tevârîh, II, 528).
551 Erdoğan, Şeyh Vefa, s. 11.
559 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Fâtih, nr. 3899) bulunan bu eser
552 Lâmiî, Nefehât Tercürhesi, s. 559. 105 varaktır.
Oh oh ne tatlu ola yol Mustafa yolu Şeyh Vefâ isimli eserindedir.564 Muhtemelen şeyhin sohbetlerinde
Ah ah kimin eline gire bu safâ yolu (vr. 91b). dinlediklerini nazmetmek sûretiyle meydana getirdiği bu eserinde Sa-
fâyî daha başka şiirlerinde de Vefâ'yı "Vâkıf-ı esrâr-ı Rahmân", "Maz-
Eser şu beyitle son bulmaktadır: har-ı rûh-i Muhammed", Kutb-i devrân" gibi üstün vasıflarla övmüş-
tür. 565 Ayrıca eserde Sultan II. Bâyezid'e de övgüler bulunmakta ve
Üzerine salât-t selâmtn ale'd-devâm pâdişâh "zıll-i Rahmân" şeklinde tavsif edilmektedir.566
Kim menba-i Vefâ ve safâ durur müdâm. Şeyh Vefâ'nın "Derviş olayım dersen" nakaratlı Türkçe sekiz ru-
bâîsi Cebbarzâde diye bilinen Mehmed Ârif b. Şâkir tarafından Dâ-
Makâm-ı Sülük isimli eserde de Türkçe 396 beyit bulunmakta ve fiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Şerhu nutki Şeyh Vefâ adıyla şerhedil-
tasavvufta yedi makam; seyr ilallah, seyr lillah, seyr alallah, seyr ma- miştir.567 İlk kıtası şöyledir:
allah, seyr fillah, seyr anillah, seyr billah sırasıyla anlatılmaktadır.560
Sâz-t İrfan'âz ise Vefâ'nın Türkçe bir çok rubâîleri ve diğer manzûme-
Evvel tevhidi zikret
leri vardır. Bu eser Makâm-ı Sülük'le birlikte aynı numarada kayıtlı-
Sonra cürmünü fikret
dır. 38 varak olan eserde rubâîler harf sırasına göre tasnif edilmiştir.
Var yoluna doğru git
Süleymâniye Kütüphânesi'nin Ayasofya bölümünde iki nüshası daha
Derviş olayım dersen
vardır (nr. 1851, 1853). 1851 numaradaki nüsha Sırru esrâri'l-beyân
ve burcu seyri rûhi'l-insân adıyla kayıtlıdır. 1853 numaradaki nüsha-
da "Vefâ" mahlasının geçtiği son beyit bulunmadığı için olmalı, Bur- İslâm Ansiklopedisi'nde Mecdî'den naklen (s.252) Şeyh Vefâ'nın
salı Mehmed Tâhir Bey eserin Vefâ'ya yanlışlıkla nisbet edildiğini ile- Firavun'un îmânı konusunda da bir risâle yazdığı kaydedilmişse
ri sürmüş, sonunda Bahrî nâmında bir şâire ait olduğu belirtiliyor de- de, 568 işaret edilen yerde böyle bir bilgiye rastlanmamıştır. Ayrıca Ab-
miştir.561 Abdülkâdir Erdoğan da İbrahim Efendi bölümündeki Sâz-t dülbâkî Gölpınarlı Yûnus Emre ile ilgili eserinde kaydettiği "Yânayım
İrfan'm Vefâ'ya âit olduğunu kaydetmekle birlikte, Ayasofya nüshası
için Tâhir Bey'in ifâdesine uymuştur.562 Oysa Ayasofya bölümündeki 564 Bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Ayasofya, nr. 2154) bulunan bu
eser İbrâhim Efendi bölümündekinin aynısıdır. Sadece Ayasafya bölü- eser 64 varak olup Türkçe'dir. Şeyh Vefâ ile ilgili şiir şöyledir:
mündeki nüshada, yukarıda belirtildiği gibi, diğerinde bulunan mah- Sana bir hoş kelâmım var muhakkak
İşittim okudum şeyhimden el-hak
laslı son beyit bulunmamaktadır. Erdoğan ayrıca Ayasofya nüshasının
Ki ismi Mustafa b. Hacı Yahyâ
Vefâ'ya âit olmadığım te'yid için, eserde olduğunu söylediği Şeyh Ve- Vefâ derler ona meşhurdur amma
fâ'yı medih sadedinde yazılmış bir şiiri kaydetmekte ise de, 563 bu şiir Bilinmiş Şâm u Mm u Hind ü Çin'de
orada değil Vefâ'nın müridlerinden Safâyî'nin Manzûme-i Vasâyâ-yı Eğerçi cây-t Kostantin içinde
Mudakkıktır muhakkiktir muhakkak
Mükemmel mürşîd-i kâmildir elyak (vr. lOb-lla).
560 Bir nüshası Süleymaniye Kütüphânesi'nde (İbrahim Efendi, nr. 652) bulu-
565 bk. Safâyî, Vasâyâ, vr. İ l a .
nan bu eser 14 varaktan ibarettir. Eseri Ömer Ali Yıldırım İstanbul Üniver-
566 Safâyî, Vasâyâ, vr. 6b-10b.
sitesi İlahiyat Falcültesi'nde bitirme tezi (2002) olarak hazırlamıştır.
567 Şâban 1319'da (Kasım 1901). tamamlanan bu Türkçe şerhin müellif nüsha-
561 Osmanlı Müellifleri, I, 181. sı Üsküdar'da Hacı Selimağa Kütüphânesi'ndedir (Hüdâyî, nr. 5 4 4 , vr. lb-
562 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9. 43b).
563 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 9-10.
568 Ömer Fâruk Harman, "Firavun", DİA, XIII, 120.
iy şem'-i rûşen yânayım" nakaratlı sekiz kıta murabbaın Yûnus'a yan- Kudsî'nin vefâtından sonra gerçekleştiği bilindiği için açıktır. Şeyh Ve-
lışlıkla atfedildiğini, aslında bunların Şeyh Vefâ'ya ait olduğunu belirt- fâ'nın irşad için icâzet aldıktan sonra ilk olarak o tarihte Karamano-
miştir.569 Ancak son kıtada "Sabâyı" mahlasının kullanılmış olması, ğulları'nın idâresinde bulunan memleketi Konya'da faaliyet gösterdi-
bunların Vefâ'ya değil de onun şâir müridlerinden Edirneli Sabâyî'ye ği anlaşılmaktadır. Karamanoğlu İbrahim Bey onun için Meram'da
ait olabileceğini düşündürmektedir.570 Nitekim sondan bir önceki kı- bir cami ve hânkâh yaptırmıştır. Buraya Şeyh Vefâ başta olmak üzere
tanın "Cümle uşşâka Vefâ matluptur" şeklindeki ilk mısraı da şâirin yakınları ve bağlıları tarafından vakıflar tayin edilmiş, Konya Osman-
Vefâ'nın müridlerinden biri olması ihtimâlini kuvvetlendirmektedir. lıların eline geçtikten sonra da Fâtih Sultan Mehmed'in hükmüyle,
Şeyh Vefâ'nın tasavvuf yoluna girmesi Edirne'de "Debbağlar İma- vakfedilen bütün bağlara bahçelere mevsiminde su verilmesi ve vakıf
mı" diye meşhur olan ve yukarıda bahsi geçen Muslihuddin Halîfe'ye işlerinde çalışanların her türlü vergiden muaf tutulması kararlaştırıl-
intisap etmek sûretiyle gerçekleşmiştir.571 Bu zâtın hizmetinde ne ka- mıştır.575 Ayrıca İ. H. Konyalı adı geçen câmiye/mescide Muharrem
dar kaldığı bilinmeyen Şeyh Vefâ'nın, daha sonra bizzat şeyhin izni ve 864 (Kasım 1459) tarihinde konulduğu belirtilen atmış bir adet kita-
işâretiyle Abdüllatîf Kudsî'ye intisap ettiği kaydedilmektedir.572 Bu bın listesini incelemiştir ki, bunlar arasında altı adet tam Mushaf ve
ikinci intisabın Edirne'de mi yoksa Bursa'da veya Konya'da iken mi cüz halinde iki takım Kur'ân-ı Kerim'le birlikte Kasîde-i Bürde, İlâhi-
gerçekleştiği bilinmemekle birlikte, Vefâ'nın, Kudsî henüz hayatta nâme-i Şeyh Senâî, Fusûsü'l-hikem, Tercüme-i Vasâyây-ı Şeyh Sadred-
iken irşad faaliyetine başladığı Mehmed b. Sa'dî tarafından haber ve- din, Sultan Veled'in Mesnevi'si, Gazeliyât-ı Mevlânâ, Dîvân-t Âşıkpa-
rilmektedir.573 Mehmed b. Sa'dî ayrıca Kudsî'nin Vefâ'yı İstanbul'a şa, Resâil-i İlm-i Meşâyih gibi eserler 576 dikkat çekmektedir.
gönderdiğini söylüyorsa da, 574 bunun yanlışlığı, İstanbul'un fethinin Şeyh Vefâ daha sonra Konya'dan İstanbul'a gitmiştir. Ancak han-
gi tarihte gittiği kesin olarak bilinmemektedir. eş-Şekâik ve Sefine'ye
göre onun İstanbul'a gidişi, bir ara deniz yoluyla hacca gitmek için
569 Abdülbâkî Gölpınarlı, Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s. 3 6 1 - 3 6 2 .
Antalya'dan bindiği geminin korsanlar tarafından kaçırılıp Rodos
İlk kıta şöyledir:
Âşık oldum bende-i cânâneyim adasına götürülerek kızkardeşi ve bazı arkadaşlarıyla birlikte esir edil-
Bahra düşdüm tâlib-i dür-dâneyim mesi üzerine, adı geçen Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından fidyesi
Bâl ü perden geçmişem pervâneyim ödenip kurtarıldıktan sonra meydana gelmiştir.577 Abdülkadir Erdo-
Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım ğan, İbrahim Bey'in Vefâ'yı esâretten kurtarmış olması ve faaliyetleri
570 Son kıta şöyledir: için ona câmî yaptırmış olması gibi yardımlarını dikkate alarak, o ha-
Yâr didüm sen yüreğüm yârana
yatta iken şeyhin Konya'dan Osmanlı'nın yeni başkentine gitmesine
Bin Sabâyî gibi olsa yâre ne
Çün neyistâna od urdum çâre ne ihtimal vermemekte, ancak 868'de (1464) meydana gelen vefâtından
Yânayım iy şem'-i rûşen yânayım sonra İstanbul'a yerleşmiş olabileceğini düşünmektedir ki, 578 bunun
Abdülkadir Erdoğan da bazı telaffuz farklılıkları ve noksanlıklarla (Örneğin aksini doğrulayacak elimizde bir bilgi yoktur.
birinci kıta üçüncü mısradan başlamış, "Safâyî" mahlasının geçtiği son kıta
ise kaydedilmemiştir) söz konusu marabbaları Şeyh Vefâ'ya nisbet ederek
kaydetmiştir (Şeyh Vefâ, s. 17-18).
575 Konyalı, Konya Tarihi, s. 5 5 2 - 5 5 6 .
571 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-te-
576 Konyalı, Konya Tarihi, s. 552.
vârîh, II, 5 2 7 ; Vassâf, Sefine, I, 269. 577 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Vassâf, Sefine, I, 270. Bu olayı Taşköprîzâ-
572 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 ; Tâcü't-te- de'den önce Lâmii Çelebi (Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ) ve ayrıca Hoca Sâded-
vârîh, II, 5 2 7 ; Vassâf, Sefine, I, 269. din Efendi de kaydetmiştir (Tâcü't-tevârîh, II, 528). Ancak onlar şeyhin İs-
573 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt, vr. 4a. tanbul'a bu olaydan sonra gittiğini açıkça belirtmemişlerdir.
574 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a. 578 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 11-12.
X Şeyh Vefâ İstanbul'da da Fâtih Sultan Mehmed'in büyük yardım kelâm, felsefe, mantık, belâğat, gramer, tıb, astronomi gibi muhtelif
ve desteğini gördü. Pâdişâh onun için, daha sonra adına nisbetle Vefâ ilim dallarına âit oluşu Şeyh Vefâ'nın ilgi alanının genişliğini gösterdi-
diye anılacak olan semtte bir câmî ve çifte hamam yaptırmıştır. Bazı ği gibi, ilmî seviyesine de işâret etmektedir.583 Buraya ayrıca Sultan II.
kaynaklarda câmînin Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı kayıtlı Bâyezid tarafından da medrese hücreleri yaptırıldığı belirtilmekte-
ise de, 579 buranın Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırıldığı husû- dir. 584 Baha Tanman Câminin kuzeyinde "U" şeklinde sıralanan hüc-
sunun vakfiyelerde açıkça belirtildiği kaydedilmektedir.580 Câmînin relerden bir kısımının derviş hücreleri, bir kısımının da medrese ola-
çift fonksiyonlu olduğu; herkese açık olmakla birlikte Şeyh Vefâ ve rak kullanılmış olabileceğini tahminen söylemekte ve buranın XIII.
dervişleri tarafından tevhidhâne olarak kullanıldığı son yapılan araş- yüzyıldan itibaren gelişimi izlenen ortak avlulu câmi-medreseler ve
tırmalarla netlik kazanmıştır.581 İsmail E. Erünsal tarafından Türkçe câmi-tekkeler zincirinin İstanbul'daki ilk halkaları, ayrıca Mimar Si-
tercümesi ve bir değerlendirme yazısı ile birlikte neşredilen Arapça nan'ın tasarladığı benzer nitelikteki yapıların öncüleri olarak değer-
vakfiyeden anlaşıldığına göre, Fatih Sultan Mehmed şeyhe ayrıca için- lendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.585 Ayrıca câminin mihrap
deki binalarla birlikte câmînin yakınında bulunan arâziyi ve Çorlu ka- çıkıntısına bitişik olup, mihraptan açılan bir kapıyla içine girilen hal-
vethânenin de (çilehâne), İstanbul'da tesbit edilebilen en eski târihli
zasına bağlı Kepelim köyünü temlik etmiş, Şeyh Vefâ da câmînin ya-
halvethâne olduğunu belirtmektedir.586 Şeyh Vefâ'nın vakıflarıyla il-
nındaki arâzi üzerinde derviş hücreleri, kütüphâne, dervişler için ev-
gili belgeyi neşreden Erünsal, "II. Bâyezid tarafından yaptırıldığı bili-
ler ve imâret niteliğinde bir mutfak yaptırmıştır? Daha sonra Receb
nen Vefâ medresesi ve türbesiyle ilgili herhangi bir vakıf kaydı veya
890 (Temmuz 1485) tarihinde Fâtih'in temlik ettiği arâziler ile kendi
vakfiye bulunmamaktadır" diyor.587 Baha Tanman'ın, hücrelerden
kitaplarını ve bu arâziler üzerinde yaptırdığı bazı binaları vakfetmiş-
bir kısımının medrese olarak kullanılmış olabileceği şeklindeki görü-
tir. 582 Vakfedilen kitapların tasavvufun yanı sıra tefsir, hadis, fıkıh,
şü ve Erünsal'ın neşrettiği belgeyle derviş hücrelerinin Şeyh Vefâ ta-
rafından yaptırıldığının anlaşılması, medrese hücreleri olarak kullanı-
579 Mesela bk. Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I, 130. Abdülkâdir Erdoğan, lan bölümün Sultan II. Bâyezid tarafından yaptırılmış olmasını şüphe-
Ayvansarâyî'nin câmînin yapılış senesi ile ilgili "Câmî-i Hâkânî" terkibinin
( 8 8 1 / 1 4 7 6 ) tarih düşürüldüğünü kaydettiği halde II. Bâyezid tarafından
yaptırılmış olmasını söylemesi bir çelişkidir diyor ve haklı olarak bu tarihin ye Nişancı Târihi (s. 153) gibi kaynaklarda, câmî ile birlikte derviş hücrele-
Fâtih dönemini gösterdiğini hatırlatıyor. Erdoğan ayrıca bu yanlışın Ayvan- rinin de Fâtih tarafından yaptırıldığı şeklindeki kayıtların yanlış olduğunu
sarâyî'den önce Evliya Çelebi tarafından yapıldığını belirtmişse de (Erdo- da ortaya koymaktadır.
ğan, Şeyh Vefâ, s. 21-22), Evliyâ Çelebi Seyâhatnâme'de câminin Fâtih tara- 583 Vakfiyede kitapların ilim dallarına göre adetleri şu şekilde kaydedilmiştir:
fından yaptırıldığını söylemektedir (I, 304). Seyâhatnâme'den önceki kay- Tefsir, kavâid-i Kur'an ve tecvîde dâir elli dokuz adet, ehâdîs-i nebeviyyeye
naklarda da câminin Fâtih tarafından yaptırıldığı kaydedilmiştir (Mesela bk. dair elli adet, usûl-i fıkha dâir on iki adet, furû-ı fıkha dâir otuz beş adet,
Nişana Târihi, s. 153; Tâcü't-tevârîh, I, 5 8 0 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, vr. 85b. ilm-i meşâyihe dâir yüz adet, ilm-i meânîye dâir dokuz adet, ilm-i nahve dâ-
580 bk. İsmail E. Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", İs- ir dokuz adet, ilm-i sarfa dâir üç adet, tıbla ilgili on dört adet, lugatla ilgili
lâm Araştırmaları Dergisi/Turkish Journal oflslamic Studies, I (1997), s. 61- on dört adet, ilm-i hikmete dâir yedi adet, ilm-i kelâmla ilgili beş adet, ilm-
62; ayrıca bk. M. Baha Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174. i mantık ve hilafla ilgili üç adet, ilm-i hey'etle ilgili yedi adet. Ayrıca biri cüz
581 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24; Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174. halinde olmak üzere otuz dört adet Kur'an-ı Kerîm, Türkçe ve Farsça yirmi
582 Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 55-62. İsmail E. Erünsal neşrettiği bir adet Dîvan (Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 56).
vakfiyedeki bilgiler doğrultusunda, daha önce ileri sürülen derviş hücreleri, 584 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 24.
imâret niteliğindeki mutfak ve kütüphânenin Sultan II. Bâyezid tarafından 585 Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 174-175.
yaptırıldığı şeklindeki görüşleri de (bk. Tanman, "Şeyh Vefâ Külliyesi", s86 Tanman, "Halvethâne", DİA, XV, 391.
DBİA, VII, 174) tashih etmiştir. Ayrıca bu bilgiler Künhü'l-ahbâr (vr. 85b) 587 Erünsal, "Şeyh Vefâ ve Vakıfları...", s. 62.
li kılmaktadır. İleride temas edilecek bâzı olaylar da bu şüpheyi güç- rüşme talebini reddetmesinin, inzivâ hâline rastladığı zamanlarda ol-
lendirmektedir. Ancak bu hususta yeni bilgi ve belge elde etmeden ke- duğu anlaşılır. Yoksa adı geçen kaynaklarda sultanlarla hiç görüşme-
sin bir şey söylemek zordur. miştir şeklinde bir kayıt yoktur. Onun inzivâda iken bu şekilde dav-
Fâtih Sultan Mehmed'le dostluklarının çok ileri boyutlara ulaştı- ranması, tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin Vasâya'l-Kudsiyye
ğı anlaşılan Şeyh Vefâ'nın sadrazam Karamânî Mehmed Paşa ile de isimli eserinde ortaya koyduğu halvet şartlarından kaynaklanmış ol-
yakın münâsebet içinde olduğu anlaşılmaktadır. Sadrâzamın Vefâ'ya malıdır. Hâfî mezkûr eserinde "Halvette bulunan kimse kapısını kim-
kaza ve belâlardan korunmak için bir "vefk" hazırlatıp başı üstünde seye açmamalı, ziyâret ve teberrük kastı için gelenlere izin vermeme-
taşıdığı kaynaklarda nakledilir.588 Paşanın mezartaşı kitâbesini de lidir. Nitekim Resûlullah (a.s.) Hıra mağarasında vahiyden önce kim-
Şeyh Vefâ'nın hazırladığı belirtilmektedir.589 Ayrıca, Latffı'nin ifâde- seyle musâhabe etmemiştir" 594 demektedir.
sine bakılırsa Vefâ'ya sâdece Sadrâzam Mehmed Paşa değil, sultanlar Taşköprîzâde yukarıdaki bilgilerden sonra şunu da ilâve etmiştir:
ve diğer idâreciler de vefk hazırlatıyorlardı.590 "Şeyh Vefâ vefat ettiğinde (ö.896/1491) Sultan II. Bâyezid cenâzesine
Abdülkadir Erdoğan "Şeyh Vefâ'nın ne Fâtih Mehmed ne de oğ- katıldı ve onu görmeyi çok arzu ettiği için, meşrû değildir şeklindeki
lu II. Bâyezid ile bir defa bile görüşmediğinde Vefâ'ya temas eden bü- itirazlara aldırmadan yüzünü açıp baktı." 595 Eserini Taşköprîzâde'den
tün müverrihler müttefiktirler" şeklinde bir iddia ortaya atmış, sonra daha sonra kaleme almış olan Hoca Sâdeddin Efendi'nin ise, cenâze-
da bunun doğru olup olamayacağını eserinde tartışmıştır.591 Ancak deki bu olayı "Şeyhi müşâhedeleri müyesser olmadığı cihetten galebe-
kaynaklardaki bilgiler dikkatlice incelendiğinde Erdoğan'ın bu iddi- i iştiyakları iktizâ etmiş ki..." 596 şeklinde bir ifâdeyle kaydetmiş olma-
asının yanlış anlamadan kaynaklandığı görülmektedir. Meselâ bu hu- sından, Sultan II. Bâyezid'in onu daha önce hiç görmediği mânası çık-
susa temas eden Lâmii Çelebi, Şeyh Vefâ'nın ömrünün sonlarına doğ- maktadır. Ancak bunu, Abdülkadir Erdoğan'ın belirttiği gibi, sultanın
ru tamamen uzlete çekildiğini, inzivâda iken ümerâ ve âyân bile gel- hayatta iken şeyhin sohbetine katılamadığı şeklinde597 yorumlamak
se, ne kadar rica edilirse edilsin dışarıya çıkmadığını ifâde etmekte, 592 gerekir. Zira târihçi Hammer'in kaydettiğine göre, Fâtih Sultan Meh-
Taşköprîzâde de daha açık olarak şöyle demektedir: Halveti sohbete med'in cenâze namazım Şeyh Vefâ kıldırmış ve II. Bâyezid de bu me-
tercih eder, ancak belli vakitlerde dışarı çıkardı. İdâreciler onunla gö- rasime iştirak etmiştir.598 Şeyhi tekkesinde görmedi ise cenâzede gör-
rüşmek için gelirler, oncak o belirlediği vakitten önce yanlarına çık- müş olmalıdır. Sohbetine katılamamış olması ise Vefâ'nın hayatının
mazdı... Fâtih Sultan Mehmed onunla buluşmak istedi, kabul etmedi. sonlarına doğru halveti sohbete tercih etmesinden kaynaklanmış ola-
Aynı şekilde Sultan II. Bâyezid de görüşme talebinde bulundu onu da
bilir. II. Bâyezid'in bazı davetlerine katılmamış olması da muhtemelen
kabul etmedi.593 Bu bilgiler bir bütün halinda ele alınırsa, şeyhin gö-
bu sebepledir. Kaydedildiğine göre pâdişâh kırk bin dirhem göndere-
rek şeyhi kızının nikahına çağırmış, o ise bunu kabul etmeyip Zeyniy-
588 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; ye ricâlinden Şeyh Muhyiddin Kocevî'nin fakîr ve mubârek bir zat ol-
Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i Pirâtt ve Meşâyih-i duğundan bahisle onu davet etmelerini söylemiştir. Bunun üzerine ni-
Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 20; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 3 - 5 4 4 ; Hul-
vî, Lemezât, s. 4 3 1 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b.
589 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 8. 594 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b.
590 Latifi, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314, s. 47. 595 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238.
591 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 12-13. 596 Tâcü't-tevârîh, II, 528.
592 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 559. 597 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 13.
593 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 238. 598 Hammer, III, 244.
kah Muhyiddin Kocevî'nin huzurunda kıyılmıştır.599 şekliyle meydana gelip gelmediği ayrı bir konu olmakla birlikte, bura-
Burada Şeyh Vefâ'nın Siıltan II. Bâyezid ile görüşmemiş olmasının dan Şeyh Vefâ'nın sadrazam tarafını tuttuğununu rahatça söyleyebili-
siyasî sebeplerine de işâret etmek gerekir. Kaynaklarda kaydedildiğine riz. İşte böyle bir olaydan sonra babasının yerine geçen Sultan II. Bâye-
göre, II. Bâyezid Amasya'da vâlî iken, Şeyh Vefâ'nın çok iyi münâsebet- zid'e karşı Vefâ'nın biraz mesâfeli durmayı yeğlediği de düşünülebilir.
ler kurduğu Sadrâzam Karamânî Mehmed Paşa'nın Şehzâde Cem tara- Hatta böyle bir tavır şeyhten sonra halîfeleri tarafından da sürdürül-
fını tutarak kendisini babası Fâtih'in yanında katline sebebiyet verecek müş ise, bu, Vefâ ile oluşan silsilenin tarikattaki diğer silsilelere göre et-
ölçüde sürekli çekiştirdiği haberini almış ve Amasya'da kendisine gü- kisini daha erken yitirmesine de sebep olmuş olabilir.
vendiği Halvetiyye şeyhi Çelebi Halîfe'den (Cemâl Halvetî, Sert görünmesine rağmen çok alçak gönüllü ve hoşsohbet olduğu
ö.899/1494) sadrâzamın bertaraf edilmesi husûsunda mânevî yardım belirtilen Şeyh Vefâ'ya o dönemde intisap eden bir çok devlet adamı,
istemiştir. Dervişleriyle birlikte bu iş için seferber olan Çelebi Halîfe, mütefekkir ve sanatkârın olduğu görülmektedir. Bunlardan Sinan Pa-
sadrâzamın Şeyh Vefâ tarafından hazırlanan vefk sâyesinde mânevî ko- şa (Ö.891/1486),601 Molla Lütfi (ö. Rebîulâhir 900 /Ocak 1495), 6 0 2
ruma çenberi içinde bulunduğunu, ancak kendisi ve dervişlerinin gay- Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa (ö. 902/1496-97), 603 Şeyhülislâm Zen-
retleriyle bu dâirenin içine girmeyi başardıklarını söyleyerek yakında
billi Ali Efendi (Ö.932/1526)604 gibi ileri gelen mütefekkir-âlimler, Sa-
helak olacağını Şehzâde Bâyezid'e haber vermiş, bir müddet sonra da
fâyî, 605 Balıkesirli Zâtf, 606 Edirneli Sabâyî,607 Rumelili Şem'î, 608 Hat-
Fâtih Sultan Mehmed'in âniden ölümünün ardından sadrâzam yeniçe-
tat Kasım, 609 Hattat Abdülmuttalip b. Seyyid Murtazâ 610 gibi önem-
riler tarafından şehid edilmiştir.600 Olayın kaynaklarda kaydedildiği
li şâir ve sanatkârlar dikkat çekmektedir.

539 Taşköprîzâde,. eş-Şekâik, s. 239. Eğirdir'deki Pîrî Halîfe'den icâzetli olarak 601 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 176; Mecdî,
İstanbul Fâtih'te faaliyet gösteren Şeyh Muhyiddin Kocevî hakkında daha 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 .
önce bilgi verilmişti. Şeyh Vefâ'nın bu zâta karşı ayrı bir ilgisinin olduğu an- 602 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548.
laşılmaktadır. Nitekim irşad faaliyetinde bulunmak için İstanbul'a ilk geldi- 603 Ahmed Paşa, Dîvân'ında Şeyh Vefâ ile ilgili bir şiirinde ona mürid olduğu-
ğinde de onu ziyâret için dervişlerini gönderdiği nakledilmektedir (Taşköp- nu dile getirmiştir. İleride bu şiiri kaydedilecektir.
rîzâde, a.g.e., s. 240). 604 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde Sü-
600 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; leyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı Şeyhülislâmlarının Biyogra-
Yusuf Sinan b. Yakub, Menâktb-t Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i fileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978, s. 15.
Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290, s. 19-20; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 2 - 5 4 4 ; 605 Bu şâir Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.
Hulvî, Lemezât, s. 4 3 0 - 4 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, I, 247a-b. Kaydedilen bu 2 1 5 4 ) isimli eserinde Zeyniyye Tarîkatı'nın silsilesini manzum olarak Şeyh
kaynaklarda belirtildiğine göre, Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'in ve- Vefâ'ya kadar zikrettikten sonra şöyle demektedir:
fâtından birkaç gün sonra yeniçeriler tarafından şehîd edildiğinde, pâdişâ- Eriştim ben âhir Vefâ'ya
hın vefâtı sırasında telaştan başındaki vefk ın bir bölümü terle ıslanıp silindi- Bi-hamdillâhi sallû Mustafâ'ya (vr. 18a).
ği için onu tekrar yazsın diye bir dervişiyle Şeyh Vefâ'ya göndermiş imiş (bk. 606 Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü'ş-şuarâ (nşr. İbrahim Kutluk), Ankara
zikredilen yerler). Bu olay Alman Türkolog H. J. Kissling tarafından bâzı 1 9 7 8 , 1 , 382.
makalelerinde Fâtih Sultan Mehmed ve sadrazamının öldürülmesi için der- 607 Sehî, Heşt Bihişt: SehîBeg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard Üniversitesi,
vişlerin kurduğu bir komplo şeklinde takdim edilmişse de (bk. "Zejnîje Or- Amerika 1978, s. 206.
den...", s. 177; "Halvetî Tarîkatı II" [trc. M. Serhan Tayşî], Bilim ve Sanat 608 Sehî, Tezkire, s. 108; Latîfî, Tezkire, s. 210; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or
Vakfı Bülteni, XXXIII (1994), s. 30-32), tarafımızdan hazırlanan bir m a k j e Tezkere of Aşık Çelebi (nşr. G. M. Meredith-Owens), London 1971, vr.
ile adı geçenin meseleyi saptırdığı, ileri sürdüğü iddianın hiçbir muknî ve 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 5 2 5 .
kesin delîle dayanmadığı ortaya konmuştur (bk. Reşat Öngören, "Fâtih Sul- 609 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 2 6 - 5 2 7 ; Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s.
tan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İddiâlar", Kubbealtı Akademi Mecmû- 366. Hattat Kasım, Hattat Hamdullah'ın talebesidir. Sultan II. Bâyezid za-
ast, II [1997], s. 28-33). manında saraya muallim olarak tayin edilmiştir.
{Şeyh Vefâ'nın müridlerinden adı geçen Sinan Paşa (Sinanüddin §eyh-i âlem âfitâb-ı evliyâ
Yusuf b. Hızır, Ö.891/1486) İstanbul'un ilk kadısı Hızır Bey'in oğlu Mürşid-i Hak muktedâ-yt asfiyâ
olup Sahn müderrisliği yapmış önemli âlimlerdendir. Fâtih Sultan Şeyh-i heft iklim ü kutbü'l-âlemin
Mehmed onu kendisine husûsî hoca yaptıktan sonra vezirliğe ve Vâstl-ı hazret cemâlü'l-ârifîn
sadrâzamlığa kadar yükselttiği için "Hoca Paşa" diye meşhur olmuş- (...)
tur. 611 Latîfî'nin ifâdesinden,612 Şeyh Vefâ'ya intisabının vezirlikten Sâlikâtı-t dîne üstad olmış ol
azledildiği 881 (1476-77) târihinden 613 sonra gerçekleştiği anlaşıl- Ktdve-i ebdâl ü evtâd olmış ol
maktadır. Tasavvufî mâhiyette kaleme aldığı Tazarrûnâme1de614 şey- Âb-ı hayvân katre-i bahr-t dili
hi Vefâ'ya da yer vermiş ve onu çok üstün vasıflarla övmüştür.615 Hızr-veş ilm-i ledünnî hâsılı
"Şol zât-ı mutahher, ki zamanımıza kutb olmuş", "Şol Bâyezid-vakit, (...)
ki âriflere server olmuş", "Şol Cüneyd-zeman, ki zühd ehline mih- Ol Muhammed-sîret ü Îsî-kadem
ter olmuş", "Şol âlim-i âmil, ki şeriat tahtına sultan olmuş", "Şol Milk-i dîn içre emîr-i muhteşem
şeyh-i mürşid ki, tarîkat ehline hân olmuş" şeklindeki tavsifleri bun- (...)
lardan bazılarıdır>Ayrıca şeyhe karşı hayranlığını, aşağıya bir kısmı- Cihan halkı kamu lütfün esîri
Kapunda bende olmuştur emîri
nı alacağımız beyitlerle dile getirmiş, ona gönülden tazarrû ve niyaz-
İrer lütfün nesîmi mürde câna
da bulunmuştur:
Bakar rahmet gözü âsî olana
Ne var bir gez nazar ben kula salsan
610 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 5 4 7 - 5 4 8 ; Baldırzâde, Vefeyâtnâme, vr. 109a (Ve- N'ola lutf eyleyup gönlümi alsan
feyâtnâme' nin Âşir Efendi [nr. 265] nüshasında bu zât "Seyyid Abdüllatîf" Beni kurtarıvirsen bu belâdan
şeklinde kayıtlıdır [vr.97a]). İbnü's-seyyid Murtaza diye tanınan Hattat Ab- Halâs itsen beni bend-i hevâdan
dülmuttalib'in Türkçe ve Farsça olmak üzere iki dilde şiirler de yazdığı be-
Bıraksam dünye fikrini ben elden
lirtilmektedir. Şeyh Vefâ vefat ettikten sonra Kübreviyye tarikatından Şeyh
Yahya Tuzlavî'ye intisap etmiş ve ondan irşad için icâzet almıştır (Adı geçen Elüm alsan çıkarsan eğri yoldan
eserlerin kaydedilen yerleri; ayrıca bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. Elâ î şeyh-i kâmil mürşid-i Hak
221). Elâ î kutb-i âlem şeyh-i mutlak
611 Mecdî, 196; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 8 - 4 9 9 ; ayrıca bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, (...)
s. 174.
Sana ışkın viren Hak ışkı-y-içün
612 Latîfî, Tezkire, s. 193.
613 bk. Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstanbul
Senün üstünde Allah hakkı-y-içün
1956, s. 60. (...)
614 Sinan Paşa'nın gönül dünyasını ve tasavvuf anlayışını göstermesi bakımın- Beni al vehm-i Şeytânî elinden
dan oldukça önemli olan bir kısmı mensur bir kısmı manzum bu Türkçe Beni kurtar bu vesvese yolundan
eser, A. Mertol Tulum tarafından Sinan Paşa'nın hayâtı ve eserleriyle ilgili
(...)
bir giriş yazısıyla birlikte neşredilmiştir (İstanbul 1971). Abdülbâkî Gölpı-
narlı bu eserin Konya Mevlânâ Müzesi'nde bulunan ve ilk bölümü noksan İçümden sen çıkargıl kâyinâtı
olan bir nüshasını yanlışlıkla Emîrî diye bir şâire nisbet etmiştir (bk. Konya Yugıl benden gidergil bu sıfâtı
Mevlânâ Müzesi Yazmaları, Ankara 1972, III, 462-464). Basiret gözini sen açıvirgil
615 bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 2 8 9 - 2 9 5 . Bu zâhir göze toprak saçıvirgil
(...) İnâyet yetişe senden bu kula
Elünde çün senün iksîrün ola Ki âhır hâli îmân-ile ola
Tjer itmekte neçün taksîrün ola Şu demde ki nefesten kala bir dem
(...) İriştür himmeti î şeyh-i mükerrem
Elündedür ki bir tedbîr idesin Cihân içre seni Hak dâyim itsün
Bu ben hâki temam iksîr idesin Vücûdunla cihânı kâyim itsün
Eğer dirsen dilün söyler bu sözi (...)
İçinde hiç görünmez ışjk sûzt Hemîşe feyzun ola halka sâyil
Talebdeysen alâmet böyle olmaz Kapunda olmaya mahrûm sâyil.
Mürîd-isen irâdet böyle olmaz
Çalışursın turup dünya işîle
Bu beyitlerinde Şeyh Vefâ'ya karşı samîmî inanç ve güvenini dile
İçün top tolu dünya teşyişîle
getiren Sinan Paşa, şeyhini başkalarına karşı da değişik mahfillerde sa-
Bununla dost fikri kaçan olur
vunmuş, onun üstünlüğünü hep dile getirmiştir. Kaydedildiğine göre
Bu vech-ile Hak'a vuslat mı olur
bir ara İstanbul ulemâsı, Hanefi mezhebinden olan Vefâ'nın namaz-
Taleb ehli taleb fikrinde gerek
larda Şâfiîler gibi Besmele'yi açıktan okuması ve celse-i istirâhate
Hak isteyen anun zikrinde gerek
oturmasını mezhepleri birbirine karıştırmak (halt-ı mezâhib) şeklinde
Cevâbum bu ki haktur ne ki dirsin
değerlendirmiş ve şeyhi uyarmak maksadıyla Şeyhülislâm Molla Gü-
Benüm. de hayretüm budur ki dirsin
Benüm de umduğum budur ki senden rânî başkanlığında bir câmîde toplanmışlardı. Davetliler arasında bu-
Gidersin bu hâli ben kulundan lunan Sinan Paşa toplantının sebebini Molla Gûrânî'den öğrendiğin-
Beni girçek Hak'a tâlib idesin de ulemâya dönüp, "Şeyh Vefâ size 'Bu hususta ben böyle ictihad et-
Dîl ü cândan sana rağtb idesin tim' derse ne diyeceksiniz?" diye sormuş, Gûrânî'nin "O müctehid
(...) mi?" şeklindeki itirazına da şu şekilde cevap vermiştir: "Evet o,
Kur'an'ın tefsirine yedi türlü bâtınî mânasıyla birlikte vâkıf olup kü-
Bilürsün kalb işi Hakk'un elinde
tüb-i sittedeki hadisleri de ezbere bilmektedir. Ayrıca ictihad şartları-
Nice dilerse anun dileğinde
nı da çok iyi biliyor." Gûrânî'nin "Sen bu şekilde şehâdet eder mi-
Hak'un da dileği hâs kullarında
sin?" şeklindeki mukabelesine de "Evet" deyince, Gûrânî ulemâya
Nice dilerler-ise ellerinde
"Haydi gidelim. Sinan Paşa gibi bir şâhidi olan zâta bu hususta karşı
Dilegüm bu durur ki dileyesin
çıkmak doğru olmaz" demiştir.616 Lâmiî Çelebi ise Sinan Paşa'nın
Benüm gönlümi Hakk'a döndüresin
şeyhe yapılan itirazlara karşı Maârif nâme'sinde özetle şöyle yazdığını
Beni lütfunla dâyim yâd idesin
belirtmektedir: "Ona riyâzet kuvvetiyle ilm-i zâhirde bir hâlet gele ki,
Duân-ile beni dil-şâd idesin
bu iki meselede hak böyle idigine îtikad kıla. Pes bu meselelerde ol
Beni unutmayasın sen dilünden
müctehid olmuş olur.. Alimler bu kadar ihtilafla İmâm-ı Azam mez-
İnâyet eksük itme ben kulundan
hebinden çıkmazlar. Görmezmisin ki Hanefiyye imamları bile nice
(...)
Ümîdüm ol durur ki ölüm deminde
Cenâbunda meded bula bu bende 616 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 2 3 9 ; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 - 5 0 0 .
meselede ona muhalefet ederler... Zâhir ve bâtını kâmil bir azîzin bu sözü söylediği mecliste bulunanlardan Taşköprîzâde'nin amcasının
kadar muhâlefetinde[n dolayı] neden kavga çıkar? Her kim ona ta'n anlattığına göre, Molla Lütfi Buhârî dersi sırasında, Hz. Ali'nin aya-
ederse sırf tassup ve cehâletindendir. Her kim ona sû-i zan ederse ğına bir harpte saplanan okun, ancak namaza durduktan sonra çılca-
kendi dalâletindendir."617 rılabildiğini göz yaşları içinde anlatmış, sonra da "İşte gerçek namaz
Şeyh Vefâ'nın ulemâdan diğer müridi Tokatlı Molla Lütfi ise Si- budur. Bizim namazımız ise ayakta durmak ve eğilip bükülmekten
nan Paşa'nın talebelerinden, Şeyhülislâm Kemalpaşazâde'nin de hoca- ibârettir. Bunun hiçbir faydası yoktur" demiştir. Şâhidler ise bu cüm-
larındandır.618 Sinan Paşa vezirliği sırasında onu Fâtih Sultan Meh- leyi kasıtlı olarak yukarıdaki gibi nakletmişlerdir.620 eş-Şekaik müelli-
med'e tavsiye ederek saray kütüphanesine hâfız-ı kütüp olarak tayin fi ve ondan naklen Hoca Sâdeddin Efendi, Molla Lütfi'yi idama gö-
ettirdi. Daha sonra Sultan II. Bâyezid zamanında sahn müderrisliğine türen olayı yukarıdaki gibi kaydetmiş olsalar da, îdam sebebinin sade-
kadar yükselmiştir.619 Kaydedildiğine göre, sabahtan medreseye gidip ce bundan ibâret olmadığı, Molla Lütfî ile ilgili yapılan bir kısım araş-
ikindiye kadar ders verir, oradan Şeyh Vefâ Tekkesi'ne giderek akşam tırmalardan anlaşılmaktadır.621 Bu hususta en son Şükrü Özen'in ya-
namazına kadar Buhârî okutur, oradan da evine giderdi. Buhârî ders- yınladığı İslâm hulcûku açısından zındıklık suçunu ele alan ve Molla
leri sırasında çoğu zaman gözyaşlarını tutamadığı nakledilmektedir. Lütfi'nin idamının fıkhîliğini sorgulayan makalesi önemli bilgiler ih-
Geçmiş bâzı âlimler ile dönemin bir kısım ulemâsını alaya alip tenkid tiva etmektedir. Yine de Özen'in idamla ilgili değerlendirmesi sonuç
ettiği için kendisine düşman olan âlimlerin garazına uğrayıp îdam et- olarak şu şekildedir: "Osmanlı hukukçuları muteber saydıkları fıkıh
tirildiği belirtilmektedir. İdam gerekçesi "Namaz ayakta durmak ve eserlerine bakarak dava konusunda bir karara varmaya çalışmışlar, fı-
eğilip bükülmekten ibarettir. Hiçbir yararı yoktur" şeklindeki ifâdesi kıh kitaplarının yeterli olmadığı noktalarda ise padişah fermanları ile
sebebiyle "zındık ve mülhid" sayılmasıdır. Oysa Molla Lütfi'nin bu gedikleri doldurmuşlardır. Böylece hulcûkî zemini inceden inceye bir
ağ gibi örerek hasımları Molla Lütfi'yi yok etmeye adım adım ilerle-
mişlerdir. Maamafih Müslüman mezarlığına defnedilmesi, onun ida-
617 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 560. Sinan Paşa eş-Şekâik ve Tâcü't-tevârîh'te
kaydedildiği şekliyle Vefâ'nın zâhir ilmindeki derecesine işâret etmekte, Ma- mı hak ettiği konusunda çağdaşlarını bile ikna edemediğinin en büyük
ârifnâme'deki beyanlarında ise bâtın ilmine vukûfuna vurgu yaparak onu sa- kanıtıdır. Nitekim kendi çağında ebced hesabıyla düşülen tarihlerde
vunmaktadır. Bunlar doğru olmakla birlikte, kanaatime göre, şeyhin kayde- ve kendisinden söz eden tarih kaynaklarında çoğunlukla 'şehîd' diye
dilen bu uygulaması, ileride Zeyniyye'nin âdab ve özellikleri anlatılırken de
üzerinde durulacağı gibi tarikatın kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin el-Vasâya'l-
anılması bunu teyit eder." 622
Kudsiyye isimli eserinde ortaya koyduğu şu prensip sebebiyle olmalıdır:
"Şeyhlerin yolu, bir meselede değişik mezheplere mensup fakihlerin görüş- 620 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280-281.; ayrıca bk Tâcü't-tevârîh, II, 547-548.
lerini bir araya getirip uygulamaktır. Eğer bir araya getirmek mümkün ol- Molla Lütfî'den önce aynı anlama gelen sözleri hocası Sinan Paşa da söyle-
mazsa, evlâ olanı tercih eder" (vr. 5b-6a). Nitekim Şeyh Vefâ da müridlere miştir (bk. Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 113).
vitir namazını tarif ederken, Hâfî'nin adı geçen eserde belirttiği şekliyle (bk. 621 Mesela bk. İsmâil E. Erünsal, "Fâtih Devri ICütüphâneleri ve Molla Lütfi
18a) Hanefîler'e göre olan Kunut duaları ile Şâfiîler'e göre olan Kunut du- Hakkında Birkaç Not", Târih Dergisi, XXXIII (1980-81), s. 57-78; Ahmet
âları cem edilerek birlikte okunur demekte, misvak kullanımını açıklarken Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (1S-17. Yüzyıllar),
de, bir kimse ister Hanefî isterse Şâfiî olsun namazlardan önce misvak kul- İstanbul 1998, s. 3 4 6 - 3 4 7 ; Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık
lanır demektedir (Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Suçu ve Molla Lutfî'nin İdamının Fılchîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI
Ktp., Fâtih, nr. 2 5 6 1 , vr. 5b; 121a-b). (2001), s. 17-62.
618 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 279, 3 7 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 547.
622 Şükrü Özen, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lutfî'nin İda-
619 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 7 9 - 2 8 0 ; Nişanct Târihi, s. 172; Tâcü't-tevârîh, mının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 61-62.
II, 5 4 7 .
900 Rebîulâhirinde (Ocak 1495) gerçekleştirilen îdâmı öncesinde Der medh-i Şeyh Vefâ Aleyhirrahme:
kelime-i şehâdet getirmeye başladığı belirtilen Molla Lütfi'nin vefâtı-
na "Velekad mütte şehîden", 623 "Hilâf-ıjrâkî bûd" 624 gibi terkipler
tarîh düşürülmüş, Zeyniyye ricalinden Şeyh Muhyiddin Kocevî vefât (Arşdan çok yücedir rif'ati dervişlerin
haberini aldığında, "Ben şâhidim ki, Molla Lütfî zendeka ve ilhaddan Kimse bilmez nicedir izzeti dervişlerin)
berîdir" demiştir.625 Taşköprîzâde eserinde Molla Lütfi'den zuhur (...)
eden bâzı kerâmetleri kaydetmiştir.626 Can sattp her birisi oldu belâ müşterisi
Aşk şehrinde budur san'ati dervişlerin
Şeyh Vefâ'nın âlim ve şâir müridlerinden Ahmed Paşa (ö.
902/1496-97) Sultan II. Murad'm kazaskerlerinden Veliyüddin Efen- (...)
di'nin oğludur. Değişik medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Fâ- Âb ü gilden çû mizacında eser yok bunların
tih Sultan Mehmed döneminde önce kazasker, daha sonra da pâdişa- Neyle yoğruldu aceb tîneti dervişlerin
ha musâhib ve hoca oldu. Devlet hizmetindeki başarılarından dolayı (...)
ayrıca kendisine vezirlik rütbesi de verilen Ahmed Paşa, İstanbul'un Himmet-i Şeyh Vefâ'dan meded irmezse diriğ
fethi sırasında ordunun mâneviyatının yükseltilmesinde görev almış- Ahmed'in haddi değil midhati dervişlerin
tı. Daha sonra bazı dedikodular yüzünden Fâtih'in gazabına uğrayıp (...)
tutuklarimışsa da, padişaha yazdığı meşhur "kerem" redifli kasidesiy- Cennetin kapısıdır halveti dervişlerin
le hapisten kurtulmuş ve ardından muhtelif şehirlerde sancak beyi Yer ü gök tapışıdır himmeti dervişlerin
olarak görev almıştır.627 Dîvan'mda Zeyniyye ricalinden Şeyh Tâcüd- (...)
din İbrahim için daha önce kaydedilen medhiyesinin yanı sıra Şeyh Ayağı taprağını tâc ede hurşîd-i felek
Vefâ için de medhiyyesi bulunmaktadır. Bu şiirlerden anlaşıldığına gö- Kime bendem der ise hazreti dervişlerin
re Ahmed Paşa önce Şeyh Tâcüddin'e mürid olmuş, muhtemelen
(...)
onun vefatından sonra da Şeyh Vefâ'ya intisap etmiştir. Vefâ ile ilgili
Ehl-i zâhir gözüne gerçi elem gibi gelir
bir şiirinde:
Dil ü can lezzetidir zahmeti dervişlerin
(...)
Ya irgür ben müridini murâda / Ya gönlümden çtkar dünya Ahmedâ âb-ı hayât-ı ebedi ister isen
hevâsm628
Gel gör uş hâk-i der-i halveti dervişlerin
Der medh-i Vefâzâde Aleyhirrahme:
Şeklindeki ifâdesi bunu açıkça göstermektedir. "Der medh-i Şeyh
Sen ol âyine-i nûr-ı Hudâstn
Vefâ" ve "Der medh-i Vefâzâde" şeklinde iki ayrı başlık altında kay-
Ki her bir sûrete ma'nî-nümâsın
dettiği şiirlerinden bir kısım şöyledir:
Dilin Hikmet kilidinin dilidir
Emîn-i mahzen-i sırr-ı Hudâstn
623 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 280; Tâcü't-tevârih, II, 5 4 7 . Rumûz-ı 'Küntü kenz'in râz-dârı
624 Nişanct Târihi, s. 172-173.
Emânet-dâr-ı genc-i Mustafâsm
625 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 548.
626 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 0 - 2 8 2 . Senindir nutk-i îsâ hüsn-i Yûsuf
627 Günay Kut, "Ahmed Paşa, Bursalı", DİA, II, 111. Ki hem cân-bahşsın hem dil-rübâsm
628 Ahmet Paşa Dîvâni, s. 40. Yed-i kudretle verdin her müride
Hızır seccâdesin Mûsâ asâsırı kın dostuydu. Ancak Karamanî Mehmed Paşa Fâtih Sultan Mehmed'e
Deminden feyz alır ilm-i ledünnî sadrazam olunca, Sinan Paşa'ya yakınlığı var diye kademe kademe de-
Ki sen serçeşme-i ayn-ı bekasın recesini indirmek sûretiyle onu cezalandırdı. Bunun üzerine Ali Efen-
Şeriat farkının ser-tâcı sensin di müderrisliği bırakarak Şeyh Vefâ'nın hizmetine girdi.633 Sadraza-
Hakikat burcuna şems-i duhâsın mın ona bu şekilde davranması, Sinan Paşa'nın sadrazamlıktan azle-
Nihâyet buldu sende her amel kim dilmiş bir kişi olarak zamanın idaresi tarafından makbul bir kişi sayıl-
Nihâl-i Sidreden sen müntehâsın maması sebebiyle olmalıdır. Nitekim Sinan Paşa'nın yeniden itibarlı
Devâsın derdime zahmıma merhem şahıslar arasına girmesi Sultan II. Bâyezid'in ona vezirlik rütbesini iâ-
Buyursan nola derdimin devâsın de etmesiyle gerçekleşmiştir.634
Murâdım şem'in uyar kim gam-ı dil
Mükedder ktldı bu bezmin saf âsin Fâtih Sultan Mehmed'den sonra yerine geçen oğlu Sultan II. Bâ-
Ya irgür ben müridini murâda yezid tarafından tekrar devlet hizmetine alınan Ali Cemâlî Efendi,
Ya gönlümden çıkar dünyâ hevâsın muhtelif yerlerde müderrislik ve müftîlik yaptıktan sonra Efdalzâ-
Şeh-i a'zamsın ey şeh an beni kim de'nin 908'de (1503) vefâtı üzerine şeyhülislâmlığa getirildi. Halkı
Unutmaz lutf ıssı şeh gedasın bekletmemek için evinden sarkıttığı zenbile bırakılan suallerin cevap-
Muhammed hakkı Ahmed düştü hâke larını tekrar zenbille sarkıttığı için "Zenbilli" diye meşhur oldu. 635
Elini al ki zıll-i Kibriyâsın629 Bütün vaktini okumak, okutmak, fetvâ vermek ve ibâdet etmekle ge-
çirmeyi prensip edinen Ali Cemâlî Efendi'nin kaleme aldığı risâleler-
den birisi, tasavvuf ehlinin uyguladığı "devrân" ile zikretmenin câiz
Şeyh Vefâ'nın âlim müntesiplerinden Zenbilli Ali Efendi (Ali Ce-
olduğuna dâirdir.636 Ali Efendi'nin ayrıca bu hususta müsbet fetvâlar
mâlî, Ö.932/1526) ise Sultan II. Bâyezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanû-
nî Sultan Süleyman gibi üç dirâyetli pâdişâh döneminde şeyhülislâm- kaleme aldığı da bilinmektedir.637
lık yapmış etkili bir şahsiyettir. Memeleketi Karaman'daki ilk tahsilin- Dönemin ileri gelen mütefekkir ve sanatkârlarını tekkesine çek-
den sonra İstanbul'da Şeyhülislâm Molla Hüsrev'den ve Bursa'da Hü- meyi başaran Şeyh Vefâ "İlâ rahmeti rabbihi" terkibinin delâlet ettiği
samzâde diye bilinen Muslihuddin Mustafa b. Hüsam'dan ders oku-
du ve ona damat oldu. 630 Bu iki hocadan Molla Hüsrev'in, Şeyh Ve-
633 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 286; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 ; Müstakimzâde,
fâ tarafından takdir edildiği için zaman zaman ziyâret edildiği,631 Hü-
Devhatü'l-meşâyih, s. 15.
samzâde'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu632 bilinmektedir. Ali 034 İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Târihi, Ankara 1983, II, 659.
Efendi'nin daha sonra Şeyh Vefâ'ya intisap etmesinde bu zâtların da 635 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 7 - 2 8 8 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 5 0 - 5 5 1 ; Müstakim-
tesirinin olduğu düşünülebilir. Ali Efendi ayrıca Sinan Paşa'nın da ya- zâde, Devhatü'l-meşâyih, s. 15-16.
636 Arapça olan bu birkaç varaklık eserin kütüphânelerde pek çok yazma nüs-
hası vardır, bk. Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2 8 9 1 , vr. 12b-14b; Pertev Paşa,
629 Ahmet Paşa Dîvânı, s. 38-41. nr. 621, vr. 93b-94b; aynı bölüm, nr. 628, vr. 115a-117b; bir nüshası da
630 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 6 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 9 - 5 5 0 . Londra'da İndia Office Library and Records (İOLR), Or. 12933'de (vr. lb-
631 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88. 3a) bulunmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, Zenbilli'nin bu hususta biri
632 Osmanlı Müellifleri, I, 275. M. Tahir Bey Hüsamzâde'nin eserleri arasında manzum diğeri mensur olmak üzere iki risâle kaleme aldığını belirtmektedir
Zevkıyye isimli ahlak ve tasavvuftan bahseden bir eserinin bulunduğunu be- (Osmanlı Müellilferi, I, 320).
lirtmektedir (bk. a.g.e., zikredilen yer). 637 bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 370.
896'da (1491) vefat etmiş ve câmiinin hazîresine defnedilmiştir.638 yirmi sene gibi uzunca müddet hizmet etmiş olan bir şeyh hakkında
Sonradan buraya türbe inşâ edilmiştir. kaynakların bilgi vermemiş olması, Şeyh Vefâ'dan sonra dergâhın eski
a. Vefâiyye-i Zeyniyye etkisini devam ettiremediği şeklinde yorumlanabilir.
^Şeyh Vefâ'dan sonra yerine halîfesi Ali Dede geçmiş639 ve Vefâ ile Ali Dede'nin hilâfet verdiği zâtlardan birisi Rumelili Mevlânâ
birlikte Zeyniyye tarikatında oluşan silsile "Vefâiyye" adıyla devam et- Şem'î'dir (ö.945/1538'den önce). Devrin önemli şâirlerinden olan
miştir.640 Öyle anlaşılıyor ki, tarikatın bu kolunda Şeyh Vefâ tarafından Şem'î, önce Şeyh Vefâ'ya intisap etmiş,645 onun vefâtından sonra ise
tertip edilen evrâd okunmuş641 ve diğer zikirlerin yanı sıra Vefâ'nın ih- Ali Dede'nin yanında sülûkünü tamamlayıp irşad faaliyetinde bulun-
das ettiği Allah Vâhid Ahad Samed isimlerinin zikriyle soldan sağa dö- mak üzere Edirne'ye gitmiştir.646 Vefâtma yakın tekrar İstanbul'a dön-
nerek icrâ edilen ve "Şeyh Vefâ Devri" diye bilinen zikir şekli de 642 uy- düğü anlaşılan Şâir Şem'î, Vefâ'daki dergâhta dervişlerin toplu zikir ic-
gulanmıştır. Vefâ'dan sonra meşîhati üstlenen Şeyh Ali Dede hakkında râ ettikleri sırada vefât etmiştir.647 Dönemin bir başka şâiri Edirneli
kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadıoTaşköprizâde onun hiç ev- Mevlânâ Yakînî'nin de Ali Dede'ye mürid olduğu belirtilmektedir.648
lenmediğini,643 Mecdî Efendi de Sultan II. Bâyezid devrinin sonlarına Şeyh Ali Dede'den sonra Vefâ'daki tekkede irşad makâmına, Taş-
kadar yaklaşık yirmi sene irşad faaliyetinde bulunduktan sonra "Rûhu- köprîzâde ve Mehmed Süreyya'nın kayıtlarına göre Şeyh Abdüllatîf
na rahmet" terkibinin delâlet ettiği 917'de (1511-12) vefat ettiğini ve Efendi (Abdüllatîf Vefâî Rûmî, Ö.929/1523) geçmiştir.649 Ahmed
Şeyh Vefâ'nın yanma defnedildiğini bildirmektedir.644 Fâtih ve II. Bâ- Rif'at Efendi'nin verdiği meşâyih silsilesinde ise Abdüllatîf Efen-
yezid devri İstanbul'unun en önemli tarîkat merkezlerinden birinde di'den önce Şeyh Dâvud Vefâî Rûmî'nin (ö.?) posta oturduğu, ondan
sonra Abdüllatîf Efendi'nin irşad makamına geçtiği görülmektedir.650
638 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-te-
Şeyh Vefâ'nın halîfelerinden olduğu kaydedilen Dâvud Vefâî vefât et-
vârîh, II, 5 2 8 : ; tiğinde Şeyh Vefâ türbesine defnedilmiştir.651 Zaman zaman cezbeye
639 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 2 ; Âlî, Künhü'l-ahbâr, kapılarak çok büyük sayhalar attığı rivâyet edilen Abdüllatîf Efendi
vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâstd, s. 39; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53. de 652 Şeyh Vefâ'nın halîfelerindendir.6S3 Dâvud Vefâî gibi o da Ve-
640 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 6 ; Mir'atü'l-mekâstd, s. 4 0 ; Osmanlı M « j
ellifleri, II, 17; Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 196-197.
fâ'nın yanına defnolunmuştur.654
641 Vefâ'nın tertip ettiği evrâdın 1167'de (1754) istinsah edilmiş bir nüshası Sü-
leymâniye Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (Yazma Bağışlar, nr. 2 2 2 [11 va-
rak]). Ö. T. İnançer Şeyh Vefâ'nın söz konusu evrâdı bizzat bestelediğini be-
645 Sehî, Tezkire, s. 108; Latffî, Tezkire, s. 2 1 0 ; Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr.
lirtmektedir (Ömer Tuğrul İnançer, "Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.
DBİA, VII, 553). Ayrıca Şeyh Vefâ'nın namazlardan önce ve sonra okuduğu 646 Sehî, Tezkire, s. 109.
duâlar, namazlarda okuduğu sûreler, kıldığı nâfile namazlar, tavsiye ettiği 647 Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ, vr. 251b; Kınalızâde, Tezkire, I, 525.
virdler dervişlerin takip etmesi için bir araya getirilmiştir. Bu derlemenin de 648 Sehî, Tezkire, s. 275. Aşağıdaki beyitler Yakînî'ye aittir:
bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'ndedir (Fâtih, nr. 2 5 6 1 , [277 varak]). Gamzen cefâsı âşıka ayn-ı vefâ gelür / Bîmâra iltifâtı tabîbün devâ gelür
Burada tavsiye edilen sûrelerin, uzun olsa bile baştan sona kadar yazılmış ol- Gamzen hayâli ile gönül kendûden geçer / Andukça hak-i pâyüni gözüm do-
ması (meselâ, İsrâ, Secde, Zümer, Zuhruf gibi) eserin hacmini büyütmüştür. lagelür
Eserin noksan bir nüshası da aynı kütüphânenin Kadızâde bölümünde (nr. 649 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 4 0 ; Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 .
3 3 2 ) bulunmaktadır. 650 Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 39.
642 Vassâf, Sefîne, I, 274. 651 Erdoğan, Şeyh Vefâ, s. 25.
643 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 . 652 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 440.
644 Mecdî, s. 356. Sicill-i Osmânî'de Ali Dede'nin vefat tarihi 9 1 0 (1504) ola- 653 Nişancı Târihi, s. 195.
rak kaydedilmiştir (IV, 491). 654 Mecdî, s. 4 3 3 .
Mehmed Süreyya "Hekîm Çelebi" diye bilinen Mehmed Efen- bu durumun, süresi tam olarak bilinmemekle birlikte, geçici bir müd-
di'nin 655 babası Ahmed Efendi'nin Şeyh Vefâ'nın ikinci halîfesi oldu- det için olduğu anlaşılmaktadır. Zira burada Şeyh Abdüllatîf (Mah-
ğunu ve vefat ettiğinde şeyhin yanında defnedildiğini belirtmekte- rûlc) Zeyniyye ricâlinden Eğirdir'de faaliyet gösteren Burhâneddin
dir. 656 Hayâtı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermediği Ahmed Efendi Efendi'nin (Ö.970/1562-63) yanında sülûkünü ikmâl ettikten son-
için "ikinci halîfe" ifâdesiyle Mehmed Süreyya, öyle anlaşılıyor ki, ra 658 Cemâziyelevvel 1009'da (Kasım 1600) hücresinde yanarak ve-
şeyhin ikinci ileri gelen halîfesi demek istemiştir. Yoksa bu ifâde ile fât edinceye kadar meşîhati üstlenmiş, ondan sonra da irşad faaliyeti-
Vefâ tekkesinde Ali Dede'den sonra yerine geçen ikinci halîfesi mânâ- ni Muharrem 1042'de (Ağustos 1632) vefâtına kadar oğlu yürütmüş-
sım kasdetmiş olamaz. Zira aynı yerde Ali Dede'nin yerine Abdüllatîf tür. 659 Uzun ömür sürdüğü bildirilen Abdüllatîf Efendi'nin 660 meşî-
Efendi'nin geçtiğini bildirmektedir. hati hangi tarihte üstlendiği belirtilmemekle birlikte, en geç, şeyhi
Abdüllatîf Efendi'den sonra Vefâ tekkesinde meşîhati kimin üst- Burhâneddin Efendi'nin vefâtını (970) müteâkip buraya geldiği ve
lendiği bilinmemektedir. Şeyh Vefâ'dan sonra halîfeleri vâsıtasıyla de- yaklaşık kırk yıl faaliyet gösterdiği tahmin edilebilir. Lemezât' da uzun
vam ettirilmeye çalışılan Vefâiyye silsilesi, anlaşıldığı,kadarıyla Vefâ zaman İstanbul'da irşad postunda oturduktan sonra Şam'a gidip bir
dönemindeki tesirini kısa süre içinde iyice yitirmiştir. Hatta Hüseyin müddet Ümeyye Câmii'nde imam-hatiplik yaptığı, ardından tekrar İs-
Vassâf, Halvetiyye şeyhi Sünbül Sinan Efendi'nin (ö. Muharrem tanbul'a dönerek Vefâ Zâviyesi'ne yerleştiği kaydedilmektedir.661 Yi-
936/Eylül 1529) Cuma günleri devrân esnâsında zikrin bitimine ya- ne aynı kaynakta "Yâ Rab, beni ateşe atma, dünyada yak fakat âhiret-
fan "Şeyh Vefâ Devri"ni icrâ ettiğini ve Vefâ Dergâhı meşîhatımn Sün- te yakma" diye zaman zaman dua ettiği, bu duası kabul edildiği için
bülîler'e intikal ettiğini kaydetmektedir.657 Ancak Vassâf'ın belirttiği gece tennur içinde yatmakta iken sıçrayan bir kıvılcımın yorganı tu-
tuşturmasıyla vücûdunun bir çok yerinin yandığı ve ertesi gün vefat
655 Nakşibendiyye şeyhlerinden olan Hekîm Çelebi Mehmed Efendi için bk. ettiği, kabrinin de Vefâ Zâviyesi'nin haziresinde olduğu belirtilmiş-
Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 135-140. tir. 662 Kendisinden sonra yerine geçen oğlunun adı kaynaklarda zik-
656 Sicill-i Osmânî, IV, 4 9 1 . Abdülkadir Erdoğan Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç san- redilmemiştir. Ancak Bursa'daki Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden
dukanın bulunduğunu, bunlardan birinin Şeyh Vefâ'ya, diğerlerinin de halî-
Mehmed b. Sa'dî Efendi kaleme aldığı Bursa Vefeyâtı'nda Şeyh Meh-
felerinden Ali Dede ile Dâvud Vefâî'ye âit olduğunu kaydetmekte (Şeyh Ve-
fâ, s. 25), Baha Tanman da aynı bilgileri tekrarlamaktadır (Tanman, "Şeyh med b. Abdullah'ın 1018'de meydana gelen vefâtı üzerine Zeyniyye
Vefâ Külliyesi", DBÎA, VII, 175; ayrıca bk. Ömer Tuğrul İnançer-M. Baha mensuplarının talebiyle kadılıktan ayrılıp İstanbul'da Şeyh Vefâ Zâvi-
Tanman, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552). Oysa Şeyh Vefâ Türbesi'nde üç değil
beş sandûkanın olduğu görülmektedir. Bunlardan dördüncü sandûkanın,
yukarıda kaydedildiği gibi, Abdüllatîf Efendi'ye, beşincisinin ise Hekîm Çe- devrânından sonra âyini yönetenin "Yâ Mevlâm hây hây hû" demesiyle âyi-
lebi'nin babası Ahmed Efendi'ye âit olması gerekir. Hekim Çelebi'nin ken- nin "Vefâ Devri" başlar. Sağ el öne, sol el arkaya uzatılarak el ele tutuşulup
di mezarı da türbenin hemen dışında bulunmaktadır. Taşköprîzâde, Sultan kutuphâne solda bırakılacak biçimde, halka hâlinde yürünür. Devir esnâsın-
II. Bâyezid devrinin ileri gelen âlimlerinden Muhyiddin Mehmed b. İbrâhim da da zâkirler ilâhî okurlar. Birkaç devirden sonra Vefâ Devri biter... Sonra
Niksârî'nin de (Ö.901/1496) Şeyh Vefâ'nın kabrinin yanına defnedildiğini
"Hû" zikrine başlanır (Ömer Tuğrul İnançer, "Cerrâhîlik [Zikir Usûlü ve
bildirmekteyse de, (eş-Şekâik, s. 2 7 4 - 2 7 5 ) bunu kabrin yanına değil yakını-
Mûsikî]", DBÎA, II, 416).
na defnedildi şeklinde anlamak daha doğru olur kanaatindeyim. 658 Hulvî, Lemezât, s. 6 0 7 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 5 4 .
657 Vassâf, Sefîne, I, 274. Ayrıca Halvetiyye'nin bir kolu olan Cerrâhiyye'nin 659 Atâî, s. 4 6 8 ; Sicill-i Osmânî, IV, 491. Lemezât müellifi Hulvî, Abdülatîf
kurucusu Nûreddin Cerrâhî'ye Şeyh Vefâ'nın bu devri ilham ettiğine inanıl- Efendi'nin vefatını 1006 (1597-98) olarak kaydetmiştir (s. 607).
makta, dolayısıyla Cerrâhî âyini sırasında da "Vefâ Devri" uygulanmaktadır 660 Atâî, s. 4 6 8 ; Hulvî, Lemezât, s. 607. Hulvî yüz yaşını aştığını belirtmiştir.
(Süleyman Uludağ, "Devran", DİA, IX, 249). Ö. T. İnançer Cerrâhiyye âyi- 661 Hulvî, Lemezât, s. 607.
ni sırasında Vefâ Devri'nin nasıl yapıldığını şu şekilde târif etmiştir: "Hay" 662 Hulvî, Lemezât, s. 607.
yesi'nde postnişîn olan Şeyh Ahmed Efendi'nin yanında tecdîd-i töv- terbiye ederken kurduğu semâ ve tevhid meclislerinin yanı sıra, bâzı
be ederek icâzet aldıktan sonra Bursa'daki dergâhta irşad postuna dervişlerine tefsir dersleri de vermekte, ayrıca o devirde hemen bütün
oturduğunu kaydetmiştir.663 Bu durumda adı geçen Şeyh Ahmed tarikatlarda âdet olan Mesnevi dersleri okutmaktaydı.668
Efendi'nin Abdüllatîf Efendi'den sonra yerine geçen oğlu olduğu or-
taya çıkmaktadır. Ahmed Efendi'den sonra meşîhati kimin üstlendiği
ise tesbit olunamamıştır.
D. Diğer Zeynîler
Bursalı Mehmed Tâhir, Anadolu'da muhtelif medreselerde müder-
rislik yapmış olan Muğlalı Şeyhzâde Vefâî'nin (Mevlâ Muhammed Anadolu ve Rumeli topraklarında gösterdikleri faaliyetlerle tari-
Muhyiddin, Ö.940/1533-34) Zeyniyye'nin Vefâiyye koluna müntesip katlarının yayılmasını sağlayan Zeyniyye mensuplarının yanı sıra,
olduğunu kaydetmektedir.664 Tarîkatı hangi şeyhten aldığı belirtilme- kaynaklarda bu tarikata mensup olduğu belirtildiği halde şeyhleri ve
miştir, ancak kendisi gibi babası Şeyh Mahmud Muğlavî'nin de (ö.?) kendileri hakkında yeterli bilgi verilmeyen ya da bu tarikata girdiği
"Vefâî" nisbesiyle kaydedilmesinden,665 babasının Vefâiyye koluna açıkça belirtilmemekle birlikte dolaylı bilgiler ışığında müntesip ol-
mensup olduğu ve tarîkatı da babasından aldığı düşünülebilir. Bunun- dukları anlaşılan şahıslar da vardır. Bunları şu şekilde sıralamak müm-
la birlikte, kaynaklarda Şeyh Mahmud'un mürid yetiştirip yetiştirme- kündür:
diğine dâir bir bilgiye rastlanmamıştır. Eğer böyle bir faaliyeti olduy- Derviş Mehmed b. Hızır Şah b. Gâzî-yi Balat Abdüllatîf Efendi
sa, muhtemelen memleketi olan Muğla'da gerçekleştirmiştir. Zira
Muğla, Anadolu'da Şeyh Vefâ koluna mensup Zeynîler'in XVI. asrın (ö. 878/1473'ten sonra)
ilk yarısında etkilerini sürdürdükleri nâdir merkezlerden biri olarak Kaynaklarda Derviş Mehmed ile babası Hızır Şah ve dedesi Ab-
göze çarpmaktadır. Nitekim Gölpınarlı, Şâhidî'nin Gülşen-i Esrâr' ma düllatîf Efendi'nin Zeyniyye tarikatına mensup olduklarını gösteren
dayanarak, Muğla'da Mevlevîler gibi semâ eden Şeyh Vefâ dervişleri- bâzı işâretler bulunmaktadır. Balat şehrinde (Balıkesir'e bağlı) kadı ol-
ne rastlandığını, bunlardan Melâmî meşrep Hayreddin Efendi'nin duğu için "Balat Kadısı" diye tanınan Sultan II. Murat devri âlimle-
(ö.?) yanı sıra, tekkesindeki irşad faaliyetleriyle şehzâde ve beylerin rinden Abdüllatîf Efendi, eş-Şekâik mütercimi Mecdî'nin ifâdesine
büyük hürmetini kazanmış olan Şeyh Bedreddin'in etkili olduğunu göre, Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'nin derlediği "Evrâd-t
kaydetmektedir.666 Suraiya Faroqhi de, faaliyetinin 1500-1530 yılları Zeyniyye'yi bir güzel kitab eylemiştir."669 Hızır Şah ise Bursa Zeyniy-
arasında olduğunu tahmin ettiği Şeyh Bedreddin'in, kendi adıyla anı- ye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin kaydına göre, Zeyniy-
lan mescidine (Şeyh Bedreddin Mescidi) yapılmış önemli bağışlardan ye şeyhlerinden birine intisap eden ve vasiyeti gereği adı geçen dergâ-
Muğla'da büyük saygı gördüğünün anlaşıldığını belirtmektedir.667 Şâ- hın hazîresine gömülen âlimlerdendir.670 Taşköprîzâde ise onun Balat
hidî'nin beyanlarından anlaşıldığına göre, Şeyh Bedreddin müridlerini medresesinde müderrislik yaptığını, Sultan II. Murad'ın kendisini
Bursa'da yaptırdığı medreseye davet ettiği halde mazeret bildirip gel-
663 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4a.
664 Osmanlı Müellifleri, II, 17. Şeyhzâde Vefâî'nin kaleme aldığı eserlerden bi-
risi Hazînetü'l-fedâil ve sekînetü'l-ef'âdil'dır. Diğer eserleri için bk. aynı eser,
668 Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, s. 134.
II, 17-18.
669 Mecdî, s. 124. Buradaki ifâdeden Evrâd'ı şerh mi, tercüme mi yoksa istin-
665 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 4 8 5 . sah mı? ettiği tam anlaşılamamakla birlikte, bu eserle yakından alakadar ol-
666 Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 245. duğu anlaşılmaktadır.
667 Suraiya Faroqhi, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih İçinde 670 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Baldırzâde Mehmed, Ve-
Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993, s. 28. feyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 98a.
mediğini ve 853'te (1449) Balat'ta vefat ettiğini kaydetmiştir. Ancak müntesip olduğu belirtilmektedir.676 Bununla birlikte Mahmud Pa-
gömüldüğü yerle ilgili herhangi bir şey söylememektedir.671 Hızır şa'nın Kâdiriyye'nin yanı sıra Zeyniyye'ye de girmiş olabileceğini gös-
Şah'ın oğlu Derviş Mehmed ise yine Mehmed b. Sa'dî'nin kaydettiği- teren bazı işâretlere rastlanmaktadır: Meselâ Zeyniyye ricâlinden
ne göre, babası gibi Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap eden ve va- Mevlâ Musannifek, vezirler için bir kısım nasîhatları ihtiva eden Fars-
siyeti üzerine Bursa'daki dergâhın hazîresine gömülen müderrisler- ça Tuhfetü'l-Mahmûdiyye'yi onun adına kaleme almış, 677 Zeyniy-
dendir 672 Taşköprîzâde onun Bursa'da Sultaniye Medresesi'nde mü- ye'den olduğu anlaşılan Kutbuddinzâde Mehmed İznikî de bazı eser-
derrislik yaptığını ve kerâmet ehli, duâsı makbul bir zât olarak tanın- lerinde ondan sitâyişle söz etmiştir.678 Ayrıca sadrazamlıktan azledil-
dığını belirtmektedir.673 Nakledildiğine göre dervişler gibi abâ giyer, diğinde Kutbuddinzâde'nin ona yazdığı bir kısım nasîhatları içeren te-
başına şemle sarardı. Fatih Sultan Mehmed'in itibar edip güvendiği sellî mektubunda "Değerli kardeşim" şeklinde hitap etmesi de, 679 ara-
larındaki samimiyete ve gönül birliğine işâret etmektedir.
kimselerdendi. Fatih Uzun Hasan'la savaşmak için sefere çıktığında
Bursa'da onu karşılayanlar arasında Derviş Mehmed de vardı. Mer- Molla Hüsrev (Mehmed b. Ferâmürz, ö. 885/1480)
kep üzerinde yolun kenarında beklerken padişah kendisini tam far- XV yüzyılda bir çok âlim gibi Molla Hüsrev'in de Zeyniyye tari-
ketmeden selam verip yanından geçmiş, sonra Sadrazam Mahmud Pa- katına girdiğini gösteren bazı bilgiler bulunmaktadır. A. Süheyl Ünver
şa'ya, "Bu zat Derviş Mehmed değil miydi?" diye sormuştur. Sadra- Sadrâzam Mahmud Paşa gibi onun da Zeyniyye tarikatına müntesip
zam, "Evet o" deyince, sultan "Arkasından yetiş ve benim için dua et- olduğunu açıkça belirtmiştir.680 Ayrıca Fatih Sultan Mehmed tarafın-
mesini söyle" demiştir.674 Derviş Mehmed Fatih'in Uzun Hasan'la dan "Zamanın Ebû Hanîfe'si" diye övülen bu zâtın, bir meseleden do-
muharebeye çıktığı tarihte hayatta olduğuna göre, vefatının 878'den layı sultana kırıldıktan sonra İstanbul'dan Bursa'ya giderek bir med-
sonraki bir tarihte meydana geldiği anlaşılmaktadır. rese yaptırdığı ve orada tedris ile meşgul olduğu bilinmektedir.681
Sadrâzam Mahmud Paşa (ö. 879/1474) Zeyniyye Dergâhı'nın yanındaki camiin mihrabı hizasında yaptırılan
bu medresenin arsasını, Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî'nin
A. Süheyl Ünver incelediği ve fakat adını kaydetmediği bir yazma-
kaydettiğine göre, İranlı tüccarlardan Hoca Bahşâyiş hibe etmiştir.682
ya dayanarak Fatih Sultan Mehmed'in sadrâzamlarından Mahmud Hoca Bahşâyiş'in aynı zamanda Zeyniyye Dergâhı'nı ve yanındaki ba-
Paşa'nın Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.675 Sadrâzamla
ilgili bir menâkıbnâmede ise onun Kâdiriyye şeyhi Eşrefoğlu Rûmî'ye
676 Anonim, Menâktb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr.
1136, vr. 9a. Burada Mahmud Paşa'nın sadrazâmlıktan azledilip Yedikule'de
671 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 96. hapsedildiği sırada İznik'deki şeyhi Eşrefoğlu'na bir adamını göndererek
672 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b. Burada, muhtemelen müstensih ha- yardım talebinde bulunduğundan söz edilmekte, şeyhin ise kendisine yakın-
tası sebebiyle, Derviş Mehmed'e ait bazı bilgilerle babası Hızır Şah'a ait bil- da şehâdet şerbetini içeceğini, dolayısıyla âhiret için hazırlık yapması gerek-
giler birbirine karışmıştır. Ancak eş-Şekaik'ten takip edildiğinde bu karışık- tiğini tavsiye ettiği belirtilmektedir.
lık ayırtedilebilmektedir. 677 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 164-165; Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 3 - 4 9 4 .
673 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 168-167. [Burada baskı hatası sebebiyle Derviş 678 Meselâ bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, İhticâcu Âdem maa Mûsâ Aley-
Mehmed'e ait bilgiler 168. sayfadan başlayıp 167. sayfada devam etmekte hime's-selâm, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 27a.
ve 169'da son bulmaktadır]. 679 bk. Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4 2 2 3 , vr. 90b-92a.
674 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 167; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süley- 680 A. Süheyl Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12),
• mâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 13 81, vr. 98a. Bu kaynaklarda onun ayrıca bir s. 193.
kısım kerametlerinden bahsedilmektedir. 681 bk. Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 116-120.
675 Ünver, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy. (7-12), s. 193. 682 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b.
zı binaları, o mahalde satın aldığı arsa üzerine yaptıran kişi olduğu683 râda bazı ilâveler yaptığını belirtmiş olmasıdır.689 Ayrıca bir eserinde
daha önce kaydedilmişti. Molla Hüsrev'e zâviyenin yanında bizzat zâ- Zeyniyye'nin kurucusu Zeynüddin Hâfî'yi "Seyyidünâ", "Sultânü'l-
viyenin bânîsi tarafından arsa satın alınarak medrese kurdurulması, evliyâ", "Vârisü hatmi'l-evliyâ" gibi vasıflarla anması da 690 bu tarika-
Hüsrev'in Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bir işâret sayıla- ta bağlı olduğunun diğer bir alâmetidir. İznikî'nin tasavvuf düşünce-
bilir. Öte yandan İstanbul'da Şeyh Vefâ'nın zaman zaman onu ziyaret si olarak da Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin fikirlerini sürdüren Ekberiy-
etmesi de 6 8 4 bir başka alâmet olarak görülebilir. ye mektebinin görüşlerini benimsediği görülmektedir. Onun eserle-
rinden birisi, Fâtih Sultan Mehmed'in talebi üzerine kaleme aldığı
Kutbuddinzâde Mehmed İznikî (ö. 885/1480)
Sadreddin Konevî'nin Miftâhu'l-gayb isimli eserine yazdığı şerh-
Osmanlı âlim ve mutasavvıflarından Kutbuddin İznikî'nin oğlu tir. 691 Bu mektebin görüşlerinin daha önce hocası Şeyhülislâm Mol-
olan Mehmed İznikî, Fâtih Sultan Mehmed'in itibar ettiği devrin ile- la Fenârî ve Dâvûd-i Kayserî gibi önemli âlimlerce temsil edildiği bi-
ri gelen âlim ve mutasavvıflarındandı. Sultanla birlikte Eğriboz ve linmektedir.692
Boğdan seferlerine katılmış ve bu seferlerde ordunun muzaffer olma-
sı için okunması gereken duâları derleyip askere dağıttırmıştır.685 Sarıkadızâde Şeyh Mustafa (ö. 887/1482)
Kaynaklarda onun Molla Fenârî'nin yanında yetiştiği, ilim tahsil et- Müstakimzâde Tuhfe-i Hattatîn'de Osmanlı hat ekolünün kuru-
tikten sonra tasavvuf yoluna girdiği ve şerîatla tarîkatı birleştirdiği cusu hattat Şeyh Hamdullah'tan (ö. 926/1520) söz ederken onun
belirtildiği halde 686 intisap ettiği şeyhin adı ve tarîkatı zikredilme- Zeyniyye tarîkatı şeyhi Sarıkadızâde Şeyh Mustafa'dan el aldığını, bu
miştir. Kendisi de bazı eserlerinde tasavvufa intisabının olduğunu be- şeyhin vefatından sonra ise Nakşibendiyye'den Emir Ahmed Buha-
lirtmiş, 687 ancak bağlı bulunduğu şeyhin adını vermemiştir. Bununla rî'ye intisap ettiğini belirtmektedir.693 Amasya Târihi'nde ise Ham-
birlikte onun Zeyniyye'ye müntesip olduğunu gösteren bazı alâmet- dullah Efendi'nin babasından Zeyniyye ve Halvetiyye tarikatlarının
ler bulunmaktadır. Bunlardan birisi Zeyniyye tarikatında okunan ev- hilâfetini aldığı kaydedilmiştir.694 Babasının Amasyalı Sarıkadızâdeler
râdı (Evrâd-ı Zeyniyye) Tenvîrü'l-evrâd adıyla şerhetmesi688 ve bu ev- âilesinden Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede olduğu nakledildiğine
göre, 695 Tuhfe-i Hattatîn'de ismi geçen Şeyh Mustafa'nın Hamdullah
Efendi'nin babası olduğuna ve Zeyniyye hilâfetini ondan aldığına
683 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 6 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 114; Tâcü't-te-
hükmetmek gerekmektedir. Burada Zeyniyye yerine Sühreverdiyye
vârîh, II, 4 6 1 ; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 3b.
adının kaydedilmesi, Zeyniyye'nin Sühreverdiyye tarikatının bir kolu
684 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 88.
685 Kutbüddinzâde bu seferlere katıldığını şu eserinde kaydetmiştir: Münevvi- olduğu bilindiği için olmalıdır. Gülzâr-ı Savab'ta da onun ilk intisap
ru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802, vr. 85. Ayrıca cihadla il-
gili kaleme aldığı bir eserinin girişinde (Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr.
1802, vr. 97b) 885'te Rodos adası fethine katılarak askeri teşvik için Türk- 689 bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp.,
çe bir risale hazırladığını ve burada da fethin gerçekleşmesi için okunması Ayasofya, nr. 1802, vr. 63a.
gereken duâları yazıp askere dağıttırdığını belirtmektedir. 690 Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Şerhu 'Sübhâneke mâ arafnâke hakka mâri-
686 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 107; Tâcü't-tevârîh, II, 4 5 9 ; Nişancı Tarihi, s. fetike', Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223, vr. 18a.
691 Ragıb Paşa Ktp., nr. 6 9 2 ; Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271.
142.
692 Kutbuddinzâde Mehmed hakkında daha geniş bilgi ve eserleri için bk. Reşat
687 Mesela bk. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâ-
Öngören, "Kutbüddinzâde İznikî", DİA, XXVI, 489-490.
niye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271, vr. 2a. 693 Müstakimzâde, Tuhfe-i Hattâtîn, s. 186.
688 Bu şerhin müellif hayatta iken istinsah edilmiş bir çok nüshası bulunmakta- 694 bk. Muhittin Serin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DİA, XV, 450.
dır (Mesela bk. Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 2 9 0 [37 va- 695 bk. Serin, a.g.m., DİA, XV, 4 4 9 .
rak]; Fâtih, nr. 2 8 5 2 ; Laleli, nr. 1593).
ettiği tarikatın Sühreverdiyye olduğunun belirtmesi696 muhtemelen sekiz kıt'a, sülüs Halvetiyye silsilenâmesinin, yukarıdaki kaynaklarda
sözü edilen silsile olabileceği üzerinde durmuş, Halvetiyye'ye nisbet
aynı sebepledir.
edilmesinin de muhtemelen Zeyniyye silsilesinin bir noktada Halve-
Şeyh Mustafa hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Hüseyin
tiyye ile birleşmesi sebebiyle olduğunu belirtmiştir.700
Ayvansarayî Hadîkatü'l-cevâmî'âe onun Fâtih Sultan Mehmed'le bir-
Hasan Çelebi Fenârî (ö. 891/1486)
likte İstanbul fethine katıldığını,697 babasının Kübreviyye şeyhlerin-
den Sarıkadı Mehmed Dede olduğunu ve Alemdağı yakınındaki Sarı^- Kabri Bursa Zeyniyye Dergâhı'nın hazîresinde bulunan müderris-
kadı köyü (Bugün Ümraniye sınırları içinde bulunan Sarıgâzi köyü) lerden Hasan Çelebi Fenârî de Mehmed b. Sa'dî'nin belirttiğine göre
Zeyniyye şeyhlerinden birine intisap etmiş ve bu sebeple Zeyniyye'ye
mescidinde kendine mahsus türbede yattığını, türbe dışında da eşi ve
âit zâviyenin haziresine defnedilmeyi vasiyet etmiştir.701 Sahn-ı Se-
çocuklarının kabrinin bulunduğunu belirtmiştir.698 Kaydedildiğine
mân'da müderrislik yapmış olan Hasan Çelebi'nin müderrisliği sıra-
göre Hattat Hamdullah Efendi, zaman zaman Alemdağı'nda inzivaya
sında derviş tâcı ve abâsı giydiği, başına şemle sardığı belirtilmekte-
çekilip zikirle meşgul olur ve Mustafa Dede'nin türbesinde vecde ge- dir. 702 Daha önce üzerinde genişçe durulduğu gibi, dedesi Molla Fe-
lip kendinden geçermiş.699 nârî'nin de Zeyniyye'ye müntesip olduğu bilinmektedir. Hocaları ve
Şeyh Mustafa Dede'nin hangi silsileyle Zeyniyye'ye bağlandığı da yararlandığı âlimler arasında yine Zeyniyye'ye müntesip oldukları an-
tesbit edilememiştir. Ancak Nefeszâde Gülzâr-t Savâb'da (s. 52) Müs- laşılan Molla Hüsrev ile 703 Kutbüddinzâde Mehmed İznikî de var-
takimzâde de Tuhfe'de (s. 186) Hamdullah Efendi'nin Mustafa De- dır. 704 eş-Şekâik'te onun meşâyihle çok yakın ilişkisi olduğu belirtil-
de'nin tarikat silsilesini kaleme aldığım belirtmektedirler. Muhittin diği halde705 intisap ettiği şeyhinin adı zikredilmemiştir.
Serin Topkapı Sarayı Kütüphânesi Emânet Hazînesi 2862 numarada Şeyh Ârif Mehmed Efendi (ö. 943/1536'dan sonra)
kayıtlı, Şeyh Hamdullah hattıyla, baş kısmı ve ketebe sayfası eksik, on ( Bursalı Mehmed Tâhir ile Hüseyin Vassaf'ın kaydına göre Deniz-
lili Ârif Mehmed Efendi de Zeyniyye'nin ileri gelenlerindendi. İstan-
696 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstanbul bul'da zahir ilimlerini tahsil ettikten sonra tasavvuf yoluna girerek
1939, s. 50. seyru sülûkünü tamamlamış ve ardından yerleştiği İzmit'tej£.efâtma
697 /Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 261. Evliya Çelebi'nin Seyâhatnâme'de kadar tarîkat faaliyetlerini sürdürmüştür. Kabri Orhan Gâzi Câmii yu-
(I, 9 9 - 1 0 0 ) kaydettiğine göre İstanbul'un fethi sırasında Zeyniyye'ye men- karısındaki mezarlıktadır^706 M. Tâhir Bey tasavvufî mâhiyetteki Rav-
sup Şeyh Cübbe/Cebe Ali (Cibâli) önderliğinde üç yüz kadar derviş kerâmet
gösterip Halic'i seccadeleri üzerinde geçmiş ve bugün Cibali kapısı olarak
bilinen yerden surlara sarılmışlar. Ancak keramet izhar ettiği için fetih son-
700 Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 101.
rası Cibali şehid düşerek Gül Câmii'nin haziresine defnedilmiş, diğer derviş-
701 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 4b; ayrıca bk. Mecdî, s. 204.
ler de adı geçen câmîde inzivâya çekilmişler. Bu bilgiler pek çok tarikat men-
702 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 186.
subu gibi Zeynîler'in de İstanbul'un fethine iştirak ettiklerini göstermekle
703 Cemil Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313.
birlikte, Cibali hakkında verilen bilgiler târihen çelişkilidir. Zira aynı yerde
704 Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1887,
onun Mısır'da Memlûk sultanı Kalavun'un şeyhi olduğu, buradan Bursa'ya vr. 79b; ayrıca bk. Akpınar, "Hasan Çelebi, Fenârî", DİA, XVI, 313.
gelip Zeyniyye tarikatına girdiği belirtilmiştir. Oysa Sultan Kalavun'un daha
705 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 185.
Osmanlı Devleti bile kurulmadan önce; 1290'da vefat ettiği bilinmektedir
706 Osmanlı Müellifleri, I, 114; Vassaf, Sefîne, I, 2 6 9 (Sefîne'de ismi Mehmed
698 Ayvansarayî, Hadîkatü'l-cevâmî, II, 2 6 1 - 2 6 2 . Ârif şeklinde kayıtlıdır. Burada ayrıca Nüzhetü'l-muvahhidîn isimli manzum
699 Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-t Savab, s. 52. Burada Sarıkadıoğlu Mustafa eserin sahibi olduğu kaydedilen oğlu Şeyh Ahmed Efendi de (ö. 9 7 1 / 1 5 6 3 )
Çelebi'nin Hamdullah Efendi'nin şehzâdesi olduğu kaydedilmiştir. Muh- Zeyniyye ricâli arasında kaydedilmiştir. Kabri İzmit'te zikredilen yerde
temelen yanlışlıkla "şeyhi" yerine "şehzâdesi" ifâdesi kullanılmıştır. babasının yanındadır).
zatü't-tevhid isimli manzum eserini 947'de (1540) ikmal ettiğini be- beytinin Abdurrahim Rûmî'ye âit olduğunu belirtmekte,713 Mus-
lirtmekteyse de 707 müellif eseri Receb 943'te tamamladığını sonunda tafa Kara ise Veysî'nin yukarıdaki beytinin (.Peyrev oldum...) Abdür-
manzum olarak ifâde etmiştir.708 "Bede'nâ bismillâhi'l-ganiyyi'l-ahad rahim Efendi'nin sehl-i mümtenî olarak kabul edilen beytini (Tövbe
/ Huvallâhu rahmânu hayyü samed" şeklinde başlayan ilk 23 beyti ( Yarabbi...) tamamladığını söylemektedir.714 Oysa Süleymâniye Kü-
Arapça olan eserin diğer beyitleri Türkçe'dir. Müellif şiirlerinde Ârif tüphânesi'nde (Halet Efendi, nr. 800, vr. 32a-33a, kenarda) iki varak-
mahlasını kullanmış, eserin adını da birkaç yerde zikretmiştir.709 lık bölümü kaydedilen Tövbenâme nüshasında her iki beytin de Vey-
Veysî Efendi (Üveys b. Mehmed, ö. 1037/1628) sî'ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Beyitler öncesiyle birlikte şu şekilde
Akşehirli olduğu bildirilen Veysî Efendi'nin manzum Tövbenâme sıralanmıştır:
isimli eserinde Zeynüddin Hâfî'nin hikmetli sözlerini derlediği nakle-
dilmektedir.710 Bursalı Mehmed Tâhir Bey mezkûr eserde geçen, Tövbe Yârabbi giriftâr-ı hevâ olduğuma
Tövbe Yârabbi talepkâr-ı belâ olduğuma
Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe (-)
Daimâ rehsiper-iâmd u hata ettiklerime711 Tövbe Yârabbi ibâdet sanup ettiklerime
Dâmen-i âlûde-i çirkâb-ı riyâ olduğuma
beytindeki "sühan-perver" (mürşid) ile kastedilenin Abdürrahim Peyrev oldum o sühan-pervere ettim tövbe
Rûmî/Merzifonî (ö. 865/1461'den sonra) olduğunu belirtmiştir.712 Daimâ rehsiper-i amd u hata ettiklerime
Buradan Veysî'nin Abdürrahim Efendi'ye intisap ettiği anlaşılsa da bu Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime
târihen mümkün1 değildir. Ayrıca Mehmed Tâhir Bey, sehl-i mümtenî Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
olarak kabul edilen,
Mahmud Hayran (ö. ?)
Tövbe Yârabbi hata yoluna gittiklerime Bursa'da Zeyniyye Dergâhı'ndaki hücresinde uzun müddet zikir
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime ve ibadetle meşgul olduğu kaydedilen' bu zât keramet ehli olarak ta-
nınmıştı. Rivayete göre kendisine vefat edeceği zaman bildirilmiş, o
da vakit yaklaştığında arkadaşlarını Zâviye'nin yanındaki Muallimzâ-
707 Osmanlı Müellifleri, I, 114.
708 bk. Süleymâniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 743 (178 varak). de Câmii'nin önüne toplayarak, "İçeride bir cenaze var. Ben girip dı-
709 Bununla birlikte Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulunan bazı nüshalarının şarı çıkarayım, siz de yıkanıp kefenlenmesi ve namazının kılınması
başında müellif olarak farklı isimler kaydedilmiştir: Bağdatlı Vehbi (nr. 743) için hazırlık yapın" diyerek içeri girmiş. Uzun müddet dışarı çıkma-
bölümünde "el-Hâc Ahmed Halveti eş-şehîr bi Koca Halîfe", Mihrişah (nr. yınca ne olduğunu merak eden dervişler camiye girdiklerinde onu
2 1 3 ) bölümünde "Yiğitbaşı Ahmed Efendi", Reşid Efendi (nr. 4 5 1 )
mihrapta kıbleye yönelmiş bir şekilde vefat etmiş halde bulmuşlar. Ve
bölümünde "el-Hac Ahmed Halîfe" şeklindedir. Eserin bir bölümünün yer
aldığı Şehid Ali Paşa (nr. 1121, vr. 13a-24b) nüshasında ise Ârif İznikî ismi o zaman "içerideki cenaze" ile kendisini kasdettiğini anlamışlar. Kab-
kayıtlıdır. rinin adı geçen zaviyenin haziresinde olduğu kaydedilmektedir.715
710 M. Kanar, "Veysî", M, XIII, 3 0 9 ; Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler,
1,-111.
711 bk. Süleymâniye Kütüphânesi, Halet Ef., nr. 800, vr. 33a [kenarda]. Burada 713 Osmanlı Müellifleri, I, 111; II, 4 7 8 . Hüseyin Vassaf Bey de aynı bilgiyi tek-
eserin iki varak kadarlık kısmı haşiyede kaydedilmiştir (vr. 32a-33a). rarlamıştır (Sefine, I, 266).
712 Osmanlı Müellifleri, II, 4 7 8 . 714 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 93, dipnot: 28.
Bu bölümde son olarak §u bilgilere de yer verilmelidir: Bu araştır-
ma sırasında bir çok nüshasına başvurulan Baldırzâde Mehmed'e ait İKİNCİ BÖLÜM
Vefeyâtnâme'nin Süleymaniye Kütüphânesi'ndeki Âşir Efendi (nr.
265) nüshasının hâmişinde, Molla Hüsrev'in talebelerinden fakih ve ZEYNÎLİĞİN ÂDÂBI VE ÖZELLİKLERİ
hattat Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde.(ö. 935 veya 937/1531) ile (vr.
86b) Bursa Zeyniyye Dergâhı şeyhlerinden Mehmed Çelebi'nin
(Ö.969/1561-62) oğlu müderris Abdülvâhid Efendi'nin (ö. 986/1578)
de Zeyniyye'ye müntesip oldukları kaydedilmiştir (vr. 121b). Ancak
eserin diğer nüshalarında böyle bir kayda rastlanmamaktadır. Ayrıca
Cemâleddin Server Revnakoğlu, Fâtih Sultan Mehmed devri ricalin-
den olan ve Fâtih-Atpazarı'nda eski Mıhçılar caddesindeki açık türbe-
sinde son zamanlara kadar halk tarafından sık sık ziyaret edilen Şeyh
İsmâil Efendi'nin İstanbul'da Zeyniyye şeyhi olarak faaliyet gösterdi-
ğini belirtmiş, 716 Mustafa Kara da Hüseyin b. Ali Kâşifî'nin Ahlâk-ı
Muhsinî adlı manzum eserini Türkçe'ye çeviren Abdurrahman Frâ-
kî'yi (Ö.988/1580) eser ve fikirleriyle Zeyniyye kültürünü yayan şa-
hıslar arasında saymıştır.717
Öte yandan Enver Behnan Şapolyo kaynak göstermeksizin Yıldı-
rım Bâyezid (ö. 805/1403) ile Çelebi Sultan Mehmed'in de (ö.
ühreverdiyye tarikatının bir kolu olan Zeyniyye'de benimsenen
824/142,1) Zeyniyye tarikatına intisap ettiğini yazmıştır.718 Kanâati-
usûl ve âdâb büyük ölçüde Zeynüddin Hâfî'nin eserlerine; özellik-
me göre Çelebi Sultan Mehmed'in intisabı mümkün olsa bile, Yıldı-
le de Vasâya'l-Kudsiyye ile Menhecü'r-reşâd'a dayanmaktadır.1 Ayrıca
rım Bâyezid'in intisap etmiş olması târihen çok uzak bir ihtimaldir.
Sühreverdiyye'nin kurucusu Şeyh Şihâbüddin'in sünnî tasavvuf esas-
larını anlattığı Avârifü'l-maârif i ile ehl-i sünnet inançlarını kaydettiği
A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserleri de2 Zeyniy-
ye'nin âdâbı ve prensipleri için temel kaynaklardandır. Zeynüddin
Hâfî halîfelerinden Abdürrahîm Rûmî'ye yazdığı İcâzetnâme'de adı
geçen iki eseriyle birlikte Şeyh Şihâbüddin'in bu iki eserini de bizzat
715 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 5a; Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, okuttuğunu ve zikir telkin etme, hırka giydirme vb. salâhiyetlerin ya-
Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 1381, vr. 182b-183a; Güldeste, s. 228- nı sıra müridlerine bu eserleri okutması için de kendisine izin verdi-
229.
716 Cemâleddin Server Revnakoğlu, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve
Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Bayın-îsmail Dervişoğlu), İstanbul-2003, s. 1 Zeynüddin Hâfî'nin eserleri hakkında "Zeyniyye'nin Kuruluşu" bölümde bil-
148-149. gi verilmiştir.
717 Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I, 112. Ahlâk-ı Muhsinî Tercümesi'nin 2 Arapça olan bu eserlerden Avârifü'l-maârif hakkında geniş bilgi için bk.
yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphanesi'ndedir (Reşid Ef., nr. 1077). (Uludağ, "Avârifü'l-maârif", DİA, IV, 109-110). Sühreverdî'nin diğer eseri
718 Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 1964, s. A'lâmü'l-hüdâ'nin yazma bir nüshası Süleymâniye Kütüphânesi'nde bulun-
448. maktadır (Murad Buhârî, nr. 210, vr. 49b-71a).
ğini belirtmiştir.3 Ayrıca Hâfî Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserinde tarika- çekleşir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla birlikte bîatın
tın usûlünden sözederken bu hususla alâkalı Âvârifü'l-maârifi tavsiye şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen hemen aynıdır. Öncelikle ta-
etmekte (vr. 6b), müridin okuyacağı duâları kaydettiği sırada da "Du- rikata girmek isteyen mürid adayının intisâba ehil olup olmadığı araş-
ânın tamâmı Avârifte kayıtlıdır" diyerek bu esere mürâcaat edilmesi- tırılır. Araştırmalar olumlu sonuç verirse tâlip bir deneme ve müridli-
ni istemektedir.4 Yine Menhecü'r-reşâd'ı hazırlarken Hâfî'nin yarar- ğe hazırlık dönemi geçirir. Bu dönemde üç gün oruç tutar, boy abdes-
landığı birkaç eser arasında Avârif in de olduğu görülmektedir.5 ti ile iki rekat namaz kılar, istihâre eder, Allah rızâsı için sadaka verir.
Sonra şeyhin yanına giderek yüzü kıbleye gelecek şekilde huzûrunda
Kaydedilen bu eserlerden başka Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Şihâ-
diz çöker. Şeyh tâlipten üzerinde kul hakkı varsa bunları ödeyeceğine
büddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed Îznikî, Şeyh Vefâ, Si-
veya helâl ettireceğine dâir söz alır. Sonra sağ elini uzatıp onunla mu-
nan Paşa, Zenbilli Ali Efendi, Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî gibi Zeyniy-
safaha eder. Tâlibin elinin üstünde şeyhin eli bulunduğu gibi şeyhin
ye mensûbu müelliflerin tasavvuf düşünce ve anlayışlarını ortaya koy-
elinin üstünde de tarîkat pîrinin eli bulunduğu ve bunun silsileyle Hz.
dukları eserlerde ve Zeyniyye ricâline yer verilen diğer bir kısım kay-
Peygamber'e kadar ulaştığı kabul edilir. Şeyh tâlipten bütün şer'î hü-
naklarda da doğrudan veya dolaylı olarak tarikatta benimsenen pren-
kümleri yerine getireceğine, dînine ve ahlâk kurallarına bağlı kalaca-
siplere; usûl, âdâb ve erkâna yer verilmiştir. İleride temas edilecek
ğına dâir söz alır. O andan îtibâren hiçbir emrine karşı çıkmamasını,
olan bu usûl ve özellikler, temel olarak Şeyh Şihâbüddin Sühreverdî dostuna dost, düşmanına da düşman olmasını tenbih eder.7 Eğer şey-
ve Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin görüşlerine dayanmakla birlikte, Hâ- he bir anda birden fazla kişi bîat edecekse, o zaman bir kişi şeyhin
fî'nin ileri gelen halîfesi Abdüllatîf Kudsî/Makdisî vâsıtasıyla da Zey- elinden, diğerleri de biribirlerinin eteğinden tutar ve böylece şeyh ta-
niyye'ye bâzı esasların girdiği belirtilmektedir. Kudsî'nin Şeyh Hâ- mâmına birden tövbe ve zikir telkîn ederek bîat gerçekleştirilir.8 Töv-
fî'den önce uzun yıllar hizmetinde bulunduğu Şeyh Abdülaziz Ferne- be eden tâlipte şu üç vasıf bulunmalıdır: 1. İşlediği günahlardan piş-
vî'den tevârüs ederek getirdiği bu özellikler "Def'i zarar, celb-i men- manlık, 2. Onları tekrar işlememek, 3. İleride işlemeyeceğine dâir de
faat, ihvâna yardım, düşmana mukabele için teveccüh" şeklinde ifâde kesin kararlı olmak.9 Ancak bu şartlar çerçevesinde tövbe edenlerin
edilmiştir. Bu anlayışın Kudsı'den önce tarikatta bulunmadığı vurgu- "mürid" olabileceğini belirten Şeyh Zeynüddin Hâfî, tarikatta yol al-
lanmaktadır.6 maya başlayabilmek için de dünya nimetlerinden uzaklaşmayı ve
emelleri terk etmeyi şart koşar.10 Halîfesi Abdüllatîf Kudsî bu husû-
su, tarikata girmeden önce günahlardan tövbe edenlerin, tarikata gir-
I. Şeyhe Bîat ve Tarikata Giriş dikten sonra mahbûbun dışındaki her şeyden (mâsivâ) tövbe etmesi
Tarikata girme (intisap), şeyhe bağlılık sözleşmesi anlamına gelen gerekir11 şeklinde ifâde etmiştir.
ve şeyhin elini tutmak sûretiyle icrâ edilen bir bîat merâsimiyle ger-

7 Bu bilgiler ve bîat esnasında okunan dualar için bk. Osman Türer, "Biat
3 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 3 - 5 5 5 . Arapça olan İcâzetnâme'nin bir nüs- (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125.
hası Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki 8 Zeynüddin Hâfî'ye bir topluluğun bîati için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s.
varak), bir başka nüshası da Marmara Üniversitesi Kütüphânesi'nde bir mec- 512.
mua içinde bulunmaktadır (Hakses, nr. 3 5 5 , vr. lla-12a). 9 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b.
4 bk. el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr.lOb. 10 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 2b; a.mlf., Risâle [Ahmed Semerkandî'ye
5 bk. Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283. Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a.
6 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 2 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 68;
11 Abdüllatîf Kudsî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süleymâniye Ktp.,
Tâcü't-tevârîh, II, 435. Lâleli, nr. 3 7 4 5 , vr. 7a.
II. Şeyh-Mürid İlişkisi, Râbıta ve İstimdât yenler üç gruptur: "Sâlih ve ahyâr" denilen birinci gruptakiler namaz,
oruç gibi zâhirî amellerle, "evliyâ ve ebrâr" diye nitelenen ikinci
Bir şeyh-i kâmile kendi irâdesiyle bîat ederek tarîkat yolunu seçen
gruptakiler tezkiye, tasfiye, tahallîjkötü duygulardan kalbi arındırıp
mürîdin, mânevî eğitimini (seyru sülük) tamamlayıncaya kadar o şey-
nefsi temizleme ve iyiye, güzele yönlendirme) gibi bâtınî amellerle,
hin denetimi altında bulunması şart koşulmuştur. Bu, diğer tarîkatler-
"sıddîk" denilen üçüncü gruptakiler ise her ikisiyle birlikte yol alıp
de olduğu gibi Zeyniyye'de de vazgeçilmez bir kuraldır. Ancak şu da
hedefe varırlar.15
belinmelidir ki, şeyhin denetimi dışına çıkmama şartı, kendi irâdesiy-
le ona bîat etmiş olan (mürid) kişiler için konulmuştur. Yoksa böyle Şeyh-mürid ilişkisine başta Zeynüddin Hâfî olmak üzere Abdülla-
bir kural bütün müslümanlar için ileri sürülmüş değildir. Bâyezid-i tîf Kudsî, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Kutbuddinzâde Mehmed İznikî,
Şeyh Vefâ, Sinan Paşa gibi ileri gelen Zeyniyye ricâli eserlerinde temas
Bistâmî'ye nisbet edilen "Üstâdı olmayanın imâmı şeytandır" sözü de
etmişlerdir. Zeynüddin Hâfî bu konuya el-Vasâya'l-Kudsiyye'de hal-
yine tasavvuf yoluna girmiş kimseler içindir. Tasavvuf klasiklerinden
vete giren mürîdin uyması gereken şartları Cüneyd-i Bağdâdî'den
Kuşeyrî Risâlesi'nde bu sözün "Müridlere nasîhat" bölümünde zikre-
naklen sıralarken işâret etmektedir. Ona göre mürîdin kalbi tam bir
dilmiş olması ve müellif Abdülkerim Kuşeyrî tarafından da bu sözden
teslimiyet ve sevgi ile sürekli şeyhe bağlı olmalı (râbıta) ve onun rû-
önce "Mürid için gerekli olan bir başka şart" şeklinde bir açıklama ge-
hâniyetinden yardım beklemelidir (istimdat). Diğer şeyhlerin de hak
tirilmiş olması12 bunu göstermektedir. Demek isteniyor ki tasavvuf
olduğunu kabul etmekle birlikte Allah'ın kendisine ancak bağlı bulun-
yolunu seçenler eğer olgun bir şeyhin denetimi altında yol almazlarsa
duğu şeyhi vâsıtasıyla feyz vereceğine inanmalı, ondan yardım isteme-
şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Şeyh Vefâ'nın müridlerinden Sinan nin (istimdat) Nebî'den (a.s.) yardım istemek anlamına geldiğini bil-
Paşa bunu "Yola giden uz gerek; Hak isteyene kılavuz gerek. Sülük ir- melidir. Zira şeyhi tarîkat silsilesiyle Resûlullâh'dan o da Hz. Al-
şadsuz olmaz ve irşad inkiyadsuz olmaz" 13 şeklinde ifâdeye koymuş lah'tan yardım almaktadır. Şeyhine îtiraz eden ve ona kalbî râbıtayla
ve manzum olarak şu şekilde dile getirmiştir: bağlı olmayanın feyz alması ve mânen yükselmesi mümkün değildir.
Öyle olduğu için bütün meşâyih mürîdin şeyhine, ölünün yıkayıcıya
Sâlike miirşid gerek bilgil anı teslim olduğu gibi teslim olmasını gerekli görmüşlerdir.16 Mürid hal-
Mürşid olmayınca azar yolını lerini, eğer şeyhin huzûrunda ise sözlü olarak, değilse sağlam bir râ-
Rehber olmadın gidersen râha sen bıta ile gıyâbında mânevî olarak şeyhine arzetmelidir.17
Geh düşersin balçığa geh çâha (kuyu) sen.14
15 Abdüllatîf Kudsî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l-makâmât ve'l-merâtib,
Öte yandan tasavvuf yolunu seçmemiş olanlar için Allah'a ulaştı- Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3 0 0 7 , vr. 2a.
ran daha başka binlerce yolun olduğu "Yaratıkların nefesleri adedin- 16 bk. Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 25b-27a.
ce Allah'a götüren yol vardır" şeklinde bir ifâde ile bizzat tasavvuf eh-
17 Hâfî, el-Vasâya 'l-Kudsiyye, vr. 38b. Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Hâfî'nin
Evrâd'ına yazdığı şerhte mürîdin şeyhin rûhâniyetinden istifâde etmesini şu
li tarafından dile getirilmiştir. Nitekim Abdüllatîf Kudsî de eserinde şekilde açıklamaktadır: Yaptığımız duâlar bizimle mukarreb melekler arasın-
mezkûr sözü naklettikten sonra şöyle demektedir: Bu yollarda yürü- da bir münâsebet meydana getirmesi sebebiyle meleklerden bize yardım ulaş-
tığı gibi, velîlerin rûhâniyetinden de yardım ulaşır. Zîra duâ eden ile velînin
rûhâniyeti arasında da bir münâsebet meydana gelmektedir. Ayrıca velînin
12 Abdülkerim Kuşeyrî, er-Risâletü'l-kuseyriyye (thk. Abdülhalîm Mahmud- hayatta olup olmaması da önemli değildir. Vefat etmiş olanların kabirleri
Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts., II, 735. ziyâret edilip duâ edildiğinde bol miktarda feyz meydana gelir (Kutbuddin-
13 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 181. zâde Mehmed İznikî, Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin
Paşa, nr. 2 9 0 , vr. 10b).
14 a.g.e., s. 77.
Şeyh Vefâ da mürşid-i kâmilleri birer mânevî doktor olarak nite- den Sinan Paşa ise Tazarrûnâme'de "İşâret-i Vucûb-i Şeyh" başlığıyla
lemekte ve bir hastanın doktora teslim olduğu gibi mürid de mürşidi- şeyh-mürid ilişkisine temas etmişlerdir.24
ne teslim olmalı; sözlerinde bir hikmet olduğuna inanarak isteklerini İleri gelen meşâyihin yaptığı açıklamalar göstermektedir ki, mürî-
yerine getirmelidir, demektedir. Ayrıca mürîdin kendisini devamlı din mânevî yükselişi şeyhine olan râbıtasıyla; yâni kalbî bağlılık dere-
şeyhin huzûrunda olarak düşünmesi gerektiğini de vurgulayan Şeyh
cesiyle doğru orantılıdır. Bu yüzden mürîdin, şeyhini en yüksek dere-
Vefâ,18 insanın içinde bulunduğu "his âlemi"nin kayıtlarından kuru-
ceye çıkmış bir velî olarak kabul edip her şeyiyle ona bağlanması is-
tulup şeyhin yardımıyla "misal âlemi"ne geçerek hakîkî kurtuluşa ere-
tenmiştir. Bununla birlikte şeyhe bağlılığın îtidal ölçüsünde de olabi-
ceğini belirtmektedir. Bunu şu şekilde ifâde etmiştir: "Sen annesinin
leceği Hacı Halîfe tarafından dile getirilmiştir. Ona göre, şeyhe yuka-
karnındaki çocuk gibi şu his âleminde hapissin. Eğer misal âlemine
rıda belirtildiği şekilde bağlılık esas olmakla birlikte, şeyhin yalnızca
doğmazsan karanlıkta kan emmeye devam edersin. Şâyet misal âlemi-
şerîat yolunda yürüyen bir Hak eri olduğunu kabul edip, kerâmet eh-
ne doğmayı başarırsan, karanlıktan da kandan da kurtulur, süt emme-
li bir velî olduğuna inanmadan da mürid olmak mümkündür.25
ye başlarsın. Unutma ki şeyhin irşâdı, mürîdine süt vermesi gibidir."19
Zeyniyye'nin ileri gelen şeyhlerinden Hacı Halîfe şeyhin sözüne
uymanın mürid için ne denli erdirici rol oynadığını yaşadığı bir tec-
rübeden yola çıkarak şöyle dile getirmiştir: "Altı ay boyunca kendi ka- III. Zühd Anlayışı, Seyru Sülük ve Nefis Terbiyesi
rarımla hiç hayvânî gıda almadan ve su içmeden riyâzet yaptığım hal-
ÂJıirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kulla-
de bir şey elde edemedim. Bütün kazanımlarım ancak şeyhimin tavsi-
nılan zühd, tasavvuf ehlinin vazgeçilmez prensiplerinden biridir. Dün-
yelerine uymakla gerçekleşti."20
yaya ilgi göstermeme, bâzı sûfîlerce "ona hiç sâhip olmama" şeklinde,
Şihâbüddin Ahmed Sivâsî Risâletü'n-necât isimli eserinde şeyhe bâzılarınca ise "sevgisini gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uy-
kalbî râbıtanın gerekliliği konusunda bir kısım âyet ve hadislerden de- gulanmıştır. Zeyniyye tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip
liller kaydetmiş,21 ayrıca mürîdin şeyhin makamına oturamayacağı, olmamanın esas alındığı ve bunun mürîdin mânen yol alabilmesi (sey-
elbisesini giyemeyeceği, sözüne itiraz edemeyeceği ve yanında güle- ru sülük) için temel şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir.
meyeceği, şeyhin hanımı annesi yerinde olduğu için şeyh onu boşasa Zeynüddin Hâfî Vasâyâ'sında, tövbe edip mürid olan kimsenin artık
bile evlenemeyeceğini dile getirmiştir.22 Abdüllatîf Kudsî de Hâdi'l-
daha önce sâhip olduğu yüksek makam, leziz yemek, değerli giyecek,
kulûb isimli eserinde "şeyhlik mertebesi", "şeyhliğin şartları ve edep-
rahat yataklarda uyku gibi şeylerden ferâgat etmesi gerektiğini belirt-
leri", "müridin edepleri" gibi başlıklarla,23 Şeyh Vefâ'nın müridlerin-

18 Vefa Muslihuddin Mustafa, Makâm-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efen- varaktan ibârettir. Kalan bu varaklarda ise, giriş kısmında verilen bölüm baş-
di, nr. 6 5 2 , vr. 2a. lıklarından anlaşıldığı kadarıyla tasavvufî meselelere geçmeden önce inanç
19 Vefa Muslihuddin Mustafa, Sâz-ı trfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. konularının ele alındığı birinci bölüm bile bitmemiştir. Eserde şeyh-mürid iliş-
652, vr. 40b. kilerine dâir bilgiler verildiği, başında kaydedilen bölüm başlıklarından an-
20 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. laşılmatktadır. Eserin Süleymâniye Kütüphânesi'nde (Dâru'l-Mesnevî, nr.
21 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî, Risâletü'n-necât min şerri's-stfât, Süleymâniye 116) bir başka nüsnasının daha kayıtlı olduğu görülmektedir. Ancak bu nüs-
Ktp., Hâlet Efendi, nr. 246, vr. 66a. ha da kayıptır.
22 a.g.e., vr. 71a. 24 Sinan Paşa, Tazarrûnâme, s. 76-80.
23 Abdüllatîf Kudsî, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süleymâniye Ktp., Yazma 25 bk. Lâmiî Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 241-
Bağışlar, nr. 167. Hâdi'l-kulûb''un kaydedilen bu nüshası noksan olup sekiz 242.
mekte, bunu gerçekleştirmeden zâhid olunamayacağını vurgulamakta- tövbe edip Allah'a itâatle meşgul olmalıdır. Eğer rızık endişesiyle ko-
dır.26 Müridlerinden Ahmed Semerkandî'ye tavsiye niteliğinde yazdığı ' casının tarîkata girmesine engel olmaya kalkarsa, kocası mehrini ve-
risâlesinde mânevî yükselişin şartlarım şu şekilde saymıştır: Zâhiren ve rir ve Allah rızası için onu boşar.30
bâtınen dünyâyı terk etmek; zâhiren ve bâtmen takvâya sarılmak; mâ- Mürid rızık konusunda Allah'a tevekkül etmeli, O'na güvenmeli-
sivâdan (Allah'ın dışındaki her şey) uzaklaşmak; kalb ve bedenle Al- dir. Rızık için çalışmaya gerek duymamalı, insanlardan bir şeyler
lah'a yönelmek. Dünyayı terketme, elini mal ve mülklerden kalbini de umarak etrâfında dolanmamalıdır.31 Ayrıca yemesi, içmesi ve uyuma-
emellerden temizlemekle gerçekleşir. Takvâya sarılmak ise, insanlardan sını ibâdete güç ve kuvvet kazanmak niyetiyle yapmalı, eşiyle buluş-
uzaklaşmak (uzlet), evlenmeyi terk etmek ve bekârlığa sabretmekle masını da harama düşmemek için şehvetini teskin etmek ve Allah'a
olur.27 Hâfî ayrıca Vasâyâ'da da mürîdin insanlardan uzaklaşması (uz- kulluk edecek bir çocuğa sâhip olmak umuduyla gerçekleştirmelidir.
let) ve evlilik meselesi üzerinde durmuş, bu çerçevede seyru sülûkünü Yoksa bunlardan lezzet almayı hedeflememelidir.32
ikmâle koyulan bir kimsenin din işlerinde gevşek davranan kötü huylu
çSeyru sülük ile mürîdin, kötülüklerin en önemli kaynağı olarak
kimselerle arkadaşlık etmemesini, gıybet, yalan, riyâ, kibir, haset, nifak
görülen nefsini terbiye etmesi; kötü huylarını iyi ve güzel huylara dö-
gibi pek çok bozuk hâl ve davranışların bu gibi insanlardan bulaştığını
nüştürmesi amaçlanmaktadır. Şeyh Vefâ Makâm-ı Sülük isimli eserin-
bilerek cumâ ve cemaatle namazın dışında insanların arasına karışma-
de nefsin ilk mertebedeki vasfı olan "emmâre" (sürekli kötülüğü em-
masını tavsiye etmiş, sohbet edecek sâdık bir kimse bulursa onunla soh-
retme) özelliğini zikrettikten sonra şöyle diyor: Bu makamda nefsin
bet edebileceğini, aksi takdirde bütün vaktini Allah'a ibâdet ile geçir-
işi gücü hevâsı peşinden koşmaktır. Dünyâyı sever, ama âhireti aklına
mesinin uygun olacağını belirtmiştir.28
bile getirmek istemez. Bu mertebede ölenler mücrim (günahkâr) ola-
Bekâr olarak tarîkata girenler, seyru sülûkünü tamamlayıncaya rak giderler. O sebeple nefsi riyâzetle (çile, halvet, uzlet vb.) bu mer-
kadar evlenmemelidirler. Zira bu kimseler nefsin hevâsını önlemek tebeden kurtarıp daha yüksek derecelere çıkarmak gerekir. Zira bu
için çetin bir mücâdele içine girmişlerdir. Ne zaman ki Hak eri olur- şekilde terbiye edilmezse daha da azar ve mukabili olan ruh/can be-
lar ve artık dertleri devâları hâline gelir, o zaman evlenebilirler.29 Sû- dendeki etkisini yitirir. Şeyh Vefa bu husûsu manzum olarak şu şekil-
fi evleneceği hanımın kendisini ibâdet ve tâatinden alıkoymaması için de dile getirmiştir: y
dînine bağlı, kanâat sâhibi, sabırlı ve saygılı kimselerden olmasına
dikkat etmelidir. Eğer böyle bir kimse bulamazsa bekârlığı evliliğe ter- Ten gıdâsmdan nefs bulur hayat
cih eder. Zira açlık ve uykusuzluk çekerek bekârlığa sabretmek, yuka- Ol hayat buldukça can bulur memat?3
rıdaki vasıflara sahip olmayan bir hanıma tahammül etmekten daha
üstün ve daha sevaptır. Evli olarak tarîkata girenlerin hanımları da Nefsin çirkin huylarını güzel huylara dönüştürme konusunda
Zeynüddin Hâfî seyru sülük erbâbına, kötü vasıflardan herbirini bu
vasıfların kendisinde hâkim olduğu bir hayvan sürerinde düşünmesi-
26 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b.
27 Zeynüddin Hâfî, Risâle (Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler), Süleymâniye ni tavsiye etmektedir. Meselâ hasedi kurt, aldatmayı tilki, boş yere ge-
Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. 84a-87b.
28 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8a-b.
29 Taşköprîzâde, Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Ö.894/1489) müridlerinden 30 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a.
birinin evlendiğini eserinde bir vesileyle kaydetmiştir (bk. eş-Şekâik, s. 245). 31 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b.
Bu eğer çok özel bir durum değil ise, tarikatta mürîdin evlenmemesi kuralının 32 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 8b.
zaman içinde yumuşatıldığına işâret sayılabilir. 33 Vefâ, Makâm-ı Sülük, vr. 2a.
zip dolaşmayı çakal, gafleti tavşan, cimriliği fâre, hırsı karınca, boğaz edilir.37 Başta kurucusu Zeynüddin Hâfî olmak üzere tarikatın ileri
düşkünlüğünü maymun ve ala köpek, kibri kaplan, kendisine itaat gelenleri zikrin yapılış şeklini şöyle târif etmişlerdir: Mürid önce bağ-
edilmesini arzu etme ve yükseldik duygusunu aslan, kızmayı (gadab) daş kurup ellerini ayakları üzerine (uyluklarına) koyar, ardından göz-
siyah köpek ve ayı, fere şehvetini eşek şeklinde düşünmelidir. Ayrıca lerini yumarak başını kalbi üzerine eğer. Zikre "Lâ" sözüyle başlar ve
; şehveti söndürmek için az gıda, oruç ve uykusuzluk gerekir.34 aynı anda başını sağ omuzuna doğru kaldırır. Baş sağ omuzun üzerin-
I1
de iken kelime-i tevhîdin "Lâ ilâhe" kısmı bitmiş olur. Ara vermeden
Taşköprîzâde'nin eş-Şekâik'te yer verdiği bir olay, Zeyniyye'de
başını tekrar kalbine doğru indirir ve tam kalbi üzerine geldiğinde
j nefsin kötü huylarına karşı mürîdin ne kadar dikkatli ve uyanık olma-
vurgulu bir şekilde "İllâllah" der.38
sının istendiğini göstermesi bakımından önemlidir. Kaydedildiğine gö-
re, Zeyniyye ricâlinden Şeyh Muslihuddin Kocevî İstanbul'a geldiğin- Abdüllatîf Kudsî kelime-i tevhîdin nefiy kısmıyla (Lâ ilâhe) Al-
| de Şeyh Vefâ teberrüken müridlerini onun ziyâretine gönderir. Musli- lah'ın zâtı için muhal olan sıfatların nefyedildiğini, isbat kısmıyla da
huddin Efendi'nin bir âdeti vardır; birisi elini öptüğünde mutlaka eli- (illâllah) zâtı için gerekli olan sıfatların isbat edildiğini belirtir. Ayrıca
ni yıkamaktadır. Vefâ'nın dervişleri sırayla elini öptükçe herbirinden nefiy kısmının "fenâ"ya, isbat kısmının "beka"ya işâret ettiğini, dola-
! sonra elini yıkadığı halde, Veliyyüddin isimli dervişten sonra her ne- yısıyla "Lâ ilâhe" ile Allah'tan başka her şeyin nefyedilip "İllâllah" ile
; dense yıkamaz. Bu durumu şeyhi Vefâ'ya öğünçle, sevinerek anlatan O'ndan başka hiçbir şeyin ibkâ edilmediğini vurgular.39 O sebeple zi-
p:,., Veliyyüddin'de ufak bir enâniyet sezen Şeyh Vefâ şöyle demiştir: "Na- kir esnâsında baş soldan sağ omuza doğru kaldırılırken, mâsivânın
il ; sil yıkasaydı ki, sen öpünce elini kesmesi gerekiyordu." Veliyyüddin kalpten sökülüp atılmasına, "Allah" denildiğinde de kalbe Allah'ın
| ^ Efendi, "Benim için tasavvuf kapısı işte bu sözden sonra açıldı" diye- nûrunun yerleşmesine niyet edilir.40
li rek, yapılan uyarının kendisi üzerindeki tesîrini dile getirmiştir.35 Yi- Tarikata yeni girmiş olanlar "Lâ ilâhe illâllah" derken "Lâ mâbû-
İî ne Şeyh Vefâ'ya bir gün, şehre çok güçlü bir adamın geldiğini, kimse- de gayrallah" mânâsını düşünür. Biraz ilerleyip orta dereceye yüksel-
Ş t nin kaldırmaya güç yetiremeyeceği koca koca taşları rahatlıkla kaldır- miş sâlik "Lâ matlûbe/Lâ murâde/Lâ maksûde illâllah" mânâsına niyet
dığını söylediklerinde o, "Abdest ibriğini kaldırmak o taşları kaldır- eder. Kalbinde mahlûka karşı muhabbet kalanlar "Lâ mahbûbe illâl-
ıp-' maktan daha zordur; çünkü biri nefsin hoşuna diğeri ise zoruna git- lah" mânâsını düşünür. Tevhid zikrine devam eden mürîdin kalbi vah-
mektedir" demiş36 ve böylece şerîatın emirlerini yerine getirmenin dâniyet nurlarıyla dolunca, bu nurlar kâinâtın bütün safhalarına da
| nefsi terbiye konusunda ne denli etkili olduğunu ifâdeye çalışmıştır. akseder. Sonuçta mürid varlıkları gerçekte oldukları gibi; yâni kendi-
liklerinden var olamayan, her an yok olup gitmesi mümkün eğreti
.', ı
'I
IV. Zikir Şekli ve Evrâd 37 Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2650, vr. 2a;
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb.
Zeyniyye tarîkatında uygulanan zikir "cehrî" ya da "celî" tâbir 38 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b; Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b; ayrıca
edilen sesli tevhîd (Lâ ilâhe illâllah) zikrinden ibârettir. Bu zikri ve ya- bk. Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr. 2 6 5 0 , vr.
pılış şeklini ilk olarak Hz. Peygamber'in Hz. Ali'ye târif ettiği kabul 2a; Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. lb. Kuşâşî zikrin yapılış şeklini
Hâfî'nin halîfesinin halîfesi Tâcüddin Abdurrahman el-Mürşidî el-
Kazerûnî'den naklen kaydetmiştir. Zikirde oturuş şeklini de yine aynı zâttan
34 bk. Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 38b-39a-b. naklen o kaydetmektedir.
35 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 .
39 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 12a.
36 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 4 0 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 2 9 .
40 Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd, vr. 62b.

k:
varlıklar olarak görmeye başlar. Bu durumda "Lâ ilâhe illâllah" der- risâle kaleme alarak bu tür bir zikri muhâliflerine karşı savunması,47
ken niyeti "Lâ mevcûde illâllah" olur ve böylece tevhîd nûru ortaya Zeyniyye'de devran ile zikir yapıldığım gösteren hususlar olarak de-
çıkar. Bu sırada meydana gelen kevnî keşiflere ve kerâmetlere iltifat ğerlendirilebilir^
etmez. Zira onlar nefsin hevâ ve hevesinden kaynaklanmaktadır.41
Zeynüddin Hâfî tarikatta okunacak "evrâd" ve "hizb"i de Arapça
Zeyniyye ricâlinden Hacı Halîfe, tevhid zikrine devam eden mü- olarak kaleme almıştır. Sabahlan okunan virdler "Hâzâ evrâdü's-
rîdin zamanla kendisini hep Allah'ın huzûrunda görmeye başlayacağı subh" şeklinde kaydedilmiş, peşinden "Hâzâ hizbü'l-mev'ûd" başlı-
için diliyle zikredemez hâle gelebileceğini, hatta duâ bile edemeyece- ğıyla diğer okunacak duâlar zikredilmiştir.48 Aşağıda mürîdin yirmi
ğini belirtmekte, bu durumda zikirden fikire geçmenin, yâni yalnızca dört saati anlatılırken bu virdlerin zamanlarına işâret edilecektir. Bu-
Hakk'ın huzûrunu düşünmenin yeterli olacağını ifâde etmektedir. nunla birlikte Zeyniyye şeyhlerinden Mehmed b. Sa'dî (ö. Cemâziye-
Ona göre bu hâl, Cibrîl hadîsinde ifâde edilen "Allah'ı görüyormuş gi- levvel 1040/Aralık 1630), Hâfî'nin şeyhinin şeyhi Yûsuf Acemî Gûrâ-
bi ibâdet etme/ihsan" derecesinin başlangıcıdır.42 nî'nin tertip ettiği evrâdın Zeyniyye şeyhleri tarafından beş vakit na-
Yukarıda verilen "tevhid zikri" târifinden anlaşıldığına göre tari- mazdan sonra okunageldiğini belirtmiştir.49 Bu, Hâfî'den çok önce
katta zikir oturarak icrâ edilmekte; yâni "kuûdî zikir" uygulanmakta- tertip edilen bir evrâdın tarikatta okunduğunu göstermektedir. Ve
dır. Ancak kaynaklarda açıkça ifâde edilmemiş olsa da Zeynîlerin belki de Hâfî'ye nisbet edilen evrad, Gûrânî'nin tertip ettiği evrad
"kuûdî zikir"le birlikte, ayakta dönerek zikretme anlamına gelen olup Hâfî tarafından da okunduğu için sonradan ona nisbet edilmiş-
"davrânî zikir" tarzım da uyguladıkları tahmin edilebilir. Zira Zey- tir. Ancak yine de Gûrânî'ye nisbet edilen evrad elde edilinceye kadar
niyye'nin bağlı bulunduğu ana tarîkat olan Sühreverdiyye'de devrânî bu hususta kesin bir şey söylemek zordur.
zikre büyük önem verildiği belirtilmektedir.43 Ayrıca Ö. T. İnançer
Zeyniyye'nin Horasan tasavvuf ekolüne bağlı olduğu için devrânî zi-
kir tarzını benimsediğini ve zikir âyininin Halvetî âyinine çok benze-
V. Mürîdin Yirmi Dört Saati ve Halvet Hâli
diğini ifâde etmekte, ancak bu hususla alâkalı her hangi bir kaynak
zikretmemektedir.44 Kanaatime göre, Abdüllatîf Kudsî'nin genellikle Zeynüddin Hâfî el-Vasâya'l-Kudsiyye'de müridlerin vaktini gece
devran sırasında icrâ edilen "semâ" ile ilgili, Allah'a olan muhabbet ve gündüz nasıl değerlendirmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde anlat-
sebebiyle cezbeye kapılarak yapıldığında insandaki güzel huyların açı- mış, okunması gereken duâları da ayrı ayrı kaydetmiştir.50 Buna göre
ğa çıkmasına yardımcı olduğunu söylemesi,45 Şeyh Vefâ'nın ayakta bir mürid yirmi dört saati şu şekilde geçirmelidir:
halka hâlinde icrâ edilen ve "Vefâ devri" diye bilinen bir zikir türünü Sabah Duâları:
uygulamış olması,46 Vefâ'nın müridlerinden Şeyhülislâm Zenbilli Ali Sabah namazı vakti (fecr-i sâdık) girdiğinde mürid önce "Allâhüm-
Efendi'nin devran ile alâkalı verdiği müsbet fetvâların yanı sıra bir de me innî esbahtü üşhidüke..." diye başlayan duâyı (9 satır), sonra üç
defa "Allâhümme mâ esbaha bî min nîmetin..." diye başlayan duâyı (2
41 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. llb-12a.
42 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 7 - 5 5 8 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 242. 47 Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 343, 369-370.
43 Uludağ, "Devran", DİA, IX, 248. 48 Süleymaniye Ktp., Murad Buharî, nr. 2 1 0 0 , vr. 82b-85a.
44 İnançer, "Zeynîlik (Zİkir Usûlü ve Mûsikî)", DBİA, VII, 553. • 49 Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı, vr. 2a, 4b.
45 Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 37a. 50 Eserde tam olarak kaydedilmiş olan duâların burada sâdece başlangıç kısmı
46 bk. burada "Vefâiyye-i Zeyniyye" bölümü. kaydedilecektir.
satır), sonra "Allâhümme leke'l-hamdü hamden..." diye başlayan du- konuşuyormuş ya da Kur'ân'ı O'na okuyormuş gibi dikkatli ve uya-
âyı (4 satır) okur. Daha sonra ise okuyabildiği kadar "Sübhânallâhi ve nık olur. Sonra iki ya da dört rekat olarak Duhâ namazı kılar. Her iki
bihamdihî adede halkıhî..."diye başlayan duâyı (1 satır), eğer vakit rekatta da Fâtiha'dan sonra Duhâ ve İnşirah sûrelerini okur. Dört re-
olursa "Sübhânallâhi ve bihamdihî ed'âfe..." diye başlayan duâyı (9 kat kılacaksa ilk iki rekatta Şems ve Leyi sûrelerini, sonrakinde ise iki
satır) okur. Ardından sabah namazının iki rekat sünnetini kılar. Birin- rekat kılınırken okunan sûreleri; yâni Duhâ ve İnşirâh'ı okur. Namaz-
ci rekatta Fâtiha'dan sonra Kâfirûn sûresini, ikinci rekatta ise İhlas sû- dan sonraki vaktini ise ehl-i sünnete uygun inanç esaslarını öğrenme-
resini okur. Farza başlamadan önce yüz defa ya da mümkün olduğu ye ya da öğretmeye ayırır.55 Ders saatinden sonra eğer oruca niyetli
kadar "Sübhânallâhi ve bihamdihî sübhânallâhi'l-azîm ve bihamdihî değilse yemeğini yer 56 ve gece kalkmasına yardımcı olsun diye kaylû-
estağfirullah" duâsını okur. Sonra mümkün olduğu kadar salavât ge- le uykusuna yatar. Uyanınca kalkıp abdest alır ve iki rekat şükür na-
tirir. Ardından "Allâhümme innî es'elüke rahmeten..." diye başlayan mazı kılar, güneş zevâl buluncaya kadar da zikirle meşgul olur.57 Ar-
duâyı okur. Sonra cemâatle farzı kılar.51 dından ister Hanefî isterse Şâfiî mezhebine mensup olsun tek selâmla
dört rekat nâfile kılar. Sonra öğlenin dört rekat sünnetini, cemâatle
Sabah Evrâdı, Tevhid Zikri ve Murâkabe: farzını ve peşinden son sünnetini kılar. Öğle namazından sonra ise iki
Mürid sabah namazının ardından "sabah evrâdı"nı, onu tâkiben rekat daha nâfile kılar.58
de kendisine verilen "hizb"i okur. Sonra "Lâ ilâhe illâllah" zikriyle
İlmi Faaliyetler:
meşgul olur.52 Güneş bir ya da iki mızrak boyu yükselinceye kadar bu
zikre devam eden mürid yorulunca zikri bırakır ve murâkabeye dalar. Akâidle ilgili konuların tahsîli ya da tâlîmi için müride kuşluk vak-
Önce Hak Taâlâ'nm her taraftan kendisine baktığını ve onu kuşattığı- tinde ayrılan zamânın yanı sıra ilmî faaliyetleri için öğle ile ikindi ara-
sı, akşamla yatsı arası ve yatsıdan sonra olmak üzere üç ayrı zaman di-
nı düşünür. Düşündükçe vücûdu küçülür, küçülür... Rabbi'ne gitmek-
limi daha ayrılmıştır. Ancak bu vakitlerin başında ve sonunda yapıl-
ten başka çâre kalmaz ve cismiyet ortadan kalkar... Sonra kalbine me-
ması gereken bâzı duâlar ve nâfile ibâdetler bulunmaktadır. Buna gö-
sajlar (havâtır) gelmeye başlayınca, dervişler arasında bilinen duâyı
re öğleden îtibâren yatma vaktine kadar müridin yapması gerekenler
okur.53 Murâkabenin ardından iki rekat Kuşluk (İşrak) namazı kılar.
şu şekilde düzenlenmiştir: Öğle namazını müteâkip kıldığı iki rekat-
Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Nûr sûresinin 35. âyetini, ikinci re-
lik nâfileden sonra eğer önemli bir işi varsa ikindiye kadar o işini gö-
katta da 36-38. âyetlerini okur. Sonra birkaç defa daha zikir yapar ve
rür. Eğer işi yoksa kitap mütâlaa eder veyâ daha önce te'lîfe başladı-
duâ eder.54
ğı eserini yazmakla meşgul olur. Sonra dört rekat ikindinin sünnetini,
Kur'an Okuma ve Akâid Tahsili: ardından da cemaatle farzını kılar. Namazın peşinden kendisine veri-
Mürid sabah evrâdı, tevhid zikri vb. vazifelerini yerine getirdik- len "hizb"i okur. Sonra güneş batıncaya kadar tevhîd zikriyle meşgul
ten sonra mânâsını düşünerek bir müddet Kur'an okur. Sanki Allah'la olur. Eğer zikir güneş batmadan önce biterse akşam namazı vaktine
kadar teşbih ve istiğfar çeker. Cemaatle akşamın farzını, sonra iki re-
kat sünnetini kılar. Ardından îmanın bekası için iki rekat daha namaz
51 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 9b-10b. kılar. Her bir rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, İhlas, Felak ve
52 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 10b. İlerleyen sayfalarda tevhid zikrinin yapılış
şekli ve müridin zikir sırasında dikkat etmesi gerekenler anlatılmaktadır. An-
cak bunlar daha önce "Zikir Şekli" başlığı altında anlatıldığı için burada tek- 55 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 13a-b.
rar kaydedilmemiştir. 56 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 14b.
53 Dua kaydedilmemiştir. 57 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 15b.
54 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12b-13a. Duâ kaydedilmemiştir. 58 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a.
Nâs sûrelerini okur. Sonra on defa salavât getirir. Peşinden üç defâ Teheccüd Vakti:
"Allâhümme innî istevda'tüke..." diye başlayan duâyı (iki satır) okur. Mürid bir müddet uyuduktan sonra teheccüt vaktinde kalkar ve
Sonra ilim tahsil edenlerden ise yatsıya kadar kitap miitâlaası ile meş- "Elhamdü lillâhillezî ahyânâ..." diye başlayan duâyı okur, istiğfar çeker
gul olur. Bu sırada hiç konuşmaz. Zira konuşmak kalbi bulandırır. ve Allah'ı (c.c.) teşbih eder. Ardından abdest alıp iki rekat namaz kılar.
Kendisine dînî-şer'î bir mesele sorulmazsa yatsıdan sonra da konuş- Sonra on rekatta tamamlamak üzere Teheccüd namazına başlar. İlk iki
mamalıdır. Eğer ilim tahsil eden müridlerden değilse uygun olan tev- rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî ve Âmene'r-rasûlü'yü okur.
hîd zikriyle meşgul olmasıdır. Yatsı vakti girince dört rekat sünnetini, Selâmdan sonra birkaç kez teşbih çeker, zikir yapar, salavât getirir.
cemâatle farzım, sonra da dilerse iki, dilerse dört rekat olarak son Üçüncü ve dördüncü rekatlarda Secde ve Duhan sûrelerini, beşinci ve
sünnetini kılar. Ardından hücresine çekilip tek selâmla dört rekat altıncı rekatlarda Yâsîn ve Fetih sûrelerini veya Zümer veya Hadîd ya
nâfile kılar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra Âyetü'l-kürsî'yi, ikincide da dilediği bir sûreyi okur. Yedinci ve sekizinci rekatlarda Mülk ve
Âmene'r-rasûlü'yü, üçüncüde Hadîd sûresinin ilk altı âyetini, dördün- Müzemmil sûrelerini, dokuzuncu ve onuncu rekatlarda da Tâ-Hâ
cüde ise Haşr sûresinin son dört âyetini okur. Sonra eğer yanında sûresinin tamâmını veya bir kısmını okur. Sonra Vitir namazını kılmaya
diğer dervişler varsa onlarla birlikte, değilse tek başına zikir yapar. başlar. Birinci rekatta Fâtiha'dan sonra A'lâ, ikincide Kâfirûn, üçün-
Ardından yüz defa salavât getirir. Sonra dervişler arasında yapılan cüde ise İhlas sûrelerini okur. Kunut duâlarını Hanefî ve Şâfiî mez-
şekliyle dört büyük melek, hamele-i arş, mukarreb melekler ve bütün hebine göre olan görüşleri birleştirerek okur. Vitir'den sonra salavât
peygamberler üzerine üç defa salat okur. O günkü gafletini düşünerek getirir ve gecenin altıda biri kalıncaya dek zikirle meşgul olur. Sonra
yetmiş defa istiğfar çekip duâ eder. Duânın peşinden anne ve babası, sabah namazı vaktine kadar kendisi, anne babası ve bütün müminler
şeyhi, ihvânı ve arkadaşları için Kur'an'dan birer bölüm okur ve için yirmi beş defa "Estağfirullâhe lî, velivâlidiyye, velicemîilmü'minîne
sonunda Hz. Peygamber'e (a.s.) salavât getirir. Yine eğer ilim tahsil ve'l-mü'minât el-ahyâ-i minhüm ve'l-emvât" şeklinde istiğfarda
eden müridlerden ise, özellikle kış mevsiminde uykusu gelinceye bulunur ve çokça duâlar eder... Ardından yeni bir günün duâ ve zikir-
kadar kitap mütâlaa eder. Eğer değilse tevhîd zikriyle meşgul olur. lerine târif edildiği şekilde tekrar başlar.61
Uykusu gelince beklemeden yatar ki, teheccüde kalkabilsin. Yatmadan
Halvet Hâli:
önce diz çöküp oturarak Âyetü'l-kürsî'yi, Âmene'r-rasûlü'yü, Kehf
sûresinin son dört âyetini, "Bismike Allâhümme..." diye başlayan ve Yirmi dört saatini normal zamanlarda yukarıda açıklandığı şekil-
de değerlendiren müridin halvette iken yapması gerekenler biraz
"Allâhümme eykıznî..." diye başlayan duâları okur.59
daha farklıdır. Bilindiği gibi çoğu tasavvuf ehlinin günahtan korun-
Yukarıdaki düzenleme göstermektedir ki, mürid öğleden sonra mak ve daha iyi ibâdet etmek için ıssız yerleri tercih ederek halvet/uz-
yatmcaya kadar ikindi ile akşam arası hâriç çoğu vaktini ilmî let hayâtını tercih etmeleri bir çok tarîkat tarafından genel kabul gör-
mütâlaalar ile geçirmektedir. Ancak ilim tedrîsi açısından şartlara müş ve bu, bir şeyhin gözetiminde, belli bir zaman dilimi içinde
göre bu düzenlemenin dışına çıkılabildiğini gösteren uygulamalara da (genellikle kırk gün) çilehâne veya halvethâne denilen dış dünyaya
rastlanmaktadır. Nitekim daha önce kaydedildiği gibi Şeyh Vefâ Tek- kapalı küçük mekanlarda uygulanan özel şekliyle müridlerin mânevî
kesi'nde Molla Lütfi Buhârî dersini, medresedeki derslerini bitirdik- terbiyesi için önemli bir unsur olarak kullanılmıştır. Zeynüddin Hâfî
ten sonra ikindi ile akşam arasında okutmaktaydı.60 bir gün boyunca mürîdin yapması gerekenleri ayrıntılı bir şekilde kay-
dettiği gibi, halvete giren mürîdin uyması gereken şartları da Cüneyd-i

59 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 16a-17b.


60 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 8 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 8 .
61 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudşiyye, vr. 17b-18b.
Bağdâdî'nin tarikat esasları olarak bilinen sekiz maddeyi62 naklederek VI. Şerîat-Hakîkat Birlikteliği ve Ehl-i Sünnet Çizgisi
Vasâyâ'da zikretmiştir. Buna göre, 1. Devamlı abdestli olmak, 2. Hal- Klasik dönem tasavvuf kaynaklarında genellikle "şerîat-hakîkat"
veti bozmamak (Müddeti dolmadan halvetten çıkmamak), 3. Devam-
birlikteliği şeklinde ifâde edilen, daha sonra ise "şerîat-tarîkat-
lı oruçlu olmak, 4. Devamlı zikretmek (Tarif edildiği şekilde tevhid
hakîkat" şeklinde de formüle edilmiş olan anlayış, Zeyniyye'nin
zikri yapmak), 5. Zikrin dışında sükût etmek, konuşmamak, 6. Gelen
benimsediği önemli özelliklerden biridir. Bu anlayışa göre şeriatla
havâtırı (mesajlar) ister hayır ister şer olsun kalbinden çıkarmak, onu
defetmek, 7. Devamlı şeyhle kalbî râbıta içinde olmak, 8. Allah'tan hakîkat biribirlerinin zıddı değil tamamlayıcısıdır. Biri Allah'a giden
gelen her şeye; lehine ya da aleyhine olan bütün hallere rızâ göster- yolun zâhiri, diğeri ise bâtını niteliğindedir. Şeriat kulluk vazifesini
mek ve şeyhe itirazda bulunmamak.63 yerine getirmek, hakîkat ise rubûbiyeti müşahede etmektir. Süt içinde
yağın varlığı gibi şeriat içinde de hakîkat vardır. Dolayısıyla hakîkatı
^Halvetteki müridin dışarı ile irtibâtı kesik olduğundan bir kişi ona
olmayan şeriat âtıl, şerîatsız hakîkat ise bâtıl olarak kabul edilmiştir.71
namaz vakitlerini hatırlatmalıdır. Halvette sâdece farz ve sünnetler
kılınır, diğer nâfilelerle vakit bölünmez. Zira bütün, amelleri yerine Zeynüddin Hâfî Allah'ın emirlerine ve Resûlullah'a hem "zâhir", hem
getirmeye çalışmak, kalb huzûrunu bozabilir. Müridin yemeği de "bâtın" hem de "sır" yönünden uyulması gerektiğini belirtmiş,72 Zey-
hazırlanarak önüne konmalıdır.64 Orucunu akşam namazından evvel niyye'nin âlim müntesiplerinden Mevlâ Musannifek de "sûfî"yi an-
açar, ancak yemeği yatsıdan sonraya bırakır. Daha da güzeli seher latırken, "Şeriatı bilip yaşayan ve tarikatla hakîkatı birliştiren kimse"
vaktine bırakmasıdır. Ama eğer yeme arzusu çok fazla ise, akşamla şeklinde târif etmiştir.73 Bu sebeple tarikata girenler yol alabilmek
yatsı arasında da yiyebilir.65 Mürid yemeğini getirenlerle konuş- için öncelikle şeriat kurallarına uymalı; davranışlarında Resûlullah'ı
madığı gibi, 66 teberrük kastıyla ziyâretine gelenlere de kapısını aç- örnek almalıdır.74
mamalıdır.67 Halvet sırasında yaşadığı halleri ve gördüğü rûyâları
Şeriat kurallarına uymadan tasavvuf yolunda ilerlemenin müm-
şeyhine tam olarak anlatır.68 Rûyâlarını şeyhinden gizleyen ya da
kün olmadığını belirten Zeyniyye ricâli, inanç ve amel noktasında
noksan veya fazla şekilde anlatan hiyânet etmiş sayılır.69 Ayrıca kev-
ehl-i sünnet çizgisinden sapılmaması husûsunda da ısrarlı olmuşlardır.
nî kerâmetlere ermek için ihlas şartına riâyet etmeden şeyhinden izin-
Zeynüddin Hâfî özellikle Menhecü'r-reşâd isimli eserinde ve kısmen
siz halvete girenler şeytanın oyuncağı hâline gelirler. Zira şeytan
Resûlullah'ın ve irşadla izinli şeyhin dışında bir kısım sâlihlerin süre- de el-Vasâya'l-Kudsiyye''de bid'at ehli grupların bozuk inançlarına
rine girebilir ve ona bâtılı Hak olarak gösterebilir.^0 işâret etmiş, müridlerini onlardan uzak durmaları ve ehli sünnet çiz-
gisini tâkip etmeleri konusunda uyarmıştır.75 Ona göre bid'atlerle kir-
lenen kalbin ibâdet ve tâatle nurlanması mümkün değildir. Bütün ârif-
62 bk. Necmüddin Kübrâ, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa Kara, ler müctehid imamların görüşlerine uyup ehl-i sünnet ve'l-cemâat çiz-
müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980, s. 94.
63 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23b-27a.
64 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a-b. 71 bk. Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9b.
65 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 24b. 72 bk. Hâfî, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağış-
66 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 23a. lar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin açıklamasına göre "sır"
67 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 27b. yönünden uymak demek, yalnızca Allah'a teveccüh etmek ve başka hiçbir
68 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 29a. şeye iltifat etmemek demektir.
69 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 30b-31a. Şeyh Hâfî rûyâda görülen sembol- 73 Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz, İs-
lerin ne anlama geldiklerini Vasâyâ'da anlatmıştır (bk. vr. 40a-43a). tanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 5 1 3 , vr. 30a.
70 Hâfî eserinde izinsiz halvete giren bir dervişi şeytanın Hızır sürerinde 74 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 6b; Kudsî, Hallü'r-rumûz, vr. 9a.
görünerek nasıl aldattığını anlatmıştır (Hâfî, el-Vasâya'l-kudsiyye, vr. 29a-b). 75 bk. Hâfî, Menhecü'r-reşâd, tür. yer.; a.mlf., el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b.
bir mürid abdest alırken Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin
gisini takip etmek sûretiyle yüksek derecelere çıkmışlardır.76<£Hâfî'nin
görüşlerini de dikkate alarak abdest almalıdır. Eğer görüşleri bir araya
ayrıca ehl-i sünnet çizgisini koruma noktasında müridlerine adı geçen
getirmek mümkün olmazsa o zaman ihtiyat açısından en uygun olan
iki eseriyle birlikte Şihâbüddin Sühreverdî'nin sünnî tasavvuf esas-
görüş hangisi ise o tercih edilir. Tarikatın kurucusu Şeyh Zeynüddin
larını anlattığı Avârifu'l-maârif ini ve ehl-i sünnet inançlarını kaydet-
Hâfî bu görüşü kendisinin ortaya atmadığını, aksine önceki meşâyih
tiği A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't-tüka isimli eserini okuttuğu,
tarafından da uygulanageldiğini belirtmekte,82 bu prensip gereği,
halîfelerine de bu eserleri okutmaları için icâzet verdiği bilinmek-
daha önce de kaydedildiği gibi, Vitir namazında Kunut duâlarmm
tedir.77 Onun ehli sünnet inançlarını öğrenmeleri ya da öğretmeleri
Hanefî ve Şâfiîlerin görüşleri birleştirilerek okunmasını tavsiye et-
için müridlere her gün belli bir zaman dilimi ayırdığı da yukarıda yir-
mektedir.83 Daha sonra Şeyh Vefâ da Kunut'la ilgili aynı görüşleri tek-
mi dört saatlik program anlatılırken kaydedilmişti.)
rarlamıştır.84 Vefâ ayrıca müridin yapması gerekenleri sıralarken mez-
Zeynüddin Hâfî'den sonra Abdüllatif Kudsî/Makdisî, Mevlâ kûr anlayış sebebiyle "İster Hanefî ister Şâfiî mezhebinden olsun, her
Musannifek, Şihâbüddin Ahmed Sivâsî gibi ileri gelen Zeyniyye namaz öncesi misvak kullanır" demektedir.85 Şeyh Vefa'nın bizzat
ricâlinin eserlerinde bu husûsa temas etmiş olmaları; konu ile ilgili kendisinin de Hanefî olduğu halde imâmet sırasında Şâfiîler gibi Bes-
hassasiyetin tarikatta devam ettiğini göstermektedir. Kudsî Hâdi'l- mele'yi açıktan okuduğu ve celse-i istirâhate oturduğu86 daha önce il-
kulûb isimli eserinde bunu ilk bölümde "Akîdetü's-sahîha" başlığı al- gili bölümde kaydedilmişti.
tında ele almış, tasavvufî meselelere daha sonra geçmiştir.78 Onun
Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhebi'l-ilhad isimli eserinin de bâtıl
mezhep ye tarikatlara karşı bir reddiyye niteliğinde olduğu belirtil-
mektedir.79 Mevlâ Musannifek ise Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz VII. Tevhid Anlayışı: Vahdet-i Vücûd ve Vahdet-i Şühûd
isimli eserinde bu husûsa bir bölüm ayırmış ve Şeyh Hâfî'den naklen, Tevhid konusunda tasavvuf ehlinin bir kısmının "vahdet-i vücûd"
"Mürîd ehl-i sünnetin ortaya koyduğu görüşleri öğrenip inançlarını görüşünü, bir kısmının ise "vahdet-i şühûd" anlayışım benimsediği
ona göre düzeltmeli, şeriatı düzgün yaşayabilecek kadar ilim tahsil et- bilinmektedir. "Varlığı bir bilme; Allah ve O'nun tecellîlerinden baş-
melidir" şeklinde uyarıda bulunmuştur.80 Sivâsî'nin de Cezzâbü'l- ka varlık olmadığını idrak etme" şeklinde ifâde edilebilecek olan vah-
kulûb'un ilk bölümlerinde ilim, îman, îslâm gibi konulara yer verdiği, det-i vücûd görüşünü ilk defa sistemli olarak Muhyiddin İbnü'l-Arabî
ondan sonra tasavvufî meselelere geçtiği görülmektedir.81 ortaya koymuştur. Vahdet-i şuhûd ise "Her şeyi Allah ve O'nun tecel-
Zeyniyye'de amele taalluk eden konularda dört büyük mezhebin lîleri olarak görme, O'ndan başkasını görememe hâli" diye ifâde edil-
görüşlerini ihtiyâten cem etme esâsı benimsenmiştir. Meselâ Hanefî mektedir. Bâyezîd-i Bistâmî'nin "Süphânî mâ a'zame şânî" (Kendimi

76 Hâfi, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b.


82 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 5b-6a.
77 bk. Hâfi, îcâzetnâme (Abdürrahîm Rûmî'ye), Süleymâniye Ktp., Yazma Bağış-
83 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 18a.
lar, nr. 71, sonunda iki varak. Zeynüddin Hâfî'nin okutup icâzet verdiği eser-
84 Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih, nr. 2561,
ler arasında bir de İmam Nevevî'nin "Kırk Hadis Mecmûası" {Erbaîn) bulun- vr. 121a-b.
maktadır.
85 a.g.e., vr. 5b.
78 bk. Süleymâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167.
86 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 5 9 - 5 6 0 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 177, 239;
79 Kara, "Abdüllatîf Kudsî", DİA, I, 2 5 7 - 2 5 8 . Tâcü't-tevârîh, II, 4 9 9 - 5 0 0 . Şeyh Vefâ'nın bu uygulamasının bâzı âlimlerce
80 Musannifek, Hallü'r-rumûz, vr. 22a. halt-ı mezâhip (mezheplerin görüşlerini birbirine karıştırma) şeklinde değer-
81 bk. Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüddin Ef., nr. 3257, vr. 143b-170b. lendirilip engellenmek istendiği bilinmektedir (bk. Vefâ ile ilgili bölüm).
teşbih ederim, şâmm ne yücedir), Hallâc-ı Mansûr'un "Ene'l-Hak" bütün yaratıkların Allah'ın sıfatlarının muktezâsına uygun şekilde or-
(Ben Hakk'ım) sözlerini söylerken bu hâli yaşadığı kabul edilir. Bu hal taya çıktığını ifâde etmektedir,91
geçtikten sonra sâlik Hak ile halkı ayrı ayrı görür. Vahdet-i vücudda Öyle anlaşılıyor ki Zeynüddin Hâfî tevhid konusunda vahdet-i
varlığın bir olduğunu bilme ve idrak etme söz konusu iken vahdet-i şühûd tarafını benimser gözükmekle birlikte, vahdet-i vücûda da top-
şühudda belli bir süre için varlığı bir görme söz konusudur. Zeyniy- yekün karşı çıkmamış, muhtemelen yanlış anlaşılacağından çekindiği
ye'nin kurucusu Şeyh Zeynüddin Hâfî'nin yukarıdaki görüşlerden için varlığın birliği konusunda ihtiyatlı bir dil kullanmayı tercih etmiş-
vahdet-i şühûdu benimsediği söylenebilir. Bunu Nefehâtü'l-üns'de tir. Bu noktada Reşebât müellifinin kaydettiği şu olay konuya açıklık
kaydedilen şu görüşlerinden çıkarmak mümkün olmaktadır: getirmesi bakımından oldukça önemlidir:^ Bir gün Herat'ta Şeyh
Mutlak vahdet zât tecellîsinde olur. Sıfatların tecellîsi esnâsında Bahâeddin Ömer, sohbetine katılan Nakşibendiyye şeyhi Ubeydullah
müşâhede edilen vahdet, o sıfatların mânâlarıyla kayıtlı ve sınırlıdır... Ahrar'a şehirde neler konuşulduğunu sorar? O da varlık konusunda
Bu vahdetin müşâhedesi bütün sıfatların zımnındaki vahdeti dervişler arasındaki bir tartışmaya işâret ederek, Şeyh Zeynüddin ve
müşâhededen mahfuz olmakla tamam olur. Ve ikilik bu müşâhedede arkadaşlarının "heme ez ost" yâni "her şey O'ndandır" dediklerini,
Seyyid Kasım ve müridlerinin ise "heme ost" yâni "her şey O'dur"
ortadan kalkar.87
dediklerini nakleder. Bu haber üzerine Bahâeddin Ömer "Şeyh Zey-
«^Yine Hâfî sâlikin tevhid zikri sırasında son merhalede "Lâ ilâhe nüddin ve taraftarları doğru söylüyor" der ve bu görüşün doğ-
illallah" derken "Lâ mevcûde illallah" mânasına niyet etmesini ve ruluğunu ispat için deliller sıralamaya başlar. Ubeydullah Ahrar "Bu
böylece tevhid nûrunun ortaya çıkacağını belirtmekte, ancak bu deliller hep Seyyid Kâsım'ın görüşünü te'yid ediyor" diye mukabele
noktanın ayakların kaydığı çok tehlikeli bir nokta olduğunu, sâlikin edince, şeyh daha farklı ve güçlü deliller ortaya koyar, ancak onlar da
burada çok dikkatli olması gerektiğini dile getirmektedir.88 Hâfî'ye yine Seyyid Kâsım'ın görüşlerini doğrular nitelikte olur. Ahrar şeyhi
göre varlığın birliği görüşü bâtıldır. İbnü'l-Arabî'nin Fütûhât-ı Mek- dinledikten sonra şu kanâate vardığını nakleder: "Anladım ki şeyhin
kiyye ve Füsûsü 'l-hikem' de ortaya koyduğu vahdet-i vücûd an- murâdı şu imiş: Bâtın bakımından Seyyid Kâsım'ın görüşüne inanmak
layışına itikad etmek gerekmez.89 "Allah'ın zâtında taayyün yoktur, gerekir, ama zâhirde Şeyh Zeynüddin ve taraftarlarının inandığı gibi
ancak oluşta (kevn) taayyün vardır" demek, akaidi ifsad etmekten görünmek lâzımdır^"92
başka bir şey değildir^0
C Zeynüddin Hâfî Îbnü'l-Arabî'nin tevhid konusu dışında daha baş-
Zeynüddin Hâfî bununla birlikte varlık mertebelerini, ilk mertebe
ka bir kısım görüşlerine de itirazlarda bulunmuştur. Bunlar "hatmü'l-
olan taayyünsüzlük (Lâtaayyün) mertebesi hâriç, İbnü'l-Arabî ve on-
velâye" görüşüyle, Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşüdür. Ona
dan önceki bâzı meşâyihin görüşüne uygun bir şekilde açıklamakta,
göre İbnü'l-Arabî'nin kendisini "hatmü'l-velâye" (veliliğin en son
Allah'ın (c.c.), sıfatlarının mazharları zuhur etmeden önce zâtıyla zâtı
mütekâmil temsilcisi) olarak takdim etmesi bir şathiyyedir. Zîra
üzerine tecellî ettiğini, ilk olarak nurların nûru, mazharların mazharı
veliliğin en son mütekâmil temsilcisi, geleceği vâdedilen Muhammed
olan Muhammed Mustafâ'nın (a.s.) rûhunu zuhûra getirdiğini ve el-Mehdî olacaktır.93 Firavun'un imânı ise, "îman-ı ye's" olduğu için
makbul değildin?4
87 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 564.
88 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 12a. 91 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a.
89 Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b. 92 Reşehât Tercümesi, s. 351.
90 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 33a. İbnü'l-Arabî'ye göre ilk mertebede 93 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 22a.
(Lâtaayyün) Allah için hiçbir taayyün söz konusu değildir. 94 Hâfî, Menhecü'r-reşâd, vr. 76a-b.
Herat câmiinde vahdet-i vücûdun derin meselelerini halka anlat- "Burada Hâfî -hâşâ- İbnü'l-Arabî'nin ilmini yahud hâlini inkar et-
mağa kalktığı için Zeynüddin Hâfî tarafından şiddetle tenkid edildiği miyor, belki bu zamanın sâliklerinin çoğu onu anlayamayacakları için
daha önce kaydedilen Derviş Ahmed Semerkandî'nin,95 İbnü'l- bu şekilde bir açıklama yapıyor", şeklinde bir değerlendirme yapmış
Arâbî'nin yukarıdaki görüşleriyle ilgili Hâfî'den farklı düşündüğü an- olması bu açıdan önemlidir. Öte yandan Hâfî'den sonra tarîkatın
laşılmaktadır. Uzun yıllar Nakşibendiyye'den Alâeddin Attar'ın hiz- Horasan'da yayılmasında önemli etkileri bulunan iki büyük halîfesin-
metinde bulunduktan sonra Şeyh Hâfî'ye intisap ettiği bilinen Semer- den biri Sadreddin Revvâsî'nin Fusûsü'l-hikem dersleri vermesi,98
kandî, İbnü'l-Arabî'nin varlıkla (vücud) ilgili bütün söylediklerinin ve tarîkatın Hicaz bölgesindeki temsilcileri Ahmed Şinnâvî, Safiyyüddin
Firavun'un imânlı öldüğüne dâir görüşünün bizzat Resûlullah tarafın- Ahmed Kuşâşî, İbrâhim Kûrânî gibi şahsiyetlerin99 ve Mısır'da
dan mânâ âleminde te'yid edildiğini belirtmiştir. Molla Câmî Semer- faaliyetini sürdüren önemli âlimlerden Zekeriyya Ensârî'nin 100 gerek
kandî'ye âit bir Fusûsü'l-hikem nüshasının sonunda, onun yaşadığı bir sözleri gerekse eserleriyle vahdet-i vücûd anlayışını savunmaları,
hâdiseyi şu şekilde kaydettiğini nakletmektedir: Anadolu'da faaliyet gösteren Pîrî Halîfe'nin Fusûsü'l-hikem'e şerh
Resûlullah (a.s.) İbnü'l-Arabî'nin Fusûsü'l-hikem'ini okutmam, yazması ve vahdet-i vücûd meselelerini talebeleriyle müzâkere et-
mesi, 101 Osmanlı Devleti'nin ilk şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Ek-
husûsunda bana işârette bulunduktan sonra Dervişâbâd'da halvete
beriyye mektebinin ileri gelen bir temsilcisi olarak bilinmesi,102
girmiştim. Burada yine Resûlullah'ı gördüm ve sordum: Firavun'un
Anadolu ve İstanbul'da faaliyet gösteren Şeyh Vefâ'nın İbnü'l-
îmanı konusunda ne dersiniz? "Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin dediği
Arabî'nin görüşlerine uygun olarak varlık mertebelerinden söz et-
gibi tertemiz gitti" buyurdular. Tekrar sordum: Yâ Resûlallah vücud
mesi 103 ve Firavun'un îmanı ile ilgili yöneltilen soruya "Keşke İbnü'l-
(varlık) konusunda ne dersiniz? Şöyle buyurdular: "Görmezmisin ki
Arabî gibi iki mümin bizim hakkımızda da böyle şehâdet etse" şeklin-
İbnü'l-Arabî vücûd kadîmde kadîm, hâdisde hâdisdir" diyor. Sonra
de mukabelede bulunması104 göstermektedir ki, Zeynüddin Hâfî'den
şöyle devam ettiler: "...Ulûhiyetin mazharı olduğun için, sıfât-ı ilâhiy-
sonra tarikatta tevhidle ilgili hâkim görüş vahdet-i vücûd şeklinde or-
yenin sende zuhûru sebebiyle sen ilâhsın. Sınırlı oluşundan, taay-
taya çıkmış ve devam etmiştir.
yününden ve yaratılmışlığından dolayı da kulsun."96
Zeynüddin Hâfî'nin Firavun'un îmanı ve hatmü'l-velâye gibi
meselelerde değişik görüş belirtmesi ve tevhid konusunda bâzı farklı
görüşler ortaya koyması sebebiyle, İbnü'l-Arabî'ye ve vahdet-i vücûd
anlayışına tamâmen karşı olduğu şeklinde bir fikre kapılmanın doğru 98 Nevâî, Mecâlis, s. 29. Kaydedildiğine göre Sadreddin Revvâsî Fusus derslerini
olmayacağına yukarıda işâret edilmişti. Kendisinden sonra Zeyniy- müridleri arasına katılan Bedahşan şâhına vermekteydi.
ye'yi temsil edenlerin İbnü'l-Arabî ve vahdet-i vücudla ilgili düşün- 99 Bu şahısların faaliyetleri ve eserleri için bk. "Ebulfütûh Nûreddin Ahmed"
celeri dikkate alındığında, onun bu anlayışının muhtemel bâzı en- bölümü.
dişelerden ileri gelmiş olabiyeceği fikri daha da kuvvet kazanmak- 100 Abdülvahhâb Şârânî'nin de hocası olan Zekeriya Ensârî'nin faaliyetleri ve
eserleri için bk. "Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtî" bölümü.
tadır. el-Vasâya'l-Kudsiyye isimli eserine yapılan tercümelerin birin- 101 Pîri Halîfe ve eseri için bk. "Pîrî Halîfe Hamîdî ve Eğirdir'deki Zeyniyye Tek-
de 97 mütercim onun "hatmü'l-velâye" ile ilgili görüşünü anlatırken, kesi" bölümü.
102 Tam adı Şemsüddin Muhammed b. Hamza olan bu zât için bk. "Molla
Fenârî" bölümü.
95 bk. "Zeyniyye'nin Horasan bölgesinde yayılışı" bölümü. 103 Vefâ, Sâz-t İrfâtı, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652, vr. 22a-23a.
96 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 4 9 - 5 5 0 . 104 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, 5 5 9 ; Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 2 3 8 - 2 3 9 ; Vassâf,
97 bk. Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2624, vr. 23a. Sefine, I, 271.
SONUÇ
ZEYNÎLİĞİN TESİRİNİ YİTİRİŞİ
(Mühmel Sebepler)

X V yüzyılın başlarında Herat'da kuruluşunun ardından Horasan,


Anadolu, Rumeli ve Hicaz bölgeleriyle Sûriye, Mısır ve Hindis-
tan'da kısa süre içinde geniş bir çoğrafyaya yayılan Zeynîliğin, XVI.
yüzyıldan itibaren etkisini yitirmeye başladığı gözlenmektedir. Yayıl-
dığı her bölgede sıradan halkın yanı sıra ilmiye mensupları ve devlet
adamlarının da dikkatini çekmeyi başaran bu tarikat, XV asrın en ön-
de gelen tarikatları arasında sayıldığı halde acaba neden çok uzun
süre tesirini sürdürememiştir? İşte sonuç bölümde bunun muhtemel
sebepleri üzerinde durulacaktır.
Zeyniyye'nin etkisini yitirmesinin sebepleri bahsinde öncelikle bu
tarikatın kısa süre içinde çok geniş coğrafyaya yayılmasmdaki temel
sâikleri görmek ve bu sâikler çerçevesinde tesirini yitirişinin sebepleri
üzerinde durmak isabetli sonuçlara ulaşmamıza yardımcı olacaktır.
Böyle bir yaklaşımla ayrıca, Alman Türkolog H. J. Kissling ve benzer-
lerinin tarikatın özellikleri hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan
ileri sürdükleri, "Osmanlı devletinin sünnîleştirilmesi üzerine Zeyniy-
ye bu karakteri taşımadığı için etkisini yitirmiştir", şeklindeki kanâat-
lerinin 105 yanlışlığı da ortaya çıkacaktır. Tarikatın âdâbı ve erkânı an- ledilmektedir.110 Öyle anlaşılıyor ki, Şeyh Hamîdüddin Herat'ta
latılırken üzerinde durulduğu gibi, Zeyııiyye'de prensip olarak şerîat- babasının yerini dolduramamıştı. Horasan'daki bu duruma benzer
tarîkat-hakîkat birlikteliği benimsenmiş ve ehl-i sünnet çizgisinden olayların hemen hemen aynı târihlerde Rumeli ve Anadolu'da da mey-
sapılmamasına özen gösterilmiştir. Tarikatta bâtın ilimleriyle birlikte dana geldiği görülüyor. Örneğin İstanbul'da muhtelif ilimlere vukûfu
zâhir ilimlerine de ayrı bir önem atfedilmiş olması bunun bir yansıması sebebiyle âlim, sanatkâr ve mütefekkirlerin uğrak yeri haline gelen
olarak değerlendirilmelidir. Bu özelliğin oluşmasında tarikatın kuru- Şeyh Vefâ'nın (ö. 896/1491) tekkesi, onun vefâtından sonra yerine
cusu Zeynüddin Hâfı'nin tutumunun birinci derecede etkisi olduğu geçen Ali Dede (ö. 917/1511-12) 111 ile birlikte âdeta sessizliğe bürün-
açıktır. Nitekim onun, halîfesi Muhammed Tebâdegânî (Ö.891/1486) müştür. Öyle ki dönemin kaynakları Fâtih ve II. Bâyezid devri İstan-
çocuk yaşta kendisine mürid olmak istediğinde, önce zâhir ilimlerini bul'unun en önemli tarikat merkezlerinden birinde yirmi sene gibi
tahsil etmesini tavsiye ettiği, 106 ayrıca tarikata girenlerin yirmi dört uzun müddet hizmet vermiş olan bu zâtın faaliyetleri ve yerine geçen
saatini düzenlerken tasavvufî vazifelerin yanı sıra ilmî mütâlaa ve araş- halîfeleri hakkında neredeyse hiç bilgi vermemişlerdir. Öte yandan
tırmalar için de zaman ayırdığı bilinmektedir.107 Bu iki husus; yâni Eğirdir'deki Zeyniyye tekkesi de Şeyh Mehmed Çelebi'den (Muhyid-
şerîat-tarîkat birlikteliği ve bâtın ilimlerinin yanında zâhir ilimlerine din Mehmed b. Pîrî Halîfe, Ö.898/1493) sonra yerine geçecek kimse
de değer verilmesi, Zeyniyye'ye ilmiye çevrelerinin çokça rağbet et- olmadığı için bir müddet boş kalmıştır.112 Gerçi daha sonra burada
mesini sağlayan temel sebeplerden olmuştur. Zira şeriat ilimleri de posta oturan Burhâneddin Efendi (Ö.970/1562-63) zamanında tek-
denilen zâhir ilimlerini tahsil eden şeyhler, öncelikle kendi bünyelerin- kenin oldukça etkili bir faaliyet içine girdiği görülmektedir. Fakat on-
de oluşturdukları zâhir-bâtın dengesini tarikatın temel prensiplerinden dan sonra burası da yavaş yavaş etkisini yitirmiştir. Zeyniyye tekkeleri
biri olarak öne çıkarmışlar, böylece tekkelerini ilim ehli kimseler için içinde diğerlerine göre daha uzun müddet faaliyet gösterdiği anlaşılan
de birer câzibe .merkezi hâline getirmeyi başarmışlardır. Ne var ki bu Bursa'daki dergâh ise ancak XVIII. asrın ortalarına kadar devam
özelliğin çok uzun süre devam etmediği ve buna paralel olarak tarika- edebilmiş, bu târihten sonra Zeynîler'in kontrolünden çıkarak başka
ta rağbetin de zamanla kaybolduğu anlaşılmaktadır. Nitekim XV yüz- tarîkat mensuplarının tasarrufu altına girmiştir.
yılda zikredilen özellikleriyle dikkati çeken Zeyniyye şeyhlerine daha
Bir kısım kayıtlardan Hicaz bölgesi ile Sûriye, Mısır ve çevresin-
sonraki asırlarda, bir iki istisna dışında pek rastlanmamaktadır. Meselâ
de bâzı Zeyniyye silsilelerinin XIX. yüzyılın başlarına kadar etkisini
Horasan'da Zeynüddin Hâfi'nin halîfesi Muhammed Tebâdegânî'nin
sürdürdüğü anlaşılmaktadır. 1890'lı yıllarda Kuzey Afrika ülkelerin-
yerine geçen oğlu Şeyh Hamîdüddin (ö. 917/1511) irşad postuna otur-
de yapılan sosyolojik-etnolojik çalışmalarda Cezayir'de tesbit edilen
duğunda108 henüz zâhir ilimlerini ikmâl etmemişti.109 Ayrıca saflığı
on iki tarikattan birinin 3000 mürid adediyle Zeyniyye olması,113
sebebiyle Mevlânâ Muhammed Arab gibi bir sahtekârı uzun yıllar
kötü niyetini farketmeden dergâhta dervişleri arasında tuttuğu nak-
110 Nevâî, Mecâlis, s. 132. Nevâî, Mevlânâ Muhammed Arab'ı şâirler tezkiresi
Mecâlis'in ikinci meclisinde kaydetmiştir. Orada verdiği bilgiye göre, bu zâtın
10s Kissling, Zejhtje Orden, s. 166, 179. saltanat sevdası güttüğü ortaya çıkınca sultan tarafından şehirden sürülmüş-
106 Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 6 - 3 9 7 . tür (s. 29-30).
107 bk. "Tarîİcatm Âdâbı ve Erkânı" bölümünde "Müridin Yirmi Dört Saati..." 111 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 3 5 1 ; Tâcü't-tevârîh, II, 5 8 2 ; Âlî, Künhü'l-abbâr,
kısmı. vr. 167a; Mir'âtü'l-mekâsıd, s. 3 9 ; Tabibzâde, Silsilenâme, s. 53.
108 Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Erzurum 1995, 112 Şerif Efendi, Menâktbü'l-evliyâ, vr. 42a.
s. 2 8 ; Nevâî, Nesâyim, s. 3 9 8 ; ayrıca bk. Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr, I, 328. 113 Kadir Özköse, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve Tasav-
109 Nevâî, Mecâlis, s. 132. vuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s. 161-162.
bu tarîkatın ayrıca Kuzey Afrika'nın değişik ülkelerinde de yayıl- için huzûrunda sessizce beklerken, ders okumak isteyen bir grup
dığını göstermesi bakımından önemlidir. Ancak bu bölgede devam müridinin gelip onu rahatsız ederek edebsizlik ettiklerini, zaman
eden silsilelerde şeyhlerin aynı zamanda Zeyniyye ile birlikte diğer sonra ise şeyhin o müridlerden birine hilâfet verdiğini söylemekte,117
bir çok tarikattan icazetli oldukları, hatta bunların bir kısmının böl- böylece yetiştirdiği halîfelerinin de aslında pek yeterli kimseler ol-
gede Zeyniyye'nin dışında bir tarikatın temsilcisi olarak tanındık- madığını îmâ etmektedir.
larını da bilmek gerekir. Bu durumda Zeynüddin Hâfî'nin halîfeleri Öte yandan Ubeydullah Ahrar'm Reşâhafda kaydedilen şu
vasıtasıyla bölgede devam eden silsilelerin yanlızca Zeyniyye'ye ait
rûyâları da Zeynüddin Hâfî ile mücâdelesinin boyutlarını göstermesi
olduğunu ve faaliyetlerini bu tarikat adına sürdürdüklerini iddia et-
bakımından önem arzetmektedir: Nakledildiğine göre Ahrar rüyada
mek isâbetli olmaz.
kendisini geniş bir cadde üzerinde dururken görür. Zeynüddin Hâfî
Zeyniyye'nin tesirini yitirmesinde, zamanla diğer bazı tarikat- bu caddeden ayrılan küçük yollardan birisiyle onu köyüne götürmek
ların öne çıkması ve bunlarla Zeyniyye arasında yaşanan rekabetin de ister. Ancak Ahrâr'ın ana caddeyi bırakıp küçük yoldan gitmeye gön-
etkili olduğu anlaşılmaktadır. Horasan ve çevresinde öne çıkan lü râzı olmaz. Daha sonra Seyyid Kasım beyaz bir at üzerinde "Gel
tarikatlar arasında Ubeydullah Ahrâr ile temsil sedilen Nakşibendiy- seni ana caddeden şehre ulaştırayım" diyereik alır götürür. Bir başka
ye dikkat çekmektedir.114 Zeynüddin Hâfı daha hayatta iken Zeyniy-
rûyâsında da Ahrar kendisini Zeynüddin Hâfî'ye âit bir evden geçer-
ye ile Nakşibendiyye arasında ciddî bir rekabetin yaşanmaya başlan-
ken görür. Hâfî'nin müridleri kendisine evde kalmasını teklif ettikleri
dığı; Zeynüddin Hâfî ve taraftarlarının etkisini kırmak için Ubeydul-
halde o bunu kabul etmez. Oradan uzaklaştıktan sonra ise çok temiz
lah Ahrar'm önemli faaliyetler içine girdiği, Reşehât müellifinin
ve aydınlık bir yere ulaşır...118
kayıtlarından anlaşılmaktadır. Nakledildiğine göre bu iki tarikat
arasında ilk defa ciddi olarak Hâfî'nin müridi Derviş Ahmed Semer- Nakşibendiyye'nin yalnızca Horasan bölgesinde değil Anadolu'da
kandî yüzünden gerginlik yaşanmış;115 Zeynüddin Hâfî camî kür- da Zeyniyye'nin etkisini kırdığı anlaşılmaktadır. Ancak bu coğrafyada
süsünden "vahdet-i vücud" meselelerini halka anlatmaya kalkan bu Nakşibendiyye ile birlikte Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin yükselişleri
müridini vaaz etmekten alıkoyunca, ona Ubeydullah Ahrâr sâhip çık- de Zeyniyye'nin geri plana düşmesine sebep olmuştur. Özellikle XV
mıştır. Bu olayla ilgili olarak Ahrâr'ın "Gençliğimde Zeynüddin Hâfî yüzyılın son çeyreğinden itibaren meydana gelen bâzı olaylar Hal-
ile muâraza eyledim ve galip geldim" dediği kaydedilmektedir.116 ' vetiyye ile Bayrâmiyye'nin yükselmesini, Zeyniyye'nin ise gerilemesi-
Ahrâr ayrıca Hâfî'nin kendisine büyük bir zât gibi görünmediğini, ni beraberinde getirmiştir. Kaydedildiğine göre Sultan II. Bâyezid
fikirlerini benimsemediği için çok az kere ziyâret ettiğini, bir ara Amasya'da vâlî iken Halvetiyye'den Şeyh Çelebi Halîfe (Cemal Hal-
yanına gittiğinde onu istiğrak hâlinde bulduğunu, rahatsız etmemek vetî, ö. 899/1494) ve Bayrâmiyye'den Şeyh Muhyiddin Yavsî ile çok
samimi ilişkiler kurmuş ve her ikisinden de el almıştı.119 Babası Fatih
Sultan Mehmed'in vefâtı üzerine İstanbul'da tahta oturduktan sonra
114 bk. Hamid Algar, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 459. Daha önce de işaret
edildiği gibi aslında Zeyniyye ile Nakşibendiyye arasında çok güzel ilişkiler
vardı. Ancak bu ilişkilerin Hâfî'nin yaşlılık döneminde Nakşibendiyye'nin 117 Reşehât Tercümesi, s. 3 4 9 - 3 5 1 .
başına geçen Ubeydullah Ahrar ile birlikte nisbeten bozulduğu anlaşılmak- 118 Reşehât Tercümesi, s. 349-350.
tadır. 119 Çelebi Halîfe'ye intisap ettiğini Lemezât müellifi Hulvî (s. 4 3 0 ) haber ver-
115 Geniş bilgi için bk. "Zeyniyye'nin Horasan'da Yayılışı" bölümünün "Derviş mektedir. Muhyiddin Yavsî'den el aldığını ise Nişancı Mehmed Paşa ile
Ahmed Semerkandî" kısmı. Gelibolulu Mustafa Âli kaydetmişlerdir (Nişancı Târihi, s. 161; Âlî, Künhü'l-
116 Reşehât Tercümesi, s. 156-157. ahbâr, vr. 166b.
II. Bâyezid bu iki §eyhi başkente davet etti 120 ve burada teşkilatlan- Mehmed Paşa'nın bertaraf edilmesi ve Bâyezid'in tahta oturması şek-
malarına imkân sağladı. Bu gelişme devlet adamlarının Halvetiyye ve linde neticelenince tabiî olarak Şeyh Vefâ ve tekkesi arka plana düş-
Bayrâmiyye'ye rağbet etmesine ve böylece bu tarikatların öne çık- müş, Halvetîler ise ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte şu da belirtil-
masına sebep olmuştu.121 melidir ki, İstanbul'da Âşıkpaşazâde (ö. 889/1484'ten sonra) ve ar-
Ayrıca Lâmiî Çelebi'nin kaydettiği Fâtih Sultan Mehmed devrin- dından dâmadı Seyyid Velâyet'in (ö. Muharrem, 929/Aralık 1522)
de Halvetiyye ile Zeyniyye arasında bir çekişme ve rekabetin yaşan- meşîhatini üstlendiği Fâtih Haydar'daki Zeyniyye tekkesi Sultan II.
dığını gösteren bir olaya da burada işâret edilmelidir. Rivâyete göre Bâyezid dönemde canlılığını korumuş, saray çevrelerinin buraya
Halvetiyye büyüklerinden Şeyh Ali Rûmî'ye İstanbul'da bir çok ileri maddî ve mânevî desteği artarak devam etmiştir. Ne var ki bu tekke
gelen devlet adamı ve dîvan üyeleri mürid olunca Fâtih "arz-ı sal- de muhtemelen Yavuz Sultan Selim dönemi ile birlikte geri planda
tanat" endişesiyle şeyhin başkenti terketmesini istemiş, o da buradan kalmaya başlamıştır. Zira Sultan Selim'in babasına karşı giriştiği sal-
ayrılıp gitmişti. Bu olayda Zeyniyye şeyhlerinden Abdüllatîf Kud- tanat mücâdelesi sırasında işin âkıbetini öğrenebilmek için mürâcaat
sî'nin Bursa'daki halîfesi Tâcüddin İbrahim Karamanî'nin (Tâcüddin ettiği bütün şeyhlerden saltanat müjdesi aldığı halde Seyyid
Halîfe, ö. Safer 872/Eylül. 1467) önemli rolü olduğu, Şeyh Ali Velâyet'in ona mesâfeli durup mürâcaatına cevap vermediği nakledil-
Rûmî'nin İstanbul'dan uzaklaştırılması için dervişlerini onun aley- mektedir. Seyyid Velâyet daha sonra zorla huzûra çıkarılınca Yavuz'a,
hine çalıştırdığı nakledilmektedir.122 Zeyniyye'nin gâlibiyyeti ile "Yakında sultan olacaksın, ama ömrün uzun olmayacak" dediği nak-
neticelendiği anlaşılan bu olaydan sonra, Fâtih Sultan Mehmed'in ledilmektedir. 1 2 4
ölümü öncesi ve sonrasında meydana gelen bir kısım olayların ise
Gelişen olaylarla bağlantılı olarak devlet erkânının desteğini
Zeyniyye'yi; özellikle de Şeyh Vefâ ile devam eden silsilesini çok
büyük ölçüde kaybettiği için Halvetiyye ve Bayrâmiyye'nin gerisinde
olumsuz etkilediği görülmektedir. Vefâ bahsinde genişçe temas edil-
kalan Zeyniyye, muhtemelen bâzı tasavvufî düşünce ve prensipleri
diği gibi, siyâsî olarak Fâtih'in oğlu Şehzâde Bayezid ile sadrâzamı
sebebiyle de medrese çevrelerinin desteğini yitirmiş ve ilmiye men-
Karamânî Mehmed Paşa'nın taraf olduğu bu olaylarda,123 sadrâzama
suplarının Nakşibendiyye'ye yönelmesine sebep olmuştur. Nakşiben-
destek olan Şeyh Vefâ ile Şehzâde Bayezid yanında yer alan Halvetiy-
diyye'nin de Zeyniyye gibi bâtın ilimlerinin yanı sıra zâhir ilimlerine
ye şeyhi Çelebi Halîfe de ister istemez karşı karşıya gelmiştir. Olay
de değer vermesi ve şerîat-tarîkat birlikteliğine vurgu yapması bu iki
tarikatın ortak özellikleri olarak öne çıksa da, medrese çevrelerinin
120 Çelebi Halîfe için bk. (Hulvî, Lemezât, s. 432), Muhyiddin Yavsî için bk (Taş- Nakşibendiyye'yi Zeyniyye'ye tercih etmelerini gerektirecek bazı
köprîzade, eş-Şekâik, s. 3 4 3 ; Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fi zikri efâdıli'r- önemli farklılıkların olduğu görülmektedir. Kanâatime göre Zeyniy-
Mm [eş-Şekâiku'n-nûmâniyye sonunda], Beyrut 1975, s. 4 4 0 ; Mahmud ye'de benimsenen "semâ ve devrân ile zikir", "zühd anlayışı" ve "ev-
Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'n-Nu'mâtı el-muhtâr, lilikle ilgili tutum" bu farklılıkların en önemlileridir. Sesli zikir (zikr-i
Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630, vr. 479a; Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-
cehrî) uygulayan tasavvuf ehli ile ulemâ arasında semâ ve devran
cevâmî, I, 121; Vassâf, Sefine, II, 277).
121 Geniş bilgi için bk. Öngören, Osmanltlar'da Tasavvuf, s. 246-247, 2 5 6 - 2 5 8 .
sebebiyle zaman zaman ciddî tartışmaların meydana geldiği bilinmek-
122 Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 577. tedir. 125 Nakşibendiyye'de ise gizli zikir (zikr-i hafî) prensibi gereği
123 Geniş bilgi için bk. Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 5 8 0 - 5 8 1 ; Taşköprîzâde, eş-
Şekâik, s. 2 6 8 - 2 6 9 ; Yûsuf Sinan b. Yâkub, Menâktb-ı Şerif ve Tarikatnâme-i
Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, s: 19-20; Hoca Sâdeddin, 124 Taşköprîzâde, eş-Şekdik, s. 3 4 7 ; Tâcü't-tevârîh, II, 579.
Tâcü't-tevârîh, II, 5 4 2 - 5 4 3 ; Hulvî, Lemezât, s. 4 3 0 - 4 3 2 ; Harîrîzâde, Tibyân, 125 Bu hususla ilgili XVI. asırdaki durum için bk. bk. Öngören, Osmanltlar'da
I, 247a-b). Tasavvuf, s. 369-384.
böyle bir uygulama olmadığı için, âlimler bu tarîkatı diğerlerine göre
kendilerine daha yakın bulmuşlardır. Diğer yandan tasavvufta, BİBLİYOGRAFYA
âhirete yönelmek için dünyaya ilgi göstermemek anlamında kul-
lanılan zühd prensibi, bâzı sûfîlerce "Dünya ve nimetlerine hiç sâhip
olmama" şeklinde, bâzılarınca ise "Dünya nimetlerinin sevgisini
gönüle sokmama" şeklinde anlaşılmış ve uygulanmıştır. Zeyniyye
tarikatında birincisinin, yâni dünyâya hiç sâhip olmamanın esas alın-
dığı ve bunun müridin mânen yol alabilmesi (seyru sülük) için temel
şartlardan biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Oysa Anadolu'da
Nakşibendiyye'nin de içinde bulunduğu bir çok tarikat zühd pren-
sibini daha çok ikinci anlamıyla uygulamış; sevgisi kalbe sokulmadık-
ça dünya nimetlerini elde etmenin, makam ve mevkî sahibi olmanın
zühde mâm olmayacağı belirtilmiştir.126 Eğer Zeyniyye tarikatında
zühd anlayışı tavizsiz bir biçimde uygulandı ise, ulemâ içinde bulun-
duğu şartlar -gereği Nakşibendiyye'yi kendisi için daha uygun bir
tarikat olarak görmüş olabilir. Ayrıca Zeyniyye'de mürîdin seyru
sülûkünü tamamlamadan evlenmemesi, evli olarak tarikata girenlerin
ise hanımlarının da tövbe edip Allah'a itaatle meşgul olması istenmek- Abdülkâdiroğlu, Abdülkerim, "Halîmî Çelebi", DÎA, XV, 343-344.
te, eğer rızık endişesiyle hanımı kocasının tarikata girmesine engel Ahlatı, Kemâl b. Ahmed, Münevvirii'l-ezkâr fî zikri silsile-i meşâyîh,
oluyorsa, onu boşaması tavsiye edilmektedir.127 Zühd anlayışının bir Üsküdar Selim Ağa Ktp., Kemankeş, nr. 253.
parçası olarak bu prensip de tavizsiz uygulandı ise, evli olanların Zey- Ahmet Paşa Dîvânı (nşr. Ali Nihat Tarlan), Ankara 1992.
niyye'den uzak durmalarına sebep olmuş olabilir. Bununla birlikte e%- Akkuş, Mehmed, "Hacı Halîfe, Şeyh", DÎA, XIV, 476-477.
Şekâik'te kaydedilen Zeyniyye şeyhi Hacı Halîfe'nin (Şeyh Abdullah, Akpınar, Cemil, "Hasan Çelebi, Fenârî", DÎA, XVI, 313-315.
Ö.894/1489) müridlerinden birinin evlendiğine dâir bilgi, 128 zaman Aktepe, Münir, "Çandarlı İbrâhim Paşa", DÎA, VIII, 214.
içinde evlenme ile ilgili tarikatta yumuşamaya işâret sayılsa bile yine Algar, Hamid, "Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460.
de uygulamanın yaygınlık kazanıp kazanmadığı belli değildir. Ali Çelebi, el-Ikdü'l-manzûm fî zikri efâdıli'r-Rûm (eş-Şekâiku'n-
nûmâniyye sonunda), Beyrut 1975.
Âlî, Künhü'l-ahbâr:
Gelibolulu Mustafa Âlî, Kilnhü'l-ahbâr, İstanbul Üniversitesi Ktp.,
TY, nr. 5959.
Algar, Hamid, "Alâeddin Attâr", DÎA, II, 319-320.
,"Bahâeddin Nakşibend", DÎA, IV, 458-460.
126 bk. Reşat Öngören, " X V ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı",
Anonim, Abdürrahim Rûmî'nin Silsilesi, Nuruosmâniye Ktp. nr.
XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 2 0 7 - 2 1 0 ;
2650, vr. (lb-4b).
a.mlf., Osmanlılar'da Tasavvuf, s. 2 3 7 - 2 4 0 .
127 Hâfî, el-Vasâya'l-Kudsiyye, vr. 4b-5a. , [Mecmûa], I-II, (nşr. Osman Salahaddin b. Nâsıru's-Seyyid
128 Taşköprîzâde, eş-Şekâik, s. 245. Abdülbâkî Dede), ts.
, Menâkıb-ı Mahmud Paşa, Millet Ktp., Ali Emîrî/ Şer'iyye, nr. Döndüren, Hamdi, "Fenârî, Alâeddin", DÎA, XII, 337.
1136 (10 varak). Erdoğan, Şeyh Vefa:
Asım Muhammed Rızk, Hânkâvâtü's-sûfiyye fî Mısr, I-II, Kahire Abdülkâdir Erdoğan, Fâtih Mehmed Devrinde İstanbul'da Bir Türk
1997. Mütefekkiri Şeyh Vefa Hayatt ve Eserleri, İstanbul 1941.
Âşık Çelebi, Meşâiru'ş-şuarâ or Tezkere of Âşık Çelebi (nşr. G. M. Ergin, Osman, "Sadreddin al-Kunavî ve Eserleri", Şarkiyat Mec-
Meredith-Owens), London 1971. muası, II (1957), s. 63-90.
Aştkpaşazâde Târihi: Erünsal, İsmail E., "Fâtih Devri Kütüphâneleri ve Molla Lütfi Hak-
Aşıkpaşazâde Derviş Ahmed, Aştkpaşazâde Târihi (nşr. Âlî Bey), İs- kında Birkaç Not", TD, XXXIII (1980-81), s. 57-78.
tanbul 1332. ,"Şeyh Vefâ ve Vakıfları Hakkında Yeni Bir Belge", ÎAD, I
Aşkar, Mustafa, Molla Fenârî ve Vahdet-i Vücûd Anlayışı, Ankara (1997), s. 47-64.
1993. Evliya Çelebi, Seyâhatnâme, I-VI İstanbul 1314-18; VII-X, İstanbul
Atâî: 1928-38.
• Nev'îzâde Atâî, Hadâiku'l-hakâik fî tekmileti'ş-Şekâik (nşr. Abdül- Faroqhi, Suraiya, "Menteşeoğullarından Osmanlılara Muğla", Târih
kadir Özcan), II, İstanbul 1989. İçinde Muğla (derleyen, İlhan Tekeli), Ankara 1993.
Aydın, Ömer, Türk Kelâmcıları, İstanbul 2001. GAL:
Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî: Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur, I-II, Leiden
Hâfız Hüseyin Ayvansarâyî, Hadîkatü'l-cevâmî, I-II, İstanbul 1281. 1943-49.
Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri: GAL,.suppL:
Ekrem Hakkı Ayverdi, Avrupa'da Osmanlı Mîmârî Eserleri [IV] Bul- Cari Brockelmann, Geschichte der arabischen Litteratur Supplement-
garistan Yunanistan Arnavudluk, İstanbul 1982. band, I-III, Leiden 1937-42.
Ayverdi, Osmanlı Mîmârisi: Gazzî, el-Kevâkib:
Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mîmârisinde Çelebi ve II. Sultan Necmeddin Gazzî, el-Kevâkibü's-sâire bi a'yâni'l-mieti'l-âşire, I-III
Murad Devri, II, İstanbul 1972. (nşr. Cebrâil Süleyman Cebbûr), Beyrut 1979.
Azamat, Nihat, "Abdürrahim-i Rûmî", DÎA, I, 293. Gölpınarlı, Abdülbâkî, Konya Mevlânâ Müzesi Yazmaları, III, Ankara
Baldırzâde Mehmed, Vefeyâtnâme, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, 1972.
nr. 1381; Âşir Efendi, nr. 265, 270; Tâhirağa, nr. 420. (Not: Kitapta , Mevlânâ'dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983.
Esad Efendi nüshası kullanılmış olmakla birlikte, farklı ya da ilâve bil- ,Yûnus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961.
gilere rastlandığında kaydedilen diğer nüshalardan da yararlanılmıştır). Güldeste:
Bebek, Adil, "Hayâlî", DÎA, XVII, 3-5. İsmâil Belîğ, Güldeste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı
Böcüzâde, İsparta Târihi: Nâdiredân, Bursa 1302.
Böcüzâde Süleyman Sâmi, Kuruluşundan Bügüne Kadar İsparta Hâfî, Vakıfnâmeı
Târihi I-II (nşr. Suat Seren), İstanbul 1983. Mahmud Fâdıl Yezdî Mutlak, "Vakıfnâme-i Zeynüddin Ebû Bekir
Cebbarzâde, Dâfiu'z-zulem: Hâfî", Mişkât,
Cebbarzâde Mehmöd Ârif b. Şâkir, Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: XXII (1989), s. 187-200
Şerhu nutk-i Şeyh Vefâ, Hacı Selimağa Ktp., Hüdâyî Efendi, nr. 544, vr. Hâfî, Zeynüddin, İcâzetnâme (Abdürrahim Rûmî'ye), Süleymâniye
lb-43b. (müellif nüshası) Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 71, sonunda iki varak; Marmara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Ktp., Hakses, nr. 355, vr. (lla-12a). [İcâzetnâme Lâmiî ,"Zeynîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, VII, 553.
Çelebi'nin Nefehât Tercümesi'nde de kayıtlıdır, s. 553-555]. İnançer, Ömer Tuğrul-Tanman, M. Baha, "Zeynîlik", DBÎA, VII, 552-
, Menhecü'r-reşâd, Süleymâniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 283, 553.
vr. (4b-77a). İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 953 (1546) Târihli (nşr. Ömer Lütfi
, Risâle [Ahmed Semerkandî'ye Nasihatler], Süleymâniye Ktp., Barkan-Ekrem Hakkı Ayverdi), İstanbul 1970.
Şehid Ali Paşa, nr. 1391, vr. (84a-87b). İzâhu'l-meknûn:
,el-Vasâya'l-Kudsiyye, Süleymâniye Ktp., Murad Buharî, nr. Bağdatlı İsmail Paşa, İzâhu'l-meknûn fi'z-zeyl alâ Keşfü'z-zunûn an
210, vr. (2b-44b). esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn [nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya],
Hammer: MI, İstanbul 1945-47.
Hammer, Purgstall J. F. Von, Devlet-i Osmâniyye Tarihi (trc. Meh- Kanar, M., "Veysî", ÎA, XIII, 308-309.
med Ata), İstanbul 1329. Kara, Mustafa, "Abdüllatîf el-Kudsî", DÎA, I, 257-258.
Harîrîzâde, Tibyân: , Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, I-II, Bursa 1990, 1993.
Kemâleddin Harîrîzâde, Tibyânü vesâili'l-hakâik fî beyâni selâsili't- Karpuz, Hâşim, "Giresun'un Espiye İlçesine Bağlı Tekke Köyündeki
tarâik, Süleymâniye Ktp., Fatih, I-III, nr. 430-432. Gülbahar Hâtûn 'Hacı Abdullah' Zâviyesine Bağlı Yapılar", VD, XV
Harman, Ömer Fâruk, "Firavun", DÎA, XIII, 118-121. (1982), s. 117-126.
Hediyyetü'l-ârifîn: Kâtip Çelebi, Süllemü'l-vüsûl, Süleymâniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr.
Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn esmâü'l-müellifîn ve âsâru'l- 1887.
musannifîn, I (nşr. Kilisli Muallim Rifat-İbnülemin Mahmud Kemal), II Keşfü'z-zunûn:
(nşr. İbnülemin Mahmud Kemal-Avni Aktuç), İstanbul 1951-55, Tahran Kâtip Çelebi, Keşfü'z-zunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-fünûn, I-II (nşr.
1387/1967. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1360-62/1941-43.
Hulvî, Lemezât: Kınalızâde Hasan Çelebi, Tezkiretü 'ş-şuarâ, I-II (nşr. İbrahim Kut-
Hulvî, Mahmud Cemâleddin, Lemezât-ı Hulviyye ez Lemeât-t Ulviy- luk), Ankara 1978, 1981.
ye (nşr. Mehmed Serhan Tayşî), İstanbul 1993. Kiel, Machiel, "Ferecik", DÎA, XII, 371-373.
Hüseyin Hüsâmeddin, "Molla Fenârî", TTEM, XCV (1926), s. 368- Kissling, Hans Joachim, "Halveti Tarikatı II" (trc. M. Serhan Tayşî),
383; XCVI (1928), s. 148-158. Bilim ve Sanat Vakfı Bülteni, XXXIII (1994).
İbn Hacer, İnbâü'l-gumr: Kissling, Zejnîje Orden:
İbn Hacer el-Askalânî, İnbâü'l-gumr bi-enbâi'l-umr, Beyrut 1986. Kissling, Hans Joachim, "Einiges über den Zejnîje Orden im Os-
İbn İyâs, Bedâiu'z-zuhûrı manischen Reiche", Der islam (DI), XXXIX (1964), s. 143-179.
Muhammed b. Ahmed el-Hanefi, Bedâiu'z-zuhûr fî vekâi'i-dühûr, I- Koca, Ferhat, "İbnü'l-Hümâm", DÎA, XXI, 87-90.
V (nşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1982-84. . Kofoğlu, Sait, "Hamîdoğulları", DÎA, XV, 471-476.
İbnü'I-Hanbelî, Dürrü'l-habeb: Kudsî/Makdisî, Abdüllatîf, Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb, Süley-
İbnü'l-Hanbelî Radıyyüddin Muhammed Halebî, Dürrü'l-habeb fî mâniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 167.
târîhi âyâni Haleb (thk. Mahmud el-Fâhûrî-Yahyâ Zekeriyya Ubbâde), I- Kudsî, Hallü'r-rumûz:
II (dört mücelled), Dımaşk 1972-1974. Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz, Süley-
İnançer, Ömer Tuğrul, "Cerrâhîlik (Zikir Usûlü ve Mûsikî)", DBÎA, mâniye Ktp., Lâleli, nr. 3745, vr. (3b-47a).
II, 416-417. Kudsî, Tuhfe:
Abdüllatîf Kudsî/Makdisî, Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l- Menâkıb-ı Akşemseddin:
makâmât ve'l-merâtib, .Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 3007, vr. Emir Hüseyin Enisî, Menâktb-ı Akşemseddin (nşr. Ali İhsan Yurt-
(lb-17a). Mustafa S. Kaçalin, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri içinde), İstanbul
Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd: 1994.
Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî, es-Simtu'l-mecîd fî selâsili ehli'l-bey'ati Meriç, Rıfkı Melûl, Edirne'nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında,
ve ilbâsi'l-htrkati ve't-tasavvufi ve sülûki ehli't-tevhîd, Süleymâniye Ktp., İstanbul 1963.
Şehid Ali Paşa, nr. 1197, vr. (lb-76b). Mezârât-ı Herat:
Kuşeyrî, Abdülkerim, er-Risâletü'l-kuşeyriyye (thk. Abdülhalîm Mah- Emir Seyyid Abdullah, Mezârât-ı Herat (nşr. Fikri Selçûkî), Kabil
mud-Mahmud b. eş-Şerîf), Kahire, ts. 1344 hş. (Emir Seyyid Abdullah tarafından 1459'da kaleme alınan bu
Kut, Günay, "Ahmed Paşa, Bursalı", DÎA, II, 111-112. esere daha sonra 1784'te Ubeydullah b. Ebû Saîd Herevî tarafından,
, "Ali Şir Nevâî", DÎA, II, 449-453. 193l'de Muhammed Sıddîk Herevî tarafından ilâveler yapılmış, en son
Kutbuddinzâde Mehmed İznikî, Fethu Miftâhi'l-gayb, Süleymâniye eseri neşre hazırlayan Fikri Selçûkî tarafından da genişçe bir tâlîkât ilave
Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1271.
edilerek hepsi birarada yayınlanmıştır).
, îbticâcu Âdem maa Mûsâ Aleyhime's-selâm, Süleymâniye
Mir'âtü'l-makâsıd:
Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223.
Ahmed Rif'at, Mir'âtü'l-makâsıd fîdef'i'l-mefâsid, İstanbul 1293.
, Münevviru'd-deavât, Süleymâniye Ktp., Ayasofya, nr. 1802.
, Şerhu 'Sübhâneke mâ arafhâke hakka mârifetike', Süley- Muhammed Râgıb, Târîhu Haleb:
mâniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 4223. Muhammed Râgıb et-Tabbâh, î'lâmü'n-nübelâ bi-târîhi Halebe'ş-şeh-
, Tenvîru'l-evrâd, Süleymâniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, bâ, I-VII, Halep 1923-1925.
nr. 290 (vr. lb-27b). Muhibbî, Hulâsatü'l-eser:
Kübrâ, Necmüddin, Fevâihu'l-cemâl ve fevâtihu'l-celâl (nşr. Mustafa M. Emin el-Muhibbî, Hulâsatü'l-eser fî âyâni'l-karni'l-hâdî aşer, I-IV
Kara, müellifin diğer iki risâlesiyle birlikte), İstanbul 1980. (Dâru Sâdır), Beyrut, ts.
Küçük, Râşit, "Abâdile" (Hadis), DÎA, I, 7. Musannifek, Hallü'r-rumûz:
Lâmiî, Nefehât Tercümesi: Musannifek Alâeddin Ali b. Muhammed, Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-
Lâmiî Mahmud Çelebi, Nefehâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds Ter- künûz, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Nûri Ergin, nr. 513.
cümesi, İstanbul 1980. Müstakimzâde Süleyman Sa'deddin, Devhatü'l-meşâyih: Osmanlı
Latîfî, Tezkire-i Latîfî (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1314. Şeyhülislâmlarının Biyografileri (nşr. Ziya Kazıcı), İstanbul 1978.
Levend, Agâh Sırrı, Ali Şir Nevâî, I-IV, Ankara 1965-68. , Meşâyihnâme-i İslâm, Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr.
Mahmud Kefevî, Ketâibü âlâmi'l-ahyâr min fukahâi mezhebi'n- 1716/1.
Nu'mân el-muhtâr, Süleymâniye Ktp., Hâlet Ef., nr. 630.
, Tuhfe-i Hattâtîn, İstanbul 1928.
Margoliouth, D. S.- Furat, A. S., "Zeynüddin", ÎA, XIII, 556.
Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd:
Mecdî:
Abdülganî Nablûsî, Tahrîku'l-ıklîd fî fethi bâbi't-tevhîd, Süleymâniye
Mecdî Mehmed Efendi, Hadâiku'ş-Şekâik (eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye
Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2324, vr. lb-296a).
tercümesi, nşr. Abdülkadir Özcan), İstanbul 1989.
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtt: Nebhânî, Yusuf b. İsmâil, Câmiu kerâmâti'l-evliyâ, I-II (nşr. İbrahim
Mehmed b. Sa'dî, Bursa Vefeyâtı (nşr. Kadir Atlansoy, "Edebiyat Atve ivaz), Beyrut 1989.
Tarihi Kaynağı Olarak Bursa Vefeyâtnâmeleri I" isimli makale içinde, Nefeszâde İbrahim, Gülzâr-ı Savab (nşr. Kilisli Muallim Rifat), İstan-
OA, XVIII [1998], s. 51-67), vr. lb-6a. bul 1939.
Nefîsî, Târîh-i Nazm u Nesr: Öngören, Reşat, "Fâtih Sultan Mehmed'in Ölümü Üzerine Bâzı İd-
Said Nefîrî, Târîh-i Nazm u Nesr der îrân ve der Zebân-ı Fârisî, I-II, diâlar", KAM, II (1997), s. 28-33.
Tahran 1363 h§. , "Kutbüddinzâde İznikî", DÎA, XXVI, 489-490.
Neşru'l-mesânî: ,"XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı'da Tasavvuf Anlayışı", XV ve
Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî, Neşru'l-mesânî li ehli'l-karni'l-hâdî XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değereler, İstanbul 1999, s. 207-219.
aşer ve's-sânî, I-IV (nşr. Muhammed Haccî-Ahmed Tevfik), Rabat 19877- /'Osmanlı Devleti'nin İlk Şeyhülislâmı Molla Fenârî'nin Tasav-
86. vuff Yönü", Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, XI, 114-119.
Nevâî, Mecâlis: _,"Sünnî Bir Tarikattan Şiî Bir Devlete: Safeviyye Tarikatı ve
Ali Şir Nevâyî, Mecâlisü'n-nefâyis (haz. Hüseyin Ayan v.dğr.), Er- îran Safevî Devleti", Bilgi ve Hikmet, XI (1995), s. 82-93.
zurum 1995. Özen, Şükrü, "İslâm Hukukuna Göre Zındıklık Suçu ve Molla Lut-
Nevâî, Nesâyim: fî'nin İdamının Fıkhîliği", İslâm Araştırmaları Dergisi, VI (2001), s. 17-62.
Ali Şir Nevâyî, Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyimi'l-fütüvve (haz. Özköse, Kadir, "Başlangıcından Günümüze Kadar Afrika'da İslâm ve
Kemal Eraslan, Doktora tezi), İstanbul 1979. Tasavvuf", Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, VII (2001), s.
Nevâî, Seyyid Hasan: 157-184.
Ali Şir Nevâî, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big (nşr. Kemal Eraslan, TM, Reşehât Tercümesi:
1971, sy. XVI), s. 89-110. Safi Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifî, Reşehât-ı Aynü'l-hayât (trc. M. Şerif
Nişana Târihi: el-Abbâsî), İstanbul 1291.
Nişana Mehmed Efendi, Nişancı Târihi, İstanbul 1290. Revnakoğlu, Cemâleddin Server, Eski Sosyal Hayatımızda Tasavvuf ve
Norris: Tarikat Kültürü (nşr. M. Doğan Baym-İsmail Dervişoğlu), İstanbul 2003.
Safâyî, Vasâyâ:
Norris, H. T., "The Mir'ât al-Tâlibîn by Zain al-Dîn al-Khawâft of
Safâyî, Manzûme-i Vasâyâ-yı Şeyh Vefâ, Süleymâniye Ktp., Ayasofya,
Khurâsân and Herat", Bulletin of the School of Oriental and African
nr. 2154.
Studies (BSOAS), Liü/l (1990), s. 57-63.
Sakallı, Talat, "İbn Kutluboğa", DM, XX, 152-154.
Nüzhetü'l-bavâtır:
Sehâvî:
Abdülhay b. Fahreddin el-Hasenî, Nüzhetü'l-havâttr ve behcetü'l-
Şemsüddin Muhammed b. Abdurrahman es-Sehâvî, ed-Dav'ul-lâmi'
mesâmi'i ve'n-nevâztr, Haydarâbâd 1973.
li-ehli'l-harni't-tâsi', I-XII (6 mücelled), Beyrut, ts.
Ocak, Ahmet Yaşar, "Hızırnâme", DÎA, XVII, 417-419.
Sehî, Tezkire:
, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıl-
Sehî, Heşt Bihişt: Sehî Beg Tezkiresi (nşr. Günay Kut), Harvard
lar), İstanbul 1998.
Üniversitesi, Amerika 1978.
Okumuş, Ömer, "Câmî, Abdurrahman", DÎA, VII, 94-99.
Semerât:
Osmanlı Müellifleri:
Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü'l-fuâd fi'l-mebdei ve'l-meâd, İstanbul
Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, I-III, İstanbul 1333.
1288.
Öcalan, Hasan Basri, Bursa'da Tasavvuf Kültürü (XVII. Yüzyıl), Bur-
Serin, Muhittin, "Hamdullah Efendi, Şeyh", DÎA, XV, 449-452.
sa 2000.
, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999.
Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf:
Sicill-i Osmânî:
Reşat Öngören, Osmanlılar'da Tasavvuf: Anadolu'da Sûfîler, Devlet
Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15, Heppen-
ve Ulemâ (XVI. Yüzyıl), İstanbul 2000.
heim, Bergstrasse 1971.
Sinan Paşa, Tazarrûnâme (nşr. A. Mertol Tulum), İstanbul 1971. Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, Mevzûâtü'l-ulûm [trc. Kemâleddin
Sivâsî, Şihâbüddin Ahmed, Risâletü'n-necât min şerri's-sıfât, Süley- Mehmed], İstanbul 1313.
mâniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 2,46, vr. (61b-77a). Taşköprîzâde, eş-Şek_ik:
Sümer, Faruk, Safevî Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Taşköprîzâde Isâmüddin Ahmed, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye fî
Türklerinin Rolü, Ankara 1992. ulemâi'd-devleti'l-Osmâniyye (nşr. Ahmed Suphi Furat), İstanbul 1985.
Süyûtî, Husnü'l-muhâdara: Togan, A. Zeki Velidi, "Ali Şîr", İA, I, 349-357.
Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Husnü'l-muhâdara fî târihi Mısır , Umumî Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981.
ve'l-K_hire, I-II (nşr. Muhammed Ebu'1-fazl İbrâhim), 1967-68. Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu-Fermanlar, I.
Süyûtî, Nazmu'l-tkyân: Fasikül (haz. İ. Hakkı Uzunçarşılı-İbrahim Kemal Baybura-Ülkü Altın-
Celâleddin Abdurrahman Süyûtî, Nazmu'l-ıkyân fî a'yâni'l-a'yân (el- dağ), Ankara 1985.
Melctebetü'l-ilmiyye), Beyrut, ts. Türer, Osman, "Biat (Tasavvuf)", DİA, VI, 124-125.
Şapolyo, Enver Behnan, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul Uludağ, Süleyman, "Abâdile" (Tasavvuf), DİA, I, 7-8.
1964. ,"Avârifü'l-maârif", DİA, IV 110.
Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm: , "Devran", DİA, IX, 248-249.
Şemseddin Sâmî, Kâmûsü'l-a'lâm Târih ve Coğrafya Lügati, I-VI, İs- Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, I, Ankara 1982; II, An-
tanbul 1314. kara 1983.
Şerîf Efendi, Menâkıbü'l-evliyâ, Süleymâniye Ktp., Hacı Mahmud Ünver, A. Süheyl, "Mahmud Paşa", Fâtih ve İstanbul, c. II (1954), sy.
Efendi, nr. 4552 (50 varak). 7-12, s. 189-193.
Şeyhî: Vassaf, Sefine:
Şeyhî Mehmed Efendi, Vekâyiu'l-fuzalâ, III-IV, (nşr. Abdülkâdir Öz- Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr, Süleymâniye Ktp., Yazma
can), İstanbul 1989. Bağışlar, I-V, nr. 2306-2309.
Şihâbüddin Sivâsî, Cezzâbü'l-kulûb, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyyüd- Vefâ Muslihuddin Mustafa, Evrâd-ı Vefâ, Süleymâniye Ktp., Fâtih,
din Efendi, nr. 3257, vr. (143b-170b. nr. 2561.
Şuşud, Hasan Lûtfi, İslâm Tasavvufunda Hâcegân Hânedânı, İstanbul , Makjn-ı Sülük, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652.
1958. , Sâz-ı İrfân, Süleymâniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 652.
Tabibzâde, Silsilenâme: Yâdigâr-t Şemsî:
Tabibzâde Derviş Mehmed Şükrü b. İsmail, Silsilenâme-i Aliyye-i Mehmed Şemsüddin, Bursa Dargahları Yâdigâr-ı Şemsî I-II (nşr. Mus-
Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayî Efendi, nr. 1098. tafa Kara-Kadir Atlansoy), Bursa 1997.
Tâcîzâde Sa'dî Çelebi, Münşeât (nşr. Necati Lugal-Adnan Erzi), İstan- Yazıcı, Tahsin, "Hemedânî, Emîr-i Kebîr", DİA, XVII, 186-188.
bul 1956. Yurd, Ali İhsan, Akşemseddin Hayatı ve Eserleri (Düzeltme ve ek-
Tâcü't-tevârîh: lemelerle yayına sunan: Mustafa S. Kaçalin), İstanbul 1994.
Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü't-tevârîh, I-II, İstanbul 1279-1280. Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Şerîf ve Tarîkatnâme-i Pîrân ve
Tanman, M. Baha, "Âşık Paşa Külliyesi", DBİA, I, 364-368. Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye, 1290.
, "Halvethâne", DÎA, XV, 388-393. Yüngül, Naci, "Giresun'un Espiye İlçesinde Yavuz Sultan Selim'in
,"Şeyh Vefâ Külliyesi", DBİA, VII, 173-176. Te'sîs Ettiği Gülbahar Hâtûn Tekkesi Vâkfına Âit Vesikaların Değerlen-
Taşan, Berin, Merzifonlu Şeyh Abdürrahim Rumî, İzmir 1975. dirilmesi", VD, XV (1982), s. 101-116.
İNDEKS

A'lâmü'l-hüdâ ve akîdetü erbâbi't- 116


tüka 169, 189 Abdülaziz Fernevî 7 7 , 1 7 0
A. Süheyl Ünver 1 6 0 , 1 6 1 Abdülbâkî Gölpmarlı 135,136,
Abâdile 7 6 , 7 7 , 2 0 9 , 2 1 3 144, 158, 159, 2 0 6
Abdullah b. Tâhir el-Abbâsî 6 5 Abdülganî Efendi 108,114,115
Abdullah Efendi 1 1 3 , 1 2 9 , 2 1 2 Abdülganî Nablûsf 51,210,84,
Abdullah Efendi (Mehmed Çelebi 1 3 1 , 1 3 2 , 1 3 4 , 136, 137,
oğlu) 1 1 5 138, 140, 141, 156
Abdullah Kastamonî (bkz.Hacı Abdülkadir es-Suffûrî 6 5
Halife) Abdülkerîm b. Abdülaziz 5 9
Abdullah Şettân 52,53 Abdülkerîm Halîfe 31,58,59,81
Abdurrahim b. Şeyh Mehmed 7 5 Abdülkerim Cîlî 5 4
Abdurrahim Rûmî/Merzifonî 1 7 , Abdülkadir Erdoğan 8 4 , 131, 132,
31, 4 5 , 7 1 , 72,73, 74, 134, 136, 137, 1 3 8 , 1 4 0 ,
76, 166, 167 141, 1 5 6 , 206
Abdurrahman b. Seyyid Yûsuf 8 7 ,
109 Abdülkâdir Geylânî 13, 7 0
Abdurrahman Şirsî 13, 2 9 , 8 6 Abdüllatîf Efendi 1 5 9
Abdülaziz Efendi 1 1 3 , 1 1 4 , 1 1 5 , Abdüllatîf Kudsî /Makdisî 2 0 , 3 1 ,
76,77, 78, 79,80,81, Ahmed b. Şa'bân 2 8 Ali Rûmî 2 0 1 Bahâeddin Ömer 3 6 , 1 9 2
82, 83, 84, 85, 86, 87, Ahmed b. Zâğû 7 7 Ali Şir Nevâî 14, 2 7 , 2 8 , 3 4 , 3 5 , Bahâeddinzâde Efendi 1 2 4
90, 91, 94, 95, 96, 98, Ahmed Câmî-i Nâmekî 7 8 36, 38, 39, 57, 209, 211 Bâherz 17
99, 107, 118, 119, 125, Ahmed Efendi (Kazasker) 1 1 2 , Amasya 1 0 3 , 1 0 4 , 1 4 2 , 1 6 3 , 2 0 1 Bahrî 1 3 4
126, 127, 130, 136, 137, Ahmed Efendi (Burhaneddin Amasyalı Sankadızâdeler 163 Balat 2 2 , 1 5 9 , 1 6 0
170, 171, 172, 173, 174, Efendi'nin oğlu) 1 2 3 , Antalya 1 3 7 Balıkesir 1 2 6 , 1 5 9
175, 179, 180, 181, 187, 124 Arap 5 7 , 9 2 , 9 9 Balıkesirli Zâtî 143
188, 189,201,208,209 Ahmed en-Nahlî el-Mekkî 6 4 , 6 5 Ârif Mehmed Efendi 1 6 5 Barsbay 6 6
Abdüllatîf Mahrûk 1 3 , 1 2 3 , 1 2 5 , Ahmed Gazzî 9 6 Âşık Paşa 1 2 6 , 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 0 , 2 1 3 Bâyezid Devlet Kütüphanesi 5 5
157, 158 Ahmed Kazvinî 6 1 Âşık Paşa Külliyesi 1 2 6 , 1 2 7 , 1 2 9 , Bâyezid Pûrânî 3 6
Abdüllatîf Vefâî Rûmî 155 Ahmed Rifâî' 13 130, 213 Bayrâmiyye 1 1 9 , 1 2 4 , 2 0 1 , 2 0 2
Abdüllâtif Efendi 2 2 Ahmed Semerkandî 2 2 , 3 1 , 4 0 , 4 1 , Âşıkpaşazâde 5 8 , 5 9 , 7 2 , 8 0 , 8 1 , Bedahşan 4 0 , 193
Abdülmelik el-Gaznevî 2 9 42, 44, 77, 171, 176, 100, 126, 127, 128, 202, Bedreddin Aynî 6 8
Abdülmu'tf 3 1 , 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 0 , 7 6 , 192, 198, 199, 207 205 beka 16, 6 5 , 1 8 0
128 Alckirman 1 1 7 Âştkpaşazâde Târihi 5 8 , 5 9 , 7 2 , 8 0 , Bekir Halîfe 1 0 7
Abdülmuhsin el-Kal'î 6 5 Akşemseddin 1 9 , 2 1 0 , 2 1 3 81, 126, 127, 205 Bektaşî 1 1 8
Abdülvahhâb Efendi 1 2 3 , 1 2 4 Alâeddin Ali b. Muhammed eş- Atâî 11, 12, 7 5 , 7 6 , 7 7 , 8 6 , 8 7 , 8 9 , Benî Ümeyye Câmii 4 9
Abdülvahhâb Şârânî 5 2 , 6 3 , 193 Şahrûdî el-Bistâmî 93 96, 108, 109, 110, 111, Berâbâd 17
Abdülvâhid b. Süleyman Çelebi b. Alâeddin Ali b. Mûsa Koçhisârî 2 2 112, 113, 114, 121, 122, Berin Taşan 7 2 , 7 5
Kara Dâvud 1 1 4 Alâeddin Ali Fenârî 1 0 3 , 1 0 4 , 1 0 9 123, 124, 129, 131, 157, bîat 2 8 , 4 1 , 1 2 2 , 1 7 0 , 1 7 1 , 1 7 2
Abdülvâhid Efendi (Mehmet Çelebi Alâeddin Ali' 1 2 6 205 Bîhre 3 6
oğlu) 1 6 8 Alâeddin Attar 3 9 , 4 1 , 4 2 , 4 4 , 192, Atranos 1 1 7 Biga 1 2 6
Abdünnûr70 204 Avârifü'l-maârif 22, 23, 67, 73, Bilecik 1 1 5
Abdüsselâm Kuleybî 13 Alemdağı 1 6 4 126, 169, 189, 213 Boğdan 1 6 2
Acem 15, 9 9 , 1 0 6 , 1 0 7 , 1 1 9 Ali b. Abdülkuddûs eş-Şinnâvî 5 2 Ayasofya 11, 2 0 , 7 6 , 1 2 3 , 1 3 4 , 1 3 5 , Bolu 1 0 8
Adâbü's-sûfiyye 22 Ali b. Ebül-beka 6 5 143, 162, 1 6 3 , 2 0 9 , 2 1 2 Bolulu Çelebi 1 0 7 , 1 0 8 , 1 0 9
Agâh Sırrı Levend 3 8 Ali b. Hüseyin Vâiz Kâşifi 15, 4 1 , Ayasuluğ 7 0 Boyabatlı Şeyh Kemâl 9 9
Agra 2 9 212 Aynü'l-a'yân 93 Buhâra 4 5
Ağras kasabası 1 2 4 Ali b. Meymun Mağribî 4 8 Ayvansarâyî 9 9 , 1 2 5 , 1 2 7 , 1 3 8 , Buhârî 2 0 , 1 2 4 , 1 4 8 , 1 4 9 , 1 6 9 , 1 8 5
Ahaveyn 4 9 Ali b. Sinan 8 8 , 8 9 , 1 1 0 164, 200, 205 Burhâneddin Efendi 1 2 1 , 1 2 2 , 1 2 3 ,
Ahmed Aydûnî 6 1 Ali Bâhâc 6 5 Azerbaycan 14 124, 125, 157, 198
Ahmed b. Abdurraûf 6 5 Ali Cemâlî 1 5 2 , 1 5 3 Babü'l-kantara 8 0 Burhâneddin el-Bikaî 63
Ahmed b. Abdülevvel Kazvinî 61 Ali Dede 1 5 4 , 1 5 5 , 1 5 6 , 1 9 8 Babülvezir 6 8 Bursa İmamı 1 0 1
Ahmed b. Fakih Ali Dimyâtf 3 1 , 5 2 , Ali el-Eyyûbî 6 5 Bağdat 16, 5 4 , 6 0 Bursalı Mehmed Tâhir 2 2 , 7 0 , 7 1 ,
5 6 , 6 2 , 6 5 , 193 Ali Hemedânî 5 2 , 5 3 BahaTanman 1 2 7 , 1 2 9 , 1 3 8 , 1 3 9 , 92, 134, 153, 158, 165,
Ahmed b. Musâ Nebtînî 6 0 Ali İhsan Yurd 19 156 166, 211
Cafer el-Huzzâî 13 Derviş Mehmed b. Eflâtunzâde 168 Emeviyye Câmii 61 Fatma Sultan 128
Camî 38, 199 Derviş Mehmed b. Hızır Şah 159, Emînüddin Aksarâyî 31, 66, 68 Fâzıl Ahmed Paşa 65
Cebbarzâde 132, 133, 135, 205 160 Emir Ali 112, 113, 114 Fazlullah Ebu'l-Leysî 39
Celâleddin Ebu Tâhir Ahmed Dervişâbâd 14, 17, 22, 73, 193 Emir Buhârî Câmii 124 fenâ 39, 98, 180
Hocendî el-Medenî 15 Dîvân-t Âştkpaşa 137 Emir Kıvâmüddin Sincânî 18, 23 Ferecik 85, 87, 88, 110, 208
Celâleddin Fazlullah Tebrîzî 15 ed-Dürrü'l-yetîm fî halli'l-Ikdt'n- Emir Koca 68 Fîruz Şâh 43
Cemal b. Celal Neyrizî 28 nazîm 83 Emirler 127 Firavun 135, 192-194, 207
Cemâl Halvetî 107, 142 Ebheriyye 90 Endülüs 47 Fusûsü'l-hikem 40, 41, 55, 66, 137,
Cemâleddin Ahmed 40 Ebu Bekir b. Muhammed 14 Erdebîliyye 90 193, 194
Cemâleddin Mürşidi el-Mekkî 28 Ebu Hafs Haddad 43 Esmâü'l-husrıâ Şerhi 34 Fütûhât 55, 191
Cemâleddin Server Revnakoğlu 168 Ebü Nasr Pârsâ 36 Esrâr-t Fâtiha 126 Gazâlîzâde Şeyh Abdullah Efendi
Cemâleddin Yûsuf Acemi Gûrânî Ebu Osman 43 Eşrefiyye Dergâhı 67, 68 129
11, 15 Ebû Ömer Istahrî 13 Eşrefiyye Medresesi 66 Gâzergâh 38
Cezzâbü'l-kulûb 70, 71189, 213 Ebû Turab Asker b. el-Hıssîn Evhadiyye 90 Gâzergâhî 35, 38
Cilâü'n-nazar 55 Nahşebî 13 Evliya Çelebi 73, 74, 88, 138, 164, Gelibolu 86
Cüneyd 13, 43, 58, 59, 70, 80, 81, Ebu'l-uryân 55 206 Güldeste 11, 12, 77, 78, 81, 82, 87,
82, 126, 144, 174, 186 Ebulfeth İbrahim b. Ömer b. evrâd 21, 22, 96, 131, 133, 148, 90, 92, 93, 95, 96, 97,
Cüneyd-i Bağdâdî 13, 43, 144, 173, Ebulferec Fârûkî Vâsıtî 154,159, 162, 173, 179, 99, 101, 104, 105, 108,
174, 186 ! 13 181, 189, 209, 213 109, 110, 111, 112, 114,
Cüneyd-i Safevî 58, 59, 80, 81, 82, Ebulfeth Şemsüddin İskenderî 29 Evrâd-ı Şerife-i Zeyniyye 22 115, 116, 117, 118, 119,
126 Ebulfütûh Nûreddin Ahmed 28, 31, Eyüp 95 168, 206
Çakmak 59, 79, 80, 81 50, 52, 193 Eyyûb el-Ensârî 95 Gülşen-i Esrâr 158
Çanakçı Dede 97 Ebulhayr Ahmed 28 Fâtih 84, 87, 94, 95, 96, 100, 103, Gülzâr-t Savâb 163, 164, 210
Çandarlı âilesi 104 Ebunnecib Sühreverdî 13, 14 104, 105, 118, 119, 124,
Çankırı 109 Ebussuûd 68 125, 127, 131, 133, 137, Günay Kut 39, 143, 150, 212
Çelebi Sultan Mehmed 72, 168 Edhemîler 117 138, 139, 140, 141, 142, Gündüz/Gündüzlü Muslihuddin
çilehâne 139, 186 Edirne 20, 75, 84, 85, 88, 89, 91, 144, 148, 149, 150, 153, 125
Çorlu 138 95, 132, 136, 155, 210 154, 160, 161, 162, 163, Gâzî-yi Balar Abdüllatff Efendi 159
Dâfiu'z-zulem li kulûbi'l-ümem: Edirnekapı 124 164, 168, 189, 198, 201, Habîb Karamânî 48
Şerhu nutki Şeyh Vefâ Eğirdir 95, 118, 119, 120, 121, 202, 206, 212, 213 Hacı Ahmed b. Seydî 126
135 122, 123, 124, 125, 142, Fâtih Sultan Mehmed 87, 94, 96, Hacı Ali Baba 117
davrânî zikir 181 157, 193, 198 100, 103, 104, 105, 131, Hacı Bayram 19, 119
Dâvud Vefâî 155, 156 Eğriboz 162 137, 138, 140, 141, 142, Hacı Halîfe 20, 87, 99, 101, 102,
Dâvûd-i Kayserî 163 Ehl-i Sünnet 21, 39, 169, 187, 144, 148, 150, 153, 160, 103, 104, 105, 106, 107,
Debbağlar İmamı 136 188189, 197 161, 162, 163, 164, 168, 108, 109, 110, 112, 126,
Derviş Ahmed Âşıkî 126 Ekberiyye 90, 163, 194 201, 212 175, 176, 181, 203,204
Hacı Hasanzâde Mehmed Câmî Hattat Hamdullah 1 4 3 , 1 6 4 213 İbnü'l-Hanbelî 2 8 , 5 8 , 5 9 , 2 0 7
126 havâtır 2 9 , 3 0 , 1 8 3 , 2 1 1 ,. Hocazâde Muslihuddin Efendi 1 0 5 , İbnü'l-Hümâm 3 1 , 6 5 , 66, 67, 6 8 ,
Hacı Huzur 5 2 Hayâlı 7 5 , 2 0 5 110 208
Hacı İvaz 1 2 0 Haydar mahallesi 1 2 7 Horasan 14, 16, 1 7 , 18, 2 0 , 2 7 , 3 0 , İbnü'ş-Şıhne 63
Hadîkatü'l-cevâmî 125, 127, 138, Hayreddin Dede 1 2 0 31, 33, 35, 37, 39, 40, İbrâhim b. Edhem 13, 1 1 2
164, 200, 205 Hayreddin Efendi 1 5 8 41, 43, 45, 56, 57, 73, İbrahim b. Mahmud ez-Zencebîlî 6 5
Hâdi'l-kulûb ilâ likâi'l-mahbûb 83, Hediyyetullah Sermest 5 2 78, 79, 83, 91, 93, 94, İbrahim b. Ömer el-Edkâvî 6 6
1 7 4 , 1 7 5 , 189, 208 Hediyyetü'l-ârifîn 22, 74, 207 181, 192, 194, 196, 198, İbrâhim el-Hıyârî 6 5
Hâf 14, 17 Hekîm Çelebi 1 5 6 199, 2 0 1 İbrâhim Müsrâtı 7 7
Hâlât-t Seyyid Hasan Big 3 6 , 3 8 , Herat 9 , 14, 15, 17, 18, 2 1 , 2 2 , 2 9 , Hulâsatü'l-eser 51, 52, 53, 54, 64, İbrâhim Paşa 1 0 3 , 1 0 4 , 2 0 4
211 33, 34, 36, 37, 38, 40, 65, 2 1 0 II. Bâyezid (bkz. Sultan II. Bayezid),
Halep 19, 2 9 , 5 6 , 5 7 , 5 8 , 6 1 , 2 1 0 41, 42, 43,,77, 93, 94, Huy 1 1 8 II. Murad 2 2 , 7 2 , 7 4 , 7 9 , 80, 9 1 ,
Halîfezâde 1 2 1 , 123, 1 2 4 , 1 2 5 192, 1 9 6 , 1 9 8 , 2 1 0 , 2 1 1 Hüsâmeddin Hasan Şimşîrî 11, 1 2 109, 150, 159
Halil Paşa 103 Hıbâniye 6 7 Hüsamzâde 1 5 2 II. Murad Medresesi 1 0 9
Hallâc-ı Mansûr 1 9 0 Hıra 1 4 1 Hüseyin Ayvansarayî 1 6 4 İktibâsü ref'i'l-iltibâs fî beyâni tarîk-
Hallü'r-rumûz ve keşfü'l-künûz 95, Hıyâbân 3 4 Hüseyin b. Abdullah 1 2 7 i'n-nâs 83
187, 189, 210 Hızır 1 0 6 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 4 4 , 1 5 2 , Hüseyin Hüsâmeddin 12, 9 1 , 9 2 , el-İ'lân yedfeu't-tenâkuz fî sûreti'l-
Hallü'r-rumûz ve mefâtîhu'l-künûz 159, 160, 186 207 a'yân 55
171,208 ' Hızır Bey 1 1 9 , 1 4 4 Hz. Ali 13, 1 2 7 , 1 4 9 , 1 7 9 el-İfâde bima beyne'l-ihtiyâri'l-ilâhî
halvet 3 4 , 3 5 , 4 0 , 7 8 , 1 4 1 , 1 7 8 , Hızır Şah 1 5 9 , 1 6 0 Hz. Ebû Bekir 13, 1 0 9 , 113 ve'l-irâde 5 3
182,186,187 Hıztrnâme 29, 211 Hz. Hüseyin 1 2 7 el-îklîdü 'l-ferîd fî tecrîdi't-tevhîd 51
halvethâne 1 3 9 , 1 8 6 , 2 1 3 Hicaz 14, 2 7 , 3 0 , 3 1 , 3 9 , 4 0 , 4 7 , Hz. Ömer 13 el-İnsânü'l-kâmil 54
Halvetiyye 13, 14, 3 0 , 4 8 , 84, 8 5 , 50, 51, 52, 53, 54, 56, Işknâme 7 4 , 7 5 İmam Nevevî 1 5 , 188
88, 107, 113, 120, 140, 59, 60, 62, 64, 65, 78, İ. H. Konyalı 1 3 0 , 1 3 7 İmâm-ı Azam 6 5 , 1 4 7
142, 156, 163, 165, 200, 83, 194, 196, 199 İbdâü'n-ni'me bi tahkiki sebkt'r- İnançer 9 , 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 8 0 , 1 8 1 ,
201, 202, 213 Hikem-i Atâiyye 5 4 rahme 55 207, 208
Hamîd-ili 2 9 , 1 1 8 , 1 1 9 , 120, 124, Hindistan 9, 2 7 , 2 9 , 3 0 , 5 2 , 1 9 6 İbn Benâne 7 7 Irak 14, 4 0
125 his âlemi 1 7 5 İbn Ganim 7 7 İran 2 3 , 7 5 , 9 2 , 1 1 8
Hamîdî 9 5 , 1 1 8 , 1 2 0 , 193 Hoca Bahşâyiş 9 6 , 161 İbn Hacer 2 8 , 2 9 , 9 2 , 2 0 7 İrşâdü'l-enâm 74
Hamîdüddin 3 4 , 3 5 , 1 9 8 Hoca Hayreddin 1 2 6 İbnü'd-Deyrî 6 7 İskender 18, 6 5
Hâmid Algar 3 9 Hoca Paşa 1 4 4 İbnü'l-Arabî 2 1 , 5 4 , 5 5 , 6 0 , 6 3 , 6 6 , İskender el-Makkarî 6 5
Harîrîzâde 12, 5 0 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 5 5 , Hoca Ramazan 9 6 7 0 , 89, 1 6 3 , 1 9 0 , 1 9 1 , İsmâil Beliğ 11, 8 7 , 9 0 , 1 0 1 , 108,
56, 62,.63, 64, 90, 101, Hoca Rüstem 9 7 192, 193, 194 109, 1 1 0 , 1 1 5 , 1 1 8
1 0 7 , 1 4 0 , 142, 2 0 0 , 2 0 7 Hoca Sâdeddin 19, 3 0 , 4 8 , 7 0 , 8 5 , İbnü'l-Cezerî 15 İsmail E. Erünsal 1 3 8
Hasan Çelebi Fenârî 165 90, 94, 103, 106, 128, İbnü'l-Fârız 63 İsmâil Efendi 1 6 8
Hasan Lutfi Şuşud 4 1 133, 137, 141, 149, 200, İbnii'l-Gars 63 İsmâil Sîsî 15
İsparta 1 1 9 , 1 2 2 , 2 0 5 Kevâkib 28, 29, 47, 48, 49, 56, 57, Küçük Ayasofya Zâviyesi 123 165,209
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi 60, 61, 62, 63, 64, 66, Künhü'l-ahbâr 122, 125, 131, 138 - Medîne 15, 18, 5 0 , 5 1 , 5 2 , 5 4 , 5 5 ,
75 68, 104, 105, 2 0 6 154, 197, 199, 204 56, 60, 65, 92
İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri 131 Kmnesrîn 5 8 Kâdî Hemedânî 5 2 Medres-i Sebz 3 3
istimdât 1 7 2 Kırk Hadis 15, 34, 73, 111, 188 Kâdiriyye 13, 1 6 0 , 1 6 1 Medresetü'l-Ayniyye 6 8
İşrâku'ş-şems 55 Kirmastı 1 2 7 Kânûnî 4 9 , 6 0 , 7 5 , 8 9 , 1 2 2 , 1 2 3 , Mehmed b. Abdullah 1 1 3 , 1 1 5 ,
Iydgâh 14 Kissling 9, 10, 3 0 , 8 5 , 9 9 , 1 0 0 , 125 116,157
İzmit 1 6 5 107, 110, 113, 123, 125, Lâmiî Çelebi 1 2 , 3 8 , 4 7 , 4 8 , 4 9 , 7 3 , Mehmed b. Ferâmürz 161
İznik 1 2 3 , 1 2 4 , 1 6 1 142, 196, 197, 2 0 8 79, 80, 82, 101, 102, Mehmed b. Kemâl 114, 1 1 6
Kadızâde 1 0 1 , 1 5 4 Kitâbu sûreti's-saâde bi-tilâveti 105, 106, 130, 132, 147, Mehmed b. Mehmed 1 1 4 , 1 1 6
Kâfiyeci 6 3 , 6 7 kitâbi'l-ibdâi ve'l-iâde 54 170, 174, 175, 201, 207 Mehmed b. Sa'dî 7 8 , 8 1 , 82, 8 6 ,
Kahire 2 8 , 6 3 , 6 5 , 6 6 , 6 8 , 7 8 , 1 7 2 , Kitâbu'l-emr bi'l-ma'rûf ve'n-nehy Latifi 1 4 0 , 1 4 3 , 1 4 4 , 1 5 5 , 2 0 9 87, 88, 90, 91, 95, 96,
205, 207 -209 ani'l-münker 83 Lemezât 13, 14, 30, 107, 117, 120, 97, 99, 101, 108, 109,
Kanbay Çerkesî 6 7 Kitâbü'l-mi'râc 63 123, 140, 142, 157, 199, 1 1 0 , 1 1 1 , 112, 113, 1 1 4 , '
Karaca Muhyiddin Zâviyesi 1 0 7 - Konya 80, 81, 9 4 , 9 5 , 1 1 9 , 1 2 6 , 200, 207 1 1 5 , 1 1 6 , 1 1 9 , 136, 1 5 7 ,
108 127, 130, 132, 136, 137, Lütfi Halîfe 1 0 6 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 0 , 161, 162,
Karamânî Mehmed Paşa 1 4 0 , 1 4 2 , 144, 2 0 6 Mahmud Efendi 1 1 9 , 1 2 1 , 1 2 3 , 1 6 5 , 1 6 8 , 179, 181, 1 8 2 ,
153, 2 0 2 Köprülü Kütüphânesi 2 3 213 209
Karamanoğlu İbrâhim Bey 8 1 , 1 3 7 Kudüs 2 0 , 2 1 , 4 0 , 5 8 , 6 0 , 6 6 , 7 7 , Mahmud Hayran 1 6 7 Mehmed Çelebi (Abdülganî
Kasım Acemî 5 7 78, 79, 80, 91, 92, 110 Mahmud Hisârî 3 1 , 4 5 Efendi'nin oğlu) 108
Kasım b. Kutluboğa 6 3 , 6 7 Kûrânî 5 0 , 5 4 , 5 5 , 5 6 , 1 9 4 Mahmud Paşa 9 4 , 1 6 0 , 1 6 1 - 2 0 5 , Mehmed Çelebi (Burhaneddin
Kasım b. Zülzül 5 7 Kuşâşî (Safiyyüddin Ahmed) 11, 13, 213 Efendi'nin oğlu) 123
Kasîde-i Bürde 34, 137 50, 52, 53, 54, 55, 62, Maksud Ali 3 8 Mehmed Çelebi (Pirî Halîfe'nin
Kasîde-i Tâiyye 63 170, 179, 194, 209 Makâm-ı Sülük 133, 134, 174, 177, oğlu) 1 2 0 , 1 2 1 , 1 2 5 , 198
Kastamonu 1 2 6 Kuşçu Abdî Çelebi 8 7 , 1 0 9 178, 213 Mehmed Efendi 14, 6 9 , 1 0 3 , 1 0 5 ,
Kastamonulu Şeyh Abdullah (bkz. Kuşeyrî 6 3 , 1 7 2 , 2 0 9 Mâlin 14 106, 114, 115, 156, 165,
Hacı Halife) Kuşeyri Risalesi 63, 172 Mansur et-Tûhî 6 5 209, 211213
Kayıtbay 6 7 , 6 8 kutb 3 8 , 1 2 0 , 1 3 5 , 1 4 4 , 1 4 5 Matlau'l-cûd bi tahkîki't-tenzîh fî Mehmed İpşirli 1 0
Kelimetü'l-cûd ale'l-kavli bi vahde- Kutbuddin îsâ 5 7 , 6 0 vahdeti'l-vücûd 55 Mehmed İznikî 2 2 , 1 6 1 , 1 6 2 , 1 6 3 ,
ti'l-vücûd 53 Kutbuddin İznikî 2 2 , 1 6 2 Mâverâünnehir 14, 4 0 165, 170, 173, 174, 209
Kemâl Hocendî 15 Kutbuddinzâde Mehmed İznikî 2 2 , Mecâlisü'n-nefâyis 35, 37, 38, 57, Mehmed Şemsüddin 9 8
Kemâl[eddin] Efendi 1 1 4 1 6 1 , , 162, 163, 165, 196,211 Mekke 4 7 , 4 8 , 4 9 , 5 6 , 5 8 , 6 0 , 6 5 ,
Kerîmiyye Câmii 5 9 170, 173, 174, 2 0 9 Mecdî 14, 1 8 , 2 2 , 7 2 , 7 3 , 8 4 , 8 5 , 78, 128
Keşfü'l-itikad fi'r-reddi alâ mezhe- kuûdî zikir 1 8 1 86, 87, 91, 102, 105, Melâmî 1 5 8
bi'l-ilhad 8 3 , 1 8 9 Kuzey Afrika 9, 1 9 9 107, 109, 131, 132, 135, Melhame 133
Keşfü'l-mestûr 55 Kübreviyye 5 3 , 1 4 4 , 1 6 4 143, 144, 154, 155, 159, Menâkıbü'l-evliyâ 119, 120, 121,
122, 123, 124, 125, 197, Mirkâtü's-suûd ilâ sthhati'l-kavl bi Muhammed Gazzî 4 8 Muslihuddin Halîfe 8 4 , 136
213 vahdeti'l-vücûd 55 Muhammed Horasânî 3 1 , 3 9 , 5 6 , Muslihuddin Kocevî 178
Menâzilü's-sâirîn Şerhi 3 4 misal âlemi 1 7 5 57 Muslihuddin Mustafa (Şeyh Vefâ),
Menhecü'r-reşâd 18, 2 1 , 2 3 , 7 3 , Misbâhu'l-üns 92 Muhammed Îcî 6 0 , 6 1 12,96,110,111,125,
169, 170, 187, 188, 190, Molla Câmî 2 3 , 3 8 , 1 9 3 Muhammed Kûsevî 2 8 , 3 6 1 3 0 , 1 4 8 , 152, 1 7 4 , 1 8 9 ,
191, 2 0 7 Molla Fenârî 7 7 , 8 9 , 9 0 , 9 1 , 9 2 , Muhammed Pârsa 18 213
Menteşeli Hacı Halîfe 1 0 7 93, 104, 162, 163, 165, Muhammed Râgıb 2 9 , 5 7 , 5 8 , 5 9 , Mustafa Âli 1 3 1 , 1 9 9
Meram 1 3 0 , 1 3 7 193, 194, 205, 207, 2 1 2 210 Mustafa b. Muallim 23
Merzifon 7 4 Molla Gûrânî 1 2 7 , 1 4 7 Muhammed Tebâdegânî 2 9 , 3 1 , 3 3 , Mustafa Çelebi 1 2 8 , 1 2 9 , 1 6 4
el-Meslekü'l-celî 56 Molla Hüsrev 1 5 2 , 1 6 1 , 1 6 2 , 1 6 5 , 35, 36, 37, 38, 39, 56, Mustafa Dede 1 6 3 , 1 6 4
el-Meslekü'l-muhtâr 55 168 73, 94, 197, 198 Mustafa Efendi 111, 1 1 2 , 1 1 4 , 1 1 7
Meslekü't-ta'rîf bi tahkîki't-teklîf 55 Molla Lütfi 1 4 3 , 1 4 8 , 1 4 9 , 1 5 0 , el-Muhammediyye fî tefsîri'l-Kur'an Mustafa Kara 12, 167, 1 6 8 , 1 8 6 ,
Mesnevî 2 9 , 8 3 , 9 5 , 1 3 7 , 1 5 9 , 1 7 5 185, 2 0 6 94 209213
Meşhed 3 7 Molla Mahmud Abdülmu'tf 4 8 Muhassab Mescidi 5 8 Mustafa Selâmî 123, 124
Meşrau'l-vürûd ilâ matlai'l-cûd 55 Molla Mahmud Sindî 4 8 Muhibbî 5 1 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 6 4 , 6 5 , Mustafakemalpaşa 1 2 7
Mevlâ Abdullah 1 0 0 Muallimzâde 9 6 , 1 1 1 , 1 1 2 , 1 1 4 , 210 Mutavvel 1 1 9
Mevlâ Ayas 9 9 , 1 0 0 , 1 0 1 167 Muhittin Serin 1 6 3 , 1 6 4 , 1 6 5 Müeyyediyye Dergâhı 6 7
Mevlâ Kâsım 1 0 1 Muallimzâde Câmii 9 6 , 1 6 7 Muhyiddin Çelebi 2 9 Müsrâtâ 7 7
Mevlânâ 19, 2 8 , 3 1 , 3 5 , 3 6 , 3 7 , 3 9 , Muallimzâde Mustafa Efendi 1 1 1 , Muhyiddin Efendi Zeynî 1 0 7 Müstakimzâde 1 0 0 , 101, 128, 143,
49, 56, 59, 80, 81, 109, 112 Muhyiddin Esved 1 0 7 1 5 3 , 1 6 3 , 164, 2 1 0
126, 137, 144, 155, 158, Muğlalı Şeyhzâde Vefâî 1 5 8 Muhyiddin Kocevî 1 2 5 , 1 2 6 , 141, Nakşibendiyye 18, 19, 2 8 , 3 0 , 3 9 ,
159, 197, 198, 2 0 6 Muhammed Arab 3 5 , 1 9 7 , 1 9 8 142,150 4 1 , 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 8 , 61,
Mevlânâ Abdülbekrî 8 1 Muhammed b. Ahmed b. Akîle el- Muhyiddin Mehmed b. Bahâeddin 9 2 , 1 0 2 , 1 0 7 , 120, 1 2 2 ,
Mevlânâ Sirâcüddin 3 7 Mekkî 5 0 , 5 6 , 6 4 , 6 5 124 1 5 6 , 1 6 3 , 192, 198, 199,
Mevlîd-i Şerîf 1 2 4 Muhammed b. Alâeddin Bâbilî 6 4 Muhyiddin Mehmed Çelebi (bkz. 201, 202, 203
Mısır 14, 15, 16, 17, 18, 2 7 , 2 8 , Muhammed b. Ali Basravî 6 1 Halîfezâde) Nasıruddin Ubeydullah 3 7
30,31,47, 50,51,52, Muhammed b. Ali el-Mektebî 65 Muînüddin Safevî 6 0 Nasrullah b. Abdurrahman el-Ensârî
54, 58, 59, 60, 61, 62, Muhammed b. Ali Geylânî et-Turûsî murâkabe 183 66
63, 64, 65, 66, 68, 70, 57, 60 Mûsâ b. Yezid er-Râî 13 Nasuh Efendi 1 1 0 , 1 1 1 , 1 1 2 , 113,
72, 73, 77, 7 8 , 8 1 , 83, Muhammed b. Atıyye el-İskenderî Musannifek 3 1 , 9 3 , 9 4 , 9 5 , 161, 121
91, 92, 127, 164, 194, 29 187, 188, 189, 2 1 0 Nebî Halîfe 1 0 6 , 108
196, 199, 213 Muhammed Behnisî 6 1 Muslihuddin Efendi (Bursa İmamı) Necdet Tosun 10, 17
Miftâhu'l-gayb 9 2 , 163 101
Muhammed el-Habbâz 6 5 Necîbüddin Ali b. Bozguş 12
Mimar Sinan . 1 3 9
Muhammed el-Mağrıbî el-Esmer 7 7 Muslihuddin Efendi (Hocazâde) 1 1 0 Necmeddin Gaytî 63, 6 4
Mir'atü't-tâlibîn 22
Muhammed Emin Kuhistânî 3 6 Muslihuddin Efendi (Muhyiddin Necmeddin Gazzî 2 8 , 4 8 , 4 9 , 5 6 ,
Mirâtü'l-mekâsıd 12
Muhammed Gâzergâhî 3 8 Kocevî'nin müridi) 1 2 6 57,62,206
Necmeddin Mahmud Isfehânî 11 Orhaneli 1 1 7 Sa'deddin Kaşgarî 19, 2 8 , 3 0 , 3 9 50, 58, 60, 62, 66, 67,
Nefehât Tercümesi 12, 14, 15, 16, Ortadoğu 9 sabah evradı 183 68, 77, 78, 79, 80, 83,
17, 18, 19, 23, 28, 3 0 , Ömer b. Hattâb / Ali b. Ebî Tâlib Sadreddin Ebulberekât Ahmed b. 91, 2 1 2
38, 39, 41, 44, 45, 47, 13 Nasrullah Kazvînî 15 Selçuk 7 0
48, 49, 58, 72, 73, 74, Ömer Okumuş 3 8 , 3 9 Sadreddin Konevî 8 0 , 9 2 , 1 1 8 , 1 1 9 , Semerât 12, 212
77, 78, 80, 81, 82, 84, Pîr Hasan el-Hûyî 1 1 8 1 2 6 , 163 Semerkand 3 9 , 4 8
92, 95, 96, 97, 99, 101, Pır İlyas Amâsî 3 0 Sadreddin Konevî Zâviyesi 8 0 , 1 2 6 Semerkand Daru'l-ilmi 3 9
102, 103, 105, 106, 107, Pîr Muhammed 9 5 , 1 0 7 , 1 1 8 , 1 1 9 Sadreddin Revvâsî 3 1 , 3 5 , 3 9 , 4 0 , Semerkant 3 7
119, 130, 132, 136, 137, Pîrî Halîfe 9 5 , 1 1 8 , 1 1 9 , 1 2 0 , 1 2 1 , 94, 193, 194 Serbâlâ 17
140, 142, 143, 148, 154, 122, 125, 142, 193, 194, Sadreddin Şirvânî 3 0 Seyfüddin b. Kutluboğa 6 7
162, 170, 171, 174, 175, 198 Safâyî 1 1 , 12, 13, 1 3 0 , 1 3 1 , 1 3 4 , Seyyid Ali Horasânî 2 8
180, 189, 190, 192, 193, râbıta 1 7 2 , 1 7 4 , 1 8 7 135, 136, 143, 2 1 2 Seyyid Derviş Mehmed 1 2 9
200, 207, 209 Râbia Hâtûn 1 2 7 , 1 2 9 Safeviyye 8 0 , 9 0 , 2 1 2 Seyyid Gazanfer 5 0 , 5 1
Nefeszâde 1 6 4 , 2 1 0 Ramazan Baba 1 1 7 , 1 1 8 Safiyyüddin Ahmed Kuşâşî 11, 13, Seyyid Hasan 3 5 , 3 6 , 3 7 , 3 8 , 2 1 1
Nefhatü'l-eshâr ve nhletü'l-eshâr alâ Ravzatü't-tevhîd 166 52, 54, 170, 194, 209 Seyyid Hasan Erdeşir 3 5 , 3 6
menheci'l-muhtâr ilâ Resâil-i İlm-i Meşâyih 137 Safiyyüddin Halîfe 8 8 , 1 0 9 , 1 1 0 , Seyyid îsâ 5 7 , 6 0 , 6 1
meşhedi'l-envâr 83 Resul Efendi 1 1 5 113, 114, 116, 117 Seyyid Kâsım 4 8 , 1 9 2 , 2 0 0
Nesâyimü'l-mahabbe min şemâyim- Reşehât 15, 18, 19, 30, 31, 40, 41, Safiyyüddin Îcî 3 1 , 6 0 Seyyid Muhammed 5 2
i'l-fütüvve 14, 38, 211 42, 43, 44, 45, 58, 73, Sahn 4 9 , 1 0 1 , 1 1 3 , 1 4 4 , 1 4 8 , 1 6 5 Seyyid Sıbgatullah 5 2 , 5 3
Neşru'l-mesânî 54, 55, 65, 211 92, 191, 192, 198, 199, Said b. Abdullah 6 5 Seyyid Velayet 4 9 , 1 0 0 , 1 2 7 , 1 2 8 ,
Nişancı Târihi 69, 72, 138, 139, 200, 212 Salâhiye Dergâhı/Hankâhı 6 3 , 6 4 129,130, 202
148, 150, 155, 1 9 9 , 2 1 1 Rifâiyye 1 3 , 2 8 , 9 0 Salâhiye Medresesi 6 4 Strru esrâri'l-beyân ve burcu seyri
Nizâmeddin Abdurrahim 7 1 er-Risâle 55 Sâlihiyye 6 1 rûhi'l-insân 134
Nizâmeddin Hâmuş 18, 19, 3 0 Risâle fi'l-vahdeti'l-vucûdiyye 51 Sâlim Senhûrî 6 4 Sikender Şah 2 9
Nuh b. Şeyh Mehmed 7 5 Risâle-i Kudsiyye 95 Sarây-ı Atîk 1 2 7 Silsilenâme 12, 44, 60, 69, 75, 107,
Nurâbâd 17 Risâletü'l-edebiyye 110 Sarıgâzi köyü 1 6 4 1 0 8 , 1 0 9 , 1 1 0 , 112, 1 1 4 ,
Nûreddin 11, 12, 17, 2 8 , 3 1 , 5 0 , Risâletü'n-necât 71, 1 7 4 , 1 7 5 2 1 3 Sarıkadı Mehmed Dede 1 6 4 115, 123, 154, 157,
5 2 , 6 4 , 7 7 , 8 6 , 1 5 6 , 193 Rodos 1 3 7 , 1 6 2 Sarıkadızâde Şeyh Mustafa 163 197213
Nûreddin Abdurrahman 11, 15, 16, Ruknüddin Hâfî 5 0 Sâz-t îrfân 1 3 3 , 1 7 4 , 1 9 3 2 1 3 Silsiletü's-sûfiyye 21
17, 8 6 Rumeli 9, 2 7 , 3 0 , 3 1 , 7 6 , 8 3 , 8 5 , Sefine 12, 13, 69, 74, 81, 82, 84, es-Simtu'l-mecîd 11, 12, 13, 50, 52,
Nûreddin Abdüssamed Natanzî 11, 97, 99, 104, 130, 159, 89, 90, 91, 101, 107, 5 3 , 5 4 , 6 2 , 179, 2 0 9
12 196, 198 108, 109, 112, 115, 117, Sinan Ferevî 8 5 , 86, 88
Nûreddin Şûnî 6 4 Rûznâme 133 126, 127, 128, 132, 133, Sinan Halîfe 1 0 0
Nuruosmâniye Kütüphanesi 1 2 , 7 4 Rüstem Halîfe 1 0 3 , 1 0 6 136, 137, 154, 156, 165, Sinan Mescidi 88
en-Nusûs 119 Sa'deddin Efendi 19, 4 8 , 9 0 , 1 1 4 , 167, 193, 2 0 0 2 1 3 Sinan Paşa 1 3 1 , 1 3 3 , 1 4 3 , 1 4 4 , ,
Nüzhetü'l-havâtır 29, 30, 211 141, 149213 Sehâvî 15, 16, 17, 18, 2 3 , 2 7 , 2 8 , 147, 148, 149, 1 5 2 , 1 5 3 ,
170, 172, 174, 175213 Şemsüddin Ahmed 7 5 , 1 3 1 Bekir 1 2 8 108, 109, 110, 112, 114,
Siryakosa Hankâhı 6 4 Şemsüddin Bâbilî 6 4 Şeyh Sinan 8 5 , 8 6 , 8 7 , 88, 1 0 0 , 115, 123, 154, 157,
Sivâsî Tekkesi 1 2 4 Şemsüddin Muhammed 15, 2 8 , 3 3 , 110,113 197213
Sûft Sultan Hanım 1 2 8 65, 89, 193, 2 1 2 Şeyh Süleyman Mescidi 9 9 Tâcü't-tevârih 72
Sûfîler yaylağı 9 7 Şemsüddin Muhammed b. Esed 2 8 Şeyh Şucâuddin Zâviyesi 8 4 Tâcüddin 12, 2 0 , 2 8 , 5 0 , 5 1 , 8 6 ,
Sultan II. Bâyezid 1 0 3 , 1 0 4 , 1 2 8 , Şemsüddin Muhammed b. Halîfe Şeyh Vefâ (bkz. Muslihuddin 87, 88, 95, 96, 97, 98,
135, 138, 139, 140, 141, eş-Şevberî 6 5 Mustafa) 99, 100, 101, 103, 110,
142, 143, 148, 152, 153, Şemsüddin Muhammed Kûsevî 2 8 Şeyh Vefâ Tekkesi 1 4 8 , 1 8 5 119, 125, 150, 179, 201
154, 156, 198, 201, 2 0 2 Şemsüddin Serahsî 2 8 Şeyh Velî 1 2 3 , 1 2 4 Tâcüddin Abdurrahman 5 0 , 5 1 ,
Sultan II. Selim 6 1 Şemsüddin Tebrîzî 8 0 Şeyh Yahya 2 7 , 1 4 4 179
Suraiya Faroqhi 1 5 8 Şerhu Evrâdi'z-Zeyniyye 22 Şeyh Yavsî Efendi 1 2 4 Tâcüddin İbrâhim Karamânî 8 6 , 9 5 ,
Sûriye 2 7 , 3 1 , 5 8 , 6 0 , 8 3 , 1 9 6 , 1 9 9 Şerhu Risâleti'l-Kuşeyrî 63 Şeyhûniye Hankâhı 6 6 96, 97, 99, 100, 101,
Suyûtf 6 3 , 8 9 Şerhu'r-ravz 63 şeyhü'l-harem 4 7 103, 110, 119, 125, 2 0 1
Sühreverdiyye 11, 13, 2 8 , 1 6 3 , 1 6 4 , Şerîfüddin Ebû Yahyâ 7 7 Şeyhülislâm Berdaî 1 1 9 , 1 2 1 Tahkîku't-tevfîk beyne kelâmi ehli'l-
169,181 Şerîfüddin İskenderî 15 Şiblî 4 3 , 7 0 kelâm ve ehli't-tarîk 5 5
Sühreverdiyye-i Cüneydiyye-i Şerif Cürcânî er-Razî 15 Şifâül-müteellim fî âdâbi'l-muallim Tanman 9, 127, 1 2 9 , 1 3 0 , 1 3 8 ,
Aleviyye 13 Şettâriyye 5 3 ve'l-müteallim 83 139,156, 208213
Sühreverdiyye-i Kâdiriyye-i Şeyh Abdullah 2 0 , 6 5 , 1 0 1 , 1 1 3 , Şihâbüddin 11, 12, 13, l 4 , 15, 2 2 , Tâvusî (Ebulfütûh Nûreddin Ahmed
Bekriyye 13 115, 129, 130, 176, 203 28, 65, 68, 69, 70, 71, 28
Süleyman Halîfe 9 9 , 1 0 0 Şeyh Ahmed Efendi 1 1 6 , 1 1 7 , 1 5 8 , 93, 169, 170, 174, 175, Tâyebâdî 15, 18
Süleymâniye Kütüphânesi 2 2 , 2 9 , 165 189, 213 Tazarrûnâme 131, 144, 149, 172,
41, 54, 63, 73, 79, 83, Şeyh Bedreddin 1 5 8 Şihâbüddin Ahmed el-Beşbîşî 6 5 175, 213
89, 95, 108, 110, 117, Şeyh Hasan 4 9 , 5 0 , 7 7 Şihâbüddin Ahmed Fernevî 15 Tebâdegân 33
119, 121, 133, 134, 135, Şeyh Kara Ali" 1 2 6 Şihâbüddin Ahmed Sivâsî 1 7 0 , 1 7 4 , Tebâdegânî 2 9 , 3 1 , 3 3 , 3 4 , 3 5 , 3 6 ,
154, 166, 167, 168, 169, Şeyh Kutbuddin 5 7 , 6 0 , 1 1 8 175,189 37, 38, 39, 56, 73, 94,
170, 175 Şeyh Mahdûmî 2 9 , 1 0 7 Şihâbüddin Bistâmî 15 197, 198
Sünbül Sinan 1 5 6 Şeyh Mehmed Çelebi 1 1 3 , 1 1 4 , Şihâbüddin Ömer Sühreverdî 11, Tebriz 15, 18, 2 9
Şah Ruh 18 115, 168 12, 14 Tenbîhü'l-ukûl 56
Şâh-ı Ziyâretgâhî 3 6 Şeyh Muhammed 2 9 , 3 1 , 3 8 , 6 1 , Şihâbüddin Sivâsî 6 9 , 7 0 , 7 1 2 1 3 Tenvîru'l-evrâd 22, 173, 209
Şâhidî 1 5 8 64, 65, 69, 70, 71 Şihâbüddin Sühreverdî 12, 13, 2 2 , Tesnîmü'l-muğribîn 34
Şâir Safâyî 12 Şeyh Muhyiddin Mehmed 1 0 8 , 1 0 9 9 3 , 1 7 0 , 189 Tevârîh-i Al-i Osmân 126
Şakîk Belhî 13 Şeyh Mustafa 1 1 4 , 1 1 7 , 1 2 3 , 163, Şiirler Risâlesi 133 tevhid zikri 1 8 1 , 1 8 3 , 1 8 7 , 1 9 1
Şam 14, 4 9 , 5 4 , 6 0 , 6 1 , 6 4 , 6 5 , 8 0 , 164 Şinnâvî 5 0 , 5 1 , 5 2 , 5 3 , 1 9 4 et-Tevsîl 56
157 Şeyh Nasuh 1 1 0 , 1 1 2 , 1 1 8 , 1 2 1 Şugan 3 9 , 4 0 Tezkiretü'l-habîb 34
Şâzeliyye 4 8 Şeyh Safiyyüddin Mustafa 109 Şükrü Özen 10, 1 4 9 Tibyân 12, 13, 5 0 , 5 2 , 5 3 , 5 4 , 55,.
Şem'î 1 4 3 , 1 5 5 Şeyh Seyyid Vefâ b. Seyyid Ebû Tabibzâde 12, 4 4 , 6 0 , 6 9 , 7 5 , 1 0 7 , 56, 62, 63, 64, 90, 101,
107, 140, 142, 200, 207 177, 178, 179, 180, 182, Zahîruddin İsa Mısrî 13 77, 78, 81, 83, 86, 91,
Tilimsan'da Abdurrahman b. el- 183, 184, 185, 186, 187, Zekeriyya Ensârî 5 2 , 6 2 , 6 3 , 6 4 ,
92, 93, 94, 95, 128, 141,
Bennâ 7 7 188, 189, 190, 191, 194
148, 159, 163, 166, 169,
Tokat 1 4 8 194, 202, 207,212 Zeki Velidi Togan 3 9
Topkapı Sarayı Kütüphanesi 1 6 4 Vassâf 12, 1 3 , 8 1 , 8 2 , 8 4 , 9 0 , 9 1 , Zenbilli Ali Efendi 1 2 9 , 1 4 3 , 1 5 2 , 170, 171, 174, 176, 178,

Tosya 1 1 0 , 1 1 2 101, 107, 108, 109, 112, 170, 181 179, 1 8 1 , 1 8 2 , 1 8 6 , 187,
Tövbenâme 166, 167 115, 117, 126, 127, 128, Zeynelâbidîn İbnü'l-Acemî 6 1
188, 189, 190, 191, 192,
Trablus 7 7 132, 133, 136, 137, 154, Zeynîler 8 2 , 1 1 8 , 1 5 8 , 1 5 9 , 1 6 4 ,
193, 194, 197, 199, 200,
Trakya 8 5 156, 193, 2 0 0 199
Tuhfe Hattatın 100, 101, 143, 163, Vecîhüddin 3 5 , 3 7 , 5 2 , 5 3 Zeyniyye Dergâhı/Hankâhı 8 2 , 9 6 , 206
164, 208, 2 1 0 Vefâ Dergâhı 1 2 5 , 1 5 6 97, 101, 108, 109, 117, Zeynüddin Irakî 15
Tuhfetü vâhibi'l-mevâhib fî beyâni'l- Vefâ devri 1 5 4 , 1 5 6 , 1 5 7 , 1 8 1 118, 121, 157, 159, 161,
Zeynüddin Mısrî 7 0
makâmât ve'l-merâtib Vefâiyye-i Zeyniyye 1 3 0 , 1 5 4 , 1 8 0 165, 167, 168
Zeyrek Câmii 9 9
82, 1 7 3 , 2 0 9 Vefeyâtnâme 11, 77, 81, 95, 96, 97, Zeynüddin Hâfî 10, 11, 13, 14, 15,
Tuhfetü'l-Mahmûdiyye 94, 161 101, 105, 106, 107, 108, 16, 17, 18, 19, 2 0 , 2 1 , zikr-i cehrî 2 0 3
Tunus 7 7 109, 111, 112, 113, 114, 22, 23, 27, 28, 29, 30, zikr-i hafi 2 0 3
Turhan Dede 1 2 3 , 1 2 4 115, 117, 118, 144, 159, 33, 34, 35, 36, 39, 40,
Zübdetü't-tahkîk ve nüzhetü't-tevfîk
Ubeydullah Ahrar 4 2 , 4 3 , 4 4 , 4 8 , 160, 168, 205 41, 42, 44, 45, 47, 48,
50, 52, 53, 56, 58, 59, 118
192, 198, 199, 2 0 0 vefk 1 3 2 , 1 4 0 , 1 4 2
Uluborlu 1 2 3 Veliyyüddinoğlu Ahmed Paşa 1 3 1 , 60, 62, 65, 66, 67, 68, zühd 2 7 , 1 1 8 , 1 4 4 , 1 7 6 , 2 0 3

Uludağ 2 3 , 6 7 , 7 7 , 9 6 , 9 7 , 1 2 6 , 143 69, 70, 71, 72, 73, 74, Zülbânî 6 2


156, 169, 180, 213 Veliyyüddinzâde Ahmed Paşa 9 7 , 9 9
Uyûnü't-tefâsîr 69 el-Vesîle li'l-galati tnüzîle 83
uzlet 3 5 , 1 7 7 , 1 7 8 , 1 8 6 Veysî 1 6 6 , 1 6 7 , 2 0 8
Ümraniye 1 6 4 Yahşî Fakih 9 5
Üveys b. Mehmed 1 6 6 Yahya b. Mûsâ Erdebîlî 5 7
Üvey s el-Karanî 13 Yakını 1 5 5
vahdet-i şühûd 1 9 0 , 1 9 1 Yâkub Çerhî 4 2
vahdet-i vücûd 5 5 , 6 3 , 9 3 , 1 9 0 , Yavuz Sultan Selim 1 0 0 , 1 0 2 , 1 0 7 ,
191, 193, 194, 205 124, 128, 152, 2 0 2 213
Vahidî 1 1 4 Yenicami 7 5
el-Vasâya'l-kudsiyye 11, 13, 17, 20, Yıldırım Câmii 9 6
21, 23, 29, 34, 58, 73, Yunanistan 8 5 , 8 8 , 2 0 5
74, 78, 95, 131, 134, Yûnus Âdilî 5 7
135, 141, 143, 1 4 8 , 1 6 9 , Yûnus Emre 1 3 5 , 1 3 6 , 2 0 6
170, 171, 173, 174, 176, Yûsuf Acemî Gûrânî 11, 1 8 2 :•

You might also like