Professional Documents
Culture Documents
ilahiyat
D in –özel olarak İslamiyet– ile sol/sosya-
lizm ilişkisini, bu ve daha önceki sayıları- D iğer zihniyet tarzını ifade etmeye en ya-
kın kavram felsefedir. Yukarıdaki genelle-
me düzeyinde tanımlanacak olursa, felsefe ay-
mızda yayımladığımız yazılarla açılan kulvarda
verimli bir diyaloğa-tartışmaya yöneltebilmek nı sorulara insanın, ilahi bir referansa başvur-
için bazı ön açıklamalara ve belirlemelere ih- maksızın, kendi idrak kapasitesi ile perspektif
tiyacımız var. ve kabullerini bizzat oluşturarak cevap arama-
sı gerektiğini savunan lâdinî zihniyet tarzının
E ğer yukarıda en özet, “damardan” biçimiy- da “iddialı” bir kürsü, yaklaşım oluşturulama-
le sorduğumuz soru, çapı ve derinliğinin dıkça, böylesi bir “hedef”i olmadıkça bu plat-
gerektirdiği bir önem ve ciddiyetle ele alına- formun bir “vicdani tatmin”den öte bir anlamı,
cak ise “mütevazı” bir cevapla da yetinmeme- değeri de olmayacaktır.
lidir. Kendi sahip çıktığı adına, diğerinin adını
bir sıfat olarak ekleyebileceklerini kabul ede-
rek, uzlaştırmacı bir yaklaşımla bir diyaloğa gi- K anaatimiz odur ki; özetlediğimiz bu yakla-
şım ve hedef doğrultusunda konuşmak bi-
renler daha fazlasını ne umar ne de isteyebi- zi, şu anda taşıdığımız adların hem yetersizli-
lirler. Ama o sorunun derin köklerine inmeye ği hem de halihazır saflaşmayı dağıtan/kesen
kararlı olanlar, işe önce adlarının kaynağından bir yeni adlandırma ekseni oluşturmanın eşiği-
başlamak zorunda olduklarını bileceklerdir. Ya- ne götürebilecektir.
ni öncelikle dinî ve lâdinîliğin vaktiyle nasıl ay-
rıştığını, bu ayrışmanın üzerinde cereyan ettiği
Tanrı/Allah, kul, insan kavramlarının hem dini/
lâdinî zihniyet ayrımının iki yakasında hem de
o zihniyet tarzlarının kendi iç ayrımlarında (ka-
baca sol-sağ diyelim buna) nasıl içeriklendiril-
diklerin irdelemekle başlamak kaçınılmazdır.
24 D
evam etmek üzere bu noktada kendi –el-
bette tartışmaya açık– kanaatimizi be-
B u cümleden olarak, son işaret edeceğimiz
nokta, gerek sol-sosyalist akım/hareke-
tin gerekse “sol ilahiyat” perspektifinin kendi-
ni ezilme, sömürülme, yoksulluk ve aşağılan-
ma hallerinin öznesi olarak adlandırmasının
sorunlaştırılması gereğidir. Bu hallerin vicdani-
ahlaki isyanımıza neden olması şüphesiz tar-
tışma götürmez ve sonuna kadar sahiplenil-
mesi gereken bir iç enerji kaynağımızdır. Ama
öte yandan bu isyan enerjisinin çıkış koşulları-
nı, o halleri dönüştürmeye yetmediği, hatta o araç ve yollarını sürekli geliştirip zenginleşti-
hallere –yeniden ve daha içe işleyen koşullar- ren, dolayısıyla etkinlik alanını da derinleştirip
la– dönmeyi önleyemediği de şimdiye kadarki genişleten, bu bahiste “doğaya tabi” olmaktan
tarihin defalarca kanıtladığı bir gerçektir. “doğaya meydan okur” konuma geçen bir “in-
san” ve insanlık durumunun zuhurudur.
O
Eğer modern çağın şafağında, dinlerden insanlık durumunun “gelişerek” devam
daha da iddialı olarak “bugüne kadar felsefe- ettiğini pekâlâ söyleyebilirken, o gelişim
nin gerçeği açıklamakla yetindiği ama artık so- çizgisinde teşekkül eden insan tipolojisinin,
runun onu dönüştürmek olduğu”nu söyleme- o çizginin niteliklerini içselleştirerek taşıdığı-
nin taşıdığı bir hakikat var ve olmalı ise, o ger- nı, “gelişme”yi onun şahsımda izleyebildiğimi-
çeği dönüştürecek enerjinin nasıl oluşturulabi- zi söylememiz ise herhalde mümkün değildir.
leceği sorusuna yönelmeyen düşünce de dü-
M
şünce değildir. odern çağın ortalarında, bunu söyleyebi-
leceğimize dair umutlar özellikle modern
B
derinliği de bu sı- u anlam ve “işlev”i, yukarıda başlıcalarını
nırda dönüp du- özetlediğimiz sorular ve belirlemeler bağ-
ran “insan”ın ye- lamında ele almaya, önümüzdeki sayıdan iti-
rine, eylemli va- baren başlayacağız.
roluşunu bunun ÖMER LAÇİNER
25
S O L V E İ L A H İ Y A T
MARKSİZM VE DİN ARASINDAKİ GERİLİM zubahis olan insanın dünyasıdır–, devlet, toplum.
Bu devlet ve toplum, dünyanın tepetaklak bilinci
Kimi sözlere musallat olan kötü bir kader var- olan dini üretir, zira devlet ve toplum tepetaklak
dır ve muhtemelen de bundan dolayı netameli bir dünyanın kendisidir. Din, bu dünyanın genel te-
şöhrete ulaşırlar. Marx’ın bağlamından koparıla- orisi, [...] ahlakî müeyyidesi, yegâne tamamlayı-
rak olur olmaz yerde ağızlara sakız edilen “Din, cısı, teselli ve mazeretin evrensel temelidir. İnsanî
halkın afyonudur” ifadesi de bu kaderi tuhaf bir varlığın herhangi bir gerçek hakikate kavuşama-
ması sebebiyle o insanî varlığın hayalî gerçekleş-
şekilde paylaşır. Hem dini Sovyet ‘Marksist-Leni-
mesidir. O halde dine karşı mücadele, dolaylı ola-
nist El Kitapları’ndan esinlenen Ortodoks anlayı- rak ruhanî aroması din olan dünyaya karşı mü-
şa göre değerlendiren Marksistler hem de ondan cadeledir.
iki satır bile okumamış Marx’tan bihaber bir ta- Dinsel sıkıntı, hem gerçek ıstırabın bir ifadesi
kım karşıtlarının onun “din düşmanı bir ateist”1 hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din,
olduğunu ispatlamak uğruna dillerine pelesenk mazlum varlığın feryadı, ruhsuz koşulların ru-
ettiği bu ifade, sanki Marksizmin dine bakışı- hu olduğu gibi kalpsiz bir dünyanın hissiyatıdır.
Din, halkın afyonudur.”2
nın özetiymiş gibi algılanarak talihsiz bir kari-
yer yapmıştır. Oysa bahis konusu metnin biraz- Söz konusu “Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştiri-
cık dikkatli bir okuması, Marx’ın dine dair tespi- sine Giriş” metninin bütünsel ve incelikli bir tet-
tinin sanıldığından çok daha teferruatlı olduğunu kiki, Marx’ın dine bakış açısının dini ruhban sını-
ve onun olguların ikili tabiatına vurgu yaptığını fının bir komplosu olarak değerlendiren Aydın-
açıkça meydana koyar: lanma felsefesinden değil, bilakis insanın yaban-
“Din karşıtı eleştirinin temeli şudur: Din insanı cılaşması olarak anlayan sol Yeni-Hegelcilik’ten
değil, insan dini yapar. Din, esasta ya kendisine etkilendiğini ortaya koyar. Marx, bu metni yaz-
henüz ulaşmayı başaramamış ya da kendisini bu- dığında (1843 sonu-1844 Ocak) Yeni-Hegelcidir
lup yeniden kaybetmiş insanın öz bilinci ve izze-
ve onun din analizi bu nedenle sınıfsal olmayan
tinefsidir. Ama insan dünyanın dışında pinekle-
yen soyut bir varlık değildir. İnsan –burada mev- “Marksizm öncesi” bir analizdir. Fakat bu pers-
pektif yine de bütünüyle diyalektiktir, zira bir ta-
1 Halbuki Marx, ateizmi kesin bir dille olumsuzlar: “Ben,
–kendisini dinleyen çocuklara gulyabaniden korkmadığını 2 Karl Marx, Zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie.
36
S O L V E İ L A H İ Y A T
Yukarıdaki sözlerin sahibi, İslama inanan ilk 10 niz, beni kefenlemeyin, toprağa gömmeyin.. Yal-
kişiden birisi olan Cündüb ibnu Cünâne’dir. Gı- nız hanginizde bir parça kumaş varsa onu bana
kefen yapmak için versin. Eğer benim veya karı-
far’lı Ebu Zerr olarak bilinecektir.
mın kumaşı olsaydı, size ihtiyacımız olmayacaktı.
Ali Şeriati tarafından dünyanın bütün yoksul- Ne çare ki yoktur.”
larına ve mazlumlarına yeniden hatırlatılıp ihya
edilmesiyle birlikte günümüz müslümanları ara- Kendisi için “O yalnız yaşayacak yalnız öle-
sında anti-kapitalist bilincin bayrağı ve ümmetin cek ve yalnız haşrolunacaktır” diyen sevgili dostu
peygamberin ölümünden 22 yıl sonra Rebeze çö-
yitik vicdanı olmuştur.
lünde öldü...
EBU ZERR’İN İSYANI, EBU ZERR NİSYANI Celadet bahsine Ebu Zerr’le başlamamın iki
önemli gerekçesi var:
Mekke’nin zenginleri ondan hiç hazzetmezler-
Birincisi, Türkiye’de bir makamı vardır ve
di. Kapı kapı dolaşıp onlara, “Altın ve gümüşü bi-
memleketim Adıyaman’dadır. IV. Murat, Bağdat
riktirip gizleyerek, onları Allah yolunda harcama-
seferinden dönerken bir türbe yapılarak ihya edil-
yanları elem dolu bir azapla müjdele” diyerek Tev-
mesini istemiştir. Kitabesindeki tarih 1136 yılın-
be Suresi’nin 34. ayetini hatırlatırdı. Muaviye’nin
da kurulduğunu göstermektedir. Adıyaman er-
akıllara zarar servetini ve onları elde ediş biçimini
kek nüfusunun yarısından fazlası Abuzer adını
eleştirdiğinde, Halife Osman’a şikayet edildi. Sö-
taşır. Yani Ebu Zerr, bu topraklara hiç uğrama-
zünü Halife’den ve onun yöntemlerinden de sa- dığı halde, yoksul halkın gönlünde, Onun bezir-
kınmayınca Rebeze’ye, çölün en ücra ve ıssız ye- gan düzenine karşı haykırışı yer bulmuş ve gö-
rine sürüldü. Oğlu ve kızı açlıktan ve bakımsız- nüllerindeki makama yerleşmiştir. Bugün türbe-
lıktan öldüler. Kendisi de hastalanmıştı. Karısı sini ziyaret edenler, türbeyi restore (!) eden bele-
Ümmü Zerr, bir kefen bezleri bile olmadığını söy- diye başkanının kendi kendisine teşekkür ettiğini
leyip ne yapması gerektiğini sorduğunda yoldan gösteren devasa bir tabela göreceklerdir.
geçen kervancılardan yardım isteyebileceğini söy- İkincisi ve daha önemlisi, Ebu Zerr adı ve dü-
ledi Ebu Zerr. Gelen kervancılara son nefesinde şünceleri artık statükocu müslümanlar tarafından
şöyle seslendi: bir hor görme üslubuyla anılmaktadır. Kur’an-
“Hanginiz Osman’ın hizbi ise, yardımcısı ise, su- ı Kerim’i referans alarak, İslam’da servet, birik-
bayı ise, bana karışmasın. Halifenin görevlisiyse- tirme ve infak (dağıtma-paylaşma) bahislerinde 37
yoksullardan yana sesini yükselten ve Ebu Zerr’in denmişti. Hilafet Abbasilerden alındığı için Eme-
ülkemizdeki en önemli izleyicilerinden olan İh- vi etkisi ve argümanları Osmanlı uleması üzerine
san Eliaçık’a yapılan muamele bunun timsalidir. olanca ağırlığı ile çökmüştü. Bu o kadar böyleydi
“Bir lokma, bir hırka felsefesine inanmam, esas ki selatin camilerinde yıllarca Ali, Hasan ve Hüse-
burjuva da biziz” diyerek servet bahsinde hep yin adları anılmadı.
mahçup davranan müslüman yeni zenginleri ata- Dikkat edildiğinde görülecektir ki bilinen bu
ğa kaldırmaya soyunan MÜSİAD kurucu başka- dört ana din yorumunun hepsinin arkasında da
nı Erol Yarar, bir televizyon programında İhsan imparatorluklar, donanmalar, ordular ve müstek-
Eliaçık’a “Komünist komünist konuşma!” diye birler vardır. Yaygın olarak bilinenler de bunlardır.
çıkışmıştı. Buna mukabil bir de bilinmeyen, unutturulma-
İşte müslümanların yaşadığı kırılmayı ve geli- ya mahkum edilen, arkasında şah, melik, salta-
nen yol ayrımını en iyi özetleyen durum budur. nat bulunmayıp kendi vadisinde akan söylemiyle
Peki niçin böyle olmuştur? Buna cevap verebil- görkemli ama varlığıyla mütevazı bir ırmak var-
mek için kısaca, tarihsel olanı bilmek gerekiyor. dır. Bunlardan geriye hanlar, kervansaraylar, bü-
Kerbela’da yaşanan zulüm, İslamın yoksulların yük yapılar kalmamıştır. Geriye kalan sadece Ebu
elinden alınıp, zenginin insafına terk edilmesi so- Zerr örneğinde görüldüğü gibi yoksulların gön-
nucunu doğurmuştur. Bu terk ediş öncelikle “tef- lündeki makamlarıdır.
sir” eliyle tahkim edilmiştir.
YOKSULLARIN MAKAMI VE
İSLAMDA ÜÇ ARTI BİR DİN YORUMU ZENC HAREKETİ
Genel hatlarıyla İslamda üç ayrı din yorumu var- Bu mütevazı ırmağın en önemli örneği Zenc Ha-
dır. Birincisi Haşimi Abbasi din yorumu: Dört reketidir. Bu yitik tarihi bize yeniden hatırlatan
ameli mezhep bu başlık altında anılabilir. Ehli İhsan Eliaçık’ın anlattıklarından nakledeceğim.
Tasavvuf, Eş’arilik, Maturidilik ve Selefilik. Bun- Tarih, Hicri 250, miladi 863 civarıdır, yani
ların hepsine birden Ehli Sünnet denir (Sünnilik). Hz. Muhammed’den 250 yıl kadar sonra. Abba-
İkincisi İran Şia din yorumu: Caferiler, İsmaililer, si İmparatorluğu’nun zirve dönemi. Bu yıllara ge-
Zeydiler. Bunların hepsi Şia olarak anılır. Haşi- linceye kadar Emevilere ve ardından Abbasile-
mi, İmam Ali ve oğullarının taraftarlarıdırlar. Fı- re karşı yüzlerce isyan olmuştur, onlarca da kö-
kıhta delilleri Kitap ve Sünnet’tir. Kelami itikad- le isyanı. “Zenc hareketi” bunların en sonuncu ve
ları, Mutezile itikadıdır. Üçüncüsü Endülüs Emevi kapsamlı olanıdır.
ulemasının din yorumudur: Haşimi-Abbasi ve Hz. “Zenc” kelimesi Etiyopyalı ve Habeşistanlı an-
Ali ile evlatlarının aleyhtarlarıdırlar. Şam’da ku- lamına gelen Zeng kelimesinin Farsça’ya Zenc
rulan Emevi Devleti’nin ve kurucularının taraf- olarak geçmesinden türetilmiş. Zengibar da bu-
tarıdırlar. Arap Emevi milliyetçiliğini devam etti- radan geliyor. Abbasi tarihçileri genellikle Zenc
rirler. Yani bir nevi aşiretçi ve ırkçıdırlar. Kelam’î diye yazdıkları için Zenc hareketi olarak geçiyor.
İtikadları; Mutezile ve Aristo mantığına dayanan Hind kökenlilere Zutt, Pers asıllılara da Esavira
aşırı akılcılıktır. Fıkıhda deliller, Kur’an’ın zahi- demişler. Şehirlerde yaşadıkları varoşlara da Ah-
rine dayandırılır. Sünnete itibar etmedikleri gibi mas adını vermişler.
saygısızdırlar. Hadisleri referans kabul etmezler. Abbasilere 14 yıl kök söktüren Zenc hareketi-
Yukarıda anılanların yanında mutlaka sayıl- nin ekonomi-politik arka planını anlatalım ön-
ması gereken bir yorum daha vardır ki bu da Os- ce... İran-Irak savaşında çok anılan “Şattu’l-Arap
manlı ulemasının din yorumudur. Haşimi-Abba- su yolu”, Dicle ile Fırat nehirlerinin Basra kör-
si din yorumu olan Eş’ari’lik ve Maturidilik, En- fezine dökülmeden önce birleşip 193 kilomet-
dülüs Emevi din yorumu ile telbis edilerek (ka- re boyunca aktığı yere denir. Arap sahili, kıyısı
rıştırılarak), Osmanlı ulemasınca yeni bir din yo- anlamına gelir. Buralara daha önce Şatt-ı Osman
38 rumu geliştirilmiş; adına da Ehl-i Sünnet itikadı (Osman’ın kıyıları) deniyordu. Çünkü bu toprak-
müslümananarşist / ANTİ-POP
lar Halife Osman zamanında Osman b. Ebi’l-As masının önü açıldı. Sonraki iki asır boyunca feo-
es-Sakafi’ye ikta olarak verilmişti. dalite İslam toprağında alabildiğine boy attı, on-
Hz. Osman, kendinden önceki Hz. Ömer’in larca, yüzlerce Kureyş kabile ağası büyük ara-
toprak politikasında iki önemli değişiklik yaptı: zi, çiftlik ve bahçe sahibi haline geldi. Bataklık-
Kureyş’in Medine dışına çıkamayacakları ve top- ları kurutup bahçe/çiftlik haline getirmek için
rak sahibi olamayacakları yasağını kaldırdı.Yasa- binlerce köle çalıştırmaya başladılar. Klasik ara-
ğın kalkması ile birlikte Emevî oğulları gözünü zi fıkhında bile toprak köleliği olmamasına rağ-
Basra körfezindeki bataklık arazilere diktiler. Bu- men Roma toprak düzenine dönerek toprak köle-
ralar bataklık olduğu için ölü arazi (mevat) hük- liği (pleb/serf düzeni)) ihdas ettiler. Ve bunu bü-
mündeydi. Bu nedenle de vergi olarak onda bir yük bir ihtirasla yaptılar.
(öşür) alınıyordu. Bu bataklıkları kurutma ve eki- Bataklığı kurutma işi tuzları temizleme ve sü-
lebilir hale getirmek için, önce savaş ganimetle- pürme şeklinde oluyordu. Bu nedenle buralarda
rinden elde ettikleri gelirleri devletten takasla bu- çalışan kölelere “Şurciyyun” (tuzcular) ve “Kes-
ralara yatırdılar. Yani ölü hazine arazilerini savaş sâhun” (süpürücüler) deniyordu. Bu işten bü-
ganimetleri karşılığı mülkiyetlerine geçirdiler. yük tuz tüccarları ortaya çıkmıştı. Elde ettikle-
Hz. Osman’ın izin verdiği buydu. ri tuzları dış pazarlara, hatta Doğu Afrika’ya sata-
Bu bataklıkları kurutmak yani ıslah ve ihya et- rak bunun karşılığında köle, abanoz ağacı ve al-
mek için de Afrika’dan köle getirdiler. Köleleri tın alıyorlardı. Böylece tuzu temizlenerek ziraa-
yoğun emek isteyen bataklıklarda ağır şartlarda te elverişli hale getirilen araziler, kendi mülkle-
çalıştırarak oraları çiftlik arazisi haline getirmek ri oluyordu.
istiyorlardı. Böylece büyük “Bahçe sahiplerinden” Bataklıkları böylece çiftlik ve bahçe hale geti-
olacaklardı. ren kölelerin işi burada bitmiyordu tabii. Kuru-
Böylece geniş toprak sahibi ailelerin ortaya çık- lan büyük çiftliklerde şeker kamışı, pirinç ve pa- 39
muk başta olmak üzere imparatorluk şehirlerinin karşılığı satın almıştır” (Tevbe; 9/111) ayetiydi.
hububat, sebze ve meyve ihtiyacı karşılanıyordu. Bu ayeti okuyarak Allah’ın kullarının insanlar ta-
Özellikle şeker kamışının yetiştirilmesi; ekimi, rafından alınıp satılamayacağını, yegane satın ala-
büyümesi, sulaması, bakımı, hasadın toplanma- nın Allah olduğunu söylüyordu. Keza Beled sure-
sı, şekerin çıkarılması ve imal edilmesi, yılın oni- sindeki “Fekku Ragabe” (kölelere özgürlük!) gibi
ki ayı süren ve yoğun emek isteyen oldukça naz- ayetlere sık sık göndermede bulunuyordu.
lı tropikal bir bitkiydi. Bunun için yoğun bir köle Efendilerinden kaçarak harekete katılan köle-
emeği gerekiyordu. lerin tekrar iade edilmesi için teklif edilen köle
İlginçtir Güney Amerika’ya Afrika’dan gemi- başına beş dinar tekliflerini reddediyor ve bu ma-
lerle götürülen köleler de örneğin tropikal bir ceraya herhangi bir dünyevi gaye için girmediği-
iklime sahip Brezilya’daki şeker kamışı tarla- ni, amacının Allah rızası, özgürlük, adalet ve din-
larında çalıştırılmıştı. Buralarda da 400 yıl bo- deki bozulmanın önüne geçme olduğunu söylü-
yunca kölelik kaldırılana kadar yoğun bir şekil- yordu.
de köle istihdam edilmişti. “Kapitalizmin en sevi- Böylece giderek güçlenen hareket korsan ey-
len çocuğu şeker kamışı tarlalarıdır” sözü boşuna lemlere başladı. Abbasi kuvvetlerine baskınlar
söylenmemiş. düzenliyor, gemilere el koyuyor, efendilerin ko-
Ancak Şattu’l-Osmani’de çalıştırılan köleler o naklarını basıyor, ele geçirdikleri ganimetleri kö-
kadar şanslı olamadılar. Bölgede kısa sürede or- lelere ve yoksullara dağıtıyorlardı. En şiddet-
taya çıkan yeni “Bahçe sahiplerinin” tarlalarında li çarpışmalar zengin toprak sahibi efendilerinin
ölesiye, gece gündüz çalışmak zorundaydılar. yaşadığı Basra şehrinde oldu. Binlerce zenci kö-
İmparatorlukta köleliğin kaldırılmasına dair le şehre girerek her yanı yakıp yıktı. Zengin ko-
hiçbir işaret de yoktu. Kur’an’ın köleliği kınayan nakları, şatafatlı evler, lüks villalar ateşe veriliyor,
ayetlerini bayraklarına yazıp meçhule kılıç çek- kendilerine engel olmak isteyenler kılıçtan geçi-
mekten başka yol görünmüyordu. riliyordu.
Nitekim öyle yaptılar. Bayraklarına “Fekku ra- Öfkenin pimi çekilmişti. Siyah öfke dalga dalga
gabe” (kölelere özgürlük!), “Allah müminlerin ca- büyüdü, büyüdü...
nını ve malını cennet karşılığında satın almıştır” Bataklığın ortasında kendilerine bir şehir kur-
yazılı ayetleri yazarak başkaldırdıklarında, mo- dular: El-Muhtare... ‘Özgürlük kenti’ anlamına ge-
dern kapitalizmin doğmasına daha bin yıl vardı... len el-Muhtare aynı zamanda onların merkeziydi.
“Sahibuzzenc” (Zenci dostu/ lideri) diye anı- İmparatorlukta efendilerinden kaçan ve özgürlük
lan Ali b. Muhammed, Abbasilerin başkent ola- isteyen binlerce köle buraya geliyordu. Zenci li-
rak kullandıkları zamanlarda Samarra’da yaşı- deri el-Muhtare’de oturuyor, hareketi oradan yö-
yordu. Abbasi halifesi Musta’ın döneminde İs- netiyordu. İsyan giderek yayılınca bölgedeki şe-
lam dünyasında başta Şiîler olmak üzere muhalif hir, kasaba ve köyler teker teker onlara geçti. Bas-
dünya “Mehdi gelecek, vahşet bitecek” beklentisi ra, Ahvaz, Übulle, Abadan gibi şehirleri de haki-
içindeydi. İmparatorluğun dört bir yanında meh- miyetleri altına aldılar.
di iddiasıyla ayaklanmalar birbiri ardınca patlak Kısa sürede onbinlerce zenci kölelnin katılımı
veriyordu. ile “Sahibuzzenc” (zenci kölelerin dostu/lideri/
Zenci lideri Ali b. Muhammed böylesi bir za- kurtarıcısı) haline gelen ancak kendisi bir beyaz
manda ortaya çıktı. Ali b. Muhammed, bataklık- olan Ali b. Muhammed liderliğindeki bu hareket
larda çamur deryası içinde çalışan köleleri ziya- bataklık ortasına kurdukları özgürlük şehri el-
ret ediyor, çoşkulu konuşmalar yapıyordu. Köle- Muhtare’de 14 yıl hüküm sürdü. Vergi toplayıp
liğin sona ereceğini, efendilerinden kaçarak ha- civar şehir, kasaba ve köyleri kendilerine bağla-
rekete katılanların özgür olacağını söylüyor ve dılar. Efendilerinden kaçan binlerce köleden olu-
Kur’an’dan ayetler okuyordu. En çok öne çıkardı- şan birlik ve orduları ile kurdukları şehirlerde or-
40 ğı “Allah mu’minlerin canlarını ve mallarını cennet taklaşacı bir üretim ve paylaşım düzeni yaratma-
ya çalıştılar. Büyük toprak sahipleri ve onların si- şürdükten sonra köyleri yakıyor, şehirleri taru-
yasi ve askeri koruyucusu merkezi imparatorluk mar ediyorlardı.
(Abbasiler) ile defalarca üzerlerine kuvvet gönde- Böyle böyle Zenc şehirleri el-Mani’a, El-Mansu-
rilmesine rağmen ölesiye savaştılar. ra ve Ahvaz düştü. Abbasi kuşatması Zenc baş-
Kendi kurdukları şehirlerde kısmî özgürlük- kenti el-Muhtare’ye yöneldi. Şehre giriş çıkışları
lerine kavuşmuşlar ama düzenli bir program- kestiler. Ambargo bütün şiddeti ile günlerce de-
dan yoksun oldukları için tam bir yönetim de te- vam etti. Var gücüyle asılan Abbasi ordusu şehri
sis edememişlerdi. El-Muhtare’de kurdukları dü- yok etmek, köleleri tekrar efendilerine teslim et-
zen ortaçağ İslam dünyasının feodal geleneklerini mek ve köle liderini idam etmeyi kafaya takmış
tam aşamamıştı. ve bunu bir “devlet gururu” haline getirmişti.
El-Muhtare’de kurulan yeni düzenin kısa sü- Bataklığın ortasında kurulan hareketin başken-
rede asıl amaçlarından uzaklaşarak, “karşı çıktı- ti el-Muhtare’de günlerce göğüs göğüse çarpışma-
ğına benzeme” kadim hastalığına yakalandığını lar oldu. Onbinlerce köle “zincirlerinden başka
görüyoruz. Liderleri- kaybedecek bir şeyle-
nin Abbasi sultanla- ri olmadığı” için ölü-
rına özenerek şatafat- müne çarpışıyor, vu-
lı hayat sürmeye baş- ruşuyor, ölüyorlardı.
laması üzerine bu se- Abbasi orduları adeta
fer “içlerinden çıkan öldüre öldüre bitire-
efendilere” öfke ve is- mediler. Dört bir kol-
yan sesleri yükselme- dan şehre son bir sal-
ye başladı. Bir kez da- dırı düzenlediler. Taş
ha “acılar içinde do- üstünde taş bırakma-
ğan dinler ve devrim- macasına zenci kö-
ler, iktidara gelince ra- leleri kılıçtan geçir-
hat ve konfora gömü- diler. Liderleri Ali b.
lür ve yozlaşır” kura- Muhammed’in etra-
lı işlemekteydi... Son- fında vuruşa vuruşa
ra yine yeniden... ölüyorlardı. Nihayet
Zenc hareketinin Ali b. Muhammed,
devamı mahiyetinde- Ömer Muhtar’ın yal-
ki Karmatilerin el-Ah nız kalma sahnesi gibi
sa’da kurdukları şeh- tek başına kaldığı bir
re baktığımızda ise anda yakalandı.
daha gelişmiş bir proğram ve eşitlikçi, ortaklaşacı Kendisine emân verilmesine, isyan boyunca
bir düzen çabası görüyoruz. Öyle ki Karmatilerin çok cazip teklifler yapılmasına, mağlubiyetin ucu
dini, siyasi ve felsefi programları İslam tarihinde görününce yakın adamlarından kendisini terk
“İhvan-ı Safa” adıyla tanınmıştır. edenler olmasına rağmen Ali b. Muhammed tes-
Gelelim Zenc hareketinin ve liderleri Ali b. lim olmadı ve vuruşarak ölmeyi tercih etti. Öldü-
Muhammed’in akibetine... Abbasiler, Saffari ve rüldüğünde 48 yaşındaydı. Kellesi kesilerek mız-
Tolunoğulları tehdidi ile uğraşmakta olduğun- rağın ucuna takıldı. Bağdat’a getirilip meydanlar-
dan, Zenc hareketine köklü bir çözüm üreteme- da günlerce teşhir edildi. Bağdat’ın ‘yeşil sarıklı
mişlerdi. Nihayet el-Muvaffak komutasında dü- olu hocaları’, kölelerin ve cariyelerin hizmet et-
zenli bir ordu ile zencilerin eline geçen şehirleri tiği ‘yeşil saraylarda’ “vatan, millet ve servet düş-
bir bir kuşatmaya başladılar. Önce ambargo uy- manlarını kahreyle ya Rabbi!” diye dualar etti.
guluyor, aç ve susuz bırakıyor, iyice güçten dü- “Bahçe sahipleri” huzura garkoldu.
41
Kölelerin kurduğu el-Muhtare’de ise gökyü- sık sık teorik açıklığa kavuşamamanın sıkıntısına
züne yükselen dumanlar akbabalara karıştı. Kan düştüğümüz için, bir teorinin araştırılmasını ve
ve ceset kokusundan şehre girilemez oldu. Şeh- teorik bir metafizik ihtiyacını karşılayacaktır. Te-
oIojinin antropolojiye ve antropolojinin de ideo-
ri baştan aşağı yıktılar. Cesetleriyle birlikte cayır lojiye çevrilmesi, günümüzün ihtiyacını karşıla-
cayır yaktılar. Geride hiçbir kalıntı kalmasını is- yabilir. Bu manada ideoloji, toprağın kurtarıIma-
temediler. 14 yıl süren isyanda İbnu’l-Esir’e göre sı ve ülkenin kalkındırıIması olacaktır.
500 bin kişi öldü. O zaman müsIümanIar veya İslam ülkeleri olma-
Bugün zenci kölelerin Dicle ile Fırat’ın birleşip yacak, fakat gelişmekte olan üIkeler, Afrika-Asya
Basra körfezine aktığı yerde, çalıştırıldıkları şeker ülkeleri, yeni hürriyete kavuşmuş üIkeler, bağlan-
kamışı ve pirinç tarlalarının ortasında kurdukları tısız (bloksuz) ülkeler, fakir üIkeler, üçüncü blok,
ve adına ‘özgürlük kenti’ (el-Muhtare) adını ver- üçüncü dünya vs. olacaktır. Bunların hepsi eski
dikleri şehirden kalma hiçbir kalıntı yoktur. gerçeklere işaret etmek için yeni terimlerdir. Gü-
nümüzde isIam dünyası bu terimIerle işaret ediI-
Zenc hareketini takip eden bir diğer önem- ecek bir durumdadır. O, kolonize edilmiştir, kal-
li eşitlikçi hareketi de Karmatiler’dir. Bunlar 930 kınma yoIundadır, bloksuzdur, Afrika ve Asya’da
yılında Kabe’yi fethedip orada bulunan Hacer-ül bulunur ve hüyük çoğunIuğu ile üçüncü dünyayı
Esved’i kaçırmışlardır. Abbasiler 14 yıl boyun- teşkil eder. Halbuki hıristiyan dünyası kalkınmış,
ca başedemedikleri Karmatiler’i imha etmek için zengin, sömürgeci, bağlantılı yani İslam ülkeleri-
Selçuklu Sultanı Melikşah’tan yardım istemek nin karşısında yer alan üIkelerden meydana gel-
mektedir. Biz müslüman değiI, sömürge ve faki-
durumunda kalmışlardır. riz; buna karşılık Batılılar hıristiyan değil fakat sö-
TEOLOJİ DEĞİL ANTROPOLOJİ mürgeci ve zengindirler. Şu halde iki dünya ara-
sındaki ilişki müslüman ve hıristiyanIar arası bir
Bu hikâyatın ışığında şunları düşünmek müm- ilişki değil, fakat sömürgeci ve sömürülen, bağ-
kündür... lantılı ve bağIantısız, fakir ve zengin, kalkınmak-
Sol ve din ilişkisinin ‘bozucu alanı’ sanıldığı gibi ta olan ve kalkınmış ülkeler arası bir iliskidir. On-
lar arasında mümkün oIan tek diaIog, tek tanrıcı-
materyalist bakışla metafiziğin birbirine değmedi- lık ve teslis (üçleme), İsa’nın gerçekten veya za-
ği ve değemeyeceği alanları zorlamak değildir. Yol hiren çarmıhlanması, manevi ile geçici arasındaki
da bu değildir. Burada “sol” yaklaşım “kelam”ı red birlik veya ayrılık, sadece kitap veya kitapIa bera-
etmekle başlar. Tarih boyunca yaygınlaşabilen tef- ber gelenek, kitabi metnin doğruluğu veya tahrifi
sirler, hep egemenlerin manipülasyonuyla “teolo- gibi dogmalar arası bir dialog değil fakat zengin ve
jik” alana hapsedilmiştir. Din hep göklerde gezdi- fakir, sömürgeci ve sömürge ilişkisidir.
Bu manada antropoloji geleceğin teolojisidir zi-
rilmiş, bir türlü yere indirilememiştir.
ra insanın bilimi geleceğin bilimidir. Her teolo-
Mısırlı ilahiyatçı Hasan Hanefi, teoloji yerine ji dogmatik (kelam) basarısızlığa mahkum edile-
antropoloji temel alındığında dinin egemenlerin cektir. Şayet teoloji yasamını sürdürmek istiyor-
boyunduruğundan kurtulacağını vazeder: sa, klasik manası ile ortadan yok olup antropoloji
olarak tekrar dogmak durumundadır.”
“Teolojinin antropolojiye çevrilmesi aslında di-
nin ideoIojiye çevrilmesinin bir girişi mahiye- Meseleye Hanefi’nin baktığı yerden düşünül-
tindedir. Aslında bizim bir ideolojiye ihtiyacımız meye başlandığında bu alanın zannedildiği gibi
vardır. Bu terimin, belki değeri gittikçe azalan bir
mayınlı olmadığı, tam tersine temel ittifaklar za-
manası vardır. İlk anda ideoloji ilme karşı çıka-
bilir, fakat çağımızda, kalkınmakta olan ülkeler- viyesinden bakmanın mümkünlüğü görülecektir.
de bu terim, gerçeği yönetecek bir fikirler top- Zira “Mümkün, gerçekten çok daha fazla ger-
luluğunu hatıra getirmektedir. İdeoloji, bilhassa çektir!”
42
S O L V E İ L A H İ Y A T
Hikâye meşhur... Belh şehrinin şehzadesi İbrahim ceksin. Öbür alemde neler çekeceğini düşünü-
Ethem, bir gün hizmetçilerinden birini, muhte- yorum da ona gülüyorum Şehzadem... der susar.
şem yatağında uyurken yakalar. Hizmetçi şehza- Şehzade’nin içinden bir ateş topu kopar, bir dağ
denin yatak odasını temizlerken yorulmuş, bir yıkılır, bir güneş batar, bir kainat doğar. Sır ken-
dakikalık istirahat ise uzun bir uykunun kapısı- dini açık eder. Ne yapacağını bilmez halde kal-
nı aralamıştır. Şehzade, bu “densiz” hizmetçiyi, o kar ayağa, sonra dizüstü çöküverir olduğu yere,
halde görünce öfkeden deliye döner ve elindeki sonra koşup Hizmetçi Kız’ı kucaklar. Sebep oldu-
asa ile kızı dövmeye başlar. Kız acıyla fırlar ya- ğu yaralarına elleriyle merhem sürer... Sonra kuş
taktan, kendine gelince de bağışlanmak için yal- tüyü yatak, sedef kakmalı sandalye, inci işlemeli
varmaya başlar: “Etme beyim!” der, dinletemez, kaftan ve asaletini, kirli bir gömlek gibi üstünden
“aman” diler, durduramaz. Gözyaşlarına karışan çıkarıp atar. Rivayet o ki yoldan geçen bir garibe
çığlıkları sarayın kubbelerinde yankılanır. Kız, bağışlar. Sonra, yoksulların, yani ayak takımının,
nice zaman sonra ağlamayı keser, gülmeye başlar. yani halkın arasına karışır. Karışırken, berrak bir
Güldükçe, İbrahim Ethem hiddetlenir; hiddet- zerre gibi ayrışır. Bir kopuş hali, nihayetinde me-
lendikçe zalimleşir. Kız zalimin elinde eli yüzü tamorfozdur bu. Şehzade Ethem, böylece sufiye,
kan içinde oradan oraya savrulurken gülmesine yani İbrahim Ethem Hazretleri’ne dönüşür. Hikâ-
ara vermez. Nihayet Şehzade, dövmekten yorulur ye, dilden dile, kıtadan kıtaya, çağdan çağa yayı-
elindeki asayı fırlatır atar, sedef kakmalı sandal- lır, bugünlere gelir.
yesine yığılır kalır ve sorar. “Ne zamandır dövü- Neredeyse bin iki yüz yıllık bu menkıbenin
yorum seni, sense gülmeye devam ediyorsun. Da- doğruluğu, şüpheli... Sıradan bir şehzadenin su-
yaktan aklını mı kaçırdın yoksa?” fiye dönüşmesi, belki bu şekilde olmadı. Belki,
Kız, kanlar içinde, çöktüğü yerden doğru- uzun bir tefekkür safhası gerekti. Ama hikâye-
lur. Ama bu kez gülmez. İbrahim Ethem’e diker, nin ana fikri, tıpkı bin yıl önce olduğu gibi, bu-
gözlerini. Gözlerinde nefret değil, çırılçıplak bir gün de çoğunluk olan yoksulları cezp ediyor ol-
acıma... Başlar konuşmaya: “Şu güzelim kuş tü- malı ki geçmişte dilden dile nakledilen bu men-
yü yatakta, beş dakika uyudum uyumadım; çek- kıbe, bugün sadece basılı eserlerin sayfaların-
tiğim şu azaba bak... Sense hayatını bu yatak- da değil, internet sitelerinde de can bulmaya de-
ta geçirdin, belki son nefesini de üzerinde vere- vam ediyor. Bu ana fikir, ilk bakışta tacını tahtı- 43
nı, Allah yoluna terk eden bir sufinin naifliğine en pahalısından yatak aldıklarında, akıllarına o
duyulan hayranlık gibi gözüküyor. Sen kalk, on- hizmetçi kızın sözleri gelmiyor. Bir piyango bileti
ca ihtişamı, malı mülkü rahat hayatı bırak, yolla- alıp zengin olma hayalleri kurarken de gardrop-
ra düş... Olacak iş mi? Elbette değil. Zaten çoğun- larında duran sürü sepet gömleklerine yenilerini
luk, bu tavra sadece gıpta ile bakarken kendile- eklerken de televizyon karşısında akşamları ağız-
ri için bir model olarak da almıyor. Sufilik ile na- larını hiç boş bırakmadıklarını fark ettiklerinde
iflik arasında kurulan ilişki de tam burada... Ama de İbrahim Ethem’in sırra kadem basması, akılla-
menkıbenin ikinci ve perde arkasında kalmış gi- rının ucuna dahi gelmiyor. Sebebi, kulların güna-
bi gözüken ana fikri var ki Sufi’yi ve hikayesini ha temayüllü, bir tür hedonist olmaları, değil her-
devrimcileştiriyor: Mülkiyet kirlidir. Mümini kir- halde. Peki ne öyleyse? Birincisi, mevcut dünya
letir. Yatağın, sadece kuş tüyü olması değil, aynı düzeninin öğrettiği sosyo ekonomik terbiye, ya-
zamanda sarayın demirbaşı olması anlamında bir ni uygarlığı, tüketim miktarı ile özdeşleştiren ka-
kirliliktir bu. Mülkiyet, rahatı getirir ve bu kadar pitalist kültür. İkincisi dindarların Marx’la arası-
“rahat”, cezayı hak eder, aslında etmelidir de... nı açan şu ünlü afyonlu vecizesinde anlatılmak is-
Hizmetçi Kız, hikâyede “vahyin temsilcisi” sıfa- tendiği gibi, mevcut düzene rağmen, ama o dü-
tıyla Kuran’a tercüman olmaktadır... Menkıbe- zenle birlikte yaşayabilmek için yeniden düzen-
yi bin yıldır nakledenler de Allah’ın böyle düşün- lenmiş ve bu haliyle Öğretilmiş İslam.
düğünü düşünmektedirler. Hikâyede olduğu var- Revize İslam’ın talebeleri, reddi mülk hikâye-
sayılan konfor-mülkiyet ilişkisinin zorlama oldu- sini, masal tadında ve bir ermiş yaşarmış, zama-
ğu; mülkiyet ve zenginlikten öte hikayenin “ra- nında duygusuyla okurken “derviş praksisi”nin
hatlık” eleştirisi içerdiğini iddia edenler “Müteva- İslam’ın kendisi olduğuna dair bir inanç taşımı-
zı Kapitalizm”i İslam’ın kalbine yerleştirilebilir. yorlar. Şahsi bir tercih olarak gördükleri “dünye-
Ama bunu yapmadan önce şu temel soruya ce- vi keyifle araya mesafe koyma” tavrını, İslam’ın
vap vermeleri gerekiyor: Saraydaki yatağın kena- temeliyle çok da ilişkilendirmiyorlar. Naif bir er-
rına ilişebilmek için aslında neye sahip olmak ge- mişin, kendisinden de naif bir tavrıdır bu. Sadece
rekir? O zavallı hizmetçi kız, bırakın bir gece ge- gözleri yaşartacak, ama asla uygulanmayacak bir
çirmeyi, ilişmenin bile ne anlama geldiğini vücu- Tarz-ı iman. Ama farz-ı İslam değil.
dundaki kırbaç izlerine bakıp öğrenmedi mi? İb- Yine de ortada bir terslik var sanki... Menkıbe’-
rahim Ethem’e ise o, öğretecek! Evet... Siyasi İk- deki mülksüzlük güzellemesini, en azından naif
tidar, mülkiyet ve temerküzü olmadan, o kuş tü- bir eylemcinin tercihi olarak bu ülkede canı gö-
yü yatakta, Şehzade İbrahim Ethem bile yatamaz- nülden onaylayanların komünizme ve sola, en
dı. Rahat bir hayatı herkes ister, lakin çok az in- hafif deyimle, bu denli mesafeli durmaları tuhaf
san, maddi dünyanın nimetlerinden yararlanır. değil mi? O halde şu “Mesafe”nin sebepleri üze-
Bu, bin yıl önce de böyleydi. Kırılma dönemleri- rinde biraz düşünelim: Tartışmaya girmeden ön-
ni saymazsak bugün de böyle... Rahat hayatın sır- ce, iki temel kavramı daraltarak kullandığımızı,
rı ise sınıf piramidinin tepesine yaklaşmakta sak- İslam derken Sünniliği; sol kavramı ile de sosya-
lı... Hizmetçi kız, sekizinci yüzyıl Hindistan’ında lizmi kastettiğimizi belirtelim.
bunu biliyor ve dinsel inancının “piramit”e düş-
1.
man olduğunu o zor anında söylemekten çekin-
miyor. İşin ilginci, bir şehzadeyi ikna edebilecek İlk olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ku-
kadar sağlam bir praksis ile hem de... ruluş felsefesini not etmek gerekiyor. Aslında İs-
Aradan bin küsur yıl geçiyor. Hikâye internet tiklal Harbi sırasında, 1920 Kurucu Meclisi’ne
üzerinden milyonlarca müslümana ulaşıyor. İhti- rağmen, Cumhuriyet’in, kuruluş felsefesinin ol-
mal, gözyaşları içinde ve tazelenmiş imanla hikâ- madığı doğru. Bu meclis, kurmaktan önce kur-
yeyi okuyanlar, sonrasında, kendilerine ortope- tarma hedefine kitlenmiş görünüyor. Geleceğin
44 dik ve ihtimal hiç de ihtiyaçları olmadığı halde, nasılı hakkında ortak bir fikir henüz yok yirmi-
lerin ilk üç yılında. Bu anlamda 1920 Meclisi ile sunmuş oldu. Bu süreçte anti-komünizm, Resmî
ilk anayasayı kabul eden 1924 Meclisi ve mesela İslam üzerinden Müslümanlığa yedirilirken daha
1937 Meclisi’nin “felsefe”leri de birbirini tutmu- yirmi yıl öncesine kadar (Birinci Dünya Savaşı,
yor. Devletin ne olacağının zaman içinde, ikti- Sultan Galiyef, Doğu Halkları Kurultayı vs.) sos-
dar mücadelesiyle biçimlendiği görülmekle bir- yalizm ile İslam arasında uyum arayanların siya-
likte, özellikle saltanat kurumunun Malaya Zırh- set yaptığı geniş coğrafya hafızadan silinerek eşit-
lısı ile birlikte itibarını da beraberinde götürme- likçi fikirlerin İslam’a olan uzaklığı anlatılmaya
sinin etkisiyle, nispeten siyaseten uygun şartlar- çalışıldı. “İnsaflı Kapitalizm”, bu dinin olabile-
da ilan edilen Cumhuriyet ve sonrasında işleme cek, en “sol” yorumu olurken, mevcut mülkiyet
konan siyasi projenin hızla netleştiği görülüyor: ilişkileri, zenginlik-yoksulluk ve mevcudun eko-
Balkan tipi ulus-devlet inşası. Bu modelin özelli- nomi politiği, takdiri ilahiden sayılarak kader ni-
ği, bütün özellikleriyle tek tip standart yurttaş ya- yetine sahiplenildi. Kadere ve buradan yola çıka-
ratmak, olmayanları standarda uygun hale getir- rak düzene isyan, tarih boyunca, Resmî İlâhiyat
mektir. Aynı etnisitiye mensup, aynı dili konu- tarafından Allah’a isyan olarak tanımlanmıştı. Bu
şan ve aynı dine inanan insanlar topluluğu... Ya- gelenek, yeni cumhuriyete de miras olarak geç-
ni sadece Tek Millet, Tek Dil değil, aynı zamanda ti. Böylece, “devlet dini”nin cemaatini oluşturan
Tek Din ve hatta Tek Mezhep. Mesela bu çerçeve- Müslümanlar, zihniyet olarak sağın doğal kitlesi
de “Din ve devlet işlerini ayırmakla” yetinmeyen haline gelmiş oldu.
laik cumhuriyet, yurttaşların dinlerinden ne an-
2.
laması gerektiği hususuna da müdahil oldu. El-
malılı Hamdi Yazır’a sipariş edilen Kuran tefsi- Kemalizm, kendi dinini yaratırken Sünni İslam,
rinde, dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı, müfes- yeni rejim ve bu rejimin “İslamcılığı” karşısında
sirden “inanç meselelerinde Ehli Sünnet’e, pratik bir anlamda yaşam mücadelesi veriyordu. Belki
konularda ise Hanefilik mezhebine” uymasını ta- bu sebeple, rejimin tehlikeli muhalifi Said-i Kur-
lep ediyordu.1 dî (Nursî),* itikad meselesini mülkiyet ilişkileri-
Laik Devlet, standart yurttaşında sadece Türk nin kahredici gündelik sonuçlarına tercih edecek,
ve Müslüman kimliği aramıyor aynı zamanda eserlerinde pozitivist argümanları da kullanarak
Hanefi mezhebinden olmasını istiyordu. Böyle- “kullar arasındaki sınıf farklılığı ve iktisadi eşit-
ce dinler arasında İslam, İslam içinde Sünnilik, sizliğin kaldırılmasına değil de Allah’ın ve dola-
Sünni mezhepler içinde ise Hanefilik tercih edi- yısıyla İslam’ın varlığına” ilişkin tartışmalara yer
lirken sadece Aleviler değil örneğin Şafiiler de bu verecekti.** Halbuki, bilinenin aksine, sosyaliz-
tercihin dışta bırakılmış unsurları olmaktaydılar. me ilişkin dikkate değer değerlendirmeler yapan
Bu şekilde Laik Cumhuriyet’in sadece dini de- da kendisiydi:
ğil mezhebi de -Hanefiliğin Laik/Kemalist versi-
(*) Said-i Kurdî’nin Nursî’leşmesi süreci ile imparatorluğun
yonu- biçimlendi. Bir “devlet dini” olarak, İslam, ulus devlete dönüşme süreci arasında paralellik görünüyor.
Kemalizmin otuzlu yıllarda netleşen ideolojik ka- İmparatorluk yıllarında yazılarının altına Said-i Kurdî imza-
rakteriyle bütünleşti. Bu ideolojinin “oklarından” sını atan mütefekkir Tek millet ideolojisinin herhalde bas-
kısıyla Nursî adına dönüyor. Ardılları, sorgusuz bu adı kul-
biri olan halkçılık, toplumu sınıfsız imtiyazsız bir lanıyor. Kurdî sıfatı, bu süreçle birlikte, Kürtlerle birlikte
kitle olarak kurgularken Cuma fetvalarında can yok hükmünde kabul ediliyor.
bulan Resmî İslam da uhrevi hayatta sadece takva (**) Türkiye’de Sünni İslam Geleneği ile sol arasındaki tarihsel
kırılgan ilişki hususunda değerli görüşlerinden yararlandı-
ile ayrılan kullarını dünya hayatında eşitmiş gibi
ğım Mazlumder İzmir Şube Başkanı Sayın Mustafa Kaylı’ya;
yapıp sosyo ekonomik farklılıkları göz ardı ede- ayrıca sosyalizme ilişkin Said-î Kurdî Külliyatı’nı tarayarak
rek Marx’ın afyonlu din tanımına yerel katkısını ulaştığı sonuçları benimle paylaşma nezaketini gösteren ve
fikirlerini esirgemeyen Mazlumder Genel Yönetim Kurulu
1 http://tr.wikipedia.org/wiki/Elmal%C4%B1l%C4%B1_Mu- üyesi Sayın Süphan Erkan’a ve gündelik hayatta İslam ve
hammed_Hamdi_Yaz%C4%B1r Söz konusu protokol ve içe- solun teması hususunda değerli fikirlerinden yararlandığım
riğine ilişkin yazılı kaynağa ulaşılamamış ancak protokolün
varlığı şifahen teyit edilmiştir.
Sayın Harun Cici’ye teşekkürlerimi sunuyorum. Sağolsun-
lar. 45
“Sosyalistlik desatiri, İslâmiyetin esâsâtını boza- si medeniyet, ikincisi sosyalistliktir. (Tuluat)...
maz; şu medeniyet-i sefihe bozuyor, hem çok pa- Şimdi Şarkda müthiş bir silah imal ediliyor. Bu-
halı düşüyor. Zira maddiyyunluk ve engizisyon- nun hak kısmına sahip olmalı. Yoksa yine küs-
luk mâyesiyle neşv ü nema bulan medeniyet-i hâ- sek, onu da Hristiyanlık, İslâmiyet aleyhinde is-
zıra, pek çok aldatıcı ve müşevvik vesait ile mü- timal edecektir. Buna karşı, husumetle dayanmak
cehhez ve cazibedardır. O sehhâre, din ve namus pek güçtür.”4
ve fazilet mukabilinde kendini satıyor. Şaşaalı bir
hayatı gösterip takdim ettiğinden dinden, namus- Kapitalist hayat tarzı, Müslümanı cemaatinden
dan fazla rüşvet alıyor. Sosyalistlik ise; basit, sa- sünnet ve namazdan uzaklaştırırken, sade bir çor-
de bir hayatı takdim ediyor. Ona mukabil kimse- ba tadında Sosyalizmin ahlakı, İslam’a zarar ver-
yi dininden, imanından, namusundan büyük bir mez. Doğuda imal edilen (Sovyet devrimi ve son-
hisseyi feda etmek icbar etmediği gibi, kimse de rası) sosyalizm silahının hak kısmına sahip ol-
kendinden mecburiyet hissetmez.”2
mak ve onu da Hristiyanlığa kaptırmamak Said-i
Sosyalizmin İslamın özünü bozmayacağını bila- Nursi için önemli. Ama bu kadar değil. Said, sos-
kis mevcut medeniyet yani kapitalizmin madde- yalizmi önemsemekle kalmaz ona yol da göste-
ci ve engizisyoncu zihniyetiyle kuvvet bulan gös- rir. Çünkü sosyalizm İslam’la uyumlu keskin bir
terişli cezp edici hayatın Müslümanların dinine fikirdir ve bu “keskin fikir” halkla kucaklaşmak
zarar verdiğini sosyalizmin önerdiği sade hayatın için son tahlilde İslam’a ihtiyaç duyacaktır:
ise Müslümanların din namus imanına dokunma- “Cumhur-u avama müteveccih olan bir fikir kud-
dığını bizzat Said-i Kurdi dillendiriyor. Bu kadar siyet almazsa, söner. O yeni desatire kudsiyet ve-
da değil... Derdinin sadece imanlı Müslümanlar recek iki muazzam rakib din var. Şu keskin fikir,
değil mutlu bir insanlık yaratmak olduğunu açık- gözünü açtığı vakit, hasmını Hristiyan ve hasmı-
ça söylüyor: nın elindeki silahını Hristiyanlık dini bulmuştur.
Öyle ise, o fikir, yaşamak ve kudsiyet almak için
“Medeniyet-i hâzıra; beşerin yüzde seksenini me- İslâmiyete dehalet etmeye mecburdur. (Rumuz)”5
şakkate, şekavete atmış; onunu, mümevveh saadete
çıkarmış; diğer onu da, beyne-beyne bırakmış. Saa- Said-i Nursi’nin Sovyet Devrimi dahil dünya ta-
det odur ki; külle ya eksere saadet ola. Bu ise ekall- rihinin devrimci okumasını yaptığı bölüm merak-
i kalilindir. Nev-i beşere rahmet olan Kur’an, ancak lısı için dipnotlarda yer alıyor.6 Fakat Türkiye’de
umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun
eden bir medeniyeti kabul eder.”3 4 İçtimai Dersler (Hakikat Çekirdekleri I-II; Tuluat, Rumuz),
Said-i Nursî, Zehra Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 235.
İnsanlığın yüzde seksenbeşini berbat koşullara 5 A.g.y.
mahkum eden mevcut medeniyete (Kapitalizm) 6 “İKİNCİ NÜKTE: Şu Vehhabi meselesinin âlem-i İslâmın
an’anesi itibariyle nasıl ki üç esası var, öyle de âlem-i insa-
karşı Said-i Nursi, Kuran’ın herkesi (hiç olmazsa niyet itibariyle dahi üç esası vardır. Birincisi: Ehl-i dünyanın
ekseriyeti) mutlu edecek bir medeniyet talebin- ve maddî tarihin nazarıyla, nev-i beşerin hayat-ı içtimaiyesi
noktasında bakılsa görülüyor ki, hayat-ı içtimaiye-i siyasiye
den bulunduğunu belirtiyor.
itibariyle beşer bir kaç devir geçirmiş. Birinci devir vahşet ve
Bu mutluluğun hakikat olmasında sosyalizm bedevilik devri, ikinci devir memlukiyet devri, üçüncü de-
hem ahlakî hem de siyasi açıdan Said için önemli: vir esir devri, dördüncüsü ecir devri, beşincisi malikiyet ve
serbestiyet devridir. Vahşet devri dinlerle, hükûmetlerle teb-
“İnsanın gıdaya ihtiyacı gibi, zevke de bir ihtiyacı dil edilmiş, nim-medeniyet devri açılmış. Fakat nev-i beşerin
var. Nefs ve hevâ cihetinde tatmin edilmezse, ruh zekileri ve kavileri, insanların bir kısmını abd ve memlûk it-
ve hüdâ canibinde zevkini arayacaktır. İki adam... tihaz edip hayvan derecesine indirmişler. Sonra bu memlûk-
Birisi seni, müşaşa, câzibedar, eğlenceli bir ziyafe- lar dahi bir intibaha düşüp gayrete gelerek o devri esir dev-
rine çevirmişler. Yani memlûkiyetten kurtulup, fakat el-hük-
te teşriflerle davet eder. Diğeri, sade bir yerde, ba- mü li’l-galib olan zalim düsturuyla yine insanların kavileri
sit bir çorbaya seni çağırır. Birincisine, değil ce- zaiflerine esir muamelesi yapmışlar. Sonra ihtilâl-i kebir gi-
maat, sünnet, belki namazı da terk edersin gider- bi çok inkılâblarla o devir de ecir devrine inkılâb etmiş. Yani
sin. İkincisine, sünneti de terk etmezsin. Birinci- zenginler olan havas tabakası, avamı ve fukarayı ücret muka-
bilinde hizmetkâr ittihaz etmesi, yani sermaye sahipleri ehl-
2 İçtimai Dersler (Hakikat Çekirdekleri I-II) Said-i Nursî, Zeh- i sa’yı ve ameleyi küçük bir ücrete mukabil istihdam etmele-
ra Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 234. ridir. Bu devirde su-i istimalât o dereceye vardı ki bir serma-
56
S O L V E İ L A H İ Y A T
Son birkaç yüzyıldır din bağlamında yaşanan ge- nelleşme en başta Tanrı-insan arasındaki ilişki-
lişmeler, üzerinde durulmayı hakedecek bir ge- de gerçekleşecekti. Artık Tanrı’nın, kendisinden
nişlik ve tecrübeyi içinde barındırıyor. Hiç şüp- lütuf dilenen, her zaman istediğini yapan, nere-
hesiz bunun felsefi ya da kelami sınırlar içinde if- de ne zaman ne yapacağı belli olmayan konumu,
şa ettiği en önemli soru(n); Tanrı-insan ilişkisi- tenzil-i rütbeye uğrayarak kozalitenin sınırları
nin “ne”liğine dairdir. Erken dönem modernleş- içerisine alınmaktaydı. Bir başka deyişle, Tanrı da
me teorileri, büyük bir heyecanla dinin devrini öngörülebilir, hesap edilebilir oluyordu. Ortaçağ
tamamlayacağı günlerin yakın olduğunu söylü- Avrupası’nda yüzyıllar boyu din adamları üzerin-
yordu. Yüzyıllardır vahiy yardımıyla ayakta du- den devam eden Tanrı’nın sıkı, sert, pazarlık edil-
ran “insan”ın, Kant’ın deyişiyle bu reşit olmamış mez otoritesi, bir müddet sonra Tanrı ile insanın
haline son verilmesi gündemdeydi. Kant, “Sepa- iktidar alanları konusundaki uzlaşmaları ile yeni
ra Aude” derken, bir yandan insani imkan ve ens- bir biçim aldı. Aslında Tanrı artık dünyevi iktidar
trümanlara gönderme yapıyor, diğer yandan da, alanından geri çek(tir)iliyordu.
Tanrı-insan ilişkisini aslında tarihin yabancı ol- Ancak Aydınlanma’nın rasyonel aklı, dünya-
madığı ancak modern zamanların formunu almış nın geride bıraktığı iki dünya savaşında sarsıldı
yeni bir konsepte oturtmayı teklif ediyordu. Esa- ve 1960’lara doğru gelindiğinde dünya ölçeğin-
de gerçekleşen din merkezli hareketler, Tanrı’nın
sında bu teklifin sadece Kant tarafından yapılma-
iktidar alanlarını terk etmeye razı olmadığı-
dığını, Aydınlanmacı düşünürlerin farklı boyut-
nı gösterdi. Bu durum Gilles Kepel’ın ifadesiyle
lardaki katkılarıyla buna yığınak yaptıklarını bil-
Tanrı’nın İntikamı1 olarak tartışıldı. Kepel, tam da
mekteyiz.
Aydınlanmacı rasyonalitenin hakim olduğu Av-
Aydınlanma ile beklenen en önemli iki hasıla-
rupa ve Amerika’da meydana gelen olaylarda di-
dan biri, insanın Tanrı aleyhine bilgi ve iktidar
nin sosyal hayatın merkezinde yer aldığını ifade-
alanlarını genişletmesi ise, bir diğeri de kendi im-
lendirmek üzere ironi de taşıyan Allah’ın Batısın-
kan ve enstrümanlarının farkına varması ve onu
da2 kitabında da bu meseleyi ayrıca tartıştı. Hasılı
kullanabilmesi idi. Böylece insanın “bilgi” ile te-
mellük ettiği alanlar arttıkça, “metafizik”leştirme 1 Gilles Kepel, Tanrı’nın İntikamı-Din Dünyayı Yeniden Fethedi-
yor, çev. Salih Kırmız, İst., İletişim Yay., 1992.
eğilimleri azalacak, Weber’in ifadesiyle büyüsün-
den arınarak her şey rasyonelleşecekti. Bu rasyo-
2 Gilles Kepel, Allah’ın Batısında, çev. Işık Ergüden, İst., Metis
Yay., 1995. 57
Aydınlanma akılcılığının dine yönelik öngörüle- rimizi çevirdiğimizde, orada antropomorfist dü-
ri gerçekleşmezken, her seferinde Tanrı’yı yaşam şüncenin kol gezdiğini görürüz. Orada Tanrılar
alanlarında yeniden hissetmek, ister istemez din- panteonu, insan ve toplumların birbirleriyle iliş-
le ilintili yeni tartışma ve konumlandırmaları da kileri ve bu ilişkilerin sonuçlarına göre şekil al-
beraberinde getirecektir. maktadır. İki toplum savaşmakta, yenilenlerin
tanrısı da yenen milletlerin Tanrısının hükmü al-
DİNİN İNSAN HAYATINDAKİ İŞİ
tına girmektedir. Ya da Tanrıların fonksiyonlar-
Dinin insan hayatındaki varlığı, bir aşkınlık fik- nı değişip statülerinde yükselme meydana gele-
rinden beslenir ve insanın kendine yeterliği tar- bilmektedir.4
tışmasını sorunsallaştırır. Tanrı’nın, yarattığı in- Tanrı-insan ilişkisinin mahiyeti gerçekten
san ile kendi arasındaki ontolojik farklılığa dik- önemlidir. Zeus-Promete mitolojisinde tem-
kat çekerek kurduğu hiyerarşi, “hidayet”in meş- sil edilen Tanrı-insan arasındaki çatışmacı ilişki,
ruiyet kaynağına tekabül eder. Bu bağlamda di- toplumsal düzeyde insan-insan arasındaki ilişki-
nin temel iddiası, insanın içine bir şekilde geldi- yi de çatışmacı bir temelde konumlandırmakta-
ği bu dünya hayatında, ona rehberlik etmek ve dır. İşte bu Tanrı’nın “yol gösterici” olmasından
yol göstermektir. İnsan, kendi erekliliğinin bilin- daha farklı bir mahiyette insanla ilişki kurduğu-
cinde olmadığı gibi, tarihin de böyle bir erekliliği nu göstermektedir.
yoktur. Çoğu kere dillendirildiği gibi din, bir ku- Hayata dair geliştirilen perspektif ya da hayat
rallar manzumesi demek değildir sadece. Bu bağ- tarzı, ona yüklenilen anlam ve durulan yerle sı-
lamda altının çizilmesi gereken husus, Tanrı-in- kı bir şekilde bağlantılıdır. Modern zamanlarda
san ilişkisinin mahiyetidir. Tanrı, insana, tarihe evrimci düşüncenin ileri-geri antagonizması çer-
ve topluma her an müdahildir. Deist inanıştaki- çevesinde dinin kestirmeden en fazla özdeşleşti-
nin aksine, bir kere yarattıktan sonra kenara çe- rildiği kelime gericilik oldu. Böylece din, tarihin
kilmemiştir. O, “salih kullarının yeryüzüne mi- erekliliği içinde engelleyici bir süreç olarak da
rasçı olmalarını” ister.3 Ancak bu, insan özneyi okunageldi. Dinin “geri” ve reşit olmamışlık” ha-
devreden çıkarak garantilenmiş bir galibiyeti de li ile özdeşleştirilen içeriği, çoğunlukla onun mo-
ifade etmez. Yani tarih, Tanrı’ya sırtını dayamış dern zamanlarda paranteze alınmasını ya da gör-
bir galibiyet zinciri olarak gerçekleşmez. Tan- mezden gelinmesi sonucunu da beraberinde ge-
rı, “rehber”liği çerçevesinde hareket edildiğinde, tirmiştir. Fakat öte yandan dinin hayatın kendi-
Bedir Savaşı’nda melekleriyle mü’minlere yaptığı sine ilgisiz bir “ruhbaniyet” içinde algılanması da
yardımla tarihe müdahale eder. Tersi bir durum- bir başka bakış açısıdır ve sadece Hıristiyanlığa
da ise, mü’minlere ayrıcalık tanımaz. Bu bağlam- özgü değildir. Birçok farklı din anlayışlarını bu-
da “Sünnetullah” denilen işleyiş yasalarının, tabi- rada tartışmak mümkündür. Fakat biz İslam üze-
at ve tarihte hakim olduğunu belirtir. Dolayısıyla rinden dinin bazı niteliklerine vurguda bulun-
Kur’an açısından tarih, kendi içerisinde bir erek- mak istiyoruz.
lilik taşımadığından, her türlü özne faillik du- Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed’e (SAV) yirmi
rumlarına açıktır. üç sene gibi bir zaman dilimi içerisinde inmiştir.
Temel sorun, Tanrı-insan ilişkisinin mahiye- Bu öncelikli olarak vahyin toplum ya da hayat-
tine dairdir. Zeus-Promete mitinden başlayarak la diyalojik bir ilişki içinde indirildiğini ima eder.
Aydınlanmacı düşüncenin dinlerinde ya görev Bir başka deyişle vahiy, insan ve hayatın içinde
bölümü yapılarak “tanrılar panteonu” oluşmuş; oluşan problem ve soru(n)lara bir cevap üretmiş-
ya da Tanrı bazı alanlardan el çektirilerek işlev- tir. Vahiy, ilk inme sürecinden itibaren Mekke’de
lerinde azalmalar olmuştur. Deistik düşüncede ciddi bir gündem oluşturmuş; aslında yerleşik
Tanrı’nın tarihe herhangi bir müdahalesi yoktur. değerlere de eleştirilerde bulunmuştur. Bunun
Politeistik inancın hakim olduğu dünyaya gözle-
58 3 Kur’an-ı Kerim, 21/Enbiya, 105.
4 Gustav Mensching, Dini Sosyoloji, çev. Mehmet Aydın, Kon-
ya, Tekin Kitabevi, 1994, s. 56-57.
TURGUT YÜKSEL
karşısında Mekke’nin üst sınıfı, aristokratları baş- olduğunu Kur’an-ı Kerim’in nüzul sürecine baka-
ta olmak üzere yerleşik değerleri arkalarına ala- rak gözleyebiliyoruz.
rak, Hz. Muhammed üzerinden Kur’an-ı Kerim’e Tüm bunların bugün için anlamı şudur:
itirazlarda bulunuyorlardı. Kur’an-ı Kerim bu iti- Kur’an-ı Kerim de bugün bu diyalojik ilişkinin
razları hiç ciddiye almamazlık yapmadı. Bunlara bir tarafı olmalıdır. Kur’an-ı Kerim, önce günü-
cevap verdiği oranda da etkinliğini arttırdı. Dola- müzde yaşayan insanın anlam dünyasına otur-
yısıyla bir din, kendisine yöneltilen soru ve mey- malı, hayatla diyalojik ilişkisi kurulmalıdır. Bu
dan okumaları absorbe edebildiği oranda yeterli da tıpkı Hz. Muhammed’e sorar gibi Kur’an-ı
olabilecektir. Kerim’e hayatın içinde sorular sormak ve cevap-
Kur’an-ı Kerim’in cevaplarında altının çizilme- lar üretmekle olur. Hasan Hanefi, (İslami Sol’un
si gereken iki nokta vardır: Birincisi, Kur’an’ın ce- önemli isimlerindendir) metinden gerçekliğe de-
vabı, indiği toplumun sosyal muhayyilesine hitap ğil, gerçeklikten metne gitme yöntemini vur-
ediyordu. Ancak bu hitap, evrensel bir sıçrama- gularken, Kur’an-ı Kerim’e sorular sormakla bu
ya imkan tanıyacak tarihsellikler içerisinde gel- güncelliği yakalamayı önermektedir. Hanefi’ye
git yapıyordu. Dolayısıyla Kur’an’ın verdiği her göre, Kur’an-ı Kerim’e indiği dönemde sorular
bir örnek ya da tartışma, toplumun hafızasına ya- sorulmaktaydı. Meselâ; “sana savaş ganimetleri-
bancı unsurlar taşımıyordu. Diğer yandan vahiy, ni soruyorlar. Deki:...”5 bunlardan birisidir. Bu-
soyut bir tartışmadan ziyade var olan pratikler ve gün de biz Kur’an-ı Kerim’e güncel sorular sor-
gündelik sosyal yaşam ile içiçeydi. Bu diyalojinin malıyız. Sözgelimi; “Sana Sömürgecilikten so-
insan, tabiat ve sosyal ilişkilerin mahiyetine dair 5 Kur’an-ı Kerim, 8/Enfal, 1. 59
ruyorlar. Deki:...”6 İşte bunun cevabı bugünden Dinin bu ikili rolünü vurgulayanlardan biri-
üretilecektir. Şüphesiz bu soruları işsizlik, emek, si de, şüphesiz Marx’tır. Marx, bir yandan dinin
kapitalizm, vb. şeklinde çeşitlendirmek müm- kalpsiz bir dünyanın kalbi ve vicdanı olduğunu
kündür. İşte Müslümanların, kendileri dışındaki vurgularken, diğer yandan onu kitlelerin acıları-
perspektif ve düşünceleri okuma ve değerlendir- nı dindiren, onları uyuşturan bir afyon olmasına
me zorunlulukları tam da bu noktada başlamak- dikkat çekmektedir. Marx, burada dinin özgür-
tadır. Kur’an-ı Kerim ve güncel soru(n)lar arasın- leştirici, aktive edici olmaktan ziyade pasifleşti-
da bugün bir diyalojik ilişki geliştirilmelidir. Bu rici özelliğini tartışır. Aynı şekilde Feuerbach’ın
bağlamda, İslam ve sol arasındaki diyalojik ilişki- “Tanrı insanı değil, insan Tanrı’yı yarattı” sözü
ye geçmeden önce, dinin rollerine değinmek ge- bu bağlamda da düşünülmelidir.
rekmektedir. Bu çerçevede dinin “ne”liği, mahiyeti, kural-
lar manzumesi önemli olmakla birlikte, anlatı-
DİNİN İKİLİ ROLÜ
lan/yürürlükte olan/yaşanan dinin diriltici ve öz-
İslam açısından dinin temel işlevi, bir hidayet gürleştirici mi, yoksa pasifleştirici ve uyuşturucu
rehberi olarak insanlar ve toplumları kendi üze- niteliklere referansta bulunduğu üzerine odakla-
rine kapanmak, kaderciliğe saplanmak, donukluk nılmalıdır. Bu durum, İslam’a yapılan yükleme-
ve statükoculuktan kurtararak açmak olmalıdır. ler için de geçerlidir. Nitekim insanların sosyal,
Tanrı’nın farklı toplumlara birbiri ardınca pey- ekolojik, ekonomik her türlü sorunlarına sırtı-
gamberler göndermesi, her şeyden önce bu anla- nı dönerek, kaderciliğin tarifsiz hazlarına ken-
ma gelmektedir. Kur’an-ı Kerim peygamberlerin disini bırakmış, tarihe aktif olarak katılmayan,
mesajı karşısında statükonun, üst sınıfların di- mevcudu veri olarak kabul ederek cenneti ga-
rendiğini sıklıkla dillendirir. Fakat din, bu diril- rantilemeye çalışan bir İslam anlayışının özgür-
tici, açıcı, kendi kaderini sahiplenici fonksiyonu- leştirici değil pasifleştirici olduğunu söyleme-
nu görmediği zaman, artık statükonun ifade di- ye bile gerek yoktur aslında. Bugün trafik kaza-
li olmaya başlamaktadır. Böylece din bir “uyuş- larından, enflasyon ve işsizliğe kadar birçok sos-
ma” ya da “uyuşturma” mekanizması olarak işlev yal yarayı Allah’ın kaderi ile ilişkilendirme çaba-
görmektedir. ları, hem kitleleri bunlara çare bulma konusun-
Dinin bu ikili rolü ya da karşıt fonksiyonları da hantallaştırmakta, hem de iktidarlar tabiri ca-
Ali Şeriati’de “dine karşı din” kavramsallaştırma- izse aradan sıyrılmaktadırlar. Bu durumda İslam,
sıyla ifade edilmektedir. Şeriati’ye göre din, hem salt kurallar manzumesi sunan değil, insanlıkta
öldüren hem dirilten, hem uyutan hem uyandı- bir üst düzeye sıçrayış imkanı veren din olarak
ran, hem köleleştirip uysallaştıran, hem özgürlük konumlandırılmalıdır.
ve dik başlılığı öğreten bir kelimedir. Bu bağlam-
da insanlık tarihi hep dinlere karşı dinin savaşının İSLAM “SAĞ”A MI ÇEKTİ? TÜRKİYE’DE
hikayesidir, dinsizliklere karşı dinin değil.7 Şeria- İSLAM’IN SERENCAMINA KISA BİR BAKIŞ
ti, bu mücadelenin temeline tarihin erken dönem- Osmanlı Devleti’nde din, gündelik hayatın me-
lerinden Habil ile Kabil’i yerleştirerek8 bir tarih tafiziğinde yoğunluğunu hissettirmekteydi. Sa-
felsefesi oluşturmaya çalışır. Şeriati dinin diriltici, raydan bir üst sınıf hareketi olarak başlayan mo-
özgürlükçü, açılımcı karakterinin yanında durur- dernleşme, bu karakterini günümüze değin sür-
ken, Hz. Muhammed’den sonra oluşan “hükümet dürmüştür. Modernleşme karşısında Osmanlı’da
İslam”ına eleşirel bir şekilde yaklaşmaktadır. üç temel eğilimin oluştuğunu bilmekteyiz. Bun-
6 Hasan Hanefi, “Geleneği Yenilemek Zorundayız”, Umran, s. lar, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülüktür. Her üç
91, İst., 2002, ss. 24-27. eğilim de Osmanlı’da bir değişimin olması konu-
7 Ali Şeriati, Ne Yapmalı?, çev. Feyzullah Yusuf Budak, Anka-
sunda hemfikir olmakla birlikte, değişimin ma-
ra, Fecr Yay., 2005, s. 72.
hiyeti, yönü (paradigma) ve derinliği açısından
60 8 Ali Şeriati, Toplumbilim Üzerine, çev. Kenan Sökmen, 2. bas-
kı, İst., Bir Yay., 1988, s. 97 vd. farklılaşmışlardır. Aralarındaki tartışmanın ana
konularından birisi de, İslam’ın nasıl konumlan- lunması sebebiyle konumlanmaktaydı. Bu ise et-
dırılacağıdır. Bu bağlamda Batıcılık, hem içerik nik bir kolektivizmi, Durkheim’ın tezlerinden de
hem de form olarak değişimi savunurken, para- beslenerek büyütmekteydi. Bugünde devam ede-
digmal bir dönüşüme vurgu yapmaktaydı. İslam- gelen bu algılayış, sağcılık ile İslam arasında da-
cılık ise, İslam’ı bütüncül ve holistik bir şekilde ha yakın bağlantılar görmektedir, hatta etnik ko-
düşünmeye devam etmekteydi. lektivizm İslam’ın algılanışlarına sağcılıktan baki-
Cumhuriyet Dönemi’nde oldukça geç bir dö- ye kalmıştır.
nemde üç temel eğilim sağcılık, solculuk ve İs- Türkiye tarihinde solculuk ile İslam arasın-
lamcılık biçiminde tebellür etti. Solculuk, Batı- da anatagonizmik bir ilişki işle(n)miştir. Solcu-
cılığın temel tezlerini en azından din bağlamında luk genelde dini, özelde İslamı “gericilik” şek-
devam ettirirken, sağcılık temelde modernleşme linde yaftalayıp kendi varlık dünyasına ve ana-
tezlerini kabul etmekle birlikte, bunun toplumun lizlerine sokmamıştır. Zaten teoride bir üst yapı
yapı ve yerleşik değerlerinde ani kırılmalara yol kurumu olarak din, üretim araçları ve ilişkileri-
açmaması gerektiği fikrini işlemekteydi. Bir bakı- nin pasif belirleneni olarak konumlandırılmıştır.
ma alıştıra alıştıra modernleşilmeliydi. Bu ise pra- Hem solun teorisinin hem de solcuların dine yö-
tikte, geleneksel dini algılayışın tüm içerimleriyle nelik bu tavırları, sağcılık ile İslam arasında da-
birlikte sürdürülmesi anlamına gelmekteydi. Ne- ha yakın ilişkilerin oluşmasını sonuçlamıştır. Fa-
tice itibarıyla İslam, Türkiye’de “sağ”a daha yakın kat sağcılığın “gelenekselci”, “muhafazakar” ve
olarak algılandı ve bu politik tavır alışları da be- “istikrar”dan yana olan genetik yapısı, doğrusu
lirledi. Zaten 1970’lerde “İslamcılık” ayrı bir blok Türkiye’deki İslam anlayışının şekillenmesinde
olarak kendisini ayrıştırıncaya kadar, sağ onu bü- önemli bir pay sahibidir. Zaten Türkiye’de bir din
tün çeşitliliği içinde absorbe etmekteydi. Bu ko- olarak İslam’ın ne dediği değil, ne demesi gerek-
numlandırmada sağ ve solun din üzerine sosyal tiği tartışılmıştır ki, sağcılık bu çizgi ve sınırlar-
ve siyasal tezleri tabii ki etkili idi. Sağ, mevcudun la örtüşmekteydi. Bu da Türkiye’de İslam’ın ken-
veri kabul edilmesi ve korunması sınırları için- di öncüllerinden hareket eden iddia ve önerileri-
de hareket ederken, resmî din söylemini de vit- ni, sağcı ve muhafazakar dil ve sınırlar içinde ifa-
rinine yerleştirmiştir. Zaten Durkheim’ın temel de etmesi gibi bir toplumsallığı da ortaya çıkar-
tezlerinin sosyal ve politik tavır alışların merke- mıştır.
zine yerleştirildiği bu eğilim, Ziya Gökalp üze- 1970’li yılların Türkiye’sinde yazınlar ve poli-
rinden “Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaş- tik tavır alışlara dair önemli bir noktaya dikkat
mak” parolasıyla genetik yapısında içerilmektey- çekmeliyiz. O yıllarda İslamcılar siyasal düzlem-
di ve bu haliyle heterotopik özellikler arzetmek- de, henüz tebellür etmişti. Dolayısıyla “sağ” ya da
teydi. Sağcılık 1970’lere kadar “Türkçü, muhafa- “muhafazakarlık”, sol dışındaki kesimleri topar-
zakar, geleneksel, İslamcı vb. birçok kategorileri layıcı bir kategori olarak işlev görüyordu. Bütün
içine alacak bir genişlikte tanımlanmaktaydı. Bu- bu kesimleri komünizm karşıtlığı, ortak alanda
gün bile Ak Parti “sağcı”, “yeni İslamcı” şeklin- toparlayabiliyordu. Bunu en net bir şekilde döne-
de nitelenmektedir. Ak Parti ise kendisini, “mu- min yazınlarında izlemek mümkündür ki, hepsi
hafazakar Demokrat” kategorisine yerleştirmiştir. anti-komünizm ortak söyleminde buluşmaktay-
İçeriğine bakıldığında sağcılıktan mıhafazakarlığa dı. Anti-komünizm söylemi, Türkiye’nin sosyal
kadar bu kategoriler arasında geçirgenlikler oldu- muhayyilesinde o dönem, bu kesimlerin günde-
ğu anlaşılmaktadır. Sağcılık son kertede modern- lik pratik tavır alışlarını berkitmek üzere kavram-
leşmeci yönelimlere sahip olmakla birlikte, kes- sal sınırlarından taşan bir kullanıma da sahiptir.
kin ve âni değişimlerle arasına mesafe koymakta; Sol ve din arasında var olan antagonizmik iliş-
toplumsal dirençlerin gözetilmesini önermektey- ki, çeşitli söylem ve yorumlarla pekiştirilmiştir.
di. Bu bağlamda sağcılık için din, kendisi olarak Söz gelimi; dinde hayırlı işlerin sağ elle yapılma-
değil, toplumun mevcut değerleri arasında bu- sı, hayırlı yerlere sağ ayakla girilmesi kuralı; siya- 61
sal düzleme aktarılarak sağ ve solun meşruiyet dü- yardımları vb. sebepler Amerika’ya Türkiye’de
zeylerine referansla yorumlanmıştır. Yine Kur’an- bir sempati oluşmasını kolaylaştırmıştır. Doğru-
ı Kerim’de Vakıa Suresinde dünyada iyi amel ya- su Amerika sempatisi, CHP’ye karşı Demokrat
pıp cenneti hakedenlerin amel defterinin sağ tara- Parti’nin iktidar süreciyle de çakışmıştır. Demok-
fından, cehennemi hakedenlerin amel defterleri- rat Parti’nin genetik yapısı ise, AK Parti’ye gelin-
nin ise sol tarafından alacağı haber verilir. Bu iki ceye kadar sağ, muhafazakar iktidarlarda farklı
kategori, yani amel defterini sağından ve solun- formlarda ete kemiğe bürünecektir. Böylece ABD,
dan alanlar, bazı Kur’an çevirileri ve dinî yorum- sağ ve İslam arasında kurulmaya çalışılan özdeş-
larda “sağcılar” ve “solcular” şeklinde politik dile lik, Türkiye’de sosyal ve siyasal tarihin genetiğiy-
göndermelerde bulunacak şekilde okunmaktaydı. le oynanmış kromozom yapısına eklemlenmiş
Tüm bu anlayış ve algılayışlar, solun dine mesafeli olacaktır.
durması da buna eklenince oldukça yaygınlık ka- Açıkça söylemek gerekir ki; dindar, muhafa-
zanmıştır. zakar denilen kesim “sol”la yeniden ilişki kurup,
onları dinlemeye isteksizdir. Aslında solcular için
İSLAM VE SOL
de aynı şeyi söylemek mümkündür. “Bırakın şu
Şüphesiz Marx 19. yüzyıl Avrupa’sında zama- dinsizleri” ile “bırakın şu gericileri” etiketlemele-
nın koşullarını çok iyi okumaktaydı. Bunun için ri, oldukça büyük bir mesafeye işaret eder görün-
Marx’ın okuması, zamanımıza kadar önemli dü- mektedir. Her ikisinin de bir entellektüel yüzleş-
şünsel bakiyelerle gelebilmiştir. Türkiye’de “sol”a meye ciddi ihtiyaçları vardır.
karşı geliştirilen söylemlerde, solun din hakkın-
MÜSLÜMANLARIN KRİZİ
daki tezleriyle birlikte iki algılama ya da özdeş-
leştirmenin etkili olduğu söylenebilir. Gerçi bun- İslam’ın bütüncül, kendine yeterli ve holistik bir
lar birbirini besleyen ögeler olarak da görülebilir. dünya görüşü olduğunu öncelikle tekrar belir-
Bunlardan ilki, solun ulusal düzeyde CHP (tüm telim. Peki bu durumda “İslam’a soldan yakla-
türevleriyle birlikte), uluslararası düzeyde Sov- şım”, “sol ilahiyat” gibi tartışmalar niçin yapı-
yetler Birliği ile özdeşleştirilmesidir. lıyor? Aslında bu tartışmaları “sol”un ilahiyata
CHP’nin tek bir yaşam biçimini dayatma- (İslam ve Müslümanlara) yönelik soruları için
cı yapısı ve hâlâ özgürlüklere mesafeli durma- önemsiyorum. Önce Asr-ı Saadet dolaylarına ge-
sı, “sol”un Türkiye’de entellektüel seviyede tar- ri dönelim.
tışılmasının hep önünde durmuştur. Bu bağlam- Kur’an-ı Kerim’in yirmi üç sene gibi bir zaman-
da “sol” denilince, dindar muhafazakar kesimler- da toplumla diyalojik ilişki içinde indiğini söyle-
de CHP üzerinden sosyal muhayyilede negatiflik miştik. Bunun konumuz açısından en spesifik an-
ifade eden semboller akla gelir olmuştur. Üstelik lamı; Kur’an-ı Kerim’in kendisine yöneltilen fark-
kendisini refere ettiği genetik değerler mucibin- lı dünya görüşünden soruları absorbe edip yanıt-
ce, ezilmişleri mobilize etmesi beklenirken, fıtra- lıyor olmasıdır. Nihayetinde pagan bir kültüre, o
tına rağmen davranan iktidarın yamacında ya da kültürün yaşadığı topluma hiç değmeden soyut
merkezinde durmayı tercih etmiştir. bir anlatım olsaydı, “hayat”ın içinde olmazdı. Bu-
Sovyetler Birliği ise komünizm uygulaması- gün ilahiyatın temel kriz noktalarından birisi bu-
nın doruk noktası olarak görüldüğünden, sos- dur. Genelde bugünün özelde “sol”un soru(n)la-
yal, siyasal, konjonktürel farklar ayırt edilmek- rıyla kendi arasına mesafe koyarak, vaz’i bir üs-
sizin “sol”, Sovyetler Birliği üzerinden okunma- lupla kendisini ifade etmeye devam etmektedir.
ya çalışılmıştır. Bu bakışta kısmi haklılık payı ol- Açıkçası hâlâ bu soru(n)ları ilahiyatçılar ciddi-
makla birlikte, Türkiye insanının kafasında ABD- ye almakta isteksiz görünmektedirler. Halbuki
Sovyetler Birliği antagonizmasının işletilmesi so- bu soruları ciddiye almakla başlayan süreç, cevap
nucu, kırk katır mı kırk satır mı tercihi sunul- üretimini teşvik ederken, aslında ilahiyatın ufuk
62 muştur. Türkiye’nin NATO’ya girmesi, Amerikan ve sınırlarını genişletecektir. Hz. Muhammed’in
irtihalinden sonra, genişleyen coğrafyaya para- virüs belirdi. Aslına bakılırsa bu, din ve ideoloji-
lel olarak İslam dünyası, çok farklı kültür, gele- leri merkezsizleştirerek girilebilir mümkün yolla-
nek ve felsefelerle karşılaşmıştır. Bu karşılaşma- rı çoğaltıp, konformizmi ve konjonktürelliği “ne
dan son derece büyük bir birikim ortaya çıkmış- olsa gider”in metodolojidi yaptı. Liberal ve kapi-
tır. Fakat günümüzde bu karşılaşmalardan bir talist değerler ve yaşam biçimleri, muhafazakar-
yüzleşme ve üretimin çıktığını söylemek olduk- lık da dahil olmak üzere farklı kategorilerin ko-
ça zordur. ruması, çeperi ve etiketi altında kendisini gizle-
Hz. Muhammed İslam’ın mesajlarını toplu- meyi başarmış; bu değerlerin tüm aparatları ide-
ma duyurunca, ciddi bir reaksiyonla karşılaştı olojik ve dinsel kümelerin ortak elemanları hali-
ve ardından gittikçe ağırlaşan protestolu ve mağ- ne gelebilmiştir.
duriyeti arttıran günler başladı. “Paylaşım” ve Hz. Muhammed’in sade, paylaşımcı ve adalet
“adalet”, Paygamberli günlerin iki temel anah- üzerine dayalı yaşamı, Müslümanların teoride re-
tar kavramı olarak ortaya çıkmaktadır. Mekke feransları olmaya devam ederken, pratikte sınıf-
Dönemi’nde Erkam’ın Evi ve Medine’ye hicrette sal yaşam tarzı “İslami” etiketli olarak tüketime
Ensar-Muhacir kardeşliği paylaşımın üst düzey- sunulmuş bulunmaktadır. Reklamlarda marka-
deki tezahürleridir. Medine toplumunda imkan- lı başörtüsü üzerinden insanlar “sınıf”lanarak sir-
lar genişledikçe zenginliklerin adaletli dağıtımı külasyona sokulmakta; “Tekbir” bir manifestoyu
söz konusuydu. Hz. Muhammed’den sonra İslam ifade eder olmaktan çıkarılarak, üst sınıflara din-
coğrafyasının genişlemesi, yeni zenginlik ve kay- darca tırmanmanın risksiz yolu haline gelmekte;
nakların da bu coğrafyaya dahil olması anlamı- tüketim alışkanlıkları dönüştürülmektedir. Ma-
na geliyordu kuşkusuz. Hz. Muhammed bizatihi hallenin birbirine fiziksel teması mümkün kılan
ümmetine gelecek zamanlara dair “paylaşım” ve yapısı dağıldıktan bu yana, şimdi güvenlikli, ber-
“adalet” konusundaki endişeleri dolayısıyla uya- kitilmiş evler sınıfsal ayrımları pekiştirir görün-
rılarda bulunmuştu. Nitekim Emeviler’den başla- mektedir. Halbuki kendisini “Altın Çağ”a refe-
yarak birçok örnek bu endişelerin ne kadar haklı rans yapanların, gündelik yaşam dili farklı olma-
olduğunu ortaya koymuştur. lıydı.
1980’ler sonrası Türkiye’si, daha öncekinden Günümüzde, 1980’lere kadar yaşanan mağdu-
farklı olarak, “dindar”, “muhafazakar”, “İslam- riyetten “nimet” değil, “adalet” ve “paylaşım” çık-
cı” diye isimlendirilen kategorilerin şehirleşmesi, ması beklenebilirdi. Ancak tüm yolları Roma’ya
merkeze daha fazla mobilize olmasını getirmiş- çıkartan bu yeni süreç, hazcılığa, dünyeviliğe,
tir. Bugün gelinen noktada, Ak Parti iktidarında konformizme dinî aromalar vererek Müslüman-
somutlaşan ve kimi zaman neo-İslamcı olarak da lığı durmadan yeni kampanyalarla pazarlama-
isimlendirilen dindar muhafazakarların yöneti- ya çalışmaktadır. İktidar da bu yükselen tren-
mi vardır. Fakat bundan daha önemlisi, merkeze de ÖTV indirimiyle (!) yardım etmektedir. Sınıf-
mobilize olmaya devam eden muhafazakar, din- sallığın eleştirildiği, paylaşımın yüceltildiği reto-
dar kesimlerin elinde dinin sınıfsal özellikler ka- rik, gündelik yaşam içinde, giyimde, kuşamda, ev
zanmaya başlamasıdır. Bu kesimler, tüketim ka- dizaynında, markette bir başka yaşam biçiminin
lıpları ve alışkanlıklarından gündelik yaşam tarz- pratiğine dönüşmektedir. Böylece yeni değerler-
larına kadar daha çok kapitalizmin ruhunu yeni- le uyumlu hale getirilmiş, paketlenmiş indirimli
den üretiyor görünmektedir. Hâlâ devam eden Müslümanlık(lar) piyasaya sunulmaktadır. Üste-
bu sürecin, ikinci kriz noktası olduğunu belirt- lik de her kapıya uyar. Tanıl Bora’nın dediği gi-
meliyiz. bi, “kapitalizmin numarası maymuncuğunu her
kapıya uydurmaktır. Galiba daha doğrusu, bütün
ÖTV İNDİRİMLİ MÜSLÜMANLIK(!) kapıları maymuncuğuna uydurmak.”9
Bilhassa 1980’den sonra, bütün din ve ideoloji-
lerin merkezinde kapitalist ve liberal boyutlu bir
9 Tanıl Bora, “Sorarak İlerlemenin Yolunu Sormak”, Birikim,
S. 244-245, s. 39. 63
Tüm bunların meşruiyet zeminleri de hazır: sıyla müminin politik duruşuna göre dinin sağ ya
Fıkhın “caizdir” kapısından geçtikten sonra meş- da sol terimleriyle açıklanabilir olduğunu söyle-
rulaşıyor. Fakat fıkıhçılarımız tüketime dayalı mektedir.12
böyle bir yaşam tarzının dünyanın geri kalanla- Yeni yükselen sınıf olarak dindar burjuvazinin
rı (Müslüman olsun ya da olmasın) aleyhine na- kapitalist refleksler vermesi, Müslüman kimli-
sıl geliştiğini hâlâ tartış(a)mamışlardır. Yoksa Şe- ğin kendisini nasıl ayırtedici bir tarzda kuracağı-
riati, fakihleri kapitalistlerden yana görürken aca- nı/kuramadığını göstermektedir. Sapphire Tower,
ba haklı mıydı?10 İndirimli faizlerle araba ve ev- ekolojik çevre, hayat algılayışı, dünya görüşü açı-
lerini değiştirme yarışındaki Müslümanlık, küre- sından İslam’ın verebileceği bir cevabı temsil edi-
sel devleri semirtirken, dünyanın öbür tarafında yor mu? Sapphire Tower ile çevresindeki gece-
günde 1 veya 2 dolarla çalışan gayr-ı müslimle- konduda yaşayanlar arasındaki fiziksel temassız-
re İslam’ın hangi mesajını nasıl verecek? “Tanrı lık nasıl kapatılacak? Aslına bakılırsa Sapphire
kimin yanındadır” sorusunu nasıl cevaplayacak? Tower, geçmişin mağduriyet ve ezilmişliğini fır-
Reklam kampanyalarının en önemli özelliği, sat bulunca kapitalizmin diliyle bir ifade; bir güç
malı satmak için beğeniye sunmak üzere amba- gösterisi olmanın ötesinde anlam taşımamakta-
lajlamak ve tüketiciyi risksiz bir şekilde kârlı çı- dır. Zaptçıoğlu’nun da yerinde vurguladığı gibi,
kacağına ikna etmektir. Ambalajlanmış, her tür- “Sapphire Tower gibi ‘ezen sınıfa ait’ olduğu tartı-
lü yaşam biçimine uygun İslamlar artık tüketime şılmaz bir proje kendisini ‘ezilenlerin projesi’ ola-
hazırdır. İman garantili, üstelik de ÖTV indirimli. rak sunabilmektedir.”13 Fakat “ezilenler”den gö-
rünüp “ezenler” içine yerleşmek, ezenlerin de
İSLAM(CILAR)A “SOL”DAN SORULAR
ezilenlerin de olmadığı üçüncü yolu teğet geçe-
Güncel soru(n)lara İslam’ın içinde cevaplar üre- rek mecburi istikamete dönüşüyor. İstanbul’daki
tilmesinin önemini söylemiştik. Bu, aynı zaman- plazalar ve nihayet geçenlerde en yüksek bina ol-
da Bloch’un terminolojisiyle ifade edilirse, bilin- ma namını kazanan “Burj Dubai (Halife Kulesi)”,
cin ve insan eyleminin halihazırdaki var olana kı- bu dilin tipik sembolleridir. Bu kuleler, Müslü-
sılmayıp, var olanın kuluçkasındaki imkanlara, manların “güç”e endeksli perspektif ve cevapla-
sürece ve kuvveye açık olmasından başka bir şey rını göstermesi açısından ilginç değil mi? Sapphi-
değildir.11 Bu bağlamda “sol”dan gelen soru(n)la- re Tower ve Burj Dubai, dinin sınıfsallaştığı iddi-
ra bakmanın tam zamanıdır. asını yalanla(ya)mazken, “sol”dan soruları da an-
Dilek Zaptçıoğlu, Dietrich Bonhoeffer ve Ali lamlı hale getirmektedir.
Şeriati’de sol ilahiyatın izlerini aradığı, “Tanrı’ya Zaptçıoğlu’nun dinin “ne”liğine dair sorusu da
Aşağıdakilerin Penceresinden Bakmak” adlı ya- doğrusu zikre değer. Zaptçıoğlu, temelde dinin
zısında, İstanbul’da yapılan Sapphire Tower’ı so- “öte dünyalaştırılması”nın kapitalizmin hedefleri
runsallaştırmaktadır. Zaptçıoğlu’na göre Sapphi- ile uzun vadede nasıl örtüştüğünü sorunsallaştır-
re Tower, “tek-mekanlaşan dünyaya eklemlenme maktadır. Ona göre, “kapitalizm, inancı bu dün-
sürecinin hızla sürdüğünü, Anadolu’nun dindar yadan alıp öte dünyaya taşıdığı oranda onu ha-
burjuvazisinin hırsla çalışıp eski kentli-laik çev- yatımızdan uzaklaştırıyor; muhafazakarlaştırıp
reye yetiştiğini, yoksul mahallelerden bir taş atı- sağcılaştırıyor.”14 Dinin öte dünyalaşması/uhre-
mı mesafedeki yeni Müslüman zengin evini” gös- vileşmesi, yani bu dünyadaki işlevlerinden kopa-
termektedir. Zaptçıoğlu, Sapphire Tower’ın di- rılarak ruhanileştirilip sınırlanmasının, kapitaliz-
nin sınıfsallığına atıfta bulunduğunu ifade eder- min işlerini kolaylaştırdığı, muhafazakar, dindar
ken, bu sınıfsallığın ilahiyata yansıdığını; dolayı- kesimlerde gözden kaçırılan ya da paranteze alı-
10 Ali Şeriati, İslam ve Sınıfsal Yapı, çev. Doğan Özlük, Ankara, 12 Dilek Zaptçıoğlu, “Dietrich Bonhoeffer ve Ali Şeriati’de Sol
Fecr Yay., 2008, s. 46. İlahiyatın izleri-Tanrı’ya Aşağıdakilerin Penceresinden Bak-
11 Tanıl Bora, “Peygamberâne ve ‘Geveze’? Ernst Bloch ve Eleş- mak”, Birikim, s. 244-245, s. 56-57.
13 Dilek Zaptçıoğlu, a.g.m., s. 59.
64 tirel Teori: Akrabalıklar ve Mesafeler”, Toplum ve Bilim,
s110, İst., 2007, s. 147. 14 Dilek Zaptçıoğlu, a.g.m., s. 57.
nan noktalardan birisidir. Doğrusu sonunda din, lığında konuşmak”16, hem muhafazakar, gelenek-
Zaptçıoğlu’nu “ne”liğini sormaya götürecek den- sel dindarlığı hem de Aydınlanma Projesini sor-
li dünyaya, topluma, insana yabancılaş(tırıl)ıyor. gulamak demektir. Sadece hakkından gelemediği
Geceleri Teheccüde kalkan, abdestsiz gezmeme- sorunlarda Tanrı’ya müracaat, gündelik hayatta
ye özen gösteren ama yoksulluğa, insani sorunla- gizli bir ateizmi kurumsallaştırmaktadır. Böylece
ra, dünyaya, topluma ilgisiz “Müslüman kapita- Tanrı, sorunlu zamanların varlığı olarak insanın
lizmi” çoğalmaya başlıyor. imkanlarının sınırlarının dışına ötelenmektedir.
İlginç bir biçimde Türkiye’deki serüveni içe- İşlevselleştirilmiş, “al gülüm ver gülüm” ilişkisi-
risinde İslam’a eklemlenen kapitalist sağ değer- ne dönüştürülen bir Tanrı-insan mutabakatı, gi-
lerin İslam’ın doğal yapısında bulunduğuna da- derek insanın temellerini de dinamitlemektedir.
ir kanıksanmış tavrın, doğrusu bir dekonstrüksi- Açıkça itiraf etmeliyiz ki, böyle bir soru(n)un,
yona ihtiyacı vardır. Dinin öte dünyalaştırılması, soldan ifade edilmesi, paradoksal özellikler taşı-
dinin sınırları içinde gezinerek dindarlık etiketi- yor görünmektedir. Yani bu soruyu Müslümanla-
ni de riske etmeden kapitalist bir ruhaniliğe kapı rın sorması gerekiyordu. Ancak sadece sosyoloji-
açmaktadır. Bu, aslında Hıristiyanlığın başına ge- nin sınırları içinde değil, gündelik hayata tüm bo-
len şeyin ta kendisidir. Nietszche’nin umutsuzlu- yutlarıyla nüfuz eden işlevsellik ya da Durkheim-
ğu da, aradığı muktedir ve insanla ilgili Tanrı’yı cı teori, dinin “ne”liğini değil işlevlerini manşete
bulamamasıdır. Dine dünyadan el çektirilmesi, çekmektedir. Böylece din, insanın varoluşsal ger-
insanın kaderciliğe terk edilmesi, Tanrı’nın köşe- çeğini kavrayarak “yol göstermek” yerine; sadece
sine çekilerek insan ve topluma ilgisinin sona er- hastalıktan kurtulmak, koca bulmak vb. durum-
mesi demektir. İşte bu vakum da kapitalizmin iş- ların fenomeni haline geliyor.
lerlikleri ile doldurulmaktadır. Dolayısıyla almak, Günümüzde dünya ölçeğinde yaşanan küre-
vermek, temellük etmek, paylaştırmak vb. kapita- selleşme, gittikçe yoksulların aleyhine genişle-
lizmin insafına terkedilmiştir. Kapitalizmin sinsi yen bir süreç izlemektedir. İstatistiklere bakacak
işleyişi, tüm muhalefeti de sisteme dahil ederek, olursak şöyle bir manzara ile karşılaşırız. Dünya-
din ve ideolojilerin merkezine yerleşmektedir. Bu daki üç milyarderin geliri, en az gelişmiş ülkele-
bağlamda din formatlı kapitalizm(ler), meşakkat- rin ve buralarda yaşayan 600 milyondan fazla in-
siz Müslümanlığın mümkün yollarını da göster- sanın gayr-ı safi milli hasılasından fazladır. Yine
mektedir. 1820 yılında yaklaşık 3 fakir ülkeye karşılık bir
Zaptçıoğlu’nun değindiği bir başka soru(n) zengin ülke varken; 1992 yılında 72 fakir ülke-
ye karşılık bir zengin ülkenin bulunması söz ko-
da, Bonhoeffer üzerinden tartıştığı “Tanrı’nın ne
nusudur.17 Türkiye’ye dönecek olursak, işsizlik,
kadar merkezde olduğu” meselesidir. Buna gö-
enflasyonla birlikte çalışan kesimin yoksunlukla-
re dindarlar, Tanrı’dan hep insanın sınırlarında
rı da dikkat çekicidir. Şu anda hükümet eden Ak
söz etmektedirler. Ya düşünce tembelidirler ya da
Parti de, muhafazakar dindarların bir iktidarı ola-
dertlerine çare bulamamışlardır.15 Bu soru, ilginç
rak bu yönde ciddi iyileştirmeler yapacak hiçbir
bir şekilde seküler düşüncelerin Tanrı’yı insanın
adım atmamıştır. Hâlâ bir maaş döneminde % 2.5
sınırlarına itmeye çalışan anlayışlarından mesa-
mu yoksa % 3 mü zam verelim tartışması, IMF
fe almaktadır ki, Müslüman zihnin önce sorma-
ile yapılan antlaşmalar, giderek artan dış borç gi-
sı gerekirdi. Nihayetinde Aydınlanma’dan başla-
bi sorun ve tartışmalar üst kelami ve felsefi dil-
yan süreç, insanın kapsama alanının sürekli arta-
de “Tanrı kimin yanında?” sorusunun sorulma-
rak Tanrı’nın bir gün dünyayı terkedeceğini ön-
sını beraberinde getirmektedir. Bu soru(n)lar ço-
görmekteydi. Tam da bu noktada “Tanrı’dan sı-
ğunlukla Allah’ın kaderine sığınılarak geçiştiril-
nırlarda değil merkezde, zaaflarda değil kuvvette,
yani ölümde ve suçta değil hayatta ve insanın sağ- 16 Dilek Zaptçıoğlu, a.g.m., s. 65
18 Burhan Sönmez, “Ütopya: Sol İlahiyat!”, Birikim, Sayı 246, s. 19 Aliya İzzetbegoviç, Doğu ve Batı Arasında İslam, çev. Salih
34-41. Şaban, İst., Nehir Yay., 1994, s. 21-22.
66
S O L V E İ L A H İ Y A T
Burhan Sönmez’in Birikim’in 246. sayısında ya- cukken, TİP’liydi. Bazen önemli ayrılık olarak
yınlanan “Ütopya: Sol İlahiyat!” başlıklı, sağ ya gösterilen, büyük bir ortak payda olarak ileri çı-
da sol kavramları ve bu kavramların İslamiyet’le kar. Bir zamanlar, lise öğrencisiyken ülkücüy-
ilişkileri bağlamında ezberlenmiş kabullerin öte- düm; çünkü içinde bulunduğum ortamda sol-
sine geçmeyi denediği ilgi çekici yazısını okur- cu olmak demek, Hazreti Muhammed’e küfret-
ken sıklıkla “Komşusu açken tok yatan bizden mekle aynı şeydi. Bense duvarlara gizlice “Ba-
değildir” mealindeki hadis-i şerif ile, Levinas’ın, ğımsız Türkiye” yazanların arasına katılırdım, ül-
Tanrı’nın insana komşusunun yüzüyle göründü- kücülüğüme hiç de halel gelmeyeceği inancıyla.
ğüne dair sözlerini hatırladım. Hadisi şerifin bil- Din, Sönmez’in terimiyle salt “gerçeğin üzerin-
dirdiği komşu, ihtiyacını bildirmekten ar edenle- deki tül”den ibaret görünmüyordu bana. Görün-
rin gizlendiği kapıların ardında olmalıdır. meyen âlemi, bütün sebepleri açıklıyordu. Tüm-
Sönmez’in yazısını okurken aldığım notlar et- dengelimci bir duyarlıkla imani meselelere, fıkıha
rafında düşünürken, kişisel tecrübelerimden de ve tarihe akıyordu benliğim, Allah’ın rızasına uy-
yararlanarak sol bir ilahiyat bağlamında akla gele- gun bir şekilde kendimi yapılandırmayı umarak...
bilecek kelime ve kavramlar üzerinden toplumsal Gerçek, hakikatin sadece bir yüzünü teşkil eder-
sorumluluğu ve kul hakkını önceleyen bir duyar- di. Güncel ve geçici olan her şey sınavın bir par-
lığı yeniden anlama çabasına düştüm. çasıydı. Bir bilgin, bir şair, bir sinema yıldızı ha-
İnsan olarak hakikate doğru sürdürdüğümüz yatımızın anlamı konusunda sorularımıza cevap
yolculuğu toplumsal sorumluluklarımızın üze- ararken bizi yanıltabilir, ama Hazreti Muhammed
rinden değerli kılarız. Muhtaç ve istismar edilen yanıltmaz, yarı yolda bırakmazdı.
insanı görebilme ve onunla ilgili sorumluluk üst- Ölümle ilgili soruların cevabını kim verebil-
lenebilmeye ilişkin hassasiyetimizle insan olma miş sanki, kim kul hakkının bir gelecek vaad et-
yolunda ilerlemeyi hakediyoruz. meyen karanlıklarda yitip gitmesini engelleyen
Halk Hakk’tır diye bir düşünceye sahip olmuş- bir kelamı dile getirmiş... Her şey bazen büyük
sam çok erken bir yaşta, bunun sebepleri muh- bir hızla bazen de ağır bir akışla kayboluyor, si-
telif. Başkalarını kendinden daha çok düşünecek- liniyor, tarihe karışıyordu görünüşte. Gerçek va-
sin, derdi dinibütün dedem. İnsanları görünüşe roluş “öte”deydi, öte dünyada, öte insanda. Hiç
göre yargılamayacaksın, derdi babam ki ben ço- bir kötülük saklı kalmayacak, kulun iğne ucu ka- 67
dar hakkının bile hesabı sorulacaktı.) An, sonsu- ku nedeniyle de koruma çabasına karşılık, dev-
zu içinde barındıran ilahi kapsamıyla bir yücelme rimci bir zihinde sürekli kendinde olan/olmayan-
imkânı sunar, hayat şimdide süren bir imtihan- lara yönelik tartışmanın yol açtığı, vazgeçmeler-
dır. Octavio Paz’ın deyişiyle: le, yeniden kurmalarla ilişkili bir tedirginlik ha-
“Ben yalnızım ve ben seninleyim, her zaman bu- li hakimdir.
rada olan bir ne-bileyim-nerede’de. Seninle ve bu-
rada. Sen kimsin, ben kimim, nerelerdeyiz biz,
İNSANLIĞI KURTARACAK UYARI
buradayken? Karşı durulmaz, kaçak; tanımlana- Kötülüğün iyiliğin yerini gaspettiği, kahraman-
maz, öngörülemez ve sürekli olarak hayatlarımı-
lığın soytarılıkla yer değiştirdiği, asaletin salt bir
zın içinde mevcut ötekilik, dinle, şiirle, aşkla ve
benzeri başka deneyimlerle karışıyor. Öte sade- soy-sop mirası olarak tanımlandığı, güzelliğin sa-
ce öte dünyada da değildir, buradadır, gerçek var- dece bir gösteriş metası sayıldığı, erdemin ise şir-
lığımızın olması gerektiğini düşündüğümüz her kin karanlık sularında tanınmaz hale geldiği bir
yerdedir.”1 toplumda, kararlı bir tavırla kalabalıkların arasın-
dan sıyrılarak iyiliğe, saf güzelliğe, adalete ve ha-
MÜMİNİN HUZUR(SUZLUĞ)U kikate ulaşmaya çalışan “emin” genç adam, pey-
“Dert, huzursuzluktur”; Sönmez’in bu tespiti, an- gamber olarak tanınmadan önce bazen “mecnun”
tikonformist bir bilince özgü bir duyarlığın altı- olarak isimlendirilmişti, bazen de “şair”. Onun
nı çiziyor. Cennete özgü sayılan mükemmelliğin yolundan gidenlerin sıfatları zaman zaman değiş-
sağladığı bir sükûnet, bir yatışmışlık hali, bu im- se de hedefleri (niyetleri) aynı kalacak: Toplumu-
tihan dünyası içinde nereye kadar mümkündür... nu cahili alışkanlıklarından uzaklaşacağı bir bi-
Dünya hayatını bir sınav yeri olarak kabulümüz, linç sahibi olması konusunda uyarmak.
bir iskana (veya sükunete) izin vermeyebilir. Burada pekâlâ “kurtarma” fiiline uygun bir
Emin olduğumuz bir şeyler de vardır ki huzur- cümle de kurabilirdim. ’70’lerin sloganlarla ör-
suzluğumuzu bizi zehirleyen bir kaynak olmak- tülmüş duvarlarında ne de çok rastlanırdı “kur-
tan uzak tutacak şekilde arındırır. “Yakîn” sahibi tuluş” kelimesine! Siyasetle ilgilenen gençler de
olmaktır, bunun bir diğer adı. “Güvenilecek, ama her biri bir taraftan işçileri, köylüleri, esir Türk-
sürekli dalgalı bir gerçeklik”; bir yazısında Ali Şe- leri, mazlum halkları, öz kimliğine yabancılaşmış
riati kendisini bu şekilde tanımlıyordu. Hazreti Müslümanları kurtarma hayallerini daha ziyade
Ali dert yüklü kelimelerini kuyulara haykırmış- şiirle ve duvar yazılarıyla besleyerek, manifesto-
tı, genç İslam toplumunda kargaşa meydana gel- lar oluşturuyorlardı. Osmanlı’nın dağılmasının
memesi için. getirdiği travmanın izlerini hâlâ üzerimizden ata-
İnsan, bunun bedelini çile çekerek ödeyecek bilmiş değiliz. Devletin halkı vesayet edilecek bir
olsa bile, kelimeleri seçti, yani bilmeyi veya far- tebaa gibi görmesi, “kurtarıcı” olma iddiasındaki
kındalığı. Bu nedenle de cennete özgü o huzuru hareketlere yansıyor. Kurtarma amacı o kadar her
aramanın yollarına düştü dünyada. Fakat onu be- şeyin önüne geçiyor ve ufukları örtüyor ki kurta-
şer olmaktan ayırarak insan kılan da artık dünya rılacak olan kayboluyor göz önünden.
hayatı tecrübesinin getirdiği bir derinlikten ba- Timur Selçuk gibi sol duyarlığa sahip sanatçı-
ğımsız görülemeyecek bu arayışının kendine öz- ların namaz kıldıklarını mitinglerine katıldıkla-
gü nitelikleri olacaktır. Kıpır kıpır bir vicdanın rı kitlelere ifade etmekte güçlük çektiği yıllardır,
huzuru anlam arayışının bedel ödemeyi gerekti- ’70’ler. Üniversite öğrenciliğim 12 Eylül’ün ön-
ren taşlı dikenli yollarında bulması niye şaşırtı- cesine ve ertesine denk düşüyor. Güzel Sanatlar
cı olsun: Muhafazakâr zihnin kendinde var ola- Akademisi’ne bağlı olan okulumuzun Beşiktaş’ta
nı belki bu varlığın duyurduğu memnuniyet, bel- deniz kenarında bulunan binası, kendi haline
ki sahip olunanların direnci konusunda bir kor- terk edilmiş eski bir tütün deposundan uyarla-
maydı. Okula Dev-Sol hakimdi. Dev-Sol’un ba-
68 1 Octavio Paz, Modern İnsan ve Edebiyat, s. 53, çev. Turhan Il-
gaz, Remzi Kitabevi, 1993. na soğuk ve otoriter, yabancı gelen söylemlerine
karşılık, kendime nispeten yakın hissettiğim, da-
ha Anadolulu ve “bizden”liğini hissettiren Halkın
Kurtuluşu fraksiyonundan öğrencilere katılırdım
zaman zaman. Saatlerce süren yürüyüş ve miting-
lerde devrim kelimesinden yayılan coşkuya kapı-
lırken, bu kelimenin arkadaşlarımın dilinden di-
nin bana görünen hakikatlerine kendini kapatan
bir tonda yükselmesinin getirdiği yalnızlık ve an-
laşılmazlık duygusuyla içime kapanır ve ilk dö-
nemeçte eve dönmek üzere mitingden ayrılırdım.
Türkiye’nin solu, uzun zaman belirsiz bir iş-
çi sınıfının gömleğini giydirmeye çalıştığı köylü
halkta bulmaya çalıştı, ideolojik sebebini. Bunu
yaparken de Batıcı ve seçkinci duruşunu hakim
ideolojiyle (CHP söylemleriyle) bütünleştiren bir
siyasal/kültürel hegemonik zeminden sürdürdü
söylemlerini dillendirmeyi. Toplum yok, kamu
vardı bu seslenmede. İrtica tehlikesi, halkı bir ka-
rakalabalığa dönüştürürdü.
Sol o dönemlerde halkı kurtarmak isterken ko-
AYDAN ÇELİK
lundan bacağından etmeye çalışan Prokrustes gi-
bi görünürdü bana. Prokrustes Yunan mitoloji-
sinde, düzenlediği baskınlarda yakaladığı yolcu-
ların boylarını yataklarına uydurmak için kolla- leriyle uyuşuyordu, ne de kadın veya erkek ola-
rını ve bacaklarını kıran ya da çekerek uzatan bir rak ayrılamayacak (Kalubelâ’da “bilinç” emaneti-
hayduttur. Solcu arkadaşlarımın bazen hiç tanı- ni üstlenmiş, bu emaneti ne kadar hakettiğini ka-
madığı, bazen de içinden çıktığı halde yabancılaş- nıtlamakla mükellef) insanın ufkunun ihtiyaçları
tığı halkı karakteristik özelliklerini paranteze ala- ve taleplerini hesaba katıyordu.
rak kurtarmaya çalıştığını düşünürdüm. Geçen yıllar içinde daha fazla tartışma götü-
Benzeri bir dışarıdanlık duygusunun daha fark- recek olan, diğer insanların hakları konusunda-
lı hallerini dindar Müslüman kadınların evlerde ki tahakkümcü bakıştır. “Onları biz iyi edeceğiz,
düzenledikleri, yeni kelimelerin (romanın, mo- onları adam etmenin yollarını biz biliriz...” ’90’lı
dern şiirin) kuşkuyla karşılandığı dinî toplantılar- yılların başlarında tesettürlü bir arkadaşımla Ka-
da da duyduğum olurdu. Bu toplantılarda konu- dıköy minübüsünde Alevilik üzerine tartışıyor-
şulan başlıca konu, tesettürdü. İnsanlığı ilgilen- duk. Ben, laik bir rejimde devlete bağlı bir ku-
diren güncel konuların uzağında durulur, siya- rumun halkın vergileriyle eline ulaşan bütçesini
si meselelerin kadınları ilgilendirmeyeceği düşü- bütün vatandaşlarına eşit hizmet verecek şekil-
nülürdü. Kadın olmaya biçilen anlam, “İslam’da de yönlendirmesi gerektiğini savunuyordum, ar-
Kadın” kitaplarının kapaklarında sıklıkla görülen kadaşım ise Alevilerin bir bütçeyi hakedecek bü-
kırmızı güllerde ifadesini bulurdu. Kadın her hal- tünselliğe sahip, kendini kanıtlamış bir inanç sis-
de, mutlaka, babasının velayetinden erkeğinin ve- temine sahip olmadıklarını, bu nedenle de böy-
layetine geçiş yaparak hayatını sürdürecek, böy- le bir bütçe ayrılmasının hiç de gerekmeyeceği-
lelikle de o gül hassasiyetini ve nahifliğini bir ze- ni ispat etmeye çalışıyordu bana. Aklımda kalmış,
delenme yaşamadan koruyacaktı. Ama bunlar ya- aynı dönemlerde Osmanlıcılılık duyarlığına sahip
lın kat dileklerdi ve insani bilinç kazanımı açısın- hizmet ehli bir hanım da Güneydoğu olaylarını
dan bakıldığında bu dilekler, ne hayatın gerçek- değerlendirirken Kürt nüfus için, “Akıllı olsalar- 69
dı, kıymetlerini bilirdik” gibi bir ifade kullanmış- ğinin bugüne taşınması, kolaylıkla tamamlanma-
tı. Başörtüsü yasağı gibi bir konuda başörtülü öğ- yan bir süreci de işaretliyor. Bilme ve olma yolun-
rencilere ululemr’e, yani devlete itaat ederek baş- da hiç bir zaman tamamlanmayan bir süreç var,
larını açmaları tavsiyesinde bulunan cemaatlere hakikatın bilgisi yakaladığınız hissiyle rehavete
özgü siyaset anlayışıyla dar bir alanda da olsa bu- kapıldığınızda elinizden kaçıyor. Geleceğin ütop-
luşan bir yaklaşımdı bu. yası bir taraftan geçmişin bağrında saklı, bir taraf-
Başka toplantı ve cemaatleşme alternatifleri tan da verili dünyanın çözüme kavuşmaya dire-
de vardı ve ben mizacıma, anlayışıma hitap eden nen adaletsizlikleri karşısında muzdarip olan ru-
toplantıları arayıp buluyordum. Gecekondular- hunuz ütopyada sonsuz hayatın (ve hesap günü-
daki türlü sorunlarla başbaşa bırakılmış kadınları nün) her şeyi yerli yerine koyan adaletini arayıp
ve ailelerini de içine alan, İslami bir bilinç kazan- bulmak istiyor.
ma maksadını güden etkinliklere katılıyor, bazen Başka türlü ev kadını olabilmeyi başarmış ab-
derme çatma salonlarda kadınlara özellikle günü- laların evlerinde düzenledikleri toplantılarında
müz dünyasında Müslüman bir kadın olmanın Seyyid Kutup’un İslam ve Kapitalizm Çatışması’nı
getirdiği zorluklarla sorumluluklar etrafında ko- okuyarak tartışmaya açıyorduk. “Hareketin
nuşmalar yapıyordum. fıkhı”ndan veya “fıkhın hareketinden” söz eder,
“İslam gelecek, dertler bitecek!” Bu slogan Seyyid Kutup. Bunun anlamı hayattan yükselen
’80’lerde kültürel faaliyetlerin gerçekleştirildiği eleştiriye dönük sürekli bir dikkattir, kişisel ha-
kalabalık salonlardan büyük bir inançla yükse- yatlarda “sürekli devrim”i çağrıştıran bir teyak-
lirdi. Aradaki yüzyılları bir reddiyeyle aşarak As- kuz hali ya da...
rı-ı Saadet iklimini solumaya çalışıyorduk. Der- “Devrim”, temsil ettiği nice sahneyle ruhumuz-
neklerde, MTTB toplantılarında, ev sohbetlerin- da fırtınalar koparmaya hazır olan kavram, bir za-
de. Hazreti Fatıma, üç beş parçalık çeyizinin gös- mandır yeni bir pırıltı, anlam kazanmıştı. İran’da
terdiği sadeliğiyle tanımayı sürdürmemiz gere- bir İslam Devrimi gerçekleşmişti ve bana hiç ya-
ken kadın modeli. Kollantai’nin Sevgi Yolları’nın bancı gelmeyen, elinden Gazali’nin Osmanlıca ki-
kahramanı Vassilissa, sade kıyafetleri, tevekkülü tapları hiç düşmeyen eğitmen dedemi andıran va-
ve halka (devrime) hizmet ruhuyla zihnimin bir kur, ak sakallı bir adam, Amerika’nın bölgede-
kenarında varlığını koruyor. Sıra Gazali okumaya ki jandarması olarak bilinen bir rejimin, emper-
gelip de onun kitaplarında ideal Müslüman kadın yalizmin işbirlikçisi bir hanedanlığın yıkılmasına
olabilmenin mümkün olduğu kadar az sokağa öncülük etmişti. Böylelikle de “devrim”, meşru
çıkmayı gerektirdiğini öğrendiğimde, öğrenciy- bir kelime olarak gündemine yerleşmişti İslamcı-
dim henüz. Bildik anlamıyla “ev kadını” olmak ların.
istemiyorum, başka türlü bir üretimi gerçekleş- Bense aynı dönemlerde bir taraftan bütün
tireceğim, fakat hangi yolla... Bir yanlış anlama, İstanbul’da sayıları en fazla yirmiyi bulan başör-
eksik aktarım var, ama nerede? Osmanlıca bilmi- tülü üniversite öğrencisi arkadaşlarımdan, diğer
yoruz ki bir medeniyetin eserlerine vakıf olalım. taraftan da sınıfımdaki İranlı öğrenciler vasıtasıy-
Dinî bilgi alanında yetersizlikten ileri gelen bir la fikirlerine aşina olduğum Ali Şeriati’nin Fatıma
eksiklik duygusuyla arşınlıyorsunuz sokakları ve Fatıma’dır isimli eserinin pasajlarındaki eziklik-
bu konuda mazaret bildirmek için de daha sessiz, ten uzak, muhalefet diline sahip Müslüman ka-
daha silik, daha kalabalıkların arasında bir damla dın varlığından güç alarak başörtülü bir hayata
olmaya çalışıyorsunuz. hazırlıyordum kendimi. 1969 İlahiyat Fakültesi
İyi ve kusursuz olan muhafazakâr zihin açısın- boykotundan bu yana başörtüsü, yeni bir anlam
dan geçmişte, sol zihin açısından ise gelecekte kazanmaya başlamıştı Müslüman kadınlar arasın-
mevcut. İslamcı ise bir ayağını Asr-ı Saadet’e ba- da. O başörtüsü bir açıdan ninelerimizin başında-
sarak bugünün yaşantısında bir yeniden doğma ki “masum” beyaz örtülerle buluşsa da, ”modern”
70 çabasını önceliyor. Yine de Asr-ı Saadet örnekli- ve “çağdaş” kadın modellerinin yaygınlaşması
için sürdürülen dayatmalara bir itirazı ve kendi darıyla hırsızlık yapması halinde bunun makul
vücuduna (varlığına) sahip çıkma iradesiyle ilgili karşılanması gerektiğini söyleyen Jones, bu söz-
bir kararlılığı yansıtıyordu. leriyle büyük tepki aldı. Benzeri bir ifadeyi saha-
be Ebu Zerr de dillendirmişti, 14 asır önce. Yok-
GECEKONDU HİSSİYATI
sulluk öylesine zelil düşürür ki kişiyi, küfre yol
12 Eylül’ü takip eden aylarda şehircilik ödevleri açabilir. Bu, hırsızlığa teşvik değil, bize şah dama-
için E-5 üzerindeki tepelere doğru yayılan yol- rımızdan daha yakın olan Allah, niyetlerimizi de
suz, elektriksiz ve susuz gecekondu mahallele- biliyor elbet.
rini dolaşırken, göçebe Anadolu’nun sahipsiz ve “Yoksulluk neredeyse küfr olacaktı”, mealinde
çaresiz yüzleriyle yeniden tanışıyordum. Nuri bir hadisi şerif var. Jung da bir İsviçre atasözünü
İyem’in tasaları alın çizgilerinde dile gelen ses- aktarır: “Her zenginin arkasında şeytan, her faki-
siz, bana neredeyse bir sebeple taş gibi donup rin arkasında iki şeytan vardır.”2 Açlık çeken, evi-
kalmış görünen kadınları, gecekondularda yit- ne ekmek götürememenin azabını yaşayan kişi-
memek için bir telaşla ilmihal bilgilerine tutun- yi mükellef saymıyor İslam. Bunun anlamı yok-
maya çalışıyorlardı. O yıllarda aldığım bir karar- sulların boş buldukları evleri işgal etmesini onay-
dı bu: İleride mutlaka bir gecekondu mahalle- lamak mıdır? Kaddafi’nin “Yeşil Devrim”i bağla-
sinde ikâmet edecektim ve her halde mimar ola- mında tartışılmış bir konudur bu. İran’da İslam
rak asla gökdelen, sosyal konut tarzında proje- Devrimi gerçekleşirken ülkeden kaçan karşıdev-
lere imza atmayacaktım. Gecekondular henüz rimcilerin evleri zamanla bir tür işgale uğramış
rant alanları olarak değil de bir zemine ayağını ya da devlet tarafından evsizlere, göçmenlere ve-
basma, bir çatı altına sığınma ihtiyacının göster- rilmişti. (Sonraları bu evlerin bazılarının sahip-
geleri olarak algılanıyorlardı. Halkın içinde ol- leri geri dönerek evlerini geri almak için hukuki
manın en uygun yolu bu olurdu ve halk da o du- bir mücadele başlattılar. İçlerinden çoğu evlerine
rumda bana en fazla gecekondu insanının temsi- kavuştu da.) Bir tür “Hakikat Anı” olan devrim
linde sahici ve anlamlı görünüyordu. Daha son- günlerinde bütün insanlar mallarından mülkle-
ra Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın’ının benzeri bir rinden ve aidiyetlerinden bağımsızlaşmış olarak,
kaygıyla gecekondu mahallesine taşınan kahra- tek vücut halinde aynı düzeyde biraraya gelirler.
manının –halkla buluşma sahnelerinin yer yer Bir bakıma bütün insanların Allah’ın önünde eşit-
parodi hissi uyandıracak şekilde tasvir edildi- lenerek secdeye kapandığı camilerde de yaşanan
ği– macerasını okurken, hâlâ bir gecekondu ma- arınma duygusuyla hafif, arınmış; tarih ve top-
hallesinde yaşamadığım için kendimi eleştirme- lum karşısında haklı ve güçlüdür devrime omuz
ye devam ettim. (Belki de gecekondu mahalle- verenler.
sinde yaşama kararıma uymadığım için, bir ye- Öyleyse cami önünde bırakılmış ayakkabılar
re de yerleşemedim yirmibeş yılda yirmibeşi aş- arasında bulunan, belki de cemaat içindeki pek
kın evde yaşadım.) çok kişinin belki iki-üç aylık geliri kadar bir fiya-
Her türlü sosyal ve kültürel hizmeti, gelişmeye tı olan markalı ayakkabılar hakkında ne düşün-
dönük tekniklerin arayışını devletten beklemeye meliyiz? Erol Yarar’ın savunduğu şekilde, vergi-
alıştırılmış bir toplumda, kendi haline terk edil- lendirilmiş (zekatı, fitresi, sadakası verilmiş) ge-
miş insanlar belirsiz bir kaygının önünde sürük- lirin kutsal olduğu kanaatiyle yetinmemiz mi ge-
lenerek kendilerini taşı toprağı altın şehirlere atı- rekiyor? Kuşkusuz, o ayakkabıları göze gösteren
yor ve varlıklarını geriye püskürten şehrin etekle- nedeni açmaya dönük olmalı dikkatlerimiz. Ümit
rinde bir zemine sıkı sıkı yapışıyorlar. Aktaş’ın dediği gibi, ayakkabıları göze gösteren
İngiltere’de Tim Jones adlı bir rahibin sözle- sınıfçı bakış açısının nerelere kadar nüfuz ettiği-
ri yer aldı geçtiğimiz günlerde basında. Yoksulun dir önemli olan:
küçük işletmeler yerine zincirleme alışveriş mer-
kezlerinden olması kaydıyla, ihtiyaç duyduğu ka-
2 Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji, sf. 370, İmge Yayınları,
1994. 71
“Müslüman, zengin veya yoksul olabilir, bu var- yargılarını bütünüyle sorgulayan ve yerlerine ye-
lık düzeylerinden birini de seçebilir, zengin sayıl- ni değer yargıları sunan İslam, en fazla çıkar çev-
dığı varlık durumuna karşılık ‘yoksulluk kültü-
releri tarafından tepki görürken, yoksullar, kö-
rünü’ de benimseyebilir; fakat, sınırsız bir şekil-
de üretme ve tüketmeyi mübah gören, bu alanda- leler ve göçmenler tarafından benimsendi. Diğer
ki sorgulamalara karşı ise bir tavır geliştiren bir yanda bu benimseme hür ve varlıklı, fakat ima-
sınıfçı tavrı kendine yakıştıramaz.”3 ni bir arayışın ızdırabını yaşayan kimi seçkinlerce
de benimsendi. İnsanlar kökenlerine, sınıflarına,
Ayetullah Humeyni, bu iki bakış arasındaki ay-
renklerine ve cinslerine bakılmaksızın vahiy yo-
rımı şu şekilde ifade etmişti: Kötü olan sarayda
luyla kul olarak Allah karşısında eşitleniyor, ka-
oturmak değil, onun getirdiği (kişiyi sınırlayan)
dınlarla erkekler birbirlerinin velisi olarak ilân
saray kültürüdür.
ediliyorlardı. Dinde zorlama da kabul edilemez-
ÖZGÜRLÜK VE ADALET di, ayrıca. Bireysel mülkiyet esas olmakla birlik-
Toplumsal hareketlerde, bu hareketlere kaynak te, malın (kapitalin) ve mülkün (mesela otlakla-
olan ideolojilerin uygulanmasında şu iki kavram rın, su ve enerji kaynaklarının, madenlerin) belli
birbirinden rol çalacak şekilde var oluyor sanki: bir sınıf arasında dönüp dolaşmasına karşı da ted-
Özgürlük ve adalet. İki kavram esasında birbiri- birler alınıyordu.
ni tamamlıyor, biri diğeri olmadan sakatlanıyor. “Lâilaheillâllah”ın “Lâ”sı, hem birey hem de
Salt “adalet” dediğinizde bazen totaliter bir devlet toplum için mevcut düzen karşısında ciddi, kök-
yapısına yatkınlaşabiliyor, salt “özgürlük”, dedi- tenci bir muhasebe yaparak kendini değiştirme,
ğinizde ise ola ki ekmeğin fiyatından yakınan ka- kendini yeniden yapma sorumluluğunu ifade
labalıkların arasında yalnızlaşıyorsunuz eder. Bu anlamda “lâ”, sürekli devrimin anahtarı.
Hazreti Muhammed müşrik kalabalıkların in- ’60’lardan itibaren yükselişe geçen yeni İslam-
sanı sadece sahip olduğu metalarla ve soyuyla so- cı dalga, bu nedenle de göbek bağıyla bağlı oldu-
puyla değerli gören ve kölelerin teriyle kanından ğu sağcılığın bir yanıyla görkemli bir maziye doğ-
beslenen kibrinden uzaklaşmak için Hira dağına, ru köklerini salmış olmanın gururunu da taşıyan
dağdaki bir mağaraya sığınıyordu. Düşüncelerini hantal yapısı içinden çıkarak bir vücut oluştu-
insanın doğuştan sahibi olduğu ilahi haklara yo- rabilmeyi, tarihe ve topluma karşı bir ucu inkâ-
ğunlaştırırken de vahyin kelimelerine hazırlanı- ra da varan, yer yer anarşizmle de buluşan bir
yordu bilinci. büyük reddiye ile gerçekleştirmeye çalıştı. Ce-
“Dağ Çağrısı” Sezai Karakoç’un duyuşunda di- mil Meriç insana bu dünyada bir anlam ve değer,
rilişe çağrıyla aynı şeydir. Hicret ya da yeniden dünyaya ise insan için bir anlam ve amaç kazan-
doğuşun yolu dağdan (kendi içine doğru tırman- dırma potansiyeline sahip gördüğü sosyalizmi,
ma gerektiren zor bir yolculuktan) geçer. “İslamiyet’ten haberi olmayanların İslamiyet’i”
“Her ütopyada sol ilahiyattan izler vardır” di- olarak tanımlıyordu. Nurettin Topçu ise döne-
ye yazıyor Burhan Sönmez. Solun özgürlük, eşit- minin siyasal konjonktürünün renklerini taşıyan
lik ve devrim gibi kavramları temsil ettiğini var- sosyalizm anlayışını tarif ederken kul hakkının
sayarsak, bu elbette doğru. Sönmez’in de yazısın- üzerinde durur. İslamcılık, yükselişte olan solcu
da atıfta bulunduğu Kojin Karatani, Marx’ın di- söylemlerin de hatırlatmasıyla özgürlüğe, adalete
nin çözünmesini olanaksız kılan bir etken ola- ve emeğe verdiği değerle, emperyalizm ve şove-
rak “gerçek ızdırap”a dair sözlerini hatırlatır.4 İs- nizm karşıtlığıyla, evrenselciliği ve kültürel geliş-
lami tebliğ en başından Mekkeli mustazafların meye yönelik vurgularıyla sol mizacını dışavur-
Kureyş’in egemen (müstekbir) sınıfına yönelik maktaydı. Yine de muhafazakakâr gövdenin çeki-
bir isyanı olarak başladı. Bu sınıfın vazettiği değer mine kapılıyordu bazen İslamcılar, cevapsız kalı-
nan sorular, üstesinden gelinemeyen zaaflar, tek-
3 Ümit Aktaş, “Liberalizm, Kapitalizm, Burjuvazi”, vs, Özgün
Duruş gazetesi, 12 Aralık 2009. fire kadar vardırılan “mezhepsizlik, Humeynici-
72 4 Kojin Karatani, Metafor Olarak Mimari, sf. 203, Metis, 2006. lik, Vahhabilik...” şeklinde uzayıp giden suçlama-
lar karşısında. Muhafazakâr gövde, korunaklı bir
sığınak halinde devlete sırtını dayamış olarak her
zaman oradaydı. Huzur Sokağı oralarda bir yerde
hep mevcut olacak; Şule Yüksel’in yazdığı şekil-
de, bir geleneği olan mahallelere sonradan kon-
durma apartmanlara, sermayenin tahakkümüne,
burjuva öykünmecilerinin kibrine karşılık...
Huzur İslam’da, elbette; çünkü “lâ”nın getirdi-
ği teslimiyetle birlikte bir ufuk genişlemesinin ar-
dından bir yatışma yaşanmıştır yüreklerde. Fakat,
dünyevi ve uhrevi meselelere kayıtsız kalamayan
Müslümanın ruhu sürekli kabaran bir deniz gibi
değil midir?..
Elbet her zaman haklı bir öfke vardır, bir Ömer
öfkesi, bir Hüseyin bir Zeynep itirazı; tüyü bit-
memiş yetimlerin hakkının sürekli gaspedildiği
bir dünyada. “Dünya bu haliyle kabuledilemez”,
bu her zamanın gençlerine ve idealistlerine, dev-
rimci ruhlarına özgü bir sesleniştir. Dünyanın de-
ŞENOL BEZCİ
ğiştirilemeyeceğine dair yargı ise, yaşlı ve bencil,
ruhları kireçlenmiş insanların aptalca, sinik cüm-
lesidir. Mümin için hayat ölümle apayrı bir boyu-
ta geçse bile mecrasını değiştirmeyen, sınavlarla
den, diğer taraftan 1969’da 6. Filo’nun İstanbul’a
dolu, fakat anlamını dünyevi bir zafer hedefiyle
gelişi sırasında gerçekleşen protestoları ya da İla-
belirlemeyen bir yolculuktır. Ali Şeriati’nin dediği
hiyat Fakültesi boykotunu Müslüman öğrencile-
gibi: Zafer, yolda olmanın ta kendisidir.
re yakıştıramayan muhafazakâr-sağcı tutumun
Özgürlük/adalet ikilemi, devrim söylemleri,
Müslümanlığı ne ölçüde temsil edebildiğine da-
hiyerarşi sorgulaması ve eşitliğe dönük talepler,
ir kuşkularımı yansıtan cümleler vardır. Diğer ta-
toptan reddiyeci olmaktan ziyade Batı uygarlığını
raftan sol, ’60 ve ’70’li yıllarda Türkiye ve İran gi-
anlayarak aşma, emperyalizmi sorgulama sorum-
luluğu, kadınların konumlarını yeniden tanımla- bi ülkelerde kültürel bir Batıcılık olarak temayüz
maya dönük bir kavrayış, sanat alanında taze atı- etmiştir. Marksist teorinin tanımladığı işçi sınıfı-
lımlar, sonuçları yaratılmışların, tabiatın istisma- nı köylü halkta ararken, halkı topyekûn tanıma-
rına sebep olmayan bir bilim arayışı, resmî eğiti- nın uzağına düşmüştür. Soğuk Savaş söylemle-
min sorunları (ya da “okulsuz toplum”), rehavet rinin bir parçası olan sol-komünist geleneklerin
ve konfor korkusu, kapitalizm eleştirisi, devletin din eleştirileri doğrudan doğruya İslamiyet’e kar-
yeniden tanımlanması, demokrasinin caizliğinin şı bir mücadeleyi yansıttığı için de sağcılık, din-
koşulları... ’80’li yıllarda İslamcıların gündemin- dar kitlelerin kendilerini içinde daha rahat hisset-
deki birkaç başlık. tiği siyasal kategoriydi.
Yıllar sonra yaşanan nice hadisenin ardından
SAĞIN VE SOLUN SINIRLARI sağ ve sol kavramları çıplak halleriyle olgu ve du-
1988 yılında yazmaya başladığım Tanzimat’tan rumları, hissiyatları ve eleştirel konumları taşı-
Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar isimli iki cilt- makta, temsil etmekte daha bir zorlanıyor. “Bu-
lik araştırmamda, boykot, grev ve benzeri protes- gün mücadelenin hatları yayılmacılar ve sınırla-
to tarzlarını –en olumsuz tanımıyla– anarşistlikle yıcılar arasında çiziliyor”, diyor George Monbi-
bir tutan, esasında anarşizmi de külliyen redde- ot, “İnsanlığın Yeniden Tanımı” başlıklı yazısında. 73
Hatları güçlendirmek üzere mesela yeni sol deni- akımlar bağlamında bir soykütüksel araştırma,
liyor ya da yeni liberalizm. Sovyetler yıkıldığından bir geleneğe bağlı olma gibi bir kaygıdan söz edi-
bu yana solcu aydınlar kapitalizmin düşman ola- lemeyeceği için, yanlış veya eksik temsiller halin-
rak belirlediği İslam’ı terörizm olgusuyla özdeşleş- de var oldular.
tirildiği biçiminin ötesinde, temsil ettiği muhale- İran’da ise 1990’lı yıllarda reformistlerin “sol-
feti ve açmaya çalıştığı eleştiriyle tanımaya çalışı- cu”, muhafazakârların ise “sağcı” olarak adlan-
yorlar. Sol kökenli Batılı eleştirmenlerin bu tanı- dırdığı bir siyasal tablo ortaya çıktı. Reformistle-
ma çabası, kendini yeniden üretirken gündemde rin devrimci, muhafazakârların ise statükocu ola-
olan neredeyse tek ciddi “eleştirel” muhalif kül- rak belirdiği sahne bir kez daha yaşandı.
türden beslenme ihtiyacıyla da ilişkilendirilebi-
HAKİKAT ÂNININ İHTİŞAMI YA DA DEVRİM
lir. “Bu beslenme ihtiyacı, global sistem söz ko-
nusu olduğunda muhalif olanı sistem içine çeker- “Ütopya olmayan yer değil, olması arzu edilen
ken içeriksizleştirmeyi de yanında getirir mi?” di- yerdir” diyor ya Burhan Sönmez... Ütopya ile uf-
ye soruyor Akif Emre, “Sol muhalefet ve İslam’ın ku şimdiki zamanın ihtiyaç ve taleplerince belir-
İçeriksizleştirilmesi” başlıklı yazısında.5 Bu soru, lenen sade vatandaşın hayat görüşü arasında her
Müslüman toplumların veya “Üçüncü Dünya”nın zaman bir gerilim var. Ütopya bir bakıma ahire-
global sistem tarafından mühendislik çalışmaları- ti ve hesap günü olmayan ideolojinin hem asr-ı
na maruz kalarak sürekli hırpalanan nüfusu açı- saadeti hem de cenneti. Yaklaşıldıkça uzağa çeki-
sından bakıldığında, “sol”a özgü nitelikleri katıl- len bir serap ütopya ki mazlumun aynadaki su-
dıkları türlü iktidar yapıları içinde tanınmaz kılan reti de sürekli değişiyor. Her dönemin müstek-
aydınlara yöneliyor her şeyden önce. biri, yeni bir suretle ve sömürü biçimiyle yöne-
Sağ ile solun Türkiye’de nasıl bir toptan red- liyor kitlelere. Bazen “devrim” kelimesi ile bü-
diye duvarı üzerinden birbirini yok sayma tavrı tünleşen kişi veya yapı, sürekli devrimin önünde-
içinde olduğu bilinir. Bu duvarın üzerine çıkma- ki en sert bekçi olarak beliriyor. Ümit Kıvanç’ın
yı başaran bir sanatçı, Ayşe Şasa, Kemal Tahir’in Birikim’in 244-245. sayısında yer alan “Devrimci-
dostluğunun da yardımıyla solcu aydınların halk- liği İnkâr Suretiyle Feci Şekilde Can Verdi...” baş-
la iletişimlerinde bekledikleri verimi gerçekleş- lıklı yazısını okurken sıklıkla, İran’da geçen Ha-
tirememesinin nedeninin “din” olduğunu tespit ziran ayında gerçekleşen seçimlerde muhalifle-
eder. Din söz konusu olduğunda sağ çatı altın- re yönelen şiddetli üslubu hatırlamıştım. Paster-
da bulunan her bilincin sahiden de alışılagelmiş nak üzerine yazılar yazmak, Troçki üzerine yazı-
anlamda sağcı olup olmadığı tartışmalıdır, anti- lar okumak, Galiyev’i daha yeniden tanımak iste-
komünist cephenin bir müdafaa refleksiyle ade- dim o günlerde.
ta birbirine kenetlendiği yıllarda. Şasa, Musta- Kendini bir hareketin asr-ı saadetine kilitlemiş
fa Kutlu’dan şu cümleleri aktarıyor: “Bende ada- bir devrimcilik, çoktan muhafazakârlaşmış de-
let fikri o kadar kuvvetliydi ki az kalsın sosyaliz- mektir. Zaman zaman Türkiye’de kimi Kemalist-
me kaptıracaktım kendimi!”6 Ancak sosyalizm lerin ve solcuların Ahmedinejat’tan antiemperya-
hele Türkiye’de alımlandığı biçimiyle, Marksist list ve devrimci diye söz ettiklerini duyuyorum.
yorumuyla, dini toptan reddetme tutumuyla bir Oysa Ahmedinejat bir devrimin şiarlarını yüzey-
kimlik, bir tarih oluşturmuştur, Cemil Meriç gibi sel bir alımlamayla ve pratiğe dönük ciddi bir pla-
kendini sol görüşlü bir Müslüman olarak tanım- nı ve projesi olmadan seslendiren, iktidarla yap-
layan bir düşünür, başka hangi caddelere ışığını tığı ittifakla kalabalıklara yönelen bir muhafa-
tutarsa tutsun. zakâr çoktandır. Uluslararası planda ses getiren
Sağ ile sol ülkemizde, Türkiye’de fikirler ve şiarlarını dillendirirken de siyasi hayatı açısından
bir risk almıyor, tersine siyasi kariyerini bu şiar-
5 Akif Emre, “Sol Muhalefet ve İslam’ın İçeriksizleştirilmesi”,
Yeni Şafak, 12 Mart 2009. lar üzerinden sürdürüyor. Bu siyasetçiye Haziran
74 6 Ayşe Şasa, Bir Ruh Macerası, s. 89, Timaş, 2009. (2009) seçimlerinde daha önce belediye başka-
nı ve vali olarak görev yaptığı üç ilden, Erdebil, O’ndan yayılan anlamlar. Dini bir iktidar aracı
Urumiye ve Tahran’dan pek az oy çıkması nasıl olarak kullanmak isteyen egemenler, Tanrı’yı so-
açıklanmalı... yutlaştırma yoluyla anlaşılmaz ve ulaşılmaz kılar-
Muhafazakârlar özgürlüklerin genişletilme- lar. Kul, en yakın dostu olsun istediği Allah’a der-
si konusundaki talepler gündeme geldiğinde, öz- dini açmaz, ona şükürlerini bildirdiği kadar, şika-
gürlüklerin genişletilmesine karşı tavırlarının bir yetlerde de bulunmaz mı... Vahye muhatap olan
açıklaması olabilirmiş gibi sıklıkla şehitlerin ka- peygamber ise kendisini kutsallaştırmaya dönük
nından, gazilerden söz ederler. İran’da devrime söz ve fiillere karşı, insan olduğunu hatırlatma
katılmış, cephede yaralanarak bacağını yitirmiş gereğini duyar.
Haşim Agaceri gibi bir devrimcinin, yolunda git-
KALABALIKLARIN YÜRÜYÜŞÜ
mediğini düşündüğü siyasete yönelik eleştirileri
nedeniyle hapisle cezalandırılması, “yeryüzünde Kitlelerin ayağa kalktığı her konu, insanların kar-
fesat çıkartma” suçlamasıyla açıklanmıştı. Muse- deşliği açısından bir açılım ifadesidir kanımca.
vi gibi ismi devrimin tarihiyle bütünleşmiş ilkeli İnsanların kardeşliğini duyurtan her biraraya gel-
bir sanatçı/siyasetçi ise ismi Soros’la anılarak hü- me çabası, İslam kardeşliğini de içeren bir müm-
kümsüz kılınmak istenmekte. Sürdürdüğü mu- künler alanının ifadesi olmaktadır. Bu nedenledir
halefetin özgürlükçü yapısı altında farklı muhalif ki Ali Şeriati, Paris’te Afrikalı öğrencilerle birlik-
gruplar da bir varoluş, bir temsil bulma umudu- te Belçika Kongosu’nun ilk Başbakanı, Afrikalı li-
nu dillendiriyorlar diye hapse atılsın istendi Mu- der Partice Lumumba’nın öldürülmesinin protes-
sevi, özgürlüğü sadece kendi düşünme biçimleri to edildiği, pek çok milletten insanı biraraya ge-
için talep eden kesimlerce. tiren bir mitingin ardından, “Bir millet, ortak bir
Her şeye rağmen ezilenlerin, yoksulların ve öz- sancı duyan bütün insanların toplamıdır” diye
gürlük sevdalıların varlığında “hakikat anı”nı te- yazmıştı.7
baruz ettiren devrimin bir hakikatı vardı, bu ne- İçinde bulunduğumuz dönemde kalabalıklar,
denle de Musevi yirmi yıl önce, onu muhafa- kuru-kalabalık olarak nitelendirilmelerine izin
zakârların hücumları karşısında her zaman des- vermeyecek bir farkındalıkla biraraya gelerek
teklemiş Ayetullah Humeyni’nin vefatının ar- protestolarını ve taleplerini dile getiriyorlar. Çok
dından çekildiği mimarlık bürolarından siyase- farklı görüşlere sahip olabilen insanlar Gazze’nin
te geri dönmeye mecbur hissetti kendini. Hak 2009’da Ocak ayı boyunca bombalanması sırasın-
Yol İslam’dı, yine de öyle; ama bu İslam dün ol- da yaşandığı gibi geceyarılarında kalkıp yollara
duğu gibi bugün de sultanların, Yezid’lerin, Mol- düşüyor, sürüp giden katliamı, işgali ve uluslara-
la Kasım’ların, fırından ekmek çalan aç çocu- rası kurumların bu olanlar karşısındaki ilgisizliği-
ğa Şeriat adına el kesme cezasını lâyık bulanla- ni protesto ediyorlar.
rın, ümmete ait petrol gelirlerini Batı’nın (ve ar- Meydanlara akan her bir kişide, Yasin suresin-
tık Doğu’nun da) eğlence merkezlerinde çar çur de bahsi geçen “şehrin en uzak ucundan koşarak
eden Arap şeyhlerinin dini olamazdı. gelen adam”ı görmeyi umuyorum ben.
Burada aklıma, Sovyet tecrübesini özümse- Apaçık haktan hukuktan yoksun bırakılan
miş olan Badiou’nun şu sözleri geliyor: İyi ancak hemcinsini savunmak üzere kalabalıklara karışan
dünyayı iyi kılmaya heves etmediği sürece iyidir. kişi, soyut bir sevgiden değil, haksızlıklara karşı
Bir hakikatın her mutlaklaştırılması bir kötülük somut bir tepkiyi talep eden bir duyarlılıkla hare-
üretir. ket ediyor. Böyle bir duyarlığı grafik sanatçısı Ay-
Bir yere kadar yorumda bulunup, sonra sessiz- şe Kalyoncu “etik zeka” olarak isimlendirdi, bir
ce, tevazuyla hatta aşkla düşündüğümüz Rahman sohbetimiz sırasında. Yolunda gitmesi gereken
ve Rahim olan, yaydığı bütün anlamlarla birlikte niye öncelikle kendi hayatımız olmalı... Sanki ni-
şah damarımızdan daha yakındır bize. Tabularla
ulaşılmazlık kazandırılan bir kutsallığı bildirmez
7 Ali Şeriati, Hubut/Yeryüzüne İniş, s. 113, Birleşik Yayıncılık,
1999. 75
çin birilerinin varlığı bizim varlığımıza armağan ince parmaklı çocukları hatırlamadan edememiş-
edilmeli... Etik zeka, işte bu tür soruları sorduran tir. ‘İyi bir düşünür’ olarak nitelediği, Humanite
zihinde kendini gösteriyor... muhabiri Washell Mişen’in İran’a yaptığı bir gezi-
2008 yılı yazında Tünel’in başında ikindi üze- den sonra kendisine anlattığı halı dokuma atelye-
ri katıldığım “Darbeye Karşı 70 Milyon Adım” lerindeki izlenimlerini, şu şekilde aktarmaktadır:
yürüyüşü sırasında şunları düşünmüştüm: İş- “Ben her zaman odama güzel ve zarif bir İran ha-
te, ’70’li yıllarda birbirine iyice yabancılaşan top- lısı sermeyi düşlemişimdir. Fakat İran’da halı do-
lumsal adalet ve özgürlükler konusunda hassas kuma atelyelerini ve ayak basacağım halının mo-
kitleler, halkı sürü olarak telakki eden despo- tiflerini gördüğümde bütün vücudumun ürperdi-
ğini duydum. Halıların bu güzel kırmızı renkleri-
tik zihniyet karşısında bir araya gelmiş bulunu-
ni sarı renkli küçük kız çocuklarının (tenlerinin)
yor. Türkiye’de belki de ilk kez böyle bir yürü- kızıllaşmasından alıyorsunuz. Her halı ilmiğin-
yüş yapılıyordu. Bir gece önce ise Taksim meyda- de bu çocukların zarif ve ince parmaklarının iz-
nında futbol fanatiklerinin şenliğine (ya da çile- leri var...”
sine) tanık olmuştum. Darbeye Karşı 70 Milyon Mişen’in bu anlattıklarını desteklemek üzere
Adım yürüyüşü sırasında İstiklal Caddesi’ne akan kendisine okuduğu, rutubetli bodrum katlarında-
“elenmiş, süzülmüş” kalabalığın heyecanı Türki- ki halı dokuyan kızların ve kadınların çalışırken
ye için yepyeni ve tazeleyen bir imkanı dillendiri- mırıldandıkları bildik bir şarkının sözleri, bu kez
yordu, ben öyle ummak istiyordum. dinlediğinde sarsmıştır Şeriati’yi:
Kalabalıkların yürüyüşü: Tek taraflı kararlar-
“İran’da, halı şehrinde yaşayan halkı tanıdığını
la sürdürülen, işgallere ve toplu cinayetlere izin
iddia eden ben, bu şarkıyı defalarca işittiğim, ama
veren barış görüşmelerinin, içi boşaltılan konsen- ne anlama geldiği üzerine pek düşünme gereğini
sus söylemlerinin reddi... Kalabalıkların yürüyü- duymadığım için, kendimden utandım. Oysa bu
şü: Yüzyılların biriktirdiği önyargıların ağır yü- Farsça bilmeyen Fransız kadın, birkaç günlük se-
künden kurtulmak üzere insanı hemcinsiyle ben- ferinde bu şarkının bütün sözlerini ezberlemişti.
İşte kadınca özgürlüğün, aklın, keskin zekanın,
zer bir duyarlıkta yüzyüze getiren vicdanın akışı.
duyarlılığın, incelik ve zerafetin anlamı budur.”8
NAKIŞLARA RENK VEREN PARMAKLAR
ÖLÜMÜN EŞİĞİNDE TESELLİ
“Bir yalana inanmaya yöneltiliriz
Gözün içinden değil göz ile gördüğümüzde”, diye Din fani olan insana dünyevi bir ideolojinin ve-
yazmış William Blake. rebileceğinden daha fazla vaadde bulunur, kulun
“Gözün içinden görmek”, kalp gözüyle gör- hakkının yerine iade edileceği bir gelecek inancı-
mekle aynı şey değil midir?.. nın, bir büyük (adil) mahkemenin tesellisini su-
Kalp gözüyle görmeyi denediğimizde hayat bi- nar. Bu bazen üstün insan ideali adına hor görü-
ze gösterilen sınırların sunduğundan daha farklı len teselliyi ise dinibütün mütevekkil yoksullar
yollarla da yaşanabilir ve vicdan, kurumların kar- şifalı bir su kaynağı gibi duru bir hayat telakkisi-
maşık bürokrasisi içinde azap çekmeye, dahası ne dönüştürür. “Ölmek üzere olan bir insanı han-
körelmeye terk edilmeyebilir. gi sözlerle teselli edebiliriz?” Sevgili Ayşe Şasa,
Kalp gözüyle bakıldığında bir İran halısı sade- Bir Ruh Macerası’nda bu soruya cevap arıyor. Söz
ce güzel bir sanat eseri olarak görünmez; halıla- konusu olan yoksulları sömürücülerin ve zâlim-
rın canlı renkleri, güllerin pembesi kırmızısı, sa- lerin karşısında itaatkâr ve uyumlu olmaya sevke-
rı renkli küçük kız çocuklarının izbe mekanlarda den bir teselli değildir.
yitirdiği renkleri hatırlatır. Mısır gezisi sırasında Bir kez daha Ayşe Şasa’ya dönüyor ve onun Ke-
piramitlere baktığında, orada görkemli bir tarihi mal Tahir’le ilgili, bir ütopyanın ferdi planda geç-
miras yerine, o mirasın yapımında çalıştırılan za- mişte ve gelecekte var olma imkânının sınırlarına
vallı köleleri ve işçileri gören Şeriati, şahaser bir işaret eden bir anekdotunu aktarıyorum:
76 Erdebil halısına baktığında da bu halıyı dokuyan 8 Şeriati, Öze Dönüş, s. 295-296, Şafak Yayınları, Mayıs 1985.
“Hapisteyken bir gece müdür tarafından Kemal kalarının evlerini temizleyen, çocuklarına bakan,
Tahir’den bir idam mahkûmunun son anlarında çayını kahvesini getiren mahalleli kadınların ço-
yanında bulunması isteniyor. Kemal Tahir idam
cuklarının bakımı için kurulmuştur. Boş zaman-
mahkûmunun yanına gidiyor. Adam iki yahut
dört rekât namaz kıldıktan sonra oturuyor. ‘Şim-
larında birbirlerinin çocuğuna bakmayı iş edinen
di’, diyor Kemal Tahir, ‘Konuşmamız gerekiyor. bu kadınlar arasında, mahallenin şiddete karşı
Sabaha bu adam idam edilecek. Fakat birden fark kurslara kapısını cömertçe açan imamı da vardır.
ediyor ki, bu dünyada bütün konuşmalar gelece- “Kim direnecek?” diye soruyor Zaptçıoğlu.
ğe aittir, geleceği olmayan bir adamla konuşacak “Kim savaşım verebilir?” diye sormuştu Abdül-
hiçbir şey yoktur!’ İdam mahkûmuyla doğru dü-
kerim Suruş, İran devriminin başlarında yayım-
rüst bir laf bulup konuşamıyor Kemal Tahir.”9
lanan bir kitabında. “Din, her zaman dinden ge-
niş bir şeydir”, diyor Sönmez. Dine karşı her za-
AŞAĞIDAKİ PENCERENİN IŞIĞI
man bir din vardır, Ali Şeriati’nin de dediği gibi.
Tevazu kavramına biçilen anlam, çoğunlukla Zühd ve takva, ne miskinlik göstergesi olarak an-
kavramı ters yüz edecek kadar yüzeysel alımla- laşılmalıdır, ne de dünya hayatının topyekûn red-
malarla çıkıyor karşımıza. Herhalde mahrumiyet- dini. İhsan Eliaçık, Şeriati’nin “devrimci zahitlik”
lerin sergilenmesinin ötesindeki derin anlamıyla olarak isimlendirdiği mülk (iktidar ve mal) görü-
tevazuyu, bir diyalog arayışını da yansıtacak şe- şünü temellendirdiği Hadid (Demir) Suresi’ni ha-
kilde kişinin kendi kendisini sınırlaması, gerekti- tırlatıyor: “Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir
ği şekilde geri çekmesi, bir başka ifadeyle de “ne eğlence, süs, aranızda övünme, güç ve zenginlik
kadar az bildiğini bilmesi” olarak da anlayabiliriz. yarışından ibarettir...” Güç (demir) elimize ge-
Dilek Zaptçıoğlu’nun Birikim’in 244-245. sa- çince şımarmamalı, geçmeyince de karalar bağ-
yısında yayımlanan “Dietrich Bonhoeffer ve Ali lamamalıyız. Emvâl (mal, mülk) ve evlâd (adam,
Şeriati’de Sol İlahiyat’ın İzleri’ başlıklı ilginç ve güç, çevre, şan şöhret) hırsından arınmalı ve fa-
önemli yazısında, dindar muhafazakârlığın günü- kat adalet coşkusu ile dopdolu olmalıyız.”10
müzde karşı karşıya bulunduğu güç ve para ka- Zaptçıoğlu yazısında İslami kimliğin sundu-
zanma hırsıyla birlikte kurcalanan bir kavramdı, ğu imkânlarla sahip olduğu sermayeyi görkem-
tevazu. li, gösterişli (kibirli) bir yapıya dönüştüren kişi-
Zaptçıoğlu İstanbul 4. Levent’te yeni zengin bir nin dünyevi emellerle bağlanan ufkuyla, muhtaç
Müslüman işadamı tarafından inşa edilen Sapphi- mahalle insanının yardımına koşan imamın hayır
re Tower isimli bir gökdelenden söz ediyor, sözü- işlemek için yarıştığı üç katlı kooperatifin tem-
nü ettiğim yazıda. Dinin daima sınıfsal olduğu id- sillerinin karşıtlığı üzerinden bir tartışma başla-
diasını bağıran bir yapıdır bu, yazara göre. Arka tıyor ve neticede, topluma, dünyaya aşağıdaki-
planında ise sahibini zengin eden, muhtemelen lerin perspektifinden bakabilme başarısını, so-
Anadolu kökenli bir sermayeye dayalı varoş mar- lun dinle buluştuğu bir hayat görüşüyle ilişki-
ketleri zinciri bulundurur. Kapitalizmin inancı lendiriyor. Bu hayat görüşünün felsefesinin izle-
bu dünyadan alıp da öte dünyaya taşıyan mantı- rini ise Alman Protestan ilahiyatçı Dietrich Bon-
ğını pekiştiriyor, kayıtsız şartsız güç kazanma is- hoeffer ve İranlı İslamcı düşünür, teorisyen Ali
teği; dini bir iddiayla sürdürülse bile. Öte dün- Şeriati’nin fikir ve eylemlerinde araştırıyor. San-
yayla sınırlı inanç ise sahibini muhafazakârlaştı- ki dinî meseleler üzerine kafa yoran iki teorisyen
rıyor, sağcılaştırıyor. Bu gökdeleni gören derme açısından da, idealleri bağlamında hayal kırıklığı-
çatma üç katlı boyaları dökülmüş sarı bir bina- na uğramanın önüne geçmek sürekli kaynak me-
nın içinde ise bir takım kadınlar kucaklarında ço- tinlere dönmekte ve edinilen gelişmiş bir kavra-
cuklarla ocak başında tenceredeki çorbayı karış- yışla, tazelenmiş bir duyuşla yeni bir ilahiyat kur-
tırmayı sürdürüyorlar. Nurtepe İlkadım Koopera- mayı sürdürmekle olasıdır. Sol ve “direniş ilahi-
tifi, her sabah şehrin dört tarafına yayılarak baş-
9 Ayşe Şasa, a.g.e., s. 105.
10 İhsan Eliaçık, “Devrimci Zahitlik”, www.kadınnews.com, 13
Ocak 2010. 77
yatı” da tek bir çıkış noktasına sahiptir yazara gö- Ezilenlerin davasına adanma ancak içinde dev-
re: “Dünyaya aşağıdakilerin penceresinden bak- rimci bir insan sevgisini ve saygısını var kılma-
ma” noktasıdır bu. sı ölçüsünde diyalog niteliğini taşır ve Bonhoeffer
Halkla bütünleşmenin bir kuramdan iba- ile Şeriati işte bu “devrimciliği” gerektiren “top-
ret olmaktan çıkıp kişinin özsel bir parçası ha- lumsallık kurucu, eylemci “ olma iddiasına sahip
line gelmesi, sahici bir diyalogla mümkündür. sevgide buluşur; Zaptçıoğlu’nun iki teorisyenle
Che Guevara’nın Sierra’daki hastalarıyla ilişkisi- ilgili çözümlemesindeki çıkarımına göre. Ve böy-
nin kendi ifadesiyle “Kendiliğinden verilmiş ve le bir iddiayı sahici kılan da, başka insanların aşa-
bir bakıma şiirsel bir karar iken bambaşka bir de- ğılanmasına “kendine yapılmış gibi” bir hassasi-
ğere sahip ciddi bir güç” haline gelmesinin sebe- yetle gösterilen itirazdır.
bi, yoksul, köylü halkla bütünleşme başarısıdır, Sol ilahiyat ezilenlerin, insanlık değerleri gas-
Freire’ye göre. Bu başarıyı sağlayan Che’nin al- pedilenlerin tarafında yer tutma, alt katlarda otu-
çakgönüllülüğü, sevgi yetisi ve “âdeta kutsal ki- ranların penceresinin ışığını veya zifiri karanlığı-
tap diliyle betimlediği yalın üslubu” olmuştur.11 nı ayırtedecek bir özene sahip olma, dünyaya ku-
Gelişmeyi, tekamülü sadece fiziki anlamda güç lelerin hijyenik hayat tarzlarının penceresinden
kazanımı ve “sahip olma” amacına bağlayan zihin değil de o kuleleri inşa eden işçilerin arasından
ve irade, toplumsal meseleler üzerine bir söyleşiyi bakma tavrını canlı tutan değerlerle bir hayatiyet
sürdürecek şekilde katılım yeteneğini yitiriyor bir kazanıyor.
yerde, özeleştiri ve nefis muhasebesi alışkanlığını Yazgımızın ellerimize terkedilmiş bölümünü
da yitirdiği veya bu alışkanlıklara hiç sahip olma- kendi attığımız ilmeklerle, kişisel zevk ve bece-
dığı için. Zaptçıoğlu, diyalog isteğini tevazunun rimizin nakışlarıyla dokuyoruz. “Hidayet” deni-
bir göstergesi olarak ortaya koyuyor. Çünkü kar- len aydınlanma bir anda gelmiyor, kendinizi do-
şısındakini dinlerken bir şeyleri anlayacağı veya ğuştan sahip olduklarınızın ötesinde yeniden ger-
değiştireceğine ilişkin kabul, kendinde eksik ya çekleştirmek üzere taş üstüne taş koyarak, kat kat
da fazla olana dair bir muhasebeden hiç vazgeç- emek vererek bunu hak etmelisiniz. Dünya haya-
meyen, bu nedenle de gereksizce biriktirmeyen, tı içinde yol alırken amellerimize ve niyetlerimize
anlamsızca artırmalar nedeniyle hantallaşmamış göre hakikat bize kendini açıyor ve rüya (ütop-
durulukta bir bilinçle olası görünür. İşte, Ali Şeri- ya) seçtiğimiz malzemeye göre bir gerçeklik ka-
ati de, neredeyse sınır tanımayan yeniden anlama zanıyor. Bu dünyadaki yaşantısında ahiretteki ha-
(dinleme) arzusuyla diyaloğun önkoşulu olan al- yatını bir heykeltraş gibi biçimlendiriyor, insan.
çakgönüllülük ilkesini içselleştirmiştir. Elindeki azıcık nimeti dahi yoksula, yolcuya pay
11 Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, s. 147, Ayrıntı; 1998. ederken, yeniden ve yeniden seçiliyor.
78
S O L V E İ L A H İ Y A T
“Tanrının ölümü”,
ateizm geleneği ve sol
TUNCAY BİRKAN
BİR KARİKATÜR: “TANRI ÖLDÜ: çok daha sofistike– bir başka tezahürünü görmek
ALLAH TAKSİRATINI AFFETSİN!” mümkün gibime geliyor. Kabaca –her iki anlam-
da da kabaca– şöyle özetlenebilecek bir tavır bu:
Daha çok yeni bir tarihte, Malezya hükümeti
10.000 İncil’i, “bunlarda Allah kelimesi kullanılı- Tanrı hakikaten öldü, ama Allah (hâşâ) ölmez!
yor, Müslümanlar rencide olur” gerekçesiyle top- Yani, Nietzsche’nin saldırdığı, öldüğünü ilan et-
lattı. Katolik kilisesi de Allah kelimesini Hıristi- tiği Tanrı, Yahudi-Hıristiyan geleneğinin tanrısıy-
yan Arapların İslam daha ortada yokken de kul- dı (bu yüzden de son tahlilde hayırlı bir iş yap-
landıklarını hatırlatarak mahkemeye başvurmuş; mıştı); İslâm’ın Allah’ıyla uzaktan yakından ilgi-
büyük olasılıkla da mahkeme onları haklı bula- si yoktu. Batı fikriyatıyla ülfeti dolayısıyla Cemil
cak ve bu cahilce hamleden vazgeçilerek özür di- Meriç bunu ilk telaffuz edenlerdendi bildiğim ka-
lenecektir, belki tazminat filan da ödenir. Mesele darıyla. Sonraki yıllarda bu fikriyatla teması artan
sadece bir mizah örneği olarak hatırlanır, bu hö- birçok Müslüman entellektüel de bu tesbiti çeşitli
düklüğün bütün İslam alemine mal edilmeme- nüanslarla tekrarladı. Bunun en uç örneğini, bek-
si için dinibütün entellektüeller dil ve din tarihi lenebileceği gibi, İsmet Özel vermiştir bana kalır-
ile ilgili bilgilerini devreye sokarak gerekli uyarı- sa. Ona bakılacak olursa Nietzsche “La ilahe” de-
ları filan yaparlar. İşin bu yanı benim için çok da miş, Heidegger de bunu “illallah” diyerek tamam-
ilginç değil. (Yine de Türkçe Kitabı Mukaddes’te lamış. Fesuphanallah! deyip geçmek de mümkün
de Allah değil Tanrı ya da Rab kelimelerinin ter- bu aşırı indirgemeci tavra, ama Özel’in bu iddia-
cih edilmiş olduğunu hatırlatmadan geçmeyeyim. sı şunu görmemizi de sağladığı için burada zik-
Bunun da sadece filolojik gerekçeleri olan bir ter- retmekte fayda gördüm: Heidegger sahiden de
cih olduğunu zannetmiyorum.) Nietzsche’yi “Batı metafizik geleneği” adlı o çok
Ama Malezya hükümetinin bu tavrını bir tür sorunlu kavrama, o özcü kafese kapatarak din
semptomatik okumaya tabi tutmak çok daha il- ve ahlak kurumlarına getirdiği şiddetli eleştiriyi
ginç olabilir sanki. Zira İslam dünyasında, hiç de- tamponlamış, Müslümanlarca da kabul edilebilir
ğilse Anadolu topraklarında yaşayan Müslüman ve yenir yutulur hale getirmiş, içlerini rahatlatmış
entellektüellerde yaygın olan haleti ruhiyede de kişidir bence de (Müslüman entellektüel arkadaş-
bu tavrın –aslında Malezya hükümet yetkilileri- lar arasında epey tutulan bir düşünür olması bo-
nin kaygılarıyla bir şekilde ilişkili ama elbette şuna değil Heidegger’in). 79
Burada uzun uzun Heidegger-Nietzsche ilişki- ce en büyük rakip Hıristiyanlığın Tanrısıdır, ama
sini filan tartışmaya niyetim yok, bu işi uzmanla- endişeye mahal yoktur: Allah’ın garantörlüğü ile-
rına bırakarak şunu söylemek istiyorum sadece: lebet sürecektir elbet. Ama bu esnada, -tıpkı Bü-
Nietzsche’yle baş başa kaldığımızda, kitaplarını yük Anlatıların sonunun ilanıyla birlikte esasen
okuduğumuzda o tutkulu ve ölümcül saldırısının Marksizmin tarihin çöplüğüne atılmasının iyi ol-
hedefinin Hıristiyanlığın Tanrısı filan değil, her duğu gibi- asıl büyük put Bilim’e tanınan ayrıca-
türlü Tektanrıcılığın Tanrısı olduğunu açıkça gö- lıklı statünün ortadan kalkması iyi olmuştur ta-
rürüz. (Kaldı ki İslam’ın, İbrahimi bir din olarak bii (doğal alanda her türlü hiyerarşik ve teleolo-
Yahudilik ve Hıristiyanlıkla çok fazla şey paylaş- jik düzen fikrini yıkıp insanın ortaya çıkışını bi-
tığını herhalde kimse inkâr edemez.) Bunu gör- le olumsal bir fenomen haline getiren o evrim de
memek için aşırı doz Heidegger’e maruz kalmak saçma sapan bir “teori”den ibaretti zaten!).
gerekir belki sahiden de ama bu sadece felsefeye Özetle şu “Tanrı”nın ölümü” laflarıyla biraz
özel merakı olanlar için geçerli olabilecek bir tes- kafa karıştıran postmodernizm bu gibi cürufla-
bit. Asıl etken İslami çevrelerde çok yaygın olan rından arındırıldığında çıkarılması gereken sonuç
kasıtlı “yanlış okuma” ya da “ideolojik” okuma da şu üç şeyden ibarettir: 1. Yahudi-Hıristiyan-
bana kalırsa: İslam’ı (hem de onca Said okunma- lık geleneğinin ve Tanrı’sının işi bitmiştir. Ama
sına rağmen) Batı’nın dışına ya da karşısına atan bu geleneğin enkazını eşeleyen Heidegger, Derri-
Şarkiyatçı geleneği tersinden yeniden üreterek da, Levinas vs. hâlâ Müslümanların da işe yaraya-
Batı’dan gelen her türlü radikal toplumsal eleşti- bilecek şeyler söylemektedir. 2. Marksizm ilerle-
riyi sadece “onlara” yönelik olduğu zannıyla coş- meci ve “modernist” bir ideolojiden başka bir şey
kuyla desteklerken “biz”i otomatikman bu eleşti- olmadığı için ölmüştür. (Buradan siyasi polemik-
riden vareste tutan bir “okuma” tarzı bu. lerde çok işe yarayabilecek, ne idüğü pek de belli
Kulaklara biraz eski moda gelebilecek bu ideo- olmayan “modernist” etiketi imal edilir.) 3. Des-
loji terimi, İslami çevrelerin Nietzche dahil bütün tursuz evrim ya da bilim lafını ağzına almaya ve-
Batılı avangard düşünürleri ve “postmodernizm” ya İslam’ı eleştirmeye cüret eden herkese (mutla-
denen fenomenin çeşitli yönlerini kullanım tarz- ka müstehzi bir dudak bükme eşliğinde ve ade-
larını anlamak için vazgeçilmez önemde. ta “salak” dercesine bir tonlamayla) “Pozitivist!”
“Tanrı’nın ölümü” tabiri, aslında epeydir, denmelidir.
Nietzsche’nin yüklediği anlam çok daha genişle-
“SOL”A GELİNCE: ATEİST DEĞİL, LAİK
tilerek, en başta dinin sunduğu olmak üzere her
türlü metafizik garantinin ve kaotik anlamlar ço- Zihinler üzerinde verilmekte olan siyasi hege-
ğulluğunu hiyerarşik bir düzene sokacak her tür- monya mücadelesinde mevzi kazanmakta olan
lü “ana gösterenin” (Tanrı, Devlet, Bilim, Tarih, enteresan bir İslami-liberal cephe ittifakının, di-
“eşref-i mahlukat” olarak İnsan vs.) ortadan kalk- ni eleştirmeye cüret eden herkese kolayca, bağla-
masını ve insan teklerinin bu katıksız olumsallık mına göre “pozitivist” veya “anti-demokrat, mo-
ortamında yaşadığı hissiyatı, hem yoğun bir en- dernist” etiketini yapıştırmaya başladığı, “darbe-
dişe ve kayıp hissini hem de müthiş bir özgürleş- cilerin ekmeğine yağ süren demokrasi düşman-
meyi beraberinde getiren karmaşık hissiyatı (bel- ları” muamelesini layık gördüğü bir kültürel or-
ki “özgürlüğüyle ne yapacağını bilememek” de- tamda yaşıyoruz hakikaten de. Bir yandan da, ha-
nebilir bütün bu karmaşaya. Hani Nietzsche yek- yatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir düsturu-
ten sorar ya insanı gıcık ederek: “özgür mü ol- na iman etmiş, dini yeterince aydınlanmamışlı-
mak istiyorsun, aferin de, ne’ye özgür olacaksın, ğın ürünü, dindarları da son kertede kandırılmış
ne yapmak için?”) nitelemek için kullanılan bir budalalar olarak, hatta bazen düşman olarak gö-
terim. Ama Müslüman entelijansiyamızın Nietzs- ren gerçekten pozitivist, Kemalist zihniyet var-
che ve postmodern sevgisinin bu tür alaca-bula- lığını sürdürmekle birlikte etkisini gittikçe yiti-
80 ca hissiyatlarla hiçbir alakası yoktur: Ölen sade- riyor ve bu da hayıflanılacak bir şey değil elbet-
te. Ama bu iki pozisyonu da ahlaken savunula- sahipleriyle olduğu gibi dindar ve dinsiz bireyler-
maz bulan, dini çok güçlü bir özgürsüzlük kay- le saygılı, adil ve hakkaniyetli, toplumsal hayatı
nağı olarak görseler de dindarlara düşman filan dinsel ve muhafazakâr kodlara göre tanzim etme-
da olmayan, onların maruz kaldığı ve kalabilece- yi vazeden bir kurum olarak her türlü dinle eleş-
ği her türlü baskıya samimiyetle karşı durabile- tirel, ama din ideolojisiyle, yani siyasal kimliğin
cek, yani dinin yüksel(til)işi karşısında darbeci- zemini haline getirilen dinle antagonistik bir iliş-
lerden değil vicdandan ve özgür düşüncenin eleş- ki kurmak olmalıdır. Ayrıca nasıl dindar bireyle-
tirelliğinden medet uman kesimin sanıldığı ka- rin kendi dinî inançlarını (hem de devlet destek-
dar az olmadığını hatırlamakta ve tekrar tekrar li olarak) tebliğ etme ve inançlarına göre yaşama
hatırlatmakta fayda var. Evet, tarihsel olarak ço- hakları varsa, ateist bireylerin de bu hakkı oldu-
ğunlukla kendini solda tarif eden insanlar oluş- ğunu ısrarla vurgulamalıdır. Oysa Türkiye’de “la-
turuyor bu kesimi genellikle. Bu da şaşırtıcı de- ik” devlet herkesin bildiği gibi sadece belli bir di-
ğil, zira sol tanımı din üzerinden yapılan bir ta- nin belli bir mezhebinin tebliğ edilmesine izin ve-
nım değildir bilindiği üzere, aksine sol din gibi rirken (o dinin kişinin hayatına ne ölçüde yansı-
(ya da kişinin ait olduğu kavim gibi, cinsiyet gibi) tılacağına da yine laik devlet karar verir ama), di-
verili kimliklerin siyasi bir kimliğin zemini hali- ğer mezheplere ve dinlere bu hak yalnızca gös-
ne getirilmesine karşı çıkar. O yüzden sol, kişile- termelik olarak tanınmıştır, yani bizatihi devlet,
rin dindar ya da dinsiz olması (veya şu ya da bu din konusunda aktif bir taraf alarak dini siyasi-
kavimden olması, erkek ya da kadın olması vs.) leştirmiştir; ki bu da toplumun çeşitli kesimlerin-
karşısında nötrdür. İstisnasız herkes için eşitlik- ce haklı olarak sık sık eleştiri ve protesto konu-
özgürlük (Balibar’ın egaliberté’si) ve adalet talep su edilmiştir. Ama ateistlerin böyle bir hakkı bile
eder ve büyük düşünür Ranciere’in hep vurgu- olduğu sadece devlet tarafından değil toplumun
ladığı gibi, herkesi bunların mücadelesini bütün büyük çoğunluğu tarafından da şiddetle reddedi-
bu verili kimliklerinin dışında ortaklaşabilecekle- lir, hatta solun önemli bir kesimi bile “şimdi sı-
ri başka bir ad (mesela proleter tam da böyle bir rası değil” yaklaşımını rahatça benimsemekte-
addı) altında vermeye çağırır. Yani gerçekten laik dir. O yüzden yazının sonraki bölümünde adına
bir konumdur, deist ya da ateist bir konum değil. “sol” dediğim ideal kurgu adına değil (evet sol-
Çünkü sol bilir ki nasıl Müslümanlar, hıristiyan- da olan’dan çok, olması gerekeni betimlediğim
lar homojen bir kitle değilse, dinsizler de değil. için ideal bir kurgu elbette bu anlattıklarım. Bu
Sosyalisti var, liberali var, pozitivisti var, anarşisti eleştiri diye getirilmesin diye altını çizerek söy-
var, otorite sevdalısı var. Siyasi olarak son derece lüyorum. Yoksa ortodoks Marksizm-Leninizmin
gerici ve baskıcı rejimleri (ki bazıları resmen din- ve reel sosyalizmin dini kolayca kurtulunabilecek
sizdi de) coşkuyla desteklemiş epey bir tutucu, bir üstyapıdan ibaret gören tavrının yol açtığı in-
otoriter ateist de görülmüştür tarihte. Dinsizlik sani felaketler herkesin hatırında; bu yaklaşımın
otomatikman özgürlükçülükle eşitlenemez; ül- birçok coğrafyada solu siyaseten etkisiz kalmaya
kemizde bir kesimin sürekli yaptığı gibi; ama po- mahkum ettiği de biliniyor), bir ateist olarak ken-
zitivizmle ve dini akılsızlık olarak kodlayıp din- di adıma konuşmak istiyorum.
dar insanlara karşı otoriter bir tavır takınıp on-
ATEİZMİN ALTERNATİF MANEVİYATI
lara tepeden bakmakla, onları düşmanlaştırmak-
la, hele hele ahlaksızlıkla hiçbir şekilde eşitlene- Öncelikle bir dizi yalandan kurtulmakla başla-
mez; giderek genişleyen bir başka kesim de bunu mak lazım işe: Ateizm pozitivizmden ibaret de-
yapmakta baştan beri söylediğimiz gibi. Günü- ğildir; ateizm ahlaksız, maneviyatsız kalmak de-
müz siyasal ortamında sol bir siyasetin görevi ate- mek değildir; ateistlerin ölüm, acı, trajedi, aşkın-
izm propagandası filan yapmak değil, dinsizlere lık ihtiyacı, özgürlük, zorunluluk ve olumsallık,
de dindarlara da yönelik olarak bu ikili hatırlat- Başkası’na bağımlılık gibi konularda söyleyebile-
ma işlevini sürekli yerine getirmek, bütün inanç cekleri çok şey vardır ve bu söyledikleri dinlerin 81
söylediklerinden daha anlamlıdır. (Bir de dindar- yatı yaşamaya değer kılan rastlantıya ve olumsal-
ların pek sevdiği bir başka karikatüre itiraz etmek lığa (bir ara buna “zorunsuzluk” denmişti, aslın-
gerek belki geçerken: Ateistler manevi boşluğa da daha iyi bir karşılık) hiç yer bırakmayacak öl-
düşmüş, boş yere huzur aramakta olan insanlar çüde determinist olan hayat tasavvurlarını eleştir-
filan değildir, başka insanlara karşı ahlaki ve si- mişlerdir. İyiyle kötünün her zaman zaten önce-
yasi sorumluluklarını elinden geldiğince yeri- den net çizgilerle birbirinden ayrılmış olduğu fik-
ne getirmekte, hayatın sunduğu hazlardan müm- rinin, insan vicdanını devredışı bıraktığını ileri
kün olduğunca yararlanmakta olmanın bilinciyle sürmüşlerdir. Yani özetle ateizm her zaman esa-
mutlu ve huzurlu bir hayat süren ateistler de ola- sen ahlaki ve manevi bir itiraz olmuştur aslında.
bilir: Hüzün, keder, sıkıntı, acı, zaman zaman her (Bilimin evrimle ve insanın prehistoryasıyla ilgili
şeyin anlamsız ve önemsiz gelmesi ise insan olma bulguları ancak 20. yüzyılda ateistlerce kullanıl-
hasebiyle ister dindar olalım, ister dinsiz hepimi- maya başlanmıştır ki evrenin ve hayatın kökeni-
zin yaşadığı hisler zaten.) ne dair bilimin söylediği şeyler dinin söyledikle-
Ateizm geleneğinin en büyük temsilcileri po- rinden çok daha akla yatkın olmakla kalmaz, çok
zitivist filan olmak şöyle dursun aksine dini ve daha hayranlık uyandırıcı ve insan denen mağrur
Tanrı kavramını derin manevi ve ahlaki saiklerle mahluka çok daha tevazu telkin edici niteliktedir
eleştirmişlerdir. (Metis’ten geçtiğimiz aylarda çı- de. Ayrıca bilime yapılan her türlü başvuru oto-
kan ajanda bu konuda iyi bir fikir verebilir: Orada matikman pozitivizm anlamına gelmez. Bilim in-
Spinoza’dan Emma Goldmann’a, Lichtenberg’den sanlarının bilim üretme süreci de ürettiği bilgile-
Nietzsche ve Einstein’a manevi enerjileri son de- re yaklaşım tarzı da gayet kesif bir maneviyatla
rece yüksek düşünürlerin ve Dostoyevski, Pave- yoğrulmuş olabilmektedir bana kalırsa; Einstein’ı
se, Bilge Karasu, Bunuel gibi vicdan ve ahlak vur- düşünmek bile yeterli. Aynı şey elbette sanat
gusu çok güçlü edebiyatçı ve sanatçıların eleştiri- ve sanatçılar için de geçerlidir. Hatta Lawrence
lerine yer vermeye çalışmıştık.) Bu insanlar Tanrı Durrell’ın İskenderiye Dörtlüsü’nde Pursewarden
kavramını, tam da ahlaken iyi olanı teşvik etmek karakterine söylettiği gibi, “din sanatın aşırı de-
için cennet-cehennem gibi ödül ve ceza katego- recede yozlaşmış biçiminden başka bir şey değil-
rilerini devreye soktuğu için ve bunun da bir ah- dir” bile denebilir. Dinin bu iki alternatif mane-
laksızlık olduğunu düşündükleri için eleştirmiş- viyat kaynağını, bu iki aşkınlık arayışı tarzını sü-
lerdir öncelikle. Gücünün her şeye yettiği söyle- rekli denetlemek ve kendisine tabi kılmak iste-
nen bir Tanrı’nın bunca kötülük ve zulme seyir- miş olması boşuna değildir.) Özetle şunu der ate-
ci kalmasını ve insanlardan her şeyden önce ken- izm: Ahlak sadece dinle mümkün olan bir şey de-
disine itaat etmelerini ve tapmalarını talep etme- ğildir, ahlâk dinden ve Tanrı’nın icadından önce
sini kıyasıya eleştirmişlerdir. Tanrı’yı insana çok de vardı sonra da var olacaktır; din ahlakın en te-
fazla benzemekle itham etmişlerdir. Bütün tek- mel belirleyeni olan vicdanı aşırı otomatiğe bağ-
tanrılı dinlerin kadınlara layık gördüğü ikinci sı- layan, önceden belirlenmiş kodların içinde kon-
nıf konumu infialle karşılamışlar; insanlık tarihi- trol ve baskı altında tutmaya çalışan ve bu yüz-
nin belli bir dönemine ve belli bir coğrafyaya öz- den de tarih boyu milyonlarca insanın katledil-
gü kurumlar (mesela kölelik) ve uygulamaların mesi dahil her türlü vicdansızlığa cevaz da vere-
ortadan kalkabileceğini, başka yerlerde zaten hiç bilmiş bir kurumdur. O yüzden de insanlığın ta-
olmayabileceğini bile hesaba katamamış bir Tan- rihin belli dönemlerinde son derece ilerici ve öz-
rı fikri karşısında hayret beyan etmişlerdir. Yine gürleştirici işlevler de görebilmiş olan ama sekü-
bu dinlerin hayatın her alanını, hem de ahlaken ler iktidarlarla her zaman son derece sıkı fıkı ol-
hiç de anlamlı sayılamayacak bir dolu alanını bi- ması hasebiyle baskıcı ve özgürlük düşmanı yanı
le katı kurallara bağlayarak, ahlaki bir özne olma- galebe çalmış ve milyonlarca insanın hayatını ka-
nın temel şartı olan özerklik ve özgürlüğü orta- rartmış bu kurumdan kurtulması son derece ha-
82 dan kaldırdıklarını göstermişlerdir. Dinlerin, ha- yırlı bir gelişme olacaktır.
YİNE SOL:OLUMSUZLAMA, türlü olabilir’e, hatta zaman zaman imkânsıza işa-
AŞKINLIK, “ATEOLOJİ” ret etme, tahakküm ilişkilerine her yerde koşul-
suz olarak karşı çıkma mesaisini sürdürmenin ya-
Hayırlı olacaktır olmasına ama Marx’ın mirası-
nı sıra, söz konusu ihtiyaca cevap vermenin al-
na tarihsel materyalizm geleneğinin dışında kal-
ternatif ve yaratıcı yollarını aramak, sizi bir tan-
mayı tercih ederek sahip çıkma gibi yaratıcı ve
rının yarattığına inanmadığınız zaman da dünya
eleştirel bir tavır geliştirdiği için çok daha fazla
okunması gereken ama maalesef memleketimiz- ve hayatın büyüleyici, şaşırtıcı ve değerli olabile-
de yeterli ilgiyi gördüğünü söyleyemeyeceğimiz ceğine insanları inandırmak, bu sıkıcı ve baskı-
Karatani’nin net bir biçimde gösterdiği gibi, din cı gündelik hayattan kurtulmanın sanat ve bilim
basit bir üstyapı kurumundan filan ibaret olmadı- (pozitivistlerin tasavvurundaki gibi tek bilgi ka-
ğı gibi, tarih boyunca görülen üç temel mübade- nalı bilim olduğu için değil, hangi alanda olursa
le tarzından (Sermaye-Ulus-Devlet’in temelinde- olsun kendimize ve evrene dair sahici bilgiye ve
ki üç mübadele tarzından) kökten farklı ve bun- hakikate ulaşma arayışı her zaman devrimci ol-
ların olumsuzlanmasını temsil eden (ve her türlü duğu için) gibi alternatif yollarına herkesin ula-
sol hareketin de içinde yer aldığı ve hiçbir zaman şabilmesini sağlayacak politikalar düşünüp haya-
bütünüyle gerçeklik kazanmamış) mübadele tar- ta geçirmektir.
zının temel bileşenlerinden biri olagelmiş oldu- Bu bakımdan din geleneğine hem içeriden
ğu için daha çok uzun bir zaman bizlerle birlikte hem dışarıdan (Ricoeur’ün adlandırmasıyla hem
olacağı açıktır. Karatani tarihsel yükünden arın- olumlayıcı hem de olumsuzlayıcı bir yorumbil-
dırmak için buna X adını veriyor, ama kastettiği gisi geliştererek) bakıp buradan kurtarılabile-
şeyi anlamak için alternatif olarak “ütopyacı ge- cek malzemeyle özgürlük ve kardeşlik arayışı-
lenek”, “olumsuzlama geleneği”, “gündelik hayat nı, Bloch’un Umut İlkesi dediği şeyi zenginleş-
kafesini aşma, aşkınlık arama geleneği” gibi isim- tirecek bir tür ateist teolojinin, bir “ateolojinin”
ler düşünülebilir bana kalırsa. Böyle baktığımız- geliştirilmesi de çok önemli olacaktır (bu dergi-
da da dinin, özellikle de kurumsallaşıp tahakküm de bir zamandır süren tartışmada kullanılan Sol
aracı haline gelmiş dinlerin olumsuzlama ener- İlahiyat terimi yerine ben bir ateist olarak Mark
jisinin yenilenmesi olarak görülebilecek hetero- Taylor’ın önerdiği bu adlandırmayı tercih ediyo-
doks dinlerin, tarih boyunca bu geleneğin başlıca rum). Batı’da 20. yüzyıl başlarında ve ortalarında
taşıyıcısı olduğunu ve bu bakımdan sol gelenek- kısmen Benjamin, ama esas Ernst Bloch, son dö-
le akraba olduklarını görmemek mümkün değil- nemlerde Derrida, Badiou, Zizek, Eagleton, San-
dir. Dinler insanların bütün o tahakküm ilişkile- tner, Kovel gibi isimler bunu Yahudi-Hıristiyan
riyle, çıkar hesaplarıyla ve gündelik olanın boğu- geleneğiyle ilişkili olarak yapmaya çalışmışlar-
culuğuyla dolu verili hayatı olumsuzlayıp aşma- dı, çalışıyorlar. (Ama başka bir yerde de belirtti-
ya yönelik temel manevi ihtiyacını tarih boyunca ğim gibi, Kovel hariç bu sonuncular sık sık eleşti-
karşılamış oldukları içindir ki neden olabildikle- rel ve seküler mesafelerini kaybedip adeta bir Hı-
ri, ortak olabildikleri onca katliama ve vicdansız- ristiyanlık apolojisi yazabilecek hale gelebiliyor-
lığa rağmen, Tanrı fikrinin içerdiği bariz çelişki- lar.) Bizde de ateist solcuların İslam geleneğiyle
lere, aldığı onca yaraya rağmen bugün hâlâ ayak- ilgili cahillikten kurtulup bu arayışın (elbette da-
tadırlar. Bunu anlamadan ve bu ihtiyacı dikkate ha eleştirel) bir muadilini gerçekleştirmeleri, bu
almadan yapılacak her türlü din eleştirisi etkisiz arada da ölüm, acı, ahlak, sorumluluk konusun-
kalmaya mahkumdur. Demek ki kendisini ateist da kendi sözlerini edebilmeleri hayatî önem taşı-
olarak adlandıran solcuların görevi zaten hep ya- yor. Birikim’deki yazılar bu konuda iyi bir başlan-
pageldikleri verili hayatı olumsuzlama ve başka gıç olur umarım.
83
S O L V E İ L A H İ Y A T
“Senin hastalığın kendi içindedir, sen bilmezsin; ilacın da kendi içindedir, ama sen
görmezsin.”**
Hz. Ali
Sosyalizm ve din birçok coğrafyada stratejik itti- akımının, şu an oldukça geri çekilmiş olmakla be-
faklar içerisinde bulundu. Reel-politik gereği ya- raber çok önemli kazanımların olduğu bu “solcu”
pılan bu ittifakların temelinde minimum ortak deneyimlerden biri olduğu söylenebilir.
paydayı bularak amaca ulaşılana kadar birlikte ça- Latin Amerika’da yaşananlar Türkiye sol kül-
lışmak vardı. Sonrasında ise, hareket başarısızlık türü içerisinde her zaman büyük yer tuttu. TH-
ile sonuçlanmadıysa tabii ki, ‘kim güçlüyse o ka- KO, THKP-C vb. sol örgütlerin teorik referansları
zansın’ mantığının getirdiği gayet “sağcı”1 bir ik- düşünüldüğünde Marighella ile beraber Fokocu-
tidarı birbirinden alma mücadele içerisine girmek luk ve diğer gerilla taktikleri gibi askerî yöntem-
geliyordu. Örneğin İran Devrimi’nin ardından ler merakla izlendi. Üstüne üstlük bu yöntemler
TUDEH’in tasfiyesi bu duruma örnek olarak veri- maalesef Türkiye’ye birebir uygulanabilir model-
lebilecek en genel-geçer örneklerden birisi. Fakat ler olarak görüldü. Oysa Latin Amerika her dö-
tüm bu karamsar perspektifin yanı sıra dinler ile nemde Türkiye’den farklı bir konjonktüre sahip
sosyalizmin buluşması son derece “solcu”da ola- ve insanın direnmemek için neredeyse bir sebe-
bildi. Latin Amerika’daki “Özgürlük Teolojisi”2 binin olmadığı bölgelerden birisi. Bu noktada so-
(*) Michael Löwy, Marksizm ve Din, çev. İrfan Cüre, Belge Ya- run, dinin Latin Amerika’da halkı baskılayan bir
yınları, İstanbul 1996 (1. baskı), s. 13. araç mı, yoksa tam tersine yeniden üretilen bir
(**) Ali Şeriati, Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri, çev. Fatih Se- direniş için motivasyon mu(ydu) olarak okuna-
lim, Bir Yayıncılık, İstanbul 1988 (4. baskı), s. 66.
cağı üzerinde gözüküyor.
1 Bilindiği gibi sol, iktidar ve tahakküm ilişkilerini paylaşmayı
amaçlamaz. Zira bunu amaçlıyorsa ne kadar sol olduğu sor-
Özgürlük Teolojisi üzerine pek yazılıp çizilen
gulanmalıdır. Solun esas amacı tüm bu ilişkiler ağını yok et- bir konu değil. Bu akımın akademik tartışmalar
mektir. Bu noktada buna karşıt olanın, yani iktidarın payla- için akademik bir söylem değil, Hıristiyan söy-
şımının ve tahakkümün yeniden ama farklı ellerde üretimi
kavgası “sağ” bir kavgadır. Sağ kelimesi ile bu çerçeve kaste- leminin pratik yaşama aktarılmasını öngören bir
dilmeye çalışılmaktadır. kilise teolojisi olması3 gerçeği kuşkusuz bir ke-
2 “Liberation Theology” terimi Türkçe’ye hem “Kurtuluş Teo- narda. Fakat öte yandan sorulabilecek bir diğer
lojisi” hem de “Özgürlük Teolojisi” olarak çevrildi. Bu yazı-
da, tıpkı Mahmut Aydın gibi, kurtuluş kelimesi daha çok di- soru, Hıristiyan söyleminin pratik yaşama aktarıl-
ni kavram setleriyle kurulmuş bir algı yarattığı için ve diğer ması ile beraber pratik yaşamın Hıristiyan söyle-
yandan da yazının “sol bir din anlayışı olabilir mi?” sorusu-
TURGUT YÜKSEL
yıkıldı. Sandinist devrim örneğinde görüldüğü gi-
bi sosyalizm ortak hedef haline geldi. Yani esas
sebep, dünya üzerinde adaletsizlik, eşitsizlik, zu-
lüm olduğu konusunda hemfikir olan sosyalistle-
rin ve en azından bir kısım Hıristiyanların soru- ları sürecini paralel olarak getirdi. Özellikle Kü-
nun kaynağı olarak özel mülkiyet, adil olmayan ba Devrimi’nin özgün karakteri ile beraber Latin
toprak dağılımı, piyasa, kurumsallaşmış din ve Amerika halklarının kendilerine dönüş süreci öy-
faşist devlet baskıları olduğunu kabul etme pay- le ya da böyle hızlandı. Bahsi daha önce de geçen
dasında anlaşmış olmalarıydı. Bu algı ile mücade- milli demokratik devrim anlayışının bir kenara
leye girişen birçok papaz ve Cizvit gerilla yönte- itilmesi, burjuvazinin bağımlılık teorisi (depen-
mini benimseyerek silahlandı ya da mücadelesini dency theory) sonucu büyük tekellerle olan orga-
kilisesinden sürdürmeye devam etti. Fakat birço- nik bağının ifşa edilmesi ve kuzey-güney eksenin-
ğu öldürüldü.8 de okunan yeni dış politika, ezilenlerin Löwy’nin
Tabii ki bu arada, 1956 yılında, SSCB’de ün- deyimiyle “gizli, bastırılmış ama inanılmaz ölçü-
lü 20. Kongre gerçekleşti ve Destalinizasyon dö- de inatçı” geleneğini ortaya çıkardı. Bu noktada
kendisini SSCB, Çin ya da Arnavutluk ayrışmala-
nemi başladı. Bu sayede Stalin’in ya bizdensin ya
rından sıyırmayı başaran bir takım Latin Ameri-
onlardan diye özetlenebilecek Sovyet uyduları ya-
ka komünistleri de Özgürlük Teolojisi’ne devrim-
ratma amaçlı dış politikası da “barış içinde birlik-
ci bir rol biçti. Bu klasik “din halkın afyonudur”
te yaşama” anlayışı ile beraber komünist partile-
söyleminin artık bütünüyle okunmasının; ya-
rin kendi inisiyatiflerini kısmen de olsa ele alma-
ni “din, baskı altındaki yaratığın iç geçirmesi, taş
7 Brian H. Smith’ten alıntılayan Löwy, a.g.e., s. 54. yürekli bir dünyanın duygusu ve ruhsuz koşul-
8 Kolombiyalı Domingo Lain (1974), Nikaragualı Gaspar Gar-
cia Laviana (1978), Brezilyalı cizvit Joao Bosco Penido Bur-
ların ruhudur, din halkın afyonudur.” olarak ta-
nier (1976), Salvadorlu cizvit Rutilio Grande (1977), Mon- mamlanmasının habercisidir. Bunun yanında, öz-
signore Oscar Romero (1980) katledilen rahipler ve cizvit- gürlük teologlarının Marksist gelenek içerisinde
lerden bazıları. Esas dikkat çekmek istediğim nokta; farklı
Ernst Bloch’a ayrı bir değer biçmeleri de tesadüf
86 kökenlerden rahiplerin Latin Amerika’nın her bölgesinde et-
kili olabilmiş olması. değildir. Reel imkânın ölçüleri içinde, reel müm-
künü olanın, reel olarak henüz gerçekleşmemiş SOSYALİZM YENİDEN ÜRETİLMELİ.
bulunanın (bunun dışındaki her şey salt kanaatin PEKİ YA DİN?
döküntüsü ve soytarı cennetidir), olumlu Oluş’a İslam’ın küreselleşme karşısında bir güç olarak
revan olması9 için Marksist olan Bloch’la, eşitlikçi ortaya çıktığı ve sol hareketlerin bir çekim gü-
bir Hıristiyan’ın birleşebileceği birçok ortak nok- cü yaratamayarak kaybettiği alt sınıfları kendi sa-
ta bulunmaktadır. Bahsettiğim hat buna benzer fına çekmeyi başardığı bir dünya ile karşı karşı-
bir sol din anlayışıdır. Stratejik bir ittifak değil. yayız. Öte yandan bu yeni-İslam’ın, neo-liberaliz-
Fakat bunun yanı sıra Blochvari bir şekilde sade- min yaratısı Yeni Dünya Düzeni karşısında pek
ce geleceğe dönerek değil; hem geçmişteki eşit- de bir yeniliği yok. Ayrıca bu yeni biçim eşitlik,
likçi tecrübeleri hatırlayarak, hem de geçmişteki özgürlük gibi taleplerden çok kapitalizmin üstya-
olumsuz hatıralardan ders çıkartarak...10 “Çünkü pısal bir takım göreneklerine karşı çıkış ile söyle-
Hıristiyanlığın ana unsuru, bir kurucuyu sahip- mini üretmekte ve en fazlasından Batı emperya-
lenen her din gibi, bellek’tir.”11 (vurgu orijinalin- lizmine karşı olmak üzerine kurulu. Bu olumsuz
de) Bir sosyalist ile bir dindarın buluşması ancak konjonktürde, Özgürlük Teolojisi gibi bir akım
ve ancak geçmiş ve geleceğin sentezlendiği bir Türkiye’de mümkün olabilir mi? Bu bir tarihi si-
ütopyanın inşasından geçmektedir. Hıristiyanlı- mülasyon sorusu gibi dursa da aslında öyle olma-
ğın kurumsallaşmış haline karşılık ilk Hıristiyan- dığını düşünüyorum. Muhafazakârlaşmanın14 git
ların “ekmeğin bölünmesine” yaptıkları vurgu ve gide arttığı bir toplumda yeni bir sol perspekti-
sosyalizmin eşitlikçi geçmişinin birleştirilmesi ile fin yaratılması, ancak bu muhafazakârlığın anla-
yaratılacak yeni bir alternatif düşünceden söz et- şılması ve değiştirilebilmesi ile mümkün olabi-
mekteyim. Bu açıdan zaten şaşırtıcı olmayan bir lir. Bu açıdan, hayalci de olmadan, Mehmet Be-
şekilde özgürlük teologları sık sık ilk Hıristiyan- karoğlu gibi isimlerde örneğini gördüğümüz eşit-
lara, onun belleğini yaratan ritüellere ve İsa’ya lik vurgusu yapan ve kapitalizme meydan oku-
başvurmuşlardır. Diğer yandan bu benzerlik, Ali yan bir İslam algısının Türkiye’de solla birlikte
Şeriati’nin tevhid anlayışı12 ile Aziz Pavlus’un be- hareket etmesi; sosyalistlerin ve dindarların Luis
lirttiği gibi her imanlının vaftiz kutsaması yoluyla Carrion’nun deyimiyle companeros, yani bütün
Mesih’le mistik birleştirmeyi gerçekleştirmesinde bir yolu birlikte yürüyenler-yoldaşlar haline gel-
de görülür.13 Yani insanlar ne kadar Tanrı’ya ya- mesi15 mümkün olabilir mi?
kınlaşırsa ve onunla bir olursa, o kadar devrimci Sorunun cevabının muğlâklığı şu an için tek
ve eşitlikçi olmaktadır. umudumuz. En azından net bir hayır yerine bi-
zi düşünmeye davet eden bir yönü var. Kapitaliz-
9 Ernst Bloch, Umut İlkesi, çev. Tanıl Bora, İletişim Yayınları, mi insan hırsının küresel ekonomik ve siyasal bir
İstanbul 2007 (1. baskı), s. 36.
10 Türkiye özelinde sosyalistlere din, daha doğrusu dinsizlikle-
sisteme dönüştürülmesi16 olarak gören bir İslami
ri, üzerinden defalarca hunharca saldırıldı. Günlük yaşamda akımın sosyalizmi hedeflemesi mümkün mü? Ka-
birçok alanda inançsızlar hâlâ dışlanmakta ve “anormal” ilan pitalizme moral değerler ile karşı çıkmak bir ne-
edilmekte. Demek istediğim böyle günlük olumsuz hatıraları
hatırdan çıkarmamak lazım. Çünkü bunda hem sosyalistle- 14 Tabii ki bu muhafazakârlaşma, ulusalcı çevrelerin dile getir-
rin hem de sosyalistlere saldıranların payı bulunmakta. Öte diği gibi, şeriat için git gide karanlığı yaratacak kitlelere dö-
yandan Madımak, Çorum, Maraş katliamı gibi olayları doğal nüşen bir halk imgelemine ait değil. Anadolu coğrafyası her
olarak olumsuz bir hatıra değil; vahşet, felaket olarak niteli- zaman dindardı; fakat bu topraklar hiçbir zaman şeriat yöne-
yorum. O olayları gerçekleştirenler kendi politize olma yön- timi görmedi. Osmanlı’da Şerri hukukun varlığı Örfi huku-
temlerini çoktan korkunç bir şekilde seçmiş durumdalar ve kun olmadığı yanılsamasına düşmemize yol açmamalı. Mu-
yazının tamamen kapsamı dışındalar. hafazakârlaşmadan kastım; dindarı, milliyetçisi, ulusalcısı ile
11 Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, cilt 2, piyasayı, mülkiyeti kutsayan; öte yandan tamamen kendi an-
çev. Ali Berktay, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2009 (2. Baskı), lam dünyasını merkeze alarak kapitalizmin o ünlü dinamik-
s. 386. leri ile kendi durağanlığı arasında çelişkiye düşen ne olduğu
12 Ali Şeriati incelemesinin de yer aldığı bir sol ilahiyat yazı- belirsiz bir süreç.
sı için; bkz: Dilek Zaptçıoğlu, 2009. “Tanrı’ya Aşağıdakilerin 15 Löwy, a.g.e., s. 87.
Penceresinden Bakmak”, Birikim, no 244-245: 56-71.
13 Eliade, a.g.e., s. 395.
16 Mehmet Bekaroğlu, 2009. “Eşitlik ve Adalet Üzerinden Bir-
lik”, Doğudan, no 10: 68. 87
vi ilkel bir Özgürlük Teolojisi olarak kabul edile- “Baskı ve zulüm altında olan ve toplumların-
bilir mi? Tabii ki birebir örtüşmeden bahsetmiyo- da marjinalleştirilenlerle beraber olup onlarla
rum. Tıpkı Latin Amerika’da olduğu gibi kitlele- Kur’an’ın mutraf (şımarık/maddi zenginlik sebe-
biyle şımarmış) veya mustekbir (kibirli/gururlu)
ri harekete geçiren ve yöntemini sınıf mücadele-
diye adlandırdığı kişilere karşı dayanışma için-
si, sonunu ise devrim olarak belirleyebilecek ra- de olmak Allah’ın her şeyi kuşatan rahmetine ve
dikalizme sahip bir hareketin başlangıç aşaması O’nun peygamberlerinin misyonunun evrenselli-
olabilir mi sorusundan söz ediyorum. Bu açıdan ğine engel değildir.”18 (vurgu orijinalinde)
benzerliklere ve farklılıklara dikkat etmek lazım.
Burada dikkat çekici iki nokta var. Birincisi Öz-
Yoksulluk, marjinal gruplar, toprak reformu so-
gürlük Teolojisi’nin de sorunu olan dinin “bütün
runu, adaletsizlik, eşitsizlik dünyanın her yerinde
insanlara hoşgörü göstereceksin” emrine ilişkin
benzer sorunlar. Kapitalizmin farklı versiyonları
sorun. Bu emir altında şekillenen bir algı nasıl
olduğu gerçeği ise ortada. Öte yandan Türkiye’de
olur da hedefini başka bir sınıfın alaşağı edilme-
milli burjuvazinin geniş cephe anlayışı içerisin-
si olarak koyabilir? Sınıfsal bir okuma Marksizme
de bir demokratik devrim aktörü olarak okunma-
özgü bildiğimiz gibi. Söz konusu olan dinsel bir
sı hâlâ egemen. Latin Amerika’daki gibi dış tekel-
okumaysa, bir burjuva mensubu sınıfsal varlığın-
lerle bağlı yarı-sömürge bir kapitalizm okuması
dan önce insan hatta kul olarak var olduğuna gö-
da yapılabilirse de, Türkiye’de hâlâ insan hakla-
rı, demokratikleşme vb. gerekçelerle milli burju- re, ona –yani belli bir kısım insan kitlesine– na-
vaziye sol bir değer biçme ve destekleme gerçek- sıl “kötü” gözüyle bakılabilir? Bu soruya özgür-
liği, Gramsci’nin yarattığı anlamıyla, hegemonya lük teologlarından Gustavo Gutierrez, ezenlerden
kurmuş durumda. Fakat bu yazının konusu ikti- nefret etmediklerini; onları kendi yabancılaşma-
sadi bir Latin Amerika karşılaştırmasından ziyade larından kurtarıp, hırslarını ve bencilliklerini yok
‘dinler arası benzerlikler’ olabilir mi sorusu üzeri- ederek tam olarak insani olmayan durumlarından
ne kurulu. En nihayetinde Özgürlük Teolojisi bir kurtarmak istediklerini belirterek cevap vermiş-
dinsel hareketti. tir.19 Mahmut Aydın’ın da benzer moral bir cevap
Mahmut Aydın bu olasılığı Kuran’da geçen verdiği ortada. Fakat esas olarak Latin Amerika
mustaz’af, yani baskı altında tutulan veya zayıf deneyimi ile fark başka bir yerde. Latin Amerika
ve hiçbir hakkı olmayan vurgusu ile kurmuştur. deneyiminde, tipik bir sosyalist yaklaşım ile sınıf
Aydın’ın dikkat çektiği nokta, mustaz’af olarak ni- mücadelesi merkeze alınmıştır. Yani zenginlerin
telenen kişilerin içine düştüğü durumdan başkala- zenginliklerinden ötürü kibirlerine ve şımarıklık-
rının sorumlu olmasıdır.17 Mekke’nin İslam ile be- larına değil; doğrudan zenginliklerine yani sınıf-
raber adaletin hüküm sürdüğü bir yer haline geldi- larına karşı bir mücadele anlayışı var. Öyle ki bu
ği; öte yandan Roma ve Sasani İmparatorlukların- anlayış rahipleri gerilla yöntemini benimseyecek
da baskı altında olanların da İslam ile bu baskıdan ve silahlı mücadele yöntemini seçecek kadar ile-
kurtulması düşüncesi de İslami bir özgürlük teo- ri bir radikalizme götürmüştür. Fakat İslam içeri-
lojisinin mümkün olabileceğinin geçmişten gelen sinde de aslında bunu meşrulaştırabilecek damar-
göstergeleri olarak görülmektedir. Buna rağmen lar bulunabilir. Örneğin Kuran’da ki şu ayet ile:
mustaz’af üzerinden kurulan eşitlikçi ve İslami bir “Ve eğer ceza ile karşılık verecek olursanız, an-
söylemin, İran Devrimi’nde Humeyni tarafından cak size uygulanan cezanın misli ile karşılık ve-
popülizme kurban edildiğini de hatırdan çıkarma- riniz. Ve eğer sabredersiniz, yemin olsun ki, bu,
mak gerekir diye düşünüyorum. Kısaca İslam’ın sabredenler için kesinlikle daha hayırlıdır.” (Ku-
yeniden okunması mustaz’af olanların yanında yer ran 16: 126)
almanın politik bir araç olarak değil; İslam’ın ka- Tabii ki İslam’ın kurucu metni diyebileceğimiz
rakteristiği olarak kabul edilmesine bağlı. Öte yan- kutsal kitabında şiddeti meşrulaştırabilecek yer-
dan Aydın’ın şu sözleri de oldukça çarpıcı:
18 Aydın, a.g.e., s. 151.
88 17 Aydın, a.g.e., s. 141. 19 Löwy a.g.e., s. 104.
ler var yorumunu yaparken, Usame bin Ladin’in tek tanrıcı veya çok tanrıcı olmak bu durumu de-
de kendi silahlı eylemlerini meşrulaştırmak için ğiştirmez, çünkü bu konular, yalnızca dinin türü
bir röportajında bu ayeti kullandığını hatırlamak- ve evriminin derecesiyle ilgilidir.” 23
ta yarar var.20 Bahsettiğimiz çizgi elbette böyle Yani söz konusu olan dinin devrimci bir ha-
bir çizgi değil. Sadece zenginlerin şımarıklıkları- le gelip gelemeyeceği değildir. Dinin devrimcile-
na öfke duymanın sosyalist bir harekete dönüşe- şebileceği defalarca gördüğümüz üzere gerçek-
cek bir dinsel algı için yeterli olup olamayacağı. leşmiştir. Öte yandan din defalarca gördüğümüz
Gustavo Gutierrez’in, insan olmanın yeni yolları üzere yönetenlerin en büyük aracı da olmuştur.
için yeni projeler ortaya koymanın tüm insanlı- Dinin rol aldığı bir olayı biraz da anakronizm ile
ğın evrensel olarak birbirleriyle dayanışma içinde harmanlayıp neden-sonuç değil, sonuç-neden sı-
olmasını temsil ettiği görüşüne “Allah’ın baskı ve ralaması içerisinde değerlendirme yanılgısı bu
zulüm altında olanların yanında yer alarak onları açıdan önemlidir. Kısa yoldan din devrimcidir ya
tercih etmesi O’nun tüm âlemlerin Rabbi olması- da din devrimci değil, statükocudur diyerek sıy-
nın bir göstergesidir.”21 diyerek katıldığını belir- rılmak pek de etik bir çözüm olmasa gerek. Bu-
ten Aydın, bu tarz bir yaklaşımla genel olarak bir nun yanı sıra inananlar, yoksulluklarından ve
mücadele hattı çizmekle beraber, dine tamamen ezilmişliklerinden kurtuluş yolunu sosyalizmde
ezilenlerin devrimci ideolojisi görüşü vererek, as- görmeye başladıkları zaman, sosyalistlerin de bir
lında tamamen ezenlerin aracıdır demekten fark- şeyler yapmaları gerekecek sanıyorum. Löwy’nin
sız bir muamele göstermekte midir? belirttiği gibi kürtaj hakkı, boşanmanın kolaylaş-
“Kur’an’ın geldiği dönemden mevcut olan sorun- tırılması, cinsel baskıların son bulması gibi orto-
lara Kur’an’ın verdiği yanıtlardan yola çıkarak gü- doksi dinin tabularını yıkmakla işe başlayabiliriz.
nümüzün problemlerini çözmek yerine sömürge- Özellikle kadın hakları mücadelesi bu çerçevede
cilik, dünyevileşme, geri kalmışlık, ekonomik ve çok önemli yerlere taşınabilir. Belki o zaman ezi-
sosyal dengesizlikler, toplumsal eşitliksizlikler,
lenler tam anlamıyla companeros olabilir.
yoksulluk, açlık, medeniyetler çatışması gibi gü-
nümüzün temel sorunlarından yola çıkarak met- Dini politize olma yöntemi olarak kullanan ve
ne, yani Kur’an’a gitmek gerekmektedir.”22 kendi ütopyasını din üzerinden kuranların sos-
yalistler ile ittifak kurması olasıdır. Fakat bu kı-
Bu yaklaşımın tarihsel materyalist bir yönü ol-
sa yazının tüm derdi onlar değil, esas olarak po-
duğu ortada. Fakat bahsettiğim gibi dinin bir şe-
litize olmadığını düşünen; oysa daha önce de be-
kilde durağanlaştırılması ve en nihayetinde bir
lirttiğim gibi aslında piyasa, serbest girişim, reka-
metne bağlanma ihtiyacı kendi karakteristiği ile
bet gibi tabuların içerisinde yaşamaya çalışanla-
alakalı. Sol ile din arasındaki en gerilimli soru-
rın, Adorno’nun tabiriyle yanlış bir hayatı doğ-
nun kaynağı da bu olsa gerek. Bu bağlamda Öz-
ru yaşamaya çalışan ezilenlerin, kendi praksis-
gürlük Teolojisi eşitlikçi bir geçmişe sadık, fakat
lerini inançlarından vazgeçmeden bulmalarının
aynı metne bağlanma ihtiyacı ile öne çıkıyor. Ay-
bir yolu üzerine kafa yormaya davetti. Günlük
nı sorun İslam için de geçerli. Ali Şeriati’nin de-
yaşamlarında yapacakları bir takım değişiklik-
yimiyle:
ler ve bu anlık zaman dilimlerinde alacakları du-
“Günlük hayatla ilgili ekonomik, politik, ahlaki ruş ile dünyayı değiştirmeye gücüne sahip kitlele-
vb. hükümleri göz önüne almazsak, bütün dinler- ri anlatmaya çabalarken, Heidegger’in “Ancak bir
de bu tek mistisizm kökü vardır. Doğulu ve Batılı,
Tanrı kurtarabilir bizi” serzenişine biraz da olsa
20 “Usama Bin Ladin ile Söyleşi”, 2004. Birikim, no 117: 43. kulak vermeye çalışarak...
21 Aydın, a.g.e., s. 152.
22 Aydın, a.g.e., s. 153. 23 Şeriati, a.g.e., s. 120.
89
S O L V E İ L A H İ Y A T
Dinî olsun, etnik olsun, veya her ikisi üst üste bin- üste oturmayı bulabiliriz. “Memleketin asıl sahip-
miş olsun, azınlıklarla nasıl baş edileceği her tür- lerini” sömüren Ermeni ya da Yahudi imgesi bir
lü siyasî düzenin ama en başta da ulus-devletin en kez şeytanlaştı mı, sıradan bir Alman ya da Türk
can alıcı meselelerinden biri. İki ucunda soykırım açısından karşısındaki “Öteki”nin işçi/işsiz/gari-
ve çokkültürlülük olmak üzere, “hâkim unsur”un ban olmasının hiçbir önemi kalmaz artık.1
dışında kalanlarla baş etmek için geliştirilmiş bir- Bugünse zengin ülkelerde sınıfsal konum tersi
çok yöntem var. Bunlardan hangisine ya da han- yönde işliyor, yani bir ya da birkaç azınlık grubu-
gilerine başvurulacağını belirleyen en önemli et- nun alt sınıfı oluşturmasının daha sık rastlanan
men, benimsenen ulusal kimliğin ülkedeki tüm bir durum olduğu rahatlıkla söylenebilir. Müslü-
unsurları kapsayabilme ve toplumda meydana ge- manlar, Siyahlar ve Çingeneler Avrupa’nın alt sı-
len değişikliklere ayak uydurabilme kapasitesi. nıflarında çok yoğun şekilde temsil edilen grup-
Bu, işin kurumsal boyutu. Halk boyutuna geldi- lar ve ırkçılık büyük ölçüde bu gruplara yönel-
ğimizde, bir zamanlar ademoğullarıyla ademkız- miş durumda. Türkiye’de de, özellikle son yıllar-
larının fiziksel özelliklerine göre sınıflandırılma- da, sınıfsal ve etnik konumun üst üste binmesin-
sı ve hiyerarşize edilmesi anlamına gelen bir terim den doğan yoğun ötekileştirmeyi Kürtler örne-
olan ırkçılığın, günümüzde bizatihi biyolojik an- ğinde görüyoruz.
lamından sıyrılmış ve yepyeni veçheler kazanarak
tüm farklı olanlara duyulan hisleri kapsayacak şe- AVRUPA’DA
kilde genişlemiş durumda olduğunu görüyoruz. Tanımı gereği dinî bir kimlik olan Müslüman, ay-
Hâkim kimliğin azınlık kimlikleriyle gerilim nı Yahudi gibi, etnikleşmiş ya da ırksallaşmış du-
yaşadığı ortamlarda azınlık kimliklerine bir de sı-
1 Bu noktada, zengin azınlık imgesinin hakikatle ilişkisinin
nıfsal konum ekleniyorsa işler iyice karışıp ırkçı- çok fazla önemi olmadığını belirtmekte fayda var. Bu nokta
lığın boyutları büyüyebiliyor. Almanya’da nasyo- bilhassa (yüzyıl başında) büyük çoğunluğu Anadolulu yok-
sul köylülerden ya da küçük esnaftan oluşan Ermeniler hu-
nal sosyalizmin en gözde hedefi haline gelen Ya-
susunda geçerlidir. Zengin Yahudi mitinden kaynaklanan bir
hudiler açısından üç ötekilik üst üste binmişti. faciaysa 2006 yılında Fransa’da yaşandı. Ailesinden fidye ko-
Hem etnik hem de dinî öteki olan Yahudi, üstüne partmak için bir Yahudi genci kaçıran grup, bütün Yahudile-
rin zengin olduğuna samimiyetle inanıyordu. Hiç de zengin
üstlük üst sınıf. Benzer şekilde, Türk milliyetçili-
90 ğindeki Rum/Ermeni/Yahudi imgesinde de bu üst
olmayan babası fidyeyi ödeyemeyen Ilan Halimi’yi istedikle-
rini elde edememenin hıncıyla öldürdüler.
rumda, bu bir; Müslüman karşıtı ırkçılık, nam-ı darip olduğu fikrini sağlamlaştıran haber ve yo-
diğer İslamofobi2, ABD ve Avrupa’daki en yaygın rumlar beş konu etrafında yoğunlaşıyor.
ırkçılık türü olma şerefine ulaşmış durumda bu Bu konulardan birincisi, İslam’da kadının ko-
da iki. Başka bir deyişle, günümüzde, Batı dün- numu. Müslüman ülkelerde ve Avrupalı Müs-
yasında Müslümanlar, ırkçılık ve ayrımcılıkların lümanlar arasında kadınlara uygulanan baskı-
bir numaralı hedefi. “Müslüman”, Avrupalı’nın lar ve çokeşlilik hem Avrupalı basın kuruluşları-
zihnî tahayyülünde bir zamanların gözde Öteki’si nın hem de insan hakları aktivistleri ve feminist-
“Yahudi”nin yerini almış, İslamofobi de anti-se- lerin doğal olarak yakından ilgilendikleri bir me-
mitizmin yüzlerce yıllık tahtını kapmış vaziyette. sele. Ancak, erkek egemen yapılardan kaynakla-
Bu gelişmede, tarihî faktörlerle Batı’ya savaş nan ve toplumdan topluma ciddi farklılıklar gös-
açan İslamcı terör gruplarının payı olmakla birlik- teren bu meselelerin bağlamlarından tamamen
te, asıl başat etmenin İslam dinine ve Müslüman- kopuk yorumlanarak İslam’a özgüymüş gibi su-
lara dair genel bilgisizliğin3 yanı sıra Müslüman- nulması, ciddi bir damgalamaya sebebiyet vere-
ların son birkaç onyıldır yoğun şekilde Avrupa’ya biliyor. Misal; Müslüman toplumların sadece bir
yerleşmesi ve özellikle de alt sınıflarda temsil edil- kısmında ve özellikle Afrika’da rastlanan ve uy-
mesinden kaynaklanan sıkıntılar olduğu kana- gulandığı bölgelerde Müslüman olmayan grup-
atindeyim. Zirâ ortalama bir Alevi ya da Sünni larca da başvurulabilen, dolayısıyla İslam’dan çok
Türk, İranlı bir Şii ya da bir Boşnakın siyasal şid- yerel kültürle ilgili olduğunu düşünebileceğimiz
deti mücadele aracı olarak seçmiş bir Müslümanla kızların sünnet edilmesi uygulaması, yaygın şe-
nasıl özdeşleştirebildiğini başka türlü açıklamak kilde İslam’a özgü olarak algılanır.4
zor. Halbuki aşırı muhafazakâr Evanjelik Ameri- İkincisi, güvenlikçi söylemlerin yükselişiyle
kalıların varlığı Protestanların diğer Hıristiyanlara bağlantılı olarak Avrupa ülkelerinde suç oranla-
oranla çok daha açık görüşlü olarak algılanmasına rındaki artışa dair bir panik ve bunun göçmenler-
engel değildir. Sıkça rastlanan ve neredeyse hiç- le ilişkilendirilmesi. Bu tür haberlerde doğrudan
bir sosyolojik karşılığı bulunmayan “Müslüman Müslümanlar ya da Siyahlar hedef alınmamak-
cemaati”ne karşılık gelebilecek “Protestan cema- la birlikte, haberi izleyen herkes hapishanelerin
ati” gibi bir tanımlamaya da hiçbir yerde rastla- kimlerle dolu olduğunu zaten biliyor.5
mazsınız. Bunun sebebi, şüphesiz, Protestanlığın Üçüncü mesele, medya kuruluşlarının en sevdi-
Avrupa’nın içinde çıkmış olması ve içindeki ay- ği konulardan olan, uluslararası İslamcı örgütlerin
rımların çok daha iyi bilinmesi. terör eylemleri. El Kaide militanlarının sayısının
Önde gelen medya kuruluşlarının doğrudan ya günümüzde bir avuç olduğu tahmin edilse ve İs-
da dolaylı şekilde yaydığı İslam ve Müslüman im- lamcı siyasal şiddet sonucu hayatını kaybeden in-
gesinin, bu tahayyülün gittikçe olumsuzlaşmasın- sanların sayısı, tüm insan yapımı silahlarla hayatı-
da katkısı büyük. İslam’a dair algıları etkileyen ve nı kaybedenlere oranlandığında bir hayli marjinal
tüm Müslümanların benzer “geri”liklerden muz- olsa da “İslamcı terör” dünya üzerindeki en bü-
yük tehlike olarak algılanmaya devam ediliyor.6
2 İslamofobi, yaygın şekilde kullanılmaya başladığından beri
çok eleştirilmiş bir kavram. Eleştirenlerin çoğu, Batı dünya- 4 Kadınların konumu üzerinden süren ötekileştirmeye dair zi-
sındaki muhafazakâr çevreler olmakla birlikte, üzerinde dü- hin açıcı bir çalışma için bkz. Sonya Fernandez, “The Crusa-
şünmeyi hak eden akademik tenkitler de mevcut. Ben, kav- de over the Bodies of Women”, Patterns of Prejudice, 43/3-4,
ramın etimolojisini, üzerindeki polemikleri vb. bir kenara Temmuz 2009.
bırakıyorum ve her kavramın günahının da sevabının da bu- 5 Bu hususta da Fransız sosyolog Laurent Mucchielli’nin ça-
lunduğunu aklımda tutarak, şimdilik Müslüman karşıtı ırk- lışmaları bir hayli çarpıcı. Özellikle, 2000’li yılların başların-
çılığı tanımlamak için en yaygın şekilde kullanılan kavram da Fransa’da en çok tartışılan ve lanetlenen vakalardan olan
haline gelen İslamofobi’yi tercih ediyorum. toplu tecavüzlerin, istatistiksel olarak hiçbir artış gösterme-
3 Seçim kampanyası esnasında bir gazetecinin El Kaide savaş- mesine rağmen aniden topraktan fırlamış gibi Müslüman
çılarının Şii mi yoksa Sünni mi olduğu sorusuna cevap ve- gençlerin arasında yaygınlaştığı şeklinde sunulduğunu gös-
remeyip “El Kaide’yi böyle sınıflandıramayız, onlar terörist” terdiği La Scandale des Tournantes kitabı, şahsımın ezberleri-
ni bozmak açısından son derece önemli olmuştu.
diye geçiştirmeye çalışan Nicholas Sarkozy bu cehaletin çok
çarpıcı bir örneğini sunmuştu. 6 Bir de özünde İslamcı olmayan meselelerin öyleymiş gibi al- 91
Dördüncüsü ise, Müslüman ülkelerde yaşa- ce yoğun şekilde eleştirmekle kalınmadı, geçtiği-
nan şiddet olayları. Örneğin İran seçimlerin- miz yılın en önemli akademik skandalı referans-
den sonra yaşananlar ve tabii özellikle Devrim larına başvurduğum, İslamofobi alanında çalışan
Muhafızları’nın uyguladığı şiddet, sanki olup bi- Vincent Geisser’in başına geldi.8 Aynı zamanda
ten kendi ülkelerinde geçiyormuşçasına ilgilen- Fransa’nın, Müslüman nüfusun en çok kenarda
diriyor medya kuruluşlarını. Öte yandan, Irak’ta kaldığı, Zidane ve Raşida Dati gibi birkaç istisnaî
veya Lübnan’da yaşanan şiddet olaylarının neden vaka dışında (ki, her ikisi de sonunda duvara tos-
kaynaklandığı üzerine derin analizler yapma ge- ladı), Müslümanların varoşlarından çıkarak sos-
reği duymamak suretiyle, “barbarların birbirini yal basamakları en zor tırmanabildikleri Batılı ül-
kırmasının olağanlığı” fikri güçlenmiş oluyor. kelerden biri olduğu iddia edilebilir.9 Hatırlatma-
Son olarak da, Avrupa’nın İslamlaşması paniği ya gerek yok, Fransa, dünyanın “en laik” ülkesi
geliyor. Bu, İsviçre’deki minare yasağına dair tar- olmaktan dolayı son derece gururlu.
tışmalarda çokça gündeme getirildi. Müslümanla-
BİZDE IRKÇILIK YOKTUR
rın hem sayıca hem de görünürlük olarak artma-
sı, bazılarını, İslam’ın Avrupa medeniyetini yuta- Siyahlara karşı, Amerika’daki gibi bir ırkçılığa
cağı gibi bir endişeye sevk ediyor. Halbuki sosyo- rastlanmadığı için sıkça kendini ırkçılıktan azâde
lojik çalışmalar, marjinal gruplar dışında, Müslü- sayan Türkiye’de ırkçılığın ve ayrımcılığın hedef-
manların bütünleşme konusunda istekliliklerinin lerini ve düzeyini Birikim okurlarına uzun uza-
önündeki temel engelin ekonomik eşitsizlikler dıya anlatmaya hacet yok. Ülkenin en saygın bi-
olduğunu gösteriyor. 2005 Kasım’ında “Paris’i ya- lim insanlarından biri olması gereken Tarih Ku-
kan” gençlerin büyük çoğunluğunun derdi Fran- rumu başkanının “maalesef Ermeniler” ifadesini
sız olmayı reddetmekten ziyade, Fransız olarak kullanabilmesi; “Rum tohumu”, “Ermeni dölü”,
kabul edilmemek ve “diğer” Fransızlar gibi ola- “gâvurun kızı” (bu, babaannemin kafasını kızdı-
mamaktı. Ama durumun bu şekilde devam etme- ran her kadına ettiği küfürdü), “pis Yahudi” gibi
si durumunda, kehânetin kendini gerçeklemesi nadide deyimlerimizin varlığı; İstanbul’un seçkin
ve bu gençlerin farklı ve muhtemelen daha radi- üniversitelerinden mezun beyaz Türklerin “aile
kal kimlik arayışına girmeleri işten bile değil. geçmişini çok da kurcalamaya gerek yok, sonun-
İslamofobinin varlığı ve vehameti tüm Avrupa da saçma sapan insanlarla akraba çıkmak var” di-
için geçerli olmakla birlikte, en zor kabullenildiği ye rahatlıkla konuşabilmesi; bir başkasının, evi-
ve “aşırı ideolojikleştiği” Avrupa ülkesi Fransa gi- ne eşya taşıyan Kürt hamalları, hem evinde böy-
bi gözüküyor7. İslamofobinin İslamcılar’ın uydur- le aşağılık bir dilin konuşulmasının öfkesi, hem
ması olduğu belirli aydın çevrelerde uzun zaman de son derece önemli bir vatan hizmetini yerine
ciddi ciddi iddia edildi ve İslamofobiyi akade- getirmenin hazzıyla “bu evde o dil konuşulmaz”
mik çalışma konusu haline getiren isimler sade- diye uyarabilmesi gibi birkaç örneği hatırlatayım
ben, fazlasını merak eden Tanıl Bora’nın, Baskın
gılanması var. Örneğin, Filistin sorununda gayet marjinal bir
Oran’ın, Mesut Yeğen’in ve Rifat Bali’nin çalışma-
konuma sahip olan dinî meşrulaştırma, meselenin özü ola-
rak algılanır. larına bakabilir.
Filistinler’in onyıllardır maruz kaldığı korkunç yoksun- Türk iktidar seçkinleri, Osmanlı İmparatorlu-
luklar ve haksızlıklardan değil, “cennetteki hurileri hayal et-
tiği için” kendini ve başkalarını öldüren intihar bombacısı 8 Fransa’nın TÜBITAK’ı olarak adlandırabileceğimiz CNRS’de
tiplemesi, ortalama Batılının zihnine yerleşmiştir. Sonuç ola- araştırmacı olan Geisser, son dört yıl içinde, aynı kurumda
rak, bir yandan bir halkın hayatta kalma mücadelesi olarak “savunma görevlisi” olan bir kişinin çeşitli tacizlerine maruz
Filistin davası meşruiyetini yitirmiş bir yandan da “İslamî fa- kalmış, daha sonra olay büyümüştü. Fransızca okuyabilen-
natizmin” neler yaptırabildiği temasıyla İslamcı ve dolaylı ler konunun ayrıntılarını http://petition.liberteintellectuelle.
olarak Müslüman imgesi iyice korkunçlaşmış oluyor. net/ sitesinde bulabilir.
7 Vincent GEISSER, “L‘islamophobie en France au regard du 9 Birkaç yıl evvel bir metinde “Yeniden üretim [reproduction]
débat Europeen, içinde, Remy Leveau ve Hatice Muhsin-Fi- kavramının teorisyeni Bourdieu’nün Fransa’dan çıkması te-
NOM DE PLUME
tek değilse de en laik ülkesi olduğu sıkça tekrar-
lanagelen bir vakıa.10 Gel gör ki, gayrımüslimle-
rin (ve hatta Sünni olmayan Müslümanların) en
çok ırkçılığa ve ayrımcılığa maruz kaldığı Müslü-
arasındaki uçurumlarda mı, yoksa bizzat bu kav-
man ülkelerden biri.
ramlarda mı? 12
LAİKLİK ASLINDA NE KADAR LAİK? Tüm bunlara bir de, “biz laikiz, bizdeki din
düşmanlığı bütün dinlere yöneliktir” gibi pratik
Nasıl oluyor da otoriter bir rejimle idare edilen
hayatta karşılığı pek de bulunmamasına rağmen
Suriye’deki Hıristiyanlar Suriyeli kimliğiyle gayet
yüzsüzce başvurulabilen bir savunmayı eklersek,
bütünleşmiş durumda olabiliyor? Veya nasıl olu-
laikliğin işleri karıştırdığı bile iddia edilebilir! Bu
yor da İran İslam Cumhuriyeti’nde yaşayan Yahu-
soruları da laikliğe ve hattâ sekülerleşmeye dair
di cemaati, ABD ve İsrail’in kendilerini “kurtar-
üç önemli sıkıntı veya eksiklik etrafında tartışa-
mak” için yaptığı onca girişime rağmen ülkele-
cağım.
rinde kalmayı seçiyorken, Türkiyeli gayrımüslim-
Birinci sıkıntı, modern ırkçılık çeşitlerinin se-
ler bazen milyonlar, bazen binler halinde bazen
küler karakterinde. Arthur Herzberg modern an-
de birer-ikişer; evlerini, anılarını, atalarının me-
ti-semitizmin kökenlerinin Hıristiyanlık’tan ziya-
zarlarını geride bırakıp gidiyorlar? Fransızların
öcü gibi gördükleri, hâlâ saltanatın mevcut oldu- de Aydınlanma felsefesinde olduğunu 1960’lar-
ğu cemaatçi11 Büyük Britanya’da Müslümanların da göstermişti; birçok çağdaş sosyal bilimci aynı-
nisbeten daha az ayrımcılığa uğramasını ve daha sını islamofobi için söylüyor. Örneğin Amerika-
kolay “entegre olabilmesini” nasıl açıklayacağız? lı antropolog Bunzl’a göre “İslamofobi ve anti-se-
Daha laik ve daha cumhuriyetçi olan “daha ileri- mitizm temel olarak seküler olgular ... dinî kay-
ci” olmamalı mı? Sorun sadece söz konusu ülke- gılardan ziyâde kültürel kaygılara öncelik veren
lerdeki uygulamalarıyla bu kavramların tanımları hâkim söylem son derece seküler” diyor.13 Ben
buna, Türkiye’deki bilimum ırkçılık çeşitlerinin
10 Bu ifade doğru olmakla birlikte aslında çok fazla bir anlam
ifade etmiyor. Zirâ, devletin idaresinin din kaynaklı olmama- 12 Bu provakatif soruları sorarken aklıma, dünyanın tartışma-
sını temin eden tek yöntem Fransız usulü laiklik değil. Ve sız en demokratik ülkesi olan İsviçre’nin minareleri yasak-
devletin yönetiminde kaynağın Kuran olmadığı tek Müslü- lamak gibi akıllara durgunluk veren bir karar verebildiği ge-
man ülke Türkiye değil! liyor. Bu da demokrasi ütopyasının formel kısmının tartışıl-
11 Birçok Fransız’a göre, Londra metrosunda patlayan bomba- ması için eşsiz bir imkan sunuyor.
lar ülkedeki, tüm dinlerin en radikal formlarının gelişip ser- 13 Matti Bunzl, “Methods and Politics”, American Ethnolo-
pilmesine imkân veren çokkültürlü yapıdan kaynaklanıyor-
du (Blair’in Irak politikasının ne alâkası olabilir ki)?
gist, 32-4, s. 535. Ekonomik boyutu görmezden gelmesinin
Bunzl’un argümanının eksikliği olduğu kanısındayım. 93
de öncelikle seküler olduğunu ekliyorum. Bu ne Yasa hem kendisini önceleyen birçok seküler ya-
anlama geliyor? Tarihten gelen dinî nefretlerin; sanın devamı niteliğinde, hem de onyıllarca hem
Poitiers’e ya da Viyana’ya dayanan Müslüman, Parlamento’da hem de aydınlar tarafından çeşit-
Haçlı Seferleri’ni düzenleyen Hıristiyan veyahut li mecralarda süren etraflı bir tartışmanın ürünü-
da İsa’yı öldüren Yahudi imgelerinin bu olgula- dür. Türkiye’de ise, hem laiklik ilkesi hem de la-
rı desteklediğine ve kitlelerce benimsenmeleri- ikleşmeye dair tüm diğer yasalar neredeyse hiç
ne yardımcı olduğuna şüphe yok. Ancak mesele- tartışılmadan, dincilerin de dinsizlerin de fikri-
nin özü dinî değil, dünyevî işlerde. Türkiye’de en ne başvurulmadan hayata geçirildi. Bu demokrasi
“çağdaş” ve seküler kesimlerin gayrımüslim kar- açığı, laikliğin elden gitmesinden bu kadar ürkül-
şıtı ırkçılığı anti-emperyalizm sosuyla gayet ra- mesinin de sebebi olsa gerek.
hat sindirebilmesi bundan. Kezâ Fransa’da da, sı- Laiklik şampiyonu her iki ülkenin bir başka or-
nıflarındaki türbanlı kızların varlığına tahammül tak noktası da laiklik tartışmalarının millî kimlik
edemeyerek ülkeyi aylarca meşgul ettikten son- ve cumhuriyet tartışmalarından azade olmaması.
ra okullarda “göze çarpan dinî semboller”in ya- Yani geçtiğimiz aylarda Göç, Entegrasyon, Mil-
saklanmasıyla sonuçlanan tartışmayı başlatanlar lî Kimlik ve Dayanışmacı Kalkınma Bakanı Eric
köktenci Katolikler değil, laikliğin ve cumhuri- Besson’un14 öncülüğünde başlayan millî kim-
yetin bekçisi öğretmenlerdi. Yani neymiş, laikliğe lik tartışmalarının başrolünde İslam’ın olması te-
inanmak, hoşgörünün garantisi değil. sadüf değil. Vincent Geisser, örneğin İspanya’da
İkincisi, laikliğin aslında pratikte o kadar da la- İslam’a dair ateşli tartışmaların fazlaca yapılma-
ik olmamasından kaynaklanıyor. Fransa’daki la- masını, “bölgesel özerklik ve özerk cemaatler tec-
ikliğe Edgar Morin’in “Katolaiklik” demesi gibi, rübesi dolayısıyla Fransız usulü jakoben ve cum-
Türk usulü laikliği de kolayca “Sünnilaiklik” diye huriyetçi bir dogmatizmin yokluğu”yla açıklı-
adlandırabiliriz. Örneğin her iki ülkede de resmî yor.15 Burada Fransız usulüyle Türk usulünün tı-
tatillerin bir kısmının dinî tatiller olması, laikliğin patıp benzediğini hatırlatmak lazım. Bu iddiayı
“tüm dinlere eşit mesafede durma” ilkesine aykı- bir adım ileri götürerek, Türkiye veya Fransa’da
rı. Bizim laiklik modelinde Sünni İslam’a tanınmış bu meselelerin bu kadar sorunlu olmasının; ken-
ayrıcalıkları, dolayısıyla bu grubun dışında kalan- dileri kutsallaşmış olan ulus-devlet, cumhuriyet
ların maruz kaldığı ayrımcılıkları sayıp dökme- ve laikliğin rakip kutsiyetlere tahammülsüzlü-
ye gerek yok, bolca yazılıp çiziliyor. Fransa’ya öz- ğünden kaynaklandığınıı ileri sürebiliriz.
gü bir eşitsizlikse, laiklik kanunundan sonra yay- Eğri oturalım, doğru konuşalım. Laiklik ve de-
gınlaşmış dinlere dair. Zirâ, laiklik kanununa gö- mokrasinin bütün eksikliklerine ve arızalarına rağ-
re, devlet ibadet yerlerinin inşasına destek olmaz men, Fransa’da, insanlar dinî aidiyetlerine göre
ancak kanun esnasında mevcut olan tapınakların devlet tarafından fişlenmiyor, Kuran-ı Kerim dağı-
bakımını üstlenir. Yani 1905 yılında ibadet yerleri tan ya da satanlar boğazlanmıyor. Büyük, büyük,
bulunmayan Müslümanlar, camilerini kendi kay- büyük dedeleri Protastanları kesen, dedeleri de Ya-
naklarıyla yapmak durumundadır. hudileri trenlere doldurup Nazi Almanyası’na tes-
Üçüncüsüyse, laiklikle ülkedeki demokrasi ve lim eden 21. yüzyıl Fransız faşistleri camilerin du-
demokratik kültürün seviyesinin tamamen ba-
14 Sarkozy’nin en tartışmalı icraatlarından olan bakanlığın ku-
ğımsız olması. Türkiye’yle Fransa’nın farkı bura- rulması özgürlükçü kesimlerce yoğun şekilde eleştirildi.
da ortaya çıkıyor. Fransa’da laiklik koca bir yüz- Özellikle göç ve millî kimlik kavramlarını yan yana kullana-
yıla yayılmış bir mücadelenin ürünü. Bu mücade- rak göçün Fransız kimliği açısından sorun yarattığının res-
men kabul edilmiş olması, jus soli’nin millî kimliğin esası ol-
lenin köşe taşlarından sadece biri olan 1905 la- duğu iddiasını gururla taşıyan ve Cumhuriyet tarihinin her
iklik yasası laiklerin dincilere karşı, otoriter laik- döneminde farklı ülkelerden göçmenleri kabul etmiş ve on-
liğin savunucularının da daha özgürlükçü bir la- ları başarıyla entegre etmiş bir ülkede bir hayli sorunlu ol-
duğunu kabul etmek için özgürlükçü olmaya da gerek yok.
ikliği savunanlara karşı savaşı kazanmasından zi- Azıcık analiz kabiliyeti yeterli.
94 yade tüm bu tarafların bir uzlaşmasının eseriydi. 15 Vincent Geisser, a.g.m., s.74.
varlarına gamalı haç çizip “Fransa Fransızlarındır” bu bağlantıdan) bahsedilmesiydi.
yazmakla, Müslüman mezarlıklarını tahrip etmek- Türkiye’de de laikliği, türbanı, üniversiteye gi-
le yetiniyorlar. Bir ya da birkaç ruh hastasının bun- rişte imam hatiplilere eşit davranılıp davranılma-
dan sadece birkaç yıl evvel Hıristiyan misyonerle- yacağını tartışırken neleri görmezden geldiğimi-
re yapılanları yapması durumunda da Fransa’da la- ze kafa yormanın, ve gündemi onlarla meşgul et-
isist kesimin bunu kabul edilemez bulacağına şüp- menin zamanıdır. Küçük bir anekdotla bir baş-
hem yok. Bizdeki birçok laisistse, şiddetin dozunu langıç noktası önereyim hemen: Ankara, İstanbul
eleştirmekle birlikte kurbanları provokatör ya da ve İzmir’de sokaklar ellerinde Türk bayraklarıyla
bir takım kötü niyetli çevrelerin piyonu olarak gö- “yaşasın laiklik” ve “Ordu göreve” diye bağıran-
rebiliyor. Yani laik Türkiye’de Hıristiyanlık dinini lar tarafından inletilmekteyken, laik cumhuriye-
yaymaya çalışmak, bizzat o laikliğin en önde savu- tin okullarına gittiği taktirde evladının bir balta-
nucusu olan kesimler tarafından provokasyon ola- ya sap olma şansı olmadığını gayet iyi bilen yok-
rak değerlendirilebiliyor. sul ve dindar Konyalı ailenin (zaten teoride para-
sız olmakla birlikte, kaynaklarının azlığından ya-
HANGİ LAİKLİK, HANGİ SOL?
kınan Cumhuriyet okulu ikide bir yok temizlik
Velhasıl, laikliğin derecesiyle dinî azınlıkların (ve parası, yok tamir parası bir şeyler istemektedir)
hatta çoğunluğun!) mutluluğunun derecesi pek önünde duran en makul seçenek, kendilerinden
de doğru orantılı olmadığı gibi, laiklik bekçiliğiy- hiçbir şey istemeyen, çocuğu yediren, içiren, giy-
le özgürlük ve eşitlik düşkünlüğü (bunları savun- diren, modern dünyanın tehlikelerinden ve ah-
madan solcu olunur mu?) de el ele gitmiyor. laksızlıklarından koruyan ve ona bir gelecek pla-
Laikliği başlıbaşına bir amaç haline getiren, nı yapanlara “eti senin kemiği benim” teslim et-
ütopyayı bizatihi laikliğin kendisi olarak gören mektir. Sonrası malum...
kesimlerin kendini solcu olarak tanımlarken iki Söylemde son derece güçlü olan Laik Türk
kere düşünme gerekliliği buradan kaynaklanıyor. Cumhuriyeti gerçek hayatta çocuklarına sa-
Özgürlük talebinin eşlik etmediği bir laiklik bay- hip çıkmaktan acizse ve o çocuklara “başkala-
raktarlığının otoriter/militer yapının yeniden üre- rı” sahip çıkıyorsa, solcuların önceliklerini be-
timine katkı sağlayacağı ve de uzun vadede hiçbir lirler ve suçluyu ararken bir daha düşünmesi ge-
derde deva olamayacağı aşikar. Laikliğe dair me- rekir. Muhalif olma hâlinin eğlenceli kısmını se-
seleleri durmadan tartışma konusu yapmak daha çip pankartlarla sokakları doldurmak bir şey ama
acil sorunların gölgede kalmasına sebep olmakla Cumhuriyet’in, tehlikeli gördüğü bu özel girişim-
kalmaz, başlangıçta gayet marjinal olan “kampla- lerle rekabet edebilir hâle gelmesini talep etmek
rın” güçlenmesine, yani korkuların gerçekliğe dö- daha yapıcı olmaz mı? 16 Bu minvalde, “Ordu gö-
nüşmesine sebebiyet verme riskini taşır. reve” pankartlarını, devlet bütçesi denilen pasta-
Başrole İslam’ı koymanın asıl sorunları na- dan en devasa payı alan Orduyu, bu payının bir
sıl gölgelediğinin çok çarpıcı bir örneği, 2005’te kısmından Millî Eğitim Bakanlığı lehine vazgeç-
Paris’in varoşlarında patlak veren isyanlara da- me talebi olarak yorumlamak hoş olmaz mı?
ir televizyon haberlerinde, söz konusu gençle- 16 Tanıl Bora, Birikim’in 210. sayısındaki “Sol, Sinizm ve Prag-
rin her gün maruz kaldığı ayrımcılık, dışlanma ve matizm” başlıklı yazısında, memleket solcularındaki uzun
eşitsizliklerden ziyâde, çokeşlilikten (ben şahsen, vadeyi düşünme eksiğine işaret ediyor: “son zamanların po-
püler deyimiyle söylersek, icabında elini taşın altına sok-
“bu gençler çokeşlilik nedeniyle fazla üremenin maktan kaçınmamak ama taş üstüne taş koymaya sabrı ve
sonucudur”dan başka bir sonuç çıkartamıyorum inancı olmamak”.
95
S O L V E İ L A H İ Y A T
GEORGES CORM
102
Sol, Sinizm,
Pragmatizm
248 sayfa