You are on page 1of 4

İÇİNDEKİ DEVİ UYANDIR

Kitabın Yazarı:Anthony Robbins


Yayın Yeri-Tarihi:İstanbul,1997
Yayın Evi:İnkılap Kitabevi
Tercüme:Belkıs Çorakçı
Kitaptan Alıntılar:

Para! Hayatlarımızın en duygu yüklü konusu. Çoğu kişiler biraz daha çok para elde
edebilmek için, paradan çok daha değerli nice şeyi feda etmeye hazırdırlar. Kendilerini
sınırlarının ötesine zorlar, aileleriyle, dostlarıyla geçirebilecekleri zamandan vazgeçer, hatta
sağlıklarını bile mahvederler. Toplumumuzda para hem acıya hem de zevke bağlanmıştır.
Çoğu zaman hayatımızın kalite farkını ölçmek için kullanılmakta, varsıllarla yoksullar
arasındaki farkı daha çok büyütmektedir. Bazı insanlar para sorunuyla baş edebilmek için,
paranın önemli olmadığı numarasına kalkışırlar, ama parasal sıkıntı hepimizi hayatımızın her
gününde etkileyen bir gerçektir.

Özellikle yaşlılar için, paranın yokluğu, en hayatî kaynakların yokluğu anlamına gelebilir.
Bazıları için de para esrarengiz bir şeydir. Kimisi onu arzuların, gururun imrenme
duygularının, hatta nefretin kaynağı olarak görür. Hangisi doğrudur bunların? Para rüyaları
gerçek eden şey midir, yoksa tüm kötülüklerin kaynağı mıdır? Bir araç mıdır, yoksa bir silah
mıdır? Özgürlük, güç, güvence kaynağı mıdır? Yoksa yalnızca sonuca ulaşacak bir araç
mıdır? Siz de, ben de, aklımızla biliyoruz ki para yalnızca bir alışveriş aracıdır. Bir toplum
içinde, yaratma, elden ele geçirme ve değer paylaşma işlerini kolaylaştırmamıza izin verir.

Çeşitli işlerde uzmanlaşabilmek, acaba başkaları bizim ürettiğimiz şeyi takas edecek kadar
değerli bulacak mı diye kaygılanmaktan kurtulmak ve özgür olmak için hep birlikte
yarattığımız bir kolaylıktır. Bizler en ezici duygularımızdan bazılarını, onun yokluğuyla
ilintilendiririz: Kaygı, hırslanma, korku, güvencesizlik, endişe, öfke, küçük düşme, yük
altında ezilme, bunlardan yalnızca bazılarıdır. Şu ara doğu Avrupa’da tanık olduğumuz gibi,
finanssal yoklukla ilintilendirilen baskılar yüzünden siyasal sistemler devrilmiştir. Siz hiç
parasal stresle yüzleşmemiş bir ülke, bir şirket, bir insan düşünebiliyor musunuz? Pek çok
kişi, yeterli paraya sahip olduğu anda hayatındaki bütün zorlukların sona ereceğine inanma
yanılgısına düşer. Oysa bundan yanlış şey olamaz.

Daha çok para kazanmak, kendi başına ele alındığında, insanları hiç de özgürleştirmez. Ama
beri yandan, daha büyük parasal özgürlüğün ve finanssal kaderinizi elinize almanı size
büyüme, paylaşma, kendiniz ve başkaları için değerler yaratma olanağı vereceğini inkâr
etmek de bir o kadar gülünçtür. O halde neden o kadar çok kişi, bunca ekonomik fırsat
varken, yine de parasal bolluğa kavuşamamaktadır? Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, insanlar
bir bilgisayarla ilgili ufacık bir fikir bulup yüz milyonlarca dolar kazanabiliyor ve bilgisayarı
da kendi garajlarında üretmiş olabiliyorlar! Çevremiz inanılmaz olanakların rol modelleriyle
dolu.

Servet yaratmayı ve korumayı bilen insanlar onlar. Peki, bizi servet kazanmaktan alı koyan
nedir? Nasıl oluyor da bunca insan ömür boyu çalıştıktan sonra, yaşlı günlerinde ailenin yada
hükümetin desteği olmadan kendini geçindiremiyor? Kalıcı servetin anahtarlarını
yokladığımda, bir tek şey önümde beliriverdi. Aslında servet kazanmak basit bir şey. Ama
yine de pek çok insan bunu yapamıyor, çünkü parasal çeşmelerinde bazı delikler var. Bunlar
bazen iç değerlerle inançların çatışmasından oluşuyor. Bazen de başarısızlığa yönelik zayıf
planların sonucu oluyor. Bu bölüm size, tüm parasal hayatınızın kontrolünü tek başınıza
elinize almak için bilmeniz gereken her şeyi öğretecek değildir. O işi yapabilmek için herhalde
bir bölümden çok daha fazlasına ihtiyaç vardır. Ama yine de size bazı temelleri aktarmak,
sizin de bunları, bu çok önemli alanda kontrolü derhal elinize almakta kullanmanız
mümkündür.

Önce inançlarımızın davranışlarımızı yönetme gücünü hatırlayarak başlayalım. Çoğu


insanların parasal açıdan başarılı olamamasının en sık rastlanan nedeni, daha çok paraya
sahip olmanın neleri gerektirdiği konusundaki, bir de, fazla para sahibi olmanın, yani şu
andaki hayatlarını sürdürmeye yetecek paradan daha fazlasına sahip olmanın ne anlama
geldiği konusundaki asosiyastonlarının karışık olmasındandır. Bölüm 5’de öğrendiğiniz gibi,
beyniniz ancak nelerden kaçınacağı ve nelere doğru gideceği konusunda biz genellikle ona
karışık sinyaller yollarız ve tabii karışık sonuçlar alırız. Kendi kendimize, para bize özgürlük
verir, deriz.

Sevdiğimiz kimselere karşı verici olmamızı sağlar, hep rüyasını gördüğümüz şeyleri
gerçekleştirme, boş zaman artırma olanağı verir, deriz. Ama aynı anda, çok parayı
biriktirebilmek için çok dahs fazla çalışmak gerektiğine, çok zaman harcamak gerektiğine, o
zamana kadar da herhalde paraların tadını çıkaramayacak kadar yaşlanacağımıza inanıyor
olabiliriz. Ya da belki, eğer fazla paramız olursa, manevi değerlerimizin eksileceğine,
insanların bizi yargılayacağına, paramızı dolandıracağına inanıyor olabiliriz. Ne diye zahmet
edelim ki, diyebiliriz. Bu olumsuz asosiysyonlar sırf bizle sınırlı da değildir. Bazı kimseler,
parasal başarıya ulaşanlara karşı güceniklik duyar.

Madem ki çok para sahibi olmuş, demek ki birilerinin hakkını yemiş, derler. Eğer siz de para
sahibi olmuş birine bu tür duygular beslerseniz, beyninize nasıl bir mesaj yollamış olursunuz?
“Fazla para kötüdür” mesajını, değil mi? Siz başkalarına karşı bu tür duygular besleyince,
zihninize de bilinciniz dışında, başarılı olmak için “kötü” insan olmak gerektiği yolunda
mesaj yollamış olursunuz. Başkalarının başarısına bozulmakla, kendinizi o istediğiniz ve
ihtiyaç duyduğunuz parasal bolluktan kaçınmaya şartlandırırsınız. İnsanların paraya
hükmedememesinin ikinci en sık rastlanan nedeni de, işin fazla karmaşık olduğunu
düşünmeleridir.

Kendi paralarını yönetmek için bir “uzman” isterler. Doğrusu bu konuda antrenör bulmak da
fena şey değildir zaten Kader Finanssal Hizmetleri adlı şirketimizi de bunun için kurduk),
ama hepimiz eninde sonunda, verdiğimiz parasal kararların sonuçlarını anlayacak kadar
eğitilmiş olmalıyız. Eğer bir başkasına bağlı kalırsanız, o kişi bu işin ne kadar ustası olursa
olsun, bir terslik olduğunda siz hep onu suçlarsınız. Ama kendi para durumunuzu
anlayabilme sorumluluğunu üstlenirseniz, kendi kaderinizi kendiniz yönetebilirseniz. Bu
kitaptaki her şey, kendi zihnimizin, vücudumuzun ve duygularımızın nasıl işlediğini anlama
fikrine dayalıdır, böyle olduğu için de, kaderimiz üzerinde bir hayli kontrol sağlama
kapasitemiz. Parasal dünyamız da bundan pek farklı değildir. Onu da anlamalı, kendinizi
finans konusunda karmaşık olduğuna dair inançlarla sınırlamamalıyız. Konunun esaslarını
bir kez anladınız mı, parayı yönetmek oldukça kolaylaşır.

O halde finanssal dünyanızı kontrolünüze alabilmek için size ilk vereceğim görev, NAC (nörö-
Asosiyatif Şartlanma) teknolojisini kullanarak kendinizi finanssal başarıya şarlanmanız
olacaktır. Ekonomik bolluğa kavuştuğunuzda aileniz için yapabileceklerinize, kendi elde
edeceğiniz huzura iyice bağlanın. İnsanları parasal başarıdan uzak tutan ve büyük stres
yaratan üçüncü önemli inanç da, azlık kavramıdır. Çoğu kişiler, her şeyin sınırlı olduğu bir
dünyada yaşamakta olduğumuza inanırlar. Arazi şu kadardır, petrol bu kadardır, kaliteli
evlerin sayısı o kadardır, fırsatlar şu kadardır, zaman da bu kadardır. Böyle bir hayat
felsefesiyle, sizin kazanabilmeniz için bir başkasının kaybetmesi şart olmaktadır.

Bu oyun, toplamı sıfır olan bir oyun olmaktadır. Eğer buna inanıyorsanız, parasal başarıya
ulaşmak için 190’lerdeki soyguncu baronlar gibi davranmak, belli bir malda piyasayı
sıkıştırıp bir ürünün yüzde 95’ini almak, diğer insanlara düşen payı %5’lerde kıstırmak
zorundasınız demektir. Oysa aslında, nadir bir malı böyle stoklamak, günümüzde artık kalıcı
bir serveti sağlayamamaktadır. Yakın arkadaşlarımdan Paul Pilzer, Wharton İşletme Okulu
mezunudur ve simya teorisi diye bilinen ekonomik teorisiyle de üne kavuşmuş bulunmaktadır.
Paul geçenlerde, size de şiddetle tavsiye edeceğim bir kitap yazdı. Kitabın adı bile, onun
çekirdek inancını ve o inancı desteklemek için elinde var olan kanıtları gösteriyor.

Kitabın adı Sınırsız Servet, çünkü Paul bize zengin kaynaklı bir çevre içinde yaşamakta
olduğumuzu söylüyor. İnsanlık tarihi boyunca gelmiş geçmiş en benzersiz dönemi
yşadığımıza, nadir fiziksel kaynaklarla ilgili geleneksel fikrimizin artık servet konusunda
birincil önem taşımadığına işaret ediyor. Bugün fiziksel kaynakların değerini teknoloji
saptırıyor, stokunun ne kadar olduğu da yine teknolojinin elinde kalıyor, diyor. Power-Talk
adlı radyo programında onunla röportaj yaptığımda, Paul bana kaynakların varlığını ve
değerini nasıl teknolojinin kontrol ettiğine, her ürün ve hizmetin fiyatıyla değerini de nasıl
yine teknolojinin kontrol ettiğine dair harika bir örnek sundu. Yetmişli yıllarda, petrolün
bitmek üzere olduğundan herkes emindi. 1973 yılına gelindiğinde, insanlar benzin
kuyruklarında saatlerce bekliyor dünyanın en büyük uzmanları, bilgisayar analizleri yapıp
bize tüm dünyada 700 milyar varil petrol kaldığını haber veriyorlardı.

O günlerdeki tüketim hızımızı esas alırsak, bu mal bize otu beş yada kırk yıl yetecekti. Paul
bu analizlerin doğru olduğunu söylüyordu. 1988 yılı geldiğinde, eldeki rezervlerimizin 500
milyar varile indiğini görmemiz gerekirdi. Oysa 1987’de elimizde bulunan petrol, on beş yıl
öncekinin %30 fazlasıydı! 19888 tahminleri bize 900 milyar varil var diyor, bunu söylerken de
yalnızca kanıtlanmış rezervleri hesaba katıyordu. Bugünkü araştırmacıların, yeni geliştirilmiş
bulma ve çıkarma teknikleriyle piyasaya sunabileceğine inandıkları 2000 milyar varillik
rezervler buna dahil değildi bile. Peki, eldeki petrolün miktarında bu radikal değişikliği
sağlayan şey neydi? İki şey: Birincisi, petrol bulma yeteneklerimiz elbette teknoloji sayesinde
gelişmişti.

Teknoloji ayrıca petrolü daha randımanlı kullanma yeteneklerimizi de güçlü biçimde


etkilemişti. Bilgisayarlı yakıt enjektörlerinin hemen her otomobile takılacağı, arabalarımızın
yakıt randımanını bir anda iki katına çıkaracağı, 1973’de kimin aklına gelirdi ki?üstelik 25
dolara satılan bu bilgisayar chip’i, 300 dolarlık karbüratörün de yerini alıyordu! Bu teknoloji
geliştiği anda, eldeki benzin stokumuz bir anda iki katına çıkmış, petrolün görece azlık
rakamları da göz açıp kapayıncaya kadar değişmişti. Aslınsa bakarsanız bugünkü petrol
fiyatları, enflasyon payını hesaba katar, bir litreyle ne kadar mesafe alabileceğimizi de
hesaplarsanız, otomobilin icat edilmesinden bu yana kilometre başına düşen en düşük fiyattır
diyebiliriz. Ayrıca biz öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, şirketler olsun, insanlar olsun,
gereğinden fazla acıyla yüz yüze geldikleri anda hemen başka alternatif kaynaklar arıyor,
aradıkları sonuçları o yollarla elde etmeye çalışıyorlar.

Dünyanın her yanındaki bilim adamları bugün petrole alternatif enerji kaynakları bulmaya
çalışıyor, fabrikaları, otomobilleri, hatta uçakları onlarla uçurmanın planlarının peşinde
koşuyorlar. Paul o röportajda, Teksaslı Hunt kardeşlere olanların, piyasayı sıkıştırıp para
vurma yönteminin artık sonuç vermeyeceğini göstermeyeceğini göstermeye yettiğini söyledi.
Hunt’lar gümüş piyasasının kontrolünü ele almaya çalıştıklarında iflas etmişlerdi. Neden mi?
Başta gelen nedenlerden biri, dünyada gümüşü en çok kullanan tüketicinin Kodak firması
olmasından, bu madeni developman sürecinde kullanmasından kaynaklanıyordu. Fiyatların
yükselmesi gibi bir acıyla karşı karşıya kalınca, Kodak hemen fotoğraf developmamınının
alternatif yollarını bulmaya yönelmiş, çok geçmeden gümüşe olan ihtiyacını azaltmıştı.
Gümüş fiyatları hemen düşmüş, Hunt’lar da silinip gitmişlerdi. Günümüz toplumunun bazı
en güçlü aynı kişileri de aynı hataya düşmekte, servet yaratmak için o eski formülü
kullanmaya kalkmaktadırlar. Sizin de benim de anlamamız gerekir ki, her şeyin değeri
teknolojiye bağlıdır. Teknoloji artık bazen bir malı, paha biçilmez bir kaynak haline
getirebilir.. unutmayın ki bir zamanlar çiftliğimizde petrol çıkması bir lânet sayılırdı. Oysa
teknoloji onu ne büyük bir servet kaynağı haline getirdi. Paul’e göre gerçek servet, onun
‘ekonomik simya’ dediği şeyi uygulamaktan kaynaklanıyor, o da çok az değeri olan bir şeyi
alıp, onu çok daha fazla değerli bir şey haline çevirebilmek anlamına geliyor. Ortaçağda ilm-i
simya ile uğraşanlar, kurşunu altına çevirmeye çalışır dururlardı. Onu başaramadılar. Ama
bununla uğraşırken kimya biliminin temellerini atmış oldular. Bugün zengin olanlarda
aslında modern çağın simyacıları.

Sıradan bir şeyi değerli bir şey haline çevirmeyi öğrenmişler, bunun ekonomik ödüllerini de
almışlar. O ödüller bir dönüşüm sonucu gelmiş. Bir düşünürseniz, bilgisayarların o akıl
dondurucu o işlem hızı da toprağa dayalı değil mi? Silikon da topraktan çıkmaz mı? Fikirleri
ve düşünceleri alıp onları ürüne ve hizmete çeviren insanların yaptığı da kesinlikle simya.
Servetlerin tümü zihinde başlar! Günümüzün simyası, en zenginlerin servetlerini yaratmış.
Adı ister Bill Gates olsun, ister Ros Perot olsun, ister Sam Valton, ister Steven Jobs. Bu
insanların her biri, gizli bir değeri, yani fikirleri, enformasyonu, sistemleri almış, onları belli
bir biçimde düzenleyip, daha çok insanın kullanımına sunmuşlardır. Bu katma değeri
yaratırken de, korkunç büyüklükte ekonomik imparatorluklar oluşturmuşlardır.

HAKAN DÖNMEZ
10\D 232

You might also like