You are on page 1of 4

İkinci-En İyi Hayat:

Gerçek Sanallık
John Zerzan

Yığınlarca deneysel çalışma ve bir ya da iki yüzyıllık sosyal teori, modernliğin giderek yüzeysel
ve aletler aracılığıyla kurulan ilişkiler ürettiğini eleştirmişti. Yüz yüze ilişkiye dayanan karşılıklı
olma bağlarının bir zamanlar bulunduğu yerde, şimdi derinlik bulunmayan, manevileştirilmiş bir
teknokültürün içerisinde var olma eğilimindeyiz. Bu, endüstriyel kitle toplumunun yörüngesidir,
kendisini teknolojinin üstüne çıkarmıyor, fakat onun yerine her zamankinden daha etraflıca
gerçekleştirilmiş oluyor.

Bu bağlamda, “sanal”ın özgün kullanımının “erdem”in sıfat formu olduğuna işaret etmesi akla
geliyor. Sanal gerçeklik yalnızca narsist bir alt kültürün yaratılışı değildir; daha kapsalı bir kimlik
ve gerçeklik kaybını ifade eder. Başlıca amacı insan ve makinenin kusursuz yakınlığıdır,
bilgisayar temelli ve bizzat gerçekleştirilen etkileşim arasındaki ayrımın yok edilmesidir.

Second Life. Born Again. Her ikisi de ciddi biçimde kötüleşen bir gerçeklikten kaçış rotasıdır.
Hem yüksek-teknoloji hem de aşırı tutucu tercihler, şu anda bizi yutan gerçek duruma verilen
pasif tepkilerdir. Bir birimizden fiziksel ve sosyal olarak çok uzağız, ve tecavüz edici sanallık
bizleri çok daha uzaklara sürüklüyor. Sanal Gerçekliğin yeni, mahvolmamış İnkar Toprağında
serbestçe-gezen vekiller olarak “yaşamayı” seçebiliriz, fakat yalnızca Zizek’in “hayatlarımızı
belirleyen acımasız teknolojik dürtü” dediği şeyi kucaklarsak.

Siberalem, Allucquere Rosanne Stone’un sözleriyle, doğayı teknoloji içerisine çökertmek


anlamına gelir; fiziki varlıklar olarak dayanağımızı kaybediyor olduğumuza işaret eder. Çorak
tekno-dünyadaki anahtar tepki, elbette, daha fazla teknolojidir. Uykusuzluk çeken milyonlarca
Amerikalı için ilaç teknolojisi; cinsel fonksiyon bozukluğuna sahip erkekler artık Viagra’ya
bağımlı; artık hayal görmeyen veya hissetmeyen kaygılı ve depresyondaki kişiler için Cialis, vs.

Ve bu rejim doğrudan deneyimi daha fazla bastırmaya ve yerle bir etmeye uğraştıkça, bu rejimin
son zaferi olan Sanal Gerçeklik boşluğu doldurmaya başlıyor. Second Life, There, ve diğer
başkaları, hayal dünyaları sunmanın, hayallerden yoksun bırakılmış bir dünyanın yanındadırlar.
Günümüzde, “sanal kayıp” ve “çevrimiçi kederlenme”, yas tutanları teselli etmek için sunulmuş
olan olağanüstülükler olarak müşteri arıyorlar; küçücük çocukların video oyunlarına maruz
kaldığı; “teledildoniklerin” uzaktaki kişilere simüle edilmiş cinsel ilişki verdiği olağanüstülükler
gibi.

“İkinci Hayat’a hoşgeldiniz. Sizi içeride görmeyi bekliyoruz”, bu Second Life‘ın website reklamı.
Kendinizi kaptırdığınız ve etkileşimli Sanal Gerçeklik, müşterilerinin reddettiği gerçeklikten
oldukça farklı bir alan sağlar. Birkaç dolara, herhangi biri asla yaşlanmayacak, sıkılmayacak
veya kilo almayacak bir “küçük resim” olarak orada var olabilir. Technology Review‘den Wade
Roush, Second Life‘ı bir başarı olarak ilan eder, öyle ki, şu anda sahip olduğumuz hayattan
“daha az yalnız ve daha az tahmin edilebilir” bir hayattır.Gerçekliğin bu tersine dönüşü, pek çok
dinin doğaüstüsünün tesellisidir, ve benzer bir değiştirici işlev görevini görür.

Zihnin beden ve doğadan ayrılışı şiddetlendikçe, gerçeklik bir ekranın arasında kayboluyor.
Teknik araçlar, 1990’ların başlarındaki sözlerini yerine getirerek, hızla mükemmelleştirilmiş hale
geliyorlar. Oldukça heyecanlı ve şamatalı propagandaya rağmen, o zamanlarda Sanal Gerçeklik
gerekli nitelikleri gerçekten veremedi. On beş veya daha fazla yıl sonra, Second Life teknolojisi
(örneğin) kuvvetli bir fiziksel var oluş hissi ve diğer sahte-duyusal etkiler ile pek çok kullanıcıyı
birbirine bağladı. Sanal gerçeklik artık postmodern durumun son ifadesidir. Belki de en iyi
şekilde; vahşi olan hiçbir şeyin orada var olmadığı, yalnızca insan tüketimine hizmet eden
şeylerin var olduğu gerçeğini simgerler.

Foucault, modernitedeki iktidarın egemenlikten disipline dönüşümünü tanımladı, ve muazzam


boyutlarda teknolojileştirilmiş günlük yaşam bu dönüşümü hızlandırdı. Çağdaş yaşam, benzeri
görülmemiş bir dereceye kadar tamamiyle gözetim altına alınır ve denetlenir. Fakat teknoloji ara
bulucuğunun ağırlığı ve yoğunluğu, çok daha belirleyici bir gerçeklik ve daha yoğun bir kontrol
aşaması yaratır. Deneyimin doğası, temel bir seviyede, oldukça derinden değiştirilince, esaslı
bir dönüşüm görüyoruz – gittikçe hızlanan bir tempoda, heryere yayılmış olan bir dönüşüm.

Sanal gerçeklik, durmadan ilerleyen, evrenselleşen, standartlaşan küresel kültürün son


teknolojik unsuru olan bu hareketi, simülasyonlarını ve robotik fantazilerini simgeler. Philip
Zai’nin Sanal Gerçekliğin “uygarlığın metafiziksel olgunluğu” olduğu yargısı malesef yerinde bir
yargıdır. Somut, bedensel, ve dünya-temelli olan her şey teknolojik olarak dolaylı bir varoluş
içerisinde çürür ve değeri azalır.

Elbette, yapmacık olanın bu son gelişimine karşı koyma biçimleri vardır. Fakat bir makine kırıcı
tepkisi, her zaman yüzleştiği şeyin büyüklüğünden önce solar görünür. Her yeni teknolojik
kımıldanmanın arkasında çok uzun, tortulaşmış bir tarih, sürekli bir beklenmedik olaylar zinciri
vardır. Yeni tekniklerden yararlanmakla meşgul olan sıçrama, önceki yeniliklerin neden olduğu
insan arzuları ve kabiliyetlerinin yavaş yavaş yitirilmesiyle daha kolay kılınmıştır. Vaadedilen,
her zaman, daha fazla teknolojinin ilerleme getireceğidir – daha doğru olarak, önceki
“gelişmelerde” kaybedilmiş şeyi telâfi edeceği anlamına gelen bir ilerleme. Tek çıkış yolu
zorunluluklarını redderek bu zinciri kırmaktır.

Heidegger, “doğanın her yerde teknolojinin nesnesi olarak göründüğüne” işaret ederek, ve
“Dünyanın nesne olduğu” sonucuna vararak, “temsil ve üretim imhasını getirmiş…tüm canlıların
nesnelleştirilmesine” saldırdı. Ayrıca teknolojinin şeyler ile ilişkimizi nasıl değiştirdiğini kavradı,
sanal gerçeklik ile vurgulanan bir olgu. Gadamer şöyle dedi: “Şey için bir saygıdan bahsetmek,
giderek teknikleşen bir dünyada çok daha anlaşılmazdır. Basitçe ortadan yok oluyorlar…”
Sanallık kesinlikle o “ortadan yok olmadır”.
Doğrusu, şeylere böyle saygı duymaktan yana, en azından felsefi düzlemde, onları aracı olan
pozisyonlarından özgürleştirmeden yana, yeni bir karşı-saldırı vardı. Things (2004) ve The Lure
of Object(2005) gibi yazılar bunu söyler. “Şeylik”in (Heidegger’in terimi) otantik deneyimi arzusu,
modernite olarak bilinen patolojik koşulu paylamak, “şeylerin diğerliğini kabul etmenin aslında
diğerliği kabul etme şartı olduğunun” farkına varmaktır.

Sanal gerçekliğe dalış, özellikle içerilen etkileşimlilik ve kendini temsil etme derecesinden
dolayı, bu patolojinin kötücül bir gerginliğidir. İnşa edilen çevre hiçbir zaman imkân dahilinde
toplamaya bu kadar önemli bir şekilde bağlı olmadı. Tam anlamıyla, bir ikinci hayat, bir ikinci
dünya olarak çağırısı ile, The Matrix‘dir – biz kendimiz sürekli olarak yeniden üretimi karşılamak
zorunda olduğumuz bir dünya. Heinz Pagels’in sembolik tanımı, genelde, kesinlikle sanal
gerçekliğe başvurur: “gerçekliğin ivediliğini inkâr ederek ve onun yerine geçen bir vekil
yaratarak, büyük yanılsamamızın ağında başka bir tehdit örüyoruz.”Siberuzayın bu şekilde
kullanımı, kendini duvar ile çevirmenin ve kendini evcilleştirmenin yeni seviyelerini gösterir.

Spengler’in Batı uygarlığı araştırması onu, “yapay bir dünya doğal olanın içine işliyor ve
zehirliyor” sonucuna götürdü. “Uygarlığın kendisi her şeyi mekanik bir tarzda yapan, veya
yapmayı deneyen bir makine olmuştur.”Grafik kartları ve geniş bant bağlantılar kullanan Second
Life, Google Earth, vs. yapmacık ve çekici kaçış kapaklarıdır, fakat hâlâ aynı temel makine
yönelimidir. Ve Sanal Gerçeklik, David Gelernter’in hâlâ mutlulukla ilan ettiği gibi, “modern
yaşamın talep ettiği bir çeşit araçtır.”

Askeri araştırma ve eğlence sektöründen doğan Sanal Gerçeklik, toplumun her tarafında
planlanan rolü için bize bağlıdır. Gerçek sanallık, çeşitli alanlara bulaştığı zaman bir norm
olacaktır, fakat yalnızca aktif rızamızla. Wittgenstein, “örn. bilim ve teknoloji çağının insanlığın
sonunun başlangıcı olduğuna inanmanın anlamsız olmadığını” hissetti. Bilim ve teknoloji,
uygarlığın en büyük zaferleridir, ve anlatılmak istenen şey şimdiye kadar olmadığı kadar göze
çarpıyor.

Çeviri : Serhat Elfun Demirkol

Slavoj Zizek, The Plague of Fantasies (New York: Verso, 1997), p.44
Allucquere Rosanne Stone, “Will the Real Body Please Stand Up?” in Michael Benedikt, ed.,
Cyberspace; First Steps(Cambridge, MA: MIT Press, 1991).
Joseph Hart, “Grief Goes Online” in Utne, April 2007.
Wade Roush, “Second Earth” in Technology Review, July/August 2007, p. 48.
Widely circulated books include: Howard Rheingold, Virtual Reality (New York: Summit Books,
1991), Michael Heim, The Metaphysics of VR (New York: Oxford University Press, 1993), Rudy
Rucker, R.U. Sirius, Queen Mu, Mondo 2000: A User’s Guide (New York: Harper-Collins, 1992),
Nadia Magnemat Thalmann and Daniel Thalmann, Virtual Worlds and Multimedia(New York:
Wiley, 1993), Benjamin Woolley, Virtual Worlds (Cambridge, MA: Blackwell, 1992). An excellent
corrective is Robert Markley, ed., Virtual Realities and Their Discontents (Baltimore: Johns
Hopkins University Press, 1996).
For his idiosyncratic twist on this, see Jean Baudrillard, Forget Foucault (New York: Semiotext,
1987).
Philip Zai, Get Real: A Philosophical Adventure in Virtual Reality (Lanham, MD: Rowman &
Littlefield, 1998), p. 171.
Martin Heidegger, “Nietzsche’s Word: ‘God is Death’” in his Off the Beaten Track, translated and
edited by Julian Young and Kenneth Haynes (Cambridge: Cambridge University Press, 2002),
p. 191.
Hans-Georg Gadamer, Philosophical Hermenutics, translated and edited by David E. Linge
(Berkele: University of California Press, 1976), p. 71.
Bill Brown, ed., Things (Chicago: University of Chicago Press, 2004); Stephen Melville, ed., The
Lure of Things (Williamstown, MA: Sterling and Francine Clark Art Institute, 2005).
Brown, op. cit., p. 12.
Heinz R. Pagels, The Dreams of Reason: The Computer and the Rise of the Sciences of
Complexity (New York: Simon and Schuster, 1988).
Oswald Spengler, Man and Technics, translated by Charles Francis Atkinson (Westport CT:
Greenwood Press, 1976), p. 94.
David Gelernter, Mirror Worlds (New York: Oxford University Press, 1991), p. 34.
Ludwig Wittgenstein, Culture and Value, translated by P. Winch (Oxford: Blackwell, 1986), p.
56.

You might also like