You are on page 1of 35

İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 1 of 35

İDEOLOCYA VE İHTİLÂL
"KAVGANIN İÇİNDEN"
SALİH MİRZABEYOĞLU

1. BÖLÜM
GİRİŞ-ÖNSÖZ
· Eskimez, solmaz, pörsümez, YENİ'nin vasıtalığına uygun olarak kendi kendinde tükenici ve
sınırlı (statik) bir çerçeve belirtmeyen; her yöne kol kol yayılıcı ve nesilden nesile geçecek süreli
bir ruh ve sistem...
Mücadelemizde, meseleleri kendisiyle çözebildiğimiz ve bunu "iç" ve "dış"a doğru talep
edeceğimiz şekillere ve isteklere dökebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü sö01 Haziran 2004
Salıyleyebildikçe kendisiyle yürüdüğümüzü söyleyebileceğimiz ve kendisini de yürütmüş
olacağımız ruh ve sistem...
Bu eser, onu anlamayı sistemleştirme ve kendisindeki ipuçlarından hareketle "aksiyon
cephesini" örgütleştirme yolunda ilk ve tek... gerçekleştirilmesi gerekene nispetle de önsöz...
· Davamızın "dost" ve "düşman" kutuplarını ve meselelerini, her sahada verdiği eserlerle
"kuşatıcı" Büyük Doğu aksiyon kürsüsü ve mimarı karşısında, onu örterek kendini kuşatıcı ve nesil
yoğurucu gösterme heveslileri... ve yaptığı işte onu kendisine engel görerek, kendisinden daha
cücelerin yanına kaçan eski kurusıkı pohpohçuların tavrı... Evet bu tavırlar ve bu davırlara karşılık
kendi gayemizi şöyle belirtmiştir:
"Kendimizi riya üsluplu tevâzu gösterişinden uzak tutarak belirtelim ki(...) "sınır boyunca
afyon çekişlerden" ayrılan ve kanla mücadelesini veren bir gençlik ifadesine vesile olduksa, bugün
yine aynı ruha (Büyük Doğu İdealine) bağlı olarak, bu oluştaki payı gündeme getirme
durumundayız...
"Olmuş" görünme yüzsüzlüğüyle bu zeminde boy gösterenlerle; yapılanlardan "olma sancısı"
çekenleri ayırdedebilen "sancılı"lar, munun sebebini, kendini göz planına dikici bir davranışta
değil, kuşanılmaya çalışılan (Büyük Doğu) aksiyonu ruhunu işaret niyetinde arasınlar...
Tabiatta canlılık ifade eden her yerde asalakların türemesi gibi, bu canlılıkta, zemzem
kuyusuna işeme niyetli parsacı çıkışlar, kuşanılması gereken (Büyük Doğu) ruhuna dil uzatınca; o
ruhun kuşanabildiğimizce "verimi"ni göz planına getirme vazife olarak belirir... Nereden nasıl
geldiklerini bilmeyenler, nereye ve "nasıl" gideceklerini de bilmeyen "günün" adamlarıdır...
İşimizin, bu farkı anlayanlarla olduğunu bildirerek ve "olmamış gereken" yanında aldığımız
mesafeye rağmen bunu "hiç" kabul ederek, dört sene önce (1975) ilk gün işaretlediğimiz
doğrultuda ve dört sene önceyi hatırlatıcı bir sesle çıkıyoruz... Bu sefer küçük bir gurup
ifadesindeki bizle değil, aralarından şehit düştükçe, şehitliği isteme şuurundaki gazileri daha
yükseğe tırmanıcı bir "gençlik" ifadesiyle...
"Dâva çilekeşinin hamurkârlığını yaptığı gençliğe; "nerdesin?" feryadına aksi seda gibi
tekrarlayıcı "nerdesin?" cevabıyla değil; murad edilenin GÖLGESİ kabul edilebilirsek burdayız,
hedefimiz aslı gibi olmaktır." (1)
· Ve haykırışımızın rengine ilk karşılık sesi; MÜJDELERİN MÜJDESİ...
"Birkaç gün önce... Büyük Doğu Yayınlarının idare yerine birer meşale kıvraklığında üç genç
geldi. (2) Oturdular ve tek kelime söylemeden bana bir dergi uzattılar: AKINCI GÜÇ... Bunlar bu
dergiyi çıkaran ve güden gençler...

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 2 of 35

En telaşlı ânımda; dergilerine bir göz atmak imkânından da mahrum bulunduğum şartlar
altında, ancak bir çay içebilecek kadar kısa bir zaman içinde temas edebildiğim ve büyük teması
Ankara'dan dönüşüme ertelediğim bu gençler, benim, bugünkü İslâm gençliğine musallat ayrılık ve
aykırılık mikropları üzerindeki görüşlerimi dinlerken, öylesine müteessir oldular ki, içlerinden biri
hıçkırıklarını tutamadı ve başını ellerine gömerek ağlamaya başladı...
Dondum ve acıyla doldum...
Gece yatağıma uzanıp dergilerini açtığım zaman ne görsem iyi?.. Bir baştan öbür başa Büyük
Doğu İdealinin destanı... Hem de en derin fikir tabakalarına kadar nüfûz edici ve bugünkü aydın
İslâm gençliğini Büyük Doğu mihrak ve istikametinde gösterici bir tahlil, terkip, tefekkür ve
tahassüs ifadesiyle... Alkol kokulu cenaze çelenklerinden daha âdi pohpohlamalarla değil...
Duyarak, düşünerek ve yaşayarak...
Hayatım ve dâvamın en acıklı inkisar ve ıstırabını beykelleştiren MSP devşirmesi bu gençler,
şimdi demetlerinin bağını çatlatıyor, yepyeni bir demetlenme hasretiyle öz kaynaklarının adını
veriyor; ve bu, kendi kendisini tâyin ve tespit işinde en soylu ve şapsiyetli çile hakkını
tüttürüyordu.
Karanlık bir zindan odasında nazbını sayan bir adama "kalk ve toplan! Yanlışlıkları ilâhi
adaletle kendi kendisine patlak verdi!.. Artık açık hava ve güneş senin!" hitabına ermiş gibi oldum
ve ben de o genç gibi ağladım.
15 yıllık oluşunun harcı içinde alın terim, hummalı nefesim ve olanca kımıldama gücüm yatan
"Millî Türk Talebe Birliğii"niin niyahet ölü kalıplar içinde tonduruluşu, tek ümit halinde
yöneldiğiim Ülkücü gençliğin de henüş ruh adeleleriine büyük vecd ve tefekkür cereyanını
vermeye fırsat bulunmayışı önünde, bu, en beklenmedik yerden kendi kendisine yükselen ses, bana
müjdelerin müjdesini getirdi:
—"Onlar benim ardımdan gelmeyecek, ben onların arkasından koşacağım!" (N.F.K.) (3)
· Ve arkasından söyleyeceğimiz her sözün bizi ifadeden âciz kalacağı; içimizde yangın,
dışımızda apışmış gözyaşlarına süküleyen hissiyata sebep, kendi el yazısıyla ithaf... Hemen
belirtelim ki, bu ithaf, çerçevelediği mânâyı hedef bilen gençliğin kendine ithaf bileceği bir mânâyı
kuşatır:

IŞIK

Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir mekândan bir ışık fışkırdı.
Daima böyledir. İlâhî tecelliler hep böyle tepeden inme gelir. Allah'ın tecellileri, yapmacıksız
ve zorlamasız, boynunuz bükük, köşenizde otururken görünüverir.
Bu ışık, hiç birini görüp tanımadığım, görüp tanıyınca da aramışdaki ezelî yakınlığa şahit
olduğum gençlerden.. Şu anda üçüncü sayısı elinizde olan "Akıncı Güç" isimli derginin ilk
sayısından...
Bunlar MSP'nın koruduğu ve geliştirmeye çalıştığı "Akıncılar" gençliğinden bir demettir ve
işin özü olarak şu sayhayı koparmaktadır:
— Biz ruh hamurumuzu Büyük Doğu teknesinde ve onu yoğuran ellerde idrak ettik ve başka
hiç bir tarafa gönül ve kafa nispeti kabul etmeyiz.
MSP'ye karşı vaziyetim ve onun ulvî dâvayı harcamakta gösterdiği ehliyetsizliğe isyanın
malûm olduğuna göre, ilk kalemde bu tecellî beni şaşırtmalı ve samimiliğinden şüpheye
düşürmeliydi.

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 3 of 35

Ama öyle olmadı; bu gençlerin son zamanlardaki düzmece ve ezberletmece teşkilat


örneklerinin ruh haletinden uzak olduklarını gördüm ve bana (antipatik) gelen zümre adlarına
rağmen onları göğsüme bastım.
Dergilerinde aynen yayınlanmak üzere el yazımla kâğıda döktüğüm bu satırları kendilerine
ithaf ederken, Akıncı, Ülkücü ve daha bilmem neci çevreler bir arada, dâvamızın billûr sarayını,
kafdağının, yani kopyekûn insanlıkça özlenen eskimez ve pörsümez ideal tepsenin en yüksek
noktasında inşa istidadında mimar namzetleri olarak onları selâmlarım.
Onbeşinci İslâm asrının kapısında, İslâmın ebedî gençliğini ve yeniliğini, her an genç, taze ve
yeni kimliklerinde ışıdatsınlar ve kafdağına tırmanmak kadar zor ve çetin gayenin mâna ve madde
şartlarına ersinler...
Bu kör dövüşü hengâmesinde, ümidim şimdilik hangi çevreden olursa olsun, işte bu gençlerin
belirttiği mayadadır." (4)
· Arkasından, tarafımızdan yayınlanan tarihî kıymete haiz ve ne yazık ki mühimliğine nispetle
dikkatsizlik ve baskı hatalarıyla malûl olarak çıkmış, kendimizi ve yolumuzu hiçbir yöne
çekilemez şekilde tam olarak belirtici deklerasyon... (5)
Bu deklerasyon, 40 senelik kanlı fikir çileleriyle, hapishane çileleriyle ve şartların en son
haddiyle zorluk belirttiği dönemlerde verilen mücadelelerle örgüleştirilen "mâna"ya bağlılığımızı
tam olarak belirtici ve bu özelliğinden dolayı kalıcı, ayrıca; döneğinden hesap sorulmasını
gerektirecek şekilde bağlayıcıdır. Eksiksiz olarak şu;
"I. Ruh hamurunu Büyük Doğu teknesinde ve onun mimarı elinde idrak eden AKINCI GÜÇ,
Millî Selamet Partisi'nın teşkilâtlandırdığı Akıncılar çevresi içinden fışkırmış; yolunu, hedefini,
temelini ve kaynağını, hiç bir tereddüde fırsat vermeyecek şekilde açıkça belirtmiştir. Ve BÜYÜK
DOĞU idealine doğru, —dar çerçevelerden kurtulmuş hususi bir kolu gösteren Akıncı Güç—, tek
güdüm işareti almaksızın yolunu bulmuştur.
II. Kendisinden başka hiç bir tarafa gönül ve nisbeti kabul etmediğimiz bu yol, Peygamberler
Peygamberinin kum tepelerine çizip yanlarına çapraz hatlar çektiği düz yolun ta kendisidir. Ve adı
"gerçek İslâmiyet"tir.
III. "Kurtuluş Fırkası" diye isimlendirilen bu yolun çapraz çizgileriyle "Akıncı Güç"ün hiç bir
ilişkisi olamaz. Bu çapraz yollar günümüzün küfür nirengi noktası olan malûm partilere karşı
olsalar da hiç birinde kendi ruhumuzun tümüyle tercümanı olmak kıymet ve haysiyetini
görmediğimizi ilân ve beyan ederiz.
IV. Hangi birlik ve topluluktan olduğumuzu göstermenin arefe günündeyiz.
V. Hareketimiz geliş yolunu tıkamak değil, geliş yolunu tıkayan ve karartan yolları tıkamak
noktasında... Kısaca PAZARLIKSIZ OLARAK KİM ALLAH VE RESULU DİYORSA BİZ
ONDAN, O DA BİZDENDİR. Ve kim yolumuzu en şaşmaz ve tâviz vermez istikamet bilgisiyle
gösteriyorsa liderimiz odur.
VI. Esilerden hiç bir ümidimiz yok ve gözümüz pazarlıksız İslâm aşkının yeni gençliğinde...
VII. İsa Peygambere atfedilen meşhur kelâm gereğince "bizden olmayanlar bize zıttır; bizimle
toplanmayanlar dağıtır" hikmeti şiarımızdır.
VIII. Bu şiar içinde İslâm gençliği, yani olanca saffet ve asliyyetiyle gerçek İslâm gençliğini
dar çerçevelerini tepeleyerek çevremize ve saflarımıza katılmaya çağırıyoruz. Bu çevrenin adı,
ruhu, mekânı ve zamanı yakında mahyalaşacaktır.
IX. Aramıza katılmamaya sebep gösterilebilecek hiç bir mâzerete açık kapı bırakmamak ve her
türlü mâzereti mahkûm etmek için peşinen bildirelim ki, bizim hiç bir teşekküle hasis hesaplara
dayalı bir sürtüşmemiş yoktur ve hiç bir teşekküle karşı da intikam hesabımız bulunmamaktadır.

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 4 of 35

Derdimiz sadece dâvamızı dar ve hasis çerçevelere harcanmaktan kurtakmak ve kızgın bir aşk
posında erimek ve kaynaşmak hasretinde ifadeli..."
· Ve arada, mânası açık ve her türlü söz üstü büyük TARİHİ HADİSE... Akıncı Güç kadrosuna
ithaf edilen Büyük Doğu İdeolocyasına ek: İSLAMI YENİLEMEK.
. "İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilek gerekir.
. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi... Aynayı yenilemek..
. Güneş yenilenemez. Göz yenilenir.
. İslâm, başı ve sonu olmayan ebedi yeninin ismi... Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki,
yenilik...
. "Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır" hadisesindeki sonsuz hikmettir ki, yeninin ve
yeniliğin sırrını getirmiştir.
. Dava işte bu mânada İslâm'ın ve örnek nesli, Resûl eliyle yuğurulan sahabiler..
. Sahabilerin ardından "Tabi"ler bu nesil çizgisini uzatmışsa da onlardan sonra dava içtimai
planda zaafa ve büyük ferdi zuhurların çevrelediği mahzun zümrelerden öteye geçilememiştir. Bu
tecellide, muhafazası en zor iş olan aşkı kaybetmenin ve kaba yapayalnız dış planda kalmanın
neticesi olarak ilâhi hiktem aşikâr...
. Emevi ve Abbasi devrelerini takip ederek Türk'ün eline geçen İslâmî devlet livası, 600 küsur
yıllık gerçek devlet hayatının ancak 250 senesinde böyle bir nesle yataklık etmiş, ondan sonra 300
yıl korkunç bir aşk ve üstün anlayıştan yoksunluk çığrına girmiş, 100 küsur senedir de, aynı ham
yobaz ve kaba softa idrakinin tersine dönük şekliyle bütün cehdini İslâm'a karşı çıkmakta
bulmuştur.
. O gün bugündür ki, nesillere kahraman diye tanıtılanlar, İslâm'dan tiksinmenin fikrî ve fiilî
icracıları olmuştur.
. İslâmı, zatından zerre feda etmeden olanca saffet ve asliyetiyle kucaklayabilecek ve
nefislerinde yenileyecek nesillerin böylece köküne kibrit suyu dökülmeye başlanınca din
ihtiyacından büsbütün kurtulamayan muvâzaacı mizaçlar her tarafta işi reformculuğa dökmüş; ve
olduğu gibi bir İslâm'a kapı açmaya bakılmıştır.
. Reformcu, İslâm'ı şu veya bu görüş ve mezhep lokomotifine bağlamak, onu zatına ve aslına
göre değil, kendi şahsî nefsine ve idrakine iliştirmeye kalkmak, böylece çürük gördüğü bir binayı
kendince payandalamaya yeltenmek bakımından, İslâm'a cepheden zıt olanlardan daha tehlikelidir;
ve İslâm'ı kalb ve göz yenilenmesi yoluyla koruyacak olan nesil, cemiyet dairesi içinde kendisine
üç düşman tanıyacaktır; Aşksız ham yobaz, duygusuz kâfir, nasipsiz reformcu... Yani ruhu, kör
nefsinde kabuklaştıran, büsbütün inkâr eden ve ikisi arasında arabuluculuğuna kalkışan...
. İslâm, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu, ancak
Türkiye'de düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait İlâhî bir ihtar...
. İslâmı yenileyecek olan nesil, bu, ruh ve madde felâketleri Türkiye'sinde son ve som, hepçi ve
bütüncü tepki halinde zuhur etmekle mükellef...
. Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir.
. Dört büyük halifenin sırayla şiarları olan merhamet, celadet, edeb ve akılda tam ikmalli ve
teçhizatlı olarak, 15. İslâm Asrının eşiğinde, İslâmı yenileme davasını çözümlemeye güçlü
nesilden, ana rahmini tekmeleyici sesler duyuluyor. Aya gitmek hüner değil, bu sesleri güneşten
duyulacak derecede fikirde ve aksiyonda yükseltmek marifet.." (6)
· Evet...

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 5 of 35

Biz (dar anlamda biz değil, nesil olarak biz) bu görevin altında dava adına duyduğumuz sancı
ve huzursuzluk derecesinde, bu huzursuzluğun şiddeti derecesinde huzur duyabiliriz... Huzurumuz,
duyduğumuz huzursuzluk ve sancımızca...
Her an, her nefes alışta ihtilâl-inkılâbın rüyasını görecek, hayatını buna göre ayarlayacak,
hiçbir zaman hiçbir tehlikeden yılmayacak, son nefesine kadar dönmeyecek, kafa ve ruh disiplini
içinde gerçekleştirmenin mâna ve madde şartlarına ermeye çalışacak... Evet planlı ve sistemli bir
taarruzu gerçekleştirecek şekilde kadrolaşacak bir nesil olma görevi...
· Açıkça söyleyelim ki; bu liyâkate ermenin ilk şartı ruh ve kafaca batağa yayılmış manda
rehâvetinden kurtulmak ve bu işin nasıl olacağı hakkında düşünür görünme maskaralığından
çıkarak düşünmedir. En azından (nefsini zora sokamayanlara sözümüz yok) ihtilâl-inkılâb
hakkında devşirileni anlayacak duruma gelmenin çaresine bakmak...
· Bu nesil (yani biz) kendi apışmış haline vücut verici sebepleri gerçekleştirenlerden (ister
içimizde ister dışımızda olsunlar) davacı olmadıkça, bu ruha ermedikçe, kendini dava adamı olam
liyâkatinden uzak ve toprakta kıvranan solucan bilsin...
· Bu eser, başta da söylediğimiz gibi Büyük Doğu davasının aksiyon cephesini örgüleştirme
yolunda ilk ve tek... yapılması gerekene nispetle de önsöz... Muhteviyatı, kitaplık çapta düşünülen
meselelerin olayların içinde dinamik plânda ve AKINCI GÜÇ dergisinde kısım kısım işlenmesiyle
meydana geldi. Ve okunurken görüleceği üzere, davayı cehaletle öne sürüp çirkinleştiren ve
çökertenler damgalandı; teşhir edildi. En azından bu işin tekerlemelerle olmayacağı gösterildi;
mânasız orta malı lâfların, esasta ne mânaya geldiği açıklandı. (Eğer yanlıştan dönenler olursa,
"suçtan dönenlere altından köprüler inşa etmeli" anlayışının gereği olarak bağrağımızı açarız.
İşaretlediğimiz yanlışlıklar da, üzerinde "girilmez" yazılı levha olarak kalır.)
· Son olarak...
Bizim hazırladığımız ve istediğimiz "durum" gerçekleşti: Herkesin kendine İslâm adına İslâm
dışı çarpık dengeler kurduğu, hareket adına altı çizilecek tek cümlecik edemez ve buna rağmen
düşünce adamı, sanatçı, politikacı ve daha bilmem neci havalarda vakit geçirdiği sırada... evet tam
bu sırada Gölge'nin birinci ve ikinci (özellikle birinci) dönemindeki gibi bir darbede sahte dengeler
bozuldu: Sanattan düşünceye kadar, eski halleriyle şimdiyi karşılaştırabilirisiniz... Böylece
karşılıklı eleştiri dönemi de açıldı; şimdilik tepkiler maskaralık ve komiklik seviyesini aşmasa da...
Burada bir noktayı daha açıklamakta yarar var: Çıkışımızda yaşı 40 civarındaki ve üstündeki
sanatçı (!), fikir adamı(!) vs. tiplerin isim zikredilmeden bir genelleme içinde de olsa eleştirilişi
(yakınlarımızca bile) merhamet uyandırdı. Haksızlığımız açısından değil de, acıma duygusundan
doğan sitemle karşılaştık. Ancak olup olacağı bu kadar diyeceğimiz tiplerin kendilerini gösterme
merakı yüzünden de bu görevin yerine getirilişi daha fazla ertelenemezdi. Ve gösterdikleri bayağı
tepkiler, onlar hakkındaki "kapasitesiz, pörsük ve keleş" hükmümüzü pekiştirdi. Yine de
kıskançlıktan ne halt ettiğini bilmez kadınsı tutumlarını bırakmaların ve "oluş yonu"na girerek bizi
yanıltmalarını dileriz.
S. Mirzabeyoğlu

İKİNCİ BÖLÜM
1) ADIMIZ, MANAMIZ, GAYEMİZ
· Akıncı...
İlk örneğini "Mutlak Önder"in seriyyelerinin gösterdiği akıncı, tarihimizde, aynı mânaya bağlı
aynı rolü, devletin silâhlı kuvvetinin özel bir biçimi olarak göstermiş, gümüzüde ise aynı mânaya
bağlı görevini - çağdaş, sosyal, siyasal şartlar gereğince- daha geniş ve değişik olarak yüklenen bir

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 6 of 35

gençlik ifadesine bürünmüştür. Tarihimizdeki görevi, devlete (tabii temsil ettiği fikirden
dolayı) bağlılığı açısından, maddi kuvvet çereçevesinde görünür ve nizamdan karşı nizama doğru
hareket diye belirtilirken, bugünkü görevinin, nizama bağlı değil "nizamına doğru" olduğu açıktır.
· Akıncının ne olduğu dünü ve bugünüyle belirtildikten sonra, bu tanımlama görüldüğü gibi
onun, tarihte ve günümüzde ayın imanın tezahürü olan gücünün, dünkü ve bugünkü niteliğinin
farkını da içeriyor; dün fikrinin nizamına bağlı özel bir silâhlı güçten, bugün, fikrinin nizamını
kurmak isteyen "bütüne hâkim olacak güç idraklısının" gücü...
· Akıncı ve gücün böylece belirtilmesi, bugünkü akıncının "akıncı" ve "güç" kavramlarının
canlı ifadeki olmaktan çok, onu temsil etme liyâkatine talip "genç" olarak gösteriyor. Dikkat
edilmesi gereken de budur; "genç" en azından temsil etme liyâkatine talip olmanın sancısını
çekendir... Bu ise, "verimden" tüter ve olmak bir yana, olma yolunda bile olmadıklarını zemzem
kuyusuna işeyerek gösterenleri suçüstü yakalar.
· Genç olmak... "Gençlik yaş işi değil, ruh işidir" dendiğinde, genellikle işin ihtiyar delikanlı
yönü hatırlanırken, aynı mânanın maddesi taze, ruhu pörsük "delikanlı ihtiyar"ı da işaret ettiği
unutulmaktadır. Kısaca gençlik "madde adelesinde" değil "ruh adelesinde" arandığında, doksanlık
delikanlı örneğine mukabil, kırklık, otuzluk, yirmilik ihtiyar da olabilmektedir; bunlar eşya ve
hâdiseleri zapt cehdini kaybetmiş, olayın arkasından gidenler...
· Meseleyi bu yönüyle de alırsak; "genç" olmaya doğru gidenle, ne olması gerektiğinden
habersiz olan, ya da "beklenen neslin vasıflarından" sahte teselli ve yorumlarla miskinliğine
mazeret bulucu mânalar çıkaranlar arasındaki fark da anlaşılır. Kendi benzerlerinin ifadesi olmaları
bakımından, Ahmet, Mehmet gibi isimler üzerinde durmaktansa, onları tanımayı bizzat oluşa talip
olanlara bırakmak gerek; kimin ne olabileceğini anlamaya yarıyan test sorusu gibi...
· Akıncı ve gücün olmaya dair anlamıyla "genç"liğin anlamını içiçe gözönüne alırsak, günümüz
ortamında akıncının kuşanacağı ruha daha çok yaşıyla da genç olanların yatkın olabileceği
anlaşılıyor. Bundan çıkan sonuç şudur ki; geniş bir cephe üzerindeki mücadelede "parça" görev
yüklenmiş gibi olan akıncıların, esasta, vücudun organlarını kendine bağlayıcı olam gibi merkezî
bir görev ve sorumluluğu var. Bu merkezî görev, belirttiğimiz gibi, olmuşluğun değil olunması
gereklinin ifadesi ve buna yatkın kesimi işaretleyici...
· Akıncının yayın organı AKINCI GÜÇ, meselelere bu değerlendirme çerçevesinde bakanların
organı olduğuna göre, onu; aksiyonunun konusunu arayan bir kalıp hüviyetindeki gençliğin
"hareket hedefini temellendirme" ihtiyacının sonucu olarak karşılayabilirsiniz.
Tek gayesi erginleşmek... Ve gevelemeksizin söyleyelim ki, BÜYÜK DOĞU ruh ve sistemiyle
gençlik arasında "KÖPRÜ BAŞI" olmak...
2) CAMİAMIZIN DURUM VE HAREKETİNİN GENEL DEĞERLENDİRMESİ
· En büyük dert...
Kimin neye göre ne yaptığını açıklamaması, açıklaması gerektiğini bilmemesi... Okuyucu
olarak da "çıkışlar"dan bunu talep edecek seviye belirtmememiz yüzünden, bu tutum, "bütün gün
dönen ayçiçeği misali, parsa ne yana dönerse kafaları o yöne dönenlerin" (1) ortalığı
bulandırmasına sebep oluyor. Günümüzde çoğalan çeşni zenginliklerine karşı, kargaşalık, hâlâ ilk
önce bilinmesi gerekenin habersizliğinden kaynaklanıyor; "fikir mi yoksa eylem mi... Kim hangi
renge bürünürse bürünsün, ifadelerinin mihengi taşı bu. Oysa, Akıncının ilk anlayacağı şey şu ki,
mesele, "fikri yoksa eylemi mi tercih etmeli" meselesi değil; sistem çapında tatbik fikri (tüm)
olmadan, tatbike dair hareketler bir mâna ifade etmez ki, fikir ya da eylem niyetli çıkışların yeri ve
değerini tartışalım.... Bütüne nisbet edilmesi gereken faaliyetlerin, bütün zannedilmesi
şaşkınlığında hareketin hedefini belirleyen "hedef gayesi" değil, hedefsizliktir. Bir misalle; nereye
gideceğini bilen şuurlu yürüyüşle, uyurgezerin rastgele yürüyüşü arasındaki fark...
Bu farkı anladığımıza göre, rastgele nitelikli hareketleri kaba çizgilerle teşhis ve teşhir ederek,
gayelerin gayesine yol verici gaye (olmak) noktamızı "BÜYÜK DOĞU" olarak işaretleyebilir ve

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 7 of 35

bu mihenk taşı etrafında dolanarak hareketimizi temellendirmeye çalışabiliriz.


· Hedefsiz hareket örnekleri...
Soylu anlamında siyasetin usul, metod ve kurallarıyla ayrı bir "ilim-sanat" işi olduğunu
anlamaksızın, onun ne olduğunu ve fonksiyonunu bilmeksizin (2) uğraştığı konunun siyaset dışı
olduğunu belirtme yerine, siyaset dışı olmayı "aydın insanın olma" zannedenlerin hali...
Bugün, karşı oldukları siyasetin içinde olarak ve karşı oldukları "part"nin (MSP) yayın
organlarında boy gösterenler, aynı partiye aktif politikacı olarak da taze(!) kanlarını verme
girişiminde bulunurlarken, siyaset konusunda fikir mi değiştirmişlerdir?... Dün, uğraştıkları sanat
kolunun yerini ve işlenevini "tüm tatbik fikri" içinden izah etselerdi siyasete değil, ancak siyasi
tavırlara karşı olunabileceğini bilirlerdi. Bugünse, siyasetin içinde olarak siyasi görüşleri yine "tüm
tatbik fikri" içinde ve değişim konusu çerçevesinde değerlendirilebilecek cinsten ziyade, (edebiyat
ürünleri gibi), keleş, belirsiz ve günlük küçük nefesler halinde...
(Burada "bu işin nasıl olacağı" yolundaki görüşlerimizi mahfuz tutarak, parsaya göre yön
değiştirmeyen ve kuşattığı alanda daha güzelini vermeye çalışan sanatçılarımızı da hatırlamak ve
kutlamak gerek. İsimler değil, mesele üstünde olduğumuz için onları tanımayı akıncıların görevi
olarak görüyoruz.)
· Görüntüye devam ediyoruz...
Müslümanlar için eylemin özenilir bir şey olmadığını söyleyen, fikrî faaliyetleri "kaynak"tan
yapmalıyız şeklinde bir sonuçlandırma ile (bunun ne anlama geldiğini göreceğiz) tatbik ruh ve
sisteminin ne olduğu; neleri kapsaması gerektiğini bile anlamadan, (sanki BD. kaynağa tersmiş
gibi) Büyük Doğu İdeolocyası ve mimarını silmeye(!) çıkan, bütün söyledikleriyle de "MUTLAK
FİKRİ" göstermelik şive ve edâda "düşünce"lerin sahipleri...
· Diğer yanda...
Cumhuriyetin karikatürize ettiği müslüman tipine yaklaştıkça, ideolojik keskinlik belirttiğ
vehmine kapılanların ifadesi sayılabilecek, bizzat şeriatın mahkûm ettiği hikmetsiz ve kaba,
iğrendirici ve tiksindirici bir nâranın sahipleri; "Şeriat isterük"... Değinmeden geçemeyeceğiz ki;
insan ve toplum meseleleri denildiği an bir terkipden bahsedilmişken, Büyük Doğu İdeolocyasını
bir terkip belirttiği için suçlamak(!) gibi, okumadan ve anlamadan yazmaya çıkmış "kara-kara
mizah" örneği...
Bu, esasta bir, görünüşte zıt (biri fikirci(!) diğeri eylemci(!) Büyük Doğu düşmanı iki örnek, ne
olduysa oldu, aynı çatı altında birletiler. Üstelik uzun turlar atmış bazılarını da yanlarına alarak...
Dün yapamadıklar ki, bugün bulundukları yerin izahını yapabilsinler...
· Ya dernekler...
Açıkça söyleyelim ki, teşekkül etmiş potansiyelin, yönlendirici rolü yüklenmiş ifadesi olması
gereken dernekler, bugüne kadar meselelere sistem açısından bakabilmiş ve aksiyon konularını
tayin edebilmiş değiller...
İçlerinde, yaşatmak için ellerinden geleni yaptıkları birkaç aksiyon isteklisi hariç, Türkiye'nin
en eski ve bir zamanlar en büyük talebe birliğinin hali, bugün, hafifliğiyle içler acısıdır ve özellikle
merkezi bir miskinler tekkesidir; bütün mücadele hizmetlerini tamamlayanlar şimdi yalnızca
turizm büroları ve üniversiteye hazırlık imtihanlarıyla kamu hizmeti sunmaktadırlar; kiracılar
derneği cinsinden. Bunlardan, benzerlerinin de sık sık çıkardıkları bir ses; bizi olaylara çekmek
istiyorlar, ama biz olaylara girmeyeceğiz..." Bu söz, esasta, fikirden miskinlik ve fikirsizliğin
anlaşıldığının hazin itirafıdır.
Üzerinde durmak gerek; insan doğduğu andan itibaren sosyal olayların içindedir. Ve iktidar
mekanizmasına göre de karar alma ya da kararın konusunu teşkil etme durumundadır. Kısaca her
iki haliyle de sosyal olayların içinde... İş, bir ideolojiye mensûbiyet açısından ele alınırsa, ortaya
konulan tavırın da, karar alma mekanizmasına doğru olması gerektiğini söylemeye gerek yok. Bu

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 8 of 35

anlayış ise kararın konusunu teşkil etmeye razı davranışları reddeder.


Bunların tavrı, söyledikleri açısından; başını kuma gömerek hâdisenin dışında kaldığını sanan
devekuşu misali... Son hesaplaşma günü açısından; yazı şarkı söyleyerek geçiren ve kışa hazırlıksız
giren cırcır böceği misali...
Bu kafa, bu metodla(!) gelen ve giden bütün rejimler boyunca, kendisine ayrılacak kuytuda
yaşayabileceklerin kafasıdır; şartları kendine çevirici değil, kendini şartlara uydurucu, "mevcutçu"
kafa...
· Buna, Büyük Doğu İdeolocyasındaki "Son ve tek kıvılcım" bahsinin muhteviyatını kendisine
adapte eden... Büyük Doğunun rolü ve yerine, devamcısı olarak değil de, onu örtmeye yeltenerek
kendini geçiren(!)... Büyük Doğu çilesi etrafında, Büyük Doğu için ve Büyük Doğu İdeolocyasında
söylenenleri kendi ismi etrafına monte eden, tevâzu ambalajlı kıskançlık ruhunu da eklersek ortaya
"dirilişin ruhu" çıkar.
(İsmi TAHİR olan bir adamın, temizliğin makbullüğü altında söylediği her şeyi örtülü örtüsüz
(sahte bağlantılarla) kendisine yormasına benzer sahtekârlığa son. Burada söylenecek olan şudur;
bir adam ben dediği yerin sahibiyse ne alâ, değilse maskara ve ukalâdır. Erkekçe değil de, sahte
bağlantılarla, ben demezken "ben" diyense sahtekâr...) (3)
· Gazetelere gelince...
Talebe göre tirajı artan değil de, yardım cinsinden alınması talep edilerek tirajı arttırılmak
istenen cinsten... Muhteviyatı ve yayın politikasi(!) üzerinde durmaya gerek yok...
· Topluca ifade...
Örneğini bir günlük gazetede gördüğümüz gibi, isim ve terkip olarak Büyük Doğu'yu, bir
zamanlar adından bahsedilmeyen (İslâmın) söylenebilmiş şekli olarak gören ve mimarını ustalık
payından dolayı müdafaa(!) edenler...
İnsan ve toplum meselelerini bilmedikleri gibi, fikirsiz hareket olamayacağı noktasından
habersiz, "tatbik sistemsiz" rejim kurulabileceğini sananların kofluklarını gösterici saldırıları(!)...
Büyük Doğu şuuruna erildikten sonra ilgilenilen konuya yönelindiğinde, Büyük Doğu ve
mimarının aşılması değil; şahsında Büyük Doğu şuuruyla, Büyük Doğu şuurunun
zenginleşebileceğini anlamayan, ve de aşmışlar...
Parti hareketini sisteme göre yorumlamaya ya da partiyi en azından arkasında hareket
hazırlanacak paravana olarak değerlendirme yerine, düzen değişiminden cami yanına fabrika
yapmayı anlayanların, bizzat partiyi zedeleyici halleri. (Parti lideri ve çevresi ses çıkarmazken,
Büyük Doğu mimarına bizzat Büyük Doğu'cu şuuru ve kaygısıyla karşı çıkmak varken, şak şak
kafalıların iç sefilliğini gösterici dış maskaralıkları) (4)
Büyük Doğu'yu bir zevk idrakıyla severken, kendini izah edemeyenler...
· Hareketi hedefsizlikten kurtarmak için...
İlk önce; "çıkışlar", ister aynı konuda ve aynı paralelde, ya da, aynı konuda birbirine karşı
durum belirtsinler, isterse; ayrı ayrı konulardan birbirini destekleyici, ya da, karşı olsunlar...
Bunların yeri, değeri ve birbirine nispetinin sistemsiz anlaşılamayacağı; bunun şuuru...
Eğer "Mutlak Fikir" bağlılıları arasındaki hareketliliği, çeşitli kollardan hedefe (geliş gayesine)
doğru hareket olarak değerlendirirsek, bu yanılgı resmen, getireceğinin ne olduğunu bilmeyen ve
ne yaptığının da farkında olmayanlardan olduğumuzu gösterir ve ancak karşı düşüncedekilerce
değerlendirilecek "malzeme" değerindeki hareketlerdir...
· Bize gelince...
Gayelerin gayesine yol verici gaye hedefimizi belirttik. Diğer bir deyişle; "Mutlak Fikri"

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 9 of 35

hayata hâkim kılmak için hangi "tüm şuur" ifadesinde olmamız gerektiğini de söyledik...
Bu alâka içinde yerimiz; şuurdan harekete, hareketten şuura doğru bir süreç içinde -aynı
idealin- siyasal mücadele alanındaki "sistemli hareket" isteği olarak belirtebilirz.

3) DEĞİŞİM YOLUNU BELİRLEMEK


· Hayata hâkim kılınmak istenen bir düşünceye mensup olanların, bunun tabii bir sonucu
olarak, iktidara talip olduklarını söylemeye gerek yok. Öyleyse iktidar ve düzen değişimi nasıl
gerçekleştirilecek sorusunun muhatabıyız...
Düzen değişimini gerçekleştirmek için "hangi yol"un seçildiğini belirtmeksizin -sözde- değişim
yolunda faaliyet göstermek "konudan" habersiz bir şuursuzluktur ve "nasıl" sorusu karşısındaki
cevapsızlıktır. "Nasıl" sorusuna kendini muhatap kabul eden herkes öncelikle -genel bir ayırımla
üce ayırdığımız- değişim yollarından hangisini benimsediğini ortaya koymalı; seçtiği yolu
diğerlerine niçin tercih ettiğini açıklamalı, bu doğrultudaki düşünce ve faaliyetlerin kendi kendine
ve hakikate karşı, tezada düşmeksizin tutarlı bir şekilde izah edmelidir. Ancak bundan sonradır ki,
"nasıl" sorusunun doğurduğu değişik görüşler ve hareketler olduğundan bahsedilebilir.
· Değişim yolları kısaca şu;
a) Askerî Darbe; Silâhlı kuvvetlerin hükümet darbesi ile yönetime el koyması ve inanılan
sistem doğrultusunda iktidarın niteliğini (ve dolayısıyla) düzen değişimini gerçekleştirmesi...
b) Hukukî yoldan gelme ve darbe yapma; Düzenin kurallarıyla iktidara gelerek veya mevcut
şartlar içinde iktidara gelindiği an (fevkalâde iç ve dış şartların olduğu zamanlardaki gibi) düzen
değişimi anlamında darbeyi gerçekleştirmek.
c) Halk ihtilâli; Mevcut düzenin otoritesine ve bunu koruyucu kuvvetine denk bir güç oluşumu
ile otoritebin iptaline yönelik hareketin muvaffak olması ve düzen değişimi.
· Şu noktaya dikkat edilmelidir ki; değişim konusundaki belirsizliklerin sebebi, bu konunun,
başka konuların yedeğinde ele alınmasındandır. Oysa her konu kendi şartları, usul, metod, kural ve
araçlarıyla tartışılır. (Hedef, karar alma mekanizmasını -iktidar- ele geçirme oldu mu, konu,
"ihtilâlin oluş tekniği" çerçevesindeki; mücadelenin değişik cepheleri, "darbe", "düzenli ordu",
"gerille savaşı" meselelerinin hallini içerir.)
· Bir tesbit yapılacak olursa:
Karakteri, hangi dünya görüşüne dayandığıyla değil de hangi dünya görüşüne nefret
duyduğuyla açıklanabilecek bir düzende, birinci yolun kapalı olduğunu ve ikinci yolun da "güç" işi
olduğunu söylemeye kalkarsak, limonu görmeden tadından tanımak gibi bir tabiilikle (temel
hareketi) belirtmiş oluruz...

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1) AKSİYON VE GÖREV
· Her duygu ve düşünce, dışa aksetmiş şekilleriyle beraber, ruh ve nefs zıtlığı içindeki
şuurumuzun kıvamı, irademizi gösterir; duygu ve düşünce, dış dünyanın etkisine karşı "ben"
irademizi gösterici tepkimizdir; aksiyonumuzdur. (Duygu, düşünce ve iradî faaliyetler arasındaki
ilişkiyi düşünürüz.)
· İnsanın etkilendiği "kendini insana empoze eden" meseleler birinci derecede "öz", ikinci
derecede özle ilgili şeylerdir; insanlar için varlık, yokluk, ruh, madde, hayat, ölüm, ölümsüzlük...

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 10 of 35

izahına yanaşılmasa da duygumuz, düşüncemiz ve iradî faaliyetlerimizden tüten mânadır.


Bununla ilişkili ve tepkilerin oluşturduğu, etkilendiğimiz -"karşılıklı etkileşim sahasını belirten"-
toplumsal alan ise, etki ve tepkiler boyu değişendir. Böylece "Bütün Fikrin" hem aranılanı (öz ve
özle ilgili meseleleri) işaretleyici ve idrak edilmesi gerekenin mutlak hakikatini kuşatıcı, hem de bu
yolda EŞYA VE HADİSELER ZEMİNİNDE AKSİYONUN KONUSUN VE KONUNUN
ÇÖZÜMÜNÜ ARAYAN İSNASAN ÖLÇÜLER VERİCİ mahiyetini kavrıyoruz. Aksiyonun
anlamını açıkladığımız zaman, hem bu mahiyetin istediği şuur kıvamının ne olduğunu, hem de
bizzat bu aksiyoncu iradenin -sahibine- aksiyon konusunu arama görevini yüklediğini göreceğiz.
· Aksiyon lügat ve hikmet mânasıyla şu... "Aksiyon, bir işle, bir oluşla, onu doğuran fikir
arasındaki âhenk ve münasebet mânâsınadır ve lisanımızla barışabileceği tek kelime ameldir (...)
hikmete geçerek aksiyon nedir ve ne değildir onu cevaplandıralım. Aksiyon, sade iş ve fikir değil,
üstün işe hakkedilmiş (işlenmiş) üstün fikir demektir. Herhangi bir iş ve fikir değil dedik. Çünkü
tam fikirsiz hiçbir iş yoktur. Bir sigara yakmak için bile kibritin çıkarılması yakılması, birerküçük
fikirdir. Bunların kıymeti yok... Büyük fikir ve onun büyük iş haline inkılâbı; aksiyon budur. Yâni
alelâdenin üstü; harika yenilik ve çetinlik şartları içinde insanın kendi kendisini ve cemiyetini aşma
cehdi; aksiyon budur. Her işte imkân üstüne tırmanmak ve engeli aşmak davası; aksiyon budur."(1)
· Aksiyonun bu açıklanışı, bize hem hareket için hareketin (roman, şiir, yazı, silahlı mücadele,
dernek, parti vs. şeklindeki iş oluş vasıtalarının) kendini gayeleştirmesinin aksiyona ters düşüşünü,
hem de ihtilâl-inkılâb vasıtalarını tanımadan, kullanmaya çıkmadan evvel bunların yeri ve değerini
anlama şuurunun ilk şart olduğunu gösteriyor. (Bu iş edebiyata olur diyen ve meselâ, "bir roman
yazılsa Türkiye'nin kurtulacağını" söyleyebilen komiklerin kendilerini dosta düşmana
güldürmeleri, bu şuursuzluktandır.) Bütüne nisbetle parça aksiyonla (mevzuundaki aksiyonla),
bütün aksiyona katılacak olanların, bu bütün ihtilâl-inkılâb şuurundan pay alarak, kendi
mevzularındaki aksiyona yönelmeleri ve gerekeni yapmaları; (belki bir fikir birikimiyle Büyük
Doğu İdeolocyasının ruhunu kavrayarak "bilmeyi bilme" durumuna gelmek, ordan ilgi mevzuuna
yönelmek (pratik), pratiğin verileriyle vasıtanın deorisini zenginleştirme, o teroriyle tekrar pratik
şeklinde dış oluş vasıtalarını iş oluş destekleriyle beraber kuşatmak.)
· Biz bu şuuru, bir projektör gibi, değişimi gerçekleştirme (devrim) yolu üzerinde gezdirerek
çözümünü arayacağımız konuları işaretleyecek ve bunları çözmeye çalışacağız. (Şu anda yapılan
da budur ve görev sahamızı göstermektedir. Bu hem ideolocyadan hareketle (tümdengelimle)
düşünceyi kendi konusu yabancı (konudışı), rastgele gikir ve hareketlerin (bu niteliğinin)
gösterilmesidir. Misallendirmek gerekirse; tıp öğrenirken iktisatçı olma yolunda ilerlediğini sanan
şaşkın adamın durumu neyse üzerinde durduğumuz konunun dışındayken, kendini konu içinde
zanneden şaşkının hali odur.)

2) İDEOLOJİK EĞİTİMDEN GEÇME ŞARTI


· Bir mutlak Fikir bağlısının "öncü kadro" niteliğini kazanması için şahsında gerçekleşmesi
gereken "idrak" ve "irâde"nin ne olması gerektiği meselesi, onun, hem "insan olma memuriyetinin"
mahiyetini, hem de bu memuriyetin ayrılmaz sonucu olarak gerçekleştirmekle yükümlü olduğu
"yeni nizam-yeni insan" dâvasının nahiyetini kuşatır.
· Ne olmak ve neyi gerçekleştirmekle yükümlü olduğumuzu, içiçe bir bütün olarak
açıkladığımız zaman, "Mutlak Fikir ihtilâl-inkılâbını" gerçekleştirecek tipi çizmiş oluruz ki şu;
"Gerçek ve derin Müslüman, dünya ve insan kadrosunun bütün iş ve fikir muhasebesini
muvazeneleştirmiş, zimmet (sahip çıkacağı, koruyacağı) ve matlup (istenileni gerçekleştirici)
sütunlarını tam bir sıhhat ve mutabakatla (uygunlukla) karşılıklı mizana (ölçüye) sokmuş,
yapılacak ve yapılmayacak her şeyi tespit etmiş, bütün istikametleri keşfetmiş ve işaretlenmiş, bu
hayatın yaşanmak zahmetine değer bütün kıymetlerini tablolaştırmış, en uzak buğday başağının
ucundaki taneden, güneşin kalbine kadar nabız dinleme aletlerini her noktaya dikmiş ve her
unsurun gaye ve memuriyet sırrına ermiş, yeryüzüne ve madde alemine insan tahakkümünü ve
bunun muazzam cihazını azami istismar haddine yükseltmiş, idrak ve tekevvün (oluş) çilesini nihaî

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 11 of 35

hassasiyetle doldurmu, frenklerin (sajes) dediği nihaî vecd, zerafet, huzur ve kükûna varmış;
kısaca, insan başını sümüklü böcek kafasından ayıran tek haysiyetle, varlık sırrının bütün
şubelerini kahramanca kucaklamış, plânlaştırmış ve bunun insan cemiyetini teşkilatlandırmış,
kâmil insan örneğidir." (2)
· Buraya kadarı "Mutlak Fikir" ihtilâl-inkılâbını kimin temsil edebileceği davası... Bu yeteneğe
eriş sözkonusu olduğunda ise, insan ve toplum meselelerini "Mutlak Fikir"den hareketle ortaya
koymuş sistem -ideolocyanın kavranması, yani ideolojik etğim konusu ortaya gelir. Anlaşılıyor ki,
ortaya konmamış olsa idi bütün "Mutlak Fikir" bağlılarına düşen görev, inkılâbın fikir plânında
ifadesi olan ideolocya-sistemin ortaya konulması idi.
· Eğitime gelince... Kastımızı kültür (irfan) kavramına açıklık getirerek anlayabiliriz: "İrfan
arşın veya okka hesabıyla, bir şahsın yüklendiği kuru malûmat değil; sahibinde Fikir ve ruh
bünyesi haline gelmiş bilgidir. Gıdanın, döne dolaşa damarlarımızda kan haline gelişi gibi... Kimse
bize kilerdeki erzakı gösterip o mikyasta kan sahibi olduğunu iddia edemez. Kimse de kamus
ezberlemekle irfan sahibi olamaz.
Evet, evet; irfan, bilgi sahibi olmaktan ziyade, BİLİNEN ŞEYLER VASITASIYLA BİLME,
HASSASINA ERMEKTİR. Bilme hassasına eren, bilmediği şeyleri nde bir nevi alimi olur. Nasıl
ki, parası olan, satın almadığı şeylerin de bir nevi maliki sayılır. Demek ki, şu veya bu bilgi
malından ziyade, mallar arasında müşterek kıymet vahidi olan manevi paraya, yani ruh ve akıl
kıvamına irfan demek lâzım."(3)
· Görüldüğü gibi ideolojik eğitim; öğrenmek ve nasıl öğrenileceğini öğrenmekle; nasıl
öğrenileceğini öğrenerek öğrenmek gibi içiçe bir iş... Aksiyon ve Görev konusunda edğindiğimiz
gibi teori ve pratiğin verilerinin içiçeliği... (İdeolojik eğitimin rolünü "İhtilâl ve oluş tekniği"
konusunu incelerken daha net göreceğiz.)
İrfan kavramının açıklığa kavuşturulması ayrıca, "yetişmemiz gerek, öğrenmemiş gerek" gibi
tekerlemelerle, öğrenme ve yetişmenin mahiyetini belirtmeyen; böylece de insanımızı muâllakta
bırakan, öğrenmenin sınırsızlığı karşısında hiçbir zaman harekete geçemeyeceğini onun suuraltına
empoze eden, söylediğinin gafili ya da hainlerini de suçüstü yakalıyor.
· Yazılarımızın bütününden tütecek olan ideolojik eğitim konusunu, "Mutlak Fikir Sistemi" ve
"vasıta sistem"den geçerek ideolocyanın ne anlama geldiğini; "İdeolocya ve İhtilâl I." konusuna
bağlarken, bizzat ideolojik eğitimin içine giriyoruz. Mahataplarımız, anlamadığından (Büyük Doğu
İdeolocyasından) hoşlanmayanlar değil, anlamadan bu işin olmayacağını anlayanlardır.

3) "MUTLAK FİKİR SİSTEMİ" VE "VASITA SİSTEM"


· "Mutlak Fikir" sistemini hayata geçirmekten bahsetmek insan ve toplum meselelerine ait
konuların (tatbik konularının) "Mutlak Fikir"den hareketle çözümünü gerektirir. Tatbik konularının
çözümü ise, "düşünce faaliyeti" ile sonuçlandırılmış bir "tatbik fikri"dir. Burada dikkat edilmesi
gereken şudur ki; tatbik fikrini sistem çapında işleyen de aynı işi yapmaktadır ve kafalardaki
karışıklık da bu noktanın anlaşılmamasından doğmaktadır. Yakından bakarsak; sistem çapında
sonuçlandırma da, meselâ, "biz kaynaktan yapacağız" şeklindeki tek cümlelik sonuçlandırma da,
tatbik edilmesi gerekene nispetle, tatbik şekline ait bir fikirdir; tatbik fikridir... Tatbik fikri olmadan
tatbik olmaz.
Aralarındaki dağlar kadar farklı doğruluk ve haysiyet farkına gelince, bunu sistemin
tanımından verebiliriz: Sistem, kendisini teşkil eden unsurlarıyla, tezatsız bir terkep "tüm"
anlamındadır. Düşüncede kuruludur, ancak hayalî değildir. Tatbikle (pratikle) olan ilişkisine göre
de, gerçekleştirilecek olan ve gerçekleştirilenin kendisiyle kontrol edileceği modeldir.
· Bu tanıma göre, toplumsal sistem içindeki unsurları belirten konular, onun alt sistemleridir.
Ve bu alt sistemler. "Bütün"deki ipuçlarından hareket etmediklerinde, tek tek sistem belirtse bile
(ki bugün İslâmda devlet, İslâmda hukuk, İslâmda siyaset, İslâmda iktisat vs. şeklindeki çıkışlar,

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 12 of 35

konunun çözümü bir yana, o konunun çözülmesi gereken meselelerinin ne olduğundan bile
habersiz) yanyana getirildiklerinde, bir toplumsal sistem kıvam ve terkibi meydana getirmezler.
Terkip ve kıvamının ne olduğu bilinmeksizin unsurları rastgele karıştırmakla ekmek bile yapılmaz.
(Bu yüzdendir ki, Pakistan'da; İslâm'da devlet idaresi, İslâm'da ekonomi, İslâm'da siyaset vs.
gibi, her biri bütün sisteme bağlı, sistem ifade eden görüşleri yanyana sisteme bağlı, sistem ifade
eden görüşleri yanyana getirdikleri zaman, hepsi diğeriyle tezat teşkil ediyor ve sonuçta, iktidarı
eline almış iyi niyetli Ziyaü'l-Hak, lâfta İslâmî Devleti, gerçek İslâm Devleti haline getiremiyor.)
· İnsan ve toplum meselelerini "Mutlak Fikre" ve unsurlararası tezada düşmeksizin, tüm
(sistem) ahengiyle ortaya koymak sözkonusu olduğunda, bu tatbik edilmesi gereken (Mutlak Fikre)
nisbetle, vasıta rolü oynar; gayelerine yol verici vasıta... Mesele, vasıtanın gerekli olup olmaması
değil (aksi takdirde insanın düşünme faaliyetinin ne anlama geldiğinin ve mükellefiyetinin izahı
kalmaz), vasıtanın, vasıtalık ettiği gayeye göre değerinin ne olduğudur...

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1) İDEOLOCYA VE İHTİLAL I
I. İçinde bulunduğumuz anın ötesi, bizim için "bilinmeyen" bir "varolan"dır. Her an "yeni"
olan, her an "yeniden tamam" olan evrende, içinde bulunulan anın sonrası, insan tarafından
bilinemez. Galibi bilmek, her an hazır ve nazır olan; gaibin de hazır ve nazırı olan için
mümkündür.
İnsan hayatı -insan idrak etse de etmese de- duygu ve düşüncenin yönetimindeki faaliyetleriyle,
eşya ve hâdiseyi kendine maletme (zabıt) hareketidir. Bu norta, insana yaradılışında biçilen (görev)
memuriyettir.
II. Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olmayacağını, "mutlak" olmayan
düşüncenin de, evreni bütün olarak izah etmesi mümkün olmadığından "mutlak doğru"
olamayacağını biliyoruz. (Bk. Bütün Fikrin Gerekliliği S.M. Sayfa: 32-25) Böylece insanın,
bilinmeyen önünde durumu, kendisine gerekli olan bakımından "mutlak düşünce", yapması
gereken bakımından da "doğru düşünme faaliyeti" olduğu açıktır. "Din nasihattir" ölçüsü, dinin
eşya ve hâdiselerin zaptı için insana ölçüler verici olduğunu gösterirken; "din ahlâktır" ölçüsü,
yapılması gerekenin ruhunun "gerekli olana" uygun olabilmesi ölçüsünü verir.
III. I. Bölümü dikkate alarak; "eşya ve hâdiseler" zemininin sürekli yeni olması, eşya va
hâdiselerin zaptı "memuriyetinin de" sürekliliğini vurguluyor. Burada insanın rolünü öz olarak
ifade edersek: İnsan "hareket içinde hareket eden" bir görev yüklenmiştir.
IV. İnsan doğru düşünceden hareketle, doğru düşünce faaliyetinde bulunacağına göre, bu
noktadan çıkan tabii sonuç; düşünce faaliyetleriyle doğru düşüncenin zenginleşmesidir. Sonuçta,
başlangıç noktasının doğru ya da yanlış olabileceği bir yana, düşüncenin zenginleşmesinden
bahsetmek bilginin "mutlak" olamayacağını belirtmektir. İnsanın devşirebileceği mutlak bilgi
yoktur. Bilgi; "kurulan", özü ve kabuğuyla sürekli "zenginleşen", değişen, ya da belli bir ilerleme
sonunda prensip ve metodlarıyla "çöken" bir niteliğe sahiptir.
V. II. Bölümü dikkate alarak; "Mutlak Düşünce"den hareketin zorunluluğu belirtildikten sonra,
aydınlığa kavuşturulması gereken iki nokta ortaya çıkmaktadır. Birincisi; yukarıda (IV. Bölümde)
belirttiğimiz gibi, içi-dışı (kabul ve ruhu) ile zenginleşen bir doğruluk sözkonusu ise, o doğru
"mutlak" değildir. Hayatın hareketliliğine karşılık, mutlak bir fikirden bahsetmek, mutlaklık bir
yana, "hayat"a ters gelen (statik) bir şablonculuk mudur? Buna bağlı ikinci nokta; insanın, hareket
içinde hareket eden olduğunu söylediğimiz zaman, "Mutlak Fikir"den hareket eden insanın

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 13 of 35

düşünce faaliyeti verilerinin -Mutlak Fikre nisbetle- ne anlama geldiği dâvası...


VI. "Mutlak Fikri" tek harfinin değişmeyeceği fikrin "mutlak" olma vasfını söylediğimiz an
anlaşıyor. II. Bölümde, dinin bilinmeyen önünde -eşya ve hâdisenin zaptı için -insana ölçüler verici
olduğunu, bizzat "din nasihattır" ölçüsünün gösterdiğini belirtmiştik. Anlaşılıyor ki, "Mutlak
Fikir"den hareketle düşünme faaliyetinde bulunmadan bahsetmek onun kabuk ve klişelerini
geveleyici şablonculukla değil, kabul ve klişelerin çerçevelediği "ruhunu" özümlemekle
mümkündür. Düşünceyle fethedilmesi gereken alana girmemek, hele bunu hak adına empoze
etmek, "Mutlak Fikrin" inahiyetini sadece kabuktan ibaret gören şabloncu kafaların işidir. "Bu iş ne
akılla olur, ne akılsız" ölçüsü aklın at koşturacağı ve duracağı alanı ihtar eder.
Diğer yönüyle; "Mutlak Fikir"den hareketle çevreye açılındığı zaman (eşya ve hâdiseleri zapt
faaliyetinin verileri) "Mutlak Fikri" kabul ve ruhuyla zenginleştirici değil, insan zenginleştiği kadar
onun ruh ve hikmetlerinden pay alıcıdır. İşin çarpıcı olan yönü de budur; değişmez kabuktaki
cevherin, "hareket içinde hareket eden düşüncenin -düşünme faaliyetiyle devşirilen düşüncenin"
aslını, esasını, yerini ve değirini gösterecii, mizan (ölçü) üssü olması; eskimez, pörsümez, solmaz,
geçmez olamsı. Kısaca, gelmiş ve gelecek zamanın içinde olması. Mucize arayanlar bunu anlasın...
VII. Aydınlığa çıktı ki; "Mutlak Fikri" bilmek ve tatbik edebilecek duruma gelmek, ezbere
klişeleri bilmek (kuru kabuk bilgisi işi değil), bilmeyi bilici duruma gelmeyi; irfanı
gerektirmektedir. (Bk. İdeolojik Eğitim)
İrfan sahibi olmak; neyi niçin bilmesi gerektiğini, şuuru ile öğrenmek ve tatbik etmek için...
Tatbik etmek; hem aksiyon ifadesiyle konusunu aramak, öğrenmek ve düşünmek, hem de
öğrendiğini, düşündüğünü pratiğe geçirmek için...
"Akan su pis tutmaz" hükmünün belirttiği mânaya ters düşen şabloncunun, zamanı nefsinde
kokutan ve dâvayı içeriden çökerten durumu, ve "temizlik imandandır" ölçüsüyle mücerrette (de)
pisliğin hareketsizliği belirttiği, anlaşılmıyor mu? Ve tabii ideolocya manzumesi halinde
(ahenginde) içiçe düşünmenin doğruluğu ve zorluğu ile, şabloncunun işportacı şivesindeki
ucuzluk... Aradaki fark hecelenmiyor mu?
VIII. I. Bölümde belirtiğimiz; bizzat "Mutlak Fikrin" belirttiği, "İnsana yaradılışında biçilen
memuriyeti" gözönüne alırsak, bu memuriyetin her aydın geçinen "Mutlak Fikir" bağlısına
yüklediği görevin mahiyetini kavrarız. (Bk. Aksiyon ve Görev)
"Mutlak Fikrin" insan ve toplum meselelerini çözücü, yani "hayat nizamı" olduğunu
söylemiyor muyuz? Tekerlemeden esasa geçersek; önce dâva, onun insan ve toplumunu ideolocya-
sistem halinde (ahenginde) fikir ve ruh plânında halletmek; sistemini kurmak... Madem ki, insan
hareketin içindedir ve hareket etmekle yükümlüdür, o halde, onun "aklın duracağı ve at koşturacağı
alan" içinde, kuracağı ideolocyanın mahiyetinin ne olması gerektiği de ortaya çıkıyor; gelmiş ve
gelecek zaman boyunca toplum ve insan meselelerini "Mutlak Fikri" ölçüleri ışığında halledecek
insanı yetiştirme ve onun toplumunu kurma... Bu ideolocya, irfan kıvamına gelindikten sonra
kendisindeki ipuçlarından hareketle, "hareket içinde hareketle zenginleşecek olan" ruhtur,
sistemdir.
IX. Devam edelim; insan ve toplum meselelerini "aklın duracağı ve at koşturacağı alan"
çerçevesinde ele almış, İdeolocya iddiasındaki bir mütefekkirin, doldurmakla yükümlü olduğu iki
saha diyalektik ve ahlâktır. Yani evren önünde benim ne olduğum "ahlâk" ile "aklın", "nasıl" ve
"niçin" dâvası...
Böylece "Mutlak Fikri" hayata hâkim kılma işinin, "ideolocya" plânında ortaya koyulduğu
söylendiği zaman eleştiriliş biçimi de ortaya çıkıyor; diyalektik örgüsündeki tutarsızlık, insan ve
toplum meselelerinin ne olduğunu bilici bir idrak seviyesinden yoksunluk, yapılması gerekenin
ruhunun, "gerekli olana" (Mutlak Fikre) uygun olmaması vs. Bu meseleyi ayrıca ele alacağız,
ancak şunu hemen belirtmeliyiz ki: "Mutlak Fikirde idare biçimi yok, idare ruhu vardır"
doğrusunu, muğlak ve müphem bulan ahmak, "Mutlak Fikri" hayata geçirmekten bahsedildiğinde
bundan şablonculuğu anladığını ortaya koyuyor. "Küllü cahilin cesur" hikmetini tarlayınız. Cahili

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 14 of 35

olunan konuda, cehlini bilmekten büyük meziyet olamaz.


X. İdeolocyayı ihtilâle bağlamanın kavşağında, son bir deyiş; kendini, "gelmiş ve gelecek
zaman boyunca bütün eşya ve hâdiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı halinde düğüm
düğüm çerçeveli bin manzume... Yekpare inanış, görüş ve ölçülendiriş manzumesi" olarak takdim
eden ideolocyanın, "Orkestra, Senfonya ve Biz" başlığı altında, "bu dünya görüşü, sadece saf ve
gerçek İslâm ruhunun, dünü, bugünü ve yarını, hakları, hakikatları ve tecrübeleriyle bütün doğu ve
batı dünyasını kucaklamış olan dâvasından ibarettir" iddiası, kabul edene de etmeyene de aynı
başlık içinde şunu söylüyor; "Eğer bu dâvayı bütünleştirebiliyorsak, bizi ayakta ve saygı ile
dinleyiniz; iddiamıza rağmen maskaralaştırıyorsak, maskaraların âkibetine mahkûm ediniz!!"...
Büyük Doğu İdeolocyasi, muhteviyatıyla bui dâvayı bütünleştirebiliyorsa, bi ihtilâl-inkılâbın
ifadesidir. Değilse, ne insan ve toplum meselelerini bilici, ne de "Mutlak Fikir" çerçevesinde
bunları çözebilecek bir seviye belirtmeyen bir şarlatanlık örneğidir. İkincisini "acaba" olarak bile
belirtmek büyük bir ahmaklık örneği sayılabilecekken, açıkça belirtmenin gayesi, gerçekte Büyük
Doğu etrafındaki ahmaklıkları teşhir ve teşhis etmek içindir. Kunumuz içinde buna parça parça
değindiğimiz gibi, bütün konularımızda da değineceğiz.
XI. "Bir bünyenin, kendi içinde, kendi öz nizamını sarsıcı ve yeni bir nizama yol arayıcı her
hareket, ihtilâldir ve bu davranış, içi beşeriyet kadar kalabalık tek fertten, üç beş kişilik aileye,
sekiz on ailelik kabileye ve koskoca cemiyete, hasılı topluluk belirten her varlığa kadar, esasta ve
mücerrette birdir" (İhtilâl N.F.K. S. 4) Büyük Doğu ideolocyası bu mâna çerçevesinde bir ihtilâl-
inkılâp ifadesidir.
XII. Anlaşılıyor ki, "Mutlak Fikri" hayata geçirmekten bahsedenlerin, ortaya konulmamış olsa
idi ilk işi, ideolocyayı ortaya koymaları idi. Sistem ordaya konulduğuna göre, üstlerine düşen
görev, sistemden hareketle, hareketin sistemini (hareket sistemini) ortaya koymak...

2) İDEOLOCYA VE İHTİLAL II
· İhtilâl... İnsan ve toplum için ihtilâl, "şuur"un bozuluş ve yıkılışını belirttiği gibi, bunun dış
plândaki tezahürlerininin anlamını da kuşatır. Şuurdaki bu bozuluş ve yıkılış tohumun çatlaması ve
ağaca doğru gelişimi şeklinde bir oluşum süreci belirtebileceği gibi, tam tersi; statikleşme ve
kabuklaşma süreciyle bir çürüme ifadesi de olabilir. Birinci durumda "eşya ve hâdiseye ait yeni
verilerle şuurun muhtevasının zenginleşmesi" neticesi bir inkılab (oluşum)dan bahsedilirken, ikinci
durumda; eşya ve hâdiseye ait yeni verilerin "şuur" terkibinde yeni terkibe ulaşmaması ve çözülüş,
ya da, eşya ve hâdiseler karışsındaki "sağır" şuurun, "zapt" görevini yerine getirememesi;
kabuklaşma ve çürüyüş vardır. Birincisiyle "müsbet" ikincisiyle "menfiliği" gösterici iki yön...
· Bir dünya görüşünü, hayata geçirmekten bahsedildiği an, söylemek istenen şey, "sistemi"
yaşanana gerçek kılmayı istemek değil midir? Böylece toplumsal plânda mevcut düzeni ve rejimi,
"yeni için yıkma" olarak ihtilâlın, gayeye nisbetle vasıta değeri taşıdığı anlaşılır; dünya görüşü,
ihtilâlin "niçin"ine cevaptır; vasıta anlamında ihtilâl ise, kendi başına "nasıl" konusu... Buradan
çıkan tabii sonuç, "nasıl" ihtilâlden önce, mutlaka "niçin" ihtilâl ve "vasıtanın mustakil değer"
belirtmeyeceği gerçeğidir. Bu mânasıyladır ki, ihtilâl, inkılabın (oluşumun) mânasını da kuşatır.
İkisi arasındaki soylu ve özlü ilişkiye gelince, şu: "Üstün mânasıyla inkılab vasıtası ihtilâl, vasıtalık
ettiği gayeye göre kıymetlenir. Gaye, ulvîlerin ulvîsi Allah yolu olunca da, yığınların bazan hiç ve
bazan hep, bazan bâtıl ve bazan hak yüzünden birbirine girmesinden ibaret vasıtayı mustakil değer
kabul etmez. Vasıtayı hangi şekilde bulursa onda kullanır ve inkılab ismini alır." (1)
· İhtilâlin şuurdaki (iç) ve buna bağlı vasıta olarak (dış) anlamı arasındaki ilgiyi kavramak,
gerek "iş ve hareket kültürü" açısından, gerekse durum değerlendirilmesi açısından önem belirtir;
vasıta anlamında ihtilâlin "sistem şuuruna" bağlı siyasî bir biçim olması noktasından; "siyaseti",
sistemin vasıtası kılıcı davranışlarla, sistemi, "siyasetin" vasıtası kılıcı davranışları farketmek
lâzımdır.

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 15 of 35

Birincide, yürüyen şuur sözkonusudur; bizzat iç oluşun el atma borcunu yüklediği, dış oluş
vasıtasının kullanılışı.. Bu anlamda için siyaset (ve ihtilâlin) anlamı, "şuurun" "zapt" fonksiyonuyla
aynı...
Diğerinde:
Ya, hayatın bütün şubelerine zerre zerre geçirilebilecek tamamlıktan mahrum (hayatın çarptığı)
bir sistem sözkonusudur; bu durumda, sisteme bağlı siyaset değil, sahte mânalandırmalarla
sistemin siyasete göre yorumlanması vardır...
Ya, (özellikle gençlik plânında) kendi ifadesini bulamadığı toplumsal "şuur" ve " kuruluşlara"
başkaldıran ve bunun için de kendini toplumdan ayırıcı "ayrı bir tür" görünümüne hizmet eden
(fikri, çözümden çok yıkma arzusuna hitâp eden) ihtilâlci düşüncelere kaymak sözkonusudur;
fikrin ihtilâli değil, ihtilâl için fikir...
Ya da, sistem muhteviyatının (şuurunun) mevcut toplumsal şuur "süzgeci" ile anlaşılması
sözkonusudur. Bu durumda "sistemi" hayata geçirme niyetiyle bilmeksizin sadece siyaset
yapılmaktadır. (İdeolojik eğitimin şart olduğunu gösteren durum)
Vasıtayı gayeye tercih edici veya vasıtanın taşıdığından habersiz tutumları, şu hükmümüz
çerçevesinde ve hepsinin pay alabileceği biçimde belirtelim; "Fikirsiz ve meselesiz, kafasında bir
mimarî hayali olmadan, sırf yıkmak için yıkma, yahutta, birşeyler yapabileceğini sanıp da yıkmış
olmaktan ibaret kalma davranışları, ne üzerlerinde fazla konuşmaya, ne de sivrisineklere sıkılacak
filit ilâçlarından başka mukabeleye değer şeylerdir." (2)
Görüldüğü gibi ilk iş, YENİ BİR DÜNYA GÖRÜŞÜ VE BUNUN TARAFTARLARINCA
ÖZÜMLENMESİ...
· Burada, düzenin ve rejimin devlet karekterini belirttiğini anlamaksızın, ve düzeni değiştirmek
için yıkmakla (yeni bir düzene geçmekle), yapı ve müessese olarak yeni bir devlet terkibine
geçildiğini bilmeksizin, "düzene hayır, devlete evet" demenin hiçbir mâna ifade etmediğini
belirtelim.
Şöyle ki; devlet, "olsun mu, olmasın mı" şeklinde bir tercih konusu değil, insanın sosyal olma
özelliğinin, aksi mümkün olmayan sonucudur. Kendilerini sadece fikirsiz slogan seviyesinde
ortaya koyabilenler, gerçekte bilmeksizin, devleti kaldırmak bir yana faşizmin rüyası "devlet için
insan"ı en keskin şekliyle yaşayan ve böylece de marksizmi yalanlayan dmarksist pratiğin sadece
reaksiyonu olmaya devam ediyorlar. Diyeceğimi şu ki bunlar; varlıklarını fosilleşmiş bir
düşünceye reaksiyonla ortaya koyabilenler ve gerçekte fosilleşmiş düşünceyi "taze tez" gibi
yaşatanlardır. Oysa doğrusu insana yaradılışında biçilen "tesir etme kuvvetinde eser" hüviyetine
uygun olarak ve gayelerin gayesi... gözönünde tutularak, "önce devlet değil", insan -memuriyetine
uygunluk- için devlet...)
· Sistem şuurunun kuşanılması ve sisteme göre yorumdan bahsedildiğinde, duygu ve düşünceyi
kendi terkibine katacak ve kendi "rengine" süzen "şuur süzgeci" ile, bunun sonucuna verdiğimiz
"yorum" kavramının açıklığa kavuşturulması gerekir.
Yorum; "hayatın, hükmün, kaidenin (vs) ruh ve düşünce yapısıyla mânalandırılması işlemidir",
dediğimiz zaman, hayatın, hükümün, kaidenin geçecek ve geçmeyecek yönlerinin, "şuur
süzgecine" göre belirlendiğini belirtmiş oluruz.
"Şuur süzgeci" ise, toplumda karşılıklı etkileşimle (etkileşim ruh ve düşüncedir) belirlenen ve
böylece üyelerine belirli akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran ve yeni doğanlara kendini empoze
eden toplumsal bir olgudur. Yakından bakarsak; insan, duygu ve düşünce yapısı ve kapasitesi
çinde, kendini çevreleyen "çevre şartları" ve "ilişkilerin" onda ulaştığı terkip (şuur), onun yetiştiği
ortamın "duygu ve düşünce yasalarını" göstericidir. Bu "duygu ve düşünce yasaları" ise, tahlil ve
araştırmada (yorumda) onun yapısını gösterici bakış açısıdır, objektifidir. (Toplumsal şuuru
iktidarın kaynağı ve niteliği konusunda "Millet egemenliği", "halk iktidarı" kavramlarına gidici

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 16 of 35

görüşler çerçevesinde anlamadığımızı belirtmiştir (bk. Bütün fikrin gerekliliği -iktidar- siyaset
(eylem) (iktidarın kaynağı).)
Bunun sonuçlarını konumuş içinde şöyle değerlendirebiliriz: Doğru düşünce olmadan doğru
düşünme faaliyeti olamayacağı gibi, yeni bir "şuur" terkibi ifade eden sistem olmadan "şuurun"
kendisini belirleyen unsarları eleştirmesiyle, giderek kendi "yapı ve biçimini" eleştirmekle o şuurun
bakış açısı dışına çıkılmaz. Kısaca "şuurun" kendisin eleştirmesi de leşetirdiği sözgeçten
geçmektedir. Bu yüzdendir ki Batı toplum yapısını; Hristiyan ahlâkı, Roma nizamı ve Yunan aklı
şeklindeki toplumsal "şuur süzgeci" bunları eleştirmekle bunun dışına çıkmamaktadır. Bu
sebeptendir ki, görünüşte birbirine zıt komünizm, faşizm, kapitalizm vs. şeklindeki (ekonomik,
siyasi, iktidasi) farklılaşmaların temelde aynı olduğunu söylüyoruz.
Diğer taraftan, ihtilâlci gözüyle baktığımızda, "toplum" ve "eğitimin" insana belirli akıl ve
duygu alışkanlıkları kazandırması açısından, ilk iş olarak bunun (toplumsal "şuur süzgecinin")
kafalarda değişiminin ilk şart olduğunu görürüz. (İdeolojik eğitim dediğimiz şey) Yanu bağlı
olunan "sistem şuurunun" tüteceği akıl ve duygu alışkanlığının kazanılması... Bu işin en zor tarafı
olduğu gibi, hem ihtilâli gerçekleştirmenin ilk şartı hem de bizzat ihtilâlin yapılışının sebebi
(gayesi)... Aynı şekilde "öncü" kadronun ne demek olduğunu ve öncü kadrosurun "gerekliliğini"
gösterici...
· Mevcut toplumsal "şuur süzgeci" ile "Mutlak Fikri" yorumlamanın en çarpıcı örneği ise,
materyalist donelerle düşünülmeye başladığı zaman (sistem plânında kaçınılmaz olarak) ortaya
çıkan "sınıfsız toplum" idealinin (hayat tarafından çarpıldığını anlamaksızın) "Mutlak Fikre"
yükleniş işgüzarlığı...
Sınıfsız bir toplumdan bahsedildiğinde, ("İdare eden, iadere edilen" ayırımına dair, "adalete"
dair, "işi ehline vermeye" dair, "takvâya üstünlük" tanımaya dair, "bilenle bilmeyeni", "çalışanla
çalışmayanı" bir tutmamaya dair... vs.) hayatın bütün şubelerine ait ölçüleri (denge) ahenkte
birleştirici ölçüler manzumesine ters düşüldüğünü farketmeyenler...
Aynı tavır anlaşılmayan bir konu ortaya geldiğinde bu sefer de tersinden ortaya konulmaktadır:
Önce... Bilinmeyen herhangi bir konu ortaya geldiğinde, bunu "İslâm dışı" diye nitelendirmeyi âdet
haline getirenler, böylelikle "Mutlak Fikrin" o konuyu anlatamayacağını söylemiş olumuyorlar mı?
Bunlar matbaaya "gavur icadı" diye karşı çıkan keskinlerle (!) aynı soydan... Sonra: "İslâm dışı"
olan konu değil, ancak konunun yorumu ve değerlendirmesi olabilir ("İslâm sınıfsız bir toplumdur"
yorumunda olduğu gibi).
Şu iyice bilinmelidir ki; insanoğlunun her gün ber şubede meçhuller âleminden devşirdiği
hiçbir bilgi ve karşısına çıkan hiçbir "mesele", "İslâm dışı" olarak değerlendirilemez. Çünkü insan,
"yaratıcı" değil, "yaratılanı keşfedici"dir; "hikmet", insanın varlığıyla Allah'ın yarattığı... Diğer
sistemlerle ayrılığımız da keyfin, "nihai hedef" noktasından nitelendirilmesi üzerinde çıkar. Bilim
ve hikmet plânındaki uygunluklar "yitik malımız" olarak bizimdir... Konu bizim açımızdan yanlış
bir terkip belirtiyorsa bizde yeni bir terkibe kavuşturulmalıdır (Gözümüzü yummak değil)... Çözüm
getirilmemiş bir mesele sözkonusu ise, bizzat yaradılış görevimiz olarak çözüm getirme
mecburiyeti.. vs. "Körün kadına bakmamasında sevap yoktur" büyük hikmeti de bu konuya ait...
· Yorumun "nihai hedef" noktasından yapılmasına dair...
Gayemiz, gayelerin gayesi olarak Allah'a varmak... Memuriyetimiz eşya ve hâdiseleri "zapt"
etmek... Yapımız tabiat plânı karşısında ifadesizlik ve tesir edici eser olma (Halifesiz). İnsanlar
olarak "nitelik" ve "cins" ifadesiyle çoklukla ifadeliyiz. (Bu yüzden "üyelerinin" farklılaşmanın
doğurucusu; değişik prensipler ve metodlar içindeki faaliyetlere içeren "şuur" özelliği olmayan
hayvan sürülerinden ve ilişkilerin belirleyicisi olan "yapı" ve "müessese" şeklindeki oluşlar insan
toplumu için var; hayvanların işgüdü sınırındaki değişmez "sürü" ilişkilerine karşılık insanda
"şuur" özelliğeyle "kurulacak", "yıkılacak", "değişecek" toplum sözkonusu...) Bu tesbit bizi gayet
açık bir şekilde "unsur olmadan terkip olmaz" mortasına getiriyor; bu anlam içinde "şahsiyetçiyiz".
Ancak sistem olarak "toplum mu" yoksa "fert mi" tercihinden âzadeyız... Ve "nihai hedef"
açısından bizim anladığımız toplum, gayelerin gayesine gidici insan ve (bunun içinde) onun

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 17 of 35

toplumu... Bütün toplumsal "oluş" ve "kuruluş"lar (düzen, devlet, rejim vs.) bu memuriyetin
yerine getirilmesi çerçevesinden bir mâna...
· Buraya kadar anlatılanlardan "insan" ve "toplum" (ayrı fikre bağlı olanlar) için "dış" mücadele
sözkonusu oldu mu, bunun "iç" olgunluk şartı ile yerine getirilebileceği anlşıldı; "İdeolocya" ve
"ihtilâl" arasındaki ilgi de...
Hülâsa edersek: İç oluş, ihtilâl-inkılabın ilk şartı; iç oluş sağlanmadan "dış" oluşa geçilemez.
"Su bulunmadan boru döşenmez"(3)... Görüldüğü gibi "sistem şuuru"na bağlı olmayan hareketle,
"dış" oluşa ait vasıtayı izahsız iptal edici tutm bizzat "iç" oluşu karartıcı bir mâna taşıyor. Dış
kendini içle ifadelendirmek zorunda olduğu gibi "iç" de ifadesini ancak "dış"la bulur. (Bunun
dışındaki bütün tutum ve hareketler "hareket için hareket" esprisi içindedir)
Bununla ilgili olarak...
Geniş bir cephe üzerindeki mücadeleye, vücudun organlarını kendine bağlayıcı olma gibi,
merkezî bir görev yüklenmmiş olanların "yayın organı" da, "şuurdan harekete, hareketten şuura"
doğru bir süreçte, "bütün üzerine örtülü parça görevi" içindedir. Gerektiği yerde gerekeni yapmak
noktasından dikkat çeilecek husus; bu iş, "bütün iş kültürü", "oyuna gelmemeye" ve "bu iş
edebiyatla olur"a ayarlı bir nesil kalıntılarının, akıl yaşı geri kalmışların, ya da, ortaya tavır
koymaktan çok, sümüklü çoçukların ekranda kafaları görünsün diye kamera karşısında birbirlerini
itmesine benzer tavırlı "fikir miskinleri"nin, ya da, korkaklığını fikircilikle(!) maskelemeye kalkan
"miskin fikirci"lerin işi değildir. Bunlar düşünerek yazan değil, yazmaktan düşünmeye fırsat
bulamayanlar, korkaklar, şakşakçılar ve menfaatçılar sınıfı... Ortak çizgileri de parsaya göre
meyledici ve olamadığını örtmeye çalışıcı bir mizaç içinde... Ve topuyla imha hedefi ("Kesin tavır"
alma konusunda tekrar değineceği)
Son söz; bir ideolojiye bağlı olduğunu söyleyip de, geleceği, şimdinin geçerli görüşleri
açısından değerlendirenler, kendi nizamını bir inanç olarak iştiyakla değil, her geleni kabul edici
ruh çizgileriyle ancak "kabulcü" olarak beklerler. Güdüklük de burda...

3) İDEOLOCYA VE SİYASET
· Duygu ve düşünce olarak yöneldiğimiz -kendi dini insana empoze ede8n- eşya ve hâdiseler,
cevaplarını, kendilerine sorulan suallerin "mahiyetine" göre verirken, gerek verdiği bilginin (konu)
şekli olarak, gerekse bir konunun "değişik görüş şekilleri" ile ele alınışı olarak, bir tasnif içinde;
hikmet, ilim ya da "otomatlaşmış iş" ve "malzeme" çğrçevesindedir. (Şuur aksiyonunun tespit,
teşhis, tahlil, terkip, düşünme, duyma vs. tarzındaki "operasyon" şekilleri ile "konuları" ve
"meselelerin ele alınış" biçimlerini bu şekilde ayırmak, konuya yaklaşan şuurun ağırlıkla ifadesini
nerede bulduğunu gösterirken, bir işte "ehliyetinini tâyinine" ait ölçüyü de verir.)
· Aksiyonun "inanç" halinde fikir olduğunu ve "fikirsiz aksiyon olmadığı gibi, bir fikir(in) de
alelâdeler serisi içinde otomatik hale getirildikten, bu türlü dondurulduktan, hudutlu ve şuursuz bir
iş ifadesine büründürüldükten sonra aksiyon olmaktan"(4) çıkışını gözönüne alırsak; malzeme
tespiti ve otomatlaşmış iş "teknik" ifadesinde... Mevzuuyla kayıtlı olarak malzemeden sağlam bir
senteze (terkibe) varma işi "ilim" ifadesinde... Bunlardan pay alarak (Bk. İrfan) bilinmeyenin keşf
işi "hikmet" ifadesinde... Birinde "olan"ı gözlem ve "otomatlaşmış iş" olarak kuru akıl, diğerinde
konuyla kayıtlı sınırlı idrak, diğerinde ise büyük "ruhu" parıldatıcı idrak sözkonusu. O halde bu üç
görüş şekline göre de ele alınabilecek olan siyaseti "hikmet yönünden ele alınabilecek olan siyaseti
"hikmet yönünden ele alan, onu, kafasındaki tezatsız ve her örgüsü tamam bir dünya görüşüne
nispet eder. ilim gözüyle yoğuran, vakıaları sağlam bir (sentez) halinde kaymet hükümlerine
bağlar. Teknik bakımdan inceleyen de, sadece malzeme ve ham madde verir ve gerisi için tasa
çekmez."(5)
· Siyasetin "ilim" ifadesi ve olandan hareketle, olması gerekeni "keşf" ve beklenmedikleri
"zapt" işi olarak "hikmet-samat" şekline geçmeden önce, siyaset, siyasî fonksiyon, siyaseti

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 18 of 35

doğurucu unsurlar arası ilişkilere ve sonuçlarına bakalım...


Siyaset, kendi başına bir konu olarak ifadesini "iktidar çevresinde" ve "idare eden, idare edilen"
ayırımında bulur. Bir konunun şartlarından sonuç çıkarma işlemi olarak da bir düzenleyiş ve
tertipleyiş mânasınadır.
Siyasî fonksiyona gelince... Bir toplum, "insan" unsurunun terkibini belirtir. Toplum, unsurdan
terkibe, terkibden unsura şeklinde zincirleme bir etkileşimi gösterici oluş... Ve insanları, benzer ilgi
ve ihtiyaçları ve farklı fonksiyonları ile birleştiren -iç ve dış şartların meydana getirdiği- sürekli
değişen sosyal ilişkiler özelliği ile toplumlar olmasaydı, insanın sosyal davranışlarıyla ilgili "oluş"
ve "kuruluşlardan", "kuruyucu", "düzenleyici" ve "yönlendirici" rolü (fonksiyonu) ile siyaset,
toplumun "özü" ve "yapısı" icabı...
siyasetin anlamı ve fonksiyonunu birlikte değerlendirirsek; kendi başlarına bir konu olarak;
insanın sosyal davranışlarının belirttiği konular, (hukuk, iktisat, siyaset, sosyoloji vs.) onun
tarafından yönlendirilen unsurlar... Bu unsurların her biri de kendisini belirleyen unsunların
düzenleniş ve tertipleniş ifadesi... Sonuçta hepsi insan şuurunun tezahürlerini gösterici. Kısaca
siyasetin insanın sosyal olma özelliğinin sonucu olarak doğduğunu söylerken, şuurun operasyon
şekilleriyle belirlenmiş "tezahürlerin"de, insanın "ben şuuru"nu işaretlediğini gözden kaçırmamak
lâzım.
Görüldüğü gibi siyaset, iktidar (karar ve yetki) alanı içinde ve, "idare eden - idare edilen"
ayırımına göre, toplumsal unsurları kuşatıcı (her biri kendini tecrit ve teşhis etmiş) unsurların ayrı -
usul, metod ve kurallarla düzenlenişi- özelliği ve bunun da gayeye nispeti içinde "iç"e doğru, toplu
ve merkezî olara belirtilemez.
Anlaşılıyor ki, siyaset toplum için, "iç"e ve "dış3a doğru varılacak hedef doğrultusunda,
yönlerin tespitinin sonuçlandırılışı gibi bir aksiyon ifadesi; fikri, hayata geçirmenin manivelası ve
sisteme bağlı bir şube...
· (Mücadelemizde, insan ve topluma ait her meseleyi kendi dünya görüşümüze göre
çözümleme, ve bunu talep edici siyasi davranışa yöneltme şuuru olmaksızın yapılan her faaliyet,
şahsi tatmin çerçevesinde kalmaktadır... Kendisine vurulacak boyunduruğa giden yolda,
dışımızdakilerce değerlendirilecek malzeme...)
· Siyaset ilmi...
Pratik siyasetin ve siyasî olayların (malzemenin-vakıanın) tespit ve teşhisiyle, kendi usul ve
metodu içinde; "ayıklamak, nitelendirmek, derecelendirmek ve sebep-netice bağlantısıyla" sağlam
bir terkibe (senteze) varma işi... "Hikmet" plânı için kendisinden pay alınması gereken ve onun
tarafından beslenen...
"Hikmet-sanat" anlamıyla siyasete gelince...
Düzen (ve rejim) plânına geçmiş ve geçmemiş şekliyle bir sistem (şuur) söz konusu olsun...
Birinde yerleşik toplum düzeni gayesine (dünya görüşüne) bağlı, diğerinde, rejim ve düzen plânına
görüşüne) bağlı, diğerinde, rejim ve düzen plânına geçme gayesine (dünya görüşüne) bağlı bir
yönlendirme sözkonusu. Aksiyonun şuura bağlı işten tüten genel hüküm olduğunu hatırlarsak,
siyasetin bir dünya görüşüne (sisteme) nispet edilmesi gerektiğini de anlarız; siyasetle ilgili, oluş,
kuruluş ve hareketlere rengini (karakterini) sistem verir. Soylu anlamında siyaset budur; gerisi
miskin günlük itiş kakışların adı... Sisteme nispetle ele alınan (sistem içinde izahını bulan) siyaset,
"hikmet görüş şekli" ile ele alınan bir irfan kıvamını belirtir. Bunun tatbiki işinde (pratikte)
beklenmedikleri "zapt" işi olarak da sanat...
· Konumuz içinde "ilim" ve "hikmet-sanat" arasındaki ilişkiyi açıklayabilir ve bunun ideolocya
(sistem) ile arasındaki münasebeti kavrayabiliriz; "ilim, kanunlarını mücerret tefekkürden alıp,
onları bir takım sûrî (görünür) nisbetler içinde kalıplaştırma; sanat ise, "büyük mücerret" peşinde
ebedî bir arama ve kalıptan kaçınma işi... Birini akıl, öbürünü ruh besler. Anlamayla, yahut
anladığını sanmayla, sezme bedâhat duygusu içinde kâşifliğe erme arasındaki fark...

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 19 of 35

(...) Dâvasını ve rüyasını maddeye nakşetme cehdini besleyen her fert, kuru ölçü âleti akıl
hesaplarından önce, bilinmedik ve beklenmediklerin mevcelerini zaptedebilme mânasına bir sanat
belirticisidir ve onun eseri, önceden ve mânalar âleminde bir ihtilâldir. İş, o mânaların madde ve
halerekt zarfı içinde billurlaştırılmasına (aksiyona) gelince o da ayrı bir sanatla birlikte ilim...
Saf sanatlar müstesna (aksiyon) işindeki sanata, öz ilminin müntehasındaki (niyayetindeki)
mârife diyebiliriz; ve bu mârifeti, kitle idareciliğine ait her yerde buluruz."(6)
· (Böylece Büyük Doğu İdeolocyasının hayatın çeşitli şubelerine ait konuları öz ilminin
müntehasında ele alan ideolojik birimler manzumesinin terkibi olduğunu da anlıyoruz. Ayrıca
buradan çıkacak başka bir pay; mücerret tefekkür isidadını kaybetmiş bir şuur önünde, gerek
"Mutlak Fikrin" öğrenilişi, gerekse eşya ve hâdiselerin değerlendirilişi, "kuru klişe bilgisi" ve kuru
tespit çerçevesinde, şahsıyla beraber "malzeme" değerindedir. Mücerret tefekkürden suyu kesik
ilimse bunlar elinde otomatlaşmış "kuru kalıp" tekrarlarıdır. "Sine karartmak isteyen tesirler evvelâ
sende mücerret fikir istidadını, yani varlık şiarını körleştirmekle işe girişti. Bunu düşün!"(7)
· Siyasetin gaye noktasından değerlendirilmesi ve gayeye nisbeti içinde, "dış oluş" vasıtalarını
"iç oluş" destekleriyle kuşatmak olarak ele aldığımızda, "Mutlak Fikri" hayata geçirme niyetiyle
yürütülen iktidar niyetli siyasetin, "siyaset için siyaset mi?" (hareket için hareket mi?), yoksa, "fikir
için siyaset mi?" (fikir için hareket mi?) olduğunu, arkasında düşünme olup olmamasına ve
hareketin onun karakterini (amelin ilme uygunluk) taşıyıp taşımadığına göre anlarız.
(Burada yeri gelmişken bir noktayı açıklayalım: Dikkat ediliyorsa aynı "mesele" değişik
konular içinde, o konuya göre tekrardan ele alınmaktadır. Meselenin değişik açılardan ele alınarak
sindirilmesini sağlamak için... "Mutlak Fikir"den düşünme faaliyetiyle "bir dünya görüşü"
terkibine ulaşmanın gerektiğini izah etmemize rağmen, düşünme faaliyetinin "sonucunu"
muhteviyat olarak eliştirme yerine, düşünme faaliyetine karşı çıkan, ve bunu yaparken de, inasını
hayvandan ayırıcı özelliği ortadan kaldırdığını farketmeyen, önce şunu analısın: "Doğru düşünme
olmadan doğru hareket olmaz" hükmünde "hareket", "ben şuuru"na bağlı "duygu, düşünce ve iradi"
faaliyetlerin anlamını kuşatır. Düşünceden pratik, pratiğin verileriyle tekrar düşünce, düşünceden
hareketle tekrar pratik(....) şeklinde her basamak üstüne göre doğru düşüncenin "faaliyeti", alt
basamağa göre de gerekli olan "doğru düşüncedir". "Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce
faaliyeti olmaz"ın bizi götüreceği nokta ilk doğru düşüncenin ne olduğu meselesi ve
peygammberler olmasa medeniyet olmazdı, noktası. (Bu ayrı bir konu).
Kısaca; "doğru düşüncenin" gerekliliği; doğru düşünme faaliyetiyle, doğru düşünce
"sonuçlandırması" yapmak ve iradi faaliyette bulunmak için... Bura göre biz "İslâm ölçülerine göre
hareket edeceğiz" diyenler arasındaki "mesele" kimin doğru düşünme sonuçlandırması yaptığı
noktasında... Yani "Mutlak Fikri" devlet, düzen, rejim plânından, saçmasapan makalelerine kadar
hepsi, tatbik edilmesi gerekene (Mutlak Fikre) nesbetle tatbik fikri... Burada tatbike ait düşünceleri,
(yani kendi fikirleri(!) ile Büyük Doğu İdeolocyasını) karşılaştırmak yerine, meseleyi "Mutlak
Fikir" mi, yoksa Büyük Doğnu İdeolocyası mı, tercihi şekline döndürmek, düşünce faaliyetinin ve
kafa yapılarının kalitesini gösterici...
"Meseleleri" halletme iddasındayken, "düşünme faaliyeti nedir?"; "aklin bizdeki yeri ve değeri
nedir?"; "insanın temeldeki varolma isteğiyle ilgili olarak yöneldiği, gayelerin gayesi yolunda, akıl
ve ruh yolunun; o yola nispeti nedir?", "ahlâk mı fikri doğurur, fikir mi ahlâkı doğurur?" vs.
şeklindeki, temel "meseleler"den habersiz olanlar önce bunları, sonra; ideolocya, sistem, rejim,
düzen vs.'yi öğrenecekler, sonra da; "meselelerin" halli etrafında söylenenlere varamadıkları için,
şimdi kullandıkları "akıl safsataları" lâfının ne kadar akılsızca olduğunu görecekledir. (Dikkat: Akıl
safsataları derken ne akılın, ne de safsatanın ne olduğunu biliyorlar. Bu yüzdendir ki, İmam-ı Şafi
Hazretlerinden, İmam-ı Gazali Hazretlerine kadar hepsini kendi demagojilerine alet ediyorlar.
"Demagoji" yani, işin aslını ve "ruhunu" saptırarak kelimelerin geliş ve gidişlerinden sahte mânalar
türetme...)
Evet... Tatbik sistemine nisbetle pratik ifade eden siyasi düşünce, izahını sistemden hareketle
sonuçlandırmaldır. Öyleyse arkasını bir sisteme dayamamış, parti, dernek vs. şeklindeki siyasi,

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 20 of 35

teşkilatlar (muhteviyatıyla kof) bir hareketin ifadesidir; faaliyetin muhtevası teşkilatın


karekterini ele verir.
· "İslâm inkılâbında siyaset, içeriye doğru, sadece olmak, dışarıya doğru da bu oluşu
tamimleştirmek gayesinin gerektireceği umumî tedbir dehası olarak ifade edilmeli; ve bu TEMEL
HAREKET NOKTASINA göre, programlaşmak, topyekûm usul prensibini belirtmelidir." (8)
Büyük Doğu İdeolocyasını hayata geçirme yolunda, bu temel hareket noktası etrafında; toplum
"şartlarına" göre belirlenmiş yönlerin tespiti işi, strateji ifadesinde, buna göre kısmîlik belirtici
kıvrılış ve bükülüşler de "taktik" ifadesinde... Burada şunu anlamak gerektir ki; Büyük Doğu
İdeolocyasına nisbetle pratik ifade eden ilgilenilen konu, Büyük Doğu İdeolocyasından kendi
ilerlemesi boyunca çıkacak problemlerin çözüm "şablonu"nu bulamaz. Büyük Doğu İdeolocyasını
bilgiler sıralaması olarak değil, kendisindeki ipuçlarından hareketle, konusuna yöneleni etkileyen
ve böylece ruh ve sistem olarak konulak içinde yürüten bir "irfan kıvamı" olarak anlamak lâzım.
· Bizim için siyasetin topluca anlamı; "siyaset, içeriye doğru, her çizgisi ve noktası tamam bir
ideolocya manzumesine dayalı bütün bir tekevvün (oluş-tamamlanış) işinin manivelâ dehasıdır. Bu
yüzden o; teker teker asli hamle ve hareket şubeleri içinde ifade edilebilir; toplu ve merkezî olarak
belirtilemez(....) islâm inkılabında toplu ve merkezî siyaset, ancak "haricî politika" ifadesiyle,
dışarıya doğru olanıdır." (9) Ve İdeolacyanın "kendini madde âlemine nakşetmekteki âlet ve usul
dehasına bağlı bir şubedi ri, o ruhun aşk ve feyz ile ışıldadığı müddetçe, daima ana kaynağını bütün
kıymet hükümlerini ve her türlü direktifini hazır bulacaktır."(10)

4) İDEOLOCYA VE YAŞAMAK
I) Yaşamak, temelde "varolma isteğine" bağlı ve yokluğa karşı çıkamışla ilgili
davranışlarımızın bütündür. Pratik fayda ve yarar anlayışı ile izah edilemeyecek bilgilere yönelişin
sebebi de budur. Bu isteğe bağlı davranışlarımızın (faaliyetlerimizin), karşılıklı etkileşim içindeki
"duygu, düşünce ve iradî faaliyet" şeklinde ayrıldığını, aynı zamanda; duygu ve düşüncenin dış
dünyanın uyaranlarına karşı "ben" irademizi gösterici tepkimiz (aksiyonumuz) olduğunu
söylemiştik. İnsanın "hakikati" arayışı ve bulduğu hakikatler çerçevesinde birbirleriyle ayrılık ve
farklılığa düşüşü, temeldeki bu varoluş isteğine bulunmuş değişik cevaplardan, "bilgi"dendir. bilgi
edinebilme ise ,duygu ve düşünce istidadı ve "şuur sözgecinin" belirlediği değerlendirmeyle ilgili...
II) Varoluş isteğimizle ilgili davranışların bizim kontrolumuz (irademiz) ve kontrolumuz
dışında olduğunu dikkate alırsak, insanlararası ayrılık ve farklılığın da "şuurumuz" ve "şuura bağlı
hareketlerde" olduğunu görürüz. Şuur yükselişleri ve değişikliklerinden meydana gelen bu
ayrılıklar ve farklılıklar, aynı zamanda, insan için yaşamanın (refleks ve içgüdü sınırındaki hayvan
yaşayışından farklı olarak) bir kültür (irfan) meselesi olduğunu göstermiş olur; YAŞAMA
KÜLTÜRÜ dediğimiz şey... İnsanda refleks ve içgüdü sınırındaki hareketler öğrenme ve etkilere
buna göre yön verebilmesi özelliği içindedir. (Bu yüzdendir ki, "iki insanın deneyleri tıpatıp özdeş
olamayacağı ve birbirinin, tıpatıp aynı iki beyin varolamayacağı için her bireyin sinir sistemi
kendine özgü bir biçimde davranır"). Burada insan topluluklarını birbirinden ayırıcı temel ölçünün
"yaşama kültürü" ayrılığı olduğunu, aynı dünya görüşüne bağlı insanların farklılıklarının da hayatın
değişik şubelerine yöneliş ve şuur yükseklişiyle ilgili olduğunu belirtebiliriz.
III) I. Bölümü dikkate alarak, İnsanlar "bilme" isteği bakımından temelde aynı sebepten hareket
ederken, "hakikati tersiyle de tecelli ettirici nasibin sahibi olarar", tek doğru yol ve sayısız yanlış
yol içinde kendi hakikatlerini gerçek kabul ederler. ("Hakikat yoktur" diyen, "yoktur" dese, o da
onun hakikati olur. Hakikatin dışına çıkmanın imkânı yok. Bu da Allah 'ın ince bir kemendi.
Şekspir diyor ki; "Hakikate mutlak zıt söz seylemek mümkün değildir." Bu insanoğlunun her
işinde, her davranışında çilesi... Nihayet bütün insanlık topyekûn müesseseleriyle bir şeye talip
Pörsümeyen yeni, bayatlamayan eski dâvası. Duraksızlık, ebedilik, geçmeyen an, solmayan renk,
kesilmeyen çizgi, batmayan güneş... Herkes bunu kendisinde zannediyor. Yol, her yolda gaye
bakımından budur. Fakat, hakikatte tek.. Tek olarak biz onun ismini söyleyebiliriz: "İslâmiyet"...
İlk peygamberden sonuncusuna kadar yol tektir ve budur. Bizim yolumuz da bu. Ama hakikatiyle

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 21 of 35

bu. Temsil mânasına değil. Bunun gayesi ebedi yeni ve ebedi ileri... Bir hadis meali
söyleyelim: "Bir günü bir gününe eş geçen hüsrandadır!". Bu hadîs kadar zamanın sırrını ifade
edebilecek hiç bir ölçü gösterilemez. Tek mesele yaşanmaya değer hayatı bulmak. Bütün dâva
burada)(11)
IV) Görüldüğü gibi ideolocya ve yaşamak başlığı altında; "bilme", hayata hâkim kılınacak bir
düşünceye mensup olarak meseleleri ondan hareketle sonuçlandıracak duruma gelme (kültür-irfan)
ve yine her iki meseleyle içiçe olarak, bunun "Mutlak Fikre nisbetle" ne anlama geldiği dâvası
üzerindeyiz. Mutlak Fikir bağlıları için meselenin, onu hayata hâkim kılıp kılmama noktasında
değil, değişimin niçinine (ondan sonuçlandırılmış dünya görüşüne) ve nasılına (değişim yollarına)
ait cevapta olması gerektiğinden hareketle; "bilmenin", "şuurlanma"nın ve bu doğrultudaki
faaliyetlerin ne anlama geldiğinin ve muhteviyatının, tekerlemeden çıkarılarak açıklığa
kavuşturulması gerekir. Gelmiş ve gelecek zaman boyunca toplum ve insan meselelerini "Mutlak
Fikir" ölçüleri ışığında halledecek dâvasında, ilk iş, meseleyi fikir plânında halletmektir ve bu;
değişimi gerçekleştirmenin hem gayesi, hem de ilk şartı olarak, merkezde "olmak" ve çevreye
doğruda "oldukmak" şeklinde muhteviyatı tüttürücü bir hareket anlayışının gereğidir.
Bölünmeyelim derken birleşmenin şartından habersiz "görüşsüz"lere karşılık bu anlayış, birleşme
çizgisini, dünya görüşü (ideolocya-sistem) çapında ortaya koyulmuşa (Büyük Doğu İdeolocyasına)
bağlılıkta gösterici ve tekerlemede değil, meselede birleşmenin gereğini yerine getiricidir. Hiçliğin
toplamı hiçlik olduktan sonra birleşmenin ne anlamı var ki...)
V) Bilme...
Duygu, ruhun ruhla sezilişi halinde, "ruhu"; düşünce ise, "aklı" gösterici... Bir konuya yaklaşış
düha bir çeşit içe doğuş hadesise olduğuna göre; düşünce, ruhla varılanın kelamla zarflanması işi...
(Ruh, bütün melekleriyle elele, bir anda buluyor, ruh bulduktan sonra fikir öne geçiyor, peşinden
ahlâk zuhura geliyor)(12) Ve ikisi içiçe olarak birbirini derinleştirici... Hakikat gayesine ulaşma
doğrultusunda akıl ve ruhun neyi ifade ettiğine yakından bakarsak; "kelimeler aklın vasıtaları,
düşünceler de bir lisanın haddi (sınırı) içinde... (Varoluş isteği doğrultusunda) mevcutların ötesine
geçmek ve hürriyetlerin üstüne çıkmak için tek çare, hudutsuzlukla aramızdaki biricik geçit olan
ruhun yoluna girmek."(13) Ruhun yolu, yani bilmenin gayesi olan yol...
İnsanda mutlak bilginin olmadığını ve bilmenin varolma isteğimizle ilgili olarak
eksikliğimizden kaynaklandığını hatırlarsak; bu eksikliğin giderilmesi doğrultusundaki davranışlar
(faaliyetler), Allah'ın kendisine halife olarak yarattığı insanın (farkında olmayan soylarıyla beraber)
halifelik görev ve mesuliyetinin yerine getirilmesi (ya da getirilmeyişi) doğrultusunda, cüzî
iradenin kullanılışıdır.
VI) Şuur ile faaliyet arasındaki ilgiyi "kelâm" ile "zat" arasındaki ilgiden anlayabilir ve böylece
"Mutlak Şuur" ile onun ölçüleri içinde faaliyet gösteren insanın (duygu, düşünce ve iradî)
davranışlarının hakikati bulma yolunda "Mutlak Fikre" nisbetle ne anlama geldiğini anlayabiliriz.
(Bu konu İdeolocya ve İhtilâl I.'de açıklığa kavuşturulmuştu. Burada yapılansa Büyük Doğu
İdeolocyasının "Mutlak Fikir" ölçüleri içinde kurulu ve kuşanılması gereken "yaşama kültürü"
olduğunun anlaşılması, bunun en büyük sebebinin de insan bilgisinin "Mutlak Fikre" nisbetle ne
anlama geldiği ve muhteviyatının anlaşılmasından ileri gelişi, ayrıca; "anlayış"ın mutlaka
yenilenmesi gerektiği noktasından hareketle onun karşısındaki yobazlığı mahkum etmek içindir.)
Evet... Şuur ile aksiyon arasındaki ilgiyi hatırlarsak mutlak aksiyoncu "Faal" ve "Galib"
sıfatlarıyla küllî iradenin sahibi "Mutlak Varlık"tır. Kul plânında da "yapılması gerekli" olanın,
"gerekli olana" uygunluğun zirvesi olarak, "Mutlak Şuur"un kelâmı, kelâm-ı kadîm, Allah'dan
başkasının sonradan olması hakikati içinde insan kelâmı ise, idrakının sınırı içindedir. Yakından
bakarsak; "kelam, söz söyleyenin ilim (bilgi), kaza ve hükmü seviyesindedir. Kur'an'ın delâlet
ettiği ilim, kaza ve hükmü ise mutlak surette kuşatıcıdır. Bu derecede kuşatıcı bir ilim ve kaza
ancak Allah'a elinde bulunan hadîs, ilim ve âciz hükme göre söz söyler."(14)
Bunu anlamak, İslâm'ı nefsine indirerek boğan, ya da, sır idraki içinde, "insan benim en büyük
sırrım ve ben onun en büyük sırrıyım" ölçüsünün idraki içinde, ölçülerde ruh ve düşünceyle

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 22 of 35

derinleşen insan arasındaki farkı verir; birinde "İslâm'ı yaşayalım" derken, (onu yaşamanın
kendinde olmamama hali olduğunu ve bu işin ilk devirden sonra, toplum plânından ferdî plâna
(batın kahramanlarına) ait hal olduğunu ve "Mutlak Fikri" hayata hâkim kılma meselesi
konuşulurken (konuşulduğu sırada) bir ayağın toplumda oluşunu) anlamadan, üstekil, "sen kim
oluyorsun ki, islâm'ı yaşayacaksın" sorusuna muhatap bulunuluşu içinde, ölçüye yanaşan şuurun,
"ÖLÇÜYÜ ÖLÇÜNÜN İSTEDİĞİ ŞUUR KIVAMI" içinde anlayışı ve zenginleşmesi söz
konusu....
VII) V. bölümü dikkate alarak; "ahlâk, fail olmak yerine münfail (içine işlemiş) sıfatta, sadece
tavır ve eda hüviyetiyle, içinde, fikir, mâna, sır, hikmet, her şeyi istihlak eden ve kendisinden
zuhura geldiği ruhu zuhur ettiren üstün duyuş eve anlayıştır. Ahlâk, anlayıştan doğar ve anlayışı
tamamlar."(15) Bu gerçek içinde bakarsak; yapılması gerekli olanın ruhunun (ahlâkının) gerekli
olana (Mutlak Fikre) uygun olduğu bir devirde, akıl plânına inmeye ihtiyaç yoktur ve bu ihtiyaç
zaafı gösterir. "İmam tam olduğu zaman ispat yoktur" hikmetinin sırrı da burada. İnsan ve toplum
plânında o ruh karardığı devirde, bu gayeye ermek sözkonusu olduğu zaman da, doğru tatbik fikri
olmadan doğru tatbik olmaz, (her basamak üstüne göre doğru düşüncenin faaliyeti, altına göre de
doğru düşüncedir), gerçeği içinde, hayatın çeşitli şubelerine ait meseleleri öz ilminin mühtehasında
(nihayetinde) ele alan bir şuur terkibi gerek... Dikkat edilirse anlamadığını anlamıyla,
anlayamayacağını anlama (bilgi) yolunda olma farkını ayırdetmek lâzım... (Yobaz, ölçülerden
devşirilen hikmetleri anlamazken ölçüleri kati anlayışın sır idraksizdir ve üstelik bunu hak edasıyla
yapar) Bunu ayırdetmek için de, insan düşüncesine takılı meselelerin İslâm dışı olamayacağını ve
bu iş "ne akılla olur, ne akılsız" ölçüsünün, akılsızlığa prim vermediğini görmek gerek.
VIII) VI. bölümü dikkate alarak; ilim bilmektir, yaşamaksa, idrakın insan faaliyetlerinin
tümünü kuşatıcı tezahürüdür. Bilmenin en yüksek derecesinin tasavvufta "hayret" makamı
olduğunu ve hayretin de bilgisizlikten doğduğu inceliğini kavrarsak, ölçülere yaklaşan şuur olarak,
ölçüleri kendi idrakına hapseden, (işin batınını ya da aklı reddeden), şabloncu yobazla, değişmez
kabuktaki cevheri her an yenilenerek anlayan şuur arasındaki fark anlaşılır. Bu fark, amelî
(faaliyeti); duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerin tümü olarak anlayanlar, ameli, daraltarak ve şuur
muhteviyatı içinde mâna ifade edecek parça davranışı, mücerret fikir istidatsızlığı (hikmetsizlik)
içinde, otomatlaşmış iş haline döndüren arasındaki ölçülere uygunsuzluk farkını da verir.
IX) V. ve VIII. bölümü dikkate alarak; şuursuzluğun en güzel örneğini, lisanımızdaki amel
kelimesinin yaygın anlaşılış şeklinde görebiliriz. Amel "yaşamanın" bütünü içindeki parçaları
kuşatıcı bir mâna ile anlaşılması gerekir ve şuur terkibine nisbet edilmesi lâzım gelirken, şuuru
daraltıcı bir şekilde parçaya indirilmiş mâmasıyla anlaşılıyor. Yakından bakarsak; "Aksiyon, bir
işle, bir oluşla, onu doğuran fikir arasındaki âhenk ve münasebet mânasınadır ve lisanımızda
barışabileceği tek kelime "amel"dir. Barışabileceği değil, bütün hakikatini bulabileceği tek kelime.
Fakat onun da hakikatine varabilmek şartiyle...
Amel, dinimizin baş kelimelerinden biri. Ama bizim dar anlayışımız içinde, belli başlı işlere ait
olarak sınırlandırılmış ve gerçekte sınırsız olan delâletinden düşürülmüş... Biz onu hususi
olarak ,sadece ibadetlerimizde kullanırız. Halbuki, ibadetlin de sadece dış ibadetten ibaret
olmadığını, ibadetlere bağlı sayısız içtimaî vazifeler bulunduğunu ve mücerret bir hamle ruhu
yaşamak gerektiğini düşünürsek, o zaman "amel"in geniş mânasını kavrar ve (aksiyon) mefhumunu
onda buluruz. "Amel" kelimesinin aslî ve esasî güzelliği de bu noktada."(16)
X) Görüldüğü gibi, gerek "Mutlak Fikrin" öğrenilişi ve gerekse eşya ve hâdisenin
değerlendirilişi sözkonusu olduğunda, değişmez kabuktaki cevherden pay alıcı olabilmek ve ona
göre davranabilmek için, bağlı olunan düşüncenin istediği "duygu ve düşünce" alışkanlığının
kazanılması gerekmektedir; "doğru şuur terkibi olmadan doğru şuur faaliyeti olmaz" gerçeğince de,
insan ve toplum meselelerini "Mutlak Fikir"den hareketle sonuçlandırmış sisteme (şuura) ihtiyaç
vardır. II. bölümü dikkate alırsak; şuur terkibi ifade eden sistem olmadan, içindeki hareketler,
toplumun verdiği "yaşama kültürü" içinde, ancak bir çeşni ifade eder. Hayatın, hükmün, kaidenin
"şuur sözgecine" göre belirlendiğini söylediğimiz zaman, bu nokta, hem ihtilâl-inkılâbın yapılış
sebebini gösterir, hem de ihtilâl-inkılabı gerçekleştirmekle yükümül olan "Mutlak Fikir"
bağlılarının hangi şuurda olmaları gerektiğini izah eder. (Şu anda yapılan da bu şuurun anlaşılması

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 23 of 35

noktasında ve şuurlanma faaliyeti içindedir.)


XI) X. bölümü alarak; merkezde "olmak" (ideolojik şuurlanma), çevreye doğru da "oldurmak"
şeklinde, muhteviyatı tüttürücü bir hareket anlayışı bulunmadan, yapılan hiçbir hareketin, "Mutlak
Fikri" hayata hâkim kılma mücadelesi olarak anlamı yoktur. Bu olmayan fikrini gerçekleştirmeye
kalkmak gibi bir komikliğin ifadesidir. Parti ve derneği "Mutlak Fikirden hareketlen
sonuçlandırılmış dünya görüşünün" aracı olarak değerlendirmek ve bu kafayla kişilere karşı tavır
almak, gerçekte, şuur unsurlarını berhâvâ ettiren toplumun verdiği "yaşama kültürünü" göstericidir.
Bize gelince... Bizim tavrımızı belirleyen klişe değil, düşüncenin muhteviyatıdır. Ve kulüpçülük
zihniyetiyle bize gösterilen ilginin de tepkinin de bizim için bir mânası yoktur. Ayrıca; kesin tavır,
almayan, alması gerektiğini bile düşünmemiş olanlar, yani ortada "o da iyidir, bu da iyidir" diye
dolanarak geliş ve gidişler ortasında trafikçilik yapanlar, (bu anlayış önünde) iyi niyetli olan değil,
"olmuş" ya da "olmamış" bunu pek mühimsemeyen gamsızlıkdır. Unutulmamalıdır ki;
kenetlenmeyi ve mücadelede başarıya ulaşmayı engelleyen; inancın keskinliği oranındaki "çizgi"
keskinliği değil, "şuur" miskinliğidir.

BEŞİNCİ BÖLÜM
İHTİLAL VE OLUŞ TEKNİĞİ
"İhtilal durumu" ve "İhtilal hareketi"...
Bir hatırlatmayla; insan ve toplum için ihtilal, "şuur"un bozuluşu ve yıklışını belirttiği gibi,
bunun dış plandaki tezahürlerinin anlamını da kuşatır. Şuurdaki bu bozuluş ve yıkılış, tohumun
çatlaması ve ağaca doğru gelişimi şeklinde bir oluşum süreci belirtebileceği gibi, tam tersi;
statikleşme ve kabuklaşma süreciyle bir çürüme ifadesi de olabilir. Birinci durumda "eşya ve
hadiseye ait yeni verilerle şuurun muhtevasının zenginleşmesi" neticesi bir inkılap (oluşum)dan
bahsedilirken, ikinci durumudap eşya ve hadiseye ait yeni verilerin "şuur" terkibinde yeni terkibe
ulaşamaması ve çözülüş, ya da, eşya ve hadiseler karşısındaki "sağır" şuurun "zapt" görevini yerine
getirmemesi, kabuklaşma ve çürüyüş vardır. Birincisiyle "müspet" ikincisiyle "menfi"liği gösterici
iki yön... (İhtilallerin, mana ve madde kıymetleri olarak değerlendirilmesi için bk. N.F.K. İhtilal S.
317-319)
Görülüyor ki, gerek fert ve gerekse toplum planında, denge bozuluşu "ihtilal durumu", denge
kurma seyri de "ihtilal hareketi"ni (aksiyonunu) belirtir. Evrenin her an yeni seyri içinde, insanın
eşya ve hadiseyi zapt memuriyeti ve bu memuriyetin "hareket içinde hareket belirtici" karakteri
gözönüne alınırsa; "denge bozuluşu" ve "denge kurma) seyri ard arda kesintisiz bir süreçtir ve
"insan, nefsinde ve cemiyetinde, kendi ölçüsüne göre aradığı cennetin engellerine karşı daima
ihtilal halindedir." (1)
Anlaşılıyor ki; "durum" ve "hareket" niteliğiyle ihtilal, kendisini doğurucu şartların sebep, gaye
ve sonucu olarak "dengeyi belirleyici" unsura bağlıdır. Burada ortaya çıkan mesele, ihtilalci durum
(ve hareketi) doğuran ilişkiler planındaki şartların, sebeplerinde, varılmak istenen gayesinde ve
sonuçlarındaki birbirlerine benzemezliği içinde "temelde) denge amilinin "ne" olduğudur. Bu
noktaya ihtilal hareketinin niteliinden süzebiliriz: Toplumun bir ilişkiler sistemi olduğunu ve
ilişkilerin "mensubiyet" duygusu ve karşılıklı "tanıma" (şuur) esasına dayandığını gözönüne
alırsak, ihtilal de; unsurdan terkibe doğru, mensubiyet duygusunun "zıddı" ve karşılıklı "tanıma"
içindeki iradelerin karşı karşıya geliş hareketi olarak bir sosyal ilişki türünü belirtir; kısaca, ihtilal
keyfiyeti, insana has bir olgudur. O halde, ihtilalin dış plandaki çıkış şartlarını belirleyen sebepler
de, temelde, ilişkileri belirleyen iradi (şuurla) karar verebilme özelliğinin hakikatindedir. (İradenin

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 24 of 35

belirlenişi meselesi, toplumsal ilişkilerin belirlenişinide insan iradesinin rölünün bulunup


bulunmadığının tartışılmasıdır. Bu mesele toplumda insan mesuliyetinin neye dayandırılacağı
esasından süzülebilir. (2) Burada şu kadarını söyleyelim ki; ilişkiler insandan doğduğuna göre,
birbirleriyle ilakasız ve birbirlerini ve "iradeyi" etkilemedikleri düşünülemez. Ancak ihtilal,
insanların iradelerinhden bağımsız ve ilişkilerin doğurduğu bir olay olarak alınırken de, dikkat
edilirse, iradeyi aşan sebepleri idrak eden irade (hadiseye yanaşan insan şuuru) söz konusudur.)
Yakından bakarsak; "İnsan, Allah'ın habercisi ve Allah ile kaim hakikatin arayıcısı olarak (3)
kalbin hakikatinde birleşik ve toplu iki zıt taraf halinde yaratıldı. (4). Bu ikiliği ruha karşı nefs diye
alabiliriz. İhtilal denilen keyfiyeti de, tek insandan, en kalabalık topluma kadar bu iki kutup arası
birbirine çullanma, birinden öbürüne karşı ayaklanma diye tarf edebiliriz" (5) O halde kalbin
hakikatinde birleşik iki his merkezi arasındaki ahenkte dengeyi belirleyici (amil) ruhtur; fertte ve
toplumda ruhi denge... (Bizde nefsi ruhun emrine verme ve bunun "ilişkileri" söz konusu).
Fert ve cemiyette ruhi denge...
"Ruhi muvazene hem fert, hem de cemiyette olacak... Fertte ruh muvazenesi, ferdin fert olarak
olgun hale gelmesi... Yani inandığı ile eseri ve işi arasında bütün nispetleri, ahenkleri kurmuş
olması... Cemiyette ruhi muvazene: Bir toplum halinde aynı ahenk kamelini (olgunluğunu) idrak
etmek ve muvazenesiz cemiyetlere doğru; akın, fetih, sirayet hakkı kazanmak... Nerede kuvvetli bir
cemiyet görürseniz, orada muazzam bir ruh muvazenesi bulursunuz. Fertlerinde ve kendisinde...
Cemiyette aşk ve iman, hamle ve iş (potansiyel)i...
(...) Muvazeneler de derece derece... Bir bataklıkta da muvazene var; göğün üstünde de...
Muvazene olmayan yerde hayat yürümez. Hak veya batıl, her inanış bir muvazene doğurur. Aşağı
veya üstün... (6)
Siyasi iktidarın biçimi, teşkilatlanışı e işleyişinin "ideolojinin" rengine göre belirlenmesi,
yerleşik toplum düzeni ve gayesi olmayı isteyen dünya görüşünün talip olduğu noktayı da belirler;
iktidar... Meseleyi iktidarı ele geçirme hareketi (aksiyonu) açısından ela alırsak: toplumun "ihtilal
durumu" ve gerçekleştirilmek istenen dünya görüşüne nispeti "ihtilal yolunu" (ihtilalci hareketin
maddi ve manevi stratejisi ve taktik hedeflerini) belirler. Bu aynı zamanda örgüt yapısının
çizilişidir.
"İhtilal yolu"na gelince...
Tek başına iktidarı ele geçirme eylemi (bazılarının zannettiği gibi) bir ihtilal ifadesi değildir.
İhtilal, iktidarı ele geçirince "istenen"'i gerçekleştirebilme şartlarını (olma ve oldurma olarak)
hazırlama, kısaca; harekete fikrin damgasını vurma; iktidar ele geçirildiğinde de "gerçekleştirme"
hareketinin bütün seyrinin anlamıdır ve dünya görüşü çerçevesinde "ruhi denge"yi bulma
hareketidir. Bu harekettir ki; inkılabın da anlamını kuşatır. İktidar ele geçirildiğinde isteneni
gerçekleştirebilme kapasitesinin hesabı ise (durum tespitiyle birlikte) ihtilal hareketinin, "kanun
yolu" ve "şiddet yolu" diye belirtilen iki eğilimini verir.
Bu iki yolun belirlenişine gelince...
a) Rejim ve düzen planına geçme gayesine bağlı bir yönlendirme, siyasetin anlamını ve
fonksiyonunu verdiğine göre, "ihtilal harekete", karşı tarafın nizamını çökertme hareketi olarak,
siyasi bir gaye belirtir. Bu nokta ihtilal hareketinin issteme bağlı siyasetin içinden doğuşu
meselesini açıkladığı gibi, buna bağlı olarak "ihtilalci durum"un hazırlanışı ve hareketin
yürütülmesinde de siyasetin belirleyici rolünü gösterir. (Şu iyice anlaşılmalıdır ki, sisteme bağlı
siyasi görüşü olmayan hiç bir hareket, ihtilal hareketi olarak değerlendirilemez.)
b) "Fikir ve onun gerektirdiği maddi ve manevi strateji eli, davayı tatbik sahasına koyma dehası
ve ona bağlı (taktik) bir arada olacaktır" (7)... O halde siyasetin belirlenişi de (bir hatırlatmayla)
ideolcyanın işaretlediği "temel hareket" noktası etrafında ve "toplum şartları"na göredir.
c) Özetlersek; "ihtilal yolu"nun belirlenişi,i iktidarı ele geçirme ve sonrasına ait bir hesapla
ideolocyaya nispet işi olduğu kadar, "karşı tarafın nizamı yerinde oldukça ihtilal ve inkılaba yolun

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 25 of 35

kapalı" oluşu açısından, "durum değerlendirmesi" ve "durum hazırlanmasıyla" ilgilidir.


İhtilal yolunun ve takip edilecek strateji ve taktik hedeflerinin belirlenişini "oluş tekniği"
meselesini de içine alacak şekilde çaığmız şartları içinde ele alırsak; hareketle fikrin iç içeliğini
doğuran şartlar, çağımızda iktidarı kuvvetlendiren ve her zaman daha kuvvetli yapan "teknolojik"
sebebe bağlıdır. Bundan dolayıdır ki, "oluş tekniği" ve örgütün karektereni belirleme (herekete
fikrin damgasanı vurma) meselesi, işin hareket cephesini ikinci planda tutan geçmeş dönemlerden
ayrı yeni bir olaydır.
Kısaca; teknik, toplumsal ilişkiler (ve yapı) değişiminde olduğu gibi, ihtilalin yapılış şeklinde
de değişiklik meydana getirmiştir. İktidarın "kişileşmesi" dediğimiz durum (iktidarın toplumsal
ilişkilere tebliğ, telkin ve müdahale ile yön verme gücü, ayrıca, "silahların malum terakkisi
karşısında silahlı kuvvetlerin karşı olduğu hiç bir hareket başarılamaz" hükmünü doğuran durum)
oluş tekniği diye müstakil bir konunun doğuşunu da açıklar.
a) "İhtilal durumu" açısından ihtilal yolunun belirlenişi: (Toplumsal ilişkilerin karmaşık ve her
zamandan daha çok birbirini etkileyici olması, şartların kısmi istek ve sonuçlar içinde ele alınamaz
oluşu, ideolojik mücadelenin geniş bir cephe üzeirnde yürütülmesini gerektirmektedir. Bu
durumdandır ki; İHTİLALİN GAYESİ OLAN İDEOLOCYA ÇAĞIMIZDA AYNI ZAMANDA
İHTİLALİN ARACIDIR DA. Çağımızda savaşa "topyekünlük" karakterini veren durum, her
vasıtanın içinden tütücü ideolocyayı da "ideolojik şuurlandırme" tekniğinin mevzuu yapmıştır.
b) "İhtilal hareketi" açısından ihtilal yolunun belirlenişi: İdeolojik şuurlanmanın tek başına
"araç" ifade etmesi ve silahlı kuvvetlerin durumu gözönüne alınırsa, bizzat orduya nüfuz etme
çalışması, "ihtilal durumu"nun olgunlaşması ve "ihtilal hareketi" açısından ihtilala yolunu belirler.
Gençliğe ve onun vasıtasıyla orduya nüfuz yollarının aranması bizi "beklediğimiz neslin zuhuriyle
beklediğimiz ihtilal-ınkılabın gerçekleşmesi arasında fark yoktur" (8) hükmünün önüne getirir. Bu
hüküm, aynı zamanda ihtilal durumunun tahlili ile "antitez"lerimizin kendi kendine kapaklanışı ve
bize sadece "'olma"nın kalışı" şeklindeki tespitin de getireceği noktadır.
"Oluş tekniği", ihtilalci hareketin, fikirde; usul esas, hedef ve vasıta olarak planlanması ve
uygulamaya geçirilmesi işleminin bütünüdür. İhtilalci durumun (ki bugün olgunlaşmıştır) ve
"hareketin" istediği kıvamı birlikte gözönüne alırsak... "Davanın büyük (strateji) planında her türlü
yayın, bütün şubeleriyle güzel sanatlar, fevkalade açıkgöz bir (diyalektik,kelam sanatı), hücum
edilecek maddi ve manevi kale burçlarını hedef alma şuuru, hasılı insanları kafalarından,
gönüllerinden eve ellerinden yakalama metodu ve bu hazırlık zemini üzerinde idare
mekanizmasının nerelerden ele geçirilebileceğine ait hesap..." (9) birlikte yapılmalıdır.
Durumun, "ihtilalci öz"ün zarflanması şeklinde kanun yoluyla zuhur "ihtilalin hareket kıvamına
erme ve ihtilal durumunu bekleme) şartlarını aşması, eylemi de gündeme getirmekte ve "şiddet
yolu" ihmal edilemez yol olarak belirmektedir.
O halde burada "eylem" de, (nihai harekete kadar) nüfuz yolu olarak kelkin ve propaganda
niteliğine ermektedir. İhtilal durumu" ve "ihtilal hareketi" birlikte gözönünde tutulursa, ihtilalci
örgütün de cepheleri ve zarf şekilleriyle beraber karakteri ortaya çıkar: Şiddet yolu içinde de yol
alıcı biçimiyle "ilmi, fikri, siyasi, iktisadi, her şekle döndürülebilecek tarzda
teçhizatlandırılacak" (10) şekil...
(Mücadele edebileceğimiz bir rejimi mücadele edemeyeceğimiz bir rejime tercih etmemek tek
kelimeyle aptallık olur. "Mutlak Fikir" bağlılarının kafalarının bulandığı ve bulandırıldığı nokta da
burada başlıyor. Mücadele edebileceğimiz bir rejimi; particilik ve dernekçilik oynayacağımız yan
gelip yatacağımız, korumakla mükellef olduğumuz bir rejim gibi anlayanlar var. Mesele onu
tepeleme şartlarını hazırlamada... Kanun yolunun bütün imkanlarından faydalanılması hesabı bu
noktada...)
Tekniğin toplamsal yapı ve müesseseleri alt üst ettiği ve tek tayin edici güç durumuna geldiğini
çağımızda, ihtilalin teknoloji ifadesine bürünmesi, bir yönüyle fikri karartıcı olma gibi bir
menfiiliğe sebep olabilirken, diğer yönüyle, "Mutlak Fikir" bağlıları için muazzam bir nimet olarak

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 26 of 35

belirmiştir. Şartların bizim için imkansızı başarmak gibi bir zorluk belirtmesi, aynı zamanda
her türlü yarım ve ucuz oluşu engelleyici bir rol de oynamaktadır.
İhtilali "savaş"tan ayırıcı özellik, ihtilal durumu, ihtilal hareketi, ihtilal yolu ve ihtilalin oluş
tekniğinin topluca ifadesi: "İhtilal nasıl nizam isterse, onun usul ve tekniği de karşı tarafın kuvveğt
nizamını çökertmektir diye ifade olunabilir. Daima böyle olmuştur ve başka türlü olabilmesine
imkan mevcut değildir. Karşı tarafın nizamı yerinde oldukça ihtilal ve inkılaba yol kapalıdır. İki
ayrı ve yerinde nizamın birbirleriyle çarpışması işi ihtilal değil, ülkelerarası dalaşma, yani harptir.
İhtilal, kendi çinden bir şahlanışla kendi kendini "zapt" ve "feth" demek olduğuna göre, olabilme
imkanı bakımından mutlaka ayrı ve hususi bir tekniğe muhtaçtır." (11)

TEŞKİLAT VE KADRO
Teşekkül etmiş potansiyelin (kamuoyuna mal olmuş fikrin), ideolocyanın belirlediği "temel
hareket) noktası etrafında ve "iktidarı el geçirme) doğrultusunda biçimlendirilmesi ve silahların
(aksiyon vasıtalarının) tesir kudretine göre cephe cephe düzenlenmesi sözkonusu olduğunda, bu
düşünce, mensuplarının iradi katılmasıyle gerçekleşen ve ihtilalin hareket vasıtası olan, teşkilata
(örgüte) vücut verir.
İhtilal-İnkılabın, iktidarı ele geçirince "isteneni" gerçekleştirebilme şartlarını (olma ve oldurma
olarak) hazırlama, iktidar ele geçirildiğinde de isteneni "gerçekleştirme) hareketinin bütün seyrinin
anlamını kuşattığını hazırlarsak, ihtilalin; insanını ideolocyaya göre "YOĞURMA" (şuur süzgecini
değiştirme), teşekkül eden potansiyeli "ŞEKİLLENDİRME" ve iktidarı ele alınca isteneni
"GERÇEKLEŞTİRME" olarak beliren safhaları, bize, her "safhadaki" mücadelenin gayesinin,
mücadeleyi yürütecek ve iktidarı ele alacak "KADRO" olduğunu gösterir. O halde özde ihtilal-
inkılapçı bir teşkilatın "ilmi, fikri, siyasi, iktisadi" biçimini ve silahlı mücadele de dahil hareketini,
toplumun "ihtilal durumu" ve niteliği belirtilen "KADRO"yu kazanma gayesi belirler. (Mutlak
Fikir İhtilal-İnkılabını kimin temsil edebileceği için bk. "Derin ve Gerçek Müslüman" Büyük Doğu
İdeolocyası S. 163).
Bu nokta, teşkilatın, teşekkül etmiş potansiyelin "yönlendirici" rolü yüklenmiş ifadesi olmasını
belirttiği kadar, kitlede kendi kamuoyunu "keşfedici", yani; kıvılcım saçılacak ruhları tanıyıcı ve
bunları heykeltıraşın, "heykeli bu mermer kitlesinin içinde farzederim, hayal ederim. Keskim
burnuma gelince çekilirim, ağzına gelince çekilirim, yani adeta mermeri soyarım, meydana o
çıkar" (1) deyişine eş bir hareketle, ideolocyaya göre ifadesi olabileceği kamuoyunu (cemaati)
yoğurma rolünü de belirtir.
Teşkilatların "kanun" ve "kanundışı" oluşlarını iktidar doğrultusunda gerçekleştirmek
istedikleri hedeflerin niteliği kadar, mevcut rejimin müsaade nispeti de belirler. Ancak "getirdiği
prensiplerle, icap ederse kendi kendisini tepeletmek yolunu da açık bırakan ve bu yolu hiçbir
pahaya ve hiç bir fert veya zümreye kapattırmayan telakki ve teşkilat" (2) olarak (gerçek ve
benzerleriyle) demokratik rejim örneğini ele alırsak; düzenin müesseselerini, onun kanunlarının
yolundan yıkmak ve "kanun yolu" imkanlarını "iç oluş" ve "dış oluş" yönünde kullanarak içten
çökertmek, şüphesiz dışardan faaliyet göstermekten daha etkilidir. Bu; ihtilal-inkılapçı özdeki bir
siyasi parti ve kanunla zarflı olarak "doğrudan" ya da "dolaylı" siyasete etki eden teşkilatın
faydalandığı imkan olduğu kadar, kanundışı bir teşkilatın da, uzantısı haline getirdiği teşkilatlarla
kullanması gereken imkandır. Tersini düşünmekse aptallık...
Mevcut düzen (ve rejimin) yerine kendi düzenini getireceğini söyleyen ihtilal-inkılapçı bir
teşkilatın (parti ya da dernek) gerçekte özünün ne olduğunu kanun ve kanundışı oluşu değil, (lider,
kurmay heyeti ve mensuplarıyla) kadrosu, kadro anlayışı ve hareketi ele verir. "İdeolojik bir dünya
görüşünden, sanat ve estetik anlayışından, büyük irfan edasından, soylu bir idrak, çile ve
hummasından (...) büyük aksiyon ruhundan" (3) nasipli lider, kurmay kadrosu ve kadro anlayışı
olmadan, ihtilal-inkılapçı teşkilat; "Hak ve hakikat yolunda getireceği yeni bir ifade, taze bir şekil,
ayrı bir terkib olmayan taarruz hareketi; düşen çığ, saldıran kaplan ve yurya eden güruh gibi,
mezbuh bir yıkıcı olur (...) taarruzla tecavüz arasındaki minicik fark... Taarruzun taarruz olması

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 27 of 35

için imanın ve fikrin emrine girmesi, sistemleşmesi lazım"dır (4) anlayışının gereğini yerine
getirici teşkilat olmadan da, ihtilalci hareket olmaz.
(Teşkilata geçtikten sonra bu anlayışın gereğini yerine getirememek ise, potansiyeli pörsütücü
ve oluiş yolunu kapayıcı bir felaket... Buradan hareketle teşkilattan kaçmak değil, teşkilatı teşkilat
yapmanın yolunu bulmak ya da davayı temsil edebilecek teşkilata geçmek sözkonusu... Bu anlayışı
olnadığı zaman tecavüz edici bile değil, sadece "siyasi komik" olanları hazırlayınız ve onların ne
olduklarını ve olamadıklarını, fikirlerini (!) gösterici yayın organlarından anlayınız.)
Anlaşılıyor ki, yerleşik toplum düzeni gayesine bağlı hedefleri gerçekleştirmek için kurulu
siyasi teşkilatlarla, yerleşik toplum düzeni ve gayesi olmayı isteyen siyasi teşkilatlar arasındaki
fark, "iktidara gelme) mücadelesiyle "iktidarı ele geçirme) mücadelesi arasındaki mahiyet
farkından doğmaktadır. İhtilal-inkılapçı bir dünya görüşü için teşkilat, ihtilal vasıtası olduğuna
göre, ilk önce "ideolojiyi yayacak, sürdürecek ve hakim kılacak kadronun yetiştirilmesi" onun için
temel gayedir. Mensuplarını iş içinde eğitmek ve hareket adamlarını hareket içinde bulmak...
Kısaca iktidarı ele alacak kadroyu yetiştirmek...
(Düzen değişiminin "iktidarı ele geçirme" hedefini işaretlediğini bilmeksizin yapılan
hareketlerin niteliği (kim ne yaptığını zannederse zannetsin) taarruz değil, savunmayı gösterir.
Herkes yaptığının kuşatıcı verimini (kumda oynayan koca bebe Maveracılar gibi) düşünedursun,
geneldeki çözülüş ve dağılış, şartlar giriftleştikçe ve zorlaştıkça apışma, giderek; pisleşme ve
savışma psikolojisinin baş sebebi budur. İktidarı ele geçirme (iktidara gelme değil) hedefinden
yoksunluk ve bunun nasılını düşünmeme...)
"İktidara gelme" mücadelesi yapan teşkilatla, "iktidarı ele geçirme" mücadelesi yapan teşkilat
arasındaki yukarıda belirttiğimiz farkı, "kanun yolu" imkanlarının kullanılışında ve siyasi parti
örneğinde izlersek; ihtilal-inkılapçı bir parti için seçim mücadelesi, "iktidarı ele geçirme"
mücedelesinin "temel hareket" stratejisine bağlı oparça hareket niteliğindedir. Bu yüzden onun
hareketini seçim kazanma gayesi ve oy kaygısından önce, seçimi kendi bünyesini kuvvetlendirici
araç olarak değerlendirme, kısaca; teşkilat organlarıyla, teşkilat mensupları arasındaki maddi ve
manevi "bağlantıları" kuvvetlendirme, kalabalığın ayranını kabartma uğuran seviyesizlik ve
bayağılığa düşmeksizin, her türlü taviz ve uzlaşmadan uzak olarak seçim imkanları ile rahatça
tebliğ ve telkinini yürütme, "her an her şeye muktedir bir efkar-ı umumiye yaşadığını hissettiren,
asla nöbet yerini bırakmayan ve ancak kanun tepelendiği zaman kanun yollarını düşünmeyecek
olan içtimai dayanışma ruhu(nu)" (5) sağlama ve gerektiğinde yeraltına inebilecek bir yapı ve
disiplin gayesi belirler.
İnsan ve toplum problemlerini en hassas bir ölçü aleti gibi kaydedici ve hayatın her şubesinde,
yerinden çekilecek yanlışın yerine kendi ideolocyası açısından izah getirebilici bir teşkilat ve kadro
anlayışı olmadan, ne disiplinli bir "teşkilat ve kadro", ne de kitleyi yönlendirerek ihtilali
gerçekleştirme sözkonusu olabilir. "Oluş tekniği" konusunu da içine alıcı bir değerlendirmeyle,
kadronun vücut vereceği güçlü bir teşkilat ve tişkilatın şekillendirmesi lazım gelen kadronun ne
olması gerektiğine bakarsak; "her ferdiyle, mutlaka sağındakini, solundakini, önündekini ve
arkasındakini yakan "otomobil: zatıyla hareket halinde" bir teaddi, hamle ve hareket ateşi ola
(bilecek) ve değdiği her şeyi, kendisine döndü(rebilecek) (6) bir kadro ve anlayışı...
Bu anlayış içinde, "Mutlak Fikir" bağlılarının durumunu değerlendirirsek; hiçbir parti (MHP,
AP) içinde kendi "ideolocya"ları doğrultusunda bir gelişim gösterememişler ve sığındıkları partinin
görüşününü, kuyrukçusu ve payandası olmuşlardır. Kendisini temsil iddiasında olan MSP ise, bu
ruhu temsil liyakatinden ve olayların anlık verilerini değerlendirici bir kadro ve anlayıştan uzaktır.
Zihinlerde "bu iş bu kadarmış" intibaını uyandırıcı ve bütün ümitlere rağmen "ihtilal-inkılapçı"
hüviyete bürünemeyen bu parti müsbet tarafından ne olmamız gerektiğinin değil, (menfi
tarafından) neden olamadığımızın temsilcisidir. (Bu Parti, 1973'de umulmadık şekilde meclise 50
mebusla gelince, Allah'ın kendisine meccanen ve en ince bir imtihan cilvesiyle lütfettiği tepeciği
müstahkem mevki haline getireceğine, aşılmaz ve sarsılmaz istihkamlarla çevrili bir hisar yükseltip
içine çekileceğine, hiçbir hükümete kalıtmayacağına ve zamansız hiçbir huruç hareketi
yapmayacağına, daima ve topyekün muhalefette kalacağına, bütün olmayış ve meydana

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 28 of 35

gelemeyişlerin sırrını kendi antitezinde göstereceğine ve gerçek oluş anahtarının rozet yerine
kafasında bulunduğunu ima edeceğine, ortada ne kadar zaaf varsa davası lehinde
semerelendireceği, asla küçük ve bücür oluşlara ve erişlere yanaşmayacağına, "hep"çilikten
vazgeçmeyeceğine, zerrece taviz vermeyeceğine, millet tarlasını genç fidanlar ve yeni ekinlerle
donatacağına, yepyeni bir diyalektik ve muazzam bir kültür ve telkin savaşına girişeceğine, sır dolu
bir strateji yolundan istikbalini hazırlayacağına ve gününü bekleyeceğine ve böylece 1977
seçimlerini kollayacağına; evet, yalnız bunları yapacağına, en hasis şekilde hükümet payları
koparmayı kar saymış ve nihayet beliren yapranma ve harcanma eşiğine ayak basmıştır) (7).
Siyasi ve ideolojik olarak içtimai dayanışma ruhunu nasıl dokuyacağından habersiz ve daha
düne kadar kumda oynayan, bugünse bize karşı çıkarken bile bizim açtığımız meseleleri geveleyen
geç kalmışları kendine çelmeyi marifet sayanbir teşktilat hareketimizin siyasi önderi olma görevini
yerine getiremez. Anlayanlar anlamayanlara bu izah etsin ve paklanmayanların teneşirde
paklanacağı şuurunun gereğini yerine getirsin.

KESİN TAVIR ALMA YAYIN ORGANI VE LİDER (I, II, III)


1) KESİN TAVIR ALMA YAYIN ORGANI VE LİDER -I-
Birleşmeden bahsedilirken, birleşmenin şartlarından habersizlik, fikrin mücadelesinden
bahsedilirken, "fikir için iktidar değil de, iktidar için fikir" noktasından hareket edenleri yeterince
farketmeyiş ve yine, fikir için vasıta (gazete, dergi vs.) değil de, vasıta için fikir anlayışsızlığını
yeterince farketmeyiş, bizi, "ideolojik" ve "politik" tavrımızı hangi "anlayış"a göre belirlememiz
gerektiği meselesinin üzerinde durmaya zorluyor. Bugün, parti programı, dernek, gazete ve
dergilerin görüşleri (!) "Mutlak Fikri" temsil edici anlayışın içe doğru "ermek" ve "bulmak", dışa
doğru da bu oluşu tamimleştirmek gayesine bağlı, "teker teker kendi asli hamle ve hareket şubeleri
içinde ifade" (1) şekillerini değil, değişik anlayışın "ideolojik" ve "politik" paralelliklerini ve
ayrılıklarını sergilemektedir. Üstelik bu ayrılıklar ve paralellikler, ayrılık ve paralelliklerin sebebini
bile aramayacak kadar fikir ve hareket tembelliğinin, "ağızdan çıkanın nereye gittiğinden"
habersizliğin, kısaca, "şuuruna varalmamış görüş"leri temsil etmektedirler. Biz, ideolojik ve politik
tavrımızı kendisine göre belirlemeye çalıştığımız anlayışta derinleşmeye çalışırken, hem yanlış
görüşlerin meydana getirdiği dağınıklığa, hem de yanlış görüşte birliğe karşı çıkarak, birleşilecek
anlayışı işaret ediyoruz. (Siyasi ve ihtilalci bir derginin muhteviyat ve alet rolü ile, "lider kim?"
sorusuna ışık tutucu mahiyetinden dolayı bu meseleyi, "yayın organı" ve "lider" konularıyla
birlikte ele alıyoruz.)
"Allah Resulü, etrafında sahabileri, ince bir değnekle kum üzerine derince ve dümdüz bir çizgi
çektiler ve sonra bu çizginin iki yanına kırkayağa benzer birtakım kısa hatlar ekleyerek buyurdular:
- Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur; ondan kopma küçük hatlarsa felaket yönleri..." (2)
Kurtuluş yoluna bağlı insan ve onun toplumunu kurma davası, bizi, iman ve İslam'a
MUHATAP "anlayış"ın, "inanış", "görüş" ve "ölçülendiriş"te ne ve nasıl olduğunu gösterecek;
yine bu anlayışın vasfı olarak; "kendisiyle vardığı bir sebep ve netice hükmü halinde hiçbir
hürriyet, istiklal ve benlik haletine malik" (3) olmayan dünya görüşünün ortaya koyulması
görevinin önüne getirir. Temel, kaynak, hedef ve yol olarak perçinlendiğimiz ve kendisinden başka
hiçbir tarafa kafa ve gönül nisbeti kabul etmediğimiz, bu davayı bütünleştirici, "görüş-anlayış"ın
ismi, "anlaşılması gereken anlayış" olarak sistemli hareket isteği içindeki meselelerde işaretlendi.
Ve tarafımızdan yayınlanan deklerasyonda bu yolun çapraz çizgileriyle bizim hiç bir alakamızın
olmadığı da belirtildi.
Bu çapraz çizgiler, meseleleri, aşksız, vecdsiz, hikmetsiz olarak kendi sığ idrakına indiren
anlayışları olduğu kadar, meselelerden başlık olarak bile habersiz, çözüm getirilen meseleyi
anlayacak malzeme bakımından yetersiz ve yetersizliğini anlayıp anlayışa yükselmeye çalışsa ne
ala, tam tersi bir hareketle; meseleyi, onun çözümünü ve çözüm içinde gerekli malzemeyi
görmezlikten gelerek, "anlayışsızlık anlayışını" temsil edenleri ve "görüş-ideolocyalar" arasında

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 29 of 35

doğru yanlış ayırımı yapmaksızın ortada "o da iyi, bu da iyi", diye dolanarak trafikçilik
yapanları da kuşatır.
Bu gerek "yanlış anlayışlar", gerek "anlayışsızlık anlayaşını" temsil edenler, gerekse, "Belirsiz
anlayışlar"la aramızdaki fark, "rahmete vesile olucu ihtilafların" dışındadır ve davayı pörsütücü bu
anlayışlar (teşkilat, zümre ve şahıs planında) çapraz çizgileri temsil ederler. Burada şu noktaya
dikkat çekmek istiyoruz ki; nasıl, düzensizliği düzene (nizama) nispet ederek "bozuk düzen" olarak
belirtiyorsak, "doğru anlayış"ın dışındakileri de buna nispetle yanlış olarak belirtiyoruz. Yoksa
doğru ve yanlışlığı bir yana, insan ve toplum meselelerini kuşatıcı sistem hacmi bile belirtmeyen
keleş parti görüşlerine ve keleş makaleler çerçevesindeki anlayışlara, "dünya görüşü"
haysiyetindeki "görüş-anlayış" olarak bakılamaz.
Önünüze bir bina projesi getirildiğini düşünün... Siz çöküşe sebep olacak temel hesaplardaki
yanlışı gösterdikten sonra, birinci, ikinci, üçüncü katında, filan duvarın, giderek; çatının da
çökeceğini söylemiyorsunuz. Aksi davranış Napolyon'un "boş laf bana veba illeti gibi görünür"
dediği cinsten ve muhatabı geri zekalı yerine koymaktır. Anı bunun gibi, biz Büyük Doğu
karşısındaki anlayışsızlıkları izahlarıyla ortaya koyar ve doğruyu anlamak için, gerekli malzemeyi
getirmeye çalışırken, izahı yapılmış tekerlemelerin devamı halinde; mahçup bir tonda ve yeniçeri
ruhiyatıyla, kısaca, "bizde var mı" tavrı sürüyor. İster konu, ister meselenin ele alınış tarzı olarak,
hikmet, ilim, malzeme çerçevesinde ya da mevzuda kullandığımız kavramlar ve usulle, alet
açısından olsun anlamıyorum ve bilmiyorum denilecek yer geldi mi "bizde var mı?" yasakçılığıyla
dikiliniyor. Mesela "bizde organizasyon yapılamıyor" desek, buna dair birşey anlatsak, anlatılanın
mahiyeti anlaşılmadı mı, "organizasyon" kelimesinin yabancı olması basamak yapılarak; "bizde
organizasyon olmaz, organizasyon batılıların iş anlayışlarında vardır. Nedense, bizde de batılılar
gibi iş organizasyonundan bahsedenler var" gibi saçmalarlar ve ifade edileni "kelimede değil,
gerçekte yer alarak tesbit etme" yerine, şuuruna varmadıkları düşünceleriyle;
"Yarabbi eşyanın hakikatini bana olduğu gibi göster!"
"Hikmet mü'minin kaybolmuş malıdır; nerede bulursa alır."
"İlim dileyiniz, isterse Çin'de olsun."
"Beşikten mezara kadar ilim istiklisi olunuz!"
"Ben kulumu eşya ve hadiseleri teshir etmesi için kendime halife olarak yarattım."
Mealindeki hadisler ve ayete ters düşürek, arayıcılık ve buluculuk cehdini karartmayı "İslami
tavır" sanırlar.
Bizde aslolan mubahlardır ve yasaklar tek tek gösterilmiştir. "Bidat" sadece din ölçüleri
çerçevesine aittir ve onun dışında şeriata aykırı olmayan her arayış ve buluş, dine getireceği revnak
ve incila bakımından makbuldür" (4). Görüldüğü gibi bütün mesele, "sır" idrakının "anlıyışı" ile
aklın imana nispetini anlama ve akıl yoluyla yanlışa düşenlere bakıp akılsızlığa düşmemede. (Bk.
N.F.K.'den seçmeler, AKIL ve İMAN Akgüç sayı: 8 s. 4)
Meseleleri çözmek ve bunu ölçülere uygun olarak yapmak gerektiğini söylemek, ancak tatbik
edicinin, "anlayışının" ölçüleri ölçünün istediği şekilde anlayacak forma girmesi ile doğru olur.
Aksi takdirde "ölçüleri ölçülerle tepelemek" sözkonusudur.
Aynaya bakarken bile, kendimizi bilici ve tanıyıcı olma özelliğimiz "anlayış" olmasa
görüntüyle kendimiz arasında ilgi kuramayacakken, ölçüler ve çözülecek meselelerle onun
karşısındaki "anlayış"ı anlama arasında ilgi, şu deyiş içinde ifadesini bulur; "kitap bir aynadır:
Yüzüne bir maymun bakarsa elbette bir havarinin görüntüsünü yansıtmaz."
O halde... bugünkü durumumuzu değerlendirirsek; farklılıklar doğru "anlayış-görüşün" değişik
cephelerdeki mücadelesinden ve hedeflerin nasıl aşılacağına dair (aynı anlayışın) "ideolojik" ve
"politik" farklılığından değil, anlayış aykırılıklarından ve doğru dünya görüşünü işaretlememekten
kaynaklanmaktadır. Ameliyat konusunda iki operatörün görüşmesiyle, aynı meseleyi bir kasapla

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 30 of 35

operatörün görüşmesi arasındaki fark...


Bağlı olduğumuz ve gerçek İslamiyeti temsil eden yolun çapraz çizgileriyle hiçbir alakamızın
olmadığını ve ortada iyi kötü tefriki yapmaksızın dolanan tarafsızlar tarafındakilerin de çapraz
çizgilerden olduğunu belirttiğimize göre, tek tarafıyla olsun bizi andıranları birliğe davet ederken
tezada mı düşüyoruz?
a- Birliğedavet, birlik sağlanacak "görüş-anlayış"ı işaretlemiyorsa, bizzat birliğe davet eden,
şahsında, birleşilmemenin şartlarını yaşatandır.
b- Birliğe davet, birlik sağlanacak düşünce işaretlenerek yapılıyorsa ve bu doğrultuda harekette
bulunuyorsa, birliğin gayesi ve mahiyeti açıktır.
c- Birlik meselesi bir yana, her basamak ve şarttaki mücadelede davamızdan zerre taviz
vermeksizin takınılacak doğru tavırın ne olduğu önce "muhakeme usulü-tarzında" aranmalıdır. Bu,
varılacak hedef ve onun gerçekleştirilmesi için gerekli unsur ve şartların işaretlenmesi açısından
olduğu kadar, unsur ve şartlarla ilgili hazırlama ve değerlendirme açısından da geçerlidir.
Doğru muhakeme tarzı ile, gerek hükme konu olan unsur ve şartlara yaklaşmada, gerekse unsur
ve şartların değerlendirilmesinden çıkan hükümde; sonuç doğru değilse, bu düzeltilmesi mümkün
yanılmayı ifade eder. Oysa yanlış muhakeme tarzında sonuç doğru bile olsa, bu doğruluk, aslı,
doğru muhakeme tarzında olan doğruluğu belirtir; onda aslolan yanlışlıktır.
Şuna dikkat edilmelidir ki; her "safha" ve "basamak"taki mücadelede nitelikleri beritilen insan,
alet, vasıta ve uygun durumun tesbiti işi, hedefin gerçekleşmesi için gerekli sebepleri; bu sebepler
de, sağlanması gerçekleştirilmesi gereken "hedef"leri belirtir. Şartların sürekli değişimi içindeki bu
zincirleme oluş, "nihai hedef" gerçekleşene kadar, ona nisbet içinde sürekli bir düzeltme
vedüzenlemeyi ifade eder. Bu düzeltme ve düzenleme ise, hadiseleri dış yüzünden gören ve
değişen hadiseler boyunca onun arkasından giden anlayış için değil, görünenin ötesindeki müessir
sebepleri keşf ve olandan hareketle olması gerekeni, "her örgüsü tezatsız bir dünya görüşüne"
nispetle işaretleyebilen anlayış için söz konusudur. Biri doğru ve yanlışıyla hedefsiz bir
rastgeleliği, diğeri; içyüz muhasebesiyle meseleleri hikmet planında ele alan ve yanlış da olsa
söylenişindeki sebep doğru olan, yanlış da olsa, ona bakanın doğruya varabileceği bir anlayışı
temsil eder. (bu meselenin değişik yönlerden misallerini "yayın organı" etrafında göreceğiz.)
Kesin tavır alma ve birlişme konusunda söyleyeceğimiz son söz şudur; "İnsanda tekamülü ve
mutlu değişme hakkını, hatta vazifesini kabul ediniz ve siz asla değişmeksizin değişenlere ve
sizinle birleşenlere kucağınızı açmayı biliniz." (5) anlayışı içinde, kendimizden zerre taviz
vermeksizin, aynı bağla bağlanmak istidadı ve isteği gösterenleri "doğru yol anlayışında"ki birliğe
davet ederiz. Kendi rengimizi vermek için...

2) KESİN TAVIR ALMA YAYIN ORGANI VE LİDER -II-


İhtilal-İnkılapçı bir yayın organının "alet" rolü ile muhteviyatının ne olması gerektiği
meselesini, "mensuplar arasındaki maddi ve manevi bağlantıyı sağlama", "iç ve dışa doğru tebliğ,
telkin, tesir", "iç ve dışla ilgili haberleşme ve istihbarat", "mensuplar arası kafa ve ruh disiplinini
sağlama", "örgütlenme" ve her ihtilalin toplumda bir sınıfa dayanarak gerçekleşmesi açısından
"dayanılacak sınıf hedefi" gibi konularla içiçe ele alırken, "Her şey hazırken onları sıfıra indiren,
tesirzi kılan bir eksiklik var: ihtilal şuuru" (6) anahtar ifadesinden hareket edeceğiz.
İhtilal şuuru mensup olunan düşünceye bağlı siyasi anlayışın içinde doğar. Şuurlanma meselesi
öne getirildiğinde, "hayır şuurlanmamamız gerek!" diyen yok. Ancak hadiseler karşısındaki
reaksiyonları şuur muhteviyatlarını ele veriyor; hadiseleri dış yüzünden öküzün de seyrettiği
kadarıyla görüp, onda derinleşemeyen ve içyüz muhasebesi yapamayan bir kafanın, sadece
"şuurlanmalıyız" demekle şuurlu olduğunu veya şuurlanma meselesini kavradığını ya da
şuurlanmanın gereğini yerine getirdiğini kabul edemeyiz. O halde, yılmaksızın ve bıkmaksızın
şuurlanmanın gereğini yerine getirme, şuurlanma vebu meselenin üzerinde durma

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 31 of 35

mecburiyetindeyiz. Bu konudaki tavrımız da; kişi, zümre, dernek, parti çevresindeki adamları
üzmemek için doğruyu söylememek değil, "hakikatin hatırı dostumun hatırından daha
üstündür!" (7) anlayışıdır. İhtilal-inkılabı gerçekleştirmenin madde ve mana şartlarına ermek
isteyenler, bunhu, kahve politikasının seviyesiz seviyesinde bulamazlar. Aksi davranış, "dağ, düze
insin ki tırmanayım!" demekten farksızdır. Dağ düze indi mi dağ yoktur!..
Hadiselerin sürekli yeniliği içinde karşımıza çıkan her özel durumu, "Mutlak Fikre" muhatap
anlayışın her örgüsü tezatsız DÜNYA GÖRÜŞÜNE bağlı olarak ele alabilme yeteneği, hem ihtilal-
inkılabın yapılış gayesidir, hem de onu gerçekleştirici "sebep" olarak harekete fikrin damgasını
vurma şartının yerine getirilmesidir. O halde anlama ve yenilenme heyecanının tezahürü olarak;
yenilenme ve anlama heyecanını kışkırtma, "anlama temin eden sağlam bir "anlayış-görüş"ten daha
ameli (pratik) bir yol düşünülemez"in idrakı ile gerçekleşmeye vücut verici sebep şartını yerine
getirme, yayın organının muhteviyatını çerçeveler.
Meseleleri sürekli ve ısrarlı olarak kendi görüşü açısından çözmeye çalışan yayın organı,
(bunda ne kadar muvaffak olduğu ayrı mesele), olayları sadece seyreden anlayışın yerine;
yönlendirici anlayışın gereğini yerine getirir. Örgüte (teşkilata) iradi katılmanın vücut verdiğini
hatırlarsak; örgütlenme ihtiyacı doğrultusunda şekillendirmenin gereğidir. Sözkonusu olan, bir
örgütün ayyın organı ise; genel bir fikir çerçeveleri aynı olan insanların kafa ve ruh bağlantılarını
sağlayarak, hadiseler karşısında ortak reaksiyon göstermelerini sağlayıcıdır. Bu, emir ve kumanda
ilişkisinden önce; merkezi şuurla, merkezi şuurun ifadesini bulunduğu yerde aksettirici şuurlar
arasındaki iç bağlantıdır.
Bağlı olduğu dünya görüşünün anlaşılması doğrultusunda ve buna göre meselelere el atabilen
bir yayın organı, alet rolüyle de (maddi varlığıyla da); bulundukları yerde her özel durumu bütüne
göre değerlendirebilecek ve en küçük ayrıntıyla bütün arasında ilişki kurabileceklerle "maddi
bağlantı"yı gerçekleştirebilir. Özellikle örgütlenme hedefinin hazırlığı olarak ve özellikle öz
dağıtım biçiminde, yayın organının dağıtım ve tanıtımı işi, mensuplar arası dirsek temasını daha
yakın planda gerçekleştirdiği için, bu faaliyet, örgüt işbölümünün ön modelini oluşturabilir.
Eğer dünya görüşümüze mensup olanlara doğru yayın organı etrafında; örgütlenme, şuurlanma,
haberleşme ve istihbarat yönünde bir tünel açılıyorsa, kendisini sempatizan çizgisinde değil de
kadro adayı olarak gören, keşfini beklemeksizin, haberleşmeye girmeli ve görev almalıdır. Ancak
şuna dikkat edilmelidir ki; her an ihanet edebilecek bir hain, ahmak ve menfaat için dönebilecekler
bulunabileceğinden hareketle, maddi bağlantıda ölçü, ancak bilinmesinde mahzur olmayan
meseleler hakkındadır.
Yaptığı iş üzerine hiç düşünmemiş ya da düşünmekten çok "düşünme taklidiyle" vakit geçirmiş
olanların olanca sefaleti, dinamik çizgilerle II. bölümdeki "genel durum değerlendirilmesi"nde
gösterildi.
Kimlerin davayı hangi kafayla ele aldığını gösterici en komik tepki de, parti gazetelerinden
birinin başındaki "kara" tip vasıtasıyla dile getirilmişti. Bu himmete muhtaç dede çevremizdekilere
bize nasihat etmelerini tavsiye ederken; kendisi, genel başkanı ve arkadaşlarımızla görüşen
çevresindeki balmumu adamlar gibi, çöplükteki halini bile ifadeden acizdi. Ve bu tip yanlış
olduğumuz noktalardan birini camianın seviyesinin üstünde oluşumuza bağlıyordu. Ne idrak!..
Davanın başarıya ulaşması için meseleleri çözmek istiyorsan, meseleleri, onu çözecek seviyede ele
alma!.. Hakim olmak istiyorsan, kütük taşı; hukuk tahsili yerine geçer!..
Onları davayı yıkıma götürdükleri çukurlarında bırakarak belirtelim ki; anlatılması gerekenden
vazgeçmek ve okuyucuya şirinlik politikası yapmak kesin olarak düşünülemez. Bu örtülü ve açık
şekilleriyle ihanetin ifadesi olur. Meseleleri çözme ve iç ve dışa doğru "tebliğ, telkin, tesir"
iddiasındaki bir yayın organının bu görevi yerine getirebilip getiremediğini de keyfiyetin (niteliğin)
tecelli merhalelerinden kıyasla anlayabiliriz;
"Keyfiyet tecellisini iki merhalede tamamlayan sır:
Evvela kemmiyet ihtiyacını meydana getirir, her cismin fezadaki mekan ihtiyacı gibi, boşlukta

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 32 of 35

yer işgal etme hassasına erer, ondan sonra kendisini ifadeye geçer." (8) O halde şuurlanma ve
şuurlandırmanın ilk şartı şuursuzluğun farkına varmak; neyin yok olduğunun şuuruna ermektir.
Burada, gerek anlama cehdi, gerekse işbölümü açısından mutlaka kafa ve ruh disipliminin
sağlanması meselesine değinmeliyiz; "Disiplin, her oluşun; toprak altında pişe pişe elmas olmaya
giden kömürden, kalb içinde pişe pişe insan olmaya giden natık (konuşan) hayvana kadar her
oluşun, üstün hakikate karşı teslimiyet sırrını gizleyici başlıca usul şartıdır. Onun büsbütün
olmadığı yerde hiçbir oluş tasavvur etmeye imkan yok...
(...) Kendi nefsine zorlayacağı (Disiplin) ile beraber, başkasının zorlayacağı her türlü
(Disiplhin) den kaçanların, yangın yerindeki bir arsada, dört ayağı havada, keyifli keyifli eşelenen
sanki hür bir merkepten farkları yoktur. Safkan atlar hemen başlarını teslim ederken, mayalarında
eşeklik olanlara, (disiplin), yular gibi görünür. Bir türlü taktırmazlar. Ve tekme, çifte, anırma,
zıplama, eşelenme içinde, ortalığı toz dumana boğarlar. Manzaramız budur." (9)
Kendimizden başlayarak insanımızın düşüncesinin genel fikir çerçevesine kendi dünya
görüşümüzü yerleştirmek... Bunun üzerinde ehemmeyetle ve birkaç noktadan durmak zorundayız:
"Bugün hakim oldukları bölgelere göre Doğur ve Batı sistemleri olarak belirtilen sistemlerin,
teori ve pratikteki yorum kargaşasıyla gittikçe özlerinden (klasik tanımlarından) ayrılmaları ve
"bilinmeyen" bir üçüncü sistem beklentisi; bu sistemlerden hareketle unsurlararası ilişkilerin
anlaşılamaması ve bütün zorlamalara rağmen tümevarımın, tümdengelinen noktanın niteliğini
sürekli değiştirmesinin sonucudur." (10) Bu durumu "Batı Fikir ve yaşayışının ulaştığı her yer
Batıdır" tesbitini unutmaksızın değerlendirirsek; düşünme faaliyeti bir yandan sosyal hareketlerin
arkasından laf yetiştirme durumuna düşmüş, diğer yandan da; "eşya ve hadiselerin varlığı,
kendisini, kende zati varlık hey'etinden evvel, bizim inanmamıza borçlu" (11) hakikatine ters
olarak, insan zihninin mahiyeti bile sosyal ilişkilerle açıklanır olmuştur. Artık "kendi kendisiyle
kendi başına bir mevcut değil, bağlı olduğu gayeye göre değerlenen bir (sübaltern), tabi bir
hizmetçi" oln siyaset, gayeyi (düşünceyi) kendine göre biçimlendiren genel fikir çerçevesidir.
Bunu ve "Batı fikir ve yaşayışına karşı çıkarken bile, Batıcı düzenin duygu ve düşünce
yasalarıyla hareket edildiğini", reaksiyonların şuur muhteviyatını ele vermesi ölçüsüyle
camiamızda gözleyebiliriz: Parti ve dernek, fikrin vasıtası değil, fikir ve fikir adamını kendini tutup
tutmamamsına göre değerlendiren puttur. İfade edilen fikirler, "sebepler" planındaki doğru ve
yanlışlığıyla, ayrıca, anlatana değil anlatılana bağlı değer ölçüsüyle ele alınmaz; "fikir partinin oy
olarak heline mi ve ifade eden partiyi tutuyur mu?" anlayışı içinde, mihenk taşı PARTİ PUTU'dur.
(Tarihimize kara mizah örneği olarak geçecek olan bizi temsil iddiasındaki p;;artinin genel başkanı,
milletvekilliği vaadiyle ayarttıkları tipe şöyle demişti: "Eskiden biz de Büyük Doğucu idik. Ama
madem ki o (üstad) bizi desteklemiyor, artık bizim Büyük Doğu diye bir davamız olamaz." Bizim
suçumuz da (!) buradan gelir.)
Dünya görüşünüzün içinden sebepleriyle beraber bir lideri mi işaretlediniz? Kimse o işarete
vücut verici sebeplere ve muhakeme usulüne bakmaz. Ve bu yüzden de işaretlenen kof çıktı mı;
"bundan kendisinde bir istidat olduğunu vehmettiren utansın," denmez. Yine; bir liderde olması
gereken vasıflar sıralanarak "onda hummalı bir fikir ve aksiyon ruhunu, estetik ve diyalektik
anlayışını strateji ve taktik dehasını görmüyorum" dendiğinde, bunu gösterme borcunun hitap
edilene düştüğü anlaşılmaz. Sonuçtada, davayı temsil kadrosunu kurmak için bıkıp usanmadan kapı
kapı dolaşan adamdaki değişmez anlayış ve soylu mizacı görmez de, onu; fikir ve fikir adamını
partiye göre değerlendirme anlayışıyla, çalanan her kapının mensubu sanır. Bu kafada olanlar mı
dava adamıdır ve davayı başarıya ulaştıracaktır? Biz buna inanmıyoruz ve olmayan ağaçın
çıkmayacak kerestesinin hesabına girmeden önce; ağaca gelişecek çekirdekteki cevher olma
niteliğine sahip olanların, sürü görüntüsünde olanlardan sıyrılmaları gerektiğini söylüyoruz. Yayın
organı alet ve muhteviyat rolüyle ulaştığı her yerde bu tür çekirdek toplanma ve faaliyetlere yol
açabilir.
"Bir çobanda bilgisizliğin bile samimilik, tabiilik içinde asil durmasına karşılık (...) bilhassa
mahrum oldukları şeylerin sahibi görünmeye bayıl(anlardan)" (12) değil iseniz, dayanılacak sınıfın
niteliğini belirtme yerine, mevcut düzenin kafa yapısıyla; "İslam sınıfsız bir toplumdur"

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 33 of 35

diyenlerden olamazsınız. Çünkü "içtimai sınıflar, zamanın tecelli aynası olan mekan gibi
davaların müşahhas tezahür zeminleridir. Sınıfsız, ruh ve fikri kadrolaştırmanın, zaptetmenin
imkanı yoktur.
(...) İslam inkılabında sınıf, bellibaşlı farikaların kendisini cemiyet içinde sınırladığı zümreleri
değil, kitlelerin, bütün insanlık çapında mayasını tutturacak örnek şahsiyet kadrosunu murad eder.
Bu kadronun da bellibaşlı bir sınıf ismi vardır: Gerçek ve üstün münevverler aristokrasyası..." (13)
"Hakimiyet halkın değil, hakkındır!" düsturunu, herbiri, hakta fani olarak ruhlarına nakşetmiş
idrak soylularını teşkilatlandırma ve sadece hak adına nefs dışı imtiyazlandırma davasıp; İslam
inkılabının istinat edeceği sınıfsız sınıfı, her sınıftan üstün insanlar sınıfını hedef tutacaktır." (14).
Böylece insanımızın düşüncesinin genel fikir çerçevesine kendi dünya görüşümüzü
yerleştirebilmenin, "dayanılacak sınıf" hedefi açısından şartını belirtmiş oluyoruz. Ve yayın
organının hangi anlayışla hizmet etmesi gerektiğini de...
"Batı ifadesiyle, aklın ve eşya ve hadiselere tahakkümü ve kilise baskısına karşı hürriyeti diye
belirtebileceğimiz (rönesans-yineden doğuş), denebilir ki, oluşunu borçlu olduğu keşifler arasında,
matbaayı birinci palana almak zorundadır.
İşte bu alet; operatören (bisturi) dedikleri neşteri gibi aslında hayatı kurtarmaya mahsus bu aziz
alet, (...) bir katilin eline geçerse her şeyden fazla kesici ve öldürüc ü olur..." (15)
Bu değerlendermi çerçevesinde, sistemli hareket istiğindeki yayın organının hedefini; "iç ve dış
her cepheyi saran, birleştiren ve ana sebebe irca eden büyük politika" (16)nın örgütlendirme ve
eğitme vasıtası olarak özetleyebiliriz.
İster değişik, ister aynı konuda olsun, birbirinden habersiz ve bağlantısız hareketler, mevzi
başarılar içinde görünse bile, mücedelenin bütünü yenilgi içindedir. Ayrıca, "gayeyi devşirmek için
ne kadar yol, çare, şart ve sulu varsa hepsine birden enfes ve mükemmel nazarıyla bakıl
(masıyla)" (17) hangisinin ne tesiri olduğunu ve hangi şartta ne tavır alınması gerektiğini "bilmeyi"
birbirine karıştırmamak lazımdır. Yeteri kadar şuurlu ve hareketli adamın olmadığı ve her günün
daha zoru getirdiği ölüm-kalım şartlarında en azından bunun şuuru... bu şuurdaki yayın organının
önderliği...
Tebliğ, telkin ve tesire gelince...
İhtilalin, iktidarı ele geçirme ve elde tutma niyetleri arasındaki zıt ilişkileri kuşattığı dikkate
alınırsa; yerleşik toplum düzeni güçleriyle rakip olarak da olsa ilişkilere girmeksizin, onlara tesir
etmekten ve (oldurmaktan) bahsedilemez.
Bugün düzen güçleri içinde dışımızdaki fikir gurupları teşkilatlanır ve biz "bizim adamımız
yok" diye hayıflanırken bunun sebebini, düzenin onlara kök olması kadar, seylircinin hiçbir zaman
kazanıcı olmamasında da aramalıyız. Düzen güçleriyle karşı karşıya gelmemek için kanuni
haklarını bile doğru dürüst kullanamayan ve taraflar arasındaki (silahlı mücadele de dahil)
ilişkilerde, kendisi tarf olma şartlarını yerine getirmeksitin düşen güçlerine yağla vakit geçirenler
ve böylece sempati topladığını sananlar, sahadaki takım oyuncularının sadece diğerine transfer
olduğunu, seyircinin de değerlendirilen unsur olarak olduğu yerde kaldığını anlamalıdırlar.
Hareketi yoğurma ve şekillendirme safhaları içindeki zamanlama düşüncesiyle hiçbir alakası
olmaksızın, "sınıfta kalmak istemiyorsanız okula yazılmayın" mantığıyla; yenilmemek için
kaçmayı, oyuna gelmemek için oyuna (ilişkiye) girmemeyi söyleyenler ve diğer ülkelerdeki
mücadeleyi kendisinden uzak olduğu için sevenler, düzenin onlara biçtiği devekuşu kafasının
sahibidirler. (Bugün ???? olaylarının içinden sadece hareket doersleri çıkaracağı yerde, çalakalem
makaleler döktürenlerden biri, Konya'da Hasan Sürel kardeşimiz polis tarafından şehit edildiğinde
sükun ve sabır (!) tavsiyesinden sonra, işi edebiyatı getiriyor ve yazısını "Batının edebiyat eserleri
onların çöküşünü gösteriyor, bizim birşey yapmamıza gerek yok" tarzında saçmalayarak
sürdürüyordu. Hani insan memuriyeti ve mesuliyeti!.. Hani oluşun kendinde tecellisi için onun
mana ve madde şartlarına erme cehdi!...)

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 34 of 35

İdeolojik eğitimin yokluğu (ard niyetleri bir yana bırakırsak) yeni şartlar karşısında yılgınlık ve
kararsızlık meydana getirir. Bu durumda da sürün ve sabır tavsiyesi; "bilmiyorum ve
anlamıyorum"un yerine geçer... Biz bu durumlara hazır olana ve basit ayran kabartma yerine,
şuurlanma ihtiyacını doğurucçu ve teknik ifadesiyle, insanımızın heyecan ve coşkusunu diri tutmak
görevinin de yerine getirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Yayın organı, düşünmenin örneği olurkan, yüksek sesle düşümenin de örneği olmalı ve
mensuplarına bu şuuru iletmelidir.

3) KESİN TAVIR ALMA YAYIN ORGANI VE LİDER -III-


"Başsız, ne hayat, ne hareket, ne de ihtilal ve inkılap düşünülebilir. Baş, toplayıcılığın,
birleştiriciliğin ve fikri hedefine yönetliciliğin remzi... Onbaşısı olmayan manga bile yoktur. Lider
ise her içtimai harekette ilk şart olarak düşünülmesi lazım irade merkezi... Lidersiz ihtilal ve inkıla.
olmaz değil de, bunların olması için lider gerek... Yani 1 adedi 2'den önc olduğu gibi lider de
hareketten evvel... BÖYLE OLMAZSA HAREKET CURCUNAYA DÖNER." (18).
Lider... Büyük aksiyon ruhu, kültür edası, sanat ve estetik anlayışı, dava aşk ve ahlakı içinde
yetenekleri yönlendiren; yetenekler emrine verilen...
Siyasi ve ideolojik şuurlandırma ve her türlü vasıta ile hedefe yürümek için, teşkilatın (gizli ya
da açık) gerekliliğini belirttik. Tabii önderliğini de... Burada şahıs olarak liderin üzerinde durmak
istiyoruz ve liderin vasıfları yerine, yani, müsbet yönleri işaretleyerek liderin nasıl olması gerektiği
yerine, liderin nasıl olamayacağı açısından, işi dinamik planda ve olayların içinde ele almak
istiyoruz:
I) Teşkilatının olmayan mücadele stratejine uyun olarak,her telden çalıcı adamları yayın
organına dolduran ve satıştan önce muhteviyatla meşgul olması gerekirken, "gazete nedir? İçi yazı
dolu kağıt" anlayışıyla bizzat partisinin yayın organının, partisini çözücü zihniyete yataklık ettiğini
görmeeyn... (/Ancak bu zihniyet, liderin ordaki uzantısıdır.)
II) Yoğruluşunda hiçbir pay ve çilesi olmaksızın üzerine kurulduğu potansiyeli batıran ve
aradan on sene geçtikten sonra nihayet gençlik politikası (!) üzerinde durmaya karar veren geç
intikal sahibi...
III) Olmayan dünya görüşünün, olmayan politikasının, olmayan gençlik politikasını
oluşturmayı, "hangi lider yanında kuvvetli adam ister" diye kapasitelerini açıkladığı adamlara
teslim eden... (sunucu belirtmeye gerek yok)
IV) İslam davasın güden bir teşkilat lideri olarak, ihtilal-inkılapçı bir hüviyet içinde seçkin bir
kadro kurma yerine, keleşliğini kendi ağzıyla belirttiği "balmumu" adamlardan kadro (!) kuran...
Ömrü boyunca tek bir hareketin doğurucusu olamamış, uyuzluğuyla maruf adamlardan; kanı
donmuş adamlardan, teşkilatına taze (!) kan devşiren... (Taze kanın ne kazandırdığı ortada.)
V) Samimiyet, fedakarlık, bilgi, gözükaralık, gibi vasıflar aramayla vakit geçireceği (!) yerde,
menfaat ve maaşlı iş karşılığı partisine adam devşiren... (Çarpıcı tek eser verememiş 40'lık ve aşkın
sanatçı müsveddesi keleşler buna dahildir.)
VI) Davayı batırırken, kendisine zerre toz kondurmaksıtın, "milletin kurtuluşa nasibi yok", "dış
güçler" vs. hokkabazlıklarıyla vakit geçirci mizaç... nefs muhasebesi yoksunluğu...
VII) Taviz vermez ve şaşmaz istikamet bilgisi yerine, istikametsiz ve tekerlemeci, limonu
düşününce ağzı sulanan adam gibi kendi söylediğine kendi inanan...
VIII) Sanat ve estetik, aksiyon ve kültür edasına, beklenen nesilden işaretler taşıyıcı vasıflara
alabildiğince uzak bir mizaç...
Liderin nasıl olamayacağı yolunda saydıklarımız, liderin ne olması gerektiğini de tersiyle

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010


İDEOLOCYA VE İHTİLÂL Page 35 of 35

işaretleyici. Şu unutulmamalıdır ki; "Fikri, binaenaleyh oluş hedefi, binaenaleyh kuvveti


olmayan" (19) şahıs ve teşkilat mücadelemizin önderi değil ancak harcayıcısıdır ve MSP'nin bugün
yaptığı da budur.
***

file://D:\yedek\cd-kaynak\tefekkur\S.M\İDEOLOCYA VE İHTİLÂL-Tam Metin.htm 06.05.2010

You might also like