You are on page 1of 158

HİYERARŞİK EMPERYALİZM

Tarihin başarıyla taçlandırdığı insanların, red ya da mah­


kum ettiklerine borçlarının sanıldığından büyük olduğu görü­
lüyor; belki de bu, red veya mahkum etmenin, sadece bir tür
ayrışma olmasından kaynaklanıyor. Emperyalizm teorisi, red
ve mahkumiyet yoluyla, doğruyu saflaştırma ve yüceltme süre­
cidir. Lenin, bu süreç içinde, hala ve ne yazık, en yüksek aşama­
dır; yeni gözlem ve soyutlamalarla zenginleştirilmeyi ve bu an­
lamda yenilenmeyi bekliyor.
Başkaları da var; ancak önünde üç temel çalışma duruyor.
"Sosyal - Liberal" olarak nitelediği J.A. Hobson'un "Imperia-
lism" çalışması, 1902 tarihini taşıyor. "Marksist" saydığı tipik
bir sosyal demokrat olan ve asla devrimci olamayan Rudolf Hil-
ferding'in "Finance Capital" adını verdiği kitabı 1910 yılında ya­
yınlanıyor. Alt başlığı son derece ilginçtir: "Kapitalist Gelişme­
nin En Son Aşamasının Bir İncelenmesi" alt başlığı, "Finans Ka­
pital" başlığının hemen altında yer alıyor. Buradan "Kapitaliz­
min En Yüksek Aşaması" nitelemesini bulmanın zor olmayaca­
ğını düşünüyorum. Bolşevik Partisi'nin "tatlı çocuğu", Lenin'in
"skolastik" bulduğu Nikolay Buharin'in "Emperyalizm ve Dün­
ya Ekonomisi" başlıklı çalışmasına Lenin'in yazdığı önsöz, 1915
Aralık ayının damgasını taşıyor. Bir yıl sonra Lenin'in "Kapita­
lizmin En Yüksek Aşaması"-olarak "Emperyalizm", broşürü çı­
kıyor; bütün çalışmaların en çok bilineni budur.
Bunlar öndedir; ancak hem Buharin'in ve hem de Lenin'in ça­
lışmasında, en önde yer alan, Kautsky'nin son çalışmaları oluyor.
Uzun yıllar, Marx ve Engels'ten sonra dünyanın en büyük Marxlı
otoritesi sayılan Kautsky, Birinci Dünya Savaşı'nın borazanları­
nın öttüğü bir zamanda "ultra-emperyalizm" görüşüyle ortaya
çıkıyor; Kautsky, artık dünya emperyalizmini emperyalist güçle­
rin katıldığı son derece barışçıl bir kulüp olarak görmeye başlı­
yor. Buradan "barışçıl" bir kapitalizme sıçrıyor; Buharin ve arka­
sından Lenin hücumlarını buraya çeviriyorlar. Her zaman barış­
çıl olan yol devrimci yolu tıkıyor; her ikisi de, 1915 ve 1916 yılla­
rında, dünya devrimi için devrimci bir çizginin sahibi oluyorlar.

39
Hemen söyleyeceklerim var; Buharin ve Lenin'in çıkışlarını teledikten sonra, "motorun yakıtını sağlamaz ve gerekli enerjiyi
zamanlı ve doğru buluyorum. Ancak ikna edici olabildiklerini de doğrudan üretmez" diye ekliyor.
söyleyecek durumda değilim, bu noktayı daha ilerde tartışmak Kuşkusuz Hobson, finans kesimine çok büyük bir ağırlık
istiyorum. Önce "Finans Kapital" üzerinde durma gereği duyu­ vermenin geçersizliğini ileri sürerken, ekonomik motiflere da­
yorum. yanmıyor; politikacıların, askerlerin, filantoropistlerin ve tüc­
Öyle görünüyor, Hilferding'in "Finans Kapital" çalışması bü­ carların patriyotik duyguları ürettiklerini, kamçıladıklarını ya­
yük bir boşluğa ve açlığa düşüyor; Marx ve Engels'den sosyal zıyor. Bu kaynaktan çıkan güçler, "güçlü ve gerçek olmakla bir­
ekonomiyi inceleyen kapsamlı çalışmaların arkasının gelmemiş likte düzensiz ve kör" sayılıyor; finans kesimi, bunları, emper­
olması,, markslı çevrelerde bir güven kırıklığına yol açıyor. Hil­ yalist genişleme için düzenli bir hale getiriyor. Hilferding ise
ferding'in çalışmasının, çıkar çıkmaz, Otte Bauer tarafından Ca- hem daha "iktisatçı" bakıyor ve hem de tüm iktisat motiflerini,
pital'e ek yeni bir cilt olarak değerlendirilmesini, bu değerlen­ finans kesiminin tabiyeti altına koyuyor; "fazla kredi açma, bir
dirme hemen Kautsky tarafından da destekleniyor* başka türlü bankanın sanayi işletmesi üzerinde yüksek düzeyde kontrol
açıklayamıyorum; değerli bir çalışmadır, ancak zamanındaki kurmasını zorunlu hale getirmektedir ve bu da, sanayi işletme­
bilgi birikimine göre önemli bir sıçrama olarak görünmüyor. Yi­ sinin banka ile asosiasyon halinde çalışması demek olmaktadır"
ne de önemli bir sıçrama olarak kabul ediliyor ve finans kapital, diyor*. Hilferding, finans kapitale, Hıristiyan dinindeki kutsal
çok büyük ölçüde abartılıyor. yerlerden birisini layık görüyor ve bilinen Trinite'si ile bir ben­
Hilferding, hem geçici ve hem de yerel olan bir olguyu, bü­ zetme kurduktan sonra, sanayi sermayesinin "Baba Tanrı", ban­
yük bir abartma ile, dünya kapitalizminin temel özelliklerinden ka sermayesinin "Oğul Tanrı" ve parasal sermayenin de "Kutsal
birisi haline getiriyor; banka sermayesinin, sanayi sermayesine Ruh" olduğunu ileri sürüyor, bu üçlü, ya da üç insan, bir de, fi­
egemenliğini bir temel kural sayıyor. O zaman doğru değildi; nans kapitalde, birleşiyorlar**. Dinler de gerçekleri yansıtıyor;
daha sonraki zamanlarda ise pek çok zaman doğru olmadı. ancak son derece basitleştirilmiş gerçekleri ve son derece tek
Banka sermayesi tarihin belli kesitinde sadece ve sadece Al­ doğrultulu hale getirilmiş akıllar için yansıtıyorlar. Hilfer­
manya ile Avusturya'da belirleyici bir duruma geldi, diğer ül­ ding'in kutsal finans kapitali, zengin ve her zaman sofistike so­
kelerde hep tabi bir rol oynuyor. muta uymuyor.
Emperyalist aşamaya geçişte finans kesimine önemli bir rol Hobson, "imperialism is thus seen to be, not a choice, but a
verme, bu alandaki ilk klasik çalışmanın sahibi Hobson'a aittir; neccesity" diyor; emperyalizm, kapitalizm için bir tercih değil,
ancak Hobson, aynı zamanda, uyarıcı davranma gereğini duyu­ bir zorunluluktur. Daha sonra Kautsky, bunu reddediyor; dö­
yor. Hobson, emperyalist çağa geçişte finans kesiminin rolünü nüşü buradadır. Buharin ise, emperyalizmi, "finans kapitaliz­
vurguladıktan sonra, "finansörlere çok büyük bir güç izafe et­ min tümleşik bir öğesi" olarak tanımlıyor***. Finans kapital ile
mek, tarihe çok dar bir ekonomik açıdan bakmaktır" diyor**. emperyalizm arasında bir zorunluluk ilişkisinin bulunduğunda
Emperyalizmin motor gücünün tek başına finansal olmadığını ısrar ediyor; emperyalist olmadıkça finans kapitalizminin kapi­
yazıyor; finans kesimini, emperyal motorun yöneteni olarak ni- talist anlamını yitireceğini belirterek, emperyalizmin de zorun-
* Rudolf Hilferding, Finance Capital - A Study of the Latest Phase of Ca- * R. Hilferding, Finance Capital, op.cit., s.97
pitalist Development, London, 1910-1981, Tom Bottomore'in giriş incele­ ** İbid., s. 220
mesi, s.l. ***Nikolay Buharin, Imperialism and World Economy, 1915-1973,
** J.A. Hobson, Imperializm, London, 1902-1988. s.142.

40 41
lu olarak fetihçi bir politika izleyeceğine işaret ediyor. racatın ve uluslararası ticaretin çok büyük ölçüde kapitalizmin
Buharin, modern ekonomilerde iki süreci karşı karşıya ko­ eşitsiz gelişme yasasından doğduğuna işaret ediyor; bu işaret,
yuyor; bunlardan birincisi sermayenin enternasyonalizasyonu sermaye ihracatında, aşırı sermaye mallan üretiminden kaynak­
sürecidir. Diğeri ise ekonomilerin "nasyonalizasyonu" süreci lanan bir ihracat baskısını gösteriyor.
oluyor; merkez ülkeden taşarak çeşitli topraklara yayılan ve Bu tartışmaya burada girecek durumda değilim; ancak bir
böylece enternasyonalize olan sermaye, buralarda, hem nasyo­ emperyal ülke sınırlarının dışına çıkan finans kapital, eğer doğ­
nal ekonomilerin oluşmasına ve hem de oluşan nasyonal eko­ rudan doğruya bankacılık ya da sigortacılık sektörüne değilse,
nomilerin başta gümrük duvarları, çeşitli imkanlarla, diğer em­ çıkış ülkesinden mutlaka sermaye mallarını da talep ediyor.
peryalist güçlere kapatılmasına yol açıyor. Hepsi fetihçi olmak Modern çok ülkeli şirketler için ise yeni bir ülkeye gitmek, çok
zorunda emperyalist güçler, enternasyonalizasyon ve nasyona- büyük ölçüde, sermaye mallan, ara mallar ve tüketim malları
lizasyon süreçlerinin çatışması sonucunda, kendilerine, Le- için yeni talepler yaratmak anlamına geliyor.
nin'in büyük bir dikkatlilikle yapmış olduğu ayırımla, iki tarafı Buradan Lenin'e dönmek durumundayım; Lenin de yaşadı­
da emperyalist, savaşlara yol açıyor. ğı günlerin, eylemsel ve düşünsel baskıların altındadır. Bu ne­
Buraya kadar güzel; yalnız finans kapital tekerlemesi ger­ denle Lenin'in de, "Emperyalizm" broşüründe, sık sık finans ka­
çeklere batıyor. Bu tarihte Türkiye'de yaşayan bir kimsenin pitalden söz etmesine şaşırmamak gerekiyor; asıl bunlardan söz
banka sermayesinin sanayi işletmelerini egemenlikleri altına al­ etmediği zamanlar şaşırmak zorunludur. Buradan bakıldığında
dıkları iddiasını ciddiye alması imkansız görünüyor; büyük sa­ Lenin'in her zaman şaşırtıcı olduğu görülüyor; abartılı kaynak­
nayi gruplarının emirlerinde bir veya daha çok bankaları bulu­ ların baskısından kurtularak, çalışmasında, kısa dönüş ve özet­
nuyor. Bu kadar öyle ki, bankalar, sanayi kesiminden kredi ta­ ler yaptığı sıralarda, emperyalizm teorisinde hala son söz sayı­
leplerinin azalması nedeniyle yüksek faizli tüketici kredilerine labilecek cümlelerini kaleme alıyor.
yönelmek zorunda kalıyorlar; egemenliklerine aldıkları, varlıklı "Typical of the old capitalism, when free competition held
tüketicilerdir. undivided sway, was the export of goods. Typical of the latest
Dünyanın en ileri kapitalist ülkesi sayılan Amerika Birleşik stage of capitalism, vvhen monopolies rule, is the export of capi-
Devletleri'nde banka sermayesinin sanayi işletmeleri üzerinde­ tal."* Sovyetler Birliği'nde yapılan ingilizce çevirilere güvenme­
ki egemenliği pek bilinmiyor, büyük sanayi grupları, hep ban­ mekle birlikte, ingilizce olarak aktarmayı uygun buluyorum;
kalara yönetici veriyorlar. Bu noktayı fazla irdelemek istemiyo­ serbest kapitalizm zamanında, meta ihracatının tipik olduğunu
rum; çünkü, tarihin sadece belirli kesitlerinde Almanya hariç fi­ vurguluyor. "Kapitalizmin en son aşamasında" ise, bu aşamayı,
nans kapitalin modern ekonomileri yönettiği iddiası bir saçma­ ikirciksiz, "tekellerin yönetimi" olarak görüyor, sermaye ihracı
lıktır. tipik hale geliyor.
Hilferding'in kitabı yayınlanır yayınlanmaz, markslı otorite­ "The pirincipal feature of the latest stage of capitalism is the
ler büyük övgüler düzerken "burjuva" iktisatçılar bu noktaya domination of monopolist associations of big employers".
büyük eleştiriler yönettiler; Hilferding, bunları kabul etme du­ "If it were necessary to give the briefest possible definition of
rumunda kalıyor. Ancak bu emperyalist teoride çok daha imperialism we should have to say that imperialism is the mo-
önemli bir tartışmanın üstünü örtüyor, sermaye ihracı, nakit nopoly stage of capitalism!"
sermaye mi yoksa sermaye mallan ihracı mı, tartışmak gereki­
yor. Lenin, Razvitiya Kapitalizma V Rossii adlı çalışmasında ih- * V.I. Lenin, Imperialism-The Highest Stage of Capitalism, 1916-1974,
Moskova, s.59.

42 43
Bu aktarmaların her ikisinde de son derece netlikle ortaya çı­ emperyalist ülkeler arası savaşlara, Lenin'in sözleriyle iki tarafı
kıyor; Lenin, eğer emperyalizmin mümkün olan en kısa tanımı da emperyalist olan silahlı çatışmalara son verme çabası olarak
verilecek olursa, bunun kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu ortaya çıkıyor. Emperyalist ülkeler, kamplar ve ittifaklar kura­
vurguluyor. rak, birbiriyle savaşma pratiklerine son verebilirler; buna kar­
Özetlemek ihtiyacını duyuyorum; tekeller varsa, emperya­ şın, ekonomik nedenle veya değil zaman zaman güçlerini hatır­
lizm ortaya çıkıyor. Emperyalizm, tekelli düzenin ülke coğraf­ latma ve sınamak durumundadırlar.
yası dışına yayılmasıdır; tekeller içinde vurucu ve öncü olanlar Bu noktaya yeniden dönme umuduyla, şimdi, ultra-
ise sanayi sektöründen çıkıyor. Ayrıca banka sermayesi çok faz­ emperyalizm tartışmasına dönmek istiyorum; bir yanında Ka­
la akışkan olduğu için sanayi sermayesi kadar fetihçi olmak du­ utsky ve diğer yanında ise Buharin ve Lenin yer alıyor.
rumunda değildir; yeni kaynaklar ve yeni pazarlara muhtaç Karl Kautsky, ultra-emperyalizm görüşünü, Birinci Savaş
olan, başta, sanayi üretimi oluyor. patladıktan hemen sonra dillendiriyor; Kautsky'nin görüşlerine
Bu kadar değil; Lenin'in emperyalizm çözümlemesinde, ge­ ilgi kalmadığı için ultra-emperyalizm formülasyonu da pek bi­
nellikle gözlerden kaçan iki vurgu daha var. Bunlardan birisi, linmiyor veya zor bulunuyor. Şunları yazıyor: "From the pur-
emperyalist güçlerin sadece tarımsal topraklan fetih ve ilhak et­ mic standpoint, it is excluded that capitalism may live through
me eğiliminde olmamalarıyla ilgilidir. Almanya'nın Belçika'ya enother new phase, the transference of the policy of cartels to
karşı kabaran iştahını, Fransa'nın Lorraine'e olan hırsını, Lenin, foreign policy, a phase of ultra-imperialism, which of course we
emperyalist güçlerin gelişmiş ülke topraklarını da ilhak etme must fight against just as energiically as we fought imperia­
niyetlerine örnek olarak gösteriyor. İkincisini, daha da önemli lism".* Kautsky'nin ultra-emperyalizm mantığı son derece ba­
görüyorum. Lenin, emperyalizmin özünü "hegemonya" kur­
sittir; iç ekonomide tekellerin kartel kurarak pazarı paylaşması
mak olarak gösteriyor; "an essential feature of imperialism is
türünden, dünya ölçüsünde de, emperyalistlerin dünyâyı pay­
the rivalry between several great powers in the striving for he-
laşacakları ve emperyalistler arası savaşların sona ereceği düş-
gemony" diye yazıyor.* Emperyalist güçler arasında rekabet
leniyor; Kautsky'nin yazılarında, ultra : emperyalim düşünü­
her zaman dar ekonomik amaçlı olmuyor; doğrudan doğruya
hegemonya kurmak ve hegemonyayı sürdürmek için, rakibi za­ nün hiç bir ekonomik dayanağı yer almıyor. Sadece emperya­
yıflatmak ve "to undermine his hegemony", hegemonyasını kır­ listlerin karşılıklı savaşın yüksek maliyetini görerek "emperya­
mak için de toprak ilhak edilebiliyor. listler arası bir kutsal ittifak" ile emperyalizmi nihai olarak çö­
zebilecekleri ileri sürülüyor. Çözebilirler mi; Kautsky, "in pu-
Lenin'in bu son derecede verimli işaretini genişletme eğili­ rely economic terms, there is nothing to prevent this powerful
mini taşıyorum; emperyalizm, bir güç yayma sürecidir. Emper­ explosion finally dissolving by a holly alliance of the imperia-
yalist bir ülke, emperyalizmini sürdürebilmek için, arada bir lists", ekonomik açıdan emperyalistlerin bu güçlü patlamaları
hegemonyasını'sınamak ve mümkünse yeni hegemonya alanla­ önlememeleri için hiç bir engelin bulunmadığı kanısındadır.
rı bulmak durumundadır; bunun için her zaman ekonomik ge­ Ultra-emperyalizm için ekonomik mekanizmalardan söz edil­
rekçe bulma zorunluluğu olmadığını düşünüyorum. miyor; emperyalistler arasında bir savaşı önlemenin önünde
Emperyalizmin özünde sürekli bir güç gösterisi var. ekonomik engellerin olmadığı yazılıyor.
Bu söylediklerimle Kautsky'nin "ultra-emperyalizm" görüşü Lenin, "emperyalizmin en derin temeli tekelciliktir" dedik­
doğrudan doğruya bağlantılı görünmüyor; ultra-emperyalizm,
ten sonra, bekleneceği gibi, "the teory of ultra-imperialism is
* tbid., s. 86 ** Karl Kautsky, Selected Political Writings, London, 1983, s. 88.

44
45
(so) absürd" diye ekliyor; ultra-emperyalizmi, "saçma" olarak nal ekonomidir. Japonya ve Rusya, Almanya'yı izliyor. Birinci
niteliyor.* Buna, "reaksiyoner" olduğunu ilave ediyor; ancak be­ Savaş öncesinde Rusya'ya "ikinci sınıf" bir emperyalist ülke de­
nim de eklemem gerek, Kautsky'nin ultra-emperyalizmini te- mek yerindedir. Türkiye'ye, Sibirya'ya, Mançurya'ya doğru eks-
mellendirmemesi türünden hem Buharin ve hem de Lenin, ult- pansiyori içindedir.
ra-emperyalizmin neden saçma olduğunu çözümlemiyorlar. Yeni, güçlü, kendi sınırlarına sığmayan bir nasyonal ekono­
Daha doğrusu, böyle bir tartışmanın temel mekanizmalarını or­ mi, her zaman bir savaş kaynağıdır.
taya koymuyorlar. İki savaş arasında, Almanya ve Japonya, sıkıştırılmış bir
Emperyalistler arası savaşın ekonomik şansı, pek çok meka­ zembereğe benziyorlar.
nizmanın karşılıklı etkisine bağlı olmak durumundadır; burada Dört: Emperyalist sistemi dışından karşılama ve frenleme,
bunların bazılarını tartışmak istiyorum. Ultra-emperyalizmin, eninde-sonunda, emperyalistler arası barışçıl rekabeti silahlı ça­
ortaya çıkıp çıkmaması bu mekanizmaların ağırlıklarının tartıl­ tışmaya çevirme eğilimindedir. Ultra-emperyalizm görüşünün
ması sorunudur; yapılması gerekiyor. sahibi Kautsky'nin kendisinin 1905 yılından itibaren Doğu'da
Bir: Amerika, Monroe Doktrinini aştıktan ve açık bir emper­ devrimleri bu çizgide görmesini son derece ilginç buluyorum;
yalist yayılma arayışı içine girdikten sonra, "open door", açık Kautsky, Lenin'in son devrimci çalışması olarak nitelediği 1909
kapı siyasetinin savunucusu oldu; bu hiç bir ülke ile ticaretin tarihli "İktidar Yolu" başlıklı incelemesinde açıkça, 1904-1905
bu- büyük emperyalist güç tarafından kapatılmaması anlamına Rusya-Japonya savaşından sonra Uzak Doğu ve Muhammedi
geliyor. Öpen door siyasetin yayılması, emperyalist ülkeler ara­ dünyanın "Avrupa Kapitalizmini yıkmak için ayağa kalktığını"
sında barışçıl rekabetin geçerli olması anlamına geliyor. yazıyor.* Kautsky, Doğulular'ın ve t ü m müslümanların Avrupa
îki: Rekabetçi kapitalizmde, kolonilerin kapatılması o kadar proletaryasıyla aynı düşmana karşı savaştıklarını ve ancak bir
önemli değildir; sermaye ihracı aşamasında tabi ülkeler emper­ sermayenin yerine bir diğer sermayenin egemenliğini kurmak
yalist güçler tarafından diğerlerine kapatılıyor. Bu, sermayenin istediklerini kaydediyor.
enternasyonalizasyonunun emperyalist ülkeler arasında sert bir Kautsky, bu incelemesiyle, 1920 yılında Komintern tarafın­
rekabete yol açması demek oluyor. Fakat üretimin enternasyo- dan toplanacak olan Doğu Halkları Kurultayı'nın temellerini at­
nalizasyonu yeni bir süreçtir; burada aynı sanayi mamülünün mış oluyor; aynı zamanda emperyalizmi daraltacak hareketlere
parçalarının çok çeşitli ülkelerde üretilmesi durumuyla karşı parmağını basıyor. 1905 Rusya Devrimi'nden sonra Jön Türk
karşıya geliniyor. Sermayenin enternasyonalizasyonu aşama­ Devrimi'ni, Iran Devrimi'ni, daha sonraki Meksika ve Çin Dev­
sından sonra özellikle imalat kesiminde üretimin enternasyona­ rimleri, büyük bir kuşak oluşturuyor; bu, hiç kuşkusuz, burjuva
lizasyonu, çüş'ler, çok ülkeli şirketler ile birlikte gelişiyor. Böy­ devrimci kuşağın, emperyalistler arası rekabeti kızıştırarak Bi­
lece üretimin enternasyonalizasyonu ve çüş'ler, Buharin'in sö­ rinci Emperyalist Savaşa yol açmış olması ihtimal dahilindedir.
zünü ettiği ekonomilerin nasyonalizasyonu sürecinin tersine ikinci Savaş'ın mekanizmaları daha karışık ve bulaşık ol­
doğru bir etkiye sahip oluyor. makla birlikte, Sosyalist Devrim'in yerleşmesi, Çin Devrimi'nin
Bu iki mekanizma, ultra-emperyalizm yönündedir. yaklaşması, emperyalist yayılmaya önemli frenler olarak çıkı­
Üç: Yeni, büyük, hırslı "nasyonal" ekonomilerin ortaya çık­ yorlar. Dışından sarılan emperyalist sistem, diğer mekanizma­
ması yep yeni bir mekanizmayı işletiyor; Birinci Savaş'tan önce larla birlikte, kendi iç çelişkilerini artırıyor ve sonunda emper­
Almanya son derece hırslı ve aynı ölçüde sıkıştırılmış bir nasyo : yalist savaşı yaşıyor.
* V.I. Lenin, Imperialism, op. cit., s. 94 ve 110.
* Karl Kautsky, Selected Political Writings, op. cit., s. 77

46 47
Ultra-emperyalizm tartışmasını, bu saydığım, eklenebilecek
veya çıkartılabilecek mekanizmalar çerçevesinde sürdürmek Son savaşı, tek yanlı bir ultra-emperyalist savaş olarak nite­
gerekiyor; Buharin ve Lenin'in bunları yapmadığını tekrarla­ lemek mümkün mü? Burada bu noktaya girmek istemiyorum.
mak gereği duyuyorum. Ancak özellikle Lenin'in böyle bir tar­ Şu anda düşündüklerim Irak Savaşı'nda bile emperyalistler ara­
tışmaya hiç yabancı olmadığını düşünüyorum ve b u n u n kanıt­ sında ahenkin hiç de göründüğü gibi olmadığını, pek çok em­
ları var. Lenin'in, Buharin'in çalışmasına yazdığı, 1915 yılının peryalist ülkenin Amerika'nın bir"süper emperyalist" ülke du­
sonlarının damgasını taşıyor, önsöz, her nedense hep ihmal edi­ rumuna gelmesini, emperyalist ülkelere de kendi emrini dikte
liyor. Bu önsüzden aktarıyorum: "Can one, however, deny that ettiren bir konuma ulaşmasını engellemek için, Amerika'nın
in the abstract a new phase of capitalism to follow imperialism, kuyruğuna takıldıklarını düşünebiliyorum. Katılmada, Ameri­
namely, a phase of ultra-imperialism, is thinkable? No. in the kan hegemonyasının yaygınlığı izlenimini önleme motiflerini
abstract one can think of such a phase".* Çok açık; soyut olarak görebiliyorum; ayrıca Irak eninde-sonunda bu birleşik emper­
emperyalizmin bir yeni, ultra-emperyalizm aşaması tarafından yalist saldırı için küçük bir lokma oluşturuyor.
izlenebileceğini inkar etmenin mümkün olup olmadığını soru­ Bu nokta ve soru ilerde tartışılacaktır; ben burada emperya­
yor. Kesinlikle inkar edilemeyeceği cevabını veriyor. Soyut ola­ listler arası savaşların bitip bitmediği sorusunu ele almak istiyo­
rak böyle bir aşama düşünülebilir; Lenin, bu düşüncededir. rum. Bu soruyu tartışırken de "hiyerarşik emperyalizm" kavra­
Güzel; bunu, Lenin'in, sözünü ettiğim tartışmayı yazma­ mını denemek durumundayım.* Bir üst emperyalist gücün he­
makla birlikte yapmış olduğu biçiminde yorumluyorum. Lenin, gemonyasında bir başka emperyalist devlet düşünebiliyorum.
hiç kuşkusuz gelişme çizgisinin, "istisnasız bütün devletleri ve Mevcut emperyalist ülkeler arasında, kendiliğinden çıkabile­
işletmeleri yutan bir dünya tröstü doğrultusunda" olduğunu cek bir savaş uzak bir ihtimal görünüyor; Japonya'nın yeni pa­
kaydediyor. Çok güzel, ancak ekledikleri var. Emperyalizm, zarlara girişi, Avrupa ve Amerika pazarları dahil, son derece
ultra-emperyalizme dönmeden önce "emperyalizm, kaçınılmaz barışçıl gelişti. 1960 yıllarından itibaren Japonya, yeni pazarlar
olarak, patlayacaktır ve kapitalizm zıddına dönecektir". Lenin, ararken son derece dikkatli ve temkinli davrandı; özellikle
bu haberi veriyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin tepkisi büyüdükçe geri adım at­
Burada duruyorum ve kısa bir açıklama yapmak istiyorum: tı ve dolar zayıfladıkça yardım elini uzattı. Başka bir yolu da
Ortaya iki Lenin çıkıyor. Birisi, bilim adamıdır ve diğeri dev­ görünmüyordu; çünkü İkinci Savaş'tan sonra Almanya gibi si-
rimci politikacı oluyor. Bilim adamı Lenin, gelişmenin ultra- lahsızlaştırılmıştır.
emperyalizm yönünde olduğuna işaret ediyor ve devrimci poli­ Almanya ve Japonya'nın Amerika ve geri kalan Avrupa eko­
tikacı Lenin, bu noktaya varılmadan önce sistemin patlayacağı­ nomilerini tehdit ettikleri bir zamanda silahsızlandırılmış olma­
nı ya da patlatılacağı mesajını veriyor. ları, mevcut emperyalist ülkeler arasındaki bir savaş ihtimalini
ortadan kaldırmış oluyor; ama yeni yollar açılabiliyor. Belki de
Belki de hiç bir yerde bilim adamı Lenin ile devrimci politi­
Irak üzerine açılan savaşı, hem emperyalistlerin hegemonya
kacı Lenin bu ölçüde birbirinin karşısına dikilmiyor ve belki de
hiç bir yerde bilim adamı Lenin, devrimci Lenin'i böylesine bü­
* Bop Rowthorn, "Imperialist satellite", uydu emperyalist, kavramını
yük uyumla desteklemiyor; yöntemsel olarak bunlara değinme­ ortaya atıyor; Büyük Britanya'nın Amerika'nın uydusu bir emperyalist
den edemiyorum. ülke olduğunu ileri sürüyor. Çok yerindedir; bugün yazdığı zamandan
Peki şimdi? daha geçerli görünüyor. Ancak benim tartışmama yetmiyor.
* N.Buharin, imperialism, op. cit., s. 13. B.Rowthorn, imperialism in the Seventies-Unity or Rivarlry? New Left
Review, N. 69, Sept-Oct. 1971, s. 51.
48
49
gösterisi ihtiyacı ve hem de büyük bir uzak görüşlülükle Arap emperyalizm tartışmasına dönmek istiyorum. İkinci sınıf bir
Birliği'ni önleyerek ilerdeki daha büyük bir savaşın önünü alma emperyalist ülke de, eninde-sonunda, bir emperyalizmdir; güç­
olarak değerlendirmek mümkündür; bu savaşla kaybeden lenmesi ve büyümesi halinde üst hegemonyayı dinlememesi
Araplar ve Arap Birliği oluyor. büyük bir ihtimal sayılmalıdır. Irak, çok daha sınırlı imkanlarla,
Arap Birliği yönünde atılan küçük ve zor adım birleşik em­ Amerika'yı dinlememe şansını denemiş oldu; bunu, daha büyü­
peryalist saldın ile karşılaşıyor; ancak aynı zamanda, bir Türk müş bir ikinci sınıf emperyalist ülkenin tekrarlamasını normal
Birliği olmasa bile Türkik Kökenli bir federasyon için Anka­ karşılamak gerekiyor.
ra'nın şiddetle özendirildiği görülüyor.* Daha açık da söylene­ Böyle bir ihtimal, yeni bir d u r u m anlamına geliyor; ortaya
bilir; Türkiye, Amerika'nın üst hegemonyası altında ikinci sınıf çıktığında ve realize edildiğinde mutlaka emperyalistler arası
bir emperyalist devlet olmaya doğru itiliyor. dengeleri etkileme durumundadır. Bu etkileme, ultra-
Sovyet sisteminin çözülüşü ile birlikte Türkiye'den Azerbay­ emperyalizm tartışmasını doğrudan doğruya ilgilendiriyor.
can üzerinden geçerek Orta Asya'daki Türkik kökenli devlet ve Ancak ben daha çok Türkiye'nin emperyalist açılımı ile ilgi­
halkların Türkiye'nin hegemonyası altında toplanması, çözülüş leniyorum; "hiyerarşik emperyalizm" kavramı, bu açılışın em­
başlar başlamaz Amerikan basınında pek büyük bir sıklıkla ya­ peryalistler arası dengeler açısından da imkan dahilinde oldu­
zıldı; Türkiye'de böyle bir iradenin olmayışından yakınılıyordu. ğunu gösteriyor. Rusya'nın bir zamanlar ikinci sınıf bir emper­
Irak Savaşı ile birlikte Türkiye'de bir emperyalist ülke olma ira­ yalist devlet olması, kavramın sadece Türkiye ile sınırlı kalma­
desinin canlanmaya başladığı görülüyor. dığını ortaya koyuyor. Türkiye'nin hem Kuzey'de yeniden doğ­
Şu anda Ankara ne yapıyorsa, Washington'un bilgisi ve makta olan "Rusya" devletini ürkütmemeye ve hem de topal bir
planları dahilinde yapıyor; Türkiye ikinci sınıf bir emperyalist "süper emperyalist" görüntüsü kazanan Amerika'yı teskin et­
güç olma planını açığa vuruyor. Bu açıklık, "Seçmeli Caydırıcı­ meye özen göstereceği anlaşılıyor.
lık" olarak Türkçeleştirdiğim Amerikan doktrinine uygun görü­
nüyor; bu doktrinin genişlemesi anlamına geliyor. Washington,
"discrete deterrence" doktrini ile Orta Doğu'da kendisine paralı
askerlik yapacak yerel halklar arıyordu; Türkiye ile birlikte
ikinci sınıf bir emperyalist güç bulabileceği noktasına geldiği
anlaşılıyor.
Türkiye'nin emperyalist senaryosu, ilk aşamada, Kuzey'ine
doğru barışçıl ve güneyine doğru fetihçi olmak durumundadır;
her iki açıdan da zorunluluk görüyorum. Hiç bir ülkenin yal­
nızca ekonomik gücüne bakarak ve yalnızca bunu göstererek
bir emperyalist ülke sayılması mümkün görünmüyor; mutlaka
bir kez,-ülke dışında zorunu göstermesi gerekiyor*.
Buradan emperyalistler arası savaş ihtimaline veya ultra-
* Tekin Yayınevi tarafından yayınlanan "Sovyetler Birliği'nde Sosyaliz­
min Çözülüşü" adını taşıyan çalışmamda bu özendirmenin kanıtları
yer alıyor.

50 51
EMPERYALİST TRANSFORMASYON on yılda tamamlanıyor. Türkiye'nin sanayi kapitalizmi dönemi,
ve eğer söz uygunsa "sanayi demokrasisi" zamanı sanıldığın­
Türkiye, itirafçılarına estetik ameliyatı yaptırmanın maliyeti­ dan çok kısadır; bugün, 1970 yıllarında, bir yanında "demokra­
ni kendi devletine yükleyen bir ülkedir. Önce şaşırtıcı geliyor; tik devrim" ve diğer yanında sanayi kapitalizmi öncesi Türkiye
ancak giderek daha az şaşırtıcı buluyorum. Çünkü, Türkiye ta­ olan iç savaşın bir interregnum, iki düzen arası bir geçiş döne­
nınmaz olan insanlar ülkesi haline gelmiştir; son zamanlarda mi, olduğu çok daha iyi anlaşılıyor. Daha iyi anlaşılan bir de şu
insanlarının yüzü hızla değişiyor. Türkiye insanı ve özellikle var; Eylül darbesi doğrudan doğruya tekeller düzeni için yapıl­
elit insanı, çok hızlı bir estetik ameliyat sürecini yaşıyor. mıştır. Güçlü "demokratik devrim" partisi ve güçsüz "sosyalist"
partisine karşı iç savaş tekelli düzeni kurabilmek için gerçekle­
Türkiye, elit insanının yüzünü değiştirdiği bir döneme giri­
şiyor; mülk sahipleri için sanayi demokrasisi öncesine dönüşün
yor.
imkansızlığı 12 Mart darbesi ile ortaya çıkıyor.
Türkiye, aydın insanının yüzsüz kaldığı bir ülke oluyor.
"Artık hiç tanıyamıyorum" bu söz günlük dile giriyor. Buraya kadar güzel; ilerlemek için Lenin'den aktarma yap­
"Sanki, bambaşka bir insan"; bu daha çok işitiliyor. mak gereğini duyuyorum. Lenin, "the deepest economic foun-
"Çok hızlı değişti"; bu, Türkiye'nin elitine en uygun düşen dation of imperalism is monopoly"* diyor; emperyalizmin en
söz olmalıdır. derin temelinde tekel yatıyor. Bu çok basit görülebilir; ancak
Somut zengindir; soyutlama, kavramlaştırma ve giderek bi­ bundan sonraki çözümlemelerim için mutlaka kabul edilmek
lim, zengin somutun işlenmesine dayanıyor. Büyük sanatçı ve­ zorunluluğu var. Eğer tekelli düzen çözümlemesi varsa, mutla­
ya büyük bilim adamı, "muttarid muhteriz" damlalar türünden ka emperyalizm tartışması da olmalıdır; emperyalizme, dış
somut değişiklikleri kimyasal bir kaynaştırma ile soyutlayabi- dünyaya uzayan tekelli düzen denebileceğini sanıyorum.
lendir; çok zor bir iş olduğunu kabul etmek gerekiyor. Ancak Bundan sonra şu geliyor: "Parasitism, which is characteristic
çok hızlı değişen somutluk, büyük bir zenginliği içinde barındı­ of imperialism" Lenin, emperyalizmin karakteristik çizgisi ola­
rıyor. rak gösteriyor. 1920 yılında Fransızca ve Almanca çevirileri için
İhtilaller, her zaman rastlanmayan somutluklar oluyorlar. yazdığı önsözde çok daha açık olabiliyor; "Kapitalizmin en yük­
İhtilaller, tarihin patlama düzeyine ulaşmış hızlanmalarıdırlar; sek aşamasının niteliği, tamıtamına parazitizm ve çürümedir."
bu nedenle büyük zenginlikleri taşıyorlar. Bu nedenle kavran­ Buna büyük ölçüde katılıyorum; kaygım, bu son derece önemli
ması kolay olmayan teorik açıklıklar gösteriyorlar. saptamaların geliştirilmemiş olmasındankaynaklanıyor.
İhtilaller, teori düzeyine çıkmış, somutluklardırlar. Aslında geliştirilmeyen nokta bir sorudur; asalakların niteli­
Türkiye devrimsi bir dönemden geçiyor; bir düzenden diğe­ ğini belirlediği ve diğer yandan çürüyen bir düzende emek de­
rine atlıyor. Bu, başta elit olmak üzere insanlarının yüzünü de­ ğer yasasının işlerliğinden söz edilebilir mi? Bu soru tersinden
ğiştiriyor ve aydınlarını yüzsüzleştiriyor. de sorulabilir; emek değer yasasının işlemediği bir düzen kapi­
"Devrimsi" olması hızının yüksekliğinden kaynaklanıyor. talizm olur mu? Soru soruyu açıyor; kapitalizm, sadece rekabet­
Bu, çok kısa bir zaman aralığına çok büyük değişikliklerin sığ­ çi kapitalizm midir?
dırılması demektir; sanayi devriminden bu yana sınıflı toplum­ Bu sorular, Benim ekonomi politik ile ilgili olarak son yıllar­
larda zaman bugüne yaklaştıkça süreçlerin zamansal uzunluk­ da hiç gündemimden çıkmayan, ancak henüz yeterli cevaplara
ları kısalıyor. Bunu şöyle de söyleyebilirim; eğer Büyük Britan­ * V.I. Lenin, imperialism, The Highest Staage of Capitalism, M., 1916-
ya'da rekabetçi kapitalizm yüz yıla yayıldıysa, bu, Türkiye'de 1978, s. 93

52 53
ulaştırmadığım sorunlarım oluyorlar; hızlı değişen "insanları­ ve temsilciler, Wilson zamanına kadar yürütmeye egemendir­
mın" yüzlerinde bir parazitizm ve bir çürüme hastalığı görüyo­ ler; sonra tersi gelişiyor. Bunu, başkanlık sisteminin yasama or­
rum. Çok somut göstergeler var; büyük kentlerde genç elitlerin, ganının güçlü olduğu bir durumla bağdaşabileceğini belirtmek
daha çok geceleri saat onbirden sonra gittikleri ve sabaha doğru için kaydediyorum; ancak başkanlık sistemi tekelli düzene, di­
döndükleri barlar türedi. Herkesin, işçilerin, işe gitmek için ya­ ğerinden çok daha uygun düşüyor.
taktan çıktıkları saatlerde yatağa giren genç ve orta kuşak türe­ Hobson'dan bir aktarmanın yeri olduğunu düşünüyorum.
diler parazit değil de nedir; sayılan hızla artıyor ve büyük kent­ "Emperyalizm" sözcüğünü düşünce ve politika tarihine sokan
lerden çevreye yayılıyor. Hobson, bir yerde, şunları yazıyor; "İmperialism and popular
Türkiye'de sadece birinin yıllık cirosunun yüz milyar lirayı government have nothing in common; they differ in spirit, in po-
aştığı reklam şirketleri var; çoğalıyorlar ve işlerinde büyüyenler licy, in method" * Hobson, emperyalizm ile halk yönetiminin or­
de artıyor. John Berger, çok yerinde bir saptama ile reklamın tü­ tak hiçbir yanı olmadığını, espiri, politika ve yöntem açısından
ketici toplumun ekini olduğunu ileri sürüyor; Berger'in sapta­ birbirinden ayrıldıklarını ileri sürüyor. Bu saptama 1902 tarihli­
masının özünü değiştirmeden reklamcılığın emperyalist aşama­ dir ve geçen her zaman, Hobson'u doğruluyor. Tekelli ve emper­
nın artık kültürü olduğunu söylemek durumundayım. Tekelli yalist düzene geçen her ülke halk yönetimini bir kenara atıyor.
düzende sokaktaki insanın kültürü reklam kültürüdür; dili, rek­ Tekelli ve emperyalist düzenin birbirinden ayrı iki temel ni­
lamcının basit düşünmeye mahkum eden dili oluyor. teliği var; hem bürokratik ve hem de ideolojiktir. Aslında her
Parazit çürür ve çürütür. yönetim ve her düzen, bir ölçüde bürokratik ve ideolojik nitelik
Emperyalist aşamanın insanı, ilke olarak yeteneksiz ve bece- taşıyor; tekelli düzende, bürokratik ve ideolojik boyutlar, hem
risizdir. birbirinden ayrılıyor ve hem de son derece uç noktalara ulaşı­
Hangi kesim, hangi uğraş, tekelli düzenin etkisi altına girer­ yor. Kütleler ideolojik boyunduruk altına alınırken yönetimin
se, hızla çürüyor ve kaliteli olan her türlü niteliği kaybediyor. kendisi son derece bürokratik ve halk egemenliğinden önemli
Tekelli düzen çürüyen kurum ve insanlar üzerine bir hege­ ölçüde uzak bir yapıya dönüşüyor.
monyadır. Başkanlık sistemi, bürokratik yönetime en uygun sistemdir.
Tekel egemenliği bütün gücünü çürütebilmekten alıyor. Türkiye'nin başkanlık sistemine geçiş süreci, bir yanıyla yö­
Sadece kurum ve insanlar değil; kavramlar ve mekanizma­ netimin daha da bürokratlaşması ve diğer yanıyla kuvvetler
lar çürüyor. ayrımı kavram ve ilkesinden uzaklaşmayı temsil ediyor. Bura­
Tekelli düzende ve bunun ülke dışına uzayan biçimi olan da tarihsel bir süreçten söz etmek zorunludur; bunun 1980 son­
emperyalizmde ilk başta çürüyen ve etkisini yitiren kavram ve rasında ortaya çıktığını düşünmek ve söylemek yanıltıcı oluyor.
mekanizma kuvvetler ayrımı ilkesidir; ortadan kalkıyor. Bugün Şu nedenle; yasama organının etkisi, en son çözümlemede, ka­
Türkiye'de iktidar ve muhalefet arasında sürdürülen başkanlık mu gelirlerinin kullanılmasında ve yasa yapmada söz sahibi ol­
sistemi tartışması budur ve bu tartışma kuvvetler ayrımı ilkesi­ makla ölçülüyor. Bu açıdan bakıldığında CHP ve AP yönetim­
nin cenaze törenine benziyor. lerinin, nitelik açısından, bugünkü ANAP yönetiminden farklı
Aslında kuvvetler ayrımı ilkesinin doğrudan doğruya baş­ olduğunu ileri sürmek pek zor görünüyor.
kanlık sistemi ile bir ilgisi bulunmuyor; Wilson zamanına ka­ Kanun hükmünde kararname sistemini keşfeden ANAP de­
dar, 1912 seçiminde başkan oluyor, Amerika'da kuvvetler ayrı­ ğildir; bu sistem, parlamenter sistemi, bir yüksek denetleme ku-
mı ilkesinden söz etmek mümkün görünüyor. Kongre, senatör * J.A. Hobson, Inperialism, A Studyy, London, 1902-1988, s. 150

54 55
rulu veya Sayıştay haline getiriyor. Kanun hükmünde kararne- Ozal, TBKP liderleri Türkiye'ye geldiğinde başbakanlık ya­
me sistemi ile parlamento, yürütmenin çerçevesini çizmiyor ve pıyor ve "TBKP liderlerini Türkiye'ye getirdik" diyebiliyor. Bu­
bunun yerine, yürütmenin yürürlüğe koyduğu ve yasa sayılan rada tepki beklemiyorum; bu ifade, daha önce yazdıklarımıza
düzenlemeleri yıllar geçtikten sonra onamak ve düzeltmek gö­ uygun düşüyor. Ancak o zamanki başbakan ve şimdi devlet
revini üstleniyor. Bu sistem, tekrar ediyorum, ANAP'tan önce başkanı, "Esasında bizim kanunlarımıza göre kongre yapmaları
CHP ve AP yönetimlerinin de sistemidir. kanunlara aykırıdır, 'gelin bizi tevkif edin' dediler, ama kimse
Parlamento vergi koyma ve kamu gelirlerini harcamada tevkif etmedi' diye buyuruyor. Hukuk kurumları ve hukuk bil­
halk adına söz söyleme yeridir; harcamaların kuruşuna kadar mediklerini yıllardır yazdığım Türkiye'nin "ünlü" hukukçuları
parlamento tarafından verilen izne göre yapılması parlamenter ne yapıyorlar; bir eski başbakan ve görevdeki devlet başkanı
sistemin esasını oluşturuyor. Ancak hem CHP ve hem de AP yasaların uygulanmasının veya uygulanmamasının son derece
yönetimleri, bütçeleri, daha önceden alınan fonların serbestçe keyfi olduğunu haykırıyor ve bir tek kimseden karşılık almıyor.
kullanımı haline getirmiş bulunuyorlar; parlamentolar, artık Çok şaşırtıcıdır; bu, keyfi uygulamanın, hukuk dışılığın sözde
bütçelerin bir tür sabit harcamalarına karar veriyorlar. Karar hukuku savunan, ancak hukuk bilmediklerini yıllardır yazdığı­
vermek zorunda olduklarına karar veriyorlar ve yeni harcama­ mı tekrarlıyorum, Türkiye'nin "ünlü" hukuk kurum ve kişileri­
ları birer fon sistemi ile yürütmeye bırakıyorlar. Demek oluyor, ne de malolduğunu gösteriyor.
bütçede çok büyük ölçülere ulaşan fonlar, parlamenter ilkeyi
Eğer kanunlara göre suçluluk d u r u m u varsa, kanunlar işle­
çoktan çürütmüştür; burada öncülük ANAP'a düşmüyor.
tilmelidir; kapitalizmin hukukun eşitliği ilkesinin de sona erdi­
ANAP, bu sistemi geliştiriyor.
ği anlaşılıyor. Çok açık; utangaç bir utanmazlık içinde hukuk­
Yürütme ile yasama ilişkisi açısından söylenecekleri burada suzluk ve kırıntı ile yetinmek, cephenin bu yanında olanlara da
kesiyorum; Türkiye'de temsili sistem bitmiştir. Bu tekelli ve ye­ mal olmuş görünüyor. Son derece açık; Eğit-Sen kapatılıyor ve
ni açılan emperyalist düzenin doğal bir sonucudur. Sonrasına Eğitim-İş'e dokunulmuyor. Eğitim-lş'e dokunulmamış olması­
geliyorum; burada yürütme ve yargı ilişkisi var. Bu ilişkiyi orta­ nın verdiği kırıntı duygusu ile hukukun temel ilkelerinin çiğ­
ya koymak ve yeni durumu çözümlemek için fazla söze ihtiya­ nenmesi gözardı ediliyor.
cım olmadığını düşünüyorum ve bir aktarma ile yetinmek isti­ Tekelli düzen hukuk eşitliğinin tarihe gömüldüğü ve hukuk
yorum. Konuşan Devlet Başkanı Özal'dır" Hala Dev-Sol gibi diskriminasyonunun önplana çıktığı bir dönemdir.
örgütler var. Komünizm öldükten sonra bunlar ne işe yarıyor? Tekelli dönem yargının, yürütmenin yönetim ve güdümüne
Bunlar bir yerde mafya örgütü haline gelmiş. Cinayetler işliyor, girdiği bir dönem oluyor.
soygunlar yapıyorlar. TBKP liderlerini Türkiye'ye getirdik. Ön­ Her tarafta Kürt sorunu tartışılıyor. Ancak ismail Beşikçi'ye
de hapse attık, mahkemelere çıktılar, büyük hadiseler oldu. Son­ yasaktır ve bu yasak sözde ünlü hukuk kurumu ve kişilerinin
ra serbest bıraktık, kongrelerini yaptılar. Esasında bizim kanun­ de yasağı oluyor. Bunlar tsmail'i savunmayı reddederek, Yuna­
larımıza göre kongre yapmaları kanunlara aykırıdır. 'Gelin bizi nistan'da Türkiye istihbarat örgütleriyle yakın ilişki içinde olma
tevkif edin' dediler. Ama kimse tevkif etmedi. Şimdi esameleri ihtimali yüksek bir şoveni savunmak için devletle yarışanlardır;
yok. Eski gürültü patırtı da yok. Demek ki, bazı endişelerimiz, İsmail, bunların da kafalarında çoktan mahkum olmuştur ve
korkularımız yersizdir".* Bunlar yayımlanıyor; en küçük bir mahkumiyetini çekiyor.
tepki ile karşılaşmıyor.
Her gazete, utanmaz bir iki yüzlülükle, Apo'ya muhabir
* Güneş, 19 Mart 1991 gönderiyor ve ben Apo ile yaptığım mülakattan dolayı hala bir

56 57
değil iki dava ile yargılanıyorum. Herkes Kürtler üzerine yazı­ Bir tez yazıyorum: Tekelli düzen çelişkileri algılayan aklı si­
yor ve benim "Kürtler Üzerine Tezler" kitabım, İsmail ile birlik­ liyor.
te tutukluluk günlerini çekiyor.* Bu hukukun diskriminasyonu-
Bir tez daha yazıyorum: Tekelli düzen insansızlaştırma süre­
dur; adaletin, yürütmenin güdümüne girdiğini gösteriyor.
Üç kuvveti bitirdim ve bir de dördüncü kuvvet var. cidir.
Dördüncü kuvvet vardı ve şimdi var mı? Zor bir sözcük uydurarak, uydurmayı "telif etme anlamın­
Basın var mı? da kullanıyorum, bir tez daha yazmak istiyorum: Emperyalizm
Türkiye'de devrimci basın hariç, devletten gayrı bir basın düzeni, devrimcisizleştirme sistemidir.
var mı? Emperyalizm ve basın tarihinden bir yaprak çevirmek duru­
Türkiye'de basın ikiye ayrılıyor: Devrimci basın ve devlet mundayım: Hem emperyalizm ve hem de basın tarihinde bir
basını. Bunu çok kolaylıkla kanıtlayabilecek durumdayım; bir­ "muckfaker" dönemi var. Belki de sorumlu ve yırtıcı basın tipo-
denbire Türkiye'nin devlet basınında "bölücü" Kürtler gittiler lojisi bu dönemden çıkıyor; basın, yasama, yargı ve yürütmenin
ve yerine "kardeş" Kürtler geldiler. Bu geliş iyi olmuştur; ancak yanında dördüncü kuvvet derecesini en çok "muckfaker" dö­
utanmaz bir iki yüzlülükle geldiğini gözardı etmemek gereki­ nemde hak ediyor. "Muckfaker", pislik tırmıkçısı anlamına geli­
yor. yor; Amerika emperyalist çağa girerken basın pislik tırmıkçısı
oluyor. Dünya basınının en büyük onuru bu dönemdedir; Jack
Yasalar değişmemişti ve ansızın yürütmenin tutumu değiş­
ti; Türkiye'nin devlet basını, bir gecede, "bölücü" Kürtler'in London ve Üpton Sinclair türünden didaktik romancıları bir ke­
"kardeşleri" olduğunu anlayabildiler. Hiç tereddüt etmediler; nara koyuyorum. Ida Tarbell, Lincoln Steffens, Ray Stannard
ansızın anlayıverdiler. Baker türünden büyük gazeteciler bu dönemde ortaya çıkıyor­
lar; başta büyük şirketler olmak üzere toplumdaki bütün soy­
İyidir; ancak iyiliklerin ne kadar büyük bir çirkinlikle geldi­
suzlukların, yolsuzlukların ipliğini döküyorlar. Ida Tarbell,
ği görülmelidir. Hiç kuşkusuz TBKP lider ve yöneticilerinin tu­
tuklanmamaları iyidir. Hiç kuşkusuz Eğitim-İş'in kapatılmama­ "History of the Standard Oil" ile basın tarihinde bir çağ açıyor;
sı iyidir. Hiç kuşkusuz bizlerin Devlet Güvenlik Mahkemele- en güçlü tröstlerden birisi olan Standard Oil'e savaş açıyor. Di­
ri'nde ve sanık kürsüsünde savunduğumuz kardeşlik duygula­ ğerleri bunu izliyor; gazetecilik, yolsuzluk peşinde koşan bir
rının duygusuz devlet matbuatını da etkilemiş olması iyidir; kuvvet anlamına geliyor.
ancak bütün bu iyilikler son derece kötü haberlerle birlikte geli­ Basın üzerine ve demokrasi üzerine filmlerin pek çoğu bu
yor. Yargının yürütmenin komutasında olduğu ve basının, gö­ döneme aittir; şimdi bir tarih oluyor. Türkiye basını yolsuzluk­
rülmez bir el ile devlet politikası doğrultusuna ve hızla çevrile­ lar üzerine gidiyordu; şimdi devlet basını olma döneminde,
bildiği anlaşılıyor. bunlar çok geride kalıyor. Yolsuzlukların üzerine gitmek ve ka­
ranlıkları çözmeye çalışmak, artık Türkiye basınının işi olmak­
*- Şu günlerde daha çok sevmeye başladığım "Kürtler Üzerine Tezler" tan çıkıyor.
kitabım ile ilgili kısa bir açıklama gerekiyor; ben Devlet Güvenlik Mah- ilginçtir; yolsuzlukların üzerine gitme, Uğur Dündar aracılı­
kemeleri'ne verdiğim dilekçe yazılarını böyle bir kitapta toplamadım. ğıyla devlet televizyonunun görevi sayılıyor. Dündar'ın yararlı
Daha sonra kitap haline getireceğim çalışmalarımı Devlet Güvenlik
Mahkemeleri'ne verdim; Kürtçülük nedeniyle ilk kez yargılandığım bir iş yaptığını kabul ediyorum; ancak yolsuzlukları açıklama
zamanda da böyle bir kitap yazacağımı vaad ettim. iktidarı, tekellerin kapısında sona eriyor. Tekeller, kendilerinin
Başlangıçtır; ancak yine de ilk kez ünlü DGM'lerde okunmasının sınır­ olmayan yolsuzluklara karşıdırlar; şimdi Uğur Dündar bunun­
lamaları var. la görevlenmiş görünüyor.
58 59
Transformasyonun yazımını hızlandırabilirim; sanat, düzeni hazırlanıyor.
sorun yapan sanattan düzeni sorun yapanları sorun yapan sana­ Emperyalist aşamanın ordusu profesyonel ordudur; bu, Tür­
ta doğru transformasyonunu tamamlamışa benziyor. Orhan Pa­ kiye silahlı kuvvetlerinin zaman içinde depolitizasyonunu zo­
muk , Latife Tekin ve Ahmet Altan'dan daha kurnaz davrandı; runlu hale getiriyor. Politik ordu, profesyonel olamıyor; öldür­
Latife ve Ahmet'in devrimcilere cepheden hücumu yerine, dü­ me sanatının gereklerine göre değil, Türkiye soluna, askeri dar­
zenle sorunu yok sayarak insanlara başka küçük ve rahatlatıcı il­ belere ve Kürtlere karşı tutuma dayalı bir liyakat ve terfi siste­
gi alanları bulmayı denedi. Adalet Ağaoğlu, öğrencilerine uya­ mine göre biçimlenmiş bir ordunun profesyonelliğinden söz et­
rak devrimci olmadığı için intihan deneyen bir öğretim üyesi ti- mek m ü m k ü n görünmüyor.
polojisinden, devrimcilere model olarak iş adamlarını gösterme
Silahlı kuvvetlerin depolitizasyonu*, Türkiye'deki devrimci-
aşamasına geçti. Bunlar daha çok desteklenecektir; devlet basını,
sizleştirme süreci ile de yakından ilgilidir; iktidarı reddeden ay­
düzenle hiçbir sorunu olmayan ve tek düşmanlığını düzenle so­
dın ile depolitizasyon sürecinden geçmiş ordu, devrimcisizleş-
runu olanlara yönelten bir sanatı özendirecektir. Bunu yapıyor.
tirme gereğine pek uygun düşüyor. Devrimcisizleştirme, genel
Bir tez daha yazacak durumdayım: Emperyalist aşamanın insansızlaştırma sürecinin mekanizmalarından birisi oluyor.
aydını, iktidarı reddeden yaratıktır. Küçük avuntuların, büyük Devrim, şiddet kullanarak şiddeti çözme sürecidir.
sorumsuzlukların, kendisini tekrarlayan şakaların, reddetme­ Emperyalizm, devrim sevmez bir düzendir ve dünyâ sistemi
yen bir nihilizmin toplamı aydın; Türkiye aydını buraya doğru olduğu için dünyanın her yanında devrimlere düşmanlık duyu­
transformasyonunu yaşıyor. Bu, kendi aydın tarihini ve kayna­ yor ve böylece hareket ediyor.
ğını reddetmesi anlamına da geliyor. Emperyalist Türkiye, ülke dışında şiddet uygulamak zorun­
Yurt sevgisi için ölen askerden yurt sevgisi için öldüren as­ dadır. Buna hazırlanabilmek için içerdeki şiddet alanlarını da­
kere; bu, silahlı kuvvetlerin transformasyonunu ifade ediyor. raltmak ve daralanları ise, mümkünse, yumuşatmak istiyor; son
Silahlı kuvvetlerin transformasyonunun emperyalist transfor­
gelişmelerin sürpriz olmaması gerekiyor..
masyon demeti içinde en önemlilerinden birisi olduğunu düşü­
Emperyalizm tarihi bu alanda çarpıcı örnekler sergiliyor;
nüyorum; çünkü, her emperyalist ülke, kendisini emperyalist
Amerika'yı emperyalist aşamaya sokan, Başkan Mckinley'den
olarak kabul ettirebilmek ve bunu sürdürmek için mutlaka, bel­
sonra Theodore Roosevelt'tir. Roosevelt, Amerika'ya emperya­
li aralıklarla ülke toprakları dışında kuvvet kullanmak zorun­
list serüveni sevdiren kimse olarak çıkıyor; donanma bakan
dadır.* Türkiye de bu çizgiye yöneliyor ve buradan geçmeye
yardımcılığından ayrılıp Amerika'nın emperyalist savaşma gö­
nüllü olarak katılıyor. Bu kadar değil; içerde uyguladığı ve im­
* Türkiye'nin Kuzey Irak'taki Kürt ayaklanması nedeniyle tutumu ve baş­
lattığı söylem, tümüyle emperyalist bir dile dayanıyor; Kürt ayaklanması­ kan verdiği açılımlarla da, Amerika'nın en "ilerici" başkanları
nın Irak'ın iç işi olmadığı ve bölge dengelerini tehdit ettiği iddiaları, "bizim arasına giriyor. Roosevelt'in adının Amerikan politikasında
yurttaşlarımızın yakınları" sözleri, bütün bunlar, silahlı bir müdahalenin "sosyalist" düzeyine çıkarılması ve aynı zamanda emperyalist
kapılarını açan tekerlemelerdir. Türkiye'nin bu aşamada böyle bir söylemi düzeni açıklıkla uygulamaya koyması son derece düşündürücü
bulması, emperyalist Türkiye değerlendirmemle tutarlı görünüyor.
Ancak ben, hem Türk Silahlı Kuvvetlerinin şimdiki durumunu ve hem de *İç Kürt hareketliliğinin bugünkü Silahlı Kuvvetlerin sorumluluğun­
uluslararası dengeler nedeniyle yakın zamanda Türkiye'nin kendi dışında da veya yeni bir organizasyonla karşılanması tartışmalıdır; fakat dev­
kuvvet kullanması ihtimalini yüksek görmüyorum; doksan yıllarında Tür­ rimci solun, tümüyle Ordu'nun ilgi alanının dışına çıkartılarak MİT ve
kiye'nin kendi dışına kuvvet çıkarması çok büyük bir ihtimal olarak görü­ Siyasi Polis'e dayalı bir yeni örgütlenmeye verilmesi mümkündür. Or­
nüyor. Bunu, bundan sonraki incelememde ele almayı planlıyorum.
du'nun bu yüklerden ayıklanacağını tahmin ediyorum.
60
61
olmalıdır; Türkiye'deki son gelişmeleri çok iyi açıkladığını dü­ ratik harekette bir yükseliş görülüyor. Bunu önemli ve şaşırtıcı
şünüyorum. buluyorum; bunu, insanlığın, bilinçsiz ya da son derece bilinçli
Roosevelt, emperyalizmi Amerika'ya, Amerika'yı emperya­ bir sıçrayışı olarak ele alma eğilimi taşıyorum. Bütün deneme­
list aşamaya sokan kimsedir; Wilson ise kurumlaştırıyor. Eko­ ler, emperyalizmin yerleşme sürecinin son aşamasındadır.
nomi politiğin gerekleri de, insanlara yeni biçimler veriyor; Belki de insansızlaştırma sürecine bir tepkidir; emperyaliz­
Türkiye'nin emperyalist düzene geçme stratejisi içinde Başkan min Amerika'da bir düzen olarak yerleştiği tarih, önce Taylo-
Özal, birdenbire, kendi partisiyle sürekli çelişen ve "ilerici" açı­ rizm'in ve sonra da Fordizm'in bir fabrika sistemi olarak yerleş­
lımların şampiyonluğunu yapan bir yeni kimliğe ve yüze bürü­ tiği döneme denk kalıyor. Taylorizm ve Fordizm, Lenin'in de,
nüyor. bir fabrika sistemi olarak övgüsünü almıştır; ancak işçinin in-
Hızlı bir düzen değişimi, aynı zamanda, bir yüz değişimidir. sansızlaştırılması süreci de oluyor. İşçi, Taylorizm ve Fordizm
Türkiye'ye bilim yağıyor. ile kendi yaratıcılığının sonunu görüyor.
Çünkü teker teker somut, devrimsi bir dinamizm gösteriyor Üretim sürecinde yaratıcılığın sonu, ölüm olmalıdır.
ve birbirinin üstüne yığılıyor. Emperyalist düzenin kuruluşunda, Taylorizm ve Fordizm'in
Bu incelemeyi bitirirken Amerikan emperyalizm tarihinden doğduğu dönemde, bu ölüm sürecini görmek mümkün olabili­
bir yaprak daha çıkarmak istiyorum: Roosevelt, renkli kişiliğiy­ yor.
le başkanlık ve emperyalist şampiyonluk yaptıktan sonra yerini Belki de hepsi, bu ölüm sürecine, bu insansızlaşmaya tepki­
Taft'a bırakıyor. Ancak 1912 yılına gelindiğinde partisini ve ül­ dir.
kesini bölünme tehlikesiyle karşı karşıya görerek tekrar aday Böyle bir sonuç, benim için büyük bir sevinç kaynağı oluyor.
olmak istiyor; Roosevelt'in ilericiliğinden ürken Cumhuriyetçi Çünkü tersinden bakıldığında, yaşamın ve insanlığın kaynağını
Parti, Roosevelt'in yardımcısı ve arkasından başkan olan Taft'ta gösteriyor.
karar kılıyor. Roosevelt, b u n u n üzerine ilerlemeci bir parti ku­
rarak seçimlere girerken, düzen, hem Taft'tan ve hem de Roose-
velt'ten korkarak çok daha tutucu bir aday arıyor ve Demokrat
Parti'den Wilson seçimlere giriyor. Roosevelt Taft'tan daha çok
oy alıyor; fakat, bütün tutucular oylarını Wilson'a yığıyorlar ve
Wilson başkan oluyor.
Güzel; ancak Wilson kendisine oy verenleri şaşırtıyor. Bu,
ayrı; burada üzerinde durmak istediğim bu değil. Seçimlere
sosyalistler de, E. Debs'in adaylığıyla katılıyorlar; Wilson, seçi­
mi kazandıktan sonra Debs'i casusluk suçundan on yıla mah­
k u m ettirebiliyor. Ancak üzerinde durmak istediğim nokta bu
da değil; Debs, bir milyona yakın oy alıyor. Genellikle unuttu­
rulmak istenen, sosyalizmin bir ara Amerika'da da güç kazandı­
ğıdır.
Daha önemli bir ilişki şudur: Amerika'da emperyalizm bir
düzen olarak yerleşirken, hem sosyalizm ve hem genel demok-

62 63
Smith'ten çok daha devrimci açıklıklara gebe olmasından ileri
AGRESİF EMPERYALİZM geliyordu. Hobson'dan bir paragraf alıyorum ve önemi nede­
niyle de yine ana dilinden aktarıyorum: "Agressive imperia-
Tartışmanın iki yanı içiçe giriyor ve açıklığı önleyici bir etki lism, as our investigation has shown, is virtually confined to the
yapıyor. Bir yan, emperyalistler arası keskin rekabet ve bunun coercion by stronger or better-armed nations of nations which
sonucunda emperyalistler arası savaş oluyor; Lenin, buna iki ta­ are, or seem to be, vveaker and.incapable of effective resistance;
rafı da emperyalist savaş adını veriyor. İkinci yan, bir veya da­ everywhere some definite economic or political gain is sought
ha çok emperyalist kuvvetin, bir ya da daha çok emperyalist by Imperial aggressor"* Çok güzel, Hobson, "agresif emperya­
aşamaya gelmemiş ülkeye saldırmasıdır; birincisi, çok zaman lizm" tanımlamasını yapıyor ve b u n u n gerçekte daha güçlü ve
ikincisini örtüyor. iyi silahlanmış ulusların zayıf ve etkin mukavemet yeteneği ol­
Kautsky'nin açtığı "ultra-emperyalizm" tartışması, emperya­ mayan uluslar üzerinde zor kullanması olduğunu ifade ediyor.
list savaşın birinci yanı üzerine kuruludur; bunun, emperyalist: "Emperyalist mütecaviz" bu zor uygulamasıyla, belirli "ekono­
agresivite ile ilgili bütün tartışmaları asimile edecek bir düzeye mik veya siyasal" kazanç sağlamayı amaçlıyor; gerçekten bu pa­
ulaşmasının iki önemli nedenini görebiliyorum. Birisi geçmişe ragrafın çok taze olduğunu belirtme gereği duyuyorum.
ve diğeri geleceğe yöneliyor; Ondokuzuncu yüzyılın sonu, te- Hobson, emperyalist çağın, 1870 yıllarında başladığına işaret
kelli devletler arasında Afrika ve Asya topraklarını paylaşmak ediyor; Lenin, bunu kabul ediyor ve pekiştiriyor.** Türkiye açı­
için kızgın bir yarışa sahne oluyor. Daha da önemlisi, özellikle sından da uygundur; 1853-1856 Kırım Savaşı nedeniyle, Büyük
Büyük Britanya, Fransa ve Rusya, bu toprakları ve Osmanlı top­ Britanya ve Fransa, Rusya'ya karşı Türkiye'nin toprak bütünlü­
raklarını paylaşmak için gizli birçok antlaşma imzalıyorlar; bü­ ğünü korumak üzere bir büyük savaşa girmeyi göze alırken,
yük ekonomiler, eksenlere ayrılıyorlar. Bu, Birinci Dünya Sava­ 1877-1878 Turco-Rus savaşından sonra artık Büyük Britanya,
şı öncesinin gerçekliğidir; savaş ile birlikte bu keskin rekabetin Türkiye'yi paylaşım çizgisine dönüyor. Paylaşma çizgileri, tek­
sona erip ermeyeceğinin tartışılmasını normal karşılamak gere­ rar ediyorum, emperyalistler arası ilişkileri savaş eşiğine getiri­
kiyor. İkinci neden, gelecekle ve sosyalist devrimle ilgili görü­ yor; ancak emperyalistler arası savaş programları, öyle sanıyo­
nüyor; sosyalist devrimin kalıcılığı ve gelişmesi ile emperyalist­ rum, tek tek emperyalist ülkelerin, zayıf devletler üzerinde, ör­
ler arası sert zıtlıklar arasında bir bağlantı kurulabiliyor. Öyley­ nek olsun Rusya'nın Türkiye ve Balkanlar'da hegemonya kur­
se, ultra-emperyalizm tartışması, bir yanıyla, muhtemel sosya­ ma programlarını gözden uzaklaştırma sonucunu doğuruyor.
list devrimin kendisini sürdürebilmesinin koşullarının araştırıl­
masından birisi oluyor.
Burada bu iki tartışmayı önce birbirinden ayırmayı ve sonra * J. A. Hobson, Imperialism, London, 1902-1988, s. 200
** Lenin'in has anlamda emperyalizmi tartışmayan bir yazısında, 1917
tekrar birleştirme imkanlarını araştırmayı öneriyorum. Çünkü
Ocak tarihlidir, bir paragraf var; buraya almak istiyorum. "State capi-
bu iki tür agresivite'nin birbirinden bağımsız olmaması gereki­ talism" devlet kapitalizmi, nitelemesi yerine tekelli düzen ya da tekelli
yor; ikincisinin, birincisini doğurma şansı var. Bu şansın ya da devlet demeyi, şimdilik, daha uygun buluyorum.
imkanın da tartışılması gerekiyor, "Geçen yüzyılın altmışlı ve yetmişli yıllarında serbest rekabetin öncü
Eğer Smith'in "Wealth of Nations" çalışması, siyasal iktisa­ ve ileri bir gücü olan ve yirminci yüzyılın başında tekelli kapitalizme,
dın ilk kapsamlı kitabı sayılıyorsa, Hobson'un "Imperialism" ki­ yani emperyalizme geçen dünya kapitalizmi, savaşta, yalnızca finans
tabını da emperyalizm disiplininin başlatıcısı saymada büyük kapitalin daha büyük bir konsantrasyonu yönünde değil aynı zaman­
yarar var; Batı düşüncesinde Hobson'un unutturulması belki de da devlet kapitalizmine doğru büyük bir adım attı." V. I. Lenin, Collec­
ted Works, Vol. 23, s. 287

64
65
Bu, emperyalist agresivite'nin tek boyutlu olması demektir, Kautsky'nin marksizmden kopmasının tek ve net sonucunun
Kautsky'nin "ultra emperyalizm" çözümlemesi sadece bir bo­ "barışçıl kapitalizm" kavramına varması olarak görüyor. Lenin,
yutta, agresivite'yi ortadan kaldırma amacını taşıyor. "Barışçıl "barışçıl" kapitalizmin yerini, "barışçıl olmayan, militan, felaket
kapitalizm" ise, diğer boyutla ilgilidir;* Birinci Savaş'ın ilk yılla­ taşıyıcı" emperyalizmin almış olduğunu" yazıyor.
rında hem Buharin ve hem de Lenin, barışçıl kapitalizmin im­ Güzel; ancak burada ben çok kısa olarak dünya düşüncesine
kansızlığı üzerinde ısrarla duruyorlar. Şimdi, kısaca, bu nokta Lenin katkısı üzerinde çok kısa bir parantez açmak istiyorum.
üzerinde durmak istiyorum. Lenin, tekelli dönemin ve aynı anlama gelmek üzere emperya­
Nikolay Buharin, Lenin'e de yol açan, çalışmasında, şu net­ list aşamanın, marksistidir. Bu hem Marx'ın düşüncesini sürdür­
likle yazıyor: "Kapitalist rekabet dünya ekonomisi alanına taşın- mek ve hem de bu düşünceden belli ileri dönüşleri içermek anla­
ca, kapitalist toplumda savaş, tek kapitalist rekabet yöntemi­ mına geliyor. Bunları, burada, iki noktada toplamak istiyorum.
dir".** Bu dönem, Buharin'in en devrimci olduğu yıllardır; Le­ Birincisi, Lenin'in, dünya düşüncesine eşitsiz gelişme yasası­
nin, buradan ilerliyor. nı sokmasıdır. Tekelli dönem, eşitsiz gelişmeler dönemidir;
Lenin, "barışçıl kapitalizm" tamlamasıyla evlenmeyi, mark- Marx, bu yasayı görmekle birlikte, sisteminin içine sokamıyor.
sizmden kopuş olarak görüyor. Bunu, en net bir biçimde, Buha­ Lenin, bu yasayı bilmekle birlikte, yeterli ölçüde bilincine vara­
rin'in broşürüne yazdığı önsözde dile getiriyor. Aktarıyorum: mıyor. Ancak yer yer düşüncesinde çok önemli bir konum ka­
"Particularly as regards Kautsky, his öpen break with Marxism zanıyor. Bunu şöyle de söylemek mümkündür; Lenin'in tüm
has led him, not to reject or forget politics, nor skim over the katkılarının altında eşitsiz gelişme yasasının harekete geçişini
numerous and varied political conflicts, convulsions and trans- görmek gerekiyor.
formations that particularly characterize the imperialist epoch; İkincisi, Marx'ın sistemini açmasıdır; Marx'ın sistemi, Batılı
nor to become an apologist of imperialism; but to dream about akademikleri bu yanı her zaman çekmiştir, kapalı bir yapıya sa­
a "peaceful capitalism". Çok açıcı bir paragraf var; emperyalist hip bulunuyor. Sistemin kapalı ya da açık olması, teknik, daha
aşamanın ihtilaflar, çalkalanmalar, transformasyonlar dönemi çok matematikçileri ve iktisatçıları ilgilendiren bir özelliktir; sis­
olduğu konusundaki vurgu çok önemlidir. Emperyalizmin, bir temin bütün süreçleri, bir dış manivelaya gerek göstermeden iş­
sükun ve barış dönemi olamayacağını, Kautsky'nin politikayı liyorlar ve çözüme ulaşıyorlar.
unutma veya reddetmesini ön plana çıkarmasının altının çizil­ Lenin, Marx'lı kalarak Marx'a en büyük katkısını buralarda
mesi gerektiğini düşünüyorum. Lenin, bütün bunlar bir yana, yapıyor ve Marx'ın sistemini iki yerden açıyor. Bir: Marx'ta bi­
linç sistemin içinde doğuyor. Lenin, "Ne Yapmalı" çalışmasıyla
* Bu noktanın bir insanın ve sınıfın düşünce sisteminde turnusol kağı­ sistemin kapalılığını bir neşterle açıyor ve bilincin dışardan ve­
dı işlevi olduğuna inanıyorum. 1987 yılına kadar Sovyet marksizminin rileceğini öneriyor. Çok büyük bir neşter'dir; buna karşın, Le­
hep ciddi bir izleyicisi oldum ve büyük önem verdim. 1987 yılında nin'in marxlı kalabilmesi, sanıyorum, devrimciliğinden kaynak­
SBKP Genel Sekreteri Mihail Garbaçov, barışçıl kapitalizm tartışmasını lanıyor.
ortaya attığı zaman ve buna olumsuzlukla yaklaşmayınca, benim Sov- • İki: Marx'ın ekonomik sistemini, dış ticarete ve dış sömürü­
yet marksizmi ile ilişkilerim koptu. ye açıyor. Marx'ın ekonomik yapısı, iktisatçı sözcükleriyle, tü­
Şimdi hem o tarihe kadar sağlıklı ilişkim için ve hem de bu soruyla müyle bir "kapalı" modeldir; Marx'a göre, sistemin olumlu ve­
birlikte net kopuşumdan son derece hoşnutluk duyuyorum. ya olumsuz işlerliği için dış ticaret gerekmiyor. Lenin, bunu aç­
** N. Bukharin, imperialism and World Economy, 1915-1973, yer yok,
maya, geçen yüz yılın sonlarında kaleme aldığı Razvitiya Kapita-
s. 54

66 67
lizma v Rossii ile başlıyor ve emperyalizm broşürü ile devam le aynı anlama geliyor."Peki, neden?" diye soruyor ve bu şema­
ediyor. Her ikisinde de vurgu eşitsiz gelişme üzerinedir. nın, tümüyle ve sadece kapitalistlerle işçilere dayanmasının, ge­
Burada parantezi kapatarak Rosa Luxemburg'a geçmek isti­ nişletilmiş yeniden üretimde kapitalist tüketimin sadece bu iki
yorum. Rosa, tutturduğu biçem açısından, Lenin'den ayrılıyor; faktör, ajan da denilebilir, tarafından yapılmasının, sistemin te­
Lenin, büyük katkılarına karşın, Marx'ı, önemli yerlerde açıkça mel çürüklüğü olduğuna inanıyor.
eleştirmekten özellikle kaçınıyor. Ayrıntıda ciddi eleştirilerini Marx'ın sisteminde, gerçekten Luxemburg'un ileri sürdüğü
dillendiriyor ve adını koyuyor; özünde hep ortadoks bir Marxlı türden, sermayedar ile işçiden başka aktör yok mu, hiç kuşku­
kalıyor. suz var. Ancak Marx'a göre, bunlar kapitalist akümülasyon dö­
Bunu hem doğru ve hem de eksikli buluyorum. Ne yazık, neminde değil, akümülasyon aşamasındadır ve kapitalizmin ta­
Lenin, Marx düşüncesine önemli katkılarını irdelemiyor; politi­ rih öncesini temsil ediyorlar.* Kapitalist aşamaya gelindiğinde,
kada yepyeni bir ekol olmakla beraber iktisadında Marx'a çok yakın zamanlarda açıklıkla ve ısrarla yazıyorum, Marx kapita­
büyük bir bağlılığı sürdürüyor. Eğer Lenin, marksist politik dü­ lizmin gücünü abartıyor. Marx'a göre, kapitalizm, üçüncü bir
şünceye katkılarının iktisat uzantılarını geliştirmiş olsaydı, bu­ dünyaya ihtiyaç duymuyor.
gün Marxh düşünce çok daha ileri bir yerde olabilecekti; buna Doğu Hindistan Şirketi, Levant company, uluslararası dü-
inanıyorum. zende, yoksul yasaları, kulak kesmeler, kalça dağlamalar iç eko­
Gramsci ile Rosa Luxemburg, başka mayada iki düşünür nomide; bunlar kapitalizmde var. Marx, bunların yokluğunu
olarak ortaya çıkıyorlar; her ikisi de Marx'ın iktisatının, zaman ileri sürmüyor; ancak Adem'in elmayı ısırması türünden bun­
zaman en önemli dayanaklarının, "yanlış" olduğunu ileri süre­ larda ilk günahlar oluyorlar ve kapitalizmin, tarih-öncesi aşa­
biliyorlar. Bu kadar önemli değil, daha önemlisi, hem kendi an­ masını anlatıyorlar. Kapitalizmin kendi tarihinde ise, Marx'a
layışlarında ve hem de başkalarının bakışlarında devrimci göre, öylesine büyük bir dinamizm ve gelişkinlik sergileniyor
Marxlı'lar olarak kalabiliyorlar. Bu noktayı da çok önemli bul­ ki, bunlara gerek kalmıyor.
duğumu eklemem gerekiyor. Rosa, bu görüşte değil ve bu görüşe şiddetle karşı çıkıyor:
Rosa, daha çok iktisatçıdır. "the process of accumulation elastic and spasmodic as it is, re-
"Marx's diagram of enlarged reproduction cannot explain quires inevitably free access to ever new areas of raw materials
the actual and historical process of accumulation. And why? Be- in case of need, both when imports from old sources fail or
cause of the very premises of the diagram. The diagram sets out when social demand suddenly increases."** Luxemburg, kapi­
to describe the accumulative process on the assumption that the talist akümülasyonun esnek ve nöbetli niteliğine dikkat çekiyor
capitalists and workers are the sole agents of capitalist con-
sumption."* Luxemburg, Marx'ın genişletilmiş yeniden üretim * "This primitiVe accumulation plays in Political Economy about the sa-
şemasının akümülasyonun gerçek ve tarihsel sürecini açıklaya­ me part as original sin in theology, Adam bit the apple and thereupon
mayacağını açıklıkla ileri sürüyor; bu Marx iktisadının temel so­ sin fell on the human race"
nuçlarından birisinin temelden geçersiz olduğunu iddia etmek- "it appears as primitive, because it forms the pre-historic stage of capi-
tal and of the mode of production corresponding with it." K. Marx, Ca­
pital, Vol, I., s. 1713 ve 715
* Rosa Luxemburg, The Accumulation of Capital, London, 1913-1963,
** Rosa Luxemburg, The Accumulation of Capital, op, cit., s. 358
s. 348

68 69
Rosa Luxemburg'un bu önemli katkısını bugün önplana çı­
ve kapitalizmin, hep yeni ham madde topraklarına girebilmek
karmakta büyük yarar görüyorum. Emperyalist aşamada tekel­
zorunda olduğunu ön plana çıkarıyor. Luxemburg, çok açıklık­
ler düzeni son derece mütecavizdir; zaman içinde agresivite do­
la, kapitalizmin ancak tüm toprak ve iklimlere, istediği zaman
zajının azalmasını sağlayacak hiç bir mekanizma göremiyorum.
ve tam olarak girebilme imkanına sahip olduğu sürece tümüyle
Kan, rezistansın bir türevidir.
gelişebileceğini yazıyor; "sermaye beyaz insanın çalışmayacağı
topraklan işletmek için diğer ırklara ihtiyaç duyar" diyor. Bu Tekelli düzen her zaman agresiftir; emperyalist düzen, her
düşüncelerini ayrıntıyla geliştirdikten sonra "Marx'ın çözümü­ zaman kuvvet göstermek durumundadır. Bunu, tersinden ve
nün", kapitalist gelişmenin gerçekleriyle, kapitalizmin gelişmek bir tez olarak formüle etmek istiyorum: Arada bir kuvvetini en
için kapitalist olmayan toplumsal yapılara muhtaç olduğu ger­ kaba biçimde de olsa göstermeyen bir emperyalist güç olamaz.
çeğiyle, "diyalektik bir çelişki" içinde olduğunu tekrarlıyor. Bu tezi uzatabiliyorum; emperyalizm, sadece ekonomik değil
aynı zamanda politik bir nitelik taşıyor. Şunu da eklemem gere­
Bunlar iktisadıdır; Rosa, yapmış olduğu iktisat doktorasında,
kiyor: Emperyalist olmanın başında, kuvvet gösterisi bulunu­
Marx'ın şemasına yönelttiği eleştirilerini zenginleştiriyor. Bunla­
yor. Emperyalist statünün devamı için mutlaka, arada bir, kuv­
rı aktarmıyorum. Israrla, gelişmiş kapitalist ekonomilerinin ge­
vet gösterisinde bulunmak zorunlu oluyor.
nişletilmiş yeniden üretimi sürdürebilmeleri için dünyanın ka­
Amerikan emperyalizminin Irak savaşını bu açıdan ele al­
pitalist olmayan toprak ve iklimlerini sömürmek zorunda ol­
mak ve yorumlamak gerekiyor; Noam Chomsky, Bush'un göre­
duklarını savunuyor; kapitalist sermaye kapitalist olmayan ik­
ve başladığı sırada, kendisine verilen bir gizli rapordan bir
limlere gitmek zorunda kalıyor. Öyle anlaşılıyor, Luxem-
cümle aktardı.* Bunu, yine İngilizce olarak, buraya alıyorum:
burg'un, gelişmiş ülke sermayesinin gittiği kapitalist olmayan "in cases where the US confronts much weaker enemies, our
topraklarda kapitalist işletmeler kurmasına bir itirazı yok; gö­ challenge will not be simply to defeat them, but to defeat them
rüşlerinin gelişmesini, böyle bir durum, etkilemiyor. Bunu da decisively and rapidly". Başkan Bush'a göreve başlarken verilen
kaydettikten sonra bir sonuç çıkarıyor ve bu nedenle bu sonucu stratejik raporda, eğer Amerika Birleşik Devletleri, zayıf bir
içeren paragrafı aktarmak gereğini duyuyorum: "There is no a düşmanla karşılaşırsa, Amerika'nın stratejisinin sadece mağlup
priori reason why rubber plantations, say, run on capitalist lines, etmek olmaması gerektiği, aynı zamanda hızla ve kararlı bir bi­
such as have been laid out in India, might not serve the ends of çimde mağlup edilmesi gerekliliği dile getiriliyor. Bu, önce
capitalist production just as well. Yet if the countries of those New York Times'da açıklanan son derece açıklayıcı bir politika
branches of production are predominantly non-capitalist, capi- çizgisidir;** Irak Savaşı'nda Washington'un yarım milyon aske-
tal will endeavour to establish domination over these countries
and societies. And in fact, primitive conditions allow of a greater
drive and of far more ruthless than could be tolerated under pu- * N. Chomsky, The Weak Shall Inherit Nothing, Guardian Weekly,
rely capitalist social conditions". Çok güzel, gelişmiş ekonomile­ Nisan 7,1991, s. 8
rin sermayedarları, non-kapitalist topraklara gittikleri zaman, ** Irak savaşının bir televizyon savaşı olduğunu ve insanların "televiz­
gitmek zorundadırlar, burada bir hegemonya kuruyorlar. Rosa, yon seyrettikçe daha az bilgili olduklarını" yazan Cockburn da aynı
ilkel koşullarda, tahakküm sistemlerini kurarlarken, çok daha aktarmayı yapıyor.
acımasız olabildiklerine işaret etmekten kendisini alamıyor. Alexander Cockburn, The TV War, The Newstatesman, Mart 8,1991,
s. 14
71
70
ri seferber etmesini ve Saddam'ı ekonomik ambargoyla çözme­ ton'un Kürt Devleti projesi, şu anda, bir yandan Türkiye'nin bir
yi beklememesini çok iyi aydınlatıyor. karakol rolü için son derece istekli görünmesi ve İran'ın Was-
Peki buna neden gerek duyuluyor? Bu sorunun cevabı, hington'la anlaşma kapılarını açması, bu iki devletin Kürt Dev-
Irak'ın teslim olmasıyla birlikte Washington'dan dünya televiz- leti'ne şiddetle karşı olmaları nedenleriyle, ılımlılaştırılmış bu­
yonlarıyla birlikte, bütün dünyanın evlerine kadar iletilen bir lunuyor. Böyle bir durumda, Amerika Birleşik Devletleri'nin
mesajda yatıyor: "Vietnam Sendromu sona erdi" Sanki bu kadar bölgede kalıcı bir statü elde etmesi yolu, ön plana çıkıyor.
acı, yıkım, ölüm, Vietnam sendromu denilen arazı ortadan kal­ Nasıl olabilir? Christopher Hitchens, yeni bir incelemesinde,
dırmak için gerçekleşiyor: öyle olduğunu düşünüyorum. Washington'un ünlü Vietnam pasifikasyon uzmanı, daha sonra
Çok basittir; yiğit Vietnam halkının Amerikan emperyaliz­ büyükelçi olarak geldiği Türkiye'de ODTÜ kampüsünde oto­
mine verdiği ders ve yenilgi, sadece Amerikan ekononimisini mobili yakılan Robert Commer'in* Amerikan Hükümeti'ne yap­
sarsmakla kalmadı, aynı zamanda Amerika'nın emperyalist sta­ mış olduğu bir tavsiye ilkesinden söz ediyor. Commer, şu sonu­
tüsüne darbe indirdi. Amerikan emperyalizmi, kuvvetini göste­ cu dile getiriyor: "No country in the region is prepared to ac-
remeyen ve yenilen bir güç durumuna geldi; emperyalizm kav­ cept US forces in peacetime". Bu bölgede hiç bir ülke barış za­
ramıyla bağdaşmıyor. manında, Amerikan kuvvetlerini kabul etmek istemiyor; öyley­
Bu nedenle, Bush, göreve başladığı zaman kendisine verilen se, barış zamanını, ortada kaldırmak gerekiyor.
tavsiyeye de uygun olarak zayıf bir düşmanla karşılaşınca, fır­ Eğer bu çözümleme doğruysa, Amerikan emperyalizminin,
satı kaçırmamak ve hızla düşmanı "perişan" etmek gereğini du­ kendi emperyalist statüsünü sürdürebilmek için, sürekli savaş
yuyor.* Yapılan, budur. kışkırtıcılığı yapması zorunluluğu ortaya çıkıyor; bu, birinci so­
Irak Savaşı, çok önemli bir soyutlamaya imkan veriyor; em­ nuç oluyor. İkinci sonuç, diğer pek çok çalışmamda tekrarladı­
peryalist ülke, ekonomik nedenler ve karşılaştığı mukavemet ğım bir tezle ilgilidir; bütün dış savaşlar aynı zamanda iç savaş­
bir yana, zaman zaman kuvvet gösterileri yapmak zorudadır. tır. Modern zamanlarda emperyalizm pek çok zaman, kendi sa­
Zaman zaman agresivitesini göstermek durumundadır; bunu, vaşını iç savaş niteliğine dönüştürüyor; Afganistan ve Etiopya,
bu tartışmadan çıkan sonuçlardan birisi olarak kabul ediyorum. bunun iki örneğidir. Irak savaşı'nda Irak'ın teslim olmasına kar­
Yalnız bu durum emperyalizmin ekonomik ihtiyaçlarını göz şın, Amerika'nın bu bölgeye yerleşebilmek için yeterli gerekçe­
ardı etmemelidir; Amerika, Orta Doğu'ya yerleşme ihtiyacında ler bulamaması üzerine Irak'ta iç savaşın alevlenmesi, üçüncü
görünüyor. Tek başına İsrail, Amerika'nın buradaki çıkarlarını örnek oluyor.
güvenlik altına alamıyor; Bayar-Menderes rejimleri ile Şah dö­ Böylece bu incelemenin sonuna gelmiş oluyorum. Tartışmak
nemleri geride kaldığına göre, Amerika'nın İsrail ile işbirliği ya­ istediğim iki nokta daha bulunuyor. Bunlardan birisi, Irak sava­
pacaksa yeni bir güce ihtiyacı olduğu anlaşılıyor.** Washing- şı nedeniyle, önde gelen bütün emperyalist ülkelerin birlik olu­
şuna bakılarak bir ultra-emperyalizmden söz edilip edilemeye­
* Batı iletişim araçlarının, savaş öncesinde, Irak'ın gücünü çok abartmış
olduğu da ortaya çıkıyor; bu, Vietnam Arazı'nın silinmesi için gerekli ceğidir; kuşku duyuyorum. Büyük Britanya artık Amerika'nın
oluyor. uydusudur; Fransa ise, sonunda, bu savaşın bütün ganimetleri-
** Bu son gelişmelerle birlikte daha önce ileri sürdüğümüz Washing-
ton'un Kürt Devleti çözümlemelerimizin doğrulandığını düşünüyo­ * Christopher Hitchens, Realpolitik in the Gulf, New Left Review,
rum. Ancak bu konuyu burada ele almak için bir gerek duymuyorum. Mart/Nisan 1991, s. 99

72 73
ni ve prestijini Washington'a kaptırmamak için savaşa girmiş EMPERYALİST CEPHEDE
olduğu izlenimini veriyor. Fransız emperyalizmi, Amerikan
emperyalizmi ile bütün sorunlarını çözmüş olmaktan daha çok
Tarihin, derinden hızlandığı bir dönemden geçiliyor; yıkılı­
önemli bir bölümünü dondurmuş görünüyor. şın bir hızlanma olduğu pek az farkediliyor. Risk getiriyor; akti-
Ayrıca emperyalist ülkeler arasında önemli ekonomik ihti­ vist için son derece riskli günlerdir. Düşünen aktivist için, uçta
laflar var; üstelik bunlar büyümek eğilimi de gösteriyorlar. Ja­ eylemci için, uçlarda eylem ile teori birbirinden ayrılmadığı
ponya'nın Amerikan otomobil pazarının dörtte birini yutmuş için, büyük risklerin olduğu günlerden geçiliyor.
olmasına Amerika ne zamana kadar dayanabilecektir ve Japon­ Uçta aktivist, teori ile yaşayandır ve güncel insan aklının en
ya, Amerika'dan gelep tepkilere ne zamana kadar uysallıkla ce­ büyük yanıltıcılarından birisi oluyor. Hem günceli yakalamak
vap verecektir; bunlar, ortadadjr. Bunun dışında, henüz küçük ve hem en yanıltıcı olanı yaşamak, yaşamı, çok daha çekici hale
Türkiye ekonomisinin Sovyetler Birliği'nde aldığı iki konut iha­ getiriyor.
lesine karşı Almanya'nın tutumu çok dikkat çekicidir; Türkiye, Modern bilgi teorisi, yaşamı gerçek bir heyecan haline sok­
bugün ne Sovyetler Birliği'ne ne de Almanya'ya söz geçirebile­ muştur. Bilgi ile maddenin birbirinden ayrılmadığı bir zaman­
cek konumda görünüyor. Ancak aç ve giderek hırslanacak olan da, bir uç aktivist için, yaşam, teori ve yaşama alanı ise episte­
Türkiye'nin tekellerinin, böyle bir durum karşısında, "Emperya­ molojidir.
list Türkiye" senaryosunu daha ciddiye almalarını beklemek ge­ Bunları düşündükçe yeni kuşaklar için büyük bir heyecan
rekiyor. duyuyorum.
Tartışmaya, "ultra-emperyalizm" ve "barışçıl kapitalizm" re­ Yeni kuşaklar için duyduğum heyecanın kaynağı yalnızca
çetelerini birbirinden ayırarak başlamış bulunuyorum; şimdi epistomolojik nitelik taşımıyor ve günden güne açılan yeni pra­
birleştirme zamanıdır. İki yanı da emperyalist savaşlar, bir yanı tik alanları da, yaşamı, büyük bir sevinç haline getirici bir nite­
emperyalist olan savaşların büyümesiyle doğrudan ilgilidir; öy­ lik taşıyor.
le görüyorum. Dünyanın ise, bir yanı emperyalist savaşlar dö­ Yöneten sınıflar içinde bir bölüğün, oligarklardan bir müfre­
neminden henüz çıkmadığını düşünüyorum. zenin, tekelli bürokrat politikacılarla birlikte emperyalist senar­
yolar üzerinde çalıştıklarını yazdığım tarihten henüz altı ay bile
geçmedi, yazdığımda yine pek korkuyordum. Çünkü aktivisti,
uzun yolundan saptıranın teorik yanılmaları olduğunu çok iyi
biliyordum ve bu nedenle her önemli teorik açılımım bende bü­
yük korkular yaratıyor. Simdi pek çok rahatım ve bu inceleme­
yi böyle bir rahatlık içinde yazıyorum.
İki nokta var; bunlardan birisi devlet aygıtının ve bürokrasi­
nin sanıldığından daha çok öğretici olmasıyla ilgilidir. Turgut
Özal, devr-i iktidarında, devlet bürokrasine ek olarak sürekli
olarak İstanbul oligarklarından ve Washington'daki, hem State
Department ve hem de IMF ve IBRD çalışmalarından beslen­
miştir; Mesut Yılmaz, politik açılımlarını, Washington yerine
Bonn'dan alıyordu. Süleyman Demirel ve Erdal İnönü, başba-
74 75
kanlık ve yardımcılık koltuklarına oturunca, eksik kalan beslen­ taşımaya çalışıyor. Osmanlı Imparatorluğu'nu Orta Asya'ya ta­
melerini tamamlamaya başladılar ve hızlı bir biçimde, emperya­ şımayı planlamış olan bir burjuva-demokrat, bugünün oligark­
list senaryolara yöneldiler. Hikmet Çetin, çözülüşten yeni çıkan larına, Kemal Paşa'dan çok daha yatkın bir model veriyor.
Orta Asya devletlerini tanımakta gecikmedi ve Kültür Bakanı Kemal Paşa inecek ve Enver Paşa çıkacaktır; Marx'ın episte­
Fikri Sağlar, yanma Türkiye gericiliğinin yeni kalemlerinden molojisinin bir kez daha doğrulanacağına inandığım için muh­
Mim Kemal Öke'yi de alarak, Orta Asya kültür seferine çıktı. temel gelişmeleri bu kadar net yazabiliyorum. Görüleceğini
Televizyon, Orta Asya'da izlenebilmek için yatırımlar yapı­ umuyorum. Enver ile birlikte Kazım Paşa'nın da yıldızı parla­
yor. mak üzeredir.
İslamik yayınların hepsi Orta Asya'da okunmayı en büyük Güzel. Ancak burada Marx'ın bakışından artık benim için
öncelik sayıyor. bir sistem niteliği taşıyan bir ayrılığımı dile getirmek istiyorum.
Necmettin Erbakan'a, benim emperyalist çözümlemelerim Daha önce değindim; burada yeniden ve daha yalın bir biçimde
anlatılınca, şimdiye kadar "hata yaptığını" kabul ettiği haberleri formüle etmek durumundayım. Artık Marx'ın tüm düşüncesini,
geliyor; Necmettin Erbakan ve Aydınlar Ocağı'nın Suud Kra- kabul edemediğim ölçüde olgunluk-eğilimli buluyorum.
lı'nın himayelerinde bir "islamik-enternasyonalizm" aramaktan, Manx'a göre modern devletin ortaya çıkabilmesi için sınıfla­
vazgeçmek üzere oldukları yolunda işaretler var. Türkçü- rın gelişmesinin ileri aşamalara ulaşması zorunludur; ben öyle
İslamalar, Türkçü-İslamcı bir enternasyonalizmi kendi başları­ düşünmüyorum. Marksist-Leninist bilgi teorisine göre tekelli
na ve hiç kuşkusuz oligarklarla birlikte yapacak duruma gel­ düzenin emperyalist senaryoların peşinde koşabilmesi için de
diklerini düşünmeye başlıyorlar. tekeller düzeninin önemli ölçüde gelişmesi gerekli oluyor; böy­
Güzel. Fakat pek çok soru ve pek çok görev ortaya çıkıyor. le düşünmediğim için tekelli düzenin hemen başlarında Türki­
Belgrad'tan Çin Duvarlarına kadar Türkçe anlaşılabilen bir ye'nin emperyalist zembereğin etkisi altına girdiğini yazabiliyo­
alan Türkiye oligarklarına açılıyor; Bunun bir yakın sonucunu rum.
görebiliyorum; Kemalizm bir yana Kemal Paşa'nın itibarının Bu ayrılığımın yöntemsel bir boyutunu görebiliyorum;
"resmen" de indirileceği bir dönem başlıyor. Marx ve Engels'in Marx'ın bakışı, eşitsiz gelişme yasasından uzaktır. Lenin, eşitsiz
bilinç ve ideoloji ile ilgili yazdıklarının kesinkes doğruluğu bir gelişme yasasını görerek formüle etmiş olmakla birlikte Marx'm
daha yaşanmak üzeredir; Kemal Paşa'nın artık Türk yönetenle­ bakışının, pek çok alanda, ortodoks bir izleyicisi olarak kaldığı
rinin ideal lideri olmaktan çıkacağı bir zaman aralığı kapıdadır. için, bu yasayı kendi bakışının temeli haline getiremiyor. Eşitsiz
gelişme yasasına göre ise, devrimin realize edilebilmesi için sı­
Bütün çalışmalarımda Kemal Paşa'nın devrimci geçmişi ol­ nıfların gelişmesinin ve çelişkinin derinliğinin çok ileri boyutla­
mayan, oldukça tutucu ve son derece sınırlı ufuklu bir burjuva ra varmaması gerekiyor; böyle düşünüyorum.
demokrat olduğunu gösterebilmiş durumdayım. Türkiye Üze­ Tekelli düzenin realizasyon sorunu Irak Savaşı ve Kürt Cep-
rine Tezler dizisinin sonuncu ve beşinci kitabı bu alanda yepye­ hesi'nde Türkiye tarafının başarısızlıkları, Türkiye Cumhuriye-
ni bilgiler getiriyor; ayrıca bu inceleme, tartıştığım alanla pek ti'ni, yöneten partilerin tümünü kapsayacak bir biçimde, Orta
büyük ölçüde çakışıyor. Tezler'in bu sonuncu kitabında, 1918- Asya'ya doğru bir emperyalist yayılmacılığın eşiğine getiriyor;
1922 arasında, Anadolu, Kürdistan, Ermenistan, Gürcistan ve yönetenlerin tümünde bu konuda bir görüş birliği görebiliyo­
Azerbaycan devrimlerine ayrı yer vermeye çalıştım; Enver Pa­ rum. Ancak yeteceğini düşünmemek zorunludur; Türkiye, bir
şa, işte bu dönemde, Osmanlı Imparatorluğu'nu, Orta Asya'ya üst emperyalist sisteme dayanmadan ve bununla işbirliği yap-

76 77
madan her hangi bir emperyalist senaryoyu uygulama şansın­ yıf Washington emperyalizmiyle iş tutmak ve bir çizgi oluştur­
dan yoksun durumdadır. mak zorundadır. Birikim bunu kolaylaştırıcı yöndedir; ancak,
Türkiye'nin emperyalist şansında, Almanya'nın tutumunu güçlenecek Rusya tekelli devi ile rekabetinde, Türkiye'nin Ame­
ve Alman-Rus ilişkilerinin gelişimini önemli bir faktör olarak rikan emperyalizminden nasihıattan başka alacağının fazla ola­
görmek gerekiyor; yakın zaman bir Alman-Rus yakınlaşması ve cağını sanıyorum.
ittifakı mı, yoksa Rus-Amerikan ittifakına mı gebedir, önemli Rus-Amerikan hattının oluşturulması halinde ise Alman-
sorun burada yatıyor. Doğu Almanya'yı, ırkçı bir temeli ve eği­ Türk hattı gelişebilecektir; bunun daha imkanlı ancak daha so­
tilmiş büyük bir Alman ordusunu devralmış olan Almanya, runlu olacağını tahmin etmek zor değildir. Enver'in bir Al­
güçlü ekonomisiyle birlikte, agresif olmayı deniyor; bütün iti­ man adamı sayıldığı 1918 yılında bile Türk ve Alman kuvvetle­
razlara karşın Yugoslavya'yı parçalanmış saymakta tereddüt et­ ri Ön Kafkasya'da çatışmanın eşiğine gelebildiler.
medi ve geri adım atmadı. Irak Savaşı'nda önemli süre Was- Alman-Rus hattının oluşması halinde Kürt Alanı'nda bir Al-
hington'a karşı direndi ve şimdi Kürt Cephesi'nde sempati ara­ manofil Kürt hareketi yaratılacağını tahmin etmek zor görün­
yışı içine girdi. Bunlar, Almanya'nın uzun yılların tedbirliliğini müyor; Berlin yönetiminin, Barzani ve Talabani ilişkilerini Was-
bir kenara attığının ve yayılmacı bir stratejiyi yeniden benimse­ hington'dan koparmak için çalışmasını beklemek gerekiyor. Al­
diğinin işaretleridirler. man Hükümeti'nin, Türkiye'nin sınır ötesi operasyonlarına,
Komünizm, Rusya kapitalizmine, gelişmiş bir ekonomi bıra­ kendi adamları Mesut Yılmaz'ın başbakanlığı zamanında bile
kıyor; Rusya'nın çok güçlü bir tekelli devlet olacağı günleri sert tepki göstermeleri, Kürt cephesi'nde dostluk yaratma giri­
uzak saymak büyük bir yanılmadır. Kurulu büyük işletmeler şimlerinin bir sonucu olmalıdır..
yeni yetme oligarklarını bekliyor ve bulmakta gecikmeyeceğini Bu dostluk arayışında PKK için hiç bir yer göremiyorum; hiç
düşünüyorum. Rusya, geniş kaynaklan, üstün teknolojisi ve ye­ bir emperyalist ülkenin PKK'nın gelişmesinden olumlu bir so­
tişmiş işgücü ile bu bölgenin tekelli devlerinden birisi olmakta nuç beklemesini beklememek gerekiyor. Berlin'in, Lenin'i Pet-
gecikmeyecektir; hesapların buna göre yapılması gerektiğini rograd'a götürdüğü biliniyor; ancak bu, uzamış bir dünya sava­
düşünüyorum. şının sonlarına doğru ortaya çıkıyor. Savaşa karşı Bolşevizm,
Agresif Almanya ile tekelli dev Rusya; bir ittifak içinde ola­ Rus cephesini çökertmek için, Almanya'nın geçici müttefiki sa­
bilecekler mi, önemli soruyu burada görüyorum. Eğer Ekim yılıyor; ancak şimdi böyle bir durum görülmüyor.
Devrimi olmasaydı, bu ihtimallerden birisi olarak ortaya çıkı­ Rus-Alman ve dolayısıyla Amerikan-Türk hatlarının oluştu­
yordu; şimdi de ihtimallerden birisi olarak duruyor. rulması halinde hem Washington'un ve hem de Ankara'nın böl­
Amerika ne yapabilir; Rusya'nın yeni doğacak oligarklarına, gede daha zor bir durumla karşılaşması ve daha agresif olması
tulumbayı çalıştıracak kadar yardım ve ek olarak da yönetme kaçınılmaz görünüyor; böyle bir durumun Kürt hareketliliği
morali verebilir mi? Şu anda net bir cevap verecek durumda de­ içinde de beklendiğinin işaretleri ortaya çıkıyor. Son HEP
ğilim; gerilemeye geçmiş Amerikan ekonomisinin ayıracağı Kongresi'nin "tek çizgi" izlenimini veren bir yapıya doğru bir
kaynakların fazla olamayacağı kesindir. Ayrıca yeni Rusya yö­ yönelişi başlatması Kürt solu ve hareketliliği içinde yeni ayrı­
netiminin henüz kalıcı bir çizgi geliştirebileceğine de ihtimal şım ve oluşumların da işaretlerini getiriyor; bu işaretler içinde
veremiyorum. Washington-Ankara yakınlaşmasına bir de Şam eklenerek, Be-
Bu soruların Türkiye emperyalizmi açısından önemi şudur: kâa Vadisi ile ilgili olarak burjuva basınının bilinen senaryoları
Eğer Rus-Alman hattı oluşursa, Türkiye, kaçınılmaz olarak za- yeniden gündeme getiriliyor.

78 79
Burada söylenebilecek olan şudur: Bölgeyle ilgili her türlü Bunun yerine bir ikinci soruyu ortaya atmak durumunda­
kamplaşmada PKK'nın yeri bulunmuyor. Bu bir değerlendir­ yım: Türkiye'nin, ister Alman ve daha yüksek bir ihtimalle de,
medir; ancak değerlendirmeleri birer temenni haline getirenler isterse Amerikan hattı ile emperyalist senaryosunu gerçekleştir­
ve daha sonra da temennilerini gerçek sayıp bunun üzerine po­ mede başarı elde etmesinin Türkiye devrimi üzerindeki etkileri
litikalar kurmak isteyenlerin çıkabileceğinden kaygı duyuyo­ ne olabilecektir? Benim dışımdaki bir ortodoks marksistin bun­
rum. dan çelişkilerin daha ileri bir aşamaya ulaşacağı ve bu nedenle
Kaygı ile umut ikiz kardeş oluyorlar. devrimi güvence altına alacağı sonucu çıkarması ihtimal dahi­
Anti-emperyalizm ile anti-kapitalizm de zaman zaman dost lindedir. Böyle düşünmüyorum ve devrimi geciktirici, görün­
ve çok zaman da düşman iki kardeştirler. Türkiye solunun alt­ mez bir gelecek ve takvime bağlayacağı bir potansiyel sayıyo­
mışlı yıllar pratiğinin sonlarına doğru düşmanlık yanı ağır bas­ rum.
tı; öyle hatırlıyorum. Bu, o sıralarda netlikle çözümlenemiyor- Bunu şöyle anlatabilirim; Orta Asya'da Türkik kökenli ülke­
du; Kürt Cephesi'ndeki gelişmeler eksik kalan netliği tamamlı­ lerin Türkiye nüfuzuna girmesi, Türkiye'ye her adımda bir kaç
yor. Konya ya da Kayseri'nin eklenmesi anlamına geliyor. Türkiye
"Milli" yânı çok ağır basan bir anti-emperyalizm zorunlu ola­ gericiliği, Orta Asya'da büyük kaynak zenginliği kadar çok da­
rak anti-kapitalizmden uzaklaşıyor. Her unsuruyla Kürt bir an­ ha büyük gericilik bulacaktır ve böylece her açıdan daha da
ti-emperyalist mücadelenin, hiç kuşku yok, millilik yanı tam, "güçlenecektir"; bunun görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
ancak anti-kapitalist yanı eksiktir; sonuca da yavaş yürüyeceği­ Görmek, yeni görevler demektir. Görev, sorumluluk ile bir­
ni ve çok zaman da hiç ulaşamayacağını düşünebiliyorum. An­ likte ortaya çıkıyor.
ti-kapitalist yanı canlı bir anti-emperyalist mücadelenin ise "si­ Bu noktayı aynntıyla geliştirmek gereğini duyuyorum; eğer
nifi" yanının yüksek olacağını, ancak, milli yanında eksiklikleri­ Türkiye Devrimi ile Kürdistan Devrimi'nin yazgılan birlikte bi-
ni ezen ulusun devrimci hareketiyle kapatacağını kabul etmek çilmişse, bir bölge devrimi zorunluluğunu görmemek imkansız
zorunluluğunu görüyorum. Daha radikal bir içerik taşıyor ve görünüyor. Bölge devrimini zorunluluk olarak görme eğilimi
zahmetli de olsa, sonuca ulaşmasını çok daha kesin görebiliyo­ taşıyorum.
rum. Her halde benim düşünce sistemim içinde sürprizli bir yere
Emperyalist merkezin kontrol sistemini zayıflatmayan bir sahip değil; 1 Mayıs 1987 yılında, Sovyet düzeninin çözüleceği
anti-emperyalist mücadelenin katededeceği mesafe daha uzun kimsenin ve bu arada benim aklımda yokken, Doğu Sosyalist
görünüyor. İrlanda örneği, bu açıdan, son derece düşündürücü Cumhuriyetler Birliği projesini ortaya atabildim. Şimdi bu pro­
bir tablo çiziyor. jenin daha büyük bir şans ve gereklilik taşıdığına inanıyorum.
Hem sınıfı tabanı yüksek ve hem de ezen ulusun devrimci Kuşkusuz sosyalist sistemin çözülmesi bu birlikte tüm bile­
hareketiyle birlikte harekete geçen ve çözümler üreten bir anti- şenlerin sosyalist olma şansını azaltacaktır; önemli olan sosya­
emperyalist mücadelenin basan şansının daha yüksek olduğu­ lizme açık olmaktır. Bu bölgenin Batı sınırını, Elenler'i ve Bul-
nu sanıyorum. Daha çabuktur; ancak hiç bir zaman çok çabuk garlar'ı içine alacak bir biçimde düşünüyorum, dünyanın en gü­
değildir. zel ortakçı düzenini kuracağından hiç kuşku duymuyorum; Er-
Burada bir soru ortaya çıkıyor: Türkiye ve Kürdistan Dev­ meniler'i içinde ve İraniler'i dışında görüyorum. Irak ve Suriye
rimleri ne ölçüde içiçedir? Bu soruyu sormakla yetiniyorum ve kesinlikle, bölge tanımının içinde yer alıyor. Yeltsin'in Gürcüle­
şimdilik bir cevap arama gereğini duymuyorum. ri dışlamasını da sevinçle karşılıyorum.

81
80
Şunlar eklenebilir; Türkiye ve Kürdistan Devrimleri yazgı
bütünlüğü içindeyse, bir bölge devriminin motor gücü olabile­ DEMİREL'DEN SONRA TÜRKİ
cek dinamiği de içeriyorlar. Sovyet sisteminin çözülüşü, bölgeyi
genişletiyor ve bölge devrimini, dünya devriminin kaldıracı ha­ Köprü çok mu güzeldir ve neden Türkler, hep köprü olmaya
line getiriyor. özenirler? Bilemiyorum. Köprü, üzerinden geçilmek içindir; ne­
Hep bu bölgenin insanı olmaktan heyecan duydum. Hiç bir den Türkler üzerlerinden geçilmesine bu kadar çok özeniyorlar,
zaman Avrupa veya Amerikan dünyasına özenmedim. bunu da bilmiyorum. Bildiğim hep köprü olmak istedikleridir;
Doğu ile Batı arasında köprü olmak istediler. Bunun için Avru­
Avrupa ve Amerikan dünyasının insanlığın düşmanı oldu­
pa ortak pazarına heveslendiler. İslam ile Hıristiyanlar arasında
ğuna inanıyorum. Bunu, politik olarak değil felsefi planda dile
köprü olmak istediler ve bunun için Arap ortak pazarına kapıl­
getiriyorum. Avrupa ve Amerika'da insan sürüdür. Felsefi an­
dılar. Bunlar olmadı ve şimdi kendilerine yeni bir köprülük bul­
lamda insan değil, Kafka'nın ünlü öyküsündeki gibi, tahta ku­
dular; Sovyet sosyalizminin çözülüşü ile ortada kalan Türkik
ruşudur.
cumhuriyetlerle, yine Batı ve bu arada Amerika arasında köprü
Tekellerin olduğu yerde insan, tahta kuruşudur.
olmak istiyorlar. Belki de şimdi, çöken Mihail Gorbaçov'un "Or­
Kapitalizm, kaçınılmz; olarak tekeller düzenini açıyor.
tak Avrupa Evi" projesinin bir simetriğiyle "Ortak Türk Evi"
Ortakçı düzen, bu nedenle, zorunluluk oluyor.
için hazırlanıyorlar.
Tekeller düzeni, gittikçe, insana yapabileceğinden çok daha
önemsiz işlevler yüklüyor: Sürüleşmek kaçınılmazdır. Üç nokta var; altını çizmek durumundayım. Bir; Türk yöne­
Dünya devrimine kapı açan bir bölge devrimi, insanı büyü- tenleri sanıldığından çok daha tüccardırlar. Paraya koşarlar;
tücü tek yoldur. Amerikan dolarına koşarlar. Amerikan dolarları renk değiştirip
Bu dünyayı eline alabileceğine inanmayan bir kimsenin dev­ petro-dolar olunca, İslam'a koşarlar. Şimdi ön Kafkasya'nın pet­
rimci olabileceğine hiç bir zaman inanmadım. Şimdi de inanmı­ rolünün ve Orta Asya'nın altınlarının kokusunu aldılar; Enver
yorum. Paşa'yı hatırlayarak, koşmaya hazırlanıyorlar. İki; Türkiye,
Bu bölge gençliğinin önündeki imkanları düşündükçe bü­ Marx'ın zembereği içine girmiştir. Artık Türkiye'nin yönünü,
yük bir heyecana kapılıyorum. sermaye sektörünün çıkar dümeni belirliyor ve diğerleri, basın,
İnsanlık, hep kendisini arayan büyük bir serüvendir. üniversiteler, yargı ve aydınlar ve tek sözcükle ideolojiyi taşı­
Yaşamak ise ancak serüven olduğu zaman yaşamaya deği­ yanlar, inanılmaz bir hızla, bu dümene göre yönlerini alıyorlar.
yor. Şimdi her yerde "Türkî" sözü var; bütün söylemler "Türkî" üze­
rinedir. Çünkü Orta Asya'da Türk müteahhitler, Arap ülkele­
rinde kaybettikleri işleri Orta Asya'da almayı planlıyorlar.
Üçüncü nokta bu "Türkî" sözcüğüyle ilgilidir; Türklüğün
köksüzlüğünü kitaplarımda yazdım, burada tekrarlamak zo­
rundayım. Orta Asya'ya Türklük adına bir koşturma senaryosu
var; fakat ad Arapçadır. Çok garip, Türkler, Orta Asya'ya Arap­
ça koşuyorlar.
Bu noktayı ve bu garabeti, kuşku bırakmayacak bir biçimde
göstermek gereğini duyuyorum. Kaynak olarak kendimi değil,
ünlü tutuculardan Profesör Muharrem Ergin'in "Osmanlıca

82
83
hington sayesindedir; bunu biliyor, Bush da bunları biliyor; De­
Dersleri" kitabını kullanmak istiyorum; kitabının "Arapça Un­ mirel, bu kez, Beyaz Saray'a seçmen tabanı zayıflamış olmakla
surlar" bölümünde "ism-i mensub" yapılışını inceliyor ve şunla­ birlikte, şimdiye kadar hiç kimsenin düşünemeyeceği kadar bü­
rı yazıyor: "Bunlar aidiyet, nisbet isimleridir. Diğer kelime çeşit­ yük bir aydın desteğiyle geliyor. Beyaz Saray'da yaşanan, bo­
leri gibi vezinleri yoktur. Ek ile yapılır. Çeşitli vezindeki keli­ şaltmış bir karı-kocanın nikah tazelemesidir. Birbirine iltifat et­
melere nisbet ye'si (yâ-yi nisbet) adı verilen bir (S) ilave etmek mek zorundalar.
suretiyle ism-i mensub yapılır. Aslında Arapça'da nisbet eki -
iyyun şeklinde olup S'si şeddelidir" Profesör Ergin, Osmanlı­ İkinci oyun: İç güvenliği, ister sürü, isterse polis olsun, ka­
ca'da Arapça kaynağa göre şeddeden vazgeçildiğine işaret, et­ nunsuz güçlere bırakmaktır. Demirel, bu oyunu da, aynı titiz­
tikten sonra şöyle devam ediyor: "Demek ki Türkçede asıl ekin likle tekrarlıyor; aydınları ve yargı kurullarını arkasına takması,
şeddesi ve tenvini atılır ve nisbet eki uzun i (î) şekline geçer." bu kez karşısındaki sorunların daha büyük olmasından geliyor.
Hepsi, bu kadar. Bu kadar yaratıcılıktan ve kendinden uzak ol­ Ezilmiş, bükülmüş, kimliklerini kaybetmiş aydınlar ve solcular
maktan utanmak gerektiğini düşünüyorum.'Türkî" Arapça ya- da, takılacak bir yer arıyorlar; şimdi Demirel, uygun geliyor. .
pılışlı ve Arapça ekli bir sözcüktür; "isevî", "musevî" ya da "mu- İkinci oyunun çok açık bir göstergesi olarak Demirel, Kürdis-
hammedî" türündendir. tan'ı, Şükrü Balcı'nın yetiştirmesi, eylülizmin Ankara ve İstan­
bul emniyet müdürü, "ünlü" MİT raporunun kahramanların­
Ben hep "Türkik" sözcüğünü kullanıyorum: benim ki de Batı dan, Washington'a yakın, polislikten yetişme Ünal Erkan'a bıra­
dillerinden geliyor. "Sempatik", "fantastik", "astronomik", "ara- kıyor. Ünal Erkan'ın emniyet müdürlüğü döneminde Vedat Ay­
bik" ya da laz kökenlileri anlatmak üzere "lazik", hep bir kökeni, dın katledilmiştir. CIA'den alındığını sandığım istihbarat sonu­
bir mensubiyeti, bir iyeliği gösteriyor; Türkçe olmaktan uzaktır­ cunda, on bir Dev-Sol'lu katledilmiştir.
lar. Ancak benim bir Türkçülük ya da ikinci sınıf emperyalizm
Ünal Erkan, şimdi Kürdistan Valisi'dir.
iddiam yok; yalnız dili çok seviyorum. Türkçe, "Türksü", Türk-
Kürdistan'da Amerikan'ın Çekiç Gücü ile Vali Ünal Erkan'ın
se" ya da Osmanlı ya da Selçuklu örneklerinde olduğu türden
çok rahat çalışacaklarını tahmin ediyorum.
"Türklü" denebiliyor bunun tartışmasını bırakıyorum. Bütün bu
İkinci oyun, iç güvenliği sola ve Kürtlere karşı politikayı,
tartışmadan çıkardığım şudur. Türkiye düzeni tıkanmıştır. Tür­
Genelkurmay'a ve Genelkurmay gözetiminde üst polis güçleri­
kiye düzeni her türlü yaratıcılığını yitirmiştir.
ne bırakmaktır. Durum budur; katliamlar tepkisiz olarak de­
Demirel, bu tıkanmışlığın şimdiki örtüsüdür. vam ettiği sürece, bir kuyumcu soygunu bahane edilerek evin­
Türkiye şimdi Demirel'in jübilesini oynuyor. Jübilede hep de üç genç, hiç bir tepki yaratmadan, öldürüldüğü sürece, Tür-
eski oyunlar tekrarlanır; ancak daha yumuşaktır. Ve Demirel'in keş'in sürülerine ihtiyaç yoktur; Demirel'in ikinci oyununda en
oyunları üçtür. Ve bunlarda hiçbir değişiklik görünmüyor. Bi­ küçük bir değişiklik görmüyorum.
rinci oyun: Demirel, dış politikayı hep Washington'a bırakır.
Üçüncü oyunu ise ekonomiyi, IMF'e bırakmak olarak ortaya
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'den Amerika'ya giden
çıkıyor; ekonomi alanında Demirel'in ANAP'tan ayrı bir politi­
ilk burslu stajyerdir; Başkan Yardımcısı Johnson'un koltuğunun
kası bulunmuyor. Bütün politikalar, IMF damgalıdır; kitlelerin
altında çektirdiği fotoğrafla ve "Morrison Süleyman" olarak ilk
böylesine sürüleştirilebildiği, edilgen hale getirildiği bir za­
seçimini yapıyor. Şimdi Washington'a biraz kırgındır; çünkü
manda yönetenler enflasyondan korkmuyorlar. Ocak ayındaki
Amerika, iki kez askerler eliyle düşürülmesini önlemedi veya
yüzde ll'lik fiyat artışı işarettir; oyunun ve sonuçlarının değişe­
hiç olmazsa haber vermedi. Kırgındır; ancak yine de şükran du­
ceğini düşünmemek gerekiyor.
yuyor. Çünkü özellikle ikincisinden kellesini kurtarması Was-

85
84
Şimdi, Demirel dalgası var. Türkiye solu ve aydını hep dal­ TURKISM'E DONUŞ
galara kapıldı gitti. Şimdi büyük bir arsızlık içinde Demirel Dal­
gası yaşanıyor. Şişirilmiş bu dalganın etkisiyle Demirel sonrası­ Adana'nın güldürmeyen komiği, Kemal Sunal'ı günlük ya­
nı göremiyor ve düşünemiyor. şamda canlandıran Sakıp Ağa Sabancı, en son malını da ortaya
Demirel Dalgası geçicidir; kısaca, görebildiğim nedenlerini koymuş; gazete fotoğrafçılarına donunu göstermiş, gördüm.
sıralayabiliyorum. Bir: Demirel'in enflasyonu durdurması bir Artık ebedi emniyeti bulduklarına inanıyorlar; meydan, sanki
hayaldir. İki; Demirel'in sanayileşme ile işsizliğe çare bulması onların ve sanki bütün köyler kösteksiz kalmış, böyle davranı­
hayaldir. Üç: Demirel'in olağanüstü bozulmuş gelir bölüşümü- yorlar. Karılan, kızları ve metresleriyle ortadalar.
nü düzeltmesi hayaldir. Dört: Bütün bunların sonucunda, orta­ Adanalı hanım evinin balkonunda oturmuş, "kabul" günü
ya çıkan büyük ahlak bunalımını yenmesi hayaldir. Beş: Eğer yapıyormuş, aşağıdan bir otomobil geçmiş, belli kurulmuş,
Türkiye solu bir şahlanışa geçemezse, bütün bu nedenlerle, top­ "Aha bizim Şavrele" diye buyurmuş, öyle anlatıyorlar. Sonra bir
lumdaki İslama koşuşu durdurması ve dolayısıyla laisizmi tuta­ başkası geçmiş, "Aha bizim Ford" demiş ve arkasından geçene
bilmesi hayaldir. Altı: "Türkî" seferberlik, öyle anlaşılıyor, Was- de "Aha bizim Kadillak" diye eklemiş; bu sonuncuda bir de sa­
hington-Moskova-Ankara ekseninin kurulmasına dayandırılı­ nsın olduğunu söylüyorlar ve "O da kim?" diye soruyorlar.
yor. Hayaldir. Türkler ile Ruslar'ın, Orta Asya üzerinde anlaş­ Adanalı hanım bir daha kurulmuş "O da bizim metresimiz" di­
maları hayaldir. ye övünmüş; övünçle ve barış içinde bir arada yaşıyorlar.
Peki, Kürt Cephesi'nde çözüm? Yakın zamanda hayal olarak Galileo'nun insan düşüncesine eşsiz katkısı, hareketin değil,
görünüyor. hareketteki değişmenin önemli olduğunu göstermesidir; bir dü­
Çünkü şimdi birisi Demirel katında ve diğeri aydınlar ara­ şünme alışkanlığı ve bir düşünce yöntemi olmak durumunda­
sında iki "çözüm" oluşturuluyor. Her ikisi de PKK'nin ortadan dır. Alarko Holding'in deviniminde, eylülist darbeden bu yana,
bir değişme var; açıkça görülüyor. Sahipleri Ishak ve Üzeyir
kaldırılmasına dayanıyor; Demirel katındaki çözüm, Washing-
Beyler, belki de Musevi kökenli olduklan için, eylülizmden ön­
ton'u arkasına alarak Bekaa Vadisi üzerinde yoğunlaşıyor. Yeni
ce, kendilerini, kamunun gözlerinden saklamak için büyük ça­
değil; aydınlar, bir Kürt Devleti kurup ortadan kaldırma senar­ ba harcarlardı; şimdi ortadalar ve kızlarıyla birlikte, Sakıp Ağa
yosu üzerinde kafa yoruyorlar. Önce Kürt Devleti kurulacak, ile yanşıyorlar. Üzeyir Bey Garih, Mülkiyelilerin İstanbul Şube-
sonra PKK ile birlikte ortadan kalkacak; hayaldir. Ayrıca tıkan­ si'ni fethetti, Ishak Bey Alaton, bütün panellerin değişmez ko­
mış Türkiye'nin böylesine uzun senaryoları uygulayabileceğini nuşmacısı oldu, Atina'ya sürülen istanbul Elenlerinin mesleği­
hiç sanmıyorum. ne de el atmışlar, birlikte bir de Paşa Meyhanesi açmışlar, ge­
Uzun senaryolar, Demirel'in sonudur. çenlerde dedikodu sayfasında okudum, burada kızları Leyla,
Demirel'in yönetimi ne kadar uzun olursa, askerin yönetimi "dekoltesi derin" İstanbul zenginlerini ağırlıyormuş, anlama­
o kadar yaklaşıyor. dım, "dekolte" zaten açık giyinmek demektir, açığın nasıl derin
Demirel'in sonunu görüyorum; hicazkar'dır Fakat şimdiden olacağını anlamadım, anladığım, artık korkularını yendikleri­
Kürdîli hicazkar mı, yoksa Türkîli hicazkar mı; bilemiyorum. dir. Her yerleriyle açılıyorlar. Artık kendi barışlarının, pax, gel­
Bildiğim, bütün hesapların bu sona göre yapılması gerektiğidir. diğine inanıyorlar.
Pax Americana, Pax Oligarka derken acaba Pax Türkika mı
geliyor?
Büyük korkuları, 1970 yıllarındaydı; servetlerini Avrupa'ya

86 87
205
Dördüncü Kitap

SOSYALİZM

You might also like