You are on page 1of 5

RÜYA GEÇİDİ

I
Rüya Geçidi: Heves

Bu kara pardösülü adamla ilk kez, ineklerini sağarken karşılaşmıştı Ali. Yırtıcı bir
kuşun gagasını andıran kemerli bir burun, bembeyaz surat ve kuzguni uzun saçlar… Ve…
Kucağında da bir kedi! “Bismillahirrahmanirrahim!” diyerek elindeki sütle dolu kabı yere
düşürmüş ve tedirginlikle kaçacak yer aramıştı. Oysaki kedinin kafasını kaşımaktan başka bir
şey yapmamaktaydı bu yabancı.

‘Yabancı’ haftalardır neredeyse her gün onu ziyarete gelerek artık bir ‘yabancı’
olmaktan çıkmıştı. Bu şartlar altında -hem de- artık adını bildiğiniz birine yabancı
demezdiniz, öyle değil mi?

“P’ka Korvid,” demişti Ali’nin titrek sesle sorduğu soruya cevaben. “Adım işte bu.”
Şimdi ise, kim bilir kaçıncı kez karşısında dikiliyordu. Bu sefer Ali’nin tek katlı köy evinin
kapısını tıklatma nezaketini göstermişti neyse ki! Orada burada belirip durması bazen sinir
bozucu oluyordu.

Artık bu garip isimli, esrarengiz adam ona fazla ‘yakın’ geliyordu. Hayır, asla görünüş
olarak değil. Kendinden iki baş daha uzun olan bu çıta kadar ince, fakat çelik gibi sağlam
gözüken adamla herhangi bir fiziksel benzerliği söz konusu olamazdı. Yalnız… Onun yerine
kendisini koyduğunda ne düşünebileceğini bilir gibiydi. Bu, bir insanın kendini çok iyi
tanıtmış olmasıyla alakalı bir şey de olabilirdi elbet. Yine de, bu ‘farklıydı.’

“Bunu seninle birçok kez konuştuk. Ben korkmanı gerektirecek bir şey olduğunu
düşünmüyorum. Seni temin ederim ki bir sorun çıkmayacaktır,” dedi P’ka. “Rüyalarında
‘Geçit’i gören birisi orayı ziyaret etmemek için direnmemeli. Bu bir fırsat!” Adamın sesi
kulağına her ne kadar dümdüz gelse de, Ali’nin içinde bir şekilde kıvılcımı yakmayı
başarmıştı. Bu adama güvenmeli miydi? Haftalardır bunu tekrarlıyordu. Oraya gitmeli ve
görmeleri gerekeni görmelilerdi en kısa zamanda.

Ali, normalde çok ince eleyip sık dokuyan bir yapıya sahipti fakat bu sefer, bu
bembeyaz yüzlü herifin alev alev yanan kapkara gözleri onu düşünmeden cevap vermeye
itmişti. “Pekâlâ, nasıl bir hazırlık yapmam gerek?”

“ Sen değil, ben, dostum. Tek yapman gereken beni beklemek… İki saat sonra hava
kararmaya başlayacak ve yola çıkacağız.”

“İyi de şu an daha saat sabahın onu?” derken bir saksağan, sekercesine uçuşuyla alaca
kanatlarını ve beyaz göbeğini sergilerken ona bakakaldı Ali. P’ka Korvid… Bu bile Ali için
olağan geliyordu artık.

Aniden, neye evet dediği hakkında neredeyse hiçbir fikri olmadığının acı bir şekilde
farkına vardı.

******
Siz de böyleydiniz. Siz de böyleydiniz. Siz de böyle…

Ali, uyandırıldığını anladığında rüyasından geriye kalan bu cümle yüzlerce duvara


çarpıp tekrar kafasında patlıyormuşçasına yankılanıyordu. P’ka, onun uyuyakaldığı
koltuğunun karşısına bir sandalye çekmiş, Ali’yi dikkatlice inceler gibiydi.

Adam, kara pardösüsünü –bir şekilde- pelerin gibi savurarak ayağa kalktı ve hemen
ardından açık pencereden giren bir saksağan, o garip uçuşuyla içeri girip bir adım ötesinde
kondu yere. Gagasıyla taşıdığı iki küçük parlayan nesneyi yere bıraktı ve ‘çak-çak’ diye ötüp
etrafına herhangi bir ilgi göstermeksizin tekrar uçup gitti.

“Bu aralar bana dargın sanırım. Yanımda vakit geçirmiyor pek.” P’ka Korvid’in sesi
yine o olağan düzlükteydi fakat bu sefer de içinde hafif bir üzüntüyü de besliyor gibiydi.
Saksağanı kastettiğini ancak bir an sonra anlayabilmişti Ali.

P’ka, saksağanın yere bıraktığı iki küçük nesneyi aldı ve ona yaklaştı. Ali kafasını
kaldırıp adamın yüzüne doğrudan baktığında içlerine kum dolmuş gibi hissettiği gözleri
kapkara iki nokta tarafından yakalandı. Karanlık birer gölet gibiydi P’ka’nın gözleri.
Çevrelerindeki beyazı değil, sadece zifiri karanlığı görebiliyordu artık Ali. “Yansımana
odaklan,” dedi adam. “Odaklan ve kendini gördüğün zaman sakın kıpırdama.”

Korkması gerekir mi bilmiyordu fakat şu an sadece merak uyanmıştı içinde Ali’nin.


Hâlbuki pek cesur biri sayılmazdı. Geçen kış, köye kurtlar indiğinde korkudan hüngür hüngür
ağlamıştı evinden günlerce çıkmayarak. Şimdi ise içinde bir kahraman vardı sanki. ‘Çok
abartıyorum; bir kişinin gözlerine bakmak ayrı, kurtların saldırısına maruz kalmak ise apayrı
bir şey.’

“Bu arada, Geçit’te kurtlardan daha ‘farklı’ şeylerle karşılaşabiliriz.” P’ka’nın sesinde
bir eğlenti mi vardı? Hayır. Bu sadece kendisinin kuruntusuydu. ‘İnek sağmaktan başka
yapabileceğin bir şey çıktı, daha ne istiyorsun aptal!’ Her nasılsa, o ‘farklı’ şeyler şimdilik
pek korku salmamıştı içine.

“Bilmediğin bir şeyden korkmazsın… İşte bizim kozumuz da bu, Ali,” dedi ve
bembeyaz –ölü beyazı değil diye düşündü Ali- yüzünde çarpık bir sırıtış belirdi P’ka’nın.
Adamın suratına bu bile bir yumuşaklık getiremiyordu! Sadece gözleri… Evet, gözleri
yaşıyordu. Bir insanın gözleri… Bir şekilde güven veren gözler… Bu canlı ve karanlık
yuvarlakların içinde kendi yüzünü gördü Ali.

Ve içlerinde kayboldu…

******

“Rüya Geçidi ne demek?” diye sordu. Saatlerdir yürüyor, bir dönemeçten ötekisine
geçip her köşede bir süre bekliyorlardı. “Ayrıca, bu kadar yavaş olmak zorunda mıyız?”

“Birincisi için cevabım: Geçit bir çeşit bilinçaltı oyunudur.” Bir yol ayrımına daha
gelmişlerdi. Burada da bir mola vereceklerdi muhtemelen. “İkincisi için ise:” Öyle de oldu.
P’ka yere kuruldu ve Ali’ye de oturmasını işaret etti. “Evet, yavaş gitmeliyiz. Aksi takdirde ne
gördüğümüzü bilemeyiz. Yollar kapanır ya da açık olan yolları da biz göremeyiz. Tabi, öte
yandan, biz bunu mu istiyoruz?"

“Hayır,” dedi Ali ve bu cevabına kendi de şaşırdı. Gerçekten, bu işi farklı kılan şey
neydi ki? Dümdüz ilerle, her dönemeçte bekle. Neye varmaya çalıştıklarını dahi bilmiyordu
ve bunu sormak, aklının ucundan dahi geçmemişti o ana kadar. Bu, yolun yaydığı o sıkıntılı
havadan kaynaklı olmalıydı. Bu şekilde gidilecek bir yol, birkaç saat sonra işkenceden başka
bir şey olmayacaktı onun için. Kendisini o ‘farklı’ şeylerle karşılaşmak için can atarken buldu
bir an.

“Bunu gerçekten ister misin? Dilersen koşmaya başlayıp onlarla karşılaşabilirsin.


Bunu göze alacaksan ben de varım.” Gözleri heyecanlı bir ateşi kusuyordu adeta bu sefer
adamın. Kara pardösüsünün eteklerini savurarak estetik bir şekilde ayağa kalktı. Tam da bir
kahraman gibi… Ali –yalan değil- fazlasıyla özenmişti ona şimdi.

Ayağa kalkarken belinin ağrıdığını hissetti. Kendini alıştırması gerekiyordu bu tür


durumlara fakat oturmak, yürümek, koşmak gibi basit hareketler dışında –kaldı ki ‘koşmak’
bile bunların içine giremeyebilirdi- pek bir şey yapamayacak durumdaydı sahip olduğu ham
vücut. Eh, özenmek buraya kadarmış.

“İstediğin her şeyi yapamayabilirsin. Şu an rüyada değilsin, Ali. Bilmediğin bir yerde,
sadece ‘yansımasının’ içindeyken her şeye meydan okuyabildiğin, dilediğin her şeyi
yapabildiğin –ya da öyle zannettiğin- bir yerdesin. Burası gerçek, Ali. Şu an uyanıksın.
Dikkatli olmamızın sebebi de bu şu ana kadar.”

“O zaman neden rüyamda gelmedik buraya? Bunu da yapabilirsin, öyle değil mi? Tam
anlamıyla neyle karşılaştığımı bilmeden içinde yürüdüğüm, koştuğum; şu an hatırlamasam da
bir şeyler yaşadığım, heyecan duyduğum ve kendimi iyi hissettiğim bu yer neden rüyamdaki
kadar heyecan verici değil?”

“Önemli olan bilinçaltındır, Ali. Belki de rüyalarında ‘gerçekten’ düşündüğün,


istediğin şeyler olmuyordur, ne dersin? Sadece uyandığında onların öyle olduğunu hayal
ediyor, hatırladığın ufacık rüya kırıntılarını da o hayallerle birleştiriyor olamaz mısın? Burası
gerçek, Ali. Hâlâ bunu yapmak istiyor musun?”

******

Bunu kendi istemişti. Koşmayı, dilediği yola dilediği hızla sapmayı… Ali, şimdi
saptığı yönün çıkmaz bir sokak olduğunu görüyordu. Ya da… Haklı olabilirdi P’ka. Bir
yerlerden sıcak bir esinti geliyordu fakat asla nereden geldiğini hissedemiyordu. Görebildiği
şey ise daha önce gelmiş oluğu yolun da bir şekilde kapanmış ve onu bir kutudaymışçasına
hapsetmiş olduğuydu.

P’ka neredeydi? Ondan daha hızlı koştuğu gerçeği gülümsetti yorgun yüzünü fakat bu
durumuna pek de yardımcı olmuyordu. Ne olacaktı şimdi? Dev kurtlar mı ortaya çıkıverecekti
kutusunun içinde?

Hayır. Kurt değil, bisikletli bir çocuk çıkmıştı birden ortaya. Kırmızı bir bisiklet… Ali
bisiklete binmek istiyordu. Evet, hem de çok! Elinde bir bıçak yoktan var oldu; nedense buna
hiç şaşırmamıştı.
******

“Bir vahşet anıydı, dostum.” P’ka Korvid kulübesinin camından sapsarı ekinlerin esen
sıcak rüzgârlarla dalgalanmasını izlerken bir yandan da omzuna tünemiş olan saksağanla
konuşmaktaydı. “Ona, bana verdiğin iki armağanı verdim. İki çıkış anahtarı… Biri dilediği
imgelemi yaratabilmesi, bir diğeri ise dilediği nesneye sahip olabilmesi için…”
Saksağan P’ka’yı ‘çak-çak’ diyerek yanıtladı. “Hayır, aptallık ettiğini düşünmüyorum.
Sadece bir seçim yaptı. Ona, Geçit’in içerisine körleme dalmadan önce bunu isteyeceğini
bildiğimi ve o iki ufak taşı –rüya taşlarını- da bu yüzden yanımda getirdiğimi söyledim.”

Ağlamanın eşiğindeydi P’ka. “Evet, kabul ediyorum. Onu ben ittim. İtilmeden kimse
göremez içindeki cevheri! Korkaklar!” Ne yaptığını biliyor olmalıydı; onun görevi buydu. Bir
an sonra biraz rahatladı. Zarif, hızlı adımlarla içeriye, boy aynasının karşısına yürüdü. Gözleri
kızarmıştı.

Yansımadaki beyaz yüz yine buz gibiydi. Sert, tepkisiz… Gözlerini sımsıkı yumdu ve
tekrar açtığında ayna bu sefer o ‘vahşet sahnesini’ göstermekteydi. Zavallı Ali… Kendi
aklının yarattığı geçitte hapsolmuştu. Kendi beyin kıvrımlarının oluşturduğu labirentte…

II
Rüya Geçidi: Köy
Hava, burayı her ziyaretinde sanki biraz daha erken kararıyordu. Bu süregelen
durumun sebebi ise güneşin gün be gün daha erken batmasından kaynaklanamazdı. Zira
Anadolu’da, saat öğlen ikide güneşin batmaya başlaması coğrafi bakımdan mümkün değildi.
Nereden estiyse, her zaman bisikletiyle geldiği yolu yürüyerek kat etmişti bu kez. Hafifçe
esen rüzgârla sallanan, köyün kenarları paslı tabelası, yol yorgunu Selim’e olanca sıcaklığı ve
fazlasıyla kayda değer saygısıyla ‘hoş geldiniz’ diyordu.

Selim’in gözlerinden Saksağan Köyü’ne bir bakış atalım. Burası için söylenebilecek
en ‘aydınlık’ kelime ‘ürpertici’ olabilir. Öyle ki, sağınıza, solunuza; bir yüz metre önünüze
baktığınızda göreceğiniz şey, hep aynı saman çatılı, gri tuğla duvarlı köy evlerinin
doldurduğu, çatlamış topraklı bir manzara. Otuzdan fazla, yirmiden az olmayan; duvarlarında
çıkıntılar, ufalanmalar görülebilecek evler. Camsız, karanlık pencereler, üzerinize dikilmiş, en
az yirmi çift kapkara gözün bomboş bakışını hissettiriyor size. Bir köyde görmeyi
bekleyebileceğiniz ahırlar, ağıllar, kümesler, hatta tarlalara hiç ihtiyacı olmamış gibiydi bu
köyün.

Yirmi metre ilerdeki ilk eve doğru adımlarını sıklaştırdı. Burada çok kalmayacaktı.
Hava tamamen kararmamak için elinden geleni yapıyordu ama ondan da çok şey
beklememekte fayda vardı tabi.

Diğer bütün evler gibi bu da karanlık gözleriyle dalgın dalgın ona bakmaktaydı. İtse
kolaylıkla açılabilecek olan tahta kapısını tıklatmak üzere elini kaldırırken kapı aniden, sertçe
açıldı. “Hoş geldiniz, Selim. Lütfen içeri buyurun. Ayakkabılarınızı çıkarmanıza gerek yok.”
Ali’nin sesi her ne kadar fazla isterik gelse de, tamamen güvenilir biriydi. Önceki
ziyaretlerinde de aynı konukseverliği göstermiş ve Selim’in kapıda, ayaküstü anlattığı her şeyi
can kulağıyla dinlemişti. Sevdiği biriydi. Buradaki diğerleri de öyle, ama Ali’nin yeri
farklıydı. O ilk evde oturuyordu. En yakın olanda.

İçeri girmek istemediğini, nitekim burada çok kalamayacağını söyleyen Selim iznini
istedi ve hemen sağ taraftaki eve doğru yollandı fakat Ali’nin titreyen, isterik sesinin
arkasından ona yönelttiği soru ile irkildi. “Bisikletinize bir tur binebilir miyim?”

Ali’nin daha önce hiçbir soru sormadığından emindi. Buradaki ‘kimsenin’ soru
sormadığından emindi. Kaldı ki, bu sadece bir soru değil, aynı zamanda bir istekti de. Bir şey
istediklerini de hatırlamıyordu daha önce. Neden şimdi? Nasıl cevap vereceğini bilemiyordu.
En iyisi basit gerçeği söylemekti. “Bu sefer yayan geldim.” Ali’nin boş bakışları evininkileri
taklit ediyordu. Cevabını yineledi Selim. “Bisikletle gelmedim bu sefer.”

Hıçkırıklar içinde ağlayan bir Ali’yi görmek aklının ucundan geçmezdi Selim’in.
Koşarak evine giren Ali, açışının aksine, kapıyı neredeyse şefkatle kapadı ve ağlayışının sesi
de evin içinde yitiverdi.

Hava birkaç saniye içerisinde kararmış olmalıydı, çünkü Ali’yi rahatlıkla


görebiliyordu hemen az önce. Ama şimdi burnunun ucunu dahi göremez olmuştu. Birinin,
zayıf ışık veren bir kandili bir anda söndürmesi gibi…

“Siz de böyleydiniz,” dedi Selim. “Siz de böyleydiniz.”

Elerki Taşkın

You might also like