You are on page 1of 13

Türk Yönetim Kültürü Bağlamında Sosyal Sorumluluk

Doç. Dr. Ġlker Hüseyin ÇARIKÇI1

ihcarikci@yahoo.com
Hasan Hüseyin UZUNBACAK2

hhuzunbacak@yahoo.com.tr
Yrd. Doç. Dr. Orhan ADIGÜZEL3

orhanadiguzel@gmail.com
Ahmet Sait ÖZKUL4

asozkul@sdu.edu.tr

ABSTRACT
Social Responsibility In Respect of Turkish Management Culture
When management methods are mentioned in entrepreneurship literature, firstly we remember
American and Japanese management methods and composition of these Z Model. These
management methods are made up of elements and knowledge coming from mentioned
relevant publics‟ cultures.

In history, the outstanding features of social responsibility samples were often seen in Turkish
management culture and Turkish society. In this respect, perception of Turkish managers‟
social responsibility are discussed.
In this study, a necessity of written and verbal Turkish centered management culture must be
shared all around world. Also, the samples of social responsibility done by governments and
companies have been given.
The aim of the study is showing the contributions of ancient Turkish culture to Turkish
management in the concept of social responsibility.

Keywords: Social Responsibility, Turkish Management Culture, Turkish Culture

1
Süleyman Demirel Üniversitesi, Ġktisadi ve Ġdari Bilimler Fakültesi
2
Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Öğrencisi
3
Süleyman Demirel Üniversitesi, Yalvaç Meslek Yüksekokulu
4
Süleyman Demirel Üniversitesi, Yalvaç Meslek Yüksekokulu
GĠRĠġ
ĠĢletmecilik literatüründe yönetim tarzları dendiği zaman aklımıza ilk olarak Amerikan ve
Japon Yönetim AnlayıĢları veya bunların bir bileĢimi olan Z Modeli gelmektedir. Söz konusu
yönetim anlayıĢları, ilgili toplumların kültürleriyle gelen unsurlardan-öğretilerden
oluĢmaktadırlar.

Yönetenle yönetilen, yönetim kültürünü birlikte meydana getirirler. Tarihin ilk dönemlerinden
günümüze, devletlerin ve/veya iĢletmelerin kimler tarafından ve nasıl yönetildiği çok
önemlidir. Yönetenlerin yönetilenlere yönelik uygulamalarının o devletin/iĢletmenin/halkın
nereye doğru gittiğiyle doğrudan iliĢkili olduğu görülecektir. Yine tarihe bakıldığında
yönetenin yönettiği kiĢilerle ilgili yüksek düzeyde sorumluluk hissettiği toplumların baĢında
Türk toplumu gelmektedir. Bu yüzden Türk yöneticisinin tavrı-düĢüncesi-eylemleri özellikle
sosyal sorumluluğunu yerine getirmeye çalıĢması bağlamında değerlendirilmelidir.
ÇalıĢmada öncelikle Türklere münhasır sözde her zaman var olan fakat yazın ile de dünyaca
paylaĢılması gereken-model alınması gereken bir yönetim anlayıĢının olması gerektiği
vurgulanmaktadır. Ayrıca günümüzde, iĢletmelerin ve/veya devletlerin sorumlu oldukları
bireylere-çevreye yönelik olarak yaptıkları/yapmaya çalıĢtıkları sosyal sorumluluk
uygulamalarının Türk iĢletmeleri, Türk Yöneticileri tarafından nasıl
karĢılandığına/yapıldığına dair örnekler verilmektedir.
ÇalıĢmanın amacı, kadim Türk kültürünün Türk iĢletmeciliğine; günümüzün en önemli
konularından olan sosyal sorumluluk bağlamında neler kattığını bir nebze ifade edebilmektir.

A. Sosyal Sorumluluk Kavramı


Sosyal sorumluluk kavramı hem toplum hem de iĢletme açısından tanımlanabilmektedir.
Toplumsal sosyal sorumluluk, toplumun var olan refah durumunun geliĢtirmekle beraber
mevcut refah durumunu da bozamama için üstlenilen sorumluluk olarak ifade edilebilir.
(Öztürk, 2003: 101)

ĠĢletme açısından sosyal sorumluluk ise, iĢletmenin amaçlarına ulaĢmaya çalıĢırken, var olan
etik değerlere bağlı kalması ve sahip olduğu kaynakları da yaĢamını devam ettirdiği toplumun
geliĢtirmek için kullanması bağlamındaki sorumluktur. (Bayrak, 2001: 83)
Bu sorumluluk anlayıĢında, iĢletme davranıĢlarını topluma zararlı faaliyetler açısından
sınırlamak ve insan yaĢamını refaha ulaĢtırmak için katkıda bulunmak, toplum yararı için
tarafsız bir sorumluluk davranıĢı sergilemek esastır. Bu durumda sosyal sorumluluk,
iĢletmelerin yasal ve ekonomik amaçlarının ötesinde uzun vadede daha iyi bir toplum için
zorunluluklarını yerine getirme çabalarının ve sorumluluğunun bir sonucu olmaktadır. (Top
ve Öner, 2008: 98)
Bu bağlamda iĢletmelerin, sosyal sorumlulukları ile ilgili olarak; iĢletme için aldıkları
kararların ekonomik etkilerinin olduğu kadar sosyal etkilerinin de olduğunun bilincinde
olmaları gerekmektedir. (Nalbant, 2005: 194)

Yukarıdaki tanımların ortak noktasına bakıldığı zaman sosyal sorumluluğun, iĢletme boyutu
olduğu kadar toplumu ve dolayısıyla bireyi de ilgilendiren boyutları olduğu görülmektedir.
Tanımların en fazla üzerinde durduğu konular ise “toplumun geliĢtirilmesi” ve “refah
seviyesinin artırılması” konularıdır. Bu hedeflerin gerçekleĢmesi için ise öncelikle bireyin ve
daha sonra ise ekonomik ve sosyal gücün temsilcisi olan iĢletmelerin bilinçli olarak bu
geliĢime destek sağlamaları gerektiği ifade edilmektedir.

B. Türk Yönetim Sisteminde Sosyal Sorumluluk


Sosyal sorumluluk adına Dünya‟da gerçekleĢtirilen ilk çalıĢmaların, 19. yüzyılın baĢlarında
Avrupa‟da kömür madenciliğinin geliĢmesi ve iĢ alanlarında kömürün kullanılmasıyla
baĢlayan sanayi hamlesi yıllarına rastladığı bilinmektedir. Hatta ilk kanuni düzenleme 1801
yılında Ġngiltere‟de “çocuk iĢçilerin günde 12 saatten fazla çalıĢtırılamayacağını” belirten
kanun maddesidir. Buna karĢılık Türkiye Cumhuriyeti öncesi Osmanlı dönemi bizim
topraklarımızda ise, tüketici haklarını denetleyen ve aynı zamanda çalıĢanların haklarını
koruyan Lonca sisteminin Selçuklulardan miras kalan bir sistem olduğu söylenmektedir.

Daha önce Ahilik olarak bilinen Lonca sistemi, usta, çırak ve kalfa arasındaki iliĢkileri ve
çalıĢma koĢullarına düzenlemeler getirmiĢ bunun yanında üretimde yer alan bireylerin
eğitimini, sosyal hizmet ve sosyal güvenlik fonksiyonlarını da üstlenmiĢtir. (Turan, 1996:132-
133) Osmanlı döneminde Ahilikle beraber topuma sosyal sorumluluk yükleyen diğer bir
unsurda vakıflar olagelmiĢtir. Osmanlı topraklarında vakıf, hiç Ģüphesiz önemli bir sivil
kültürün sosyal sorumluluk alanını oluĢturmuĢtur.

1546 yılında sadece Ġstanbul‟da kurulan çok sayıda vakıf; beĢeri sermayenin geliĢtirilmesini,
mülkiyet haklarının korunmasını, yaĢlı ve hastalara yardım edilmesini, köprüler, yollar,
çeĢmeler, sarnıçlar, kütüphaneler vs. yapılmasını ve zenginleĢtirilmesini hedeflemiĢ ve devlet
yönetiminin hâkim olduğu her yerde bu anlayıĢı yaygınlaĢtırmayı gaye edinmiĢtir.
(Çizakça,2006: 22-23) Osmanlı Devleti döneminde vakıf sistemi çok yaygın olup, 19. ve 20.
yüzyıldaki çalıĢmalarda, vakıf mülklerinin, ülkedeki binaların ve ekilebilir arazilerin dörtte
üçünü meydana getirdiği yer almaktadır.
Ancak, gerek Osmanlı Devletinin son döneminde ve gerekse Cumhuriyet Döneminde artan
baskılar ve adem-i merkeziyetçi klasik hayırseverlikten hizmetlerin devlet tarafından
sağlanmasına yönelik dönüĢüm, sosyal düzenin sorumluluğun devletten beklenmesi sonucunu
doğurmuĢ ve vakıf sisteminin zayıflamasına yol açmıĢtır. (Çizakça, 2006:28-30) Aynı
zamanda 20. yüzyılın ilk yarısında yaĢanan ve Dünyayı etkileyen savaĢlar Dünya ve Türkiye
genelinde sosyal sorumluluk alanlarında da birtakım geliĢmelere sebebiyet vermiĢtir. Bu
dönemde iĢsiz kalan kiĢiler birleĢerek sendikalar oluĢturmuĢ ve güç sahibi olmuĢlardır.
Bireysel felsefe yerini toplum felsefesine bırakmıĢ, iĢ hayatında iĢgörenlerin öneminin ve
iĢgörenlere karĢı sorumlulukların farkına varılmaya baĢlanmıĢtır. Otomasyon ve kalifiye iĢ
gücü ile büyüyen örgütler sanayileĢme sonucunda oluĢan olumsuz etkileri önlemek için ise
sanayileĢmiĢ batı ülkeleri yasal önlemler almaya baĢlamıĢlardır. 1930'lu yıllarda tüm
sanayileĢmiĢ toplumlarda bir takım sosyal ve kültürel değiĢimlerin meydana gelmeye ve
iĢgörenler sendikal haklarını edinmeye, daha iyi ücret, çalıĢma Ģartları ve diğer sosyal hakları
için pazarlık gücü elde etmeye baĢlamıĢtır.
Türkiye Cumhuriyetinde yasal anlamda sosyal sorumluluk adına, 1924 anayasasında, Kurum
niteliğindeki meslek kuruluĢlarına iliĢkin düzenlemeler pek görülmezken, 1950–1957 yılları
arasında da farklı meslek gruplarına yönelik bazı yasaların konulduğu bilinmektedir. Fakat
meslek odalarının anayasal dayanağa kavuĢması ise 1961 Anayasası ile mümkün olmuĢtur.
1982 Anayasası‟nda ise ayrıntılı bir biçimde düzenleme yapılmıĢ ve meslek kuruluĢlarının
disiplin altına alınmaları ve özellikle siyasi faaliyette bulunmalarının engellemesi
amaçlanmıĢtır. (Özer, 1994: 1)

Türk yönetim sisteminde sosyal sorumluluk anlayıĢındaki geliĢmeler, son dönemlerde


özellikle de son 30 yıldır biraz daha gündemi oluĢturabilen bir kavram haline gelmiĢtir.
(Bayraktaroğlu ve Özgen, 2008: 324) Özellikle iĢletmeler bağlamında önemi artmakta ve gün
geçtikçe bu alandaki çalıĢmaların toplumsal bir yükümlülük getirdiği fark edilmektedir.
(TÜSEV, 2006:78) Sosyal sorumluluk faaliyetleri firmalar için, artık bir maliyet kalemi
olmaktan çıkıp tüketici nezdinde değer sağlayan aktivitelere dönüĢtükçe yatırım özelliği
kazanmaktadır. Firmaların yaptıkları sosyal sorumluluk harcamalarının imaj, itibar ve pazar
baĢarısı olarak geri dönebilmesi, sosyal sorumluluk faaliyetlerinin tüketici davranıĢlarına
yansıtılabilmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Sosyal sorumluluk faaliyetleri gerek
sunulan ürün veya hizmetler ile gerekse reklâm ve halkla iliĢkiler faaliyetleri ile desteklenerek
olumlu çıktılar elde edilebilmektedir. (Uslu ve Diğerleri, 2008)
Firmalar yürüttükleri sosyal sorumluluk faaliyetlerini doğru planladıkları ve tüketici
nezdindeki yansımalarını ölçümledikleri ve yönetebildikleri ölçüde yarar sağlayacaklardır. Bu
konu firmaların kurumsal imajı, pazardaki ürün ve hizmetlerinin geleceği açısından stratejik
öneme sahiptir. Gelecek dönemlerde sosyal sorumluluk anlayıĢı firmalar açısından önemli bir
rekabet aracı olarak karĢımıza çıkabilecektir. Ülkemizde, özellikle son on yıldır farklı
konularda sosyal sorumluluk kampanyaları yürütülmektedir. Firmalar, sivil toplum örgütleri
ve devlet iĢbirliği ile gerçekleĢtirilen birçok kampanya sonuçları itibariyle toplum açısından
değer yaratmakta, düzenleyen firmaların itibarlarını yükseltmektedir.

Bütün bu değerlendirmelere karĢın; Tüsev‟in 2005 yılında Türk iĢletme yönetim kültürü
üzerine yapmıĢ olduğu çalıĢma sonuçlarındaki çıkarımlara göre, yönetimlerin sosyal
sorumluluklarını farkında olmalarına rağmen kurumsal sorumluluk stratejilerinin dar kapsamlı
kaldığı anlaĢılmıĢtır. AraĢtırmaya göre; ülkemizdeki iĢletmeler, sosyal sorumluluk
çerçevesinde sivil toplum kuruluĢları ile iĢbirliği yapmakta, ancak bu iĢbirliği daha çok
projelere sponsorluk Ģeklinde ortaya çıkmaktadır. (TÜSEV, 2006: 78-79) Kısacası,
Türkiye‟de iĢletme yönetimleri bazında sosyal sorumluluk, Ferell ve Friedrich‟in Sosyal
Sorumluluk Piramidi‟nin daha ilk aĢaması olarak nitelendirilen hayırseverlik aĢamasındadır.
Bahsi geçen piramitte sıralama aĢağıdaki gibidir. (Top ve Öner, 2008:103)
1. Hayırseverlik Sorumlulukları

2. Ahlaki Sorumluluklar
3. Yasal Sorumluluklar

4. Ekonomik Sorumluluklar
Bu sorumluluklar ayrıntılı irdelenirse (Ersöz, 2007: 31); Hayırseverlik Boyut, Toplum
tarafından iĢletmeden temenni edilen ve iĢletmenin zorunlu olmadığı halde isteyerek yerine
getirebileceği düĢünülen sorumluluk olarak ifade edilmektedir. Yapılan yardımlar, toplum
içinde iĢletmeye olumlu bir imaj kazandırarak, uzun vadede kârlı çalıĢmasına ve yaĢamını
sürdürmesine de imkân sağlayacağı ifade edilen yardımlar olarak düĢünülmektedir. Türkiye
olarak henüz bu aĢamada olduğumuz gibi bir gerçekle karĢı karĢıyayız.
Sosyal Sorumluluğun Ahlaki Boyutunda ise, ĠĢletmelerin toplumun değerleriyle uyumlu bir
Ģekilde faaliyet göstermesi üzerinde odaklanan beklentilerin tümünü ifade etmektedir. Bu
anlamda

 Toplumun belirlediği norm ve kurallara uyulmalı,

 Toplumun iĢletmelerden beklemiĢ olduğu saygıyı göstermeli,

 Ahlaki norm ve kurallardan fedakârlık edilmemeli,

 ÇalıĢma hayatının ahlaki davranıĢ kurallarının, yasal düzenlemelerin daha üstünde


olduğu kabul edilmelidir.

Hukuki boyutu, iĢletme faaliyetlerinin tümünün, kanuni ve yasal düzenlemeler


çerçevesinde yürütülmesi anlamını ifade etmektedir. Sosyal sorumluluklarını yasal bileĢenleri
denilince;

 Devamlılık için yasal ve kanuni düzenlemelere uygun hareket edilmeli,

 Ulusal ve yerel kurumların hukuki düzenlemelerine uyulmalı,

 ÇalıĢanlara yasalara uygun faaliyette bulunmaları konusunda özgüven verilmeli,

 Yasal yükümlülükler tanımlanmalı ve bu prensipler çalıĢanlara duyurulmalı,

 Üretilen mal ve hizmet için yasal garanti Ģartlarına güvence vermelidir.


Ekonomik boyutta ise, iĢletmelerin öncelikli sorumluluğun karlılık olduğu ilkesi üzerinde
durulur. Ürünlerin ve hizmetlerin üretiminde kullanılan kaynakların, sosyal sistem içinde nasıl
bir dağılımı olduğu ile ilgilenir.

Carroll, iĢletmelerin ekonomik, yasal, ahlaki ve hayırseverlik sorumluluklarını eĢzamanlı


yerine getirmesi gerektiğini belirtmektedir. Belirtildiği gibi ekonomik yeterlilik diğer
sorumlulukların temel dayanağıdır. Aynı zamanda iĢletmelerden toplumun kabul edilebilir ve
kabul edilemez davranıĢları, kodları olan yasalara uymaları beklenmektedir. Sonra ise
iĢletmelerden ahlaki sorumlulukları gereği en temel düzeyde doğruluk, adalet ve dürüstlük
mükellefiyetlerini yerine getirmeleri ve paydaĢlarına zarar vermekten kaçınmaları
istenmektedir. Nihayet, iĢletmelerin iyi bir kurumsal vatandaĢ olmaları, hem finansal hem de
beĢeri kaynakları ile topluma ve yaĢam kalitesini iyileĢtirmeye yönelik destek olmaları
umulmaktadır. (Carroll, 1991: 44-45)
GloballeĢen Dünya Ģartlarının öngördüğü rekabet koĢulları ve uluslararası bazda yapılan
düzenlemeler, Türkiye‟yi gerek ülke yönetiminde gerekse iĢletme yönetiminde, sosyal
sorumluluk adına sergileyebildiği hayırseverlik konumundan daha ileri noktalara gitmeye
zorlamaktadır.

C. Türklerde Sosyal Sorumluluk Örnekleri


Türk kültüründe, dayanıĢma ve yardımlaĢma geleneği çok eskilere dayanmakla birlikte,
özellikle Selçuklu Devleti ile birlikte kurumsal bir yapıya kavuĢmaya baĢlamıĢtır.

Sosyal Sorumluluk anlamındaki ilk sistemli çalıĢmaların Tanzimat öncesi dönemde


Selçuklular döneminde “Ahi”, Osmanlı döneminde “Lonca” olarak adlandırılan meslek
örgütleri tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bu teĢkilatlar, bugünkü anlamda mesleki eğitim
esaslarını düzenleme, halkın esnaf üzerinde haklarını belirleme, esnafı denetleme görevlerini
üstlenmekteydi. Tanzimat ve MeĢrutiyet döneminde ise, Dilaver PaĢa Nizamnamesi (1865),
Maadin Nizamnamesi (1869), Ameleperver Cemiyeti Nizamnamesi (1871) gibi mevzuatlarla
konuyla ilgili çeĢitli düzenlemelerin yapıldığı gözlemlenmektedir. (Usta ve ÇalıĢ, 2008: 5)
Özellikle Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra, çıkarılan, Maden Amelesinin Hukukuna Dair
Kanun (1921), Hafta Tatili Kanunu (1924), Borçlar Kanunu (1926), Belediyeler Kanunu
(1930), Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu (1983), Sendikalar Kanunu (1983), Çıraklık ve Mesleki
Eğitim Kanunu (1986) gibi kanunlarla sosyal sorumluluk, iĢ sağlığı ve iĢ güvenliği gibi
konulardaki yasal eksikliklerin büyük oranda doldurulduğunu söylemek mümkündür. (Usta ve
ÇalıĢ, 2008: 5)
Türklerde uygulanan bazı sosyal sorumluluk uygulamalarından örnekler verilerek konu
aktarılmaya çalıĢılacaktır.
1. Sadaka TaĢları
Türklerin özellikle Ġslam‟ı kabul etmesiyle birlikte sadaka vererek baĢkasına yardım etmek
çok önemli bir gelenek haline gelmiĢtir. Böyle bir gelenek ve anlayıĢın sonucunda,
Osmanlı‟da insanların birbirine saygısını ve sevgisini çok iyi bir Ģekilde ortaya koyan bir
müessese ortaya çıkmıĢtır.

ġehrin meydanlarına, camilere, imaret yerlerine veya çeĢitli hayır hizmeti veren binaların
yanlarına içi oyulmuĢ, üst veya yan tarafından bir elin girebileceği kadar büyüklükte bir
açıklık bırakılmıĢ, 1-1,5 metre yüksekliği bulunan, mermer veya granitten yapılma taĢlar
konulması ile hayata geçirilen bu yardımlaĢma veya dayanıĢma geleneği “Sadaka TaĢı” olarak
bilinen ve adlandırılan bir uygulamadır. (Kiraz, 2007: 14)
Genellikle akĢam ve yatsı namazlarına giden Müslümanlar, havanın kararmasıyla vermek
istedikleri sadakayı taĢın oyuğuna bırakırlardı. Paraya ihtiyacı olan ve kimseden alamayan
kiĢi ise, taĢın yanından geçerken elini oyuğa sokarak ihtiyacı olduğu kadar parayı alırdı. Bu
iĢlemin havanın kararmasından sonra yapılması ise, yardım edenin de yardım alanında hiç
kimse tarafından bilinmemesi gibi bir sonucu doğururdu. Böylece, yardımda bulunan kibre
kapılmaz, yardım alan ise, toplum nezdinde eziklik hissetmezdi.(Karyağdı, 2004: 34)
Sadaka TaĢı geleneğine, tüm Osmanlı topraklarında rastlamak mümkün olmakla birlikte,
sadece Ġstanbul‟da 173 adet sadaka taĢı tespit edilmiĢtir. (Kazıcı, 2008, s.63)

2. Ahilik
Ahilik, XII. yüzyıl‟dan itibaren Anadolu‟da teĢkilatlanmaya baĢlamıĢ ve Osmanlı Devleti‟nin
kurulmasında da önemli bir rol üstlenmiĢtir. Dini ve sosyal açıdan büyük görevler üstlenmiĢ
olan Ahilik TeĢkilatı, iç güvenliği sağlayarak Osmanlı‟nın yükünü hafifletmiĢtir. (Tabakoğlu,
1999: 19) Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢunu tamamlamasıyla beraber, ahilik teĢkilatı daha
ziyade “hayırsever esnaf kuruluşları” olarak varlıklarını sürdürmüĢlerdir. (ġen, 2002: 26)
Ahilik TeĢkilatı, Arapça “kardeĢim” anlamına gelen “ahi” kelimesinden adını almıĢtır.
Türklerin göçebelikten yerleĢik hayata geçmesine yardımcı olan ve üyeleri arasında kardeĢlik,
yardımlaĢma ve dayanıĢmanın yoğun olarak yaĢandığı bir meslek teĢkilatıdır. (Sarıkaya,1999:
393-395)
Ahiliğin esası, Türklerin Ġslamiyet‟i kabulü ile benimsedikleri “fütüvvet” kültürüne
dayanmaktadır. Yiğitlik, yardımseverlik, kiĢilik sahibi olma anlamına gelen fütüvvet, aslında
Anadolu‟nun her yerinde görülen teĢekkülleriyle oldukça yaygın bir anlayıĢtır. Ġslam‟ın ilk
yıllarından itibaren ortaya çıkan fütüvvet teĢekküllerinin içerisinde IX. yüzyıldan sonra esnaf
toplulukları ortaya çıkmaya baĢlamıĢtır. Bu ortaya çıkıĢla birlikte, din kurallarından yola
çıkılarak hazırlanan fütüvvetnamelerle mesleğin genel kuralları, eğitim prensipleri, mesleğin
sırları, mesleğe giriĢin nasıl olacağı gibi pek çok husus düzenlenmiĢtir. BaĢlangıçta dini ve
ekonomik bir topluluk özelliği taĢıyan Ahilik TeĢkilatı sadece meslek ve sanat grubu olmayıp,
XIII. yüzyıldan itibaren sosyal ve siyasi bir nitelik kazanarak varlığını sürdürmüĢtür.(Öksüz,
1993: 29)
Ahi olabilmek için üretkenliği yüksek ve topluma faydalı bir sanat sahibi olmak Ģart
koĢulmuĢtur. Temelini ahlak ve dayanıĢma prensiplerinin oluĢturduğu teĢkilatın, Fatih
döneminde bazı yapısal değiĢikliklere uğradığı bilinmektedir. Bu dönemden sonra, siyasetten
gittikçe uzaklaĢarak, kuruluĢ esaslarının paralelinde, “karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma
düşüncesinin oluşturulması ve yaygınlaştırılması, yoksula, yabancıya, misafire yardım
edilmesi” temel amaç haline gelmiĢtir. Ahiler, kendi sanatından olanlara ve yardıma ihtiyacı
olanlara yardım etmek, hayır iĢleyerek sevap kazanma isteği ile yapılmıĢtır. (ġen, 2002: 26)

3. Loncalar
XIV. yüzyıldan itibaren, kuruluĢ amaçlarının dıĢında faaliyet göstermeye baĢlayan,
mensuplarının hak ve menfaatlerini yeterince koruyamayan Ahilik TeĢkilatı‟nın yerini Lonca
TeĢkilatı almıĢtır.(ġen, 2002: 28)

Kelime anlamı olarak “lonca”, bir meslek grubunun, aynı iĢi yapan esnafların, kendi
aralarında oluĢturdukları birlik ve düzeni ifade etmekle birlikte, zaman zaman çeĢitli
sebeplerle toplandıkları yere/odaya verilen isimdir. Loncalar, ahilikte olduğu gibi belirli bir
dine veya tarikata tabi olmayıp, gayrimüslimler dâhil herkesin üye olabileceği, ağır mesleki
kuralların konulmadığı, her türden konunun serbestçe tartıĢılabileceği yerler olarak
teĢkilatlanmıĢtır. (Pakalın, 1993: 369)

Lonca teĢkilatının yönetiminde, Ahilik TeĢkilatı‟na göre daha demokratik usuller


benimsenmiĢtir. Ahilikte, mensup olunan tarikatın kuralları daha çok kendini gösterirken,
loncaların yönetimi, meslek ustalarının kendi aralarından seçtikleri beĢ kiĢiden oluĢturulmakta
ve bu beĢ kiĢinin kendi aralarında seçtikleri baĢkanla lonca temsil edilmekte ve iĢleri
yürütülmekte idi. Lonca teĢkilatının baĢkanı yönetim kuruluna karĢı, yönetim kurulu ise,
temsil ettikleri meslek grubuna karĢı doğrudan sorumlu tutulmuĢtur. (ġen, 2002: 28)

Lonca teĢkilatının baĢlıca görevleri arasında, esnaf arasındaki anlaĢmazlıkları gidermek,


üyelerinin ve ailesinin hastalık, ölüm, evlenme, iĢsizlik gibi hallerinde yardım yapılması için
kurulan “Teavün Sandığı”nın gelirlerini tahsil etmek ve hesaplarını tutmak, denetlemek,
üyelerinin kurmuĢ oldukları hayır kurumlarının idarelerini sağlamak, meslek erbabını
denetlemek, durumlarını incelemek gibi iĢler sayılabilir. (ġen, 2002: 28-29)
Teavün sandıkları, bir nevi sosyal güvenlik kurumu gibi iĢlev görmüĢtür. Gelir kaynağını,
esnaftan alınan aidatlar, loncaya yapılan bağıĢlar, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa
geçiĢlerde yapılan törenler için alınan para ve harçlar oluĢturmaktadır. Sandığın hesapları,
lonca baĢkanı tarafından tutulmuĢ, yönetim kurulu tarafından ise denetime tabi tutulmuĢtur.
Ayrıca, her üye esnafa da inceleme ve bilgi alma olanağı sağlanmıĢtır. (ġen, 2002: 30)
Bu sandıkların gelirleriyle üyelerine yaptıkları yardımların dıĢında, “esnaf ve fakire kömür,
Ramazanda ekmek parası, dul ve yetimlere bayramlık basma, sadaka, köprü tamiri,
öğretmenlere ev kirası, kurban verme, cami hocalarına yardım” yapmıĢlardır. Ayrıca, ihtiyacı
olan üyelerine borç para verdiği de bilinmektedir. Loncalar, devlet müdahalesinden oldukça
uzak, meslek mensupları arasında karĢılıklı yardım iliĢkisi anlayıĢıyla geliĢmiĢ ve
teĢkilatlanmıĢtır. Lonca teĢkilatının var olduğu süre içerisinde yapılan yardımlarla esnafa ve
fakire büyük destekte bulunmuĢlardır. (ġen, 2002: 29)

Sanayi devremi, ülkenin ekonomik olarak zayıflaması, esnafı ve dolayısıyla teavün


sandıklarını zor durumda bırakmıĢ ve XIX. yüzyılın sonlarında tamamen ortadan
kalkmıĢlardır.

4. Vakıflar
Vakıf, en genel tanımlamayla, ekonomik durumu yerinde olan kiĢilerin, taĢınmaz malları
baĢta olmak üzere mallarının bir kısmının veya tamamının gelirlerini, sosyal veya dini
hizmetlerde kullanılmak üzere kendi kurdukları kurumlara tahsis etmeleri veya bu amaçlarla
mallarının mülkiyetlerini bu kurumlara devretmeleridir. (Dilik‟ten akt. ġen, 2002: 32)

Özellikle, Osmanlı Devleti döneminde, eğitim, sağlık, belediye, bayındırlık, sosyal yardım,
Ģehircilik gibi hizmetler vakıflar tarafından yapılmıĢtır. Bu hizmetlerin vakıflar tarafından
üstlenilmesi, devletin yükünü oldukça hafifletmiĢtir. Hatta askeri ve dini hizmetlerin
görülmesi için kurulan vakıflarda bulunmaktadır.(Aydın, 1999: 253)

Vakıflar devletçe desteklenmiĢ, vergi muafiyeti getirilmiĢtir. Devlet büyüklerinin de


kurduklarıyla beraber vakıfların, bilhassa Osmanlı Devleti‟ndeki mal varlıkları tüm
taĢınmazlar içerisindeki payı oldukça yüksektir. (Ersöz, 2007: 64-65)
Bu dönemdeki vakıflar, kendi aralarında “aynıyla intifa olunan” (müessesatı hayriye) ve
“geliri ile intifa olunan” (müstegallat-ı vakfiye) olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Cami,
mescit, medrese, hastane, kütüphane, hanlar, mezarlıklar, köprü, çeĢme, su kuyusu,
kervansaray, hamam, dispanser, yol, liman gibi tesisler müessesatı hayriye vakıflarının
yaptıkları eserlerdendir. Müstegallat-ı vakfiye ise, bina, arazi, nakit para gibi varlıkların teĢkil
ettiği vakıflardır. (ġen, 2002: 33-34)
Vakıfların, zayıflara, hastalara, yolculara, fakirlere, belediye ve sağlık hizmetlerine katkısı
büyük olmuĢtur. Hiçbir ayrım yapılmaksızın, tüm insanlar vakıfların hayır hizmetlerinden
yararlandırılmıĢlardır. Vakıfların bir diğer rolü de, ekonomik standartlar bakımından insanlar
arasında olabilecek dengesizlikleri ortadan kaldırmaya yardımcı olmasıdır.(ġen, 2002: 34)
Osmanlı döneminde çok sayıda vakıf kurulduğu bilinmektedir. 1546 yılında Ġstanbul‟da 2515,
1718-1800 yılları arasında Halep „te 687 vakıf hizmet vermiĢ, resmi kayıtlara göre
Osmanlı‟daki vakıfların toplam sayısının XIX. yüzyıl baĢlarında 15.000‟den fazla olduğu
bilinmektedir. Bu vakıflardan günümüze kadar gelenler olmakla birlikte, kurucusu ölmüĢ,
vakfı yaĢatacak kimsesi kalmamıĢ olanları ise devlet üstlenmiĢtir. Bu türden vakıfların
yönetimini günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü yapmaktadır. (Ersöz, 2007: 122)

D)GÜNÜMÜZ TÜRKĠYE’SĠNDE SOSYAL SORUMLULUĞA BAKIġ


Günümüz Türkiye‟sinde iĢletmelerin sosyal sorumluluğu incelendiğinde, öncelikle kurumsal
sosyal sorumluluk konseptinin ülkemizde var olduğu belirtilmelidir. Ülke iĢletmelerinin
özellikle hayırsever faaliyetler ve toplumsal projelere katılım ölçeğinde değerlendirildiğinde
bu kavrama çok yabancı olmadıkları anlaĢılmaktadır. Çünkü Ġslam dünyasının ilk sivil toplum
kurulusu unsuru olan vakıflar ile mesleki bir örgütlenme biçimi olan ahilik / lonca teĢkilatı
Osmanlı Devleti döneminde toplumda sosyal açıdan sorumlu davranıĢların geliĢtirilmesine
yönelik önemli bir miras devretmiĢlerdir. Yine, dini ve kültürel nedenlerle ülkemizde
hayırseverliğin köklü ve uzun bir geçmiĢe sahip olduğu belirtilmelidir. Ülkemiz iĢletmelerinin
teorik olarak sosyal sorumluluk politikalarını benimsedikleri söylenebilir. ĠĢletmelerimiz
çoğunlukla kültürel aktivitelere sponsor olmakta ve genellikle eğitim, sağlık ve çevre
alanındaki projelere katılım ile yetinmektedirler. (Ersöz, 2007: 136)
Ülkemizde sosyal sorumluluğun daha çok hayırseverlikle ilgili olduğuna dair Ankara Ticaret
Odası‟nın belirlediği sosyal sorumluluk alanları bu duruma iyi bir örnek teĢkil etmektedir.
ATO, sosyal sorumluluğu toplumun geliĢmesine, kalkınmasına katkı yapılması olarak
nitelendirmektedir. Sosyal sorumluluk alanındaki etkinliklerini ise; “fakir ailelere Ramazan
ayında gıda dağıtımı ve iftar çadırları kurulması, ihtiyaç sahibi öğrencilere burs verilmesi,
ihtiyaç sahibi okullara nakdi yardım sağlanması, sosyal etkinliklere sponsorluk desteği,
ücretsiz yayın yolu ile halkın aydınlatılmasına katkı sağlanması, sanatsal etkinliklerde Oda
sergi salonlarının ücretsiz kullandırılması ve üyelere, muhtelif konularda ücretsiz eğitim
sağlanması” olarak sıralamıĢlardır. (Ersöz, 2007: 114)

Ticaret odalarının veya gönüllü kuruluĢların olduğu gibi, ticari iĢletmelerin de sivil toplum
kuruluĢlarının giriĢimlerine desteğinin artmakta olduğu söylenebilir. Özellikle 1999 depremi
sırasında iĢletmelerin ihtiyacı olanlara yardım etme eğilimi yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Yine,
deprem esnasında iĢletmeler, sivil toplum kuruluĢlarının bağıĢ ve malların ihtiyacı olan
kesimlere aktarılmasında bir araç görevi gördüklerinin ve vatandaĢlara önemli hizmetler
sunduklarının farkına varmaya baĢlamıĢlardır. (Ersöz, 2007: 131)

Bu bağlamda, sonraki dönemlerde coğrafi olarak çok uzakta da olsa, Tsunami felaketinde ve
Filistin‟deki insanlara yardım etme konusunda Türkiye‟deki iĢletmeler, vatandalar ve sivil
toplum kuruluĢları daha düzenli ve organize olmuĢ bir Ģekilde hareket etmeye baĢlamıĢlardır.

SONUÇ ve ÖNERĠLER
Gerek ülke yönetiminin gerekse kar amaçlı olan ve olmayan iĢletmelerin yönetim bağlamında
ele alması ve yerine getirmesi gereken sosyal sorumluluk anlayıĢı, ülkelerin tarih ve kültür
bağlamında farklılıklar yaĢadığı anlaĢılmaktadır. Avrupa yönetim alanında ilk sosyal
sorumluluk tecrübesini 19. yüzyılın baĢlarında yaĢarken, Türk Yönetim Kültürünün ilk
tecrübesinin Selçuklulara kadar dayandığı görülmektedir. Bu konuda daha 12. yüzyılda ahilik
anlayıĢını 14. yüzyılda Lonca ve yoğun vakıf çalıĢmalarını Anadolu topraklarında görmek
mümkündür. Ve ilerleyen yıllara paralel Türk Yönetiminin hakim olduğu tüm sosyal
hayatında bu sorumluluğun canlı olduğu görülmektedir.

Ferell ve Frederich‟in 20.yüzyılın sonralarında ortaya koyduğu ve Avrupa‟nın daha yenilerde


gündemine alabildiği sosyal sorumluluk piramidin 4 boyutu olan Hayırseverlilik, Ahlaki,
Yasal, ve Ekonomik Boyutun hepsinin Türk Yönetim Kültürünce Yüzyıllarca yaĢadığı ve
yaĢatıldığı görülmektedir. Ancak 19.yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın baĢlarında sanayi
devrimi, dünya ekonomik sistemin arayıĢları ve bunalımları, sahne alan kapitalist ve sosyalist
ekonomik sistemler, yaĢanan dünya savaĢlarına paralel yenidünya düzenleri, bilgi
dünyasındaki yaĢana akıl almaz değiĢimler Türk Yönetim Sisteminin pek de müdahale
edemediği ve yönlendiremediği dönemler ve olaylar olarak görülmektedir. Devletçilik
AnlayıĢının da ortaya çıkmasıyla beraber sosyal sorumluluk anlayıĢı biraz da devletten
beklenen bir hizmet olarak indirgenmiĢtir.

Yüzyıllarca dört boyutlu yaĢanan sosyal sorumluluk Ģuan sadece hayırseverlik olarak tek
boyuta kadar düĢmüĢtür. Ġmaj ve gösteriĢ ön plana çıktığı bu boyutta yapılan yardımlar ve
hatta verilen öğrenci bursları bile Kimin? Ne kadar? Kime? Verildiği gibi gizliliklerin
kalmadığı bir dönemi istisnalarla birlikte maalesef Ģahit olmaktayız. Yaptırılan herhangi
eğitim müessesesi vergi indirimi karĢılığında, yaptıranın isminin tablolaĢtırması karĢılığında
ancak gerçekleĢebildiği görülmektedir.

Derinlemesine hissedilen popüler kültürün getirdiği aĢırı yozlaĢmanın etkisiyle, önceleri


“yaĢatmak için yaĢamak” felsefesinin yerini artık “yaĢamak için yaĢatmak” anlayıĢının
aldığını görmekteyiz. Buna karĢılık;
Sosyal Sorumluluğun tekrar dört boyutlu yaĢanabilmesi için popüler kültür yerine tekrar
yüksek kültür ikame edilmelidir.
Devlet ve milletin el ele verebilmeli, milletin devletine güvenebilmeli, devletin milleti
üzerinde gizli gündem maddeleri olmamalı ve bu güvenceyi hissettirmelidir
Yüksek kültür temsilcileri olan akademisyenler, sanatçılar ve entelektüeller, sosyal
sorumlulukta yer almalılar.
Bunu gerçekleĢtirirken görünmek ve bilinmek arzusundan arınarak gerçekleĢtirmeliler.

Devlet yasalar çerçevesinde bu çalıĢmalara zemin hazırlamalı ve iĢletmeler bazında sosyal


sorumluluğu gerek ahlaki gerekse ekonomik anlamda yerine getirenleri ödüllendirebilmelidir.
KAYNAKÇA
1. AYDIN, M. Akif (1999), Türk Hukuk Tarihi, 3.Baskı, Ġstanbul.
2. BAYRAK, Sabahat (2001), Ahlak ve Sosyal Sorumluluk, Beta Yayınları, Ġstanbul.

3. BAYRAKTAROĞLU, Gül ve ÖZGEN, Özge (2008), “Sosyal Sorumluluk Konusunda


Tüketicilerin Beklentileri: Analitik HiyerarĢi Süreci Yöntemi ile Önceliklerin
Belirlenmesi”, Atatürk Üniversitesi Ġ.Ġ.B.F. Dergisi, C.22.
4. Carroll, Archie B. (1991), “The Pyramid of Corporate Social Responsibility,: Toward
the Moral Management of Organizational Stakeholder, Business Horizon, Vol. 34,
No. 4.

5. ÇĠZAKÇA, Murat (2006), “Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik


Boyutları”, Türkiye‟de Hayırseverlik: VatandaĢlar, Vakıflar ve Sosyal Adalet,
TÜSEV Yayınları, Ġstanbul.
6. DĠLĠK, Sait (1991), Sosyal Güvenlik, Ankara.

7. ERSÖZ, Halis Yunus (2007), Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk


AnlayıĢının GeliĢiminde Meslek ve Sivil Toplum KuruluĢları, Ġstanbul Ticaret
Odası Yayınları, Yayın No: 2007/36, Ġstanbul.
8. ERSÖZ, Halis Yunus (2007) “Türkiye‟de Kurumsal Sorumluluk AnlayıĢının
GeliĢiminde Meslek ve Sivil Toplum KuruluĢları”, Ġstanbul Ticaret Odası Yayını,
N.36.

9. KARYAĞDI, Osman (2004), “Ġyilik Yapmada Bir Ġncelik: Sadaka TaĢları”, Ailem
Dergisi, Ġstanbul.
10. KAZICI, Ziya (2008), “Osmanlı’da Hayır Müesseseleri ve Sadaka TaĢları”, Ġnsani
Yardım Dergisi, Sayı:35, Ġstanbul.

11. KĠRAZ, Sabri (2007), “Osmanlı’da Sadaka TaĢları”, Balkan Sentezi Bülteni, Yıl 5,
Sayı 51, Ġstanbul.

12. NALBANT, Z. Eser (2005), ĠĢletmelerde Sosyal Sorumluluk ve ĠĢ Ahlakı, Yönetim


ve Ekonomi, Cilt.12, Sayı: 1, Celal Bayar Unv. ĠĠBF, Manisa.

13. ÖKSÜZ, Enis(1993), “Ahilik Müessesesinin Sosyal GeliĢmedeki Yeri ve Önemi”,


Sosyoloji Konferansları, 24. Kitap, Ġ.Ü.Ġ.F. Yayını, Ġstanbul.

14. ÖZER, Attila (1994), Türkiye‟de Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek KuruluĢları
(Anayasa Hukuku Açısından), TÜGĠAD, Ankara.

15. ÖZTÜRK, Mehmet, (2003), Fonksiyonlar Açısından ĠĢletme Yönetimi, Papatya


Yayıncılık, Ġstanbul.
16. PAKALIN, Mehmet Zeki (1993), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,
C. II, Ġstanbul.
17. SARIKAYA, M. Saffet (1999), “Osmanlı Devleti’nin Ġlk Asırlarında Toplumun
Dini Yapısına Ahilik Açısından Bir BakıĢ Denemesi”, Osmanlı 4 Toplum, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara.

18. ġEN, Murat (2002), "Osmanlı Devletinde Sosyal Güvenlik: Ahi Birlikleri,
Loncalar ve Vakıflar", Çimento ĠĢveren Dergisi, Sayı 6, Cilt 16, Ankara.

19. TABAKOĞLU, Ahmet (1999), “Osmanlı Ġçtimai Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı
4 Toplum, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.

20. TOP, Seyfi ve ÖNER, Akın (2008), “ĠĢletme Perspektifinde Sosyal Sorumluluk
Teorisinin Ġncelenmesi”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, C.4, S.7.

21. TURAN, Kamil (1996), ĠĢ Hukukunun Genel Esasları, Kamu-ĠĢ Yayını, Ankara.
22. TÜSEV (2006), Türkiye’de Sivil Toplum: Bir Degisim Süreci, TÜSEV, Yayın No
39, Uluslar arası Sivil Toplum Endeksi Projesi Türkiye Ülke Raporu.
23. USLU, Aypar ve Diğerleri (2008), “Türkiye‟de Tüketicilerin Sosyal Sorumluluk
Kampanyalarına ve Sosyal Açıdan Sorumlu ġirketlere KarĢı Tutumu”, Muhan Soysal
ĠĢletmecilik Konferansı, Ankara.

24. USTA, Ramazan, ÇALIġ, Metehan (2008), “SA 8000 Sosyal Sorumluluk Standardı
ve QFD”, II. Ulusal Kalite Göçerimi Sempozyumu, 2008, Ġzmir.

You might also like