You are on page 1of 28

1

BORÇLAR HUKUKU

Borçlar hukuku, borç ilişkisinin doğumunu, hükümlerini, türlerini ve sona ermesini


düzenleyen bir özel hukuk dalıdır. Borçlar hukukunun asli kaynağı olan Borçlar Kanunu, Medeni
Kanun gibi İsviçre’den alınmış ve onunla birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir.Borçlar
hukuku iki kısıma ayrılmıştır.1)Umumi Hükümler 2)Özel Borç İlişkileri

BORÇ ve BORÇ İLİŞİKİSİ KAVRAMLARI


Dar anlamda borç, sadece para borcunu ifade eder. Yine dar anlamda borç, iki kişiden birinin
diğerine karşı yerine getirmekle yükümlü bulunduğu edimdir.Örnek terzi ile yapmış olduğumuz elbise
dikimi sözleşmesinde terzinin borcu elbiseyi dikmek bizim borcumuz ise bedeli ödemektir.
Geniş anlamda Borç ilişkisi ise , alacaklı ve borçlu diye isimlendirilen iki taraf arasında
mevcut bulunan hukuki bir bağdır.

BORÇ İLİŞİKİSİNİN UNSURLARI


1-Alacaklı 2-Borçlu 3-Edim
*Edimin Konusu:
1-Bir şey vermek (Satım sözleşmesinde satıcının edimi şeyi alıcıya vermekdir.)
2-Bir şey yapmak (Hizmet sözleşmesinde işçinin edimi hizmeti yerine getirmektir.)
3-Bir şey yapmamak (Rekabet yasağı anlaşmasında kişinin borcu bir şey yapmamaktır)

*Edimin Şartları:
1-Kanuna, ahlaka ve adaba aykırı olmamalı
2-İmkansız olmamalı
3-Belli olmalı, belirlenebilir olmalı.edim başlanğıçta belli edilmiş olabileceği gibi sonradan da
belli edilebilmesi mümkündür.bu yetki sözleşme ile taraflara ve bir üçüncü kişiye tanınmış
olabilir..Taraflardan birine bu hak tanınmış ise bu kişi hakkaniyete uygun biçimde belirlemek
zorundadır.Hakkaniyete aykırı ise karşı taraf bununla bağlı olmaz.Bu durumda edim hakim tarafından
belirlenir.Bu husus üçüncü kişiler tarafından belirlenen edimlerde de geçerlidir.

*Alacak hakkı alacaklıya iki hak verir:


1-Talep Hakkı 2-Dava Hakkı

EDİMİN TÜRLERİ:
1) Müsbet – Menfi Edim:
a) Müsbet Edim: Vermeye veya yapmaya ilişkin olan edimdir. (Hizmet sözleşmesi v.s)
b) Menfi Edim: Yapmamaya ilişkin bir edimdir. (Rekabet yasağı sözleşmesi v.s)
2) Şahsi (kişisel) – Maddi Edim:
a) Şahsi Edim; bizzat borçlunun bedeni veya fikri gücüyle yerine getirilebilen edimdir. Ör. İş görme
edimi.Bizzat bir ressamın resmimizi yapması gibi
b) Maddi Edim; Borçlunun mal varlığıyla yerine getirilebilen edimdir.Satıcının satılan şeyi alıcıya
verme edimi gibi . (malvarlığı = mamelek)
Şahsi edim borçlunun ölümü halinde mirasçılarına geçmez, ancak maddi edim ölüm
halinde mirasçılara geçer.
3) Ani – Dönemli - Sürekli Edim:
a) Ani Edim (bir defalık edim): Borçlanılan edimin bir defada, bir tek fiille yerine getirilmesidir. Ör.
bir şeyin teslimi, bir miktar paranın ödenmesi.
b) Dönemli (devri) Edim: Borçlanılan edimin, belirli aralıklarla, düzenli veya düzensiz olarak
tekrarlanmasıdır. Ör. belirli zamanlarda ödenen sigorta primleri.
c) Sürekli Edim: Kesintisiz bir fiil ya da davranışla yerine getirilebilen edimdir. Ör. İşçinin edimi,
kiralayanın edimi.
4) Bölünebilen – Bölünemeyen Edim:
a) Bölünebilen edim: Edimin konusunu teşkil eden şeyin, niteliğinde bir değişiklik veya değerinde
esaslı bir azalma olmaksızın parçalara ayrılabilmesidir. Ör. Sayı, tartı, ölçü ile miktarı belirlenebilen,
2

biri diğeri yerine konulabilen misli şeyler bölünebilir edimlerdir.Satım sözleşmesinde alıcının satış
bedelini ödemesi edimi gibi
b) Bölünemeyen edim: Bölündüğü zaman niteliğinde bir değişme, değerinde esaslı bir azalma
meydana gelen edimlerdir. Ör. canlı hayvan teslimi, iş görme edimi.

BORÇ VE SORUMLULUK
Sorumluluk; alacaklının alacağını alabilmek için borçluya ait mal varlığına devlet kuvveti
yardımıyla (cebr-i icra yoluyla) başvurabilmesi ve borçlunun bunlara katlanmak zorunda
olmasıdır. Sorumluluğun türleri:
1- Şahıs ile Sorumluluk:
Bu sorumlulukta borçlunun şahsına el uzatma söz konusudur. Günümüzde bu sorumluluk
uygulanmamaktadır.
2- Mal varlığı ile Sorumluluk:
Modern hukuk düzenlerinde kabul edilmiştir. Kendi arasında ikiye ayrılır.
a) Sınırsız (şahsi) Sorumluluk: Kural olarak borçlunun borcundan dolayı haczedilebilen bütün
mallarıyla sınırsız sorumlu olması esası kabul edilmiştir.
b) Sınırlı Sorumluluk: Hukuk düzeni bazı hallerde sorumluluğu sınırlamıştır. Kendi arasında ikiye
ayrılır:
aa) Belli mallarla sınırlı sorumluluk: Ör. Devlet miras bırakanın borçlarından dolayı yalnızca
tereke malları ile sorumludur. Aynı şekilde donatan bazı hallerde üçüncü kişilerin alacaklarından
dolayı yalnızca gemi ve navlun ile sınırlı olarak sorumludur.
bb) Belli miktarlarla sınırlı sorumluluk: Borçlu borcundan dolayı bütün mallarıyla sorumlu olmakla
birlikte, bu sorumluluk belli miktar ile sınırlandırılmıştır. Ör. Kefilin sorumlu olacağı belli miktar
kefalet sözleşmesinde gösterilmelidir. Bu geçerlilik şartıdır.

EKSİK BORÇLAR (TABİİ BORÇLAR)


Bu tür borçlarda ortada mevcut bir borç vardır. Bu borç borçlu tarafından kendi isteği ile
yerine getirilirse geçerlidir. Fakat alacaklı tarafından talep ve dava edilemeyen borçlardır. Bu sebeple
bu çeşit borçlara “ifa edilebilir fakat dava edilemez borçlar” denilmektedir. Borçlu kendisini borçlu
zannederek hataen ifada bulunsa bile bu ifa geçerlidir, sebepsiz zenginleşme teşkil etmez. Bu ifa
bağışlama da sayılmaz. Çünkü borçlu borcunu ifa sebebiyle yerine getirmektedir.
Eksik borçların bir kısmı doğuştan eksik borç niteliğindedir. Bunlar; kumar ve bahisten
doğan borçlar, evlenme tellallığından doğan borçlar ve ahlaki ödevlerden doğan borçlardır.
Zamanaşımına uğramış olan borçlar ise sonradan eksik hale gelen borçlardır. Zamanaşımına
uğramış borçlar, borçlunun zamanaşımı def’ini ileri sürmesiyle eksik borç niteliği kazanırlar.

BORÇLUNUN SAVUNMA VASITALARI


Temel hukuka dayanan savunma imkanları iki gruba ayrılmaktadır.
1- İTİRAZ: Bir hakkın doğmadığı veya doğmuş olan bir hakkın sonradan ortadan kalktığına ilişkin
bir olayın ileri sürülmesidir. Ör. Ödeme, ehliyetsizlik. İtirazı hakim re’sen yani kendiliğinden dikkate
alır.
2- DEF’İ: Borçlu, alacaklının hakkını kabul ediyor fakat özel bazı sebeplere dayanarak borcun
ifasından devamlı ya da geçici olarak kaçınabiliyor. Ör. Zamanaşımı def’i, iki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerde ödemezlik def’i, adi kefalette tartışma def’i. Def’i bir hak kullanımı olduğu için hakim
kendiliğinden dikkate alamaz.

BORÇ İLİŞKİSİNİN KAYNAKLARI


1- Hukuki işlemlerden doğan borçlar
2- Haksız fiillerden doğan borçlar
3- Sebepsiz zenginleşmeden doğan borçlar
Bu üç ana kaynağın haricinde borç ilişkisi doğuran başka kaynaklar da vardır. Örneğin, belirli
hısımlar arasındaki nafaka yükümlülüğü, vekaletsiz iş görmeden doğan borçlar, sözleşme görüşmeleri
sırasında kusurlu bir davranıştan (culpa in contrahendo) doğan borçlar, fiili sözleşme ilişkileri, koruma
yükümlerinin ihlali.
3

HUKUKİ İŞLEMLERDEN DOĞAN BORÇLAR


Hukuk düzeninin kendisine hukuki sonuç bağladığı iradi fiillere geniş anlamda hukuki fiil
adı verilir. Hukuki fiiller kendi arasında ikiye ayrılır:
A) Hukuka aykırı fiiller: Hukuk düzeninin izin vermediği fiillerdir. Bunlar haksız fiil ve borca
aykırılıktan oluşur.
B) Hukuka uygun fiiller: Hukuk düzeninin izin verdiği fiillerdir. Üçe ayrılırlar:

HUKUKİ İŞLEMİN TÜRLERİ


1) Hukuki işlemler taraflarının sayısı bakımından ikiye ayrılır:
a) Tek taraflı hukuki işlemler: Tek bir kişinin iradesini açıklamasıyla meydana gelen hukuki
işlemlere denir. Ör. vasiyetname, vakıf kurma. Kendi arasında ikiye ayrılır.
aa) Ulaşması gerekli tek taraflı hukuki işlemler: Bazı tek taraflı hukuki işlemlerin hukuki sonuç
doğurabilmesi için bir kişiye (Ör. icap, kabul, takas, fesih) veya bir resmi makama (ör. mirasın reddi)
ulaşması gerekir.
bb) Ulaşması gerekli olmayan tek taraflı hukuki işlemler: Bazı tek taraflı hukuki işlemlerin ise bir
kişiye veya resmi bir makama yöneltilmesi gerekmez. Ör. el yazısı ile vasiyetname.
b) Çok taraflı hukuki işlemler: Kendi arasında ikiye ayrılır.
aa) Sözleşmeler (akit-mukavele): İki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamasında
bulunmalarıyla sözleşme meydana gelir. Sözleşmeler borç altına giren taraf sayısına göre ikiye
ayrılır:
aaa) Tek tarafa borç yükleyen sözleşmeler: Ör. Bağışlama, kefalet.
bbb) İki tarafa borç yükleyen sözleşmeler: Kendi içinde ikiye ayrılır:
aaaa) Tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler: Bu sözleşmelerde taraflardan her ikisi de her
zaman borç altına girmektedir. Edimler karşılıklı olarak değiştirilmektedir. Ör. satım, kira, hizmet,
istisna sözleşmeleri.
bbbb) Eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler: Bu tür sözleşmelerde, tarafların yüklendikleri
edimler birbirleriyle değiştirilme amacı gütmemektedirler. Edimler birbirine bağlı olmayıp, birbirinin
sebep ve karşılığını oluşturmazlar. Ör. Karz (tüketim ödüncü), ariyet (kullanma ödüncü), vedia
(emanet), ivazsız vekalet sözleşmesi. Eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, önce taraflardan
biri için karşılıksız bir asli edim yükümü doğar. Sonra bu borç sebebiyle fakat ondan bağımsız olarak
diğer tarafın tali edim yükümü doğar.
bb) Karar: Ortak bir işte ve kanunun açıkça öngördüğü hallerde birden çok kişinin vardığı ortak
çözümdür. Kararlarda iradeler aynı yöndedir. Fakat karşılıklı değildir.
2) Hukuki işlemler hukuki sonucun doğacağı zaman esas alınarak ikiye ayrılır:
a) Sağlar arası hukuki işlemler: Sonuçlarını işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlığında doğuran
işlemlerdir. Ör. Satım, kira, takas, fesih vs.
b) Ölüme bağlı hukuki işlemler: Sonuçlarını işlemi yapan kişinin ölümüyle doğuran işlemlerdir. Ör.
vasiyetname, miras sözleşmesi.

SÖZLEŞMENİN MEYDANA GELMESİ


Bir sözleşmenin meydana gelebilmesi için iki irade açıklamasına ihtiyaç vardır. Bunlardan
zaman bakımından önce yapılanına İCAP (sözleşme yapma önerisi) denir. İcabı yapan kişiye icapçı
denir.
İcap tek taraflı ve varması gerekli bir irade açıklamasıdır. İcap mutlaka belli bir kimseye
yapılmak zorunda değildir, umuma (kamuya) da icap yapılabilir. Mağazaların vitrinlerinde üzerlerine
fiyat konularak mal sergilenmesi kamuya yapılmış bir icaptır.
İcap sözleşmenin esaslı unsurlarını içermeli ve icapçı icabıyla bağlı olmak niyetinde
olmalıdır. İcapta böyle bir nitelik yoksa bu bir İCABA DAVET sayılır. Gazetelerde, radyo ve
televizyonlarda fiyat gösterilmeksizin reklamlar, ilanlar yapılması; vitrinlerde fiyatı gösterilmeksizin
mal sergilenmesi; tarife katalog veya cari fiyat listeleri gönderilmesi icaba davettir. Örneğin bir
kırtasiyeye gidip 10 ytl ye kadar bir dolmakalem alacağımızı bildirirsek bu bir icap değil icaba
davettir.Zira böylece irade beyanımızla bağlı kalacağımızı ve mutlaka dolma kalem satın alacağımızı
4

ifade etmiş olmuyor sadece satıcıyı icaba davet etmiş oluyoruz .Diğer bir deyimle son sözümüzü
söylemeyi saklı tutuyoruz.
İcap kural olarak icapçıyı bağlar. İcabın icapçıyı bağlama süresi, icabın süreli ve süresiz
olmasına göre değişir.
Süreli icaplarda (icapçının kabul için bir süre belirlediği icap) icapçı, kabul haberi bu süre bitmeden
önce kendisine ulaşmazsa artık icabıyla bağlı olmaz.
Süresiz icaplarda, icap hazırlar arasında yapılmışsa karşı tarafça derhal kabul edilmezse icapçı
bağlı olmaktan kurtulur. Telefon ile veya temsilci vasıtasıyla yapılan işlemler de hazırlar arasında
sayılır.
Hazır olmayanlar arasında (telgraf veya mektupla yapılan icaplarda) yapılan süresiz
icaplarda ise icapçı, normal bir kabul haberinin kendisine ulaşıncaya kadar icabıyla bağlıdır.
Gecikmiş kabul haberi yeni bir icap sayılır. Ancak geciken kabul haberi vaktinde
gönderilmişse icapçı bununla bağlı kalmak istemediğini kabulcüye derhal bildirmezse sözleşme
kurulmuş sayılır.

İCAPTAN DÖNME (İCABIN GERİ ALINMASI)


İcabın geri alındığı haberi kabulcüye icabın varmasından önce veya icabıyla aynı anda ulaşırsa
ya da icaptan sonra ulaşmakla beraber icabın geri alındığını icaptan önce haber alırsa icaptan
dönülmüş sayılır.
İcapçının kabulden önce ölmesi durumunda eğer şahsi edim söz konusu değilse bu icapla
mirasçılar bağlıdır.
KABUL: İcapçının yaptığı icaba kabulcünün verdiği tek taraflı ve varması gerekli olumlu bir irade
açıklamasıdır. Kabul açık (sarih) olabileceği gibi örtülü (zımni) de olabilir.Örneğin kabulcü kendisine
gönderilen malları iade etmeyip tüketmeye başlamış ise bu zimni(örtülü) bir kabuldür.
Kural olarak kabulcünün icabı cevapsız bırakması yani sessiz kalması kabul sayılmaz. Fakat
icapçının işin özel niteliği veya durumun gereği nedeni ile açık bir kabul haberi beklemek zorunluluğu
olmadığı hallerde kabulcünün icabı uygun bir süre içinde reddetmemiş olması kabul anlamına gelir.
Kabul mutlaka icaba uygun olmalı. İcabı değiştiren kabul yeni bir icap sayılır.
İcap gibi kabul de belli bir şekle tabi değildir. Sözlü veya yazılı yapılabilir. Bir mümessil veya
haberci aracılığı ile de yapılabilir.Kabulden de icaptaki şartlara göre geri dönme olur.

SÖZLEŞMENİN KURULDUĞU VE HÜKÜMLERİNİ DOĞURDUĞU AN


Hazırlar arasında yapılan bir sözleşme kabulün açıklandığı anda kurulmuş olur ve kural
olarak o anda da hükümlerini doğurmaya başlar.
Hazır olmayanlar arasında yapılan bir sözleşme ise kabul haberinin icapçıya ulaştığı anda
kurulmuş olur fakat hükümlerini kabul haberinin gönderildiği andan itibaren doğurmaya
başlar( Bunun önemi özellikle faizde görülür .Faiz sözleşmenin meydana geldiği andan değil hüküm
ifade etmeye başladığı yani kabul haberinin gönderildiği veya icabın kabülcüye varmış olduğu andan
itibaren işlemeye başlar. Açık bir kabule ihtiyaç bulunmayan hallerde ise, sözleşmenin hükümleri
icabın karşı tarafa ulaşması ile başlar.

İLAN SURETİYLE YAPILAN VAADLER


Bir edim karşılığında ilan suretiyle bir bedel vaad eden kimse, vaadine uygun olarak, o bedeli
vermeye mecburdur. İlan suretiyle yapılan vaadin şartları şunlardır:
a) Bir edimin yerine getirilmesi karşılığında bir bedel vaad edilmiş olmalıdır,
b) Vaad, umuma yapılmış olmalıdır,
c) Vaad, ilan yoluyla yapılmış olmalıdır.
İlan suretiyle bir vaadde bulunan kimse, edim yerine getirilmeden önce vaadinden dönebilir.
Vaadden dönme de ilan edilmelidir. Aksi takdirde, vaadden dönüldüğünden haberi olmayan kişilere
karşı bu durum ileri sürülemez. Vaadinden dönen kimse, vaad ettiği bedeli aşmamak koşuluyla
edimin ifası için iyi niyetle yapılan giderleri ödemek zorundadır. Fakat, vaadde bulunan, vaadinden
dönmeseydi dahi edimin yerine getirilmesine olanak bulunmadığını ispat edebilirse tazminat
ödemekten kurtulur.
5

SÖZLEŞMELERİN ŞEKLİ
Şekil; iradenin belirli bir biçimde veya belirli araçlarla açıklanmasıdır. Şekil, sözleşmeye
kesinlik, açıklık, ispat kolaylığı ve güvenlik sağlar, tarafları düşünmeğe sevk eder ve sözleşmenin
yorumunu kolaylaştırır. Şeklin Türleri:
1- Kaynaklarına Göre Şekil:
a) Kanuni şekil: Bizzat kanun tarafından öngörülen şekildir.
b) İradi şekil: Kanunun şekle tabi kılmadığı bir sözleşmeyi bizzat tarafların bizzat kendi istek ve irade
leri ile şekle tabi kılmalarıdır..
2- Amaçlarına Göre Şekil:
a) Geçerlilik (sıhhat) şekli: Bir sözleşmenin geçerli bir surette meydana gelebilmesi için uyulması
gereken şekildir. Borçlar Kanunu’nda kural şekil serbestisidir. Kanunda herhangi bir şekle tabi
tutulmamış işlemin meydana gelebilmesi için belli bir şekle uymaya gerek yoktur.
b) İspat şekli: Bir sözleşmenin varlığının kanıtlanması için öngörülen şekildir. Yapıldığı andaki
değeri 40 milyon TL ve daha fazla olan işlemler yazılı delille ispat edilebilir.
Kanuni Geçerlilik Şeklinin Türleri:
1) Sözlü şekil: İrade açıklamasının mutlaka sözle yapılması gereken şekildir. Ör. Evlenme akdi,
sözlü vasiyetname.
2) Yazılı şekil: Tarafların el yazısı ile veya başka bir aletle bir senet düzenleyerek altını
imzalamalarıdır. Alacağın temliki, bağışlama vaadi, kefalet sözleşmesi, rekabet yasağı sözleşmesi,
gayrımenkul tellallığı ve kaydı hayatla irad gibi işlemler Borçlar Kanunu’nda yazılı şekle tabi
tutulmuştur.
Kanun bir sözleşmenin yazılı şekilde yapılmasını belirtmişse, o sözleşmeye ilişkin
değişikliklerin de yazılı şekilde yapılması gerekir. Fakat söz konusu değişiklik, sözleşmeye aykırı
olmayan, tamamlayıcı ve ikinci derecedeki noktalara ilişkinse, yazılı şekle uyma zorunluluğu ortadan
kalkar.
Yazılı şeklin iki unsuru vardır: Metin ve imza. Metnin borç altına giren kimse tarafından
imzalanması yeterlidir. Yazılı şekilde metin el yazılı ile veya daktilo vs. ile de yazılabilir. Ancak el
yazısı ile vasiyetnamede vasiyetçi mutlaka kendi el yazısı ile yazmalıdır.
Borç altına giren kişi tarafından imzalanmış olmak şartıyla mektup ve telgraflar da senet
sayılır.
İmzada kural imzanın bizzat borçlu tarafından kendi el yazısı ile atılmasıdır.Öyleyse bir
mümessil temsil olunanın namına ancak kendi imzasını atabilir. Örf ve adetin izin verdiği ve özellikle
çok miktarda tedavüle çıkarılan kıymetli evrakın ise bir aletle imzalanması mümkündür.
Görmeyenlerin imzaları usulen onaylanmadıkça (Noter tarafından) veya imza ettikleri zaman
işlemin metnine vakıf bulundukları ispatlanmadıkça onları bağlamaz.
İmza atamayan kişiler ya usulen onaylanmış ve el ile yapılmış bir işaret koyabilirler (parmak
basma, mühür) ya da resmi bir belge kullanabilirler.
İmza metnin sonuna konulmalıdır.
3) Resmi şekil: Hukuki işlemin yetkili resmi bir makam önünde yapılmasıdır. Genel yetkili resmi
makam noterlerdir. Diğerleri ise tapu memurları ve sulh hakimidir. Bu makamların düzenledikleri
senetlere resmi senet denir. Resmi senetlerin içeriğinin, aksi ispatlanıncaya kadar doğru olduğu
yolunda bir karine vardır. Noterlerce re’sen düzenlenen senetler, sahtelikleri ispatlanıncaya kadar
kesin delil olarak kabul edilirler.
Resmi şekle tabi işlemlere ör. mal rejimi sözleşmesi, resmi vasiyetname, miras sözleşmesi,
gayrımenkuller üzerindeki ayni haklarla ilgili işlemler, gayrımenkul satımı, gayrımenkul satış
vaadi, ölünceye kadar bakma sözleşmesi.ipotekli borç senedi
4) Tescil: Kanun bir hukuki işlemin geçerliliğini bazen belli bir sicile tescil edilmesine bağlı
tutmuştur. Ör. mülkiyeti muhafaza sözleşmesi, ancak menkul malı alan kişinin yerleşim yerindeki
noter tarafından tasdik ve özel siciline kaydedilmişse geçerlidir.
5) İlan: Kanun bazı hukuki işlemlerin ilanını öngörmüş ve buna birtakım sonuçlar bağlamıştır. Ör. bir
malvarlığı veya işletmeyi devralan kimse, bunun alacaklılara ihbarı veya gazetelerle ilanından itibaren
onlara karşı malvarlığının veya işletmenin borçlarından dolayı sorumlu olur.
Şekle Uymamanın Sonuçları: Kanunen veya tarafların kararlaştırdıkları geçerlilik şekline uygun
olmayan işlem batıldır. Hakim re’sen bu durumu dikkate alır. İlgisi olan üçüncü kişiler ve taraflar bu
6

durumu ileri sürebilirler. Fakat şekle aykırılığın ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması niteliği
taşımamalıdır. Taraflar kendi rızaları ile sözleşmeden doğan edimlerini yerine getirmişlerse veya
butlanı ileri süren taraf, şekil noksanına kendi hileli davranışı ile kasden sebep olmuşsa bu hallerde
şekle aykırılık sebebiyle işlemin batıl olduğunu ileri sürmek hakkın kötüye kullanılması niteliği taşır.

SÖZLEŞMELERİN YORUMU: Sözleşmelerin yorumunda tarafların gerçek ve ortak


iradelerini ortaya koymak asıldır. Güven ilkesine uygun olarak hal ve şartlar dikkate alınarak orta
zekalı, dürüst ve güvenilir bir insanın alışılmış hayat tecrübelerine göre irade beyanına vereceği anlam
esas alınır.

SÖZLEŞME YAPMA VAADİ (ÖN SÖZLEŞME): Bir sözleşmenin ilerde yapılması


zorunluluğunu doğuran sözleşmelere ön sözleşme denir. Ön sözleşmenin varlığı için ilerde yapılması
vaad edilen hukuki işlem borç doğurucu nitelik taşımalıdır (ör. satış vaadi bu bakımdan bir ön
sözleşmedir). İlerde yapılacak hukuki işlem bir hakka doğrudan doğruya etki eden bir tasarruf işlemi
niteliğinde ise, bir ön sözleşme değil, direkt sözleşme söz konusu olur (ör. alacağın temliki vaadi bir
ön sözleşme değildir). Ön sözleşme, ilerde yapılacak sözleşmenin esaslı unsurlarını içermeli ve
yapılacak sözleşme bir şekle tabi tutulmuşsa, ön sözleşme de kural olarak o şekle uygun olarak
yapılmalıdır.
Ön sözleşme asıl sözleşmenin yapılmasını isteme hakkı verir. Taraflardan biri bu sözleşmeye
uymazsa diğer taraf dava açabilir. Mahkemenin vereceği karar asıl sözleşmeyi yapmaktan kaçınan
tarafın iradesinin yerini alır.

İRADE İLE İRADE AÇIKLAMASI ARASINDAKİ UYGUNSUZLUK HALLERİ


İradenin dışa yansıtılmasına irade açıklaması (irade beyanı) denir.
1) BİLEREK YARATILAN UYGUNSUZLUK HALLERİ
a) Tek tarafın isteği ile yaratılan uygunsuzluk halleri
aa) Latife (şaka) Beyanı: Beyanda bulunan kimse, ciddi olmayarak ve karşı tarafın beyanını ciddiye
almayacağı kanısından hareket ederek, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunursa bu durum
ortaya çıkar. Şaka beyanı kural olarak yapan kişiyi bağlamaz. Fakat beyanın niteliğine ve yapılış
şekline göre karşı tarafça ciddiye alınan ve objektif olarak ciddiye alınması mümkün olan beyan
sahibini bağlar.
bb) Zihni Kayıt: Bir kimse beyan ettiği şeyi istemiyorsa zihni kayıt söz konusu olur. Bu beyan
sahibini bağlar.
b) İki tarafın isteği ile yaratılan uygunsuzluk hali (MUVAZAA - Danışıklık)
Muvazaa; bir sözleşmede her iki tarafın iradeleriyle beyanları arasında bilerek ve isteyerek
yani kasten oluşturdukları uygunsuzluktur.O halde muvazzada irade ve irade açıklaması arasında ki
uygunsuzluktan her iki tarafta haberdardır ve onlar zaten bunu istemektedirler. Muvazza İkiye ayrılır:
aa) Mutlak (adi) muvazaa: Taraflar gerçekte hiçbir işlem yapmadıkları halde 3. kişilere karşı bir
işlem yapmış gibi görünmek konusunda anlaşırlar.
bb) Nisbi (mevsuf) muvazaa: Taraflar aralarındaki gerçek işlemi görünürdeki işlemin arkasına
gizlemek konusunda anlaşırlar.
Mutlak muvazaada görünürdeki işlem ve muvazaa anlaşması olmak üzere iki işlem varken
nisbi muvazaada bu iki işleme ek olarak bir de gizli işlem vardır.
Muvazaanın hükümleri: Gerek mutlak gerekse nisbi muvazaada görünürdeki işlem hükümsüzdür.
Nisbi muvazaadaki gizli işlem ise şekil şartlarına uygun olarak yapılmışsa geçerlidir.
Görünürdeki işlemin geçersiz (batıl) olduğu taraflarca ve hukuki yararı bulunan üçüncü
kişilerce ileri sürülebileceği gibi hakim de re’sen bu durumu dikkate alır. Muvazaalı işlemin resmi
memur önünde yapılmış olması, sözleşmenin butlanını ileri sürmeye kural olarak engel değildir.
Muvazaalı işlemin geçersiz olduğu kural olarak iyi niyetli olsalar bile 3. kişilere karşı da ileri
sürülebilir. Fakat yazılı borç ikrarına dayanarak muvazaalı alacağı kazanan iyi niyetli 3. kişiye karşı
borçlu muvazaa iddiasında bulunamaz.
Muvazaanın İspatı: Hukuki işlemin muvazaalı olduğunu ileri süren taraf iddiasını ispatla
yükümlüdür. Muvazaalı işlem adi bir senede veya resmi senede bağlanmışsa, taraflar muvazaa
iddialarını tanıkla ispatlayamazlar. Hukuki işlem resmi şekilde yapılmış olsa dahi taraflar muvazaa
iddialarını adi senetle ispatlayabilirler.
7

Hukuki işleme taraf olmayan üçüncü kişiler, muvazaa iddialarını (söz konusu işlem adi veya
resmi bir senede bağlanmış olsa bile) tanıkla ispatlayabilirler.
Muvazaa ve İnançlı işlemler: İnançlı işlemlerde (teminat için mülkiyetin naklinde veya tahsil için
alacağın temlikinde) hak, karşı tarafa devredilmekte ancak, taraflar arasında yapılan bir inanç
anlaşması ile, hakkı devralan kimsenin bu hakkını nasıl kullanacağı ve hangi koşullarla iade edeceği
tespit edilir.
Muvazaalı işlemlerden farklı olarak, inançlı işlemler, tarafların gerçek niyetlerine uygun olan
ve bu nedenle geçerli hukuki sonuçlar doğuran işlemlerdir.

2) İRADE İLE BEYAN ARASINDA İSTENMEYEREK MEYDANA GELEN UYGUNSUZLUK


HALLERİ (İRADE SAKATLIĞI – FESATLIĞI HALLERİ)
a) HATA: İrade ile beyan arasındaki uygunsuzluk iradesini açıklayan tarafın dikkatsizliğinden ileri
gelir. Hata sebebiyle bir sözleşmenin iptal edilebilmesi için düşülen hatanın esaslı hata olması gerekir.
Esaslı hata halleri; sözleşmenin niteliğinde, konusunda, karşı tarafında (şahısta) hata ve önemli
miktar hatalarıdır. Söz konusu hata türleri beyanda hata halleridir. Bu esaslı hata halleri sınırlı
değildir. Adi hesap yanlışlığı ise esaslı hata sayılmaz. Adi hesap hataları düzeltilir ve sözleşme geçerli
olarak devam eder.
Kural olarak saik hatası esaslı hata sayılmaz. Saikte hata bir kimsenin yanlış bazı tahminler
ve değerlendirmeler sebebiyle beyanda bulunması durumunda ortaya çıkar. Saikte hataya düşen kişi
hata ettiği hususu bilseydi sözleşmeyi yapmayacak idiyse ve hataya düşülen hususlar ticari doğruluk
kurallarına göre de sözleşmenin lüzumlu vasıflarından sayılabiliyorsa bu hata temel hatasına
dönüşür.
Hataya düşen taraf, iyi niyet kurallarına aykırı bir şekilde ona dayanamaz. Hataya düşen
tarafın yapmak istediği sözleşmeyi diğer taraf yapmaya hazır olduğunu bildirirse hataya düşen artık
sözleşmeyi iptal edemez.
Hataya düşen kişi hataya düşmekte kusurlu olsa bile yine de sözleşmeyi iptal edebilir. Fakat
bu durumda diğer tarafın zararını karşılaması gerekir. Bu zarar menfi zarardır (sözleşmenin geçersiz
olmasından dolayı ortaya çıkan zarar). Hakkaniyet gerektiriyorsa müsbet zarar (sözleşmenin yerine
getirilmemesinden doğan zarar) da istenebilir. Ancak diğer taraf hatayı biliyorsa veya bilmesi
gerekiyorsa tazminat ödenmesi gerekmez.
b) HİLE (ALDATMA): Bir kişiyi sözleşmeye yapmaya yöneltmek amacı ile onda bile bile yanlış
kanaat uyandırılması veya zaten mevcut yanlış kanaatin devam ettirilmesidir. Hile de irade ile beyan
arasında bir uygunsuzluk bulunmamaktadır. Hile, iradenin oluşumu esnasındaki sakatlık halidir.
Hilenin koşulları; belli konularda aldatma, aldatma kasdı ve aldatma ile sözleşmenin yapılması
arasında illiyet bağlantısının bulunmasıdır.
Hile sözleşmenin karşı tarafınca yapılabileceği gibi 3. kişilerce de yapılabilir. Fakat 3.
kişinin yaptığı hile sebebiyle sözleşmenin iptali için diğer tarafın 3. kişinin hilesini bilmesi veya
bilebilecek durumda olması gerekir.
Hileye maruz kalarak sözleşme yapan kişi, sözleşmeyi iptal etse bile, sözleşmenin geçerli
olmamasından doğan zararını karşı taraftan isteyebilir. Sözleşmeye icazet verilmiş olması, zararın
istenilmesinden vazgeçme anlamına gelmez.
c) İKRAH (KORKUTMA, TEHDİT): Bir kimse kendisine veya yakınlarından birine (cana veya
mala) bir zarar verileceği tehdidi altında sözleşme yapmaya zorlanır.
İkrah karşı tarafça yapılabileceği gibi 3. kişilerce de yapılabilir. Hileden farklı olarak,
sözleşmenin iptal edilebilmesi için, 3. kişinin yaptığı tehdidi işlemin karşı tarafının bilmesi
gerekmez. Karşı taraf 3. kişinin ikrahını bilmiyorsa ve ikraha maruz kalan sözleşmeyi iptal ederse
diğer tarafın zararını gidermekle yükümlüdür.
İkrahın varlığı için, ciddi olması, derhal gerçekleşecek ağır bir tehlike oluşturması, ikraha
maruz kalanın bizzat kendisinin veya yakınlarından birinin kişiliğine veya malına yönelik olması,
hukuka aykırı bulunması ve korkutulanı o hukuki işlemi yapmağa yöneltmiş olması gerekir.
Bir hakkın isteneceği veya yasal bir yetkinin kullanılacağı tehdidiyle yapılan bir sözleşme,
kural olarak geçerlidir. Fakat, hakkın veya yasal bir yetkinin kullanılacağı tehdidi altında, zor durumda
bulunan karşı tarafla yapılan sözleşme ile normali aşan menfaat sağlanmışsa ikraha ilişkin kurallar
uygulama alanı bulur
8

İkraha maruz kalarak sözleşme yapan kişi, sözleşmeyi iptal etmiş olsa bile, uğradığı menfi
zararın tazminini karşı taraftan isteyebilir. İkrah ile yapılmış sözleşmeye icazet verilmiş olması,
tazminat talebinden vazgeçme sonucunu doğurmaz.
İRADE SAKATLIĞI HALLERİNİN SONUÇLARI: Bu hallerin yaptırımı tek taraflı
bağlamazlıktır. Yani bu hallere uğrayan kişi sözleşmeye bağlı değilken karşı taraf sözleşmeyle
bağlıdır. Bu hallere maruz kalan kişi hata veya hileyi öğrendiği, ikrahın ise etkisinin ortadan kalktığı
andan itibaren 1 yıl içinde (hak düşürücü süre) sözleşmeyi iptal edebilir. İptal etmezse sözleşmeye
icazet (onay) vermiş sayılır.

SÖZLEŞME SERBESTLİĞİ VE SINIRLARI: Sözleşme serbestliği, tarafların bir sözleşme


yaparken onun içeriğini ve kapsamını diledikleri gibi belirleyebilmeleridir. Sözleşme serbestliği
kavramına, sözleşme yapıp yapmama, sözleşmenin karşı tarafını seçme, dilediği sözleşmeyi seçme ve
sözleşmenin içeriğini dilediği gibi değiştirme serbestlikleri girer. Sözleşme serbestliği ilkesi, irade
özerkliği prensibinin borçlar hukukundaki yansımasıdır.
1) Sözleşme serbestliğinin sınırları: Sözleşmenin konusu kanunun emredici kurallarına, kamu
düzenine, kişilik haklarına ve ahlaka aykırı olamaz. Aynı zamanda sözleşme konusu edimin yerine
getirilmesi başlangıçta objektif olarak imkansız da olamaz.
Tarafların, hukuk düzeninin yasakladığı hukuki veya ekonomik bir sonucu elde etmek için,
yapılmasına hukuken izin verilen başka bir işlem yapmaları durumunda kanuna karşı hile söz konusu
olur. Kanuna karşı hileye bağlanan yaptırım, hileli olarak yapılan ve kanun tarafından yasaklanan
işlemin tabi olduğu yaptırımdır.
2) Sınırların aşılmasının yaptırımı: Sözleşme serbestiliğinin sınırlarının ihlali durumunda söz
konusu sözleşme mutlak butlanla sakat olur. Böyle bir sözleşme yapıldığı andan itibaren
kendiliğinden geçersizdir. Bu geçersizliği taraflar ve ilgili üçüncü kişiler ileri sürebileceği gibi, hakim
de re’sen dikkate alır.
Sözleşmenin kapsadığı hükümlerden bir kısmının geçersizliği sözleşmenin tamamının batıl
olmasını gerektirmez. Bu halde kural olarak sadece o kısım geçersiz sayılır. Buna kısmi butlan denir.
Fakat, geçersiz sayılan hükümden yararlanan taraf, söz konusu hükmün batıl olduğunu bilseydi
sözleşmeyi yapmayacağını ispatlayabilirse, sözleşmenin tamamı batıl olur.

GABİN (AŞIRI YARARLANMA): İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde taraflardan


birinin darda kalmasından (müzayaka halinde bulunmasından), düşüncesizliğinden (hiffetinden) veya
tecrübesizliğinden yararlanılarak edimler arasında yaratılan açık oransızlıktır. Gabinin iki şartı vardır:
1) Objektif şart: Edimler arasında açık oransızlığın bulunması.
2) Sübjektif şart: Bu açık oransızlığın karşı tarafın zorda kalmasından(muzayaka hali),
düşüncesizliğinden veya tecrübesizliğinden yararlanılarak meydana getirilmesidir.
Darda kalma hali (Muzayaka Hali):Genellikle bir kişinin zor durumda kalması ve büyük bir sıkıntı
içinde olması halidir.Örneğin açlıktan ölmek üzere olan işsiz bir kimsenin çok düşük ücretle çalışmaya
razı olması ,çocuğu ağır bir hastalık geçirmekte olan babanın kasabanın doktoruna çok yüksek bir
ücret ödemesi bu olaya örnek gösterilebilir.
Düşüncesizlik (Hiffet):Bir kimsenin girişmiş olduğu hukuki muamelenin sonunu düşünmemesi ,kendi
menfaatlerini hesaplayamaması aldatılmaya ve sömürülmeye müsait olması demektir.
Tecrübesizlik: İş hayatının gidişini bilememek veya belli bir işin özelliklerinin bilgi düzeyine
erişmemiş olmak demektir.Gabinin tecrübesizlik ile hükümsüz olmasına ilişkin hüküm tacirler için
uygulanmaz .(Basiretli iş adamı gibi davranma borcuna istinaden)

Gabinin Hükümleri: Gabinle sakatlanan sözleşmenin hükümleri aynı irade bozukluğu hallerinde
olduğu gibi askıdadır. Gabine maruz kalan kişi sözleşmenin yapılmasından itibaren 1 yıl içerisinde
(hak düşürücü süre) sözleşmeyi iptal edebilir. Hakim sürenin geçip geçmediğini kendiliğinden dikkate
almak zorundadır
Gabin halinde hile veya ikrahta olduğu gibi zarara uğrayan kişi karşı taraftan tazminat
isteyebilir.

HUKUKİ İŞLEMLERİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ


9

1) Yokluk: Bir işlemin meydana gelebilmesi için bulunması gerekli olan kurucu unsurlardan birinin
veya bir kaçının bulunmaması durumunda o işlem yoklukla sakattır.
2) Batıl hukuki işlemler (mutlak butlan): Belli bir sakatlık sebebiyle baştan itibaren geçersiz olan
işlemlerdir.
İşlemi yapan kişi tam ehliyetsizse, geçerlilik şartı olarak şekil aranan hallerde şekle
uyulmamışsa, işlem muvazaalı ise, işlemin konusu hukuka, ahlaka, kişilik haklarına aykırı ise ve
işlemin konusu başlangıçta objektif olarak imkansızsa söz konusu işlem mutlak butlanla sakat olur.
Batıl olan bir işlem baştan itibaren geçersizdir. Butlanı taraflar ve yararı olan 3. kişiler ileri
sürebileceği gibi hakim de re’sen bu durumu dikkate alır. Batıl olan bir işlem, belli bir sürenin
geçmesiyle veya butlan sebebinin ortadan kalkmasıyla veya edimlerin yerine getirilmesiyle geçerli
hale gelmez.
Batıl işlemde edimler ifa edilmişse taraflar verdiklerini geri isteyebilirler. Fakat hukuka veya
ahlaka aykırı bir amaç elde etmek için verilen şey geri istenemez.
Batıl bir işlemde kusurlu olan taraf kusursuz olan tarafın menfi zararını ödemekle yükümlüdür.
Tahvil (Dönüştürme): Özellikle şekil şartlarına uyulmadığı için geçersiz olan bir işlem, benzer
sonuçlar doğuran diğer bir işlemin geçerlilik şartlarına sahipse ve tarafların yaptıkları işlemin batıl
olduğunu bilselerdi onun yerine diğer işlemi yapmak isteyebilecekleri kabul edilebiliyorsa geçerli olan
işlem, batıl olan işlemin yerini alır. Ör. noter huzurunda yapılan gayrı menkul satım sözleşmesinin
gayrı menkul satım vaadi sözleşmesine dönüşmesi.
3) İptal edilebilen (nisbi butlan) hukuki işlemler: Kendiliğinden geçersiz olmayıp belli bir sakatlık
sebebiyle iptal hakkına sahip olan kişi tarafından iptal edilebilen işlemlerdir. İptal hakkı bozucu
yenilik doğuran bir haktır.
İptal edilebilen bir işlem, iptal edilebilme süresi içinde askıdadır. İptal hakkına sahip olan kişi
işlemi iptal ederse, işlem yapıldığı andan itibaren geçersiz olur. Fakat bu kişi, işlemi süresi içinde iptal
etmez veya işleme icazet verirse, işlem baştan itibaren ve kesin olarak geçerli hale gelir.
Hata, hile, ikrah ve gabin durumlarında bu hallere maruz kalan kimse sözleşmeyi iptal
edebilir.
TEMSİL
Bir hukuki işlemin bir kimsenin nam ve hesabına bir başkası tarafından yapılmasıdır. Temsil
ilişkisinde 3 kişi vardır.
Temsil olunan

Temsilci 3. Kişi
- Temsil olunan: İşlem kendi nam ve hesabına yapılan kişi,
- Temsilci: İşlemi 3. kişiyle yapan kişi,
- 3. kişi: Temsilciyle işlem yapan kişidir.
Temsilin Türleri:
1) Vasıtalı (Dolaylı) Temsil: Bu temsil türünde kendisine yetki verilen temsilci işlemi başkası
hesabına fakat kendi adına yapar. Dolayısıyla bu işlemden doğan hak ve borçlar temsilciye ait olur.
Temsilci bunları daha sonra alacağın temliki ve borcun nakli işlemlerini yaparak temsil olunana
devreder.
2) Vasıtasız (Dolaysız) Temsil: Bu temsilde yetkili temsilcinin yaptığı işlemin hükümleri işlemin
yapıldığı andan itibaren temsil olunana ait olur. Çünkü temsilci bu işlemi temsil olunan nam ve
hesabına yapar. Temsilci bu işlemden hak kazanmadığı gibi borç altına da girmez. Vasıtasız temsilin
şartları:
a) Temsil yetkisinin bulunması: Temsil yetkisi ya kanundan (kanuni temsil) ya da temsil olunanın
iradesinden (iradi temsil) doğar.
b) Temsil olunan nam ve hesabına hareket etme: Temsilci işlemi yaparken temsilci sıfatıyla hareket
ettiğini 3. kişiye kural olarak bildirmelidir. Fakat 3. kişi kendisiyle işlem yapan kişinin temsilci
olduğunu hal ve durumundan anlayabiliyorsa veya işlemin temsilci yahut temsil olunandan birisiyle
yapılması 3. kişi için önemli değilse bu durumda yine vasıtasız temsil söz konusudur.
10

Temsilci 3. kişiyle işlem yaparken temsil olunanın değil bizzat kendi iradesini açıklar.
Haberci ise kendi iradesini değil bir tarafın iradesini diğer tarafa ileten kişidir.
Temsilcinin temyiz kudretine sahip olması şart ve yeterlidir. Aksi halde açıkladığı irade hiçbir
hüküm doğurmaz. Reşit olmasına gerek yoktur. Çünkü işlemden doğan hak ve borçlar kendisine ait
olmaz.
Temsil, temsilcinin temsil olunanın nam ve hesabına hukuki işlemler yapmaya yetkili olup
olmamasına göre, yetkili temsil ve yetkisiz temsil olarak ikiye ayrılabilir:
A) YETKİLİ TEMSİL: Temsil yetkisi verme ulaşması gerekli tek taraflı bir hukuki işlemdir. İşlemin
meydana gelebilmesi için temsilcinin bu yetkiyi kabul ettiğini bildirmesine ihtiyaç yoktur. Bu durum
temsili vekaletten ayırır. Vekalet bir sözleşmedir. Oysa temsil yetkisi verme tek taraflı bir işlemdir.
Vekalet sözleşmesinde çoğu zaman temsil yetkisi de bulunmaktadır. Fakat, bütün vekalet
sözleşmelerinde mutlaka temsil yetkisinin bulunmasına gerek yoktur. Ayrıca temsil yetkisi vekalet
sözleşmesinden başka hizmet veya şirket sözleşmelerinde de söz konusu olabilir. Temsil yetkisi
verme kural olarak şekle bağlı değildir. Temsilcinin yapacağı hukuki işlem bir şekle tabi olsa bile,
buna ilişkinin temsil yetkisinin şekle tabi olmadan verilebileceği doktrinde kabul edildiği halde
uygulamada temsilciden yetkisini gösteren bir belge aranmaktadır. Temsilcinin temsil yetkisini
ispatlamasına yarayan bu belgeye yetki belgesi (selahiyetname) denir.
a) Temsil Yetkisinin Kapsamı
Temsil yetkisi süre, kişi ve konu bakımından sınırlandırılabilir.
Temsil yetkisi temsil olunana ait her türlü işlemin yapılması için verilmişse buna genel temsil
yetkisi denir. Fakat, dava açma, sulh olma, tahkim, kambiyo taahhüdünde bulunma, bağışlama ve
gayrı menkulü devretme veya ayni bir hakla sınırlama işlemlerinin yapılabilmesi temsilciye için
mutlaka özel bir temsil yetkisi verilmiş olmalıdır.
Temsilci kural olarak, kendi kendisiyle sözleşme yapamaz. Fakat buna yetkili kılınmışsa veya
sözleşmenin niteliği bir çıkar çatışmasına yol açmıyorsa temsilci, kendi kendisiyle sözleşme yapabilir.
Bu kurallar çifte temsil hakkında da uygulanır.
Temsilci hileye, hataya, ikraha maruz kalarak sözleşme yapmışsa sözleşmeyi iptal hakkı
temsil olunana aittir.
Temsil olunan temsilciye verdiği yetkiyi istediği zaman sınırlayabilir. Fakat temsil yetkisini
verdiğini 3. kişilere bildirmişse bu yetkiyi sınırlandırdığını da aynı şekilde bildirmelidir. Bildirmezse
bu sınırlamayı iyi niyetli 3. kişilere karşı ileri süremez.
b) Temsil yetkisinin sona ermesi ve sonuçları:
Belli bir süre için verilmişse sürenin dolması ile, belli bir işlem için verilmişse o işlemin
yapılması ile, temsilcinin ya da temsil olunanın ölümü, gaipliklerine karar verilmesi, fiil
ehliyetlerini kaybetmeleri veya iflas etmeleri ile kural olarak temsil yetkisi sona erer.Ancak bu
hüküm emredici bir hüküm olmadığından aksinin kararlaştırılması mümkündür.örneğin temsil olunan
ölse bile temsilin devam edeceği hususunda sözleşme konan şart geçerlidir. Temsilcinin istifa etmesi
de bu yetkiyi sona erdirir.
Temsil olunan temsilciyi her zaman azledebilir (temsil yetkisini geri alabilir). Temsil
olunanın, kanunun kendisine tanıdığı bu haktan önceden feragat etmesi geçersizdir.
Temsilci yetkisinin sona erdiğini bilmiyorsa bunu öğrenene kadar iyi niyetli 3. kişilerle
yaptığı işlemler temsil olunanı ya da mirasçılarını bağlar.Fakat üçüncü şahıslar yetkinin sona ermiş
olduğunu biliyorlarsa yani iyi niyetli değilseler yapılan hukuki muamele temsil olunanı veya
haleflerini bağlamaz .
Temsil yetkisi daha önce ilan edilmişse geri alındığı da aynı şekilde ilan edilmelidir. Aksi
takdirde yetkinin geri alındığı iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez.
Temsil yetkisi mümessil veya temsil olunanın ölümü gaipliği fiil ehliyetini kaybetmesi veya
iflası dolayısıyla sona ermişse üçüncü şahısların iyi niyetli olup olmadıklarının bir önemi yoktur.Zira
onlar iyi niyetli olsalar bile mümessil ile yaptıkları hukuki muamele temsil olunanı veya haleflerini
bağlamaz.
B) YETKİSİZ TEMSİL
Bir kimsenin gerekli yetkiye sahip olmaksızın veya yetkisini aşarak bir başkasının nam ve
hesabına işlemler yapmasıdır.
Yetkisiz temsilcinin yaptığı işlem temsil olunanı bağlamaz. Bağlayabilmesi için temsil
olunanın o işleme icazet vermesi gerekir. İşlem icazet verilinceye kadar tek taraflı bağlamazlık
11

yaptırımına tabidir. Üçüncü kişi, temsil olunandan uygun bir süre içinde icazet verip vermeyeceğini
bildirmesini isteme hakkına sahiptir. Temsil olunan, bu süre içinde icazet vermeyeceğini belirtir veya
süreyi sessiz geçirirse, işlem üçüncü kişi açısından da bağlayıcılık değerini kaybeder.
Yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemle temsilci de bağlı değildir. İcazet verilmezse iyi niyetli 3.
kişi yetkisiz temsilciden menfi zararının tazminini isteyebilir. Eğer yetkisiz temsilci kusurlu ise daha
fazla tazminata da hükmedilebilir.

HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN BORÇLAR


Hukuk düzeninin hukuki bir sonuç bağladığı fiile hukuki fiil denir. İkiye ayrılır:
a) Hukuka uygun fiiller
b) Hukuka aykırı fiiller → Hukuk düzeninin izin vermediği fiillerdir.
Hukuka aykırı bir fiili ile başkasına zarar veren kişi bu zararı tazmin etmek zorundadır. Buna
hukuki sorumluluk denir. Hukuki sorumluluk ikiye ayrılır:
a) Akit içi sorumluluk: Borçlunun sözleşmeden doğan edimi yerine getirmemesiyle alacaklının
uğradığı zararı gidermesidir. Buna borca aykırılık da denir.
b) Akit dışı sorumluluk (haksız fiil sorumluluğu): Bir kişinin aralarında bir sözleşme olmaksızın
hukuka aykırı fiili ile başka bir kimseye verdiği zararları tazmin etmekle yükümlü olmasıdır.
Haksız fiil bir borç ilişkisi doğurur. Alacaklı haksız fiile maruz kalan kişi, borçlu haksız fiili
yapan kişi, edim ise tazminattır. Haksız fiilin unsurları şunlardır:
1) Hukuka aykırı bir fiil: Kişilerin malvarlığı veya kişilik varlıklarını koruyan davranış kurallarının
ihlaline hukuka aykırılık denir. Hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı durumunda hukuka aykırılık
ortadan kalkar. Hukuka uygunluk sebepleri şunlardır: Kamu gücünün kullanılması, özel hukuktan
doğan bir hakkın kullanılması, zarar görenin fiile rıza göstermesi, bilimsel eleştiriler, meşru müdafa,
ıztırar (zorda kalma) hali, kendi hakkını korumak için kuvvet kullanma ve üstün özel bir yararın
bulunmasıdır.
Meşru müdafa; bir kimsenin gerek kendisinin, gerek başkasının şahıs varlığına veya
malvarlığına karşı yapılan haksız ve halen mevcut bir saldırıyı defetmek için tecavüzde bulunana karşı
zorunlu bir karşı saldırıda bulunmasıdır. Tecavüz mevcut ve gerçek olmalı ayrıca savunma saldırı ile
orantılı bulunmalıdır.
Iztırar hali; bir kimsenin gerek kendisinin, gerek başkasının şahsını veya mallarını derhal
meydana gelecek bir tehlikeden kurtarmak için tehlikeyi oluşturmuş olmayan diğer bir kişinin
mallarına zarar verilmesi halidir. Meşru müdafadan farklı olarak bu durumda fedakarlığın
denkleştirilmesi ilkesi gereği mala verilen zararın tazmini gerekir.
Kendi hakkını korumak için kuvvet kullanma; güvenlik güçlerinin zamanında müdahalesi
mümkün değilse ve hakkın ortadan kalkmasını veya kullanımının güçleşmesini önlemek için başka bir
yol da bulunmuyorsa, bir kimse hakkını korumak için kuvvet kullanabilir.
2) Kusur: Kendi içinde ikiye ayrılır:
a) Kast: Hukuka aykırı sonucu önceden görerek bu sonucu istemektir.
b) İhmal: 2’ye ayrılır:
- Ağır ihmal: Herkesin normal olarak alacağı tedbirlerde ihmal gösterilmesidir.
- Hafif ihmal: Ancak dikkatli insanların göstereceği özende ihmal gösterilmesidir.
3) Zarar: Bir kimsenin mal varlığında kendi rızası olmaksızın meydana gelen eksilmeye denir. Zarar
2’ye ayrılır:
a) Maddi zarar: Fiili zarar ve yoksun kalınan karı kapsar. Örneğin yaralanma sonucunda ilaç ve
tedavi harcamaları ,çalışamamadan doğan kazanç kaybı,maddi zarar niteleğindedir.
b) Manevi zarar: Haksız fiil nedeniyle kişinin duyduğu elem, acı vs.
4) Hukuka aykırı fiil ile zarar arasında illiyet bağı (sebep-sonuç ilişkisi) bulunmalıdır.
Zarar ile haksız fiil arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Yani haksız fiil genel hayat
tecrübelerine ve olayların normal akışına göre böyle bir zarara sebep olabilmelidir.
Bir fiili yapmaktan kaçınma durumunda zarardan sorumlu tutulabilmek için kanunen zarara
engel olma ile yükümlü bulunmak şarttır.
Ortak illiyet; hiçbiri tek başına yeterli olmayıp, ancak bir araya gelmek suretiyle zararlı
sonucu doğuran sebepler birleşmesine denir.
12

Yarışan illiyet; birden çok sebeplerden her birinin zararlı sonucu aynı zamanda birbirinden
bağımsız olarak tek başına meydana getirmeye elverişli olduğu hallerde söz konusu olur.
Seçimlik illiyet; zararlı sonucu, birden çok sebepten yalnız biri fiilen meydana getirmiş
olmakla beraber somut olayda bu sebebin hangisi olduğu bilinemediği durumda ortaya çıkar. Bu
durumda kural olarak sorumluluk söz konusu olmaz. Fakat sebeplerin birlik manzarası oluşturması
durumunda fiile katılanlar zarar görene karşı sorumlu olurlar.
Önüne geçen illiyet veya farazi illiyet; gerçekleşen türden zararı meydana getirmeye elverişli
birden çok sebep bulunmakla birlikte bunlardan yalnız biri zararlı sonucu meydana getirmiştir. Fakat
şayet bu sebep, sonucu meydana getirmemiş olsaydı, diğer sebep aynı zararı kesin olarak meydana
getirmiş olacaktı.
İlliyet bağını kesen sebepler; mücbir sebep, zarar görenin ağır kusuru ve 3. kişinin ağır
kusurudur.
HAKSIZ FİİLİN HÜKÜMLERİ
Haksız fiilden doğan edim tazminattır. Tazminat ikiye ayrılır:
a) Maddi Tazminat
- Aynen tazmin: Ör. kırılan camın yerine yenisinin takılması.
- Nakden tazmin: Malvarlığında uğranılan eksilmenin para ile giderilmesidir.
b) Manevi tazminat: Hakim kararında bir miktar paraya hükmedebileceği gibi kararın
yayımlanmasına da karar verebilir.
Tazminatın miktarını ve şeklini bizzat hakim belirler. Zararı ve failin kusurunu ispat etmek
davacıya düşer. Hakim mağdurun zarara razı olduğu veya zararın doğmasında kusurunun
bulunduğu hallerde tazminat miktarını indirebileceği gibi kaldırabilir. Tazminatın miktarı tayin
edilirken kusurun ağırlık derecesi ve failin ekonomik durumu da dikkate alınır.
Haksız fiillerden sorumlu olabilmek için temyiz kudretinin varlığı şart ve yeterlidir. Temyiz
kudretinden geçici yoksunluk durumunda kişi verdiği zarardan kural olarak sorumludur. Fakat bu
duruma kendi kusuruyla düşmediğini ispat ederek sorumluluktan kurtulabilir.
Maddi ve manevi tazminat davaları, zarar görenin zararı ve failini öğrendiği tarihten itibaren 1
yıl, zarar verici fiil veya olayın gerçekleşmesinden itibaren 10 yıl geçtikten sonra zamanaşımına uğrar.
Tazminat davası, ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü suç oluşturan bir
fiilden doğuyorsa, tazminat davasına da söz konusu süre uygulanır.

KUSURSUZ SORUMLULUK
Hukuk sistemimizde haksız fiilden dolayı kural olarak kusur sorumluluğu esası
benimsenmiştir. Kusursuz sorumluluk istisnadır.
A) ÖZEL KANUNLARDA DÜZENLENEN KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ:
1) Motorlu taşıt aracı işletenlerin sorumluluğu: Karayolları Trafik Kanunu’na göre, bir motorlu
aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebep
olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün ünvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından
kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi doğan
zarardan müteselsil olarak sorumlu olurlar.
İşletilme halinde olmayan sebep olduğu trafik kazasından dolayı işletenin sorumlu
tutulabilmesi için, zarar görenin, kazanın oluşumunda işleten veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu
kişilere ilişkin bir kusurun varlığı veya araçtaki bozukluğun kazaya sebep olduğunu kanıtlaması
gerekir.
Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin,
zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren 2 yıl ve herhalde kazadan itibaren 10 yıl
geçmekle zamanaşımına uğrar. Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve kanun bu fiil için daha
uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de uygulanır.
2) Çevreyi kirletenlerin sorumluluğu: Çevre Kanunu’nda düzenlenmiştir.

B) MEDENİ KANUNDA DÜZENLENEN KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ:


1) Ev başkanının sorumluluğu: Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya
akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği
dikkatle, onu, gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın
meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispatlamadıkça sorumludur.
13

2) Taşınmaz malikinin sorumluluğu: Bir taşınmaz malikinin mülkiyet hakkını bu hakkın yasal
kısıtlamalarına aykırı kullanması sonucunda zarar gören veya zarar tehlikesi ile karşılaşan kimse,
durumun eski hale getirilmesini, tehlikenin ve uğradığı zararın giderilmesini dava edebilir.
Hakim, yerel adete uygun ve kaçınılmaz taşkınlıklardan doğan zararların uygun bir bedelle
denkleştirilmesine karar verebilir.
Medeni Kanun’da ayrıca, tapu sicilinin ve kişisel hal sicillerinin hukuka aykırı tutulmasından
doğan zararlardan devletin kusursuz olarak sorumlu olması esası benimsenmiştir.

C) BORÇLAR KANUNU’NDA DÜZENLENEN KUSURSUZ SORUMLULUK HALLERİ:


1) Temyiz kudretinden sürekli olarak yoksun olanların sorumluluğu: Bu kişiler kural olarak
haksız fiilleriyle başkalarına vermiş oldukları zararlardan sorumlu değildirler. Fakat hakkaniyet
gerektiriyorsa sorumlu tutulmaları mümkündür.
2) Başkasını çalıştıranın (istihdam edenin) sorumluluğu: Borçlar hukukunda çalıştırılan kişinin işin
görülmesi sırasında başkalarına vermiş olduğu zarardan, onu çalıştıranın sorumluluğu iki ayrı
maddede düzenlenmiştir (BK 55 ve 100). Bu iki madde arasındaki farklar şunlardır:
a) BK 55, sadece sözleşme dışı sorumlulukta uygulanırken, BK 100, sözleşme sorumluluğunda
uygulanır.
b) BK 55’te adam çalıştırana kurtuluş beyyinesi getirme olanağı tanınmışken, BK 100’de yardımcı
şahıs kullanana böyle bir imkan verilmemiştir.
c) BK 55’te adam çalıştıranla çalıştırılan kişi arasında bir bağımlılık ilişkisi aranırken, BK 100’de
yardımcı şahıs kullananla yardımcı şahıs arasında böyle bir ilişkiye gerek yoktur.
d) BK 55’e göre çalıştırılan kişinin kendisine verilen işin görülmesi sırasında meydana gelen zarardan
sorumluluk söz konusu iken, BK 100’e göre, hem borcun ifası hem de bir borç ilişkisinden doğan
hakkın kullanılması sırasında verilen zararlardan sorumluluk söz konusudur.
e) BK 55’te zamanaşımı süresi 1 ve 10 yıl iken, BK 100’de bu süre 10 yıldır.
3) Hayvan idare edenlerin sorumluluğu: Bir hayvan tarafından verilen zararı o hayvan kimin
idaresindeyse, o kimse kusursuz olsa bile karşılamak zorundadır. Bu sorumluluk da özen gösterme
yükümlülüğünün ihlaline dayanır.
Hayvan idare edenin mutlaka hayvanın maliki olması şart değildir. Hayvan idare edenin de
kurtuluş beyyinesi getirmesi mümkündür.
4) Bina ve diğer yapı eseri maliklerinin sorumluluğu: Bir bina veya yapı eserinin (tünel, kanal,
elektrik direği, yol, inşaat iskelesi, kuyu, bahçe duvarı) maliki o şeyin yapılışındaki bozukluk veya
bakımındaki noksanlık sebebiyle başkalarının uğradığı zararı tazmin etmekle yükümlüdür.
Bina veya yapı eseri malikine sorumluluktan kurtulma imkanı tanınmamıştır.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEDEN DOĞAN BORÇLAR


Bir kimsenin mal varlığının haklı bir sebep olmaksızın diğer bir kimsenin mal varlığı aleyhine
zenginleşmesine sebepsiz zenginleşme denir. Şartları şunlardır:
1) Zenginleşme;Mutlaka malvarlığının aktif kısmında bir artma şeklinde olmasına gerek
yoktur.Malvarlığından çıkması gereken bir şeyin malvarlığından çıkmaması da zenginleşme
sayılır.
2) Fakirleşme
3) Zenginleşme ile fakirleşme arasında illiyet bağı
4) Zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmaması: Hukuki sebebin geçerli olmaması ve borç
olmayan şeyin ödenmesi, hukuki sebebin gerçekleşmemiş olması, ve hukuki sebebin ortadan kalkması
haklı sebebin olmadığını belirtir.
Sebepsiz zenginleşmenin hükümleri: Sebepsiz zenginleşmeden doğan borç, geri verme (iade)
borcudur. Geri verme borcunun kapsamı sebepsiz zenginleşenin iyi niyetli olup olmamasına göre
değişir. Sebepsiz zenginleşen iyi niyetliyse; geri verme anında elinde kalmış olan miktarı vererek
borcundan kurtulur, elinden çıkmış olan kısmı vermekle yükümlü değildir. İyiniyetli sebepsiz
zenginleşen iade konusu şey için yaptığı zorunlu ve yararlı giderleri isteme hakkına sahiptir. Sebepsiz
zenginleşen kötü niyetliyse; malvarlığında meydana gelen çoğalmayı tamamen iade ile yükümlüdür.
O halde zenginleştiği miktarın örneğin malvarlığına giren malın kaybolmasından hasara uğramasından
veya değerinin azalmasından da sorumludur. Bu kişi iade halinde, ancak yaptığı zorunlu giderlerin
ödenmesini isteyebilir. Yaptığı yararlı giderlerden, yalnızca geri verme zamanında elde kalan değer
14

fazlası oranındaki miktar kendisine ödenir. Lüks giderler eşyadan sökülüp alınabiliyorsa her iki
sebepsiz zenginleşen de bu giderleri ayırıp alabilir.
Sebepsiz zenginleşmede fakirleşen taraf verdiğini geri istemeye hakkı olduğunu öğrendiği
tarihten itibaren 1 yıl ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren 10 yıl içinde. 1 ve 10 yıllık
süreler zamanaşımı süreleridir. Zamanaşımına uğramış olan bir borcun ödenmesi, ahlaki bir görevin
yerine getirilmesi ve hukuka veya ahlaka aykırı bir amaç için ödemede bulunulması durumlarında
sebepsiz zenginleşme davası açılamaz.
Sebepsiz zenginleşme davası, ayni dava değil kişisel nitelikte bir dava olduğu için yalnız
borçlu ve mirasçıları aleyhine açılabilir. İstihkak davası sebepsiz zenginleşme davasını engel olur.
Para misli şey olduğundan misli şeylerin sebepsiz zenginleşenin aynı türden diğer şeyleri ile karışarak
onun mülkiyetine geçmesi sebepsiz zenginleşme davasına imkan verir.
Haksız fiilden doğan dava hakkı ile sebepsiz zenginleşmeden doğan dava hakkı yarışır.
Davacı, bu davalardan birini seçerek onu açabilir (davaların yarışması ilkesi).

BORÇLARIN İFASI
İfa borç ilişkisini sona erdiren ve borçlunun borcunu sözleşmeye uygun olarak yerine
getirmesini (usulüne uygun ifa) ifade eden bir kavramdır.
Borcun konusu ne ise ifa da kural olarak o konuya ilişkin olmalıdır. Fakat ifa yerine edim
olarak borcun konusu olan şeyden başka bir şey alacaklıya önerilir ve alacaklı tarafından da kabul
edilirse ifa gerçekleşmiş sayılır. Buna ifa yerine geçen edim denir.
İfa amacıyla yapılan edimde ise; alacaklıya borcun konusu olan şeyden başka bir şey teklif
edilmekte alacaklının da kabulüyle söz konusu şey paraya çevrilmekte ve borç çevrilen miktar
uyarınca sona ermektedir.
Borcun bizzat borçlu tarafından ifa edilmesinde alacaklının bir menfaati bulunmadıkça
borçlu borcunu bizzat ifa etmek zorunda değildir.
Şayet borcun tamamı muaccel olmuşsa (vadesi gelmişse) ve herhangi bir uyuşmazlık da
bulunmuyorsa bu durumda alacaklı kısmi ifayı kabul etmek zorunda değildir. Bu kuralın aksi
sözleşme ile kararlaştırılabilir. Sözleşmede belirtilmemiş olsa bile hakkaniyet gereğince de kısmi ifa
söz konusu olabilir.

SEÇİMLİK BORÇ – SEÇİMLİK YETKİ: Birden çok edimi içermekle beraber, borçlunun
bunlar arasından seçeceği bir tek edimi yerine getirmekle yükümlü olduğu borca seçimlik borç denir.
Seçim hakkı kural olarak borçluya aittir. Bu hak, tek taraflı, varması gerekli irade beyanıyla kullanılan
değiştirici yenilik doğuran bir haktır.
Seçimlik yetkide ise, sözleşmenin yapıldığı anda kesin olarak belirlenmiş ve borçlanılmış bir
tek asli edim vardır. Fakat borçlu, tarafların anlaşmalarına veya alacaklının sonradan verdiği yetkiye
göre, asıl edim yerine başka bir edimi (yedek veya ikame edim) yerine getirebilir. Seçimlik yetki,
kanundan veya taraf iradelerinden doğabilir. Kanundan doğan seçimlik yetkiye ör. aynen ödeme kaydı
bulunmayan yabancı para borcunun borçlusu, vadede borcunu yabancı para ile ifa edebileceği gibi, o
paranın TL karşılığı üzerinden de borcunu ifa edebilir.

İFA YERİ: İfa yeri taraflarca serbestçe belirlenebilir. Taraflar ifa yerini belirlememişlerse
Borçlar Kanunu’nun ifa yerine ilişkin tamamlayıcı hükümleri uygulanır. Buna göre para borçları ifa
zamanında alacaklının ikametgahının bulunduğu yerde ifa edilir. Para borçları nakit olarak ve
memleket parası ile ödenir.alacaklının bankadaki hesabına yatarılması veya çek ile ödenmesi ancak
alacaklının kabulu ile olur.posta havalesi ile gönderilmişse ikametgatta ödemeli olarak
gönderilmelidir.Bu borçlara götürülecek borç denir. Fakat kıymetli evrakta ise borcun ifa yeri
borçlunun ikametgahının bulunduğu yerdir. Para borçları kural olarak TL ile yerine getirilir.
Yabancı para üzerinden borçlanılmışsa ve sözleşmede aynen ödeme kaydı yoksa, borçlu borcunu
yabancı para ile ifa edebileceği gibi ifa zamanındaki kur üzerinden TL ile de ifa edebilir (seçimlik
yetki).

Belli bir şeyin teslimi borcu ise (parça borcu) o şeyin sözleşme yapılırken bulunduğu yerde
ifa edilir. Parça borcu; ferdiyle belirlenen şeylere ilişkin borçtur. Örneğin motor numarası belirtilmiş
15

ferrari marka araba veya fırtına adlı at gibi .Ancak bu hükmün uygulanabilmesi için tarafların bu şeyin
sözleşme yapılırken başka bir yerde olduğunu bilmeleri lazımdır.

Cins borçları ise doğdukları anda borçlunun ikametgahının bulunduğu yerde ifa edilirler.
Bu borçlara da aranacak borçlar denir. Cins borcu; türüyle veya sayı, tartı veya ölçü ile
benzerlerinden ayırt edilebilen şeylere ilişkin borçtur (Üzüm ,kömür.prinç gibi) . Cins borçları (nevi-
tür-çeşit borçları) o türden şeylerin yeryüzünde bulunduğu sürece ortadan kalkmaz.

İFA ZAMANI: Borcun ifa edilmesi gereken ana denir. Kural olarak her borç doğduğu anda
muaccel olur yani ifası istenebilir. Taraflar borcun ifasını bir süreye bağlayabilirler. Bu tür borçlara
müeccel borç (süreye bağlanmış borç) denir. Müeccel borç vadesi geldiğinde muaccel olur.
Vade olarak bir ayın başı, ortası veya sonu belirlenmişse bundan ayın 1., 15. ve sonuncu günü
anlaşılır. Vade pazar veya kanunen tatil olan bir güne rastlarsa kendiliğinden bugünü izleyen ve tatil
olmayan ilk güne geçer. Borç vadede iş saatleri içinde ifa edilmelidir.Bu sebepledir ki alacaklı iş
saatleri dışındaki ifayı kabul etmek zorunda değildir. Aksi kararlaştırılmamışsa borçlu borcunu
vadeden önceden ifa edebilir. Fakat bu sebeple indirim talep edemez.

ALACAKLININ TEMERRÜDÜ: Alacaklının kendisine sunulan edimi haklı bir sebep


olmaksızın reddetmesidir. Kusurlu olmasına gerek yoktur.
Alacaklının temerrüdü kural olarak borcu sona erdirmez. Borcun konusu bir şeyin teslimiyse
alacaklının temerrüdü halinde borçlu, hasar ve giderleri alacaklıya ait olmak üzere, vereceği şeyi tevdi
ederek borcundan kurtulabilir. Malın tevdi yerini ifa yerindeki hakim belirler. Ticari satımlarda ise
hakimin kararına gerek olmaksızın mal bir ardiyeye tevdi olunabilir. Tevdi ile birlikte borç, alacak ve
ona bağlı yan haklar sona erer. Borcun konusu olan şeyin niteliği veya işin türü tevdie olanak
vermiyorsa veya verilecek şey bozulabilecek veya bakım veya saklanması büyük giderleri
gerektirecek nitelikte ise, borçlu, alacaklıya ihtarda bulunduktan sonra, hakimin izniyle, malı açık
arttırmayla sattırarak bedelini tevdi edebilir.
Borcun konusu bir şeyin teslimini gerektirmiyorsa borçlu, sözleşmeyi feshedebilir.

BORCUN İFA EDİLMEMESİ


Borcun ifa edilmemesi (ademi ifa) borçlunun yüklenmiş olduğu edimi hiç veya gereği gibi ifa
etmemesi veya ifasında gecikmiş olması demektir.
Borçlu edimi kendi kusuruyla imkansızlaştırmışsa buna kusurlu imkansızlık denir. Buna
karşın edim borçlunun kusuru dışında bir sebeple imkansız hale gelmişse buna da kusursuz
imkansızlık denir. Kusurlu imkansızlık borçlunun sorumluluğuna yol açarken; kusursuz imkansızlık
ise borç ilişkisini kural olarak sona erdirir.

A) BORCUN İFA EDİLMEMESİNİN SONUÇLARI


1) Aynen ifa: Alacaklının bu yola başvurabilmesi için borcun ifasının imkansızlaşmamış olması
gerekir.
2) Tazminat: Alacaklı borçlunun kusurlu imkansızlığında ve temerrüdünde (ifada gecikmesinde)
borçludan tazminat isteyebilir. Alacaklının isteyebileceği bu tazminat müspet zararın tanzimidir.
Borçlu ifanın kendi kusuru olmaksızın imkansızlaştığını ispat etmedikçe bu zararı ödemek zorundadır.
Müspet zarar borcun ifa edilmemesi nedeniyle alacaklının uğramış olduğu zarardır.
3) Sözleşmeden dönme (fesih): Bu yol Borçlar Kanunu’nda sadece iki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerde borçlunun temerrüdü için tanınmıştır.

B) BORÇLUNUN TEMERRÜDÜ: İfası halen mümkün olan muaccel bir borcun borçlu tarafından
zamanında yerine getirilmemesidir. Şartları:
1) Borcun muaccel olması
2) İhtar: Borçlunun temerrüdü için alacaklının borçluya kural olarak bir ihtarda bulunması gerekir.
İhtar şekle tabi olmayan borçluyu gecikmiş olarak da olsa ifaya davet etme anlamı taşıyan varması
gerekli bir irade beyanıdır. Fakat tacirler arasında yapılacak ihtarların noter vasıtasıyla veya iadeli
taahhütlü mektupla veya telgrafla yapılması şarttır.
16

Borçlunun ikametgahı belli değilse ihtar ilan suretiyle yapılır.


Şu durumlarda ise ihtara gerek yoktur: Taraflar arasında kesin bir vadenin belirlenmiş olması;
ifa gününü belirleme yetkisinin taraflardan birine bırakılmış olması ve bu tarafın vadeyi belirleyerek
diğer tarafa bunu bildirmesi, borçlunun hal ve davranışlarından ihtarın faydasız görülmesi.
Borçlunun temerrüde düşebilmesi için borcun ifasında gecikmede kusurlu olmasına ise gerek
yoktur.
Borçlu Temerrüdünün Sonuçları:
1) GENEL SONUÇLARI
a) Gecikme Tazminatı: Borcun zamanında ifa edilmemesi nedeniyle alacaklının uğradığı zararı
borçlu gidermekle yükümlüdür. Fakat borçlu bu gecikmenin kendi kusurundan ileri gelmediğini
ispatlarsa tazminattan kurtulur.
b) Kazadan Dolayı Sorumluluk: Borçlu temerrüdün devam ettiği sürede edime kazara gelen
zararlardan da sorumludur. Borçlu temerrüde kendi kusuruyla düşmemiş olduğunu ve borcu
zamanında ifa etmiş olsaydı bile yine de kazanın olacağını ispat ederse sorumluluktan kurtulur.
2) ÖZEL SONUÇLARI
a) Para Borçlarındaki Özel Sonuçlar:
aa) Temerrüt faizi (gecikme faizi): Para borcunun borçlusu temerrüde düşerse bu faizi ödemek
zorundadır. 3095 sayılı “Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’a göre; borçlu sözleşme ile
aksi kararlaştırılmadıkça geçmiş günler için yıllık olarak Merkez Bankası’nın önceki yılın 31 Aralık
günü kısa vadeli kredi işlemlerinde uyguladığı reeskont oranı üzerinden temerrüt faizi ödemeye
mecburdur. Söz konusu reeskont oranı, 30 Haziran günü, önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan
reeskont oranından 5 puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısı için bu oran geçerli olur. Merkez
bankasının aynı tarihte kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, reeskont oranından fazla ise,
ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden de istenebilir. Taraflar akdi kapital faiz miktarını
sözleşmede kararlaştırmışlar, fakat, temerrüt faiz oranını kararlaştırmamışlarsa, temerrüt faiz oranı
akdi kapital faiz oranından daha az olamaz.
Yabancı para borçlarında sözleşmede daha yüksek akdi veya temerrüt faizi
kararlaştırılmamışsa, yabancı para borcunun faizinde devlet bankalarının o yabancı para ile açılmış bir
yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz oranı uygulanır.
Borçlu temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu ispat etse bile bu faizi ödenekten kurtulamaz.
Ayrıca alacaklının bu faizi isteyebilmesi için bir zarara uğradığını ispat etmesine de gerek yoktur.
Temerrüt faizi temerrüt tarihinden itibaren kendiliğinden işlemeye başlar. Temerrüt faizini ödemede
temerrüde düşen borçluya ayrıca bir faiz uygulanmaz.
bb) Munzam zararın tazmini (ek zararın tazmini): Alacaklı borçlunun temerrüdü yüzünden
temerrüt faizinden daha büyük bir zarara uğradığını ispat ederse borçlu, kusursuzluğunu ispat
etmedikçe onun bu zararını gidermelidir.
b) İki Tarafa Borç Yükleyen Sözleşmelerdeki Özel Sonuçlar: Bu tür sözleşmelerde alacaklı
borçluya önce kural olarak bir mehil (süre) verir. Sonra da kanunun kendisine tanıdığı seçimlik hakları
kullanır. Alacaklının borçluya vereceği mehil uygun bir süre olmalıdır. Alacaklı bu süreyi hakime de
tayin ettirebilir. Şu durumlarda ise mehil vermeye gerek yoktur:
- Sözleşmede kesin vade kararlaştırılmışsa,
- Borçlunun hal ve davranışlarından mehil vermenin faydasız olacağı anlaşılıyorsa,
- Borçlunun temerrüdü sonucu borcun ifası alacaklı için faydasız hale gelmişse.
Kendisine verilen uygun süre içinde borçlu borcunu yerine getirmezse alacaklı şu seçimlik haklarından
birini kullanabilir:
aa) Aynen ifa + gecikme tazminatı: Alacaklı bu yola mehil vermeden de gidebilir.
bb) Aynen ifadan vazgeçerek müspet zararının tazminini istemek
cc) Sözleşmeyi fesih ve menfi zararının tazmini: Borçlu kusursuzluğunu ispat ederek menfi zararı
ödemekten kurtulabilir. Menfi zarar; sözleşmenin geçersiz olması nedeniyle uğranılan zarardır.
Alacaklı ikinci veya üçüncü seçimlik haklarını kullanmak istiyorsa bunu derhal borçluya
bildirmek zorundadır.

MÜTESELSİL BORÇLULUK (PASİF TESELSÜL)


Tarafların anlaşmasıyla ya da bir kanun hükmü nedeniyle bölünebilir bir edimin birden çok
borçlusundan her birinin edimin tamamını ifa etmekte sorumlu olduğu borçluluk halidir.
17

Müteselsil borçlulukta her borçlu alacaklıya karşı edimin tamamından sorumludur. Alacaklı,
edimin tamamını borçlulardan herhangi birinden istediği takdirde, bu borçlu, kendisinin borcun sadece
kendi payına düşen kısmından sorumlu olduğuna ilişkin taksim def’ini ileri süremez.
Müteselsil borçlulukta alacaklı, edimin tamamını veya bir kısmını borçlulardan herhangi
birinden talep edebilir. Bu borçlulukta, alacaklının tatmini oranında diğer borçlular da borçtan
kurtulurlar.
Müteselsil borçluluk ya kanundan doğar ya da borçluların iradesinden doğar. Kanundan doğan
müteselsil borçluluğa kanuni teselsül denir. Ör. birden çok kişinin aynı zarardan aynı sebepten veya
değişik sebeplerden dolayı sorumlu olmaları, adi ortaklık, miras ortaklığı, birden çok kimsenin ariyet
alması, vedia kabul etmeleri, birden çok müvekkilin bir kişiyi vekil tayin etmeleri, kambiyon
senetlerinde hamile karşı müracaat borçlularının sorumluluğu.
Müteselsil borçluluk, borçluların alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olmayı
yüklenmelerinden doğmuşsa buna da iradi (akdi) teselsül denir. Borçlular arasında bu tür teselsülün
olabilmesi için mutlaka iradelerinin varlığı gerekir. Diğer bir ifade ile Borçlar Kanunumuz teselsül
karinesini kabul etmemiştir. Kısmi borç karinesini benimsemiştir. Fakat Ticaret Kanunu teselsül
karinesini kabul etmiştir.
Müteselsil borçluluğun hükümleri: Alacaklı borcun tamamını veya bir kısmını dilediği borçludan
isteyebilir. Alacaklının borçlulardan birine karşı açtığı davayı kaybetmesi durumunda diğerlerine karşı
dava açmasına engel bir durum söz konusu değildir. Müteselsil borçlulardan birinin acze düşmesi
diğer borçluları borçtan kurtarmaz.
Alacaklının müteselsil borçlulardan birine temerrüt ihtarında bulunması diğerlerini etkilemez.
Müteselsil borçlulardan biri kendi fiili ile diğer borçluların durumunu ağırlaştıramaz. Bunun tek
istisnası, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi durumunda diğerlerine de karşı
da zamanaşımının kesilmesinde görülür.
Müteselsil borçluların her birinin borcun sebebinden veya konusundan doğan ortak def’ileri
alacaklıya karşı ileri sürme yükümlülükleri vardır. Kendi payından fazla ödemede bulunan bir borçlu,
alacaklıya karşı bu def’ileri ileri sürmemişse diğer borçlulara rücu etme hakkını kaybeder. Kişisel
def’ileri ise ileri sürüp sürmemekte serbesttirler.
Müteselsil borçlulardan biri kendi payından fazla ödemede bulunduğu miktar için alacaklının
haklarına halef olur ve diğer müteselsil borçlulara rücu edebilir. İç ilişkide müteselsil borçluluk söz
konusu olmaz. Borçlular kendi aralarında borcun bölüşülmesi konusunda bir anlaşma yapmamışlarsa
eşit olarak yükümlendikleri kabul edilir.

ALACAĞIN TEMLİKİ
Bir alacağın alacaklı tarafından başka bir kimseye devredilmesi demektir. Alacağın temliki,
tediye (ödeme), tahsil ve teminat amaçlarıyla yapılabilir. Alacağın temliki hakim görüş uyarınca
soyuttur (mücerrettir).
A) Alacağın temlikinin türleri:
1) Kanuni temlik: Bir alacağın kanundan dolayı bir alacaklıdan başka bir kimseye geçmesidir. Ör.
miras bırakanın ölümüyle sahip olduğu alacakların kanundan dolayı mirasçılarına geçmesi,
müvekkilin vekile karşı vekalet ilişkisinden doğan borçlarını ifa edince, vekilin kendi adına fakat
müvekkili hesabına üçüncü kişiden kazandığı alacak hakkının müvekkile geçmesi.
2) Kazai temlik: Bir alacağın hakim kararıyla bir başka kişiye geçmesidir. Ör. hakimin paylı veya
elbirliği halindeki malvarlığı ilişkilerinin giderilmesi ve taksimine ilişkin kararı.
3) İradi temlik (rızai temlik): Alacağın, devredenle devralan arasında yapılan bir anlaşmayla temlik
edilmesidir. Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan temlik türü budur.
B) Alacağın temlikinin şartları:
1) Bir alacağın bulunması: Kural olarak bütün alacaklar temlik edilebilir. Bu bağlamda mevcut bir
alacak temlik edilebileceği gibi ileride kazanılacak bir alacak ve şarta bağlı bir alacak da temlik
edilebilir. Haczedilmiş alacaklar da temlik edilebilir fakat böyle bir temlik, haciz alacaklısının
haklarını ihlal ettiği oranda geçersiz olur.
Bazı alacakların temlik edilemeyecekleri kanunda belirtilmiştir. Ör. bakım alacaklısının hakkı,
vergi alacağı. Alacağın devredilemeyeceği alacaklı ile borçlu arasındaki sözleşme ile de
kararlaştırılabileceği gibi alacağın niteliği de temlike engel olabilir. Ör. nafaka alacağı. Bunlar
dışındaki bütün hallerde borçlunun rızası aranmaksızın alacak devredilebilir.
18

2) Temlik eden ile alacağı devralanın yazılı bir sözleşme yapmış olması: Burada ki yazılılık bir
geçerlilik şeklidir. Alacağın temliki şekle tabi ise de temlik vaadi bir şekle tabi değildir.
3) Temlik edenin tasarruf yetkisine sahip bulunması: Alacağın temliki bir tasarruf işlemi olduğu
için bunu devredenin o alacak üzerinde tasarruf yetkisinin olması gerekir.
C) Alacağın temlikinin sonuçları: Alacağın temlikinin en önemli sonucu, borç ilişkisinin alacaklı
tarafının değişmesidir. Alacak ile birlikte ona bağlı olan yan haklar (faiz, rehin, kefalet) de devralana
geçer.
Alacağını temlik eden, alacak senedi ile birlikte alacağı ispata yarayan diğer belgeleri
devralana teslim etmek ve ayrıca alacak hakkının ileri sürülmesini için gerekli olan bilgileri de ona
vermekle mükelleftir.
Alacağın temliki ivazlı (karşılıklı) ise, temlik eden temlik zamanında alacağın varlığını garanti
etmiş sayılır. Fakat kanuni temliklerde temlik eden bundan sorumlu değildir. Temlik ivazsız ise
(karşılıksızsa) alacaklı ayrıca garanti etmedikçe alacağın varlığından sorumlu değildir. Temlik ister
ivazlı ister ivazsız olsun alacağı devreden ayrıca taahhüt etmedikçe borçlunun ödeme gücünden
sorumlu değildir.
Alacağın temlik edilmiş olduğu borçluya, temlik eden veya alacağı devralan tarafından
bildirilebilir. Alacağın temlikinden borçlu haberdar edilmemişse eski alacaklıya iyi niyetle borcunu ifa
ederse borcundan kurtulur. Alacağın kime ait olduğu tartışmalı ise, borçlu, borcunu mahkemeye veya
hakimin göstereceği yere tevdi ederek borcundan kurtulabilir.
Borçlu temliki öğrendiği anda temlik edene karşı sahip olduğu alacağa bağlı olan def’i ve
itirazları temlik alana karşı da ileri sürebilir. Ör. ödemezlik def’i, zamanaşımı def’i.

BORCUN NAKLİ
Bir borç ilişkisinde borçlunun yerini yeni bir borçlunun alması demektir.
Borcun naklinde önce borçlu ile borcu yüklenmeyi taahhüt eden kimse arasında bir borçtan
kurtarma taahhüdü (vaadi) sözleşmesi yapılır. Buna borcun iç nakli denir. Borçlu, kendisinin taahhüt
edene karşı olan borcunu yerine getirmiş olması şartıyla, taahhüt edenden vaadini yerine getirmesini
isteyebilir.
Gerçek ve teknik anlamda borcun nakli ise borcu devralan kimse ile alacaklı arasında yapılan
bir sözleşme ile ortaya çıkar. Buna da borcun dış nakli denir. Söz konusu sözleşmeye ilişkin icap ve
kabul açık (sarih) olabileceği gibi örtülü (zımni) de olabilir. Bu sözleşme herhangi bir şekle tabi
değildir.
Kural olarak bütün borçlar nakledilebilir. Nakledilecek borç, muaccel olabileceği gibi,
müeccel veya şarta bağlı bir borç da olabilir.
Borcun naklinin sonuçları: Borcun nakli ile borç ilişkisinin borçlu tarafı değişir. Alacaklı artık eski
borçludan talepte bulunamaz.
Borcu teminat altına alan bir rehin varsa ve bu rehin 3. kişi tarafından verilmiş bulunuyorsa
borcun nakli ile rehin sona erer. Rehnin devam edebilmesi için 3. kişinin borcun nakline rıza
göstermesi gerekir. Kefalette de durum aynıdır.
Borcu devralan kimse eski borçlunun şahsına bağlı olan def’iler (ör. takas def’i) dışındaki
diğer def’ileri alacaklıya karşı ileri sürebilir. Ör. zamanaşımı def’i veya ödemezlik def’i.

ŞARTA BAĞLI BORÇLAR


Şart hukuki işlemin sonuçlarına etkisi bakımından ikiye ayrılır:
1) Geciktirici (Erteleyici-Taliki) Şart: Hukuki işlemin sonuçlarını doğurabilmesinin gelecekte
gerçekleşmesi şüpheli bir olaya bağlanmasıdır.
2) Bozucu (İnfisahi) Şart: Hukuki sonuçlarını doğurmuş olan bir işlemin ortadan kalkmasının
gelecekte gerçekleşmesi şüpheli bir olaya bağlanmasıdır.
Hukuki işlemin bağlanmış olduğu gelecekteki şüpheli olayın geciktirici şart mı yoksa bozucu
şart mı olduğu hususunda tereddüt olunursa, kural olarak hukuki işlemin geciktirici şarta bağlandığı
kabul edilir.
Şüpheli olayın gerçekleşmesi şeklinde kararlaştırılan şarta müsbet şart; şüpheli olayın
gerçekleşmemesi şeklinde konulan şarta menfi şart denir.
Gerçekleşmesi tarafların elinde olmayan, tamamen tesadüfe veya 3. bir kişinin iradesine bağlı
şarta tesadüfi şart denir. Gerçekleşmesi taraflardan birinin iradesine bağlı şarta ise iradi şart denir.
19

Gerçekleşmesi hem taraflardan birinin hem de belli bir 3. kişinin iradesine bağlı olan şarta ise karma
şart denir.
Şart konusu olay geleceğe ilişkin ve şüpheli bir olay olmalıdır. Şart hukuka ve ahlaka aykırı
olmamalı aynı zamanda imkansız da bulunmamalıdır.
Kural olarak bütün işlemler şarta bağlanabilir. Evlenme, tanıma, nesebin reddi, mirasın reddi
ve tescil talebi gibi işlemler ise şarta bağlanamaz.
Geciktirici şartta şart gerçekleşinceye kadar işlemin hükümleri askıdadır. Bu devrede alacaklı
alacağını talep edemeyeceği gibi, takas da edemez. Fakat şarta bağlı alacak başkasına temlik edilebilir
ve alacaklının ölümü halinde mirasçılarına geçer. Aynı zamanda şarta bağlı alacak, rehin veya
kefaletle teminata bağlanabileceği gibi, haciz veya iflas yoluyla takibe de konu olabilir. Şart
gerçekleşince işlemin sonuçları doğar.
Borçlu şart gerçekleşinceye kadar edimin gereği gibi ifasını önleyecek davranışlardan
kaçınmalıdır. Alacaklı hakkı tehlikeye düştüğü takdirde sanki alacağı şarta bağlı değilmişçesine
gerekli önlemlerin alınmasını isteyebilir.
Şartın gerçekleşmesine taraflardan birinin dürüstlük kurallarına aykırı davranması mani
olmuşsa bu durumda şart kanunen gerçekleşmiş sayılır (hükmi gerçekleşme).
Aksi kararlaştırılmadıkça geciktirici ve bozucu şartın etkileri geçmişe etkili değildir.

PEY AKÇESİ: Taraflar arasında bir sözleşmenin yapılmış olduğunun teyidi amacıyla
taraflardan birinin diğerine verdiği bir miktar para veya menkul bir maldır.
Kanuna göre aksine bir yerel adet veya sözleşme olmadıkça yoksa pey akçesi alan onu
alacağına mahsup etmeyerek ona sahip olabilir. Fakat ülkemizde pey akçesi alan tarafın onu
alacağından mahsup edeceği (düşeceği) kabul edilir.

PİŞMANLIK AKÇESİ: Sözleşmenin yapıldığı sırada bir tarafın diğerine verdiği ve onu alan
kişiye bırakmak suretiyle, veren tarafa, dilediği zaman sözleşmeden serbestçe dönme hakkı sağlayan
bir miktar paradır. Pişmanlık akçesi cayma tazminatı, zamanı rücu diye de bilinir.
Pişmanlık akçesini veren taraf sözleşmeden dönerse verdiğini karşı tarafa bırakır. Pişmanlık
akçesini alan taraf sözleşmeden dönerse aldığının iki katını verir.

CEZAİ ŞART: Borcun hiç ya da gereği ifa edilmemesi durumunda borçlu tarafından
alacaklıya ödenmesi önceden kararlaştırılan edimdir. Cezai şart borçluyu, ifaya zorlayıcı bir baskı
aracı olduğu gibi alacağın teminatını da oluşturur. Cezai şartın unsurları şunlardır:
a) Geçerli bir asıl borcun bulunması: Asıl borcun hangi borç kaynağından doğduğu önemli
değildir. Eksik borçlardan zamanaşımına uğramış borçla, ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi borcu
cezai şarta bağlanabilir.
b) Cezai şart asıl borcun yanında ondan bağımsız ayrı bir edim yüklenimidir: Cezai şart olarak
kararlaştırılan edim mali bir değer taşıyan bağımsız bir edimdir.
c) Cezai şarttan doğan borç asıl borcun yanında fer’i bir borç niteliğindedir.
Cezai şartın üç türü vardır:
1) Seçimlik cezai şart: Cezai şart; borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumunda ödenmek
üzere konulmuş ise aksi kararlaştırılmamış olduğu takdirde alacaklı ya borcun ifasını veya cezai şartın
ödenmesini isteyebilir.
2) İfaya eklenen cezai şart: Cezai şart; borcun zamanında ve belirlenen yerde ifa edilmemesi halinde
ödenmek üzere konulmuş ise aksi kararlaştırılmamış olduğu takdirde alacaklı hem borcun aynen
ifasını hem de cezai şartın ödenmesini birlikte talep edebilir. Fakat alacaklı bu hakkından feragat etmiş
veya bir çekince ileri sürmeksizin yalnızca ifayı kabul etmişse, cezai şartı talep etmekten vazgeçmiş
kabul edilir.
3) Dönme cezai şartı: Alacaklı bu cezai şartta sadece cezai şartı talep edebilir. Borçlu cezai şartın
sözleşmeden dönme için kararlaştırılmış olduğunu ispat ederek ve de cezai şartı ödeyerek sözleşmeden
dönebilir.
Cezai şartın hükümleri: Cezai şartın talep edilebilmesi için öncelikle asıl borcun muaccel olması
(vadesinin gelmiş olması) gerekir. Ayrıca asıl borcun hiç veya gereği gibi veya zamanında veya
belirlenen yerde ifa edilememiş olması gerekir. Fakat borcun hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi
borçluya yükletilemeyen sebeplerden meydana gelmişse cezai şart ödenmesi gerekmez.
20

Cezai şartın miktarını taraflar diledikleri gibi belirleyebilirler. Fakat hakim aşırı (fahiş)
gördüğü cezai şartı indirmekle yükümlüdür. Bu kural tacirler arasında prensip olarak geçerli değildir.
Cezai şartın şartları gerçekleşince alacaklı, hiçbir zarara uğramamış olsa bile bu cezai şartın
ödenmesini isteyebilir.
Alacaklı cezai şart miktarından daha fazla bir zarara uğrarsa, uğradığı bu zararı borçlunun
kusurunu ispat ederek talep edebilir.

BAŞKASININ EDİMİNİ BORÇLANMA (ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN FİİLİNİ TAAHHÜT)


Bir 3. kişinin edimini taahhüt eden kişi, 3. kişinin edimini yerine getirmemesinden doğan
zararı ödemekle yükümlüdür. 3. kişi sözleşmenin tarafı değildir. Yargıtay 1969 tarihli bir İçtihadı
Birleştirme Kararı’nda banka teminat mektuplarını 3. kişinin edimini taahhüt olarak
nitelendirmiştir. Başkasının edimini borçlanma bir tür garanti sözleşmesidir. Garanti sözleşmesi
BK’da düzenlenmemiştir. Garanti verenin bir ivaz elde etme amacı olmaksızın garanti alanı, bir
teşebbüse sevk etmek gayesi ile teşebbüsün tehlikesini bağımsız olarak üzerine aldığı sözleşmeye
garanti sözleşmesi denir.
Kefalet sözleşmesinden farklı olarak başkasının edimini taahhüt edenin borcu asıl borçtan
bağımsız bir borçtur. Başkasının edimini borçlanma sözleşmesinin geçerliliği kefalet sözleşmesinden
farklı olarak bir şekle bağlı değildir.
Başkasının edimini borçlanmada, üçüncü kişinin edimi kararlaştırılan zamanda yerine
getirmemesi halinde, borçlu diğer tarafın müsbet zararını gidermekle yükümlüdür. 3. kişinin edimini
taahhütten doğan alacak, niteliği itibariyle sözleşmeye dayalı bir alacak olduğundan 10 yıllık genel
zamanaşımına tabidir.

BAŞKASI YARARINA SÖZLEŞME


Sözleşmenin tarafları kendi adlarına hareket ettikleri yani bir temsil ilişkisinin söz konusu
olmadığı durumda borçlu edimini bir 3. kişiye ifa ile yükümlüyse buna 3. kişi yararına sözleşme denir.
Bu sözleşmeler ikiye ayrılır:
a) Başkası yararına eksik sözleşme: Bu sözleşmede 3. kişi borcun ifasını talep edemez yalnızca
kendisine yapılacak ifayı kabule yetkili olur. Başkası yararına sözleşmeler aksi kararlaştırılmamışsa
eksik 3. kişi yararına sözleşmedir.
b) Başkası yararına tam sözleşme: Bu sözleşmelerde 3. şahıs da borcun ifasını isteyebilir. Üçüncü
kişi yararına tam sözleşmelerde, üçüncü kişi borcun ifasını talep hakkını kullanmak istediğini borçluya
bildirmişse, alacaklı, artık borçluyu ibra edemez.
Üçüncü kişi yararına yapılan sözleşmelerde, üçüncü kişinin hakkı taraflar arasındaki
sözleşmeden doğduğu için, borçlu, alacaklıya karşı ileri sürebileceği itiraz ve def’ileri üçüncü kişiye
karşı da ileri sürebilir. Fakat, borçlu üçüncü kişiye karşı olan borcunu, diğer tarafın kendisine olan
borcu ile takas edemez.

BORÇLARIN SONA ERMESİ

1) İFA: Usulüne uygun olarak yapılan ifa borç ilişkisine son verir.
2) İBRA (BORÇTAN KURTARMA SÖZLEŞMESİ): İbra Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiştir.
Alacaklı ile borçlu arasında yapılan bir sözleşme ile (ibra sözleşmesi) borç sona ermiş olur.
Borcu doğuran sözleşme bir şekle bağlı ise Yargıtay’a göre ibra sözleşmesi de aynı şekle
uygun olarak yapılmalıdır. İbra bir tasarruf işlemi olduğundan, ibranın geçerliliği, alacaklının alacak
üzerinde tasarruf yetkisinin bulanmasına bağlıdır. İbra ile asıl borç ve ona bağlı fer’i borçlar sona erer.
Fer’i bir borç ibra edilmişse asıl borç sona ermez.

3) TECDİT (YENİLEME): Yeni bir borç kurmak suretiyle eski borcun ortadan kaldırılmasıdır.
Şartları şunlardır:
a) Eski borcun ortadan kaldırılması: Söz konusu borç hukuki işlemden doğan bir borç olabileceği
gibi, haksız fiil veya sebepsiz zenginleşmeden doğan bir borç da olabilir. Fakat yenilenecek olan borç
geçerli bir borç olmalıdır.
21

Zamanaşımına uğramış borçlarla ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi için yüklenilmiş olan
borcun yenilenebileceği kabul edilmekte, fakat, kumar ve bahisten doğan borçların ise
yenilenemeyeceği benimsenmektedir.
b) Geçerli bir yeni borç meydana getirilmesi
c) Yeni doğan borcun eski borçtan farklı olması: Bu farklılık edimde ortaya çıkabileceği gibi
(objektif yenileme), taraflardan birinin değişmesi biçiminde de ortaya çıkabilir (sübjektif yenileme).
d) Tarafların yenileme için açıkça anlaşmaları gerekir: Yenileme örtülü (zımni) şekilde yapılamaz.
Mevcut bir borç için kambiyo taahhüdünde bulunmak, yeni bir alacak senedi vermek, kefalet senedi
vermek aksine anlaşma yoksa yenileme sayılmaz. Ayrıca, bir alacağın cari hesaba kaydedilmesiyle
borç yenilenmiş sayılmaz. Borç, ancak, hesap kesilip, ortaya çıkan bakiye karşı tarafça kabul edilince
yenilenmiş olur. Fakat hesap kalemlerinden biri için verilmiş olan teminat sona ermeyerek bakiye için
devam eder.
İpotekli borç senedinin veya irat senedinin düzenlenmesiyle birlikte dayanağı olan borç ilişkisi
ise kural olarak yenileme yoluyla sona erer.
Yenileme sözleşmesi ile eski borç ve ona bağlı fer’i borçlar da sona erer. Onun yerine yeni
borç geçer ve zamanaşımı yeniden işlemeye başlar.

4) ALACAKLILIK VE BORÇLULUK SIFATLARININ AYNI KİŞİDE BİRLEŞMESİ:


Alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesiyle borç ve fer’ileri son bulur. Söz konusu
birleşme külli halefiyet yoluyla olabileceği gibi cüzi halefiyet yoluyla da olabilir. Alacaklı ve borçlu
sıfatlarının aynı kişide birleşmesi kesin olmalıdır.
Birleşme borcu sona erdirmesine rağmen 3. kişilerin haklarını etkilemez. Borç; ipotekli borç
senedine veya irat senedine bağlanmışsa alacaklı ve borçlu sıfatının aynı kişide birleşmesiyle borç
ortadan kalkmaz. Borçlu isterse aynı senetleri tekrar tedavüle çıkarabilir. Aynı şekilde kıymetli evraka
ilişkin hükümler de saklıdır.
Birleşme sonradan ortadan kalkarsa borç da yeniden doğar.

5) KUSURSUZ İMKANSIZLIK: Borçluya yükletilemeyen haller yüzünden borcun ifası mümkün


olmazsa kural olarak borç sona erer.
Sözleşmenin kurulması sırasında ortaya çıkan imkansızlığa başlangıçtaki imkansızlık;
sözleşmenin kurulmasından sonra ortaya çıkan imkansızlığa ise sonraki imkansızlık denir.
Başlangıçtaki objektif imkansızlık sözleşmenin batıl olmasına neden olur.
Sonraki imkansızlık şayet borçlunun kusurundan ileri geliyorsa kusurlu imkansızlık, borçluya
yükletilemeyen bir sebepten ileri geliyorsa kusursuz imkansızlık ismini kazanır.
İmkansızlık bir borcun ifasının çeşitli sebeplerle (umulmayan hal (kaza), mücbir sebep vs.)
mümkün olmamasıdır. İmkansızlık nedeniyle asıl borç ve ona bağlı fer’i borçlar ortadan kalkar.
İmkansızlık kısmi veya tam olabilir.
Kusursuz imkansızlık sebebiyle borcun sona erebilmesi için yok olan (telef olan) edimin
yerine başka bir şeyin geçmemiş olması gerekir. Kusursuz imkansızlık durumunda borçlu karşı
taraftan edimini isteyemez. Daha önce almışsa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri vermek
zorundadır. Fakat bu hükmün aksi kararlaştırılabilir.
Satım sözleşmesinde hasar, sözleşmenin kurulduğu andan itibaren alıcıya geçtiğinden, satıcı,
satılanı teslim borcunu kusursuz olarak yerine getiremiyorsa alıcı taahhüt ettiği semeni satıcıya
ödemekle yükümlüdür.

6) TAKAS: Karşılıklı olarak hem alacaklı hem borçlu olanların birbirlerinden olan alacaklarının en
azının miktarı uyarınca sona ermesidir. Takas, kolaylık ve basitlik sağlar.
Takasın, kanuni takas (bizzat kanunun taraflardan birine tanıdığı ve diğer tarafın rızasının
bulunmasına gerek olmaksızın sonuç doğuran takas) ve akdi takas (tarafların anlaşmalarıyla ortaya
çıkan takas) olmak üzere iki türü vardır. Borçlar Kanunu’nda düzenlenen kanuni takastır.
Takas – Mahsup: Mahsup, bir alacak miktarından belli olgular sebebiyle indirme yapma anlamına
gelir. Mahsupta alacaktan indirilecek olan miktar bir karşı alacak değildir. Takasta ise, karşılıklı iki
alacak bulunmaktadır.
Takasın şartları şunlardır:
22

a) Borçların karşılıklı olması (mütekabiliyet): Takas edilecek borçlar karşılıklı olmalıdır. Takasta
karşılıklılık ilkesinin tek istisnası, alacağın temlikinde, borçlunun temliki öğrendiği zaman henüz
muaccel olmamış bir alacağı mevcut olup da bu alacağın temlik edilen alacaktan daha sonra muaccel
olmaması şartıyla temlik edilen alacakla takası mümkündür.
b) Borçların benzer olması (mümaseliyet): Takas edilecek borçlar birbirine benzer olmalıdır.
Miktarlarının eşit olması gerekmez.
c) Borçların muaccel olması (vadelerinin gelmiş olması): Vadesi gelmemiş borçlar (müeccel
borçlar) kural olarak takas edilemez. Fakat borçlunun iflası durumunda alacaklılar vadesi gelmemiş
olsa bile alacaklarını müflisin kendilerinden olan alacağı ile takas edebilirler.
d) Takas beyanında bulunulmuş olması: Takas beyanı tek taraflı şekle tabi olmayan karşı tarafa
varmasıyla sonuçlarını doğuran bir işlemdir. Borçlulardan biri, bu hakkından önceden feragat edebilir.
Borçların takas edilebilmesi için kural olarak borçlulardan birinin bu beyanda bulunması yeterlidir.
Fakat kanun şu alacakların takasında karşı tarafın onayını aramaktadır:
- Tevdi edilmiş veya haksız olarak alınmış veya hile ile alıkonulmuş bulunan bir şeyin geri
verilmesine veya bedeline ilişkin alacaklar,
- Nafaka ve iş ücreti gibi borçlunun ve ailesinin geçimi için mutlak biçimde zorunlu olup özel niteliği
gereği fiilen alacaklının eline verilmesi gereken alacaklar,
- Devlet, vilayet ve köyler lehine olarak kamu hukukundan doğan alacaklar.
Takasın Hükümleri: Takas, karşılıklı olan borçları en az olanının miktarı oranında sona erdirir.
Karşılıklı borçlar değer itibariyle birbirlerine eşit iseler takas sonunda her ikisi de son bulur. Takasın
hükümleri takas beyanının karşı tarafa varmasıyla meydana gelir ve daha sonra ortadan kaldırılamaz.
Takasın hükümleri geçmişe etkilidir. Yani takas edilen borçlar takas açıklamasının yapıldığı
andan itibaren değil takas edilebilmelerinin mümkün olduğu andan itibaren sona ermiş sayılırlar.

7) ZAMANAŞIMI (MÜRURUZAMAN)
Kanun tarafından belirlenmiş şartlar altında ve belli süre içinde alacaklının hareketsiz kalması
sonucu alacağın ifasını isteme yetkisinin sona ermesidir. Buna ıskatı müruruzaman (düşürücü
zamanaşımı) denir.
Zamanaşımı–Hak düşürücü süre: Zamanaşımı alacak hakkını zayıflatırken, hak düşürücü süre hakkı
ortadan kaldırır. Hak düşürücü süre niteliği itibariyle bir itirazdır, hakim re’sen dikkate alır.
Zamanaşımı ise bir def’idir, hakim re’sen dikkate alamaz. Zamanaşımı süresinin işlemesinin durması
veya kesilmesi mümkün olduğu halde, hak düşürücü sürenin işlemesi durmaz ve kesilmez.
Zamanaşımı sadece alacak haklarında söz konusu olurken; hak düşürücü süre, borç ilişkileriyle
benzeri ilişkilerde, yenilik doğuran haklarda etkili olur.
Bir borcun veya bir alacağın zamanaşımına uğraması için gerekli şartlar şunlardır:
a) Borcun muaccel olması: Kural olarak bütün borçlar zamanaşımına uğrarlar. Fakat gayrı menkul
rehni ile güvence altına alınan borçlarla, aciz vesikasına bağlanmış olan borçlar zamanaşımına
uğramazlar. Menkul rehniyle güvenceye bağlanmış olan borçlar ise zamanaşımına uğrarlar.
b) Kanunun belirlediği sürenin geçmiş olması: Kanun bütün borçlar için tek bir süre belirlememiş
çeşitli zamanaşımı süreleri öngörmüştür. Kanunda ayrıca özel bir süre belirtilmedikçe her borç on
yıllık zamanaşımına tabidir. Buna genel zamanaşımı süresi denir. Kanunun beş yıllık zamanaşımına
tabi tuttuğu bazı alacaklara ör. kira, sermaye faizleri, işçilerin ücret alacağı, vekalet, komisyon,
acentelik, ticari tellallık sözleşmesinden doğan davalar. Karz sözleşmesinden doğan alacak hakları ise
altı aylık zamanaşımına tabidir.
Zamanaşımı süreleri kural olarak alacağın muaccel olduğu andan itibaren işlemeye başlar.
Fakat, alacağın muacceliyeti bir ihbara bağlanmışsa, zamanaşımının başlangıç anı, bu ihbarın yapıldığı
değil, yapılabileceği andır. Süreler hesaplanırken o sürenin işlemeye başladığı gün hesaba katılmaz.
Son gün bir tatil gününe rastlarsa, süre, bugünü izleyen ilk iş gününe kadar uzar.
c) Zamanaşımının durmamış olması: Kanunda sayılan sebeplerden birinin varlığı durumunda
zamanaşımı süresinin işlemeye başlamaması veya başlamışsa bu sebep ortadan kalkıncaya kadar
durarak devam etmesine zamanaşımının durması (tatili) denir. Sebep ortadan kalktığı andan itibaren
kalan süre durduğu yerden itibaren tekrar işlemeye başlar. Zamanaşımını durduran sebepler
şunlardır:
- Velayetin devamı süresince çocukların ana babalarından olan alacakları için,
23

- Vesayetin devamı süresince vesayet altında bulunanların vasi ve vesayet dairelerinden (sulh ve asliye
hakimlerinden) olan alacakları için,
- Evliliğin devamı boyunca karı kocadan birinin diğerinden olan alacağı için,
- Hizmet akdinin devamınca işçilerin işverenden olan alacakları için,
- Borçlu alacak üzerinde intifa hakkına sahip olduğu süre içinde,
- Alacağın bir Türk mahkemesinde ileri sürülmesi mümkün olmadığı sürece zamanaşımı işlemez veya
işlemeye başlamışsa durur.
d) Zamanaşımının kesilmemiş olması: Kanunda sayılan sebeplerden birinin gerçekleşmesi
durumunda sürenin o ana kadar işlemiş olan kısmının ortadan kalkması ve sürenin baştan itibaren
yeniden işlemeye başlamasına zamanaşımının kesilmesi denir. Zamanaşımını kesen sebepler
şunlardır:
- Borçlu borcu ikrar ettiği (kabul ettiği), özellikle faiz veya mahsuben bir miktar para veya rehin veya
kefil verdiği takdirde,
- Alacaklı mahkemede dava açmışsa veya hakeme müracaat etmişse veya icra takibinde bulunmuşsa
veya iflas masasına başvurmuşsa, zamanaşımı kesilmiş olur.
Zamanaşımı müteselsil borçlulardan birine karşı kesilmiş olursa diğerlerine karşı da kesilmiş
olur. Asıl borçluya karşı zamanaşımı kesilmiş olursa kefile karşı da kesilmiş olur. Fakat kefile karşı
kesilen zamanaşımı asıl borçluya karşı kesilmiş olmaz.
Zamanaşımının kesilmesi durumunda o andan itibaren işlemeye başlayacak yeni süre kural
olarak eskisinin aynıdır. Fakat borç bir senetle ikrar olunmuş veya bir hükümle ispatlanmışsa yeni süre
daima 10 yıldır.
Zamanaşımının hükümleri: Zamanaşımına uğrayan borç/alacak ortadan kalkmış olmaz sadece
alacaklının talep ve dava hakkını sona erdirir. Borçlu alacaklının ifa talebine karşı zamanaşımı def’i’ni
ileri sürebilir. Zamanaşımına uğramış borç eksik borçtur. Borçlu dilerse ödeyebilir. Borçlunun
zamanaşımından önceden feragat etmesi batıldır.
Asıl alacağın zamanaşımına uğraması halinde ona bağlı fer'i haklar da (ör. faiz, cezai şart)
zamanaşımına uğramış olur. Fer’i borç zamanaşımına uğramışsa asıl borç zamanaşımına uğramaz.

ÖZEL BORÇ İLİŞKİLERİ

Borçlar hukukunda düzenlenmiş olan sözleşmeler

1) Mülkiyetin devri gayesini güden sözleşmeler (Satım,trampa,bağışlama v.s)


2) Kullandırma gayesi güden sözleşmeler (Kira Sözleşmesi .Karz Sözleşmesi )
3) İşgörme gayesini güden sözleşmeler (Hizmet,istisna.neşir(yayın),vekalet ,tellalık v.s)
4) Muhafaza gayesini güden sözleşmeler (Vediya,ardiye ve otelciye ve hancıya tevdi sözleşmesi)
5) Teminat gayesini güden sözleşmeler (Kefalet Sözleşmeleri )
6) Talih ve tesadüfe bağlı sözleşmeler (Kumar ve bahis )
7) Şirket Sözleşmeleri (Borçlar kanununda sadece adi şirket düzenlenmiştir.)

MÜLKİYETİN DEVRİ GAYESİNİ GÜDEN SÖZLEŞMELER

A) SATIM SÖZLEŞMESİ

Satım sözleşmesi iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir.Yani satım sözleşmesinde satıcı
ve alıcı hem borçlu hemde alacaklıdırlar. Gerçekten satıcı satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğini alıcıya
devretmek bakımından borçlu semeni alıcıdan istemek bakamından alacakladır.Aynı şekilde alıcıda
semeni satıcıya ödemek bakımından borclu fakat satılan şeyin mülkiyet ve zilyetliğinin kendisine
verilmesini satıcıdan istemek bakımından alacaklıdır.

Unsurları

1) Satılan Şey : Satım sözleşmesinin konusu sadece maddi şeylerden ibaret değildir.Maddi
şeyler kadar maddi olmayan şeylerde satılabilir.Bu itibarladır ki mameleki değer taşıyan
24

herşey satım sözleşmesine konu olabilir.(elektrik.su .doğalgaz,bir haber,bir mağazanın müşteri


çevresi gibi ).Satılan şeyin sözleşmenin yapıldığı anda satıcının mülkiyetinde olmasıda
gerekmemektedir.İfa zamanında yeterki satıcı satıma konu olan şeyi ifa edebilsin.
2) Semen : Alıcının satın aldığı şeye karşılık satıcıya ödemeyi tahahüt ettiği paradır.Bu para
memleket parasıdır.Semenin sözleşmenin yapıldığı anda miktar bakımından belli olarak
gösterilmesi şart değildir,tayin edilebilir olması lazım ve yeterlidir.
3) Anlaşma: Satıcı zilyetlik ve mülkiyetini alıcıya devretme alıcıda satıcıya ödeme tahahütünde
bulunmuş olmalarıdır.
Nefi ve Hasarın Geçişi: Satım sözleşmesinde nefi(yarar) ve hasar (tehlike) halin gereğinden ve özel
şartlardan doğan istisnalar dışında sözleşmenin yapılmasından itibaren alıcıya geçer.

Satım Sözleşmesinin Türleri :

1) Menkul Satımı
2) Gayrimenkul Satımı (Resmi Şekilde yapılması gerekmektedir.
3) Numune üzerine Satım
4) Tecrübe ve muayene şartıyla satım
5) Mülkiyeti muhafaza şartıyla satım
6) Taksitle satım
7) Arttırma ile satım

Satım Sözleşmesinin Hükümleri :

Satıcının Borçları

1) Teslim ve mülkiyeti nakli borcu:


2) Satılanı saklama borcu
3) Ayıba karşı tekeffül borcu:Satıcı satılan şeyin belirttiği ve vaad ettiği nitelikleri taşımaması
kadar onun değerini veya faydasını azaltan veya ortadan kaldıran noksanlıkların
bulunmasından dolayısıyla alıcıya karşı sorumludur.Ancak satıcı alıcının satım zamanında
bilmekte olduğu ayıplardan sorumlu değildir.Satılan şeyin ayıplı olması halinde alıcıya üç
seçimlik hak tanınmıştır
a)Sözleşmeyi fesh edebilir
b) Semenin indirilmesini dava edebilir
c)Satılan şeyin ayıpsız misli ile değiştirilmesini isteyebilir
Ancak ayıp sebebi ile satıcının sorumlu tutulabilmesi için alıcının imkan doğar doğmaz satınaldığı
şeyi muayene etmesi ve muayene sonucunda gördüğü ayıpları derhal alıcıya bildirmesi
gerekmekedir.

4)Zapta Karşı Tekeffül Borcu:Satılan şeyin üzerinde üçüncü şahısların ayni veya
kuvvetlendirilmiş şahsi bir hakkı bulunmadığını garanti etmesi şayet bir üçüncü şahıs üstün
hakkına dayanarak satılan şeyi alıcının elinden alacak olursa yada alıcının mülkiyet hakkını tam
anlamıyla kullanmasını önleyecek biçimde bir hak iddia ederse bunun sonuçlarından sorumlu
olmasıdır.

Alıcının Borçları

1) Semeni Ödeme Borcu


2) Satılanı Teslim alma Borcu

B) TRAMPA SÖZLEŞMESİ :Trampa bir malın başka bir mal ile değiştirilmesidir.Trampada semen
yokdur.Sözleşmeye konu olan malların az çok eşit değerde olması gerekmektedir.Şayet mübadele
25

edilen şeyler arasında değer farkı mevcut ise fazla değerde olanı alan taraf diğer tarafa bir miktar para
ödemek zorunda kalırki böyle bir durumda yapılan hukuki muamele trampa sözleşmesi değil fakat
bileşik sözleşme niteliği gösterir.

C) BAĞIŞLAMA SÖZLEŞMESİ :Mülkiyetin devri amacını güden sözleşmelerdendir.Bir kimse


malvarlğının tamamını veya bir kısmını teberru kasdıyla yani bir karşılık beklemeksizin diğer bir
kimseye devreder veya devretmeyi tahahhüt eder.Bağışlama tek taraflı ivazsız bir sözleşmedir.Sadece
bağışlayan borç altına girmektedir.Satım sözleşmesine konu olabilen herşey bağışlama sözleşmesine
de konu olabilir.Bağışlama sözleşmesi yapabilmek için bağışlayanın tam ehliyetli olması gerekirken
bağışlananın sadece mümeyyiz olması yeterlidir.Ancak kanuni mümessil sınırlı ehliyetsizi
bağışlamayı kabulden men etmek veya bağışlanan şeyi bağışlayana iade etmesini isteme yetkisine
sahiptir.

Türleri

a)Elden Bağışlama
b)Bağışlama tahahhüdü:Bağışlama tahahüdünün kapsamına menkuller gayrimenkuller ile onlar
üzerindeki ayni haklar girer.Bağışlama tahahhüdü yazılı şekilde yapılmak zorundadır.Eğer
bağışlama konusu olan şey bir gayrimenkul veya gayrimenkuller üzerindeki bir ayni hak ise
bağışlama taahhüdünün resmi şekilde tapu memuru önünde yapılması gerekmektidir.

KULLANDIRMA GAYESİ GÜDEN SÖZLEŞMELER

A)KİRA SÖZLEŞMESİ : Kullandırma gayesini güden sözleşmelerin başında gelir .Bununla bir
kimse bir ücret karşılığında birşeyin kullanılmasını veya ondan yararlanılmasını belli bir süre için
başka bir kimseye bırakmayı taahhüt eder.İvazlı kullandırma sözleşmelerindendir.İki tarafa borç
yükleyen sözleşmelerdendir.

Türleri
a)Adi Kira:Kiracıya kiralanan şeyi sadece kullanma hakkını veren kira türüdür.Sözleşmenin konusu
menkul olsun gayrimenkul olsun mutlaka maddi bir şeydir.Örneğin araba,gelinlik ,radyo kiralaması
gibi
b)Hasılat Kirası :Kiracıya kiralanan şeyi kullanma hakkının yanında onun semerelerini de toplama
hakkı verir.Hasılat kirasının konusu sadece hasılat getiren şeyler ve haklar olabilir.Örneğin bir çiftliğin
bir portakal bahçesinin bir sinamanın kiralanması bu tür kiraya örnek teşkil eder.Semere vermeyen
şeylerin kirası kural olarak adi kira semere veren şeylerin kirası ise hasılat kirasına konu olur.Kira
sözleşmesi ister hasılat ister adi kira olsun herhangi bir şekle tabi değildir.

Hükümleri

a)Kiralayanın Borçları :Kiralanan şeyi sözleşmenin gayesine uygun bir şekilde kullanmaya elverişli
bir halde kiracıya teslim etmek ve kira süresince onu bu halde bulundurmaktadır.Şayet kiralanan şey
sözleşmenin gayesine uygun surette kullanma mümkün olmayacak veya önemli derecede azalacak bir
halde teslim olunursa kiracı sözleşmeyi feshe veya kira bedelinden uygun bir miktar indirim
yapılmasını isteme hakkına sahiptir.
b)Kiracının Borçları: En önemli borçu kira bedelini ödemektir.Kira bedelini taraflar serbestçe tespit
edebilir.Kiracının bir diğer borcu ise kiralanan şeyi özenle kullanmak ve apartman kiralarında bina
dahilinde oturanlara karşı komşuluk gereklerine uymaktır.Son olarakda kira sözleşmesinin sonunda
kiralanan şeyi geri vermekle kiracı sorumludur.Kiracı kiralanan şeyi hangi şekilde almışsa o şekilde de
iade etmekle de sorumludur.

Sona Ermesi

a)Sürenin Geçmiş Olması :


26

b)Feshi Bildirme: Kira sözleşmesinin belirsiz bir süre için yapılmış olması halinde gerek kiracı
gerekse kiralayan tek taraflı bir irade açıklaması ile sözleşmeyi sona erdirebilmesidir.
c)Fesih:Feshi bildirme süresi belli olmayan kira sözleşmesinin sona erdirilmesi yolu olduğu halde
fesih ister belirsiz süreli olsun ister belirli süreli olsun sözleşmenin hükümlerinin taraflarca hiç veya
gereği gibi yerine getirilmemesi veya gecikmesiyle yerine getirilmesi halinde söz konusu olan bir sona
erme halidir.Her iki tarafta bu yola başvurabilmektedir.
d) Önemli Sebeplerden Dolayı Feshi Bildirme:Sadece belli süreli gayrimenkul kiraları için
uygulanabilir.Belli bir süre için yapılmış olan gayrimenkul kirasında kira ilişkisinin devamını
çekilmez hale getiren sebepler ortaya çıktığı takdirde taraflardan biri diğerine tam bir tazminat vermek
ve kanuni sürelere uymak şartı ile sözleşmenin feshini bildirebilir.

B) ARİYET SÖZLEŞMESİ :Ariyet öyle bir sözleşmedir ki onunla ariyet veren bir şeyin bedava
kullanılmasını ariyet alana bırakmak ve alan dahi o şeyi kullandıktan sonra geri vermekle mükellef
olur.Ariyet kullandırmamacını güden sözleşmedir.Ariyet veren kullandırma karşılığı herhangi bir
bedel karşılık beklememektedir.Ariyet sözleşmesine konu olan şeylerin tüketilebilen eşya olmaması
gerekmektedir.Zira ariyet alan ariyet aldığı şeyi belli bir süre sonra ariyet verene geri vermek
zorundadır.Tüketilebilen şeyler ancak karz sözleşmesine konu olabilirler.Menkuller ve gayrimenkuller
ariyet sözleşmesine konu olabilirler.Ariyet alan eşyayı bizzat kullanmakla sorumludur.Başkasına
kullandırmak için ariyet verinin izninin alınması gerekmektedir.Ariyet alan olağan masrafları
ödemekle sorumludur.Herhangi bir şekle tabi değildir.

C) KARZ SÖZLEŞMESİ :Kullandırma amacını güden sözleşmelerdendir.Karz sözleşmesi ile karz


veren bir miktar para veya diğer bir misli şeyin mülkiyetini karz alana devretmeyi karz alan da miktar
ve vasıfta eşit aynı türden aynı şeyi karz verene geri vermeyi tahahhüt eder.ferden muayyen olan
şeyler karz sözleşmesine konu olmazlar mesela dolma kalemim şemsiyem gibi şeyler karz
sözleşmesine konu olmayıp ancak ariyet veya kira sözleşmesine konu olabilir.Uygulamada karz
sözleşmesine en çok para borçlarında rastlanmaktadır.Karz sözleşmesi herhangi bir şekli tabi
değildir.Ancak isbat bakımından yazılı yapılmasında fayda vardır.Karz sözleşmesinde mülkiyet karşı
tarafa geçmektedir.Ancak ariyet ve kira sözleşmelerinde mülkiyet karşı tarafa geçmemekte sadece
zilyetlik(Kullanım hakkı) karşı tarafa geçmektedir.

Adi Karz :Kural olarak ivazsızdır.Yani taraflar faiz kararlaştırmamışlar iseler karz alanın faiz
vermesi gerekmez.
Ticari Karz : Ticari karzda ise durum böyle değildir.Faiz şart edilmemiş olsa bile faiz
verilmek lazımdır.Ticari karz daima ivazlıdır.

Karz Verenin Borçları : Karz konusu olan para veya misli şeyi karşı tarafa verme borcudur.Karz
verenin teslim borcunun karşısında karz alanın şeyin kendisine teslimini isteme hakkı vardır.ancak bu
hak karz verenin temerrüdünden itibaren 6 ay geçmekle zamanaşımına uğrar.Görüldüğü gibi
zamanaşımı borcun muaccel olduğu tarihten değil temerrüt tarihinden itibaren işlemeye başlar.Bu
durum karz sözleşmesine özgü istisnai bir durumdur.
Karz Alanın Borçları:

a) Geri Verme Borcu :


b) Faiz Borcu: Sadece ivazlı karzlarda söz konusudur.

İŞ GÖRME GAYESİNİ GÜDEN SÖZLEŞMELER

A) HİZMET SÖZLEŞMESİ :Hizmet sözleşmesi işgörme gayesini güden diğer bir anlatımla insan
emeği olan sözleşmelerdir.Bununla bir kimse belirli veya belirsiz bir süre için hizmet görmeyi diğer
tarafta buna karşılık ücret ödemeyi tahahüt eder.Hizmet bedeni ve fikri olabilir.

B) İSTİSNA SÖZLEŞMESİ : Konusu insan emeği olan sözleşmelerdir.Bununla bir kimse diğer
tarafın ödemeyi tahahüt ettiği bir ücret karşılığında bir şey imal etmeyi tahaahüt eder.Sözleşme
27

herhangi bir şekle tabi değildir.Sözlede yapılabilir.Bir terzinin elbise dikmesi,bir tiyatro topluluğunun
piyesi temsil etmesi ,bir mimarın plan çizmesi istisna sözleşmesine konu olabilir.İstisna sözleşmesi
daima ivazlıdır.

C)VEKALET SÖZLEŞMESİ : Vekalet sözleşmeside hizmet ve istisna sözleşmeleri gibi işgörme


gayesini güden ,insan emeği veya faaliyetleri olan sözleşmelerdir.Vekalet Sözleşmesi ile bir kişi
vekalet veren tarafa bir işin idaresini veya bir hizmetin görülmesini tahaahüt eder .Hizmet ve istisna
sözleşmeleri daima ivazlı olduğu halde vekalet sözleşmesi ivazlı veya ivazsız olabilir.Vekalet
sözleşmesi herhangi bir şekle tabi değildir.Avukatlara dava için verilen vekalet sözleşmesinin yazılı
olarak yapılması gerekmektedir.Her türlü hizmet vekalet sözleşmesinin konusu olabilir.Vekalet
sözleşmesine örnek olarak şunları verebiliriz.Bir hammalın bavulumuzu taşıması,bir diş tabibinin
dişimizi tedavi etmesi,bir mimarın inşaatımızı kontrol etmesi,bir arkadaşımızın bizim için bir
malımızı satması gibi.Dava açma,sulh olma,tahkim,kambiyo tahaahütünde bulunma ,bağışlama ve
bir gayrimenkulun temlik veya bir hak ile sınırlandırılması için verilen vekaletlerde özel yetki
verilmesi gerekmektedir. Vekil kendisine verilen işi bizzat yapmak zorundadır.Vekalet sözleşmesi
azil,istifa,vekilin ve vekalet verinin ölümü,iflası ve ehliyetini kaybetmesi vekalet sözleşmesini sona
erdidir.

D)HAVELE: Havalenin konusunu para,kıymetli evrak ve misli şeyler teşkil eder.Havale herşeyden
evvel bir ödeme vasıtasıdır.havaleye tahsil maksadı ile de başvurulabilir.

MUHAFAZA GAYESİNİ GÜDEN SÖZLEŞMELER

A) VEDİA SÖZLEŞMESİ : Vedia bir şeyin muhafaza edilmesi gayesini güden


sözleşmelerdendir.Bununla vedia alan (müstevda) vedia veren (Mudi) tarafından kendisine
tevdi edilen şeyi kabul ve onu emin bir yerde saklamayı taahhüt eder.Nitekim bir doktorun
muayenehanesinin bekleme odasında herhangi bir eşyasını bırakan hasta ile doktor arasında
bir vedia ilişkisi söz konusu değildir.Buna karşılık aynı eşyanın bir lokantanın veya bir
tiyatronun vestiyerine bırakılmasında müşteri ile lokanta veya tiyatro sahibi arasında vedia
sözleşmesi yapılmış olur.Sözleşme herhangi bir şekle tabi değildir.Vedia ücret belirtilmediği
sürece ivazsız sözleşmelerdendir.Vedia alan vedia konusu şeyi vedia verinin izni olmaksızın
kullanamaz.Kullanacak olursa vedia verene uygun bir tazminat ödemek zorunda kalır.Ayrıca
kazadan doğacak zarardanda sorumludur.
Türleri

a) Adi Vedia :
b) Usulsüz Tevdi :
c) Ardiye Mukavelesi
d) Otelciye Tevdi

TEMİNAT GAYESİ GÜDEN SÖZLEŞMELER

A)KEFALET SÖZLEŞMESİ :Kefalet öyle bir sözleşmedir ki ,onunla kefil borçlunun


borçunu ifa etmemesi halinde bundan şahsen sorumlu olmayı alacaklıya tahahhüt eder.Kefelat
sözleşmesi tek tarafa borç yükleyen sözleşmelerdendir.Zira kefalette yalnız kefil borç altına girmekte
alacaklı ise bundan sadace menfaat elde etmekedir.Kefilin borcu feri bir borçtur.Asli borcun
mevcudiyeti halinde hüküm ifade eder.Asıl borç herhangi bir sebeple sona ererse kefalette sona
erer.kefalet borcu tali bir borçtur.İlk planda asıl borçlunun takibi sözkonusu olup ancak asıl borçlu
borcunu ödemediği takdirde kefile başvurulabilir.
Geçerlilik Şartları

Asli Şartlar
a) Geçerli bir asli borcun bulunması
28

b) Kefilin Ehliyeti

You might also like