You are on page 1of 117

DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ YAYINLARI - Sayı: 59

EL-MUHTASARÂT
Temizlik ve İbâdetler

Haci Mehmed Zihnî (Efendi merhûm)

İkinci baskı

(Yeni Türk harfleriyle ilk baskı)

Doğuş Ltd. O. Matbaası

Ankara - 1957

1
Müellifin Hayâtı ve Eserleri Hakkında Bilgi 1

Mehmed Zihnî

Velâdeti:

Mehmed Zihni, 1262 hicrî senesinde (efrencî: 1844), Derseâdet’de (İstanbul’da)


doğmuştur. Babası, mülkiye kaymakamlarından Mehmed Reşid idi.

Tahsili:

Cevâmi-i şerife derslerine devam ederek, ulûm-ı âliye şehâdetnâmesi demek olan
“icâzetnâme-i esâtize”yi ihraz etmiştir.

İş hayâtı:

1280 hicrî senesinde (1864), Bâb-ı Âlî Meclis-i Vâlâ’nın Mazbata odasına mülâzım olarak
çırağ edilmiş, 1285 de (1869) Matbaa-i Âmire Takvîm-i Vekayi’ kitabet ve musahhihliğine
terfi etmiş, 1296 senesinde (1870) Mekteb-i Sultanî (Galatasaray) Ulûm-ı Arabiyye ve
Dîniyye muallimliğine tâyin olunarak, aynı sene Matbaa-i Âmire’deki vazifesinden istifa
etmiştir. 1300 senesinde (1883), Mekteb-i Sultânî’deki muallimliği uhdesinde kalmak
üzere, Mülkiye Mektebi’nin Usûl-i Fıkıh muallimliğine tâyin olunmuştur. 1309 senesinde
(1892), beş âzâdan mürekkeb olarak teşekkül eden “Tedkîk-i Müellefât” komisyonu
âzâlığma tâyin olunmuş ve Mülkiye Mektebi’ndeki vazifesine ikinci ve üçüncü sınıf arabî
muallimlikleri ilâve edilmiştir. 1312 senesinde (1895), Mülkiye’deki derslerine iki sâat
“Fıkh-ı Şerîf” ilâve olunmuş, bunun üzerine arabî muallimliğini terketmiştir. Aynı sene,
Mekteb-i Sultânî’deki ve Mülkiye’deki vazîfeleriyle, “Tedkîk-i Müellefât” komisyonundaki
âzâlığına halel gelmemek üzere, uhdesine “Meclis-i Kebîr-i Maârif” âzâlığı tevcih
edilmiştir. 1320 senesinde (1902) “Encümen-i Teftiş ve Muayene Riyaseti” ne tâyîn
edilmiştir. 1324 senesinde (1906) Mülkiye’deki Usûl-i Fıkıh muallimliğini terketmiştir.
1326 senesinde (1908) “Meclis-i Kebîr-i Maârif” âzâlığına getirilmiştir. Bu sırada sinni
kanunen muayyen olan haddi tecâvüz etmiş olmasına rağmen, “erbâb-ı fazl u kemâl”den
bulunmasına mebnî, mezkûr meclisde ilmî hususlarda re’y ve malûmatından istifâde
edilmekte olmasından dolayı, tahdîd-i sinden istisnası “Meclis-i Vükelâ”ca tezekkür
edilmiştir.

Matbu’ eserleri:

1 - Meşâhîrü’n-Nisâ (Hazerât-ı âliye-i Sahâbiyân ve şâir nisa ve meşhûrâtın terâcim-i


ahvâline dâir, iki cilt).

2 - El-Muktadab (İlm-i sarf ve nahve dâir iki kısımdır.)

3 - El-Müşezzeb (Nâm-ı dîger: El-Mürteeb) (İlm-i sarf ve nahve dâir, iki kısımdır.)

4 - El-Müntehab (Fî Ta’lîmi Lûgaatı’l-Arab)

5 - Kitâbü’t-Terâcim.

6 - El-Kavlü’l-Ceyyid (İlm-i meânî ve beyân ve bedî’ şevâhidini sarihtir.)

7 - El-Hakaaik (İlm-i Hadîs’dendir. İki cildi matbu’ olup, ruvât-ı Hadîs’in terâcim-i ahvâlini
câmi’dir. Mütebakisi gayri matbu olarak ihzar edilmiş ise de, Müslim-i Şerîf’in tab’ından

[1 Bu hal tercemesi müellif merhumun oğlu, rahmetli Ali Rânâ Tarhan tarafından hazırlanmıştı.]

2
sonraya ta’lik edilmiş. Ne çare ki muvaffakiyyet hâsıl olmamıştır.)

8 - Elgaaz-ı Fıkhiyye (Mesâil-i fıkhiyyenin lûgaz tarzında olanlarını câmi’dir.)

9 - Ni’met-i İslâm (Akaaidden.)

10 - Ni’met-i İslâm, kısm-ı sânî (İbâdâtdan, müstakil birer kitaptan beş kitaptır.)

11 - Ni’met-i İslâm, kısm-ı sâlis (Münâkehât ve müfârekaatdan bir kitaptır.)

12 - El-Kavlü’s - Sedîd fî İlmi’t-Tecvîd (İlm-i tecvîddendir.)

13 - Feyz-i Yezdan.

14 - Muhtasarât.

Tab’olunmamış eserleri:

1 - Düstûrü’l-Muvahhidîn (İlm-i kelâm’dan.)

2 - Usûlü’n-Nuka (Usûl-i fıkıhdan.)

3 - Terceme-i Tuhfetü’l-Mülûk (Fıkıhdan.)

Tercemeleri:

1 - El-Munkızu mine’d-Dalâl.

2 - Tuhfetü’l-Erîb.

3 - Etvâku’z-Zeheb.

4 - Sihâmü’l-İsâbe fî Kenzi’d-Da’avâti’l-Müstecâbe.

5 – Tuhfetü’r-Râğıb fî Sîreti Cemâati min A’yâni Ehli Beyti’l-Etâyib.

Aldığı rütbeler ve nişanlar:

Bâb-ı Âlî’de bulunduğu esnada “Râbia”, sonra da “Sâlise” rütbesine nail olmuş, 1300
senesinde (1883) “Saniye” ve 1302 senesinde de (1885) “Mütemayiz” rütbesine terfi’
olunmuştur. 1304 senesinde (1887) üçüncü rütbe “Mecîdî nişân-ı zîşân”ı ve 1305
senesinde (1888) “Rütbe-i ûlâ sınıf-ı sânî”si, 1308 senesinde de (1891) “Rütbe-i ûlâ”
tevcih edilmiştir. 1307 senesinde (1890) üçüncü rütbeden, 1318 senesinde (1901) ikinci
rütbeden ve 1325 senesinde de (1907) birinci rütbeden “Osmânî nişân-ı zîşânı” ile taltif
olunmuştur.

1888 senesinde, Stockholm’de mün’akid “Müsteşrikin Cemiyyet-i İlmiyyesi”ne ihdâ


eylediği matbu’ eserlerinden dolayı kendisine İsveç ve Norveç Hükümeti tarafından altın
madalya verilmiştir.

Vefatı:

Mehmed Zihni’nin, son eseri olan Muhtasarât’ın tab’ına başlanıldığının 17 nci günü, 1332
hicrî senesinde (1914) irtihâli vuku’ bulmuştur. Beylerbeyi’nde, Küplüce cami-i şerifi
kurbündeki kabristanda medfûndur.

Ömrünün elli senesini münhasıran Ulûm-ı âliye-i arabiyye ve dîniyye tahsil ve tetebbuuna

3
hasretmiştir. Matbaa-i Âmire’de tab’edilen “Sahîh-i Buharî”nin tashihi ile iki sene kadar
meşgul olmuş, sekiz ciltden müteşekkil bu kitabın tab’ını 1315 hicrî senesinde (1898)
hitâma erdirmeğe muvaffak olmuştur. Son zamanlarını yine tab’ına nezârete me’mûr
edildiği diğer hadîs kitablarından “Müslim’i-Şerîf”in tashihine hasretmiştir; bu kitabın
haşiyeleri Mehmed Zihni’nin tetebbuâtı mahsûlüdür. Mu’tâdı üzere geceleri pek az uyur
ve sabaha kadar evinin bir köşesinde “Müslim-i Şerif”e haşiye tedârikiyle uğraşırdı. En
büyük emeli, 8 cilt üzerinden müretteb olan kitabın tab’ını sona erdirmek iken, beşinci
cildinin hitâmına iki forma kadar kaldığı bir sırada, bu fânî âleme vedâ’ etmiştir.

Cenâb-ı “Tâhirü’l-Mevlevî”nin Mehmed Zihni’nin vefatı hakkında söylediği târih şudur:

Yine hayfâ ki sîne-i vatanı


Bir ziyâ-ı müessir incitdi;

Yine bir fâzil-ı yegânesini


İlm ü irfân-ı cihan kaybetdi.

Son zamanlarda Âlem-i İslâm


Ne mühim zâyiât ile bitdi!

Düştü bir nev-hasâr, marifete


Hacı Zihnî Efendi de gitdi.

1332

Adne pervâz eden o rûh-ı güzîn


Bulsun a’le’l-merâtibi. Âmîn.

4
.‫بسم الل ّه والحمد ّلله والصلاة والسلام على خير خلقه‬
ّ ‫سيدن محمد خاتم رسل‬
.‫الله‬
İnsâna akaaid-i hakka ve tahâret-i kâmile üzere ibâdâtınla ve adi ü nasafet üzere
muamelâtını ve ahlâk-ı fâzıla üzere muâşerâtını ta’lîm etmekte olduğundan Dîn-i
islâm’dan büyük ni’met olmaz.

.‫نعمت الاسلام وكفى بنعمته على الحمد ّلله‬


“Ni’met-i İslâm” nâmında küçük bir İlm-i Hâl risalesi var idi ki o risâlecik ahiren fıkhın
İbâdât ve Münâkehât aksamını hâvi büyücek bir kitaba mebde’ ve kısm-ı evvel olmuş idi.

İbâdât kısmı Taharet ve Salât ve Savm ve Zekât ve Hacc mesâilini cami’ müstakil birer
kitâb olarak Ni’met-i İslâm’a kısm-ı sânî kılınmış ve Zebâih ve Udhiye ve Akiyka, mesaili
de Kitâb’ül-Hacc’a zeyl edilmiş idi.

İşte o beş kitâbdan ibaret olan kısmı sânî-i Ni’met-i İslâm bu defa ihtisar olunarak
kitapların isimleri evveline birer (Muhtasar) kelimesi geçirildi ve cümlesine birden (El-
Muhtasarât fi Mesâili’t-tahâreti ve’l-ibâdât) nâmı verildi. Kitâb-ı Zekât ile Kitâb-ı Hacc’ın
muhtasarlarına asıllarında olmıyan ba’zı mesâil ziyâde edildi. 2

ّ ‫وما توفيقى الا‬


١٣٣٢ ‫ محرم سنه‬١ ‫ فى‬.‫بالله‬
Mehmed ZİHNİ

2
O ziyâdenin Kitâb’ül-Hacc’e âid olanı aslın tab’a-i saniyesinde dahî mevcûddur.

5
Medhal

Kitabımız ilm-i fıkhın ibâdât kısmından bahistir. (Fıkh): Ef’âl-i mükellefine müteallik olan
ahkâm-ı şer’iyyeyi bilmektir. Bilene (Fakıyh) denir.

Fukahânın a’zamı amelde metbûumuz olan (İmâm-ı Ebû-Hanîfe) Nu’mân bin Sabit
Hazretleridir. 80 târihinde doğmuş ve 150 târihinde Bağdad’ta vefat etmiştir. Müddet-i
hayâtı 70 senedir. Muasırı olup Medîne-i Münevvere’de bulunduğu cihetle (İmâmü Dâr’ü-
Hicre) deyû ma’rûf olan (İmâm-ı Mâlik) Hazretleri ondan 10 yaş küçüktür ki 90 senesinde
tevellüd etmiş ve 179 târihinde Medîne-i Münevvere’de vefat eylemiştir. Müddet-i hayâtı
89 senedir. İmâm-ı Ebû-Hanîfe Hazretlerinin vefatı günü (İmâm-ı Şafiî) Hazretleri
tevellüd etmiştir ki vilâdeti 150 tarihindedir. Vefatı 204 senesi Mısır’da vuku’ bulmuştur.
Müddet-i hayâtı 54 senedir. İmâm-ı Mâlik ashâbından idi. İmâm-ı Ebû-Hanîfe
Hazretlerinin ashabına da mülâkî oldu. Fi’lrasl İmâm-ı Şafiî Hazretlerinin ashâbından olan
(İmâm-ı Ahmed bin Hanbel) Hazretleri 164 senesi tevellüt edib 241 târihinde Bağdad’da
vefat eylemiştir. Müddet-i hayâtı 77 senedir.

Zevât-ı müşârün-ileyhim hazerâtına (Eimme-i Erbea) ta’bîr olunur. Cümlesi ehl-i sünnet
ve cemâat ve ashâb-ı takva ve mazhar-ı tevfîk ve hüdâdır. İctihâd ettikleri mezhebe ve
mezheblerinin mensûbînine (Hanefî) ve (Mâlikî) ve (Şâfiî) ve (Hanbelî) denir.

Memâlik-i Osmaniye ahâlî-i müslimesinin ekseri Hanefî ve Hilâfet-i İslâmiyye dahî


mezheb-i Hanefî üzere câridir.

Müşârün-ileyh (İmâm-ı Ebû-Hanîfe) Hazretlerinin iki meşhur tilmizi vardır 3 ki biri 113
târihinde tevellüd ve 182 târihinde vefat eden İmâm-ı Ebû-Yûsuf Ya’kub bin İbrâhîm ve
diğeri 135 târihinde doğub 189 târihinde merhum olan İmâm-ı Ebû-Abdi’llâh Muhammed
bin el-Hasen Hazretleridir. Bu iki zâtin biri künyesiyle İmâm-ı Ebû-Yûsuf deyû ve diğeri
ismiyle İmâm-ı Muhammed deyû yâd edilir. İkisine birden (İmâmeyn) ve (Sâhibeyn)
ta’bîr olunur. Mezheb-i Hanefî’yi Hazret-i İmâm’dan ahzettikleri usûl üzere bu zâtlar zabt
ve tahrîr etmişler ve aldıkları ilm ve me’zûn oldukları münazara neticesi olarak bir takım
mesâilde kâh müt-tehiden ve kâh münferiden üstâzlarına muhalif kalmışlardır. Kütüb-i
fıkhiyyenin metinleri kavl-i İmâm üzere mürettebdir. Kavl-i İmâmeyn başkaca
gösterilmektedir.

İmâm-ı Ebû-Yûsuf Mezheb-i Hanefide (İmâm-ı Sânî) ve İmâm-ı Muhammed (İmâm-ı


Sâlis) addolunduğundan İmâm-ı Ebû-Hanîfe Hazretleriyle İmâm-ı Ebû-Yûsuf Hazretlerinin
ittihâd ettikleri hükm-i mes’ele (İnde’ş-Şeyheyn) deyû gösterilir ve İmâm-ı Ebû-Hanîfe ile
İmâm-ı Muhammed Hazretlerinin ittihâd ettikleri mes’ele (İnde’t-tarafeyn) deyû gösterilir.
İmâmeyn Hazretlerinin müttehiden Hazret-i İmâma muhalif bulundukları mes’ele ise
(İnde’l-İmâmeyn) yâhud (İnde’s-Sâhibeyn) deyû zikrolunur.

Cümlesinden Hak râzî olsun din ve dünyâya büyük hizmet etmişlerdir.

3
Aded-i Telâmîz-i İmâm bine baliğdir. Anların eceli ve efdali kırk zâttır ki derece-i içtihada
varmışlardır. Anları Hazret-i imâm kendisine takrîb eder ve bir hâdise vukuunda anlarla müzâkere
ve müşavere ve ba’zan bir ay ve daha ziyâde müddet-i münazara eyler idi. Reddü’l-Muhtâr.

6
(Ef’âl-i Mükellefin): Mükelleflerden sâdır olan fiillerdir. (Mükellef): Âkil ve baliğ olmak
cihetiyle üzerine Şer’-i Şerîf’in emr ve nehyi carî olan erkek ve kadındır. Emirlerin ve
nehiylerin hâsıl ettiği esere (Hüküm) denir ve (Ahkâm) diye cemi’lenir.

(Ahkâm-ı Şer’iyye) ki (Ahkâm-ı Teklîfiyye) dahî denir, Vücûb, Nedb, İbâhat, Hürmet,
Kerahet diye icmâlen beş ve tafsîlen sekiz kısım sayılarak müteallıkları i’tibâriyle Farz,
Vâcib, Sünnet, Müstehab, Mubah, Haram, Mekruh, Müfsid deyû ta’dâd olunur. Nitekim
atîde istıtrâden zikrolunur. (Fî s 23).

Mükellefden sâdır olan fiil gerek ibâdât gibi âhirete müteallik olsun gerek Münâkehât ve
Muamelât gibi dünyâya müteallik bulunsun ya Mubah, veya Haram yâhud Vâcib veya
Mekruh ilâ âhirihî olmaktan hâlî değildir. Biz şimdi âhirete müteallik olan ef’âlden -ki
İbâdât ta’bîr olunur- ve anın ahkâm-ı şer’iyyesinden bahsedeceğiz.

(Taharet) vesîle-i ibâdettir. Farz-ı ayn olan (İbâdât): Namaz, Oruç, Zekât, Hacc’dır.
Bunların herbiri birer kitâb ile mübeyyendir. Kitâb-ı evvel işte bu (Kitâbü’t-Tahâre) dir.

7
‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ
Kitâbü’t-Tahâre = Temizlik Bahsi

Bu kitapta taharetten ve âlet-i taharet olan sulardan 4 ve kuyulardan ve a’zâr ve encâstan


ve mutahhirâttan bahsolunur.

Taharet: Temizliktir ki hades veya habesin zevalinden ibaret olmak 5 üzre iki nevi’dir.
Birine hadesten taharet denir ki teabbüdî bir temizliktir.

Diğerine necasetten taharet tâbir olunur ki gayr-i tâhir şeylerin izâlesiyle olan temizliktir.

Hades: İstimâl-i müzîle değin 6 a’zâ ile kaaim olan mâni-i şer’îdir.

Anın asgar ve ekber nev’i vardır. Hades-i asgar: Abdestsizliktir. Hades-i ekber: Cünüblük,
hâizlik, nüfesâlıktır 7.

Habes: Şer’an müstakzer olan yânî murdar addolunan şeydir. Envai Bâbü’l-Encâs’da
mübeyyendir.

Hades-i Asgar’ın müzîline (Vudû’ = Abdest) ve Hades-i Ekber’in müzîline (Gusül) denir 8.

İzâle-i Hades ve Habes’de asl olan sudur. Bazen saîd-i tayyib yânî pâk olan cins-i vech-i
arz dahi suya bedel olur ki ana Teyemmüm tâbir olunur 9.

Suya (Mâ’) ve cem’ine (Mim)in kesriyle (Miyâh) diyeceğiz ki, sular demektir.

Miyâh = Sular

Sular abdeste ve gusle sâlih olup olmamak i’tibâriyle iki kısımdır. Bir kısmına (Mâ-i
Mutlak) ve diğer kısmına (Mâ-i Mukayyed) tâbir olunur.

Mâ-i Mutlak

Alelıtlak su ismini alanlardır: Yağmur suyu, kar suyu, deniz suyu. dere suyu, göl suyu,
kuyu suyu, pınar suyu 10 gibi ki, bunlara yalnız su demek kâfi olur.

4
Âlet-i taharet sudan ibaret değil ise de izâle-i ahdâs ve ahbâse âlet olmakta asl olan odur. Taharet
abdeste ve gusle ve teyemmüme şâmildir. Nitekim ifâdât-ı âtiyeden zahirdir.
5
Hades ve habes kelimeleri sebeb lâfzı gibi biribirini müteâkıb iki fetha ile okunur. Taharet şöyle de
tarif olunur: Salâtın taallûk ettiği mahalde istimâl-i mutahhire mebnî hükmen zahir olan bir eserdir.
Mahalden murad: Beden ve libâs ve mekândır. İsm-i fail sıygasiyle mutahhir dahî su ve pâk
yeryüzü cinsidir.
6
İzâle edici şey’i kullanıncaya kadar demektir.
7
Evvelkisi zükûr ve inâsa şâmil olan hadestir. İkinci ve üçüncüsü, kadınlara has olan hallerdir.
8
Bunlar fasl-ı mahsuslarında mübeyyendir.
9
Kitapta bunun da fasl-ı mahsusu vardır.
10
Pınar tâbiri arabîdeki ayn ve fârisîdeki çeşme lâfızları gibi kaynak ve eşme sulara ve bildiğimiz
çeşmelere şâmildir.

8
Mâ-i Mukayyed

Alelıtlak su ismi verilmeyib bir kayd ile tarif olunanlardır: Gül suyu, çiçek suyu, et suyu,
asma suyu, üzüm suyu gibi ki, bunlara yalnız su demek kâfi olamaz.

Sirke ve pekmez gibi nâm-ı diğer ile yâd olunan mâyi’ler izâle-i hadese sâlih olmadığı gibi
zikrolunan kuyûd ile mâruf olan sular dahî abdeste ve gusle sâlih değildir.

Abdeste ve gusle ancak mâ-i mutlak nev’i sâlihtir.

Mâ-i Mutlak Aksamı = Mutlak Su Çeşitleri

Mâ-i mutlak asıl hilkati üzre kalmak ve avarıza uğrayarak gayr-i tâhir veya gayr-i
mutahhir 11 veyâhud mekruh veya meşkûk olmak i’tibâriyle beş kısımdır.

Birincisi, (tâhir, mutahhir, gayr-i mekruh) dur: Denizler ve nehirler ve öyle vâsi’ ve kesir
olmasa da avârız-ı âtiyeye mâruz olmamış bulunan sular bu kısımdandır ki, hem tâhir
hem âlet-i tathir hem de gayr-i mekrûhü’l-isti’mâl dir.

İkincisi (tâhir, mutahhir, mekruh) tur: Râkid ve kalîl olub da 12 kedinin ve farenin ve
sokaklara salıverilmiş olan tavuğun ve çaylak ve doğan gibi yırtıcı kuşların artığı olan su
bu kısımdandır ki, nefsinde tâhir hem de âlet-i tathîr ise de avârızsız başka su var iken
anın isti’mâli istikrah olunur 13.

Üçüncüsü (tâhir gayr-i mutahhir) dir: Abdest ve gusül gibi tahâret-i şer’iyye de
kullanılmış olan su bu kısımdandır ki, nefsinde tâhir ise de izâle-i hades edici olmak
mânâsınca âlet-ı tathîr değildir, yânî anınla abdest alınmaz ve gusl olunmaz. Buna (Mâ-i
Müstamel) tâbir olunur 14. Anınla izâle-i encâs olunabilir.

Dördüncüsü, (gayr-i tâhir) dir: Râkid ve kalîl olduğu halde içine necâset 15 vâki’ olan ve
köpek yalamış bulunan ve câri olduğu halde necse mülâki olmağla eser-i necaset
kendisinde zahir olan su bu kısımdandır ki, mâ-i necis demektir. Arz ve nebat sulamaktan
başka şeyde kullanmak caiz değildir.

(Râkid) câri olmayandır. Anın kalîl ve kesîri olur. Sathı yüz arşın murabbaında olmayan
mâ-i râkid (kalîl) ve sathı yüz ve daha ziyade arşın murabbaında olan mâ-i râkid (kesir)
addolunur. (Carî) olan sular kesîr hükmündedir.

Mâ-i râkid-i kalîli hâvî olan mevzia (Havz-ı Sağîr) ve mâ-i râkid-i kesîri hâvi olan mevzia
(Havz-ı Kebîr) denir.

Mâ-i kesîr’in hükmü: Necasete mülâkaat suretinde tad yâhud koku veya renkçe anın eseri
zahir olmadıkça tâhir olmaktır.

Mâ-i kalîlin hükmü: Necasete mülâkaat suretinde eseri zâhir olmasa da gayr-i tâhir
olmaktır.

11
‫ھ‬
Bu bâbdaki mutahhir kelimelerini hâ-i ( ) müşeddedenin kesriyle okuyacağız.

12
Râkid ve kalîl ve bunların mukaabili atîde muarreftir.
13
Kerahetin tenzîhiyye olduğuna işarettir.
14
Gusâle-i meyyit yânî cenaze yıkanan su dahi bu kısımdandır.
15
Bevle ve hamre dahi şâmildir. Dem ve menî dahi necistir. Necâsâtın envâı Bâb-ı Encâs’da
mübeyyendir.

9
Beşincisi, (Mâ-i Meşkûk) dür. Himârm ve esterin artığı olan mâ-i râkid-i kalîl bu
kısımdandır ki, tâhir olduğunda şüphe yok ise de mutahhir olmasında inde’l-fukahâ
şekkedilmiştir.

Başka su var iken 16 abdest veya gusl için ana müracaat olunmaz. Andan başka su
bulunmadığı takdirde anınla abdest alınır yâhud gusl edilir, bâdehû teyemmüm dahî
olunur 17.

İstıtrâd - Râkid ve kalîl olan sudan insan yâhud hayvan içmiş olmak takdirinde o su
(sü’r) ismini alır ki, artık demektir. Cem’i (es’âr) gelir. Mâ-i kesirde 18 artık tasavvur
olunmaz.

İnsanın artığı olan su, kısm-ı evveldendir ki, tâhir ve mutahhirve gayr-i mekrûhdur.
Gerek çocuk, gerek büyük, gerek kadın, gerek erkek, gerek müslim ve gerek gayr-i
müslim olsun. Atın ve devenin ve sığır ve koyun ve keçi cinslerinin ve geyik ve tavşan
gibi hayvânât-ı me’kûle-i vahşiyyenin ve me’kûl olan kuşların artığı dahi böyledir.

Hayvânât-ı ehliyyeden himârın ve esterin artığı zikrolunduğu üzre meşkûkdür.

Kelbin ve hınzîrin ve sâir canavarların artığı kısm-ı râbi’dendirki, gayr-i tâhirdir. Kedinin
ve sokaklarda gezen tavuğun ve atmaca ve şahin ve doğan ve çaylak gibi me’kûl
olmayan kuşların ve farenin ve yılanın ve kertenkelenin artığı olan su kısm-ı sânîdendir
ki, mekrûhü’l-isti’mâldir. - Temme’l-istıtrâd.

Mâ-i Mukayyed Aksamı = Kayıtlı Suların Çeşidleri

(Mâ-i mukayyed) aslî ve gayr-i aslî olmak üzre başlıca iki kısımdır. Asmadan ve kavun ve
karpuzdan hâsıl olan ve gül ve çiçek suyu gibi nebattan çıkarılan sular (Mâ-i Mukayyed-i
aslî) dir.

Mâ-i mutlakın bilâ kerâhe tâhir ve mutahhir olan kısm-ı evveli avarıza mebnî mekruh
veya meşkûk yâhud müstamel veyâhud necis olduğu gibi muhâlit tâhire karışmakla
mukayyed dahî olabilir ki. ana (Mâ-i Mukayyed-i Gayr-i Aslî) deriz.

Meselâ Havz-ı Sağîr’e birçok temiz yaprak düşerek ve düşen yapraklar suyun içinde
çürüyerek tabiatı olan rikkat ve seyelâna 19 halel gelmiş olmak suretinde o su (Mâ-i
Mukayyed) olub anınla abdest almak ve gusletmek sahih olmadığı gibi içinde nohut ve
mercimek ve bakla misli tâhir şeyler pişirilmek suretinde dahî o su nohut (veya)
mercimek (veyâhud) bakla suyu nâmını alarak mukayyed olmuş olmağla rikkat ve
seyelânına halel gelmemiş bile olsa anınla abdest ve gusûl sahîh olmaz.

Suya mücerred yemiş yâhud yaprak karışmak ve mısır yâhud nohut ıslatılmak mâni’
olmadığı gibi su bulanık yâhud yosunlu olmak veyâhud tûl-i meks ile renk ve râyihaca
bozuk bulunmak dahî mâni’ değildir.

Taharri = Araştırma

Re’y-i ğâlib ile taleb-i ahrâ etmek 20 demek olan (taharri) bu babta tâhiri gayr-i tâhirden

16
Velevki kısm-ı sâniden olsun, çünkü mekruhun dahî mutahhiriyyeti müteyakkandır.
17
Bu bedel ile mübdelün-minhi, cem’ etmek değil, belki farzı anların yalınız biriyle edâ edebilmek
içindir. Aslın 147. sahîfesinin 2. hamişine bakınız. [Nimet-i İslâm, Kitâbü’t-tahâre Sh. 147]
18
Cârî’ olan sular az dahi olsa hükmen kesîrdir.
19
(Rikkat) incelik ve (seyelân) akmaktır. Cereyan gibi telâffuz olunur.
20
(Ahrâ) a’lâ vezninde elyak manasınadır. Bu halde (taharri) münâsibini aramak demek olur.

10
temyiz için bezl-i cehd eylemek manasınadır. Bu da azı gayr-i tâhir ve çoğu tâhir suları
hâvi birkaç kabın karışık konulmuş bulunması suretinde olur.

Abdest almak veya gusletmek için anlar taharri olunmak lâzımgelir. Eğer azı tâhir ve çoğu
gayr-i tâhir ise yâhud tâhiri gayr-i tâhirine adeden müsâvî ise taharri olunmayıb 21 dökülür
ve teyemmüm olunur.

Âbâr = Kuyular

Kuyuya (Bi’r) denir. Cem’i (Âbâr) gelir ki kuyular demektir. Kuyular ne kadar çok sulu
olursa olsun sath-ı mâ’ i’tibâriyle Havz-ı Sağîr olduğundan necise mülâkaat ile müteneccis
olur 22. Ve tathîri ber-vech-i âti ahkâm-ı mahsûsaya tâbi’ bulunur. Şöyleki: Tavuk ve kaz
ve ördek müstesna olmak üzere alelıtlak kuş tersleri kuyuyu ifsâd etmediği gibi at ve
himâr ve ester ve deve ve sığır ve koyun ve keçi tersleri dahî çok olmadıkça kuyuyu ifsâd
etmez. Bunların bevilleri ve tavuk ve kaz ve ördek tersleri insanın ve kedinin ve köpeğin
ilâ âhirihî tersi ve bevli gibi kuyuyu ifsâd ve tencîs eder. Bunların biriyle yâhud içine kan
veya kay yâhud şarâb 23 veyâhud sü’rü necis olan hayvanların lüâbı (yânî salyası)
damlamakla kuyu teneccüs eder. Tathîri için suyu boşaltmak lâzımgelir ki ana (Nezh)
tâbir olunur. Suyu bir kovayı dolduracak kadar kalmaymcaya değin boşaltılır. Nezhi
mümkün olmayan kuyunun suyu iki âdil ehl-i vukuufun şehâdetleriyle takdir edilib o
mikdar mevcudu boşaltılır. Veyâhud kendi kovasiyle iki yüz kovadan üç yüz kovaya kadar
su çekilir.

Kuyuya insan 24 yâhud koyun veya keçi yâhud köpek gibi kebîrü’l-cüsse hayvan düşüp
ölmek ve düşen hayvan serçe ve fâre gibi sağîrü’l-cüsse bile olsa öldükten sonra şişmek
yâhud dağılmak veyâhud tüyü dökülmek ile dahî kuyu teneccüs edib düşen çıkarıldıktan
sonra suyu nezh olunmak lâzımgelir.

Kuyuya tavuk yâhud kedi veyâhud bu cüssede başka bir hayvan düşüb ölmek ve
şişmemek suretinde düşen çıkarıldıktan sonra cüssenin tefâvütüne göre kırk kovadan elli
yâhud altmış kovaya kadar su çekilir.

Kuyuya fâre veya serçe yâhud bu cüssede başka bir hayvan düşüp ölmek ve şişmemek
suretinde düşen çıkarıldıktan sonra yirmi kovadan otuz kovaya kadar su çekilir.

Son kova kuyunun ağzından ayrılmakla hem kuyu hem de çekenin eli ve ipi ve kovası ve
makarası tâhir olmuş olur.

Kuyuya düşüb ölmek ile hariçte ölüp içine düşmek veya atılmak bir hükümdedir.

Kuyuya düşen hayvan diri çıkmak sûuretinde düşen domuz ise kuyu yine nezh olunur.
Domuz değil ise insan yâhud eti yenen hayvan olduğuna göre üzerinde necaset olduğu
teyakkun olunmadıkça bir şey lâzım gelmez. Eti yenmiyen hayvan olduğuna göre
lüâb’ının suya isabeti cihetiyle sü’r ahkâmı câri olur 25. Sü’rü necis olanlarda nezh lâzım
gelir. Sü’rü mekruh olandan ihtiyaten on kova yâhud daha ziyâde su çekilir.

Himârın ve esterin düşmesinde kuyu suyunun meşkûk olmaması sahihtir.

21
İçmek yahud yemek pişirmek için taharri edilebilir.
22
Âtiyen anlaşılacağı üzere lâşe dahi necistir. (Lâşe) hayvân-ı demeviyye-yi gayr-i mâî meytesidir.
Atîde izah olunur. Bu bâbda necasetin hafîfesi galîzasına müsavidir.
23
Kavl-i râcihte müskirât-ı şâire dahi şarâb gibidir.
24
Velevki sabiyy-i müslim olsun.
25
Sü’r 13. sahîfedeki istıtrâdda târîf ve taksim olunmuştur.

11
Balık ve yengeç ve kurbağa gibi mâî olan ve böcek ve akreb ve sinek gibi akıcı kana
mâlik olmayan hayvanlar suda ölmek veyahut ölüb suya düşmek ile su fâsid olmaz.

Kuyuda laşenin gayri necaset görülmek mes’elesinde tafsil olmayarak kuyu vakt-i
rü’yetten i’tibâren müteneccistir. Görülen necis laşe olduğuna göre dahî zamân-ı vukuu
ma’lûm ise bilâ hılâf kuyu o vakitten i’tibâren müteneccistir. Vakt-i vukuu ma’lûm değil
ise inde’l-İmâm anın hükmünde tafsil vardır: Şişmiş ilâ âhirihî olmadıkça ihtiyaten bir gün
ve bir geceden i’tibâren ve şişmiş ilâ âhirihî ise üç gün ve üç geceden i’tibâren kuyu
müteneccis sayılır.

İnde’l-İmâmeyn kuyunun teneccüsüne laşenin görüldüğü zamandan i’tibâren hükm


olunur.

İsitincâ’, Istibrâ’, İstinkaa’

İstincâ: Necaseti kal’ ve izâle etmektir ki tegavvuttan 26 sonra olur.

İsibrâ: İhlîlden eser-i bevli gidermektir ki erkeğin tebevvülünden 27 sonra olur.

İstinkaa’: İstincâda mübalâğa edüb eser kalmamak üzere paklenmektir.

Halâya duhûlde sol ayak ve huruçta sağ ayak atılır. İstinca ve istibrâda sol el kullanılır.

Vudû’ = Abdest

Vudû -ki abdesttir- hadesten taharettir. Abdestliye (Mütevaddî) ve mukaabiline yânı


abdesti olmayana (Mîm) in zammı ve (Hâ) nın sükûnu ve (Dâl) in kesri ile (Muhdis) denir.
Hadesten inde’l-ıtlak anın asgari maksûd olur.

Muhdisin hükmü, üç şey ana haram olmaktır: Namaz, Tavaf, Mesh-i Âyet.

Bunların birine teşebbüs murad etmek abdest için sebeptir. Çünkü abdestin rüknü, şartı,
sebebi, hükmü, sıfatı vardır. Bir mâhiyyetin cüz’-i zâtisine -ki o mâhiyyet andan ve
şâirinden müterekkibtir- (rükün) ve hâric-i mevkuufun - aleyhine (Şart) ve bilâ te’sir
mûsîline (Sebeb) ve eser-i müterettibine (Hüküm) ve fıkhan olan hâl ve sânına (Sıfat)
tâbir olunur 28.

Abdestin rüknü farzlarından ibarettir ki o da dörttür: Yüz yıkamak, elleri dirseklere


kadar yıkamak, ayakları topuklara kadar yıkamak 29, başın rub’unu mesh etmek.

Abdestin bir şart-ı vücûbu bir de şart-ı sıhhati vardır.

Şart-ı vücûbu: Mükellef bi’t-tahâre olan kimse hadesten tahareti su ile icraya kaadir
olmaktır.

Mükellef bi’t-tahâre: Âkil ve baliğ olan müslim-i muhdistir. Kadın hakkında hayız yâhud
nifâs üzre olmamak kaydı dahî ziyâde olunur.

(Tahareti su ile icraya kudret) kaydı suyun tahûriyyeti -yânî hem tâhir hem mutahhir

26
Tağavvut: Halâya çıkmaktır.
27
Tebevvül: Bevl etmektir.
28
Bunlara Ahkâm-ı Vad’iyye denir.
29
Dirsekler ve topuklar dahi yıkanır. (Yıkamak) suyu akıtmakla olacağından suyu sürünmek yâhud
abdest azasını yaş bez veya sünger ile ıslatmak kâfi değildir.

12
olması- ile beraber izâle-i hadese kifayeti 30 ve bir özür veya hacete mebni hükmen adem-
i mefkuudiyyeti 31 demektir.

Şart-ı sıhhati: Şer’an mutahhir olan su âzâ-i vudû’a âm olmaktır. Su ger ‘an mutahhir
olabilmek için mâ-i mutlakın kısm-ı evvel veya sânîsinden olmak lâzım olduğu gibi abdest
alan kimseden hayz veya nifâs yâhud burun kanamak misli abdeste münâfî olan hâl
munkatı’ bulunmak dahî lâzımdır.

Mâ-i mutlakın aksâm-ı bâkiyesiyle alınan abdest sahîh olmadığı gibi hâl-i münâfî mevcûd
iken meselâ burnu kanar iken yâhud istibrâsı tam olmamış iken ve kadın kısmının dem-i
hayz veya nifâsı kesilmemiş iken alman abdest dahî sahîh değildir. Meğer ki sâhib-i özür
ola. Binâenaleyh erkek kısmı tebevvülü müteâkıb abdeste mübaşeret etmeyüb istibrâ
eylemelidir.

(Âzâ-i vüdû’a âm olmak kaydı) abdestte gasli farz olan uzuv üzerinde iğne batıracak
kadar yere su isabet etmemiş olmamak demektir.

Abdestin sebebi abdestsiz halâl olmıyan fiili istibâha etmek yânî namaz ve mesh-i
Mushaf ve Tavaf-ı Kâ’be gibi muhteremât-ı dîniyyeden birine teşebbüs murâd eylemektir
ki bu irâde mükellefi abdest almağa sevk ve îsâl eder.

Abdestin hükmü, işte budur. Bu anın hükm-i dünyevîsidir. Abdestin hükm-i uhrevîsi
niyyeti ile 32 âhirette sevab husulüdür.

Abdestin sıfatı: Farz yâhud vâcib veya mendûb olmaktır.

Abdesti olmayana namaz kılmak için abdest almak farzdır. Kılacağı namaz velev ki nafile
yâhud Salât-ı Cenaze olsun veyâhud Secde-i Tilâvet’den ibaret bulunsun. Mesh-i Kur’ân
için dahî abdest almak muhdis-i mükellefe farzdır. Velev ki Kur’ân bir levha veya para
yâhud divar üzerinde menkuş bir âyetten ibaret olsun 33 Mushaf-ı Şerifin yazıdan hâli olan
sahîfe kenarları dahi mevâzı-i mektûbesi gibidir 34.

Kâ’be-i Mükerreme’yi tavaf etmek için abdest almak vâcibdir.

Bunlardan mâada ahvâlde abdest almak mendûbdur: Dâima abdestli bulunmak için,
abdesti var iken “Nurun alâ nûr” olmak için, abdestli yatmak için, kütüb-i şer’iyye
mütâlâa etmek için, ilm-i din okumak veya okutmak için, teskîn-i hiddet için.

Hayriye-i Nâbî’den:

Vakti geldikte nemaz eyle vudû’


Mâsivâdan dehen ü destini yu

Giydir endamına pîrâhen-i nûr


Olasın lâik-ı dîvân-ı huzur

***

30
Yânî yetişir olması.
31
Yânî kullanılamıyacağı cihetle yok hükmünde olması.
32
Yânî niyyet-i sevâb (sevâb niyyeti) ile.
33
Kur’ân-ı Kerîm’in tercemesi dahi aslı hükmündedir. Âyet ile tekayyüd bir âyetin madununu
messetmek memnû’ ‘ olmadığındandır.
34
Âyet ile Mushaf’ın farkı bundadır ki, Mushaf’ın mâadasında mamnû’ olan nefs-i âyetin messidir.

13
İstıtrâd - Terki delîl-i kat’î ile memnû’ olmak üzre fiili Nezd-i Şâri’de terkine râcih olan
şey (Farz) ve terki delîl-i zannî ile memnû’ olmak üzere fiili terkine râcih olan (vâcib) ve
terki memnû’ olmamak üzre fiili terkine râcih ve dîn-i mübînce tarîkat-i meslûke olan şey
(Sünnet) ve muvâzabet buyurulmadığı cihetle meslûkün fi’d-dîn addolunmayor ise
(Mendûb) ve (Müstehab) tesmiye olunur ki 35 bunlar (meşrûât) aksamıdır.

(Gayr-i meşrûât) bunların zıd ve mukaabilleridir: Fiili delîl-i kat’î ile memnû’ olmak üzere
terki fiiline râcih olana (Haram) ve fiili delîl-i gayr-i kat’î ile memnû’ olmak üzre terki
fiiline râcih olana (Mekruh) denir. Mekruhun iki kısmı vardır: Tahrîmî ve tenzîhî’dir.
(Tahrîmî) kısmı vâcib mukaabilidir. (Tenzîhî) kısmı tefâvüt-i merâtib i’tibâriyle Sünnet ve
Müstehab mukaabilidir.

Bir de (Müfsid) vardır ki şürû’ olunan ameli nakz ve ibtâl eden demektir. Savm u salât
hakkında bu nâm ile ve vudû’ hakkında nakız namiyle yâd olunur. - Temme’l-istıtrâd.

***

Abdestin farzı, sünneti, müstehabbı, mekruhu, müfsidi vardır. Farzı rüknünde


mübeyyendir. Vacibi yoktur.

Ellerini yıkar iken parmağında olan dar hâtemi oynatmak 36 ve yıkanması farz olan
mahalde tahtına suyun vusûline mâni’ hamur ve çamur ve çapak gibi bir şey var ise anı
gidermek 37 ve beşresi görünür derecede sakalı seyrek kimse için suyu beşreye îsâl etmek
lâzımdır.

Uzv-u vudû’unda ilâç bulunduran kimse suyu ilâç üzerinden imrâr-eder. Su imrârından
mutazarrır ise orasını mesh eyler 38. Meshetmekten dahî mutazarrır ise anı da terk eder 39.

Derdi sebebiyle basma su değirmekten mutazarrır olan kimseden abdestte başı mesh
etmek sakıt olur 40.

Dirsekten i’tibâren kolsuz ve topuktan i’tibâren ayaksız olan kimseden abdestte kol ve
ayak yıkamak sakıttır. Dirsekten ve topuktan bakiyye var ise anlar yıkanır.

Zâid parmak gibi mahall-i farzda nâbit olanı yıkamak lâzımdır.

Abdest aldıktan sonra tırnak kesmek, tıraş olmak, uzv-u vudû’da olan kıl mevzilerini
tırâşîde etmek ile gusl ve meshi iade lâzım değildir.

Sünen-i Vudû’ = Abdestin Sünnetleri

Abdestte onsekiz şey sünnettir:

1) İbtidâ ellerini bileklerine kadar yıkamak

35
Farz üzerine zâid olmak hasebiyle (nefl) ve mde’ş-Şâri’ sevgili olmak hasebiyle (müstehab) ve
Sâri’ beyân-ı sevâb ile ana davet ettiği için (Mendûb) ve faili müteberri’ bulunduğu için (Tatavvu’)
ve terkine zem teallûk etmiyerek fiili matlub ve faili memdûh olmak i’tibâriyle (Edeb) dahi denilir.
36
Hâtem, mührü olan halkadır. Yüzük ve dar bilezik dahî bu hükümdedir.
37
Çünkü suyun âzâ-i vudû’a âm olması abdestin şart-ı sıhhatiolmak üzre mübeyyendir.
38
Meshin ma’nâsı mesh ale’l-huffeyn faslında mezkûrdur.
39
Nitekim mesh-i Cebîre bahsinde mübeyyendir.
40
Özürde müsavata mebnî abdestte caiz olan şey gusülde dahî caiz olur.

14
2) Besmele ile başlamak

3) Niyyet etmek 41

4) Misvak kullanmak yâhud dişlerini parmak ile ovalamak

5) Üç kerre mazmaza ve üç kerre istinşâk etmek 42

6) Sâim olmayan, bunlarda mübalâğa eylemek

7) Âyet-i Kerîme’deki tertîb-i zikrîye riâyet edüb yüzünü yıkadıktan sonra kollarını
yıkamak bâ’dehû başına mesh etmek ve bâ’dehû ayaklarını yıkamak

8) Çift uzvun gaslinde sağdan başlamak

9) Yıkanan âzâyı üçer kerre yıkamak (Meshin tekrarı mesnûn değildir.)

10) Ellerini ve ayaklarını yıkamağa parmak uçlarından başlamak

11) Parmak aralarını hilallamak

12) Sakalı sık olan kimse, yüzünü üç kerre yıkadıktan sonra, sakalını, altından
parmaklarını sokarak, yukarıya doğru hilallamak

13) Başın her tarafını meshetmek.

14) Başın ber-vech-i istîâb meshinde ön tarafından başlamak

15) Baştan sonra kulaklarını meshetmek 43

16) Kulaklardan sonra ellerinin arkasiyle boyunu meshetmek

17) Yıkanan uzvu ovalamak

18) Abdest amellerini birbiri ardınca yâni fasıla vermiyerek yapmak.

Müstehabbât-ı Vudû’ - Abdestin Müstehabları

Ondört şey abdestin âdâb ve müstehabbâtındandır:

1) Abdesti yüksecik bir yerde almak (Cevâmi-i Şerife musluklarında bu müstehab


mütehakkıktır.)

2) Abdest alırken Kıbleye karşı bulunmak

3) Kimseden istiâne etmemek

4) Bilâ zarûre kelâm etmemek

41
Niyyet kasd-ı kalbidir ki, abdest almak yâhud ref-i hades etmek azminde bulunmaktan ibarettir.
Bunu lisânen söylemek âdâb-ı vudû’dan olmak üzre âtiyen mezkûrdur. Vesveseye lüzum yoktur.
42
Mazmaza ağıza su verib çalkamak, istinşâk buruna su almaktır.
43
Bu mesh, mâ-i cedide muhtaç değildir. Başa mesh ve gasle bedel olan mesh, muhtâc-ı mâ-i
cedîddir.

15
5) Fiil-i kalb olan niyyete fiil-i lisânı dahî zammetmek

6) Selef-i Sâlihîn’den menkuul olan duaları okumak

7) Her uzvun gasl veya meshi duasında niyyet ile beraber Bismi’llâh demek 44

8) Kulakların meshinde serçe parmaklarının uçlarını kulağın içine idhâl etmek

9) Dar olmayan hâtemi oynatmak

10) Mazmaza ve istinşâkı sağ el ile yapmak

11) İstinsârı 45 sol el ile yapmak

44
Niyyet, fiil-i kalbdir. Abdest duaları ber vechi atîdir. Abdeste maa’n-niyye

ِ ٰ ْ ِ ْ ‫دين‬
‫الاسلام۔‬ ِ ِ ‫على‬ ِ ِ ‫والحمد‬
ٰ َ ‫لله‬ ِ ‫بسم‬
ُ ْ َ ْ َ ‫الله‬ ِ ِْ
diyerek başlayub ağız çalkalamakta

َ ِ َ َ ِ ‫وحسن‬
‫عبادتك۔‬ َ ِ ْ ُ‫وذكرك َوش‬
ِ ْ ُ َ ‫كرك‬ ِ ٓ ْ ُ ْ ‫على ِتل َٰاوِة‬
َ ِ ْ ِ َ ‫القران‬ ّ ٖ ِ َ ‫اللهم‬
ٰ َ ‫اعنى‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
buruna su almakta

َ َ ِ َ ‫ترحنى‬
ِ َّ ‫رائحة‬
‫النار۔‬ ِ َّ َ ْ ‫رائحة‬
ٖ ْ ِ ُ ‫الجنة ََولا‬ َ َ ِ َ ‫رحنى‬
ٖ ْ ِ ‫اللهم َا‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
yüz yukarken

‫وجوه۔‬
ٌ ُ ُ ‫وتسود‬
ُّ َ ْ َ َ ‫وجوه‬
ٌ ُ ُ ‫تبيض‬
ُّ َ ْ َ ‫يوم‬
َ ْ َ ‫وجهى‬
ٖ ْ َ ‫بيض‬
ْ ِّ َ ‫اللهم‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
sağ kolunu yıkarken

‫يسيرا(۔‬ ً َ ِ ‫وحاسبنى‬
ً ِ َ ‫حسابا‬ ٖ ْ ِ َ َ ) ‫بيمينى‬ ٖ َ ِ ‫عطنى‬
ٖ ِ َ ِ ‫كتابى‬ ٖ ِ ْ ‫اللهم َا‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
sol kolunu yıkarken

ٖ ْ َ ‫وراء‬
‫ظهرى۔‬ ْ ِ ‫بشمالى ََولا‬
ِ َ َ ‫من‬ ٖ َ ِ ‫تعطنى‬
ٖ َ ِ ِ ‫كتابى‬ ٖ ِ ْ ُ ‫اللهم َلا‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
başına meshederken

َ ِ ْ َ ‫ظل‬
‫عرشك۔‬ َّ ِ ‫يوم َلا‬
ُّ ِ ‫ظل َِّالا‬ َ ْ َ ‫عرشك‬ ِّ ِ ‫تحت‬
َ ِ ْ َ ‫ظل‬ ٖ ِّ ِ َ ‫اللهم‬
َ ْ َ ‫اظلنى‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
kulaklarını mesh ederken

َ ُ ِ َّ َ َ ‫القول‬
ُ َ َ ْ َ ‫فيتبعون‬
‫احسنه۔‬ َ ُ ِ َ ْ َ ‫الذين‬
َ ْ َ ْ ‫يستمعون‬ َ ِ ‫اجعلنى‬
َ ٖ َّ ‫من‬ ٖ ْ َ ْ ‫اللهم‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
boynunu mesh ederken

َ ِ ‫رقبتى‬
ِ َّ ‫من‬
‫النار۔‬ ْ ِ ْ َ ‫اللهم‬
ٖ َ َ َ ‫اعطق‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬ ِ ِْ
sağ ayağını yıkarken yahud huffuna mesh ederken

‫الاقدام۔‬ ِ ٖ ‫تزل‬
ُ َ ْ َ ْ ‫فيه‬ ُّ ِ َ ‫يوم‬ ِ َ ِّ ‫على‬
َ ْ َ ‫الصراط‬ ٰ َ ‫قدمى‬
ٖ َ َ ‫ثبت‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬
ْ ِّ َ ‫اللهم‬ ِ ِْ
sol ayağını yıkarken yahud huffuna mesh ederken

‫تبور۔‬ ٖ َ َ ِ َ ‫مشكورا‬
َ ُ َ ‫وتجارتى َْلن‬ ً ُ ْ َ ‫وسعيى‬
ٖ ْ َ َ ‫مغفورا‬ ٖ ْ َ ‫اجعل‬
ً ُ ْ َ ‫ذنبى‬ ِ ‫بســم‬
َّ ُ َ ‫الله۔‬
ْ َ ْ ‫اللهم‬ ِ ِْ
45
İstinsâr: Sümkürmektir

16
12) Sâhib-i özür olmayan kimse vakit girmeden abdest almak

13) Abdestin hitâmında Kıbleye karşı kaaim olarak Şahâdeteyn’i okumak:

ُ ُ ُ َ َ ‫عبده‬
.‫ورسوله‬ ُ ُ ْ َ ‫محمدا‬ َّ َ ‫واشهد‬
ً َّ َ ُ ‫ان‬ ُ ‫اشهد َْان َلا َِٰاله َِّالا‬
ُ َ ْ َ َ ‫الله‬ ُ ََْ
14) Sâim olmayan kimse fazla-i vudû’undan bir katre içib:

‫المتطهرين۔‬ َ ِ ‫واجعلنى‬
َ ِ ِّ َ َ ُ ْ ‫من‬ ٖ ْ َ ْ َ ‫التوابين‬ َ ِ ‫اجعلنى‬
َ ِ َّ َّ ‫من‬ ٖ ْ َ ْ ‫اللهم‬
َُ َ
demek.

Mekrûhât-ı Vudû’ = Abdestin Mekruhları

Abdestin sünen ve âdabını ihlâl eden şeyler 46 mekruh olduğu gibi suyu israf veya taktir 47
etmek, âzâya çarparak kullanmak, abdest alır iken bilâ hâce söz etmek, bilâ zarûre
başkasından istiâne eylemek dahî mekruhtur.

MÜfsidât-ı Vudû’ = Abdesti Bozanlar

Abdestin müfsidâtına (Nevâkız) tâbir olunur 48. Oniki şey abdesti nakz ve ibtâl eder.

1) Sebîleynden ya’nî iki mahrec-i esfelden çıkan şey 49

2) Vaz’-ı haml

3) Sebîleynin gayriden akan 50 kan veya irin yâhud hastalıklı su (Hastalığa mebnî olmayan
akıntılar ve rutubetler nakız değildir.)

4) Ağız dolusu kay

5) Ağızdan, tükrüğe galib yâhud müsavi gelen dem

6) Temekkün üzre oturulmıyarak uyunan uyku

7) Temekkün üzre oturulduğu halde dahî sendelenüb kaynağı yerinden oynatan uyku

8) Bayılmak

9) Çıldırmak

10) Sarhoş olmak

46
Abdest dualarım okumamak ve başı kaplayû meshi terk etmek mûcib-i kerahet olmayacağına
işarettir.
47
Sarfiyatın ifratına (îsrâf) denildiği gibi, tefrîtına dahi (Taktir) denilir. Bu mesele için Mekrûhât-ı
Gusül faslım” dahî gözden geçirmek lâzımgelir.
48
Nitekim savmın müfsidâtına da (Müftırât) denir.
49
Rîha, solucana, taşa, mezîye, dem-i basur ve istihâzaya ve sâir akıntıya şâmildir.
50
Akmak -ki Arabiyyesi seyelândır- sebîleyn hakkında re’s-i mahrecde zahir olmak ve sebîleynin
gayri hakkında yayılmak ile tefsir olunur.

17
11) Baliğ ve bîdâr olarak namaz içinde gülmek 51

12) Mübâşeret-i müfrita

Ağlamak ve hârie-i salâtta gülmek ve dâhil-i salâtta uyuklamak ve ber-vech-i temekkün


oturduğu yerde uyumak ve ağzından balgam yâhud biraz kay gelmek ve sebîleynin gayri
bir yerden dem zuhur edüb çıktığı yerde kalmak ve uzv-ı esfele el sürmek ve kadına
dokunmak abdesti bozmaz 52.

Hadeste şekk edüb de taharette müteyakkın olan ya’nî abdest aldığını bilüb bozduğunda
şüphe eyliyen kimse abdestlidir. Aks-i hâlde olan abdestsizdir.

Abdest esnasında bâzı azasını yıkamış olmakta şekk eden kimse sâhib-i vesvese değilse o
uzvunu yıkar. Eğer sâhib-i vesvese ise ya’nî ekseriyyâ böyle şüphe etmekte ise şekkine
iltifat etmez.

Abdest aldıktan sonra arız olan şekke dahî i’tibâr yoktur. Meğer ki terk müteyakkm ola.

Mesh Ale’l-Huffeyn = Mestler Üzerine Mesh

Abdest alan kimse ayaklarında tahâret-i kâmile üzre giyilmiş ser-hadiik yâhud potin gibi
ayakları topuklarla beraber örtücü ayakkabı var ise ayaklarını yıkamağa bedel anların
üzerine mesh eder ki buna (Mesh Ale’l-Huffeyn) tâbir olunur.

(Huffeyn) lâfzı tesniyedir. Müfredi zamm-ı (Hâ) ile (Huff) dır.

Bu babın mesaili: Meshin hakıykatine, keyfiyyetine, müddetine, üzerine mesh edilmesi


caiz olan şey’e, meshin bozulmasına, bozulduktan sonraki hükmüne müteallik olmak
üzere altı nevi’dir.

Meshin hakıykati: Başka yerde kullanılmadık yaşlığı 53 bir yere değirmektir. Murâd ayağın
mahall-i meshine huff üzerinden elin müceddet olan ıslaklığını keyfiyet-i âtiye üzre
değirmektir.

Mesh ale’l-huffeynin keyfiyyeti: Ayakların ucundan inciğe doğru topukları aşırarak huflar
üzerini ıslak el parmaklariyle hututan sığamaktır 54.

Mesh ale’l-huffeynin müddeti: Mukîm hakkında 24 ve müsâfir 55 hakkında 72 saattir.


Müddet-i meshin inkızâsında ayakları yıkamak lâzımgelir. Mebde-i müddet vakt-i hadesdir
ki hufları tam abdest üzere giydikten sonra hâsıl olan ilk hades zamânıdır.

Mukîm olan kimse müddet-i meshi esnasında müsâfir olsa müddetini müsâfir müddetine
doldurur. Müsâfir olan kimse bir gün ve bir gece mesh ettikten sonra mukîm olur ise

51
Bulûğ ve yakaza kayıdları nakz-ı vudû’da mu’teberdir. İfsâd-ı salâtta anlara hacet yoktur.
Tebessüm gülmek değildir.
52
Bu mes’ele hilâf-ı ictihâdîye mebnî kütüb-i Hanefiyyeye geçmiştir. Meğer ki, mess-i müfrit ola.
53
Bundan yalınız kulak meshi müstesnadır ki, o muhtâc-ı mâ-i cedîd değildir. Nitekim Sünen-i
Vudû’’ hamişinde geçmiştir.
54
Bu anın hem de Sünnetidir. Eğer meshe konçtan başlar veyâhud huffun üstünü arzan mesh eyler
ise sahih ve fakat muhalif-i Sünnetdir. Suyu mahall-i meshe dökmek yâhud bir bez veya sünger
parçasiyle değirmek ile dahî mesh hâsıl ve caiz olur ise de Sünnet hâsıl olmuş olmaz. Nitekim
huffun her tarafını mesh etmekle dahî matlûb hâsıl olsa da sünnet yerine gelmiş olmaz. (Hututan)
kaydı parmakların açık bulundurulması Sünnetine işarettir. Meshin tekrarı Sünnet değildir.
55
Müsâfir mukîm mukaabilidir ki, yolcu demektir.

18
ayaklarını yıkar. Bir gün ve bir geceden eksik mesh etmiş ise anı tamamlar.

Üzerine mesh edilmesi caiz olan şey: İçine su almamak şartiyle ayakları topuklara kadar
setr edici her muhkem konçlu ayakkabıdır.

Meshin bozulması: Müddetinin inkızâsı ve kable’l-inkızâ’ dahî huf-fun ayaktan çıkması ve


hattâ ekser-i kademin konca kadar gelmesi iledir.

Bozulduktan sonraki hükmü: Abdest bakî ise yalnız ayakların yıkanması ve bakî değil ise
abdest alınırken ayakların dahî yıkanmasıdır.

Mesh ale’l-huffeynin dahî sebebi, şartı, hükmü, rüknü, sıfatı vardır.

Sebebi: Ayaklarda abdest üzre giyilmiş huf bulunmaktır.

Şartı: Huffun mahall-i farzı -ki ayaktır- satir olması ve sâlih-i mesh bulunması 56 ve
müddet-i meshin geçmemiş olmasıdır.

Hükmü: Müddeti dâhilinde anınla namaz kılmak sahîh olmaktır. Bu anın hükm-i
dünyevîsidir. Hükm-i uhrevîsi fiil-i Sünnet kasd edene göre sevâb husulüdür.

Rüknü: Kadr-i mefrûzu -ki her kademin ön tarafı üzerinden fevka’l-huf üç parmak
arzında olan mahaldir- mesh eylemektir 57.

Sıfatı: Ruhsat olarak meşru’ bulunmuş olmasıdır 58.

Mesh ale’l-huffeynin yedi şart-ı cevazı vardır:

(Birincisi): Hufları abdestte ayakları yıkadıktan sonra giymiş olmaktır.

(İkincisi): Huflar ayakları topuklar ile beraber her taraftan örtücü olmaktır.

(Üçüncüsü): Ayak anların içinde olduğu halde meşy-i mü’tâd ile ale’t-tevâlî üç mil (12000
hatve) ve daha ziyâde mesafe yürümek mümkin olmaktır.

(Dördüncüsü): Huflarm herbiri topuktan aşağıda hark-ı kebîr’den ya’nî ayak


parmaklarının küçüğüyle üç parmak mikdarı halelden (delik, yırtık, sökük) hâli olmaktır 59.

(Beşincisi): Hufflar bağsız olarak bacakta durabilir derecede kalın olmaktır.

(Altıncısı): Huflar suyun ayak tenine vusulüne mâni’ olmaktır.

(Yedincisi): Her ayakta ön taraftan elin küçük parmağiyle lâ’akalüç parmak mikdârı yer
hilkaten mevcûd olmaktır.

Gasl ile mesh içtimâ etmez. Binâen-aleyh bir ayağının ökçe tarafı mevcûd ise de meshe
mahal olacak ön tarafı büsbütün mefkuud olan kimseye o ayağını yıkamak lâzım olduğu

56
Sâlih-i mesh olmak âtiyen mübeyyen olan şurût-i cevazıcami’ olmakladır.
57
Bu anın hem de farzıdır. Aslın 162. sahîfesine bakınız. Huffunne altına ve ne ökçesine ne de
yanlarına yâhud koncuna mesh edilmez.
58
Ruhsat: Â’zâr-ı ibâde mebnî saniyen meşru’ olan hükm-i teysîrîdir.
59
Bir ayağın huffunda müteferrikan mevcûd olan hark-ı sağîrlereem’an hark-ı kebîr mikdârı olur ise
mâni-i meshtir. Ama bir ayağın huffundaki hark-ı sağîr diğer ayağın huffundaki hark-ı sağîr ile
cem’edilmez.’ Binâen-aleyh mâni-i mesh de olamaz.

19
gibi diğer sağlam ayağında olan hııffe dahî mesh edemeyüb anı da yıkamak lâzımgelir.

Ama ayağının biri fevka’l-kâ’b maktû’ ise andan gasl sakıt olmağla 60 sağlam veya mahall-i
meshi mevcûd olan diğer ayağındaki huffa mesh edebilir.

Nevâkiz-i Mesh = Meshi Bozan Şeyler

Mesh ale’l-huffeyni dört şey nakz ve ibtâl eder:

1) Abdesti bozan herşey (Müfsidât-ı Vudû’a bakınız.)

2) Huff ayaktan çıkmak ve hatta bütün çıkmasa bile ayak huffun koncuna gelmek 61.

(Çıkarmak dahi böyledir. Bir ayağın çıkması dahî diğer ayağın mesh-i huffunu ibtal eder.
Ba’de’l-mesh hufta hark-ı kebîr hâdis olmak dahî bu hükümdedir).

3) Müddet-i mesh munkazî olmak

4) Huffun içinde iki ayaktan biri tamâmen yâhud ekseriyetle ıslanmış olmak.

Bunlardan sûret-i ûlâda abdest tecdîd olunduğu sırada mesh dahî tecdîd olunur. Suver-i
bâkiyede abdest var idiyse bozulmuş olmayacağından yalnız ayaklar yıkanır.

Mesh-i res’te tekrâr mesnûn olmadığı gibi mesh-i huffeynde ve mesh-i cebîrede dahî
tekrâr mesnûn değildir.

Mesh Ale’l-Cebîre = Sargı Üzerine Mesh

Cebîre –ki kırık üzerine sarılan tahta sargıdır- gerek ana ve gerek yara üzerine bağlanan
sargıya ve mevzi-i özr üzerine vaz’ olunan pamuk ve sakız ve yakı gibi şeylere ve ilâçlara
inde’z-zarûre mesh olunur.

Zarûret: Mevzi-i özrü ne sıcak ve ne soğuk su ile yıkamağa yâhud mesh etmeğe kaadir
olmamaktır.

Zarûret kendi mikdâriyle mukadder olacağından ilâç ilâ âhirihî üzerine mesh, mevzi-i
zarûreti tecâvüz edemez.

Meshin medarı tahfif üzerine olduğundan anda merre-i vahide kâfi olub tekrar lâzım
(Mesnûn) olmadığı gibi, istîâben mesh, fesâd-ı özrü müeddî olmamak için üzerindeki
şey’in cemî-i cüz’ünü mesh etmek dahî lâzım olmayub kısm-ı ekserisini mesh etmek
kâfidir.

Sargıyı çözmek zarar verdiği halde özür mahallinin etrafından sargı altında kalan sağlam
yerleri yıkamak dahî lâzım olmayub sargının dolamından cesedin açık kalan yerlerini
mesh etmek kâfidir.

Bu babda mesh, mesh ale’l-huffeyn gibi müddet-i muayyeneye tâbi’ olmayub bür’
husulüne değin 62 imtidâd eder. Ve sargı değişmekle meshi iade lâzım olmaz.

Abdest azasının ekserinde veya nısfında -Az dahî olsa- özrü olan kimse teyemmüm eder.

60
13. sahîfeye bakınız.
61
Sadr-ı kadem, mevziinde kaldıkça topuğun oynar olması meshi nakz etmez.
62
Ya’nî özür mahalli iyi oluncaya kadar.

20
Ekser-i â’zâ-i vudûu sağlam olub da akalli mazur ise sağlamını yıkayub ma’zûrunu mesh
eyler. Teyemmüm etmez.

Gasl ile teyemmümü cem etmek ya’nî ma’lûl olmayan yeri yıkayub ma’lûl bulunan yer için
teyemmüm eylemek caiz olmaz 63.

Teyemmüm

Abdest alacak veya gusl edecek kimse abdeste veya gusle kâfî mâ-i tâhir-i mutahhir
bulamadığı 64 takdirde teyemmüm eder.

(Teyemmüm): Yer-yüzü cinsinin 65 tâhiriyle izâle-i hades eylemektir. Hakiykati, maa’n-


niyye, yüzü ve kolları vech-i mahsûs üzre mesihten ibarettir. Keyfiyyeti âtiyyen
mübeyyendir.

Teyemmüm edene ve teyemmümlü kimseye (Müteyemmim) denir.

Teyemmümün sebebi, hükmü, rüknü, şart-ı vücub ve sıhhati, sıfatı, keyfiyyeti vardır.

Teyemmümün sebebi: Abdestin ayn-i sebebidir.

Teyemmümün hükmü: Sebebidir. O anın hükm-i dünyevîsidir. Hükm-i uhrevîsi


müteyemmime sevâb husulüdür.

Teyemmümün rüknü: Yüzü ve kolları vech-i arz cinsinin tâhiriylemesh etmekten ibaret
olmak üzre ikidir.

Bunlar anın hem de farzlarıdır.

Teyemmümün şart-ı vücûbu: Mükellef bi’t-tahâre olan kimsenin hadesten tahareti su


ile icraya kaadir olamamasıdır. (Abdestin şürût-ı vücûbuna bakınız).

Teyemmümün şart-ı sıhhati sekizdir:

(Birincisi) niyyettir. Teyemmüm miftâh-ı salât olabilmek için: Hadesten taharete 66 yâhud
istibâha-i salata 67 veyâhud tahâretsiz sahih olmayan ibâdet-i maksûdeye 68 deyû niyyet
olunmak lâzımdır.

(İkincisi) özr-i mübîhdir ki teyemmümü mubah kılıcı özür demektir. Özrün envâı vardır:
Suyun bulunduğu mahal dörtbin adım uzakta olmak veyâhud muhataralı bulunmak yâhud
suyu alacak âlet bulunmamak veyâhud nefsinin veya ekser-i âzâ-i vudûunun69
ma’lûliyetinden yâhud suya olan hacetinden nâşi anı istî’mâle kaadir olamamak ve cenaze
yâhud bayram namazlarını fevt etmek korkusu olmak a’zâr-ı mübîhadandır.

(Üçüncüsü) teyemmüm: Taş ve toprak ve kum ilâ âhirihî.. gibi vech-i arz cinsinden olan

63
Bedel ile mübdelün-minh içtimâ etmez. Mâ-i meşkûkün hükmünde geçen hâmisi okuyunuz.
64
Bulamamak, bulup da istimâline kaadir olamamağa da şâmildir.
65
Bundan sonraki sahîfede mezkûr olan şürût-ı sıhhatin üçüncüsüne bakınız.
66
Gusle bedel teyemmümde hadesin ekberini ta’yîn şart değildir. Hadesten taharete niyyet hadesin
iki kısmı için kâfidir.
67
İstibâha-i salât namaz kılmağa teşebbüs murad etmek demektir.
68
Namaz ve tavaf gibi maksûd bi’z-zat olan ibâdettir.
69
Nısıf dahî ekser hükmündedir.

21
şeylerin tayyıb ve tâhiriyle olmaktır 70. Vech-i arz cinsinden olmayan şeylerin tâhir tozu ile
de teyemmüm olunur.

(Dördüncüsü) mesh ile istîâb-ı mahal etmektir ki tamâmiyle yüzü ve tamâmiyle dirseklere
kadar kol ve elleri kaplayû mesh eylemektir.

(Beşincisi) meshi elin tamâmiyle veya kısm-ı a’zamiyle etmektir.

(Altıncısı) teyemmüm elin iç yüzüyle iki darbede olmaktır. Darbe: Yer-yüzü cinsine eli
koymaktır.

(Yedincisi) hâl-i münâfî munkatr olmuş bulunmaktır. Meselâ burun kanarken yâhud
istibrâ tam olmamış iken ve kadın kısmına göre hayız ve nifas demi kesilmemiş iken
alman abdest ve gusül sahîh olmadığı gibi edilen teyemmüm dahî sahîh olmaz.

(Sekizincisi) bal mumu ve kurumuş hamur veya çamur gibi uzv-ı teyemmümde istîâb-ı
beşereye - ya’nî yüzün veya el ve kolların her tarafım tamâmiyle meshe- mâni’ bir şey
varsa giderilmiş olmaktır.

Teyemmümün sıfatı: Abdestin farz olduğu yerde farz ve vâcib olduğu yerde vâcib
olmaktır. (Sıfat-ı vudû’a bakınız.)

Muhdise, dııhûl-i mescid için teyemmüm etmek mendûbdur.

Teyemmümün keyfiyyeti: İki elinin iç yüzünü maa’n-niyye cins-i vech-i arzdan tâhir olana
vaz’- ile evvelâ yüzünü istîâb üzre ya’nî tamâmiyle kaplayarak mesh etmek ve saniyen
ellerini yine vaz’ edüb ibtidâ sol eliyle sağ kolunu ve ba’dehû sağ eliyle sol kolunu
dirsekleriyle beraber içini ve dışını kaplayû mesh eylemektir.

Elleri ikinci defa yere vaz’da evvelâ parmaklarım hiîâllar ve yüzüğünü ve bileziğini
yerinden oynatır ba’dehû sol elinin baş ve şehâdet parmaklarından mâadasını sağ elinin
tersine parmak uçlarından başlayarak vaz’ edüb dirseğe kadar mesh eyler. Dirsekten
i’tibâren elini çevirüb baş parmağını kolun altına ve şehâdet parmağını kolun iç yüzüne
götürerek parmak uçlarına kadar mesh eder.

Bu iki imrârda sağ kol tamâmiyle mesh edilmiş olur. Sonra sol kolunu dahî sağ eliyle bu
veçhile tamamen mesh eyler. Teyemmüm de hitâm bulmuş olur.

Teyemmümde sünnetlerine dahî riâyet olunur. Teyemmümün sünnetleri yedidir:

1) İhtidasında besmele çekmek.

2) Tertibe riâyet edüb ilk darbede yüzünü ve ikinci darbede kollarını mesh etmek.

3) Bunları ale’t-tevâir yapmak.

4) Ellerini yere koymakta evvelâ ileri sürmek.

5) Ba’dehû geri çekmek.

6) Hâl-i vazı’ da parmaklarını açık bulundurmak.

70
O kadar tâhir ki, ana hiç necaset dokunmamış ola.

22
7) Ellerini yerden kaldırdığında silkelemek 71.

Bozulmuş olmadıkça bir teyemmüm ile farz ve nafile müteaddid namaz kılınır. Vaktin
duhûlünden evvel dahî teyemmüm olunur.

Abdesti bozan her şey teyemmümü dahî bozar. Anlardan fazla olarak teyemmümü, anı
mubah kılan özrün 72 zevali dahî bozar.

Gusül

Zamm-ı (Gayn) ile gusül -ki yıkanmadır- hades-i ekberden taharet demektir. Bâzan
mücerred nazâfet veya tenşıyt-ı cesed yâhud ittibâ-ı Sünnet için olur. Evvelkisi farz ve
diğerleri gayr-i farzdır.

Farz Olan Gusül

Gusl edene yıkanmak ma’nâsına olan iğtisâlden ism-i fail sîğasiyle (Muğtesil) ve -farz
olan gusle nazaran- mukaabiline ya’nî mucibine ma’rûz olub da gusl etmemiş olana
(Mübtelây-ı hades-i ekber) diyeceğiz ki (Hades-i ekber) cünüblük ve hâizlik ve
nüfesâlıktan ibaret olmağla bunların ashabı (Cünüb) ve (Hâiz) ve (Nüfesâ’) deyû başka
başka isimlerle yâd olunur. Ve ale’l-ıtlak bunlara beş şey haram olur: Namaz, kırâet-i
âyet, mess-i âyet, duhûl-i mescid, tavâf-ı Kâ’be.

(Bilhassa hâiz ve nüfesâya oruç tutmak ve zevci kendisine tekarrübetmek veya tahte’s-
sürre intifada bulunmak dahî haramdır.)

Cünüb için zikrolunan beş şeyden birine teşebbüs murâd etmek gusle (Sebeb) ve
gusletmek ana (Farz) olur.

(Hâiz ve nüfesâ haklarında sebebiyyet inkıtâ-ı dem-i hayız ve nifâsdan sonra husul
bulur.)

Abdestte olduğu gibi guslün dahî sebebi, şartı, hükmü, rüknü, sıfatı vardır. Fazla olarak
guslün bir de mucibi vardır.

Guslün sebebi: Farz olan abdeste ve teyemmüme sebeb olan istibâ-hadır. Bu bâbda
kırâet-i âyet dahî mess-i âyet gibidir.

(Farz olmayan guslün sebebi de vücûh-i âtiye üzre istihsâl-i sünniyyet ve istihbâb veya
intifadır.)

Guslün şart-ı vücûb ve sıhhati: Abdestin ayn-ı şart-ı vücûb ve sıhhatidir.

Guslün hükmü: Min ciheti’d-dünyâ sebebi olan istibâha-i mezkûra ve min ciheti’l-âhire
niyyetiyle husûl-i ecr ve mesûbedir.

Guslün rüknü: Zâhir-i bedeni tamâmiyle yıkamaktır ki anın hem de farzıdır. Ber-veçhi âti
tâdâd olunur:

1) Mazmaza etmek.

2) İstinşâk etmek.

71
Elleri ufkî olarak biribirine tokuşturmakta dahî silkinti hâsıl olur.
72
Teyemmümün şurût-ı sıhhatinin ikincisine bakınız.

23
3) Tepeden tırnağa kadar cemî-i bedeni üzerinde tahtine suyun vusûline mâni’ hamur, bal
mumu, çapak gibi bir şey bırakmamak üzere yıkamak.

4) Keşfinde güçlük olmayan kulfe dâhilini yıkamak 73.

5) Mücevvef olan göbeğinin dâhilini yıkamak.

6) Kapanmamış olan küpe deliğinin dâhilini yıkamak 74.

7) Erkek için örgülü saç olduğuna göre çözüb dâhilini yıkamak (kadınlar örgülerini
çözmekle mükellef değillerdir).

8) Sakal sık dahî olsa beşeresini yıkamak ya’nî diplerine su vardırmak.

9) Bıyığın beşeresini yıkamak.

10) Kaşların beşeresini yıkamak.

11) Kadın kısmı uzv-ı tenasülünü yıkamak.

Yıkamak suyu akıtmakla olacağından yağ sürünür gibi su sürünmek yâhud yaş bez veya
sünger ile bedeni ıslatmak kâfi olamaz.

Guslün sıfatı: Mâ nahnü fîhe nazaran farziyyettir. (Bilâ mûcib olduğuna göre sıfat-ı gusl
sünniyet ve istihbâb olur.)

Guslün mucibi: Cünüblükten ve hâl-i hayız ve nifâstan ibaret olan hades-i ekberdir75.

Cünüblük erkeğe ve kadına şâmil bir sıfattır. Tarîk-ı husulü ikidir. Biri bi-şehvetin nüzûl-i
meni ve diğeri mukaarenettir.

Nüzûl-i meni nevm halinde dahî vuku’ bulsa mûcib-i gusüldür 76.

Mukaarenetin mûcib-i gusl olmasında iltikaa-i hıtâneyn kâfidir. Nüzûl-i menî şart değildir.

73
Bu mahtûn olmayanlara göredir. Kulfe zamm-ı (Kaaf) ve sükûn-ı (Lâm) ile hitanda kat’ olunan
deridir.
74
Küpe takılı ise deliğine gusülde su vâsıl olabilmek için tahrîkedilir.
75
Velâkin hayız ve nifâsın mûcib-i gusl olmasında inkıtâ-i demşarttır. Nitekim zikrolundu.
76
Mesnevî:

‫دارد اميد و كند با او مقال‬ ‫خفته ٓان باشدكه او از هر خيال‬

‫ديواب‬
ٓ ‫پس زشهوت ريزد او با‬ ‫ديو را چون حور بيند او جنواب‬

‫او جنيشر ٓامد خيال از وى كريخت‬ ‫چونكه تخم نسل رادر شوره ريخت‬
Tercemesi:
Uyumuş o kimseye denir ki: gördüğü her hâlden bir şey ümid edib onunla konuşur.
Huri şeytânı düşde görünce mukaarenette bulunup şehvetle suyunu saçar.
Nesil tohumunu çorak yere saçdıktan sonra kendine gelince hayâl ondan kaçar.

24
Hayız ve nifas kadınlara hâs hallerdir. (Ahvâl-i Nisa) faslında mübeyyendir.

Guslün farzı, Sünneti, Müstehabbı, Mekruhu, Müfsidi vardır.

Guslün farzı: Rükn olarak mezkûr olan şeylerdir.

Mâ’lûliyyetine mebnî zâhir-i bedenden birinde ilâç bulundurmak mecburiyyetinde olan


kimse suyu ilâç üzerinden imrâr eder. Su imrârından mutazarrır ise orasını mesh eyler 77.
Mesh etmekten dahî mutazarrır ise anı da terk eder. Derdi sebebiyle (meselâ) başına su
değirmekten mutazarrır olan kimseden baş yıkamak sakıttır.

Guslettikten sonra tırnak kesmek, tıraş olmak, vücûdda olan kıl mevzi’îerini tırâşîde
etmek ile guslü iade lâzım gelmez.

Sünen-i Gusl = Guslün Sünnetleri

Gusülde oniki şey sünnettir:

1) Besmele çekmek.

2) Niyyet etmek.

3) Bunlar (ya’nî Besmele ve niyyet) guslün evvelinde abdest almakta elleri bileklere
kadar yıkarken olmak.

4) Bedenin bir yerinde hılâf-ı taharet bir şey var ise yayılub artmamak için anı
müstekıilen” evvelce gidermek.

5) Avret mevziini necaset 78 olmasa dahî ayrıca yıkamak.

6) Gusle mübaşeretten evvel sünnet vechi üzere abdest almak.

7) Gusl ettiği yerde altına su toplanmakta ise o abdestte ayak yıkamak işini guslün
sonuna bırakmak.

8) Abdesti müteakip gusle mübaşeretle üç defa su dökünmek ve her defada su bedeni


kaplamak.

(Suya dalmak suretiyle ığtisalde 79 abdest alacak kadar durmak dahî bu sünnetleri hâsıl
etmiş olur).

9) Su dökünmeğe baştan başlamak.

10) Ba’dehû sağ omzuna dökünmek.

11) Ba’dehû sol omzuna dökünmek.

12) Suyu ilk döküşte bedeni ovalamak (ta ki sonraki iki döküşte su bedenin cemî-i

77
Mesh ale’l-huffeyn ve mesh ale’l-cebîre bahislerine bakınız.
78
Menîye şâmildir.
79
Dalınan su tâhir ve mutahhir olan Mâ-i Mutlak’ın carî veya o hükümde olan kesîr nev’inden olmak
lâbüd değil, Havz-ı Sağîr’de bulunmak dahî kâfidir. Aslın 31. sahîfesindeki hamişi okuyunuz.
(Burada Asıl’dan maksat bu eserin mufassal olan, müellifin Arap harfleriyle basılmış Ni’met-i İslâm
adlı kitabıdır.)

25
cüz’üne yayılmış olsun).

Müstehabbât-ı Gusül = Guslün Müstehabları

Guslün âdâb ve müstehabbâtı ayniyle abdestin âdabıdır. Şu kadar ki gusülde Kıble’ye


karşı bulunmak ve dualar okumak müstehab olamaz. Hîn-i iğtisâlde kimse olmasa dahî
mestûrü’l-avre bulunmak lâzımdir.

Mekrûhât-ı Gusül = Guslün Mekruhları

Abdestte mekruh olan şeyler gusülde dahî mekruh olur. Fazla olarak bunda duâ okumak
ve kimsenin göremiyeceği yerde bile iğtisâl ederken üryan bulunmak dahî mekruhtur.

Abdestte ve gusülde sarf olunacak su için şer’an ta’yîn olunmuş bir miktar olmadığından
israf ve taktır 80 olunmamak üzere mutavassıt hal murâât olunmak lâzım gelir.

Herkesin kendi uzvuna ve cesedine göre lüzûm-ı zahirîsinden ziyâdesu sarf etmek ve bir
uzvu ber-veçhi istîâb üç defadan ziyâde yıkamak mekruh olur.

Müfsidât-ı Gusl = Guslü Bozan Şey’ler

Nevâkız-ı vudû’un’ hiç biri guslü nakz etmez. Guslün müfsidi mucibine münhasırdır.

Farz Olmayan Gusl

Bilâ mûcib gusletmek şu dört şey için sünnettir:

1) Cum’a namazı için,

2) Bayram namazı için.

3) Hacc veya Umre ihramı için 81.

4) Arafat vukuufu için 82.

Bilâ mûcib gusletmek şunlar için müstehabdır:

1) Tâhiren” müslim olan.

2) Sinnen baliğ olan.

3) Cünûndan veya baygınlıktan yâhud sermestlikten ayılan.

4) Hacamat olan.

5) Ölü yıkayan.

6) Şa’bâ’mn nısfı gecesine eren.

7) Kadir Gecesi’ne eren.

80
Mekrûhât-ı vudû’ hâmişindeki ta’rîften anlaşıldığı üzere taktir israfın zıdd-ı kâmili olan cimriliktir.
81
Kitabü’l-Hacc’a müracaat.
82
Kitâbü’l-Hacc’a müracaat.

26
8) Medîne-i Münevvere’ye giren.

9) Kurban Bayramı sabahı Müzdelife vakfesinde bulunan.

10) Tavaf-ı ziyaret için 83 Mina’dan Mekke-i Mükerreme’ye inen.

11) Salât-ı husuf yâ salât-ı küsûf kılan 84

12) Yağmur duasına çıkan.

13) Zulmet ve fırtına ve zelzele misli havf ve dehşete mebnî namaz ve niyazda bulunacak
olan.

14) Yolculuktan gelen.

15) Günâhtan tevbe eden.

16) Müstehâze iken demi dinen 85.

17) Remy-i cimâr eden 86.

Gusüide mesh ale’l-huffeyn caiz ve câri olamaz 87 ise de mesh ale’l-cebîre caiz ve câri
olur.

Ekser-i âzası 88 sağlam ve ekalli ma’lûl bulunan kimse gusüide sağlam yerlerini yıkar
ma’lûl yerlerine mesh eder.

Ekser-i âzası ma’lûl ve ekalli sahîh olan kimse teyemmüm eyler. Nısıf dahî ekser
hükmündedir.

Teyemmüm -bâbındaki ifadeden anlaşıldığı üzre- abdeste bedel olduğu gibi gusle dahî
bedel olur. Binâen-aleyh bi’l-îcâb gusledecek kimse gusle kâfi su bulamadığı veyâhud
suyu isti’mâle kaadir olamadığı takdirde teyemmüm eder. Gusl edecek olursa
hastalanmaktan yâhud hastalığının istidat veya imtidâdmdan korkmak, yâhud soğuk su
dökünemediği cihetle suyu ısıtacak şey ve hamama gidecek para bulamamak
teyemmümü mubah kılan a’zârdandır.

Meyyite dahî su bulunmadığı vakit gasle bedel teyemmüm verilir.

Farz olmayan gusüller meyânında tâdâd olunan ihram guslü gibi tanzîf-i beden için olan
gusle teyemmüm bedel olamaz 89.

83
Kitâbü’l-Hacc’a müracaat.
84
Kitâbü’s-Salât’a müracaat.
85
Bu kitâbda Ahvâl-i Nisa faslına bakınız.
86
Kitâbü’l-Hacc’a müracaat.
87
Çünki mesh ale’l-huffeyn hades-i asgardan taharete muhtasdır. Asim 156 ve 157. sahîfelerine
bakınız.
88
Gusül hakkında mecmû-i beden uzv-ı vâhid hükmünde olmağlâ ekseriyyet ve ekalliyet abdestte
olduğu gibi adeden değil, mesâhatendir.
89
Teyemmümün bir de muhtâc-ı müekkid olanı vardır ki, anda da mücerredi teyemmüm gusül
makaamına kaaim olamaz. O da hayzın hadd-i ekserinin madununda inkıtâı suretinde hıll-i vat’
muhtâc-ı gusl olub bir özre mebnî gusle bedel teyemmüm olunur ise o teyemmüm ile nâfileten
olsun bir namaz kılınmış olmak lâzım gelir ki, anın müekkidi işte budur. Gusülde buna hacet yoktur.

27
Gelelim mûcib-i gusl olan hades-i ekberin hayız ve nifâs nev’ine:

Ahvâl-i Nisa’ = Kadınlık Halleri

Hayız ve nifâs ve istihâza isimleriyle üç nevi’ ahvâl-i nisa’ vardır:

Hayız -ki erhâm-ı nisâ’dan 90 gelmesi mu’tâd olan demdir- hades olmak i’tibâriyle şöyle
ta’rîf olunur: Kadınlarca müddet-i ma’lûme imtidâd eden mâniiyyet-i şer’iyyedir. (Anların
namazına, orucuna, tilâvetine, tavafına, erkekleriyle birleşmelerine mâni’dir).

Bu hâl kadın kısmında dokuz yaşından evvel başlamadığı gibi nihayet ellibeş yaşından
sonraya da kalmaz. Üç günden ekal ve on günden ekser olmamak üzre her ay vaki’ olur.
Meğer ki kadın gebe ola. Müddet-i hamilde kadınlar hayızdan hâlidirler. Vaz’-ı hamli
müteâkıb nifâsa mübtelâ olurlar.

Nifâs -ki vaz’-ı hamli müteâkıb zuhur eden demdir- hades olmak i’tibâriyle şöyle ta’rîf
olunur: Akab-i vilâdette hurûc-ı dem sebebiyle olan mâniiyyet-i şer’iyyedir. (Anların
namazına, orucuna, tilâvetine, tavafına/ erkekleriyle birleşmelerine mânî’dir).

Müddet-i hayzm ekalli üç ve ekseri on gündür 91.

Gün tâbirinde gece dahî dâhildir.

Müddet-i nifâsın ekseri kırk gündür. Ekalli için hadd-i muayyen yoktur.

Eğer nifâs kırk günü geçer ve hayız üç günden ekal yâhud on günden ekser olur ise ana
istihâza ta’bîr olunur ki kadına mahsûs bir hastalık demektir. Hâmil olan yâhud ellibeş
yaşım geçen kadından ve henüz dokuz yaşma varmıyan kızdan gelen dem dahî dem-i
istihâzadır.

Bunların ahkâmına gelince: İstihâzada nakz-ı vudû’ yahud özr-i hükmî câri olub hayız ve
nifâsta ise ber-veçhi âtî hüküm, hürmet ve inkıta’larına iftirâz-ı gusül terettüb eder.

Hayız ve nifâs ile sekiz şey haram olur:

1) Namaz.

2) Oruç.

3) Kırâet-i âyet.

4) Mess-i âyet.

5) Dühûl-i mescid.

6) Tavâf-ı Kâ’be.

7) Muvâkaa.

8) Mâ tahte’s-sürre muamele.

Beyân ahvâl-i nisâ’da tekrar olunur.


90
Kadınların mevzi-i tenasülü dahilinden demektir.
91
Müddet-i hayz içinde demin ale’t-tevâlî gelmesi şart olmayub inkıtâ’ı dahî nüzulü gibidir.

28
Kadınlar o hallerde namaz kılamazlar, oruç tutamazlar, geçirdikleri namazları kazâ
etmezler, oruçlarını sonra öderler. Mushaf’a gılâfsız el süremedikleri gibi ezbere Kur’an
dahî okuyamazlar. Câmi’lere ve mescidlere giremezler. Harem-i Şerîf’e de giremez ve
nâfileten bile tavaf edemezler. Farz olan tavaf-ı ziyareti hâl-i hayız veya nifâsda bulunan
kadın zamân-ı tuhruna te’hîr eder. Vâcib olan tavaf-ı vedâ’ andan sakıt olur. Hâl-i hayız
veya nifasda bulunan kadına zevcinin takarrübü haram olduğu gibi kadının ana o bâbda
temkîn-i nefs etmesi de haramdır.

Hayız ve nifâs bunların hadd-i ekseriyle hitâm buldukta kadın henüz gusl etmemiş bile
olsa zevcinin ana takarrübü caiz olur ise de hadd-i ekserin mâdûniyle hitâm bulmak
suretinde kadın gusl etmiş olmadıkça 92 zevcinin ana takarrübü halâl olmadığı gibi dem
gerek hadd-i ekserde ve gerek anın madununda münkatı olsun bilâ gusl namaza, oruca,
kırâet-i Kur’ân’a, mess-i Kur’ân’a, duhûl-i mescide, tavâf-ı Kâ’beyemübaşeret dahî caiz
olmaz.

Âdet müddeti hitâm bulmadan olan inkıtâ’-i muvakkate i’tibâr yoktur 93. Binâenaleyh o
bâbda edilen gusül dahî hükümsüzdür.

A’zâr ve Ahkâm-ı Ma’zûrîn = Özürler ve Özürlülerin Tâbi’ Oldukları


Hükümler

A’zâr: Özrün cem’idir. Özür: Nâkız-ı vudû’-ı dâimidir ki beden-i insandan hurûciyle nakz-ı
vudû’ eden şey dâim ve müstemir oldukta özür addolunur. Anın devam ve istimrarı bir
vakt-i salâtı istîâb etmekledir. îstîâb (ihata) dahî ya hakîkî veya hükmî olur.

İstîâb-ı hakîkî: Özür bir vakt-i salâtı kamilen müstev’ib (muhît) olmaktır.

İstîâb-ı hükmî: Özür ahyânen munkatı’ olsa da anın inkıtâı abdest alub namaz kılacak
kadar imtidâd etmemektir ki vakt-i salâti hükmen müstev’ib demektir.

Özürde istîâb şart-ı sübûttur ki zikrolunan istîâbların biri bulunmadıkça özür sabit olmuş
olamaz. Özrü ber-vechi mezkûr sabit olan kimse ma’zûr ya’nî sâhib-i özürdür.

Sâhib-i özrün hükmü beş vakitte abdest almak ve aldığı abdest vakit bakî oldukça o özür
sebebiyle 94 müntakız olmayub namazı öylece kılmaktır.

O abdest ile o vaktin namazını kıldığı gibi farz (kaza) veya vâcib yâhud nafile daha nice
namaz kılabilir. Vaktm hurûciyle abdesti bozulmuş olur.

Özür -şart-ı sübûtunun tahakkukıyle sabit olduktan sonra her namaz vaktinde bir kerre
olsun bulunmakla- bakî addolunur ki anın bakaası içün şart dahî budur. Munkatı’ oluncaya
kadar sâhib-i ahkâm-ı ma’zûrîn ile âmil olub munkatı’ olduktan sonra ma’zûr olmamakla
abdesti hurûc-ı vakt ile değil, nâkız-ı vudû ile müntakız olur.

Özrün şart-ı inkıtâı” dahî tam bir vakt-i salâtm andan hâli olmasıdır.

Ma’zûrun kan ve irin ve bevil gibi özr-i necasetinden esvabına isabet edeni yıkamak -özri

92
Bâ’de’l-inkıtâ’ gusledüb o vaktin namazını kılmağa müsâid zaman geçirmek dahî gusletmek
makaammdadır. Bir namazın tahrîmesini alâ’t-tahâre îfâya vakit bulmak dahî zimmete terettübü
i’tibâriyle o namazı kılmak demektir.
Bu bâbda bir özre mebnî edilen teyemmümün muhtâc-ı müekkid olduğu 50. sahîfenin hamişinde
zikr olunmuş idi.
93
Müddet-i hayız içindeki inkıtâ’ı dahî nüzul hükmünde olduğuna söylemiş idik.
94
Çünkü başka bir nâkız-ı vudû’ ile elbette müntakız olur.

29
kaaim oldukça- vâcib olmayub dirhem mikdârından zâid olanını bile yıkamak -müfîd
olmadıkça- vâcib olmaz.

Müfîd olmak: Namazı kıhncaya kadar olsun temiz kalub kirlenmemektir.

Encâs = Pislikler

Tâhir olmayan şey’e necis denir ki encâs anın cem’idir. Necse necaset dahî denir. Ve
galîza ve hafife isimleriyle ber-vech-i âtî tâdâd olunur:

Necaset-i galîza şunlardır: İnsanın -süt emen çocuk dahî olsa- bevli ve tersi, eti yenmiyen
hayvanların 95 hem bevli ve tersi hem de lüâbı, eti yenen hayvanlardan tavuk ve kaz ve
ördek tersi, kan ve irin ve menî ve mezî ve dem-i hayız ve nifâs ve dem-i istihâza ve
kay 96 gibi insandan hurûciyle abdesti bozan 97 şeyler, müskirat, meyte 98, dem-i mesfûh.

Necâset-i hafife şunlardır: Atın 99 ve deve ve sığır ve ganem ve geyik ve tavşan gibi
hayvânât-ı me’kûle-i ehliyye ve vahşiyyenin bevli ve tersi 100 ve eti yenmiyen kuşların
tersi 101.

Gılzat ve hıffet keyfiyet-i tathîr i’tibâriyle- değil, mâni-i sıhhat-i salât o-hıb olmamak
itibariyledir: Az mıkdârı ma’füv olana necâset-i galîza’ ve çok mikdârı ma’füv olana
necâset-i hafife denilmiştir. Şöyle ki necâset-i galîzanın ancak dirhem miktarı 102 ve
necâset-i hafif enin isabet ettiği libâs veya bedenin rub’unun mâ’dûnu ma’füv olub
anlardan ziyâdesi izâlesine imkân oldukça ma’füv değildir.

Ma’füvviyyetin de ma’nâsı zikrolunan mikdâr necasetler namazı ifsâd etmiyecek demektir.


Yoksa külliyyen ma’füv demek değildir. Mezkûr mikdârlarda kerâhet-i tahrîmiyye’” ve
anların madununda kerâhet-i tenzîhiyye vardır. Suyu ve kuyuyu ifsâd etmekte anların
farkı da yoktur.

Hadesten taharet cins-i salâtta 103 farz olduğu gibi necasetten taharet dahî ma’füv
olmayan mikdârda farzdır 104. Ve bu mukaddemdir: Abdestsiz olub da üzerinde yâhud
namaz-gâhında 105 ma’füv olmayan mikdâr-ı necaset dahî bulunan kimse bunlardan yalnız

95
Bundan at müstesnadır. Nitekim zikrolunur.
96
Hâricde et kokmak ve hattâ kurtlanmak ve yemek ekşimek ile necs olmaz. Mi’deden gelen
necistir.
97
Meniye nazaran bundan alelıtlak hades ma’nâsı irâde olunur.
98
Meyte lâşe demektir ki: Hayvân-ı demevî-i gayr-i mâînin ölüsüdür. Kokmuşuna cîfe tâbir olunur.
Vech-i şer’î üzre boğazlanmıyarak ölmüş olan hayvanın ölüsü dahî mevtedir. Âtide muharrer olduğu
üzre domuzdan mâada her hayvân-ı demevînin muhâlıt-ı necaset olmıyan zahiri hâl-i hayâtında
tâhirdir. Mevt ile necis olur. Domuz hayyen ve meyyiten ayn-ı necistir.
99
Esterin ve himârın bevli ve tersi kısm-ı evvelde dâhildir.
100
Bu, kavl-i imâmeyndir ve râcihtir. Her hayvanın ödü bevli gibidir. Geviş getirenlerin gevişi
gübresi gibidir.
101
Yarasa hilkaten hâiz-i garâbet olduğu gibi şerîaten dahî hâiz-i hükm-i mahsûs olarak anın bevli
ve tersi, suyu ve siyabı ifsâd etmemektedir.
102
Mikdâr-ı dirhem: Câmid olanında veznen ve mâyi olanında mesâhaten mu’teberdir. Dirhemin
vezni yirmi kırat harrub çekirdeği ve mesahası parmak diplerinden i’tibâren avuç içi mikdârıdır.
103
Cenaze namazına ve Secde-i Tilâvet’e şâmildir.
104
Ma’füv olan mikdârda vâcibdir. Farziyyet ve vücûb kayd-ı kudret ile mukayyed olduğu gibi keşf-i
avret misli andan eşeddini irtikâba bâis olmamak kaydiyle dahî mukayyeddir.
105
Namaz kıldığı mahal ve husûsiyle ayaklarının ve dizlerinin ve ellerinin ve alnının namazda geldiği

30
birine kâfi suyu buldukta anı izâle-i necasete sarf edüb hades içün teyemmüm etmek
lâzım gelir.

Mutahhirât = Temizleyici Şeyler

Necsi isabet ettiği şeyden gidermeğe tathîr ve tathîrin tarîklerine ism-i fail cem’ sıygasîle
mutahhirât diyoruz ki anın ber-vech-i âtî bir takım envâı vardır:

Anların birincisi (Gayn) ın fethiyle gasildir ki su ile yıkamaktır. Mâ-i mutîakm dördüncüsü
olarak zikrolunan necis kısmından mâadasıbu bâbda sâlih-i tathîr olduğu gibi sirke ve gül
suyu ve çiçek suyu misli tâhir ve rikkat” ve seyelân üzere bakı olan ve kaali’ ve müzîl
bulunan ya’nî zeytun yağı gibi yayıcı ve sıvaştırıcı olmayub çıkarıcı ve giderici olan mâ-i
mukayyed dahî sâlih-i tathîrdir. Peltelenüb rikkat ve seyelânma halel gelen ve yağ ve süt
ve bal ve pekmez misli tahîr ve rakiyk ve sâil (akıcı) ise de kaali’ ve müzîl olmayan sular
ve mâyi’ler sâlih-i tathîr değildir.

Şarâb ve bi’l-cümle müskirat ve ispirto 106 kaali ve müzîl olsa da tâhir olmadığından anlar
da sâlih-i tathîr değildir.

Emr-i tathîrde necâset-i galîza ile necâset-i hafifenin farkı olmadığından bu bâbda alelıtlak
necâset-i mer’iyye ve gayr-i mer’iyye deyû ikiye tefrik edüb kuruduktan sonra görülene
necâset-i mer’iyye ve görülmeyene necâset-i gayr-i mer’iyye diyeceğiz.

Necâset-i mer’iyye ile rnüteneccis olan şey necasetin aynı ve -izâlesinde usret olmayan-
eseri her ne tarîk ile olur ise olsun andan zail olmakla tâhir olur. Renkten veya kokudan
ibaret olan eserinin bakaası -izâlesi meşakkatli olduğuna göre- zarar vermez. Su ile izâle
tarıkında sabuna, sodaya muhtaç olmak meşakkat addolunur.

Necâset-i gayr-i mer’iyye ile müteneccis olan şey yıkayanca 107 galebe-i zan husulüne
değin yıkamakla tâhir olur. Galebe-i zan: üç kerre yıkamak 108 -ve sıkılır olduğuna, göre-
her defasında sıkılmak- ile takdir olunmuştur 109. Sıkılmakta ve hususiyle üçüncü
defasında damlamak munkati’ oluncaya, kadar mübalâğa olunur. Bu bâbda i’tibâr sıkanın
kendi kuvvetinedir. Sıkılamıyacak şey her yıkayışta suyu süzülüb damlalar kesilinceye
kadar bırakılır. Sıkmağa (Asır) ve buna (Tecfîf) t’abîr olunur.

Akar su veya o hükümde olan mâ-i kesir içinde ıslatmak suretiyle taharetine galebe-i zan
husulü asır ve tecfîften muğnî olur.

Necâset-i mer’iyyeden olan kan veya şarâb ile mülevves ve müteneccis olan bez suyu safî
oluncaya kadar gasl olunmakla tâhir olub kanın veya şarâbın lekesi anda kalabilir.

Menî yıkamakla zail olduğu gibi anın kurumuşu ovalamak ile de zail ya’nî isabet ettiği
mahal andan pâk ve tâhir olur. Buna (Ferk) ta’bîr olunur. Muvazini olan (Delk) dahî
mutahhirâttandır ki teneccüs eden ayak-kabı pâk bir yere sürtülmekle de temizlenebilir.

Mayi’ yağlar teneccüs etmek suretinde üç defa sudan geçirilmekle tâhir olur. Câmid’ ise
necsin isabet ettiği yer oyulub atılır. Buna (Takvîr) denir.

yerler.
106
Fukahânın gayr-i tâhir addettikleri ispirto, şarâb cibresinden istihsâl olunandır.
107
Yıkayan sâhib-i temyiz olmadığına göre kullananca.
108
Teneke veya leğen gibi bir kab içinde yıkandığına göre her defasında suyu değiştirilir. Sonunda o
kab dahî mâ-i tâhir ile çalkanır.
109
Bu takdir dahî lâbüd olmayup i’tibâr galebe-i zannm husûlünedir. Bu husul takdîr-i mezkûrun
mâdûniyle de olur. Asla bakınız.

31
Teneccüs eden bal veya pekmez yâhud süd ise mikdâr-ı aslîsinde kalıncaya kadar üç defa
birer misli su ile kaynatılmakla tâhir olur. Buna (Iğlâ’) denir.

Mesh dahî -ki silmektir- yerine göre gasil makamına kaaim olur. Meselâ boğazlanan
hayvanın kaniyle teneccüs eden’ bıçak tüyüne mesh olunarak temizlenir. Ve necaset
isabet ettiği yerden bez ve sünger ile de alınabilir.

Müteneccis olan yer-yüzü su ile tathîr olunduğu gibi güneş veya ateş yâhud rüzgâr
görerek kuruyub üzerinde olan necasetin eseri zail olmakla dahî tâhir olur. Buna feth-i
(Cîm) ile (Ceffaf) ta’bîr olunur.

Hınzirden mâada her hayvanın 110 derisi -kendisi me’kûlü’l-lahim olmasa ve lâşe dahî olsa-
dibâğat 111 ile tâhir olduğu gibi zebh ile de tâhir olur. Nahir nev’ine 112 dahî şâmil olmak
üzere buna (Zekât) ta’bîr olunur.

Vech-i şer’î üzere 113 mezbûh olan hayvan me’kûl olmasa da derisi -üzerinde kan bulaşığı
gibi necaset zahir olmadıkça- tâhir addolunur.

Mutahhirâtın biri de kalb ve istihale tarîkidir- ki teneccüs edenbal ve pekmez ığlâ’ tarikiyle
tâhir olduğu gibi müteneccis zeyt (zeytun yağı) dahî sabun yapılmakla tâhir olur.

Boğazlanan hayvanın kellesindeki kanlar ihrâk ile zail ve kelle tâhir olur ki bunlar (Kalb)
ve (Tahvil) tarîkidir.

Şarâb sirke olmak, tezek yanub kül olmak, müteneccis çamurdan yapılan çanak, çömlek,
tabak, bardak ateşte pişirilmek, memlehaya düşen veya atılan lâşe ve hattâ hınzır
memlehada kalub, tuz kesilmek, toprağa gömülen ters toprak kesilmek ile tâhir olmak
(İstihale) ve (İnkılâb) tarîkidir.

Müteneecis bi’r hakkında (Nezh) fasl-ı Âbâr’da geçen tafsil veçhile mutahhir olduğu gibi
(Tağavvur) dahî mutahhirdir ki teneccüs eden kuyunun suyu çekilüb gâib olduktan sonra
gelen su tâhirdir.

Şarâb ile pişirilen et yenmez ve ebeden tâhir olmaz. Vech-i şer’î üzre boğazlanan tavuğun
boğazındaki kanı ve içini yıkayub temizlemeden tüylerini kolay yolmak için anı ve
kazımak için henüz temizlenmemiş işkembeyi veya paçayı sıcak suya atmamalı ki su
hadd-i galeyana gelir ve içine atılan şey anı teşerrüb edecek müddet içinde kalır ise
ebeden tâhir olmaz. Böyle olmadığına ya’nî ya su hadd-i galeyana gelmediğine veyâhud
içine atılan anı teşerrüb edecek müddet suda kalmadığına göre yıkamakla tâhir olur.

Hınzîrden mâada her hayvân-ı demevînin 114 necse mülâki olmayan zahiri hâl-i hayâtında
tâlıirdir 115. Mevt ile necis olur 116.

110

‫ويستثنى منه ما يستثنى من الصالح للدبغ‬


111
Dibâğatın hakîkî ve hükmî kısımları için asla müracaat olunsun.
112
Kitâbü’z-Zebâih’a bakınız.
113
Gerek zebihte ve gerek zâbihteki vech-i şer’iyyet için Kitâ-bü’l-Hac evâhırmdaki Kitâbü’s-Sayd
ve’z-Zebâih’a müracaat ediniz.
114
Demevî kaydı mâiyü’l-mevlid ve zü’l-maîşeteyn olanlardan ve böcek ve sinek gibi dem-i sâile
mâlik olmayanlardan ihtirazdır ki, bunlar mevt ile necis addolunmaz. Ve hayyen ve meyyiten vâki’
oldukları suyu ifsâd etmez. Fasl-ı Âbâr’a bakınız.
115
Batındaki necasetin hükmü zahir olmaz.

32
Hınzîrin dirisi dahî ölüsü gibi necistir. Her cüz’ü dahî necistir.

Sâir hayvanların hayât sârî olmayan ve ta’bîr-i diğer ile kuvve-i lâmiseden ârî olan eczası
mevtinden sonra dahî tâbirdir: Bulaşıksız dişi, tırnağı, boynuzu, kemiği, kılı, gagası.

İnsan dahî hayvân-ı demevî olmağla bu hükümdedir. Şu kadar ki eczâ-i hayvâniyye ile
intifa mubah ve eczâ-i âdemiyye ile intifa gayr-i mubâhtır.

Kitâbü’t-Tahâre’mize şöyle hitâm vermiş olalım ki tahâret-i zahirenin nef’-i tâmmı


tahâret-i bâtına iledir. O da tehzîb-i nefs ve iktisâb-ı ahlâk-ı fâzıla ile olur. Bu da ancak
İsr-i Pâk-i Hazret-i Hâtemü’l-Enbiyâya mütâbeatle husule gelir.

‫خلعتى از صفات روحانى‬ ‫در تو پوشيده لطف يزدانى‬


‫تا بپا كيزكى شوى مشهور‬ ‫دارش از لوث خشم و شهوت دور‬
Tercemesi:

Allah’ın lûtfu rûhânî sıfatlardan bir hil’at olarak sende gizlidir. Onu kızgınlık ve şehvet
kirinden uzak tut ki arılıkla ün salasın.

Allah’ın inâyetiyle 1332 hicrî senesinin Muharrem ayında müellif Mehmed Zihni Efendinin
tashîhiyle ilk defa tab’ olunmuştur.

116
Murâd meytedir. Zebh-i şer’î mezbûh-i me’kûl hakkında mutlakan, ve gayr-i me’kûlün yalnız
cildi hakkmda taharettir.

33
Muhtasar

KİTÂBÜ’S - SALAT

(Namaz Bahsi)

Mesnevi:

‫لا صلاة كفت الا بالطهور‬ ‫روى ناشسته نبيند روى حور‬

Tercümesi:

Yüzünü yıkamamış kimse Cennet’teki hurinin yüzünü görmez. Bundan dolayıdır ki Hazret-
i Resul “Abdestsiz namaz olmaz” buyurmuşlardır.

34
‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ
Kitâbü’s-Salât = Namaz Bahsi

Bu kitapda cins-i salâttan ve anın şurût ve erkânından ve vâcibât ve sünen ve âdabından


ve mekrûhât ve müfsidâtından bahsolunur.

Salât: Namaz demektir. Cins-i salâtta Sücûd-i Sehiv ve Tilâvet ve Salât-i Cenaze dahî
dâhildir. Salâtın mektûbe ve gayr-i mektûbe olanı vardır.

Salât-ı Mektûbe, farz olan namaz demektir. Cem’inde salâvât-ı Mektûbe denir. Salât-ı
Cüm’a ve Salât-ı Vitir o meyândadır. Salât-ı iyd dahî anlara talîdir.

Salât-ı Gayr-i Mektûbe, farz ve vâcib olmayan namazlardır ki Nevâfil nâmiyle yâd olunur.
Sünen-i Revâtip ve Reğâib o cümledendir. 117

Salât: Şükr-i mün’ımdir. Anın sıfat-ı şer’iyyesi Farz veya Vâcib yahut Sünnet olmasıdır.
Farz olanının vakt-ı iftirâzı Leyle-i Mi’râcdır ki anlar o vakit ya’nî Hicret’den evvel Farz
olmuştur. Hükmü dünyâda ferâğ-ı zimmet ve âhirette husûl-i sevâbdır. Sebebi evkaat-ı
şer’iyyesidir. 118 Şurût ve erkân-ı salât Furûz-ı Salât unvâniyle mezkûrdur.

Salâvât-ı Mektûbe = Farz Olan Namazlar

Bu fasılda beş vakit namazdan ve anların evkaatından ve Ezan ve ikaametten ve


Cemâatten ve surût-ı imamet ve iktidâdan dahî bahs olunur ve alelıtlak salâtın 119 furûz ve
vâcibâtı ilâ-âhirîhî.. zikrolunur.

Gerek mektup, gerek gayr-i mektûb olsun abdin Cenâb-ı Hakk’a evdâ-i ta’zimiyyesi
demek olan Namaz ibâdeti birtakım rek’atlerden müteşekkildir ki rek’atler Kıyam, Kırâet,
Rükû’, Sücûd ile mütehassıldır.

Günde ya’nî geceli gündüzlü yirmi dört sâat zarfında on yedi rek’at namaz farzdır. Salât-i
Vitir ile beraber cem’an yirmi rek’attir. Bir o kadar da revâtip vardır ki Sünen ta’bîr
olunur. Fasl-ı Nevâfilde anlar gösterilir.

Bunlar Mukîm’e göredir. Salât-ı Müsâfir başkaca zikrolunur.

Salâvât-ı Mektûbe evkaat-ı muayyenesinde kılınır. Bilâ özr te’hîr büyük günahlardandır.
Farziyyetini i’tikaad ile beraber tenbellikle târik-i salât olan Fâsıktır. Kılmağa devam

117
Teshîlen li’z-zabt böyle denilmiştir. Asıl şöyle denilmekdir: Salât tesmiye olunan şey Farz veya
Vâcib yahud Nefildir. Farz ya Ayn veya Kifâye’dir. Farz-ı Ayn Mektûbât-ı Hams ile Salât-ı Cum’adır.
Farz-ı Kifâye, Salât-ı Cenâze’dir. Vâcib dahî ya li-aynihî veya li-gayrihîdir. Vâcib li-aynihî -ki vücûbu
fiil-i abde mütevakkıf olmıyandır. Vitir ve Salât-ı iydeyn ve Secde-i Tilâvetedir. Vâcib li-gayrihî -ki
vücûbu fiil-i abde mütevakkıf bulunandır. Sücûd-ı Sehiv ve Salât-ı Nezir ve Tavaf ve ifsâd edilen
Nefl’in kazasıdır. Nefl dahî Salât-ı Teravih ile Sünen-i Revâtib ve envâ-i Regâib’dir.
118
Sonra kılarım deyû vücûd bulan te’hîr seni tâatten men’etmemek için Hak Celle ve Alâ ibâdâtı
evkaat-ı muayyeneye merbut kıldı ve senin için hıssa-i ihtiyâr dahî kalmak üzre evkaatı sana vâsi’
tuttu. Kulların muâmele-i Hakk’a ya’nî ibâdet-i Rabb’a kıllet-i rağbet ve mutâvaatlarını bildi de
kendilerine vücûd-ı tâatı lâzım kıldı. Anları semt-i tâate selâsil-i îcâb ile sevk etmiş oldu. Cennet’e
zincirlerle sevk olunanlara taaccüb olunmaz mı? Hak Teâlâ sana hizmetini vâcib kıldı. Sana
Cennet’ine dühûlden başka bir şey vâcib kılmadı.
119
Salât-ı Cenaze bu idâdda değildir.

35
edinciye kadar haps olunur.

Evkaat-ı Salât = Namaz Vakitleri

Farz olan namazların vakitleri beştir: Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı.

Sabah namazının vakti tulû-i fecr-i sâdıktan i’tibâren tulû-i şemsden evvelceye kadardır.

Öğle namazının vakti zevâl-i şemsden i’tibâren her dikili şey’in gölgesi kendinin iki ve alâ
kavlin bir misli olmak zamanına kadardır 120. Cum’a Namazı’nın vakti de budur.

İkindi namazının vakti dikili şey gölgesinin iki kavl-i muhtelif üzre zikrolunan
ziyâdeliğinden i’tibâren gurûb-ı şemse kadardır 121.

Akşam namazının vakti gurûb-ı şemsten i’tibâren gurubu ta’kîb eden kızıllık yâhud andan
sonraki aklık ma’nâsına olan şafağın gaybubetine kadardır 122.

Yatsı namazının vakti zikrolunan şafağın gaybubetinden i’tibâren tulû-i fecirden evvelceye
kadardır. Vitir namazı dahî yatsı namazının vaktinde andan sonra kılınır.

Salâvât-ı Mektûbe için muayyen olan evkaat-ı hamse bunlardır.

Her vaktin namazı o vaktin eczasından hangi cüz’de vâki’ olsa olur ki anlar vakt-i
cevazdır.

Vakt-i istihbâb ber-vech-i âtidir.

Evkaat-ı Müstehabbe = Müstehab Vakitler

Farz olan her namazı vaktin duhûlünde kılmak efdaldir. Meğer ki te’hîr bir fazileti
mutazammın ola 123. Binâen-aleyh sabah namazının isfârı tağlîsından efdaldir 124.

Tağlîs: Kafes vezninde kales ta’bîr olunan sabah karanlığında kılmaktır.

İsfâr: Ortalık ağardığı vakit kılmaktır.

Öğle namazını yazın İbrâd etmek efdaldir. İbrâd: Öğle sıcağını geçirmek üzere biraz te’hîr
demektir. Kışın ve baharın ve güzün anı ta’cîl etmek, te’hîr etmemek efdaldir.

Cuma namazı dahî öğle namazı hükmündedir.

İkindi namazını yazın ve kışın güneş tagayyür etmiş olmıyacak kadar te’hîr efdaldir.

120
Kavl-ı sânîyi vakt-ı zuhr için müntehâ ve kavl-i evveli vakt-ı asr için mebde’ kılarak mabeynini
vakt-i mühmel i’tibâr edenler dahî olmuştur ki ana beyne’s-salâteyn ismi verilir.
121
Arafât’da huccâc Cemâat-i Kübrâ ile ikindiyi o gün öğle vaktinde Salât-ı Zuhr’u müteâkıb
kılarlar.
122
Arafat dönüşünde huccâc akşam namazım Müzdelife’de te’hîr edüb yatsuyin kılarlar.
123
O da

‫اسفروا بالفجر فانه اعظم للاجر‬


Hadîs-i Şerîf’iyle mendûbün-ileyh olan mezîd-i mesûbetdir.
124
Bundan Müzdelife’de kılınan sabah namâzı müstesnâdır ki sonra Vakfe edileceği cihetle anda
tağlîs efdaldir.

36
Güneşin tegayyürü göz kamaşmıyacak hâle gelmesidir. ikindiyi o vakte kadar te’hîr
etmek tahrîmen mekruhtur.

Akşam namazım cemi’ zamanda ta’cîl efdaldir.

Yatsı namazını gecenin ilk sülüsüne kadar te’hîr efdaldir.

Vitir namazım uyanmağa güvenenler için anı uykudan kalkıp gecenin müntehâlarına ya’nî
tulû-i fecre karîb kılmak efdaldir.

Evkaat-ı Mekruha = Mekruh Vakitler

Salâvât-ı mektûbe için vakt-i cevaz ve istihbâb olduğu gibi alelıtlak cins-i salât için vakt-i
kerahet dahî vardır. Anlar iki kısımdır. Bir kısmında hiç bir namaz kılınmaz ve bir
kısmında hassatan nafile kılınmaz, kazâ kılmabilir.

Hiç bir namaz kılınması caiz olmıyan vakt-i kerâhat üçtür:

Birincisi şemsin zamân-ı şurûku ya’nî tulûundan irtifâma kadar olan zaman, ikincisi
şemsin zamân-ı istivası ya’nî semt-i re’se gelip henüz zeval bulmadığı zaman, üçüncüsü
şemsin zamân-ı gurubudur ki mağrıba tekarrüb ile sararıb veya kızarıb gözleri
kamaştırmamak hâline geldiği zamandır. (Bu üçüncü vakitte yalnız o günün farîze-i asrı
ya’nî ikindi namazının farzı maa’l-kerâhe kılınır.)

Hassatan nafile kılmak mekruh olan zamanlar ondur:

1) Tulû-ı fecirden sonra (bu vakitte sabah namazının sünnetinden başka nafile kılınmaz)

2) Sabah namazını kıldıktan sonra

3) İkindi namazım kıldıktan sonra

4) Akşam namazının farzından evvel

5) Bayram namazlarından evvel (ne evde ne câmi’de)

6) Bayram namazlarından sonra (câmi’de)

7) Arafat ve Müzdelife cem’leri arasında 125

8) Farîze-i vaktin pek dar vakte kalmış olması takdirinde

9) Farza durulmak üzere ikamet alınırken (bundan sabah namazının sünneti müstesnadır)

10) Cum’a günü hatip hurûc’ ederkenden i’tibâren salât-ı Cum’adan fariğ oluncaya kadar.

Bunlarda kazâ kılınabilir 126.

125
Ki anların biri (cem’-i takdim) diğeri (cem’-i te’hîr) dir.
Nitekim evkaat-ı salât faslında öğle ve ikindi namazlarının beyân-ı vakitleri hamişinde ifâde
olunmuştur. Anlar da öğlenin son sünnetiyle akşamın sünneti terk olunacak demektir.
126

‫الا فيما بين الجمعين المذكورين كما لا يخفى‬

37
Ezân ve Kaamet

(Ezan) i’lâmdır. Evkaatın i’lâmı havâssa ve ezanın i’lâmı umûmadır.

Ezan namaz vaktini i’lâm olduğu için vakit girmeden ezan okunmaz. 127 Ezânın vakti
cevâzen ve istihbâben evkaat-ı salâttır.

Ezan beş vakit namaz için meşru’dur, 128 ve Sünnet-i Müekkede’dir. Şeâir-i dînden
olduğundan bu Sünnet’in terki caiz değildir. Bir camiin ezanı o camiin mahallesi veya
karyesi ahâlisine kâfidir.

Evvelkisi haydi namaza ve ikincisi haydi felaha demektir. İkisine birden tesniye sîgasiyle
(Hay’aleteyn) ta’bîr olunur.

Ezan: dört (Tekbîr) ve ikişer (Şahadet) ve ikişer (Hay’ale) 129 ve iki (Tekbîr) ve bir
(Tevhîd) den ibarettir: “Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Eş’hedü
en Lâ ilahe illa’llah, Eş’hedü en lâ ilahe illa’llah. Eş’hedü enne Muhammeden Resûlu’llah.
Eş’hedü enne Muhammeden Resûlu’llah, Hayye ale’s-salâh, Hayye ale’s-salâh, Hayye
ale’l-felâh, Hayye ale’l-felâh, Allâhu Ekber, Allâhu Ekber, Lâ ilahe illa’llah” Sabah ezanının
hay’alelerinden sonra fazla olarak iki kere “Es-salâtü hayrün mine’n-nevm” cümlesi
ziyâde edilir ki namaz kılmak uyku uyumaktan hayırlıdır demektir. Bu kelimât-ı şerîfenin
gayriyle ve hattâ tercümesiyle okunan ezana i’tibâr yoktur.

İkaamet dahî ezan gibidir. Şu kadar ki ikaamet cemâati namaza kaldırmak için
olduğundan anda hay’alelerden sonra iki kere “Kad kaameti’s-salâh” denir. Keyfiyet-i
edalarında dahî fark vardır ki ezan ref’-i savt ile âheste-âheste okunur. İkaamette cehr-i
savt ve sür’at olunur. Her ikisinde kelimâtın âhırları meczûm olur. Ezan ile ikaamet arası
faslolunur.Ezan hariçte okunur. Cami içinde Cum’anın gayrîde ezan okunmaz. İkaamet
akd-i cemâat olunduğu ve namaza durulduğu yerde olur. Ve müteakiben namaza durulur.
Her ikisi taharet üzere ayakda ve Kıble’ye karşı olur.

Ezan minarede okunduğuna göre etrafa işittirilmek üzere dolaşılır.

Minarenin gayrîde okunduğuna göre yalnız hay’alelerde tahvîl-i vech edilir ki müezzin
“Hayye ale’s-salâh” der iken yüzünü sağ tarafa ve “Hayye alel-felâh” der iken sol tarafa
çevirir. İkaamette bunlar yoktur.

Ezan ile ikaametin hükmen dahî farkı vardır ki ezanın hükmü ana fiilen ve kavlen icabet
olunmaktır. Fi’len icabet anı işiten müslim-i mükellef cemâate çıkmaktır. Kavlen icabet,
eşiden tilâvet-i Kur’ân üzere dahî olsa durup dinlemek ve kelimesi kelimesine mukaabele
ve müezzine mütâbeat eylemektir. Yalnız (Hay’ale) lerde “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ
bi’llâh” der ve sabah ezânmdaki “Es-salâtü hayrün mine’n-nevm” cümlesine “Sadakte ve
berirte” deyü mukaabele eder ki doğru söyledin ve iyi ettin demektir. İkaamette bunlar
olmadığı gibi “Eşhedü enne Muhammeden Resûlu’llah” denirken baş parmaklarının
tırnaklarını öpüp gözlerine sürmek dahî yoktur. Bu da ezanda yapılır. Hitâm-ı ezanda hem
müezzin ve hem müstemi’ Salâvât-ı Şerîfe’yi okuyup duâ-i vesileyi ederki o da şudur:

َ َ ٖ َ ْ َ ‫الوسيلة‬
ُ ْ َ ْ َ ‫والفضيلة‬
ً َ َ ‫وابعثه‬
‫مقاما‬ َ َ ٖ َ ْ ‫محمداِن‬ ِ َ ِ َ ْ ‫والصلوة‬
ِ ٓ ‫القائمة‬
ً َّ َ ُ ‫ات‬ ِ ٰ َّ َ ‫التامة‬
ِ َّ َّ ‫الدعوة‬
ِ َ ْ َّ ‫هذه‬
ِ ِ ٰ ‫رب‬ َّ ُ َ
َّ َ ‫اللهم‬

127
Vakit girmeden okunan ezan vaktin duhûlünde iade olunur.
128
Salât-ı Cum’a dahî anlardandır. Bayram ve cenaze ve terâvîh namazları için ezan ve ikaamet
yoktur.
129
(Hay’ale) besmele vezninde ve anın gibi elfâz-ı menhûtedendirki (Hayye ale’s-salâh) yâhud
(Hayye ale’l-felâh) lâfızlarını söylemektir.

38
‫وعدته۔‬ ٖ َّ ‫محموداِن‬
ُ َ ْ َ َ ‫الذى‬ ً ُ ْ َ
Cum’adan başka bir namaz için ezan tekrar edilmediği gibi hiç bir namaz için dahî
ikaamet tekrar edilmez. Bir vakit namaz için bir câmi’de okunan ezan ve alman ikaamet
andan sonra o câmi’de o vakit namazı gerek infirâd * ve gerek cemâat hâlinde kaç kere
kılmsa kâfidir. Tekrar ezan okumak iktizâ etmediği gibi ikaamet almak dahî iktiza etmez.
Mahallenin ve karyenin müezzini ezan hakkında ehl-i mahalleye ve ehl-i karyeye nâib
olduğu gibi ikaamet için dâhi nâibdir ki anın ezanı ve ikaameti anlara da şâmildir. Binâen-
aleyh ezan vaktinden sonra namazı kendi hanesinde veya mağazasında kılan kimse ezan
okumadığı gibi cemâat bile olsa ikaamet dahî almıyabilir 130.

Kırda vakit namazı kılanın bu bâbda naibi olmadığından hem ezanı ve hem ikaameti
terketmesi lâyık olmayıp o kimse münferid bile olsa 131 ezan okumak ve ikaamet almak
efdaldir. İkaamet ile iktifa edebilir. Kır cemâatinin hükmü dahî böyledir.

Ezan şaâir-i dînden ve ikaamet cemâat-i müstehabbe sünenindendir 132. Bilâd-ı


müslimînde ezan terk olunamadığı gibi ehl-i mescid için ikaamet dahî terk olunamaz.

Ehl-i mescid: Camilerin ve mescidlerin ilk cemâatidir ki imâm mihrâbda bulunur. Cemâat-
i müstehabbe de odur 133. Anlar hakkında hem ezan ve hem ikaamet Sünnet ve
mesnûniyeti müekked olduğundan her birinin terki mûcib-i kerahettir.

Ezan ve ikaamet sünen-i vakitten değil, sünen-i salâttandır. Binâenaleyh beş farzın
edasında meşru’ olduğu gibi kazasında dahî meşru’ ve mesnûndur.

Müteaddid kazâ kılacak kimse meclis, gerek müttehid ve gerek muhtelif olsun anların her
biri için hem ezan okumak hem de ikaamet almak efdaldir. Meclis müttehid olduğuna
göre anların ilkinde ezan ve ikamet yapıp bakisinde yalnız birer ikaamet ile iktifa edebilir.
Anlarda ikaameti terketmek mekruhtur. Meclis-i kazâ muhtelif olduğuna göre meclis-i
sânide dahî ilk geçmiş namaz için hem de ezan okur.

Gerek edâ ve gerek kazada ezan ve ikaamet ber-veçhi mezkûr ricale mesnûndur. Nisvâna
mekruhtur.

Müezzinin müslim-i âkil olması şarttır. Baliğ olması şart değildir.

Câmi’de iken bir vaktin ezanı okunduktan sonra o vaktin namazını cemâatle kılmadan
çıkmak mekruhtur. (Meğer ki başka camiin imâmı veya müezzini ola.) Namazı
münferiden kılıp çıkarsa mekruh olmaz. Şu kadar ki o kimse terk-i cemâat kerâhatinde
bulunmuş olur. Ve o kimse namazı kendi kendine kılıp bitirdikten sonra câmi’den

*
İnfirâd hâli namazı cemâatsiz kılmak hâlidir.
130
Almak müstehabdır. Bu da edaya göredir. Kazâ namazının hükmü âtiyen mübeyyendir.
131
Münferid infirâd hâlinde olandır ki namazı cemâatsiz kılan demektir.
132
(Cemâat-i müstehabbe) ta’bîri cemâat-i mekruha mukaabilidir ki kadınlar ve üryanlar cemâat-i
mekruha olduğu gibi Cum’a günü şehir içinde gerek bir özre mebnî ve gerek bilâ özr Cum’a
namazını terkedenlerin öğle namazı için cemâat olmaları dâhi mekruhtur.
133
Sonraki cemâatlerde imâm mihrâbda bulunamaz. Şehir içinde salât-ı Cum’ayı bi özrin ve bilâ
özrin fevt edenler salât-ı zuhr için cemâat olamazlar (Cemâat-i müstehabbe) ta’bîri işte bunlardan
ve Nisvân ve üryan cemâatlerinden ihtirazdır. Özürlü özürsüz salât-ı Cum’ayı fevt edenin o gün
salât-ı zuhr için ikaamet alması da mekruhtur. Aslın 61 inci sayfasındaki son hamişe bakınız.
(Burada asıldan maksat bu eserin mufassalı olan, müellifin (Arap harfleriyle basılmış) Ni’met-i islâm
adlı kitabıdır.)

39
çıkmadan ikaame-i cemâat olunur ve cemâatin kılacakları namaz öğle ve akşam ve yatsı
namazları gibi ba’dehû nafile kılmak mekruh olmayan namazlardan bulunur ise nafile
kılıcı olarak imâma iktidâ eder. İktidâ etmeyip çıkmak yâhud oturmak dahî mekruhtur.
Çünkü cemâate muhalefet mevzi-i töhmettir.

İkaamet alınırken camie giren kimse oturmayıp imâma ayakda muntazır olmak dahî
mekruhtur.

Cemâat

Salâvat-ı mektûbede 134 asi olan cemâaten kılınmaktır 135. Hür erkekler için beş vakitte
cemâat olmak vâcib yâhud vâcib kuvvetinde sünnet-i müekkededir 136. Ve bu dîn-i
mübînin hasâisinden ve şaâir-i İslâmdandır. Cemâatle edâ-i salât (kâmil) ve münferiden
edâ’ (kaasır) addolunur. Hadîs-i Şerifler nâtık olduğu üzere yirmi yedi derece ana faik
olur.

Fazîlet-i cemâat gerçi bir kişiyle de hâsıl olur ve evlerde hâne halkiyle dahî akd-i cemâat
olunabilir ise de camie çıkmak ve Cemâat-i Kübrâ’da bulunmak sevabına muâdil olmaz.
Ve câmi’lerde ikaame-i cemâat şaâir-i İslâmdan olmak hasebiyle anın terk ve ta’tîli tecviz
olunmaz. Bilâ özür terk-i cemâati i’tiyâd eden mükellef ta’zir olunur.

A’zâr-ı âtiyenin biriyle huzûr-ı cemâat sakıt ve özrü olmasa cemâatte bulunmağı niyyet
etmiş olan kimse için yine sevâb-ı cemâat hâsıl olur:

1) Yağmur, çamur,

2) Şiddetli soğuk yâhud şiddetli sıcak,

3) Havf-ı zâlim,

4) Zulmet-i şedide,

5) Körlük,

6) Meflûçluk 137,

7) Ayak kesikliği,

8) Hastalık,

9) Aksaklık,

10) Kötürümlük,

11) Düşkün ihtiyarlık,

12) Gaybubetinden müteezzî olacak hastaya bakıcı olmak,

134
Murad feraiz-i hamstir. Çünkü Cüm’ada cemâat şart-ı cevazdır. Salât-ı ıydeynde dahi öyledir.
Salât-ı vitrin cemaati ise teravih gibi Ramazan-ı Şerîf’e muhtastır.
135
Bundan zuhr-ı yevm-i Cum’a müstesnadır. Kaza-i fevâit faslının kubeyline bakınız.
136
Sünnet-i fecirden de âkeddir. Şurût-ı sıhhatten olmamak üzere farz-ı ayın veya kifaye diyenler
dahi olmuştur.
137
(Meflûç) inmeli demektir ki ta’bîr-i gayr-i sahîh ile (menzûl) denir.

40
13) Yolculuk etmek üzere olmak,

14) Bevil veya gâit yahut rîh müdâfaası kaydında olmak,

15) Huzurlarını fırsat bilip fevtinden hazer ettiği kimseler ile ilm-i dîn müzâkeresinde
bulunmak.

Cemâat, kazâ namazında dahî meşru’dur 138. Namazlarını geçiren kimseler geçirdikleri
namazlarını cemâat olarak kazâ ederler.

İmamlığın fazileti ve müezzinliğin meziyyeti pek ziyâdedir. İmamlık müezzinlikten de


efdaldir. İkisinin hasbî olarak cem’i elbette daha güzeldir.

(İmâm) muktedâ-bih demek olduğu için muktedîden hâlen a’lâ olmak lâzım geleceğinden
sıhhat-i imamet için şürût vardır. Ve altıdır:

1) İslâm (ya’nî îmân-ı kâmil). (Bid’atı mûcib-i küfür olan ehl-i bid’at ve dalâletin- ehl-i
Sünnet ve Cemaata imameti caiz değildir.)

2) Akıl,

3) Bulûğ,

4) Zükûret 139,

5) Kırâet (ya’nî namaz sahîh olacak mikdâr Kur’ân’ı ezbere okumak) ,

6) A’zardan ve fıkdân-ı şart-ı sıhhat-i salâttan selâmet (özürlünün özürsüze imameti


sahîh olmadığı gibi necasetten hâli” veya mestûrü’l-avre olmıyanın dahî tahâret-i tâmme
ashabına veya mestûrü’l-avre olana imameti sahîh olmaz).

İmamete ehak olan esıhhâ’ 140 ale’t-tertîb zikrolunur:

1) Emîr-i memleket,

2) Kadı,

3) -Bir hanede içtima edilmiş olduğuna göre- sâhib-i hâne,

4) Sâhib-i vazife ya’nî cami’ ve (yâ) mahalle imamı,

5) Ahkâm-ı salât- ve kıraati şâirinden ziyâde bilen ve âyât-ı Kur’âniyyeyi daha çok ezber
etmiş olan.

6) Daha müttekî,

7) Daha yaşlı,

138
Bu meşrûiyyet ezan ve ikaamet bahsindeki ifâdâttan dahî anlaşıldığı gibi âtide şurût-ı sıhhat-i
iktidânın beşincisi de buna mebnîdir.
139
Zukuret erkekliktir. Cenaze namazında erkek bulunmayıp ta kadınlar cemaat olursa içlerinden
biri vasat-ı safta bulunmak ya’nî ileri geçmemek üzere imamet edebilir. Bu bâbda cemâat-i nisanın
kerâhati de yoktur.
140
Esıhhâ’ kelimesi etıbba’ veznindedir. Ve sahîhü’l-vücûd (ya’nî özürsüz) kimseler demektir.

41
8) Hüsn-i ahlâkça daha iyi,

9) Simaca daha güzel,

10) Nesebce daha şerefli,

11) Sesçe daha hoş,

12) Libâsça daha temiz,

13) -Delîl-i akıl ve zekâsı olmak üzere- başı daha büyük,

14) Malı daha çok,

15) Beyne’n-nas kadir ve i’tibârı daha ziyâde.

Eğer evsâf-ı mezkûrece hep müsavi bulunurlar ise beyinlerine kur’a atılır. Yâhud ihtiyar
ve intihâb cemâate âid olur.

Câhilin imameti ve fâsıkın 141 -ilmi dahî olsa- imameti mekruhdur. Şâbb-ı emredin ve
mürâi kimsenin imameti de mekruhdur.

A’mânın imameti andan efdali mevcûd olduğuna göre tenzîhen mekruh olub andan efdali
mevcûd olmadığına göre bilâ kerâhe caizdir.

Ücret ile imâmet edenin arkasında namaz kılmak müteaahirîn-i fukahânın fetvâları üzere
mekrûh olmaz.

İmâmın namazda okumağı veyâ rükû ve sücûdda tesbîh etmeyi çoğaltarak namazı
uzatması mekrûhtur.

***

Namazı yalnız kılana (Münferid) ve imâm ile kılana (Muktedî) denir. Muktedî eğer imâmın
namazına tamâmen yetişmiş ise (Müdrik) dir. Tamâmen yetişememiş ise velev bir rek’ati
dahî fevt ana (Mesbuk) ta’bîr olunur. Bir rek’ata yetişmek o rek’atin hiç olmazsa
rükûunda imâm ile berâber bulunmaktır.

Müdrik imâm ile berâber selâm verir. Mesbûk imâm ile berâber selâm vermeyip anın
selâmından sonra itmâm-ı salât eyler. Ya’nî yetişemediği rek’atleri münferid gibi kılar.
Ba’dehû ka’de-i ahîreyi icrâ ederek selâm verir.

Muktedî bâzen lâhık dahî olur ki (lâhık): Namaza imâm ile berâber dâhil olup esnâ-i
salâtta meselâ ka’de-i ûlâda uyumak ve imâm namazdan fâriğ olduktan sonra uyanmak
misli bir sebeple cemâat kendisini fevt ettiği rek’atleri imâm arkasında gibi bilâ kırâe ya’nî
Fâtiha ve sûre okumıyarak itmâm edip selâm verir. Fevt ettiği şey rek’at değil de anın
rükû’ gibi bir cüz’i ise anı tesbîhleriyle beraber yerine getirip ba’dehû imâmına mütâbeat
eyler.

Muktedî bir erkekten ibaret olursa imâmın sağına durur. Soluna ve arkasına durmak
muhâlif-i Sünnet olduğu için mekrûhdur. Birden ziyâde olan muktedî imâmın arkasında
bulunur. Muktedî kadın ise bir dahî olsa arkada durur.

141
Fısk ve füsûk lûgatta: istikametten hurûçtur. Şerîatte: Kebîreyi irtikâb veyâ sagîreye isrâr ile
tâat-ı Hak’dan hûruçtur. Ağacın nizâm-ı mevzûniyyetinden hâriç olan dalına lûgatan fâsık denildiği
gibi irtikâb-ı maâsî ile tâat-ı Bârî’den hurûç eden müslim-i âsîye dahî şer’an fâsık denir.

42
Cemâat çoğalıp saflar hâsıl oldukta tertîb-i sufûf 142 şu veçhile olur: Evvelâ erkekler saffı,
sonra erkek çocuklar saffı, daha sonra kadınlar saffı.

İmâm anlara bunu emir ve işaret eder. Sık durup açık yer bırakmamalarını ve doğru ve
dürüst durmalarını söyler ki bunlar sünen-i sufûfdandır.

Safların efdali ilk saftır. Sonra ikinci ve sonra üçüncü ilâ âhirihî..

Efdaliyet imâma akreb olmak merâtibincedir. Lâkin imâma akreb duranlar imamete ehil
olmalıdır ki imâma sebk-i hades vukuunda anın istihlâfiyle halefi olabilsin.

Camie çıkmak rical için hasene ve nisvân için seyyiedir. Anlar evlerde erkekleriyle cemâat
olabilirler.

Cemâat edâ-i ferîzada meşru’ olduğu gibi kazâ-i ferîzada dahî meşru’ 143 olduğundan
(iktidâ) kazada dahî cereyan eder.

İktidânın sahih olmasının şartları şunlardır:

1) Muktedî namaza durur iken hem asl-ı salâtı hem de imâma mutâbeatı niyet
eylemek. 144

2) Muktedî imâmdan müteahhir bulunmak 145.

3) İmâm muktedîden hâlen ednâ olmamak: Meselâ muktedî müfteriz ve imâm müteneffil
bulunmamak. 146

4) İmâmın kıldığı farz muktedînin kıldığı farzdan başka olmamak: Meselâ biri öğlenin
farzını kazâ ve diğeri ikindinin farzını edâ veyâhud biri bir günün öğlesini ve diğeri başka
bir günün öğlesini kazâ edici olmamak.

5) Dört rek’atli bir farzın kazası için akdolunan cemâatte imâm mukim ve muktedî misafir
olmamak. 147

6) İmâm mesbuk yâhud lâhık olmamak. 148

7) İmâm ile muktedî arasını saff-ı nisa fasletmiş olmamak.

142
(Sufûf) saffın cem’idir. (Tertîb-i sufûf) safları sıraya komak demektir.
143
Bu söz şurût-ı iktidâya tevtie olmak üzere tekrâr edilmiştir.
144
İmâm yalnız asl-ı salâtı niyet eder. Cemâatte kadın var ise imâmeti de niyet eyler.

‫ايضا انظر استخلاف الاصل‬


ً ‫قالوا وينوى المستخل‬
145
Muktedî bir kişiden ibâret olduğuna göre imâmın sağında bulunup ilersine durmamak demektir.
Birden ziyâde olan muktedînin imâmın arkasında bulunacağı zikrolunmuştur.
146
Farz kılana (Müfteriz) ve nafile kılana (Müteneffil) diyoruz. İktidâda ittihâd-ı salât şart değildir.
Müteneffil müfterize iktidâ edebilir. Sıhhat-ı iktidânın bundan sonra mezkûr olan şart-ı râbii
müfterizin müfterize iktidâsı sûretinde mer’îdir. İhtilâf-ı nezreyn dahî ihtilâf-ı farzeyn gibidir.
147
Bu şart şart-ı salisin fürûundandır ki imâm bu surette muktedîden hâlen ednâ bulunmuş olur.
Çünkü iktidâ şef’-i evvel veya sânîde olmaktan hâlî olmayıp şıkk-ı evvele göre ka’de hususunda ve
şıkk-ı saniye göre kırâet hususunda müfteriz müteneffile iktidâ etmişbulunur.
148
İmâmda niyyet-i imamet şart olmadığından farz kıldığı ve mesbuk yâhud lâhık olmadığı ma’lûm
olan musallîye hemen bi’n-niyye iktidâ olunur.

43
8) İmâm ile muktedî arasında nehir veya tarîk olmamak.

9) İmâmın intikaalâtma ıttılaı işkâl eder derecede arada hâil-i azim- olmamak.

10) İmâm râkib ve muktedî râcil veya bi’l-akis olmamak.

11) İmâm bir dâbbe ve muktedî başka bir dâbbe üzerinde olmamak.

12) İmâm bir sefinede ve muktedî ana muttasıl diğer bir sefinedeolmamak.

13) Mezhebdaşının gayrîye (meselâ mezâhib-i erbaa-i ehl-i sünnetten olan Şafiî
mezhebinde bir kimseye) iktidâ suretinde muktedî-i Hanefî kendi nıezhebince nâkız-ı
vudû’ olan şey’in (meselâ dem-i sâilin) imâmda vukuunu bilip andan sonra o kimsenin
tecdîd-i vudû’ etmediğiniteyakkun etmiş olmamak.

Abdestlinin teyemmümlüye ve gâsilin mâsihe * ve kaaimin kaaide iktidâsı aksi gibi


sahîhdir. Müteneffilin müfterize iktidâsı sahîh ve aksi gayr-i sahîhdir. İmâ ile namaz
kılanın kendi misline iktidâsı sahîhdir.

Salât-ı cemâatte muktedînin namazı imâmın namazına merbut olduğundan aran fesâdiyle
o dahî fâsid olur. Binâen-aleyh bir şart veya rüknün fevtedilmiş olmasına mebnî salât-ı
imâmda mâni-i sıhhat olan şey zahir oldukta imâm o namazı iade etmek lâzım olduğu
gibi cemâatin dahî iade etmeleri lâzımgelir.

Fesâd-ı salâtı tebeyyün eden imâma, mümkün olduğu kadar bu hususu cemâatine
bildirmek lâzımdır.

Muktedî imâma mutâbi’dir: Namazın erkân-ı fi’liyesinde mutâbeat vâcibdir. Anları


beraberce yapar. Rükû’ ve sücûdda, ondan evvel ref’-i re’s edemez ve ondan evvel rükû’
ve sücûda gidemez ve selâm veremez.

Rükn-i kavli olan kırâeti ancak imâm yapar. Anın kırâeti- muktedîiçin dahî kırâettir.
Muktedî o hususta ana mütâbi’ olmayıp müstemi’ 149 ve sâkit”‘ bulunur. 150 Cehren okunan
namazların hâtime-i fatihasında âminhân olur 151. Kırâetden mâada olan ezkâr ve
tesâbîhde 152 muktedî yine mutâbi’ olup anları okur.

Muktedî rükû’da üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” ve sücûdda üç kere “Sübhâne


Rabbiye’l-A’lâ” demeden imâm ref’-i re’s ederse muktedî dahî ana mutâbeaten ref-i re’s
eder.

Ka’de-i ûlâda muktedî Tahiyyât’ı bitirmeden imâm üçüncü rek’ata kıyam etse muktedî
vücûb-ı itmam ile vücûb-ı mutâbeat beyninde muhayyerdir. 153

*
Ya’nî yıkanan a’zâ-ı vudûunu yıkayarak abdest almış olanın mesh ile abdest almış olana iktidâsı
sahihdir. Gerek huffeyne, gerek cebîreye veyâhud akarı olmayan yara sargısına mesh etmiş olsun.
149
(Müstemi’) dinleyici demektir ki cehren okunan namazlara göredir. İstimâ’ hem de müstelzim-i
sükûttur.
150
(Sâkit) susucu demektir ki sırran okunan namazlara göredir. Dinlemek üzere sükûta insât denir.
151
َ ّ ٖ َّٓ ‫ ) َ َولا‬dedikte muktedî gizlice âmîn der.
‫الضالين‬
Ya’nî imâm Sûre-i Fâtiha’nın sonuna gelip (

152
Ya’nî Sübhâneke okumakta ve rükû’ ve sücûd teşbihlerinde.
153
Dilerse Tahiyyât’ını tamamlayarak kalkar, dilerse imâmdan ayrılmamak için tamamlamayarak
kalkar.

44
Ka’de-i ahîrede muktedî Tahiyyât’ı bitirmeden imâm selâm verse muktedî Tahiyyât’ı
itmam eder, sonra selâm verir Eğer Salevât ile daavât 154 kalmış ise muktedî anları
terkedip imâm ile beraber selâm verir.

Asl-ı salâttan olmayan şeyde muktedî imâma mutâbeat etmeyip durur: Meselâ imâm
namazda bir secde ziyâde etse yâhud ka’de-i ahîredensonra sehven kalksa muktedî ana
mutâbeat etmez ve imâmı mütenebbih olmak için “Sübhâna’llah” der. Eğer imâm ka’de-i
ahîreden sonra sehven ettiği kıyamı secdeye varmadan mütenebbih olarak terkedip
kuûda avdet ederse muktedî beraberce selâm verir (sücûd-ı sehv ederler) ve eğer imâm
rek’at-i zâideyi secde ile tamamlarsa muktedî artık ana intizâr etmiyerek selâm verir.
Eğer imâm ka’de-i ahîreyi unutarak rek”at-i zâideye kıyam eyler ise muktedî muntazır
olup imâmı mütenebbih olmak için “Sübhâna’llah” der. İmâm agâh olarak ka’deye gelirse
ne âlâ, beraberce selâm verip sücûd-ı sehv ederler. Muktedî muntazır olmayarak kendi
kendine selâm veremez. Verir ise hâl-i iktidâda infirâd etmiş olarak farzını ifsâd eylemiş
olur 155. İmâm ka’deye dönmeyib rek’at-i zâidesini secde ile tamamlamak takdirinde dahî
imâmın farzı kuûd-ı ahirin terkinden dolayı fâsid olduğu gibi ana merbut bulunan farz-ı
muktedî dahî fâsid olmuş olur.

Namazın ka’de-i ahîresinde Et-Tahiyyât ilâ-âhirihî okunduktan sonra imâmın selâmından


evvel muktedî selâm verebilir ise de mutâbeat-ı vâcibeyi terketmek kerahetinde
bulunmuş olur.

İdrâk-i Ferîza = Farza Yetişmek

Salâvat-ı Mektûbe’de aslolan cemâat olduğundan cemâatle namaz kılınır olan mevzi’de
bir farza münferiden şurû’ etmiş bulunan kimse orada o farz için cemâat akdolunarak
imâm İftitâh Tekbîri’ni aldıkta henüz secde etmemiş ise hemen namazını kat’ edip imâma
iktidâ eyler. Bu kat’ müstehabdır ve muhtâç-ı selâm değildir *.

O kimse şurû’ ettiği farzın ilk rek’at secdesini etmiş ise mes’ele kılman farzın dört rek’atli
olup olmadığına göre muhtelifü’l-hüküm olup dört rek’atli olmadığına göre yine hemen
kat’edip imâma iktidâ eyler.Dört rek’atli olduğuna göre bir rek’at daha kılarak Tahiyyât’a
oturup anı okur ve selâm verir. O iki rek’at nafile olur. Farz için imâma iktidâ eder.

İmâm namaza durduğu vakit o kimse dört rek’atli farzın ikisini kılmış bulunmakve hattâ
üçüncü rek’ata kalkmış olmak suretinde dahî hükm-ü mes’ele budur. Eğer üç rek’at kılmış
bulunur ise 156namazını kat’a mahal kalmamış olmakla tamâmlar ba’dehû vakt-i kerahet
değil ise 157 nafile kılıcı olarak imâma iktidâ eyler ve fazîlet-i cemâate yetişmiş olur. Dört
rek’atli olmıyan farzın ikinci rek’atı için secdeye varmış bulunmak suretinde dahî hükm-ü
mes’ele budur ki anı artık kat’etmeyip tamâmlar ba’dehû iktidâ dahî etmez. Çünkü dört
rek’atli olmayan farz sabah ve akşam namazlarından ibaret olup sabah namazından sonra
nafile kılınmadığı gibi akşam namazında dahî imâma mütâbeaten tek rek’atli nafile
kılınmaz. Bir rek’at daha zammetmek misli muhalefet de olunmaz.

Eğer o kimsenin şurû’ ettiği namaz Sünnet ise anı iki rek’ata tamamlayıp selâm

154
(Salâvât) ma’lûmdur. (Daavât) salâvâttan sonra okunan dualardır:

َ ْ ُّ ‫ربنا َِٰاتنا ِفى‬


‫الدنيا الخ۔۔۔‬ َ َّ َ
155
Farzı fâsid olmak kılınan namazın nafile sevabında kalması demektir.
*
Kat’î bir selâm ile takyîd edenler de olmuştur.
156
Rek’atı kılmak anı secde ile tamamlamak demektir.
157
İkindinin Farzından ihtirâzdır ki andan sonra nâfile kılmak mekrûhdur. Evkaat-ı mekrûheye
bakınız.

45
vermedikçe kat’eylemez. 158 Tamamladığı iki rek’at ikindinin Sünneti ise anınla iktifa eder.
Öğlenin Sünneti ise farzdan sonra anı yine dört rek’at olarak kılar. Son Sünneti dahî
başkaca kılar. Yatsının müekked olmıyan ilk Sünnetini dahî farzdan sonra bu veçhile kazâ
etmeğe bir mâni’ yoktur.

(Kat’-ı salât) şurû’ olunmuş namazı bırakmak ve bozmak demek olup bu ise bilâ özür
haram ve gayr-i caiz ise de ihrâz-ı fazîlet-i cemâat için oldukta ikmâl demek olduğundan
tecdîd ve ıslâh için hedm-i mescid etmek kabilinden olarak caiz ve müstehab olduğu
gibi 159 bir özre ve ârız-ı şer’îye mebnî dahî caiz ve bazen vâcib bile olur:

Bir dirhem gümüş değerinde olan şey başkasının dahî olsa çalınmak korkusu üzerine
namazı Farz dahî olsa bozmak caizdir. Kadın namazca iken ateş üzerindeki çömleğinin
kaynayıp taşmasından ve çocuğunun ağlayıp haykırmak gibi şeyler ile elemnâk
olmasından havf ile namazı kat’etmek caizdir.

Salât-ı Nafilede olan kimseyi ebeveyninden (usûlünden) biri çağırmak suretinde kat’-i
salât caizdir. Farz olan namazda anlardan birinin nidası istigâseli olmadıkça caiz değildir.

İnde’l-istiğâse ya’nî taleb-i imdâd için olan feryâdda iğâseye ya’nî imdâd etmeğe kaadir
olan kimse Farz kılıcı dahî olsa ve müsteğîs yabancı bile bulunsa kat’-ı salât vâcibdir.
Davara kurd gelmek ve a’mâ kuyuya düşmek ve kaabile çocuk almağa yetişmek gibi
muhataralı hâllerde kat’-ı salât etmek vâcibdir. Ba’dehû vakit bakî ise istinaf160 ve gayr-i
bakî ise kazâ olunur.

İkaamet alınırken camie giren kimse Sabah Namâzı’nın Sünnetinden başka hiç bir Sünnet
ile iştigâl etmeyib imâmın namaza geçmesine intizâren oturur 161 namaza durulmuş ise o
da durur (Sünnetin kazâ edileceğini sonra eder).

İmâma bir rek’atin cüz’-i kıyamında yetişib müşârik olmak 162 o rek’ate yetişmek olduğu
gibi cüz’-i rükûunda yetişib müşârik olmak dahî ana yetişmektir.

İmâma rükû’da. yetişmek isteyen kimse Sübhâneke ilâ âhirihî.. okumağa muhtaç
olmadığı gibi biri iftitâh ve diğeri rükû’ için olmak üzere iki Tekbîr almağa dahî muhtaç
olmaz. Mevziinde aldığı Tekbîre-i İftitâh kâfî olur.

İmâm rükû’da iken yetişib cüz-i rükû’da ana müşârik olmak kendisine mümkin iken

158
Meğer ki cemâat Salât-ı Cenaze cemâati ola. Nitekim babında mübeyyendir.
159
Nitekim idrâk-i ferîzada geçmiştir. (Mesnevî):

‫وز همان كنجش كند معمعور تر‬ ‫كرد ويران خانه بهر كنج زر‬
‫بعد از ٓان درجو روان كرد ٓابخورد‬ ‫ٓابرا ببريد وجورا پاك كرد‬
Tercemesi:
Altın hazînesini ortaya çıkarmak için evin altım üstüne getirdi.
Suyu kesmesi, ırmağın mecrasını arıttı. Sonra da ırmakta içilmeğe elverişli su akıttı.

(‫ )ٓابخورد‬İçmeğe lâyık su demektir.


160
Namaz istinaf olunur demek yeniden kılınır demektir.
161
Ayakta muntazır olmak mekrûhdur. Nitekim yetmiş dokuzuncu sahîfede dahî zikrolundu. Nâs
bundan gafildir.
162
Müşârik olmak niyet-i iktidâ ile anın yaptığını yapmaktır. Niyyet ma’lûm olduğu üzere fiil-i
kalbdir. Anı lâfza götürmekle oyalanıb rek’ati fevt etmemelidir.

46
kaaimen aldığı İftitâh Tekbîri’nden sonra imâm rükû’dan ref-i re’s edinceye kadar
oyalanan muktedî o rek’ata yetişmiş değildir. İktidâ sahîh ve rek’at fâit olmağla o kimse
mesbûktur. İmâmın ferâğlndan sonra o rek’ati kılar.

Eğer Tekbîre-i İftitâh’ı mevziinde ya’nî hâl-i kıyamda yapmayıb da eğilerek almış ve hîn-i
Tekbîr’de rükû’ hâlinde bulunmuş ise namaza duhûlü sahîh olmamıştır. Cüz’-i kıyamda
imâma müşârik olub da anınla beraber rükû edemiyen kimse o rek’ate yetişmiş ve fakat
lâhık olmuştur. Rükûunu edib ba’dehû imamına mutâbeat eyler.

İmâmı secdede bulan kimseye hemen niyyet-i iktidâ ile İftitâh Tekbîri’ni alıb întikaal
Tekbîri’ni dahî ederek secdeye varıp imâma müşârik olmak vâcibdir. İmâma secdede
yetişmek o rek’ate yetişmek değildir. Ka’dede yetişmek dahî böyledir. O kimse
mesbûktur. İmâm namazda bulundukça mesbûk ana muktedî ve müttebi’dir. İmâmın
namazı selâmiyle hitâm bulduktan sonra mesbûk kazâ-i ma sebeka kıyam eder.

Cüm’a günü camie gelip de hatibi Minber’de veya Minber’e çıkmakta bulan kimse Hutbe
hitâm bulup Salât-ı Cüm’a edâ olununcaya kadar Sünnet kılamaz. Cüm’a’nın farzından
sonra evvelâ ilk Sünnetini kazâ ve sonra son sünnetini edâ eder.

Furûz-i Salât = Namazın Farzları

(Purûz) farzın cem’idir. Burada (farz) lüzumu maktûun bih olan şey ma’nâsma olarak şart
ile rükünden eamdır. Şurût-ı hâriceye ve erkân-ı dâhileye hem de anlardan mâadaya
şâmil olmak üzere ber-vech-i âti ta’dâd olunur. (Salât) dahî mektûbeye ve gayr-i
mektûbeye şâmildir.

1) Hadesten taharet
Kitâbü’t-Tahâre’ye müracaat.
2) Necâsetden taharet

3) Setr-i avret

(Setr) örtmekdir. (Avret) setri farz olan yerdir ki erkeğe göre göbek ile diz kapak
mabeyni ve bunlara her taraftan muhâzî olan mahallerdir. Diz kapağı dahî avrettir. Hâric-
i salâtta ve hattâ hamamda dahî mestur bulunmak lâzımdır. Kadının her yeri avrettir.
Ancak onlar yüzlerini namazda örtmedikleri gibi ellerini ve ayaklarını dahî açık
bulundurabilirler. Saçlariyle beraber başları ve bacakları ve kolları mestur bulunur. Bunlar
hürre hakkında namaz için dahî avrettir.

4) İstikbâl-i Kıble

(İstikbâl) bir şey’in kubâlesine ya’nî karşısına geçmektir ki ana karşı durmak ta’bîr olunur.
(Kıble) Mekke-i Mükerreme’deki Beyt-i Muazzam’dır. Orada olub da onu görmekte olanlar
onun aynına ve olmayanlar cihetine doğru dururlar.

5) Salâvât-ı Mektûbe için dühûl-i vakt.

6) Niyyet.

Hangi namaza duracağını zihnen ta’yîn demektir. (Muktedî için hem de niyyet-i iktidâ).

7) Tahrîme.

Tekbîre-i İftitâh ki namaza niyyeti müteâkıb (Allâhu Ekber) diye durmaktır 163.

163
Farz olan zikir hâlis-i ilâhîdir. Bilhassa (Allâhu Ekber) demek vâcibdir.

47
8) Kıyam.

Farz ve vâcib olan namazlarda kaadir kimse hakkında kıyam rükn-i salâttır. 164

9) Kırâet.

Kur’ân okumaktır ki mahalli kıyamdır. Salâtın rükn-i zaididir. Muktedîden sakıttır. Farz
namazların ancak iki rek’atinde ve vâcib ve nefil’ namazların her rek’atinde farzdır 165.

10) Kırâet’den sonra rükû etmek.

Eller dizlere erer derecede eğilmek.

11) Rükû’dan sonra sücûd etmek.

Ayak ve diz ve eller ile beraber alnı yere getirmek.

12) Secdede cebhe mevzii, kadem mevziinden çok yüksek olmamak.

13) Secdeden kurb-i kuûda kalkmak.

14) İkinci secdeye varmak,

15) Âhır-i salâtta oturmak.

Buna (Kuûd-ı âhır) yâhud (ka’de-i ahire) denir ki erkân-ı salâtın en sonunda olur *.

Furûz-ı salâtı bîdâr olarak yapmak dahî furûzdandır. Uyuyarak ifâ edilen erkânın bîdâr
olarak iadesi lâzımdır.

Namazın vâcibâtı ve sünen ve müstehabbâtı dahî bilâ yakaza mu’teber olmaz.

Vâcibât-ı Salât = Namazın Vâcibleri

Alel’ıtlâk namazın farz olan hususları olduğu gibi vâcib ve sünen ve müstehab olan
hususları dahî vardır. (Vâcibât) fürûzu ve (Sünen) vâcibâtı ve (Âdâb) ve (Müstehabbât)
sünen’i ikmâl etmekte olup farz olan hususun hükmü terkine fesâd terettüb etmektir.

Vacibin hükmü aniden terkedildiği takdirde iâde-i salât ve sehventerkolundukta sücûd-ı


sehiv lâzım gelmek, ve illâ namaz kerâhet-i noksan ile beraber zimmetten sakıt
oluvermektir. Namazda vâcib olan şeyler ber-veçh-i âtî ta’dâd olunur:

1) Sûre-i Fâtiha’yı tamamen okumak.

2) Ana zamm-ı sûre veya zamm-ı âyât etmek *

164
Kaaiden kılarsa iade lâzım gelir. Nevâfil kaaiden dahî kılınabilir. Sevabı da ona göre olur. Kaadir-
i kıyam olmayana göre (kuûd) kiyâm-ı hükmîdir.
165
Farz olan kırâet-i salâtiye vâcibâtta gösterilen’ nevi ve mikdardan dûn olmamak vâcibdir.
*
Müfsidât-ı salâtın otuz sekizincisine bakınız.
*
Sûre-i Fâtiha’ya bir küçük sûre, yâhud en küçük sûreye muâdil üç kısa âyet veyâhud üç kısa âyete
muâdil bir uzun âyet zammey-lemek vâcibdir. En küçük sûre (Sûre-i Kevser) ve en kısa âyet ( ‫ثم‬
‫ )نظر‬dır.

48
3) Sûre-i Fâtiha’yı diğerinden evvel okumak (ya’nî zamm-ı sûre Fâtiha’dan sonra olmak).

4) Bunları farz namazların şef’-i evvelinde ya’nî rek’ati ikiden ziyâde olanların ilk çift
rek’atinde yapmak.

5) Erkânda itmi’nân üzere olmak; ya’nî rükû’da ve sücûdda a’zâ, yerine yerleşmek.

6) Secdede burnu dahî alm ile beraber yere götürmek.

7) Her rek’atın iki secdesini birbiri ardınca yapıp ikinci secdeyi diğer ef’âle intikaalden
sonraya bırakmamak.

8) Rek’ati ikiden ziyâde olan namazlarda ka’de-i ulâ.

9) Ka’de-i ûlâda Tahiyyât.

10) Ka’de-i ahîrede Tahiyyât.

11) Tahiyyât’ı her iki ka’dede tam okumak.

12) Farzda ve vitirde ka’de-i ûlânın Tahiyyât’ını müteâkıb rek’at-i sâliseye kıyam etmek.

13) Hitâm-ı salâtta selâm vermek. (Salât-ı cenazenin ve sücûd-ı sehvin selâmı dahî
vaciptir).

14) Mucibinin vücûdunda sücûd-ı sehv ve tilâvet etmek ya’nî sücûd-ı sehv lâzım gelmiş
ise anı ve secde âyeti okumuş ise anın secdesini yapmak 166.

15) Salâvât-ı cehriyyede 167 imâm kırâeti aşikâr etmek.

16) Salâvât-ı sırriyede 168 musallî kırâeti gizli etmek.

17) Muktedî her iki nevi’ namazda sükût eylemek.

18) Salât-ı Vitir’de Kunut okumak.

19) Salât-ı ıydeynde Tekbîrât-ı Zaide’yi almak (intikal Tekbîrleri her namazda
sünnettir. 169 Salât-ı cenaze Tekbîrleri rükündür).

Her namazın iftitâhmı (Allahu Ekber) lâfzıyle etmek dahî vâcibât-ı salâttan ma’dûddur.
Furûz-ı salâtın yedincisine bakınız.

166
Okunan âyet-i secde Ikra’ Sûresinde olduğu gibi rek’atin âhirine tesadüf ederse secde-i tilâvet
niyet ettiğine göre rükû’ ile ve niyyet etmediğine göre sücûd ile sakıt olur. Âyet-i secdeyi okuduktan
sonra kırâete devam ile rek’ati uzatacak ise secde-i tilâvete varıp kalkmalıdır.
167
Kırâeti cehredilen namazlar demektir ki Sabah ve Akşam ve Cum’a ve Bayram namazlariyle
Terâvîh ve anı müteâkıb cemâaten kılman Vitir namazlarıdır ki bunların cemâat şart-ı cevaz
olmayanlarına göre münferid cehr ve isrâr beyninde muhayyerdir.
168
Kırâeti cehr olunmayan namazlar demektir ki öğle ve ikindi namazlarıdır. Anlara (acmâveyn)
denir. Salâvat-ı cehriyenin rek’at-i sırriyesi de vardır. Bu vücûbda münferid dahî imâm gibidir. Anın
için musallî denilmiştir.
169

‫الا تكبير الركوع فى الثانية كما هو المشهور وهو منظور فيه‬

49
Sücûd-ı Sehv = Sehiv Secdeleri

Sehiv sebebiyle olan sücûd demektir ki, salâtta sehven vaki’ olan haleli, cebir ve ikmâl
edici olmağla vâcibât-ı salâttandır. Sehven terk-i vacibe terettüb eder 170. Mucibinin
tekerrürü ile sücûd-ı sehiv tekerrür etmez. Anda sehveden dahî sücûd-ı sehvi tekrar
etmez.

Sücûd-i sehvin hakıykati, yekdiğerinden bir celse ile munfasıliki secdeden ve Tahiyyât ve
selâmdan ibaret olup namazın sonunda câlisen icra olunur ki sağ tarafa verilen selâmı
müteâkıb “Allahu Ekber” diye secdeye varılır. Ve ikinci secdeden sonra Tahiyyât okunup
iki tarafa selâm verilir. Secdelerin ikisi vâcib olduğu gibi Tahiyyât ve selâm dahî vâcib ve
vaz-ı re’s ve ref-i re’s esnasındaki Tekbîrler ve sücûddaki Tesbihler -ki üç kere “Sübhâne
Rabbiye’l-A’lâ” demekten ibarettir- beyne’s-secdeteyn olan celse gibi Sünnettir.

Sücûd-ı sehv vâcib olmak için şart: Sehven metruk olan şey vâcib olmaktır. Sünnetin
metrûkiyyetine sücûd-ı sehv terettüb etmez. Nitekim farzın metrûkiyyetinde sücûd-ı sehv
o noksanı câbir olmaz. Sücûd-ı sehv sahîh olmak için şart: Şurût-ı salât ile te’diye
olunmak ve namazın selâmından sonra kelâm ve inhirâf-ı ani’l-kıble gibi mâni-i binâ olan
şey târî olmamak ve vakt-i kerahet girmemektir.

Muktedî kendi sehvine mebnî (meselâ ka’de-i ûlânın Tahiyyât’ına salâvat ile ziyâde
etmekle) sücûd-ı sehv etmez. İmamının sehvine mebnî anınla beraber sücûd-i sehv eder.
Mesbûk olan muktedî mesbûk olduğu rek’ati kazâ ederken ettiği sehvine mebnî dahî
sücûd eder.

***

Mes’ele: Ka’de-i ûlâdan sehvedip rek’at-i sâliseye davranan kimse tamamen doğrulmuş
olmadıkça kuûda avdet eder ve sehiv için sücûd etmez. Eğer tamamen doğrulmuş
bulunursa kuûda avdet etmeyib vâcib olan ka’deyi terketmiş olduğundan dolayı hitâm-ı
salâtta sücûd-ı sehiv eder.

Kuûd-ı ahirden sehvedip rek’at-i zâideye davranan kimse tamamen doğrulmuş dahî olsa,
o rek’ati rükû’ ve sücûd ile tamamlamış olmadıkça terkedip kuûda döner ve farz olan
ka’deyi te’hir etmiş olduğundan dolayı sehiv için sücûd eder.

Eğer o rek’ati sücûd ile tamamlamış olur ise kıldığı namaz farz veya vitir olduğuna göre
nefle inkılâb eder. Nafile ise bir şey olmaz.

Nefle inkılâb eden farz (veya vâcib) üç rek’atli idîse dört rek’atli bir nefil olmuş olur. Üç
rek’atli olmadığına göre rek’at-i zaide sebebiyle tek rek’atli kalacağından öylece oturulup
selâm verilebilir ise de bir rek’at daha ilâve ederek rek’ati çift yapmak mendûb olur.
Farzlar herhalde yeniden kılınır. Bu sûretde de sücûd-ı sehiv yoktur.

Eğer kuûd-ı ahîr icra olunduktan sonra rek’at-i zâideye kalkılmış olur ise anın sücûd ile
tamamlanmış olması dahî farzı ibtâl etmeyip rek’at-i zâideye bir rek’at daha ilâve ederek
anı da tam bir nafile kılmak lâzımgelir ve te’hîr-i selâm edildiğinden dolayı hitâm-ı salâtta
sücûd-ı sehv olunur.

170
Te’hîr-i farz dahî terk-i vâcib cümlesindendir. Terk-i vâcib: Takdîm veya te’hîr yâhud ziyâde
veya noksan ile olur. Fâtiha’dan evvel sehven sûre okumak takdîm veya te’hîrdir. Farz-ı gayr-i
sünâîde rek’at-i sâlisenin ba’de’t-Tahiyyât te’hîri ziyâdedir. Tahiyyât’ın ve Vitir’de Kunutun terki
noksanıdır.

50
Secde-i Tilâvet = Tilâvet Secdesi

Tilâvet sebebiyle olan secde demektir ki Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şân’ın ma’lûm olan on dört
mevziindeki secde âyetlerinin birini okuyan veya işiten mükellefe bir secde vâcib olur.
Taharet üzere müstakbil-i Kıble olarak alâ veçhi’t-ta’zîm “Allâhu Ekber” diye vaz-ı cebhe
edilir. Üç kere “Sübhâne rabbiye’l-A’lâ” denildikten sonra yine “Allâhu Ekber” diye kalkılır.
Tekbîrler Teşbihler gibi sünnettir. Âyet-i secde namazda okunduğuna göre müteakiben
edilen rükû’ maa’n-niyye ve sücûd bilâ niyye secde-i tilâvet makaamına kaaim olur.
Tilâvetin mâba’dine devam olunacak ise hemen secdeye varılıp kalkılır. Çünkü secde-i
tilâvetin vücûbu namazda fevrî ve hâric-i salâtta ale’t-terâhîdir.

Sünen-i Salât

Namazın sünnetleri demektir ki mükmil-i vâcibâtıdır.

Sünnetin hükmü: Terki isâet olmaktır. Sünnetin terki ne terk-i farz gibi fesadı ve ne terk-i
vâcib gibi amdi kerâhet-i tahrîmiyyeyi ve sehvi, sücûd-ı sehvi mûcib değildir.

(İsâet) mekrûh-ı tahrîmî ile mekrûh-ı tenzihi mabeynidir ki tahrîmen mekruh olanın
mâdûnu ve tenzîhen mekruh olanın mafevkidir.

Namazda sünnet olan şeyler ber-veçh-i âti ta’dâd olunur:

1) İftitâh ve Kunut-ı Vitir ve Salât-ı Iyd Tekbîrlerinde el kaldırmak (erkekler ellerini


kulaklarına ve kadınlar 171 göğüslerine muhâzî kaldırırlar).

2) Hîn-i ref’de eller açık ve parmaklar hâli üzere bulunmak.

3) Elin ve parmakların iç yüzünü Kıble’ye karşı bulundurmak.

4) Muktedî’nin İftitâh Tekbîri, imamının iftitâhından sonraya kalmamak.

5) Tekbîre-i İftitâh’ı müteâkıb el bağlamak buna (İ’timâd) ta’bîr olunur. Bunda irsal ya’nî
ellerini evvelâ yanlarına salmak yoktur. Erkekler göbek altından ve kadınlar göğüs
üstünden el bağlarlar ve her iki nev’in sağ eli sol elin üstüne gelir. Erkekler tahlıyk dahî
ederler ki sağ elin serçe ve baş parmaklarını sol bileğin iki tarafından halkalarlar. Kadınlar
tahlıyk etmezler.

6) Sena etmek ya’nî Sübhâneke ilâ âhirihî.. okumak. 172

7) Teavvüz etmek = Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-recîm

ِ ِ َّ ‫الشيطان‬
‫الرجيم‬ َ ِ ‫بالله‬
ِ َ ْ َّ ‫من‬ ِ ِ ‫اعوذ‬
ُ َُ
demek.

8) Tesmiye etmek = Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm

‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ

171
Ref’-i yed hususunda câriye erkek gibidir. Rükû’ ve sücûdda hürre gibidir.
172
Sübhâneke ilâ âhirihî... okumağa (Sena) denildiği gibi (İstiftah) dahî denir.

51
demek.

Bu üç sünnetten sena her musallî için ilk rek’atte tahrîmeyi müteâkıb olur. Teavvüz dahî
ilk rek’ate ve musallî-i münferid ile imâma mahsûstur. Muktedî teavvüz etmez. Tesmiye
münferide bir de imâm olana mahsûs olarak her rek’atin evvelinde kable’l-Fâtiha olur.
Muktedîtesmiye de etmez. Teavvüz ve tesmiye sünen-i kırâet olduğundan imâm anları
Salât-ı Iydde Tekbîrât-ı Zâide’den sonra kırâete şüru’ edeceği zaman okur. Sena
teavvüzden evvel olduğu gibi teavvüz dahî tesmiyeden evvel olur.

9) Bunları ya’nî sena ve mâba’dini gizli okumak.

10) Hitâm-ı Fâtiha’da, okuyan ve işiden gizlice te’mîn etmek - âmîn demek.

11) İnfirâd hâlinde 173 Fâtiha’ya zam olunacak sûre sabah 174 ve öğle namazlarında tıval-i
mufassalden “ya’nî sûre-i Hucurât’dan Sûre-i Bürûc’a kadar olan süver-i şerîfeden” ve
‫ )لم يكن‬e kadar olan
ikindi ve yatsı namazlarında evsât-ı mufassaldan “ya’nî Bürûc’dan (

süver-i şerîfeden” ve akşam namazında kısâr-ı mufassaldan “ya’nî (‫ )لم يكن‬den nihayete
kadar olan süver-i şerîfeden” olmak.

12) Rükûa varırken bir Tekbîr etmek = Allâhu Ekber demek.

13) Rükû’da üç Tesbîh etmek = Sübhâne rabbiye’l-Azîm demek.

14) Rükû’dan kalkarken imâm ve münferid tesmi’ etmek = Semia’llâhu li men hamideh
demek.

15) Tesmî’i müteâkib imâm ve muktedî ve münferid Tahmîd etmek = Rabbena leke’l-
Hamd demek *.

16) Münferid Tesmî’ ve Tahmîd’i gizli yapmak, imâm Tesmî’i Tekbîrler gibi cehreylemek
(Muktedî dahî mübelliğ olmadıkça Tahmîd’i ihfâ eder).

17) Kıyamda iki ayağın arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.

18) Hâl-i rükû’da dizlerini elleriyle tutmak.

19) Diz tutmakta parmaklarını açık bulundurmak.

20) Dizlerini rükû’da dik tutmak.

21) Rükû’da arkasını düz tutmak.

(Rükûa dâir olan bu dört Sünnet erkeklere göredir. Kadınlar ellerini dizleri üzerine korlar,
dizlerini tutmazlar. Parmaklarını ayrık bulundurmazlar ve dizlerini bükük ve arkalarını

173
Çünkü içtimâ hâlinde imâm cemâati tenfîr etmemeğe me’mûrdur.
174
İlk rek’atini ikinci rek’atinden sülüsân ve sülüs nisbetinde imâm itâle etmek dahî sabah
namazına mahsûs sünnettir. Inde’ş-Şeyheyn. Ve

‫عند الشيخين وعند الثالث فى المكتوبات كلها‬


(“İmam Muhammed’e (rh) göre farzların hepsinde.” –Sadeleştiren-)
*
İmâmın Tahmîd etmesi kavl-i sâhibeyndir. Muktedî ve münferidin Tahmîdinde ittifâk vardır.

52
meyilli bulundururlar.)

22) Rükû’da başını aşağı, yukarı eğmeyip doğru tutmak.

23) Kavme yapmak, ya’nî rükû’dan doğrulup kalkmak. (Celseye bakınız.)

24) Secdeye varırken yere evvelâ dizlerini, sonra ellerini daha sonra yüzünü vaz’etmek.

25) Sücûddan kıyama avdette bunun aksini yapmak, ya’nî evvelâ yüzünü ve sonra ellerini
ve daha sonra dizlerini - ellerini üzerlerine koyarak- kaldırmak.

26) Secdelere varır iken “Allâhu Ekber” demek.

27) Secdelerden kalkar iken “Allâhu Ekber” demek.

28) Celse yapmak, ya’nî iki secde arasında oturmak (kavme ile celsenin vücûbu dahî
zikrolunmuştur.)

29) Secdelerde başını (ya’nî cephesini ve burnunu) iki elleri arasında yere vaz’edip ellerini
yüzünden uzak bulundurmamak ve vaz-ı yedde el ayası yere ve parmaklar birbirine
yapışık bulunmak.

30) Secdelerde üçer Tesbih etmek = “Sübhâne rabbiye’l-A’lâ” demek.

31) Erkek kısmı sücûdda karnını uyluklarından ve dirseklerini yanlarından ve kollarını


yerden uzak tutmak.

32) Kadın kısmı sücûdda alçalıp kollarını yanlarına bitiştirmek ve karnını uyluklarına
yapıştırmak.

33) Celsede ellerini uylukları üzerine koymak.

34) Gerek celsede gerek ka’dede erkek kısmı sol ayağını yere yayıp sağ ayağını
parmaklar kıbleye müteveccih olmak üzere dikmek.

35) Kadın kısmı anlarda teverrük etmek ya’nî kaynağı üzerine oturup ayaklarını sağ
canibe yatık çıkarmak.

36) Tehiyyât’ın teşehhüdünde sağ elinin şahadet parmağiyle işaret etmek ya’nî “Lâ ilahe”
der iken parmağını kaldırıp “illâ’llah” der iken indirmek.

37) Tahiyyât’ı gizli okumak.

38) Rek’ati ikiden ziyâde olan farzların ilk iki rek’atinin mâadasında Fatiha okumak.

39) Ka’de-i ahîrede Tahiyyât’dan sonra salâvat okumak175.

40) Salâvat’dan sonra duâ okumak.

41) Selâm verirken başını evvelâ sağa ve sonra sola çevirmek.

42) Her iki tarafa selâmda “Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llâh” demek.

175
“Salâvât-ı Şerife” Sünnet-i müekkededir. Hiç bir namazın ka’de-i ahîresinde terk olunamaz.
“Allahümme salli alâ Muhammed” demek dahî salâvâttan ise de mesnûn olan Salâvât-ı Şerife Sıfat-ı
Salât bahsinde mezkûr olandır.

53
43) İmâm selâmında (aleyküm) hitâbiyle maa’l-hafaza cemâati ve muktedî, cemâatle
beraber imâmı ve münferid melekleri niyyet eylemek 176.

44) İmâm ikinci selâmda sesini pest etmek.

45) Muktedînin selâmı imâmın selâmına mukarin olmak.

46) Mesbûk bulunan muktedî imâmın ikinci selâmına muntazır olmak.

Müstehabbât-ı Salât = Namazın Müstehabları

Namazın âdab ve müstehabbâtı şunlardır:

1) Namazda bulunan erkek ve kadın huşu’ üzere olup kıyamda secde mevziine ve rükû’da
ayaklarının üzerine ve sücûdda burnunun ucuna ve kuûdda kucağına ve selâmda omuzu
başlarına bakmak. 177

2) Öksürüğü ve geğirmeği kaadir olduğu kadar tutup defetmek.

3) Esnemekten ağzını tutmak.

4) İkaamette

Hayye ale’l-felâh ِ َ َ ْ ‫عل‬


‫الفلاح‬ َ َ ‫حى‬
َّ َ
denilir iken imâm ve cemâat namaza kıyam etmek.

5) “Kad kaameti’s-salât” denir iken imâm namaza şüru’ etmek.

Namaza durur iken amel-i kalb olan niyyete fi’l-i lisânı zammetmek dahî

176

‫زان سلام ٓاورد بايد بر ملك‬ ‫وقت تحليل نماز اى بانمك‬


‫احتار اين نمازم شد روان‬ ‫كه ز الهام و دعاى خوبتان‬
(‫)دفتر پنجم ازمثنوى دربيان جواب مؤمن سنى كافر جبر يرا در اثبات اختيار‬
Tercemesi:
Ey aziz dost, namazı bitirme vaktinde, salih amelleri yazan meleğe “iyilerin ilhamı ve düâsı
sayesinde bu namazda ihtiyarım elden gitti” diye selâm vermek gerektir.
177

‫ استدعى حتفه‹ وهذافى خارج الصلات۔ فكيف فى داخلها۔ كذا فى مكروهات الاصل وفى‬،‫)›من ارسل طرفه‬
(‫ايضا‬
ً ‫خامس المسنوى‬
‫همجو نفخى ٓزاتش انكيز دشرار‬ ‫ديدن ٓامد جنبش ٓان اختيار‬
Tercemesi:
“Alık alık etrafına bakman ölümünü çağırır” Namazın dışında bu böyle olursa ya içinde nasıl olur?
Aslın mekrûhât bahsinde geçmiştir. Nitekim Mesnevî’nin beşinci defterinde de şöyle denilmiştir:
Bakma dolayısiyle üflemenin ateşten kıvılcım sıçratması gibi o irâde ve ihtiyar elden gider.

54
müstehabbâttandır. Vesvesenin lüzumu yoktur.

Sıfat-ı Salât

Ya’nî Keyfiyyet-i Terkîb-i Ef’âl-i Salât

Namaz kılacak kimse taharet ve istikbal-i Kıble üzere durup 178 ellerini ref ile niyyet
ederek “Allâhu Ekber” der ve eli bağlar 179 ve:

“Subhânekâ’llahümme ve bi Hamdike ve tebâreke’smüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilahe


gayrük.”

َ ُ ْ َ ‫ َ َولا ِ ٰ َاله‬،‫جدك‬
.‫غيرك‬ َ ُّ َ ‫وتعالى‬
ٰ َ َ َ ،‫اسمك‬
َ ُ ْ ‫وتبارك‬ َ ِ ْ َ ِ َ ‫اللهم‬
َ َ َ َ َ ،‫وبحمدك‬ َ َ َ ُْ
َّ ُ ‫سبحانك‬
der. Muktedî değil ise 180 ba’dehû “Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm. Bismi’llahi’r-
Rahmani’r-râhîm”

.‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ْ ِ ،‫الرجيم‬ َ ِ ‫بالله‬
ِ َ ْ َّ ‫من‬
ِ ِ َّ ‫الشيطان‬ ِ ِ ‫اعوذ‬
ُ َُ
diyerek Sûre-i Fâtiha’yı’ okur. Ve hitâmında (âmîn) deyip bilâ besmele zamm-ı sûre veya
âyât eder. Ba’dehû “Allâhu Ekber” diye rükûa gider.

Ve lâakal 181 üç kere

Sübhâne rabbiye’l-Azîm َ ِ َ ْ ‫ربى‬


‫العظيم‬ َ ِّ َ ‫سبحان‬
َ َ ُْ
dedikten sonra

Semia’llâhu li-men Hamideh ‫حمده‬ ْ َ ِ ‫الله‬


ُ َ ِ َ ‫لمن‬ ُ ‫سمع‬َِ َ
diyerek doğrulur. Ve

Rabbena Leke’l-Hamd ُ ْ َ ْ ‫لك‬


‫الحمد‬ َ َ ‫ََّرب َنا‬
der ba’dehû “Allâhu Ekber” diye sücûda gider. Ve lâakal 182 üç kere

Sübhâne rabbiye’l-A’lâ َ ْ َ ْ ‫ربى‬


‫الاعلى‬ َ ِّ َ ‫سبحان‬
َ َ ُْ
dedikten sonra “Allâhu Ekber” diyerek celse eder andan sonra yine “Allâhu Ekber” diye
ikinci secdeye varır. Ve yine üç kere

178
Durmak ayak üzere olur ki kıyâm-ı hakıykîdir. Kıyama kaadir olmıyan marîz oturarak durur ki
kıyâm-ı hükmîdir. Nitekim Salât-ı Marîz babında zikrolunur.
179
Ref’-i yed ve i’timâd keyfiyetleri sünen-i salâtta mezkûrdur. t’timâd sünnet-i kıyam olduğundan
kaaiden namaz kılan dahî i’timâd eder. Ya’nî el bağlar. Her kıyam ki (velev hükmî olsun) anda karâr
ve zikr-i mesnûn vardır. Musalli anda i’timâd eder: Hâl-i sena ve kunût ve salât-ı meyyit gibi.
180
Çünkü muktedî kırâet etmiyeceği cihetle teavvüz ve tesmiye dahî etmez.
181
Çünkü beş yâhud yedi dahî olur. Fakat bunlar münferide mesnûndur. İmamların üçten ziyâde
tesbîh etmesi hilâf-ı me’lûf olduğuiçin cemâate mûcib-i melaldir.
182
Bu da rükû’ teşbihi gibidir.

55
Sübhâne rabbiye’l-A’lâ َ ْ َ ْ ‫ربى‬
‫الاعلى‬ َ ِّ َ ‫سبحان‬
َ َ ُْ
dedikten sonra “Allâhu Ekber” diyerek ikinci rek’ate kıyam eder. Sücûda varır iken (bir
mâni-i bedenîsi olmadıkça) yere evvelâ dizlerini, sonra ellerini ve sonra yüzünü vaz’eder.
Kıyama avdette bunun aksini yapar ki yerden evvelâ yüzünü ve sonra ellerini kaldırıp
dizleri üzerine kor. Andan sonra dizlerini kaldırır.

Rek’at-i saniye dahî rek’at-i ûlâ gibidir. Şu kadar ki anda ref’-i yed ve sena ve teavvüz
yoktur. El bağlayıp maa’l-Besmele sûre-i Fâtiha’yı okur ve âmîn dedikten sonra ana bilâ
Besmele zamm-ı sûre veya zamm-ı âyet eder. Ba’dehû rek’at-i ûlâ veçhile rükû ve
sücûda gider.

İkinci secdeden sonra ka’de yapıp;

“Et Tahiyyât’ü li’llâhi ve’s-salâvâtü ve’t-tayyibât. Es-selâmü aleyke eyyühe’n-Nebiyyü ve


Rahmetu’llâhi ve berekâtüh. Es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ
ilahe illâ’llah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh”

ِ ‫ورحمة‬ ُ َ ِّ َّ َ ‫والصلوات‬ ِ ِ ‫التحيات‬


ُ َّ ِ َّ َ
ُ َ َّ َ ،‫وبركاته‬
‫السلام‬ ُ ُ َ َ َ َ ‫الله‬ ُّ ِ َّ ‫ايها‬
ُ َ ْ َ َ ‫النبى‬ َ ْ َ َ ‫السلام‬
َ ُّ َ ‫عليك‬ ُ َ َّ َ ،‫والطيبات‬ ُ ٰ َ َّ َ ‫لله‬
ُ ُ ُ َ َ ‫عبده‬
.‫ورسوله‬ ُ ُ ْ َ ‫محمدا‬
ً َّ َ ُ ‫ان‬ ُ ‫اشهد َ ْان َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬
ُ َ ْ َ َ ‫الله‬
َّ َ ‫واشهد‬ َ ٖ ِ َّ ‫الله‬
ُ َ ْ َ ،‫الصالحن‬ ِ ‫عباد‬َ َ ِ ‫وعلى‬
ٰ َ َ ‫علينا‬
َ َْ َ
der. Kılacağı namazın rek’ati ikiden ziyâde ise bu (ka’de-i ûlâ) dır. (Kuûd-ı evvel) dahî
denir. Bunda Tahiyyât-ı mezkûre üzerine bir şey’i ziyâde etmiyerek ve hemen “Allâhu
Ekber” diyerek rek’at-i sâliseye kıyâmeder. Kıyama davranır iken ellerini dizleri üzerine
getirir. Kıyamda el bağlayıp maa’l-Besmele Fâtiha-i Şerîfe’yi okur ve âmîn der. Farzda
bulunduğuna göre Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre veya âyet etmiyerek rükûa varır.
Secdelerden sonra rek’at-i râbia var ise ana kıyam eder, rek’at-i râbia dahî rek’at-i sâlise
gibidir. Rek’at-i râbia yok ise secde-i saniyedensonra ka’de yapar.

Farzda bulunmadığına göre üçüncü rek’atin Fâtiha’sına (âmîn) dedikten sonra zamm-ı
sûre veya zamm-ı âyât eder. Ba’dehû rükûa ilâ âhirihî.. gider. Rek’at-ı râbia dahî rek’at-i
sâlise gibidir. (Vitirin rek’at-i sâlisesinde kable’r-rükû’ kunût eder. Nitekim bâb-ı
mahsûsunda mübeyyendir.) Hitâm-ı rek’atte rek’at secde-i saniye ile hitâm
bulduktansonra ka’de yapar ki bu kuûd üç rek’atli namazların rek’at-i sâlisesi ve iki
rek’atli namazların rek’at-i saniyesi hitâmında yapılan ka’de gibi kuûd-ı ahîr ve ta’bîr-i
diğerle (ka’de-i ahîre) dir. Bunda Tahiyyât’dan sonra Salâvat ve da’avât okunarak selâm
verilir. (Salâvat)-ı Şerife şudur:

“Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed. Kemâ
salleyte alâ İbrahîme ve alâ âli İbrahim. İnneke Hamîdün Mecid.”

‫وعلى ِٰال‬ َ ٖ َ ْ ِ ‫على‬


ٰ َ َ ‫ابراهيم‬ َ ْ َّ َ ‫كما‬
ٰ َ ‫صليت‬ َ َ ،‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫وعلى ِٰال‬
ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬ ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬
ٰ َ َ ‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫على‬
ٰ َ ‫صل‬ َّ ُ َ
ِّ َ ‫اللهم‬
.‫مجي ٌد‬
ٖ َ ‫حمي ٌد‬ َ َّ ِ ‫ابراهيم‬
ٖ َ ‫انك‬ َ ٖ َ ِْ
“Allahümme bârik alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed. Kemâ
bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîm. İnneke Hamîdün Mecid.” *

*
Rivayetlerin ba’zılarında ( َ ِ ِّ َ ) kelimesi yoktur.
‫سيدنا‬

56
‫وعلى ِٰال‬ َ ٖ َ ْ ِ ‫على‬
ٰ َ َ ‫ابراهيم‬ ٰ َ ‫باركت‬
َ ْ َ َ ‫كما‬
َ َ ،‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫وعلى ِٰال‬
ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬ ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬
ٰ َ َ ‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫على‬ ْ ِ َ ‫اللهم‬
ٰ َ ‫بارك‬ َّ ُ َ
.‫مجي ٌد‬
ٖ َ ‫حمي ٌد‬ َ َّ ِ ‫ابراهيم‬
ٖ َ ‫انك‬ َ ٖ َ ِْ
(Da’avât): “Rabbena! Atina” ilâ âhirihî, “Rabbena! Lâ tüzig-Kulûbenâ” ilâ âhirihî,
“Rabbi’calnî mukîme’s-salât” ilâ âhirihî gibi âyât-i celîleden muktebes dualardır.
“Allahümme İnnî Es’elüke mine’l-hayri küllihi, mâ alimtü minhü ve mâ lem a’lem ve eûzü
bike mine’ş-şerri küllihi, mâ alimtü minhü ve mâ lem a’lem.”

ِ ِّ ُ ‫شر‬
‫كله َما‬ َ ِ ‫بك‬
ِّ َّ ‫من‬ َ ِ ‫واعوذ‬ ْ َ ْ َ ‫وما َ ْلم‬
ُ ُ َ َ ،‫اعلم‬ ُ ْ ِ ‫علمت‬
َ َ ‫منه‬ ِ ِّ ُ ‫الحير‬
ُ ْ ِ َ ‫كله َما‬ ِ ْ َ ْ ‫من‬ َ ِ ‫اسئلك‬َ ُ َ ْ َ ‫اللهم ِ ِّانى‬
َّ ُ َ
ْ َ ْ َ ‫وما َ ْلم‬
.‫اعلم‬ ُ ْ ِ ‫علمت‬
َ َ ‫منه‬ ُ َِْ
gibi lâfz-ı Hadîs ile de olur.

Muktedî cemâat faslında beyan olunduğu üzere ef’âl-i salâtı imâmiyle beraber yaptığı gibi
intikal tekbîrlerini ve rükû ve sücûd teşbihlerini dahî yapar. Ve imâmın tesmî’inde tahmîd
ve cehren Fâtiha’sı hitâmında te’mîn eder. Muktedîde kırâet ve teavvüz tesmiye yoktur. *

Namazların terkîb-i ef âli ve teşkîl-i rekeâtr hep zikrolunan veçh üzeredir. Vitir ve bayram
namazlarının şâir namazlardan farkları vardır. Salât-ı Cum’adan bed’en anlar burada
zikrolunur:

Salât-ı Cum’a = Cum’a Namazı

Salâvat-ı Mektûbeden olan öğle namazı vaktinde ana bedel haftada bir ferîza vardır ki
yevm-i Cum’aya mahsûs olduğu için (Salât-ı Cum’a) denilir. Ve cemâatle kılınır. İki
rek’atten ibarettir. Sekiz rek’at dahî Sünnet-i Müekke’desi vardır ki dördü Salât-ı
Cum’adan ve anın hutbesinden evvel ve dördü Salât-ı Cum’adan sonra münferiden kılınır.
Bi’l-cümle namazlarda meşrut olan umurdan başka Salât-ı Cum’ada iki nevi’ şart daha
vardır. Biri şart-ı vücûbdur ki musallîye âiddir. Diğeri şart-ı sıhhatdir ki musallînin gayriye
âiddir.

Musallîye âid olan şurût-ı vücûb altıdır.

*
Cemâatin imâmına edâ-i farzdan sonra vazife kalmadığından son sünneti olan farzlara göre son
sünneti dahî imâm ikaametgâhında kılmak üzere Mihrâb’dan ayrılabilir. Cemâat tesbîh ve duayı
müezzin ile yâhud yalnızca yaparlar. Eûzü çekerek Âyet-i Kürsî’yi ve anı müteâkıb maa’l-Besmele
birer İhlâs ve Muavvezeteyn’i okuyup 33 Tesbîh ve 33 Tahmîd ve 33 Tekbîr’den sonra “Lâ ilahe
illâ’llah vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-Hamdü ve Hüve alâ külli şey’in kadîr.”

ٌ ِ َ ‫ىء‬
.‫قدير‬ ٍ ْ َ‫كل ش‬ ٰ َ ‫وهو‬
ِّ ُ ‫على‬ ُ ْ َ ْ ‫وله‬
َ ُ َ ‫الحمد‬ ُ ْ ُ ْ ‫ َ ُله‬،‫ريك َ ُله‬
ُ َ َ ‫الملك‬ َ ِ َ‫وحده َلا ش‬ ُ ‫َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬
ُ َ ْ َ ‫الله‬
diyerek duâ olunur. Âyet-i Kürsî’ye başlar iken lâzım olan teavvüzdür. Besmele değildir. Müezzinin

Eûzü bi’llâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm ِ ِ َّ ‫الشيطان‬


‫الرجيم‬ َ ِ ‫بالله‬
ِ َ ْ َّ ‫من‬ ِ ِ ‫اعوذ‬
ُ َُ
demesi bunu ihtar iken, cemâatin terk-i teavvüz ile

Bismi’l-lâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm ‫الرحيم‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ‫سم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬ ِ ْ ِ‫ب‬
diye başlaması dikkatsizliktir.

57
1) Zükûret = Erkeklik

2) Hürriyet = Hür olmak, köle olmamak

3) İkaamet = Yerli olmak, yolcu olmamak

4) Sıhhat = Sağlam olmak

5) Selâmet-i ayn = Gözleri sağlam olmak

6) Selâmet-i ricl - Ayakları sağlam olmak

Kadınlar, köleler, yolcu olanlar, hasta bulunanlar, gözsüz olanlar, ayaksız olanlar Salât-ı
Cum’a ile mükellef değillerdir.

Musallînin gayriye âid olan şurût-ı sıhhat dahî altıdır:

1) Şehir olmak

2) Cum’a kıldırmak için vazîfedâr kimse bulunmak *

3) Öğle namazı vakti olmak

4) Namazdan evvel hutbe okunmak

5) Cum’a kılınan yer herkese açık bulunmak

6) Cemâat olmak

Zâbıtasız veyâhud tenfîz-i ahkâma kaadir kadısız köylerde, Cum’a Namazı kıldırmağa
muvazzaf veya me’zun kimse bulunmayan yerlerde ve vakt-i zuhurdan evvel veya sonra
ve bilâ hutbe veya bilâ izn-i âm yâhud bilâ cemâa kılınan Salât-ı Cum’a sahîh değildir.
Cemâatin akalliimâmdan başka üç erkek olmaktır.

Hutbe

Biri diğerinden bir celse-i hafife ile mafsûl iki hutbe okunur. Her biri Hamd ü senayı ve
teşehhüd ve salâvâtı müştemil olur. Hutbe-i ûlâda va’z ve tezkîr edilir. Hutbe-i saniyede
va’za bedel mü’minîn ve mü’minâta duâ olunur.

Hutbe vakit dâhilinde ve namazdan evvel olmak ve cemâat huzurunda okunmak ve anınla
namazın arası amel-i kaatı’ ile fasl olunmamak lâzımdır. Bunlar hutbenin şurûtudur.
Şunlar sünnetleridir:

1) Hatib kable’l-hutbe minber canibinde bulunmak.

2) Siyah giyinmiş olmak.

3) Minbere çıktığında * okunacak Ezanı istimâ’ için cemâate dönüp oturmak. 183

*
İmamet ve hitabet Ümerâ-i Mü’mininin haklarıdır. Taraflarından mansûb kimseler îfâ etmektedir.
*
Çıkarken minber kapısında ve çıktığında bâlâ-yı minberde duâ etmek yoktur. Çıkar iken irticai ve
îrâd edeceği hutbeyi teemmülen ayak ayak müteenniyâne çıkmak vardır, inerken bu yoktur. Bizim
hutebâ bunlardan gafillerdir.
183
Bayram hutbesinde Ezan olmadığından bu kuûdda yoktur.

58
4) Huzurunda Ezan okunmak.

5) Ba’de’l-Ezân hatîb cemâate karşı kaaim olup hutbenin ikisini dahî kaaimen okumak.

6) Cemâate karşı durup okumak. 184

7) Harben alman beldede hatibin sol elinde bir seyf bulunup hutbeyi ana dayanarak
okumak.

8) Sulhen feth olunan bilâdda hutbe bilâ seyf okunmak.

9) Hutbeye gizlice teavvüz ederek Hamd ü sena ile başlamak.

10) Şehâdeteyn okumak.

11) Salâvat-ı Şerife okumak.

12) Va’z ve tezkîr etmek = Nasihat etmek.

13) Bi’l-istiâze âyet okumak.

14) Hutbeyi iki yapmak.

15) İki hutbe arasında üç âyet okuyacak kadardan ziyâde olmamak üzere oturmak. 185

16) ikinci hutbeye dahî Hamd-i Hudâ ve Salâvât-ı Cenâb-ı Nebiyy-i Müctebâ’yı iade ile
başlamak.

17) İkinci hutbede mü’minîn ve mü’minâta mağfiret ve afiyet ve nusret ile duâ etmek.

18) Hutbe-i saniyede hutbe-i ûlâdan dûn olarak cehr-i savt etmek.

19) Her iki hutbeyi pek uzatmayıp hafif tutmak.

20) Ferâğ-ı hutbeyi müteâkib ikaamet alınmak.

Muhalif-i sünnet olan hutbe mekruhtur. Hutbe okunurken lakırdı etmek caiz olmadığı gibi
namaz kılmak dahî caiz değildir. 186

Hutbeyi istimâ’da namazda oturur gibi oturmak lâzım değildir. 187

Vitir

Yatsı kılındıktan sonra kılınır tek rek’atli müstakil 188 bir namazdır ki, akşam namazı gibi
bir selâm ile üç rek’atten ibarettir. Andan farkı * şudur ki bunun her rek’atinde Fâtiha’ya

184
Eğer cemâate arkasını çevirip Kıble’ye karşı durur ise mekruh olur. Hutbe duasında dahî Kıbleye
dönmek yoktur. Düânın kıblesi semâdır.
185
Ne bu oturuşta ne de minbere çıkarken ve ne de çıktıktan sonra düâ etmek yoktur. Bunlar bizim
hutebânm muhdesâtıdır.
186
Meğer ki tertîb sakıt olmadık kazâ namazı ola.
187
Namazda oturur gibi oturup da sonunda iki tarafına selâm vermek büsbütün eser-i cehalettir.
188
Vech-i istiklâli kazâ ve ıskaatta zahirdir.
*
Bu fark, keyfiyyet i’tibâriyledir. Sıfatan dahî farkları vardır ki, akşam namazı (Farz) ve (Vitir)

59
zamm-ı sûre veya âyet edilir. Ve üçüncü rek’atin hitâm-ı kırâetinde kable’r-rükû’ “Allâhu
Ekber” diye ref ‘-i yed ve bilâ irsal i’timâd edilerek Kunût olunur. Bu Tekbîr ve Kunût
vâcibdir. Hangisi unutulsa sehv-i secde olunur. Kunût’un ba’de’r-rükû’ tezekküründe yeri
değiştirilmez. Kunût’u sehven ba’de’r-rükû’ eden dahî rükûu tekrar etmeyip hitâm-ı
salâtta sücûd-i sehiv eyler.

Kunût, duâ demektir. Mesnûn olan duâ budur:

“Allahümme! înnâ nestaînüke ve nestehdik. Ve nestağfirüke ve netübü ileyk. Ve nü’minü


bike ve netevekkelü aleyk. Ve nüsnî aleyke’l-hayra küllehû neşkürük, ve lâ nekfürük. Ve
nahle’u ve netrükü men yefcürük.

Allahümme! îyyâke na’büdü Ve leke nusallî. Ve nescüd. Ve ileyke nes’â. Ve nahfidü.


Nercû rahmeteke ve nahşâ azâbek. înne azâbeke’l-cidde bi’l-küffâri mülhık.”

َ ْ َ َ ‫ونتوكل‬
ٖ ْ ُ َ ‫عليك‬
‫ونثنى‬ َ ْ َ ِ ‫ونتوب‬
ُ َّ َ َ َ َ ‫اليك‬ ُ ُ َ َ ‫بك‬ ُ ِ ْ ُ َ .‫ونستهديك‬
َ ِ ‫ونؤمن‬ َ ُ ِ ْ َ ْ َ َ ‫ينك‬
َ ٖ ْ َ ْ َ َ ‫ونستغفرك‬ َ ُ ‫نستع‬ ٖ َ ْ َ ‫اللهم ِ َّانا‬
َّ ُ َ
َ ُ ُ ْ َ ‫من‬
.‫يفجرك‬ ُ ُ ْ َ َ ‫ونخلع‬
ْ َ ‫ونترك‬ َ ُ ُ ْ َ ‫نشكرك َ َولا‬
ُ َ ْ َ َ ‫نكفرك‬ َ ُ ُ ْ َ ‫كله‬ َ ْ َ ْ ‫عليك‬
ُ َّ ُ ‫الخير‬ َ َْ
‫عذابك‬ ٰ ْ َ َ .‫رحمتك‬
َ َ َ َ ‫ونخشى‬ َ َ َ ْ َ ‫نرجو‬ ُ ِ ْ َ َ ‫نسعى‬
ُ ْ َ ‫ونخفد‬ َ ْ َ ِ َ ‫ونسجد‬
ٰ ْ َ ‫واليك‬ ُ ُ ْ َ َ ‫نصلى‬ َ َ َ ‫نعبد‬
ّ ٖ َ ُ ‫ولك‬ َ َّ ِ ‫اللهم‬
ُ ُ ْ َ ‫اياك‬ َّ ُ َ
ٌ ِ ْ ُ ِ‫بالكفار‬
.‫ملحق‬ َّ ُ ْ ِ ‫عذابك‬
َ َ َ َ ‫ان‬َّ ِ
Bu duayı okuyamıyan kimse:

“Rabbenâ! Âtinâ fi’d-dünyâ haseneten ve fi’l-âhireti hasene. Ve kınâ azâbe’n-nâr.”

.ِ‫عذاب َّالنار‬ َ ِ َ ‫حسنة‬


َ َ َ ‫وقنا‬ ِ َ ِ ٰ ْ ‫سنة َ ِوفى‬
ً َ َ َ ‫الاخرة‬ َ ْ ُّ ‫ربنا ٰ ِ َاتنا ِفى‬
ً َ َ ‫الدنيا َح‬ َ َّ َ
yâhud üç kerre “Allâhümma’ğfir lî!” veyâhud üç kerre “Yâ Râbbi!” der.

Vitir münferiden kılınır. Anda cemâat olmak Ramazân-ı Şerif ‘e mahsûstur. Anı eyyâm-ı
sâirede ba’de’n-nevm âhir-i leyl’de kılmak ehabb ve efdal iken 189 Ramazân-ı Şerîfde
cemâaten kılmak âhir-i leylde münferiden kılmaktan evlâdır.

Hâl-i cemâatde kırâeti imâm cehreder. Kunût’u hem imâm ve hem muktedî ezkâr-ı şâire
veçhile ihfâ eyler. 190

Vitir’in sıfat-ı şer’iyyesi vücûbdür.

Salât-ı lydeyn = Bayram Namazları

Bayram namazları dahî vâcibdir. Ve ikişer rek’atten ibarettir. Salât-ı Cum’anın şurût-ı
vücûbunu hâiz olanlara vâcibdir. Bunun şurût-ı sıhhati bilcümle namazların şurût-ı sıhhati
olup fazla olarak bunda, şurût-ı sıhhat-ı Cum’a dahî muteberdir. Anlardan yalnız hutbe
müstesnadır” ki, salât-ı Cum’a da hutbe şart-ı sıhhat ve salât-ı iydde sünnettir. Cum’ada
namazdan evvel ve bayramda namazdan sonradır.

(Vâcib) dir.
189
Evkaat-ı müstehabbe bahsine bakınız.
190
İmâmın cehr-i tekbîrat etmesinin sünen-i salâvattan olduğu ma’lûm olmuştur.

60
Salât-ı ıydin keyfiyetçe sâir namazlardan farkı bunun her rek’atinde üçer fazla Tekbîr
olmasındadır. O Tekbîrler vâcibdir. Rek’at-i ûlâda kırâetten” evvel ve rek’at-i saniyede
kırâetten sonradır. Eller ref ve irsal olunarak alınır, ilk rek’atte İftitâh Tekbîri’ni müteâkıb
i’timâd edilerek “Subhâneke ilâ âhirini..” okunur. Ba’dehû Tekbîrât-ı Zâideye şürû’
olunarak maa’l-imâm “Allâhu Ekber” diye ref’-i yed ve irsâl-i yed edilir. (imâmın tekbîri
şâir Tekbîrât-ı Intikaaliye’de olduğu gibi cehrî ve cemâatinki hafi olur.) Üç (Subhâna’llah)
denecek kadar sâkiten tevakkuf olunduktan sonra “Allâhu Ekber” diye yine ref ve irsâl-i
yed edilir. Mikdâr-ı mezkûr ba’de’t-tevakkuf yine “Allâhu Ekber” diye ref’-i yed olunup
artık üç Tekbîr tamâm olduğu cihetle irsale mahal kalmıyarak i’timâd edilir. Cemâat sâkit
ve imâm gizlice Teavvüz ve Tesmiyeden sonra cehren kırâete sâri’ olur. Fatiha okuyup
cümleten gizlice âmîn denildikten sonra, imâm zamm-ı sûre veya âyât eder. Ba’dehû
rükû’ ve sücûd olunarak rek’at-i saniyeye kalkılır. Anda imâmın kırâet-i Fatiha ve sûre
veya âyât etmesini müteâkıb “Allahu Ekber” diye cümleten ref’-i yed ve irsâl-i yed olunur.
Ba’dehû yine “Allâhu Ekber” diye eller ref ve irsal edilip üçüncü Tekbîr dahî bu veçhile icra
olunduktan sonra Intikaal Tekbîriyle rükûa varılır. Secdelerden sonra ku’ûd edilip
Tahiyyât ve Salâvat ve daavât okunarak selâm verilir.

Namazdan sonra imâm minbere çıkıp oturmıyarak hutbe eder. Ve Cum’a hutbesindeki
Hamd ü senaya bedel “Allâhu Ekber, Allâhu Ekber. Lâ ilahe illâ’llâhu vâ’llâhu Ekber.
Allâhu Ekber ve li’llâhi’l-Hamd.”

.‫الحمد‬ ِ ِ َ ‫اكبر‬
ُ ْ َ ْ ‫ولله‬ ُ َ ْ َ ‫الله‬ ُ َ ْ َ ‫والله‬
ُ َ ،‫اكبر‬ ُ ‫الله‬ُ ‫ َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬،‫اكبر‬
ُ َ ْ َ ‫الله‬ ُ َ ْ َ ‫الله‬
ُ َ ،‫اكبر‬ ُ َ
der. Cemâat dahî beraberce bu Tekbîri alır. Hatib hutbeyi Cuma’ada olduğu gibi iki yapıp
aralarını celse-i hafife ile fasleder.

Bayram namazına gidilirken Iyd-ı Fıtır’da sırren ve Iyd-ı Adhâ’da cehren yollarda Tekbîr
alınır. Ve camie varıldıkda dahî her iki bayramda cehren ve cümleten namaz vaktine
kadar Tekbîrler alınır. Bayram namazlarının vakti ilk günü ba’de’t-tulû vakt-i kerahet
çıktıktan sonradır.

Salât-ı ıydin rek’at-ı ûlâsında imâma Tekbîrlerden sonra iktidâ etmiş bulunan kimse
İftitâh Tekbîrinden sonra “Sübhâneke” ilâ âhirihî.. okumıyarak Tekbîrât-ı Zâide’yi yapar.
Eğer rek’at-i ûlânın rükûunda yetişmiş ve kaaimen bi’l-iktidâ Tekbîre-i İftitâh’ı alarak
rükûa varmış ise Tesbîhât-ı rükûa bedel el kaldırmıyarak Tekbîrât-ı Zâide’yi rükû’da
yapar. Yetiştiremez ise Tekbîrler andan sakıt olmuş olur. İmâma salât-ı ıydin ikinci
rek’atında yetişen kimse selâm-ı imâmdan sonra rek’at-i ûlâyı kazaya kıyam edip
Tekbîrât-ı Zâide’yi kırâetden sonraya te’hîr eyler.

(Tekbîr-i Teşrik bahsi Zikr-i Ba’de’s-Salât faslına bırakılmıştır. Bakiye-i ahkâm-ı ıydeyn
için fasla * müracaat oluna.)

Cum’a ve bayram namazlarında cemâat meşrut” olduğundan cemâate ka’de-i ahîrede


dahî yetişemiyen kimse bunları münferiden kılamaz.

Cum’a günü vakt-i zuhurda cemâat Salât-ı Cum’aya mahsûs olduğundan o gün öğle
namazında cemâat de olamaz. Cum’ayı kılamıyan öğleyi münferiden kılar. Bayram
namazına yetişemiyen için ana bedel başka namaz yoktur. Bunlar kazâ da olunmaz.

*
Burada asıldan maksat bu eserin mufassalı olan, müellifin (Arap harfleriyle basılmış) Ni’met-i
İslâm adlı kitabıdır.

61
Kazâ-i Fevâit = Geçmiş Namazların ödenmesi

Beş vakit namazın edası farz olduğu gibi kazası dahî farzdır. * Vaktinde kılmağa (edâ),
vaktinden sonra kılmağa (kazâ) tâbîr olunur. Edâ nasıl müretteb ise kazâ dahî müretteb
olur. Geçmiş namaza (fâite) ve vakit namazına (vaktiye) denilip bunlar arasındaki tertibe
dahî mürâât etmek lâzım gelir. Tertîb-i salâvâta riâyet üzere olan kimseye (Sâhib-i tertîb)
denir. Sâhib-i tertîb olan kimse meselâ sabah namazını nevm ile fevt ettiği gün anı kazâ
etmeden öğleyi edâ edemez. Meğer ki fâitesih atırından çıkmış veyâhud vakit daralarak
hem fâiteyi hem de vakfiyeyi îfâya kâfî olmamış yâhud vakfiyelere devam ile üzerinden
beş namaz vakti daha geçerek kendisi sâhib-i tertîblikten çıkmış ola. Mürââtı lâzım olan
tertîb bu üç hâlde sakıt ve kılınan namaz sahîh olmuş olur.

Tertîb sakıt olduktan sonra kazâ için muayyen vakit kalmaz ve tulü’ve istiva ve gurûb
zamanlarından başka vakt-i kerahet de olmaz. Sabah ve ikindi namazlarından sonra dahî
kazâ kılınır.

Fevâiti (Geçmiş namazları) kesir olan kimse için anları ale’t-ta’yînkazâ etmekte kolaylık:
“Vaktine yetişip de kılamadığı (meselâ) ilk öğleyi” yâhud “son öğleyi” diye niyyet
eylemektir ki her kılışta ilk yâhud son kalanı kazâ etmiş ve ta’yîn hâsıl olmuş olur.

Kazâ gayr-i ez Cum’a, furûz-ı hamse ile vitir namazına mahsûstur. Nevâfil nev’inden olan
revâtib vaktinden sonra kazâ olunmaz. Yalnız sabah namazının sünneti o günün nısf-ı
nehârından sonraya kalmamış olmak şartiyle kazâ olunabilir.

Biz beş vaktin edâsiyle mükellefiz. Bir namazı bilâ özür vaktinden sonraya bırakmak bir
kebîredir ki, kazâ ile zail olmaz *; kazâ, ism-i terki izâle eder, ism-i te’hîri gidermez. *

Kazâ-ı fevâit ile iştigâl etmek nevâfil kılmaktan evlâ ve ehemdir.

Nevâfilin revâtib kısmı bundan müstesnadır. (İskaat-ı salât) Salâtü’l-marîz babında


mübeyyendir.

Nevâfil = Nafileler

Salâvât-ı Gayr-i Mektûbe = Farz ve Vâcib Olmayan Namazlar

(Salâvât-ı Mektûbe) unvanını vitire dahî şâmil kıldığımız cihetle gayr-i mektûbe tâbirinden
farz ve vâcîb olmıyan namaz ma’nâsmı murâd edeceğiz ki anlar da (nevâfil) dir. 191

Nevâfil: İki nevi’dir. Bir nev’i (Revâtib) ve diğer nev’i (Regâib) dir.

Revâtib: Beş vaktin sünnetlerinden ibarettir ki, farzlardan evvel veya sonra, yâhud hem
evvel ve hem sonra kılınmakta olan namazlardır.

Sabah namazından evvel (iki) öğle namazından evvel (dört) ve sonra (iki) ve Cum’a
namazından evvel (dört) ve sonra yine (dört) ve ikindi namazından evvel (dört) ve akşam
namazından sonra (iki) ve yatsı namazından evvel (dört) ve sonra (iki) rek’at sünnet
vardır.

*
Vâcibin kzâsı da vâcib ve sünnetinki sünnettir. Vakt-i sahîhde şürû’ olunan neflin dahî itmâmı ve
kat veyâ ifsâd olunmuş ise kazâsı vâcibdir.
*
Meğer ki bir daha bırakmamak üzere tevbe etmiş yâhud hacc-ı mebrûr eylemiş ola.
*
İsm-i te’hîri istiğfar izâle eder. (A. Hamdi Kasaboğlu)
191
Nefle -ki salât-ı tatavvu’dur- (Sîn) in zammiyle (Sübha) dahî denir.

62
Bunlardan sabah ve öğle ve Cum’a ve akşam namazlarının sünnetleriyle yatsının son
sünneti müekkeddir ki sıa-i vakt-i edada terk olunamaz.

İkindinin sünneti ile yatsının ilk sünneti gayr-i müekkeddir ki, ahyânen terk olunabilir.
Bunlara (Sünen-i Mendûbe) ta’bîr olunur.

Mü’mine hıl’at-i dîndir kat kat,


Vâcibât ü Sünen ü mendûbât.

Öğlenin ve yatsını son sünnetlerini dörder kılmak dahî sünen-i mendûbedendir. Dört
rek’atli sünnet-i müekkedelerin ka’de-i ûlâsında musallî yalnız et-Tahiyyât ilâ âhirihî...
okuyarak rek’at-i sâliseye kıyam eder. Ve anda Sübhâneke ilâ âhirihî.. okumaz.

Rubâiyât-ı mendûbe böyle olmayıp anların ka’de-i ûlâsında musallî Tahiyyâtdan sonra
salâvat ve üçüncü rek’ate kıyamında Sübhâneke ilâ âhirihî okur.

Cevâmi’ ve mesâcidin vaz’ı cemâaten ikaame-i fürûz için olduğundan sünnetlerde asıl
olan anları hanelerde kılmaktır. Mu’tad olduğu veçhile câmi’lerde kılındığına göre dâhil-i
mescid olan kimse sabah namazının sünnetini kılmadıkça farza (durulmuş bile olsa)
durmaz.192 Sâir sünetler böyle olmayıp onlar da (idrâk-i ferîza) babında beyân olunan
usûle murâât olunur.

Farzdan evvel sünnet kılmak sia-i vakt ile meşrut olup vakit ancak farza mütehammil
olduğuna göre kazaya kalmamak için farz ile iktifa olunmak lâzım geldiği gibi fevât-ı
cemâat havfinde dahî sünnet icâbı veçhile ya terk veya te’hîr olunur. 193 Gerek ilk ve
gerek son sünnet olsun farz ile sünnet arasında söz etmek veya iş görmek ve bunları bilâ
özür kaaiden kılmak sevâb-ı sünneti tenkis eder.

Farzdan sonra sünnet yok ise düâ-i selâmı müteâkıb Eûzü ilâ âhirihî. çekilerek Âyetü’l-
Kürsî ve maa’l-Besmele Sûre-i ihlâs ve Muavvezeteyn okunmak ve 33 “subhâna’llah” =
(ِ ‫سبحان‬
‫الله‬ ِ ِ ‫الحمد‬
َ َ ْ ُ ) ve 33 “el-Hamdü li’llâh” = (‫لله‬ ُ ْ َ ْ َ ) ve 33 “Allâhu Ekber” = (‫اكبر‬
ُ َ ْ َ ‫لله‬
ُ ‫ )َا‬ve
ba’dehû “Lâ ilahe illâ’llâhu vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l - Hamdü ve Hüve
alâ külli şey’in kadîr”

ٌ ِ َ ‫ىء‬
.‫قدير‬ ٍ ْ َ‫كل ش‬ ٰ َ ‫وهو‬
ِّ ُ ‫على‬ ُ ْ َ ْ ‫وله‬
َ ُ َ ‫الحمد‬ ُ ْ ُ ْ ‫ َ ُله‬،‫ريك َ ُله‬
ُ َ َ ‫الملك‬ َ ِ َ‫وحده َلا ش‬ ُ ‫َلا اِ ٰ َله ِ َّالا‬
ُ َ ْ َ ‫الله‬
denilmek gibi ezkârdan sonra duâ olunur. Salât-ı cemâat olup da esnây-ı ezkâr ve duada
imâm kalkıp gitmemiş ise cemâate müteveccih bulunur.

Eğer son sünnet var ise “Allahümme Ente’s-selâm. Ve minke’s-selâm. Tebârekte yâ ze’l-
Celâli ve’l-îkrâm.”

ِ َ ْ ِ ْ َ ‫الجلال‬
‫والاكرام۔‬ ِ َ َ ْ ‫تباركت َيا َذا‬
َ ْ َ َ َ ‫السلام‬ َ ْ ِ َ ‫السلام‬
ُ َ َّ ‫ومنك‬ َ ْ َ ‫اللهم‬
ُ َ َّ ‫انت‬ َّ ُ َ
dan ibaret olan selâm duasını müteâkıb son sünnete kalkılır. Farzlar akıbinde okuyacağı
virdi var ise duâ gibi o dahî sonraya kalır. Anı ba’de’d-duâ yoluna gider iken bile
okuyabilir.

Okunacak şeylerin ehemmi, sabah ve akşam namazlarından sonra onar kere “Lâ ilahe

192
Meğer ki imâmı Tahiyyat’da bularak fevt-i cemâat havfinde” ola.
193
Terke sabah ve ikindi sünnetleri, te’hîre öğle ve yatsı sünnetleri ma’ruz olur.

63
illâ’llah vahdehu lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-Hamdü Yuhyî ve Yümît. Ve Hüve alâ
külli şey’in kadîr.”

ٍ ْ َ‫كل ش‬
‫ىء‬ ٰ َ ‫وهو‬
ِّ ُ ‫على‬ ُ ِ ُ َ ‫يحيى‬
َ ُ َ ‫ويميت‬ ُ ْ َ ْ ‫وله‬
ِ ْ ُ ‫الحمد‬ ُ ْ ُ ْ ‫ َ ُله‬،‫ريك َ ُله‬
ُ َ َ ‫الملك‬ َ ِ َ‫وحده َلا ش‬ ُ ‫َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬
ُ َ ْ َ ‫الله‬
ٌ َِ
.‫قدير‬
demektir. Cum’a namazından sonra dahî; 7 Sûre-i İhlâs, 7 Sûre-i Felâk, 7 Sûre-i Nâs, 7
Sûre-i Fatiha okumaktır.

Eyyâm-ı teşrıkta farzları müteâkıb Tekbîr almak her musallîye * vâcib olmakla anlar te’hîr
olunmaz. Arefe günü -ki Zi’l-Hicce’nin dokuzuncu günüdür- sabah namazından i’tibâren
beşinci günü -ki, Zi’l-Hicce’nin on üçüncü ve Iyd-i Adhânın dördüncü günüdür- ikindi
namazına değin her farzı müteâkıb bir kere:

.‫الحمد‬ ِ ِ َ ‫اكبر‬
ُ ْ َ ْ ‫ولله‬ ُ َ ْ َ ‫الله‬ ُ َ ْ َ ‫والله‬
ُ َ ،‫اكبر‬ ُ ‫الله‬ُ ‫ َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬،‫اكبر‬
ُ َ ْ َ ‫الله‬ ُ َ ْ َ ‫الله‬
ُ َ ،‫اكبر‬ ُ َ
denir. Erkekler vücûben anı cehr ve kadınlar ihfa ederler.

Regâib: Revâtibden mâada olan nevâfildir: Duhâ ve Teheccüd ve Evvabîn ve tahiyyet-i


Mescid ve Tesbîh namazları gibi.

Evkaat-ı mekrûhe müstesna olmak üzere gece ve gündüz istenildiği kadar nevâfil
kılınabilir. İkide bir yahud dörtte bir selâm verilir. Gece nevâfilinde efdal olan iki rek’atte
selâm verilmek ve gündüz nevâfilinde efdal olan dört rek’atte selâm verilmekdir.

Gecenin ve husûsiyle sülüs-i ahirinin nevâfili gündüz nevâfilinden efdaldir.

Teravih

Efdal-i regaib olan gece nevâfilinin Ramazân-ı Şerife mahsus sünnet-i müekkedesidir. Ve
meziyyeten olduğu gibi rek’aten dahî andan ziyâdesidir ki aded-i rekeât-ı teheccüd on
ikiyi tecâvüz etmediği hâlde Terâvih’in aded-i rekeâtı yirmidir. Yatsılar kılındıktan sonra
vitirden evvel kılınır. Ve cemâat olunur. Bunda cemâat olmak dahî alâ sebîli’l-kifâye
sünnet-i müekkededir. On selâm verilir ve beş tervîha yapılır. Ya’nî her iki rek’atte selâm
verilip her dört rek’atte bir o kadar dinlenilir. Beşinci tervîhaden sonra vitir kılınır. *

Teravih, rical ve nisa için vaktin, ya’nî Ramazân-ı Şerifin sünnetidir. Savmın sünneti
değildir. Binâen-aleyh âhir-i nehâr-ı Ramazân’da baliğ veya mühtedî olana ve hayız veya
nifâstan pâk olmuş bulunan kadına o gecenin Terâvih’i mesnûn olduğu gibi Ramazân-ı
Şerife erip de oruç tutamayan marîze ve misafire dahî inde’l-imkân Teravih kılmak
mesnûn olur.

Fevtedilen Terâvih’in kazası yoktur.

‫ما عد الار قاء كما فى الحموى‬


*
Terâvih düâsı, hutebânın minbere çıkar iken ve hutbe basamağında müteveccih-i kıble olarak ve
iki hutbe arasında nâse müteveccihen oturduklarında ettikleri düalar gibi muhdesdir.

64
Salât-ı Marîz ve Misafir = Hastalık ve Yolculuk Hâlinde Namaz

(Marîz) hasta ve (misafir) yolcu demektir. Hastalık ve yolculuk meşakkatten hâlî olmadığı
için ibâdet-i bedeniyeden olan namazda ve oruçta sebeb-i tahfif olmuştur. Tâat tâkata
göre olacağından hastanın namazı kendi kudretiyle mukadder olup marazın iştidâd ve
izdiyâdı nisbetinde sûret-i edada naks olur: Namazı kaaimen kılamıyan hasta kaaiden
kılar. 194 Kuûd’da asıl olan Tahiyyât’da oturur gibi oturup el bağlamaktır. Kendince nasıl
mümkün ise öyle de oturabilir. Kaaiden dahî kılmaktan ya’nî rükû’ ve sücûd etmekten
âciz, ise imkân veçhile durarak veya oturarak ve durmak ve oturmaktan dahî âcîz
olduğuna göre yatarak îmâ eder. Îmâ baş eğmekle olur. 195 Sücûd için olan îmâ, rükû’ için
olan îmâdan aşağıca olur. Sücûddan âciz olan hastanın önüne yastık koymak lâzım
değildir. Hasta îmâ ile dahî edâ-i farîza-i salât etmeğe kaadir olmadığına göre aklı başında
olduğu hâlde geçirdiği namazları beşten ziyâde değil ise hâl-i sıhhatinde anları kazâ eder.
Yaşamaz ise iskat etmeleri için veresesine vasiyyet eyler. Aklı başında değil veyâhud fevt
ettiği namazlar beşten ziyâde ise hâl-i sıhhatinde anları kazâ etmek lâzım olmadığı gibi
hîn-i vefatında iskat için vasiyyet etmek dahî lâzım olmaz.

İskaat-ı salât: Her günlük altı namazdan 196 her biri için bir sadaka-i fıtır mikdârı tasadduk
etmekledir ki, meyyitin sülüs-i mâlinden olur. Vefâ etmez ise devir yapılır.

Seyr-i mu’tedil ile on sekiz saatlik ve daha ziyâde mesafe kat’etmek niyyetiyle
ikaametgâh-ı ümranından ayrılan kimse (misafir) dir. Misafir hâl-i nüzul ve karârda ve
emnde olmadıkça sünnet kılamadığı gibi farzlarının dahî dört rek’atli olanlarını iki kılar ki
buna (kasr) ta’bîr olunur. Misafirin mukaabiline (mukıym) ve kasrın mukaabiline de
(itmam) denir. 197 Kasrın sünnetlere ve vitire ve iki veya üç rek’atli farzlara taallûku
yoktur. Dört rek’atli farzlara taallûku alâ sebîli’l-azîmedirki anların itmamı caiz değildir.
Sehven itmama sücûd-i sehiv ve amden itmama kerâhet-i tahrîmiyye taallûk eder. Bu da
ka’de-i ûlâ icra edilmiş olmak sûretindedir. Eğer icra olunmamış ise namaz farz olarak
sahîh olmayıp nefle inkilâb eyler.

Misafirler farz-ı rubaiyi hâl-i infiradda kasr ettikleri gibi cemâat hâlinde dahî kasr ederler.
Esnâ-i müsâferette uğradıkları beldenin camiinde imâm-ı mukıyme iktidâen edâ-i salâtta
imâm ile beraber itmam ederler.

Mukıymin bilâkis misafire iktidâsında imâm-ı misafir kasr ve muktedî-i mukıym itmam
eyler. Hangi namaz olursa olsun edâ suretinde bir minvâl-i mezkûr misafirin mukıyme ve
bilâkis mukıymin misafire iktidâsı sahihtir.

Farz-ı rubainin kazasında mukıymin misafire iktidâsı sahîh ise de misafirin mukiyme
iktidâsı gayr-i sahihtir. Şurût-ı iktidânın beşincisine bakınız.

Kazada tagayyür olmaz: Fâite-i rubâiyye-i sefer hâl-i ikaamette dâhi kasrolunur.

Fâite-i rubâiyye-i hazar, hâl-i seferde dahî itmam olunur.

Ruhsat, seferin zâtına ve marazın meşakkatine taallûk etmekte olduğundan, hâl-i sıhhat

194
Farz ve vâcib namazlarda kaadire göre kıyamın terki gayr-i caizdir. Nevâfil kaaiden dahî
kılmabilir. Fakat sevabı yarım olur.
195
Göz ve kaş işareti yâhud kalb niyyeti ile îmâ hâsıl olamaz.
196
Çünkü vitir dahî müstakil bir namazdır.
197
Seferin mukaabiline (ikaamet) ve (Ahzâr) denildiği gibi ikaametin mukaabiline (Za’n) ve (Rıhlet)
dahî denilir.

ْ ُ ِ َ َ ِ ‫ويوم‬
‹‫اقامتكم‬ ْ ُ ِ ْ َ ‫يوم‬
َ ْ َ َ ‫ظعنكم‬ َ َ ُّ ِ َ ْ َ › :‫الله تعالى‬
َ ْ َ ‫تستخفونها‬ ّ ‫قال‬

65
ile hâl-i marazın edası gibi kazası dahî mütefâvit olur.

Salât-ı nefli kıyama kaadir iken kaaiden kılmak ve kaaimen başladığı nafileyi kaaiden ve
bil’akis tamamlamak bilâ kerâha caizdir.

Şu kadar ki kaadir ale’l-kıyâm olanın bilâ özür terk-i kıyam etmesinden dolayı sevabı yarı
yarıya nakıstır. Farz ve vâcib namazlarda bilâ özür terk-i kıyam caiz değildir. Umrân
hâricinde olmak şartiyle 198 salât-ı nafileyi hayvan üzerinde kılmak dahî caizdir.
Müteveccih-i Kıble olmak ve rükû’ ve sücûd etmek lâzım değildir, imâ olunur. Farz ve
vâcib namazı zaruret olmadıkca dâbbe ve mahmel üzerinde kılmak caiz olamaz. Zaruret
suretinde hayvanı durdurmak mümkün olur ise râkib müstakbil-i Kıble olarak durup îmâ
eder. Mümkün olmazsa hayvanın müteveccih olduğu cihete -velev ki Kıble arkada kalsın-
bi’l-îmâ kılar. Süvariler cemâat olarak namaz kılamazlar. (Şurût-ı Sıhhat-i Iktidâya
bakınız.)

Gemide Namaz

Gemide namaz karada namaz gibidir. Münferiden ve cemâaten 199 kılınır. Ayakta
durulamaz ise oturulur. Rükû’ ve sücûd olunur. Gemide yatalak hasta olmadıkça îmâ caiz
olmadığı gibi istikbâl-i Kıble’yi terk etmek dahî caiz olmaz. İftitâh-ı salâtta Kıble’ye
istikbâl olunup gemi döndükçe musallî dahî kaadir ise müstakbil-i Kıble olmak üzere
döner.

Kâ’be’de Namaz

Kâ’be-i Mükerreme’nin -ki Beyt-i Muazzam’dır- içinde namaz kılmak caiz olduğu gibi
üstünde dahî kılmak caizdir. Ve fakat namaz kılmak için Beyt-i Muazzam’ın üzerine
çıkmakta isâet-i edeb vardır.

Kâ’be’nin gerek içinde ve gerek üstünde her taraf kıbledir. Münferidveya cemâat olarak
her nasıl durulsa istikbâl-i Kıble edilmiş olur. Cemâat suretinde muktedînin mevkii her
nasıl olursa olsun arkası imâmın yüzüne gelmemek şartiyle iktidâsı sıhhat bulur 200. Dâhil-i
Kâ’bede bulunan imâma aynı Kâ’be’yi istikbâl ve imâmın intikaalâtına ıttıla’ şartiyle
hâriçten iktidâ dahî sahihtir.

Meyyite Namaz = Cenaze İçin Kılınan Namaz

Cenaze namazı Farz-ı Kifâye’dir. Ve meyyit için düâ ve sevabı ziyâdedir. Hattâ idrâk-i
ferîza babında durulan namaz farz olmadığına göre ferîza-i vakt için akd-i cemâat
olduğunda anı iki rek’ata tamamlamadan katetmemek mes’elesinden akdolunan cemâatin
cenaze namazı için olması müstesnâdır ki, anın fevâtından havf ettiği takdirde musallî
şürû’ ettiği nefli (sünneti) dahî hemen kat’ ile salât-ı cenazede imâma iktidâ eyler. Zîrâ ki
salât-ı cenazenin halefi yoktur. Kat’ettiği neflin ise sonra kazası vardır. Bu suretle salât-ı
cenaze sevabında dahî bulunmuş olur.

Salât-ı cenazede cemâat şart değildir. Meyyit-i müslimin yanında bulunan mükellef
vâhidden ibaret olur ise gasl ve tekfini gibi anın namazı dahî o mükellefe Farz-ı Ayın olur.

198

‫وعن الثانى عدم استراط هذا الشرط‬


199
Şürût-ı sıhhat-i iktidânın on ikincisini unutmayınız.
200
Arkası imâmın yüzüne gelmek ana tekaddüm etmek demek olduğundan mâni-i iktidâdır. Yüz-
yüze gelmekte kerahet vardır.

66
Cemâaten kılındığına göre imâmda şürût-ı imamet mu’teberdir. 201 Ve bu bapta veliyy-i
meyyit ehaktır. 202

Salât-ı cenazenin şürûtu şâir namazlarda meşrut olan taharet ve setr-i avret ve istikbâl-i
Kıble ve niyyetten başka altıdır:

1) Meyyit müdim olmak = Ölü müslüman olmak.

2) Meyyit tâhir ve mesturül’-avre olmak = Ölü temiz ve edep yerleri örtülü olmak.

3) Meyyitin tamâmı, yâhud ekser bedeni ve hiç olmazsa başiyle beraber nısfı mevcûd
olmak.

4) Meyyit cemâatin önlerinde olmak.

5) Cenaze namazı kılan kimse bilâ özür râkib yâhud kaaid olmamak.

6) Cenaze yere vaz’olunmuş bulunmak.

Meyyitin tahareti hades ve habesten pâk olmasıdır. Gasl olunmadan kılınan namazı iade
olunur. Salât-ı meyyitin vakti evkaat-i selâse-i rnekrûhenin gayrisidir.

Salât-ı meyyitin erkânı: Tekbirât ve kıyamdır. Anda rükû’ ve sücûd ve kırâet-i Kur’ânve
ka’de yoktur. Duâ dahî erkândan değil, Sünnet’dir. Tekbîrat dörttür. *

Birincisinde ref’-i yed ve i’timâd olunarak sübhâneke ilâ âhirihî.. okunur. İkincisinde bilâ
ref’, salâvât ve üçüncüsünde daavât okunup dördüncüsünde selâm verilir. Bunlarda
cemâatin imâmdan farkları yoktur. Tekbîrlerde cemâat imâma mütâbi’ bulunur. Selâm
vâcibdir. Anda maa’l-cemâa meyyit niyyet olunur. Cemâat imâmı dahî hatırlar. Salât-ı
meyyitin keyfiyyeti bundan ve Sünnetlerinden ma’lûm olur.

Sünnetleri dörttür:

1) İmâm meyyitin sadrına- muhâzî durmak.

2) İlk Tekbîri müteâkıb “Sübhânekâ’llâhümme ve bi Hamdike ve tebâreke’smüke ve teâlâ


ceddük ve celle senâüke ve lâ ilahe gayrük”

َ ُ ْ َ ‫ َ َولا ِ ٰ َاله‬،‫ثناؤك‬
.‫غيرك‬ َ ُ َ َ ‫وجل‬ َ ُّ َ ‫وتعالى‬
َّ َ َ ،‫جدك‬ ٰ َ َ َ ،‫اسمك‬
َ ُ ْ ‫بارك‬ َ ِ ْ َ ِ َ ‫اللهم‬
َ َ َ ‫ َ َوت‬،‫وبحمدك‬ َ َ َ ُْ
َّ ُ ‫سبحانك‬
denilmek.

3) İkinci Tekbîr’i müteâkıb “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âl-i
seyyidinâ Muhammed, Kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve âlâ âl-i İbrâhîm. İnneke Hamîdün
Mecîd. Ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammed; kemâ
bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âl-i İbrahim. İnneke Hamîdün Mecîd”

201
Erkek bulunmamak takdirinde kadınların biri vasat-ı safta durup imâm olarak cemâat
akdetmelerinde bile bu bapta kerahet yoktur. Netekim bâb-ı imamette zikrolunmuştur.
202
Velâyet-i âmme sahibi hazır ise evliyâ-yı meyyit anı kendilerine tercîhan geçirirler. Mahalle
imamının veliyy-i meyyite tekaddümü, efdal olması şartiyledir.
*
Her biri bir rek’at makaamma kaaimdir. Birincisi hem şart ve hem rükündür. Çünkü şürû’ ana
mütevakkıftır. Diğerleri kıyam gibi sırf rükündür.

67
‫على ِٰال‬ ‫على ِ ْ َ ٖ َ‬
‫ابراهيم َو َ ٰ‬ ‫كما َ َّ ْ َ‬
‫صليت َ ٰ‬ ‫محمد‪َ َ ،‬‬ ‫وعلى ِٰال َ ِّ ِ َ‬
‫سيدنا ُ َ َّ ٍ‬ ‫سيدنا ُ َ َّ ٍ‬
‫محمد َ َ ٰ‬ ‫على َ ِّ ِ َ‬ ‫صل َ ٰ‬ ‫َ ُ َّ‬
‫اللهم َ ِّ‬
‫كما َ َ ْ َ‬
‫باركت‬ ‫محمد‪َ َ ،‬‬ ‫وعلى ِٰال َ ِّ ِ َ‬
‫سيدنا ُ َ َّ ٍ‬ ‫سيدنا ُ َ َّ ٍ‬
‫محمد َ َ ٰ‬ ‫على َ ِّ ِ َ‬ ‫مجي ٌد‪ْ ِ َ َ .‬‬
‫وبارك َ ٰ‬ ‫حمي ٌد َ ٖ‬ ‫انك َ ٖ‬‫ابراهيم ِ َّ َ‬
‫ِْ َ ٖ َ‬
‫مجي ٌد‪.‬‬ ‫حمي ٌد َ ٖ‬
‫انك َ ٖ‬ ‫وعلى ِٰال ِ ْ َ ٖ َ‬
‫ابراهيم ِ َّ َ‬ ‫على ِ ْ َ ٖ َ‬
‫ابراهيم َ َ ٰ‬ ‫َٰ‬
‫‪denilmek.‬‬

‫‪4) Üçüncü Tekbîr’i müteâkıb meyyit ve bi’l-cümle müslimîn için duâ okunmak. Okunacak‬‬
‫‪duâ budur:‬‬

‫احييته ِ َّمنا‬
‫من َ ْ َ ْ َ ُ‬
‫اللهم َ ْ‬ ‫وانثانا َ َ ِ ِ َ‬
‫وصغيرنا َ َ ِ ِ َ‬
‫وكبيرنا۔ َ ُ َّ‬ ‫وذكرنا َ ُ ْ َ َ‬ ‫اهدنا َ َ ِ ِ َ‬
‫وغائبنا َ َ َ ِ َ‬ ‫وميتنا َوشَ ِ ِ َ‬ ‫اغفر ِ َ ِّ َ‬
‫لحينا َ َ ِّ ِ َ‬ ‫اللهم ْ ِ ْ‬
‫َ ُ َّ‬
‫على ْ ِ َ ِ‬
‫الايمان۔‬ ‫فيته ِ َّمنا َ َ َ َّ ُ‬
‫فتوفه َ َ‬ ‫ومن َ َتو َّ ْ َ ُ‬ ‫على ْ ِ ْ َ ِ‬
‫الاسلام َ َ ْ‬ ‫ََ ْ ِ‬
‫فاحيه َ َ‬

‫اللهم َلا َ ْ ِ ْ َ‬
‫تحرمنا‬ ‫ِِ *‬
‫سيئاته۔ َ ُ َّ‬
‫عن َ ِّ َ‬ ‫مسيئا َ َ َ َ ْ‬
‫فتجاوز َ ْ‬ ‫وان َ َ‬
‫كان ُ ً‬ ‫فزد ِفى ِ ْ َ ِ ِ‬
‫احسانه َ ِ ْ‬ ‫كان ُ ْ ِ ً‬
‫محسنا َ ِ ْ‬ ‫اللهم ِْان َ َ‬ ‫َ ُ َّ‬
‫بعده۔‬ ‫اجره ََولا َ ْ ِ َ‬
‫تفتنا َ ْ َ ُ‬ ‫َ ْ َُ‬
‫‪Bunları okuyamıyan:‬‬

‫‪x‬‬ ‫وللمؤمنين َ ْ ُ ْ ِ َ ِ‬
‫والمؤمنات۔‬ ‫وله َ ِ ْ ُ ْ ِ ِ َ‬
‫اللهم ْاغ ِ ْفر ِلى َ َ ُ‬
‫َ ُ َّ‬
‫‪der.‬‬

‫‪İlk Tekbîr’den mâada da el kaldırılmaz ve dördüncü Tekbîr’den sonra duâ edilmez,‬‬


‫‪Tekbîrleri imâm cehreder.‬‬

‫‪Cenaze namazına sonradan gelip imâmı iki Tekbîr arasında bulan kimse namaza hemen‬‬
‫‪dâhil olmayıp imâmın Tekbîr’ine muntazır olur.‬‬

‫‪İmâmın ilk Tekbîr’inde mevcûd iken müteahhir olan kimse ikinci Tekbîr’ine intizâr‬‬
‫‪etmiyerek muktedîsi olur. Ve Tekbîr’ini alır.‬‬

‫‪Dördüncü Tekbîr’den sonra gelen kimse cenaze namazına yetişmiş olmaz.‬‬

‫*‬
‫‪Meyyit kadın ise:‬‬

‫عن َ ِّ َ ِ َ‬
‫سيئاتها۔‬ ‫مسيئة َ َ َ َ ْ‬
‫فتجاوز َ ْ‬ ‫كانت ُ َ ً‬
‫وان َ َ ْ‬ ‫فزد ِفى ِ ْ َ ِ َ‬
‫احسانها َ ِ ْ‬ ‫محسنة َ ِ ْ‬ ‫اللهم ِْان َ َ ْ‬
‫كانت ُ ْ ِ َ ً‬ ‫َ ُ َّ‬
‫( ‪Sabinin cenaze namazında‬‬ ‫محسنا ‪ ...‬الخ‬ ‫اللهم ِ ْان َ َ‬
‫كان ُ ْ ِ ً‬ ‫‪َّ ُ َ ) bedelindedir:‬‬
‫واجعله ََلنا شَ ِ ً‬
‫افعا َ ُ َ َّ ً‬
‫ومشفعا۔‬ ‫وذخرا‪ُ ْ َ ْ َ ،‬‬ ‫واجعله ََلنا َ ْ ً‬
‫اجرا َ ُ ْ ً‬ ‫اجعله ََلنا َ َ ً‬
‫فرطا‪ُ ْ َ ْ َ ،‬‬ ‫اللهم ْ َ ْ ُ‬
‫َ ُ َّ‬
‫‪denir. Sabîyyede zamirler müennes olur.‬‬

‫واجعلها َ َلنا شَ ِ َ ً‬
‫افعة َ ُ َ َّ َ ً‬
‫ومشفعة۔[‬
‫)‪(AA‬‬ ‫وذخرا‪َ ْ َ ْ َ ،‬‬
‫اجرا َ ُ ْ ً‬ ‫واج َ ْ َ‬
‫علها َ َلنا َ ْ ً‬ ‫اجعلها َ َلنا َ َ ً‬
‫فرطا‪ْ َ ،‬‬ ‫اللهم ْ َ ْ َ‬
‫] َ ُ َّ‬
‫‪x‬‬
‫ولها( ‪ُ َ َ ) yerine‬‬
‫وله( ‪[Cenaze kadınsa‬‬ ‫)‪َ َ َ ) denir.] (AA‬‬

‫‪68‬‬
Salât-ı meyyitte mesbuk bulunan kimse imâmın selâmından sonra cenaze hemen
kaldırılmış olmadıkça dualar ile beraber ve kaldırıverilir ise yalnız Tekbîrler ile itmâm-ı
salât eyler.

Doğan çocuk ölü doğmuş olmadıkça vefatı, velâdetini müteâkıb bile olsa isim verilerek
yıkanır. Ve bir kefene sarılıp namazı kılınır. Düşüğe ve ölü doğan çocuğa namaz kılınmaz.
İsim verilerek yıkanır ve bir beze sarılarak defnolunur.

İntihar edenin ve recmen veya kısâsen İdâm olunanın dahî gasl ve tekfini icra ve namazı
edâ olunur. Mürted olarak kati olunan gasl ve tekfin olunmuyarak ve namazı kılınmıyarak
bir çukura gömülür. Kat’-ı tarîk eden haramilerin hîn-i mukaatelede maktul olanlarına
dahî namaz kılınmaz. Ba’de’l-ahz kati olunanları kısâsen kati olunan gibidir. Ebeveyninden
birini amden ve zulmen katledenin ve bi-gayri hakkın teşhîr-i silâh ettiğinden dolayı
mukaabeleten katl olunanın ve asabiyyet maktulünün (meselâ askerlik ve başı bozukluk
ve Türk’lük ve Arablık münâzaâtı neticesinde ölenin) namazı kılınmaz.

Mevti tahakkuk eden cenazenin techîz ve defninde ta’cîl müstâhab olmağla Cüm’a sabahı
hazırlanan cenazenin namazını cemâat çok olmak için Cum’a namazından sonraya
bırakmak mekrûhdur.

Müfsidât-ı salât salât-ı cenazeyi dahî müfsiddir.

Müfsidât-ı Salât = Namazı Bozan Şeyler

Namazı bozan şeyler berveçh-i âtî ta’dâd olunur:

1) Namazda tekellüm = Namazda konuşmak

Gerek amden, gerek sehven 203 veya hatâen 204 yâhud müfsid-i salât olduğu bilinmiyerek
veyâhud uyunarak edilmiş olsun.

2) Kelâm-ı nâse müşabih duâ 205 = İnsan sözüne benziyen duâ

3) Birine selâm veya (merhaba) etmek

4) Verilen selâmı lisânen almak

5) Musâfaha etmek = El sıkışmak

6) Amel-i kesirde bulunmak = Namaza yakışmayan bir iş yapmak

7) Kıbleden çevrilmek

8) Bir şey yemek

Hâric-i femden alındığına göre yenen şey susam tanesi kadar da olsa müfsiddir. Dâhil-i

203
Sehiv: Nisyân manasınadır ki namazda olduğunu unutarak demektir.
204
‫ )يا ايها الناس‬âyetini okuyacak iken (‫ )يا فلان‬demek gibi.
Hatâ: Yanılmak demektir. Meselâ (

205

‫ كذا اللهم ارزقنى فلانة‬،‫ كذا اللهم اطعمنى‬،‫اللهم البسنى‬


diye düâ etmek, aksırana ( ّ ‫ )يرحمك‬demek.
‫الله‬

69
femden meselâ diş arasında kalandan olduğuna göre nohud tanesi kadar olmadıkça
veyâhud çiğnenmedikce müfsid değildir. Çiğnenerek yutulan şey dâhil-i femden ve susam
kadar da olsa müfsid-i salâttır. Ağızda bir şeyi çiğnemek ve gevelemek namaza muhalif
ve anı müfsid olduğu gibi ağzına şeker alıp namaza durmak ve eridikçe yutmak dahî
namazı müfsiddir.

9) Bir şey içmek

10) Bilâ özür tenahnüh etmek 206

11) Üf yâhud tüf diye bir şeyi üflemek veya bezginlik göstermek.

12) İnlemek

13) Ah, oh demek

14) Ses çıkararak ağlamak

Bunlar hâl-i huşûa mebnî olursa namazı bozmaz.

15) Gülmek 207

16) Kur’ândan olan şey’i cevâb kasdiyle okumak. Meselâ şerîk-i Bârî’den sual edene
cevaben “Lâ İlahe illa’llah” ( ُ ‫) َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬, fena habere (‫راجعون‬
‫الله‬ ِ ْ َ ِ ‫وانا‬
َ ُ ِ َ ‫اليه‬ ِ ِ ‫) ِ َّانا‬, iyi
َّ ِ َ ‫لله‬
habere (‫لله‬ ِ ِ ‫الحمد‬
ُ ْ َ ْ َ ), teaccüb olunacak habere (‫الله‬ ِ ‫سبحان‬
َ َ ْ ُ ) demek ve edilen istîzâne ( ‫تلك‬ َ ِْ
‫تقربوها‬ ِ ‫حدود‬
َ ُ َ ْ َ ‫الله َ َفلا‬ ُ ُ ُ ) âyetiyle cevap vermek.
17) Teyemmüm ile namaz kılmakta olan kimse suyu görüp isti’mâline kaadir olmak.

18) Müddet-i mesh-i huffeyn namaz içinde hitâm bulmak.

19) Memsûh olan huffu amel-i kalîl ile dahî ayağından çıkarmak.

20) Zaruretten nâşi setr-i avret edemiyerek namaz kılmakta olan kimseye setr-i avret
edici şey bulunmak.

21) İmâ ile namaz kılmakta iken rükû’ ve sücûda kaadir oluvermek.

22) Bilâ kırâe namaz kılmakta olan ümmî, bir âyet öğrenmek

23) Sâhib-i tertîb olan kimse vaktiyyesini kılarken fâitesini hatırlamak.

24) Sabah namazını kılarken güneş doğmak

25) Bayram namazını kılarken vakt-i zeval olmak

26) Cum’a namazını kılar iken ikindi vakti olmak 208

206
Boğaz hırıldatmak, öksürük yapmak.
207
Gülen gerek nâim ve gerek nâ baliğ bulunsun namaz içinde gülmek müfsid-i salâtdır. Bulûğ ve
yakaza kayıdları nâkız-ı vudû’ olmak için mü’teberdir. Müfsidât-ı vudû’a bakınız.

70
27) Ma’zûrun özrü zail olmak

28) Bayılmak
Bunlar hem de nevâkız-ı vudû’dandır.
Namazda îkaa-i hades dahî böyledir.
29) Çıldırmak

30) Sebk-i hades şartınca ba’de’t-tevaddî mâni-i binâ değil ise de esnâ-i tecdîd-i vudû’da
inkişâf-ı avret veya kelâm veya kırâet yâhud bilâ özür teahhur vuku’ bulmak.

31) Musallî, imâmın gayriye feth-i kırâet etmek 209

32) Bir namazı kılmakta iken anın gayri bir namaza intikaal kasdiyle Tekbîr almak.

33) “Allâhu Ekber” demekte medd-i hemze etmek.

34) Hıfzında olmıyanı açık Mushafdan öğrenerek okumak

35) İnkişâf-ı avret veya mikdâr-ı mâni-i necaset ile bir rükün edâ etmek (velevki
unutularak kılınmış olsun.)

36) Yâhud o halde bir rükün edâ edecek kadar zaman geçmek

37) Muktedî bir rükünde imâma müşârik olmayarak anı sebketmek

38) Musallî ku’ûd-ı ahîrde ba’de’t-teşehhüd hatırladığı secde-i selâtiyye veya tilâviyyeyi
ifâdan sonra ka’de-i ahîreyi iade etmemek 210

39) Ka’de-i ûlâyı, ahîre zannederek, selâm vermek namazı ifsad etmez ise de 211 mukîm
kendisini misafir yâhud kıldığı zuhru, Cum’a veyâhud yatsıyı, Teravih zanniyle selâm
vermek kat’-ı salât kasdiyle olduğu için müfsid-i salâttır.

40) Musallîye namazda iştirak veçhile müştehât muhâzî olmak 212

Erkân’ı salâttan olan kırâeti edâ ve îfâda yanlışlık edip ma’nâyı bozmak dahî müfsidât-ı
salâttandır. Bunun min gayr-i teammüd sudûru takdirinde aranacak şey lâfz-ı
mütegayyerin elfâz-ı Kur’âniyye’den olup olmamasıdır. Elfâz-ı Kur’âniyye’den olmayan
şey okunmuş olursa namaz fâsid olur.

Okunan şey elfâz-ı Kur’âniyye’den oldukça zabt ve i’râbında ve ma’nâda halel olsa da
namaz fâsid olmaz. Kırâetde atlamak dahî müfsid-i salât değildir.

Musallînin önünden geçilmekle namazı fâsid olmaz. Geçen kimse mükellef müteammid ise
günahkâr olur. 213 Pîşigâha nazar mâni-i salât olmamakla geçen kadın dahî olsa musallî
anı görmek ve hattâ nazarda iştihâ hâsıl olmak ile namaz bozulmaz. 214

208
Öğle kılınır iken ikindi olmağla öğle fâsid olmaz.
209
Mekrûhât’ın 37 ve 38 incisine bakınız. İmâm kendi muktedîsi olmayanın fethinden ahz vekırâet
etmek dahî müfsid-i salâttır.
210
Fürûz-ı salâtın on beşincisine bakınız.
211
Sücûd-ı sehvi mûcib olur.
212
Muhâzat bişurûtihâ asılda mezkûrdur. Müştehât dahî muarreftir.
213
Geçeni “Süphâna’llah” = ( ِ ‫سبحان‬
‫الله‬ َ َ ُْ) diye ikaz ve defe ruhsat vardır.

214

71
Mekruh olan mürur, sahraya ve büyük camie göre musallînin mevzi-i sücûdundan ve
küçük mescidlere göre bilâ hâil mutlaka önünden geçmektir.

Namaz kılacak kimse önünden mürur vukuu muhtemel olan mevzi’de sütre 215 ittihâz
etmek müstahabdır ki kendisine ya bir sütunu veya bir ağacı yâhud diktiği değneği ve
vaz’ettiği kamçı veya şemsiye yâhud sandalyeyi siper edinir. Kamçı ve değnek ve
şemsiye gibi şeyler uzunluğuna yatırılır. Sütre olmak üzere önüne rekz veya vaz’edecek
bir şey bulamayan kimse tûlâni bir hat çizer anı mukavves dahî yapabilir.

Cemâatle kılınan namazda imâmın sütresi’ muktedîler için dahî sütredir.

Sünnet olan: Sütreye karîb durmaktır. Ve pek doğrusuna durmayıp anı sağ yâhud sol kaşı
hizasına almaktır.

İhtâr: Kâbe-i Mükerreme’yi tavaf edenler musallî addolunmağla metâf kenarında namaz
kılanların önünde sütreye hacet yoktur. Dâhil-i Kabe’de ve makaam-ı ibrahim’de dahî
musallînin önünden mürur eden men olunmaz.

Mekrûhât-i Salât = Namazın Mekruhları

Namazda tahrîmî veya tenzîhî olmak üzere mütefâviten mekruh olan şeyler vâcibâtına
yâhud sünen ve müstehabbâtına muhalif gelenlerdir ki başlıcaları bervech-i âtî ta’dâd
olunur.

1) Musallî önünden geçilmesi maznun olan yerde sütre ittihâzını terketmek.

2) Libâsiyle oynamak yâhud rüzgârlanmak.

3) Bedeniyle oynamak.

4) Parmak çıtlatmak.

5) Kıyamda sünnet olan i’timâdı terk etmek 216

6) Kuûdda bilâ özür bağdaş kurmak yâhud çömelmek

7) Erkeğe göre kolu sıvalı namaza durmak 217

8) Etrafa bakınmak

9) Erkek kısmı secdede kollarını yere yatırmak

10) Namaza kıyafetsiz veya başı-açık durmak

11) Libâsını -kollarını giymiyerek- arkasına alıp durmak

12) Başına sarığı sarıp tepesini açık bulundurmak

13) Bilâ zarûre bir bürgü içine bürünüp durmak

.‫ وان حرم النظر الى غير حليلة وكره النظر اليها لترك الادب فى الصلاة‬:‫ما يمذ‬
215
Sütre, hücre vezninde mâ bihi’l-istitâr olan şeydir.
216
Teşbîk ve tahassür ve irsal suretlerine şâmildir.
217
Kadın hakkında bu hal müfsid-i salâttır.

72
14) Kırâeti rükû’ hâlinde tamamlamak

15) İntikaalâtta meşru’ olan ezkârı 218 tamâm-ı intikaalden sonra yapmak

16) Secdeye varır iken bilâ özür ellerini dizlerinden evvel yere getirmek

17) Kalkarken bunun aksini yapmak

18) Rek’at-i sâniyyeyi rek’at-i ûlâdan uzun etmek

19) Kırâeti menkûs edip okuduğu sûre veya âyetin üst tarafım okumak

20) Amden âyet geçmek

21) Rek’at-i vâhidede iki sûre beynini bir veya ziyâde sûre atlıyarak cem’etmek

22) Esnemek

23) Gerinmek

24) Pek müteezzi olmadan kaşınmak yâhud ter silmek

25) Rükû’da ellerini dizlerine getirmemek

26) Kuûd’da ve celsede ellerini uylukları üzerinde bulundurmamak

27) Secdede bilâ özür yalnız alnını yere getirmek

28) Rükû’ veya sücûd teşbihlerini terk veya üçten tenkis etmek

29) Rükû’da başını düz tutmayıp yukarı dikmek yâhud aşağı eğmek

30) Kâ’be’nin üstünde ve hamamın içinde ve kabristanda ve necasete 219 karîb mevzi’de
ve yol üzerinde ve sahibinin rızâsı olmayarak arz-ı gayrde namaza durmak

31) Bevil sıkıntısında

32) Gâit sıkıntısında Yâni bunlar tazyik etmekte iken

33) Rıyh sıkıntısında

34) Müştehî olduğu taam hâzır iken

35) Câmi’de ayakkabını yâhud el çıkınını arkada bırakmak 220 ve müzeyyen yâhud yazılı
seccadede veya lehiv lâ’ib kurbunda namaza durmak gibi hatırı meşgul eden hâlde

36) Açığı olan saffın arkasında

37) Sûretli yerde

218
Tekbîr ve tesmîa şâmildir.
219
Necaset envâı Kitâbü’t-Tahâre’de mezkûrdur.
220

.‫وذكر ذلك فى سنن الحج عن ط‬

73
38) Ayna ve ateşli mangal karşısında ve vech-i insâna doğru

39) Muktedî imâma, fethi, ta’cîl etmek

40) İmâm kadr-i kifâye kırâetden sonra tutulduğunda rükûa varmayıp muktedîyi fethe
mecbur eylemek. (Müfsidâtın otuz birincisine bakınız)

Namazda düşen fesi * bir eliyle alıp giymek mekruh değildir. Ve başı açık kalmaktan
efdaldir. Sücûdunda vaz’-ı sebheye mani’ olan külahını da eliyle tutmakta kerahet yoktur.
Cebken giyenler kollarını geçirmiyerek ve silâh takınanlar silâhlarını çıkarmıyarak 221
namaza durmak mekruh değildir.

Namazı efdal olan: Bilâ hâil yer üzerinde yâhud hasır gibi yerden nâbit şey üzerinde
kılmaktır. Halı ve ipek üzerinde dahî namaz kılınır.

Pîş-i Hakda yüzünü yerlere sür


Bende-i dergehi ol, devleti gör.

Ahkâm-ı Cenâiz = Cenaze İşlerine Âid Hükümler

Hâlet-i nez’e gelen hastaya muhtasar vezninde (muhtazar) denir. 222 Ba’de’l-vefat
(meyyit) ismi verilir; cem’i (mevta) gelir.

Muhtazar mümkün oldukça ya’nî kendisine meşakkat olmadıkça Kıbleye karşı sağ tarafına
çevrilir. Yanında Kelime-i Tevhîd okunur; istiğfar olunur. Şöyle denilmek ikisini de cami’
olur:

َ ُّ َ ْ ‫الحى‬
.‫القيوم‬ َ ُ ‫الذى َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬
َّ َ ْ ‫هو‬
ِ َّ َ ‫العظيم‬
َ ِ َ ْ ‫الله‬ ََُِْْ
َ ‫استغفر‬
Yâ-sîn-i Şerîf okunduğu gibi Sûre-i Ra’d dahî okunmak müstahab olur.

Vefatı vukuunda tilâvete hitâm verilerek çenesi bağlanır.

Gözleri açık kaldıysa yumulur. Elleri yanlarına getirilir. Ba’dehû meyyit techîz olunur.
Meyyitin techîzi, gaslinden defnine kadar olan tedârikâtıdır. Fürûz-ı kifâyedendir.

Meyyit evvelâ gaslolunur. Ba’dehû kurulanıp kefenlenir. Sonra namazı kılınarak defnedilir.
Erkeği erkek ve kadını kadın gasleder. Su bulunmaz ise meyyite teyemmüm verilir olduğu
gibi erkekler içinde ölen kadına anlardan biri ve kadınlar içinde ölen erkeğe dahî anlardan
biri teyemmüm verir.

Erkeğe kamîs ve izâr ve lifâfeden ibaret üç kat ve kadına bir de baş ve göğüs örtüsünden
ibaret beş kat bez (kefen-i sünnet) dir.

Erkeğe izâr ve lilâfeden ibaret iki kat ve kadına bir de baş örtüsüyle üç kat (kefen-i
kifâye) dir.

Erkek ve kadın her ne bulunup an asarılır ise (kefen-i zaruret) dir.

*
Eser yazıldığında serpuşumuz fes olduğu unutulmamalıdır.
221
Belden kılıç kuşananlar kılıçlarını çıkarmalıdır.
222
Sen edersin gerçi dünyâ bahsini tatvîl bugün
Bu mutavvel bahsi yârın ihtisar eyler ölüm.

74
Kefen-i sünnete göre (Kamîs), boyun kökünden ayaklara kadar olur; (İzâr) ile (Lilâfe)
baştan ayağa olur. Meyyitin tenine kamîs ve anın üzerine izâr ve anın üzerine lilâfe gelir.
Ve hepsinin uzunu olan lilâfebaş ve ayak tarafından düğümlenir.

Kadının kefen-i sünnetinde saçları iki örgü edilerek göğüs üstüne kamîs üzerinden konur.
Anın üzerine baş örtüsüyle yüzüyle beraber örtülür. Daha üstüne izâr gelir. îzârm
üzerinden göğüs örtüsü bağlanıp daha sonra lilâfe sarılır.

(Kamîs) -ki ana (Dir’) dahî denir- yensiz ve yakasız ve dikişsiz bir gömlektir.

(İzâr) don ve eteklik ve (lilâfe) sargı ve bürgü demektir.

َ ٖ ِ َّ ِ ‫والحقنا‬
‫بالصالحين۔‬ َ ْ ِ ْ َ َ ‫مسلمين‬
َ ٖ ِ ْ ُ ‫توفنا‬
َ َّ َ َ ‫اللهم‬
َّ ُ َ
( ‫ )صلات على الميت‬müfsidât-ı salâttan evvel zikrolunmuştur.
Mevta defni, makaabire mahsûstur. Ölen, çocuk dahî olsa kabristana gömülür. Cenaze
götürmek fürûz-ı kifâyeden bir ibâdettir. Lâyık olan ana mübâderettir. Meyyitin defni dahî
gasli gibi Farz-ı Kifâyedir. Kabri kaamet derinliğinde kazılır. Ve dâhil-i kabirde meyyit sağ
yanı üzerine Kıble’ye karşı bulundurulur. Ba’de’d-defn Yâ-Sîn-i Şerif ve Sûre-i Mülk ve on
bir İhlâs ve birer Muavvezeteyn okunup hatm olunur. Kabir mehcûr olmayıp mahall-i
ziyaret olmak tefe’ülüne mebnî (mezar) tesmiye olunur. Kabristanı ziyaret hem de mûcib-
i ibrettir. Yevm-i Cum’a, ziyâret-i kubur için dahî efdal-i eyyamdır. Defin ve ziyaret gibi
bir hacet olmadıkça kabir çiğnemek günâhtır.

‫رويدا‬
ً ‫سران اسطعب فى الهواء‬
‫لا اختيا ًلا على رفات العباد‬
Tercemesi:

Gücün yettiği kadar havada yavaş yavaş yürü; kulların çürümüş kemikleri üstünde kurula
kurula yürüme.

Kabristanın ağacı kesilmez, yeşilliği yolunmaz. Ziyaretinde kaaiden Yâ-Sîn-i Şerif okunur.
Kaaimen on bir İhlâs-ı Şerif okunmayla dahî ziyâret-i kabir hâsıl olur. Sevabı emvâta ihdâ
olunur.

***

Gemide vefat eden müslim kara uzak olduğu ve cenaze durdukça tagayyür etmekten
korkulduğu takdirde gasl olunup kefenlendikten ve mümkün ise iki tahta arasında sıkıca
sarıldıktan * ve namazı kılındıktan sonra kahire konur gibi Kıble’ye karşı sağ canibi üzere
denize bırakılır.

Kara uzak olsa da meyyitin tagayyüründen korkulmadığı veyâhud kara karîb olup çıkmak
dahî mümkün bulunduğu takdirde cenaze denize atılmaz.

*
Sahil karîb ise böyle yapılır. Sâhil-i ehl-i dîn baîd veya sevâhil-i küffâr karîb ise tahta arasında
sarmağa bedel ka’ra batmak için cenazeye ağır bir şey rabt olunur.

75
Hükm-i Şehîd

Şehîd “Fî sebîli’llâh maktul olan mü’mindir.” Anın hükm-i dünyevîsi şürût-ı âtiyenin
içtimâında, bilâ gasl namazı kılınıp demiyledefn olunmaktır.

Ta’rif-i eam ile “bigayri hakkın maktul olan müslim” dahî bu hükümdedir. Şürût şunlardır:
Akl, bulûğ, hedes-i ekberden taharet, adem-i irtisas ve bigayri hakkın olan kati cihâdın
gayrîde taammüdî olmak.

Şürût-ı mezkûre muktezâsınca mecnûn ve mecnûne yâhud sabî ve sabiyye olan veyâhud
hades-i ekber hâlinde bulunan maktuller hükm-i mezkûre ma’rûz olamayıp anların
namazları ba’de’l-gasl kılınmak lâzım olduğu gibi mürtes olan ya’nî vefat etmek üzere
mecruh olduktan sonra kelâm veya menâm yâhud eki ve şürb gibi menâfi-i hayâttan bir
şey ile intifa’ etmiş bulunan maktulün dahî namazı ba’de’l-gasl kılınmak lâzımdır. Bigayri
hakkın maktul olmak kaydına binâen recm ve kısas misli bir hakka mebnî maktul olanlar
hâriç kalmıştır. Cihâdın gayrîde kaatili ma’lûm olmayan maktul dahî bu kısma dâhildir ki
anın da bihakkın veya bigayri hakkın öldürüldüğü ma’lûm değil demektir.

Kezâlik kaatiline kısas terettüp etmeyib diyet terettüb eden aksâm-ı katil maktulleri dahî
“katl-i taammüdî” kaydiyle hükm-ü mezkûrdan hâriçtir. Ateşe yanmak, suya boğulmak,
bir yerden düşüp ölmek, mat’ûnen vefat etmek gibi âhirin maktulü olmayan meyyit-i
musaba dahî şehidin zikrolunan hükm-ü dünyevîsini şâmil değildir.

Kendi nefsini veya malını yâhud müslimînden veya ehl-i zimmetten birini müdâfaaten
maktul olanlar mücâhidîn-i îslâmiyye gibi bigayri hakkın öldürülenler cümlesindendir ki
anlar katl-i taammüdî ile maktul olmak ya’nî âlet-i câriha ile amden öldürülmüş bulunmak
şartiyle şühedâdır. * Şühedâ bilâ gasl üzerlerine namaz kılınır.

Anlar demleriyle tekfin olunurlar ki hûnâlûd olan libâsları soyulmayıp kürk ve kaput gibi
üzerlerinde kefen olmağa sâlih olmıyan fazla elbise var ise silâhı ve ayakkabı ve baş
kisvesi misli anlar da çıkarılır. Kefen-i sünnetten nakıs olanı tamamlanır. Zâid olanı
eksiltilir.

*
Hükm-ü uhrevîce nâil-i mertebe-i şahadet olanlardan bahsetmiyoruz.

76
Muhtasar

KİTÂBÜ’S-SAVM

(Oruç Bahsi)

Mesnevî:

‫سوى خوان ٓاسمانى كن شتاب‬ ‫لب فروبند از طعام و اذ شراب‬

Tercemesi:

Yemeyi içmeyi bırak da Allah’ın semavî sofrasına koş.

77
‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ
Kitâbü’s-Savm = Oruç Bahsi

Bu kitapda oruçtan ve anın aksam ve ahkâmından bahsolunur.

Savm -ki oruçtur- “Zamân-ı mahsûsta vech-i mahsûs üzere eşyâ-yı mahsûsadan imsak
eylemekten ibaret” olmak üzere ta’rîf olunur.

(Zamân-ı mahsûs): Nehâr-ı şer’îdir ki tulû-ı fecirden gurûb-ı şemsekadar olan müddettir.

(Vech-i mahsûs): Niyyetten ibarettir ki imsâk-i mezkûru kasd-ı tâatla etmektir.

(Eşyâ-yı mahsûsa): Âti’z-zikir muftırâttır başlıcası ekl ve şürb ve muvâkaadır.

(İmsak) anlardan keff-i nefs etmektir ki kendini tutmak ta’bîr olunur. Bu bapta anın zıd
ve mukaabili (iftar) dır.

Aksâm-ı Savm = Oruc’un Nevi’leri

Savm dahî salât gibi ibâdet-i bedeniyyedir. ve mektûb ve gayr-i mektûb kısımlarına
münkasimdir. (savm-ı mektûb) farz olan oruç demektir. (savm-ı gayr-i mektûb) farz
olmayan oruç demektir ki vâcib ve nefil kısımlarına şâmildir. Neflin dahî mesnûn ve
mendûb ve mekruh kısımları vardır.

Savm-ı Mektûb = Farz Olan Oruç

Savm-ı Ramazân’dır. (Ramazân) şühûr-ı kameriyyenin dokuzuncusudur ki Şa’bân ile


Şevval arasında olan mâh-ı mübarektir. Kâh yirmi dokuz ve kâh otuz gündür. O eyyâm-ı
mübârekede sâim olmak mükellef bulunan her müslim ve müslimeye farzdır.

Ramazân orucu edâen farz olduğu gibi kazaen dahî farzdır ki bir senenin eyyâm-ı
Ramazânında özürlü veya özürsüz edâ olunamıyan oruçların eyyâm-ı sâire-i gayr-i
menhiyyede kazâ olunması dahî farzdır, (özr-i mübîhi olmayarak nakz-i edâ edenler
keffâret ile de mükelleftirler. Nitekim âtiyen zikrolunur.)

Savm-ı Ramazân’ın şart-ı vücûbı: İslâm ve akıl ve bulûğdur.

Şart-ı vücûb-ı edası: Sıhhat ve ikaametdir.

Şart-ı sıhhat-i edası: Niyyet ve kadınlara göre hayız ve nifâs-dan tahâretdir. (Savmı ifsâd
edici şey ana arız olmamak dahî şarttır.) Niyyet cemî-i envâ-ı savmda şart-ı sıhhatdır ve
vaktinde olmak mu’teberdir. Edâ-ı savm-ı Ramazân’a nazaran niyyetin vakti: Gurûb-ı
şemsden sonradan i’tibâren kuşluk vaktinden evvelceye kadar olan zamandır. Zamân-ı
mezkûrun herhangi cüz’ünde niyyet vâki’ olsa olur. Kazâ-i savm-ı Ramazân’a nazaran
zamân-ı niyyet bütün gecedir. (Gece): Ba’de’l-gurûp tulû-ı fecir kabiline kadardır. Tulû-ı
fecirdensonraki niyyete i’tibâr olunmaz. Niyyetsiz tâat olmaz. Niyyet kalben kasd-ı
tâatdır. Oruç tutmak üzere sahur yemek dahî niyyettir. Ramazânda sahura kalkılmadığına
göre gündüzün dahî nısf-ı nehâr-ı şer’î olan Duhâ vaktine değin niyyet olunabilir. Eyyâm-ı
Ramazân savm-ı Ramazân için kıbel-i şer’den muayyen olmakla anı edada niyyeten ta’yin
dahî lâzım değildir. Alelıtlak niyyet-i savm kâfidir. Eyyâm-ı sâire kazâ-i savm-ı Ramazân
için muayyen olmadığından anı kazada Ramazân orucunun kazası olduğunu tâyîn etmek
gündüze bırakmayıp geceden niyyetlenmek lâzımdır.

Sübût-ı Ramazân ve Şevval = Ramazân ve Şevval Aylarının İlk Günlerini Belli

78
Etmek

Şühûr-ı Kameriyye kâh yirmi dokuz ve kâh otuz olmakla her şehr-i kamerî’nin ibtidâsı ya
hilâlini görmek yâhud andan evvelkinin eyyamını otuza iblâğ etmek ile sabit olur. Hava
açık olur ise rü’yet-i hilâl herkes için mümkün olur. Hava mağmum olup rü’yet vâki’
olamazsa hesâb-ı eyyam lâzım geleceğinden her şehr-i kamerî’nin evveli ma’lûm ve
mazbut bulunmak lâzımgelir.

Hilâl-i Ramazân’ı rü’yet mümkün olur ise ne alâ. Mümkün olmadığına göre Şa’bân
eyyamını otuza tamamlayıp ertesi gün Ramazân tutulur. Mâh-ı Şevval dahî böyledir ki
anın hilâlini rü’yet sabit olur ise bayram edilir. Rü’yet sabit olmaz ise Ramazân otuz
tutulur. Bu bâbda ya’nî ne îcâb-ı savmda ve ne îcâb-ı fıtrda ehl-i hesabın kavillerine i’tibâr
olunmaz. 223 Şevval dahî dâhil olmak üzere her şehr-i kamerîde isbât-ı rü’yet mütevakkıf-ı
nısâb ve lâfz-ı şehâdettir. * Bilhassa Hilâl-i Ramazânı rü’yet lâfz-ı şehâdete ve nısâb-ı
şehâdete mütevakkıf olmayarak âdil-i vahidin ihbarı ile dahî sabit olur. Sebk-ı da’vâ hiç
birinde şart değildir.

Mağmum havada Şa’bân’ın yirmi dokuzunu velyeden gün rü’yet sabit olmuş olmadıkça
(Yevm-i Şek) dir. O gün Ramazân diye oruç tutulmaz.

Savm-ı Gayr-i Mektûb = Farz Olmayan Oruç

Savm-ı Ramazân’ın edâ veya kazasından mâada olan oruçlar savm-ı gayr-i mektûbdur ki
ya vâcib yâhud nefildir.

Savm-ı Vâcib = Vâcib Olan Oruç

Dört nevi’dir: Keffâret, nezir, tatavvuan tutulan oruçtan ifsâd edilenin kazası i’tikâf-ı
menzûr orucu.

Dört beş nevi’ keffâret vardır. Keffâret-i zıhar 224 Keffâret-i iftar 225 Keffâret-i katil 226
Keffâret-i yemin 227 Keffâret-i cinâyet-i ihram 228 Bunlardan tutulacak oruçlar vâcib (ve
ta’bîr-i diğer ile farz-ı amelî) olduğu gibi nezir orucu dahî vâcibdir. *

223
Zamanımızda rasad âletleri tekâmül ettiği cihetle bunlara dayanılarak tesbit olunan hesapları
muhtevi takvimlere göre hareket etmekte dince bir sakınca olmamak lâzım gelir. Kanunen de
böyledir.
*
Nisâb-ı şehâdet: Müslim-i mükellef olup mahdûd fi’l-kazfolmayan âdil iki hür erkek yâhud vasf-ı
mezkûr üzere bir hür erkek ile iki hür kadındır.
Lâfz-ı şehâdet: Şehâdet ederim ki diye haber vermektir.
224
Kitâb-ı Münâkehât’ımızda mübeyyendir.
225
Mâ nahnü fîh olan mesâildendir.
226
Aksâm-ı katlin ve ahkâmının beyânı Kitabü’l-Cinâyât’a âiddir.
227
Kitâb-ı Münâkehât’ımızda bilmünâsebe Kitab’ü’l-Eymân dahî münderiçdir.
228
Cezâ-i sayd ve fidye-i ezâ orucudur ki Kitabü’l-Hacc’ımızda mezkûrdur.
*
Müellif her ne kadar Tahtâvî’nin Merâkı’l-Felâh’a yazdığı haşiyedeki açıklamaya göre ifâde etmiş
ise de diğer fıkıh kitâblarındaki açıklama şöyledir: Yemîn keffâreti, zıhâr keffâreti, yanılarak adam
öldürme keffâreti, Hac esnasında avlanma keffâreti, ihramlı iken yapılması yasak olan işleri yapma
keffâreti olan oruçlar, vakti belli olmayan oruçlardır ki, bunlar i’tikaaden farzdır. Çünkü bu oruçlar
Kur’ân-ı Kerîm’de açıklanmıştır. Amelî olarak farz olan yalnız, Ramazân orucunu oruçlu iken bozma
keffâretidir. Zîrâ bu keffâret Kur’ân-ı Kerîm’de apaçık zikredilmediğinden zıhâr keffâretine
benzetilerek ve kıyâs edilerek içtihâd edilmiştir.

79
(Nezir) adamaktır. Adanan oruç gerek mutlak olarak ve gerek husûl-i murada muallak
olarak adanmış olsun lâzımü’l-îfâdır. 229

Tatavvuan (ya’nî farz ve vâcib olmayarak) tutulan oruç şürû’ ile vâcibü’l-itmâm olmakla
ifsâd edilmiş olmak suretinde anın kazası dahî savm-ı vâcibdir.

Ramazân-ı Şerif’in aşr-ı ahirinde ale’l-kifâye sünen-i müekkede olan i’tikâf nezr
olunmakla vâcib olduğu gibi nezr-i i’tikâf eyyâm-ı sâireye taallukunda eyyâm-ı i’tikâfın
dahî orucu vâcib olur.

Savm-ı Nefil = Nafile Oruç

Savm-ı mektûb ile savm-ı vacibin gayri olan oruçtur ki o da ya mesnûn veya mendûp
veyâhud mekruh olur.

Savm-ı Mesnûn = Sünnet Olan Oruç

Muharrem’in dokuzuncu ve hem onuncu günleri tutulan oruçtur.

Savm-ı Mendûb = Mendûb Olan Oruç

Ki mesnûn-ı gayr-ı müekked ve müstehab olan oruç demektir; eyyâm-ı biyd 230 ve yevm-i
arefe 231 ve yevm-i isneyn ve hamîs ve sitte-i Şevval oruçları ve savm-ı Dâvûd aleyhi’s-
selâmdır. 232

Savm-ı Mekruh = Mekruh Olan Oruç

İki nevi’dir: Biri tenzîhen ve diğeri tahrîmen mekruhtur.

Tenzîhen mekruh olan Muharrem’in yalnız onuncu günü tutulan oruçtur. Yalnız Cum’a
yâhud yalnız Cumartesi ve bilhassa Nevruz ve Mihricân günleri oruç tutmak ve farz veya
gayr-i farz tutulan oruçda ba’de’l-gurûb iftar etmeyip bir günün orucunu ertesi güne
ulamak ve âti’z-zikir eyyâm-ı menhiyyeden mâada da hergün sâim bulunmak dahî bu
kısımdandır.

Tahrîmen mekruh olan: Bayram günleri orucudur ki Iyd-ı Fıtır’in ilk günüyle Iyd-ı
Edhân’ın dört gününden ibaret olmak üzere senede beş günün orucudur. 233

Ramazân’ın ve zikr olunan eyyâm-ı menhiyyenin gayrîde insan lâ alâ vechi’l-kerâhe


tatavvuan sâim olabilir. Savm-ı neflin niyyeti de savm-ı Ramazân gibi muhtâc-ı ta’yîn ve
tebyît değildir. 234 Savm-ı vacibin nezr-i muayyen kısmı da öyledir, Nezr-i mutlak (ya’nî
günü muayyen olmayan nezir orucu) ve keffâret oruçları ve savm-ı nefilden ifsâd edilenin

229
Şart-ı gayr-i murada muallak olan (nezir) yemîn demektir. Anın sahibi îfâ-i nezir ile keffâret-i
yemîn beyninde muhayyerdir. Aslın Ahkâm-ı Nezr’ine ve Kitabü’l-Eymân’ımıza bakınız.
230
Geceleri parlak olan günler demektir ki şehr-i kamerinin on üçüncü ve on dördüncü ve on
beşinci günleridir.
231
Zi’l-Hicce’nin dokuzuncu günüdür.
232
Bir gün yiyip bir gün tutmaktır.
233
İşte (Eyyâm-ı Menhiyye) bunlardır. Bunlarda oruçlu bulunmak menhî ve haramdır.

‫وصومها فاسد لا يازم بالشروع ولا يصلح للفضاء وصحة النذر به لا نفصالالمعصية عنه كما فى المرقاة‬
234
(Tebyit) geceletmek demektir ki niyyeti gündüze bırakmayıp geceden etmektir.

80
kazası kazâ-i savm-ı Ramazân gibi muhtâc-ı ta’yîn ve tebyitdir. 235

Ahkâm-ı Savm = Orucun Hükümleri

Savmın hükmü vacibin zimmetten sukutu ve dâr-ı âhiretce sevâb husulüdür. Bunlardan
husûl-i sevâb menhî olmayan savma göre ( ّ ‫تكرما من‬
‫الله تعالى‬ ً ) hükm-i uhrevîdir. Sukut-ı
vâcib hükm-i dünyevîdir. (Vâcib) farza ve gayr-i farza şâmil olmak üzere lâzım
ma’nâsmadır. Ramazân ve keffâret oruçlarında vücûb îcâb-ı Hak iledir. Nüzûr ve nevâfilde
vücûb îcâb-ı abd ve şürû’ iledir.

Her oruç ki ibâdettir. 236 şürû ile mütehattim-i zimmettir Anın bilâ özür nakz ve ibtâli
günahtır. Şürû’ olunan oruç edâ-i Ramazân olduğuna göre anın bilâ özür nakzına tafsîl-i
âtî veçhile ukûbet-i dünyevî olarak keffâret dahî terettüb eder. 237 Orucun nakz ve ibtâli
anın hakiykat-i şer’iyyesi olan imsâk-i mahsûsu ihlâl iledir. İmsakin zıd ve mukaabili
(iftar) dır ki hiç imsak etmemeğe ve ba’de’l-imsâk nakz-ı savm ve ifsâd-ı savm etmeğe
şâmildir, savma muhalif ve anı müfsid olan şeyler de (muftırât) dır.

Muftırâtın başlıcası ekl ve şürb ve vika, olup ekl ve şürbün me’külât ve meşrûbat-ı
mu’tâde tenâvülüne inhisarı olmadığı gibi iki tarafa şâmil olan vikaın dahî sûret-i
mu’tâdesine inhisarı yoktur. Edviye nev’inin ekl veya şürbû ağziye nev’inin tenâvülü gibi
ve hattâ ne gıda ve ne deva olmak üzere sâlih-i ekl ve şürb olmayan şeyin bile bel’i
imsake münâfî ve savmı nakız olduğu misillû hukne (ihtikan) etmek kulağa ilâç akıtmak,
ve tütün içmek, enfiye çekmek kay getirmek ve dumanı boğaza genize almak veçhile
tütsülenmek238 ve sûret-i muvâkaada iltika-ı hıtâneyn husule gelmek ve bilmülâabe
nüzûl-i menî vâkî olmak dahî savmı müfsiddir.

Nâsiyen ekl ve nâsiyen şürb yâhud bel ve nâsiyen vika’ ma’füvdür. Ba’de’t-tezekkür
devam olunmamak şartiyle savmı ifsâd etmez. Hatâ mûcib-i kazadır: Meselâ mazmaza
ederken boğaza kaçan su savmı ifsâd etmekle kazâ lâzımgelir.

Şunlar orucu ifsâd etmez.

1) Takbîl etmek = Öpmek

2) İhtilâm olmak = Hamamcı olmak, düşü azmak

3) Sabaha kadar cünüb kalmak

4) Ağıza gelen balgamı yutmak

5) Burnu dâhiline inen rutubeti çekip yutmak

6) Kulağına su kaçmak

7) Bir şey koklamak

8) Sun’u olmayarak boğazına duman veyâhud toz veya sinek girmek

235
İ’tikâf-ı menzûr orucu savm-ı nezrin ıtlak veya takyidinde dâhildir.
236
Çünkü eyyâm-ı menhiyyenin orucu şürû’ ile lâzım olmaz.
237
Ramazan orucunu bilâ özür yemek kazâ ile yâhud tevbe ile sakıt olur günahlardan değildir.
“Şer’-i münîrin verdiği ruhsat hâricinde Ramazân’dan bir gün yenen oruca savm-ı dehrin muâdil
olamıyacağı” mefhûm-ı hadîs-i Şerifdir.
238
Genize sâde su dahî gitse oruç bozulur.

81
9) İhlîle ilâç akıtmak, sonda salmak

10) Göze sürme ve bıyığa yağ sürmek

11) Ağıza alınan ilâcın ta’mı anlaşılmak

Levâzım-ı Muftirât = Orucu Bozan Şeylerin Gerekli Kıldığı İşler

İftâr’ın lâzımı ya mahz-ı kazâ yâhud hem kazâ ve hem keffâret veyâhud bakiyye-i nehârı
imsakten ibaret olmak üzere üçtür.

Savmın kazası: Gününe gün tutmaktır. Savmın keffâreti niyyet-i keffâret ile kul âzâd
etmek, andan âciz ise iki ay ale’t-tevâli oruç tutmak andan da âciz ise altmış fakiri
akşamlı sabahlı doyurmakdır. 239

Kazâ her savmın ihlâline mürettib olup keffâret bilhassa savm-ı Ramazân’ın edasını ihlâle
mürettibdir. Şart-ı terettübü dahî sâim-i mükellef olmak ve geceden niyyetlenmiş
bulunmak ve kendisine ba’de’l-fıtır özr-i âsumânî târî olmamak ve ikrah veya hatâ ile
değil de tav’an ve teammüden ve bilâ ıztırâr nakz-ı savm etmiş olmak ve nâkız-ı savm
olan şeyde kusur olmamaktır. İftarı mubah kılan a’zâr şunlardır: Hastalık, yolculuk, ikrâh-
ı mülci’ ile mecbûrluk 240 gebelik, emziklilik, bîtâblık.

İftar mubah olunca keffâret de sakıt olur.

Bakıyye-i nehârı imsak: Nehâr-ı Ramazân’da ifâkat bulan hasta ve ikaamet eden misafir
gibi mükellef bi’l-edâ olan muftırlar hakkıdır ki o günün bakiyyesini anlar hakk-ı vakti
kazaya teşebbühen imsak ederler.

İskaat = Borcu Düşürmek

İskaat-ı savm farz veya vâcib olarak zimmet-i meyyitde kalmış olan oruçlara teallûk eder
ki her günlük oruca bir fidye verilmek lâzım gelir. Acz-i mevtine değin müstemir olan pîr-i
fâni dahî savma bedel fidye verir. Bir fidye mikdâren bir sadaka-i fıtırdır. Sadaka-i fıtır
Kitâbü’z-Zekât’da mezkûrdur.

239
Doyurmak ifâm ile olduğu gibi i’tâ-i bedel-i taam ile de olur.
240
Bu kayıt iskâat-ı keffâret için değil. İskâat-ı hürmet içindir.

82
Muhtasar

KİTÂBÜ’L - HACC

(Hacc Bahsi)

83
‫الرحيم‬ ِ ‫بسم‬
ِ ٰ ْ َّ ‫الله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ
Hacc ve Keyfiyyet-i Hacc

(Hac): Kâbe-i Mükerreme’yi ve mücaviri olan emâken-i müşerrefeyi ziyarettir.

(Kâ’be): Kıble-i ehl-i islâm olan Beyt-i muazzamdır. Mekke-i Mükerreme’dedir.

(Emâkin-i müşerrefe) dahî: Safâ, Merve, Mina, Müzdelife, Arafat denilen mahâll-i
mübârekedir.

Sûret-i ziyaret berveçh-i âti (Keyfiyyet-i Hac) dır: Haccedecek kimse -ki artık ana
şimdiden (hacı) diyeceğiz- Zil-hicce evâilinde 241 Mekke-i Mükerreme’de bulunmak
üzere 242 beldesinden, çıkar. Mahall-i muayyeninden ihram eder. 243

(İhram etmek): Niyyet-i hacc ile 244 ihrâm-bend olup telbiye eylemektedir.

(İhrâm-bend olmak): Mu’tâd olan libâstan çıkıp bir peştemal ve bir havlu tutunmaktır. 245

(Telbiye etmek): Lebbeyk ilâ âhirihî.. çağırmaktır. 246

Hacı bunları yapmakla muhrim -ihram etmiş ve ta’bîr-i âmî ile ihrama girmiş- olur. 247

241
Evâilden murâd: aşr-ı evveldir ki Zi’l-hicce’nin ilk on günüdür. Sekizinci gün Mina’ya, dokuzuncu
gün Arafat’a gidilir. Onuncu gün Mina’ya avdet olunur.
242
Daha evvel -alelhusûs Ramazân-ı Şerîf’de- dahî bulunulabilir. Velâkin Eşhür-i Hac: Şevval ve
Zi’l-ka’de ve aşr-ı Zi’l-hicce’dir. Ef’âl-i hacca Şevvâl’den evvel bed’ edilemez. Hattâ hacc için tavâf-ı
kudümü, ta’kîb edecek olan sa’y ancak eşhür-i haccda caiz olur. Afakî için tavâf-ı kudüm eşhür-i
hac hâricinde dahî mesnûn olur.
243
İhram etmek için muayyen mevzi’ler vardır ki anların her birine (Mîkaat) ve cem’inde (mevâkıyt)
denir. Şu nazmda cümlesi mezkûrdur.

‫وبذى الحليفة يحرم المدنى‬ ‫عرق العراق ياملم اليمنى‬


ُ ْ َ ‫ولاهل نجد‬
‫قرن فاستبن‬ ‫للشام جحفة ان مررت بها‬
Meâlen tercemesi:
Iraklılar için Ark, Yemenliler için Yelemlem, Medineliler için Zü’f-Huleyfe, Şamlılar için Cuhfe, ve
Necidliler için Karn ihrama girme yerleri olduğunu bil.
Bizim mîkaatımız denizden (Râbiğ) dır ki Cuhfe kurbundadır. Karadan (Zü’l-Huleyfe) dir ki nâm-ı
diğer ile (Âbâr-ı Alî) tesmiye olunur.Mîkaata yaklaşıldıkta (‫ )احرموا يا حجاج‬diye ihram etmemiz bize
ihtar olunur.
244
Şimdilik Umreden bahsetmiyeceğiz.
245
Omuzdan tutunulan havlıya binâ’ vezninde (ridâ’) ve belden aşağı peştemal tarzında tutunulan
dîğer havlıya hisar vezninde (izâr) ta’bîr olunur.
246
Telbiye kelimâtının tamâmı âtidedir.
247
(Muhrim) Ihrâm’dan ism-i faildir. Ana (haram) dahî denir. Cemi’leri zammeteyn ile (hurum)
gelir. Muhrimin mukaabili (halâl) dır ki harama dahî mukaabildir. Kaldı ki “İhrama girmek” ta’bîrinin
âmî olması şundandır: (Ihrâm) niyyet ve telbiyeden ibaret olup andan evvel mübâhâttan olan ba’zı
umur andan sonra haram olmaktır ki dikişli veya yapıştırdı elbise içinde bulunmak dahî o umur

84
Başını ve ayaklarının üstünü açık bulundurur, av avlamak ve halîlesiyle mücâmaat etmek
gibi zâten mubah olan şeyler andan i’tibâren nihâyetine kadar memnû’ olduğu gibi tırnak
kesmek, tıraş olmak ve tıyb sürünmek dahî memnû’ olduğundan tıraş olmak ve tırnak
kesmek ve koltuk ve kasık temizlemek ve tıyb sürünmek gibi şeyleri evvelce yapmış
bulunur.

İhram ederken abdest alır ve mümkün ise gusl eder ve vakt-i kerahet değil ise iki rek’at
namaz kılar. Rek’at-ı ûlâda Fatihadan sonra Sûre-i Kâfirûn’u ve rek’at-ı saniyede ba’de’l-
fâtiha Sûre-i İhlâs’ı okur.

Selâmında “Ya Rab, ben haccetmek istiyorum, anı benim için âsâneyle” diye duâ eder.

(ِ ٰ َّ َ ‫بالصبر‬
‫والصلوة‬ ِ ْ َّ ِ ‫واستعينوا‬
ُ ٖ َ ْ َ ) emr-i celîli mucibince bütün umurunda Cenâb-ı Hak’dan iane
ve tevfîk taleb eyler. Ba’dehû

‫لك۔‬ َ ْ ُ ْ َ ‫لك‬
َ ٖ َ‫والملك َلاش‬
َ َ ‫ريك‬ َ َ ‫والنعمة‬
َ َ ْ َّ َ ‫الحمد‬ َّ ِ ،‫لبيك‬
َ ْ َ ْ ‫ان‬ َ ْ َّ َ ‫لك‬ َ ٖ َ‫ َلاش‬،‫لبيك‬
َ َ ‫ريك‬ َ ْ َّ َ ‫اللهم‬ َ ْ َّ َ
َّ ُ َ ‫لبيك‬
demeğe başlar ve bunları ref-i savt ederek söyler. Her beş vakitte -husûsiyle vakt-i
seherde- ve yolda yokuş çıktıkça ve iniş ettikçe ve yolculara rast geldikçe bu telbiyeyi
eder. Mekke-i Mükerreme’ye varıp dâhil-i Harem-i Şerif olarak tavafa mübaşeret edinciye
kadar telbiyeye devam eyler. 248

Mekke-i Mükerreme’ye vardığında hemen bir gusül edip veyâhud abdest alıp Harem-i
Şerife 249 dâhil olur. Hîn-i duhûlde celâlet-i makaamı mülâhaza ederek huşu ve tazarru
üzere telbiye ve tekbîr ve tehlîlve tasliye eder. 250 Beyt-i Muazzama’yı müşahedede
dilediği duayı eder. 251 Ve artık telbiyeyi keserek tavafa teşebbüs eyler. 252

(Tavaf): Beyt-i Muazzam’ın etrafında yedi devre yapmaktadır. 253 Her devrenin mebde ve

cümlesindendir. İzâr ve ridâ’ ve anların beyaz olması sünnettir. Maksad dikişsiz bir veya iki örtü
içinde bulunmaktır. Mağribîler ve bedevîlerce lübs-i mu’tâd bu olmakla anlar inde’l-ihrâm bizim gibi
bir şekilden çıkıp şekl-i diğere girmiş olmazlar.
248
Telbiyeyi tavaftan başka hiç bir hâlde terketmez. Ve kelimât-ı mezkûrenin birini eksik söylemez.
Fazla olarak şunları sona ilâve edebilir.

‫لبيك وسعديك والخير كله بين يديك والرغبى اليك۔‬


(Lebbeyk) lâfzı sîga-i müsennâ üzere mansûb ve zamîr-i hitaba muzaf olmağla telbiyenin ma’nâsı
Cenâb-ı Hakk’a hitaben: Ben senin kapında kirâren ikaamet ve nidana mirâren icabet eyledim.
Senin için hiç bir şerik yoktur; hamd ve nî’met ve mülk hep Senindir, Sen bî şerîk ve nazîrsin,
demektir. İlâve olunacak kelimâtın da ma’nâsı: Sana her vakit muti’ ve fermân-berim, hayır ve
in’âmın hepsi Senin nezdindedir. Rağbet ve dırâat ( ‫ )ضراعت‬dahî sanadır, demektir.
249
(Harem-i Şerîf) Mekke-i Mükerreme’deki çâmi-i şeriftir ki ana (Mescid-i Haram) dahî denir. Yedi
minaresi vardır. Mekkede ondan başka cami’ yoktur. Şâir mahalde de andan büyük ma’bed yoktur.
Kıble-i ehl-i islâm olan Kabe Mekke-i Mükerreme’nin ortasındadır. Etrafta mezâhib-i erbaa-i ehl-i
sünnete mahsûs dört müezzin mahfeli vardır. Bi’r-i Zemzem dahî Harem-i Şerif dahilindedir.
Harem-i Şerîf’e duhûl için her taraftan bir çok kapılar vardır. Bâb-ı Selâm’dan girmek müstahaptır.
250
‫والله‬ ُ ‫ ) َلا ِ ٰ َاله ِ َّالا‬demektir. (Tasliye) Salevât-ı Şerife okumaktır.
ُ َ ‫الله‬
(Tehlîl) (

251
O düâ müstehab olduğundan “her ne vakit düâ ederse makbul olmak” niyazını etmelidir.
252
Mescid-i Harâm’ın tahiyyeti tavaftır. Anda tahiyyet-i mescid namazı yoktur.
253
Her devre bir (Şavt) tesmiye olunur. Tavaf yedi şavtdır. Hacer-i Esved’den Hacer-i Esved’e yedi

85
müntehâsı Hacer-i Esved’dir. (Hacer-i Esved) -ki ana (Hacer-i Es’ad) dahî denir- Kâbe-i
Mükerreme’nin kapısı kurbundaki köşe duvarında siyah bir taştır; tavaf devreleri için
nişâne-i mebde’ ve müntehâdır. Tavafa anı istilâm ederek başlar ve Kâ’beyi sola alarak
devreder. Hacer-i Esved’e geldikçe anı istilâm eyler.

(İstilâm) selâmlamaktır ki sureti: iki elini kaldırıp “Allâhu Ekber” diyerek, mümkün ise
Hacer-i Es’ad-ı mezkûre vaz ve anı takbîl etmek ve kesret-i zihâm sebebiyle vaz’-ı yed
mümkün değil ise avuçlarını açıp uzaktan ana vaz’eder gibi işaretle yüzüne getirip
öpmektir.

Yedinci devrenin istîlâmiyle tavaf nihayet bulur olmakla iki rek’at namaz kılar 254 ba’dehû
Hacer-i Esved’i yine istilâm eyler. Tavafta telbiye edilmez, tekbîr ve tehlîl ve tasliye
olunur.

Bu ilk tavafa (Tavâf-ı Kudüm) 255 denir ki mukîm-i Mekke olmayanlar için Sünnet’dir. Buna
şürû’dan mukaddem ridânın ya’nî omuz havlusunun bir ucu sağ koltuk altından alınarak
sol omuz üzerine atılıp sağ kol açık bulundurulur ki buna (Iztıbâ’) denir.

etmiyecek olan tavafların hiç birinde ıztıbâ’ ve remel yoktur. Tavâf-ı ziyarete kalan
remelde de ıztıbâ’ yoktur. Çünkü ihramdan çıkılmıştır.

Iztıbâ’ hâlinde tavafın ilk üç devresi adımlar kısaltılmak ve omuzlar silkelenmek veçhile
sur’atli ve çalımlı icra olunur. Bu sür’ate de (Remel) denir. 256

Zikrolunan tavâf-ı kudûmdan ve anın iki rek’at namazından ve istîlâm-ı Hacer-i Esved’den
sonra hacı sa’y etmek için Harem-i Şerîf’den çıkar. Çünkü mahall-i sa’y Harem-i Şerif
haricindedir.

(Sa’y) Safâ ile (Merve) arasında yedi kere gidip gelmek ve arada yelmektir.

(Safâ) ve (Merve) Mekke-i Mükerreme içinde ve Harem-i Şerîf hâricinde birer tepedir ki
çıkılmak için basamakları vardır. O iki tepenin arası bir vadidir ki 257 mahall-i sa’y olmak
cihetiyle (Mes’â) ta’bîr olunur. Safâ’dan bed’ ile Merve’ye dört gidiş ve Merve’den Safa’ya
üç geliş ile sa’y nihayet bulur. 258 Her gidişte ve her gelişte Kâ’be görününceye kadar 259
basamaklara çıkılır. Hacı oralara çıktıkça Beyt-i Muazzam canibine dönüp tekbîr ve tehlîl
ve tasliye eder ve el kaldırıp dûâlar eyler. Safâ ile Merve mabeyninde telbiye ederek

kerre gidilüb gelinecek, demektir. Her şavtta mîzâb-ı Kâ’be’nin önündeki yarım duvarın dahî
hâricinden dolaşılır ki o nısıf dâire dahî Beyt-i Muazzam’dan ma’dûddur.. Mahall-i tavaf (Metâf)
nâmiyle muayyendir. Kâ’be dâhil-i Harem’de uzaktan da tavaf olunabilir.
254
Bu namaz vâcibâttandır. Her tavaf hitâmında kılınır. Vakt-i kerahet ise te’hîr olunur. Dâhil-i
Harem-i Şerîf’de nerede olsa kılınır. (Makaam-ı İbrâhîm) denilen mevzi-i mübârekde kılmak efdal
olur.
255
(Tavâfü’t-tahiyye) ve (Tavâfü’l-lika’) ve (Tavâfu evvel ahdün bi’l-beyt) dahî tesmiye olunur.
Kemâ fi’l-Cevhere.
256
Iztıbâ’ ve remel tavâf-ı kudûma ve -anda icra edilemediğine göre- tavâf-ı ziyarete mahsûstur ki
bunları sa’y ta’kîb eder. Sa’y ta’kîb etmiyecek olan tavâfların hiç birinde ıztıbâ’ ve remel yoktur.
Tavâf-ı ziyarete kalan remelde de ıztıbâ’ yoktur. Çünkü ihramdan çıkılmıştır.
257
O vâdi hâli değil, çarşı halindedir.
258
Tavaf yedi şavt olduğu gibi sa’y dahî yedi şavttır. (Şavt) devre demek değil bir gayete
yelmektir. ( ‫ من الاصل‬١٥ ‫)فليصحح ما فى هامش ص‬
259
Kâbe-i Mükerreme (Safâ) dan görünür ise de (Merve) den görünmeğe şimdiki halde binalar
hâildir.

86
yavaş yavaş yürür. Yolda (Mîleyn-i Ahdareyn) ta’bîr olunur iki yeşil sütun vardır. 260
Anların arasından geçerken

.‫العظيم‬ ُّ ِ َ ْ ‫انت‬
ُ ٖ َ ْ ‫العلى‬ َ َّ ِ َ ‫تعلم‬
َ ْ َ ‫فانك‬ ُ َ ْ َ ‫عما‬
َّ َ ‫وتجاوز‬
ْ َ َ َ َ ‫وارحم‬ ْ ِ ْ ‫اللهم‬
ْ َ ْ َ ‫اغفر‬ َّ ُ َ
diyerek sür’at eder. Bu sür’ate (Hervele) denir.

Sa’yi dahî (hacı) bu veçhile îfâ ettikten sonra beş vakit namazı Harem-i Şerîf’de cemâat-i
kübrâ ile edâ etmek ve dilediği zaman dilediği kadar tavaf eylemek 261 üzere
ikaametgâhında bulunur. (Zil-Hicce’nin yedinci günü Harem-i Şerîf’de tek bir hutbe
okunur.)

Yevm-i Terviye’de -ki Zil-Hicce’nin sekizinci günüdür- sabah namazını kıldıktan sonra
hazırlanıp Mina’ya gitmek üzere ba’de’t-tulû Mekke-i Mükerreme’den çıkar, telbiye ederek
Mina’ya gider. Mescid-i Hayf kurbuna konar, öğle namazını ilâ âhirihî.. orada kılar. O gece
orada kalıp ertesi (Arefe günü sabah namazını kıldıktan ve güneş doğduktan sonra telbiye
ederek Arafat’a gider. Zeval vaktine kadar ârâm edip vakt-i zuhrda mümkün ise gusl
ederek Nemire Mescidine varır. Orada okunan hutbelerden 262 sonra cemâat-i kübrâ ile
salât-ı zuhr ve asrı cem’an kılar ki o gün ikindi namazı vaktinden evvel kılınmış olur. 263

Ba’dehû (Cebel-i Rahmet) kurbuna gider, ana karşı durup tekbîr ve tehlîl ve telbiye
ederek ve bir şey ister gibi el açıp uzatarak Cenâb-ı Hak’ka düâ eyler. Guruba değin bu
veçhile (vukuf) olunur. 264

Ba’de’l-gurûb herkes ile beraber yavaş yavaş ve kimseye ezâ vermemek üzere sür’at dahî
ederek Arafât’dan (Müzdelife)ye iner. Ve -selâmette olmak üzere- Meş’ar-i Haram
kurbuna konar. Orada akşam ve yatsı namazlarını cem’an kılar ki o gece akşam namazı
vaktinden sonra kılınmış olur. 265 Sabah namazı dahî orada erken kılınır ve ba’dehû vukuf
edilir.

Cenâb-ı Hak’ka düâ ve tazurru’lar olun’ur. Ortalık gereği gibi aydınlandıkta (hacı)
herkesle beraber kable’t-tulû’ Müzdelife’den kalkıp Mina’ya gelir. Gelmezden evvel yolda
yâhud Müzdelife’de yetmişten ekal olmamak üzere 266 ufacık taşlar toplar ve anları temiz
tutar. Mina’ya geldiğinde (Cemre-i Akabe) ta’bîr olunan yokuş yerdeki taşçıklar yığınına

260
Anlar yekdiğerine gayr-i muvâzî olmakla araları epeyce fasılalıdır.
261
Çünkü vakt-i muayyeni olmamak üzere gece ve gündüz nafile olarak bir çok tavaf edilebilir. Ve
salât-ı nafileden efdal olur. Her tavafın hitâmında vakt-i kerahet hâricinde iki rek’at de namaz
kılınır. Hac vaktine mahsûs üç tavaf vardır. Anların biri Sünnet ve biri Farz ve diğeri Vâcib’dir.
Sünnet olan, beyânı sadedinde olduğumuz (Tavâf-ı Kudüm) dur. Farz olan (Tavâf-ı Ziyaret) dir.
Vâcib olan (Tavâf-ı Veda’)dır. Mâhiyyetce farkları yoktur. Sıfatları zamân-ı icraları i’tibâriyledir.
262
(Hutbeler) ta’bîri bunun çift olduğuna işarettir. Hacca mahsûs olan üç hutbenin bu ikincisidir.
Üçüncüsü ertesi gün Mina’da olur.
263
Buna (cem’-i takdîm) denir. Bir ezan okunup zuhr ve asr için ayrı ayrı ikaamet alınır, öğlenin son
sünneti ile ikindinin sünneti kılınmaz.
264
Vukufta hayvan üzerinde yâhud ayakta bulunmak oturmaktan efdaldir.
265
Buna (cem-i te’hîr) denir. Bir ezan ve bir kaamet ile hem akşam ve hem yatsı kılınır. Akşamın
sünneti ile yatsının ilk sünneti kılınmaz.
266
Atarken zayi’ olmak ihtimâline mebnî taşların yetmişden fazla olması ihtiyattır. Mina’da üç
günden ziyâde kalınmaz ise kırk dokuz taş kifayet eder. Kusuru bırakılır. Dördüncü gün dahî
Mina’da bulunulur ise yirmi bir taşa daha hacet messetmekle aded-i cimâr tam yetmiş olur. Nitekim
ifâdât-ı âtiyeden anlaşılır.

87
kendinde olan taşların yedisini yokuşun alt başından birer birer atar. 267 Buna ve bundan
sonra zikrolunacak emsaline (Remy-i Cimâr) ta’bîr olunur. 268 (Oralarda birikenlerden alıp
atmak caiz olmaz.) Atarken telbiyeyi kesip her atışda “Allâhu Ekber” der 269 ve taşı sağ
elinin baş ve şehâdet parmağı ucuyla tutup atar. Attığı taş bir kimsenin üzerine düşüp
kalır ise remyi iade eder. 270 Cemre-i Akabe remyinden sonra kurban kesecek ise keser 271
ba’dehû tıraş olur 272 yâhud saçını kırptırır ki bununla ihramına hitâm vermiş olur. Artık
libâsını giyer, tırnaklarını keser ilâ âhirihî.. Yalnız halîylesiyle mücâmeat edemez. Giyimli
olarak o gün Mekke-i Mükerreme’ye inip 273 Beyt-i Muazzam’ı tavaf eder ki Hac’da farz
olan tavaf işte budur. Buna (Tavâf-ı ziyaret) yâhud (Tavaf-ı ifâda) denir. Tavâf-ı kudûmda
remel yapmamış ve sa’y eylememiş idiyse bu tavafta remel yapar 274 ve sa’y eyler. Sonra
yine Mina’ya gelip üç gün Mina’da ikaamet eder. İkinci gün ba’de’z-zevâl Mescid-i Hayf
kurbundaki cemre-i ûlâdan başlıyarak (Vustâ) ve Akabe cemrelerini icra eyler ki muayyen
üç mahalde olan taşcıklar yığınından her birine sırasiyle yedişer taş atar ve düâlar eder.
Cemre-i ûlâ ve vustâda yayan ve Cemre-i Akabe’de râkib bulunur. Ve orada duaya
durmayıp ikaametgâhına gider.

Üçüncü gün dahî ba’de’z-zevâl yine böyle üç cemre yapar. O gün kable’l-gurûb Mekke-i
Mükerreme’ye inmek veyâhud o gece kalarak dördüncü gün dahî Mina’da bulunmak
beyninde hacı muhayyerdir. Üçüncü gün inerse kırk dokuz taş atmış olur. Dördüncü gün
kalır ise yine üç cemre yapacağından attığı taşcıkların adedi yetmişi bulur.

Mina’dan Mekke-i Mükerreme’ye gerek tavâf-ı ziyaret ve gerek avdet için rıhlette hacı
tahsiyb eder. Ya’nî yolda (Muhassab) denilen düzlüğe gelindikte orada inip biraz ârâm
eyler.

Mekke-i Mükerreme’ye avdette Harem-i Şerîf’e varıp bir tavaf daha yapar ki buna (Tavâf-
ı Vedâ ta’bîr olunur. Bunun bir adı da (Tavâf-ı Sader) dir. (Sader) keder vezninde avdet
ma’nâsınadır. 275

Tavâf-ı mezkûrun hitâmından ve iki rek’at namazdan sonra zemzem kuyusuna varıp
suyundan içer. 276 Ve mümkün ise bedenine dahî döker yâhud yüzüne ve başına sürer.

267
Üst başından atmak nâsi rahatsız edeceği cihetle mekruhtur.
268
(Remy) atmaktır. Atana (Rami), atılana (Mermi) denildiği ma’lûmdur. (Cimâr) hisar vezninde
ufak taş yâhud anların yığını demek olan (cemrenin) cem’idir. Ateş parçasına dahî cemre denir ise
de burada o ma’nâ maksûd değildir, remy-i cimâr etmeğe (cemre yapmak) ta’bîrini kullanacağız ve
(cemre) nin cem’inde (cemerât) dahî diyeceğiz.
269
Dürer’de şöyle gösterilmiştir:

.‫مغفورا‬ ً ُ ْ َ ‫وسعيى‬
ِ ْ َ َ ،‫مشكورا‬
ً ُ ْ َ ‫وذنبى‬ ِ ْ َ َ ،‫مبرورا‬
ً ُ ْ َ ‫حجى‬
ِّ َ ‫اجعل‬ َّ ُ َ ،‫وحزبه‬
ْ َ ْ ‫اللهم‬ ِ َ ْ َّ ِ ‫رغما‬
ِ ِ ْ ِ َ ‫للشيطان‬ ً ْ َ ‫اكبر‬
ُ َ ْ َ ‫والله‬ ِ ‫بسم‬
ُ َ ‫الله‬ ِ ِْ
270
Kalmayıp cemre yoluna ve yakınına düşerse kifayet eder. Uzak düşerse kifayet etmez. Zîrâ’
uzaktır. Anın mâdûnu yakındır.
271
Misafir olduğu için kurban kesmekle mükellef değildir. Hacc-ı İfrâd’da dem müstehab ve Kıran
ve Temettü’de vaciptir.
272
Tıraş olmaktan murâd saçları tirâşîde etmektir. Sakal tıraş etmek zâten yoktur.
273
Tavâf-ı ziyaretin icrası için Mina’dan Mekke-i Mükerreme’ye inmekte efdal-i eyyam ilk gündür.
İkinci veya üçüncü gün inmek dahî caizdir. Daha sonraya te’hîr caiz değildir. Dem (ya’nî kurban)
lâzım gelir.
274
Hem de remelin tavâf-ı ziyarette icrası efdaldir ki farza tâbi’ kılınmış olur.
275
Afakî hacılar olvakit Kâ’be’ye vedâ’ edip beldelerine avdet eylemek üzere bulunmuş olurlar.
Mukîm-i Mekke olanlara Tavâf-ı Vedâ’ lâzım değil, âfâkî olanlara vaciptir. Tavâf-ı vedâ’dan sonra
sa’y olmadığından bunda remel de olmaz. İhrama zâten nihayet verilmiştir.
276
Bi’r-i Zemzem’in Harem-i Şerîf dâhilinde olduğu evvelce zikrolunmuştur.

88
İçerken Kâ’be-i Müşerrefe’ye karşı kaaim bulunur. Ve:

ٍ َ ‫كل‬
.‫داء‬ ْ ِ ‫وشفاء‬
ِّ ُ ‫من‬ ً َ ِ َ ‫واسعا‬
ً ِ َ ‫ورزقا‬ ً ِ َ ‫علما‬
ً ْ ِ َ ‫نافعا‬ ً ْ ِ ‫اسالك‬
َ ُ َ ْ َ ‫اللهم ِ ٖ ّانى‬
َّ ُ َ
diye düâ eyler. Ba’dehû Bâb-ı Kabe’ye varıp takbîl-i Atabe eder. Derûne girmek mümkün
olur ise 277 girip bâb-ı Kabe’yi arkasına alarak ön tarafta olan cidarın üç zira’ kurbunda -ki
Peygamberimiz salla’llâhu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerinin namaz kıldıkları
yerdir- iki rek’at namaz kılar. (Dâhil-i Kabe’de her taraf Kıble’dir.) Ba’de’s-salât yüzünü
cidâr-ı Kâ’be’ye koyarak duâ ve istiğfar eder. Beyt-i Muazzam’ın dâhilinde her köşeye
varıp hamd ve tehlîl ve tesbîh ve tekbîr ve dilediği düâyı eyler. Ba’dehû çıkıp Mültezem’e
gelir 278 yüzünü ve göğsünü oraya vaz ve ilsâk ederek ve astâr-ı Kabe’ye yapışarak
Cenâb-ı Hak’ka tazarru’lar eder. Şöyle de söyler:

‫فتقبل ِ ٖ ّمنى َ َولا‬


ْ َّ َ َ َ ‫هديتنى َ ُله‬ َ َ ‫اللهم‬
ٖ َ ْ َ َ ‫كما‬ َ ٖ َ َ ْ ِ ‫وهدا‬
َّ ُ .‫للعالمين‬ ُ َ ْ َ َ ‫الذى‬
ً َ َ ُ ‫جعلته‬
ً ُ َ ‫مباركا‬ ٖ َّ ‫بيتك‬ َ ٰ ‫ان‬
َ ُ ْ َ ‫هذا‬ َّ ِ ‫اللهم‬
َّ ُ
َ َ ْ َ ‫برحمتك ٰيا‬
‫ارحم‬ َ ِ َ ْ َ ِ ‫عنى‬ ِ ْ َ ِ ‫العود‬
ٰ ْ َ ‫اليه َحتى‬
ّ ٖ َ ‫ترضى‬ َ ْ َ ْ ‫ورزقنى‬
ٖ ْ ُ ْ َ ‫تك‬ ْ ِ ‫العهد‬
َ ِ ‫من َ ْبي‬ ِ ْ َ ْ ‫اخر‬َ ِ ٓ ‫هذا‬
َ ٰ ‫تجعل‬ ََْْ
279
َ ٖ ِ َّ
.‫الراحمين‬
Ba’dehû yüzünü Beyt-i Muazzam’dan ayırmamak üzere arka arka çekilerek ve müfârekat-
i Beyt’e mütehassiren ağlıyarak yâhud ağlar gibi olarak 280 Harem-i Şerîf’den çıkar.

İşte keyfiyyet-i hac budur. Buna (Hacc-ı îfrâd) ta’bîr olunur ki yalnız hac demektir.

Bir de (Umre) ile beraber edileni vardır ki haccın efdali odur.

(Umre) maa’l-ihrâm tavaf ile sa’yden ibaret bir küçük hacdır ki anda Arafat’a çıkmak ve
Müzdelife’ye inmek ve Mina’ya gelip cemre yapmak yoktur. 281 İhrâm ve tavaf ve sa’yden
ibaret üç şey ile vücûde gelir, tıraş olmak veya saçından kırpmak ile hitam bulur ki
mecmuu dört şeydir. 282

277
Çünkü Bâb-ı Kabe yüksekte olmakla beraber her vakit küşâde değildir.
278
(Mültezem) Bâb-ı Kâ’be ile Hacer-i Esved arasıdır. Mültezem, Metâf, Tahte’l-Mîzâb, dâhil-i Beyt-i
Muazzam, Zemzem, Makaam-ı İbrahim, Mas’a, Safâ, Merve, Arafat Müzdelife, Mina ve cemerât
duanın müstecâb olduğu mevâzı’dandır.
279
Ya’nî: Yâ Rab bu, senin mübarek ve cümle âleme ayn-ı hidâyet kıldığın Beyt-i Mükerrem’dir. Yâ
Râb beni ana isal ettiğin gibi ziyaretimi de kabul buyur. Ve bunu bana son görüş kılma, yine
gelmeği nasîb eyle. Tâki benden -kendi fazlu kereminle- razı olasın yâ Erhame’r-rahimîn.
280

‫تبين من يكى ممن تباكى‬ ‫اذا انبجت دموع من عيون‬


Tercemesi:
Gözlerden yaşlar akdığında, ağlayanla ağlar gibi görünen belli olur.
281
Anda tavâf-ı kudüm ve ziyaret ve tavâf-ı vedâ’ dahî yoktur. Anın hac gibi zamân-ı mahsûsu da
yoktur. Senenin cemi’ evkaatında umre etmek caizdir. Yalnız şu beş günde: -Arefe günü, Nahir
günü, teşrik günleri- mekruhtur. Umrenin efdali Ramazân-ı Şerîf’dedir.
282
Anlardan ikisi -ki ihram ve tavaftır- rükündür (ihram hem de şart-ı sıhhattir). Diğer ikisi -ki sa’y
ve halk (tıraş) yâhud taksir (saç kırpmak) dır- vaciptir. Hacc-ı Kırân’ın umresinde dördüncü
tahakkuk edemez. Nitekim beyânı gelir.

89
Umre ile haccın ve ta’bîr-i diğerle Hacc-ı Asgar ile Hacc-ı Ekber’in 283 cem’i bir veya iki
defa ihram etmek i’tibâriyle iki türlü olur ki bir nev’ine (Hacc-ı Temettü’) ve diğer nev’ine
(Hacc-ı Kıran) ta’bîr olunur. Mecmû-ı envâ-ı hac üç olmuş olur: Hacc-ı İfrâd, Hacc-ı
Temettü, Hacc-ı Kıran. Bunların her biri farîze-i haccı ıskaata kâfidir. Hacc-ı îfrâd sahibine
ism-i fâil sıgasiyle (Müfrid) ve Hacc-ı Temettü’ sahibine (Mutemetti’) ve Hacc-ı Kıran
sahibine (Kaarin) denir. (Hac) ta’bîri bunların hepsine şâmil ünvân-ı umûmîdir. Cem’i
(Huccâc) dır. 284

(Hacc-ı ifrâd) umresiz olan hacdır ki keyfiyyeti ta’rîf olundu.

(Hacc-ı Temettü’) umre ile haccı başka başka ihram ile cem eylemektir. Şöyle ki hacı
Mîkaat’dan ihram ettiği sırada kıldığı iki rek’at namazdan sonra “Yâ Rab, ben Umre etmek
istiyorum. Anı bana teshil buyur ve makbul kıl” 285 diye yalnız umreye niyyet eder. Ve
telbiyeye başlar. Mekke-i Mükerreme’ye duhûlünde umre olmak üzere ta’rîf-i sabık
veçhile tavaf 286 ve sa’y edip tıraş olur. Umresi ihram üzere ettiği tavaf ve sa’y ile husul ve
tıraş ile nihayet bulmuş olmakla ihram hâlinden çıkıp 287 elbîse-i mu’tâde ile Mekke-i
Mükerreme’de ârâm eder. Ve her emr-i mubah Mekkîler gibi ana da halâl ve mübâh olur.
Beş vakit namazını Harem-i Şerîf’de cemâat-i kübrâ ile kılar ve Beyt-i Muazzam’ı dilediği
kadar nâfileten tavaf eyler. 288

Mina’ya çıkılmak günü geldiğinde 289 niyyet-i hac ile ihrâm-bend olur 290 ve herkesle
beraber çıkıp ta’rîf-i sabık veçhile o gün Mina’ya ve ertesi gün Arafat’a gider. Bayram
gecesi Müzdelife’ye gelip bayram sabahı Müzdelife vukufundan sonra Mina’ya döner.
Orada Cemre-i Akabe’yi icra ederek kurban keser 291 ba’dehû tıraş olup ihramdan çıkar.

283
(Hacc-ı Ekber) herkesin zannettiği gibi Arefe’nin yevm-i Cum’ayâ tesadüfüne hâs değildir.
Tesâdüf-i mezkûrun mesbûtu azimdir, o başka.
284
Umre edene bilhassa (Âmir) yâhud (Mu’temir) denir ise de (Umre) Hacc-ı Asgar olmak i’tibâriyle
(Hac) ünvân-ı amma o da idhâl olunabilir. Hac veya gazâ etmemiş olana sabûr vezninde (Sarûr)
denir.
285

ّ ٖ ِ ‫وتقبلها‬
.‫من‬ َ ْ َّ َ َ َ ‫فيسرها ٖلى‬
َ ْ ِّ َ َ ‫العمرة‬ ُ ٖ ُ ‫اللهم ِ ِّانى‬
َ َ ْ ُ ْ ‫اريد‬ َّ ُ َ
286
Anın şürû’ ettiği” tavaf umresinin tavafıdır. Anda tavâf-ı kudüm yoktur.
287

.‫ان لم يسق الهدى لكن سوق الهدى غير معروف فى زماننا‬


288
Mekkî gibi olduğundan anın tavâf-ı kudûmu yoktur.
289
O gün Zi’l-Hicce’nin sekizinci günüdür ki yevm-i terviye ta’bîr olunur. İsterse -efdal olmak üzere-
daha evvel ihram eder.
290
İşte bu ikinci ihramdır. Bunu yapmak için Mekke hâricinde (Umre) denilen mahalle çıkmağa
hacet yoktur. Oradan ihram etmek Mukîm-i Mekke olup da umre etmek isteyenlere göredir.
Kudûrî’nin:

.‫ومن كان بمكة فميقاتة فى الحج الحرم وفى العمرة الحل‬


kavlinin şerhinde sâhib-i Cevhere şöyle demiştir:

‫لان اداء الحج فى عرفة وعرفة فى الحل فيكون الحرام من الحرم ليتحقق سفر من الحرم الى الحل واداء العمرة‬
.‫فىالحرم وهو الطواف والسعي فيكون الاحرام لها من الحل ليتحقق نوع سفر وهو الاحرام من الحل الى الحرم اھ‬
291
İki nüsüki (ibâdeti) cem’e muvaffak olduğuna teşekküren kurban kesmek hâcc-ı mütemettie
vâcibdir. (Kurban) bir koyun veya keçi, yâhud deve veya sığırın yedide biridir. Kurban kesmeğe
kaadir değil ise üçü eyyâm-ı menhiyyeden evvel ve yedisi anlardan sonra olmak üzere on gün oruç

90
Mekke-i Mükerreme’de Tavâf-ı Ziyâret’in ve sa’yin 292 ve Mina’ya avdetle remy-i cimârın
elbise-i mu’tâde ile icrasından sonra Mekke-i Mükerreme’ye gelip Tavâf-ı vedâı dahî
eder. 293

İşte haccı dahî bu suretle hitâm bulmuş olmakla hem umre ve hem hacc etmiş, ya’nî
Hacc-ı Asgar ile Hacc-ı Ekber’i cem eylemiş olur. Anları ayrı ayrı ihramda cem’ eylemekle
aradaki fasıladan hacı intifa etmekteolduğundan buna (Hacc-ı Temettü’) ve hacıya
(Mutemetti’) denilmiştir. (Hacc-ı Kıran) umre ile haccı bir ihramda cem’eylemekdir. Şöyle
ki Mîkaat’dan ihram ettiği vakit kıldığı iki rek’at namazdan sonra: “Yâ Rab ben hem umre
ve hem hacc etmek istiyorum. Anları teshil buyur ve makbul kıl” 294 diye ikisine birden
niyyet eder ve telbiyeye başlar. Mekke-i Mükerreme’ye duhûl ettikte umresi için tavaf ve
sa’yden sonra ihramına hitâm vermeyip 295 o ihram ile ef’âl-i hacca şürû’ eder: Keyfiyyet-i
hacda beyânı güzerân olduğu veçhile Tavâf-ı Kudüm ve anı müteâkıb sa’y 296 fiillerini
yaparak 297 ihram üzere Yevm-i Terviye’ye muntazır olur. O gün herkesle beraber Mina’ya
ve Arefe günü Arafat’a çıkar. O gece Müzdelife’ye ve ertesi sabah Mina’ya gelerek Cemre-
i Akabe’den sonra kurban keser. 298 Ba’dehû tıraş olup ihramdan çıkar. Ve elbîse-i mu’tâde
ile Mekke-i Mükerreme’ye inip Tavâf-ı Ziyâret’i eder 299 ve Mina’ya avdetle bakiyye-i ef’âl-i
hac olan remy-i cimârı dahî günlerinde icra ederek Mekke-i Mükerreme’ye iner. Tavâf-ı
vedâ’ı dahî tevâbiî’le yaparak memlekete döner.

Umre ile hac bilâ fasıla bir ihramda içtimâ’ ettiği için buna (Hacc-ı Kıran) denilmiştir ki
umreye mukaarin olan hac demektir.

Umre sevabı dahî olduğu için Hacc-ı Temettü’ Hacc-ı İfrad’dan efdal olduğu gibi sevâb-ı
mezkûr tûl-i müddet meşakkat-i ihramda kalınmak mesûbetiyle beraber bulunduğu için
Hacc-ı Kıran Hacc-ı Temettü’den de efdaldir.

Mecmû-i ef’âl-i Hac ve Umreye (Menâsik) ta’bîr olunur ki ibâdât demektir.

***

Kadın cem’î ef’âl-i hac ve umrede erkek gibidir. Şu kadar ki ihramda anların başları ve
ayakları ve yüzleri alelade örtülü bulunur. Telbiyede sesleri işitilmez, anlar tavafta remel
ve sa’yde hervele etmezler ve erkekten hâlî olmadıkça Safâ ve Merve üzerine çıkmazlar.

tutar.
292
Bunlar hac için olan tavaf ve sa’ydır. Bu tavafta remel yapar. Çünkü mutemetti’ umre
ihramından çıktığında mekkî gibi olduğundan Tavâf-ı Kudüm etmeyecek idi. Eğer anı maa’r-remel
yapmış ve sa’yı dahî etmiş idiyse Tavâf-ı Ziyâre’de remel yapmadığı gibi andan sonra sa’y dahî
etmez. Kema fi’l-Cevhere ve’ş-Şürünbilâliye.
293
Her tavafta olduğu gibi bunun dahî iki rek’at namazını kılar ki vâcibdir. Ba’dehû Zemzem ve
Mültezem ilâ âhirihî, işlerini ta’rîf olunduğu veçhile yapar.
294
Arabîsi:

ّ ٖ ِ ‫وتقبلهما‬
.‫من‬ َ ُ ْ َّ َ َ َ ‫هما ٖلى‬ َّ َ ْ َ ‫العمرة‬
ْ ِّ َ َ ‫والحج‬
َ ُ ‫فيسر‬ ُ ٖ ُ ‫اللهم ِِّانى‬
َ َ ْ ُ ْ ‫اريد‬ َّ ُ َ ‫ا‬
295
İhramın hitâmı ma’lûm olduğu üzere halk veya taksir iledir.
296
Eşhür-i Hac’da olmak şartiyle.
297
Eşhür-i Hac’da bulunduğuna göre umre ve hac tavaflarını peyâpey ve sa’ylerini dahî peyâpey
yapmak caiz ise de isâettir.
298
Kurban kaarine dahî vaciptir. Kurbana kaadir değil ise mütemetti’de olduğu gibi on gün oruç
tutar. Dem-i kıran ve temettü’ udhiye değildir. Misâfir udhiye ile mükellef olmaz. Udhiye bunların
yerini tutmaz.
299
Sa’yi evvelce ettiği veçhile artık sa’y yoktur.

91
İhramda ber mu’tâd giyimli ve örtülü bulundukları gibi ihramdan çıkmak için saç dahî
kesmezler, tavafta Hacer-i Esved’i istilâm için erkeklerin arasına sıkışmazlar, hâl-i
hayızda tavaf edemezler, farz olan tavâf-ı ziyareti dahî zamân-ı taharetlerine te’hîr
ederler. Tavâf-ı ziyaretten sonra hayız üzere olanlardan tavâf-ı vedâ’ sakıt olur. Tavaftan
mâada menâsike hayız mâni değildir.

Mesâil-i Hac = Hac Mes’eleleri

Ömründe bir kere hac etmek hür ve mükellef bulunan 300 ehl-i istitâate farz-ı ayındır.

(İstitâat): Mâlen ve bedenen olan iktidardır.

Köleye ve cariyeye ve sabî ve sabiyyeye ve mecnûn ve mecnûneyeve ma’tûh ve


ma’tûheye hac etmek farz olmadığı gibi erkek olsun, kadın olsun alîl-i vücûd olana gidip
gelinceye kadar kendisine ve ıyâline -ki zîr-i idaresinde olanlar demektir- kâfî ve kul
borcundan hâlî helâl parası olmayana dahî hac etmek farz değildir.

Ehl-i istitâat hakkında haccm farziyyeti için yol emin olmak ve kadına göre gerek genç,
gerek ihtiyar olsun zevci veya mahremi beraber bulunmak dahî şarttır. 301

Her mükellef -fakir dahî olsa- bir kere hac etmekle üzerinden farîze-i hac sakıt olur.
Betekrâr hacca giderse nâfileten hac etmiş olur.

Farz olan hac tâat-ı valideynden efdaldir. 302 Nefl olan hac öyle değildir. 303

Ganînin haccı fakirin haccından efdaldir.

(Umre) Sünnet’dir 304 şürû ile vâcibü’l-itmâm olur. 305

Haccın Farzları

(Haccın farzı üçtür): İhrâm, Vukûf-ı Arefe, Tavâf-ı Ziyaret.

300
Medâr-ı teklif akl-i kâmildir ki baliğ gayr-i ma’tûhun aklıdır.
Bunda kadın erkek müsavidir. Mahremiyle hacce gitmesine kadının zevci mâni’ olamaz.
301
Şart-ı vücûbu tahsil vâcib olmadığından istitâati olup ta zevci veya mahremi olmayan kadına
hacca gitmek için tezevvüç etmek vâcib değildir.
302
Fazîlet-i hac pek büyüktür. Haccı makbul olanın geçmiş günâhları bi-lûtfihî Teâlâ ma’füv olur.
Hadîs-i Şerîf de: “Fısk ve cidal etmeyerek hac eden anasından doğduğu gündeki hâl üzere avdet
eder.” buyurullmuştur. Şifâ-i Şerifin kısm-ı sâlis’i kubeylinde dahî “Bir kere hac eden farzını yerine
getirmiş olur. İkinci defa hac eden Tanrı’sına müdâyene ya’nî karz-ı hasen ikraz eylemiş olur.
Üçüncü kerre hac eyliyenin şa’rını ve beşerisini Cenâb-ı Hak ateşe haram eder” mealinde bir Hadîs
mezkûr bulunmuştur.
Hac farz-ı ayın olduğu için anın icrasında mutatavvian (ya’nî farz-ı kifâye hâlinde gönüllü olarak)
cihâda gitmek gibi rızâ-ı ebeveyn şart değildir. Ancak ebeveyn yâhud anlardan biri kendisine
muhtaç iken bırakıp gitmek mekruhtur. Ebeveynin ademi hâlinde ced ile cedde dahî ebeveyn
gibidir.
303
Hem de harami korkusundan farz namazları deve üzerinde kuûden kılarak gitmekten ise
nâfileten hacca gitmemek hayırlıdır. Mukîm-i Mekke olanlar için bu mahzur yoktur. Şimendüfer
me’mûrları namaz vakitlerini hesaba almak gerektir.
304
(Sünnet) inde’l-ıtlâk andan (Sünnet-i Müekkede) ma’nâsı murâd olunur. Aslın Kitabü’t-
Tahâresinden Ahkâm-ı Teklîfiyye ve Sünen-i Vudû’ bahislerine bakınız.
305
Rüknüne bedel olmaz. Vacibinin terkine dem terettüb eder. Umrenin rüknü ve vacibi âtiyen
mübeyyendir.

92
Bunların birincisi şart-ı sıhhattir. İkincisiyle üçüncüsü rükündür. 306

(İhram) hac için şart-ı sıhhat olduğu gibi umre için dahî şart-ı sıhhattir. Hem de umrenin
rüknüdür. Rükn-i diğeri tavaf dır. (Sa’y) ve (halk) -ve taksir- umrenin vâcibleridir. Anlar
hacda dahî vâcipdır. Nitekim zikrolunur.

Haccın Vâcibleri

Mîkaat’ı ihrâmsız geçmemek, Beyt-i Muazzam’ı her tavafta Hacer-i Esved’den başlamak,
Kabe’yi sola alarak ve verâ-i Hatîm’den 307 dolaşarak tavaf etmek, tavafda abdestli
bulunmak 308 yedinci devrenin tamâmında iki rek’at namaz kılmak, özrü olmayan tavafta
mâşî bulunmak 309 sa’y etmek, sa’yi tavâfdan sonra etmek, sa’ye Safâ’dan başlamak,
özürü olmayana göre sa’yi mâşiyen etmek 310 Arafât’da vukufu guruba kadar temdîd
etmek, Müzdelife vukufu yapmak, Mina’da remy-i cimâr etmek 311 ilk cemreden sonra
başını tıraş etmek yâhud saçını kestirmek, kaarin veya mutemetti’ kurban kesmek,
Tavâf-ı Ziyâret’i eyyam-ı nahirden -ki Iyd-ı Adhânın üç günüdür- sonraya bırakmamak,
mahzûrât-ı ihramda bulunmamak, âfâkî olanlar ya’nî mukîm-i Mekke olmayanlar Tavâf-ı
Vedâ’ı etmek 312 vâcibdir.

Vâcibât-ı hacdan hacca hâs olmayanlar umrede dahî vâcibdir. Vacibin hükmü terkine dem
terettüb etmek ya’nî fukaraya verilmek üzere bir koyun veya keçi kesmektir.

Haccın Sünnetleri

İhrâm ederken tıraş olmak, tırnak kesmek, koltuk temizlemek, gusletmek yâhud abdest
almak, beyaz bir izâr ile beyaz bir ridâ tutunmak 313, tıyb sürünmek, iki rek’at namaz
kılmak, telbiyeyi çok etmek ve ref-i savt ile etmek. 314 Her başlayışta üç telbiye edip
üçüncünün nihâyetinde salâvât-ı şerife getirip duâ ve tazarru’da bulunmak, Mekke-i
Mükerreme’ye duhûlde gusl etmek, Beyt-i Muazzam’ı müşahedede dilediği düâyı etmek,
pîşgâh-ı Beyt’de Tekbîr ve Tehlîl getirmek, Hacc-ı Temettü’ün gayrîde âfâkî Tavâf-ı
Kudûm’u icra eylemek, anda ve Tavâf-ı Umre ve Ziyâret’de erkek kısmı ıztıbâ ve remel

306
Rükn-i vukufun zaman ve mekânı vardır. Zamanı: Arefe günü vakt-i zevâl’den ertesi günün
tulû-ı fecrine kadar olan müddettir. Mekânı, Arefât’ın (Batn-ı Arefe) den ma’da olan her yeridir.
Zikrolunan müddet zarfında Arafât’da bulunan kimse gerek bilerek ve gerek bilmeyerek oradan
geçici veya bir müddetcik durucu olsun vukuf etmiş olur. O zaman eczasının birinde orada
bulunmayan hac etmiş olamaz. Tavâf-ı ziyaretin zamanı: Yevm-i Nahrin -ki Kurban Bayramı’nın ilk
günüdür. Tülû-ı fecri ile hulul eder. Andan evvel Tavaf-ı Ziyaret”‘ olmaz, binâen-aleyh Tavâf-ı
Kudüm anın yerini tutmaz. Mekânı: Ma’lûm olduğu üzere Metâf’dır. Tavâf-ı mezkûr Arafât’da ve
Müzdelife’den ve Mina’da Cemre-i Akabe remyinden ve tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra nahir
günleri geçirilmemek üzere icra olunur. Tavâf-ı mezkûrun eyyâm-ı nahirde olması vâcib ve andan
sonraya te’hîri hâizin gayrı hakkında dahî demi mûcibdir.
307
(Verâ-i Hatîm) Hatîm’in dış tarafı demektir. (Hatîm) yetîm vezninde Kabe’nin dıl’-ı şimalîsinde
nısıf dâire bir yarım duvardır. O da Kâ’be’dendir.
308
“Tavaf namaz gibidir, ilâ âhirihî..” Hadîsini aslın Kitâbü’t-Tahâre’sinden doksan yedinci sahîfede
okumuşsunuzdur.
309
Hastalar destigîreler üzere dolaştırılmakla tavaf etmiş olurlar.
310
Ma’zur’lar mes’âda râkib bulunurlar.
311
Bir günlüğünü bile velevki bir ma’zerete mebnî olsun terkederse dem lâzımgelir.
312
Tavâf-ı Vedâ’ mukîm-i Mekke olandan sakıt olduğu gibi hayız hâlinde bulunan âfâkî kadından
dahî sakıttır. Kemâ Merre.
313
Bu, erkeğe göredir. Nitekim beyânı güzerân oldu.
314
Bu da erkeğe göredir. Nitekim zikrolundu.

93
yapmak, tavâfı çok etmek, her devre-i tavafta Hacer-i Esved’i istilâm eylemek, sa’yde
hervele etmek, sa’yın hervele mevziinden mâadada yavaş yürümek, Zil-Hicce’nin yedinci
günü salât-ı zuhrdan sonra hatîb bir hutbe etmek. 315 Zil-Hicce’nin sekizinci günü ba’de’t-
tulû Mina’ya çıkılmak ve o gece orada kalınmak, Arefe günü -ki Zil-Hicce’nin dokuzudur-
erkenden Arafat’a gitmek, guruba kadar Arafât’da kalıp ba’de’l-gurûb ağır, ağır Arafât’dan
inmek, Müzdelife’de Meş’ar-i Haram kurbuna konmak, bayram gecesi orada kalmak,
gerek Arafât’da cem’an kılınan öğle ve ikindi namazlarından sonra ve gerek Müzdelife’de
cem’an kılınan akşam ve yatsı namazlarından sonra yana yana ve ağlaya ağlaya düâ ve
tazarru’da bulunmak, Müzdelife’de edâ-i salât-ı fecirden ve vukûfdan sonra Mina’ya
gelme, Cemre-i Akabe’de her vakit râkib ve diğer cemrelerde râcil bulunmak, cemre
yapmak için duruldukta Mina’yı sağa ve Mekke-i Mükerreme’yi sola alarak durmak,
Cemre-i Akabe diye remy ederken batn-ı vâdîde bulunup taşcıkları aşağıdan yukarıya
atmak, ilk günün remyi öğleden evvel ve sâir günlerin remyi öğleden sonra olmak,
Mina’da dört gün kalmak istemiyen kimse bayramın üçüncü günü Mekke-i Mükerreme’ye
inmek için Mina’dan kable’l-gurûb çıkmak, Mekke-i Mükerreme’ye inişde tahsîb etmek
Tavaf-ı Vedâ’dan ve iki rek’at tavaf namazından sonra Ab-ı Zemzem’den içmek ve
dökünmek, içerken Beyt-i Muazzam’a karşı kaaim bulunmak, Hacer-i Esved ile Bâb-ı
Kâ’be meyânı olan mevzie -ki mültezim ta’bîr olunur- göğsüyle ve yüzüyle yapışıp
zârîlikle durmak, Kâ’be örtüsüne yapışarak düâ ve niyazlar etmek, dâhil-i Beyt-i
Muazzam’a duhûl mümkün olursa kimseyi incitmiyerek girip iki rek’at namaz kılmak
Sünnet’dir.

Sünen-i hacdan hacca hâs olmayanları umre için dâhî Sünnet’dir. Sünnet’in hükmü
Kitâbü’t-Tahâre’de zikrolunmuştur.

Haccın Âdabı

(Haccın Âdabı): Borcunu te’diye, bigayri hakkın aldığını iade, günahlarına tevbe, taksir
ettiği ibâdâtı kazâ ederek ve eshâb-ı hukuk ile helâllaşarak hacca mâl-i helâl ile gitmek 316
ve esnâ-i râhda hiç kimse ile cidal ve şikaak etmemektir.

Haccın Muhzûrâtı

(Haccın muhzûrâtı) cinâyât faslındadır.

Fevât ve Fesâd ve İhsâr

(Fevât): Haccın fevt edilmesidir. Umrenin vakt-i muayyeni olmadığı için anda (fevât)
tasavvur olunmaz. Haccın fevâtı Arefe vukufunu fevt etmekledir: Arefe günü veya akşamı
Arafât’da bulunmayan kimse haccı fevt etmiş olur.

O halde bir umre ederek ihramdan çıkar, sene-i âtiyede kazâ-i hacc eder.

Başka bir şey lâzım gelmez. Şürû etmiş olduğu hac gerek farz, gerek nefil veya nezir

315
Bu hutbe tekdir, bunda celse yoktur. Hacca mahsûs üç hutbe vardır: Üçü de Sünnet’dir. Birincisi
budur. İkinci Arafât’da ba’de’z-zevâl okunandır. Üçüncü Minada ilk günü edilen hutbedir ki anda
bakiyye-i menâsik ta’rîf olunur.
316
Çünkü haram para ile edilen hac makbul olmaz. Şâir Ebu’ş-Şemakkamak bile bakın ne diyor:

‫فما حججت ولكن حجت العير‬ ‫اذا حججت بمال اصله دنس‬
ّ ‫ما كل من حج بيت‬
‫الله مبرور‬ ّ ‫ما يقبل‬
‫الله الا كل طيبة‬
Ya’nî: Aslı habîs olan mâl ile hac ettiğin vakit sen hac etmiş değilsin. Kaafile hac etmiştir. Cenâb-ı
Hak tayyibâtın gayrisini kabul etmez. Her hacc-ı Beytu’llâh eden mazhar-ı mükâfat değildir.

94
olsun.

(Fesâd): Haccın fâsid olmasıdır. Hacı hâl-i ihramda Arefe vukufundan evvel mucâmaat
etmekle iki tarafın haccı fâsid olur. Haccı-nı bu suretle ifsâd etmiş olan kimse bir Kurbân
keser ve hacc-ı sahîh gibi ef’âl-i hacca ve mahzûrât-ı ihramdan içtinâba devam ile
beraber (nefil dahî olsa) sene-i âtiyede kazâ-i hac eyler.

Mücamâat’ı Arefe vukufundan sonra ve Tavâf-ı Ziyaretten evvel etmiş ise haccı fâsid
olmaz Ancak bir bedene (deve veya sığır) kurbân etmek lâzım gelir.

Tavâf-ı Ziyâret’ten sonra mucâmaat etmekle bir şey lâzım gelmez.

(Fesâd) Umrede dahî carî olabilir. Umrenin fesadı hâl-i ihramda kable’t-tavâf 317
mucâmaat etmekledir. Anın dahî devamı ve kazası lâzım olur. Tavâf-ı Umreden 318 sonra
edilen cimâa bedene terettüb eder.

(İhsâr): Erkân-ı hac veya umreden memnû’ kalmaktır. Kalana ism-i mef’ûl bünyesiyle
(Muhsâr) denir. Muhrim olan kimse ya hastalanarak veya parası tükenerek yâhud
düşman ile mahsur kalarak vukuf ve tavafa ve -umreye göre- tavâf-ı sa’ye kaadir olmasa
harem dâhilinde ise bir kurbân keserek 319 değil ise bir kimseye bir kurbân veya parasını
verip bilmukaavele ta’yîn ettiği gün o kimse tarafından dâhil-i haremde kurbân kesilerek
muhrim-i muhsar ihramdan çıkar. Tıraş olmağa veya saç kestirmeğe hacet olmaz. Mâniin
zevalinden sonra hac veya umre edebilecek ise yine ihram ederek eder. Ve illâ diğer
senede kazâ eyler: Muhsar bi’l-umre idiyse umreyi ve muhsâr-ı bilhac idiyse hem hac ve
hem umreyi kazâ eder, eğer Hacc-ı Kırân’da muhsar olmuş idiyse bir hac ve iki umre
kazâ eyler.

İhsâr kurbânı eğer umre için ise yevm-i nahirde kesilmek -ittifâkan- lâzım olmayıp yevm-i
nahirden evvel dahî zebh olunabilir. Hac için ise inde’l-imâm yine öyledir. İnde’l-imâmeyn
anın yevm-i nahirde zebh olunması lâzımdır. Ve alâ kile’l-kavleyn zebhin mahalli
Harem’dir. Hill değildir.

Hill ve Harem

Ihrâm etmek için muayyen mevziler olduğu gibi -ki anlara (Me-vâkıyt) ta’bîr olunur-
anlardan sonra Harem-i Mekke için dahî her taraftan muayyen hudûd vardır ki oralara
vaz’-ı alâmât olunmuştur. işte o alâmâtın dâhili (Harem) ve hârici kesr-i ha’ ( ‫ )حاء‬ve
teşdid-i lâm ( ً ِ )dir.
‫ )لام‬ile (Hill = ‫حل‬ *

(Harem-i Mekke): Medîne-i Münevvere cihet-i münîfesinden (3) ve Irak ve Tâif ve Yemen
cihetlerinden (7) ve Ca’râne semtinden (9) ve Cidde cihetinden (10) mil mesafedir. ( ‫كما‬
‫ )فى هدية الناسك‬Nefs-i Mekke-i Mükerreme gibi zikrolunan cevânib-i âliyesi dahî harem-i

317
Murad tavafın ekseri ya’nî dört şavtıdır. Andan sonra edilen mucâmaat umreyi ifsâd etmeyib bir
bedene kurbân etmek lâzımgelir.
318
Ve hattâ anın ekserinden.

ً ٓ ‫كما مر‬
‫انفا‬
319
Kaarin idiyse iki kurbân keser.
*
Harem sekinesi (Mekkî) sayılır. Sekene-i Hill’e bizim gibi (Afakî) denir.

95
muhteremdir: Hayvanâtı avlanmaz, nebatı kat’ ve ra’y olunmaz.

(Hill) in memlûk olmayan nebatı herkese ve saydı muhrim olmayana mubâhdır.

Ahkâm-ı İhram = İhrâm’a Âid Hükümler

Muhrime hâl-i ihramda caiz olmayan şeyler üç kısımdır ki cümlesi ihramın mahzûrât’ ve
memnûâtıdır. Haccın cinâyâtı addolunur: Bir kısmı muhrimin kendi hakkında, bir kısmı
libâsı’ hakkında, diğer bir kısmı kendinin ve libâsının gayri hakkındadır.

Kendi hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: Baş taramak, sakal bıyık taramak, başını
tıraş etmek, sakalını yâhud bıyığını tıraş etmek, saç kestirmek, koltuk kıllarını gidermek,
mûy-ı zihârını gidermek, tırnak kesmek saçlarını veya sakalın yağlamak, tıyb sürünmek.

Libâsı hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: gömlek veya fanile giymek, don veya
pantolon yâhud şalvar giymek, entari veya hırka yâhud yelek veya ceket veyâhud bornus
yâhud cübbe velhâsıl hiç bir nevi’ libâs giymek, basma fes yâhud takke veya kalensüve
giymek, sarık veya sargı sarmak, ayağına mest veya potin, yâhud lapçın veya çorap
veyâhud çizme giymek. 320

Gayr hakkında muhrime caiz olmayan şeyler iki kısım olup bir kısmı sayd ve bir kısmı
halîle 321 hakkındadır.

Sayd hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: Muhrim karada av edemez, av edene muin
de olamaz, avı avcıya gösteremez, avın yerini haber veremez, avı iştira edemez, av
hediyesini kabul eyliyemez, av tasadduk olunsa muhtaç olan muhrim alamaz.

Halîle hakkında caiz olmayan şeyler şunlardır: Muhrim mücâmaat edemez, mevzi-i
tenâsütün madununa mücâmi’ olamaz. Bişehvetin mübaşeret 322 edemez, bişehvetin
muâneka 323 edemez, şehvetle dokunamaz, şehvetle takbîl edemez, şehvetle idâme-i
nazar eyliyemez.

Muhrime hâl-i ihramda fiili caiz olan şeylerdendir şunlar: Deniz avı, hayvânât-ı ehliye-i
me’kûlenin zebhi, salsın salmasın Canavar katli, kelb-i akûrun katli, yılan ve akreb ve fâre
ve pire gibi haşerât-ı muzırrenin katli çiçek koklamak, yıkanmak 324, başına ve bedenine
kokusuz sabun sürmek 325 gözüne kokusuz sürme çekmek, kıl düşürmiyecek derecede
kaşınmak, hacamat olmak, kan aldırmak, sülük tutunmak, diş çektirmek, kopuk tırnağı
almak, mahtûn değil ise sünnet olmak.

Muhrim beline para kemeri bağlar, ridâsının ucunu izârına ithâl edebilir, silâh ve hâtem
takınabilir, hâne ve mahmel ve ağaç ve duvar veyâhud şemsiye gibi başa değmez bir şey
ile gölgelenebilir, kollarını giymeyerek arkasına libâs alabilir, yatarken yorgan veya cübbe
örtünebilir, attârın ya’nî güzel kokulu şeyler satıcının dükkânında oturabilir, tütsü
mevziinde durabilir.

320
Ayaklarının üstü açık kalmak üzere yüzsüz yemeni veya iskarpin geyebilir.
321
Zevceye ve odalığa şâmildir.
322
Tenini tenine dokunmak.
323
Kucaklaşmak, boyun boyuna gelmek.
324

.‫ الحاج اشعس اغبر‬:‫وكره ان قصد به النظافة لحديث‬


325
Sabun yerine hatmi isti’mâl edemez.

96
Cînâyât-ı Hacc ve Anların Keffâreti

Haccın cinâyâtı ahkâm-ı ihram ile ahkâm-ı hareme müteallik mahzûrâtdan ibaret olmak
üzere iki kısımdır. (Menâsikten birinin terk ve ihlâli mahzuru dahî cinâyât-ı hacdan
ma’dûddur. Nitekim ma’lûm olur.)

Ahkâm-ı ihrama müteallik olanı muhrime muhtass olan mahzûrâttır.

Ahkâm-ı Harem’e müteallik olanı muhrime muhtass olmayan mahzûrâttır. Mûcib odukları
ceza ve keffâretlerle beraber ber-veçh-i âtî-ta’dâd olunur:

Bu bâbdaki cinâyât’ın ceza ve keffârâtı: (dem, sadaka, tasadduk, kıymet) den ibaret
olmak üzere dört nevi’dir.

(Dem) kurbân demektir ki bir koyun veya keçi326 kesilip muhtâcîne tevzi’ olunur. 327

(Sadaka) bir sadaka-i fıtır mikdârının i’tâsıdır. (Tasadduk) anın ma’dûnunu i’tâ
etmektir. 328 (Kıymet) Cezâ-i katl-i sayddır: Vurulan ava vurulduğu yerde veya ana karîb
mahalde iki ehl-i adlin takdir ettikleri kıymet tasadduk olunur.

Harem’in kat-ı eşcârı cinayetinin cezası dahî kıymettir. 329

Şu cinayetler mûcib-i demdir: Bedenine veya ihramına tıyb sürünmek başını yağlamak
yâhud kınalamak, giyinmek ve hattâ yalnız don veya gömlek yâhud başına fes veya takke
giymek veyâhud sargı sarmak, 330 tıraş olmak, koltuk 331 yâhud kasık veya boyun kıllarını
almak, tırnaklarını kesmek 332 vâcibât-ı hacdan birini yapmamak.

Şu cinayetler mûcib-i sadakadır 333: Bir uzuvdan ekalle tıyb sürmek, bir gündüzden veya
bir geceden ekalde giyinmek, tıraşı rub’-u re’s veyâ rub’-u lihyeden ekal etmek, 334 Tavâf-ı
Kudûm’u yâhud Tavâf-ı Ziyâret’i abdestsiz etmek, tavaftan veya sa’yden bir şavtı
terketmek, remy-i cimârda bir taşı eksik atmak, 335 başkasını tıraş etmek, yâhud

326
Kaarin’in cinayeti muhill-i ihram ise dem iki olur. Zîrâ iki ihramını ihlâl etmiştir. Eğer vâcibât-ı
hacdan birini terketmek gibi muhill-i ihram değilse dem yine birdir.
327
Mûcib-i dem olan her cinayette (şât) ya’nî koyun veya keçi kâfidir. Yalnız iki nev’i cinayette şât
kâfi değildir ki anlardan biri Vukûf-ı Arefe’den sonra ve Tavaf-ı Ziyâret’ten evvel mücâmaat
etmekve diğeri tavaf-ı Ziyareti hades-i ekber hâlinde icra eylemektir. Bunların keffâreti (bedene)
dir ki bir deve veya sığır kurbân etmektir.
328
Bir mikdâr tasadduk yâhud dem veya savm beyninde muhayyer olmağa da şâmildir. Kemâ fi’d-
Dürer.
329
Bir kimsenin mülkünde nâbit değilse bir, ve eğer bir kimsenin mülkünde nâbit ise iki kıymet
verilir ki biri hakk-ı mâliktir. Diğeri hakk-ı şer’dir.
330
Ayağa çorap giymek dahî böyledir. Nitekim evvelce ta’dâd olunmuştur. Bunlar da bir gün
akşama kadar yâhud bir gece sabaha kadar giyinmek murâddır; yevme zâid olan da yevm gibidir.
Eğer maraz ve özür gibi bir zaruret üzerine giymiş olursa dem müteayyin olmayıp belki anınla
sadaka veya sıyâm beyninde muhayyer olur: dilerse üç sâ’ buğdayı altı fakire yarımşar sâ’ tevzi’
eder, yâhud üç gün oruç tutar. Gün yâhud gece tam olmazsa sadaka-i fıtır mikdârı tasadduk
olunur. Nitekim ânifen anlaşılır.
331
Velev bir koltuk olsun.
332
Mikdârı evvelce ta’yîn olunmuştur.
333
Bu, on tırnağın cezasıdır. Andan ekalde her tırnak için bir sadaka-i fıtır mikdârı şey’ tasadduk
olunur.
334
Rub’ için hükm-i küll vardır.
335
Her bir taşın terki böyledir. Bir cemreyi büsbütün terkederse yedi sadaka verir. Eğer bir günlük

97
başkasının tırnağını kesmek.

Şu cinayetler mûcib-i tasaddukdur: Kehle öldürmek, yâhud ölmek üzere bir yere
bırakmak, çekirge öldürmek.

Katl-i saydın veya ana işâret ve delâletin cezası kıymettir. Kıymet-i mukaddere kurbân
kıymetini tecâvüz etmemek üzere tasadduk olunur. Eğer bir kurbân kıymetinde olur ise
orada bir kurbân kesmek, yâhud buğday alıp her nerede olursa altı fakire yarmışar sa’
(bir sadaka-i fıtır demektir.) tasadduk etmek, veyâhud her yarım sa’ bedelinde birer gün
oruç tutmak beyninde o kimse muhayyer olur.

Av hayvanını hayyiz-i imtinâ’dan ya’nî kaçıp kurtulmaktan alıkoymak veçhile yaralamak


ve cılk olmayan kuş yumurtasını kırmak dahî tam kıymeti îcâbeder. Avın imtinâmı ihlâl
etmeyecek surette anı haleldar etmek noksan kıymet i’tâsını mûcib olur ki o av bir
sağlam ve bir deolsûretle haleldar olarak takvim (takdîr-i kıymet) olunup iki kıymetin
mabeyni olan mikdâr tasadduk olunur.

(Mahzûrât-ı Harem): Harem-i Mekke’nin avını avlamak ve eşcâr ve nebatını kesmek ve


koparmak gibi memnûâtdır. Bu nevi’ tecâvüzât muhrime muhtas olmamak üzere hiç
kimse için caiz olamaz, mürtekibi te’diye-i kıymet ile mükellef olur. Harem-i Mekke’de
bidâyeten hayvan otlatmak dahî memnû’dur. Ağacın kurumuşunu kat’ veya kal’
eylemekte ve Mekke samanı ta’bîr olunan İzhır ( ‫)اذخر‬ otunu ve Mekke mantarını
koparmakta hürmet yoktur.

İhcâc = Bedel Göndermek

Hac etmek -şurûtunu cami’ olan için- farz-ı ayn olduğu gibi anın farziyyeti dahî fevridir ki
muktedir olana ömründe bir kerre hac etmek ale’l-fevr farzdır. Bu sene mümkün ve emn-
i tarîkden kalpler mutmain iken gelecek seneye te’hîr etmek mâni-i zuhuru ihtimâline
mebnî mubah değildir. 336 Ehl-i istitâatten olmakla üzerine hac farz olmuşken gitmeği
te’hîr ederek bedenen gidemez hâle gelen kimseye (ihcâc) mütehattim olur ki bedel
göndermek demektir. (Hac) hem mâlî ve hem bedenî bir ibâdet olduğu için anda niyabet
carî olur: “Tarafımdan hac etmeği sana emir ve tavsiye ediyorum” diye müslim ve âkil bir
şahsa 337 para verir. O şahıs dahî o para ile gidip o kimse tarafından hacc eder. Hîn-i
ihramda anı niyyet eyler ve hangi nevi’ haccı 338 emretmiş ise ol veçhile niyyet eder. Ve
bütün ef’âl-i hac ve umreyi anın niyyetiyle yapar. Ve râkiben gidip râkiben gelir. Parayı
israf ve taktir etmiyerek sarf eder.

cemreyi terk ederse dem lâzımgelir.


336
‫ )من اراد الحج فليتعجل‬buyurulmuştur. Hacca kaadir olan mâni-i urûzundan evvel
Hadîs-i Şerif de (

iğtinâm-ı farz etsin, demektir. Hazret-i îbn-i Abbâs’ın rivayeti böyledir. Rivâyet-i diğerde ( ‫فسانه قد‬

‫ )يمرض المريض وتضل الضالة وتعرض الحاجة‬ziyadesi dahi vardır. Kemâ fî-Câmii’s-Sagîr. Emr-i mezkûra
muhalefetin günâhı ahiren edilen hacc ile zail olur. Kemâ fî Kütübi’l-Usûl.
337
Velevki -izn-i Mevlâ ile- köle, yâhud -izn-i zevç ile mahremi mevcûd- kadın olsun, efdal olan:
ef’âl-i haccı bilir hür bir erkek olmaktır. Kendisine farz olan haccı edâ etmiş bulunan şahıs için hacc
ani’l-gayr (gerek farz gerek tatavvu’ olsun) kendi nefsi için edeceği hacc-ı tatavvu’dan efdaldir.
Hazret-i İbn-i Abbâs’dan mervî olan Hadîs-i Şerîf’e binâen ki ( ‫من حج عن ميت كتب الميت حجة‬
‫ وللحاج برائة من النار‬:‫ )وللحاج سيع؛ وفى رواية‬buyurulmuştur.
338
İfrâd, temettü’, kıran.

98
Artanını getirip kendisine yâhud vârisine verir. 339

Bu suretle ferîza-i hac o kimseden sakıt olmuş olur. Şu şart ile ki o kimsenin bizzat hacc
etmekten aczi bedel gönderdiği zamandan i’tibâren vafâtına değin devam etmiş ola. 340

Âciz değil iken bedel göndermek -velev ki ba’dehû âciz olsun- kâfi olmadığı gibi âciz iken
bedel gönderdikten sonra aczi zail olmak suretinde dahî tarafından edilen hac kendisi için
kâfî olmaz.

Sûret-i ûlâda betekrâr bedel göndermek ve sûret-i saniyede bizzât gidip hacc etmek
lâzım gelir. Bedel göndermeğe muktedir olan marîz bedel göndermeyerek vefat edecek
olur ise hîn-i mevtinde anı vasiyyet eylemek lâzımdır. Verese o vasiyyeti meyyitin sülüs-i
mâlindan icra ederler. Kendisine hac farz olmuşken edâ etmeyerek ve tarafından edayı
vasiyyet eylemiyerek vefat eden kimse günahkârdır.

Mükellef bi’l-hac olan kimse mükellef olduğu sene hacc etmek için çıkıp yolda vefat
ederse niyyetiyle me’cûrdur. Bedel çıkarmağı vasiyyet etmek ana lâzım değildir.

Eğer haccı, anınla mükellef olduktan sonra te’hîr etmiş idiyse vasiyyet eder. Vasiyyetinde
ta’yîn-i mal ve mekân eylemiş ise parasının kifayeti veçhile ta’yîn ettiği mahalden bedel
çıkarılır.

Ta’yîn-i mal ve mekân etmemiş ise sülüs-i mâline müracaat olunacağından malının sülüsü
vefâ eder ise beldesinden, etmez ise vefâ ettiği mahalden bedel çıkarılır.

Zîyâret-i Medine-i Münevvere = Medîne-i Münevvere’yi Ziyaret

Zamân-ı mahsûsunda fiil-i mahsûs ile mekân-ı mahsûsu ziyaret demek olan haccı Mekke-
i Mükerreme’ce ta’rîfât-ı sabıka veçhile edâ ve ifâdan sonra 341 Medîne-i Münevvere
ziyareti etmek dahî vecîbe-i ağni-yâdır. Medîne-i müşarün-ileyhâyı ziyaret azminde olan
kimse her vakitten ziyâde mülâzim-i Salâvât-ı Şerife olup yollarda Salât ü Selâm çekerek
ve istiğfar ve istişfâ’ ederek gider. Kurb-ı Medîne-i Celîle’ye vusulünde kaadir ise deveden
iner. Mâşiyen ve müeddeben dâhil-i Medîne-i Celîle olup 342 yerleştikten ya’nî yerinden ve
yükünden emîn olduktan sonra tahâret-i kâmile ile Mescid-i Şerîf-i Nebevî’ye girer. Ve
vakt-i kerahet değil ise Minber-i Şerîf-i Nebevî kurbunda iki rek’at tahiyyet-i mescid
namazı kılar. Andan sonra şükren li’llâhi Teâlâ iki rek’at namaz daha kılarak Cenâb-ı
Vâcibü’l-Vücûda tevfîkaat-ı ilâhiyyesinden dolayı secde-i şükre varır. Ba’dehû dilediği
duayı eder ve kalkıp kemâl-i edep ile şebîke-i Saadet kurbuna varıp o makaam-ı âlîye
müteveccihen Kıble’ye arka vererek dört zira’ mikdârı uzakta ve delâlet-i delîl ile Re’s-i
Saadete muhâzî durur ve Salât ü Selâm getirerek şefâathâh olur. Ba’dehû Hazret-i
Sıddıyk’ın ve ba’dehû Hazret-i Faruk’un re’s-i şerifleri hizasına varır. Ve selâm ve tahiyye

339
Meğer ki âmir’ hîn-i i’tâda: “Bunun artanını nefsin için hibeye seni tevkil ettim.” demiş ola. O
halde bedel giden zât aldığı akçayı veçh-i şer’î üzere” hare ederek îfây-ı hac eyledikten sonra eğer
para artarsa fazlasını kendi nefsine hîbe ve nefsi için kabzeder. Ve o para ona tayyib olur.
340
İstimrâr-ı aczin iştirâtı farz olan hac içindir. Siyâk-ı ifâdeden zahir olan da odur. Nâfileten ihcâc
hâl-i kudrette dahî caiz olur.
341
Kable’l-hac dahî olur ise de efdali ba’del-hac olmaktır.
342

ّ
‫والله شرف اردها وسماها‬ ‫ارض مشي جبريل فى عرصاتها‬
Tercemesi:
Medine öyle bir mekândır ki Cebrail bu mekânda yürümüştür. Cenâb-ı Hak bu mekânı ve semâsını
müşerref kılmıştır.

99
ederek anlardan dahî şefaat diler ve Cenâb-ı Perverdigâra dualar eder. Sonra yine Re’s-i
Saadet cânib-i âlisine gelip Salât ü Selâm okuyarak duâ ve tazarruâtta bulunur. Ba’dehû
(Üstüvâne-i Ebîlübâbe) ve ba’dehû (Üstüvâne-i Hınâne) denilen sütunları ziyaretle
oralarda namazlar kılar ve dilediği duaları eder. Kabr-i Münîr-i Hazret-i Fâtıme’yi dahî
ziyaret ve kendilerinden taleb-i şefaat ederek Bakî-i Şerîf’e -ki makbere-i Medîne-i
Münevvere’dir- çıkar. Orada medfûn olan Ashâb ve Ezvâc-ı Tâhirât Hazerâtını dahî ziyaret
ve bir âyet-i Kürsî ve on bir îhlâs ve mümkün ise bir de Yâ-Sîn-i Şerîf tilâvet edip sevâbını
anlara ihdâ eyler.

Medîne-i Münevvere’de mukîm oldukça beş vakit namazı Mescid-i Şerîf-i Nebevî’de ve
husûsiyle Ravza-i Celîle’de kılmağa ve Huzûr-ı Saâdet’de çok bulunmağa ihtimam eder.
Şühedâ-i Uhud’u ve Mescid-i Kubâ ve Kıbleteyni ziyarete dahî gider.

‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫وعلى ِٰال‬


ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬ ٍ َّ َ ُ ‫سيدنا‬
ٰ َ َ ‫محمد‬ َ ِ ِّ َ ‫على‬
ٰ َ ‫صل‬ َّ ُ َ
ِّ َ ‫اللهم‬
Sayd ve Zebîha

(Sayd) avlamaktır. Ava dahî ıtlak olunur. Avlamağa (ıstıyâd) da denir. 343

(Zebîha) zebh olunmak şanından olan hayvandır. 344 Zebh âtiyen ta’rîf olunur.

(Av) mubâhdır. (İhramda olana haram olduğu için Kitâbü’l-Hac’da beyânı münâsib
düşmüştür.) İnsan ekl-i nebat ile tegazzî ettiği gibi ekl-i lühûm ile de tegazzî eder. Eti
yenen hayvanların vahşîsi (sayd) ve ehlisi (zebh) olunur.

(Zebh) ya ihtiyarî veyâhud ıztırârî olur.

(Sayd) zebhin ıztırârî kısmıdır.

(Zebh-i ıztırârî): Tuyur ve hayvânât-ı vahşiyyeden 345 olanı her neresinden ne vâsıta ile
mümkün olursa öldürmektir.

Sayd-ı berrînin helâliyyet-i ekl’inde hayvan yaralanarak ölmüş olmak ve hayyen elde
edilmek suretinde boğazlanmak, şarttır. Sayd-ı bahrîde bunlar şart değildir.

(Zebh-i ihtiyarî): Boğazlamaktır ki hayvanın çenesi altını bıçaklayarak 346 gırtlağını ve anın
arkasındaki yem ve su oluğunu ve iki taraftaki şah damarlarını 347 kesip kanını akıtmaktır.

Kaz ve ördek gibi tuyûr dahî bu veçhile zebh olunur.

Devede sünnet olan (nahir) olunmak, ya’nî göğüs üstünden boğazlanmaktır. Zebh ve
nahre şâmil olmak üzere (Zekât) ve (Tezkiye) ta’bîrleri vardır. Zebhin ıztırârî kısmı dahî

343
(Mustâd) yerine göre ism-i fail ve ism-i mef’ûl olur. Avlayana sülâsîden (Sâid) ve avlanana
(Masîd) denir. (Sayyad) avcıdır.
344
Balık zebîha değildir.
345
Hayvânât-ı ehliyyenin müstevhişi -meselâ azgın manda yâhud deve- dahî bu hükümdedir.
Alışkın âhû ise bil’akis zebh-i ihtiyarî ile mezbûh olmak lâzımdır.
346
Kesip kan akıtıcı her şey’ ve hattâ cam ve keskin taş veya kamış bıçağın -bulunmadığı yerde-
kaaim-makaamıdır. Kör bıçakla boğazlamak ve hayvanı yatırdıktan sonra bıçak bilemek, ve
boğazlamakta hayvanın murdar iliğini dahî koparmak ve kellesini kesip almak ve hayvanı ölmeden
yüzmek mekruhtur.
347
Bunların dördüne birden (evdâç) ta’bîr olunmakla (zebh) kat’-ı evdâç etmekten ibaret olur.
Evdâcın üçünü -gırtlak, oluk, bir tarafın şah damarını- kesmek dahî kâfidir.

100
zekâttır. İsm-i mef’ûl bünyesiyle (müzekkâ) mezbûh mâ’nâsınadır. Hayvânât-ı
me’kûle’nin helâliyyet-i eklinde zekât şarttır. Tezkiye olunmadık hayvanın ekli helâl
değildir. Gerek kendiliğinden veya bir tehlike yüzünden 348 ölmüş, gerek başına tokmak
vurularak, yâhud boğularak ölmüş olsun.

Helâliyyet-i ekl için zekât şart olduğu gibi, zekâtın veçh-i şer’î üzere olması dahî şarttır.

Veçh-i şer’î üzere zekât: Müslimden ve ehl-i kitâb’dan 349 maa’l-Besmele 350 sâdır olan
zekâttır. Zebh-i ihtiyarîde anın mevzi-i meşrûunda vâki’ olması dahî veçh-i şer’îsidir.
Enseden boğazlanan hayvan veçh-i şer’î üzere tezkiye olunmuş olmaz. Putperetsin ve
ateşperestin ve mürteddin 351 ve dinsizin kestiği yenmez.

Kesen müslim veya kitabînin erkek olması şart değildir: Kadının ve sabiyy-i âkilin dahî
kestiği yenir.

Hayvânât-ı Me’kûle = Eti Yenen Hayvanlar

Ehliyyeden: ganem = koyun ve keçi, bakar = sığır ve manda, deve.

Vahşiyyeden: tavşan, geyik, karaca, dağ keçisi, bakar-ı vahş.

Tuyûr-ı ehliyyeden: Hindiye dahî şâmil olmak üzere tavuk ve vahşisine dahî şâmil olmak
üzere kaz, ördek.

Tuyûr-ı vahşiyyeden: Serçe, bıldırcın, güvercin, ilâ âhirihî. mâıyyu’l-mevlıd olanlardan


yalnız balık cinsi.

Hayvânât-ı Gayr-i Me’kûle = Eti Yenmeyen Hayvanlar

Ehliyyeden: at, eşek, ester, kedi, köpek.

Vahşiyyeden: kurd, çakal, maymun gibi canavar cinsi. Fâre, köstebek, gelincik,
kertenkele, solucan, yılan, akreb, kirpi, kamlumbağa, tosbağa, kurbağa misillû haşerât.

Tuyûr-ı vahşiyyeden: Doğan, papağan, çaylak gibi et ekl edici ve kartal, karga ve leylek
gibi lâşe, ve necaset yeyici ve sinek ve arı ve kelebek -çekirge müstesna olmak üzere-
bilcümle böcek.

Udhiyye = Kurbân

Iyd-i Edhâ’da’ kesilen hayvandır ki (Kurbân) ta’bîr olunur. Hayvânat-ı ehliyye-i


me’kûlenin şu üç nev’ine münhasırdır: Ibil, bakar, ganem.

(İbil) deve cinsidir. (Bakar) sığıra, mandaya şâmildir. (Ganem) koyun ve keçi demektir.
Kurbân olmak için bunların dişisi erkeğine müsavidir. 352 Boynuzlu nev’inin boynuzu

348
Sayd-ı bahrî bundan müstesnadır.
349
(Ehl-i kitâb): Yahudilerle Hıristiyânlardır. Müfredinde (kitabî) denir.
350
(Besmele): Bismi’llâh, yâhud Yâ Allah, veyâhud Allâhu Ekber, gibi zikr-i hâlis ile Cenâb-ı Hakkı
yâdeylemektir. (Er-Rahmâni-rRahîm) mevkii değildir. Besmele zebh-i ihtiyarîde zebhe mübaşeret
ederken ve zebh-i ıztırârîde tüfengi atarken yâhud kelbi salıverirken söylenir.
351
(Mürtedd): Dîn-i islâm’dan dönendir. Hangi dîne girerse girsin ister ise bî-dîn kalsın.
352
Devenin ancak beş seneliği ve sığır ve mandanın iki seneliği ve koyunun ve keçinin bir seneliği
kurbân olur. Hassaten koyunun gösterişli olan altı aylığı dahî kurbanlığa kifayet eder. Bir koç veya
teke ne kadar yaşlı ve cesametli dahî olsa bir kişiden ziyâdeye kurbân olamaz. Amma bir deve veya

101
olmamak veyâhud boynuzunun birazı kırık bulunmak mâni’ değildir.

Kulaksız, yâhud gözsüz ve hattâ bir gözlü olmak ve dişsiz bulunmak mâni’dir.

Mahall-i zebhe yürüyemiyecek derecede topallık veya hastalık ve pek lâğarlık ve kulağının
veya kuyruğunun kısm-ı ekserinde veya başlarında kopukluk dahî mâni’dir.

Kurbân kesmeğe (Tadhiye) ta’bîr olunur. Hür ve muktedir 353 olup da yolcu bulunmayan
müslim ve müslimeye tadhiye vâcibdir. 354 Terk-i vâcib günâhdır. 355

Elinden gelen, kurbânını kendisi keser. Elinden gelmiyorsa yanında bulunarak elinden
gelen bir müslime kestirir. 356 İbâdete gayr-i müslimi idhâl etmez.

Tadhiye eden kimse udhiyyesinin etinden hem yer ve hem yedirir. Kurbân eti kısmen
iddihâr ve kısmen tasadduk olunur. Temâmen alıkonulmak dahî caiz olur.

Kurbânın postu tasadduk da olunur, eve de alıkonulur. Demirbaş bir şey ile mübadele
dahî edilir. Satılıp parası alınmaz. Andan kasap ücreti de verilmez. İstihlâk olacak bir şey
ile mübadele dahî olunmaz.

Akıyka

Çocuk kurbânıdır 357 ki çocuğu olan kimse velâdetin yedinci günü 358 sabahı kurbanlık 359 bir
koyun (yâhud keçi) kesip bütünce pişirerek 360 fukaraya yedirir. Kendisi de yiyebilir.
Kaabileye dahî andan bir bud verir.

Bu mubâhâtdandır. Bunu insan kendisi için dahî yapabilir ki vaktiyle akıykası icra
edilmemiş olan kimse nefsi için bir koyun kesip fukaraya ıt’âm eder. 361

sığır yedi kişiye kadar iştirak kabul eder.


353
İktidar: Mâlik-i nısâb olmakladır. (Nısâb): Esas gınâ addolunan mikdâr-i mâldir ki gümüşe göre
ikiyüz dirhemdir. Deyinden ve havâic-i asliyyeden fariğ o mikdâr malı aynen veya kıymeten mâlik
olan kimse şer’an ganî addolunarak kendisine ahkâm-ı erbea teallûk eder: Vücûb-ı sadaka-i fıtır,”
vücûb-ı udhiyye, vücûb-i nafaka-i ekaarib, hürmet-i ahz-ı sadaka. Bu bâbda nemâ ve havelân şart
değildir.
354
Hadîs-i Şerîf de: “Sia-i hali olub da kurbân kesmeyen sakın bizim mescidimize yaklaşmasın”
buyurulmuştur. Zâten vâcib olduğu için tadhiye nezir olunamaz. Meğer ki mâ-fevka’l-vâcibi nezir
etmiş ola. Cinsinden vâcib bulunduğuna mebnî hastasının afiyet bulması gibi bir şarta ta’lîkan veya
bilâ ta’lîk kurbân zebhini nezr etmek sahih ve muktezâsını ifâ vâcib olur. Türbelere kurbân nezri
sahîh değildir. Kitâb-ı Savm’ımızın sonuna mürâceat olunsun.
355
Vâcib olan: Tadhiyedir, ya’nî kurbânı diri olarak tasadduk etmekle vâcib yerine gelmiş olmaz.
Demi” irâka olunduktan sonra kurbân temâmen tasadduk edilebilir.
356
Kesmek için zebîha bahsindeki ihtarât-ı hâmişeyi unutmayınız.
357
(Akıyka) fil’asl çocuğun başındaki ana tüyüdür. Anı tıraş edip Kurbânın kanını çocuğun başına
sürmek âdet-i câhiliyyesi metruk ve mekrûhdur. Bu kurbâna da (Âkıyka) nâmına bedel (Nesîke)
yâhud (Zebîha) demek münâsibdir. Müştehir olduğu ism-i kadîmi verilmiştir.
358
Efdali budur. On dördüncü yâhud yirmi birinci günü ve daha evvel yâhud daha sonra da olur.
Kable’l-vilâde olmaz. Gece doğmuş ise ertesi sabahdan i’tibâr olunur. Zebh sabahleyin vakt-i
kerahet çıktıktan sonra olur.
359
Udhiyye babında beyân olunan mevâni’den hâli olan demektir.
360
Kemikleri kırılarak pişirilse de mekruh olmaz. Çocuğun halâvet-i tab’ına tefe’ülen tatlı ile
pişirilmek mesnûn olur. Kemâ fî Tenkiyhi’l-Hâmidiyye.
361
Peygamberimiz sallâ’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri bi’set-i seniyyelerinden sonra
kendileri için ve sibteyn-i mükerremeynin velâdetlerinde anlar için akıyka etmişlerdir. Kemâ fî

102
Kız çocuk için bir koyun ve erkek çocuk için iki koyun kesilmek dahî vardır. Hîn-i zebhde
peder veyâhud valide “Yâ Rab bu benim çocuğumun akıykasıdır. Anın nâr-ı düzenden
fidye-i necatı olsun” diye duâ eder.

‫ يوم الثلاثاء‬١٣٢٨ ‫ سفر سنه‬١١ ‫نجز بحمده تعلى فى‬


Allah’ın inâyetiyle 1328 senesi Sefer ayının 11 inci Salı günü bitti.

Tenkıyhi’l-Hâmidiyye.
(Akıyka) Hindiyye’nin cild-i hamisinden 316 ncı sahîfesindedir.

103
M ah t a s ar

KİTÂBÜ’Z - ZEKÂT (Zekât Bahsi)

104
‫الرحيم‬ ِ ‫بسم ا‬
ِ ٰ ْ َّ ‫لله‬
ِ ٖ َّ ‫الرحمن‬ ِ ِْ
Kitabü’z-zekât 362 = Zekât Bahsi

İbâdetin mâlîsi olan (Sadaka) -ki muhtâcîne sevab için verilen şeydir- anı vermeğe
(tasadduk) ta’bîr olunur. Farz ve gayr-i farz olmaktan hâli olmayıp anın farz olanı
zekâttır. Farz olmayanı ya vâcib veya müstehabtır. Müstehab olan: Tatavvuan verilen
sadakaattır. Akrebden bed’ile müslim ve gayr-i müslim kime olsa az çok verilir. 363
Sadaka-i muta-tavviada şer’an muayyen mahal ve mikdar olmadığından andan bahse
lüzum yoktur. Sadaka-i vacibe ya vâcib li-aynihî veya vâcib li-gayrihîdir.

Vâcib li-gayrihî îcab-ı abd ile vâcib olandır ki o da sadaka-i menzûredir. Şu kadar mal
veya şu kadar kuruş tasadduk etmeği nezr eden kimseye o mikdârı tasadduk etmek
vâcibtir. Bunda ta’yîn-i şahıs ve ta’yîn-i mal mülgadır: Filân fakire diye edilen nezri başka
bir fakire vermek caiz olduğu gibi şu malı, şu parayı diye tayin ettiği mal ve akça
cinsinden başka bir malı ve akçayı tasadduk etmek dahî caizdir. Mâlik-i nisâb olana göre

362

‫كا انللمال زكاة فانشا يقول‬ ‫عن بعضهم ان للجاه زكاة‬


Tercemesi:
Malın zekâtı olduğu gibi, işgal edilen mevkiin de zekâtı olduğu bâzılarından rivayet edilerek şöyle
deniyor:

‫وزكاة جاهى ان ُاعين واشفعا‬ ‫فرضت على زكاة ما ملكت يدى‬


ْ
‫فاجهد بوسعك كله ان تنفعا‬ ‫فاذا ملكت فجد فان لم تستطع‬
‫اھ من ٓاخر المجموعة التى فيها كتاب العالم والمتعلم لا ما منا العظم‬
Sahibi olduğum malın zekâtı bana farz kılındı. Mevkiimin zekâtı ise başkalarına yardımda
bulunmaklığım, şefaat etmekliğimdir.
Sen de bir mevki’ sahibi olursan böyle yap. Şâyed buna muktedir olamazsan bâri bütün imkânlarını
kullanarak etrafına faydalı olmaya çalış.
Mesnevî:

‫واز زنا افتد وبا اندر جهات‬ ‫ابر برنايد پى منع زكات‬
‫ٓان زبى باكى وكستا حيست هم‬ ‫توا يد از ظلمات وغم‬
ٓ ‫هر چه با‬
Tercemesi:
Zekât kalkınca, artık bulut gelmez (yağmur yağmaz) olur. Zinâ yüzünden her tarafı (maddî
ma’nevî) veba kaplar.
Karanlık ve kaygı adına başına ne geldiyse hepsi kirlilikten ve had tanımamaktandır.
363

ُّ ِ ُ ‫الله‬
‫يحب‬ َ ‫ان‬َّ ِ ‫اليهم‬
ْ ِ ْ َ ِ ‫وتقسطوا‬
ُ ِ ْ ُ َ ‫تبروهم‬
ْ ُ ُّ َ َ ‫دياركم َْان‬ ْ ِ ‫يخرجوكم‬
ْ ُ ِ َ ِ ‫من‬ ِ ّ ٖ ‫يقاتلوكم ِفى‬
ْ َ َ ‫الدين‬
ْ ُ ُ ِ ْ ُ ‫ولم‬ ْ ُ ُ ِ َ ُ ‫الذين َْلم‬
َ ٖ َّ ‫عن‬ِ َ ‫الله‬ ُ ُ ٰ ْ َ ‫َلا‬
ُ ‫ينهيكم‬
ْ ُ ِ َ ْ ِ ‫على‬
‫اخراجكم َْان‬ ْ ُ ِ َ ِ ‫من‬
ُ َ َ َ ‫دياركم‬
ٰ َ ‫وظاهروا‬ ْ ِ ‫واخرجوكم‬ ِ ّ ٖ ‫قاتلوكم ِفى‬
ْ ُ ُ َ ْ َ َ ‫الدين‬ َ ٖ َّ ‫عن‬
ْ ُ ُ َ َ ‫الذين‬ ِ َ ‫الله‬ ُ ُ ٰ ْ َ ‫انما‬
ُ ‫ينهيكم‬ َ َّ ِ .‫المقسطين‬
َ ٖ ِ ُْْ
َ ُ ِ َّ ‫هم‬
.‫الظالمون‬ َ ِ ٰ ُ َ ‫يتولهم‬
ُ ُ ‫فاولئك‬ ْ ُ َّ َ َ َ ‫ومن‬ ْ ُ ْ َّ َ َ
ْ َ َ ‫تولوهم‬

105
zâten farz veya vâcib olan zekâtı veya sadaka-i fıtri nezr etmek mâ’nâsızdır. Mahall-i
sarf-ı menzur ana ihtiyâcı olan fukara olduğundan ihtiyâcı olmayanlara nezr i’tâsı caiz
değildir. Filân medfûna mum yakmak gibi emvât için olan nezrin de sıhhati yoktur. Vâcib
li-aynihî: Sadaka-i fıtırdır. 364

Sadaka-i Fıtır = Fitre

Pıtır gününün sadakası ma’nâsına olarak Ramazân Bayramı’nı geçirmemek üzere verilen
sadakadır. Ana (Sadakatü’r-Re’s) ve (Zekâtü’r-Re’s) ve (Zekâtü’l-Fıtr) ve (Zekât-ı
Ramazân ve (Zekâtü’s-Sıyam) ve müvelled olarak (El-Fıtra) dahî denir. 365

Sadaka-i Fıtr’ın vakt-i vücûbu Yevm-i Fıtır sabahıdır ki Şevvâl’in ilk gününün tulû’i
fecrinden i’tibâren vâcibü’l-i’tâ olur. Andan mukaddem veya muahher olarak dahî
verilebilir. Vakt-i istihbâbı bayram namazına çıkılmadan evvelcedir.

Sadaka-i fıtr’ın cins ve mikdârı şer’an muayyendir ki dört cins şeyden verilir: Buğday,
arpa, kuru hurma kuru üzüm.

Arpa ve hurma ve üzümün mikdârı bin kırk dirhemdir. Buğdayın mikdârı beşyüz yirmi
dirhemdir. Arpa ve buğdayın mezkûrü’l-mikdâr unu dahî verilir. Un i’tâsı aynen arpa ve
buğday i’tâsından elbette evlâ olduğu gibi kıymet i’tâsı dahî tenevvü-i hâcâta mebnî
hepsinden a’lâdır.

Veren müslim-i ganîdir. Verilen müslim-i fakîrdir.Ganî: beyân-ı âlîveçhile mâlik-i nısâb
olandır. Fakîr: olveçhile mâlik-i nısâb olmayandır. Nısâb: Gümüşten ikiyüz dirhemdir.
Deynden ve havâyic-i asliyyeden hâlî olarak o mikdâr mala veya anın kıymetine mâlik
olan hür müslim-i ganî sadaka-i fıtır i’tâsiyle mükelleftir.

Sabî ve mecnûn dahî olsa velîleri anların kendi mallarından i’tâ eder. Hür müslim-i
mükellef hem kendi nefsi hem de nâ-bâliğ ve bî-mâl bulunan çocukları ve ticâret için
olmayan köle veya cariyeleri için her sene birer sadaka-i fıtır verir. Sâim olamayıp fidye
vermekte olan pîr-i fânî dahî sadaka-i fıtri verir.

Sadaka-i fıtır ganîye ve gayr-i müslime verilmediği gibi usûl fürû’dan olan fakire dahî
verilmez. Verilir iken yâhud verilmek üzere ayrılır iken niyyet olunur. Alan fakirin anı
sadaka-i fıtır olmak üzere bilerek alması ve “Aldım kabul ettim.” demesi lâzım değildir.

Zekât

Ki -îbâdet-i mâliyeden olan sadakanın mektûbe kısmıdır- fakîr-i müslim-i gayr-i Hâşimî’ye
seneden seneye verilmesi ganîz 366 olan müslim-i hür mükellefe farz-ı ayın bulunan cüz’ü
mâldir. 367 Emvalin nukûd ve uruz ve sevâim ve zürû’ nevi’lerine taallûk eder. Mütealliki

364
Nefakaat-ı vâcibeyi Kitâb-ı Münâkehâtımızın Bâb-ı Nafaka ve Iddesinde zikretmişizdir. Anlar
muûn yâhud a’vâza şebîh sıladır. Mal olmayan şey mukaabilinde maldan vâcib olan her şey (sıla)
dır. Gerek şebîh müennes olsun: nafaka-i karîb gibi. Gerek şebîh” ivaz olsun: Nafakâ-i zevce gibi.
Gerek şebîh ceza olsun: diyet gibi. Nitekim usûl okuyanların malûmudur. Keffâre bil-mâl dahî vâcib
li’aynihî kısmındandır ki îcâb-ı Hak ile vâcibdir. Burada anlardan ya’nî keffâret envâından da bahis
yoktur.
365
Nitekim Kudûrî’de ve metn-i Kuhistânî’de öylece mezkûr ve ibârât-ı Dürr-i Muhtar da me’hûzdur.
Hilkat ma’nâsına olan fıtrata hami ile muzâf takdir olunarak “Zekâtü’l-Beden” ma’nâsı verilmiş ve
“Sadakatü’r-Re’s” demek gibi olmuştur. ( ‫)كما فى المصباح والقهستانى‬
366
Ta’rîf olunmuştur.
367
O cüz’ü o fakire temlîkden ibaret olmak üzere dahî ta’rîf olunur.

106
i’tibâriyle o cüz’ mütefâvit olur. Zekât vermeğe (Tezkiye), veren kimseye ism-i fail
sîgasiyle (Müzekkî), zekâtı verilen mala ism-i mef’ul sîgasiyle (Müzekkâ) denilir.

Çünkü etmiş seni hak ehl-i nısâb

Sen de et tezkiye-i mâle şitâb

Zekât-ı Nukût ve Uruz = Para ve Ticâret Eşyasının Zekâtı

Nukûddan murâd: Meşkûk olsun olmasın mutlak altın ve gümüştür. Urûzdan murâd:
Emtia-ı ticârettir. 368 Bunların zekâtı aynen veya kıymeten rub-u öşürdür ki kırkta birdir.
Zekâtın şurût-ı vücûb ve esbâb-ı lüzumu sekizdir. Dördü nefs-i müzekkîye ve dördü mâl-i
müzekkâya âiddir.

Nefs-i müzekkîye âid olan şurût şunlardır: İslâm, hürriyyet, akıl, bulûğ.

Mâl-i müzekkâya âid olan şurût şunlardır: Nısâb, havelân-ı havl, hulûv ani’d-deyn,
helâliyet.

Şürût-i mezkûreye binâen müslim olmayan yâhud hür bulunmayan veyâhud mecnûn
veya ma’tûh olan yahut nâ-bâliğ bulunan kimse zekât ile mükellef olmadığı gibi âkil ve
baliğ olan hür müslim dahî nisaba mâlik olmadıkça zekât ile mükellef olmaz. Zekât-ı zürû’
olan öşürden mâada zekât envâının hepsinde nısâb mu’teberdir.

Altının nisabı yirmi miskaldir. Gümüşün nisabı ikiyüz dirhemdir. Metâ-ı ticâretin nisabı,
kıymeti altın veya gümüş nisâbına baliğ olmakdır. (Nısâb-ı sevâim zekât-ı sevâim
faslındadır.)

Zekât rub’-ı öşür olmakla her yirmi miskal altında seneden seneye yarım miskal altın ve
her iki yüz dirhem gümüşde beş dirhem gümüş ve metâ-ı ticârette o mikdâr kıymet
verilir. Nisabın mâdûnu ma’rûz-ı zekât olmadığı gibi nisabın fazlası dahî humsuna baliğ
olmadıkça zekâta ma’rûz olmaz. Kırkta bir hesabiyle her hums ma’rûz-ı zekât olur. ikiyüz
dirhemin humsu kırk dirhem ve yirmi miskalin humsu dört miskaldir. Bir miskal yirmi
kırat olmakla tamam-ı nisâbdan sonra her dört miskal altında iki kırat altın ve her kırk
dirhem gümüşte bir dirhem gümüş zekât verilir. Nisabın nâmî ve havlî ve deynden hâlî
olması lâzımdır.

(Nâmî) nemadan ism-i fail olmakla nisabın nâmî olması sâlih-i nemâ ve tezâyüd olması
demektir ki o da mal kendi sahibi yâhud naibi yedinde bulunmakla olur. Beyyinesi
olmayan deyn münker ve gasb veya müsadere suretiyle sahibi yedinden çıkmış veya
denize batmış mal gibi kıyâm-ı mülk ile beraber kendisine vusul müteazzir olan emvalde -
ki cidar vezninde (dımâr) ta’bîr olunur- nemâ olamayacağında anlar sahibi eline geçmekle
muzmer ve gâib olduğu müddetin zekâtı olmaz. Zekât-ı deyn atîde mübeyyendir.

Havli olması: Yıllanması ya’nî üzerinden bir sene-i kameriyye aşmış bulunması demektir.

(Havelân-ı havl) ta’bîrinden murâd işte budur. Ve her nev’in nisabında mu’teberdir. Şart-ı
havelân nısâb-ı aslî içindir. Sene içinde istifâde olunan mal dahî mevcûd-i aslîye
zammolunarak tamam-ı havl-i aslîde cümlesinin zekâtı verilir. 369

368
Kast-ı ticâret ile müttehaz olan hayvanâta dahî şâmildir. Zekât-ı savâime” bakınız. Mâl-i tacir:
Keylî ve veznî ve zirâi ve sınaî ve adedî ve gayr-i adedî ve mislî ve kıyemî olabilir.
369
Netf’de demiştir ki mâl-ı müstefâd dört veçh üzeredir: Birincisi malı mâdûne’n-nısâb olan kimse
sene esnasında istifâde ettiği mal ile kâmilü’n-nısâb olmaktır ki anın senesi nisabın tamâm bulduğu
vakitten ibtidâ eder. İkincisi kâmilü’n-nısâb olarak mâlik-i mâl olan kimse mâl-i aslîsi yıllandıktan
sonra istifâde-i mâl etmiş olmaktır ki bunda mâl-i müstefâdm senesi vakt-i istifâdeden ibtidâ eder.

107
Deynden hâlî olması: Sâhib-i nisabın üzerinde nisabını müstağrık kul borcu olmaması
demektir. Kul borcu: Cihet-i ibâddan metâlibi olan borçtur ki nezir ve keffâret ve hac
borcu gibi cihet-i ibâddan metâlibi bulunmayan borçtan ihtirazdır. Gerek karz ve semen-i
mebî’ ve damân-ı mütlef ve kefalet ve zevcesinin mehr-i muacceli gibi hukûk-ı ibâddan
olsun ve gerek zekât ve galle-i hâsılanın öşrü gibi hukûku’llahdan bulunsun nisabı
müstağrık oldukça zekât lâzım gelmez.

Eğer deyninden fazla malı var ve hadd-i nisaba baliğ ise havl-i havelânda anın zekâtını
verir. Nisabın deynden hâli olması şart olduğu gibi havâic-i asliyye hâricinde olması dahî
şarttır. Nafaka, mesken (ev, dükkân, mağaza) elbise, ev eşyası, san’at edevatı, rükûb
dabbesi, hizmet kölesi, kitâb, silâh havâic-i asliyyedendir.

Alacak hadd-i nısâbda oldukça zekâta ma’rûz olur. Alacak ve verecek mamalarında
ezdâddan olan (deyn) burada mâ’nâ-yı evvele mahmul olarak üç kısım i’tibâr olunmuştur:

Deyn-i kavî, deyn-i vasat, deyn-i zaîf.

Deyn-i kavî: Karz ve bedel-i ticâret olan alacaktır. Bu nev’i alacağın medyunu münkir
olmadıkça gerek melî’ gerek müflis olsun 370 anı dâin kabzettiği vakit sinîn-i mâziyesi
zekâtını verir. Vücûb-i edâ kırk dirhemden ekal olmamak üzere me’hûz vukuuna teahhür
eder.

Deyn-i vasat: Ticâret için olmayan satış bedelinin alacağıdır. Bu nevi’ alacağın dahî sinîn-i
mâziyesi zekâtı verilir. Şu kadar ki vücûb-i edâ bir nısâb-ı kâmil ahzına teahhür eder.

Deyn-i zaîf: Bir şeyden bedel olmayarak zimmette kalandır. Zevcenin zimmet-i zevcde
kalan mehr-i müecceli ve mûsâlehin zimem-i veresede kalan alacağı ve zevc-i muhalim
zimmet-i zevcede kalan bedel-i muhâleası gibi 371 ki bunlar ba’de’l-kabz hadd-i nısâbda
olarak yıllandıktan sonra zekât lâzım olur. Güzeşte seneler için bunlara zekât yoktur.

Şart-ı helâliyyete gelince: Zekâtın vücûbu için nısâbin helâl olması da şartdır. Ve haram
mala zekât terettüb etmez. Mâl-i haram hasmı hâzır ise tamamen ana verilmek, değil ise
tamamen tasadduk edilmek lâzımdır.

Vücûb-i zekâtta zükûret şart değildir. Şurût-ı vücûb kendisinde tahakkuk etmiş olan kadın
dahî zekât vermekle mükelleftir.

Zekâtın sıhhat-i edasının şartı müzekkî niyyet eylemektir. Hîn-i niyyette fakirin hâzır-ı
bi’l-meclis olması ve kendisine verilen şey’in zekât olduğunu bilmesi şart değildir. Şu
kadar ki sadaka-i tatavvu’da ihfâ ve isrâr ve sadaka-i mektûbede i’lân ve izhâr efdaldir.

Üçüncüsü kâmilü’n-nısâb mala mâlik olan kimse havelân-ı havlden evvel malının cinsinden olmayan
mâl-i dîğer istifâde etmiş olmaktır ki o kimse cins-i dîğer olarak kazandığı malı dahî mâl-i aslîsine
zam ile hesâb eder ( ‫ولعل هذا فى غير السوائم اما فيها كابل مع شياه فلا يضم كما نقلنا فى لاصل عن ط على‬
‫)الدر‬. Dördüncüsü kâmilü’n nısâb olan kimse havelân-ı havlden evvel kendi malı cinsinden mal
istifâde etmiş olmaktır ki o dahî mâl-i müstefâdını mâl-i aslîsine zam ile sene tamâmında cümlesinin
zekâtını verir. İntehâ.
370
Medyun münkir oldukça beyyine olsa bile zekât yoktur. Çünkü her beyyine makbul olmaz, her
kadı da adalet etmez.
371

‫وكذلك الصلح من دم العمد والدية وبدل الكتابة والاستسعاء وهذا التقسيم عند الامام واوجبا عن المقبوض من‬
‫كثيرا‬
ً ‫ قليلا او‬:‫الديون الثلاثة بحسابه مطلقا‬

108
Zekâtın müteallakı olan emval şu envâ’dır: Sevâim, nukûd,uruz, zürû’.

Zekât-ı Sevâim

Hayvanât zekâtı demektir. Anın dahî esbâb-ı vücûbu zekât-ı nukûd ve urûzun esbâb-ı
vücûbu gibidir. Fazla olarak bunda sâime olmak dahî şart-ı vücûbdur. (Sâime) alûfenin
zıddıdır. Ahırda ve mer’â parası verilerek çayırda beslenilen hayvana feth-i ayn ile (Alûfe)
ve kırlarda yayılan hayvana (Sâime) denir. 372 (Sevâim) işte anın cem’idir. Sâimelik ve
alûfelik senenin ekser müddeti i’tibâriyledir. Senenin ekser müddetinde ve hattâ nısfında
alefhâr 373 olan hayvanlar sâime sayılmaz. Sâimenin de veçhi âtî üzere urda-i zekât
olmasında mahzâ süt vermek ve üremek için edinilmiş olması şarttır. Binmek veya yük
yükletmek veyâhud ticâret etmek için olanında alûfe gibi urûz ahkâmı cereyan eder ki
niyyet-i ticâret ile müttehaz olan urûzun nısâb-ı kıyemîsinden kırkta biri seneden seneye
kıymeten zekât olur. Sevâimin zekâtı berveçhi âtî adet i’tibâriyledir. Ve şu üç nev’e
mahsûstur: İbil, bakar, ganem.

Atlar ve esterler ve himârlar sâime dahî olsa veçh-i âtî üzere urda-i zekât olmaz. 374
Anların ticâret için olanından hayvânât-ı sâimenin 375 ticâret kasdiyle müttehaz olanında
olduğu gibi emtia-i ticâret veçhile zekât verilir.

Zekât-ı İbil = Deveden Verilecek Zekât

Devenin nisabı beş olmaktır. Beşten ekal olan develerin zekâtı yoktur.

Beş sâime devesi olan müslim-i mükellef seneden seneye deve zekâtı olmak üzere bir şat
[koyun veya keçi 376] verir.

Beşten yirmi beşe kadar her beşte bir şat verilir. İki nısâb mabeyni ma’füv olur.

Develerin adedi tam yirmi beş oldukta zekât olarak bir bint-i mahâd (iki yaşma girmiş bir
dişi deve) verilir.

Yirmi beşten otuz beşe kadar verilecek zekât budur. Develer otuz altı oldukta bir bint-i
lebûn (üç yaşına girmiş bir dişi deve) verilir. Otuz altıdan kırk beşe kadar verilecek zekât
budur. Develer kırk altı oldukta bir hıkka (dört yaşma girmiş bir dişi deve) verilir. Kırk
altıdan altmışa kadar verilecek zekât budur. Develer altmış bir oldukta bir cezea (beş
yaşına girmiş bir dişi deve) verilir. Altmış birden yetmiş beşe kadar verilecek zekât budur.
Develer yetmiş altı oldukta iki bint-i lebûn verilir. Yetmiş altıdan doksana kadar verilecek
zekât budur. Develer doksan bir oldukta iki hıkka verilir. Doksan birden yüz yirmiye kadar
verilecek zekât budur. Yüz yirmi deveden sonra iki hıkka ile beraber her beş devede bir
şat verilip develerin adedi yüz kırk beş oldukta iki hıkka ile bir bint-i mahâd verilmek

372
Te’nîsi mâşiye gibidir. (Mal) ki insanın her mâlik olduğu şeydir. Ehl-i bâdiye indinde me vâsidir.
373
Yem yeyici demektir ki merâî-i gayr-i mubâhade çayır parası verilerek beslenenlere dahî
şâmildir.
374

‫وفى الخيل زكاة عند اما منا الاعظم فى كل فرس ديانر او عشرة دراهم او يقومها فيعطى من كل ماتى درهم‬
.‫ كما فى الهنديه وغيرها‬.‫ ولكن الفتوي على قولهما فى عدم الزكاة فيها‬.‫خمسة دراهم كما فى النتف‬
375

‫من طير وما شية ما عدا الخنزير‬


376
Erkeğe ve dişiye şâmildir.

109
lâzımgelir. Yüz elli devede üç hıkka verilir. Yüzelliden sonra ferîza istinaf olunup üç hıkka
ile beraber her beş devede bir şat verilir. Yirmi beşde ya’nî develerin adedi yüz yetmiş
beş oldukta üç hıkka ile bir bint-i mahâd ve otuz altıda ya’nî develer yüz seksen altı
oldukta üç hıkka ile bir bint-i lebûn ve yüz doksan altı devede dört hıkka verilir. İki yüz
deveye kadar zekât budur. İki yüz devenin zekâtını dilerse her ellide bir hıkka olmak
üzere dört hıkka verir, dilerse her kırk devede bir bint-i lebûn olmak hesabiyle beş bint-i
lebûn verir. İki yüz deveden sonra ferîza istinaf olunup yüz elliden sonra olan hesâb
veçhile başlanır. Lüzûm-ı zekâtta her nevi’ deve birdir. Küçükleri ve körleri dâhil-i ta’dâd
olsa da anlar zekât olarak verilmez.

En güzideleri dahî alınmaz. Vasatları verilir.

Zekât-ı Bakar = Sığırın Zekâtı

Bu bâbda bakar camusa dahî şâmildir. Sığır ve manda nev’inin nisabı otuz olmaktır.
Otuzdan ekâl olan bakar nev’ine zekât yoktur. Otuz sâime bakarı olan müslim-i mükellef
seneden seneye bakar zekâtı olarak bir tebî’ veya tebîa (tam bir senelik erkek veya dişi
buzağı) verir. Otuzdan kırka kadar zekât budur.

Bakarın adedi tam kırk olduğunda bir müsin veya müsinne (tam iki senelik erkek veya
dişi dana) verir. Altmışta iki tebî’ veya tebîa verilir. Altmıştan sonra kırklar ve otuzlar
i’tibâr olunur, ki her kırkta bir müsin veya müsinne ve her otuzda bir tebi’ veya tebîa
verilir. Yetmişte bir müsin veya müsinne ile bir tebî’ veya tebîa ve seksende iki müsin
veya müsinne ve doksanda üç tebî’ veya tebîa ve yüz de bir müsin veya müsinne ile iki
tebî’ veya tebîa verilir.

Bakarın adedi yüz yirmi olmak gibi müsinne veya tebîa takdirini muhtemel oldukta i’tâ-i
zekâtta dahî tahyîr hâsıl olup müzekkî dilerse her kırkta bir müsinne olmak üzere üç
müsinne ve dilerse her otuzda bir tebîa olmak üzere dört tebîa verir.

İnek ve öküz ile manda karışık olan bakar-ı sâimenin zekâtı anların ağlebinden alınır.
Matlûb yaşta hayvan verilmez ise ednâda maa’l-fark verilir. A’lânm farkı geri alınır.

Zekât-ı Ganem = Koyun - Keçinin Zekâtı

Koyun ve keçi nev’inin nisabı kırk olmaktır. Kırktan ekal olan ganem nev’ine zekât yoktur.
Kırk sâime ganemi olan müslim-i mükellef seneden seneye ganem zekâtı olmak üzere bir
şat verir. Kırtan yüz yirmiye kadar zekât-ı ganem budur.

Yüz yirmi bir ganemin zekâtı iki yüze kadar iki sattır. Aded-i ganem ikiyüzü geçer ise
ikiyüz birden üçyüz doksan dokuza kadar üç şat verilir. Dörtyüz oldukta dört şat ilâ
âhirihî.. verilir ki aradakiler ma’füv olmak üzere her yüzde bir şat arttırılır.

İbilde olsun bakarda veya ganemde olsun bir yaşından aşağı olan küçüklere ve kuzulara
müstekıllen zekât terettüb etmez. Ancak anlar sürüde dâhil-i ta’dâd olur.

İçlerinde yalnız bir büyük bile olsa nısâblarına zekât taallûk eder. Ve zekât olarak o büyük
ahzolunur. Meğer ki pek güzîde ola. O halde ana bedel bir şât-ı vasat verilir. Her nevi’de
zekât olarak aynen verilecek hayvân-ı vasattır ki ednânm a’lâsı ve a’lânın ednâsıdır. Ayna
bedel def-i kıymet dahî caizdir. Mu’teber olan yevm-i edadaki kıymettir.

Zekât-ı Nukud - Altın ve Gümüşün Zekâtı

(Nukud) dan altın ve gümüş maksûddur. Gerek külçe, gerek sikke ve gerek huliy ve evânı
olsun. Nisabında olup üzerinden sene-i kameriyye aşdıkca zekâtı hesâb olunarak verilir.
(Zekât) rub’-ı öşürdür ki onda birin dörtte biridir = kırkta bir. Nısâb-ı nukud evvelce
gösterilmiştır. Kıymet i’tibariyle anlar yekdîğere zam olunabilir. Zekâtları dahî olveçhile

110
verilir.

Ziynet için olan elmasa, inciye zekât yok ise de altın ve gümüşten olan muzeyyenata,
nisabında oldukça zekât vardır.

Zekât-ı Uruz = Ticâret Eşyasının Zekâtı

(Uruz) dan nukûd ve sevâimin gayri olan emvâl-i ticâret maksûddur. Ticâret etmek
niyyetiyle edilen her mâl-i mütekavvim nakid nisabında oldukça sene be-sene ma’rûz-ı
zekât olur ki kıymetinin kırkta biri verilir.

Zekât-ı Zürû’ = Tarla Hâsılatının Zekâtı

Mezruât her ne olur ise anın zekâtı mahsûlün 377 onda biridir. 378 Bunda nısâb ve havelân
şart değildir. Bir tarlanın senede kaç mahsûlü olur ise o kadar da öşrü aranır. Simâr dahî
zürû’ gibidir. 379 Arz-ı mevkuf, ve zer’ ve simârın sahibi sabî veya mecnûn dahî olsa öşrü
alınır.

Balda dahî öşür vardır. Müzekkînin bilâ tavsiye vefatında ahz-ı zekât mümteni’ olur ise de
hasılât-ı arziyye kaaim oldukça sahibi vefat etse de öşür ahzolunur. Dolap ile sakyolunan
tarla ve bostan mahsûlünden nısıf ya’nî yirmide bir alınır.

Öşür dahî zekât gibi vezâif-i mâliye-i İslâmiyyedendir. Anı müslim; niyyet-i tâat ile te’diye
eder. İbâdeti mutazammın bir meûnettir. Arzın mahsûlüne taallûk eder. Masrûfât hesaba
konulmaz.

Zekâtta sinâ yoktur. (Sinâ) sâ’nın kesriyle ve elifin kasriyle tekrar ma’nâsınadır ki bir
senede bir maldan iki nevi’ zekât almak demektir. Dâne öşrü alındıktan sonra saman öşrü
alınmaz. Öşrü verilen üzümün zekâtı olmaz, bir kimse öşrünü verip niyyet-i ticâretle
deranbar ettiği mikdâr nısâb-ı hubûbun sene devrinde be-takrâr zekâtını vermez. 380
Amma anlardan hâsıl ettiği akça hadd-i nısâbda olur, ve üzerinden bir sene-i kameriyye
dahî devreder ise anın zekâtını verir.

Zekâtın mahall-i sarfı müslimînin âti’d-ta’dâd sunûf-ı zuafâsıdır. Gerek erkek, gerek
kadın, gerekse sabiyy-i mümeyyiz olsun: fakirler miskinler, mükâtebler, medyunlar,
munkati’ fi sebîli’llâh olanlar, ibn-i sebiller, âmiller.

Fakir: Zikrolunduğu üzere mâlik-i nısâb olmıyandır. Sahîhü’l-beden ve sâhib-i kisb olmak
ahz-ı zekâta mâni’ değildir.

Miskin: Hiç bir şey’i olmayan zavallıdır.

Mükâteb, muhâtab vezninde: rakabesini memlûkiyyetten tahlîs için efendisiyle bedel-i

377
Mahsûl lâfzının hâsıl ma’nâsına olduğu Kaamus’da mezkûrdur.
378
Bu (öşür) dür. Harâc ile içtimâ’ etmez.
379
Ev bahçelerinde yetişen meyva ve sebzenin öşrü olmaz.
380
Zeyd, tapu ile tasarrufunda olan vakıf tarlanın toprağında kiremid işlese, Zeyd toprağın
kıymetini zâmin (kefil) olurken mütevelliî “Kiremidin öşrünü ver” demeğe kaadir olur mu? El-cevâb:
Olmaz.

.‫ على افندى‬.‫اخذ التراب من ارض له قيمة ضمن القيمة انقض الارض اولا اھ‬
.‫ايضا وراء تلك الصفحة‬
ً ‫ ذكره على افندى‬.‫كوزا من تراب غيره فالكوز للمتخذ ويدمه قيمة التراب‬
ً ‫اتخذ‬

111
muayyen üzerine akidleşen köledir. *

Medyun: borcundan fazla nisaba ne de anın kıymetine mâlik olmayan borçludur.

Münkatı’ fi sebîli’llâh: Hac veya cihad için çıkıb da nafakasının nefâdı (tükenmesi) yâhud
hayvanının helaki sebebiyle yolda kalmış olandır. Gurabâ olan talebe-i ulûm dahî munkatı’
fî sebîli’llâh demektir.

İbn-i sebil: Yanında kendisini vatanına îsâl edecek parası bulunmayan yolcudur.

Âmil: Zekât tahsiline me’mûr olandır.

Bunlar müslim-i gayr-i Hâşimî olmak şartiyle masraf-ı zekâttir. Zekât bunlara temlik
olunur.

Temlîk: Menfeatini min külli’l-vücûh kendinden kat’ederek vermektir. Verilen kimsenin


fakir ya’nî ana muhtaç olması şart olduğu gibi fakirin dahî müzekkînin usûl fürûundan
olmaması ve beyinlerinde münâsebet-i zevciyyet yâhud mâlikiyyet ve memlûkiyyet
bulunmaması şarttır.

Anaya, babaya, büyük ana ve büyük babaya evlâda, ahfada zevceye zekât verilemez.
Zevce-i ganiyye dahî zevc-i fakirine zekât verememek müftâ-bihtir.Zekâtı, müzekkî kendi
kölesine ve cariyesine ve usûl ve fürûununköle veya cariyesine dahî veremez. (Haşimî):
Âl-i Resûl’den (aleyhi’s-selâtü ve’s-selâm) olandır. Anlara ve anların memlûk ve
mu’taklarmadahî zekât verilemez.

Mâl-i zekât binâ ve tâ’mîr-i mescid ve techîz-i meyyit gibi mesâlihe sarf olunamaz. Ya’nî
masraf-ı zekâtın gayrîye sarf olunan emvalniyyet dahî olunsa zekât yerine geçmez. Meğer
ki masrafına ba’de’t-temlîk o vâsıta ile o gibi hayır ve haseneye sarfedilmiş ola. O hâlde
hem müzekkî için sevâb-ı zekât hem de sarfeden fakir için sevâb-ı hasenat olur. Müzekkî
kendi medyunu bulunan fakirin zimmetini zekâta tuta ibra etmek dahî temlik
olmadığından zekât yerine geçmez. Meğer ki zekâtını o medyuna ba’dettemlik anı
alacağına tuta almış ola.

Âmil-i zekât ki ana tasdîk’den ism-i fail sîgasiyle (Musaddık) tâ’bir olunur. (Sâî) ve (âşir)e
şâmildir. Ve gayr-i Hâşimî olan ahrâr-ı müslimînden olmak lâzımdır.

(Sâî) mâl-i zekâtı emâkininde tahsil için dolaşandır. (Âşir) yolcuları Kuttâ-ı turuk
taarruzâtından bilhimâye emvâl-i ticâriyyedencibâyet için mevâkıa ikaame olunandır. îşte
o me’mûr kendisine mürur eden tüccâr-ı müslimînin bâliğ-ı nısâb olup havelân-ı havi hu-
sûliyle zekâtı müterettib olmuşken verilmemiş olan emvâl-i ticâriyyesinden kırkta birini ve
tüccâr-ı ehl-i zimmetin bâliğ-i nısâb olan emvâl-i ticâriyyesinden yirmide birini ve tüccâr-ı
ecânibin bâliğ-ı nısâb olan emvâl-i ticâriyyesinden anların bizim tüccarımızdan ne aldıkları
ma’lûmolmadığına göre onda birisini ve ma’lûm olduğuna göre o mikdârı ahze-der. Âşir’in
tüccâr-ı müslimînden aldığı zekât demektir. Mevzi-i zekâta vazolunur. Gayr-i müslimînden
aldığı, cizye mevziine vaz’olunur.Anınla zımmînin cizye-i re’si sakıt olmaz.

Hukûku’llâhın malî kısmında bir de hums vardır ki vezâif-i mâliyeden olmak i’tibâriyle
fukâha anı da Kitâbü’z-Zekât’a geçirmişlerdir. O da üç veçh üzeredir. Biri hums-ı ma’din
ve biri hums-ı kenz ve biri hums-ı ganimettir.

Ganimet ki düşmen-i harbîden alınan mâl-i ganâimdir. Beş pay edilip dördü mucâhidîn-i

*
Kitab-ı Münâkehât’ımızın Nikâh-ı Rakıyk faslına bakınız.

112
İslama verilir; bir payı Beytü’l-Mâl’e alınır. *

Ma’din ile kenz hicaz vezninde (rikâz) nâmiyle yâd olunur ki tahte’l-arz olan mal
demektir. Mâdeniyyât üç nevi’dir.

Bir nev’i muntabı’dır. Altın, gümüş, demir bakır, kurşun gibi.. Bir nev’i mâîdir: Zift, neft,
milh gibi.. Bir nev’i ne muntabı’ ne de mâîdir: Kireç, kömür, aşı, sürme, ahcâr-ı
mâdeniyye gibi..

Hums bunların yalnız muntabi’ kısmından alınır 381. Bulup işleten gerek müslim, gerek
tebeadan bulunan gayr-i müslim, hür veya gay-i hür erkek veya kadın olsun yâhud henüz
nâ-baliğ bulunsun.

Bakîsi yâ’nî beşde dördü bulanın kendisine âid olur. Ecnebî bilâ izin mübaşeret etmiş ise
bir şey alamaz, izin ile başladığına göre mukavele ettiğini alır.

Kenz ki murad definedir. Kimsenin mülkü olmayan arz-ı İslâmda medfûn bulunan
meskukât sikke-i ehl-i İslâm ise lukatadır. Sahibi zuhuruna deyin bulanda vedîa olur.
Haçlı yahut sûretli veya hiç âlâmetsiz olmak gibi sikke-i ehl-i İslâm değil ise anın humsu
alınır. Bakîsi bulanın olur. Medfûn olan şey meskukât olmadığına göre dahi hüküm budur.

Defîne bir kimsenin milkinde bulunduğuna göre meskûkât-ı ecnebiyyedahi olsa mülk
sahibi benimdir diye iddia ettikde kavliyle tasdik olunur. Benim mülkümdür diye iddia
etmediğine göre meskûkât-ı ecnebiyyeden ise humsu alınıp bakîsi hîn-i fetih’de o mülke
iptida kim mâlik olmuş idiyse ana yahut veresesine verilir. Mâlik-i evvel malum değil ise
cümleten Beytü’l-Mâl’e alınır. Mülk dâhilinde bulunan meskûkât-ı Islâmiyye sâhib-i
mülkün iddiasıyla anındır, iddiası olmaz ise lukatadır.

١٣٢٤ ‫نجز بحمده تعلى مختصر كتاب الزكاة صبيحة يوم السبت ثامن شوال سنة‬
Muhtasar Zekât Bahsi’nin yazılışı Allah’ın inâyetiyle 1324 senesi Şevvalinin 8 inci
Cumartesi günü sabahleyin sona erdi.

*
Âl-i Resul aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın andan hisseleri vardır.
381
Mâiât-ı ma’deniyye (mayi’ mâ’denler) ve ma’denıyyatın ne mâi’ ve ne muntabı’ olmayanına:
Elmasa, zümrüde, yakuta, pîrûzeye ve bahriyyâtdan balığa, esdâfa (sadetlere), inciye, mercan,
anbere bir şey terettüb etmez (bunlardan vergi alınmaz), İmâm Ebû-Yusuf kavlince incide ve
anberde hums (beşde bir) alınır.

‫كما فى النتف ويجب الخمس فى الزئبق كما فى الهنديه‬

113
İçindekiler

Medhal ............................................................................................................... 6

Müellifin Hayâtı ve Eserleri Hakkında Bilgi ................................................................ 2

Kitâbü’t-Tahâre = Temizlik Bahsi ............................................................................ 8

Miyâh = Sular ................................................................................................... 8

Mâ-i Mutlak.................................................................................................... 8

Mâ-i Mukayyed ............................................................................................... 9

Mâ-i Mutlak Aksamı = Mutlak Su Çeşitleri ........................................................... 9

Mâ-i Mukayyed Aksamı = Kayıtlı Suların Çeşidleri .............................................. 10

Taharri = Araştırma ...................................................................................... 10

Âbâr = Kuyular............................................................................................. 11

İsitincâ’, Istibrâ’, İstinkaa’ ................................................................................ 12

Vudû’ = Abdest ............................................................................................... 12

Sünen-i Vudû’ = Abdestin Sünnetleri ............................................................... 14

Müstehabbât-ı Vudû’ - Abdestin Müstehabları.................................................... 15

Mekrûhât-ı Vudû’ = Abdestin Mekruhları........................................................... 17

MÜfsİdât-ı Vudû’ = Abdesti Bozanlar................................................................ 17

Mesh Ale’l-Huffeyn = Mestler Üzerine Mesh....................................................... 18

Teyemmüm .................................................................................................... 21

Gusül............................................................................................................. 23

Farz Olan Gusül ............................................................................................ 23

Sünen-i Gusl = Guslün Sünnetleri ................................................................... 25

Müstehabbât-ı Gusül = Guslün Müstehabları ..................................................... 26

Mekrûhât-ı Gusül = Guslün Mekruhları ............................................................. 26

Müfsidât-ı Gusl = Guslü Bozan Şey’ler.............................................................. 26

Farz Olmayan Gusl........................................................................................ 26

Ahvâl-i Nisa’ = Kadınlık Halleri........................................................................... 28

A’zâr ve Ahkâm-ı Ma’zûrîn = Özürler ve Özürlülerin Tâbi’ Oldukları Hükümler ........... 29

Encâs = Pislikler .............................................................................................. 30

114
Mutahhirât = Temizleyici Şeyler......................................................................... 31

Kitâbü’s-Salât = Namaz Bahsi .............................................................................. 35

Salâvât-ı Mektûbe = Farz Olan Namazlar ............................................................ 35

Evkaat-ı Salât = Namaz Vakitleri..................................................................... 36

Evkaat-ı Müstehabbe = Müstehab Vakitler ........................................................ 36

Evkaat-ı Mekruha = Mekruh Vakitler ................................................................ 37

Ezân ve Kaamet ........................................................................................... 38

Cemâat ....................................................................................................... 40

İdrâk-i Ferîza = Farza Yetişmek ...................................................................... 45

Furûz-i Salât = Namazın Farzları ..................................................................... 47

Vâcibât-l Salât = Namazın Vâcibleri ................................................................. 48

Sücûd-ı Sehv = Sehiv Secdeleri ...................................................................... 50

Secde-i Tilâvet = Tilâvet Secdesi..................................................................... 51

Sünen-i Salât ............................................................................................... 51

Müstehabbât-ı Salât = Namazın Müstehabları.................................................... 54

Sıfat-ı Salât ................................................................................................. 55

Salât-ı Cum’a = Cum’a Namazı ....................................................................... 57

Hutbe ......................................................................................................... 58

Vitir ............................................................................................................... 59

Salât-ı lydeyn = Bayram Namazları .................................................................... 60

Kazâ-i Fevâit = Geçmiş Namazların ödenmesi ...................................................... 62

Nevâfil = Nafileler............................................................................................ 62

Teravih ....................................................................................................... 64

Salât-ı Marîz ve Misafir = Hastalık ve Yolculuk Hâlinde Namaz ................................ 65

Gemide Namaz................................................................................................ 66

Kâ’be’de Namaz .............................................................................................. 66

Meyyite Namaz = Cenaze İçin Kılınan Namaz....................................................... 66

Müfsidât-ı Salât = Namazı Bozan Şeyler.............................................................. 69

Mekrûhât-i Salât = Namazın Mekruhları .............................................................. 72

115
Ahkâm-ı Cenâiz = Cenaze İşlerine Âid Hükümler .................................................. 74

Hükm-i Şehîd ............................................................................................... 76

Kitâbü’s-Savm = Oruç Bahsi ................................................................................ 78

Aksâm-ı Savm = Oruc’un Nevi’leri...................................................................... 78

Savm-ı Mektûb = Farz Olan Oruç ....................................................................... 78

Sübût-ı Ramazân ve Şevval = Ramazân ve Şevval Aylarının İlk Günlerini Belli Etmek
.................................................................................................................. 78

Savm-ı Gayr-i Mektûb = Farz Olmayan Oruç........................................................ 79

Savm-ı Vâcib = Vâcib Olan Oruç ..................................................................... 79

Savm-ı Nefil = Nafile Oruç ............................................................................. 80

Savm-ı Mesnûn = Sünnet Olan Oruç ................................................................ 80

Savm-ı Mendûb = Mendûb Olan Oruç............................................................... 80

Savm-ı Mekruh = Mekruh Olan Oruç ................................................................ 80

Ahkâm-ı Savm = Orucun Hükümleri ................................................................... 81

Levâzım-ı Muftirât = Orucu Bozan Şeylerin Gerekli Kıldığı İşler ............................ 82

İskaat = Borcu Düşürmek .............................................................................. 82

Hacc ve Keyfiyyet-i Hacc ..................................................................................... 84

Mesâil-i Hac = Hac Mes’eleleri ........................................................................... 92

Haccın Farzları ................................................................................................ 92

Haccın Vâcibleri............................................................................................... 93

Haccın Sünnetleri ............................................................................................ 93

Haccın Âdabı................................................................................................... 94

Haccın Muhzûrâtı ............................................................................................. 94

Fevât ve Fesâd ve İhsâr ................................................................................... 94

Hill ve Harem.................................................................................................. 95

Ahkâm-ı İhram = İhrâm’a Âid Hükümler ............................................................. 96

Cînâyât-ı Hacc ve Anların Keffâreti ..................................................................... 97

İhcâc = Bedel Göndermek ................................................................................ 98

Zîyâret-i Medine-i Münevvere = Medîne-i Münevvere’yi Ziyaret .............................. 99

116
Sayd ve Zebîha ............................................................................................. 100

Hayvânât-ı Me’kûle = Eti Yenen Hayvanlar ..................................................... 101

Hayvânât-ı Gayr-i Me’kûle = Eti Yenmeyen Hayvanlar ...................................... 101

Udhiyye = Kurbân ......................................................................................... 101

Akıyka ......................................................................................................... 102

Kitabü’z-zekât = Zekât Bahsi ............................................................................. 105

Sadaka-i Fıtır = Fitre...................................................................................... 106

Zekât........................................................................................................... 106

Zekât-ı Nukût ve Uruz = Para ve Ticâret Eşyasının Zekâtı ................................. 107

Zekât-ı Sevâim........................................................................................... 109

Zekât-ı İbil = Deveden Verilecek Zekât .......................................................... 109

Zekât-ı Bakar = Sığırın Zekâtı....................................................................... 110

Zekât-ı Ganem = Koyun - Keçinin Zekâtı........................................................ 110

Zekât-ı Nukud - Altın ve Gümüşün Zekâtı ....................................................... 110

Zekât-ı Uruz = Ticâret Eşyasının Zekâtı.......................................................... 111

Zekât-ı Zürû’ = Tarla Hâsılatının Zekâtı .......................................................... 111

İçindekiler ....................................................................................................... 114

117

You might also like